Edebiyat Terimleri Kılavuzu [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

seyit kemal karaalioglu



EDEBiYAT TERİMLERİ KILAWZU



İNKILAP ve AKA KİTABEVLERİ



Kapak Kompozisyonu DERMAN ÖVER «Edebiyat Terimleri Kılavuzu» Ocak 1975'te Yönet Matbaası'nda dizildi; Ebru Grafik'te filmleri hazırlandı; Çetin Ofset'te kapak ,baskısı yapıldı. İNKILAP ve AKA BASIMEVİ Cağaloğlu, Cemalnadir Sok. 24 ISTANBUL



-



1975



GİRİŞ Güzel sanatlar; bir toprak­ tan



bir



vatan



yaratabilirler;



çünkü orada oturan ulusa aynı zevkleri) aynı alı§lcanlıkları, ay­ nı duyguları onlar verirler.



Euebiyatla



ı.:ğra.5anlar,



her



türlü



olumlu işlerden uzak tutulunca, güzel sa­ natların bu kolu çoğu zaman anlamsız



bir



karakter taşımak zorunda kalır. Edebiyatı değerden düşüren şey, omın yararsız duru­ ma düşürülmesidir.



Bütün



bir süre fel­ başarı kazana­



dillerde edebiyat;



sefeden yaroım görmeden



bilir; fakat, deyimlerin imgelerin, anlatım­ ların güzelliği artık yeni Glı:nalrtan çıktığı; eskilerin bütün güzel yanları modern de­



haya aktarılıp bittiği zaman, her gün fay­ dalı



bir



amaca



ulaştıran, insanın



önüne



sonsuz bir ufuık açan gelişmiş akla zonm­ luk duyulur. Edebiyat; felsefenin dışında, hayatın boş zamanlarım



hoş geçirmekten,



düşün



yokluğunu gidermekten başka amacı ol­



bir konu olarak anlaşılırsa, ondan daha dar, daha sınırlı bir alan az bulunur. mayan



Bu



anlamda bir uğraşı, oluınlw bilgileri is-



GİRİŞ



teyen ya da düşünleriıı uygulanmasını zo. runlu kılan en küçük bir işi ba.şarabilmek­ ten insanı alıkor. Bu yetersiz, dar kafalı edebiyatçıların ellerinde



kal::ın, yara:rsız



bir boş g-ıll"Ul' olur. Edebiyat ilerledikçe, imgelemin yarat­ tığı hazlara alışılır; belleb: soyut düşünlere kal'Şl daha çok İE!tek duyar; düşünce ge­ nelleşir, insanlar arasındaki ilgiler yüzyıl­ larla çoğa lır; koşulların değişikliği



yeni



tamlamalar, dalıa derin görüşler yaratır, buluşlar artar; düşünce zamamn kalıtına konar. Edebiyatta düşünme sanatına büyük önem vermek ne değin insansal, ne değin yararlı bir davranıştır. Yüksek edebiyatla ilgili bulunan yapıtların ereği, yararlı de­ ğişiklikler yapmak, gerekli geli�m1'leri hız ­ landırmak, sonunda kurumlan, kanunları değiştirmektir.



Her edebiyatta ulusal olan özelliklerle, yansılama ürünü olan görüşleri ayırmalc gerekir. Eski yapıtların izinden yürümeye hiç çaba göste:rilmemelidir;



onlar kendi tıarlalarmda hasat yaptılar; bizim de kendi tıarlamızı sürmemiz daha iyi olur.



STAEL



AB-1 HAYAT Bengisu, hayat suyu veya hayat çeşmesi. Içlldiği zaman insana ölüm­ süzlük veren efsanevi



su.



«Efsaneye göre Hızır ve nyas adlı kutsal ki­



şiler bu sudan içmişlerdir. Sonradan İskender de bu suyu aramış fakat bulamamıııtın Ab-ı hayat'ın varlığına eski Sumerlilerden beri, doğuda ve batıda inanılnuııtır.



Sandım olnwş c.este bir fevvare-i ab-ı hayat, Öyle gö@ıt.erdi bana ol kadd-i müst.esna seni.



NEDİM



ABDAL Tekke hayatında



kendilerine



ermiş



insan



gözüyle



bakılan,



dünya



halkının idaresinde görevli olduklarına ve bir manevi dereceye ulaştık­ larına inanılan;



Allah'a



varma yolunda



mesafe



almış, sayılı



insanlar .



tsıa.m. dünyasında özellikle Türk ve İran halkı arasında diyar diyar do­ laşarak, halka manevi alemden haber veren, rind, olgun veya cezbeli­ derv1ş-!j8.1r. Bazı



açık yalın ayak rah-ı fena abdalıyız;



Ref edip ten cübbesin uryan olan anlar bizi.



Niyazi-i MISRİ



ABUŞKA SöZLU(}U Orta Asya Türkçesi'ne kaynak olan Çağatay şairi Ali Şir Nevai'nin



eserlerindeki kelimelerin Türkiye Türkçesiyle açıklayan sözlük. Sözlfiğiin



ilk kelimesi «Abuşka» ol (Ölümcü> adını alır. ·



13



AKİS Çaprazlama. önce geçen kelimelerin sırasını, değişik veya kar§lt bir anlam verecek şekilde, tersine çevirerek onları tekrarlama sanatı. Bu sanat bir zekA buluşuna dayanır: «Yemek için yaşamamalı, yaşamak için yemelidir. KilY.ınn keiamı keiamm kibarıdır» gibi. Manzum bir akis ör­



neği: Gelse dergfthına ikram görürler kürema Kürema dergehine gelse görürler ik"Tam Sendedir İlilhi yine bu mekr-ü bu fitne



Bu mekr-ü bu fitne yine sendendir İlahi.



Ziya PAŞA



AKROSTİŞ Uçlama; mısralarının ilk harfleri yukarıdan aşağıya okununca bir kelime ortaya çıkan manzum yazı. Akrostiş; gerçekte «uç mısra» anla nundadır. Eski Yunan ve La.tin edebiyatlarında bu nazım biçimi çok kul­ lanılmıştır,



Halk edebiyatımızda olsun, divan edebiyatımızda olsun ak­



rostiş tarzında ,birçok şiirler yazılnuştır. «İstihraç» divan edebiyatında, «müveşşah» doğu edebiyatında akrostiş anlamında kullanılnuştır. Akros­ tişe bir örnelk başlıyan kasidelerin bahar tasviri bölümü. D ivan şiirimizin en ünlü ba­ hariyesinden ilk beyit : Esti nesim-i ıwv-balınr açıklı güller subb-dem Açsrn bizim de göıılüınüz saki meded sun caın-ı Cem



NEF'l



BAHİR Aruz vezninin bölümlerinden her birine denir ki, bunlar basit, cedit, hafif, he7.ec, kamil, karip, medit, muktarip, nmzari, müçtes, münserih, müşakile,



nıütedarik,



ınü.tekarip,



recez,



remel,



seri,



tavil,



vafir



ol­



mak üzere 19 du::-. Aruz vezninin ana makamları olan bu bahirler, aynca vezin denilen dallara aynlır. Bk. Aruz.



BAKHEİA Dionisos Bacchus, Bakkhos, aslında Thradarın bahar tanrısıdır. Yu­ nan ve Romalıiar onu şarap tanrısı bilmiş, adına d�i törenler, şarkılı, ne­ şeli şarap e ğlenceleri tertiplerniı_ılerdir. Bk. Dionysos.



BALAD Dans şarlusı. Dramitik bir olayı anlatan türkü-şiir.



Türkü olarak



söylenen halk baladlarınd an başka, ilkel eserleri örnek tutan edebiyat ba­ ladları



da vardır. Balad, Fransız edebiyatınm. seçkin nazım, şekillerin­



dendir. Üç bentten, bir de ağırlama mısraından ibarettir. Fransız edebi­ yatında Orhan Veli'nin çevirisiyle «Asılmışların Baladn : Olmayın bu kadar katı yürekli, Ey dünyada kalan insan



kardeşler:



Allah da sizden razı olur belki Sizler acırsanız bizlere



eğer ;



Şurada asılmışız ü�r beşer ; Kuş si.idiiyle beslenen şu bedene Bir bakın dağılmadan günden güne; Bakın kül olan keınikleriınize;



Gülmeyin,



dostlar, bµ hale düşene :



Tanrıdan mağfiret dileyin bize, Kanun namına öldürüldük diye Hor görmeyin bizleri ; kardeş bilin Dünyada herkes akıllı olmaz ya, Biz de böyle olmuşuz neyliyeliın. Madem alnımıza yazılmış ölüm. İsa Peygambere dua edin de Yanmaktan cehennem ateşlerinde Esirgesin bizi, acısın bize. Etmeyin, işte ölmüşüz bir kere, Tanndan mağfiret dileyin bize. Görmedik bir gün olsun rahat yüzü ; Yağmur sularında. yıkandık ynnduk. Kurda, kuşa yedirdik kaşı, gözü ; Gün ışıklarında karardl.k, yandık ; Kuş gagalariyle kalbura döndük ; Durmadan kah şu yana, kah bu yana Esen rüzgarla. sallana sallana. .. Kargalar geldi kondu üstümüze. Sakın siz katılmayın bu kervana. Tanndan mağfiret dileylıı bize.



François VİLLON



45



BALE Sözsüz oynanan danslı tiyatro oyunu. Müzik eşliğinde ritme uyularak tek veya toplu olarak yapılan estetik dans sanatı. Konusu, türlü dans ve hareketlerle anlatılan müzikli, sözsüz tiyatroya ve bu tiyatroyu oyna­ yanların takımına denir. Yalnız musiki ve raksdan



faydalanarak olay



gözlerimizin önüne yayılır. Onsekizinci yüzyılda operadan aynlan bu ti­ yatro janrı, bestelenmiş pandomimadır adeta. Bale, oyunla sanatı bir­ leştiren en yakın noktadır. Bk. Tiyatro.



BAROK Bir çeşit mimarlık üslübudur ; deniz kabuklan biçiminde bezemeler­ den meydana getirilir. önceleri mimarlıkta, daha sonra bütün sanat tür­ lerinde kullanılan bir terim.



Edebiyatta onaltı, onyedi ve onsekizinci



yüzyıllarda çok beğenilen alışılmamış, şaşırtıcı bir cesaret taşıyan üs­ luba da barok adı verilmiştir. Bk. Üslup.



BASIN Matbuat, gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan basmaların hep­ si: «İstanbul basını, Ankara basını» gibi. Yetkili veya ilgili bir kimsenin bir soru üzerine açıklama yapmak için gazetecilerle yaptığı toplantıya «basın toplantısı, basın konferansı» denir. Anayasamıza göre basına san­ sür konulamaz, basınımız özgürdür. Bk. Gazete, Gazeteci.



BASKI Tab', Basım, Basılı bir kağıt veya kitabın temizlik veya güzellik bakımından basılış hali; bası sayısı; bir eserin basılıp yayınlanmasının her bir seferi. Baskı yapan makine «baskı makinesi» kontrol için basıl­ mış kağıt «prova baskı» adını alır : «Kompozisyon Sanatı'nın onuncu bas­ kısı» gibi. Bk. Tab,.



BAŞ KAFİYE Mısra başlarının aynı sözcüklerle olmamak üzre aynı sesi vermesi. Halk edebiyatımızın en eski örneklerinde baş kafiyeye rastlamaktayız. Mısra başında ve içinde tekrarlanan kafiye çeşidine Dede Korkut' tan bir örnek: Kapkayalar oynam.adan yer obruldlL Karı beğler ölmeden il boşaldı, Karcaşuban, uğraşuban dağdan indi ...



Halk saz şairi Gevheri'den



bir başka örnek:



Gönlümüz bağlandı zülfün teline, Alınmaz, gözleri mestim, alınmaz. Sencileyin cevredici kuitına Bulunmaz gözleri mestim bulunmaz.



BAŞLAMA Halk şiirimizde, divan şiirimizdeki «matla» Matla, Kaside. Gazel.



46



karşılığı kullanılır. Bk.



BAŞLANGIÇ Başlarken, önsöz, giriş. Bir yapıtın kısa önsözü veya girişi. Fran­ sızca «avan-propos» aynı anlamdadır.



BAŞOLGU Aksiyon. Bir edebiyat yapıtının asıl konusunu ortaya çıkaran başlı­ ca olgu. Bk. Olgu.



BAŞ ÖZETİ Bir sahne eserinin baş tarafına geçirilen özeti. Argument. Bk. özet. Tiyatro.



BAŞ YİNELEM:ESİ Söz sanatlarından ; bir cümlenin parçalarına veya arka arkaya ge­



len cümlelere aynı kelime yahut aynı kelimelerle başlama. Bk. Yinele­ me. Bir örnek: Hala hurafeler yaşatır her çürük kafes, Halli beşi,k gıcırtısı hii.la o tozlu ses.



BATINİ Kur'an'ın açık ve doğru anlamlarını kabul etmiyerek, onlara başka anlamlar verip, istedikleri gibi açıklamaya çalışanlara verilen ad. İslam­ lık alemi, batınileri gerçek Müslüman saymaz. Bk. Kur'an.



BAYRONİZM İsyancı, hayalci, çılgın bir romantizm anlayışına bağlı adını büyük romantik İngiliz şairi Lord Byron'dan alan bir şiir görüşü. Ahlak kural­ larını hiçe sayan, istediği gibi yaşamak isteyen, toplum düzenine karşı çıkan bir anlayış. «Chillon'a Sonet» den: Sen, hiç ölmeyen özü zincirsiz düşüncenin ! Özgürfük ! Işıldatır seni en çok zindanlar



Çünkü herkes orada seni yüreğinde saklar O yürek ki varlığının tek nedenidir sevgin.



Lord BYRON



BEDi Söz estetiği, benzeri olmıyan anlamlarına gelir ki, maani, beyan'dan sonra belii.gat'in üçüncü bölümüdür. Sözün süslenmesi, sözün güzelleşti­ rilmesi en belirli konusudur Bedü; güzel, güzellik anlamına gelir. Bk. Belagat. Meydanda Bedi' ile l\laani Biz de okucluk biraz Beyanı,



Namık KEMAL



BEKLENMEZLİK Terdit.



Beklenmez bir işe konu olmak;



umulmamak. ·Edebiyatta;



karşısındakini merakta bırakacak ve sonucu sezdirmiyecek biçimde söz etme. Bk. Terdit. bir öınek: AYRILIŞ Bakakalırım giden gemiRin ardından : Atamam kendimi denize, dünya güzel; Serde erkeklik var, ağlayamam.



Orhan VELİ 47



BEKTAŞİLİK XIII. yüzyılda Hacı Bektaş Veli'nin kurduğu bir tarikat ; Türk kül­ türüne dayanır. Yeniçerilerle önem kazanmış, Arnavutluk'tan Mısır'a ka­ dar yayılmıştır. Bektaşilikte namaz, oruç, hac yoktur.



«Allah-Muham­



med-Ali» üçlüsü önemlidir. Tekkelerinde yeni müritlerin yani «Can»ların kabulü sırasında okunan ilahi'leri, nefes'leri, içkili meclisleri. «ikrar ayin» leri,



«Ayini Cem»leri, Bekta§i olanların



bildiği sırları, gizli törenleri



vardır. Bk. Ayin, Bezm-i Cem.



BELAGAT Söz sanatı. Sözün veya yazının, açık, düzgün ve sanatlı olmasına ; bir isteğin en doğru, e n güzel bir biçimde anlatımına denir. Belagatte söz veya yazı, anlatmak istenileni çok beğenilecek, yüreğe işleyecek bir şe­ kilde anlatır. Hem düzgün, hem yerinde söz söylemek sanatı olan belagat, eskiden ; maani, bedi olmak üzere üçe aynlırdı. İlm-i belagat da bugün­ kü edebiyat'ın eski adıdır. Bk. Retorik. Cefa taşın ne tan atsa, Hayali sana alc;..a.ldar Belagat meyvesin payda etlen nahl-i hünersin



sen.



BELGİNLİK Sarahat. Bir düşünceyi eksiksiz, belirli bir kesinlikle anlatma.



Bel­



gin, sarih aynı anlamdadır. Belginliğin karşıtı belginsizlik, müphemlik ve­ ya ibhamdır. Bk. İbham.



BELiG Sözün güzel, sanatlı ve ustalıklı söylenmesi. Bir maksadın en düzgün ve güzel şekilde ifade edilmesi. Be!igamıe ; belii.gate uygun olarak Bk. Belagat. Muradın anlarız ol gamzenin iz'anımız vardır



Beli söz bilmeziz amma biraz irfanımız vardır. NEDİM



BEND Bağ, m adde, makale, suyun onune yapılan set; bir manzumeyi mey­ dana getiren ikişer, üçer, dörder, beşer, altışar v.b. mısralık paıçalardan her biri. Bk. Terkib-i bend, Terci-i Ben.il Beyit dahi iki mısralık bir bent­ tir. Aheng-i ah ü naleleri edelim bülend Eshab-ı derdi cüşa getirsin bu heft bend.



BAK!



BENZEI\Lİ UYUM Aheng-i taklidi. Bir ibaredeki kelimeler söylenirken çıkan seslerin, o ibarede anlatılan şeylerin seslerini hatırlatma sanatı. Evc-i hevada rit-i çe�k-ı tiğden Avaz-ra'd ü saika reh-güm-künan olur. NEF'l



48



BENZEŞLEME Birbirine ses bakımından benzeyen sözleri birbirlerine çok yakın ve­ ya yanyana bulundurma : «dere-tepe», «az gitti-uz gitti», «yüz-göz», «hoş­ beş» gibi.



BENZETME Benzeti, teşbih. Söze kuvvet ve güzellik vermek için aralarında ben­ �rlik bulunan iki şeyden zayıfını kuvvetlisine benzetme ; aralarındaki ilgi veya uygunluk bakımından biri ötekinin açıklanmasına yarıyacak, sözü veya yazıyı kuvvetlendirmek için, edatlardan faydalanma. Biz bir şeyin niteliğini canlandırmak için, onu benzetme edatlanndan birini kullana­ rak yahut edatsız olarak bir kelime veya cümle ile karşılaştırırız : Tilki !iadar kurnaz adam, kar gibi beyaz çamaşır, badem gözler gibi. Benzet­ mede belli başlı dört öğe vardır : 1. Benzetmelik Benzetme yönü



( Müşebbehün-bih) , 2.



(Vech-i Şebeh) , 3. Benzetilen ( Müşebbeh) . 4 . Benzetme



edAtı ( Edat-ı teşbih) . Bu döıt öğeden : Benzetmelik. benzetme yaparken



ele alınan niteliğin en kuvvetli bulunduğu şeye ; benzetme yönü, benzetme yapmak için dayanılan ortak niteliğe ; benzetilen, benzetmede canlandı­ rılmak, vasıflandırılmak istenilen şeye denir. «Başaklar, altın gibi sarı» sözünde: başaklar benzetilen, altın kendisine benzetilen, sarı benzetme yö­ nü, gibi benzetme edatı'dır. Bk. Teşbih. Bir nim neş'e say bu cihanın baharını Bir sagar-ı keşideye tut IalezarınL



NEDİM



BERAET-t tsTiHLA.L Divan edebiyatında, manzum, mensur bir eser de, konuya uygun deyimler, H:elimeler kullanarak söze başlamaya denir ki, hüsn-i ibtid.a. ile



.tıüsn-i matla aynı anlamdadır. «Naili-i Kadimin Ruhuna Gazel» güzel bir



beraeti istihlal örneğidir: Dil uyur mest olarak, yıtr-i dilari. söyler; Gül susar şerm ederek, bülbül-i şeydıt. söyler. Şeb-i yeldıt.da uzar fecre kadar kıssa-i aşk,



Til. ki Mecnun bitirir nutkunu Leyla söyler.



Yahya KEMAL



BERCESTE Seçkin, güzel anlamlı, hatıra kolaylıklı geliveren mısra, beyit. Eski­ ler bir sürü ortahalli gazel, kaside yazmaktansa berceste söz söylemeye kıymet verirlerdi. Bunun için Ragıp Paşa «Eğer maksüd eserse mısra-ı berceste kafidir» der. Diğer örnekler : Kişi noksanını bilmek kadar irfan olma.z.



TALİP Gün doğmadan meşime-i şebten neler doğar.



RAHMİ Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş.



BAKI F. : 4



49



BEŞLİ Halk şiirinde her kıtası beş mısralı bir nazını şekli. Divan şiirinde bu nazım şekli «muhammes» adını alır. Beş dizeli dönü veya kesek. Halk edebiyatında, konu ile ilgili ve bent ile aynı tartıda olan beyti bağlama olarak almış üçleme. Bk. Muhammes.



BETİK Tahrirat. Yazılı şey, yazılmış kağıt, mektup. Bk. Tahrirat,



BETİKÇE Livre. Opera, komedili opera, operet gibi ezgilenmek üzere yazılmış eser. Bk. Opera.



BETİMLEMEK Tasvir etmek.



Bir şeyin tasarımını sözle ya da yazıyla yapmak.



Bk. Tasvir. l.Uuini 7Alimin dünyada erbab-1 denAettir Köpektir zevk alan sayyad-ı



bünsıua hizmetten. Namık KEMAL



BEYAN Bildirmek ; eskiden bir fikrin birbirinden daha açık bir kaç ifade­ sinden bahseden edebi bilgi ; belagat ilminin kinaye, istiare ,



me, «Çok yaşamak elimizde değil, fakat namımızı yaşatmak eli­ mizdedir.» gibi. Bk. Kelime, Sözcük, Sabuhl'den bir beyit : Sabfihi Kabe-i kfiy-i habibe azm-i ri.lı ettin Reva.dır el ı;ıekersen aşk ile cümle met8.libden.



CÜMLE ANALtzt Bir parçadaki sözcüklerin görevlerini cümlelerin kuruluş ve yapı­ larını incelemeğe denir. Bk. Cümle.



CÜMLECİLİK Boş anlamlı sözler yazma alışkanlığı. Bu alışkanlıkta olanlar, bir· biri ardınca düzgün, yanlışsız cümleler sıralarlar ;



fakat yazının sonun­



da okuyanda ne bir fikir, ne bir duygu uyanır. Bk. Lafçılık.



OÜNÜN-1



AŞK



Aı_ık deliliği. Divan edebiyatımızda çok geçen bu terime, seven bir kimsenin sevgilisine duyduğu aşktan dolayı dünya ile olan bütün ilişki­ lerinden sıyrılması, aklını yarı yitirmiş bir halde benliğini sevdiğinin anı ve hayallerile doldurması anlamına gelir.



Ne zabt-ı bAkim-i şer'i ne hükm-i 7A.bit-i akli Cünfuı iklimini seyreyleyenler rahatın söyler. Ragıp PAŞA :V·1



CÜZ



Bölüntü, parça, fasikül. Bir bütünü teşkil eden kısımların her biri. Kur'an'ın otuz bölümünden herbiri, bölüm yayınlanan bir kitabın her bö­ lümü ki bu bölümler ayn bir kapak içerisinde bir veya birkaç formalık olabilir. Bk. Fasikül.



Yedi yüz kerre yanılmak ne demek bir ciiz'de Böyle olmaz a benim lıMızım ezber dediğin. Muallim NACİ



CÜZİYAT-t MtlSEISELE Zincir gibi birbirine



bağlı ufak tefek, önem



verilmiyecek şeyler.



Kompozisyon'da herşeyin birbirinin sonucu olması, her sonucun bir şe­ yin nedeni olarak ulanıp gitmesi. Nümftdi.nndır ey ibn-i adem külli-i meşhüdat



Tufeyllndir yaradılmışda ctiz'iyyat-ü külliyya.t. Şehy İBRAHİM



64



rn [J



ÇAG Zaman parçası, vakit, mev:sim : Gül çağı, gençlik çağı, sabah çağı Tarihin ayrıldığı dört büyük «Demir tavında, insan çağında yaraşır». tıölümden her biri : ilkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ, Sonçağ. Edebiyat'la sa­ natta ise, çağ sözcüğü, belli bir öğretim belirli bir dünya görüşünü kap­ sar. Gotik çağı, Romantik çağ, Rokoko çağı» gibi. Bk. Aydınlık Çağı.



ÇAGATAY EDEBİYATI Türk dünyasının Maveraünnehir, Harzem. Altınordu



gibi doğu ku­



yüzyılda Kutup, HArzemi, Rabguzi ; X.V. yüzyılda Ali Şir Nevfil; XVI. yüzyılda Babur Şah gibi büyük sanat­



ı;ey bölgelerinde



gelişen, XIV.



çılar yetiştiren ; en büyük şairi Nevai ile altın devrini yaşayıp sönen ede­ biyat kollarımızdan biri. Çağatayca bir şiir örneği :



Yardın ayrtl gönül mülki dürlir sultanı yok Mülk kim sultanı yok cismi dttrür kim cam yok Cism-din cansız ne hAsıl ey müslümanlar kim ol Bir kara toprağ dik dürgül ü reylıAnı yok Bir kara toprağ ldm yoktur gül ti reyhan ana



Ol karangO. gice dik dür kim meh-i tabanı yok. Ali Ştr NEVAI



ÇAGATAY TÜRKÇESİ Çağatayca, Çağatay Lehçesi. Doğu Türkçesi'nin XV. yüzyıldan son­ raki gelişmesinden doğmuş, XI. yüzyılda Hakaniye lehçesi adını almış. F.: 5



65



XVI. yüzyıldan son-.:-a önemini



kaybetmiş, en zengin dönemini Ali Şir



Nevai zamanında yaşamıştır. Bk. Çağatay Edebiyatı.



ÇAGDAŞ Muasır; aynı çağda olanlardan her biri.



Çağımızda, bizim yaşadığı­



nuz devirden olan; hemasır, hemzaman, modern, «Çağdaş Edebiyatı> Bk. Çağ.



ÇAGRIŞIM Düşüncelerin aralarında bulunan birlik, benzerlik, karşıtlık gibi bağ­ lılıklarla birbirini uyandırmasına denir. dille anlaşanların



Genel olan fikir çağmıımı aynı



zihinlerinde ortaklaşadır.



Fakat bu sözcükler eşyayı



zihinlerde aynı şiddetle, aynı görünüşte uyandırmaz. Kütür eşitsizliği, dil



kavrayışı,



yaradılış, sosyal



çevre,



meslek,



ların buncla büyük etkisi vardır. Kısaca



alışkanlıklardaki



kelimeler



herkeste



fark­



hayalleri



uyandırır, fakat hepsi aynı görünüşte olmaz. Şahsa göre olan fikir çağ­ rışımı ise, şahsm hayatına mizacına bağlıdır.



Sözcüklerin çağrışımı da



böyledir; atalarımız gibi düşünmeyiz ama onlar gibi konuşuruz. Aynı ke­ lime çağrışımlarını kullanırız. Bk. Kelime.



ÇALIM Bir cümledeki kelimeleri, isteğe göre sıralama tarzı, gösterişli tavır, ( fr. tournure ) . Bk. Cümle.



ÇAPRAZ KAFİYE Birinci dizenin üçüncü, ikinci dizenin dördüncü dize ile kafiyeli ol­ ması. Kafiyelenişi : abab - cdcd - efef.. biçimindedir. Bk. Kafiye; Düz Ka­ fiye, Sarma Kafiye. Çapraz kafiyeli bir şiir :



İLK AŞK Felek ne kadar kahretse kalbimize Zaman zaman hatırladığımız olur, Hangi dilber ilk aşkı tattırdı bize; Bir hatırayla yaşadığımız olur. Ah o yaz gecesi, o mehtap, o h avuz ! Balkonundan gül atan cömert sevgil i ! Aşkınla deli divane olduğumuz, Sarmaşığa tırmandığımızdan belli. Belki bugün bu yaşta tekrar olunmaz, İlk aşk gecesinin masum yeminleri, Fakat nerde ilk öpüşün verdiği haz ? Saadet bilmiyorum o bazdan gayri.



Cahit Sıtkı TARANCI



ÇAPRAZLAMA Akis. «Her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır» sözünde olduğu gibi bir cümlenin kelimelerinden bazılarını değiştirip, il,



«nur-i



çeşm:



göz nuru,



çok



sevgili», «çeşm-i bülbül: bülbül gözü, damarlı veya noktalı ince sırça», «çeşm-i gazal; ahu gözü, çok güzel göz» «çeşm-i siyah : kara göz. Kara­ göz oyunundaki Karagöz».



Hasret-i çeşnıinle ben bak-i siyeh olsam dalıi Baht ahir sürnıe-i çeşm-i gazal eyler beni. NEDİM



ÇEVİRİ Tercüme, dilden dile çevirme. «Fr. Tra.duction» Çeviren; mütercim anlamında kullanılır. Gelenekleri, oyunları, eğlenceleri, kültür ve teknik gelişmeleri ayrılıklar gösteren iki ulusun dillerinden her türlü yazıların çevirisinde çeşitli güçlüklerle sık sık karşılanır. «Çeviri kadın gibidir. Güzelleri bağlı değildir, bağlıları güzel değil­ lir.» Her çevili bana bunu hatırlatır . . . Bugünedek okuduğum çevirilerin en güzelleri Ataç'ın kaleminden çıkanlar. Bir keresinde Fransızcalarıyla karşılaştırayım uedim, baktım büyük ayrım var. Anlamda değil, ama, ne bileyim yazar başka türlü söylemiş, Ataç kendince anlamış, Türkçeye öyle çevirmiş. Çoğu kez Ataç'ınkiler daha güzel. Oktay AKBAL», «Çe­ viride doğruluk merhalesine varmak herkesten istenebilir. Fakat edebi çeviri, doğrunun ötesinde bulunan şeyi yani müellifin üslQbunu öbür dile nakletmek suretiyle tecelli eder. Sabri Esat SİYAVUŞGİL» Deyimlerin çevirisi oldukça güçtür.



Aynı zorluk atasözlerinde



de



görülür. Çevirici esas metnin kelimelerini mi, yoksa anlamını mı çevire­ cektir ? Çeviri çok y,önlü bir sanattır. Bk. Adapte. Tercüme. Sabahattin Eyuboğlu çevirisiyle «Tanrısal Komedya» dan:



67



CEHENNEM Acı sesler geliyordu uzaktan Tek yıldızsız havaların içinden, Gözüme yaş getiren feryatlar, derin iniltiler. Bir acaip diller sonsuz küfürler Acıdan yanan öfkeden kuduran Dövünüp çırpınan insan sesleri. Uçsuz bucaksız karanlıklar içinde Dönüp duruyordu bu



ses



kasırgası



Deli rüzgarlara kapılmış kumlar gibi. KorkiUlar sardı içimi, dedim: Hocam, nedir bu karanlıkta duyduklarım. Kimdir böylesine azap çeken insanlar. Dedi : Bahtsız ruhların perişan halidir bu,



O ruhlar ki dünyada gamsız yaşadılar Ne günah ne de sevap işlediler. İğrenç meleklerle bir aradalar şinıdi



O melekler ki ne asi oldular, ne kul Yalnız kendi kendilerini düşündüler. Gökler leke sayıp atmış onları, Cehennemse alt katına almamış Lanetliler görüp övünmesin diye. Dedim : Hocam, bu ruhların dertleri ne ? Sebep ne böyle yanıp yakınmalarına ? Dedi: Kısaca anlatayım sana : Ölmek umutlan yok bunların Hayatlarıysa öyle pis 1i.i zavallıların Her baht daha iyi, derler, bizim bahtımızdaıı. Adlarını hiç kinıseler anmaz dünyada; Hakkın rahmeti semtlerine uğramaz. Bırak, ko11ıuşmayalım onlardan, bak geç. Dante ALİGHİERİ



ÇEVİRİM SENARYOSU Senaryonun çevirisine hazır durumdaki en son biçimi ; çevırım için bütün teknik açıklamaları, konu§!Uaları içine alan senaryo. Çevirim se­ naryosunu hazırlayan kimseya çevirim senaryocusu «fr. decoupeun de­ nir. Bk. Senaryo.



68



ÇEvtRTt Söz sanatı; birbirine



bağlı kelimelerin sırasını



bozmaktan ibaret



bir çeşit evirtim. Zamanın çoğunda anlamına «zamanın çoğu» yerine «çoğu zaman.ı> denildiği gibi.



ÇEVRE Bir şeyin kenarlarının meydana getirdiği kapalı çizgi ; bir şeyi ku­ şatan, yakın yerler; aynı konu ile ilgili bulunan kimselerin hepsi. İnsanı sınırlayan koşulların türleri bulunan : «Fiziksel, biyolojik. biyo - sosyal, fiziko - sosyal, psiko - sosyal» özellikler de çevre sayılır ki, edebiyat ta­ rihi bakımından büyük önem taşır. Ek. Edebiyat Tarihi.



ÇEVRİK AD Bir öz ad, harf harf ters okunarak



ortaya çıkarılan talona



ad ( fr.



anayme ) . Ek. Harf.



ÇIGIR Çığın açtığı yol ; politika; başkalarının da uyabileceği yeni bir tarz veya yol : «Atatürl{, bütün doğu ulusları için kurtarıcı bir çığır açtı» gibi. «Metot, form» aynı anlamdadır. Ek. Ekol. Metot.



ÇIKMA Derkenar. Bir yazı sayfasının kenarına metinle ilgili olarak yazılan ulama, ekler hatırlatmalar, not. Ek. Derkenar.



ÇİFTE BAGLILIK Sihr-i hala! da denilen bu sanat, bir kelime veya bileşimin hem ken­ disinden önceki ibarenin sonu,



hem de



kendisinden sonraki



başlangıcı olacak şekilde düzenlenmesinden



ibarenin



doğar. Ek. Sihr-i Halal.



Akil isen vahş-ü-tayrun şahı ol (Mecnun gibi) Başuna murg aşiyanundan külah-ı devlet al.



HAYALI



ÇİN TİYATROSU Çin ulusuna özgü tiyatro. Bu tür tiyatro ; müzik, dans, maske, pan­ tomim ve belirli anlamlara sembollere dayanır. Modern Avrupa tiyatrosu, oepik tiyatro'nun büyük sanatçısı Bertolt Brecht, Çin Tiyatrosu'ndan ge­ niş ölçüde yararlanır. Ek. Epik Tiyatro.



ÇİVİ YAZISI Tarihin çok eski çağlarında ön Asya'nın birçok bölgelerinde kulla­ nılan bir yazı biçimi. Ek. Yazı.



(X>BAN DEYİŞİ Çoban aşkını, çoban ya§ayışını konu olarak alan, bu yolda söyle­ yişe değer veren şiir. Ek. Pastoral. 69



ÇOCUK EDEBİYATI Çocukların anlıyacağı, hoşlanıp faydalanacağı biçimde hazırlanan ; çocuklann hayal gücünü genişleten, eğitimlerine yardımcı olan edebi­ yat: «Robinson Crusoe». «Don Kişot», «Alice Harikalar Ülkesinde», «Şermin», «Kelile ile Dimne» gibi,



Çocuğa kim demiş küçük bir şey Bir çocuk belki en btiyük bir şey. Aliıdülhak HAMİT



ÇOCUK TİYATROSU Çocuklar için yazılmış oyunlan çocuklara oynamayı gaye edinen t1· yatro Bk. Tiyatro.



�ÜR Sazşairlerinin kullandıkları telli sazlardan biri. Bir çeşit tanbura. Bk. Saz Şairi. İnşa.



ÇÖZÜMLEME Çözüm, çözülüş. Edebiyat eserlerinde düğüm noktasının çözülmesini sağlıyan son kısım ; çoğu zaman tiyatro eserlerinde «serim» de denilen gi· riş bölümünden sonra ilgimizi çeken düğümlerin piyesin sonuna doğru yazar tarafından yapılan çözülmesi. Çözümleme, edebi eserlerde düğü­



mün sonu



sayılır. Çözülüşte karışıklıklar düzelir, pürüzler kalkar, kah­



raman ya ölür, ya üstün gelir ; iyilikler karşılığını görür, suçlular ceza­ sını çeker suçsuzlar kurtulur; bazı eserler mantığa uygun, bazıları ise süprizli sonuçlarla çözümlenir. Bk. Tiyatro Analiz.



70



DADAİZM Dil ve estetik kurallarını tanımıyan,anlatımda başı boş bir yol tu­ tan, bile bile kapalılığa sapan edebiyat çığırına denir.



Dadacılık, dada okulu da denilen bu çığır, XX . yüzyıl başlarında Tristan Tzara, Breton



ve arkadaşları tarafından



ilk defa Fransada uygulanmıştır.



Kelimele­



ri anlam esirliğinden kurtarıp ona şiir konusu olarak değer_ vermek iste­



yen dadaizm, 1917 yılından sonra ortaya çıkmıştır. Dadaizm ; bilinçsiz bir düzenle hayalle ruhun kontrol edilemiyen bölgelerine kadar karışık­ lık yaratarak sanatı bile ortadan · kaldırmak davranışını gösterir. Ergin Ertem'in çevirisiyle dadaist bir şiir: DADA TÜRKÜSÜ



bir dadacının türküsü yüreğinde dada olan çok yoruyordu motorunu yüreğinde dada olan asansör bir kıral taşıyordu ağır, narin, bağıınsız kesti kocaman sağ kolunu yolladı onu Roına'daki papa'ya bu yüzden asansörün dadası yok yüreğinde artık çukulata yiyiniz Tristan TZARA



71



DAFNE Yunan



mitolojisinde



anası toprak,



babası ırmak



olan bir peri.



Apollon'un aşık olduğu bu güzel peri, aşığının elinden kurtarılmak için defne yaprağına çevrilir. Bk. Mitoloji.



DAFNİS Çoban şiirlerinin yaratıcısı olarak kabul edilen Yunan mitolojisin­ deki güzel çoban. Bk. Çoban Deyişi.



DAİNO Litvanca bir sözcüktür. Litvanca halk türküsü anlamında kullanılır. Bk. Halk Şiiri.



DANDİZM Edebiyatta taklit edilmezlik arıyan, yapmacık bir üslup kullanan sos­ yal durumda estetik bir olgunluk arıyan, orta tabaka halkın duygula­ rını hor gören, XIX . yüzyılın ilk yarışındaki İngiliz kibarlarına verilen



«dandy» kelimesinden mülhem bir sanat akımı.



DARA İran'ın Keyfı.niyan sülalesinden dokuzuncu



ve sonuncu hükümdar.



Mecazen ; Kuvvet, kudret sahibi anlamında büyük hükümdarlara veri­ len sıfattır ; Tanrı için de kullanılır.



Var fena deştin temaşa et açıp ibret gözün Nice İskender turab olmuş nice D!lra yatur. Rahmi ÇELEBİ



DARB-1 MESEL Atasözü ; eskiden söylenilmiş, bir asla, bir hikayeye dayanan, içinde hikmet bulunan söz. Bk. Atasözü, Sav. mesel, darb-ül-mesel aynı anlam· dadır. Nabi'nin deyimiyle : «Sözde darb-ı mesel iradına söz yok amma, Söz odur aleme senden kala bir darb-ı mesel», Manzum darb-ı mesel ör­ neği : Mihneti kendine zevk etmedir alemde hüner



Gam fJ şadi-i felek böyle gelir böyle gider.



DASİTAN Destan. Sergüzeşt, masal, hikaye, kıssa. Bir olayı, ünlü bir aşkı, savaşı ya da bir kahramanı, büyük bir adamı anlatan manzume, Destan biçi­ minde yazılmış eserlere, destanlara yakışır kahramanlara, bu yoldaki eserlere «dasitani» adı verilir. Bk. Destan.



Dersem o şaha binde birin hal-i zarımın GQş eylemez mubalağalı dasitan deyu. Vakanüvis PERTEV



DAVUT Davut Peygamber «Mizmar» isimli sazla dinsel şiirler söyliyen ve sesinin güzelliği ile ünsalan Beni İsrail peygamberi. Zebur isimli kutsal kitabın sahibi. Efsaneye göre: Davut şarkı söylediği zaman, sesinin gü­ zelliği dolayısiyle, dağlar ve kuşlar dayanamaz ona refakat ederlermiş.



7Z



:Peygamber Davut'un sesinden kalma bir deyim olarak, kalın ve gür se­ se «davudi» denir. Bk. Süleyman.



Avazeyi bu aleme Davfit gibi sal Baki kalaıı bu kubbede bir hoş sa.da imiş. BAKİ



DEDİKAS Bir yazarın kitabını sunduğunu , armağan ettiğini gösterir yazı. Ar­ mağan etme, sunulamak Bk. İthaf.



OEDİM - DEDİ Halk şiirimizde özellikle, saz şiirimizde yaygın olarak görülen bir şiir türü.



Divan şiirimizde



de



bulunur.



Koşmalarda



seven



erkekle



sevilen kadının şiirle konuşmasından doğan bu «muhavereli şiir»e çok rastlanır. Bir örnek:



Dedim : Dilber, yanakların kızarmış.. Dedi : Çiçek taktım, gül yarasıdır. Dedim : Tane tane olmuş benlerin .. Dedi : Zülfün değdi, tel yarasıdır. Dedim : Dilber, sana yazıldı kanım ! Dedi: Niçin dersin benim sultanım ? Dedim : Kimler sarmış ince miyanın ? Dedi: Kendin sardın, kol yarasıdır. Dedim : Bu Ömer'in aklını aldın. Dedi: Sevdiğine pişman mı oldun ? Dedim: Dilber, niçin sararıp soldun ? Dedi: Hep çektiğim dil yarasıdır •..



Aşık ÖMER



DEDÜKSİYON Sebepten sonuca



doğru düşünmek ve incelemek



yöntemi; tümden



gelim ; dedüksiyon metodu. Bk. Metot.



DEGER Layık, yerinde olan, aykırı görülmeyen ; bir şeyin değdiği karşılık, kıymet; bir şeyin veya kimsenin taşıdığı yüksek ve yararlı vasıflar. Bir edebiyat eserinde bulunan dil, öz, biçim. zevk, kültür, ahlak, işçilik . . . gibi özelliklerden doğan sanat değeri. Bk. Sanat.



DEGtŞLEME Anlama zarar gelmiyecek biçimde bir şeyi,



bir hali, cümlede ge­



rektiği kelimeden başka bir kelime veya kelimelerle



anlatma sanatı :



«Trenle giderken, telgraf direkleri o kadar süratle gidiyor ki. . . » gibi.



DEllRİYE Ateizm. Tanrının varlığını, dünyanın Tanrı tarafından yaratıldığını, ahireti



inkar edenlerin mezhebi.



Maddecilik,



zındıklık, dehrilik.



Ek.



Ateizm. Maddecilik.



73



DEİZM Tapınmayı gereksiz bulan, Tanrı'nın varlığına ve doğa dinine inan­ dıkları halde,



din'de



vahiy'e



inanmıyanlarıri inanış



yolu.



Rousseau,



Thomas More'un «Utopia» sı buna örnek olarak gösterilebilir. Bk. Utop­



ya.



DEKADAN Anl amı «gerileme»



olan bu sözcük,



Fransa'da sembolist sanatçı­



lar için kullanılmıştır. Bizde Ahmet Mithat Efendi bunu Edebiyat-ı Ce­ dide için kullandığından bir hayli gürültülere yolaçmıştır. Ondokuzuncu yüzyıl



sonlarında,



Fransada



Parnasiyenlere



karşı



bir



tepki



olarak,



sembolizmi aşın dereceye çıkaran sanatçılara dekadanlar adı verilmiştir.



Mallarme, Verlaine sembolizmin aşın inceliklerinden hoşlanan dekadan­ ların öncülerinden sayılır. Bk. Sembolizm.



DEKOR Bir sahneyi meydana getiren eşyanın tümü. Herhangi bir yeri, özel­ likle tiyatro sahnesini meydana



getiren eşyanın tümü.



Tiyatroda per­



de kalkar kalkmaz, seyircinin artık kendini unutması için dekorun çok güzel olması gerekir. Dekor, seyirciyi tiyatro kapısından girer girmez karşılamalı, piyese uygun olmalı.



Dekor olayı canlandırmada büyük rol



oynar. Tiyatro oyunlarında dekor, bir ruh p.aleti yaratır ; dekor piyesin kişilerinden biri, belki de en önemlisidir. Biz gerçek piyesi, illüzyon ya­ ratmaktaki kudretinden anlarız. kendini unutması gerekir.



Perde kalkar kalkmaz, seyircinin artık



Artık sahneden başka hiç bir şey onun gö­



zünde olmamalıdır. !şte seyirciyi bu duruma sokan ve bu durumda tutan faktör,



hemen hemen dekordur.



Bk.



Tiyatro.



DELİ OYUNU Şahısları hep deli olarak tanıtılan XV.



-



XVI. yüzyıllarda yaygın



olan Fransız tiyatrosu ; bu tür tiyatro sosyal bir yergi taşır. Bk. Tiyat­ ro.



DEM Çok kısa zaman ;



nefes soluk,



yapılırken diğer bir sazla



ve



şarap,



kan.



başka nağm.e ve



Saz veya



sesle nağme



seslerle ona arkadaşlık



etmeye dem tutmak denilir.



Mey sun bize saki içelim rağmına anın Kim cehli ile bilmediği yerden urur dem. Bağdatlı RUHİ



DEı'\IAGOJt Halkın duygularını okşamak suretiyle kendi çıkarını gütme yolu. Bir topluluğu okşama politikası.



Basit halk zümrelerini okşayıcı ve kandı­



rıcı mahiyetteki söz ve hareket. Halkı kışkırtıcı söz. Halk avcılığı .



DEME Alevi - Kızılbaş tarikatından olan halk tasavvuf şairlerinin tarikat­ leriyle ilgili temaları işlemerine denir. Bu şiirler, Alevi tekkelerinde, tö­ ren sırasında, makamla ve sazla terennüm edilirdi. Bir



74



deme örneği :



Güzel Aşık, cevrimizi



Çekemezsin demedim mi 't Bu bir rıza lokmasıdır, Yiyemezsin demedim mi '?



Yemeyenler kalır nAı;Ar Gözlerinden kanlar saçar, Bu bir demdir gelir geçer, Duyamazsın demedim mi '?



Bu derviş bir dilektir, Bilene büyük örnektir. Yensiz yakasız gömlektir, Giyemezsin demedim mi '?



Erelim Ali sırrına, Çıkalım meydan yerine, Can ü başı Hak yoluna Koyamazsm demedim mi 'l



Pir Sultan Abdal ş8.hımız, Hakka ula.�ır ril.hımız, On ik(i) imam katarımız. Uyamazsın demedim mi 'l Pir Sultan ABDAL



DEMEÇ Deklarasyon. önemli bir kimsenin her hangi bir mesele üzerinde, gazete, radyo, televizyon gibi araçlarla halka aydınlatıcı bilgi vermesi. fikirlerini bildirmesi, görüşlerini açıklaması. Bk. Açıklama. Beyanat.



DEMETER Yunan mitolojisinde verimli toprağın sembolü olan bir tann ; elin­ de meşale veya buğday demeti bulunan başı örtülü bir kadın olarak sem­ bolize edilir. Bk. Mitoloji.



DEMEZCELİK Birşeyden bahsetmek istemezmiş gibi davranmak suretiyle ondan bahsetme sanatı. Bk. Apofaz.



DENEME Bir yazann, herhangi bir konu üzerinde, özel görüş ve düşüncelerini iddiasız, kesin kurallara varmaksızın anlattığı eser. Buna kalem tecrü­ besi de denilir ki bu eserler ele alınan konuyu pek öyle derinlemesine in­ celemezler. Deneme yazan, denemeyi yazarken, konu ile ilgili (Konu : in­ sanlığın siyaset, edebiyat, felsefe, bilim, sanat ve başka alanlardaki me­ selelerden herhangi biri olabilir. ) olan kendi duygu ve düşüncelerini araş­ tırır, eleştirmesini teklifsiz, içtenlikli bir dille yapar, (fr. essai) . Denemede bir konu sınırlılığı, belli bir biçim yoktur. Yazar istediği konuyu ele alıp işliyebilir. Denemenin başta gelen özelliği, yazarın kendi kendine konuşur gibi davranması, daha doğrusu, kendi kendine konuş­ tuklarını bir kağıt üzerine geçirmesidir. Denemenin sonunda kesin bir yargıya, bir sonuca varmak gayesi gözetilmez. Bir şair, bir romancı veya herhangi bir sanatçı üstüne yazılan bir deneme ile eleştiri ve inceleme arasında çoğunlukla ancak kıl kadar bir ayırım göze çarpar. Gerçek de­ nemeler; yapmacıktan çok uzaktır; her söz insanı saran bir içtenlik taşır. Denemeler; yazanı, okuyanı aydınlatmak ; yazanın ve okuyanın bir takım toplumsal, killtürel amaçlarına hizmet etmek gayesindedir. Bk. Kalem Tecrübesi. 75



DERGİ Mecmua. Edebiyat, politika, fen gibi sanat ve bilimlerle ilgili ko­ nuları gazeteden daha geniş daha toplu inceliyen, gündelik, olmıyan, ba­ zen aylık, onbeş günlük, fakat çoğun haftalık yayınlanan 8, 16, 32, 48,



64. sahifeler arasında değişen yayın Ahmet İhsan Tokgöz'ün 1891 de çı­ kardığı Sel'vet-i Fünfuı; Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp üçlüsünün 1911 de Selanik'te çıkardıkları Genç Kalemler; Ziya Gökalp'm



1917 de çıkardığı Yeni Mecmua ilk önemli



sanat, fikir dergilerimizdir.



Bk. Gazete. Mecmua.



DERGAH Darbar. Büyük kimselerin kapısı, müracı:ı,at yeri. Kapı, kapıönü. Ta­ rikat mensuplarının toplandığı



ayin yaptığı dervişlerin oturduğu



yer.



Tekke. Bk. Derviş.



Ganıınla ağlamak yıllarca handan olmadan yektir Kul olma dergebinde l\'hsr'a sultan olmadan yektir. SANİ



DERKENAR Çıkma. Bir yazının kenarına



yazılmış mütalaa.



Kenarda bulunan



anlamına gelen farsça bir sözcüktür. Bk. Çıkma.



DERVİŞ Eskiden tarikatlardan birine bağlı olan, yaşayışları ve giyinişlerile tarikatının göreneklerine uyan kimse. Kanaat sahibi, işini Tanrı'ya bırak­ nıış kişi, fakir, zavallı, alçak gönüllü anlamlarında da kullanılır.



Asudelik murat ise derviş meşreb ol Dünyada derdi gayret-i akran çeken çeker. FENNİ



DESKORT Mülemma. Mısraları ayrı ayrı



dillerde yazılmış manzume.



Batı



Edebiyatı'nda bu türün en güzel örneklerini Fransız şairi «Raimbaud de Vaqueriras»



vermiştir.



Türkçe,



farsça



karışımı bir deskort



örneği :



Mahest ne-midanem horş1ıl rubat yane Bu ayrılığ adına nice ciğerim yane. Hz. MEVLANA



DESTAN



Edebiyatımızda şiir türü olarak, edebiyat türü olarak iki anlamda kullanılır. Halk edebiyatında çok kullanılan, şekil bakımından tıpkı koş­ maya benzeyen, dörtlük sayısı konuya göre çoğalan, topluluğu ilgilen diren olaylar üzerine düzülmüş, ölçüsü onbir heceli halk şiiri konularını çok defa savaşlar, mahalli kavgalar, isyanlar, yangınlar, gülünç hayat sahneleri teşkil eder. Destanların bu bakımdan sosyal kıymetleri büyük­ tür. Adeta bunlar, halkın · gözüyle görülen,



halkın duygusu ile örülen,



halkın diliyle söylenilen tarih olaylarıdır. Bir nazım şekli olan destan na­ zım türü olan destanla karıştırılmamalıdır. Ulusların yiğitlerin çok eski çağlardaki



büyük



savaşlarını,



başlarından



geçenleri



anlatan



manzum



�e büyük eser de destan adını alır. Ulusların din, fazilet ve milli kah­ f'amanlık maceralarını anlatan manzum hikayedir. Destanlar, mazi ile



76



hali birbirine bağlar. ınusların geçmlşten kuvvet, heyecan almalarını ; yaşama, sava§ma enerjisi kazanmalarını sağlar. Milletlerin yaşama gü­ cünü artırır. Tasvir, portre, hikaye diyalog, hitabe ve daha birçok öğe­ ler destanlarda bol bol bulunur. Henüz yazının olmadığı devirlerde orta­ ya çıkan, sözlü edebiyat diyebileceğimiz destanlar, doğal ve yapma ola­ rak ikiye ayrılabilir. İlyada, Odise Finlerin Kalevaıa, Farsların Şehname destanları yapma ; bizim



Oğuz Kağan, Ergenekon, Göç Manas destanla­



rımız doğaldır. Bir ulusun tarihinde büyük sava§lar, göçler, büyük olay­ lar bulunursa, türlü sarsıntılar geçiren ulus bunları destanla§tırır. Yeni yeni destan kahramanları yaratır.



Türk milletinin tarihi büyük destan



kahramanları ve destan kahramanlıklarile doludur.



İslamlıktan önceki



Türk tarihinin yarattığı destanları 4 bölümde toplayabiliriz : ı. Eski Türk



destanları, 2. Hun destanları, 3. Göktürk destanları, 4. Uygur destanları. Eski Türk destanlarına Alp Er Tunga, Şu: Hun destanlarına Oğuz Kii.­



ğan, Göktürk



destanlarına



Ergenekon, Bozkurt,



Uygur



destanlarına



Türeyiş, Göç destanları en güzel örneklerdir. Destanlar, kökü tarihe da­ yanan ilhamını tarihten alan bir halk edebiyatı verimi olduğundan, büyük Türk ulusunun tarihten önceki çağlarda yaşayış ve inanışlarını destan­ larımızda olduğıı gibi bulabiliriz.



D estanlarımız, masal öğeleri çıkarıl­



dıktan sonra, tarihimiz ve güzel sanatlarımız için en büyük kaynaktır. Bk. Halk Edebiyatı.



DETERl'tlİNİZIU Her olayda bir nedenin bulunduğunu ileri süren bir felsefe doktrini. Aynı ko§Ullarla aynı nedenlerin aynı sonuçları verdiğini savunan bu gö­ rüş XIX. yüzyıldan beri edebiyat akımlarını etkilemekte. Bk. Edebiyat.



DEVR Dönme. Bir §eyin kendi ekseni çevresinde dönmesi. Dervişlerin dön­ meleri. Müddet, zaman, çağ, safha, §arap kadehi. Tasavvuf inancına g�­ re : Varlıkların alem-i gayb'dan il.lem-i şühud'a inmesi. Yani varlıkların c..mı:ıız - bitki - hayvan - insan - olgun insan-Tanrı sıralanışına uygun ola­ rak bir daire düzeninde dönmesi; dünyaya gelme ve tekrar kaynağına kavuşması. Bk. Tasavvuf. Devriye . Bir acep devre eriştilı; ki gele n bezmimize



l\luttasıl ayağımız alınağa fırsat gözetir. BAHŞİ



DEVR.İYE



· Tekke edebiyatında, evrenin ve insanın Tanrıdan çıkıp, tekrar Tan­ rıya dönmesi felsefesine göre yazılan tsavvuf şiirlerine denir. Tasavvufta devir nazariyesi vardır. Bu nazariyeye göre : «alemi gayb»tan «aiemi şu­



hud» a inen varlık, önce cemat, . sonra nebat, ve en sonra da insan şek­ linde ortaya çıkar. Kudretin sırrı, böyle devirlerden geçerek insan merte­ besine çıkınca, insan



asıl hakikatından haberdar olmak,



mak ister. Derece derece



yükselerek Tanrıya ulaşır.



aslına kavuş­ Bu inişe yani



«alemi gayb» tan «alemi şuhud» a inmeye «seyri nüzul», yükselerek asıl kaynağa kavu§mağa «seyri uıiiç» denir. Bu devri anlatan şiirler «Dev­ riye» dir. Bir örnek:



77



İkrar verdim cümle düzeldim yola Sırrı faş etmedim asla bir kula Kerbelli.da imamı Hüseyn ile Pak ettim damaııı gildaş idim ben. Şu fena mülküne çok geldim gittim Yağmur olup yağdım ot olup bittim Urum diyarını ben irşat ettim Horasandan gelen Bektaş idim ben. Gabi nebi gabi veli göründüm Gabi uslu gahi deli göründüm Gabi Ahmet gahi Ali göründüm Kiınse bilmez sırrım kallli.ş idim ben Şimdi hamdülillah Şiri dediler. Geldim gittim zatım hiç bilmediler Kimseler



bu



remzi



fehmetmediler.



Her gelen mahlfi.ka kardaş idim ben.



DEYİM



şIRt



Kendi öz anlamından az çok ayrı bir fikir anlatmağa yarar kelime topluluğuna denir. Türkçe deyimler bakımından çok zengin bir dildir. Deyimler göz önüne anlatıcı,



kuvvetli hayaller getiren



rumuzlu söz­



lerdir. Tabir de denilen deyimler, halkın dikkatli ve zeki görüşlerinden doğmaktadır: pişmiş aşa soğuk su katmak, ağzına bal çalmak, ekmeğini taştan çıkarmak kılı kırk yarmak, pire için yorgan yaklllak gibi.



Bk.



Tabir.



DEYİŞ Deyişleme. Türk halk edebiyatında halk şiiri,



halk türküsü Halk



şairlerine göre manzum söz anlamına gelir. Halk, nazma «deyiş» adını verir ve «deyi§'"'



tarzında söylenir.



En küçük deyiş



birimlerimiz yine



«dörtlük»lerimizdir. Örnekler: Gidiyom elini7.den



Bahçelerde iblişah



Kurtulam dilini7.den



İki gönül bir olsa



Yeşil baş ördek Glsam



Kendi küçük boyu şah



Su içmem gölünü7.den.



Ayıramaz padişah.



A benim bahtı yarim Gönülde tahtı yA.rim Yüzünde göz izi var Sana kim baktı yarim '!



DİABOLİZM Hikaye, roman ve tiyatro eserlerinde, birbirinin tam karşıtı varlık­ ların çarpıştırılmasından doğan edebiyat sanatı. Bu karşıtlama Alman şairi Goethe'nin «Fausb unda olduğu gibi sembolik özellikler de taşı­ yabilir. Bk. Sembolik.



DİANA Yunan mitolojisindeki Artemi.?.'in avcılık tanrıçasıdır. Bk. Mitoloji.



78



latinlerdeki adı.



Jupiter'in kızı ;



DİBACE Başlangıç, önsöz, mukaddeme. Bir kitabın yaldızlarla süslü, tezhibli ilk sayfaları. Ek. önsöz.



DİDAKTİK Öğretici; duygu ve heyacanların anlatımında çok bir şey öğretmek amaciyle yazılan yazılara denir. Konusu, bilgelik ve öğüttür. Bir sanatın ve bir bilimin kurallarını öğrenmek için, herkesin hoşuna gidecek bir biçimde, yazılan manzumelere gerçek gayesi öğretmek olan eserlere di­ daktik eser denilir. «Talimi Edebiyab, «Öğnıtici Edebiyat» aynı an1amdadır. Eğer manzumelerde fikir öğesi üstün durumda olursa, o man­ zumede bir kuruluk görülür. Şiir özelliği azalır. Kağıdın olmadığı, mat­ baanın bulunmadığı devirlerde bazı düşüncelerin akılda kolaylıkla kal­ ması için manzum şekilde yazılması uygun görülmüş ; epik, lirik, dra­ matik türler gibi didaktik tür ortaya çıkmıştır. Edebiyatta öğreticiliği ilk amaç olarak almıya «didaktisizm» d enir. Fabl, yergi, manzum lıikA­ ye, manzum mektup, didaktik şiirin çeşitleridir. Hesiodos (İ.Ö. VIII. yüzyıl ) Yunan ; Vergilius (İ.Ö. 70-19 ) , Horatius (İ.Ö. 64-8) Latin ; Boilean ( 1636 - 1711) Fransız edebiyatlarının en ünlü didaktik şairleridir. Bizde ise Nabi (ölm. 1712) Divan ; Ziya Paşa ( 1825 - 1880) Tanzimat ; Tevfik Fikret ( 1867 - 1915 ) Servet-i Fünün ; Ziya Gökalp ( 1875 - 1924) Ulusal edebiyatımızda didaktik şiirlerin en güzel örneklerini vermişlerdir. Bir örnek: LİSAN Güzel dil Türkçe bize, Başka dil gece bize, İstanbul konuşması En saf, en ince bize. Lisanda sayılır öz



Yeni sözler gerekse



Herkesin bildiği söz ;



Bunda da uy herkese :



Manası anlaşılan,



Halkın söz yaratmada



Lügate atmadan göz.



Yotlarını



Uydunna söz yapmayız,



Turan'ın bir ili var,



Yapma yola sapmayız,



Ve yalııız bir dili var,



benimse.



Türkçeleşmiş Türkçedir ;



Başka dil var diyenin



Eski köke tapmayız.



Başka bir emeli var.



Türklüğün vicdanı bir,



Dini



bir, vatanı bir;



Fakat



hepsi ayrılır



Olıııazsa lisanı bir.



DİKSİYON



Ziya GÖKALP



Söyleyiş ; okurken, şiir söylerken, sahnede rol yaparken, bir topluluk karşısında konuşurken seslerin, cümlelerin hakkını vererek söyleme dik­ siyon'dur. Tiyatro, radyo ve sözle ilgili sanat kollarında çalış.anlar için önemi büyüktür. Söyleyiş; bilginin olduğu kadar, insan ruhunun da ayna­ slıdır. Asıl gaye yüksek ses değil, söyleyişte açıklıktır. Gözler nasıl ke­ limelerin harflerini teker teker görmeyip kelimeleri, hatta kelime grup­ larını bütün halinde görüyorsa, kulaklar da seslere teker teker dikkat 79



edemez. Diksiyoner; sözlük anlamına



gelir Okuduğumuz



metnin



gü­



zelce kavranıp anlaşılması için, kelimelerin iyi sıralanmasına telAffuz'a yani söyleyiş'e çok dikkat etmeliyiz. Ek. Telil.ffuz.



DİKTE Birine söyliyerek yazdırma. Bir hareket veya fikrin telkin edilme­ si ( fr. dictee) , Dikton ; ata-sözü



haline geçmiş



meşhur iÖz.



Bk. Ya­



zı.



DİL İnsanların duygu, düşünce ve dileklerini anlatmak için kullandıkla­ rı her türlü işaret ve özlükle ses işaretleri dizgesi; bir insan topluluğu içinde ortak anlaşma



aracı olan sözlerin, bir sözlükteki



kelimelerin,



dilbilgisi kurallarının bütünü ve bunlann düzgün, doğru kullanılmasıdır. Bir insan topluluğunda duygulan, istekleri, fikirleri konuşarak veya ya­ zarak anlatmıya yarıyan dil; özel kanunlan olan, ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlıktır. Hayatla beraber dil de değişe­ ceği, gelişeceği için, belirli, değişmez, basma kalıp kelimelere, deyimlere oağlı kalmak doğru değildir. Heideger'e göre :



«Dil; düşüncenin evidir.»



Dil ; uygarlığın temelidir. Bir konuşma anlaşma yolu bulunmasaydı ; bi­ lim, sanat doğup gelişmiyecekti. Dil, yalnız bir sesler topluluğu, sadece düşünüşü, dileği ve duyguyu bildiren bir araç yığını değil, aynı zamanda kültür, ahlak, hukuk gibi topluluğun kuruluşunu yaratan en önemli öğe­ dir. Çünkü insan topluluğunun kültür ve uygarlığı dil olgunluğu ile ölçü­ lür. Yapı bakımından yeryüzündeki diller üç grupa aynlır : 1. Tek heceli diller; 2. Bitişikli diller; 3 . Çekimli diller.



1. TEK HECELİ DİLLER;



bu dillerde bütün kelimeler tek hece­



lidir; söz içinde değişikliğe uğramazlar.



Birbirine benziyen kelimeleri



ayırmak için çok zengin bir vurgu sistemi vardır : Çince, Tibetçe, Japon· olarak bi­ linir. Zeus'un oğlu'dur. Üzümden şarap yapmasını



ona öğreten tanrıça



Rhea'dır. Yunan tiyatrosu ile edebiyatının Bakkus törenlerinden doğdu­ ğuna inanılır. Bk. Bakheia.



DİPNOT Dip notu ; bir yazının sayfa altına konan not, açıklama



notu. Bk.



Not. Açıklama.



DİSERTASYON Açıklama. Bilime, sanata ait bir meseleyi tahlil. Bir konu üzerinde ayrıntılı inceleme yazısı. Kompozisyon bakımından, şında kalan her çeşit konu disertasyon



tasvir, hikaye dır



ç&"çevesi içerisine girer. Bk.



Açıklama.



DİSKÜRTİF Bilimde sonuca varmaya çalışırken bulunan gerçeklerden yürümeyi gaye edinen yöntem. Bk. Metot.



DİTİRAMP Bir kimseyi ya da bir şeyi övmek için yazılan şiir, şarap tanrısı «Dl• onysos> şerefine okunan tören şarkısı. Bk. Mitoloji.



F.: 6



81



DİVAN Padişahla vezirlerin bir araya gelerek devlet işlerini görüşmek üzere yaptıklan toplantı; Divan Edebiyatında şairlerin şürlerini topladıkları kitap, oturacak sedir, toplanılan yer anlamlanna gelir. En yaygın, di­ van şürlerinin toplandığı kitap anlamında olanıdır ki, Divan'ın özel bir düzenlenişi vardır : başa Tann, Peygamber, devrin ileri gelenleri, büyük­ leri için yazılmış kasideler, sonra kafiyelerinin alfabe .sırasına göre ga­ zeller, rubailer, musammatlar, terkib-i bent ve tereli bentler ensona da tek beyit ve mısralar yerleştirilir. Halk edebiyatında ise divan veya divanı saz şairlerinin dörtlü bendler biçiminde düzenledikleri manzumelere de· nir ki bunlar aruzun failiitün faili1tün failiitün failün ölçüsüne göre yazı­ lır. ,Aşık edebiyatımızın, özel bir beste ile okunup söylenen bir şiir türü, gazel, murabba, muhammes, müseddes, musammat, ayaklı, yedekli di­ van biçimleri de vardır. Ayaklı veya yedekli divanlar, aruzun tailatün failatün ffillatün failün kalıplı mısralarına «failatün failün» mısralı ka­ lıpların eklenmesinden doğar. Pertev Naili Boratav'a göre : «Divani (di· van ) 'nın aslında vezni failatün failatün fiiilün olmak icap eder. Fakat aşıklar çok defa bunu - aruzu beceremedikleri için - hece veznile söylü­ yorlar; o zaman 4 + 4 + 4 + 3 vezinli bir nazım meydana geliyor.» Di· van'lardaki dörtlüklerin kafiyeleniş kümeleri: aaba - ccca ddda eeea veya aaaa bbba - ccca veya abab - cccb - dddb şeklinde olabilir. Bir di­ van örneği : -



-



-



Bir onulmaz derde düştüm bO. imiş hükm-i kaza Hiç kabo.I etmez ilacı zabmimiz emlenmesün Meskenim güzelce yorun çünki Hak'.dandır kaza Ehl-i hüccac ah edince göz nice nemlenmesün. Darbıma dağlar dayanmaz kadir idim kuvvette Bulmadı lokman ilacı çare yoktur illete Müjdeci başım götürmez hem haberim devlete Nazlıdır sultan efendim işitip gamlanmasın. KATİBİ



DİVANÇE Küçük divan. Küçük boyda şiir kitabı. Divan edebiyatında, bir şairin tam bir divan meydana getirmeyen manzumelerinin toplandığı kitap. Bk. Divan.



DİVAN EDEBİYATI Türklerin İslamlığı kabulleri ile başlayıp Tanzimata kadar devam eden dil, ruh, teknik bakımından Arap ve Fars edebiyatının etkisi al­ tında gelişen; · şiirlerini divan adı verilen kitapta toplayan Türk aydın­ lannın Arapça-Farsça kelimeleri bol bol kullanarak, divan şiirinin sanat anlayışına göre eser verdikleri edebiyat çığın. Aydın zümrenin malı olan bu edebiyatın nazım ölçüsü aruz'dur. İslAmi edebiyat, Saray Ede­ biyatı, KUi.sik Edebiyat, yüksek Zümre Edebiyatı gibi tasavvuftan, eski Gerek felsefe sistemleıiyle atasözlerinden geniş ölçüde faydalanır. Bk. Divan Şiiri. 82



DİVAN NESRİ Divan edebiyatı nesrıru, sade nesir, süslü nesir olarak da ikiye ayırabiliriz. Halka bilgi vermek için tarih'le Kur'an çevirileri, öğretici eserler sade ; sırf aydınların anlıyacağı eserlerse süslü bir nesirle yazıl­ mıştır. Divan edebiyatında nazım kadar yaygın olmıyan nesir; ancak, tarih, münşeat, hikaye ile ahlaki, dini yazılar yazmada kullanılmıştır. Gaye, yazarın yabancı sözcüklerle kurallardaki başarısını göstermek­ örneklerdir. Divan nesri ; Türkçe, tir. Veysi, Nergisi buna en güzel Arapça, Farsça kanşımıdır; buna «Osmanlıca.> da denilir. Yapmacık bir dildir. Halk diliyle ilgisizdir. Divan nesrinde, iyi nesir yazan münşi, iyi nesir yazılan inşa, münşilerin yazdıklan yazıların bir kitapta toplan­ ması münşeat adını a!ır. Divan nesri; divan nazmına göre daha ağdalı; Türkçesi az Farsçası ile Arapçası bol bir dil yapısındadır. Vezinsiz bir nazım karakterindedir. Türk Divan Edebiyatı'nda nesirle işlenilen konu­ lar genel çizgilerile: Dini Metinler, Tefsirler, Hadisler, Akaitler, Fıkıh­ lar, Menkabevi İslam Tarihleri, Siyerler, Kısas-ı Enbiyalar, Tezkire.tü'l tinler, Destani Hikayeler,



Menakıpn8.meler, Hikayeler, SelçuknQmeler,



Tevarilı-i AI-i Osmanlar, Gazavatııameler'dir. SUrnanıeler, Tezkereler, Kıyafetnameler,



Divan



Edebiyatı'mızda



FetilınAnıeler, Vakayinameler,



Nasihatnameler de nesirle yazılır. Bu edebiyatta nesir, zannedildiği gibi



yalnız «inşa» lan kapsamaz. Divan nesri üç akım içerisinde görülür: Sade Nesir, Süslü Nesir, Orta Nesir. Divan nesirine bir örnek:



Kahvehaneler bertaraf olduktan sonra berk-i tenbA.kü ki Türkçe tütün dedikleri yaprağ-ı mekruhun şürbü men'olunup : «Ba'delyevm duhan içer kimse ahzolunur ise siyaseten katlonu­ nur.» deyu müekked yasağ-ı sultanı sadir oldu. Her çend vaizler ve nasıhlar men'ettikçe kimse mütenebbih olmayıp bazı züref8.-yı asr: Zararsız bir duiıan hakkında neyler bunca dikkatler D,uiıan-ı ii.h-i mazluumam men'eyle hüner oldur



deyu ta'rizgü.ne eş'ar söyleyip şürb-ü duhandan halk münkat'i ol­ madı. Menkuldür ki Sultan Murad, gece ile Şehr-i Stanbül'u ge­ zip yatsıdan sonra fenersiz taşrada bir adem buldukta bila eman kayledip, gündüzlerde duhan yaprağı yahut tütün rayihası ihsas olunan mevzii basıp, bir şey bulunursa sahibi katıolunduğundan gayrı, gecelerde dahi kemal-i dikkat üzre teeessüs ı>. Bütün varlıklar, sürek­ li bir deği§me halindedir; herşey karşıtına dönüııtür; zıtların çatışması ve bunların temelli bir birlikte toplanması, herşeyin esasını ortaya koyar ; büyük küçülür, küçük büyür, gün gece, soğuk sıcak olur. Fiziksel cisim­ lerin ve bizzat insanın varlığı, dakika dakika, saat saat, gün gün akıp gider. Dünya'da her ııey deği§ir. Diyalektik m.ateryalizm'in tam kar§ıtı, idealizmdir. Metafizik düşünceye dayanan idealizm'e göre ; var olan şey­ lerin hepsi, tam ve olmuıı bitmiş haldedir; evrenin en büyük kanunu ha­ reketsizliktir ; hareket ve değişme . dış



görünüştedir.



Diyalektik



felse­



fenin sonraki öncüleri; Diderot, Kant, Fichte, Hegel'dir. Marx'la Engels, bu felsefeyi, diyalektik materyalizm olarak gerçekleııtirirler. Bk. Mater­ yalizm.



DİYALOG İki veya daha çok kimsenin konuııması. Söyleniş. Piyes, roman, hikA­ ye gibi eserlerde iki yahut daha fazla kimsenin konuşması ; bu şekilde konuşmalı yazılmış eser; filmde yer alan konuşmalar, Senaryonun di­ yaloglarını hazırlıyan kimseye Diyalogçu, diyal-Og yazan denir. Diyalog, anlatıma canlılık, konuşmalarda



gerçeğe uygunluk, devrilt



kurmağa daha fazla imkan sağladığı



için, binlerce



cümleler



yıldan beri sanat



eserlerinde kullanıla gelmiştir. Bk. Diyalogizm. Fransız şiirinden Cemal Süreya'nın çevirisiyle bir diyalog örneği :



85



- Çamurdan kim çekip çıkardı seni - Sen paradan haber ver o sende yok ki - Varımı yoğumu sen eritmedin mi ? - Haydi oradan baykuş lalıklı haydi - Sen asıl bir kendine bak aynada mıynııntı - Memelerin sarkmış nah dizlerine kadar Gerdanında kaşlarından fazla lanşık Yiyip içip şişmanlıyorsun lağım künkleri gibi - İyi oma yine de kıskanıyorsun beni Böyle kafes arkasında yaşatmana ne demeli. Maix JACOB



DİYALOGİZM Sözleştirme. Yazarın ileri sürmek istediği fikirleri, görüşleri, yazı­ sında konuşturduğu kimselerin ağziyle söyleme Grek'ler zamanından beri yazarların çoğu, telkin etmek istedikleri ortaya koymuşlardır. Bk. Diyalog.



fikirleri diyaloglar şeklinde



Cumhuriyet şiirimizden bir diyalo­



ğizm : YOLCU İLE ARABACI



- Gurbet ademden kara, hasret ölümden acı, Ne zaman tükenecek bu yollar, arabacı ? - Henüz bana «Yolunun sonu budur» denmedi, Ben ömrümü harcadım bu yollar tükenmedi. - Atlan hızlı sür ki köye pelt geç varmasın Nişanlımın gözleri yollarda kararmasın. - Düştüğüm yollar gibi sonsuzdur benim tasam, Bekliyenim olsa da razıyım kavuşmasam - Bir kere görse gözüm köyün aydınlığını Kül bağlar içerimde bu kızıl kar yığını, - Senin de yolun biter, diner gözünde yaşlar, Benim uğursuz yolum bittiği yerde başlar. Faruk Nafiz ÇAMLIBEL



DİYELEK Diyalekt ; dil kolu , bir dilin bölgesel çeşidi, lehçe; «Oğuz diyeleği,



Türkmen diyeleğb gibi. İslamlıktan önceki Türkçe ;



«Göktürkçe», ile



«Uygurca» olmak tizere iki kola ayrılmış bulunuyordu. İşte bu kollar­ dan Uygurca X. yüzyıldan sonra «Hakaniye Diyeleği», XV. yüzyılda «Ça­ ğatay Diyeleğb adını Anadolu



almıştır.



Türk Edebiyatı ;



İslamlıktan önceki



«Göktürkçe»



kayna­



ğından doğup gelişen «Oğuz Dlyeleği» nin yarattığı edebiyattır. Bu ede­ biyat dilimize «Batı Türk Diyeleği» de denir. Bk. Türk Edebiyatı.



DİZGE Manzume, cümle, sistem ; bir bütün ortaya getirecek yolda karşılık­



lı birbirine bağlı öğelerin tümü. Bk. Manzume. 86



DİZİLİ AYIRMA Leffü neşir. Bir sözde, iki veya daha fazla şeyden bahsettikten son· ra, bunların her birine ait olan özellikleri belirtme. Nesirden çok nazma yakışan bu sanatı eskiler, düzenli dizili ayırma, kanşık dizili ayırma olmak üzere ikiye ayırırlardı. Birinci mısradaki kelimeler ikinci mısra­ lardakilerin sırasınca dizilirse düzenli,



dizilmezse kanşık olurdu. Ek.



Leffü neşir. Halk şiirimizden bir örnek: Bahtım gibi zülf-ü hoşbftlar siyah, Kaş siyah, göz siyah, geysftlar siyah, Gerdan beyaz, Jıal-i Hindftlar siyah, Beli ince, miyan hadd-i dildi.dur.



EMRAH



DİZİN Liste, endeks, cetvel ; belli bir amaca göre dizilmiş liste. Nizam ter­ tip, basında harfleri dizme işi olarak bir de dizgi sözcüğü kullanılır. Bk. Endeks.



DODOİTSU Japon şiirinde l:ıir nazım biçimi ; dört mısralı, 7 + 7 + 7 +5



=



26 heceli



klasik bir şiir ;halk türkülerinde yaygın olarak görülür. Bir örnek: UNUTUŞ llkbabar kırlannda Menekşe toplamak için geldim : Ne de tatlıymış kırlar Kucağında uyudwn bütün gece.



Yamabe No AKAHITO



DOGl\'IATİZM Bir takım doğmalara saplanmak ; fikrini «filanca böyle demiştb gi· bi sözlerle kanıt olarak ileri sürmek yolu. Doğma (fr. dogme ) , kesin ola­ rak ileri sürülen fikir: her çeşit inceleme ve eleştirme üstünde tutulan söz veya fikir anlamındadır. Ek. Fikir.



DOGACILIK Mezhebi tabiiyun, tabiiye mezhebi, natüralizm. Doğal olaylar dışında başka hiçbir şey olmadığına inanma yoludur. Bk. Natüralizm.



DOKTRİN Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin ; bir dinin doğrna'la­ rının tümü. Bk. Felsefe.



DOKÜMAN Belge, vesika, delil. Belgelemek, vesika vermek vesikaya bağlanmak yerine dokümanter kelimesi kullanılır. Her hangi bir toplumsal amacı eleş­ tiren ve yansıtan film ise döküınanter film adını alır. Bk. Sinema.



OOLAMLAMA Edebiyatta söz sanatlarındandır ; doğrudan doğruya söylemekten çe­ kinilen bir şeyi kendi adiyle söylememek için bir çok kelimeler kullan­ ma: «Öldü» yerine «Sizlere ömür» «hasta» yerine «rahatsız» denmesi gi· bi. Bk. Edeb-i kelam. 87



DOLAYLAMA Süslü, sanatlı edebi söz, Atatürk yerine en büyük Türk, büyük kurta­ rıcı,



Türklüğün yüzyıllardır beklediği iruııan, Ankara. yerine Türkiyenin



kalbi dem.ek gibi. Itnabı makbul aynı anlamdadır. Bk. Itnap.



DOLAYU ANLATIM Hik8.ye ve rom.an gibi edebiyat türlerinde



olaylarla konuşmaların



yazann ağzından anlatılması. Bk. Dolaylı Söz.



OOLAYU SÖZ Kinaye, Bir sözü hem gerçek hem mecazi anlamiyle birlikte kullanma sanatı. Gerçek anlamı açıkça söyliyemediğimiz zaman dolaylı söze baş­ vururuz. Dolaylı söz örneği: KAN



Kalbime girdin Koynmna girdin Kanıma girdin lşt.e öldttın Mezarıma da girsene Ümit YAŞAR



DONE Bir sonuca varmak için gerekli ilk bilgi ; bir fikir eserinin ana fikri; veri. Bk. Fikir, Fikir Sanatları. Fikir Yazıları.



DöNDÜRME Döndürme. Türk halk �!rinde «nakarab anlamında kullanılır. Bk. Nakarat. Bağlama.



DÖNÜ$ Rücu, geri dönme ; şiddetli heyecanların etkisiyle evvelce söylenmiş bir fikirden dönmüş görünerek, daha kuvvetli bir hamle yapma. Dönüşe bir örnelç :



ErbAb-ı teşA.ur çoğalıp şAir azaldı; Yok öyle değil, şairin ancak adı kaldı. Muallim NACİ



OÖRTLEME Halk şiirimizde dört mısralı kıtalardan kurulu nazım biçimleri. Bk. Dörtlük. MAn1.



DöRTLtJ'K Kafiye düzenleri değişik olabilir dört mısralık kıta; halk edebiyatın­ da, dört mısralı bentlerden meydana gelen manzume



dörtlük'tür. Halk



edebiyatında kullanılan dörtlükler milli nazım birlmi'dir. Halk şairleri bu dörtlüklere hane koşuğun tümüne katar adını verirler. Dörtlük; halk şiiri­ mizin temel yapısıdır. Bu ulusal nazım birlmimizle halkımızın duygu ve düşünce mimarisi



yüzyıllar boyu en



güzel verimlerile



karşımızdadır.



Mani, ninni, bozlak, destan, koşma, güzelleme, taşlama koçaklama, ağıt,



satranç varsağı, ib\bi, nefes, devriye, şathiyat, deme gibi halk şiir türle­ rimizin hemen hepsi dörtlükler üzerine kuruludur. Örnekler:



88



�e iğde midir Dallan yerde midir



Uza.klar seçllmiyor Gönüldür ge�yor



Her gördüğün sevenin Sendeki mide midir ?



Gönül bir top ibrişim Dolaşmış açılmıyor.



Saçımda slyAhım var Billbill, gibi Ahım var ' Göz gördü gönill sevdi



DÖRT MEZHEP



Benim ne günAhım var



İslamlıkta Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbelt mezhepleri. Bk. Mezhep.



DÖŞEME Mefruşat ; bir binanın döşenmesi için kullanılan her çeşit eşya. Halk edebiyatımızda «başlangıç» karşılığı olarak kullanılır. Bk. Halk Edebi· yatı.



DRAM Acıklı tiyatro oyunu ; acıklı durum. Dram, Gerekçe bir kelimedir; «hayattan alınma tiyatro olayı» demektir. XIX. yüzyılda, Romantik ede·



biyat devrinde, trajedi'nin belli kurallarım kırmak suretiyle ortaya çıkarı­ lan tiyatro çeşididir. İnsanın şiddetli heyecanlar duymak ihtiyacından doğmuştur. Toplum normal olarak bizi sarsacak heyecanlar duymamız için yeter sebepler hazırlamaz. Hazırlasa bile, bu sebepler çok tehlikeli olabilir. İşte trajedi ile dram, bu şiddetli heyecanlar duymak ihtiyacını tehlikesiz hayallerle sağlıyarak bizde korku, merhamet, aşk gibi duygular uyandınr. Böylelikle kurtancı sanat görevini yapar. Dramın özellikleri: Hayatta olduğu gibi hem acıklı, hem gülünç sahneleri bulunur. Böylelikle trajik ve komik öğe dramda kaynaşmııı olur. b. Olaylar, tarihin herhan­ gi bir devrinde olduğu gibi, günlük hayattan da alınabilir. Mekan zaman birliklerine uymak zorunda değildir. c. Gerek manzum, gerek mensur ola­ bilir. Olaylar çirkin dahi olsa sahnede gösterildiği gibi, ki§iler hangi sı­ nıf halktan olursa olsun dramda yer alır. Bk. Tiyatro.



DRAMATİK Dram ile ilgili ; çok acıklı, heyecan verici. Tiyatroda temsil edilmek üzere yazılan eser. Epik ve lirik edebiyat türleri için de kullanılır. Bk. Dram.



DRAMATİK ŞİİR Acıklı ya da korkunç bir konuyu anlatan şiir; insanın gözüniln önünde tiyatro gibi konuyu c�andırabilen şiir; opera için yazılan manzum dramlardaki şiir. Batı edebiyatında Comeille, Racine, Sbakespeare ; bi­ zim edebiyatta Namık Kemal , Abdülhak Hamit Tarhan, Faruk Nafiz Çamlıbel dramatik §lirin en güzel örneklerini verirler. Bk. Şiir. «Eşber>'­ den bir parça: Halketsem esirlerle leşker, Mahveylesem ordula.rla asker, Olsa bana hep millak ça.ker; Cinsince o iktidAr milnker, Fevkfmde uçar tuyill--n kemter ? 89



Avaze-i dehr iken taniniın, Gördüm ana değmiyor eninim ; Milletlere karşı aheninlm ; Bir afete karşı nazeninim. Afetse de ey ilah göster ! Bilmem bana an mı, şil,n mı lazım ? Gülbün mü ya kehkeşAn mı Ul.zım ? Aguuş-u vefa-nişil,n mı lazım ? Bir pençe-i hun-feşil,n mı Ul.zım ? Canan mı güzel, cihan mı hoş-ter ? Abdülhak Hamit TARHAN



DRAMATİK TüRLER



Trajedi, komedi, vodvil, opera, operet, dram, melodram gibi tiyatro türleri. Bk. Tiyatro. Dram.



DRAMATİZE ETMEK Bir duyguyu, bir düşünceyi, bir olayı çok canlı olarak anlatmak; kav­ ranılan elle tutulur gözle görülür biçime getirmek. Piyes durumuna ge­ tirme acıklandırarak anlatma, dramlaştırma anlamlannda kullanılmakta­ dır. Bk. Dram.



DRAMATURG Tiyatro



yapıtı



yazan ;



tiyatro



yapıtı



okuyan,



dramatlzasyon



(fr.



dramatisation) , bir hikayeyi salıne yapıtı durum.una getirme. Bk. Tiyatro.



DUBLAJ Tiyatro veya sinemada bir sanatçının yerine onun rolünü yapmaya hazır bulunma;



bir filmin kişilerini başka bir dilde konuşur gösterme.



Dublör; Tiyatroda aktörün yerini alabilecek yedek. Bk. Si,nema, Tiyatro.



DUDAK DE�MEZ Lebdeğmez. Bir mısra, bir beyit ve bir şiirde b, p, f, m, v gibi dudak seslerinden birinin bulunmaması. Bk. Lebdeğmez. Dünkü ve bugünkü şii­ rimizden iki örnek : Tarik-ı



aşka gir ehl-i Hüda ol



Gönül, gel layık-ı her itiIA. ol Dilersen dehrde azMeserlik Guriir-ı cahı terk eyle, geda ol Ahmet REMZİ



Her şey ne sıcaktı, her şey ne iyi Hatta o karanlık, aysız geceler.



DURAK



Ahmet Kutsi TECER



Nazımda mısralann belli ölçülere göre olan bölüm yerleri. Hece ölçü­ sünde durak, aruz ölçüsünde takti'in karşılığı olarak kabul edilebilir. He­ ce duraklannda lcelime mutlaka bitmiş bulunur, hiç olmazsa ufak bir du-



90



rak yapılır ki, duraklar, 7 + 7, 6 + 5, şeklinde rakamla gösterilir ve yedi



yedi, altı beş diye söylenir. Hece vezninde durakların mutlaka iki keli­ me arasına rastlaması şarttır. Aruz vezninde ise duraklar kelimenin or­ tasında da bulunabilir. Kulakta ahenkli bir izlenim bırakan durakların çoğu arka arkaya gelen iki anlam öbeğini ayırır. Durakları her mısrada değişen manzumelerin vezni duraksız; kısa mısraların çoğu ise tek du­ raklıdır. Sadece mısra sonunda duraklar sondalık durak, mısranın. orta­ sındaki durak orta durak adını alır. Halveti ilahilerine de durak denir. Hece ölçüsündeki duraklar, mısralardaki musikiye ayrı bir çeşni ayrı bir güzellik katar. Bu duraklar, değişik kitaplarda değişik biçimlerde işlen­ mektedir. Bunlardan en önemli olanlarını beyitler üzerinde şöyle uygula­ yabiliriz:



Gümüşlü bir fecrin + 7.8.fer aynası 6 + 5 Muradiye, sabrın + acı meyvası 6 + 5 Ahmet Hamdi TANPINAR



Dün akşam dinledim - genç bir uşaktan



6+5



Budin zindanının - türkülerini



6+5 Yahya KEMAL



Dtt şen bir ö püş tür Mor a kas ya lar da



1



2



3



4



5



/ ya. nak la rın dan / ür pe ren se her



/ 1



6



6



+



2



3



4



5



5 =



11



Ahmet Muhip DRANAS



DURGU Konuşurken, okurken söylev sırasında anlamın, sözcükler arasında gerektirdiği duraklamalardır. Koşukların dizelerinde duygu belli bölüm­ lere ayrılır. Ve durgularda sözcüğün kesin olarak bitmek zorunluğu var­ dır. Durgu'yu duraktan ayıran özelliklerden biri de buradan gelir. Divan şairi Nedim'in hece vezni ile yazdığı türküsünden alınan dırak'lı durgu­ lu bir dize örneğinde bunu daha iyi görebiliriz. Burada birinci dize 6 + 5 durak'lı ikincisi



4 + 4 + 3 durgu'ludur : Hak-i paye çünki + yüzler süremem. Hak-i paye + çünki yüzler + süremem.



DURU Söz



Duruluk. İçinde gereksiz hiçbir kelime bulunmayan, gayeyi eksiksiz anlatan söze denir. Bir olayı, bir düşünceyi, bir duyguyu anlatırken ge­ reksiz kelimeler



çapraşık cümleler kullanmaktan kaçınılmalıdır. Anla­



tılmak istenilen ; en kısa yoldan, en açık şekilde anlatılmalıdır. Her zaman doğru, düzgün temiz konuşup yazmağa çalışınalıyız. Bir sözü gereğinden fazla uzatmamalıyız. Uzatırsak gevezelik yapmış oluruz. Yazıyı bitirdik­ ten sonra dikkatle okum.alı, yersiz kullanılmış sözleri ayıklamalıyız. Yer­ lerine daha uygun kelimeler, deyimler bulup koymalıyız. Ata sözlerimi­ zin herbiri her vecize öz söz, duru sözdür:



Ak akça kara gün içindir.



Hayatta en hakiki mürşit ilimdir gibi. Bk. Atasözü. Vecize.



DURÜB-1 EMSAL Atalar sözü, ata sözleri. Bk. Darb-ı Mesel.



91



DUYGU Duyabilme, gönülde uyanan yankı ve tepki, iyi ve güzel şeyleri duyup sevme. Sanat ; insanda estetik duyguyu heyecana getirecek eserler mey­ dana getirme işidir. Heyecan'la duygu kaynak bakımından birdir. Yalnız, heyecanlar kısa sürebilir, duygular uzun süre devam ederler. Bk. Sanat. Emosyonalizm.



DUYGUSAL SÖZ Ruha işleyen, ruhu duygulandıran, mantıktan çok duygulara dayanan söz. Sanat, biçimlenmiş bir duygu olduğu için, büyük yapıtlann çoğu, üs­ tün heyecanlann, şiddetli duygulanmaların ürünüdür. Edebiyatta duygu­ sal söz sanatları: Ünlem, taşatma, yineleme, soru, obartma, bilmezlen­ me, anıştırma, benzetme, iğretileme, canlılaştırma . . . Bk. Edebi Sanatlar.



D'OALİZM Dinde ve felsefede birbirine karşıt iki prensip tasarlama



sistemi :



ikilik, ikicilik. Düalizm taraflısı olan ikilikçiliği benimseyen ise düalist (fr. dualiste) adını alır.



D'ü-BALA, D'ü-TA Tarih düşürmelerde, ebced hesabına göre tarih düşüriilen yılı sayı olarak iki kat gösteren manzum tarih. Bk. Ebced. Tarih.



D'OBEYT Rübai'nin bir diğer adı. Farsça ilti beyit anlamındadır. Terane de denilen dübeyt'e Orhan Veli'nin çevrisiyle bir örnek.



Geçmiş günü beyhude yere yll.d etme: Bir gelmemiş an için de feryl\d etme; Geçmiş gelecek masal bütün bunlar hep ; Eğlenmene bak ömriintı berbfl.d etme.



D'OG'OM



Ömer HAYYAM



Bir romanda, bir hikayede veya bir sahne eserinde olaydaki dolan­ tıların meydana getirdiği tıkanıklık. Bir edebiyat eserinde, epope, tiyatro, piyes, yahı,ıt romanda anlatılan yahut gösterilen aksiyonun merkez bö­ lümü. Serimden sonra olaydaki durumlar birbirine girer karı§lr. Serimle sezinlenmeye başlanan olayın gidişine karşı engeller çıkar, işler karışır. Bu bölüm ötekilerden daha hızlı geçer. Roman hikaye ve piyes gibi eser­ lerin çapraşık dolaşık olgulannın çözülmeden önce toplanıp birleştikleri nokta düğümdür. Bk. Roman.



D'OGüMLENME Anlatım karışıklığına, sözden istenilen anlamın çarçabuk çıkanlama­ masına;



şivesizlikten doğan anlaşılmazlıklara deyim bozukluğuna denir



ki; ta.kit muakkat'la eş anlamdadır. Düğümlenme sözden istenilen anla­ mı



hemen anlıyamamaya yol açan anlatım kanşıklığıdır. Bu halde



olan



sözlere düğümlü tlenir. Açıklığın karşıtıdır. Kelime ve cümlelerin dilbil­ glsi sözdizimi kurallanna uymaması cümle kuruluşunun



karışık oluşu



cümlelerin birden anlaşılamıyacak şekilde uzun olması aradeyilerin asıl



92



cümleyi unutturacak derecede çok olması düğümlenmeye yol açar. Bir örnek: Hazır ol bezm-i mükafata eyA. mest-i gurur Rahne-i seng-i siyeh penbe-i ınin:ldaııdır SA.Mİ



DÜLDÜL



Hz. Muhammed'in Hz. Ali'ye verdiği kır at. Dilimizde binek hayvan­ ları için şaka olarak da kullanılır. Baki'den bir beyit : Destinde zfilfikar-ı Ali nevk-i bamedir



DÜNYA



Baki semend-i tab'ın olur dilldttl eylesen.



Yer, arz, yeryuvarlağı, şimdi yaşamakta olduğum.uz alem Ta.avvufta : Görünen alem Eskiler dünyayı alemin merkezi sayar, dünyanın bir öküz boynuzu üzerinde durduğuna, öküzün de bir taş o taşın da bir balık üs­ tünde bulunduğuna, balığın bulunduğu denizin hava üstünde olduğuna, havanın da Tanrı kudretine dayandığına inanırlardı. Bk. Tasavvuf.



DÜNYA GöRÜŞÜ İnsanın dünyaya, evrene, hayata bakını. felsefesi;



bu goruş biçimi,



doktrinlere dinlere ve çağlara göre değişir. İleri bir dünya görüşü sanat911ın üstün bir s�' hitabında bulunduğu, Tanrı katındaki ilk meclis. Bk. Bezm-i Elest. Gelir mi nağme-i bezm-i elest hatırına



Değil mi yoksa ki hatırnişanın ey bülbül. Arif HİKMET 103



ELEŞTİRİ Bir sanat eserinin gerçek değerini belirtmek gayesile yapılan incele­ me,



( fr. critique ) . Bir eseri incelemek suretile o eser hakkında değer



yargısına varılan yahut sanat ve edebiyat alanında yol gösterici yazı. Mü­ nekkid yani eleştirici, eleştirmeci, bir sanat eserini incelerken bir çok özellikleri kendinde toplamış olmalıdır. Eleştirici, topluma ve sanatçıya büyük faydalar sağlıyan adamdır. Sanatçıyı gerçeğe ulaştırmağa çalışır­ ken toplumun da sanat zevkini yükselterek sanatçının ve toplumun kıla­ vuzu



durumuna geçer; Eleştirici, dünün ve bugünün sanat meselelerini



iyi bilmeli, geniş bilgi ve kültür sahibi olmalı, başka milletlerin belli başlı sanat eserlerini tanımalı, ele aldığı eseri bütün olarak kavrayabilmeli, peşin yargılardan kendini tutmalı, tek yönlü sanat anlayışına saplanıp kalmamalı, alışılmış güzelliklerden başka güzellikler bulunabileceğini dü­ şünmeli, estetik değerleri ararken geniş bir felsefi görüşle hareket etme­ lidir. Bk. Tenkit, Kritik.



ELGAZ LQgaz'ın çoğuludur ki, bilmeceler, yanıltmacalar ve IQgazlar anla­ mına gelir. Bk. LQgaz. Bilmece.



F1'10SYONALİZM Sanatta ve edebiyatta her şeyden önce duyguya önem veren anlayış, ( fr. emotinalisme) . Bk. Duygu. Sanat.



EMPRESYONİZM İzlenimcilik, intıbacılık eşanlamındaki bu çığır, tabiatı gerçekte ol­ duğu gibi bütün ayrıntılarına bağlı kalarak değil, ancak ondan edinilen izlenlmin ölçüsünde ve niteliğinde anlatmaktır. Yazar doğrudan doğruya gerçeği değil de, gördüklerinin kendisinde uyandırdığı duyumları esas tu­ tar. Edebiyatta, resimde, müzikte okuyucunun, seyircinin eserle karşı kar­ şıya gelir gelmez edineceği izlenimi göz önüne alan bir çeşit gerçekçilik sayılan bu akımın öncüleri Reinbaud, Verlaine, Joyce, Hopkins'dir. On­ dokuzuncu yüzyıl sonlarında ortaya çıkan bu akım, XX. yüzyılda dış ale­ mi bırakarak, iç alemi anlatmayı gaye edinmiştir. Bk. Ekspresyonizm.



Orhan Veli'nin çevirisiyle empresyonizm'e bağlı «Geçmiş Ola» şiiri : Hatıralar, ne istersiniz benden ?... Sonbahar... Durgun gökte ardıç kuşları uçuşma.dalar Güneşhm ölgün ve sos sözcüğünden gelmektedir.



Kahramanlık­



ları, kahramanları konu yapan uzunca manzumelere epik şiir denir. Des­ tani şiir, hamasi şiir, kahramanlık şiiri de aynı anlamdadır. Bu §iirlerin ana öğesi kahramanlıktır. Yapma, doğal destanlar, yiğitlik, yurt sevgisi, inanç ve insanlık temalarını i§leyen şiirler, genellikle, epik şiir adını alır, Çanakkale'de savaşan Türk askerinin eşsiz yiğitliğini dile getiren Safa­ hıit'ın «Asım» bölümünden bir parça :



Vurulup tertemiz alnından uz�nuş yatıyor, Bir hilal uğruna, yarab, ne güneşler batıyor. Ey bu topraklar için toprağa düı'imüş asker, Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer,



Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsııı '! «Gömelim gel seni tarihe» desem, sığmazsın ! Hercümerc ettiğin edvara da yetmez o kitap, Seni ancak ebediyyetler eder istiap ! «Bu taşıµdır» di;yerek Iiabe'yi diksem başına ; 107



Rühumun vahyini duysam da geçirsem taşına ; Sonra gökkubbe�i alsam da ridii. niimıyle Kanayan liihdine çeksem bütün ecramıyle ;



Ebr-i nisiinı açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyii'yı uzatsam oradan, Sen bu



avizenin



altında, bürf�müş kanına,



Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına Türbedarın gibi ta fere kadar bekletsem, Gündüzün fecr ile Avizeni lebriz etsem ;



Tüllenen mağribi, akşamlan, sarsam yarana, Yine birşey yapabildim diyemem Mtırana !



Mehmet Akif ERSOY



EPİK T1YATRO Tiyatronun yeni kollarından biridir. Brecht'in oyunlarile sonra gelişmeye başlamış;



1954 den



«anti illüzyonist» bir özelliktedir. Seyirciye,



temsilde gördüklerinin, her şeyden önce bir «oyun» olduğunu hatırlat­ mak için, sahne, dekor ve oyun ayarlanır. Entrikaların içyüzü açıkla­ nır. ÖOdeyiş yani «prologos» la, son deyiş yani «epilogos» ta yazar mak­ sadını açıklar. Gaye; seyirciyi uyarmak sahnedeki olaylar üzerinde sar­ sıp düşündürmektir. Çin tiyatrosu, bizim «ortaoyunu» epik tiyatro nitelik· lerini taşır. Bu türü ilk ortaya atan Erwin Piscator (doğ. 1893 ) , geliştiren Bertolt Brecht ( 1898 - 1956) olmuştur. Epik tiyatro ; seyircinin kafasın­ daki saklı sorunları harekete getirmek;



hür düşünceyi uyartmak;



in­



sanları daha iyi bir dünyaya hazırlamak ; kalbe değil, kafaya hitabetmek ; çevremizde hergün olup biten yolsuzlukları sanki bir «Çin - maçin» ül­ kesinde oluyormuş gibi göstermek ; toplum bilinci vermek gayesindedir. Dramatik tiyatroya zıt bir durumdadır. Bk. Tiyatro. Çin Tiyatrosu. Epik tiyatronun epilogos'undan bir örnek : Şaka değil, durumumuz gerçekten bitik. Tek çıkar yol



bu kargaşalıkta:



Bir de siz düşünticn cturduğunuz koltukta.



Ne türlü yardım etmeli insanoğluna İyi y�asın ömrü boyunca ? Saygıdeğer seyirciler, kendiniz arayın, Haydi kendiniz hulun sonu...



Bertolt BRECHT



EPİKÜRİZM



Grek filozofu Epikür tarafından kuralları konulan moral doktrin (fr. epicurisme ) . Bu d oktrine göre, ruh da, vücut gibi ölümlüdür ; onun için, insan yaşadığı süre içinde elemden 'kaçıp hazzı ve zevki aramalıdır. İç bade güzel sev var ise akl ü şuurun



EPİLOG



Dünya var imiş ya ki yoğ



Bir edebiyat eserinin son bölümü



()}muş ne umurun.



(fr. epilogue ) . Bir tiyatro oyunu­



nun bitmesinden sonra oyunculardan birinin,



seyirciye dönerek yaptığı



oyunun bitişini vurgulayan konuşma. Edebi bir parçanın içindeki fikir­ leri bağlıyan sonuçtur ki, bağlak da denilir. Bk. Edebi Eser. Filipin şii­ rinden L. Sami Akalın'ın çevirisiyle «Meçhul Asker»den bir epilog :



108



Ben öıüyorutıt Daha parlak bir gelecek uğruna Fakat utanıyorum Sana düzensiz, huzursuz Bir dünya bıraktığıma Oğlum...



Carlos BULOSAN



EPİTAF Yazıt, mezar üzerine yazılmış yazıt (fr. epitaphe ) . Mezartaşına ya­ zılan küçük bir şiirdir. Tonu bazan üzüntülü, bazan satirlk'tir. Bk. Yazıt. Oktay Rıfat'ın çevirisiyle şair Kallimakos'tan �ir epitaf : «Aristeus oğlu Teris Giritli.» Deyip kestim, yine de uzun düştü; Öylesijne bir bücürdü rahmetli.



KALLİMAKOS



EPİZOD Bir roman, bir şiirde asıl olay içinde baı;ılı başına ıblr konu denecek biçimde olay (fr. episode ) . Olaylar zinciri içinde ikinci derecede olgu . Bir manzumede, bir hikayede, bir romanda asıl olaya karışan ikinci derecede olgular. Bugün perde dediğimiz bölüm yerine, eski Yunan trajedisinde koro şarkısı arasındaki diyalog. Bazı uzun macera filmlerinin herbir bö­ lümü. Bk. Olgu. Diyalog.



EPOPE Kahramanlık konulu uzun manzume, destan (fr. epopee ) . Eski çağ­ ların kahramanlık olaylarını, tanrıların, yiğitlerin, ulusların başından ge­



çen olağanüstü halleri anlatan manzum uzun hikaye; İllada, Eneide, Hen­ riade gibi. Bk. A. Kadir - Azra Erhat'ın çevirilerile 41İliada»nın Üçüncü



Bölümü'ünden : Her bir ordu, başta komutanlan sıra oldu. Troia'lılar yürüdüler kuşlar gibi, çığlık çığlığa, Turnalar göklere yükselir de hani, Kasırgadan, sağnak yağmurdan kaçıp Okeanos akıntılarına doğru,



bağıra bağıra uçarlarsa nasıl



Pygme cücelerine korkunç bir savaş, ölüm, yokluk getirecek şafak vakti.



Akha'la.r da ateş püsküre püsküre, Birbirlerine yardım için yana yana, Yürllyorlardı sessiz sadasız, Natos yeli dağ doruklarını sisle örterse nasıl, O sis çobanların hiç hoşuna gitmez hani, Hırsız içinse iyidir geceden bile, Görür in�, görse görse, bir atımlık yeri, Kara tozlar bulut gibi yükseliyordu, işte böyle, Onlar çabuk adımlarla yutuyorlardı sanki ovayı, Birbirlerine doğru yürüyüp yakınlaşınca Çıktı. tann yüzlü Aleksandros Troia'lıların en önünde, Omuzlarında bir pars derisi, kıvrık yayı, kılıcı,



109



Ucu tunçtan iki kargısını sallayarak Zorlu, savaşta çağırdı karşısına, cenge, Argos'lulann en yiğitlerini. Ares'in sevdiği Menelaos, kalabalığın içinde Onun uz.un adımlarla öne atıldığını g()rünce Sevindi kocaman bir ava gözü ilişen aslan gibi. Aslan çok acıkır da bani Bulur boynuzlu bir geyiği, ya da bir yaban keçisipıi,



Çevirip köpekler, gürbüz delikanlılar önlemek isteseler bile Çabucak parçalayıp yer onu; Tann yüzlü Aleksandros•u görür görmez işte, Menelaos tıpkı öyle sevindi. Hele , «Bfi-yi bahar Bahar kokusu», «CA-yi karar Dinlenme yeri». Manzum örnekler :



Ne yanar kimse bana Ateş-i dilden özge Ne açar kimse kapwn bful-i ııabAdan gayri. FUZULİ



Bir mevsim-i bahAnna geldik ki Alemin Btilbül hamfiş havz tehi gtilistan barAb. Yahya KEMAL



FASIL Bölüm, bölük, ayıran, bölen. Orta oyununda oyun başlarından önce saz takımının çaldığı curcuna ve köçek havası. Orta oyununda taklitle­ rin bulunduğu ikinci bölüm. Bk. Orta Oyunu.



FASL Ayrılık, ayrılma, bölüm,



perde.



Tiyatro eserının bölümlerinden her



biri. Sözü meydana getiren cümleleri atıf veya rabıt suretiyle bağlama­ dan yazma yolu. Eskiler buna «sebk-i nefsfil» derlerdi. Eski nesirde kesik kesik cümlelerle anlatma. Fası, mevsim anlamına da gelir Bahar mevsimi»,



«Fasl-ı şitA



=



:



«Faslı bahar



Kış mevsimi» gibi.



Bülbüller öter gtiller açar şad göntil yok IDç böyleliğin görmemişiz fasl-ı baharın.



FASILA Aralık, ara. Aruz vezninde Arapça ve Farsça kelimelerin hece değeri, en büyük hece. Bk. Rükn.



FASİKVL Büyük bir kitabın birkaç forma olarak çıkartılan bölümleri (fr. fas­ cicule) Bk. Cüz.



FATİHA Kur'an'ın birinci suresinin adı. Yedi ayet'ten meydana gelmiştir. Müs­ lümanlarca bir işe başlanırken ve ölüler için dua olarak okunur. Başlan­ gıç, açış, karar aynı anlamdadır.



Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için ; Gelmesin, reddeylerim billah öz karda.şum. Gözlerim ebna-yı ad emd en o rütbe yıldı kim. İstemem ben fatiha tek çalmasınlar taşımı, EŞREF



FECR-İ ATİ Edebiyat-ı Cedide'nin içinden doğan,



Servet-i Fünun'dan sonra ikin­



ci koludur. 1908 hürriyet Haniyle Serveti Fünun dergisinin çevresinde top­



Fransız sembolizmi üzerinde ça­ Haşim gibi büyill.< bir şairin doğmasına zemin hazırlamış­



lanan gençlerin açtığı bu çığır ; en fazla lışarak Ahmet



tır. Fecr-i Ati'cilerin gayesi ; dilln, edebiyatın, edebi ve toplumsal bilgi­ lerin ilerlemesine çalışmak,



şurada ıburada ayn ayn beliren istidatları



bağrında toplamak ve bu birleşmelerden doğacak bir gelişme ile



«müsa­ deme-i efkAnn parlatacağı barika-i hakikatle» fikirleri aydınlatmaktır. Fecr-i Ati kadrosunun belli



118



başlı



yazarları



şunlardır :



Ahmet



Haşim,



Ahmet Samim, Ali Süha, Cemil Süleyman, Emin Bülent, Emin Lami, Fa­ zıl Ahmet, Fuat Köprülü, Hamdullah Suphi, İzzet Melih, Mehmet Beh­ çet, Refik Halit, Tahsin Nahit, Yakup Kadri, Bk. Servet-i Fünün.



FEERİ Peri işi ; perilerin olağanüstü sayılan alemi ; peri masalı. Tabiat üstü olayları, muhteşem dekorlar arasında gösteren tiyatro eseri. Masalın sah­ neye çıkarılmasından doğmuştur. Kahramanları : Cin, peri, dev v.b. ha­ yali varlıklardır. Olayın geçtiği yer ve zaman belli değildir. Feerik ; Peri ile ilgili, perilerle alakası olan Feeri tarzında yazılan. Peri alemleri gibi güzel. Bk. Masal.



FELEK Gök, alem, dünya, gök kubbesi, zaman. Mecazen : Kader, talih, baht gibi şeylere hükmettiği sanılan tinsel kuvvet. «Felekcah : Yeri yüksek, de­ recesi yüksek», «Felekiyyat : Astronomi», «Felekiyyun : Astronomi ile uğraşanlar, gök bilginleri», «Felek-ül-eflak : Sekiz gök tabakasını kuşat­ mış olan dokuzuncu gök», «Felekzede : Talihsiz, feleğin kahrına uğra­ mışı>.- Tanzimat Edebiyatı'mızın «Hürriyet Kasidesi:mden ;



Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetten. Namık KEMAL



FELSEFE Madde ve yaşamayı, bunların acun, toplum, ruh gibi türlü belirtile­ rini neden, ilke ve erek bakımından inceleyen zihin çalışması ve bu ça­ lışmanın verimi ; bu yoldaki verimleri toplayan bilim ; evrenle ilgili en genel düşüncelerin tümü. Gerçeğin Wmü kavrama yolunda bütün bilgi kollarım organize eden, bilimsel verileri yonımlayan düşünce sistemi ; ·bil­ gi, kavram, inanç ve teorileri çözümleme ve eleştirme yoluyla açıklığa çıkarma yolu. Felsefe, bugün, ayrı bilimlerin elde ettiği sonuçlar üzerin­ de sentetik bir düşünüş olarak ele alınmakta, sadece dünyayı anlamak amacından vazgeçip, dünyayı deği§tirmeye çalışmaktadır. Bk. Dünya Gö·



rü şü. Şi'rin anat-ı :fe lse fiyyesi bu ; Neye bir nur, bir şua�ı füsun,



Neye bir mor m�ne kşe , bir bambu, ·Ne ye bir nevha bir gıriv olsun ? .. Faik ALİ



FEMİNİZM Toplumda kadın durumunu düzeltmek, bazı haklar sağlamak akımı (fr. feminisme) Feminizm'i benimseyen kimseye feminist ( fr. femniste ) adı verilir. Bk. Felsefe.



FENAFİLLAH Tecerrüt, el çekmek, ölmeden ölmek. Tasavvuf inanışına göre, kainat­ ta Allah varlığından başka hakiki vücud yoktur. İnsan ise Allah aşkı ile, bir gün, kendisinden koptuğu Allaha dönecektir. İşte, insan nefsinin mutlak



119



varlık olan iiahi vücud da kaybolarak, Al!ah'ın birliğine katılıp yok ol­ '



ması haline fenli-fiIIah derecesine ulaşmak denilir. Bk. Tasavvuf.



FENN-İ KİTABET Kompozisyon bilgisi, yazma usul!eri.



Fem-i Malini ; eski dilbilgisin-



de cümle yapısına ait inceliklerden bahseden ilim. Bk. Cümle. Dilbilgisl.



FENOMEN Bilincimizle, duygularımızla kavradığımız her şey



(fr. pMnomlme)



Gerçeğin ancak olaylardan ibaret olduğunu ileri süren felsefe mesleği ise «fenomenizm» adını alır. Bk. Felsefe.



FERD Divan edebiyatında, başka beyitlere bağlı olmıyan manzum tek be­ Müfretle eş anlamlıdır. Divan şairleri eserlerinin sonuna fert ve müfredat ismile bu beyitleri alırlardı. Bir örnek :



yitlere denir.



Dil nfiş-ü mey-i nilbdan olmaz mütelezziz Ateştir o çün libdan olmaz mütelezziz. Şeyh GALİP



FERHAT



Şirin adlı kızın aşıkı. Şirin soylu bir genç kız, Ferhat halktan bir de­ likanlıdır. Sevgilisine kavuşmak isterken akla gelmedik zorluklarla kar­ şılaşır.



Akil isen deme Ferhat ile Mecnoo'a deli Eylesen hallın nazar her biri bir gfina deli. Cafer ÇELEBİ



FERMAN Buyruk, emir. Eskiden padişah tarafından yazılı olarak bir eylemin gerçekleştirilmesi konusunda verilen



emir.



yapan». �Fermandih :



«Ferman ferma :



Emir veren»,



«Fermanber :



Verilmiş emri



Hükmeden,



emri



geçen», «Ferman residen : Ölüm emri erişmek», «Ferman reva : Padişah, emri kabul edilen».



Ferman-ı aşka can iledir inkiyMunız Hükm-i kaza.ya zerre kadar yok inMunız. BAK!



FESAD-1 TE'LİF Bir yazının anlam çıkmıyacak şekilde karışık ve bozuk olarak düzenlenmesi. Bk. Te'lif.



FESAHAT Söz ve yazıda anlatışın düzgünlüğü,



açıklığı,



Böyle açık, düzgün, temiz, aydınlık sözlerse



maksada uygunluğu .



fasih adını adır. Bir söz ne



denli doğal söylenir, içtenlikle yazıl:irsa o denli güzel olur.



Çıktıkça lisan tabiatından Elbette düşer fesahatından. Ziya PAŞA



FETİHNAME Bir zaferin kazanıldığını, bir ülkenin alındığını bildiren resmi mek­ tup. Osmanlı İmparatorluğunda, savaşta kazanılan başarılan, alınan yer-



12.0



leri vatandaşlara ve yabancı devletlere bildiren yazı. Şairlerin alınan bir yer üzerine destan niteliğinde yazdıkları manzum eserler. Bk. DESTAN.



FIKRA Tuhaf ve nükteli kısa hikaye. Çoğu tanınmış kimseler veya hayvan ve başka şeyler hakkında anlatılan nükteli hikayecik; gazetelerin belirli sütunlarında gündelik konulara şöylece dokunup geçen küçük makale ; kanun maddelerinin kendi içlerinde satır başlarıyle ayrıldıkları ufak par­ çalar; her hangi bir yazının bir satır başından öteki satır başına kadar olan kısmı yani her paragraf. Fıkralar çoğun ders alınacak bir sonuçla bağ­ lanır. Amerikalı bir mizahçı der ki



: «Her hangi bir şahıs hakkında bilgi edinmek mi istiyorsun ? Dört yüz sahifelik bir biyografiye ne ihtiyaç var... Dört satırlık bir fıkra oku yeter... » Gazetecilikle doğan, gazete ve dergi­ lerin belli bir yerinde genel bir başlıkla yazılan fıkraya kronik de deni­



lir. Bunlar gündelik olaylan özel bir görüşle inceliyen ciddi veya güldürü­ cü bir üs!Upla yazılır. Bk. Anekdot Manzum ve Nasrettin Hoca fıkrası. TİMURUN FİATI



Timur bir gün hoca ile hamama gider. Soyunur dökünür, içeriye girerler. Yıkanırlarken birdenbire Timur sorar : «-Hoca, der, ben kul olsam kaç akçe ederim '?» Hocanın da pervası mı var ? Şöyle bir yalancıktaın zihin yorar : - Bana sorarsan ben yüz akçe derim. Tim.ur kızar : «- Amma da yaptın, Hoca t Yalnız şu peştemal eder yüz akçe.» Hooa bu söze bayılır gülmekten ; Eğilir, Timura der ki yavaşça : «- Ben de ona fiat biçmiştim zaten.» Orhan VELİ



FİHRİST Çizelge, bir kitap bölümlerinin başlıklarını göstermek ve sayfa rakam­ larını bildirmek için kitabın başına veya sonuna konulan cetvel. Bk. Dizin. Endeks.



FttL Bir oluş, bir iş, bir hareket ıbildiren kelimelere denir. Fiil, cümlenin



ana öğesi, temelidir. Cümlenin bütün yapısı fiil üzerine kurulur. Diğer bütün öğeler fiilin çevresinde toplanan, onu destekleyen, onu tamamla­ yan yardımcı öğelerdir. Cümlenin temel öğesi olan fiil, daima sonda bu­ lunur. Yardımcı öğelerin kesin bir sırası yoktur. Belirtilmek istenme de­ recelerine göre fiile yaklaştırılarak kullanılır. Cümlenin vurgusu bu öğe üzerinde bulunur. Fiiller hareketleri zaman içinde ve bir şahsa bağlı ola­ rak gösterirler. Bk. Kelime.



FİKİR Bir şeyin zihne gelmesi, düşünce, düşünü, insan düşüncesi. Eski ede­ biyatımızda, fikir bulunmasına «icat», fikirlerin sıraya konulmasına «ter121



tip», başka düşüncelerle kanştırılmamasına «vahdet» ' sına «hakikat», «selamet» adı verilir. Bk. Ana Fikir.



gerçeklik taşıma­



FİKİR SANATLARI Sanayi-i maneviye ; fikirleri alışılmış olan tarzda değil, değişik yollar­ ıa anlatma tarzlan ( fr. figures de pensee ) Bu fikirleri süsleme sanatla­ rının cümlenin kuruluşu ile, kelimelerin anlamı ile sıkı ilgileri vardır :



Anıştırma (telmih ) , beklenmezlik ( terdit ) , benzetme ( t eşbih ) , canlılaştır­ ma ( teşhis ve intak ) , karşıtlama ( tezat ) , obartına ( mübalağa ) , onarma ( riku ) , sağ sözlü bilim (hikmet) ve kinaye fikre bağlı sanatlardır. Bk. Ede bt Sanatlar.



FİKİR YAZILARI Fikre bağlı, e§yanın zihinde aldığı şekiller esas tutularak yazılan ya­ zılar. Bu yazıların giriş bölümünde üzerinde durulacak mesele tanıtılır; sonra yardımcı fikirlerle, delillerle mesele aydınlatılır ;



çelişik noktalar



gösterildikten, iddialann isbatından sonra bir hüküm çıkarılarak yazı so­ nuca bağlanır. Bk. Makale.



FİLDİŞİ KULE Sanatçının yalnız kendi duyguları düşünceleri ve hayalleri içerisine gömülüp kalması, içinde yaşadığı toplumla ilgilenmemesi ; sanatçının tek kişilik dünyasını yansıtan eser. Bk. Sanat.



F1WLOJİ Dilbilgisi



( fr. philologie ) . Dilbilim.



Dil konulannı inceleme yoluyla



toplum kültürünü araştırma. Dil varlıklannı yazılı eserleri inceleme yo­ lile bir topluluğun kültürünü araştırma işi. Filolojinin temeli dildir. Eski metinlerin tesbit ve yayınlanması, lengüistik, edebiyatla ilgili ,bilim çalış­ malan, edebiyat eserleri, metinlerin incelenmesi filoloji çalışmalanna girer. Bk. Dilbilgisi.



FİRENGİSTAN Firenk illeri, Hıristiyan yurtları. Avrupa. Firenk kelimesi, halk di­ linde bütün Avrupalılar ve bilhassa Fransızlar için kullanılan bir isim olmakla beraber, kelime, genel olarak Hıristiyan anlamında da kullanılır.



FİZİKÖTESİ Varlıklann algı ve duyum dışı sayılan temellerini araştıran felsefe, metafizik; bilimlerin bilimsel insan düşüncesinin ulaşamadığı uzaklık ve nedenlerini taşıyan ; metafizik felsefe ile ilgili bulunan. Bk, Metafizik.



FİZİKÖ'IESİ ŞİİR Felsefe ile bilimin ulaşamadığı uzaklıklardaki insanın durumunu bize anlatmaya çalışan şiir. Bk. Metafizik.



FOLKWR Halk bilgisi (fr folklore ) . Halk yaşayıs, duyuş ve gelenekleri. Folk­ lor İngilizce · bir kelimedir. Ferik



=



Halk, lore



=



bilgi demektir. Folklo­



run konusunu genel olarak uygar topluluklar arasında yaşayan ve atala-



122



rmın geleneklerini sözlü olarak devam ettiren halk ortaya çıkarır. Ano­ nim halk edebiyatımız,



folklorumuzdan,



eski



ozanlık geleneklerimizden



yararlanır. Halk yaşayış, duyuş ve gelenekleri ; ları ve alışkanlıkları, söylenen türkü,



bir toplulukta yaşayan inanç­



masal, fıkra, atalar sözü, bilmece,



tekerleme, efsane gibi varlıkları inceleyerek o toplumun yaşayış ve du­ yuşunu anlatmağa çalışan bilime fclklor, halkbilgisi, halkbilim, halkiyat denir. Türk folklorunun ilk örneklerini Kaşgarlı Mahmut'un «Divanü Lü­ gat-it Türk» ünde buluyoruz. Anadolu halk kültürümüzün ana kaynağı, atasözlerimiz, halk şiirlerimiz, anonim edebiyatımızın ilk yazılı deyişleri Orta Asya'dadır. Kaşgarlı Mahmut'tan sonra Nasrettin Hoca, Dede Kor­ kut, Evliya Çelebi, halk efsaneleri, töreler, inanışlar, törenler, gelenek­ lerle zengin uygarlıklar yaratan atalarımızın bağrından yetiştikleri hal­ kımızı incelemek bize sonsuz hazineler kazandıracaktır.Türkiye, bugün, folklorumuzun köküne inecek yerde, yapraklarile ilgili. Binlerce yıl öte­ lerden gelen muazzam bir folklor tarihimiz var. Biz bu tarihin mirascı­ larıyız. Nereden geldik, nereye gidiyoruz ? İslamiyet öncesi folklorumuz, İslamiyet sonrası folklorumuz. . . Türkiye içi Türk folkloru, Türkiye dışı Türk folkloru . . .



Dünya folkloru nerede,



biz neredeyiz ?



Folklorumuzun.



tarihi, edebiyatı, coğrafyası, müziği, sosyolojisi, felsefesi, iç ve dış dün­ yası. . . Halk oyunlarımızın tarihçesi, Türkiye halk oyunlarımız, Türkiye dışı halk oyunlarımız, henüz toplu olarak ortaya konulmadı. Fili yoklayan körler gibiyiz, herkes yokladığı yer hakkında bilgi vermekte, henüz bü­ tünü göremiyoruz. Türk sanat rönesansı, Türk folklorunun bütününden doğacaktır. Bk. Halkbilgisi. Anonim Halk Edebiyatı.



FONETİK Sesbilgisi ( fr. phonetiqu e ) . Sesbilim . Dildeki seslerin değişikliklerim, bunların tarihini inceliyen bilim kolu. Bir kelimeyi meydana getiren ses­ lerin her birine fonem (fr. phoneme) denir.



Sesbilgisi; dildeki sesleri, de­



ğişikliklerin tarihini inceliyen dilbilgisi koludur. Güzel sanatlar bakımın­ işitme duyusuna hitabeden musiki, edebiyat gibi sanatlar, fonetik sanatlar adını alır. Bu sanatlarda güzellik daha çok içseldir. Bk. Güzel



dan;



Sanatlar.



FONOLOJİ Sözlü dilde, anlam ayırımı yaratan yakın ses birimlerini dil yapısı açısından inceliyen dilbilim kolu (fr. phonologie ) . Bk. Lengüistik.



FORM Şekil, biçim ( fr. forme) ; dış görünüş. Biçime sıkı sıkıya bağlı kimse­ ye formalist ( fr. formaliste ) formcu, şekilci denir. Bir sanat eserinin dış yapısı. Bir fikrin anlamı değil de, o anlamın kompozisyon, dil, uslfip da diyebileceğimiz yolla anlatılış biçimi. Bk. Biçim.



FORMA Biçim, şekil. Meslek veya özellik anlatan kılık. Tek kağıt tabaka üze­ rine basılıp belli sayıda, genellikle 16 sayfa meydana getirecek yolda kı­ rılmış kitap parçası. Bk. Form.



123



FORMALİZM Varlığı biçimden ibaret olarak gören gerçeğin mından kavranabileceğine inanan metafizik görüş



ancak



biçim bakı­



( fr. formalisme ) . Bk.



Metafizik.



FORUM Roma'da vaktiyle halkın toplanarak genel işleri konuştukları yer. Ge­ nel işlerin konuşulduğu yer. Roma halk hatiplerinin hitabet Roma'da



Çentio



meydanı.



denilen halk topluluklarının yapıldığı, Halk Meclisi'nin



kurulduğu, siyasal, sosyal davaların konuşulduğu tarihsel meydan. Top­ lum tartışmalarında forum, başlı başına ıbir tartışma çeşidi sayılmaz. Bu­ nunla beraber, toplum tartışmalarının önemli bir bölümü sayılır. Foru m ; dinleyicilerin konu üzerinde daha aktif düşünmelerini sağlar; konu üze­ rinde bilgisi, deneyi bulunan dinleyicilere söz hakkı verir ; forumdan önce belirebilecek yanlış görüşlerin önüne geçer. Bk. Tartışma.



FOTOGRAF GöRÜŞ Varlıkları, olaylan sanki fotoğrafla çekilmiş gibi anlatma, ve tabiat konularını özneyi karıştırmadan nesnel bir görüşle inceleme. İngilizlerin



«camera-eye-style» dedikleri tarz.



FOTOKOPİ Belge veya kitapların fotoğraflarla



alınmış kopyaları.



Bk.



İncele-



başlarında



İtalyan



me.



FRAGMANTİZM Parçacılık



( fr.



fragmentisme ) .



Yirminci



yüzyıl



edebiyatında A. Soffici'nin açtığı bir sanat çığın. Bu edebiyat akımına bağlı olanlar, konuları küçük tablolar, yaşayış anlan, gerçekten alınmış kısa kısa parçalar halinde vermeyi gaye edinirler. Bk. Parçacılık.



FRASEOLOJİ Bir bilim.de, bir yazarda kurulan cümle düzeni; cümle özelliği. Bk. Cümle. Yazar.



FUKARA Fakirler,



yoksullar,



Tasavvufta;



tarikattan



olanlara



verilen



adlar



arasındadır; tekil anlamda «fakir» olarak da kullanılır. Edebiyatımızda çok geçer :



Kani bir talib-i Hak şimdi fena şeklinde Suret uğrusu çoğaldı fukara şekJin.:ıe, MENBA!



FÜTÜRİZM Gelecekçilik (fr. futurisme ) . Bu çığır, yalnız ve daima değişeni an­ latmak gayesini taşır. Geçmişi, alışkanlıkları bir yana iterek, yarının di· namik hayatını özgürlük dolu yepyeni bir cümle yapısile anlatır. Gerçek hayat bu anlatıştadır. Şiirin dinamizm etkisi taşıması için, ses, biçim, eş­ ya, taklit ve diğer araçlar dinamik bir yapıt ortaya çıkaracak biçimde



124



kullanılır. l. dolaştırır. n yüksek ideallerle birlikte geniş bir hayat anlayışı sağlar. Hikayeleri



153



kısa, kişilerin sayıca az, ve ki§ilerin hayatlarının yalnız bir tek safha­ sının anlatılması belli ba§lı özelliğidir. Manzum da olmakla beraber, hikayeler nesir şeklindedir. Çok kere hikayelerde canlı dil kullanılır; ger­ çek dünya ile yaratılan dünya arasında sağlam bir illgi bulunur. Hi­ kaye, eski eski edebiyatımızda «hikayet» olarak söylenirdi; « kıssa» Cla hi­ kaye anlamına gelirdi. XIX yüzyılın ikinci yansında hikaye karşılığı olarak «roman» sözcüğü kullanılırken, «romam> sözcüğü dilimize girince .



«hikiiye», «kısa hikAye», «büyük hikaye» sözcükleri yerleşti. Halk toplu­



luğu önünde, hikayeci aşıklar tarafından söylenen, ve nazım karışık hika­ ye çeşidimize halk hikayesi denilmektedir. Yazarları belli olmayan bu hikayelerin çoğunun konusu Kerem ile Aslı Tahir ile Zühre, Aşık Garip te olduğu gibi sevgidir. Köroğlu gibi kahramanlık hikayeleri de vardır. '



Halk hikayelerinde mensur kısımlar taklitler ve jestlerle, manzum kı­ sımlar ise saz çalarak söylenir. Bu hikayelerde de olağanüstü olaylara çok yer verilmiştir. Halk hikayesi, destan çağlan geçtikten sonra, eski destanların yerini tutmuştu. Bugün ise, modern romanda tiyatro ve sinema halk hikayesinin yerini almıştır. Türk edebiyatında hikayenin masaldan kurtuluşu XIX yüzyılın sonlarındadır. Batı anlayışında bizde ilk hika­ ye örneklerini verenler Ebubekir Hazım Tepeyran «Küçük Paşa», Nil.bizade .



Nazını «Kara Bibik», Sami Paşazade Sezai «Küçük Şeyler», Halit Ziya Uşaklığil, Hüseyin Cahit Yalçın, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal'dır. Ek. Roman.



HİKMET Uzsöz, bilgelik sebep,filozofluk, felsefe. Hayatta yol gösterecek bir değerde bulunan kısa, özlü söz. «Bugünkü işini yarına bırakma» gibi. Kainattaki şeylerin asıllarını, mahiyetlerini anlatan bilgi. Ahmet Yesevi'· nin tasavvuf fikirlerini, güzel ahlaka dayanan inançlarını hece ö:çüsü ve halk diliyle söylediği sofiyane manzumeler : Başım tofrak, c.ismim tofrak, özünı tofrak, Köydiiın, yandım bolalınadım hergiz apak



Halk. vaslıka yiter mendip ruhum müştak Zemzem botup yir astıka kirdim mine...



Ahmet YESEVİ Senden sana varar yolum senden seni söyler cUHm; İl!A saına innez elim bu hikmete kaldım tana.



Aşık PAŞA İhtilafatiyle uğTaşmal.ta dehri.n zevk yok Zevk anın mir-at-ı ibretten temaşası!nda.dır.



NACİ



HİPOTEZ Bir problemi veya inceleme konusunu olayları açıklamaya, gözlem ve deneyimleri yönlendirmeye yarıyan henüz doğrulanmamı§ fikir, tahmin veya teori. Ek. Araştırma.



HİTABET Bir fikir ve davayı karşısındakilere dil ustalığı ile açıklama sanatı. Bir gerçeğe inanan kimsenin, kamuyu bu gerçeğe inandırmak için özünün



154



bütünü ile yaptığı telkin süresi hitabettir. Söz söyleme sanatı olan hitabet ; dini, hukuki, askeri akademik hitabet olmak üzere bölümlere aynlabilir. Kalabalık önünde söz söyleyen kimseye ise hatip denir. Hatip, inandığı gerçeğe kabuyu inandırabilen ; bunun için ses, poz, jest, mimik, kımı1dan­ ma, durma ve susma ile bütün benliğini kişiliğini kullanabilen kimsedir. Hitabet, demokrasi idaresinin doğurduğu, geliştirdiği bir sanattır. De­ mokrasinin olmadığı yerde, keyfe, bağlı idarelerde yoktur. Çünkü gerçek . hitabet halk ruhunu anlatır. Bk. Nutuk. Bir hitabet örneği ; GENÇL!GE HİTABE Ey Türk Gençliği ! Birinci vazifen



Türk İstiklalini,



Türk Cumhuriyetini ilelebet



muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni ,bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, va­ zifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraiti­ ni düşünmiyeceksin ! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahi­ yette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kasdedecek dü.-,­ m$1.lar, bütün dünyada emıııali görülmemiş bir galibiyetin mümes­ sili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zap­ " bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış



tedilmiş,



ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daJıa eılim ve daha vahim olmak üzere, meıuleketin dahi­ linde, iktidara sahibolanlar, gaflet ve clala.Iet ve hatta hıyanet için­ de bulunabilirler Hat' hi­ kayesile «Paul ve Virginie» romanı içli saf aşk özelliklerile idil niteliği taşır. Bk. Pastoral.



İFADE Anlatma, anlatış, anlatım, deyiş. Beyan, takrir. Bk. Anlatım.



İFADE PERVERLİK Edebi ifadede şekil ve üslüp güzelliğine fazla önem verme. Söyle­ yişte edebi sanatlar kullanmaktan, ifadeyi söz ve mana sanatlariyle süs­ lemekten zevk alma. Bk. Edebi Sanatlar.



İFADESİNİ ALMAK Bir olayı gören ve bilenin, suçlu ya da tanığın anlattıklannı yazmak. Bk. Anlatım.



İFŞA Gizliyi açığa vurma, dile verme, ortaya dökme. «İfşaab açığa vuruş, açıklama. Bk. Açıklama.



tGRAK Gark etme, olabilecek gibi gorunup aslında olması imkansız bulu­ nan büyütme. Divan edebiyatında, mübalağanın aşınlığı. Bunun da aşınsı gulôv'dür. Bk. Gulüv. 163



İGRETİLEME İstiare ( fr. metaphore ) . Bir kelimenin anlamını geçici olarak başka bir kelime hakkında kullanma. Açık istiare ile kapalı istiare nin ortak '



adı. Ek. İstiare. Ulusal edebiyatımızdan iğretileme sanatına bağlı bir şiir örneği : SESSİZ GEMİ Artık demir almak günü gelmişse zamandan,



Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gil:ıi sessizce alır yol ; Sallaınmaz o .kaılkışta ne mendil ne de bir kol. Rıhtımda. kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli, Biçare gönüller ; ne giden son gemidir bu; Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu ! Dünyada sevilmiş v e seven nafile bekler; Bilmez ki giden sevgililer dönnıiyecekler. Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden. Yahya KEMAL



İHAM Vehme düşürme. İki anlamı olan ve birbiriyle ilgisi bulunan kelime­ nin en



az



hatıra gelecek anlamını kasdederek kullanma. Buna Tevriye



de denilir. Bir kelime iki anlama gelir v e o iki anlamdan ikisi de konu ile uzak ve yakından ilgili olursa ilıfun sanatı ortaya çıkar. Ek. Tevriye. Çeşitli anlamı olan bir kelimenin bir anlamıyla diğer bir kelimenin an­ lamı arasında ilgi bulunmasına ilıaın-ı tenAsüb denir. Bir ilıam örneği : Ağaçlar denize doğru gidiyor Deniz karşı dağlara doğru Gittikçe küçülüyor, ufalıyonım Olduğum yerde Nerdeysen uzat ellerini Başım dönüyor. Necati CUMALI



İHAM-1 TENASÜB ri, gerçek an­ İham-ı Tenasüp ; birbirlerile ilgileri bulunan kelimele kullanmak sa­ arada bir ksizin, düşünme anlam lamları dışında ikinci bir bilerek kullanırsak anlamını dışı edep ve terbiye n Kelimeni ır. natıd içinde. iham yo­ «İM.m-ı kabih» ; anlamca bir olan kelimeleri bir cümle gelen ve bir­ anlama İki alır. adım tezat» luyle karşılaştırırsak «!tham-ı manasını kas­ gelecek hatıra az en in kelimeler bulunan ilgileri birlerile birlikte kullanılma­ tederek yaptığımız iham sanatı'mn tenasüp sanatile beyitte : «Can verilen Örnek tadır. doğmak sından ise «iMm-ı tenasüp» olduğunu gö­ rüya bir n ömrümü geçen da uykusun gaflet ta, açıp gözünü dün­ rüp anlayışım ne güzel bir vakıadır.» Beyitteki «gaflet» sözcüğü, aç­ gözünü «can mak; anlıyama nedenini yada olan biten izlerin gerçek anlamak görüp gerçeği e aracılığıil kudreti seziş ruhun , mak» deyimiyse ikinci anlamına gelmektedir. «Vakıa» olay, rüya olan şey anlamlariyle, vardır. tenasüp� «ilıamı ndan mısradaki ha.b ile rüya ilgili bulunduğu 164



Ne güzel vakıadır · bu ki açup can gözünü Hab-i· gaflette geçen ömrümü rü'ya gördüm ZATİ



filTİSAR



Kısaltma, sozun ya da bir şeyin kısa kesilmesi. '�İhtisaren» kısalt­ ma yoluyla, özetleyerek. Bk. Özet.



İKAR Grek mitolojisine göre, Dedal'ın oğlu. Girit adasından, balın.umu ile yapıştınlmış kanatlarla kaçar, güneşe çok yaklaştığı için balmumu ka­ natlan eriyerek kopar, denize düşer. Bk. Mitoloji.



İKFA Yakın sesli kafiye. Bir manzum yazıda, sesleri birbirine yakın harf­ lerin kafiye olarak kullanılması :



Birdenbire sıyrıklı gözümden çözülen bağ, Bir batıranın dağdaki yadıydı bu memba. Faruk Nafiz ÇAMLIBEL



İKİNCİ YENİ Edgar Poe'nun : «Poem written for poem's sake:. şiir için şiir, Saint John Perse'in : «Un grand poeme ne de rien, fait de rien» şiir, hiçten do­ ğar, hiçten meydana gelir, sözlerini temel olarak alan bir şiir anlayışı. Bu şiir anlayışının ilkelerini, şöyle sıralıyabiliriz



:



1. Düzyazının ilkeleri



olan tasvir, anlam, demeç, öykü gibi öğeleri şiirden atmak ; salt şiir ya­ ratmak. Düzyazıda söylenebilecek olanı şiirde söylememeJ;:, 2. Doğru, ger­ çek, erdem, toplum gibi ilkeleri şiirin dışında düşünmemekle beraber, bunlan şiirin amacı saymamak. 3. Konuşma diline karşı bir dil kullan­ mak. Anlamdan çok görüntüye bağlanmak. Şiiri bir göriintü sanatı ola­ rak tanımak. Bk. Şiir.



İKİZANLAM İki anlama gelen bir kelimeyi bir cümle içerisinde kullanma. Bu su­ retle yermekle övmenin kam�masından iki zıt anlam ortaya çıkar.



İKMAL Tamamlama, bitirme, mükemmelleştirme tümleme. Bir cümleyi, on­ dan sonrakiyle tamamlamak.



Şiirde cümlenin mısra sonunda bitmeyip



alta geçmesi. Bk. Anjanbman.



İKRAR Kararlaştırma, karar verme. Kendine ait bir şeyi saklamayıp açıktan söyleme. Dil ile söyleme. Kabul etme. Tasdik. Tasavvufta; tarikata gir­ mektir. İkrar verirken «ikrar ayini» denilen bir tören yapılır. «Eline, be­ line, diline sıkı dur» kuralına dayalı bir ikrar : NEFES



Amenna söyledik ikrar eyledik Erenler bezmine Iaşekçesine Bağ-ı hakikatte yetiştik bittik Büy aldık her gülden çlçekcesine.



Söylesem ma'namız sığmaz takrire Esrar-ı (noktamız gelmez tefsire İman ettik ikrar verdik bir pire Er oldıık er ile gerçekcesine. 1 65



Mir'ati sözlerim canlı muamma Arif olanlara olur hüveyda. Elsisiz belsisiz dllsisiz amma Yaşarız dünyada erkekçesine. MİR'ATİ BABA



İKSAR Gereksiz söz uzatma. Kompozisyonda; aynı fikri gereksiz yere tek­ rarlanan sözlerle uzatmaktır ki, yazının akışını bozar. Bk. Kompozis­ yon.



İKTİBAS Ödünç alma. Bir söz veya fıkrayı olduğu gibi yahut kısaltarak alma. Fikri kuvvetlendirmek için söze bir Ayet, bir Hadis, büyük adamların sözlerinden,



tanınmış



yazarların



eserlerinden,



folklor



kaynaklarından



parçalar alınırsa buna iktibas denir. Bir örnek :



Yalınız şu beyit kaldı, Kahve ocağında, el yazısı ile : «Ölüm Allalı'ın emri, Ayrılık olmasaydı.11> Orhan VELİ



tLAHt Tanrı ile ilgili: Allaha ait. Tanrıya mahsus. Allahı övmek. Allaha dua etmek üzere yazılıp ezgi ile söylenen nazım. Yedili, sekizli ve onbirli hecelerle söylenir. İlahiler 3-7 ve daha fazla dörtlük olabilir. Tekke ede­ biyatının en önemli türlerinden biridir. Divan edebiyatının «Tevhid» lerine karşıt gibidir. Mevlutlarda, sünnet düğünlerinde, okula başlayış alayla­ rında yüzyıllar boyu Türk halkı arasında okunmuştur. Bu ilahilere Mev­ leviler Ayin, Bektaşiler Nefes, Gülşeniler Tapuğ, Halvetiler Durak, diğe;r tarikat ehli ise Cümhur adını vermiştir. Bir ilaht örneği :



Taştın yine deli gönül Sular gibi çağlar mısın Aktın yine kanlı yaşım Yollarımı bağlar mısın



Ben toprak oldum yoluna Sen aşurn gözetirsin Şu karşımda göğüs geren Taş bağırlı dağlar mısın



Ni'dem elim ermez yare Bulunmaz derdime çı\re Oldum ilimden avare Beni bunda eğler misin



Ha�mt gibi yolwna Arkuru inen karlı dağ Ben yarlınden ayn düştüm Sen yolumu bağlar mısın



Yavıı kıldım be!n yoldaşı Onulmaz bağnmın başı Gözlerimin kanlı yaşı Irmak olup çağlar mısın



Karlı dağların başında Salkım salkım olattı bulut Saçın çözüp beninı için Yaşın yaşın ağlar mısın



Esri.dl Yunus'un cam Yoldayını illerim kanı Yunus düşte gördü seni Sayru musun sağlar mısın Yunus EMRE



166



tLAlltYAT Felsefenin TaBnya ve dine ait kısmı. Dinsel bilimler ( fr. theologie ) Bk. Felsefe.



1LAN Belli etme ; meydana çıkarma. Yayına. Duyurma. Bilit. Herkesçe bi­ linip anlaşılmak üzere gazeteye basılan veya duvara asılan yazı. İlan ; ga­ zetelerin gelirini artıran en azından satış kadar önemlidir. Bunlar ya Dev­ � resmi ilanlar» veya kişilerin, kurumların verdiği küçük, özel, ticari ilanlardır. Bk. Gazete.



letin verdiği



İLGİ Alaka. İki şey arasında bulunan herhangi bir bağlılık.



Söz sanatı



olarak ilk kelimeyi gerçek anlamdan mecçı,z anlama geçirmek için bu­ lunan ilişiklik. «Bir yazar kalemiyle geçinir.. gibi. Bk. Alaka.



İLHAM Tanrı'nın insan yüreğine bir şey duyurması. İnsanın böyle bir telkini kendi içinde duyması. İçe doğan şey. Yaratıcılıkta, sanatçıya yol gös­ teren içgüdü, dış etki



vce benzerleri. Bu yardımın «ilham perisb nden



geldiği inancı yaygındır. «Hüsn ü Aşk» tan :



İllui.nUnı Mesneviden aldım Çaldunsa da miri malı çaldım. Şeyh GALİP



İLİM llm, bilim, bilme



biliş, bilgi, haber, vukuf. Bir nesne üzerindeki tam



bilgi ; bir tekniğin, bir sanatın bilgisi.



Tasavvufta ilim



ikiye



aynlır:



1. «İlm-i batıni» gönül kitabından, tarikat okulundan, mürşit yolundan











öğr nile



ilim. 2. «İlm-i Zahiri » üstünkörü bilgiler ki, bu çeşit bilgilere . sahip kışiler «erbab-ı zahr» adını alır. Bk. Bilim.



Dur da ma'büd� yükselmek için ilme basan l\Ia'bedin lıiUini gör işte se:rıtpa i'man. Mehmet AK!F



İLİŞl\IEZCELİK Söylenmeyen bölümün önemli olıuğunu telkin edecek şekilde bir ko­ nuya hafifce temas ederek geçme sanatı. Bk. Konu.



İLLtJSTRASYON Resimleme ; kitap resimleri ( fr. illustration) . Bk. Kitap. İmaj. İma­ jlzm.



İLLtJzyoN TİYATROSU Başlıca iki tiyatro anlayışından biri. Bu tür oyunlar, seyircının, dra­ matik yönden, sahnedekl olaylara, o olayları yaşıyormuş gibi, katılma­ sını sağlar. Bk. Tiyatro.



İLTİFAT Dönüp bakma. Hatır sorma,



tatlı davranma,



gönül alma,



güler



yüz gösterme. Bir konu anlatılırken, fazla bir etki sağlamak için beklen­ medik bir anda, sözü, konu ile pek yakından ilgili birine, bir şeye yönelt-



167



me. İltifat, ani bir heyecan darbesi.le, hitabın yönünü değiştirme sanatı­ dır. İltifat örneği : Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hfüil uğruna., ya Rab, ne güneşler batıyor!



Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker, Gökten ecdM inerek öpse o pak alnı değer. Mehmet AKİF



İLYAS Hızır (M.Ö. IX. yüzyıl ) !srailoğulları peygamberlerinden biri ; sonun­ da peygamberliği Elyasa'ya bırakarak ateşten bir araba ile gökyüzüne çıktığı, çe§itli mucizeler yarattığı ileri sürülür. Bk. Hızır.



tMA !yma. Açık söylemeden anlatma. Hal ve tavırla anlatma. Sezdirme. İşaretle anlatma. Bk. Anlatım.



Resim, basma resim { fr. image ) . Bellekte kendiliğinden duyumsal biçim, hayal. lnıajinasyon (fr. Imagination) ise, bir şeyin hayalini bel­ lekte canlandırma ; hayalgücüdür. Bk. !majizm.



İl\IAJİZM Resimlemecilik ( fr. imagisme ) XX. yüzyılın başlarında İngiliz şaırı Rlchard Aldington tarafından kurularak Amerikaya geçmiş bir şiir çı­ ğın. Mistisizmden, belirsizlikten kaçınan sanat tekniği ve konu seçimi bakımından serbest olan bu görüş, doğrudan doğruya fikir söylemekten çekinir. Duygularla fikirleri çizgi ve renk gibi kullandığı belgin, berrak kelimelerle sanki resimleyip telkin eder. Neoplastisizm, bir bakıma ima­



jizmi andırır. Bk. Neoplastisizm. !majizm akımın� bağlı Hilmi Yavuz'un çevirisiyle : M E D I T A T I O Köpeklerin garip alışkanlıklarını dikkatle inceledinı de tiısanların hayvanlardan üstün Varlıklar olduğu sonucuna vardım :llnsanların garip ahşkanltldarını inceledim de Ne yalan söyliyeyim dostlar şaşırıp kaldım. Ezra POUND



tMALE Meylettirme, bir tarafa eğme. Aruz vezninde bir hecenin kendisinden üstün bir değerde kullanılması ; bir heceyi iki hece sayılacak kadar uzun okuma. Aslında kısa olan bir hece, imalede vezin dolayısile uzun söy­ lenir.



İmale



ile uzatma



anlamına



gelen



med



birbirine



karışmamalı­



dır. Med; aruz hatası değil, aksine, §iirde ahenk ve ses zenginliğini yara­ tan değerli bir öğedir. Divan edebiyatında sık sık karşılaştığımız ima­ leyi, Servet-i Füntlncular ilk olarak kaldırmayı düşündüler. Tevfik Fik­ ret, Mehmet Akif, Yahya Kemal edebiyatımızda en başarılı imalesiz şiir­ ler yazanların başındadır. Bir imale örneği : 168



Deediler oğlun gibü hiçbir oğul Yaa.radulaalıı cihan gelmiş değül. (failli.tün failatün



fiilün l )



Süleyman ÇELEBİ



İMGE Göz önünde bulunmayan bir şeyin zihindeki tasarısı (fr. image ) . Sa­ natta imge, çeşitli hatıralar işlenerek yapılan orijinal bir yaratışı hazır­ lar. Ek. İmaj. İmgelem.



İMGELEM Tahayyül (fr. im agination ) Gözönünde olmayan şeyleri tasarlama ve imgeleri birleştirip kaynaştırma yeteneği. Ek. İmge.



1MLA Yazım. Kelimelerlıi yazılışında kullanılması kabul edilmiş olan harf­ lerin tümüdür ( fr.



dictee ) . Kelimeleri herkes bildiği, söylediği gibi ya­



zarsa, dilimiz içinde çıkılmaz bir durum alır. tmııı. Kılavuzu, imla birli­



ğimizi



sağlamak için başvurulacak en önemli kaynaktır. İmlamızın teme­



li, dilimizin her sesini alfabemizde kullanılan harflerle yazmaktır. Tiyat­ ro, roman, hi.kAye gibi san'at eserlerinde konuşturulan şahısların ::ığız­



lannı belirtmek, taklitler yapmak için bölgesel ağızlan gösteren imla kullanabiliriz. İmla yanlışları ; şu üç sebepten doğmaktadır : ı. Bilme­ mezlik, 2 . Dikkatsizlik, 3. Ağız ayrımı. Yanlış imlanın, kültür noksanlı­



ğından ileri geldiği bilinmelidir. Yanlış imladan kurtulmak için T.D.K. nun çıkardığı Türkçe Sözlük ve İmla K ılavuzu'nu her zaman el altında bulundurmalı ; dilbilgisi kurallarına uymalı; dikkatli bulunmalı ; kelime­ leri genel biçimiyle öğrenmeli; doğru yazma alı§kanlığı kazanmalıdır. Ek. Ortografi.



İNABE Günahlardan tövbe ederek Tanrı'ya dönme, kendini ona verme. Ta­ savvufta bir mürşide bağlanarak tarikata girme. Bk. Tasavvuf.



İ'NAT Mukayyet kafiye. Seci veya kafiye olarak kullanılan kelimelerde bun­ ların düzgünlüğünde etkisiz kalan bir harfi kullanma, «iltizam» aynı an­ lamdadır. Bk. Kafiye.



İNCELİK Rikkat ( fr. finesse, subtilite) Söz sanatı. İnce, zarif üslUp değişiklik­ leri; söylenecekleri ustalıklı bir deyişle okuyucunun bulmasına bırakma. Bk. Üslilp. Söz Sanatı.



lNCiL Dört kutsal kitaptan İsa peygambere Tanrı buyruklarını bildirmek için inmiş olanı. Hıristiyanlık inancına göre, azizlerden dört kişi tara­ fından ortaya konulan kutsal kitapların genel adı. Bir dem



varır



mescitlere yüz sürer anda yerlere



Bir dem varır deyre girer İncil okur rühban olur.



Yunus EMRE 169



tNctLt ÇAVUŞ Mustafa Efendi; bir ara İran'a elçi olarak gönderilen, Osmanlı tari­ hinde ve saray adanılan içinde nükteleriyle, hoş sözleriyle tanınan bir kişi. Bk. Nükte. Fıkra.



İNDEKS Endeks, fihrist, gösteren, işaret eden (fr. index) Kitapların arkasın­ daki alfabe sırasına göre düzenlenen dizin. Bk. Dizin. Fihrist.



İNKA SANATI Eski Güney Amerika sanatı. İnkaların yarattığı renkli seramikler, dokumalar, örgü işleri, kusursuz taş yapılar bu sanatın ilgi çekici ürün­ leridir. Bk. Sanat.



İNSİCAM Düzgünlük, düzgün söz, tutarlık. Kelimelerin, cümlelerin, paragraf­ ların mantıklı olarak birbirine bağlılığı. Bk. Söz Sanatı.



tNŞA Yapma, kurma, yazış, yazıya döikme kaleme alma. Eskiden güzel nesir yazmaya inşii. denilirdi ; şiir ve inşa edebiyat anlamına gelirdi. Bk. Münşi. Tanzimat Edebiyat dönemimizde Londra'da ilk



«Genç Türk -



Yeni O�manlılar Cemiyeti» adına 29 Haziran 1868 de yayımlanan «Hür­ riyet» gazetesinin 7 EylQl 1868 tarihli onbirinci sayılı «Şiir ve İnşa» ma­ kalesinden :



Bizim tabii olan şiir ve inşamız taşra ahalisi ile İstanbul halkının avamı beyninde ııaııı durmaktadır. Bizim şiirimiz hani şairlerin «namevzun» diye beğenmedikleri avam şarlu­ lan ve taşralarda ve çöğür şairleri arasında «deyiş» ve «ilç­ leme» ve «kayabaşı» tabir olunan nazımlardır. Ziya PAŞA



lNŞAD İnşii.t. Ezber okuma. Yüksek sesle, sevimli bir eda il.e bir edebi parçayı seslendirme. Bir şiir veya edebi bir eseri anlamına uygun tarzda yüksek sesle okuma.



Bu ebya.tın ki şfilrlerce sertAser meAnidir



Ne mUmkin bilmeden mefhumunu inş&d eder bir kuş. Abdülhak HAMİT



İNTAK Nutka getirme, söyletme { ar. nutk)



Konuşmayan şeyleri konuştur-



ma, dile getirme. Bk. Canlılaştırma. Bir intak örneği :



Der : «Kopardılar kamışlıktan beni. Nalişim zar eyledi merd-ü- zeni Şerha şerha eylesin bağrım :fırak Eyleyeyim ta şerh-i derd-i iştiyak» MEVLANA



lNTEGRALİZM.



lük» anlaİşlenen konuyu eksiksiz anlatmayı gaye· edinen «bütüncü akımı {fr. edebiyat bir çıkan ortaya da mına gelen, XX. yüzyıl başların integralisme) Bk. Egzistansializm.



170



İNTELEKTüALİZM Duyu ve iradeye karşı anlama gücünün üstünlüğünü kabul eden gö­ rüş (fr. intellectualisme) Bu doktrin, her ruh olayında bir mantık bu­ lunduğu inancını taşır. Ek. Doktrin.



İNTİHAL Bir başkasının eserinden parçalar alıp kendininmiş gibi



gösterme.



Aşırma da denilen intihiil, divan edebiyatında sirkat, sirkat-ı şür olarak



sık sık kullanılır : Sirkat-i şiir edene kat-ı zeban lazımdır; Böyledir şer-i belagatte fetava-yl suhan.



Sünbülzade VEHBİ



lNTtKAD



Eleştiri, eleştirme, tenkit, kritik. Edebiyatla ilgili veya bilimsel eser­ lerin incelenmesi ve yargılanması. Bk. Eleştiri.



İNTİMİZM İçtencilik ( fr. intimisme) Edebiyat çığırları içerisinde, insan ruhunun en gizli kalmış duygularını anlatmayı gaye edinen bir akım .



İNTİŞAR İntişar, Yayılma, çıkma, yayınlanma, dağılma ; gizli bir şeyin ağız­ dan ağıza yayılması. Arapça «neşr» den gelir. Bk. Neşir. Yayın. Yayım. Azın-i sabra ile olsun vMi-i eymen gibi İntiş8,r-ı



peırtev-i hüsnünle derya gark-ı nfır.



Muallim N AC!



lPOTEZ Bir olayı açıklıyabilmek için gerçek gibi kabul olunan ilke (fr. hypot­ tese) Varsayım, faraziye. Bk. Varsayım.



iRAD-İ MESEL Mesel söyleme. Bir düşünceyi, bir fikri isbatlamak için örnek göster­ me. Bk. örnekleme. !rsil.1-i Mesel.



İRCA İltifat, tecrit, rücu. Yönenme, öze yönenme sanatlarının hepsinin or­ tak adı. Bk. Rücu.



tR.EM Cennet. Şam'da ve Yemen'de bulunduğu söylenen eski ve ünlü bir bahçeye verilen ad. Müslümanlara göre İrem Ad kavmi zamanında güney Arabistan'da yapılmıştır. Nevbahar oldu güzellendi seraser alem Oldu ez(lıar ile her gfişe gülistan-ı İrem.



CENAN!



İRFAN Gerçeği bilme : İslam tasavvufçularına göre insanların medrese, ho­ ca ve kitap yoluyla öğrenecekleri bilgi ancak bir dışbilgisi bir görünüş ilmidir. Gerçek ilim ise insanın kendini bilmesi, kendi içinde aşk ve sezgi 171



yoluyla Tann'yı bilip bulmasıdır, ki en değerli bilgi ve irfan da budur. İrfan sahibi kişi «il.rif» adını alır.



Çeşm-i insaf kadar kamile mizan olmaz Kişi noksanını bi.lnrelk gibi irfan olmaz. TALİP



İRONİ İstihza, alay



( fr. fronie)



Düşündüğünü alay maksadiyle ve alay



olduğunu belli edecek şekilde, tersine bir ifade ile anlatma. Cimrilik eden birine «Maşallah eliniz pek açık», tenbellik edene «Çahşkanlığınıza hayra­ nım» demek gibi. Bk. Mizah, Hümur.



iRSAD İrsat, hazırlama, hazır etme. Seci'li, kafiyeli bir yazıda, seci'in veya kafiyenin neden ibaret bulunacağını belirtecek bir kelimeyi önceden gös­ terme :



Kaabiliyet eserin mahvedelim kaabil ise Biz dahi cahil-i mukbil gibi makbftl olalım. Sünbülzade VEHBİ



iRSAL-1 MESEL Bir fikri isbatıamak için gösterme. Nabi şöyle der: «Sözde darb-ül­ mesel iradına söz yok amma - Söz odur il.leme senden kala bir darb-ı meseb Bk. Örnekleme. Bir irsal-i mesel örneği:



Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefe.5 sıhhat gibi. Kanuni Sultan SÜLEYMAN



İRTİCAL Sözü düşünmeden, o anda zihne doğuş halinde söyleme veya yazma.



İrticAlen, bilirtidll. Bedaheten, bilbedahe kelimeleri de aynı anlamdadır. Bk. Bilbedahe.



İSA İsa Peygamber. Hıristiyanlığın lmrucusu. Rivayete göre Davut Pey­ gamberin soyundan gelen Meryem, zeki bir Yahudi kızıdır ve Yusuf'la nişanlıdır. Meryem on yaşındayken Tanrı, ona Cebrail'i insan suretinde gönderir ; Cebrail, Meryem'in kaftanının yenine üfler; İsa, Filistin'in Bey­ tüllahim kasabasında babasız olarak dünyaya gelir. Yusuf, Meryemle İsa' yı alarak birlikte Mısır'a kaçarlar. İsa on yaşındayken Filistine döner. Nasıra kasabasına yerleşir, 30 yaşında peygamberliğini ilan eder. Üç yıl süren peygamberliği sırasında ancak



«Havari» adı verilen oniki



kişiyi



başına toplıyabilir. İsa'nın, halkı Roma aleyhine kışkırttığını ileri süren Yahudiler ,havarilerden «Yahuda» nın ihaneti üzerine İsa'yı yakalar, Ku­ düs'te çarmıha gererek öldürürler.



İSİM Varlıklann adlan olan kelimelere denir. İsimler canlı, cansız bütün varlıklan ve kavranılan tek tek veya cins cins karşılayan kelimelerdir : ev,



bahçe, ağaç, güneş, havıı. Ahmet; Samsun, Bafra, deniz, ışık gibi. An­ özel, cins, madde, mana, topluluk isinıleri



lamlarına göre isim çeşitleri : olmak üzere ayrılır.



172



Özel isinı : tek olan diğer, varlıklar içinde tam bir benzeri olmayan varlıkların özel adlarıdır: Atatürk, Namık Kemal, Cemal Gürsel, tstan­



bnl gibi. Cins isim: aynı cinsten birçok varlıkların ortak adlarıdır: okul,



kitap, defter, kalem gibi. Madde ismi : varlıkların duyularımızla anla§ılan, madde halindeki varlıklara denir :



pencere, masa, sajndalye, sıra gibi.



Mana ism i: varlıkların madde halinde olmayan, ancak . akılla tasarlanan



şeylere denir: sevgi, ruh, hayal, gurur gibi. Topluluk ismi : bir topluluğa ad olan kelimelere denir: tümen, bölük, meclis takım gibi. Bir isim hiçbir ek almadan tek bir varlığı karşılıyorsa tekil isim, birden fazla varlığı karşılıyorsa çoğul isinı adı verilir: okul, okul-lar, ev, ev-ler gibi. Türkçede çokluk eki eskiden beri -ıer, -lar, dır. İsimlerin çok­



luk şeklinde vurgu çokluk eki üzerinde bulunur. İsimler cümlelerdeki görevlerine göre çeşitli hallerde bulunurlar. Anlamın gereğine göre ya birtakım çekim ekleri alırlar, yahut hiçbir çekim eki almazlar. Türkçe­ de isimlerin şu halleri vardır : ı. Yalın hal : ev 2. i hali : ev-i 3. e hali : ev-e



4. de hali: ev-de 5. den hali: ev-den 6. in hali :



ev-in, tepe-nln.



Yalın hal, söz içinde birşey olanı veya yapanı gösterir: -1 hali ismin



sözdeki fiilden doğrudan doğruya etkilenme halidir. e hali yaklaşma ve girmeyi, -de bulunma. -den uzaklaşma. -in ilgi hallerini gösterir. !sim­ lere -cik veya -ceğiz ekleri ulanmak suretiyle «küçültme isimleri» elde edilir. Bk. Kelime.



İSKENDER Büyük İskender



veya



«İskender-i Zülkarneym�.



Hem



Peygamber,



hem padişah «ab-ı hayat» bulmak için Hızır ile birlikte giden İsken­ der. Bk. Hızır. Divan şiirimizde çok geçer : Reh-i t.ecridde derler mi Aristo'ya bakim Terk-i dünya eden İskender'e fiS(lat olmaz.



İSKEl'ıı'DERNAME Makedonyalı İskender'in hayatı, macerası, savaşları hakkında yazı­ lan büyük, manzum eser. önce İran diliyle Nizami tarafından kaleme alı­ nan bu eser. Türkçede ilk defa XIV. yüzyıl şairi Ahmedi tarafından, 8200 beyitlik, büyük bir kitap halinde tekrar yazılmıştır. Bk. İskender.



!SKOLASTİK Mektebe, medreseye bağlı (fr. scolastlque ) Eski düşünce, deneye da­ yanmıyan bilgi. Ortaçağ'da Aristoteles'in düşünce ve felsefesine bağlı doktrin. Bk. Felsefe.



İSLAMLIKTAN ÖNCEKİ T-ORK EDEBİYATI Başlangıçtan XI. yüzyıla kadar süren edebiyatımız. Kaynağı Orta.­



Asya olan bu edebiyat, başlangıçta, dış etkilerden uzak kaldığı içi:q, bir



yerli edebiyattı. öz Türkçe kullanılıyor, şiirler, ulusal ölçümüz olan hece ile, dörtlükler halinde söyleniyordu. Dili, ölçüsü iç ve dış yapısiyle bizim olan bu edebiyat ikiye ayrılır : 1. Sözlü Edebiyat ; 2. Yazılı Edebiyat. Bk. Türk Edebiyatı.



tsMAtL İbrahim Peygamber'in Sara'nın



Hacer'den doğan ilk çocuğu.



kıskançlığı yüzünden İbrahim Peygamber,



Öteki kansı



İsmail'le



annesini 173



Hicaz'a yerleştirir, Zemzem kuyusu susuz kalan Ismail için fışkırır. Kabe onlar taraf�ndan kurulur. İbrahim'in Tanrı'ya kurban etmek istediği oğ­ lu Müslümanlarca İsmail Hıristiyanlarca İshak'tır. İsmail Peygamber Muhammed Peygamber'in atası, Kureyşliler gibi bazı Arap kabilelerinin İbrahim Peygamber soyundan geldiği söylenir. Gerçi İsmaile gökten kurbliıı inmiş kadr için Hak bilür için İsmail ana kurban olur.



FUZULI



İSRAFtL Tanrı'ya yakın dört büyük melekten biri. Kıyamet günü ruhların r::e ­ setlerine girmelerini haber verecek olan sti.r'unu öttürecektir. Olacaktır çıkınca avazım Ufk-i mahşerde Siir-i İsrafil.



Abdülhak HAMİT



İSTENOGRAFİ Söylenen sözleri hemen yazmak için düzenlenmiş kısa yazı c:üzeni (fr. stenographie)



İSTİARE İğretileme (fr. metaphore ) Birinden iğreti bir şey alma. Ödünç al­ ma. Bir sözün gerçek anlamını kaldırarak, benzerliği olan diğer bir an­ lamı iğreti olarak verme, iğreti olarak alınan sözcüğe eski edebiyatta müstear denir. Cesur bir insana aslan, kurnaz bir kimseye tilki demek­ le iğretileme yani istiare yapılmış olur. İğretileme esas olarak ikiye ay­ rılır : 1. Açık İğretileme (İstiare-i musarraha) ; 2. Kapalı İğretileme ( İs­



tiare'i mekniye ) . Bk. Açık İstiare, Kapalı tstiare. Bir istiare örneği : Bir şey ki hava gibi, ekmek gibi, s,u gibi !Azım insana, ıazun, onsuz yaşanılmıyor.



Ana, baba gibi, dost gibi, yavuklu gibi, Kalb titremeden, göz yaşarmadan anılmıyor.



Cahit Sıtkı TARANCI



İSTİDAT Daha çok doğuştan gelen ve belli bir alanda beliren özel öğrenme, ge­ ·lişme yeteneği. Kabiliyettir husul-ü maksadın sermayesi Elde istidat olunca kar kendin gösterir.



İSTİDLAL Delil getirme. Bir belgeye, bir delile dayanarak bir olaydan, bir me­ seleden bir sonuç çıkarma. Bk. Sonuç.



tsTtDRAK İdrak etme, anlama. Divan edebiyatında bir kimseyi yerer gibi görü­ nerek övme, över gibi görünerek yerme sanatı.



174



İSTİFHAM Soru, sual. Sorup anlama, anlamak için sorma. Bilmezlikten gelme anlamında olan tecahül-! Arif sanatile birlikte düşünülen istifham



dikkati daha fazla çekmek için anlatılmak istenen sözü soru şeklinde or­ taya koymaya denir. Biz çok defa nefret, kin, hüzün, şefkat, hayret gibi çeşitli duygulanmızı soru halinde dile getirir, bunlara cevap bekleme­ yiz. Heyecan ve duygudan doğan bu sualler istifhamdır. Bir örnek :



Göz gördü gönül sevdi seni, ey yüzü ınahını ! Kurbanın olanı, var mı benim bunda günahını ? A şıldığıma şahid-i Mil mi değildir Evza.-ı hazinimle garibane lnlgıthım ? Ey sengdil, etmez mi seni� kalbine tesir Haraları hakister eden ıtteş-i ahım ? NAHİFİ



İSTİHDAM Kapsama, hizmete



alma,



hizmette



kullanma.



İham:a



benzemekle



beraber, bir kelimeyi hem gerçek, hem mecaz anlamlariyle kullanmak sa­ natı. İki anlama gelen kelimenin bu iki anlamı da kendilerile münase­ beti olan yöne sarfedilerek açıklanır. Bir örnek :



Zahida sagarı çekmek eğer olduysa giinah Sen sevab içre bulun biz bu gilnıılu çekelim. HAYALI



İSTİTRAD İstitrat. Arasöz. Asıl yazı içine konulmayıp münasebet düştüğü için, yazının altına eklenen söz, fıkra ve paragraf. İlave söz. Ek. Arasöz.



İŞBA Doyurma, doymuşluk. Arap şiirinde kafiyenin sesli harfini iki sesli harf boyunca uzun okuma. İran şiirinde her kelimenin sonu bu şekilde uzun okunabilir. Ek. Kafiye.



İŞLEMEK Bir şeye emek vererek onu daha iyi, daha elverişli bir hale sokmak. Bir yazı parçası üzerinde yapılan çalışma. Ek. Yazmak Sanatı.



İŞRAB İşrap, ıçırme. üstü kapalı anlatma. Sezdirme, çıtlatma. Zırn.nen an­ latma. Ek. Mazmun.



İŞTİKAK Türetme. Türem, türeme ; bir kök kelimeden yeni yeni kelimeler tü­ retme ; türeme kelimeleri aynı parçada toplama sanatı. Bk. Türetme. Bir iştikak örneği :



Gözlerim gözler iken oldu gözUn gözüme duş Göz ucuyle gözetirken göze göz oldu fiten vtsALt



1'tA.Kafiyede



aksaklık, aynı ekleri, aynı kelimeleri birbiriyle kafiye yap­



ma : «ab-gill-ab, yaran-rindan» gibi.



175



İTHAF Armnğan etme, sunulama.k, göndermek, verilmek. Birine karşı saygı, sevgi gibi bir duyguyu anlatmak, ululamak için o kimsenin ismine eser yazmak, eseri manevi olarak ona bağış1adığını söylemek. Bk. Dedikas.



İTİLAF Anlaşma, uyuşma, uygunluk.



Sözcüğün



anlamla,



ölçüyle,



sözcükle,



anlamın anlamla uygunluğuna verilen ad. Bk. Müraat-i Nazir. Divan şii­ rimizde



i'tilii.f veya muvafekat olarak geçen bu söz sanatında «lafzın ve­



zinle i'tililfı», «lafzın



mana ile itilafı», «lafzın lafızla i'tilafl:ı>, «mananın



vezinle i'til&fı», «mananın mana ile i'tilafı» aranırdı. Anlamla ölçünün uy­ gunluğundan doğan bir örnek :



Bir darbe, bir duman ve bütün bir gürfıh-ı sfır



Bir nınlşer-i vazi'-i temaşa, baş�, akfır Tırnaklariyle bir yed-i kahrın didik didik Yükseldi ka'r-i cevve bacak, kelle, kan, kemik. Tevfik FİKRET



İYELİK EKLERİ Mülkiyet zamirleri. zamair-i mülkiye. Sonuna eklendiği sözcüğü baş­ ka bir şeye mal eden ekler: «Evim, kitabın, kalemi» sözcüklerindeki «im, ın, ü ekleri gibi. Bk. Zamir.



İYİMSERLİK Leibnitz'in doktrini ; bu görüşe göre,



şimdiki alem olabilecek a.Iem­



lerin en iyisidir. Voltaire'in «Candide» eseri bu



anlayışla savaşır.



Bk.



Doktrin.



İZLENİMCİLİK Bk. Empresyonizm.



İZLENİMCİ TİYATRO Empresyonist sanat anlayışına katılan, bu anlayışa uygun tiyatro tü­ rü. Bk. Empresyonizm.



176



·� ·



JALE



Jale; çiğ, kırağı, şebnem. Geceleri yağaral{ yapraklara döküldükt en sonra sabah güneşiyle panldayan ince nem. Yağmur, dolu anlamına da gelir. «Jil.ledil.r : Üzerine çiğ ve şebnem. düşmüş, kırağlanmış.�. «J&leriz: Çiğ, şebnem, kırağı saçan». Divan şiirimizde çok geçen sözcükler ara­ sındadır :



Sahn-ı gülmre gelüp eyledi arz-ı didar JaJelerden takınup gflşuna gevher sünbfil. BAK!



JAPON TİYATROSU



Sitilize dekorlarla simgesel eşyalarla belli bir yabancılaştırma ile oy­ nanan oyunlar. Çin tiyatrosunda olduğu gibi ; maske, giysi, mimik, ha­ reket, müzik, ezgi, dans gibi öğelerden yararlanır. Bk. No. Kabuki.



JENERİK Sinemada filmin adını, bütün çalışan!ann adlanm gösteren bölüm (fr. generique ) Tanıtma yazılan. Bk. Sinema.



JENG



. .. .. a e Erjeng veya erteng sözcüğün hafifi. Kir, pas, ınsanın yuzun e v teninde görülen buruşukluklar, göz çapağı, yağmur damlası anlamlanm taşır. ve «an» kökleri birbirlerile kafiyelidir : Kurtuluş yok, gelenler veriyor · canlarını; Son damlasına kadar duya duya içelim Ömrümüzün en güzel tanrısal anlarını.



Kafiyeler mısraların içinde olursa iç kafiye; bir manzumede ayni kafiye sık sık tekrarlanırsa ana kafiye adını alır. Kafiyelerin belli aralıklarla tekrarlanması bulakta hoıı bir etki bırakır. Kafiye çeşitleri ses benzer­ liğinin azlığına, çok'.uğuna göre dörde ayrılır : 1. Yarım kafiye ; 2. Tam kafiye, 3. Zengin kafiye, 4. Cinaslı kafiye. GÖZ İÇİN KAFİYE : Yazısı uyan, fakat sesi tamamile uymıyan kafiyelere göz kafiyesi adı verilir. Divan edebiyatında kullanılan bu kafiye şeklinde yazılış�sastır. Arap harfleriyle yazılan bu kafiyelerde yazı benzerliği esas tutulur, ses benzerliği ikinci planda kalırdı. Memleket bitti, yine bitmedi bala sen, ben ; Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşmen. Dest-i adadeyiz, Allah için ey ehl-i vatan....



Namık KEMAL KULAK İÇİN KAFİYE : İlk defa; Recaizatle Ekrem, kafiyenin göz için değil kulak için oldu­ gibi ğunu ileri sürdü. Şiir ·böylece bir göz sanatı olmaktan çıktı, musiki kafi­ «kulak» en kafiyesind «Göz» tuttu. bir kulak sanatı olmak yolunu yesine geçişe Hasan Asaf adındaki bir genç şairin şu beyti :sebep olmuş­ tur : 180



Zerre-i niinında n iken muktabes



Mihr ü mehe



etmek işaret abes



İşte edebiyatımızdaki abes - muktabes kafiye savaşına hedef beyit budur. Servet-i Fünün edebiyatı bu çatışmadan sonra kuvvet kazanır. Halk edebiyatımızın



yüzyıllar boyu



kulak kafiyesini kullandığını biieu



yeniciler, eski göz kafiye düzenini yıktılar. Bugün kafiye eski önemini kaybetmiş durumdadır. Bir başka örnek :



Adalardan yaza ettik de veda, Sızlıyor bağnmız üstqnde ki dağ. Yahya KEMAL



KAHRAMAN Bir eserde en çok önemli yer tutan kişi, roman, tiyatro, hikaye gibi edebiyat ürünlerindeki olaylarda başta gelen kimseler, unutulmaz roman insanları



(fr. heros, heroine) İran mitolojisine göre, eski İran hüküm­



darı Tahınasb' ın oğludur. Üç yaşında iken bir dev tarafından kaçırılmış, devler arasında büyümüştür. Babası ölünce, Kahraman meydanda olma­ dığı için, İran tahtına bir başka İran kahramanı olan Huşang geçmiştir. Az sonra Kahraman meydana çıkmış. Huşang'ın bütün yiğitlerini yeı. miş ve bizzat Huşang tarafından takdir edilerek, kendis:"le İran teklif edilmiştir. Fakat Kahranıan bunu



tahtı



kabul etmemiş. h uşang'ın ya·



nında bir kahraman olarak çalışmayı tercih etmiştir. İran destanı, bir insanın Padişah olmadan da



kahraman olabileceğine,



hatta



kahraman­



lığın hükümdarlıktan üstün meziyet olduğuna Kahra.man'ı örnek gösterir. Bk. Tiyatro. Roman.



KAKIŞMA Kulağa



hoş



gelmiyen



seslerin



bileşimi,



hecelerin



ahenksizliği.



Bk.



Kakofoni.



KAKOFONİ Kakışma



(fr. cacophonie)



Kulağ"



lerin bir araya raslamasından doğan hecelerin



ahenksizlik



meydana



rahatsız



eden



kelime veya



nece­



')tü ses. Ses kakışması. Sesl�cin,



getirecek



şekilde



birleşmesinden



doğan



sakatlık. Bk. Ahenk.



KAKOWJİ Konuşmada söyleyiş yanlışlığı, şivesizlik, şiveye aykırılık



( fr. caco­



logie) ; yazıda dilbilgisi, sözdizimi, anlam yanlıı�ları yapmak. Bk. Şiveı::iz­ lik.



KALB-1 BA'Z Harfleri



yer değiştirmiş



sözler;



«Eczane-cenaze;



kasr-raks;



elem­



eme!» gibi. MualJim Naci'nin şu mısraı buna güzel bir örnektir : 0 «Caniler içinde kaldı Nilci»



KALB-1 MUNTAZAM Düzenli



değişim, tersinden okununca da bir anlamı bulunan sö�ler :



«Fal-laf; Taşer,Reşat; ray-yar:> gibi.



181



KALEM Yazı yazmak için kullanılan alet; resmi yazı işlerinin görüldüğü yer. «Hame, kilk» aynı anlamdadır. yazmak,



«Kalem



şuarası»



aşık,



«kaleme



almak»



«kalem sahibi» yazar anlamında kullanılır.



Kendi elimle yare kesip verdiğim kalem Fetva-yı hun-u nahakımı yazdı iptida.



KALEM TECRÜBESİ Bk. Deneme.



KALEMŞOR Başkasının adına



kalem tartışması yapan yazar. Alay etmek için



kullanılır. Bk. Yazar.



KALENDER En sade yaşama koşullarıyla yetinıµı, hiç bir şeyde titizlik gösterme­ yen.



X. yüzyılda İran, Irak,



Mısır,



Suriye,



Hindistan



ve



Ortaasya'ya



yayılan Kalenderi, Kalenderiyye tarikatına bağlı olan kimse. Bu inançta olanlar hiç evlenmezler ; kirpik saç, kaş ve sakallarını traş ederek kala­ balık gruplar halinde dolaşırlar. Bk. Tarikat.



KALENDERİ Halk



edebiyatında,



saz



şairlerinin



mefftlü meffl.ilü memilü fefilün



veznine göre düzdükleri gazeller. Bu vezinle söylenilen şiirler, gazel, mu­



rabba, muhammes ve başka şekillerle de tertip edilebilir. Gazel şeklinde söylenilen kalenderilerin bazen her mısrama mef'filün veznine bir ziyade eklenmesile m ü s t e z a t haline getirildikleri o!ur. Kalenderilerin özel besteleri vardır. Müstezadlılara yedekli veya ayaklı kalenderi adı verilir'.



Ey çarb-ı sitemger, dil-i nalana dokunma.; Hecr alemidir. ettiğim efgana dokunma. Ey bad-ı saba, uğrar isen yare selam et; Tel kırma fakat, zülf-ü perişana dokunma. Ey bade, eğer yarim içerse seni bensiz, Ver neş'e, fakat nergis-i mest.ana dokunma. Vermem sana, çek benden elin, ey melekülınevt, Cananıma ı.nezreylediğim cana dokunma ! Aşık ÖMER



KALIP M�sra ölçüsü.



Kelime anlamı, her hangi bir



şeye belirli bir biçim



vermek için kullanılan ve o biçimi taşıyan araç. Hece



ölçüsünde hece­



lerin toplamı o mısram kalıbıdır. 8 heceli bir mısram kalıbı sekizli ; 1 1 hecelinin ka1ıbı onbirli' d ir. Aruz vezninde ise, her kalıp içi boş bir mısra anlamına gelir. Aruz kalıpları ikiye ayrılır :



ı. Düz kalıplar; 2. Karışık



kalıplar. Düz k a l ı p ı a r, aruz kalıplarından tek bir parçanın yan ya­ na sıralanmasından meydana gelir; feilatün feilatün feilün, failAtün fai­ Jatün failatün fıtilün, müfteilün mttfteilün failün gibi k a r ı ş ı k ka­ l ı p 1 a r,



genel olarak ayrı biçimli parçaların karışık bir şekilde sıra­



lanmasile veya ayn biçim.1i parçaların dizilmesile ortaya çıkan kalıplara denir: mef'ftlü mefailü feftlün, meffi.lün flUlün fefilünı, mefailün feftlün feft­



lün gibi, Bk. Aruz.



182



KALİGRAF Hattat, güzel yazı yazan



(fr. calligraph) . Kaligrafi



( fr.



Calligrap­



hie ) , güzel biçimli yazı. Bk. Yazı.



KALUBELA Pek eski çağ, dünya kurulduğu zaman. İslam inanışına göre ; Tann insanları yaratıp «Elestü birabbiküm.» yani «ben sizin rabbiniz değil mi­ yim» diye sorar, onlar da



«evet»



diye cevap verirler ;



İşte



«kalubelil»



burada «evet dediler» anlamındadır.



KAMUS Sözlük,



(ar. kaamus) Mütercim Asım'ın Arapçadan çevirdiği büyük



sözlüğün adı, lügat. Bk. Sözlük.



KANAVA Kaneva; bir fikir eserinin ilk taslağı. Öngörgü . Bir eserin planı, tas­ lağı.



Sanatçının,



gereken



biçim ve



süslerle



doldurarak



eseri



meydana



getirmek üzere kurduğu çatı. Bk. Kom.pozisyon.



KANTAT Kahramanlık



veya



din



konulu



manzumelerden



örülü



beste,



( fr.



cantate ) . Bestelemek üzere yazılan, konusu kahramanlık veya din olan manzume. Bk. Manzume.



KANTİK. Din şarkısı, lirik şarkı (fr. Cantique) ; İlahi. Bk. İlahi.



KANTO Oynanarak söylenen tiyatro şarkısı



( ita.



Canto) . Eski



Türk tiyat­



rosunun ünlü kadın kantoculan ; Şaniran, Peruz, Büyük ve Küçük Amel­ ya, Küçük Virjini, Minyon Zarife'dir. Bk. Tiyatro.



KAPAU BIRAKMA İbham. Sözün kolayca anlaşılmayacak derecede kapalı olması. Sözü kapalı bırakma, sözün ne anlama geldiğini belli etmeyiş. Bk. Herm.etizm. Sembolist şiirleri çoğunlukla bu sanata bağlıyabiliriz. Bir örnek:



Vurdukça bu nehrin ona aksi Kaçtun o bakıştan o dudaktan Baktım ona sessizce uzaktan Vurdukça bu aşkın ona aksi. Ahmet



HAŞİM



KAPALI HECE Sessizle veya



uzun sesli ile biten hecelere verilen ad. Müııınet, tok,



uzun, tam heceler de denilen kapalı heceler aruzda kısa bir çizgi ( - ) ile gösterilir: git



nA-nı -







-



mez



-



sin (- - -) ol - maz - mı



(- -. ) ca -



( - -.. ) gibi. Bk. Aruz. Hece. Açık Hece.



KAPALI İSTİARE Kapalı iğretileme, iğretili ile birlikte iğretiye dair bir hal söylemek yolunda yapılan iğretilmeye denir : «Gözümden uyku akıyor» dediğim.iz zaman iğretili olan uykuyu söylem.ekle beraber



benzettiğimiz ve iğreti



183



_J











o arak a d�ğımız suy� de il, onun akma halini anarak yaptığımız iğre­ tıleme gıbı. Kapalı ığretı leme ; benzi yene dayanan iğretilemelerdir. ör· nekler : . Bu sazların duyulur her telinde sfule vatan Sihirli rüzgar eser daima bu topraktan. Yahya KEMAL Siyah selvi divan durur Başucumda bütün gece. Orhan Seyfi ORHON



KAPSAMA İstihdam. Bir sözcüğü hem gerçek hem mecaz anlamlarıyle kullan­ mak sanatı. Böylelikle, iki anlamlı bir söze, her anlamını gösterecek bir anlatım genişliği sağlanmış olur. Kapsamaya günümüz şiirinden bir ör­ nek : Bu devran böyle kalmaz imam kayığı yanaştı mı iskeleye Gözünün yaşına bakan olmaz. Suat TAŞER



KARAGöz Deriden, mukavvadan biçilip boyanmış insan şekillerini bir beyaz perde üzerine, arkadan ışık vererek, yansıtmak yoliyle oynatılan oyuna; bu oyunda halk görüşünü ve duyuşunu temsil eden şahısa denir. Eski Türk sahne oyunudur.«Hayal oyunu» da denir. Karagözde konular ve şahıslar belirlidir. Karagöz tam Türk Milli karakterlerini şahsında sc,m­ bolleştirir. Hacivat ise medrese kültürü ile yetişmiş, laf ebesidir. Kara­ göz, Hacivatın terkipli, lügatlı konuşmalarile alay ederek onu gülünç durumlara düşürür. Halkı yüzyıllar boyu kahkahadan kırıp geçiren işte Karagözle Hacivat'ın bu karşılıklı zemine uygun konuşmalarıdır. Tuz­ suz Bekir, Bebe Ruhi, Arap, Karadeniz uşağ'I, Vanlı. Kastamoınulıı gibi tipler Karagöz oyununa ayrı bir çeşni verir. Yabancı bir yazann



dediği



gibi ; gerçek Türk komedisinin kuruluşunda Karagözün rolü büyük ola­ caktır. Sireti surette mümkündür temaşa eylemek Hail olmaz ayıı-i irfana basiret perdesi Bu hayali alemi gözden geçirmektir hüner Nice «Karagöz» leri mahvetti suret perdesi. KEMTERİ



KARAKTER Yazı. Mizaç. Huy. Vasıf ( fr. caractere ) ) . Kişiliğin bireye özellik ve­ ren ve ahlaksal davranıı:ıları ile ilgili görülen değişmezlik durumu. Ben­ zerlerinden bir nesneyi ayırtetmiye yarı.yan özellik. Ayrıca niteliğe karak­ teristik (fr. caracterisüque) ; karakterleri inceliyen ve insan tiplerini top­ lulukları ayırmaya yarıyan belirtici izler. Her hangi bir şeyin karakterini açıkça gösteren özelliğe karakteristik denir. Bk. Tip.



KARAKTER KOMEDİSİ Bk. Komedi.



184



KARAR BAŞI Buyruk, karar ve yasa gibi yazıların başında, bunların nasıl bir ge­ rekçeyle çıkarıldığını bildiren özet yazı Bk. Özet.



KARGIŞ Kargış ; kargımak eylemi veya bu erekle söylenen sözler, lanet, tel'­ in; kargışlı, kargışlık; Tanrının ne insanların nefretine uğramış, mel'un, lain; kargımamak ; birinin, Tanrının ve insanların sevgi ve ilgisi'1den yoksun kalıp nefretlerine uğraması dileğinde bulunmak, lanet etmek an­ lamına gelir. Bir bakıma «küfür edebiyatı» dır: «Boğazı kurusun, bir yu­ dum su veren bulunmasın. Sırtından yük eksik olmasın. Ocağı batasıca. Canı çıkasıca. Bir eline aldığı pul olsun dökülsün, bir eline aldığı kül olsun savrulsun. Ekmeğini it, yakasını bit yesin:> gibi. Diğer anonim örnekler : Köprünün altı diken Yaktın bCl!li gül iken



Kara dut parmak gibi Kız yüzün kaymak gibi



A!lah da seni yaksın



Seni alaın yigitler Kurusun yaprak gibi.



Vç günlük gelin iken.



KARIŞIK Kolay anlaşılabilecek bir fikri güç anlaşılır hale sokan anlatım bi­ çimine denir. Bk. Anlatım.



KARİKATÜR Bir kimsenin, bir nesnenin bazı özelliklerini güldürücü biçimde be­ lirten eğlenceli resim ( fr. caricature) . Karikatür çizene karikatürist ( fr. caricaturiste) ; bir konuyu karikatür biçimine, sokmaya, gülünç halde anlatmaya karikatürize ( fr. caricaturiser) adı verilir. Bk. Hiciv. Mizah.



KARİNE:.. İ MANİA Mecazlarla iştiarelerde, gerçek anlamdan başka anlamların aniaşıl­ masına yol açan sözcüklerin dizimi : «Bu okul çalışkandır» sözünden oku­ lun değil, öğrencilerin çalışkanlığının anlaşılması gibi.



liARMAŞIK Anlatım karışıklığı. Birbirine . az çok aykırı birçok şeylerden mey­ dana gelen demektir. Bu anlamda basit (yahut yalın) karşıtıdır. .Anla­ şılması zor, bulanık anlamına da kullanılır. - Dilbilgisi terimi olarak karmaşık cümle (iki veya daha fazla cümlecikli cümle) , Kannaşık ful (yeterlik, yetersizlik, yapmacık, beklenmezlik, gereksime fiilleri ) sözleri lmllamr. Bk. Anlatım.



��



KARŞINLIK



toplanması hali. Görünürde birbirini çelen iki fikrin bir kavramda 'gibi. «Yaşıyan ölüler»



KARŞITEZ



karşıtı bulunan göAntitez. Bir çeşit çatışkıdaki ileri sürülen tezin rüşe denir. Bk. Tez.



KARŞITLAMA



okuyanı iki karşıt şey Tezat, antitez. Zihne hemen çarpması ıçın , tasvirde, tenkid glarda Diyalo denir. na karşısında bulundurma sanatı 185



yazılarında karşıtlama, fikri kabarık gösterir. Fikrin belgin!iğine üs­ lfibun süslülüğüne, heyecanın canlılığına yarar. Çok karşıtlık yapılmış ilslQba karşıtlamalı üslQp denir. Bk. Tezat, karşıtlama 'örneği. TECELLİ Nedir benim bu çilem Hesap bilmem Muhasebede memurum En sevdiğim yemek imambayıldı Dokunur Bir kız tanının çilli Ben onu severim O beni sevmez



Oktay RIFAT



KARŞITLIK Karşıt olma hali, zıddiyet (fr. conraste ) . Söz sanatlarındandır · birini ötekinin yardımıyle değerlendirmek için



bir araya getirilen



İ



b rbirine



uymaz şeyler arasındaki ayrılık. Bk. Tezat. Karşıtlık örneği. Kani ol gül gülerek geldiği demler şimdi Ağlanın yadıma geldikçe gülüştüklerimiz. Mahir BABA



KARUN Zenginliği ve aynı zamanda cimri!iğile ün salmış bir kimse ; o ka­ dar zenginleşmiş ki, hazinelerinin anahtarlarını



güçlü kuvvetli kırk



kişi zor taşırmış. Fakirken Musa peygamberin yol göstermesiyle zen­ ginleşmiş, malının vergisini vermediği için yer kendisini yutmuş,



malı



mülkü gözleri önünde yerin dibine batmıştır. Bk. Musa.



KARZ-İ Şİ'R Şiir sanatı, poetika, ilm.-i şi'r; eski edebiyatımızda ikinci derecede sayılır. Bk. Şiir. Poetika.



KASİDE Divan



Edebiyatında



eh



çok



kullanılan



nazım



şekillerinden



biri.



Çoğun zaman kalıplarda, 30 ve daha fazla beyit olarak yazılır. Kafi­ yelenişi ; aabaca şeklindedir. Genel olarak hemen her kaside tasvirim si bir parça ile başlar. Bu kısma nesip, teşbip adı verilir. Ramazan, bay­ ram, bahar, kış gibi konulara yer verilen bu kısım şiire en uygun bö­ lümdür. Şair bundan sonra, kaçılan yer anlamına gelen bir girizgah'la kasidenin medih kısmına girer Medih yapılan bu bölüm medhiye adını alır. Araya aynı vezin ve kafiyede bir başka gazel sıkıştırılabilir ki, buna tegazzul denilir. En sonra şairin kendisini öğdüğü fahriye ve dua bölümü ile kaside sona erer. Kasidelerde ilk beyite matla' ; son beyite makta' ; en güzel beyite beytülkasit ; şairin adı geçen makta'ya yakın beyite tac adı verilir. Tanrının birliğini terennüm eden kasidelere tevhit ; Tanrıya yalvarışları bildirenlere münacat ; Peygamberlerin özelliklerin­ den,



meziyetlerinden bahsedenlere,



din ve



tarikat ulularını övenlere



naat denilmektedir. Divan şairleri, başta devrin padişahı olmak üzere, devrin ileri gelenlerini övmek için kasideler yazarlar; bunları sunmak suretiyle 186



kendilerine



menfaatler sağlamağa



çalışırlardı.



Nef'i



kaside



vadisinde en baııarılı şairimizdir. Tanzimat'tan sonra bazı şairler ka­ sidenin iç yapısında önemli değişikliklerle ortaya çıkmışlardır ki, bun­ ların en ünlüsü Namık Kemal'in Hürriyet Kasidesi'dir. Divan Edebiya­ tı'mn en güzel naatlarından sayılan Su Kasidesi'nden bir örnek: (Matla ve nesip. ) Saçma e y göz, eşkden gönlümdeki odlare sfı, Kim bu denlfı dutuşan odlare kılmaz çitre sfı. Suya versin bağban gülzarı, zahmet çekmesün, Bir gül açılmaz yüzün tek, verse bin gülzare sfı. Dest-bus'u arzusiyle ölürsem, dostlar, Kfıze eylen toprağım, sunun anınla yare sfı. (Girizgah. ) Tıynet-i pakini ruşen kılmış ehl-i aleme, İktida kılmış tarik-i Ahmed-i Muhtar'e su. (Medhiye başlangıcı.) Seyyid-i nev'-i beşer, de,rya-yi dürr-i ıstıfa, Kim sepüptür mu'cizatı ateş-i eşrii,re sft. (Fahriye, tac.) Yümn-i natinden güher olmuş Fuzftli sözleri, Ebr-i nisandan dönen tek lü 'lü-i şehvare sft. (Makta: dua.) Umduğum oldur ki, ruzi haşr mahrum olmıyam, Çeşme-i vasim vere men teşne-i didare sft. FUZULİ



KASR Kısa kesme, kısma, kısaltma. «Mah» yerine «meh», «şah», yerine « şahsüvar» yerine «şehsüvar» kullanılması kasr olarak kabul



«şeh», edilir.



Divan



edebiyatında,



vezin



yüzünden,



uzun



heceyi



hafifletmek



gayesiyle kasr kullanıldığını .sık sık görüyoruz. «İskender yerine «Sken­ der», «İstanbul» yerine «Stanbuh>, «Eflatun» yerine «Flatum>, «Aristo» yerine «Rosto» denildiği gibi. Bir örnek : Bu şehr-i Stanbul ki bimisl ü behadır Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır. NEDİM



KATALEKTİK Yunan - Latin şiirinde hecelerinden en sonu eksik mısra (fr. cata­ lectique ) . Bk. Mısra.



KATALOG Belli bir düzene göre yapılmış liste : «Kitap kataloğu, eşya ){at.alo­ ğu» gibi. Bk. Kitap. Katalog şür; Latin ve Rönesans Avrupası şiiri nde sevgili için söylenen, başından sonuna kadar varlıklarla sıfatların sıra­ landığı bir şiir türü. Bk. Şiir. 187



KATAR Hane. Halk şiirinde «dörtlük» !erin tümüne birden verilen isim. Bk. Dörtlük. Halk şiiri.



IiATASTROF Afet, felaket. Tiyatro' da trajedinin acıklı sonucu. (fr.catastrorhe) . Bir tiyatro eserini çözülüşüne götüren son olay. Bk. Tiyatro.



KAT'I Kesiş, kesme. Sözün etkisini çoğaltmak için sözü bir yerinde kesme : susmanın söylemekten daha etkili olduğu yerde birden bire sözü bitir­ me veya sonucu okuyucunun anlayışına bırakma. Kesiş de denilen kat'ı ; heyecanın çok şiddetli olduğu yerde sanatçının imdadına yetişe­ rek, sözü çok daha etkili kılar. Bir örnek: DüNYA GÜZEL! Hadi bir tanem gene söyle Kim kimin dünya güzeli Kim kime deli divane Ne olursun gene söyle Hadi benim dünya giirelim Hadi



canını



Hadi söyle..•



Melih Cevdet ANDAY



KAYABAŞI Çobanların, d ağlarda dolaşanların söyledikleri türkü, koşma Halk edebiyatı türlerimizden olan bu kayabaş1arı, Anadolu'nun her yanında bu­ gün dahi ezgi ile söylenir. Bk. Türkü. Koşma.



KELAM Söz, nutuk, iyi ve



güzel söz. İslamlıkta, Allahın varlığını ve birliğini



akıl, mantık ve ilim yoluyla ispat eden ilim. «Kelamullah» Kur'an, «Ke­ lam-ı kadim» Kur'an, «Kelam-ı Muhammed» Muhammed Peygamberin sö­ zü, «kelam-ı kibar» atasözü haline gelmiş hikmetli söz, mesel olmu ş imlü söz, «kelam-ı manzum» şiir, «Kelam-ı Resül» Hadis, «kelam-ı nefsi» içten konuşma. Kibar-i devlet olmakla kişi mir-i kelam olmaz Giran kıymet niginin ekserlnde nakş-ı nam olmaz.



KELİME Sözcük. Kelime bir veya birden fazla ses birliğinden kurulur. E'.l kü­ çük kelime tek sesten ibaret olan kelimedir. Ses yapısı bakımından kelime­ leı·de bir takır.ı ses birlikleri olduğu göze çarpar, bunlar hecelerdir. Şekil yapısı bakımından ise kelimeler kökler ve eklerden meydana gelmiştir : baş-lar, göz-den, kes-er, al-dı, var-lık, gibi. Uslfıbun anlatım aracı dildir ; dil de kelimeler ile sözdiziminden meydana gelir. -Kelime incelemesi, demek kelimenin 1. sözlükçe, 2. dilbilgisince, 3. metince olan anlamlarının incelen­ mesi demektir. -Kelime haznesi, bir yazarın kullandığı kelimelerin hepsi demektir. Bunların çokluğuna göre üslftp zenginliği veya fakirliği meydana gelir. -Kelimelerin hayatı, kelimeler zamanla değişiklik gösterirler : anlam­ larından bazıları kaybolur, kendine bazı yeni anlamlar katılır, böylece an188



lam darlığı veya genişliği olduğu gibi bazıları da kullanılmaz olur. Bazı ye­ ni kelimeler meydana çıkar. Bunlar kelimelerin hayatı diye incelenir. Eş­



anlamh kelimeler : aşağı yukarı aynı kavramı anlatır görünen kelimelerdir. (Eski edebiyatta Türkçe kelimelerden çoğunun arapça ve farsça birkaç tane eş anlamı vardı : gece= leyl, şeb ... ) Tamı tamına eşanlamlı kelime yoktur; böyle görünenler arasında bir anlam ayırtısı bulunur. Bk. Sözcük.



KELİME KALABALIGI Itnap (fr. d iffusion ) . Söze gereksiz yere katılan kelime çokluğu. Bk. Itnab.



KELİME OYUNU Kelimelerin çok anlamlı olmasından veya benzerliklerinden faydalanı­ larak yapılan nükte veya tevil. Bk. Nükte. Tevil.



IIBLİı"\IE SANATLARI Kelime yanaçları, sanayii lafziye, mecazları ve yapı yanaçlarını içine alan yanaç tür;eri. Kelimenin özel kullanılışından meydana gelmiş bir üs­ lüp süsüdür ki kelime değiştirildiği zaman «SÜS» de ortadan kalkar: !stia­ reler, alegoriler, tevriyeler . . . » de olduğu gibi.



Makali ta'n-i adadan ne gam erbab-ı irfana Atarlar taşı elbette diraht-i meyvedar üzre. MAKAL!



I{ELOGLAN Türk masallarının çoğunda yaşıyan, zel şiiri :



Bilmem ki' nasıl auılatsam, Nasıl, nasıl size derdimi: Bir dert iki yürekler acısı, Bir dert ki düşman başına Gönül yarası desem... Değil : Ekmek parası desem... Değil: Bir dert kl.. . Dayanılır şey değil. Orhan VELİ



KEVSER Cennette bulunduğu anlatılan bir içecek adı olup içilen şeyler hak­ kında «pek lezzetli» anlamında kullanılır. Hadiseler, Kevser'i Cennet'te bir ırmak olarak tasvir eder; sulan şarap, süt ve süzme baldan olduğu söylenir.



Men lebin müştakıyem zühhad Kevser talibi Nitekim meste mey içmek hoş gelir hüşyare su. FUZULİ 190



KIRAAT Mütelaa, okuma. Okuma kitabı ; okumayı öğretmeye yarıyan ki­ tap. Eskiden üçe ayrılırdı : 1. Mihaniki Kıraat; 2. Bedii Kıraat ; 3. Man­ tıki Kıraat. Nazımla yazılmış bir yazının okunması «İnşild» adını alır. Ek. İnşild.



KIRKLAR Kırk kişilik bir erenler topluluğuna verilen isim.



«Üçler, Yediler»



gibi, halk arasında söylenen rivayet ve hikayelerde geçer. Alevi - Bek­ taşilerde muhabbet meelisi'ne «Kırklar Meclisi»,



iki parmaklıkla çev­



rilmiş büyük tören yerine «Kırklar Meydanı», Bektaşilerde nasip alma gecesi içilen şerbete «Kırklar Şerbeti» denir. Bk. Bektaşilik. «Bezm-i Cem» den: Kırkların kalbi uludur



Müminler kalbin eritlir



Gelişin kandan beridir



Söyle oohey can dediler.



KISALTMA Kısa hale getirme. İsimleri, İlk harfleriyle



ktsaca



yazma



yolu :



«Türkiye Cumhuriyeti» yerine «T. C. » ; «Türkiye Büyük Millet Meclisi»



yerine «T. B. M. M.» gi?i.



KISSA Hikaye, rivayet. Baştan geçmiş olay. Kendisinden bir ahlak dersi çıkarılan



kısa hikaye, fıkra, masal,



menkıbe,



kıssa



söyleyen



kimse­



lere kıssaııan, kıssagft denir. Kıssadan çıkarılan sonuç, öğüt anlamına kullanılan «kıssadan hisse almak» sözü meşhurdur. Şeb-i yeldMa uzar fecre kadar kıssa-i aşk



Ta



ki Mecnu� bitirir nutk.unu Leyla söyler



Yahya KEMAL



IilT'A Bölük, parça. En az iki beyitten yapılmış bir nazım parçasıdır. İki beyitten fazla olanlara Kıt'a-i kebire adı verilir. Çoğunlukla birinci ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir. Kıt' ­ alar, matla beyti olmayan küçük bir gazele benzer. Üç kafiyeli, bütün mısraları birbirile kafiyeli kıt'alar da çoktur. Her vezinle yazılır. Ko­ nusu önemli bir fikir, bir nükte, bir yergi olabilir. Kıtalarda şairin mah­ lası bulunmaz. Bir kıt'a : Şeh-i Alibimen, Namık Kemal'in bilmedi kadrini ! .. Diyenler nefsini ifrit-i istibdada kaptırdı. Hayatında küçük bir hane ilısan etmedi



amma



Vefatında onunçün muhteşem bir türbe yaptırdı.



EŞREF



KIT' A-İ KEBİRE denir. Beyit sayısı ikiden fazla olan Divan şiirimizdeki kıt'alara Bk. Divan Şiiri. Kıt'a.



KITIK



veya ı�uvvet Anlamca hiç bir gereği yokken sırf bir cümleye biçim vermiş olmak için katılan söz (fr.expMtif) . Bk. Cümle. 191



KIYAFETNAME Eskiden kılık ve kıyafete göre hüküm çıkarma bilgisinden bah­ seden kitap. Bir memleketin, her hangi bir devrin türlü giyimlerini an­ latan eser. Divan edebiyatında, fizyonomiden, insanların fizik yapısın­ dan ruh yapılannı çıkarmak, insanların beden yapılarından moral du­ rumlanna göre hükümler yürütebilmek yollannı öğreten manzum ve mensur kitap. Bk. Divan Edebiyatı.



KIYASA MUHALEFET Dil



kurallanna



aykırı



olarak sözcük



kullanmak,



cümle



kurmak



anlamlarında kullanılırdı. Bk. Galat.



KIYASLAMA Karşılaştırma, mukayese etme. Bir benzetme yapmada benzetilen ile benzetmeiik arasındaki kanp.Iaııtırma. Bk. Benzetme.



KIZILBAŞ Şi'i mezhebinin mensuplarından bir kısmı; Şah İsmail Safevi ta­ raflısı. İslamlıkta genel olarak Sünni�er'in Şi'iler'e ve Aleviler'e ver­ dikleri isim. Şiiliğin yayılması uğruna yaptıkları savaıılarda ilk defa ba§lanna kırmızı mendil saran, kırmızı börk giyen, XVI. yüzyıldan bu yana Şiiliğe girmi§ bulunan Türlr..m.enler, sonradan hep kızılbaş ola­ rak tanınmı§lardır. Bunlann din ve mezhep anlayı§ları çok geniş ve toleranslı olduğu için, Sünniler onları gerçek Müslüman saymazlar, on­ lara din kurallarını umursamayan dinsiz gözüyle bakarlar. Bl;:. Sünni, Şii. Kızılbaş baba'sının sözüne müritleri candan inanırlar: Za.bit, şükür Allaha nfişi şeralıı Sana haram, bize helal eyledi.



KIZILELMA Türklerin Orta Asya'dan batıya doğru ilerleme amacını belitten bir sembol. Sonra «Türkçülük ülküsü» anlamında ku:lanılmı§tır. Ziya Gökalp'in Türk masallarından aldığı konulan hece ölçüsüyle ya7,dığı §iirlerinin toplandığı kitabı ( 1913) da bu adı taııır.



KİI\LOP Yunan mitolojisinde tek gözlü dev çobanlara verilen isim. Sicil­ ya'da dağ tepelerindeki mağaralarda yaşadıklarına inanılan, tek göz­ leri alınlarının ortasında olan Kiklop'lar, ateıı tanrısı Hephaestus'un yardımcılandır; tannlar için silah ve sava§ araçları yaptıklarına ina­ nılır. Bk. Mitoloji.



KİNAYE Bir sözü hem hakiki hem mecazi anlamiyle birlikte kullanma sa­ natı. İsteği, dolayısile anlatan, üstü örtülü dokunaklı söz. İki anlama gelecek bir söz söylemek olan kinaye,



açıkça söylendiği zamftn ho§



kaçmıyacak şeyler, tahkir, istihza gayesi taşıyan haller için uygun bir söz sanatıdır. «ytlzü kızarmaz, ocağa incir diker, kolu uzun, açık göz. » gibi. «Taş bağırlı» kinayeli bir dörtlük: ..



192



Ben toprak oldum yolunda Sen aşurı gözetirsin Şu karşnna göğüs geren Taş bağırlı dağlar mısın 'l



Yunus EMRE



KİPROKO Birini başkası, bir şeyi başka bir şey sanmaktan doğan yanlışlık, ya­ nılmaca (fr. quiproquo) .



KİŞİLİK Şahsiyet. Bireyin sosyal çevre içinde aldığı etki ve izlenimlerle beliren davranış özelliği. Bk. Kişisel.



KİŞİSEL Yalnız bir ki§iye ait olan, şahsi. Bir kimseyi öteki kişilerden ayırdettirecek olan kişilik görünüşü. Yazılannda belirli bir ki§iliği olanlar, sayılı yazarlar arasına girebilirler. Yazma sanatında illıamm yeri yoktur; her şey dü§üncenin eseridir. Edebiyatta kişisellik, şairin veya yazarın anlatışında, yarattığı kahramanlarda, sanatçıyı öbür sa­ natçılardan her bakımdan ayıra.."'l toplu karakter özellikleıinde görülür. Bk. Sanatçı.



KİTABI!. ' Yazıt. Kazılmış, kabartma olarak yazılmış yazı. Bir yapı üzerine kazılmış yazı. Bk. Epigraf, Yazıt.



KİTABET İnşa; katiplik, yazmanlık, bir şeyi kural'.ara uyamk kaleme almak hüneri. Bk. İnşa.



KİTABİYAT Kitap bilgisi. Bk. Bibliyografi.



Bibliyografi,



bibliyografya



karşılığı



kullanılmı§tır.



KİTAP Yazılmış veya basılmış yaprakların bir bütün meydana getirecel;: biçimde bir araya getirilmesiyle ortaya çıkan bütündür. Her türlü ki­ tapların konulan, yazarları, baskılan, hangi kitaplıklarda bulundukla­ rı hakkında geniş bilgiye ; bir konu üzerindeki yayınların tümüne ; bu yayınlan anan dergiye ; bir dergi veya gazetede yeni çıkan kitaplar üze­ rine bilgi veren sütuna kitap bilgisi, bibliyografi denir. Kitabiyat, bibli­ yografya aynı anlamdadır. Bk. Bibliyografya.



KİTAPLIK Kitap rafı, kitap dolabı, kitap odası ya da dairesi . ( fr. Bibliotheque. ing. Book - case, reading roôm) . İstenildiği zaman okunmak için her tür­ lü konudaki kitaplann topluca bulundurulduğu yer. Bk. Kitap. Kütüp· hane.



KLASİFİKASYON Birçok şeyler arasında birbirlerine benzeyenleri ayırma, sınıflama, smıflandınna. Bk. Arşiv. F. : 13



193



KLASİK Fransa'da XVII. yüzyıl yazarları,



eserleri. Üzerinden çok zaman



geçtiği halde değerinden kaybetmeyen eser veya sanatçı. Sanatta kural­ cılık, eskiden kalma olup gelenek halini almış olan,Yunan Klasikleri, Fransız Klasikleri, klasik usuller gibi Eski Yunan ve Latin veya XVII.



yüzyıl sanat örneklerine de klasik adı veri:ir. Klasik kelimesi, bir ede­ biyat terimi olarak, önce xvıı. yüzyıl ikinci yarısında yetişen büyük Fransız şaiirleri için birinci sınıf yazar yerine kullanılmıştır. Gerçekte klasik sanat, bütün Avrupa sanatlarına örnek olan eski Yunan, Latin sanatıdır. Fakat bugün klasik kelimesi daha geniş bir anlam kazandığı için, belirli sanat kurallarına ve geleneklerine göre yazılan kendinden sonrakilere örnek olacak kadar sürekli tesir bırakan birinci sınıf sanat eserlerine klasik eser, yazarına da klasik yazar adını veriyoruz.



KLASİSİZM Klasikçilik. Bu sanat okulunun gayesi, tabiatı akla uygun bir şekil­ de taklit etmektir. Klasisizm'e göre sanatın üç temeli vardır; akıl, sağ­ duyu, doğa. Bir eser güze;liğini,



değerini akıldan alır. Sağduyuya uy­



mayan hiçbir anlatımın estetik değeri yoktur. Hiç bir şey gerçekten daha güzel olamaz. Ancak gerçek sevimlidir. İnsan ruhu inanmadığı hıçbir şeyden heyecan duymadığı için, tabiatı taklit gerekir. Klasisizm'de gayeye varabilmek için ;



t abiattan ayrılmamak,



aklıselimden



Grek ve Latin kaynaklarından faydalanmak;



uzaldaşmamak;



sanatçının daima kusur­



suzluğa varabilmek için istek duyması şarttır. Klasisizm için; «1660 ede­ biyat akımı» da denilir. Konuların insan tabiatına uygunluğu, davranış­



ların aklın denetine bağlı oluşu, konuların gerçekliği klasisizmin temel özellikeridir. Gide'e göre: «Klasisizm, geçici rağbeti değil, sürekli rağ ­ beti arar.» Ana dilin en gfü:el biçimle yazılması; biçim kusursuzluğu, ku­ rallara tam uygunluk, din dışı konulara eğilim klasik yapıtların temel nitelikleri arasındadır. Corneille, Racine, Mo:iere, La Fontaine, LaBru­ yere klasisizmin en ünlü öncüleridir. Bk. Neoklasisizm.



KLİŞE Baskı işlerinde kullanılan kabartma, oyulu ya da düz maden levha. Mecazi anlamda; basma kalıp söz veya yazı. Bk. Mecaz.



KOÇAKLAMA Halk edebiyatında,



kahramanlık duygularını



anlatan,



kavgalarla



savaşları tasvir eden manzumelere denir. Söylentilere göre ; delik - demir ( == tüfek) icat olunup da eski kahramanlık ge:enekleri ortadan kalkınca Köroğlu aı:ıağıdaki koçaklamayı söylemiştir : Benden seıam olsun Bolu Beyine,



Çılup şu dağlara yaslanmalıdır; Ok gıcırtısından, kalkan sesinden Dağlar gümbür gümbür seslenmelidir. Düşman ge!di, tabm- tabur dizildi,



Alnımıza kara yazı yazıldı, Delik - demir çıktı, merdlik bozuldu, Eğri kılıç kımla paslaln.'llalıdır.



194



Köroğlu düşer mi yine şanından '! Ayırır çoğunu er meydaınmdan, Kır - At köpüğünden, düşman kanından Çizme dolup şalvar ıslanmalıdır. KÖROGLU



KOMEDİ Komedya. İnsanların ve



olayların gülünç yan:arıru



ortaya



koyan



tiyatro eseri ve oyunudur. Bu eserler sonu acıklı olmamakla beraber, en çok topluluğun kusurlarını, gülünçlüklerini belirtir. Komedi bizi gül­ dürmekle



kalmaz,



aynı



zamanda



düşündürür.



Her



attığımız kahka­



hanın altında acı bir gerçek gizlidir. Komedi için; yaradılış ürünü huy­ ların değil, parazit huylann toplamı denilmektedir. Biz bu p arazit huy­ lan toplum içerisinde kazanmaktayız. Komedi,



trajedi gibi, eski Yu­



nanistan'da bağbozumu tanrısı Dionysos şerefine yapılan din törenle­ rinden doğmuştur. Klasik komedinin öze�liklerini şöyle lük hayattan, çağdaş top�umdan alınır;



sıralıyabiliriz : ı. Konu gün­ 2.. Trajedide olduğu gibi üç



birlik kuralına uygundur ; gü:ünçlükleri ortaya koymak gayesi güdülür ; 3. Her türlü şakalara, kaba sözlere yer verilir; uslüpta asa·et aranmaz ; 4. Çoğunlukla kişiler halktandır; manzum olarak yazılır ; yalnız XVII. yüzyıl klasik edebiyatında mensur komediler de yazılmıştır ;



5. XVII.



yüzyıla gelinceye kadar ki komediler beş perdeliktir. Klasisizm akımın­ dan sonra perde yazann isteğine göre ayarlanmış, nesirle de yazılma­ ğa başlanmıştır. Komedi yazarlarının en büyükleri; Yunanlı Aristcp­ hanes {M.Ö. 445 - 385 ) , Fransız Moliere başlıca



gayesi insanları gülünç



hale



( 1622 - 1673 )



getiren



kökleri



dir.



Komedinin



ruhtan



koparıp



atmaktır. Komedi türleri



şunlardır :



1.



Acıklı tarafı gülünç tarafından



çok



olan Acıklı Komedi ; 2. Her perde sonunda danslar yapan Baletli Komedi; 3. Krallan, prensleri, büyükleri gösteren Büyükle r Komedisi; 4. Çoban­ ların sevişmelerini gösteren ÇohaJn Komedisi; 5. Olaylann karışıklığile merak uyandıran Dolantılı Komedi ; 6. Yunan komedisinin M.Ö. 480 yı­ lına doğru başlıyan en e ski, korolu Eski Klasik l{Cımeıli; 7. Sanat değeri olmayan kaba saba komedi Fars, 8. Konu olarak belli bir karakteri ele alarak gelişmelerini gösteren Karakter Komedisi ; 9. Yunan komedisinin korosu kaldınlmış ve gelişmiş o:an, yeni devre yol açan



Orta Klasik



Komedi ; 10. Sahneleri birbirine bağlı olmayan Parçalı Komedi ; 11. Bir sınıf halkın gülünç taraflarını gösteren Sınıf Komedisi ; 12. Yunan ko­ medisinin !skender zamanına rastııyan Son Klasik Komedi; 13. Konu­ su tarihten alınan Tarih Komedisi ; 14. Bir sınıf ha�kın töresini gösteren Töre Komedisi; 15. Karakter, töre türlerini çevreliyen Yüksek Komedi. Ek. Tiyatro.



KOMİK Gülünç, güldürücü ; komedi özel!iğini taşıyan, Dramatik bir tiyatro oyununda çok gülünç olan bir sahne «komik röliyef» adını alır. Bk. Ko­ medi.



KOMPOZİSYON Birçok parçalan bir araya getirip bütün yapma;



müzilt seslerini



blr araya düzenleme (fr. composition ) . Kompozisyon yapmaya kompoze 195



(:fr. composer) denir. Edebiyatta kompozisyon; bir konunun çe§itli bö­ lümlerini bir birlik altında toplamadır. Kompoz isyonda fikirler, olaylar, duygular, verilen örnekler yerli yerinde olmalıdır . Bir kompozisyon ya­ zarken konu ile ilgili maddelerin toplanmasına buluş ; buluşların bir sı­ raya konulmasına düzenleyi ş; yazı şekli verilmesi ne anlatış denir.



Öğrencilere verilen talırir ödevlerine öğrencilere fikirlerini sıraya koyup . anlatmasını öğretmek için yaptırılan yazı çalışmalar ına da kom­ pozisyon adı verilir. Bunlar az çok uzunca ve kişisellik isteyen yazılar­ dır. Kompozisyonlarda ; en çok görülen yanlışlıkları şöyle sıralıyabiliriz:



1. Kelimeyi yerinde kullanmamak, 2. Bozuk cümle, 3. Fena anlatım, 4. Söylenilmek istenenden başka §eyler anlatmak, 5. Fikirlerin birbirini yalanlaması, 6. Garabet, 7. Plansızlık, 8. Bilgi ve gözlem yanlışları, 9. Boş sözler, 10. Kelime tekrarları, 11. Kapalılık, ve mübalağa. Koınpo­ zisyon



düzeltmeleri yapılırken, hatalar, cesare t kırarcasına hemen ve toptan söylenmemeli ; önce ortaklaşa yanlışlar üzerinde durmalı, bu yan­ lışların da en çok tekrarlananları öncelikle ele alınmalıdır. Düzeltmele r, sözlü uyarmalarla peki§tirilmelidir.



Kompozisyonda baı.;arı için birlik, denge ve canlılık şarttır. Birlik.



denge, öğelerin ana fikrin çevresinde oran­



ana fikirden ayrılmamaya ; tılı bir



biçimde



bir



dırıcı



canlılık anlatımın sürükleyici, ilgi uyan­



bulunmasına ;



kıvraklık



taşımasına



denir.



Bunları



uygulamamız ;



Kelime



hazinesi, cümle, paragraf yapısı, imla, noktalama ile fikirlerin düzenlen­ mesine sıkı sıkıya bağlıdır. Kompozisyonla edebiyat bir bütündür; kom­ pozisyonsuz edebiyat, edebiyatsız kompozisyon olamaz. Ek. Edebiyat.



KONFERANS Bilim öğretmek



iddiası gayesi



taşıyan



konuşma.



Halka



güttüğü için, öğretici



rene Konferanscı adı



verilir.



bir



konuyu



edebiyata girer.



Konferanscı,



istediği



aydınlatmak, Konferans ve­



konuyu



anlatabilir.



Söylevde dinleyicileri bir davaya inandırmak veya onları bir telkin al­ tında bulundurmak amacı ön planda olmasına rağmen, konferans öğre­ ticilik niteliğile, konuşur gibi konuların açıklanmasile söylevden ayrılır. Konferanslar çoğun bir kalabalığa sanat,



teknik,



fikir, duygu öğelerile



ilgili konuları açıklar. Her çeşit söz türlerinde olduğu gibi konferansda da konunun ilgi çekici olması, yenlerin sabır dereceleri sözler



kolayca



anlaşılmalı,



göz önünde bulundurmalı ; lerin



ilgilerini



çekmeli,



birlik,



esastır.



açıklık, ses, güzel Türkçe, dinle­



Konferanslarda



konuyu



dinleyicilerin yaşlarını,



anlayış



dağıtmamalı, derecelerini



konuşmaya başlarken, konuşurken dinleyici·



sıkıcılıktan kaçınmal ı;



ne



fazla bağırmalı,



ne



yavaş konuşmalı, keskin sesler çıkarmamalı ; fazla el, kol, yüz işaretle­ rınden



kaçınmalı ;



cüm!erler



dilbilgisi



kurallarına



uygun



olmalı;



feransların en çok bir buçuk saat olabileceği düşünülmelidir.



kon­



Ek. Ko­



nuşma.



KONFORMİZM Uyuşma, aykırı olmama; çağdaş taplumda geçer olan benzeşen duy­ gularla düşüncelere bağlı bulunma. Ek. Çağdaş.



KONSEPTİZM !spanya'da bilgince



196



onaltıncı



yüzyılda,



fikirlerle geli§tirme



akımı.



bir



yazarın



Çok



gi



il



eserını



çekici



inceliklerle



yeni



ve



dü§üncelerle



nesirde söz sanatçılarına geniş yer veren bu çığırın izlerine Shalrnspe­ are'in ilk komedilerinde çokça rastlanır. Bk. Söz Sanatı.



KONSEPTÜALİZM Kavramcılık



(fr. conceptualisme) .



Genel fikirler belleğin bir kav­



ramıdır yolundaki doktrin ; mefhumiyet. Bk. Doktrin.



KONSON Sessiz harf



( fr. consonne ) .



Seslerin kulağa hoş



gelecek



biçimde



akordu konsonans (fr. consonance) adını alır. Bk. Sessiz.



KONSTRt!KTİVİZM Yapıcılık (fr. constructivisme ) . Bu çığır, sahnede n:ekanik ve fizik araçlarla bir



telkin havası yaratmak temeline



dayanan



yeni



tekniğe



göre eser yazma yoludur. Bu edebiyat akımı, 924'de Sovyet Rusya'da gelişti, mo­ nunun dışına çıkılmamalıdır. Her konunun madde, görüş noktası, �kil ,



olmak üzere üç yönü vardır. Bk. Kompozisyon.



KONUŞMA Konuşma ; dinleyicilere karşı bir kimsenin belli söylediği sözler üzere



bir konu üzerinde



( fr. dialogue ) . Fikrin sözle anlatılması, karar vermek



bir mesele



hakkındaki



fikirleri,



karşılıklı şunu bunu



anlatmak,



yarenlik etmek konuşmaktır. En eski zamanlardan beri insanların ha­ yatında önemli bir rol oynıyan konuşma; her şeyden önce, para gibi bir alış veriş aracıdır. Öyle ki, bileşik bir fikir anlatmak için birbiri ardın­ ca söylenen kelime dizisi olarak kabul edilen söz ; yalnız senle beni bir­ leştirmekle kalmıyor, radyonun aracılığiyle milyonları kucaklayıp etki­ liyor.



İyi kanuşmak, güzel konuşmak ·bir sanattır. Her sanat gibi incelik­ lerini öğrenmek ister. Hoş sohbet dediğimiz adam kalblere kadar uzanan yolları bulur; güzel konuştuğu için kendisini sevdirmesini



bi!ir. Güzel



konuşan kimse, Meta kişisel bir manyetizma taşır. Konuştuğu kimselere istediğini yaptırır ;



sebepleri çözümlenmiyen sihirli bir kuvvetle



or.iarı



etkisi altında bırakır. Yüzyıllar boyu, konuşma sanatı üzerinde düşün­ memizin nedenlerini tek şahıs, zümre idaresinde aramak gerekir. 197



Hitabet ; demokrasi idaresinin doğurduğu ve geUştirdiği bir sanattır. Bu bakımdan, konuşma sanatını bilen bir kimse için «Söz gümüşse, sü­ kut alr�dır»



sözünün



bir



anlamı



yoktur.



Konuşma



sanatını



bilen



için



«Sükut giimüşse, söz altındır. » Konuııma sanatını bilmeyen bir kimse ; ne kadar zeki, ne kadar değerli olursa olsun, sözlerini dinletemez; kar­ ııısındakini inandıramaz; disinden uzaklaştırır ;



çevresindekilerin canlarını sıkar ;



herkesi



ken­



konuıımasını beceremeyen bir zavallı «traşçı.ı>



de­



rekesine düııer; ağzım açtığı andan itibaren kendisine zarar vermiş olur. Güzel konuşma san'atından anlıyan bir kimse, tatlı sözlerle ifade etti.ği güzel bir fikirle, herkesin kalbini kazanabilir. Bk. Hitabet. Söylev.



RONUŞMA YAZARI Bir filmin konuşmalarını yazan



( fr. dialoguiste ;



ing. dialogue wri­



ter) Bk. Senaryo. Konuşma.



KONVERSİYON Son yinelemesi



(fr. conversion ) . Söz sanatlarındandır ; arka ark::ıya



gelen cümleleri veya cümle niteliğindeki sözleri aynı kelime ile bitirme :



Her şeıy sizln, vatan da sizin, şeref de sizin. Tevfik FİKRET



RORKU OYUNU Korkunç olayların yer aldığı oyun türü.



Fransız yazarı Andrfi de



Lorde bu tür oyunların öncü yazarlarından sayılır. Korku oyunları, ge­ nellikle, 1 veya 2 perdedir. Bk. Oyun.



KORO Topluca sahnede söylenen



şarkı,



söz ;



böyle



söyliyen kalabalık



(fr.



khoro) . Eski trajedi v e komedilerde, koronun önemi büyüktü. Koro, per­ de arası olmıyan Yunan tiyatrosunda, olayın anlamını, önemini, etkile­ rini ve yankılarını belirten sözler terennüm ederek, bazan bizzat o'aya karışarak tiyatroda düzenleyici, bağlayıcı bir rol oynardı. Koro, oyun sı­ rasında oyuncularla konuşur, oyuncular sahneden çekildikten sonr�. §ar­ kı söyler, böylelikle oyunun devamı sağlanırdı. Bk. Trajedi. Alman Ede­ biyatı'ndan Selahattin Batu'nun çevirisiyle bir koro:



Milyonlar ! Koşunuz, kucahlaşınız! Bütün dünyanın öpüşüdür bu. Kardeşler! Bu yıldızlı kubbe üstünde Durmalı sevgili, ulu Tanrımız ! Kim ki bir dostun dostu olmanın Mutlu bahtiyle bahtiyar ise; Kim



o



erde mli . eşi bulduysa



Katsın sevincini sevincimize. Friedrich SCHİLLER



KOŞMA Halk edebiyatımızın



4+4+3



veya



6+5



en



yaygın



nazım



duraklı olmak üzere



şekillerinden



onbir hecelidir.



biridir..



Çoğu



Aynı koşma­



da bazen bu iki durağın kullanıldığı olur. Kla.sik şekli dörtlük denilen dört mısralık milli nazım birimlerinden 3-6 sının ard arda sıralanması



198



ile meydana gelir. Kafiye düzeni birinci dörtlükte abeb veya abab ; diğer dörtlüklerde aaab şeklindedir. Aşık edebiyatının en önemli türü koşma­ dır. Divan edebiyatının «gazel» i gibi lirik konu'arı işlemekte kullanılır. Aşk, sevgi, tabiat güzellikleri koşmanın en belli başlı konuları araEın­ dadır. Halk edebiyatı sıkı kurallardan pek hoşlanmadığı için, esas ölçü­ mü onbir hece!i olan koşmayı, değişik ölçülerde görüyoruz. Koşma'nın insan ve doğa güzelliğini öveni güzelleme; yiğitlik tema'sını işliyeni ko­



çaklama; bir kişiyi ve toplumun kötülüklerini eleştireni ta.şlama; yasla ilgili olanları ağıt adını alır. Bir koşma örneği: Bülbül ne yatarsın bahar erişti Çağıltının bol olduğu zamandir Kat kat oldu gül yaprağa karıştı Gene bülbül kul olduğu zamandır Gene ha.har cldu açıldı güller Feryada başladı yine bülbüller Başka bir hal olup açtı sümbül!er Aşıkların del'olduğu zamandır



Gene bülbül bilir gülün halinden Yeter deli oldwn ylırin elinden Rüzglır a§ıp gelir yayla belindllll Yardan bize gel kredim Alplar başın togra1hm Emti meni kim tutar !



Kanı akıp yoşuldu Kabı kamug teşildi Ölüg birle koşuldu Toğmuş küni uş batar!



Etil suvı aka turur Kaya tübi kaka turur Balık telim baka turur Köliin takı küşerür!



KOVBOY ROMANI A. B. D.'nin ·Uzak Batı bölgcierinden lrnnusunu alan roman ( fr. ro­ man de cowboy) . Bu romanlar, o bölgelerin tarih olaylarından, folklo­ rundan geniş ölçüde faydalanır. Başlıca özellikleri : Batı'ya göç, Kızıl­ derililerle savaş, bir ulusun doğuşu, bu çağlardaki doğa - insan mücade­ lesi, bağımsızlık savaşı. kanun adamlari' e kanun dı§ı adamların çarpış­ ması. Bu romanlarda çoğunlukla bir erkek kahraman, bir sevgilisi, bir de kötü adam vardır. Olay; kavga, dövüş, at üstünde kovalama, silah 199



çekmelere dayanan bir örgü içerisinde devam



eder;



bazılarında psiko­



lojik yön ağır basar. Bk. Roman.



iiOVUŞTURMAZLffi Bir cümlede baş�amış bulunan bir kuruluşu bırakıp sözü başka bir kuruluşla bitirme çalımı (fr. anaeoluthe ) . «0 sana bu kadar iyilik etsin, sonra da ondan en ufak bir yardımı esirgemek ! » gibi.



KOZMOPOLİT Birçok uluslardan meydana gelen, yabancı bir ulusa hayran,



dün­



yayı vatanı sayan kimse anlamında kullamlır (fr. eosmopolite) Bk. KCTL­ mopolitizm.



KOZl\IOPOLİTİZM Kozmopolitçilik



( fr.



eosmopolitisme ) .



Ulusal,



yerli



bir



rengi,



bir



karakteri olmayıp işine gelen yabancı özellikleri alan, yabancı ülkt>ler­ den gelen her türlü etkileri bir yazarın yazılarında benimsemesi.



Bk.



Yazar.



KÖY EDEBİYATI Konusunu köyden alan edebiyat. Bizde gerçek anlamiyle 1940 dan sonra gelişen: Türk folkloruna, an Tür�ye, duyulan, konuşulan dile önem veren ; doğrudan



içtenliği ön plA.nda tutan ; yaşanılanla anlatılan arasında



bir



ilgi



kuran ;



gerçeklere



dayanan,



nesnel



düşünceli



Köy



Edebiyatı akımı da yeni Türk edebiyatı çerçevesine girer. Türk köyün­ deki hayatı gerçekçi bir dille anlatan Mahmut Makal'ın Bizim Köy adlı kitabı köy edebiyatımızın en önemli ilk eserleri arasındadır. Kemal Ta­



bir, Samim Koca.göz, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, nhan Tanıs, Talip Apaydın, Fakir Baykurt,



Mehmet



Başaran edebiyatımızda,



köy



prob­



lemlerini değişik açılardan derinlemesine ele alan, eserler verdiler. Ede­ biyatımızı, şehir aydınlarının malı olmaktan çıkaran, Türk halkının yüz­ de seksenini meydana getiren köylümüzü ele alan köy edebiyatı;



çekçi, nesnel, özel yaşantılara, gözlemlere dayanan mektedir.



Bu



edebiyatın



amaçlarını belirten,



sanatçıları,



halktan



bir



gelen,



ger­



özellik göster­



halkın



görüşü.nü,



topluma ve bireye yeni bir anlayış getirmişlerdir.



Bk. Türk Edebiyatı. Köy Romanı.



KÖYOYUNU Kaynağı dinsel olan, ilkel konulu oyun. Bolluk, sevgi, savaş, kıskanç­ lık, yoksulluk,



yağmur törenleri gibi gösteriİerde bu



Türkiye'nin hemen her bölgesinde



kendine



özgü



Köylüler bunlara «oyun çıkarma» adı verirler.



bir



oyunlar oynanır. lı:arakteri varı:Iır.



Bk. Oyun.



KÖY ROMANI Konusu köy havası ve özellikleri içinde gelişen roman. Eski kır ro­ manlarının şairliğe resimciliğe kaçan tasvirli romanlarının yerini bugün, köyün sosyal yapısını inceleyen, köylülerin ekonomik hayatını konu edi­ nen yeni bir köy romancılığı gelişmiştir. Bk. Roman.



KRAL ŞARKISI Fransız edebiyatına özgü onbirer mısralı beş bentli ve son bitiriş ben� di sekiz mısralı bir nazım şekli (fr. chant royal ) .



200



KREASYON Yokluktan çıkarma e�lemi.



Yaratma;



kuruluş ;



yaratılış.



Bir rolün



ilk yorumu. hk model. Bir oyunun ilk sahneye konulması. Bk. Kreasyo­ nizm. Yaratma.



KREASYONİZM Yaradışçılık (fr.creationnisme ) . Tabiatı, ancak tabiattan edinilen iz­ lenimin ö:çüsünde anlatmayı hedef tutan izlenimciliğin !spanya'da açtığı sanat çığırı.



Şili'li şair Viceonte Huidobro'nun



Buenos Aires'de



1916 da



kurduğu bir şiir akımıdır. Bu akıma göre ; doğadaki nesne yaratılma so­ nucu meydana geldiği gibi, şiir de yaratılmalıdır. «Niye gülü terennüm edesin, şiirinin içinde açsın o gül.» Fransız şairi Reverdy de ayın görüş­ tedir. Bk. Empresyonizm.



KRİTER Nicelik veya nitelik cinsinden bir karşılaştırmaya temel olmak üze­ re seçilen bir standart, norm hüküm ; bir iş veya objeyi değerlendirmede başvurulan ölçüt. Bk. Değer.



IffiİTİK Eleştirme, tenkit ( fr. critique ) . Bir fikrin, bir hükmün doğruluk ve­ ya yanlışlığını ortaya koyarak gerçek değerini belirtmek için onu incele­ mek. Bir



sanat eserini inceleyip değeri hakkında hüküm vermek.



Bir



filmin sanat, estetik, teknik, ideoloji, toplum-bilim bakımlarından değer­ lendirilmesi.



Otokritik (fr. Autocritique) ,



kendi



kendini



eleştirmedir.



Kritisizm., ; (fr. critisme ) eleştiricilik anlamırıtla kullanılır. Bk. F'-�tıri. Kritisizm.



KRİTİSİZM Eleştiricilik. Kendi üstünde derin düşünmeye dalan tüm felsefeler ; doğmatizmin karşıtıdır. Bilincimizin analizinden hareket eder ( fr. critisme) En büyük temsilcisi Kant'tır. Bk. Eleştiri.



KRONİK Fıkra



(fr. chronique ) . Günlem. Bir gazete veya derginin belirli bir



köşesinde, genel bir ad altında, günlük mese!elerden kısaca bahseden; günlük olayları bir fikre bağlıyarak nükteli, iğneli bir dille anlatan, kısa yazı. Kronik yazarına Kronikör ( fr. chroniqueur) fıkracı da denilir. Kro­



l:ı.ik, günlük işlerin sanatlice yazılmış şeklidir. Bk. Fıkra.



KRONOGRAFİ Anlatılan



şeyin



geçtiği zamanı



tasvir



etmek



anlamına



kullanılır.



(fr. chronographie ) . Tarihsel romanlar için büyük gereklilik taşır.



Bk.



Roman.



KRONOLOJİ Tarih sırası ( fr. chronologie) . Bir olay için gösterilen tarih ; bir şe­ yin meydana geldiği tarihi gösterme işi. Resmi tarihçiler dediğimiz vaktv



nüvislerin, olayları oluş tarihlerine göre sıralamaları. Hikaye, roman, ti­ yatro gibi edebiyat türlerindeki olayların oluş sırasına göre ayarlanma­ sına «kronolojik düzenleyiş» adı verilir. Bk. Tarih.



201



Kt'JFt Arap yazısının düz ve köşeli çizgilerinden meydana gelen eski bir biçimi. Bk. Yazı.



KUKLA OYUNU Küçük bebeklerin oynatıldığı fantazlye dayanan oyun ; kukla oyna­ tımına temel olan yazılı eser. ( fr. piece de marionnette ) . Kukla ovunu, ayrıntılı ya da aynntısız, yalnızca senaryo biçiminde de olabilir. Bk. Se­ naryo.



KUKLA TİYATROSU Bebeklerden yapılmış biçimlerin elle ya da mekanik olarak oynatıl­ dığı tiyatro



(fr. theatre de marionettes. ing.



marionet theatre ) . Bk.



Tiyatro.



KULİS nk kez Barok çağında !talya'da kullanıldı ; sahnenin iki yanında de­ koru perspektiv yönünden tamamlayan ve derinliği veren yerleri deği§ebi­ len çerçeveler (fr. coulisse ) . Tiyatroda sahnenin arkasında bulunan kı­ sahne arkası. Bk. Sahne.



KUPLE Bir çeşit zarif şarkı ; şarkılann nakaratla aralanan her bölümü. Bk. Şarkı.



KUPÜR Kesik ; dergi ve gazetelerden kesilip saklanan yazı parçalan (fr. cou­ pure ) . Bir tiyatro eserinden çıkanlan edebi bir parça. Bk. Gazete.



KURAL Kaide, prensip ( fr.regle ) . Bir işlemin doğru sonuç vermesi için tutu­ lacak yahut bir oluşta tutulmuş olan belli yol. Bir eserin güzelliğe ulaş­ masını sağlamaya yanyan şartları belirten sanat prensibi. Bk. E stetik.



KUR'AN Müslümanların, Müslümanlığın kutsal kitabıdır. Peygamber'e gelen vahiyleri ihtiva eder. Kelime anlamı «okumak» olan Kur'an'a, Mushaf, Kelamullah, Kelam-ı kadim gibi adlar da verilir. Müslümanların inancına göre, Cebrail'in yardımı ile, 20 yıla yakın bir süre içinde, Tanrı t ara� fından Peygamber Muhammed'e vahiy yoluyla gönderilmiş ayetlerin tü­ müdür. Ayetlerin sayısı 6247'dir Bunlar sureleri meydana getirir ki, sure sayısı 114'dür. Ayetler «Mekki» ve «Medeni» olmak üzere ikiye ayrılır. Mekki'ler, Mekke'de 622'den önce vayhedilmiş olanlardır; bunlar daha çok İslam dininin ruhundan bahseder, Medeni'ler, Hicret'ten yani 622'­ den s �nra Medine'de inmiş olanlardır; daha çok İslam toplumunun, dev­ letinin düzeninden, kanunlarından bahseder. Kur'an, bugünkü şekliyle Hz. Osman zamanında (644-656) düzenlenmiştir. Kur'an'ın ilk ayetinin indiği geceye «Kadir gecesi» denir ki, bu ramazanın 27 nci gecesidir. İs­ lam dininin en kutsal gecesi sayılır. Kur'anı ba§tanbaşa ezberliyenlere «hafız» tefsirini bilenlere «müfessir» okuma ilmine «tecvid:» adı verilir. Bk. Ayet.



KURULUK Kompozisyonda üslup açıklığından doğan bir kusur ; çoğunlukla ha­ yalgücünü, söz sanatlannı kabul etmekten ileri gelir. Bk. üs:up. 202



·



KUR.ULUŞ Kurulma işi, biçimi ya da tarihi; yapı, yapılış, bünye, Kompozisyo­ nun biçim yönü. Sözcüklerin cümle içinde sıralanması. Bk. Kompozisyon.



KUŞDİLİ Çocukların



oyun için,



sözde



başkalarına



anlatmamak üzere



kendi



aralarında uydurdukları konuııma. Tasavvufta;



vahdet-i vücut fe:sefesi,



Süleyman peygamberin kuşlara hükmedişi ve



onların dilinden anlayışı



«mantık-ut-tayr>>. Yunus bu kuş dilidir



Gerçek erin bu yolda



Bunu Süleyman bilir



Ne d€diğin sezerim. Yunus EMRE



KUT Uğur, ikbal, baht, mut, eski Türklerde, gökten inen altın ışık; ina­ nışa göre bu ışığın değdiği kadın çocuk sahibi olurmuş. Bk. Destan.



KUYUT Kayıtlar ( ar. kuyO.d) bir deftere yazılan işaretler, şartlar, belgeler, yazılar. Kuyudat ; kayd'ın çoğulu, resmi yazışma ve haberleıımenin def­ teri. Bk. Münşeat.



KÜBİZM Somculuk



(fr. cubisme) . Bu sanat çığırı, XX. yüzyıl başlannda !s­



panyol ressamı Picasso tarafından resimde açılmış, s onra öteki sanat kol­ larile birlikte edebiyata da geçmiştir. Kubizm resimde, özün, deği§meye­ nin resmi olmak iddiasındadır. Kübistler konunun yalnız görünen yönü­ nü, değil, görünmeyen yönlerini de üç buudunu da tabloda göster mek gayretine düştüler. Edebiyatta ise bu kübizm çığırının gayesi, anlatımı daha canlılaştırmak için duygularla olayları birbirine karıştırmak ; ayrı ayrı yerlerde geçen şeylerin birlikte, ayni anda olduğunu kabul etmek­ tir. Kübistlerin eserinde görülen karmakarışıklık bu görüşten ileri gel­ mektedir. Kübizm, empresyonizme bir tepki olarak doğmuştur. Resimde kübistler renk oyunlarını, akislerini, güneş ışınlannın doğa içinde ı:yan­ dırdığı parıltıları bir yana bırakarak eşyaların geometrik yapısına önem verdiler. Kübizm, bir bakıma, doğanın yepyeni bir açıdan yorumlanıt:ası­ dır .Kübistler sanat ülkülerini duygudan çok düşüncede ararlar. Kübist­ ler, bilim yoluyla değil, sanat yoluyla sanata varmak çabasındadırlar. Bk. Empresyonizm. Ergin Ertem'in çevirisiyle kübizm ekolüne bağlı bir ııiir :



ŞAPKA Güvercinler uçtn, üstünde bir elma ağacının Avcılar koştu ardından, peık güvercin kalmadı ağaçta Hırs!zlann işi tıkır, tek elma kalmadı ağaçta Bir sarhoşun şapkasından başka Asılı en alt dalda. iyi iş bu şapka satıcılığı Sarhoş şapkası satıcılığı Bulunur her yerde şapka t:rstünde çayırların, dalların Çukurlarda Yenilerini arars.'ljn Kerrnarec'te



bu!ursun her vakit



Lammion'da şapka satıcısı Kermarec



203



Onun için çalışır rüzgA.r Bense küçük bir terzi Şapka satıcısı olacağım ben de Elma şarabı benim için �lışacak Max JACOB



KÜFÜR EDEBİYATI Küfür, sövme, sövmek ıçın söylenen söz, sövgü. Tanrının varlığı ve birliği gibi dinin temellerinden sayılan konulan yadsıma ve bu



yolda



söylenen söz. Kaba sövgüleri çok kullanan, ağzı bozuk kişilere «küfür­ baz» denir. etmeme



Küfr-i cabudi; inatçı küfür, içten geldiğini ağzından ikrar Küfr-i inkAri; Tanrıyı inkar etme, anlamlarına gelir. Halk ede­



biyatında küfür edebiyatının karşılığı olarak «kargış» lan görmekteyiz. Bk. Kargış. Bir örnek : Münkir münafıkın soyu



Dağdan tahta indirenin



Yıktı harap etti l{öyü



Iskatına



Mezarına bir tas suyu



Hizmetini bitirenin



Dökenin de avradını



İmamın da avradını



Derince kazın kuyusun



oturanın



Müfsidin bir de gammazın Malı vardır da yemezin



İnim inim inilesin Kefen dikmeğe iğnesin



İkisin meyyit namazın



Verenin de avradını



Kılanın da avradını Kazak Abdal söz söyledi Cümle halkı dahleyledi Sorarlarsa kim söyledi Soranın da avradını. Kazak ABDAL



KÜLTİZM Kültürcülük (fr. cultisme } . Onyedinci yüzyılın başlarında rağbet gö­ ren bir edebiyat akımı. Yepyeni buluşlarla ortaya çıkmak, ince, çok usta­ lıklı söz sanatlarını kullanmak bu akımın en belirli özelliğidir. Bk. Sanat.



KULTUR Fikir, sanat varlıklarının tümü ; gelenek halindeki her türlü yaşayııı ; muhakeme ; zevk, eleştirme yeteneklerini geliştirmiş olma durumu (fr. cul­ ture } . Kültür ile ilgili için kültürel ( fr. culturel} sözlüğü kullanılır. Hars, medeniyet de denilen kültür ; bir toplulukta hüküm süren ve topluluğun tin­ sel özelliğini, duyuş ve düşünüş ayrılığını meydana getiren, gelenek ha­ lindeki her türlü yaşayı§, fikir ve sanat varlıklarının bütünüdür. Kültür ulusal bir varlıktır, uluslararası olan uygarlıkla karıştırılmamalıdır. Ge­ rekli bilgileri edinerel{ muhakeme, zevk v e ele§tirim yeteneklerini geliş­ tirme anlamını taıııyan kültür ; öğretim ile eğitimi de içine alır. Öğretim ile olgunlaştınlmış duyguların, fikirlerin tümüdür. Ele Eleştiri.



204



LA Arapça sözcüklerin başında olumsuzluk biidirir, «sız, değil, yok, ha.­ yır» anlamına gelen : «Layemut - Ölümsüz», La ilahe ili-Allah - Allah'tan başka Tann yoktur» gibi.



LAEDRİ Bilmem, bilinmiyor anlamında olup eskiden kime ait olduğu bilinme­ yen şiirlerin altına yazılırdı. Edebiyatta bugün «anonim» anlamına gele­ cek tarzda «yazan belli değil» demek için kullanılırdı.



Kabiliyyet dad-ı haktır herkese olmaz nasib Sad hezar terbiye etsen bed asıl olmaz edib. -



LAEDRİ



LAFÇILIK Söz lakırdı, değeli olmıyan sLiz kalabalığı, gevezelik



( fr. verbiage ) .



Kompozisyonda, boş yere uzayıp giden, yerli yersiz kullanılan kelime yı­



ğını. Bk. Cümlecilik. Tfiti-i mu'cize - gftyem ne desem lı\f değil Çerh ile söyleşemem ayinesi s4f değil. NEF'l



LAFiz Lafz. Ağızdan çıkan söz, Anlamlı ya da anlamsız olarak ağızdan çı­ ]{an sesler, sözcük, hece bileşimi. Eskiler, anlamsız sözlere «lafz-i müh­ mel > ; anlamlı sözlere «1§.fz-i mu'teber» adını vermişlerdir.



205



Sirkat çoğalıp lilfz-ı sadı\kat modalandı Namus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı.



Ziya PAŞA



LAKONİK Lakonyalılar gibi kısa, öZ:ü sözler (fr. laconique) ; veciz. Kısaltmanın en son şeklidir : «Ya hürriyet, ya ölüm», «geldim, gördüm, yendim» gibi.



LALE DEVRİ III . Ahmet zamanındaki israf ve sefahat dönemine verilen ad ; Osman­ lı tarihinde ihtişam ve eğlence yılları olarak kabul edilir ( 1718



-



1730 ) .



Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın, Pasarofça Antlaşması'ndan a z sonra sadrazamlığa geldiği gün başlar, Patrona Halil İsyanı sonunda idam edil­ mesiyle bu devir biter, Lale Devri, · aynı zamanda İstanbul'un onarılma devridir. Kağıthane'deki Saadabat, Hayrabat, Kasr-ı Cinan, Kasr-ı Neşat, Tavanlı Köprü, Cisr-i Sürur; Salacak'taki Şerefabat, Alibey Köprüsü'ndeki Hurremabat, bu zamanda yapıldı. Boğaziçi, Üsküdar, Haliç yalılarla köşk­ lerle süslendi; kağıthane Deresi'nin kıyılarına «cedvel-i sim» dedikleri mer­ mer rıhtım yapıldı. Kışın «helva sohbetleri», yazın «kaplunbağa yarışları» yapılıyor, saray mensupları, zenginler arasındaki eğ.enceler gece güııdüz devam ediyordu. Gece eğlencelerinde üstlerine birer mum dikdikleri kap­ lumbağalar !filelerin altında dolaştırılarak çırağanlar düzenleniyor, çalgı­ lar çalınırken şarkılar söyleniyor, sabahlara dek ziyafetler çekilip içki:er içiliyordu. Bu çılgınca eğlenceler halk arasında hoşnutsuzluk yarattı. Ba­ yazıt Hamamı teliaklarından Patrona Halil çevresine topladığı kimselerle büyük bir ayaklanmanın başına geçti. Damat İbrahim Paşa öldürüldü, III. Ahmet tahttan indirildi yerine I. Mahmut geçti. Bu dönemin en ünlü divan şari Nedim, Beşiktaş'taki evini saranlardan kaçarken damdan düşerek öl­ dü. Bk. Divan Şiiri.



LATİFE Güldürecek tuhaf ve güzel söz, şaka, güldürücü fıkra. «Letaif,, la­ tifeler anlamına gelir. Bk. Fıkra.



LAYİHA Tasarı, proje. Düşünülen veya tasarlanan bir şeyin yazılması. Bir konuda görüş ve düşünüş bildiren yazı.



LEBDEGMEZ Dudak değmez. Bir mısra, bir beyit ve bir munzumede b, p, f, m, v gibi dudak seslerinden birinin bulunmaması. Dudak:arın birbirine, değ­ memesi için bu sanatta seslerin dışında, diş sessizleri c,ç,d,j,l,n, r,s,ş.t, z ; damak sessizleri g, ğ, k, y; gırtlak sessizi h kullanılıyor. Düşünsel bir nitelik taşıyan, beynimizde bir zeka darbesiyle etki uyandırmak gayesi­ ni gözeten lebdeğmez, halk edebiyatımızda, saz şairlerimizce bir söz kü­ neri olarak kullanılmıştır. Bir örnek :



206



Aşıklar söylenen sözden alırsa, İnsanlar içinde hastan sayılır; Hakikat dersini özden alırsa,



Aşkın dolusunu ergeç içerse,



Yaratan Tanrıya destan sayılır.



Tatlı ile dolan tastan sayılır.



Eğer şerde kalır çokca içerse, Yaz elinden alır zehir içerse,



H� ıi.şıkhkbın adın kalırsa,



Özü gönlü yıkık viran kalırsa, Sözünde özünde doğru kalırsa, Sözün delilidir ustan sayılır.



Hasan SELMANİ



LEDÜN Tanrı huzuru, Tanrı yanı anlamındadır. Arapça'da asıl zarf olan ve «yan», «ind», «nezd» olarak kullanılır. «hm-i ledün» : Tanrı ilmi, sır ve vasıflarından bahseden ilim.



LEFFÜ NEŞİR Dizili ayırma. Bir sözde iki veya daha fazla şeyden bahsettikten son­ ra bunların her birine ait olan özellikleri belirtme. D ivan edebiyatında nesirden çok nazımda kullanılır. Birinci mısradaki kelimeler ikinci n-:ıs­ radakilerin sırasında dizilirse, «düzenli», dizilm.ezse «karışık» leffü neşir adını alır. Yazıda bir çeşit söz simetrisi kurmak temeline dayanmakta­ dır. 1.



Düzenli leffü neşir (leffü neşr-i mürettep ) tertipli leffü neşir : Baran değil, şafak değil, ebr-i seher değil, 1 Gözyaşıdır, 1



3



2,



ciğer kanıdır, 2



diıd-ı ahtır. 3



2. Düzensiz leffü neşir (leffü neşr-i gayr-i mürettep, leffil neşr-i müşevveş) , karışık leffü neşir:



Ben bir sadeftim, sen ebr-i nisan, 1



2



Ver katreler, al dürr-i galtan. 1 2



LEHÇE Dil kolu, dialekt. Başka memleketlerde bir dilin önemli farklarla söylenişine ve yazılışına denir. Lehçe, bir dilin bilinen ve izlenebilen ta­ rihinden önce, karanlık bir devrinde kendisinden ayrılmış olup çok büyült ayrılıklar gösteren kollarıdır: Türkçeden bilinmeyen zamanda ayrılmış olan Çuvaşça ve Yakutça Türkçenin lehçeleridir. Eski bir anadilden ge­ lip te birbirinden çok uzaklaşmış olan lehçeler ise ayrı diller sayılırlar: Mançuca, Mogolca, Türkçe gibi. Bk. Dil.



LEJANT Efsane (fr.legende ) . Masal. Zamanla biçim değiştiren tarih olayı. Bir madalya, para üzerinde yazı. Bir resmin, bir karikatürün altına ya­ zılan yazı. Bk. Efsane.



LENGÜİSTİK Dillerin tarih boyunca ve karşılaştırmalı incelenmesi ( fr. linguisti­ que) . Dil üzerine yazı yazan, bu iş üzerinde incelemelerde bulunan kim­ seye Lengüist (fr. linguiste) adı verilir. Sanskritçe'inin keşfinden, yeni XVIII. yüzyıl sonundan beri bir bilim haline gelen dilbilgisi. Morfoloji ; 207



sözcük bilgisi; Sentaks : cümle bilgisi; Lengüistik ; bugün şu ana bölüm� lere



ayrılmaktadır :



Fanoloji:



Ses.



Sematik:



Anlam



bilgisi. Etimoloji :



türeme - gelişim bilgisi. Bk. Dilbilgisi.



LETRİZM Harfcilik. Hiç bir şey anlatmıyan, anlamsız şiir; harflerin sesleriyle kurulan, dili aşan, uluslararası bir şiir yaratma akımıdır. Letrizm; Ro­ men asıllı İsodore İsou'nun öncülüğünde kuruldu. Bu edebiyat akımı, da­ daizm gibi, kurulu düzene karşı koymakla kalmaz, dilde de toplu bir de­ ğişme yapmak ister. Sözcüklere, sözcüklerin, anlamlarına karşı bir ayak­ lanma özelliği taşır. Letrizm'e göre dil,



harflere, harfierin karşılıkları



olan seslere dayanmalıdır. Letrizm ; kökü dadaizme dayanan, sürrealizm­ in yanında yer alan, yainız kurulu düzene, alışılmışlığa değil, aynı za­ manda sözcüklere ve sözcüklerin anlamına karşı da ayaklanan yeni bir edebiyat



akımıdır.



Bu



akım



bizdeki



anlamsız



tekerlemeleri



hatırlatır.



Bir örnek: Emedin, semedin, cin cin rimedin, efya küfya, künkü feyekfin,



kaf kaf mutataf, cini muni af gibi. Letrisler, ses taklidi yoluyla anlam ötesi müzikal bir etki yaratmak amacını taşırlar. Harflere harfler, ses­ lere



sesler eklemeleri



hiç



bir



dilde anlam



taşımayan yeni sözcüklerle



şiirler yazmaları bundan ileri gelmektedir. Bu edebiyat, alnını, edebiyat tarihine,



birkaç



eğlendirici



örnek



bıraktıktan sonra silinip



gitmiştir.



Letrist bir şiir:



I



Il



Dolce dolce Yaase folce Dolce dolce Yon deline



,Jalce jalce Yahanti galce Julce Jalce Blouzi Psiline



III



IV



Yu!ce yulce Youdili dulce Yulce yulce Kzill odaline



djilce Hando bokjiie Djilce djilce



Djilce



Yli Zlideline



Kınnkel kerg Kuınkel km Magavambava magavambava Gonjengor sagossigu.ssa Sagossigussa POMERAND



LEVH-1 MAHFUZ Allah'ın taktir ettiği şeylerin yazılı bulunduğu levha. Allah'ın ön­ ce bir levh, kalem yarattığı ve bütün olacak şeyleri yazdığı hadislerde vardır. İnanca göre, Allah, bu levhada, her ne yazdı ve takdir buyurdu ise o bizim başımıza gelmektedir.



Levh-i mahftiz-ı sühandır dil-i pak-ı Nef-i Tab'ı yaran gibi dükkil.n�i sahhil.f değil. NEF'İ



208



LEYLA Leyli,



Arabi ayın son gecesi,



karanlık gece,



Mecnun'un sevgilisi.



«Leyla ile Mecnun» hikayesinin kadın kahramanı.



Tamam oldu güzellik sanma Şirin ile LeylA'da Nice LeylA bulunur erlik amma &şık olmaktır.



LEYLA İLE MECNUN Bir aşk hikayesi. Konusu bir Arap efsanesinden alınmıştır. «Beni Amir kabilesinden Kays ile Leyla daha okulda iken birbirlerini severler. Leyla'nın annesi bunu duyunca kızını okuldan alır. Sevgilisini göremez olan Kays çöllere düşer. Mecnun diye anılmaya başlar. Kays'ın babası, Leyla'yı ailesinden isterse de, vermezler. Kays çölde vahşi hayvanlar ve kuşlarla arkadaş olur. Kızı İbni Selam adlı birine verirler. Leyla ken­ disini bir perinin sevdiğini, eğer evlenirlerse peri tarafından öldürülecek­ lerini söyliyerek adamı kandırır, onu kendinden uzak tutar. Mecnun'un inkisariyle İbni Selam ölür. Mecnun bütün maddi varlıklarla ilgisini kes­ miş, manevi bir aşkla kendinden geçmiş halde yaşamakta.dır. Çölde kar­ şısına çıkan Leyla'yı tanımaz. Leyla'nın kendi içinde olduğunu, onunla manevi il.lemde birleştiğini, başka bir Leyla ile buluşmıya takati olma­ dığını bildirir. Leyla döner, bir müddet sonra kederinden ölür. Mecnun bunu öğrenince Leyla'nın mezarına koşar, ölmek ister, isteği Tanrı ta­ rafından kabul olunarak orada düşüp ruhunu teslim eder.» İslam ülke­ lerinden çok tanınmış ve sevilmiş olan bu konu birçok Arap, Fars ve Türk şairleri tarafından tekrar tekrar yazılmıştır. Fars edebiyatında



Genceli Nizami'nin yazdığı LeylA ve Mecnun çok ünlüdür. Türk edebi­ yatında bu konu Fuzuli'den önce XV. yüzyılda Ali Şir Nevai, Hamdullah Hamdi, Bihişti, Kadimi, La.rendeli Hamdi ve başkaları tarafından yazıl­ mıştır. Bk. Leyla. Mecnun. Leyla ile Mecnun'dan :



Sermest-i şarab-ı iştiyakem Medhfiş-ü tehayyiir-ü - firakem Ger gelse ecel menim nem ala Can hod yohtur meğer gam aıla Şem'i şeb-i mihnet ü belAyem Aştttite- cümbüş ü hevayem Sfiz-ü dil ile rokülse y&şım Tiğ-i gam ile kesilse başun Candan çıharıp hevA-yı aşkı Terk eylemezem belA-yı aşkı



Söz muhtasar ol esir-i sevda Bir nev'ile oldu halka rüsva Kim Kays iken adı oldu Mecnun Ahvalini etti ganı diğergfuı Ol şive-i aşk içinde mahir



Kıldıkta vasiyyetini Ahir Sahraya düşüp güneş misali Tenha yürür oldu Iaübali F. : 14



209



Her daşa ki yetti töktü yAşm IA'l eyledi k1ib ü deşt dft.şm Leyli dedi ey karine-i rfih KAm-ı dil-i müptelA vü mecrôh Müjde ki muradın oldu Msıl



Maksfida seni Hak etti vft.sıl Leyli menem A.rz1i-yu clirun KAm-ı dil-i zar Ü natüvft.run Gel bemı-i visft.le mahrem olgil



Bir lft.hza menimle hemdem olgil Mecnun dedi ey büt-ü periveş Haşa.k-ı zıı.ife urma ft.teş Aşk etti binar-yı vaslı muhkem Ma'nide meni seninle bemdem FUZULİ



LİBİDO Arzu, istek; zevk içgüdüsünü hareket ettiren enerji. Bu enerji,



yaşa­



ma zevkinin olduğu kadar her türlü yaratma gücünün kaynağıdır. Freud"a göre libido, cinsel hayatın görüntülerile ilgilidir; rüya1arın, her çeşit bilinç­ altı ifadelerin biricik açıklayıcı ilkesidir.



LlMERtK Şiir türleri içerisinde en çok satirik konulan işleyen, beş mısralık bir nazım biçimidir (fr. limerick ) . Birinci, ikinci, beşinci mısralann hece­ sayısı üçüncü ve dördüncü mısralann hece sayısından daha fazla olmak üzere söylenir. İskoç halk edebiyatında anonim olarak yaygındır. Kafiye



düzeni şöyledir : a a b b a. L. Sami Akal'ın çevirisiyle «Mende! Teorisi»



adlı Iimerik bir şiir örneği:



Genç bir kadın vardı ; adı Starki, Bir zenci herifle pişirdi işi, GüııaJılanm n sonucu İkiz değil dördüz doğdu :



Bir beyaz, bir kara, iki de hfild. Anonim Halk ŞİİRİ



LlR Eski Yunanlıların kullandıkları telli bir saz (fr. Lyre) Bu türlü çalgıla­ rın en eskisi olup boynuz biçiminde ve telleri yukarıdan aşağıya doğru geri­ lir. Bk. Lirizm.



LİRİK İçten gelen duygulan coşkun bir dille anlatma; nazmın bu türlüsü ; bu türlü yazan şairdir. Lir: (fr. lyre ) Grekler zamanında aşk şiirleri çalman, telli harp'a benzer bir çalgıdır. Bir duyguyu içe doğduğu gibi anlatan ilk şairler, bu şiirleri lir denilen çalgılarla terennüm ettikleri için, lirik §iir sö-



210



zünün buradan geldiği iddia edilir. Bir başka deyimle, üslubu kıvrak, teş­ bihleri bol, ahengi renkli eserler lirik, bu niteliğe de lirizm denilir. Divan şiirimizden lirizme örnek :



TO.ti-i mficize-gfiyem ne desem Ui,f değil Çerh ile söyleşemem &yinesi saf değil Ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil Yine endişe bilür kadr-i dür-ti gü.ttanm Rfizgar ise deni dehr ise saırrar değil Girdi :ıniftAh-ı der-i genc-i � elinıe Aleme bezl-i gtiher eylesem itıa.f değil Levh-i mahffiz-u suhandir dil-i pa:k-i Nefi Tab'-ı yliran gibi dtikkançe-i sahllli.f değil NEF'I



LİRİZM Lirik olma hali



( fr.lyrizme ) . kişinin duygulannı içli, heyecanlı bir



dille anlatan şiirler ise



lirik ( fr. Lyrique ) adını alır. Bk. Lirik .



LİSAN Dil. İnsanların düşünüp duyduklarını anlatmak için kullandıkları ko­ nuşma dili. «Lisan-ı hal



=



Bir insan, hayvan veya şeyin duruşundan halin­



den anlaşılan şey» ,«Lisan-ı maderzad



=



Ana dili» «İlm-ül lisan



=



Dillerin



benzerlik, bölüm ve yapılmasından bahseden ilim» Bk. Dil.



Garip himmeti var ağniya - yı d«Wranın Lisa.n. ile doyurur abu nane yer kalmaz.



LİSANİYAT Dil, edebiyat ve her türlü kültür eserlerini inceleme yolundan milletle­ rin aslını derinleştirilen ilim. Filoloji, lengistik, dilbilim. Dillerin tarih ve karşılaştırma bakımından incelenip araştırılması. Bk. Dilbilim.



Öğren lisan-ı asr ti rüsum-u zemaneyi Bak tab'-ı nase vakte münasip tekellüm et. Meşalecizade ESAT



LİTERATtiR Edebiyat ( fr.litterature ) Bir konu üzerinde yazılmışlann listesi. Litte­ rature, latince «güzel yazı» anlamına gelen «litterae» sözcüğünden gelmek­ tedir. Bk. Edebiyat



LİTOGRAFİ Kitap



basımında



taş



basma



yöntemi;



litoğrafya



( fr.lithografhie )



Kalker bir taş üzerinde yağlı bir madde ile çizilmiş yazı ve resimleri basma suretiyle çoğaltma sanatı. Bk. Kitar.



LOGOS «Söz» anlamına gelen bu sözcük, bileşik sözcükler yapmada kullanılır.



«-loji» ( fr. Logie) , Yunanca «logos» sözcüğünün sonek olarak kullanılan biçimi. Bk. Sözcük.



211



WJİK Mantık (fr. logigue ) ; mantıklı. Lojistik (fr. logistique ) matematiğe dayanan mantık. · Temel ilkesi, deneysel bilimlerdeki önermelerle kavram­ ların mantık analizinden geçirilmesidir ; mantığın cebiri sayılır. Bk. Mantık.



WI\ALİZASYON Yer belli etme; yerleştirme ( fr. localisation ) ; belirli bir yerden dışarı çıkartmama. Bk. İnceleme.



LÜBİYAT Eskiden sahne oyunlan hakkında kullanılan, arapça «liib» kökünden uydurma bir kelime. «LO.b-i taklit



=



Taklit, oyun, tiyatro» Bk. Oyun.



LÜGAT Sözlük, söz, kelime ; bir dilin belli çağdaki kelime veya bütün sözle­ rini bir sıra içinde anlam, kök, aralarındaki ilgi ve her türlü bakımdan, bir veya birkaçına göre açıklayan kitap . Bk. Sözlük.



Tarz-ı selefe tekaddüm ettim Bir başka lôgat tekellüm ettim. Şeyh GALİP



LÜGAz Bilmece, anlaşılması, çözülmesi güç söz, konu olan şeyin ismi kaı;alı bir şekilde söylendikten sonra, ne demek istendiği sorular.ak yapılan bir söz oyunu. Ebced hesabiyle «cemre» nin «C» si 3, «e» si 5 tir. Üç cemreyi bildiren bir Iügaz : Ol nedir kim üç birader her zaman Bir biri ardınca olmuştur revan Yılda bir kerre gelirler a.Ieme Makdemiyle kesbi feyzeyler cihan



Kimseler görmüş değildir yüzlerini İsmi vardır cismi anıma ki niban Birisi oldu havaya mUnkalip Birisi ap içre tuttu aşiyan Gördü bulmuş herbirisi yerlerin Biri dahi eyledi haki mekan Serleri üç para.lan beş anların Kıl tefekkür eyledim sana beyan FITNAT



212



MAANİ Mananın çoğulu; manalar, anlamlar. Eskiden dilin sentaksını yani cürtı le yapısının inceliklerini öğreten bilime denirdi. Belii.gat'ın bedi ve be­ yan'dan sonra üçüncü bölümünü teşkil eden malini söz inceliği, güzel söz, şiir anlamına da gelir. Bk. Belagat.



Girdi miftAh-i der-i genc-i maani elime Aleme bezl-i gtiher eylesem itlaf değil. NEF'1



MACERA ROMANI Maceralı hayatları anlatan roman ( fr. roman d' aventures) . Hayalle fantezinin coğrafya ve bilim konulari ile ustaca karıştırılmış olduğu merak­ lı gezi, bilinmeyen ülkeler yolculuğu romanı. Bk. Roman.



MADDE Uzayda yer dolduran varlık, clsim. Öğe, unsur. Bir edebiyat eserinde, o eseri ortaya çıkaran fikirlerin hepsi. Aynı konuyu işleyen yazarlar biri­ birinden madde bakımından ayrılır. Bk. yazar.



MADDECİLİK Özdekçilik (fr. materialisme) Varlığın özünün madde olduğunu kabul eden bütün felsefe doktrinlerine verilen ad. Maddecilik, pozitif bilimler alanına geçildiği ölçüde p-elişmiş, gelişen tabiat bilimlerile güçlenmiş, diya­ lektik maddecilikle mekanist görüşten kurtulmuştur. Maddeci görüşü savu­ nan filozofların en tanınmışları: Tales, Herakleitos, Anaksimenes, Leusi­ pos, Demokritos, Epikuras, Francis Bacon, Locke, Descartes, La Metterie, Diderot, Holbach, Morellet, Helvetius, v.b . . . Maddecilere göre, varlıkla düşünce arasında belirli bir ilişki bulunmaktadır. Bk. Materyalizm. Deh­ riye.



213



MADRİGAL İtalyanlarla Fransızların edebiyatlarında çok yaygın olan aşk şiir­ leri; bu şiirlerin özelliği lirizme bağlı bulunuşu ve kısa oluşudur. (fr. mad­ rigal ) Bk. Lirik, Lirizm.



MAHABHARATA Hintlilerin iki büyük destanından ( diğeri Ramayaına) biri I.ö. 500 ta­ rihinden de eski olan bu destan, dinsel inançlerdan doğmuştur. Muhabha­ rata'nın yazılı edebiyata geçişinin İ. ö. 200 yıllarına rasladığı sanılmakta­ dır. Bk. Mahakavya.



HAHAKAVYA Hind edebiyatında sanskritçe yazılmış destanların büyüklerine verilen ad. Bk. MaJıabharata.



MAHALLİ Yerli, yöresel, yerel, mevzii. Bir yerin malı ya da ürünü olan. Bir ül ­ keyi yabancı bir turist gözüyle görüp anlatan yazarların eserlerindeki hava'dan «mahalli renk» doğar. Divan şiirimizde İstanbul dilinin özelliğini yansıtan mahalli dizeler :



Bizimle bir nefes insa.nlığ eyle sonışa.lmı; Gel ey peri. nicesin, hoşınusun, safıtca. mısın'! Seher lolıp gelir Ahmet, diye ki ıı,ıehrimimı. Güzelleri nicesin, hoş musun, safAca. mısın '! Ahmet PAŞA



MAHLAS Bir kimsenin ikinci adı. Takma ad. Divan Edebiyatı şairleri, şiir söy­ lemeğe başladıkları zaman, asıl adlarından başka ayrı isim kullanırlardı. Bunun için Divan şairlerinin bir çoğunun tanınmış isimleri kendi adlan değildir. Bu takma adların çoğu yeni şairlere üstadları tarafından veril­ miştir ki, bu hususla ilgili manzum yazıya mahlasname ; şairin adı bulu­ nan beyte mahlas beyti denir. Saz şairleri bu mahlas beytine imza beyti mühür beyti, karalama beyti de derler. Bk. Mahlasname. Mahlas gazeller­ de çokluk son beyitte bulunur. MAHÜR'DAN GAZEL



Gördüm ol meh dOşuna bir ŞS.l atıp Lahtir'daın Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nfirdan Nerdübanlar bfuıiş-i nerınin-i dil.mAniyle mest İndi bin işveyle bir kB.şane-i fağfftrdan Atladı dil.men tutup üç çifte bir zevrakçeye Geçti sı$ldıın mah-i nev ayine-i billtirdan Halk-ı Sa.'da.bat iki sahil boyunca fevç fevç VB.de-i teşrifine alkış tutark� dtirdan Cetvel-i Siniin kenarından bu avazın Kemal Koptu bir fevvare-i zerrin gibi MAhur'dan Yahya KEMAL 214



MAHLAs BEYTİ Gazellerde şairin adı bulunan beyit. Eski haflerle yazıla gazellerde özel isimler büyük harf kullanılmadığından şairler mahlas beyitlerinde cinas yaparlardı. Bk. Cinas. Bir örnek :



Çekilenler kalır Esat, bu cihan içre heman Vakti şadi de gelir mavsim-i mihnet de geçer.



MAHLASNAME Takma ad için yazılan nazım parçası. Yeni şiir söylemeye başlayan, divan şairlerine, üstatları tarafından bir mahlas verildiğini bildiren manzu­ me. Bk. Mahlas. Şeyh Galip'in hocası Süleyman'a Neş'et mahlasının verildi­ ğini gösteren bir mahlasname örneği: Çünki ihn ü edebe ettin edeble :rağbet



DWına sWıib-i irfan ile eyle sohbet



Gayret-i tineti sarfet eser-i eslafa Mahlas-ı marifetin ola cihanda Neş'et. CUDİ



MAHŞER Kıyamet günü. Arapça «ha§lr» dan gelir. Mahşer; ölülerin dirilerek toplanacaklan yer ve zaman. «Mahşer midillisi : Kısa boylu». Mecaz anla­ mıyla; büyük kalabalık, entrikacı anlamlannda kullanılır edebiyatımızda. «Ruz-ı Mahşer: Mahşer günü».



Ruz..ı mahşerde sorarlarsa. nemiz var diyecek



Biz bu d�ada. günah etmedik insancasına.



MAHZUF Silinmiş, yerinden kaldırılmış anlamlarına gelen bu kelime edebiyatta, arap alfabesini kullandığımız zamanlarda, noktasız harflerle yazılan n.en­



fur ve manzum söz. Mücerret ile mühmel kelimeleri de aynı anlama gelir. Bk. Mühmel.



MAJÜSKÜL ötekilerden büyük, biçimi başka olan harf (fr. majuscule ) Büyük harf. Bk. Harf. Minüskül.



MAKALE Söz, nutuk. Başlıbaşına bir konu üzerine yazılı eser. Gazete veya dergi ile yayınlamak üzere yazılan ve herhangi bir konuyu inceleyen yazı. Ga­ zetenin ilk sahifesinin ilk sütununda çıkan makaleye başmakale ; yazarına da başyazar ( Başmuharrir) adı verilir. Başyazı da denilen başmakaltde gazetenin tutumuna uygun fikirlerle günlük genel ol.aylar ye alır. Makale­ ler çokluk bilgi vermeye, fikirleri açıklayıp ispat etmeye çalışan yazılar­



dır ki, bunların temel öğesi fikirdir. Makale ; didaktik nesrin baş örneğidir. Birfikri açıklayıp tanıtlayarak zihinlere aşılamak için yazılır. İki üç sü­ tunu pek aşmaz, Makale türünün fıkra, sohbet, deneme gibi başka adlar­ la anılan çeşitleri de vardır. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mit­ hat ilk makale yazarlarımızdır. Bk. Gazete. Gazeteci.



215



MA.KARONİK İki ya da d3.ha çok dilin karıştırılmasıyla yazılan şiir ( fr. macaroni­ que ) Avrupa edebiyatında, yerli dille latince'nin karışmasından doğan söz sanatı; bizim edebiyatımızda «mulemma» karşılığı kulanılmaktadır. Bk. Mülemma. Telmi. Fransızca - Türkçe bir örnek :



Allah dfö, gökler siö, yer ter, komanse ihtida, Dalın tujur, baki eternal, enfini bilntiha. Yusuf Halis EFENDİ



MAKTA Ortasından kesilen bir şeyin şekli. Şiirin ahenkli okunması için mısra arasındaki belli durak yerleri. Gazel ve kasidenin son beyti. Bk. Gazel.



MAKYAJ Belli bir tipi yaratmak. için oyuncunun yüziinde yapılan boyama ve değiştirmeler



( fr.



maquillage)



Yüzü güzelleştirmek veya başka biçime



sokmak için boyama. Herhangi bir sahne eserinde, filmde oynıyacak olan sanatçının yüzünü boyuyarak rolüne göre .



şekillendirmesi. Bk. Tiyatro.



Aktör.



MAKYAVELİZM Machiavel'in politika üzerine prensiplerinin bütünü olan politika sis­ temi ;



iyi niyet olmıyarak, ahlaka aykın bile olsa gayeye varmak için



herşeyi hoş gören sistem. (fr. machiavelisme) Machiavel ( 1469 - 1527 ) yolunda davranmaya



makyavelik adı verilir. Bk. Sistem.



MALİKİ İmam Malik mezhebine bağlı olan kimse. Maliki mezhebi ;



Sünnilik



ve Şiilik gibi mezheblerden Sünnilik içinde doğup gelişen bir inanış yolu­ dur; öteki mezheblerden aynlan yanı köpeğin kirli ve dokunulmaz sayıl­ mamasıdır. Bk. Mezheb.



MANA Ma'na, anlam. İç yüz, iç ; düş, rüya ; yakın sebep. Bk. Anlam. «Alem-i ma'na : Rüya alemi», «İsm-ma'na: Mücerret isim.».



Aruz sizin olsun hece bizimdir. Halkın söylediği Türkçe •bizimdir. «Leyi» sizin, «•şeb» sizin, «gece» bizimdir, Değildir bir mana ttç ada muhtaç, Ziya GÖKALP



Sühan i bihttdeden boş gelir avaz - ı horoz Bari manasını bilmezse de hemgamı bilir. -



MANAS DETANI Kırgız Türkleri arasında bugün de söylene gelmekte olan 18000 mıs­ raya varan büyük doğal destan. Alman türkiyatçısı Rodloff, 1885 de bu destanın 12452 mısramı yayınlamıştır. Manas Destanını ezbere anlatan sa­ natçıya «Manasçı» denir. Bk. Destan.



216



MANİ Türk halk şiirinin en yaygın türü. lslamlıkt·an önceki Türk sözlü ede­ biyatımızdaki koşuklara dayanır tarihçesi. Kafiye düzeni genellikle «a a b a» tarzındadır. Çoğunlukla aşk ve özleyiş temalarını işler. Ez� ile okumak üzere, çoğu yedi heceli ve dört nıısvalı veya 7 + 7 heceli ve iki mısralı olarak meydana getirilir. Birinci, ikinci ve dördüncü mısralar bir­ birlerile kafiyeli, üçüncü mısra ise serbesttir: Ben mAniyi sallarım



Gilndüzdür g�ilmiyor



Nazlı yara yollarım Eğer yarim gelmezse



Gecedir seçilmiyor Gönül bir top ibrişim Dolaşmış açılmıyor.



Otururda ağlanın.



Anadoluda kızlar ve kadınlar arasında mani söylemek büyük rağbet halindedir. Hıdırellez sabahları kadınların bir araya toplanarak, çömlekten niyet çekerken mani okumaları yakın zamanlara kadar adetti. Maniler­ den çoğu redifli kafiyeler şeklindedir. Dere boyu



saz olur A benim bahtı yarinı Gönülde tahtı yarim Gül açılır yaz olur Ben yarime gül demem Yüzümle göz izi var Sana kim baktı yarim. Gülün ömrli az olur.



Maniler anonimdir. Bunlaroa tabiat ve aşk konulan karışık olarak işlenmektedir. Çok kere birinci, ikinci mısralar hazırlayan küçücük tablolar şeklindedir; asıl gaye üçüncü ve döroüncü mısralarda açıklanır. Kızlı - er­ kekli karşılıklı söylenen manilerden : - Altınsın aldım seni - Altınını



Dillere saldım seni



ı



Sarraf 8611.İ neylesin Beğendim aldım seni.



alma beni



Dillere salına beni Götür sarrafa götür Kalp isem alma beni,



MANİFESTASYON Bir fikir, bir duygunun anlatımı. Bk. Manifesto.



MANİFESTO Bir ticaret gemisindeki bütün malları gösteren ve kaptan tarafından gümrüğe verilen bildirge. Bir yöneticinin, bir parti şefi, bir topluluk v.b. nın



geçmişteki ayrıntılarını açıklayan yazılı bildirisi. Bk. Bildiri.



MANİHEİZM M. S. III . yüzyılda, Mardin'de doğduğu söylenen Manes (Mani) tara­ fından kurulan Hristiyanlıkla Zerdüşt dini arasında bir Ortaça.ğ dini ( fr. maniheisme) Sanatçı ruhlu bir insan olan Mani, dinine böyle bir ruh vermiştir. Bu din IX. yüzyılda Uygur Türkleri tarafından da kabul E.dil­ mlştir. manes, Manseus inancına göre ; evrende etken iki ilke vardır: İyi­ lik vekuvvet. Bunlardan birincisi Tanrı veya ışık ; ikincisi şeytan veya kcaranlıktır. Bk. Zeroüşt.



MANİYERİZM Sahte üslfip ( fr. manierisme) Yapmacıkçılık. Tavır, ifade ve konuııma­ da sahtelik. Üslı1pta soğukluğa, yapmacığa kaçan bir anlatış sanatına sapmak. Bk. Üslüp. 2J 7



MANSİYON Sanat yanşmasında ödül kazanan dereceden sonra gelen ; yarışmada kazananın yalnız adının söylenmesi şeklinde olan ödüllendirme. (fr. menti­ on) Bk. Sanat.



MANŞET Gazetelerin ilk sayfalannda çok iri harflerle yazılan heyecanlı !:>aşlık. (fr. manchett e ) Bk. Gazete.



MANTIK Düşünme kanunları bilimi; doğru düşünme sanatı ; doğru düşünmeyi öğreten bilim



(fr. logique ) . Gerçeği ararken yapılan zihin işlemlerinden



hangilerinin doğru ve hangilerinin yanlış yola çıktığını gösteren bilim. Bk. Düşünmek.



MANTIK-U'IJ-TAYR Kuş dili, silleyman peygamberin kuşlara hükmedişi, vahdet - i vücut felsefesi mecazların da kullanılır edebiyatımızda:



Mantık - ut • tayr oldu her beyti Ha.yAii'nin veli



Kuş d� febın eylemez her kim ki Attar olmadı.



MANÜEL El kitabı ( fr.manuel) Bk. Kitap.



MANÜSKRİ El yazması ( fr. manuscrit) . Bk. El yazması. Edisyon Kritik.



MANTRA Hind edebiyatında pandomimalı bir türkü çeşidi. Bk. Pandomima. Türkü.



MANZUM Sıralanmış,



düzenlenmiş.



Nazım



halinde



vezinli,



söz



(fr.



envers)



Nazımla yazılmış eser. Kelimelerin nesirden ayrı bir düzenle ölçülü ve uyumlu bir şekle konulması. Bk. Nazım. Vezin.



MANZUME Sıra, dizi, takım. Vezinli , kafiyeli nazım Manzum yazı, şiir, vezinli kafiyeli, nazımlanmış yazı parçaları. Bk. Nazım. Şiir.



MARİNİZM onyedinci yüzyılın



başlarında,



kullandığı özentili üslüp gibi yazmak merakı ( fr. marinisme)



özenticilik.



İtalyan şairi Marini'nin,



Özenticilik



adı verilen bu akım, yapmacık üslübün bütün özelliklerini taşır. Bk. Üs­ lüp.



MARŞ Yürüyüşlerde söylenmek veya çalınmak üzere bestelenmiş müzik par­ çası



( fr. marche ) . Bir topluluğun kendi adına yaptırdığı müzik parçası



Askerlikte yürüyüşe geçmek için verilen komut. «Öğretmen Okulları mar­ ,. şı» mız:



218



AIJwnızda bilgilerden bir çelenk



Nura. doğru can atan Türk oğluyuz Yeryüzünde yoktur olmaz Türk'e denk Korku bilmez soyumuz, Candan açtık cehle karşı bir savaş Ey bu yolda ant içen genç arkadaş Öğren öğret hakkı halka gürle coş Durma, durma koş, Şanlı yurdun her tarafı şanla dolsun Yurdum seni yüceltmeğe antlar olsun.



MARTAVAL Yalan, uydurma söz, «Martaval atmak» ya da «martaval okumak» ; martavalın diğer anlamı inanılmayacak sözler söylemek; «martavaicıQ uy­ durarak yalan söyleyen anlamına gelir. Hıdırellez sabahı mani küpün­ deki niyet sahibine mani okumaya da «martaval» denmektedir. Dinlemem martaval, efsun okuma, Yine derdim yenilendi yoğuma. İçleri ot dolu, kıldm dokuma Minder, yastık, yorgan döşek nic'oldu ?



Aşık DERDMEND



MASAL Olağanüstü olaylarla süslü, olağanüstü kişilerin başından geçen, za­ man ve yer kavramları belirli olmayan ilgi çekici hikaye. Hayvanları, eş­ yalan dile getirerek hazırlanmış kısa hikaye. Masallar, olağanüstü olay­ larile çocuklann hayal güçlerini çalıştınr. Genel olarak ikiye aynlır: ı. Halk masalları ; 2. Sanat masalları. H a l k m a s a l 1 a r ı ; toplumun geleneklerini, düşünüş tarzını, zevkini sözlü olarak kuşaktan kuşağa bildirir Halk masallarının kimin tarafından yaratıldığı belli değildir. Nesiller boyunca ağızdan ağıza geçerek gelişip olgunlaşır. Bir yazar bazen bunla­ rı toplar, daha derli toplu bir şekle sokar: Alman, Griınm Kardeşler ; biz­ deEflatun Cem gibi. S a n a t m a s a l l a r ı ; bir kimse tarafından yazı­ lan masallardır. Halk masallarında tek düşünce bir olayı hikaye etmek­ tir; halbuki sanat masallarında çoğun bir gaye vardır. Bir fikir, bir dü­ şünceyi ortaya koymak, hicvetmek, toplumun aksaklıklannı belirtmek için bu masallardan faydalanılır. Andersen. Jonathan Swift'in masallan gibi. Masalların belli başlı kalıramanlan cüceler, gulyabaniler, periler, devler, alev püsküren ejderhalar, canlılardır. Keloğlan ise bizim masallan­ mızın en sevimli kahramanıdır. Bk. Hikaye.



MASİVA Tasavvufta, Tann'dan başka olan her şey, dünya ilgileri. Tann'dan gayn şeyleri bırakmak, kendini Tann'ya vermek. Bk. Tasavvuf.



MASK Yüzün özel bir karışımla elde edilen kalıbı. Maske (it. maschera) ; yüzü gizlemek için takılan kumaş yüzlük. Bk. Makyaj.



MASKOT Uğur sayılan nesne, uğur eşyası (fr. mascotte) . 219



MASON Formason gözetmeksizin,



yerine sevgi



kullanılır. İnsanlar arasında,



din,



yaratmaya çalıştığını ileri süren ;



milliyet



farkı



uluslararası bir



dernek ( fr. maçon) Derneği ilk kuranlar kendilerine «franc mason» (fran­ mason



=



hür duvarcı) adını verdikleri için bu sözlük dilimize «farma­



son» olarak da geçmiştir.Mecazen;



«dinsiz,



imansız» anlamındadır. Ma­



sonların toplandıkları yere «locaı> denir.



MASTAR Bir yandan bir eylemin adını bildirdikleri için isim, bir yandan da nesne ve tümleç aldıkları için fiil olan kelimelerdir. Mastarlara isim-fiiler l d e denir. «Görmek, görmeklik, görme, görüş» bir mastardır. Mastarlar. çekimleri olmadığı için cümle sonunda bulunmazlar.



Sadece yan cürr.le­



cikler kurarlar. Bir cümlede ne kadar isim-fül varsa o kadar da yan cümle­



cik vardır. İsim-fiiller, isim oldukları için, ismin bütün hallerine girerler; İsim takımı kurarlar; çoğul eki alırlar ; cümlede özne, nesne, tümleç gö­ revinde bulunurlar. Bk. Fiil.



MATBAA Basımevi, basılan işin çeşidine göre makineleri ve büyüklüğü deği­ şir. Bk. Basım.



MATBU Basılmış, basma, basılı. Matbuat ; basılmış olan şeyler. Matbu, tabii olan şey anlamına da kullanılır. Keıam-ı matbu ; tabiii söz,matbuiyet, W.bii­ lik anlamına gelir. Bk. Dizin.



MATERYAL Materyel ( fr. materyel ) , bir işin ortaya çıkabilmesi için gerekli her şey. Bk. Madde.



MATERYALİZM Maddecilik, özdekçilik ; her şeyin özdek ve özdeksel olduğu inancında bulunan sistem



(fr. materialisme ) Dünyada her şey maddedir inancıııda



olan kimseye «materyalist» adı verilir. Materyalizm, insan hayatının olay ­ lan dahil, maddi alemdeki herşeyi, bizzat maddi alemden hareket ederek açıklamaya çalışan görüş açısı demektir. Materyalizm ; maddeyi bazı yol­ larla ideale, ruha, veya akla bağlı gören her teoriye karşıdır. Bu çeşit teo­ rilere «idealist» denir ve materyalizm, idealizmin tam zıddıdır. Materyalizm. bizim bilgimizin menşeinin tecrübede bulunduğunu ürünü olarak görür; kullanılma amacı, ham madde ve teknik. Materyalist yönteme göre, sanat tarihi; özce, bir yapabilme tarihidir. Yeni görüş ise, yapabilmenin istemeden çıkan ikinci devreden çıkan ikinci dereceden bir olay olduğu psikolojik varsayımına dayanarak, sanatın gelişme



tarihini



istenen tarihi



olarak



kabul eder ve aynı zamanda deneylerin insana objektif alemi tanıttığı belirtilir. Başka bir deyişle deneylerimizin objektif bir muhtevası vardır. Maddeden başka bir cevher varlığını kabul etmeyen spritüalizme ve ide­ alizme tepki olan bu doktrin sağlık, zenginlik, Zevk ve rahatlık gayesini taşır. Bk. Maddecilik. İdealizm. Diyalelüik.



220



MATLA Tulf., doğak, doğu. Anlam bakımından güneş veya başka yıldızın doğması. Divan edebiyatında gazel veya kasidenin ilk beyti. Kaside, ga­ zel gibi Divan şiirine bağlanan manzumelerin, mısralan birbirleriyle ka­ fiyeli olan ilk beyti.



Gazelde



matlaın bir mısraı olarak tekrarlamaya



reddi matla denir. Bk. Gazel. Kaside.



MATRİS Dizilmiş harflerin özel mukavvaya alınmış kalıbı ( fr. matrice) Harf kalıbı. Ek. Harf.



MAVİ ÇİÇEK Romantik



Avrupa



şiirinde



romantik



özlemin



sembolü.



İlk olarak



Alman yazan Frederich von Herdenberg kullanır. Bk. Romantik.



�IAYA Doğu ve Orta Anadolu'da halk musikisinde kullanılan bir makam, Amerika kıtası dillerinin genel çatısı bulunan Mayalar'ın dili.



MAYSTERZİNGER



Şövalyelik zamanında belli başlı ailelerin yanında bulunan şatolarda



vakit geçiren lirik şair



( alm. meistersinger) Bk. lirizm.



MAZBATA Birçok kimse tarafından iinza edilen rapor, tutanak. Bk. Rapor.



MAZDEİZM Zerdüşt mezhebi, zerdüştlük, mecusilik. Bk. Zerd,ü şt. Mecust.



MAZMUN Meal, mana, anlam, kavram. Divan ve Halk edebiyatlarında, bazı şey­



leri ifade için kullanılan klişeleşmiş sözler. Bir sözün içinde, zımnında bu­



lunan gizli, nükteli, cinaslı anlam. D ivan şiirinde kullanılan m azm unlardan birkaçı ;Servi: boy, göz, nerkis, mest, hançer; yanak, gül, şem, ateş; yüz;



ağız ; gül, konca, şarap, la'l. İlk olarak söylenmiş mazınuna bikr-i mazmfuı denilir.



Lale hadler yine gillşende neler etmediler Servi yürütmediler goncayı söyletmediler. NECATİ �IEAL Anlam, diyem, mana, mefhum, kavram. Sözcük, sözcük olmıyarak an­ lam özeti esas tutulursa «mealen» adını alır. Bk. Mana. Anlam.



MECAz Addeğişimi. Gerçek anlamından başka bir anlam ifade edecek şekil­ de bir kelimenin kulalnılması (fr. figure) Bir kelimeyi kendi asıl anlamında kullanmazsak mecaz yapmış oluruz. Söze güzellik, canlılık, kuvvet, ze­ rafet, parlaklık vermek için çok kere mecaz kullanılır. Türkçemiz mecaz b akımından çok zengindir. «Aslanlarımızın pençesinden düşman kurtula­



maz» sözündeki «aslan» kelimesi mecazdır. Bk. Addeğişimi.



Ol mey ki neş'esinde ola buy-ü iıntinan Seng-i kaza dokmıması yektir sebusuna. ��21



MECAz-1 MÜRSEL Kullanılan kelimenin gerçek anlamile mecazi anlamı arasında ben­ zerlik ilgisinden başka bir ilgi bulunması. Aralarında, sebeple sonuç, yapanla yapılan, kaplıyanla kaplanan gibi karşılıklı ilgisi bulunan şeyleri birbirinin yerine koyarak anlatmak mecil.z-ı mürseldir: «Artık sobaları yaktık.» «0, kaemiyle geçinir.» «O kafasızın biridir.» gibi.



MECMUA Dergi ; toplanılıp biriktirilmiş ve düzenlenmiş şeylerin bütünü, kolek­ siyon; derleme. Bk. Dergi.



MECNUN Çılgın, deli, çılgınca, aşık ; aşk yüzünden aklını kaybetmiş. Leyla ile Mecnun hikayesinin erkek kahramanı olan Kays.



Sürdü Mecn'U/11 nevbetin şimdi benim rüsva-yı aşk Doğru derler her zaman bir iişıkın devranıdır. FUZÜLİ



MECUSi Ateşperest. Hindistan'da «ateş», «inek», «timsahl> gibi şeylere tapan­ lara verilen ad. Bk. Mazdeizm.



MEDD Uzanma, uzatma. Heceyi uzatma, Med, met, «Medd-i basar: Uzağı görme», «Medd-i nazar: Gözün görebildiği kadar», «Medd-i cezr: Gelgib, Medd-i nazarlı bir örnek :



Veh ne kaamet ne kıyamet bu ne şiib-ı giil-i terdir Ne beladır nazar ehline ne hoş medd i ınazardır. -



FUZÜLİ



MEDDAH Meddah ; Medhedici, övücü, taklitler yapıp hoş hikayeler anlatarak hal­ kı eğlendiren sanatçıdır. Türk halk zekasının ve halkın hikayeleri kari­ katürize ederek yaratıp anlatma yetkisinin büyük sanatlarından biri olan meddahlık, yüzyıllar boyu yaşamış, Türk halkı arasında çok büyük ilgi görmüştür. Meddahlık için, tek adamlı tiyatro, diyebiliriz. Meddah, tiyat­ ronun bütün şahıslarını varlığında birleştiren bir aktördür.



Yüksekçe



bir yerde oturarak, bir hikayeyi başından sonuna kadar, her şahsı şivele­ rine göre konuşturarak anlatır. Perdesi, sahnesi, dekoru, elbiseleri, şahıs­ ları bulunmıyan bu tiyatronun herşeyi meddah denilen o tek adamın zeka­ sına, bilgisine, söz söylemekteki başarısına bağlıdır. Meddahların çoğu ; klasikleşmiş beyitlerle hikayelerine başlarlar.



Meddah;



anlatacağı



hi-



. kayeye geçmeden önce : «Haak, dostum Haak ! » diyerek, çoğunlukla, şu beyitle hikayeye girer : Söyledikçe sergüzeşti verir bezme letafet, Dinle imdi bende-i acizden hoş bir hikayet.»



l\IEDHAL Medhal. Giriş. Başlangıç . Girecek yer, kapı. Karışma, parmağı olma. «Zimedhal : Bir iş'te parmağı olan», «Medhal-i kavaid : Dilbigisine giriş. başlangıç» Bk. Giriş. Divan şiirimizde medhal : 222



Kimsenin medhali yok kendi saniimdendir. Ettiğim cürm-tt-hatA kendi elimden feryil.t. NABl



MEDHİYE Övme, övgü. Din ulularını, padişahı, veziri, şeyhillislanu,



zamanın



ileri



gelenlerini veya herhangi bir kimse ve şeyi övmek için yazılan yazı ve­ ya söylenen söz. Medh�yeler en çok kaside şeklinde yazılmakla beraber,



diğer



nazım



şekilleri de kullanılnuştır. Kasidenin asıl maksat ve ru!ıunu



ifade eden bölümdür. Burada övillen kimse, mübalağa sanatı pek bol kul­ lanılarak övillür. «Büyük Reşid Paşa İçin» yazılan kaside'de bu özellikler açıkça görülür.



Sensin ol fahr-ı cilıii.n- ı medeniyet ki hernan AMını vakt-i saadet bilir ebna-yı zaman Sadr-ı millette vücftdun ulu bir mu'cizedir Bunu fehm eylemeyen müılrike-i acizedir. Adi ü ihsArunı ölçüp biçemez Newton'lar Akl ü irfii.nıru derk eylemez Eflatun'lar



Şem'idir kalbimizin can ile mal Ü namfts Hıfz içün bid-ı sitemden olur adlin fanfts Ettin azô.d bizi oimuşiken zulme esir Cehlimiz sanki idi kendimize bir zencir Bir ıtıkıllimedir insana senin kanfJnun Bildirir haddini sultana senln kaa.nfJnun Sen gibi akıl olan kan dökerek gün mü sürer Vech-i \Wi.mftsuna ol kan ile düzgün mtt sürer !



Olmuş insô.na ta'assub bir onulmaz illet Hüsn-i tedbirin ile kurtulur andan millet Bill yaşa devlet ü ikbal-i fahimanen ile Mülkü tedbir ederek akl-ı hakimAnen ile ŞİNASl



MEDRESE Ders okutulan yer ; mektep, okul . Eskiden, hukuk, edebiyat ve ilahi­ yat dersleri okutulan ve öğrencilerinin yatıp kalkmalan için odaları bu­ lunan yüksek öğretim müessesesi sayılan yer.



MEHAZ Bir şeyin alındığı yer, kaynak. Bir yazarın bir eser yazmak için baş­ vurup içlerinden bilgi aldığı kitaplann her biri. Bk. Yazar. Eser.



MEHDİ Dünyanın sonunda, yeryüzünden fenalıkları kaldırmak, insanları doğru yola, iyiliğe, dindarlığa, mutluluğa götürmek için dünyaya geleceğine ina­ mlan büyük ve kutsal adam. Şi�erce kıyamete yakın tekrar meydana çı­ kacağına inanılır.



MEKANİZM Bütün olayları harekete çevirerek açıklamaya çalışan bir felsefe yolu . ( fr. mecanisme ) Karşıtı, hareketlerin cisimlerin içinde gizli bir kuvvet­ ten dôğduğunu savunan dinamizmdir. Bk .. Dinamizm. 223



·



MEKNİYE Saklı, gizli anlamına gelir. Edebiyatta kapalı istiare çeşididir. Bk. İstiare.



MEKTUP Birbirinden uzaktaki insanların, anlaşmak ve haberleşmek amaciyle yazdıkları yazı



( fr. epistolaire)



Mektuplar ; bir şey haber vermek, bir



şey sormak \leya istemek için yazılır. Mektupların üslubu yazana, isteğe ve mektup gönderilen şahsa göre değişir. Bir mektup, konusu ne olursa ol­ sun, açık ve sade olmalıdır. Çekici bir nezaketle başlamalı ve bitmelidir. Aile mektuplarile iş mektuplarından başka, edebt mektuplar da vardır. Mektuplar edebiyatın zengin, içten, çekici bir türüdür. Bk. Edebiyat.



MELAMİLİK Melametiyye mesleği ; müstakil bir tarikat olmayıp bir neşe, bir hal­ dir; gayeye varmak için bir yol, bir meşrebtir. Melanıilerin kendine özgü bir giysileri, kabul törenleri tövbe ve zikir telkinleri yoktur. Zikirleri ve ibadetleri gizlidir.



Melamiler,



hiç kimseyi hor görmezler, doğruluktan



ayrılmazlar, irfan sahibi kişilerdir. Buna rağmen, kendilerini halk karşı­ sında alabildiğine ahlaksız, kötü, düzensiz, hatta dinsiz tanıtırlar; halkın kin, nefret ve lanetini üstlerine çekerler; bu görünüşlerinin altında alabil­ diğine özdenlikle Tanrı'ya, Tanrı buyruklarına bağlı bulunurlar. Bk. Tari­ kat.



MELANKOLİ İç darlığı



(fr.



melancolie )



nedensiz,



sürekli hüzün durumunda gö­



rünen hastalık; kara sevda, greklerden araplara bu sözcük «mal-hulya» biçiminde geçmiş, yıllar boyu böyle kullanıla gelmiştir. Melankoliye tutul­ muş olan kimseye «melankolik» adı verilir. Bk. Aşık Edebiyatı.



MELİii ŞİİR Eski Yunanistan'da lir ya da flüt eşliğinde koro halinde söylenmek için yazılan şiir. ( fr. poesie meHque ) Bk. Nomos.



MEWDİ Kulağa hoş gelen söz dizisi; ezgi (fr. melodie)



Melodi ile ilgili oluş



durumuna «melodik» denir. Bk. Ezgi



MELODRAM Eskiden bazı yerlerinde müzik çalınan, sözlerinin hiçbir yeri besteli olmıyan tiyatro eseri ( fr. melodram) şimdi pek acıklı rastlantılar üzerine kurulmuş



dram.



«Melo»



kelimesi



Yunanca'da beste,



nağme ;



«drama»



hayattan alınmış tiyatro anlamına gelir. Bu bileşik kelimenin anlamı ise «fazla heyecanlı dram» dır. Bu dramda intikam, ihanet,



cinayet hüküm



sürer. En kestirme yoldan seyirci etkilemek amacıyla en ' kolay çarelere baş vuran; olağanüstü durumlar, olağanüstü rastlantılar, çapraşık olay­ lar düzenliyen ;



basit, kaba çizgilerle karakter çizmeğe kalkışan, ahlak



dersi çıkarmağa uğraşan bir tür. Pek kuvvetli heyecan uyandırma gayesini t aşıyan halk dramı. Melodrama yakışır yolda bulunmaya ; fazla heyecan uyandırmak



için



aşırı büyütme durumuna ınelodramatik» denir. XIX.



yüzyılın ortalarında başlayan melodram salgını,



musikiyi kaldırmış ve



konuya akla gelmedik karşılaşmalar koyarak kuvvet vermiş, eserin sonu-



224



nu daima hikmet ve ibretle bitirmeyi benimsemiştir. Melodram modası «tiyatro büyüklerin okuludur ; tiyatro ahlak kürsüsüdür» gibi kuramların üstün görüldüğü yıllarda saltanat sürmüştür. Ek. Tiyatro.



MEMENTO Bir veya birkaç konunun ana çizgileri belirtilerek özetlenen kitap (fr. memento) Ek. Kitap.



MEMUAR Bilim kongresine sunulan eser; bazı meseleleri suralıyan siyasal yazı.



( fr. memoire) Ek. Yazı.



MENKIBE Menkabe. Tanınmış kimselerin hayatına bağlanan olağanüstü olay­ lara; büyük adamların, din büyüklerinin övünülecek hayatlarının masal un­ surlarile birleşerek anlatılması Menakıb ; menkubenin çoğulu menkıbeler. Bk. Biyografi.



MENKlJT Menkü.ta. Divan edebiyatında, özellikle ebcetle tarih düşürmelerde, noktalı hafleri kullanma. Bk. Ebced.



MENSUR Saçılmış olan, Nesir halinde manzum olmıyan Düz yazı. Ek. Nesir.



MENSlJRE Mensur şiir. Bk. Mensur Şiir.



MENSUR ŞİİR Kuvvetli heyecanlarla, sık duygularla örülü edebi eserlerin hepı;ine şiir dendiği için, mensur şiir akımı bu inançtan doğmuştur. İlk olarak bizde, XIX.



yüzyılın sonlarında denenmiş



Servet-i



fününcuların



nesir



halinde yazdıkları şiir parçalan bu adı almıştır. Halit Ziya Uşaklıgil,



Mehmet Rauf mensur şiirin yolunu açtılar; dünya edebiyatında Amerikan şairi Edgar Allan Poe'nun etkisiyle Baudelaire, Rimbaud bu tarzın en güzel örneklerini verdiler. Yakup Kadri'nin şu paragrafını bir mensur şiir sayabiliriz : «Yıllar yarlardan yarlar yıllardan vefasız. Kara baht kasırga gibi. Bu ne baş döndürücü i ş ? Geceler günleri kovalıyor ; cefalar, sefa.Ian kolluyor. Saçlarımızda aklar aklan, alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Tevek­ kül güç, isyan vahim ; felek hiç rahmetmiyecek mi ? Hayhat, aziz dost onu döndüren kara bahtın kasırgası. . . »



MERAMI GİZLEME Tevriye. İki anlamlı bir sözcüğün cümle içinde yakın anlamını kulla­ nır görünerek uzak anlamını kastetme. Verilen Örnekte : «Bağın ağaçları tecrit hırkasını giydiler; sonbahar rüzgarı da çınardan el aldı» beytindeki «el almak» deyimi bir müridin, mürşidinden başkalarına yol göstermek için iznini alması anlamına gelir. «Hırka-i tecrit» tasavvufla ilgilidir; so­ yunup derviş olmak, derviş hırkası giymek, Tanrı'dan gayrı tüm duygu ve düşüncelerden sıyrılmaktır. Sonbahar rüzgannın müride, çınar yapra-



F. : 15



225



ğının



insan eline benzemesinden yararlanılarak çınar ağacı da şeyhe ben­



zetilerek «tevriye» yapılmakta:



Eşcar-ı biiğ hırka i tecride girdiler -



BM-ı hazan çemende el aldı çenardan BAK!



MERKANTİLİZM XVI. yüzyıldan :xıx. yüzyıla değin ekonomi biliminde önemli bir yer tutan kuram (fr. mercantilisme) Ekonomik tedbirlerin devlet tarafından alınmasını, bütün çabaların zenginliklerin artması ve bunların bağlı ol­ duğu üretim güçlerinin kuvvetlendirilmesi prensibinde görür.



MERKÜR Roma mitolojisinde Jupiter'in oğlu, tanrıların habercisi ; iyi konuş­ ma, ticaret ve hırsızlık tanrısı. Bk. Mitoloji.



MERSİYE Mersiye ; bir ölünün arkasından yazılan, ölenin iyiliklerini sayıp döken, ölümündenn duyulan acıyı anlatan şiir ve yazıdır. Bütün edebiyatlarda kullanılan ortak şiir türlerindendir. Halk Edebiyatı'nda bu yolda yazılan şiirler ağıt adını alır. Fuzuli'nin Kerbela, Baki'nin Kanuni, Şeyh Galib'in Esrar Dede, Hamid'in Makber'i en başarılı mersiyelerimizdendir. Divan Edebiyatı'mızda mersiye'nin klasik vezni : «mef'il.lü fa.ilatü mefa.ilü fa.ilün» dür. Bunun dışında başka bir vezinle yazılmaz. Terkib-i bent biçiminde düzenlenir. Her bent ayrı bir duygunun, ayrı bir feryadın anlatımıdır. Ka­ nuni Mersiyesi'nden.



Tiğin açardı düşmene zahJn..ı zebanları Bahsetmez oldu kimse kesildi Iisanlan



Gördü nihii.l-i serv-i serefraz-ı nizeni Serkeşlik Mm alnmadı bir dahi banları Her kande bassa pay-ı semendin nisar içi!n Hanlar yolunda cümle revan etti canlan Deşt-i fenada mürg-u heva durmayıp döner Tiğin Huda yolunda sebil etti kanlan Şemşir gibi rfiy-u zemine taraf taraf Saldın demir kuşaklı cihan pehlivanları Aldın hezar bütgedeyi mescid eyledin Nakuus yerlerinde okuttun ezanları Ahir çalındı ktis-u rahil ettin irtihii.l Evvel konağın oldu cinan btistanlan Minnet Huda'ya iki cihanda kılıp said NM-ı şerifin eyledi hem gaazi hem şehid. BAKİ



MESEL Örnek, misal. İbret almağa meydan verme yoli�•�e insana bir ahlak, bir davranış kuralı telkin eden hikmetli söz. İçinde bir gerçek gizli olan ki­ nayeli söz. Öğütle ilgili söz ya da küçük hikaye. Bk. Hikmet. Darb-ı mesel 226



Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz ü felah Hazır ol cenge eğer ister isen sulh u salah.



Abdülhak



MOLLA



MESNEVİ Mesnevi ; her beyti ayrı kafiyeli olan manzumedir. Uzun manzum eserlerin çoğu kafiye rahatlığı için mesnevi biçiminde yazılır. İran ede­ biyatından bizim edebiyatımıza geçmiştir. Kafiyeleniş şeması şöyledir: aa bb - cc dd - ee. . . Anlam her beyitte tamamlanır. Mesnevide konu birliği olduğu için, her beyit kendi başına bir küçük eser sayılamaz. Türk ozan­ -



larının sazla okudukları koşuk adı verilen manzumeler de mesnevi !:,içi­ minde olduğundan, İranlılara Türklerden geçtiği ileri sürülmektedir. Mevlana Celaleddin-i Rum'i nin farsça manzum büyük kitabının adı da «Mesnevi» dir. Bu nazım biçimi, bütün dünya milletleri tarafından kulla­ nılır. Kafiye sıkıntısı çekilmedeğinden öğretici manzum tarihler, manzum hikaye ve tiyatrolar mesnevi biçimindedir. Mesnevi ; nazım biçimi, Batı Edebiyatı'nda da vardır. Bu bakımdan yalnız Divan Edebiyatı'nın malı sayamayız. Divan şiirimizin uzun manzum türleri, aşk efsaneleri, destansal konular, tasavvufla hikmetle ilgili eserler; Mevlanan'nın 26 bin beyitlik «Mesnevi» si, Firdevsi'nin 60 bin beyitlik «Şehnameı> si, Fuzulinin «Leyla ve Mecnun» u, Silleman Çelebinin «Mevlid» i, Şeyh Galib'in «Hüsn ü Aşk» ı gibi daha binlerce ünlü eser, hep mesnevi tarzında yazılmıştır. Mesnevilerin konusu çokluk gerçekçi, objektif, soyut, toplumsal, ya­ şanılan konulardır. Divan nazmının diğer türlerinde görülmeyen bir ger­ çeklik taşıyan mesnevilerd e ; dine, tasavvufa, ahlaka, kahramanlık ve aşka bağlı konular geniş yer tutar. Divan Edebiytı'nda, aynı şairin yaz­ dığı 5 mesnevi hamse adını alır. Edebiyatımızda en tanınmış hamse'ciler yani hamsenüvis'ler, Ali Şir Nevai, Taşlıcalı Yahya, Behişti, Nev'i Zade Atayi'dir. Nergisi'nin hamsesi ise mensur olarak yazılmıştır. Fuzuli'nin «Leyla ve Mecnun» mesnevisinde. «Kays'in Mecnün Adıyla Çöllere Düşü­ şü» : Geldi yine mektebe ferahnak



Sermest-i şarab-ı iştiyakem



Ta kim kıla zevk-i vash idri.k



Medhfiş-ü tehayyür-ü firakem



Gördü ki behişte hfır gelmez



Ger gelse ecel menim nem ala



Gün çıhtı benfız nur gelmez



Can hod yohtur meğer gam ala



Bildi



ki sipihr-i şu'bedebaz



Sfız-ü dil ile tökülse yaşım



Bir şu'bede eyleyiptir agaaz



Tiğ-i gam ile kesilse ·başım



Nevmid olup etti nale bünyad



Candan çıharıp heva-yı aşkı



Dedi nedir ey felek bu bidaad Terk eylemezem bela-yı aşkı



N'ettim



sana



kasd-ı canım ettin



Kat'ı reh-i dilsitanım ettin



Söz muhtasar ol esir-i sevda Bir nev'ile oldu halka rüsva



Kim Kays iken adı oldu Mecnun Ahvalini etti gam digergfin Sahraya düşüp güneş misali Tenha yürür oldu Iaübali Her



dli.şa ki yetti töktü yaşın ü deşt daşın



La'l eyledi kfih



FUZULİ 227



MESOWJİ Karşılaştırılmalı edebiyat tarihinin en önemli kollarından biri



( fr.



mesologie) etilenen etki eden arasındaki köprülüğü yapan kişiyi, durumu, yeri ve özellikleri araştırır. Bk. Edebiyat Tarihi.



MEŞHET Meşhed. Birinin şehit olduğu yer; şehitin bulunduğu yer, şehit ya­ tağı. Muhammed Peygamber'in Tonmu Hüseyin'in Kerbela'da şehit edilip gömüldüğü yer.



METİN Teks. Bu yazının, bir eserin öz ibaresi. heri sürülen fikri anlatmak için kullanılan kelimelerin tümü ; metnin derinliğine girebilmek için, metne özel bazı sualler sormak gerekir. Metni inceleme bizi edebiyat tarihinin



götürmediği sonuçlara vardırır. Çünkü, edebiyat tarihi, ancak tabiatla ilgili olayların tarihi, bizi gerçek esere götüren bir



kılavuz'dur.



Sanatçının



iç benliğini, zamanının özelliklerini yansıttığı eserlerde bulabiliriz. Yeter ki, o metni incelemesini bilelim. Bir edebiyat eserini iki bakımdan incele­ mek



en



sağlam yoldur 1. öz, 2. Biçim. İyi bir metin; bir anafikir çevresinde



geliştirilmiş fikirlerle yüklü, okuyucuya olumlu etkilemede bulunan, gö­ rüşler kazandıran metindir. Örneğin bir şiirde, hayatın bir tablosu bulun­ malı;



yapıt ;



dil, biçim bakımından kusursuz olmalıdır.



Hikaye.



roman



tiyatro yapıtında ise, olay nedenden sonuca doğru gelişmeli ; karakterler belirtilmiş, hareket sağlanmış bulunmalıdn·. Bk. Orijinal.



METODOLOJİ Metodları. ve bunların bilimlerle ilgili olanlarını deneysel olarak incele­ yen mantık bölümü (fr. methodologie ) yöntem, bilim. Bk. Metot.



METOT Yöntem



(fr. methode ) . Bir gerçeğe ulaşmak için tutulan mantıklı



fikir yoluna metot denir. Bildiğimiz bir gerçeği başkalarına gösterme ve­ ya öğretmede tutulan yol. Her bilimde, bilimin yapısına göre, tutulacak metotları konu yapan, mantığın «metodoloji» koludur. Bk. Çığır.



MEV'İZE Vaiz, nasihat, öğüt (fr. sermon) Birinin kalbini yumuşatacak şekil­ de söz söyleme, nasihat, öğüt verme. Edebiyat türü olarak, konferanslada söylevlerin ahlak, din konulu olanları. Bk. Konferans. Söylev. Vaiz.



MEVLEVİ Mevlanan Celalettin Rumi'ye bağlanan tarikat ve bu tarikattan olan kimse. Bk. Mevlevilik. Divan şiirimizin ünlü Mevlevi Şairinden bir beyit:



Reh-i Mevlevide GAlı"b bu sılatla kaldı hayran Kimi terk-i ınam ü şılna kimi i'tib8.re düştü. Şeyh GALİP



MEVLEVİLİK Mevlana Celil.lettin Ruıni'nin kurduğu, oğlu Sultan Velet'in düzede­ diği tasavvufla dayalı bir tarikat. İslam ve Anadolu tarikatları içinde en seçkin olanlarından biri sayılır. Mevleviliğin en ilgi çekici yanı ayinleridir.



228



Ayinde «mutrip» denilen saz heyetiyle «ayinhan» denilen okuyucular bir «ayin-i şerif çalıp okurlarken, dervişler de bu nağmeye uyarak «sema» raksı yaparak, kendilerinden geçercesine dönerler. «Sema» evrenin «cezbe» sini, yani bir odak çevresindeki çekimi sembolize etmektedir. Tarikat'ın ba­ şına Çelebi denir, Mevlanan'nın torunları arasından seçilir. Konya'da Mev­ Iana'nın türbesi olan dergahta otururdu. Osmanlı İmparatorluğu'nun belli başlı şehirlerinde mevlevihaneler, başlarında «şeyh» !er bulunurdu. «Şeyh» ler, arasından seçilirdi ki, 1001 günlük çileyi tamamlıyan «derviş» dede adını alırdı. Mevlevihaneler, yüzyıllarca konservatuar yerini tutmuş, Ha­ mamizade İsmail Dede gibi büyük bestekarlar, Şeyh Galib gibi büyük şa­ irler yetiştirmiştir. Ayinler bir saatten fazla sürer, güfteler çoğunlukla Mevlana'nın şiirlerinden seçilirdi. Bk. Mevlevi.



MEVLİT Mevlüt; doğma, birinin doğduğu yer, birinin doğduğu zaman ve özel­ likle Peygamber Muhammed'in doğuşunu anlatan nazım ; bu eserin okun­ masıyla yapılan din töreni. Hz. Peygamber'in doğduğu geceye bu doğu­ mu anlatan eserlere «mevlit» adı verilir. Edebiyatımızda bir çok «mevlit»­ ler yazılmıştır. En ünlüsü Bursalı şair Siileyman Çelebi'nin «Mevlit» idir. Süleyman Çelebi, bu eseri, Ulucami'deki dini bir tartışma sonucunda, İran­ lı bir vaizin, Hz. Muhammedle öteki peygamberler arasında hiçbir üstünlük olmadığını ileri sürmesi üzerine yazdığı söylenir. Edebiyatımızdaki dinsel şiirlerin halkı en çok etkiliyeni budur. Doğumlarda olsun, ölümlerde olsun. hala sık sık okunmaktadır. Doğal bir içtenlik taşıdığı için, her dönemde birçok nazireler yazıldığı halde, hiçbiri onun yerini alamamıştır. Failli.tün füilatün füilün ölçüsüyle yazılmış Muhammed Peygamber'e övgüdür. Asıl adı Vesiletü'n-NecA.t'tır. Tannya yakanş Münac-At, Peygamberin doğuşı\ Viıa.det, Peygamber oluşu RisAlet, Peygamberin ölümü Rıhlet ve en sonra Dua olmak üzere altı bölüme aynlır. Edebiyatımızda Mevlit yazma çığın bu eserle açılmıştır. Mevlit'ten :



Allah adın zikredelim evvela Vacib oldur cümle işte her kula Bir kez Allah dese aşk ile lisan Dökülür cümle güneh misl-i hazA.n İsm-i pil.kin pak olur zikreyleyen Her muri.da erişir Allah deyen Amine Hatun Muhammed anesi Ol sedeften doğdu ol dür danesi Ol gece kim doğdu ol Hayr-öl Beşer .ı\ınesi anda neler gördü neler Dedi gördüm ol Habibin anesi Bir aceb nur kim güneş pervA.nesi Berk urup çıktı evimden nagehan Göklere dek nfir ile doldu cihan İndiler gökten melekler saf sAf KA.be gibi kıldı1ar evim tavA.f Hem heva üzre döşendi bir döşek Adı Sündüs döşeyen anı melek 229



Yarılıp divii.r çıktı nagebitn tJç bile hfiri bana oldu ayan Bazılar derler



ki ol üç dilberijn



Asiye'ydi biri ol meh-peykerin Biri Meryem HAtun idi aşikitr Birisi hem hfi:rilerden bir nigar Geldiler liitf ile ol üç meh-cebin Verdiler bana selam ol dem hemin Çevre yanıma gelip oturdular Mustafa'yı birbirine muştular Dediler oğlun gibi hiç bir oğul Yaradılalı cihan gelmiş değül Amine eydür çü vakt oldu tamam Kim vücuda gele ol Hayr-ül Enam Susa.ılım gaayet hararetten kati Sundular bir İçtim



anı



cam



oldu



dolusu şerbeti



cismim nura gark



E-Oemezdim nOrd• kendimi fark Geldi bir ak



kuş kanadıyle revan



Arkamı sığadı kuvvetle heman Doğdu ol saatte ol Sultan-ı Din Nura gark oldu semavat ü zemin



Süleyman ÇELEBİ



MEVT Ölüm. Tasavvufta nefsin isteklerini gidermek ve şehvetleri yok etmek, benliği öldürmek, ölmeden evvel ölmek.



MEVZU Konu ; konulmuş, kurulmuş. Ana konuyu ele almaya «mevzua girmek,> denir. Bk. Konu.



MEVZUAT Kanun, tüzük, yönetmelik, kararname gibi hukuk kaynaklarının için­ deki hükümlerin tümü. Bk. Mevzu .



MEVZUN Ölçülü; tartılmış, oranlı, uyumlu, vezni yerinde, vezinli . Bk. Vezin. Ölçü. Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efriiz Birkaç kuruşu mürtekibin cay-ı kürektir.



Ziya PAŞA



MEY Şarap ; üzümden yapılan şarap ; genellikle içki yerine kullanılır. Mey her şeydir, her türlü özellikler mey'de vardır ; sevgilidir; dilberdir, devadır, gevher-i candır, maye-i cünundur. Tanrıya ulaşmak için bir araç olarak mecaz anlamında, sözlük oyunlarında yüzyıllar boyu kullanılmıştır. :Doğu Anadolu'da kullanılan bir çeşit küçük zurna'ya da «mey» denilir. 230



Mey ile ınal-i yetimi ele alınalı değil, Eğer almalı olursa meyi al, malı değil !



HUFF!



MEYDAN Alan, zaman, vakit. Bektaşi tekkesinde tören yeri. Saz şairlerinin saz çaldıkları, kar§llıklı şiir söylemek üzre toplandıklan yer. Ortaoyunu' nda sahne. Bk. Ortaoyunu.



MEYHANE İçki satılan ve içilen yer. Şarap dükkanı. Mecaz anlamiyle «tek­ ke» ; ilahi aşk şarabından içilip sarhoş olunulan yer. Bk. Mey. Peymanesini



her kişi doldurmada hı.in.da



Şimden gerü bu meclise meyhane desünler.



Şeyhülislam YAHYA



MEZAMİR Mezamir ;



Davut Peygamber'in makamla okuduğu



Zebur süreleri,



mezmurlar. Bk. Zebur. Servet-i Fünün şiirimizde mezamir: Karlar, bütün elhanı mezaınir-i sükôtun Karlar, bütün ezharı riyaz-i melekfttun.



Cenap ŞEHABETTİN



MEZllEB Mezheb ; bir dinin aynldığı başlıca kollardan her biri ; öğreti, bilim ve felsefede çığır. İslam dini Sünni ve Şii ( =: Alevi ) olmak üzere iki büyük mezhebe; Sünni mezhebi de Henefi, Şii.fii, Maliki, Henbeli adlı dört mezhe­ be aynlır. Sünni mezhebler birbirlerini ve Ebubekir, Ömer ve Osman'ın



halifeleliklerini tanırlar. Şii mezhebi ise, Muhammet'ten sonra yalnız Ali ve onun soyundan gelenlerin halife olmalan gerektiğini savunur. Ebu­ bekir, Ömer ve Osman'ın halifeliklerini tanımaz. İslam tarihinde Sünnilik ve Şiilik, yüzyıllarca süren dini ve siyasi kavgalara yol açmıştır. İslamda mezheplerin doğuşu, Peygamberin ölümünden sonra başlar. Bk. Muham­ med. Müslümanlık.



MISRA Dize. Manzum yazıların bir satırı, bir nazım birimi. (fr. vers ) . Türk şiirinde mısra ile beyitin önemi dörtlük kadar önemlidir. Belli bir biçimi, olan, en küçük birliği meydana getiren söz dizisi mısradır. Mısra ; yalnız olarak güzel olmak zorundadır. Mısra üzerine Tanpınar şöyle der: «İnsan biraz da sesidir. Bütün mesele dili bir sesin kendisi, yahut kendi sesi yap­ mektadır. Bunu başanrsak mısra dediğimiz şey teşekkül eden. Ataç ise şu görüştedir : «Bir mısram sahibi onu nasılsa ağzından «kaçıran» değil, onun güzel bir şekil olduğunu bilen adamdır. Bunun içindir ki, binlerce çir­ kin, tadsız mısrağ söylemiş bir şairin eserinde bulunacak birkaç güzel şey, o şairi kurtaramaz.» Mısralardaki durak yerleri bilinmedikçe, bir şiir ge­ reği gibi okunamaz. Mısralardaki durak yerlerini göstermeğe «takti» de­ nildiği gibi, «duraklara ayırma» de denilebilir. Hiçbir mısra ile kafiye bağ­ lantısı olmıyan mısralar serbest mısra adını alır. Divan şiirinde ; nıbai, murabba, şarkı, muhammes, müseddes, muaşşer nazım birimi olarak mısraı



kabul ederler. Tek ba§lna olan mısralara mısra-i aza.de yani aza.de mısra 231



adı verilir. Batı şiirinde ise,



üçlük, dörtlük, beşlik, altılık mısra düzeni



çoğunluktadır. Mısra örnekleri: Bela budur ki



alıştı belalarına gönül.



Neler çeker bu gönül söylesem şikayet olur. Yahya EFENDİ



Gün doğmadan meşime-i şebden neler doğar. RAHMİ



Sen dur ey bülbül biraz gülşande yarim söylesin. Abdülhak HAMİT



İnsan alemde ha.yal ettiği müddetçe yaşar. Yahya KEMAL



MISRA-1 BERCESTE Mısraı berceste. Bir manzume içinde en güzel mısra. Bk. Berceste .. Mısra.



MİDAŞ Yunan mitolojisinde adı efsanelere kanşan bir Frikya kralı. Şarap Tan­ rısı Diyonizos'a tapılması geleneği ülkesine soktuğu için bu tanrı her dokunduğu



şeyi altına çevirme



gücü



verir.



ona



Yedikleri, içtikleri bile



altına çevrilince, Midas karnını doyuramaz olur, aç kalır. Sonunda Pakta! ırmağında yıkanarak kurtulur. Irmağın kumları böylece altın olur. Midas, flütünü Apollon'un lirinden ü stün tuttuğu için buna kızan Apollon or.un kulaklarını eşek kulağına çevirir. Midas'ın bunu öğrenen berberi, açtığı bir çukura bu sırrı söyler; çukurdan biten sazlar en hafif bir rüzgarda oradan gelip geçenlere «Midas'ın eşek kulakları var ! » diye tekrarlaması üzerine, Midas boğa kanı içerek intihar eder. Bk. Mitoloji.



MİKAİL Tanrı'ya yakın olan dört büyük melekten biri. Canlıların rızıklarının sağlanmasına, bütün meleklerin idaresine, yağmurlarla, rüzgarların yağ­ ma ve esme işine memurdur.



MİKRO - FİLM Elyazma kitaplardan değerli olanlarını foto-kopi yoluyla filme alına, Çağdaş kitapçılıkta, bilimsel araştırmalarda yepyeni bir gelişme yarattı. Bk. El yazması.



MİLLİ EDEBİYAT Yirminci Yüzyıl Türk Edebiyatının 1908 le 192,3 yılları arasında ge­ lişen ; ikinci Meşrutiyetin milliyetçilik hareketleriyle başlıyan edebiyatı­ mız milli edebiyat adını alır. Bu edebiyat akımı, Cumhuriyet devrine kadar süregelir.



Mehmet Akif, Yahya Kemal, Farıuk Nafiz v.b. şairler şiir ala­ Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar. Yakup Kadri Karaosınanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Nurullah Ataç, Falih Rıfkı Atay, Memduh Şevket Esendal v.b. yazarlar nesir alanında, milli edebiyatımızın en önemli kişi­ leridir. Bu edebiyatın en büyük fikir adamları Ziya Gökalp ileFuat Köprii­ nında :



lü'dür. Milli: Edebiyatımızın genel niteliklerini şöyle sıralıyabiliriz: «Milli kaynaklara dönme» düşüncesi benimsenmiş, yabancı sanat etkileri atıl­ mak istenmiş, kendi yaşayışımız örnek olarak alınmış, memleket konulan-



232



nın işlenmesine önem verilmiştir. Aruz yerine milli ölçümüz olan hece kullanılmıştır. Dil, yabancı etkilerden kurtarılarak, sadeleştirilmeğe çalı­



şılınış ; Türkçe"de karşılığı bulunan yabancı kelimelerle yabancı dillerin kuralları dilimizden atılmak istenmiştir. Bu konuda, Genç Kalemler der­ gisinin görevi büyük olmuştur. Ek. Türk Edebiyatı.



MİLLİ MARŞ Edebiyatta bağımsız ulusun bağımsızlık sembolü marş. Ek. Marş. Türk Bayrağı gibi İstiklal Marşı'mız da ulusal sembollerimizdir. Ek. Sembol. Milli Marşımızın sözleri Mehmet Akif Ersoy'un bestesi Zeki Üngör'ündür. Kurtuluş Savaşı günlerinde ulusal heyecanı anlatmak için, Maarif Veka­ leti, bir milli marş yarışması açmıştı, yarışmaya 724 şair katıldı. Mehmet Akif'in şiiri saçildi. Büyük Millet Meclisi'nin 14 Mart 1921 tarihli toplan­ tısında, o zamanın Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanöver bu marşı Meclis kürsüsünden okuyunca, dört defa ayakta dinlenerek, Türk ulusunun «ITstikla.J Marşı� kabul edildi. «Kahraman Ordumuza» ve Türk ınusuna ithaf edildi : İSTİKLAL MARŞI



Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden ynnlumun üstünde tüten � son ocak.



O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir an,ak, Çatma, knrban olayım çehreni ey nazlı hilal ! Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet, bu celal '! Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal, Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal. B�n ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış'! Şaşarım. Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım ; Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın Ma.kını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serlınddim var! Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın! Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca a.kıtı. Doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın, Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın. Bastığın yerleri «toprak» diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı, Sen şehid oğlusun, incitme yazıktır atanı. Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda, Şüheda fışkınwak, toprağı sıksan, şüheda ! Cam, cananı, bütün vanmı alsın da Huda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. 233



Rfthwnun senden tıabi şudur ancak emeli : Değmesin ma'bedimin göğsüne nA-mahrem eli. Bu ezanlar - ki şaııacJ.etleri dinin temeli Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder - varsa - taşım. Her cerihamdan İlahi boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır rfth-ı mücerred gibi yeroen na'şım. O zaman yükselerek arşa değer belki başım, Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı h i 1 a ı Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal. Hakkıdır hür yaşamış bayrağınını hürriyet, Hakkıdır hakka tapan milletimin i s t i k 1 a l







Mehmet Akif ERSOY



MİM Eskiden kullandığımız Arap alfabesinde «m» sesini veren harfin adı ; biçiminden dolayı sevgilinin ağzına benzetilirdi. Tiyatro anlamıyla «oyna­ mak» ve «oyuncu» ; gülünçlükler yayan sözsüz oyunu ; sözsüz oyun metni ; Latin tiyatrosunda çeşitli hüner gösteren ve gülünçlükler yapan tuluatçı. Bk. Tiyatro.



MDIİK Bir durumu, bir işi



yüz haraketlerile anlatma (fr. mimique) Tiyatro­



da oyuncuların, oyunlarını daha inandırıcı, daha etkili kılmak için yüzle­ rine verdikleri hareket. Bk. Tiyatro.



MİlUODRAMA Pantomima tarzında oynanan dram. Bk. Pandomima.



MİNERVA Latinlerin sanat ve bilim tanrıçası



(fr. minerve)



Yunanlılarda adı



Athena'dır. Bk. Athena.



MİNÜSKüL Küçük harf ( fr. minusr.ule ) Majüskül karşıtı . Bk. Harf. Majüskül.



MİNYATÜR Eski yazma kitaplarda görülen, ince bir sanatla işlenmiş küçük ve biraz ilkel resimler. Osmanlı Türklerinde minyatür, Fatih zamanından son­ ra başlar. Bk. El yazması.



)IİR-İ KELAM Güzel konuşan, düzgün söz söyleyen, söz eri, söz efendisi, söz ustası. Bk. Söz. Sözlü Komposizyon.



.Mİ'RACİYE Peygamber Muhammed'in Burak'a binip Tanrı'yı görmek üzere göğe yükselmesile



ilgili



manzume.



Müslümanlara



göre,



Recep



ayının



yirmi



yedisine rastlayan kandil gecesi, Peygamberimizin göğe çıktığı o gece, di­ van edebiyatı şairlerinin çoşkunlukla terennüm ettikleri mesnevi ve kasi-



234



ile konuklarına kaynak olmuştur. Bk. Kaside. İzzet Molla'nın «Mi'raciye» :sinden: Gelip Cibril ol mahı buldu bürc-i Vnırniluı'1ıi'de, Güneşten ruşen oldu çeşmine ol leyle-i zulma Selam-i Hazret-i tebliğ kıldı peyk-i rabbaıni Edip Mabla erkan i memuriyeti ifa -



Dedi ey nazenin Rabb-ı İzzet çok selitm etti Seni mihınan reya-i kurbe ister İzid-i yekta.



İzzet MOLLA



MİSK rın



Asya'nın yüksek dağlarında yaşayan bir cins ceylanın erkeğinin ka­ derisi altındaki bir bezden çıkarılan güzel kokulu madde. Bk. Anber.



M1ST1K Mistisizm ile ilgili ; mistisizm üzerine çalışan ( fr. mystique) Duyu or­ ganlan ile algılanmayan, fakat tesirlerinde, varlıklarında şüphe olmıyan kuvvetlere ve ruhlara inanan insan. Mistikler Tanrıyı ve gerçeği zihinden başka yollarla tanımanın mümkün olduğuna inanırlar. Bk. Mistisizm.



MİSTİSİZM Aklın yetmediği alanlarda, en çok tanrı kavramında gerçeğe halk yoluyla ulaşılacağını kabul eden inanç yolu ; gizemcilik. ( fr. mysticisme ) İnsan ruhunun, Tanrı ile birleşeceğine inanan anlayış. Mistikler, bunun için, beş duygunun ve bütün bilimcilerin dışında, insanı doğruca Tanrı'­ ya gizli bir yolun götürebileği inancını taşırlar. Bk. Mistik.



MİT Tarih öncesine dayanan efsane. (fr. mythe ) Bk. Mitoloji. Efsane.



MİTOWJİ Mitologya (fr. mythologie) Tarih öncesine dayanan efsaneleri yani mit'leri inceliyen bilim ; tarihten evvelki tann ve kahramanların ehsaneli maceralarını, toplumun inançlarını, özlenimlerini, duygularını anlatan hi­ kayeler mitoloji, üstüre, adını alır. Mitoloji ile ilgili, masallarda oldu­ ğu gibi anlamında «mitolojik» sözcüğü kullanılır. Efsanenin bir yanı az çok tarihe dayanmakla beraber, inanılmaz olay­ larla süslü olan halk hikayesidir. Efsanelerin kaynağı tarih olaylarıdır. Bu olaylar, halkın hayal gücü yardımı ile olağanüstü hayallerle olgun­ laşır. Halk, inançların etkisi altında, tarihle ilgili olayları idealize ederek masallaştırır. İşte bu bakımdan efsaneler, tarihsel olaylarla örülü masal­ lardır. Bu masallar, cin, peri, dev, ejderha gibi masal öğelerile süslenerek anlatır.M Mitoloji ile aynı anlamda kullanılan esatir, her milletin oluş masalını da içine alır. Türk mitolojisi; Türk Kozmogonisini, evrenin var­ oluşunu «Türklerin Yaratılış», Türk ulusunun doğuşunu «Bozkurt», «Er­ genekon;;., Türk imparatorluğunun kuruluşunu «Oğuz Kağan», Türkle­ rin Batı•ya doğru akışını «Göç» destanlarımızdan izliyoruz. At ağaç, kurt, yadataşı, mavi ışık, kutsal sesler, ak saçlı, ak sakallı büyükler, su sevgisi, madenler, tılsımlı taşlar, yüzükler, ay yüzlü sevgililer. Türk mitolojisinin ulusal estetik simgeleridir. Bk. Efsane. Esatir. �35



MİTOS Eskiçağda, tanrılar ve tanrılaştırılmış kahramanlar hakkında halkın hayalinde bir inanç halinde yaşıyan efsane. Mitos Yunanca bir kelimedir ; mit aynı anlamdadır. Bu toplumun mitoslarının bütününü mitoloji incel,!r. Bk. Mitoloji.



MİZAH Eğlence, şaka, latife, gülmece. Bazı fikirleri şaka, nükte, tarizlerle süsleyen yazı çeşidi. Mizah, Gülümseme ile gözyaşının bir kaynaşması. Mizah özelliğinin de, alaycı güldürücü anlamından mizahi sözcüğü kulla­ nılır. Mizahçı, olayların altında gizlenen küçüklüğü gördüği gibi, elemli, ahenksiz ve anlamsız halleri birer birer ortaya döken kimsedir. Gerçek mizahçı, yaşıyan herşeye karşı kalbinde beslediği derin sevgi yüzünden, hem kuru bir alaydan, hem de birşey yaratmamak acısından kurtulur. Mi­ zahçı, olayların değişmez, kör ve sağır düzenine isyan eden varlıklarla alay eder. O hem mes'ut, hem üzüntülüdür. Hayat bu kadar yüksek ve gü­ zel olduğu için mesut ; hayat bu kadar yabancı, çirkin ve anlamsız oldu­ ğu için de üzüntülü. Edebiyatımızda bu anlayışa göre yazılmış eserler çok azdır. Bk. Hümur.



MİZANPAJ Sayfa düzeni : dizilen gazete yazılarını sahife durumuna getirip biçim­ lendirmek ( fr. mise en page) Mizanpaj, önce kağıt üzerinde çizgilerle gös­ terilir ; sonra matbaada uygulanır. Bk. Gazete.



MİZANSEN Tiyatro eserinin sahneye konulması işi (fr. mize en scene ) Bir piyesi sahneye koyarken dekorların, şahıslarla figüranların o sahne eserine en uygun bir şekilde düzenlenmesi. Mizansen, bir eserin ruhunu seyirciye an­ latan, bir fikri apaçık ortaya koyan bütünlüktür. Bk. Dekor. Aktör.



MODERN Çağdaş; yaşanılan zamana uygun (fr. modern) Yeni çağcı için «mo­ dernist» denir. Bk. Modernizm.



MODERNİSTA Güney Amerika'da başlayan bir şiir akımı «modernista» hakereti de­ nilen bu akım, şiirde içtenliğin artmasını, İspanyol şiir biçimlerinin usta­ lıkla kullanılmasını ister. Bk. Modern.



MODERNİZM Çağdaş zevk ; konuda yenilik isteme anlamına gelir ( fr. modernisme ) Bk. Konu, Modern.



MONAD Leibniz'in felsefe sisteminde varlıkları ortaya çıkaran yalın, bölün-· mez öz (fr. monade) Bk. MonaQizm .



MONADİZM Leibniz'in, evrenin monadlardan ortaya çıktığını anlatan felsefe yolu � monadcılık (fr. monadizme) Bk. Monad. 236



MONİZM Evreni tek bir öğeden çıkmış düşünen yol ; bircilik ( fr. monisme) Mo­ niz yolunu tutana «monist» denir.



MONOGATARİ Japonların roman, hikaye, masal türlerine verdikleri genel



ad.



Bk.



Masal, Hikaye, Roman.



MONOGRAFİ Monografya; tek bir konu işlenmiş eser ( fr. monographie) Bir kim­ senin hayatını, kişiliğini ve eserlerini geniş olarak inceliyen eser. Her­ hangi bir bilim, bir eser, bir tenkid, bir tarih olayı üzerine özel bir görüşle yapılan araştırmalarla, edebiyatta bir konu üzerinde çalışılarak meydana getirilen edebi bir inceleme eserine denir. Cenap



Şehabettin'in Şekspir,



Hasan Ali Yücel'in Göte'nin hayatını rom anlaştırdığı Bir Dehanın Romanı adlı eserleri birer monografidir. Bk. Biyografi .



MONOGRAM İsmin baş sözcüklerinden yapılan süs, marka



( fr. monogramme ) .



MONOLOG Bir kişi tarafından oynanan küçük komediye ; kalabalığa karşı anla­ tılan güldürücü ve sanatlı söze denir.



( fr. monologue)



Monolog, insanın



hatırına kendi kendine gelen ve aralarında en çoğu ancak çağrışım bağ· lantısı bulunan biliçli veya bilinçaltı düşünceler ki XX:. yüzyıl başlarında bazı romancılar tarafından kahramanların konuşmasına katılmıştır. Mo­ noloğa biraz vakası olan aynı zamanda yazılışı ile ilgi uyandıran, gülünç veya acı bir piyesciktir de denilebilir. Monolog söylemek bir ustalık ister. Seyirciyi sıkmamak gerekir. l\lono yunancada «yalınız, tek>>, logos ise «SÖZ» demektir. Meddah hikayelerimiz, şehir hayatına ait birtakım olayların şi­ ve, söz ve mimikle taklit edilerek anlatılması esasına göre hazırlanması bakımından monolog türüne yaklaşır ; yalnız, monolog aktörleri her türlü hareketi yapmakta serbest oldukları halde, meddahlar oturdukları yerde sadece el, kol ve yüz hareketleri yapabilirler. Monologlar; en çok dinle, yicileri eğlendirmek gayesile söylenir. Güldürücü monologları söyliyenlerin yüzleri, tavırları hoşa gider olmalı; toplum içinde yaşıyan birçok insan tipleri taklit edebilme yeteneğinde bulunmalıdır. Hayatın komik yanlarını, eksik yönlerini ortaya koyan konuları işleyen monolog ; toplum hayatının eksik, kötü, kusurlu noktalarını belirtip iğneler; tipleri karikatürize ede­ rek hırpalıyan, gülünç duruma düşüren bir özelliği vardır. Bk. Meddah.



MONOTEİZM Birden fazla tanrı tanımlama yolunu tutan felsefe doktrini (fr. mo­ notheisme ) . Bk. Felsefe.



MONOTON Tekdüzen ( fr. monotone ) değişmiyen, biteviye.



MONTAJ Kurma, yerine takma ( fr. montage) Filme alınan sahnelerden en uy­ gun olanları



senaryoya göre



kesip



yapıştırarak sıraya koyma işi.



Bk.



Senaryo.



237



MORAL Ahlak, maneviyat, törel tinsel ( fr. moral) Ahlakla ilgili, ahlaki, ah­ lak ve terbiyeye ait, maneviyat, ders, Fiziksel portrenin karşıtı olarak. bir kimsenin düşünüş, davranış ve duyuş gibi iç aleminin özelliklerini tas­ vir eden tinsel yerine moral portre olarak kullanılır. Bk. Portre. Moralist.



MORA.LİST Törelilik; ahlakçı; töre üzerine kitap yazan (fr. moraliste ) . Töreleri tasvir eden ya.Zar. Kıssadan hisse almaya, bir hikayeden çıkanlan ahlaki sonuca, hikmetli söze moralite denir. Bk. Hikmet. Moral.



MORALİTE



İbret oyunu (fr. moralite) Seyircilerin ahlakça yükseltilmesini gaye edinen, ortaçağ Avrupa'sı tiyatro türlerinden biri . Bk. Moral.



MORALİZM



Ahla.k öğesini herşeyin üstünde tutan felsefe yolu (fr. moralisme) Bk. Moral. Moralist.



MORFOWJİ Sözcüklerin yapım değişmelerini konu edinen bilgi; biçim bilgisi (fr. morphologie) Morfoloji ile ilgili için «morfolojik» sözcüğü kullanılır. Bk. Kelime. Sözcük.



MOTAMO Kelime kelime (fr. mot a mot ) . Çeviri sanatında, başka dillerden çe­ viri yaparken sözcük sözcük aynen aktarma. Bk. Kelime. Sözcük.



MOTİF Kompozisyon konusu; bir eseri ortaya çıkaran temel istek. Konuluk ; konu olarak alınan fikir. Eserlerde küçük farklarla yahut ayni şekilde tekrarlanan parçacıklar (fr. motif) Bir çoğu yanyana gelerek bir müzik parçasını veya bir bezeme işini meydana getiren ve kendi başlanna birer birlik oluşturucu öğelerden her biri motiftir. Melodi, dantel, halı motifleri gibi. Bk. Konu.



MUAKKAT Muakkad. Düğümlenmiş. düğümlü. Anlaşılması, çözülmesi zor, kapalı söz sanatlanndandır. Deyim bozukluğu, şivesizlik anlamına gelir. Bk. Düğümlenme. Ta'kid. Bir muakkat örneği : Hazır ol bezm-i mükAfata eya mest-i gurôr Rahne-i seng-i siyah penbe-i minMandır.



SAM!



MUALLAK Asılı, asılmış. Edebiyatta, açık hece anlamına gelir. Bk. Açık Hece.



MUALLAKA



İslamlık'tan önce Araplar'ın yanşmada kazanıp Kabe'ye asılarak ser­ gilenmiş olan yedi kasidesinden her biri. Arap Edebiyatı'nın en güçlü şairi tmriülkays Muallaka'sından beyitler: 238



Neydi o sevgililer onlarla g�n günler neydi Hele o Dareti gölcül gölünde hele orda geçen Nasıl da altımdaki deveyi kesmiştim onlara neydi Beyaz, ipek gibi yağlı ve katmer katmer kızarmış eti devenin Uveyze� devesine binmek zorundaydım ya Uveyze



İn demek zorun�dı şüphesiz rahat durmadığım için İMRlüLKAYS



MUAMMA Gizli, güç anlaşılır söz, şekil. Bilmece, yanıltmaç. Divan edebiyatında . çözülünce birinin adı çıkan manzum



bilmece.



Lugaz'ın



konusu



herşey



olduğu halde muamma insanla ilgilidir. Halk Edebiyatında da, saz şair­ leri muammalar söyleyerek askı yapmışlar, bunları çözenler ün kazan­ mışlardır. Bk. Askı. Lugaz. Divan şairi Nabi'nin kendi ismi çıkan muam­ malı bir beyti :



Bende yok sabr-ü sükfuı sende vefadan zerre



İki yoldan ne çıkar fikredelim bir kerre.



MUAŞŞER Onluk, onlu, on mısralı bent veya kıta. Bendleri onar mısralı olan musammat. Divan edebiyatında, onar mısralık bendlerden meydana gelen manzume. Çok az uygulanmıştır. Bk. Mucammat.



MU'CEM Noktalı harf. Hiçbiri tekrarlanmamak şartile alfabenin bütün harfle­ rini bir cümlede kullanmak sanatı. Divan edebiyatında, yalnız noktalı harf­ lerin hesaplanmasile ortaya çıkan tarih. Bk. Ebced.



MU'Ctz Muciz ; icaz üzere, toplu, kısa, özlü, az sözle çok şey anlatan. Bk . . Özdeyiş. Divan şiirimizde çokça kullanılan «mu'ciz» l i bir beyit :



Hem kaside hem gazel bir taze vadidir bu kim İhtıra-ı bamei mu'ciz beyanımdır benim. NEF'İ



MUG Ateşperest, Mecusi, zerdüşt dininde olan, «Mugan» ateşperestler, Me­ cusiler anlamındadır. Mecazen : «Pir-i mugan : İhtiyar meyhaneci, tarikat piri�. Bk. Zerdüşt.



MUGALATA Yanıltmaca. Yanıltmak için söylenen söz. Bir kimsenin karşısındakini yanıltarak iddiasını ispatlamaya çalışma yolunda düzenlediği delilli fikir­ ler. Bir mısra veya bir beyitte iki anlam taşıyan kelimeler, o mısra veya beyitin iki yahut daha fazla anlam taşımasında rol oynarsa Muga!Ata-i



Maneviye sanatı ortaya çıkar. Bir örnek: Nabiya inceldi rah-ı mftsiki ol rütbe kim. Düşmeyim deyfi usftl ile yürür hanendeler. NABİ



239



MUHABBET Sevgi. Dostça konuşma, yarenlik, aşk. Bektaşi ve Kızılbaşlarda can­ ların yani mezhepten olanları bir araya toplayıp dem içerek, saz çalarak, nefes söyleyip sema etmeleri. Bk. Mezhep. 1



Benim derd-i derunum aşık-ı zar olmayan bilmez Muhabbet bir beladır kim giriftar olmayan bilmez. HALİMİ



MUHABİR Haberler veren kimse, haberci; haber toplayan kimse, Muhabir, dün­ yanın hemen her yerind_e, gazetelerin temel direğidir. Büyük gazetecilerin, hikayelerin, romancıların çoğu işe muhabirlikle başlamıştır. Her gün ye­ ni bir olayla karşılaşmak, birçok insanla görüşmek, gençleri çabuk olgun­ laştırır ; düşünme yetilerinin açılmasını sağlar. Muhabirleri şöyle düşünebilirsiniz: Bir ev yandı, bir cinayet işlendi, bir çocuk çiğnendi, koşuşanlar arasında birkaç kişi dikkati çeker. Bunlar herkese sual sorarlar, en küçük bilgiyi ele geçirmek isterler, not alırlar, günün her saatinde, her yerde bulunurlar. Geleni gideni öğrenmek için otellerde kapıcıların yanında, hasta olan meşhur insanların evleri önünde, toplantılarda, partilerde, spor maçlarında, horoz döğüşlerinde bir caninin idamında, açık hava toplantılarında, açılış törenlerinde, cenaze alayların­ da herkesten fazla hareketlidirler. Yandan yana koşan, en küçük olaya önem veren birini görürseniz biliniz ki, bu bir muhabirdir. Muhabirler için kapalı kapı yoktur. Muhabir; her zanıan için, gazetenin ayağı, gözü ve ku­ lağıdır. Haber yazarı olmak için berrak bir dimağ, teknik yetenek ve ken­ dine güven gereklidir. Haber doğru, açık, kolay anlaşılır, kolay okunur olmalıdır. İyi .bir muhabirin nitelikleri şöyledir: Çabuk ve sessiz hareket eder; kesin sualler sorar ; olayları, hareketleri, tepkileri az çok önceden sezinler; günün haberlerini bilir, gazete ve dergileri dikkatle okur, belli başlı yayınları izler; iyi eğitim görmüştür: geniş bilgilidir. Ukala değil, uyanıktır : terbiyesiz değil, ısrar eder; sır yoldaşı değil, inandırma yetene­ ği vardır ; falcı değil, ileriyi görür; çekingen değil, dikkatlidir ; ıniskin değil, terbiyelidir ; münakaşacı değil,



azimlidir. Haberleri doğru olarak



vermek, gereğince haber kaynaklarını korumak, söz verince mahremiyete saygı göstermek, bir muhabirin en baş görevleri arasındadır. Bk. Haber. Gazete.



MUHALEFET-İ KIYAS Kıyasa muhalefet. Bir kelimenin dil kuralına aykırı olarak kullanıl­ ması. Bk. Galat.



MUHAMMED Müslümanlığın kurucusu, son peygamber (570



-



632) Mekke'de doğdu.



Babası Abdullah (545 - 570) , Hz. Muhammed doğmadan 25 yaşında öl­ müştü. Anası Amine, Vehb İbni Abd Menaf ile Berre Binti Abdu'l Uzzenin kızıdır ; Peygamber 6 yaşında iken pek genç ölmüştür. Peygambere i:>nce dedesi Abdülmuttalib (ölm, 577 ) , sonra da amcası Ebu Talib ( ölm. 619) baktı. Hz. Muhammed 25 yaşında, 40yaşlarında çok zengin bir dul olan Hatice ile evlendi ; eşinin kervanlarını ve ticaret işlerini yönetti.



240



Hz. Muhammed, 40 yaşına yaklaştığı sırada, ruhunda büyük deği­ şiklikler oldu ; üzerine derin bir tefekkür hassası geldi. Mekke yakınla­ rında Hire Dağı'na çekilip uzun müddet tabiatla baş başa kalmaktan, yalnızlıktan hoşlanır oldu. Hire dağında, tam bir yalnızlık içerisinde ve titremelerle geçen anlardan sonra, Hatice'ye, kendisine Tanrı'dan Cebrail adlı melek aracılığla vahiy geldiğini söyledi. Heyecan içerisindeydi. Bütün .. vücuduna titreme gelmişti. Hatice, evde bulunan örtülerle Peygamber'i örttü. Bir müddet sonra doğrulan Peygamber, «yaradan Allah'ın adiyle oku ! » ayetini okudu. Böylece Müslümanlığın temeli atılmış oldu. Bu ilk vahiyden sonra ikinci vahiy ancak üç yıl sonra yine Hire Dağı'nda geldi ve arkası kesilmedi. Hz. Muhammed, okuyup yazma bilmezdi ; böyle iken vahyolunan ayet­ ler, hafızasına adeta kazılır, yıllarca sonra bir hecesini değiştirmeden tek­ rar eder, dinliyenler ezberler, yazmasını bilenler de ayetleri yazarlardı. Yeni din, gizli gizli Mekkeliler arasında yayılmağa başladı Puta tapma­



yı yasakladığı için Mekke'de büyük bir düşmanlıkla karşılanmıştı. Hz. Peygamber, annesi tarafından ilgili bulunduğu Medine, şehri halkının da­ vetini kabul etti. Müslümanlar, Mekke'yi bırakıp Medine'ye göç ettiler



( 622 ) ; işte bu göçün yapıldığı gün, Müslümanlarca «hicri tarih» olarak kabul edildi. İslilm dini 12 yıllık Mekke döneminde oldukça gelişmişti. 10 yıllık Medine döneminde zaferler dönemi oldu. Bedr, Uhut, Hendek sa­ vaşları sonu birçok Arap kabilesi Müslüman oldu ; Mekke'liler, Peygam­ beri yeni bir dinin, yeni bir devletin başı olarak tanımak zorunda kaldı­ lar. Bütün putlar parçalandı. Peygamber, Müslümanlar'ı «Veda Haccı» adını verdiği Mekke'de ) ap­ tığı toplantıya çağırdıktan sonra bu fani alemden göç etti (8 Haziran ) . Medine'ye gömüldü. Mezarına «Ravza-i Mutahhara» adı verildi. Hz. Mu• hammed, gerek bizim gerekse çeşitli İslam ülkelerinin edebiyatında, özel· likle Türkçe, Arapça, Farsça, dillerinde, akıl almaz genişlikteki eserlere konu olarak devam edegelmektedir. Bk. Müslümanlık .



MUHAMMES Beşgen·, beş p arçalı, beşli. Beş mısralı parçala:rdan meydana gelen manzume. Divan edebiyatı nazını şekillerindendir. Kafiyeleniş şekli şöy­ ledir. a a a a a - b b b b a - c c c c a. Beşinci mısralar ya da son beyitler ay­ nen tekrarlanırsa «Muhammes-i mütekerrir»: yalnız kafiyece mısralar birbirlerine uyarlarsa «Muhammes-i müzdeviç» adını alır.



Reciizade



Ekrem'in «Şevki Yok» Muhammesi : ŞEVKİ YOK



Gül hazin, sünbül perişan ... Bağzann şevki yok; DerdnAk olmuş hezar-i nağmeka.nn şevki yok ; Başka bir haletle çağlar, cfiybarın şevki yok ; Ah eder, inler nesinı-i bi-karö.rın şevki yok; Geldi amma neyleyinı, sensiz baharın şevki yok. Farkı yoktur giryeden rfiy-ı çemende jalenin, Hmı-ı hasretle dolar cam-ı safası lalenin, Meh bile zucretle agfişunda ağlar halenin, Gönlüme te'siri olmaz ateş-i seyyalenin ... Geldi amma neyleyim sensiz baharın şevki yok. F. : 16



241



Rfıha verdikçe peyam-ı hasretin her bir sehab Cana geldikçe temaşa-yı ufukdan piç ü tAb İhtizaz eyler çemen, izhar eder bbı ıztırab Hem tabiat münfail hecrinle hem gönlüm lıariib Ge1ıli amma neyleyim sensiz baharın şevki yok. Recaizade EKREM



MUHARREMİYYE Kamer takviminin birinci ayına, aşure ayına ait. Divan edebiyatı şair­ lerinin, büyüklerin Muharrem ayını kutlamak için yazıp sundukları kasi­ de. Kerbela olayı için yazılan mersiye. Bk. Kaside. Mersiye.



MUHARRİR Yazar. Tahrir eden, yazan, katip. Bk. Yazar.



MUHAVERE Konuşma ( fr. conversation) Karagöz oyununda Karagöz'le Hacivat'ın oyuna başlama konuşmaları. Orta Oyunu'nda, birinci bölümde yer alan, Kavuklu ile Pişekar arasındaki söyleşme, Bk. Diyalog. Orta Oyunu.



MUHBİR Haber ulaştırıcı, haberci. Gazetesi için haber toplayan kimse. Bk. Muhabir.



MUHTASAR MÜFİD Bir konuyu veya bir kavramı en kestirme yoldan, tam olarak anla­ tan söz ve yazı. Bk. Konu.



MUHTEVA Özün sözcük anlamı ; herkesin «ben» deyince anlattığı dinsel varlık, nefs ; bir şeyin en önemli öğesi ; gerçek ; içine anlığını bozacak hiçbir şey karışmamış olandır. Edebiyat bakımından ise ; bir sanatçının eserlerinde bize anlatıp duyurduklandır. Muhteva, edebiyat dilinde öz anlamına gelir. Buna iç de denebilir. Bk. öz.



MUHTEVİ İçine almış, içinde bulundurmuş ;



(fr. contenu ) Kaplamış, bir yere



toplamış. Bk. Muhteviyat.



MUHTEVİYAT Bir kabın, bir zarfın içinde bulunan şeyler ( fr. contento) Bir yazının içinde bulunan sözler, fikir, bilgiler. Bk. Muhteva.



MUHTIRA Andıç ; hatıra defteri, hatırlatmak amacıyla yazılıp verilen tezkere. Devletler arasında diplomatik bir konuda diplomasi memurunun, kendi hüktimetinin görüşlerini belirtmek üzere, görev gördüğü yabancı ülke yetkililerine verdiği yazılı nota. Bk. Nota.



MUKADDES ENAYİLİK Mistik idealist felsefesinin argomuzdaki karşılığı. Dünya edebiyatında 242



en güzel örneğini Cervantes'in «Don Kişob unda gördüğümüz, kendi za­ ranna olduğu halde, başkalarının yaranna çalışmak.



MUKAFFA Kafiyeli, uyaklı. Bk. Kafiye.



MUKATTA' Kesilmiş, kesik, Divan edebiyatında, Arap alfabesine göre kendinden. sonra gelen. harfe bitişmeyen harflerle söylenilen söz. Bk. Katı.



MUKAYESELİ EDEBİYAT Edebiyatlarda



mukayese,



. karşılaştırmalı



edebiyat



(fr.



litteratur e



Comporatee ) Birbirleriyle komşuluk v e kültür bağlantıları bulunan ulus ­ ların edebiyatları üzerinde yapılan araştırmalar. Edebiyat tarihi çalışma­ lan,



dün.ya



edebiyatı



düşüncelerine kadar ulusallık



karakterini



korur­



ken, XIX. yüzyıldan sonra · uluslararası bir genişlik kazanmıya başladı. Mukayeseli edebiyat, aynı toplumun bireysel ve toplumsal duygularla dü­ şüncelerini, sorunlarını ; karşılaştınlan ülke edebiyatlarile benzerliklerini, aynldığı noktalan,



tarihsel



köklerini



araştırdığı



gibi,



bunlar



arasında



değerlendirme yönünden karşılaştırmalar yapan bir edebiyat dalıdır. Bk. Edebiyat.



MUKTEBES İktibas edilmiş ; bir yerden alınan ; aktarılan, faydalanılan. Bk. Aktar­ mak..



MUKTETAFAT Antoloji. Birçok yazarın eserinden alınan parçalan bir araya toplı­ yan kitap. Bk. Antoloji.



MUKTEzA-Yt HAL Ü MEKAN İtilaf, muvafakat ; üslüpta yere, zamana, kişilere ve duruma göre dik­ kat edilmesi gereken özellikler. Bk. Üslup.



MURABBA' Dörtlü, kare, dörtlü. Her beyti dörder mısralık manzumedir. şiirine



mahsus



Murabba'nın



nazım



şeklidir.



kafiyelenişi



Dört



şöyledir:



mısralık



aaaa



bendlerden



- bbba - ccca.



Divan



kurulmuştur.



Eğer



bendin



son



mısraı olduğu gibi tekrarlanırsa buna murabba-i mütekerrir, kafiyeden başka benzer yanlan yksa murabba-i müzdeviç olarak isimlenir. Şair, ele aldığı gazelin her beytinin üzerine değil de, beytin mısraı ortasına iki mışra daha eklerse, taştir'i murabba meydana gelir. Bu şekil, edebiyatımızda az kullanılmıştır. Terbi ise ; Divan Edebiyatı'nda başka­ sının gazeline ikişer mısra katarak dörtlü bent meydana getirmektedir. Böylece bir murabba meydana gelir ki, özelliği iki ayrı şairin eseri olu­ şudur. Bu murabba edebiyatımızda az kullanılmıştır. Tekerrürlü bir mu­ rabba : Gül yüzünde göreli zülf-i semen-say gönül



Kara sevdada yeler bi-ser ti bi-pay g�ül Demedim mi sana dolaşma ana hay nöül Vay gönül vay



bu gönül vay gönül ey vay gönül 243



Bizi bak etti heva yoluna sevda nidelüm Pa.ymiil eyledi. ol zülf-i semroı-sa nidelüm



Kul edinmezdi güzeller bizi illa nidelüm Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül Dil dilerken yüzünün vaslını candan dahı yeğ Bir demin görür iken iki cihandan dahı yeğ Akdı bir serve dahi ab-ı revandan dahı yeğ Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül Ahıned'im kim okunur naınıın ile name-i aşk Germdir sözlerimin suzile hengame-i aşk Dil elinden biçilübdür boynma came-i aşk Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül Ahmet PAŞA



MURASSA' Cevahirli, değerli taşlarla donanmış, İki mısra veya iki fıkrası keli­ me kelime aynı Ve2:in veya kafiyede olan beyit yahut söz. D ivan ede­ biyatında, kelimeleri karşılıklı olarak secili olan mısralarla cümlelere de­ nir. Mısraları ikiden fazla kafiyeli olarak düzülmüş nazım, çok kafiye­ lidir. Divan edebiyatında anlamı aynı olan seslerin kafiye olarak tekrar­ lanması şayegan adını alırdı. İki kafiyeden fazla kafiye taşıyan manzu mel ere zülkavafi, murassa, tarsi denir. Murassa örnekleri :



Münhasırdır sözlerim evsafın"a, Muntazırdır gözlerim eltafına... Ziya PAŞA



Erbab-ı kalem marifet amuz-ı önemdir, Adab-ı önem ma hesal-ı feyz-ı kalemdir. Yenişehirli AVNİ



MUSA Musevilik dinini kuran peygamber (M. ö. XIII. yüzyıl ) evrensel bir Tanrı bulunduğu görüşünü savunan peygamber «On Emin adlı buyruk­ larile tek Tanrılı dininin ilk temellerini atmıştır. Siyasi bir lider de olan bu peygamber'.in hayatı efsanelere kanşmış durumdadır. Mısır'da Fira­ vunların İsrail'oğullarına zulüm ettikleri sıralarda dünya'ya gelir ve öl­ dürülmemesi iç.in bir sepete konarak Nil ne hrine bırakılır; Firavun'un ka­ rısı veya kızı tarafından kurtarılarak kendisine Musa adı verilir. Kırk yaşına geldiği zaman bir Mısırlıyı öldürür, çöle kaçar, Medine'ye gider, Şuayp Peygamber'in kızıyla evlenir ; yıllar sonra, kendi kavmine dönmek üzere yollara düşer, Tür-i Sina yakınlarında şiddetli bir fırtınaya tutulur, yolunu şaşırır, uzakta bir ateş gözüne ilişir, ·yaklaşınca ateşin bir ağacın tepesinde olduğunu görür ve çok korkar. Ağaçtan ; «Ya Musa, ben alem­ lerin Rabb'i olan Allah'ım» diye bir ses işitir, secdeye kapanır. Kavmini Filistin'e götürmek üzere yola çıkar; Kızıldeniz'e geldiklerinde asası ile dokununca deniz açılır. İsrailoğulları ıslanmadan karşıya geçerler ; Fıra­ vun'un askerleri deniz kapandığından boğulurlar. «Tevrat» Musa'ya nazil olur. Tür-i Sina'da «Evamir-i aşere



=



On emir» Tanrı tarafından tebliğ



olunur. Musa'yı, Moab ülkesinde bir dereye gömdüler; 120 yaşında öldüğü rivayet edilir; mezarı belli değildir. Bk. Tevrat. 244



MUSAHABE Sohbet etme, konuşma. Hoş vakit geçirmek için konuşma, yarenlik. Bk. Sohbet.



MUSAMMAT Manzum yazılarda her beytin ortasındaki kelimelerin, o beytin birin­ ci mısraının son kelimesile kafiyeli olması, Divan şairleri gazel ve kasideyi zenginleştirmek için musammattan çok faydalanmışlardır. Musammat ga­ zel ve kasideler,



iki



eşit parçaya



ayrılabilen aruz kalıplarile



yazılır.



Musammat Gazel :



Beni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı Felekler yandı ahımdan muradım şem'i yanmaz mı Kamu bimarına canan devayı dert eder ihsan Niçün kılmaz bana derman beni bimar sanmaz mı Gamım pinhan tutardım ben dediler yare kıl ruşen Desem ol bivefa bilmem inanur mı inanmaz mı Şeb-i hicran yanar canım döker kan çeşmi giryanım Uyarur halkı efganım kara bahtım uyanmaz mı Gül-i ruhsarma karşu gözümden kanin akar su Habibim fasl-i güldür bu akar sular bulunmaz mı Değildim ben sana mail sen ettin aklımı zail Bana ta'neyliyen gafil seni görgeç utanmaz mı Fuzuli rind-i şeydadır hemişe halka rüsva.dır Sorun kim bu ne sevdadır bu sevdadan usanmaz mı FUZULİ



MUSANNA' Ustalıkla yapılmış, sanatkarane işleyişle meydana getirilmiş eser; uy­ durulmuş, yapmacıklı, çok süslü fakat zevksiz eser. Bk. Eser.



MUSARRA' Mısraları kafiyeli olan bir beyitlik manzum parça. Her iki mısraı d a kafiyeli olan b u beyitlerin kafiyelendirme şekli tasri adını alır. Bk. TasrL



MUSARRAHA Açık istiare. Bk. İstiare.



MUTABAKAT Uyuşma, uygunluk, uyum ; düşüncelerle sözler arasında uygunluk bu­ lunması Bk. Uygunluk.



MUTASAVVIF Gizemci . (fr. mistique) Tasavvufla uğraşan bilgin. Bk. Tasavvuf.



MUTLU SON Hikaye, roman, tiyatro ve sinemada sonucun tatlıya bağlanması.



Çoğu



kez sevgililerin birleşmesiyle beliren mutlu sonuç. Bk. Roman.



245



MUVAFAKAT Uygunluk, uygun gelme ( fr. conformite ) Kompozisyonda ileri sürrJen düşünce ile gösterilen örnek arasındaki uygunluk, Ebced'de aynı sayı de­ ğerinde olan sözler. Ek. Uygunluk.



MUVASSAL Divan edebiyatında,



Arap alfabesine göre,



yalnız



birbirine bitişen



harflerle söylenen söz.' Ek. Harf.



MUZARİ Geniş zaman. Bk. Fiil.



MÜBALAGA Mübalağa, fazla, çok aşırı (fr. hyperbole ) Bir iş'te çok ileri varma. Zihinde kuvvetli bir iz bırakmak üzere bir şeyi ya olamıyacağı bir şe­ kilde anlatma, ya da olduğundan pek çok veya pek az gösterme ; hab­ beyi kubbe, kubbeyi h abbe yapma. Sanatçı, heyecanın şiddet derecesine göre mübalağa yapar. Mübalağanın aklın alamıyacağı cinsten olanına gu­ lüv, olabilir gibi görünenine



İğrak, akla yatkın olanına Tebliğ adı verilir.



Bk. Obartma. Bir örnek :



Haddeden geçmiş nezaket yal ü bal olmuş sana Mey süzülmüş şişeden ruıısar-ı al olmuş sana Bü-yi gül taktir olunmuş nazın işlenmiş ucu Biri olmuş boy birisi dest-mal olmuş s�a -



NEDİM



MÜCERRET Soyut. Yalın hal, ayrılmış, yalnız bırakılmış tecridedilmiş . Arap alfa­ besinde, noktasız harflerle yazılan yazı, mahzı1f. Bk. Mahzı1f.



l\IÜCESSİME Bk. Antropomorfizm.



llÜCEVHER Cevahir; elmaslı , elmasla donanmış, Ebced'de noktalı harf Bk. Ebced.



MÜDERRİS Profesör; medresede öğretmen. Bk. Medrese.



MÜELL.İF Yazar. Bir eseri özel araştırma ve incelemeleriyle yazan ilim. fen, sanat adamı. Bk. Yazar.



MÜFREDAT Öğretimi istenilen ders veya konuları bir sıra, bir plan içinde, gaye, metod ve muhtevaları ile gösteren cetvel ; öğrencinin bir program gereğin­ ce etkisinde blunduğu deneylerin tümü. Bk. Öğrenim.



MÜFRET Müfred tek, tekil, Tek bir beyit. Divan edebiyatında kafiyesiz beyit. 246



Fert, müceITet, mühmel aynı anlamdadır. Müfredat, müfred'in çoğuludur. Bir müfret örneği : Binevalar aceb mi gelse sana Zerreler alitabe racidir Şeyh GALİP .



MÜHMEL İhmal edilmiş. Noktasız harf. Boşlanmış, özensiz, bakımsız kalmış. Divan edebiyatında, yalnız noktasız harflerin sayılmasile çıkacak şekilde diizenlenen tarih. Bu türlü tarih düşürmeler sade adını da alır. Bk. Ebced.



MÜHR-İ SÜLEYMAN Süleyman Peygamberin içiçe iki üçgenden meydana gelen mührü Sü­ leyman Peygamber parmağındaki bu mühürlü yüzükle bütün yaratıklara hükmedermış. Edebiyatta, sevgilinin dudağı bu büyülü mühüre benzetilir. Bk. Süleyman.



MÜHÜR BEYTİ Halk edebiyatında mahlas beyti. Bk. Mahliis. Mahlas Beyti .



MÜLAKAT Buluşma, görüşme, kavuşma, konuşma. Zamanın isim yapmış şahsi­ yetlerini herhangi bir . gazetecinin ziyaret ederek o sırada olan önemli olaylarla ilgili olarak sorular sorması, aldığı cevabı gazetesine aynen yazması. Mülakat ince bir sanattır. Temeli diğer bir şahsı konuşmaya ikna edebilmeğe dayanır. Mülakatı yapan kimsenin konuşacağı kimse hakkında bilgi edinmesi gerekir. Konuşma konusu açıldıktan sonra bir süre sudan konuşarak mülakata girebilir. Havayı yumuşatacak giriş ya­ pılarak, esas konuya temas eden bir sual sorulmalıdır. Mülakat, yazarının asıl güçlüğü bundan sonradır. Sabırlı, dikkatli, na­ zik olmalı ; konuşma istemediği bir yöne girmiş olsa dahi memnuniyetEiz­ liğini belli etmemeli, söz başka bir konuya atlarsa, nezaket ve dikkatle gerekli sualleri sorarak, tekrar konuya dönmeyi sağlamalı ; asla boş bu­ lunup sohbete dalmamalı ; hep kendi konuşarak karşısındakini sıkmaktan kaçınmalıdır. Mülalrnt yazısında ; görüşen kimsenin adı, ne işle uğraştığı ; hangi ga­ ye için kenıiisiyle konuşulduğu; buluşma yeri; sorular ve cevaplar; rnüla­ kat yapılan kimsenin temel görüşü belirtilmelidir. Cümleler açık, yalın olmalı; diyalog çizgisinden, tırnak işaretinden faydalanılmalı ; konuş­ manın ayrıntılarına gitmeyip, ana fikirler üzerinden durulmalıdır. Mülakat ; bağımsız haber almanın başka bir yoludur. Mülakat için, hiç değişmiyen belirli kurallar yoktur denilebilir. Mülakat ; mülakat yapılan kimseıerin kişilikleri gibi çeşitlidir. Başarı derecesi, mülakat yapılan kimsenin kt bi­ liyetine bağlıdır. Bk. Gazete.



MÜLEMMA Bulaşmış, sıvanmış. Her mısraı ayrı dilde yazılmış manzume. Divan edebiyatında bir kısmı Türkçe, bir kısmı Arapça veya Farsça manzume. Bk. Tebni. Bir örnek: Peliispare-i rindi be-düş kil.se-bekef Zeka.t-ı mey verilir bir diyaredek gideriz.



NAİLİ 247



MÜMTAZİYET Başkalarından ayn ve üstün tutulmuş olma, seçkinlik. Sözde bayağı deyimler bulunması. Bk. Asalet.



MÜNACAAT Münacat, yakarış, Tanrıya yalvarma, dua etme. Tann'ya yalvarma şeklinde yazılan manzume. Bk. Kaside. Münacat'ın nesirde karşılığı tazar­ runame'dir. Divan edebiyatında, kasidelerin Tanrıya yakarış yolunda yaz­ ılanları Münacat adını almaktadır. Münacatların nazım biçimi, çoğunlukla



ÇeJebi nin



kaside, terc-i bent, terkib-i bent halindedir. Süleyman



'



ünlü ese­



ri Mevlid'in ilk münacaat bölümü şöyle başlar :



Allah adın zikr idelüm evvela Vacib oldur cümle işde her kula Bir kez Allah dise aşk ile lisan Dökülür cümle günah misl-i hazan İsm-i pakin pak olur zikr eyleyen Her murada irişür Allah diyen. Süleyman ÇELEBİ



MÜNAFIK Münafık, nifak koyan,



ara bozan,



iki yüzlülük eden ;



Hz. . Muham­



med zamanında yalandan Mümlüman olup sonradan dönenlerden her biri. Din ve şeriat hükümlerine inanmadığı halde inanmış görünen kimse.



Bir mülkü bir haris-i sitemkar i9in yıkar Bir kavmi bir münafık ile tarmar eder. Ziya PAŞA



MÜNAKAŞA Tartışma, çekişme, atışma, sözlü çatışma. Bk. Tartışma.



MÜNAKKAHİYET Ayıklanma. En iyileri seçilme. Anlatımda gereksiz söz söylememe. Kelimelerle anlam arasında eşitlik bulunması. Biç bir fazlalığı, hiç bir süsü olmıyan söze ınilnakkah denir.



MüNAZARA Aytışma; kurala uygun şekilde karşılıklı konuşma, tartışma (fr. de­ bat) Karşılıklı olarak, birkaç kişi, bir meselenin lehinde ve aleyhinde fikir ileri sürme. Münakaşa etme. Eski edebiyatımızda birçok eserler vardır :



Münazara..i Latifi, Münazara..i Bahar ü Şita gibi . Münaza_ra ; birer cümle halinde ifade edilen bir tezle antitezin, iki ekip, yani iki taraf arasında ve bir hakem kurulu huzurunda tartışılmasıdır. Tartışmalarda yarışma kaygısı



olmadığı



halde,



münazaralar



birer



fikir



ve



söz



yarışmasıdır.



Münazaranın faydası büyüktür. Konuşmaya katılanlar, istenilen kor.ulan seçtikleri için, güç sorulan kaçamalı sözlerle cevaplandıran hatiplerden daha aydınlık sonuçlara varırlar. Münazara; bir bakıma, düşünce, varsayım ve sonuçların karşılaştırılmasıdır. Doğruya giden yolu bulmamıza yardım edebilir. Fikirlerin, görüşlerin, varsayımların,



sonuçların iki veya daha



fazla kişi arasında karşılaştırılması tartışma'nın olduğu kadar münaza-



248



ra'nın da temel öğesidir. Toplumsal ve törel konularda yapılan tartı§:ma­ larda, genel olarak, toplumun benimsediği, inandığı sonuçlara varılır. Bk. Tartışma.



MÜNEKKİT Münekkid; eleştirici, eleştirmeci. Tenkid eden. Bir sanat eserinin de­ ğerini, özünü, yapılışını, değerli değersiz yanlarını belirten kimse. Bk. Eleştiri.



MÜNKİR İnkar eden, .kabul etmiyen, Tanrı'nın varlığına inanmayan. Dervişlar arasında tarikatı ve dervişlik inanışlarını aşağılık görenler; ölüleri mez dir. Sofiler, bu meleklerin, insanın kendi işlediği iş olduğu inancındadırlar. Bir «Nefes» ten: Yönüm hakka döndürseler Kemiğimi kavursalar Harman gibi savursalar Muhabbetin yellerine.



Torunuyuz bir dedenin Tohumuyuz bir bedenin Münkir ile cenk edenin Silah olsam bellerine.



Seyrani kaldır parmağın Vaktidir Hakka durmağın Deryaya akan ırmağın Katra olsam sellerine.



SEYRANİ



MÜNSERİH Çabuk ve çevik hareket eden. Edebiyatta aruz bahirlerindendir. }füf­ teilün failün müfteilün :failün kalıbı bu bahir içerisine girer. Bk. Bahir.



MÜNŞE'AT Resmi veya özel mektuplar. Divan edebiyatında, nesi r yazmakta hü­ nerli kimselerin, yazılarının toplanmış olduğu eser. Eski yazarlar, yazı yazmaktaki ustalıklarını göstermek için, bunları kendi adlarile anılan mün­ şeat kitaplarında toplarlardı. «Münşeat-ı Kani, Münşeat-ı Ragıp, Münşeat-ı Nabi gibi.



MÜNŞİ İnşası kuvvetli, iyi nesir yazan. Divan edebiyatında, güzel nesir yazan kimse. Böyle yazılar inşa, münşilerin yazdıkları yazıların bir kitapta top­ lanması ise münşeat adını alırdı. Bk. Münşeat.



MÜNTAHABAT Seçilmiş fıkra veya eserler. Antoloji. Seçme yazılar dergisi. Bk. An- ­ toloji.



l\tüNTAHABATI EDEBİYYE Tanzimat'tan sonra meydana getirilen edebiyat ürünleri antolojilerine· o zamanl_ar verilen ad. Bk. Antoloji.



MÜPHEM Mübhem, belirsiz, bellisiz, örtülü, belgisiz. Her yana çekilebilecek şe-



kilde olan. Açıklık belginlik taşımayan yazı, manzume, söz ; Miibhemiyet belli olmayış, belirsizlik anlamındadır. Bk. Belginlik. Müphem bir şiir ör­ neği : SİYAH KUŞLAR



Guriib u htin ile perverde-ı fih olan kuşlar Kızıl kamışlara, yakuut aba koinmuşlar; Ufukta bir ser-i maktu u andıran güneşi Siikdt u gamla yemişler ve şimdi doymuşlar. Ahmet HAŞİM



MÜRAAT-İ NAZIR Anlam bakımından uygun kelimeleri bir araya toplama sanatı. Tena­



süp, itilaf, telfik,



. .



283



öGRETi Doktrin (fr. doctrine)



Meslek, mezhep. Bilimde bir manzu me



(diz­



ge ) meydana getiren ilke veya nas (inak) ların tümü. Bk. Doktrin.



OORETİCİ DRAM Bir tiyatro kolu Schul-drama)



(fr. piece.



didactique - ing. didactic play - alnı.



Ortaçağda Latinceyi öğretmek ve bellek çalışmaları için



öğrencilere gösterilen tiyatro;



bu okul tiyatroları seyircileri rahat ve



kıvrak hareketlere alıştırmak gayesini de gözetir. Bk. Tiyatro.



OORETİCİ TÜR Didaktik, talimi ; bir §ey



öğretme ereğiyle yazılan yazı.



Bk . Di­



daktik.



ÜGRETİM OYUNU Seyirciye bir konuyu, bir durumu belli bir goruş içerisinde bilmek ereğini ta§ıyan tiyatro türü



(al. lehrstück )



vere­



Bk. Tiyatro.



ÖGÜTLEME Öğüt verme, öğütlü sözler söyleme, nasihat. Özendirmek üzere bi­ rine bir şeyi elverişlı diye tanıtma, tavsiye etme.



Külahın sat da har olarak geçer. Bk. Söz Sanatı.



ÖVMELİK Takriz ; edebiyattıa bir eseri beğenme ve övme. Bir eseri övmek için yazılan ve o eserin başına konan yazı. Bk. Övgü.



ÖYKÜ Hikaye (fr. hlstoire - ing. story) Bk. Hikaye.



ÖYKÜCÜ Anlatan (lat. praecurrer



-



fr. narrateur) Ortaçağ tiyatrosunda oyun



sırasında konuyu eserin ya başında, ya ortasında ya da sonunda özetle­ melerle yorumlamalarla anlatarak oyunun bölümlerini birbirine bağlayan oyuncu ; bugünün modern tiyatrosu da öykücülere sık sık yer vermekte­ dir. Bk. Tiyatro.



ÖYKÜLEME Oyundaki



oyunculanndan birinin oyunun



alatım oyunun uygun bölümlerinde olabiliı



konusunu anlatması ; bu



(alın. erzaehlen



-



fr. narra­



tion - ing. narration) Sinemada, filimdeki kişilerden birinin, filmin öykü­ sünü anlatmasından ortaya çıkan anlatım çeşidi. Bk: Sinema. Tiyatro.



ÖZ Muhteva. Herkesin «ben» derken anlattığı tinsel varlık, nefis, zat, gerçek, halis, içine, arılığını bozacak hiç bir şey kanşmamış olan : «Öz Türkçe», «Öz kardeş» gibi. Bir sanatçının yapıtında bize anlatıp duyur­ mak istedikleri. Bk. Muhteva. 286



ÖZDEYİŞ Vecize {alm. maxime - fr. adoge ) . Özlü söz. Düşüncenin en kısa yol­ dan anlatılma şekli. Bk. Vecize. Özdeyişler'le atasözleri insan kafasını aydınlatan, kültürü geliştiren ışık kaynaklarıdır. Özdeyişler, bir düşün­ cenin en kısa yoldan anlatımıdır. Epiktetos'a göre : «Özdeyişler; birer kristal menşura benzerler; küçük şeylerdir, fakat her biri bize arka­ sından bir alem seyrettirir. Güzel özdeyişler yazarız; fakat bu özdeyiş­ ler bize işlemiş midir, onları uyguluyor muyuz ? '> Ulusların genel dü­ şünüşünün en güzel örneklerini atasözlerile özdeyişlerinde buluruz. Bun­ lar, insan ufkunun karanlıklarım aydınlatan yol gösterici; ışık tutucu ölümsüz sözlerdir.



Bu



bakımdan,



kompozisyon çalışmalarında sık .ıı ık



karşımıza özdeyişler çıkar. Örnekler : «Ey yükselen yeni nesil ! İstikbal sizsiniz, Cumhuriyeti biz te­ sis



ettik ;



oınu



idame



edecek



sizsiniz.



ATATÜRK»,



«Gençler ;



cesaretimizi takviye ve idame eden sizsiniz. Siz almakta olduğu­ nuz terbiye ve irfan ile �sanlık meziyetinin,



vatan



nin,



olacaksınız.



fikir



hürriyetinin



en



kıymetli



timsali



muhabbeti­



ATA­



TÜRK», «Dünya genellikle ilerlemi ş olsa bile, gençlik her zaman yeniden başlamak,



birey



olarak



da



evrensel



kültür



dönemlerini



tekrar yaşamak zorundadır. GOETHE», «Gençler, yaşlıların aptal oldukla"111 sanırlar; ama yaşlılar, gençlerin aptal olduklarını bi­ lirler.



George CHAPMAN», «Gençler, bana, sofraya oturanların



halini, ihtiyarlar sofradan kalkanların halini hatırlatır. Cenap ŞE­



HABETTİN», «Gençlik çağı, bütün bir hayat boyunca faydalı ola­ bilecek iyi alışkanlıkların kazanılması için bir fırsattır. J. SAY», «Gençlerin yetişmesine �em ver; çünkü bu yolda herhangi bir ih­ mal memleketin yapısını mahveder. ARİSTO». «Gençlik istikbalin güneşidir. ATATüRK».



ÖZEL İSİM İsmi has {fr. nom propre - ing. proper noun) Belli ve tek bir şeyi adlandıran isim : «Atatürk,İstanbul, Türkiye» gibi. Yabancı özel isimler kendi dillerinin imlasında yazılmalı, gerekirse okunuşları bir parantez içinde gösterilmelidir. Washingt� {Vaşington) , Victor Hugo {Viktor Hü­ go) , Madame Bovary { Madam Bovari ) , Anatole Franoo {Anatol Frans ) . . . gibi. Ancak, tarih, coğrafya'da geçen Sezar, Neron, Napolyon, Paris, Londra, İtalya, Almanya gibi Türkçe'de yerleşmiş yazılışta olanları aynen



böyle yazılmalıdır. Bk. İsim.



ÖZEL SAYI Nüsha-i mahsusa, fevkalade nüsha; kuruluş yıldönümleri, yeni yıl,. bir yazar, bir tür ve benzeri nedenlerle dergilerin çıkardıkları sayı. Bk. Dergi.



ÖZEi. TİYATRO Özel sermaye ile kurulmuş, resmi kişiliği olmıyan tiyatro (fr. the­ atre prive) Bk. Tiyatro.



ÖZENSİZLİK Kompozisyonda dikkatsizlik yüzünden yapılan küçük anlatım yanlış­ lıkları {fr. negligence) Bk. Kompozisyon. Kaba. 287



ÖZENTİCİLİK Mecazlarla fazla yüklü, özentili, şatafatlı, süslü üslüp ; XVII. yüzyılın başlarında Fransa'da gelişen bir akım



(fr. preciosite)



Bk. Mecaz .



ÖZET Öz, hülasa (fr. resume)



Bir sözün ayrıntısız kısaca anlatılan biçimi ;



bir şeyin en önemli, en işe yarar parçası. Özetler kısa, açık cümlelerle yapılmalıdır. Bir şeyin, bir yazının hatırda rasgele kalan bölümlerini bir araya toplamak ve bunu özet saymak alışkanlığından kurtulmak gerekir. Okunanı, söyleneni tam olarak anlamak için kısa özetlerden faydalan­ malı ; temel fikirler, önemli görülen yerler söylenilmeli veya not edilmeli­ dir. Sinemada «sinopsis» adını alan özet, bir senaryo çalışmasının ilk aşa­ ması sayılır. Bk. özet Çıkarma.



ÖZET ÇIKARMA Okunanların, anlatıların, konuşulanların ana çizgilerini belirtme ; bir hikayenin bütününü veya bir parçasını kısaltma, bir paragrafın, bir ga­ zete veya fikir yazısının ana fikrini çıkarmadır. Bir edebi eser, bir yazı özetlenirken ;



yazan hakkında kısa bir bilgi ;



eserin bölümleri ;



eserdeki



kişilerin önem derect;)lerine göre sıralanması, hayatları, beden ve karak­ ter yapıları, eserin tümünden çıkan yardımcı fikirlerle ana fikir belirtil­ melidir. Bk. özet.



ÖZLÜ Muciz, veciz



(fr.



concis)



Az sözcükle çok şey anlatan ;



özlü olan,



özü çokça olan. Bk. Vevize.



ÖZNE Fiilin bildirdiği işi veya hareketi yapanı yahut bir ı;ey olanı gösteren kelimeye denir ( fr. sujet-ing. subject ) Cümlenin fiilden sonra ikinci öğesi­ dir.



ö:ııne



bile,



fiilin



fiili yapan veya olan öğedir. Fiilden aynlmaz. Ayrı yazılmasa içinde



genel



olarak



şahıs halinde



anlatılarak varlığı



cüm­



lede daima görülür. Özne isim cinsinden bir kelime veya bir kelime grubu olur.



Daima



yalın



halde bulunur;



cümlenin çekimsiz bir öğesidir;



fiile



yalın halde , eksiz bağlanır. özne yalnız meçhul fiilli cümlelerde bulunmaz.



kim? file ? sualleri sorulur. Yüklemin kim veya ne sualine cevap veren öğe öznedir: Atatürk vatanı kurtardı. Vatanı kurtaran kimdir ? Atatürk, öznedir gibi. Bk. Fiil. Bir cümlede özneyi bulmak için önüne gelecek Yükl�.



288



PALAVRA Yüksekten atılarak söylenen söz (fr. palabra) İnanılması güç, abı:ırt­ malı söz. Bk. Mübalağa.



PALEOGRAFİ Eski



anıtlar üzerindeki



yazıları



okuma



sanatı



(fr.



paleographie )



Eski yazılan okuma uzmanına ise paleograf denir. Bk. Yazıt.



PALEONTOLOJİ Varlıkbilim, eski canlılar bilimi ;



jeolojik zamanlarda yaşamış can­



lılan inceleyen, varlıkların kaybolmuş izlerini araştıran bilim kolu. Bk. Bilim.



PALİNDROM Baştan sona, sondan başa doğru okununca aynı anlamı veren söz: «Anastas mum satsana» gibi



(fr. palindrome) .



PALİNODİK Tezat, paradoks; şiir parçasının ilk bölümünde ileri sürülen görüşlerin, daha sonraki bölümlerde tam aksini ileri sürme



( fr. palinodique) . Bk.



Tezat.



PAN Yunan mitolojisinde belden yukarısı boynuzlu insan, belden aşağısı keçi



olarak gösterilen,



kendi



icadı



olan bir



flütle



avlanarak dolaşan,



sürüleri gözetleyen bir tann. Bk. Mitoloji.



PANARABİZM Arapça konuşanlan ve Müslüman uygarlığına giren ülkeleri büyük bir birlik haline getirerek çıkarların birleştirilmesini ülkü edinen akım. Bk. Panislamizm.



F. : 19



289



PANAYffi TİYATROSU Panayır yerine gelenleri eğlendirmek için kurulan, genellikle kaba, açık saçık güldürülerle örgülü tiyatro. Bk. Tiyatro.



PANDOMİMA Pandomim



(it. pantomima)



Dilsiz, yalnız işaretle oynanan sözsüz



tiyatro. Romalılar tarafından ortaya atılmıştır. Yunandan Romaya geçen tiyatronun dili tutuldu. Ses hakeretlere döküldü. Sözsüz, hareket ve taklitle koca bir olgu sahneye konuldu. Pandomima'da olgunun senaryosu yazıla­ rak musiki ile oynanır. Ancak eşya, gök, tabiat ve hayvan sesleri gibi tabiat taklitlerinde ses kabul edilir. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi tiyat­ rolarımızda oyunlar arasında oynanan sözsüz oyunlara da pandomima denirdi. Pandomimlerde davranışlar sözün, sesin yokluğundan doğacak olan güçsüzlüğü kapatacak kadar güçlü olmalıdır. Bk. Tiyatro. Senaryo.



PANDORA Grek mitolojisine göre ilk kadın yaratık (fr. pandore ) Gökten ateşi çalıp, insanlara armağan eden Promete yüzünden baş tanrı Zeus, Hepha­ ustos'a bir kadın yaratmasını buyurur; bu kadın içi kötülüklerle dolu bir kutuyla gelir. Pandora merakını yenemeyip bu kutuyu açınca kötülük­ ler her yaıia dağılır. Bk. Promete.



PANEJİRİK övgülü hitabet



( fr. panegyrique) Övgü söylevi;



birini övmek için



hazırlanan hitabet. Bk. Söylev. Hitabet.



PANEL Bir konunun, dinleyiciler önünde, sohbet havası içerisinde birkaç kişi tarafından tartışılması paıııel'dir. Gaye ; karara varmaktan çok, bir meseleyi çeşitli yönleriyle aydınlatmak, çeşitli görüşleri, eğilimleri ortaya çıkarmaktır. Panel tartışmalarının faydalı olabilmesi için, tartışanların sa­ yısı 3 - 6 arasında olmalıdır. Panel tartışmalarında bir başkan ile üyeler bulunur. Panel üyeleri, ortada başkan olmak üzere bir masanın çevresinde hem birbirlerini hem de dinleyicileri görebilecek biçimde oturmalıdırlar. Bu tartışmalar, genel olarak, küçük bir salonda mikrofonsuz yapılır. Panelin sonunda, dinleyiciler, panel üyelerine soru sorabilirler. lleri sürülen görüşler üzerinde kısaca fikirler açıklanır. Tartışma dinleyicilere de ge­ çerse, o zaman tartışma forum adım alır. Panelden önce, panel başkan ve üyeleri tartışmanın konu ve sınırlan üzerinde hazırlıklı bulunmalı, tartış­ ma planında izlenecek yol bilinmelidir. Bk. Tartışma.



PANİSLAMİZM İslamları bir idare altında toplama politika sistemi (fr. panislamisme ) Panarabizm'in diğer adı. Bk. Panarabizm.



PANORAMA Genel görünüş (fr.panorama) Panorama biçiminde oluş durumuna «panoramik» denir.



PANTEİZM Tanrı ile filemi bir sayma (fr. panMisme) Panteizm yolunu benimse­ yen kişiye «paııt.eist» adı verilir; kamutanncılık. Bk. Vahdet-i Vücut. 290



PANTURANİZM Türk soyundan gelenlerin birliğini gaye edinen sistem (fr. pantourart­ isme) Bk. Turancılık.



PANTÜRKİZM Osmanlı İmparatorluğu zamanında Türklerin birliği amacını taaı yan fikir yöntemi (fr. panturkisme ) .



PARABASİS Parabase ; eski Yunan tiyatrosunda oyunun illizyonunu bozma ba­ hasına, korobaşının oyunun ortalarına doğru maske çıkarıp doğrudan doğ­ ruya seyircilere seslendiği, yazarın sözcülüğünü yaptığı sevilenleri övdü­ ğü, sevilmiyenleri yerdiği didaktik konuşma. Bk. Tiyatro.



PARABOL Kat'ı mükAfi, mesel ; kinayeli söz (fr. parabolle) Bu sözcük matematikte, bir koninin ana doğrultusuna paralel olarak kesildiği zaman ortaya çıkan kesit anlamında da kullanılır. Bk. Kinaye .



PARADOKS Köklenmiş inançlara aykırı olarak ileri sürülen düşünce (fr. paradox) Paradoks ile ilgili duruma «paradoksah> denir. İlk bakışta kendine aykı­ n gibi gelen, ama aslında doğru olan söz, paradoks'tur. Bk. Tezat.



PARAFE Paraf biçiminde imzalama (fr. parapher) . «Paraf» ise ; bir yazının görüldüğünü, haberi olduğunu bildirir biçimde kısa imza anlamına gelir.



PARAGRAF Bir yazıda bir satır başından öteki satırbaşına kadar olan p ..ırça; bir yazıdan örnek veya tanıt olarak çıkarılan bölüm ; bent başlarını gös­ terir ( § ) işaret (fr. paragraphe ) . Her paragrafta, bir tek ana fikir çevre­ sinde kümelenmiş birçok cümleler bulunabilir. Kaç satırda biterse, her pa­ ragraftan sonra satırbaşı yapılır ; başka paragrafa geçirilir. Yazılı kom­ pozisyonlarda,



kompozisyonun bütününde olduğu



gibi,



her paragrafta



giriş, gelişme, sonuç cümlesi bulunduğu unutulmamalıdır. Bununla bera­ ber, bazen bir cümlecik bile bir paragraf yerine geçebilir. Bir kompozis­ yonda, ne kadar satırbaşı varsa, o kadar da paragraf vardır. Paragraf­ lar, okuyucunun dağa tırmanmadan önce yapması gereken yamaçlar oldu­ Bir olay, bir fikir, bir duygu, bir cümle ile anlatıldığı gibi, birden fazla ğuna gBre, yazarken, bu doğal yerlerin iyi hazırlanması akıllıca bir iş olur. cümle ile de anlatılır. Pek çok sayıda cümlenin meydana getirdiği parag­ raflar okuyucuyu sıkar. Yazılı kompozisyonlarda gerektiğinden fazla uzun paragraftan kaçın­ malıdır. Arkadaşa, eve yazılacak mektuplarda olsun, diğer yazı türlerin­ de olsun gerçek materyellerin hangi paragraf bölmelerine göre yazıla­ cağı bilinmelidir. Paragraflan olay, tasvir, tahlil, fikir paragraflan ol­ mak üzere birçok çeşitlere ayırabiliriz. Pek olağan olmadığı için üzerine topluluğun ilgisini çekecek bir olguyu anlatan paragrafa olay paragra­ fı denir ki, bunlarda; olay olayla ilgili ek olaylar çokluk kronolojik bir sıra ile düzenlenir. Olayın geçtiği yeri, canlı cansız varlıkları iyice tanıtma tasvir paragrafı ; bir konuyu çBzümleme yoliyle incelmek üzere kurulan



291



paragraflara tahlil paragrafı : bir düşüncenin nedenlerini, delillerini man­ · tıksal, inandırcı bir nitelikte ortaya koymaya fikir paragrafı adı verilir. Bk. Kompozisyon.



PARAKATALOJİ Melodramik piyeslerde bir oyuncunun hem güldürücü, hem ağlatıcı bir nitelikte konuşması ( fr. paracatalogie) Bk. Melodram.



PARAWJİZM







İyi niyetle yapılan mantık yanlışı ( fr. paralogisme) yanlış ve çapraşık düşünce «paroloji» dir. Bk. Mantık.



PARANTEZ Bir cümle içinde başlı başına anlamı olan; parantez ( ) işareti (fr. parantMse) Cümle içinde geçen bir sözün, o cümleye bağlı olmıyan açık­ l amasiyla bir kelimenin başka bir dildeki karşılığı bu işaret içinde gös­ terilir. Bir cümleye açıklama veya onu anlam ve bilgi bakımından biraz daha tamamlamak için sokulan kelime, kelime grubu, cümle, rakam ve harfleri içine alır. Tırnak işaretinden farkı ; tırnak içine alınan bir parça cümleden çıkartılırsa cümle çöker, fakat parantez içindeki bir parça oku­ nurken istenirse atlanabilir, cümlenin bütünlüğü bozulmaz.



Bk. Antr­



parantez. Örnekler : Goethe



(Gote) :



«Cesaretini kaybeden, her şeyini kaybeder.»



diyor. Arkadaşlığı kaldıranlar, dünyadan güneşi kaJdınmşa benzer­ ler; çünkü biz Iayemut ( ölmez) ilahlardan bundan daha iyi ve daha hoş bir şey elde edemedik. Çiçeron. Newman, belki ilahileri)lin en güzeli olan, «Lead, kindly li�ht.» ( Yol göster, lütfen ışıklandır) da şöyle diyor: «Sen benim adımları­



ma düzgünlük ve r, uzaktaki manzarayı görmek istemiyorum; bir adım benim için yeter. »



Cümleden tamamiyle ayrı bir sözü ; haşiyeye müracaatı işaretlemek için kullanılan rakam veya harfi köşeli parantez içerisinde gösteririz. Pa­ rentez kadar kullanılmamakla beraber, açıklamalarda, sözcüklerde, nak­ ledilen yazılarda; bazen parantezin ; tırnak işaretinin yerinde köşeli paran­ tezin kullanıldığı görülür. örnekler : O ( Atatürk) , milletinin tetikte uyanık şuuru idi, Türk milleti, onda tek bir adam haline inkilil.betmişti. Bütün hassasiyeti, bütün dehası, bütün enerjisi



milli faziletlerinıizin



bir



hulasası gibiydi.



Yakup Kadri KARAOSMANOGLU Sokrat (İ. ö. V.: 468



-



400) da bütün hayatım mefhumların



doğru dürüst anlaşılmalarına vakfetmişti.



Şekip TUNÇ



PARÇACIUK İtalyan edebiyatında A. Soffici'nin XX. yüzyıl başlarında açtığı bir çığır ( ing. fragmentisme) Bu akıma bağlı görüşte konular gerçekten alınmış kısa parçalarla yaşayıp kesitleri küçük tablolar halinde veri• lir. Bk. Fragmantizm. 292



PARÇALI KOMEDİ Bölümcükleri ya da bölümleri birbirine bağlı olmayan komedi



(fr.



Comedie episodique, comedie a tiroir) Bk. Komedi.



PARÇALI TARZ İngilizlerin dünya olaylanru gösteren film tarzı anlamına gelir ( ing. newsreelstyle) Büyük bir topluluğun, geniş bir bütünün çeşitli ve en canlı parçalannı alıp yan yana dizmek suretiyle o bütünü anlatan yazı ü rzı. Bk. Senaryo.



PARİS Troya Kralı Priam'ın ikinci oğl_u ; Meneleas'ın karısı Helena'yı ka­ çırdığı için Yunanlılann Troya'yı kuşatmalanna



sebep olur,



kuşatma



sırasında zehirli bir okla ölür. Bk. Mitoloji.



PARMAK HESABI Hece ölçüsü, hece tartısı, belirli sayıdaki hece kümelerine dayanan nazım. Bk. Hece Vezni .



PARNAS Eski Yunanistanda kutsal sayılan bir dağ; ilham perisi sayılan müz'­ lerin bu dağda oturduğuna inanılırdı ( fr. parnasse ) . Bk. Parnasizm.



PARNASİZM Parnasçılık ( fr. parnassisme) ıQndokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da, Romantizm'e tepki olarak doğan, realist metodlarla yazılan şiir akımı. Parnasizm'in özellikleri : Parnasçılar'ın kurduğu bu okulun şiir va­ disine getirdikleri yenilikleri şöyle sıralıyabiliriz: Şiirde, şairin duygula­ n yerine tabiat manzaraları, felsefi düşünceler anlatılmış, biçim güzelli­ ğine son derece önem verilmiş; «sanat sanat içindir» düsturu kabul edil­ miştir. Parnasiyen şairler bunları yaparken, kişiselliklerini gizlemişler, şiiri kof gösterişlerden, duygu itiraflannın aşırılığından, tatsız yeniliklerden kurtarmaya çalışmışlardır. TJıeephile Gautier, Leconte de ·Lisle, Sully, Prudhomıne, Jose-Maria de Heredia en önemli parnasistlerdir. Parnasizm ; nazımda realizmle naturalizınin kurallarını benimseyen edebiyat akımı­ nın adıdır. Sanat için sanat, plastik güzelliğe bağlılık, egzotik temaları be­ nimseyiş, nesirden çok şiiri seviş, şiirde biçim sağlamlığı tarihsel olaylarla özlem parnasizmin en belirli özellikleridir . Parnasizm'de, insanın duygularile ihtirasları iç yapıya bağlı bulunduk­ lanndan, sanatın dışında bırakılmıştır. Bu bakımdan, mısraların dış yapısı biçimi, sözcüklerin sıralanışı, seslerin uyumu, ritim, ön plana alınmıştır. Bk. Realizm. Natüralizm. Parnasizm akımına bağlı İlhan Berk'in çevi­ risiyle bir şiir : SONNET



Eskiden niceleri Burgonya bahçelerinde, Adlarını kazıdılar ağaçlara sevdiklerinin Niceleri o canım salonlarında Louvre'ların Buruıı:Iarı havada gülüp eğlendiler delice. 293



N'oldu peki ? şimdi kim biliyor onları, ldmse, Hepsi göçüp gittiler ardısıra birbirinin, Adlarını bilen yok bakın bugün hiçbirinin Bunlar da bir zaman yaşadı demiyor hiç kimse. Her şey bu hesap. Ferie, Cassandre, siz Helena Eriyip giderdi o canım t;enleriniz hıprakta. - Bir günlüktür saltanatı zambaklan)l, güllerin Gelip Ronsard, Seine'de, o sarı Loire'larda Ölümsüz etmeseydi sizi bu dünyada, acaba Kim derdi lafım sizin de ya.,adığınızın. Jose - Maria de HERED!A



PARNASYEN Parnasizme bağlı şair ( fr. parnassien) Paris'te 1860 yılında yayım­ lanan Çağdaş Parnas «Parnesse Contemporain» adlı dergide eserleri bu­ lunan şairlere «pamasyenler» adı verilmiştir. Bk. Parnaslzm.



PARODİ Yansılama ( fr. parodio) . Ciddi bir ·eserin, alaylı bir şekilde yazılan benzeri. Bk. Tehzil.



PAROLA Kimi hallerde



askerlerin ve kimi



vakit başka kimselerin



birbirini



tanıyabilmek için aralarında kararlaştırılmış söz; bir görüşü, bir doktrini, bir kararı bildiren söz



(fr. mot d'ordre - ing. pass word ) .



PASAJ Bir yazıdan alınan parça ; bir metinin bilinen bir parçası. ( fr. passage) Bk. Metin. Yazı.



PASATİZM Sanatta geçmişin değerlerine, geleceğine bağlı bulunan hali ve bu halde



bulunan sanat okullarının tümü (fr. passatisme) . karşıtı olan bu çığıra geçınişçilik de denir. Bk. Fütürizm.



Gelecekçiliğin



PASTİŞ Taklit eser ( fr. pastiche) bir yazının veya bir resmin taklididir. Sa­ natın her hangi bir bölümüne ait bir eserin taklidi. Edebiyatta, tanınmış bir yazarın üslubunu, anlatış tarzını, düşüncelerini taklit etme. Tehzili andırmakla beraber, nüktelerdeki zerafet incelik bakımından değ,işik bir karakter gösterir Yazarların kusurlu özelliklerini gülünçlü bir obartma ile ortaya koyar. Bk.



Mizah.



Tehzil. Nükte.



PASTORAL Kır,



çoban hayatını,



çıplak



tabiat



güzelliklerini



tanıtıp sevdirmek



gayesini taşıyan edebi eserler (fr. pastorale) Şiir, roman, hikaye, tiyatro, mektup, makale seyahat ; fıkra ; hatırat ; sohbet gibi edebi türlerin hepsi pastoral bir görüşle yazılabilir. Batıda pastoral şiirlerden doğrudan doğru­ ya tabiat manzaralarını canlandıran idil;



karşılıklı konuşma tarzında



yazılan pastoral manzumelere eglog denilir. Bk. İdil. Eglog. Yunan edf·bi­ yatından Theokritos



294



(M. ö. III.



yüzyıl) , Latin edebiyatından Vergilius



(M. ö. 70 - 19) en büyük pastoral şiir örneklerini veren şairlerdir. Saz şairimiz Aşık Veysel'in dağ başlarına çağrısı pastoral şiirimize güzel bir örnek olabilir :



Çeşit !;flŞit çiçek takmış döşüne , Ç.ekllir göçleri peşin peşine Çıkabilsem şu yaylan� başına, Kuzulu kurbanlı şişeli dağlar. Erimiş karla.rı, çekilmiş duman, Açılmış çiçekler, yürlimüş çimen, Hayali kafamda yaşar her zaman, Başı oylum oylum meşeli dağlar. Ytlee dağlar birbirine göz eder, Rüzgar ile mektuplaşır, naz eder, Gabi duman bürür, gabi yaz eder, Dereli, tepeli, köşeli dağlar. Aşık VEYSEL



PASTORELA Eski Yunan şairi Theokritos'un pastoral şiirlerinin Fransız şıırıne



etkisinden doğan lirik saray şiirlerine denir ki, çoban kızlariyle sövalye­ ierin aşklarından karşılıklı konuşmalarından esinlenir. Bk. Pastoral.



PATETİK Etkilendiren içe dokunan, etkileyici, dokunaklı ( fr.pathetique ) Seyre­ denlerin, dinleyenlerin üzerinde büyük etki yaratacak biçimde ortaya ko­ nulan sanat eseri. Bk. Sanat.



PEGASUS Pegas (fr. pegase) Grek mitolojisinde kanatlı at; Perseus tarafından başı kesilen Meduse'nın kanından doğduğuna inanılır. Bk. Mitoloji



PEJORATİF



Anlamı kötü olabilen, kötü anlamda kullanılabilen söz (fr. pejorAtif)



Bk. Anlam.



PELEUS Yunan mitolojisinde bir kral ; Aigina adasının kralı Aikos'un oğlu. Tanrılar Peleus'u çok sevdikleri için, onu, deniz tanrıçası Thetis ile evlen­ dirirler. Bk. Mitoloji.



PELİAS Yunan mitolojisinde Poseidon'un oğlu olan bir kral ; kendisini gençleş­ t ireceklerini sandığı kızlar tarafından, hain Medeus'un kışkırtmasiyle par­ ça parça edilir. Ek. Mitoloji.



PEWPS Mitolojide Zeus'un torunu Tantalos'un oğlu Pisa kralı Oimanos, kızı Hippodameia'yı, araba yarışında kendisini yenecek olana vermeyi vadeder; Pelops kralın araba sürücüsü Mystrilos'u kandırarak ona araba tekerle· ğini gevşettirir ve yarışı kazanır; kral intihar eder. Elis hükümdar olur. Hippodameia ile evlenmesinden Atreus ile Thyestes doğar. Pelops, ara· 295



bacıyı öldürdüğü için kendisi ve ailesi tanrıların gazabına uğrar. Bk. Mito­ loji. Zeus.



PEN CLUP Pen klöb ; P.E.N. Club Uluslararası Yazarlar Derneği ya da Dünya Yazarlar Birliği. Bk. Yazar.



PENÇEİ ALİ ABA Aleviler'in kutsal beş kişisi : Hz. Muhammed, Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin; açık bir el olarak temsil edilir. Bk. Alevilik.



PENELOPE Grek mitolojisinde Odusseus'un kansı; yirmi yıl kocasının yokluğu sırasında kendisiyle evlenmek isteyenlere, örmekte olduğu örgü bitmeden evlenmiyeceğini söyleyerek , gündüz ördüğünü geceleri sökerek, bu hile ile kocasını bekler. Bk. Mitoloji.



PERDE Bir sahne eserinin bölümlerinin her biri. Bu bölümler, sahnedeki. per­ denin açılmasiyle başlayıp kapanmasiyle biter. Tiyatro eserindeki perde Latinlerde başlamıştır. Grek tiyatrolarında yoktur. Bk. Tiyatro.



PERİ Peri uçan, cins, melek, cin, çok güzel insan. İnsanların ruh aleminde · yaşıyan canlılar diye tasavvur ettikleri cin adını verdikleri hayali varlık­ ların çok güzel olanları ; cinlerin pek güzel ve alımlı olarak tasarlanan dişisi. Bk. Perili Oyun.



PERİLİ KOMEDİ Perili komedya; perilerle cinleri konu alarak yazılan hayali komedi. (fr. comedia feerique ) Bk. Feeri.



PERİLİ OYUN Perileri konu olarak alan zengin bir sahne dünyası bulunan oyun (fr. Feerie - İng. fairy paly ) . Bk. Feeri.



PERİPATETİZM Gezicilik ( fr. peripatetisme) Derslerini öğrencileriyle birlikte gezi­ nerek veren Ari.sto'nun felsefesi. Bu doktrini izleyen kimseye «peripatetis­ yen» adı verilir. Bk. Felsefe.



PERİPESİ Bir tiyatro oyununu sonuçlayan olay. Heyecanlı, hareketli olgu. Ro­ man, tiyatro gibi eserlerde ansızın değişme. Özellikle tiyatroda kahramanın durumundaki hiç beklenilmiyen değişiklikler ki, piyesin çözüiüşünü hazır­ lar. Bk. Piyes, Tiyatro.



PERİYOT Düzenli aralıklarla tekrarlama ( fr. periode) Birkaç cümlecikten ya­ pılmış olan uzun cümle ; her uzun cümlenin periyotu olması için yapısında uyum bulunması gerekir. Bk. Cümle. 296



PERSENK Konuşurken gerekli gereksiz tekrarlanan «efendim, efendime söyli­ yeyim, uzatmıyalım» gibi sözlere «lakırdının persengi» denir ( fr. refrain) .



PERSİK Bk. Ayak. Kafiye.



PERSONALİTE Kişilik, şahsiyet ( fr. persoİınalite) Bir kimsenin kendine göre bir ayrılığı Qlması hali. Bk. Kişilik.



PERSPEKTİF Bir görünüşü derinlik ve uzaklıklarını canlandıracak biçimde resmet­ me yolu (fr. perspektif) .



PERSUAS Yunan mitolojisinde Zeus ile Danae'nin oğlu. Bk. Mitoloji .



PESSİMİZM Her şeyin gittikçe kötüleştiğini düşünenlerin savundukları felsefe yolu ; kötümserlik, ( fr. pessimisme) Her işin sonunu kötü görene, kötüm­ sere «pesimist» denir. Bk. Felsefe.



Pİ Çin edebiyatında atasözlerine, hikmetlere,. mesellere dayanan didak· tik bir şiir türü. Bk. Didaktik.



PİNDARİZM Yunan şairi Pindaros'un mitolojik lirizmini taklitle şiirlere uygulama yolu (fr. pindarisme ) . Bk. Pindaros.



PİR Pir; ihtiyar, yaşlı, tecrübeli, üstad, doğru yolu gösteren ; bir tarikatı kuranların ilki: «Hazret-i Ptr = Mevlana», «Bektaşilerin piri Hacı Bektaş Veli» gibi. Bk. Bektaşilik.



PİRİ MUGAN Pir-! mugan ; meyhaneci, tarikat piri. Muğlann piri. ( Mug. ateşe ta­ panlara verilen isim) Pir-i mugan aslında ateşe tapanların imamları, din büyükleri, dini heyecan veren insanları demektir. Pir-! mugan sözü şiirde meyhaneci anlamında kullanılır. Tasavvufta bu deyim, şeyh, mürşit insan­ lara Allaha varma yolunu gösteren ermiş anlamına gelir. Bk. Tarikat.



PİRİK Bk. Kafiye. Ayak.



PİŞEKAR Ortaoyunu başladığı zaman sahneye ilk çıkan tip, ağır ve güçlükle yürüyormuş gibi sahnede gözükür; başında dört renkli ( mavi, kırmızı, ka­ ra, sarı) olmak üzere dört dilimli bir başlık sırtında mavi ya da sarı çu­ hadan koca kürkle süslenmiş bir cüppe, ayağında bir çakşır vardır; oyu­ nun yöneticisi, düzenleyicisi durumundadır. Bk. Ortaoyunu. 297



PİTANOLOJİ Tartışmalarda, karşımızdakinin görüşlerini doğru bulmadığımız hal­ de, onu yatıştırmak için aşağıdan alarak konuşma yolunu seçmek ( fr. pithanologie ) Bk. Tartışma.



PİTORESK Resim gibi, resimsi ( fr. pittoresque) Resim konusu olmağa elverişli. Zihinde resim gibi bir hayal uyandıran söz veya yazı. Bk. tmajizm.



PİYES Parça; tiyatro eseri ( fr. piece) . Hayat dilimi anlamrna gelen piyes, sahnede oynamak için yazılır. Edebi bir eserdir. Okunmak için değil, görül­ mek için yazılır. Piyes temsilin kadavrası sayılır ; ona bir varlığın canını, ruhunu ve şahsiyetini aktör verir. Tiyatro eserinde dolu cümle esastır. Piyeste bütünün güzelliğini bozacak hiçbir şey bulunmamalıdır. Piyes yazan eseri üzerinde gayet titiz olmalı, kelimeleri çok ölçülü kullanmalıdır. Çünkü söylenen her söz, yapılan her hareket sahnede büyük bir anlam taşır. Bk. Tiyatro.



PLAN Tasan, bir yapı ve bir makine . . . gibi yapılacak şeyleri ayrı ayrı kii·



ğıt üzerinde



gösteren çizgilerin tümü ; düzenleyiş, tasavvur ( fr. plan)



Olaylann, fikirlerin ve duyguların mantıklı bir düzenle yazıda bulunması. Kompozisyonda buluştan sonra, buluşu gerçekleştirmek için tutulması ge­ rekli yol. Sinemada filmin dramatik birimi. Senaryolar planlara gör� ha­ zırlanır ki, kameranın işlemeye başladığı andan durduğu ana, kadar arada çevrilen bölüm bir plan sayılır, tek bir film böyle yüzlerce planın bir araya gelmesinden doğar. Bir edebiyat eseri, bir görev buluşlara göre nasıl bir değer kazanırsa, kompozisyon için de böyledir. Buluştan sonra, bulurıu gerçekleştİrmek için tutulması gerekli yol ; olaylann fikirlerin ve duygula­ rın mantıklı bir düzenle yazıda bulunmasını sağlayan plan'dır. Plan, bir ba­



kıma kompozisyonun iskeletidir. Konusunu düzenli yazmak istiyen kimseyi kararsızlıktan, zaman kaybından plan kurtarır. Plan : güzel, kolay yazma­ nın en önemlisi aracı'dır. Planın görevi ; zihinde meydana gelen fikire dü­ zen vermek, gereksiz ayrıntılan temizlemektir. Kompozisyonda fikir, duy­ gu, hayal gücü gibi öğelerden aynı derecede faydalanmak ; giriş, gelişme, sonuç bölümlerinde gereken genişliğin dışına taşmamak zorunluğu vardır ki, buna da ölçü adı verilir. Bir yazının kolay anlaşılır olmasını sağlayan ;



konuda birliği gerçeklerıtıren ; b o ş ve doldurma sözlerin kurulmasını örJi­ yen ; duygulanmızı,fikirlerimizi konu ile ilgili olarak ölçülü bir biçimde anlatmamıza yardım eden plan, konulara göre üçe ayrılır : 1. Kuvvetli heyecanlarla, sık duygularla, örülü kompozisyonlarda duygusal plan; 2 . Fikir yazılannda düşünsel plan : 3 . Olaya dayanan yazılarda devinse l plan uygulanır. Bk. Kompozisyon.



PLASTİK İşlenebilir, şekiller meydana getirilebilir ; şekiller işleme sanatı ( fr. plastique) İşlenebilen sentetik veya organik asıllı madde ; yuğurulabilir, şekli. Heykeltraşlık, alçıcılık. Vücudun biçimini konu yapan, bu konuyu elle tutulur hale getiren resim, heykelcilik gibi sanat. Bk. Plastik Sanatlar. 298



PLASTİK SANATLAR. Görme duyusuna hitabeder;



eserleri, hareketsiz ve yanyana duran



öğelerden oluşmuş olup uzayda yerleşmiştir. Bunlar daha çok dışsal sa­ natlardır. «Mimarlık heykelcilik, resim» plastik sanatlardan sayılır. Bk. Sanat.



PLATONİK Düşte kalan ve hep öyle kalmak isteyen sevgi ve ilgi ; sıfat olarak kullanılır. ( fr. platonique ) Bk. Platonizm.



PLATONİZM Yunan filozofu Eflatun'un idealizmi'ni benimsemekten doğan, XVI. yüzyıl Avrupası'run güzellik anlayışı ( fr. platonisme) ideal güzelliğe kar­ şı duyulan aşk. Bk. Güzellik.



PLEYAD'LAR Mitolojiye göre, bir periden doğan Atlas'ın yedi kızı ; bu kızların her biri Orion tarafından yakalanarak gökte birer yıldız olur. adı verilen birçok dünya şairleri vardır;



«Pleyadlar»



«Theocritus, Ronsard, Puşkin,



Lermentov, Valery . . . » gibi (fr. pleiades ) .



P.LUTON Mitolojide ölüler tanrısı ve cehennemler kralı. Sanat eserlerinde bü­ külmez bir adaletçi olarak temsil edilir. Bk. Mitoloji.



POEM Uzun yazılınış manzume (fr. poeme) Belli bir konu çevresinde yazı· lan uzun şiir. Duygulu, felsefi bir görüşle yazılan manzum hikaye. Ab­ dülhak Hamit'in Makber'! bir poem örnegidir. Bk. Şiir.



POET Manzume yazan kimse, şair (fr. poete ) . Poezi (fr. poesie ) , §iir anla­ mına gelir. Bk. Şiir. Şair.



POETİKA .Şiir sanatı ( fr. L'art poetique) Aristoteles'in şiir, dram sanatı, epik konuları kapsayan ve kurallar veren kitabı. En ünlü poetika yazarları Aristoteles, Heratius ve Boileau'dur. Bk. Şiir. Karz-i Şi'r.



POLEMİK Kalem sava§ı ( fr. polemique ) Kalemle tartışma. Gazete ve dergilerde bir konu üzerine yazı ile yapılan şiddetli, kavgalı tartı§ma. Bk. Tartışma. Gazete.



POLEMİST'LER Düz yazıyı siyasetle dinle ilgili konularda bir saldın aracı ve sa­ vunma silahı olarak kullanan onsekizinci yüzyıl Fransız ve İngiliz yazar­ larına verilen ad (fr. polemiste ) Bk. Polemik.



PÜL1FONİK NESİR Şiirin nesir gibi dizilmesinden doğan serbest nazımla söylenmiş bir şiir türü ( fr. polyphonique) Harflerin çok sesliliği anlamına gelen «poli­ foni» nin özelliklerinden yararlanan bu nesir, mensur şiiri, artistik divan nesrini andırır;



secilerden, aliterasyonlardan



geniş ölçüde



yararlanır.



299



«Polifonik nesin deyimini dünya edebiyatında ilk kullanan Fletcheı"dit. Bu türü Fransız şairi Paul Fort ortaya atmış, Amerikalı şair Amy Lowell geliştirmiştir. Bk. Mensur Şiir.



POLİMETRİK Poliritmik, çok ölçülü ; bir şiirde birden çok ölçü kullanılması



( fr.



polymethrique ) Servet-i FünO.n şairlerimizden Cenap Şahabettin'in aruzun değişik kalıplariyle yazılan «Elhan-ı Şita» şiiri buna güzel bir örnek ola­ bilir :



Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar ; Küçücük, ser - sefid baykuşlar, gibi kar Sizi dallarda, Iaınelerde arar,



Cenap ŞAHAEETTİN



POLİS ROMANI Temeli suçlunun ortaya çıkarılmasına dayanan roman çeşidi.



( fr.



roman policier - ing. detective roman) Bu romanlar, olayların şaşmaz bir zincirlenişle sebep sonucun sağlam bir mantığa göre düzenlenme­ sine dayanır. Bk. Roman.



POLİTEİZM Birçok tanrının varlığını kabul eden din ( fr. polytheisme) Çoktan­ rıcılık. Bk. Tasavvuf. Vahdet-i Vücut.



POLİTİK TİYATRO Politik gelişimleri konu olarak ahm, insanları daha iyi yarınlara hazırlayan bir tiyatro türü



( alm. politisches theater)



Seyirci,



politik



oyunu seyrederken duygudan çok aklını kullanmak zorunda kalır. Eer­ tolt Brecht, bu tiyatrodan etkilenir. Ek. Epik tiyatro.



PONKTÜASYON Noktalama ( fr. ponctuation )



Yazı işaretlerini kullanma. Ek. Nok­



talama. Yazı.



POPÜLER Herkesçe, halkça tanınmış; halka mahsus ; halk için yazılmış



( fr.



populaire ) Halkça bilinen. Ek . Popülizm.



POPÜLİZM Halkçılık



( fr. populisme) Fransada XX. yüzyıl başlarında Tberive



ile Lemonnier tarafından açılan bir edebiyat çığırı. Romantizm, aşırı duygululuk, Zola karamsarlığı gibi edebi akımların dışında halkı, in­ sanları sade, gerçekçi bir dilde anlatmak bu popülizmin en belirli ga· yeleri arasındadır. Bk. Romantizm. Realizm.



PORNOGRAFİ Açık saçık yazılar ( fr. pornographie)



Açık saçık yazılar yazma



«pornograf» açık saçık yolda yazılmış yazıya pornografik adı verilir. Ek. Açık - Saçıklık.



300



PORTRE İnsan resmi; yazılarak yapılmış insan tasviri. (fr. portrait) Konusu insan olan resim. Edebiyatta ise, bir şahsı okuyucuya tanıtmak gaye­ siyle o şahsı tasvir etmektir. Fiziksel ve tinsel olmak üzere ikiye ay· rılır : 1. Fiziksel portre : Tanıtılmak istenen kimsenin dış görünüşünün; yüzünün, boyunun, giyinişinin, hareketlerinin tasviri. 2. Tinsel portre : Tanıtılmak istenen



kimsenin iç



aleminin,



fikirlerinin,



duygularının,



zevklerinin, alışkanlıklarının tasviri. Bk. Tasvir.



POSEİDON Kronos'un oğlu ve Zeus'un kardeşi ; en büyük deniz tanrısı. Deni· ıı:in dibinde pırıl pırıl parlıyan bir sarayda oturur. Elinde gücünün sem­ bolü, üç dişli bir çatal bulunur. Fırtınaları kopartan da, dindiren de bu tanrıdır. Bk. Zeus.



POST Tüyü alınmamış hayvan derisi. Mecaz anlamına göre ise ; eski tari­ katlarda şeyhlik makamı, mevki, makam, can. Bk. Tarikat.



POZİTİVİZM Olguculuk



(fr. positivisme ) . Gerçeğin yalnız deney ya da gözlem­



le tam olarak bilinebileceği iddiasında olan felsefe yolu. Pozitivizm yo­ lunu benimseyen «pozitivist» adını alır. En büyük temsilcisi ve kuru­ cusu Auguste Comte'dur. Emile Littre. John Stuart l\lill, Herbert Spen­ cer diğer büyük pozitivistlerdir. Bk. Natüralizm .



PRAGMATİZM Pragmacılık bir fikrin doğruluğunun ancak o fikrin sonucuyla öl· çülebileoeğini ileri süren felsefe yolunu



yolu (fr. pragmatisme ) . Pragmatizm



benimseyen «pragmatist» adını alır.



Anglo Sakson ülkesinde



meydana çıkan pragmatizm ise ve pratik faydaya önem verir; W. Ja­ mes en önemli temsilci sayılır. Bk. Felsefe.



PRAKSİS Trajedinin ruhunu ve



temelini yaratan



aksiyonun



Aristoteles'teki



adı. Bk. Trajedi.



PREHİSTORİK Tarih öncesiyle ilgili veya tarih öncesine ait (ing . prehistoric ) Bk. Tarih.



PRENSİP İlke. Aksiyonun nedeni ya da kaynağı ; düşüncenin ya da aksiyonun genel kuralı. Bk. Aksiyon.



PREROMANTİK'LER Edebiyat akımlarından modem çağın özelliklerine



klasisizml e Romantizmin uygun görüşleri bulunan



arasında kalan, şairlerle yazarlar



(fr. preromantiques) Bk. Klasisizm. Romantizm.



301



PREROMANTİZM Edebiyat akımlarından



romantizmi hazırlayan



dönem



(fr.



prero­



mantisme) Bk. Romantizm.



PR�İYOZİTE XVII. yüzyıl Fransa'sında



çok görülen,



kibarlığa



özenen,



kibarlık



delisi kişilerin yapmacıklarla dolu gülünç yaşayışlarını anlatan bir de­ yim (fr. preciosite) Moliere'in presiyoziteye



düşkün kişilerin



«Kibarlık Budalası» presiyö'lerin hallerini



yansıtır.



Bk.



yani



Komedi.



PRİMİTİVİZM İlkelcilik



(fr. primitivisme) .



Fütürizm'e



karşı



sa'da 1911 yılında doğan edebiyat akımlarından. da,



ilkel



insanlığa



karşı



duyulan



saygı



tepki



olarak Fran­



Bu akımın kaynağın·



ve sevgi yer



almaktadır.



Bk.



Ademizm.



PROLEPTİK Önceleme,



sual-i mukaddere cevap



(fr.



proleptique)



Özellikle tar­



tışmalarda, karşıdan gelebilecek hücumları önceden kestirerek, ileri sü­ rülecek sözlere, gerektiği anda kullanmak üzere, cevaplar hazırlamak. Bk. Tartışına.



PROLOG Öndeyiş (fr. prologue - yu. prologos) . Dibace. Tiyatro eseri, roman gibi uzun



eserlerin baş



tarafına,



eserin ana fikrini, tem'ini belirtmek



üzere konan giriş bölümü. Bu bölüm eserin aslına bağlıdır. İşte bu bağ­ lılık bakımından



önsözden ayrılır.



«Faust»'tan :



Selahattin Batu'nun



çevirisiyle prolog :



Güneş hep o güneş, katıyor sesini Gökteki kardeş küreler şarkısına, Bir yıldırım hızı çizerek izini Varıyor mukaddes yolunun sonwıa. Sırrına kimseler varmasa da onwı Görünüşü kuvvet vermede meleklere, Kavranılmaz, nice eserler yığın yığın Bugün doğmuş gibi muhteşem ve yüce. GOETHE



PROMETE Prometheus. Ateş tanrısı.



Mitolojide ilk uygarlığın



öncüsü ; Titan



Iapetus'un oğlu. Balçıktan yaratılan insana can verebilmek için gök yü­ zünden ateşi



çalar. Jüpiter kendisini cezalandırmak için uğursuz kutu­



yu alarak Pandora'ya gönderir; Prometehileyi boşa çıkarır. Tanrılar, onun bu davranı§lnl küstahlık sayarlar. Yunan tanrılarının en büyüğü



Zeus, Promete'yi



Kafkas dağlarında bir kayaya



bağlar,



ona müthiş



bir ceza tertiplermi§ her sabah bir kartal gelip, gagasiyle promete'nin göğsünü deler,



ciğerlerini yer.



Promete'nin ciğerleri her gece



yeniden



yapılır; bu zalim işkence uzayıp gider. En sonunda ünlü Yunan kahra­ manı Herakles, yani Herkül, Promete'yi bulmak için Kafkaslara koşar, onun ciğerlerini yiyen kartalı öldürür böylelikle uygarlığa ateş ve ışık veren Yunan tanrısı işkenceden kurtulur. Prometeus, insana her türlü



302



teknikle buluşun kaynağı olan ate§i ve ölümlü yaradılışı. yüzünden tasa­ lanmaması için umudu armağan ederek onu kurtarır. Ateşle dona.nan, umutla esinlenen insan kendini kurtanr ve



ilkellikten uygarlığa yü­



celir. Bk. Mitoloji.



PROPAGANDA Herhangi bir düşünceyi, bir inancı yaymak ve ondan yana olanları çoğaltmak için söz, yazı ya da başka araçlarla yapılan etki ( fr. pro­ pagande) Bu



gllnün



sayılmakta,



modern sanatları da politik yönlü birer propaganda dünyasına buradan



psikolojik



sanatçıların



girilmektedir.



Bk. Sanat.



PROSODİ Edebiyatta nazım ölçülerini araştıran bilim kolu ( fr. prozodie) Bk. Nazım.



PROTAGONİST Eski Yunan tiyatrosunda baş oyuncu



(fr. protagoniste) Birinci de•



şekilde adlandınlmıştır. Bk.



recede rol alanlar daha sonralan bu



Ti·



yatro. Aktör.



PROVA Deneme ; sınama (it. prova)



örnek.



üzerinde düzeltme yapılacak



Bası� işlerinde dizgi yanlışlarını düzeltmek üzere basılan örnek. Tiyat­ roda bir oyunu düzenli ve disiplinli bir yolda ortaya çıkarabilmek için ön çalıııma :



«Okuma, tonlama, sahne, teknik dekor, kostüm ve genel



provalar» gibi.



PROVERB Atasözü ( fr. proverbe) Bk. Atasözü.



PROZODİ Kelimelerin



vurgu



(fr. prosodie)



ve niceliğine göre söylenişi



Bk.



Kelime.



PROZODYAK Alaylarda okunan şarkılar için kullanılan mısra ölçüleri



( fr. pro­



sodiaque) Bk. Ölçü. Vezin.



PSİKANALİZ Ruh çözümlemesi,



tahlili ruhi



( fr.



Viyana'lı profe-­



psychanalyse )



sör Freud'un ·XX. yüzyıl sanatıannı etkiliyen sistemi. Bu görüş ve dü­ şünüşe göre: bilinç altında, karmaşa halinde bulunup belli etmeksizin birtakım ruh, hatta vücut bozuklukları doğuran



anı,



istek ve imgeleri



bilinç alanına çekmek yoluyla bunlan zararsız kılmaktan ibaret bir ruh hekimliği yöntemi.



PSİKOLOJİ Ruhbilim,



ruh



bilimi



( fr.



psyhchologle )



XVI.



yüzyılda kullanılan



bu terim. XVIlI. yüzyıldan sonra sık sık kullanılır limci



«psikolog»



adını



alır.



«psyhe»



eski



olmuştur.



yunanca'da



«ruh�,



Ruhbi­ dogos»



bilgi anlamındadır. Psikoloji; insan nıhunun özünü, değişik hallerini in-



303



�eleyen, heyecan, duyum düşünme gibi olgunların kurallarını bulmaya çalışır. Bk. Psikolojik Realizm.



PSİKOLOJİK AN Edebiyatta sanat eserinin doğumunu hazırlayan instant pyschologique)



olay,



İlhamın gerçekleştiği bir anlık



durum



( fr.



zaman, durum,



sanat, eserlerinin yaratılmasında psikolojik anların rolü büyüktür. Bk. Sanat.



PSİKOLOJİK OYUN Duygu, düşünce ve tutkuların mesinden yararlanan oyun liz'den kuvvet



incelenmesinden bunların çözümlen­



( alnı. psychologie sches



alan bu .oyunlar



düşsel, gerçekci,



drama)



Psikana­



ekspresyonist



karak­



terlerde olabilir. Bk. Oyun.



PSİKOLOJİK REALİZM Gerçeğe dayanan insan duygularını hiç işlenmemiş yönleriyle wılat­ mayı gaye edinen



edebiyat çığn.



(fr. realisme psychologique)



Dosto­



yevski, dünya edebiyatında psikolojık realizmin en büyük ustalarından­ dır. Bk. Realizm.



PSYKHE Eski



Yunan mitolojisinde



aşk



tanrıçası,



Kupidon'un



eşidir.



Kele­



bek gibi kanatlıdır ; ruhun ölümsüzlüğünü temsil eder. Bk. Mitoloji .



PUNTO Basımcılıkta



harflerin



boyunu



anlatan



ölçü



(ing.



type)



«Elinizde



bulunan Türkçe ve Edebiyat Terimleri Kılavuzu 8 punto ile



dizilmiş­



tir» Bk. Basım.



PÜRİZM Arıtçılık



(fr.



purisme)



Dilbilgisine,



kullanışa



uymayan kelime



ve



deyim kullanmama ; eski bir üsluba dönmek isteme ; bir dilden yabancı kelimeleri



çıkarma



çabasını



gaye



edinen bir



oluşuna bakmaksızın, kuralların dar titizlikle çalışma. Bk. Arıtmacılık.



304



sanat



çığırı.



çerçevesi içinde, dilin



Dilin



canlı



arınmasına



RADYO OYUNU Mikrofona boyun eğmek zorunda olan yeni bir temsil soyudur, mut­ laka mikrofona uygulanmak zorundadır (fr. piece radiophonique - ing. radio play) Radyo yayınları ise ; yalnız sesle bildirilmeyi görünnıiyen dinleyicilere duyunılmayı,



kısa zaman içerisinde



çalışmayı gerektirir.



Radyo skeçi, radyo piyesi, radyo temsili, aynı anlamdadır. Her konu, her olay, radyofonik bir skeç olamaz. Her şeyden önce konunun göv­ desi radyofonize edilmeğe elverişli bulunmalıdır. Radyo piyesi olabile­ cek konular ; söz, ses, gürültü, müzik, öğelerine elveriş�i ; dinliyerek an­ laşılabilir; ilham verici, muhayyileyi harekete geçirici; diyalog temeline dayanan kısa sözlerden örülü nitelikte olmalıdır. Bir konuyu radyofo­ nikleştirmek demek; ancak okunarak anlaşılabilen o lrnnuyu, dinleyerek anlaşılabilir, dinliyerek ayrıntı ve inceliklerine kadar tasarlanabilir, me­ rakla dinlenebilir oluma getirmek anlamına gelir. Bk. Tiyatro. Radyo­ fonik.



RADYOFONİK Radyo yayınına elverişli ses



(fr. radiophonique)



Bk. Oyun. Radyo



Oyunu. Tiyatro.



RAFIZİ Rafızilik kolundan olan kimse. Ebubekir ve ömer'in halifeliğini kabul etmiyen Rafıza fırkasından olan ; Şiilerin bir kolu. Bk. Şi't .



RAHŞİYE Konusu at olan, atı öven kaside. Divan edebiyatında, bu yollu kaside­ lerin en güzelini,



en obartmalısını Nefi yazmıştır.



Rahşiye'den bir



parça : F. : 20



305



Ne saba saika dersem yaraşır süratte Ki seğirdirken ana saika olmaz hempa



Düşmedmı sayesi bak üzre eder alemi tay Sevh ile rakibi gösterse inan-i irha Kuş yetişmez der idim dönmese tayyar eğer Ana hemsar olmaz hiç ne Anka ne Hüma NEFİ



RAt «Ra'y» den; sürü otlatan çoban. Mecazen ; memleket idare eden. Bk. Pastoral.



RAİYYE «h» harfi ile ilgili. Kasidenin son sesi «r» ile bitiyorsa, «kaside-i raiy­ ye» adım alır. Bk. Kaside.



RAKTA Arapçada «alaca dişli hayvan» anlamına gelen bu sözcük edebiyatta; arap harfierine göre bir harfi noktalı diğerleri noktasız harflerle düzerı­ lenmiş şiir, ibare . Bk. Harf.



RAMAYANA Hintlilerin iki büyük destanından (diğeri Mahabbarata ) biri. Bu des­ tanın M. Ö. 500 yıllarında doğduğu ileri sürülmektedir. Bk. Destan.



RAMAZANİYE Divan edebiyatında, ramazanları vesile tutarak başlangıçlarında ramazan konusunu işleyen kaside, Kaside-i Ramazaniye'den örnek bir parça :



Şam-i iftarı messeretbahş-i can-i ruzedar Subh-i imsakinde hep ins ü melek yeksan olur



Bir sütun-i nurdur her minare ta seher Şule-i kandil-i berkefşan ile rahşan olur Kubbesi her camün bir asman-i f�yz olup Ana kandil-i fnızaın encüm-i taban olur.



RAPOR Bir inceleme sonucunu bildiren yazılı kağıt ( fr. rapport ) İşlerin gö­ rüşlerin düşüncelerin meslek hayatı yönünden açıklanması ; polis raporu, doktor raporu, mühendis raporu , deney raporu, bilirkişi raporu, hava ra­ poru gibi. Bu raporlar ; incelendikleri konuyu iyice aydınlattıktan kesin bir kanıya vardıktan sonra, istenilen yere bildirilir. Raporlar, ister ya­ zılı, ister sözlü olsun, sorunları derinliğine incelememiş kimselerce bile kolayca anlaşılabilecek, kolayca müzakere edilebilecek nitelikte olmalıdır. Mantıklı bir plan; düzgün bir anlatım ; fikirleri feda etmiyen bir açıklık, iyi bir raporun özellikleri arasındadır. Bk. Kompozisyon .



RAPORTÖR Sözcü (fr. rapporteur ) Rapor yazmakla görevli kiı;i. Bk. Rapor.



RAPSOD Eski Yunanlılarda sazşairleri, bunlar halk 306



arasında dolaşarak e!le-



rindeki sazlarla Homeros'un destanlarından parçalar okurlardı. Bk. Rap­ sodi.



RAPSODİ Eski Yunanlılarda rapsodların okudukları şiirler (fr. rapsodie ) Rap­ sodi müzikte, çoğu halk şarkıları motiflerinden alınmış hareketli parça­ lardır : « �acar rapsodileri» gibi. Bk. Rapsod.



RASYONALİZM Herşeyin akla dayandığını, akıldan başka şeyleri kabul etmiyen fel­ sefe yolu ; akılcılık (fr. rationalisme) Akıl ilkesinin zihinde doğuştan var olduğunu kabul eden felsefe görüşü.



RAYONNİZM Işıncılık ( fr. rayonnisme ) Izlemimcilik sonrasının Rusya'daki akım­



larından biri. Bk. Empresyonizm�



REAKSİYON Tepki, aksulamel ; bir etkiye karşı gösterilen tepki ; herhangi bir du­ rumun davet ettiği zihinsel veya duygusal davranış .



REALİST Edebiyat, felsefe ve sanatta realizmi benimseyen ; gerçekçi (fr. rea­ liste) Realite (fr. Realite) , bir nesne, bir durum bir nitelik halinde olan ; gerçek ; gerçek şey, gerçek durum anlamındadır. Realist romancı ; taraf­ sızdır; insanları, olaylan olduğu gibi vermek ister. Gerçekçi yapıtlarda toplumun en küçük olaylan bile tüm çıplaklığiyle yer alır. Tasvir, gözlem, kompozisyona büyük önem verilir.



Modern realist yapıtlar;



okuyucunun



çok uzağında olmıyan kişilerin yaşantılarını anlatıyor gibidir. Bu akım ­ daki romancıların ilk okuyucuları Fransız, İngiliz, Alman, Rus ve daha sonra bütün Avrupa halkları olmuştur. Bu gün dünya romancılığını saran bu akımın, özellikle, Dostoyevski'de yepyeni bir derinlik kazandığı rrörü­ lür. Bk. Realizm.



REALİST TİYATRO Olayları kişileri gerçekçi bir anlayışla ortaya koymağa çalışan tiyatro kolu. (fr. teatre realiste - ing. realisticheatre ) Bu tiyatro türünde konular, hayattan alınır; karakterler mantıksal bir görüşle işlenir, konuşmalarda psikolojik doğruluktan uzaklaşılmaz ; XIX. yüzyılın ortasından bu yana gittikçe güçlenen bir gelişim içindedir. Bk. Tiyatro.



REALİZASYON Gerçekleştirme, canlılaştırma, hayata geçirme (fr. realisation ) Sine­ ma'da bir filmin konusu bulunup senaryosu işlendikten sonra çekilip hal­ ka gösterilecek duruma getirilinceye dek geçirdiği «dekor, montaj seslen­ dirme . . . » gibi aşamaların tümü. Bk. Sinema.



REALİZM Gerçekçilik ( fr. realisme ) Tabiatı olduğu gibi görünüşte sanıldığı gi­ bi çirkinleri ve bayağılıklarlle birlikte anlatmaya çalışan bir sanat çığırı. Realizm, romantizmin duygulu, kişisel hayal yüklü yönüne zıt bir yolda gelişmiş, sanatta insanın ve insan topluluklarının hayatını, oluşlarını bü307



tün gerçek çizgileriyle ve nedenleriyle görmek çebasını gütmüştür. Ger­ çeği olduğu gibi anlatma yolu olan realizm, bilim araştirmalarının iler­ lediği XIX. yüzyılın ikinci yarısında daha olumlu bir sonuca varmıştır. Böylelikle, insan varlığının, insan yaşantısının gereğinden fazla kişiliğini yansıtan romantizm yerini, bu yeni akıma bırakmak zorunda kalmıştır. Modern realizmde hikaye, roman, tiyatro türleri çok gelişmiştir. Bu akı m ; yalnız edebiyatta değil, resim, müzik, heykeltraşlık, sinema, alanlannda da yeni yeni yapıtlarla karşımıza çıkar. Gerçekçi eserlerde olaylar dik­ katle görülür. Oluşlarındaki sosyal sebepler aynı dikkatle araştırılır. Bu çığrın yazarları hayat deneylerinden geniş ölçüde faydalanırlar, olayları olduğu gibi göstermeğe çalışırlar. Okuyucu gerçekçi eserler karşısında serbest bırakılır, yazarların etkisi altında bulunmaz ; olayların içinde is­ tediği gibi düşünüp hayal kurabilir. Ek. Realizm . Realizme bağlı «Kırmızı ve Siyah» romanından bir paragraf : Bir saat sonra,



uşaklardan biri Julien'e



bir mektup getirdi :



Mathilde, Julien'e aşkını bildiriyordu. Juliw, «Doğrusu üslup fazla özentili değil!» dedi; mektubu böyle edebi bir eleştiriden geçirerek sevincini,



kendisini



zorla güldüren sevincini



gizlemek



istiyordu.



STENDHAL



REALİZM SOSYALİST Toplumsal gerçekçilik ( fr. realisme socialiste ) Sosyalizme dayalı bir edebiyat akımı. Bilindiği üzere



sosyalizm ;



( fr. socialisme )



toplumcu­



luk; toplumu temel alan, iş ve anamalda ortaklık kabul edenlerin sis­ temi.



Sosyalizm yolunu benimseyen,



toplumcu



«sosyalist» ;



sosyaileş­



tirme, toplum emrine koyma «sosyalize» adını alır. Sosyalizm ; toplumla­ rın türlü ekonomik faaliyetlerinin bir kısmının ya da tamamının top­ lumun bilinçli ve idareci kuruluşlarının eline bırakılmasını ister.



Sos­



yalizm, iktisadi rejimin düzeltilmesine, özellikle değiştirilmesine nimet­ lerin adaletle dağıtılmasına. . . daha dar anlamda ise üretim araçlar..nın topluluk eline verilmesine, üretimin kooperatif şeklinde



organize edil­



mesine çalışır. Sosyalizmin davası; toplumun bugüne kadar gerçekten nasıl geliştiğini ve toplum kuruluşunun en iyi nasıl değiştirilip, insan­ ların ihtiyaçlarını en iyi



karşılamak için,



çağdaş üretim



metodlarını



kullanmağa en iyi nasıl intibak ettirilebileceğini tamamen objektif bir bakışla



ve



dikkatle



göz



önünde tutmaya



dayanır.



Ek.



Toplumculuk.



Toplumcu GerçekçiUk.



REAYA Osmanlı İmparatorluğunda Müslüman olmıyan uyruklar; bir hüküm· dar idaresi altı'.nda olan ve vergi veren halk ; bütün halk; mecazi an­ lamda hristiyan.



RECEZ Aruz bahirlerindendir. Dört müstef'ilün ve dört müfteilün esasına dayanır. Ek. Bahir.



REDAKSİYON Kaleme alma, yazma işi 308



(fr. redaction )



Yazılmış bir yazıyı düzel-



terek, belirli ölçülere göre değerlendirerek okuma; yazı yazma. Redak­ siyon yapan «redaktör'> adını alır. Bk. Yazmak.



REDD-1 MATLA Bk. Gazel, Matla.



REDD-1 MISRA Matla beytindeki mısralardan



başka mısralardan



birinin gazelin



makta beytinde tekrarlanması. Bk. Gazel.



REDDİYE Müdafaa, savunma; bir mesele hakkında zıt karşılık (fr. apologie ) Savunma yollu yazılan, söylenen makale, kitap.



REDİF Kafiyenin «revi» sinden sonra aynen tekrarlanan, anlam ve görevi bir olan ekler, takılar ve kelimeler. Redif anlamın kuvvetle belirtilme­ sine, kafiyenin zenginleşmesine, ahengin artmasına yardım eder; < var­ dır» redifli bir gazel : Muradın anlarız ol gaınzenin iz'anınuz vardır Beli söz bilmeziz anuna biraz irfanımız vardır



O şfihun sunduğu peymaneyi reddetıneziz elbet Anınla böylece ahdetmişiz peyınRnınuz vardır Münasiptir sana ey tıfl-ı nazım huccetin al gel Beşiktaş'a yakıttı bir hii.ne-i viranımız vardır Güzel sevmekte zahit müşkilin var ise bizden sor Bizim ol fende çok tahkikimiz itkanımız var.dır



NEDİM



REJİSÖR Sinema ve tiyatroda rol dağıtıp oyunu düzenliyen kimse ; aktörlerin rollerini dağ.tıp oyunu düzenliyen, temsilin iyi canlandınlmasını sağlıvan kimse. (fr. regisseur) Rejisör piyesi seçen, toplu olarak düşünen, rolleri dağıtan, temsil üzerinde öğütlerde bulunan usta insandır. Rejisör, temsili anlayan, anladığını oyunculara



aşılayabilen, yazarın söylemek istedikle­



rini seyircilere en kuvvetli şekilde gösterebilen adamdır. Bk. Tiyatro. Si­ nema.



REJYONALİZM Natüralizm ve fütürizm gibi akımlara tepki olarak doğan bir akım ; ruha dönüşü parola olarak alır ( fr. regionnalisme ) Hikaye, roman, ti­ yatro ve benzeri türlerde bir bölge insanlarını, yaşayışlan ayrıntılı olarak anlatma amacını taşır. Bk. Natüralizm.



REKAKET Kekemelik, pepemelik. Sözün kusurlu oluşu. Kelimelerin, cümlelerin yerli yerinde kullanılmamasından doğan, yazının okunmasını güçleştiren bir kompozisyon kusuru . Bk. Kompozisyon. 309



REKLAM İlan, prospektüs. Bir şeyin sürümü için yapılan tanıtma, beğendirme yazıları. Bk. İlan.



RELATİVİZM İzafiyet, bağıntıcılık



(fr. relativisme) Edebiyat



sanatçının karşısındaki okuyucusunun,



eserini yaratırken,



dinleyicisinin psikolojik yapısını,



halini gözönünde bulundurması. Bu akım: «Sanat eserinin güzelliği her insana göre değişir» anlayışına dayanmaktadır. Bk. Sanat.



REMEL Aruz ölçülerinden biri. Bk. Bahir.



REMİL Rem! ; kum üzerine parmakla, kendine özgü birçok şekiller çizerek hü­ kümler çıkarma, bu yolda murat ve niyetleri haber verme bilimi. Esk�den bu konuyla uğraşanlar «remmal» adını alırlardı.



REMZ Remiz, simge (fr. symbole) Divan edebiyatında, açı'kca bir sözü söy­ lemeyip, o sözün anlamını başka bir söz kullanarak belirtme. Bk. Sembol.



RENKA Zincirleme haikai dizisi ; klasik Japon şiiri nazım biçimi. Konu özel­ liğini bozmadan karşılıklı haikai söylemekten doğmuştur. Üçlü ikili mısra kümelenmeleri halindedir. Ondördüncü yüzyıldan bugüne değin gelişen bu nazım biçiminin sevilmesinde Japon şairi Matsuo Başho'nun etkisi bü­ yüktür. Bir örnek : Kah_kaha çiçeğile



Asagao ini Tsurube torarete



Çekilen koğa:



Morai



Alınan · su.



-



mizu



Tokai no



Beyaz kumlu



Kojima no iso no



Küçük adanın sahili.



Şira - suna ni



Doğu Denizi'nde,



Ware naki nurete



Gözyaşları dökerek



Kani to tawamuru



Oynuyorum yengeçlerle.



Haru no misaki



İlkbahar başında



Tabi no owari no



Sona ererken yolculuk



Kamome - dori Ukitsutsu



toku



Narinikenı ka no.



ben



Görüyorum Büyük martılar Uzaklaşıyor yüzerek.



RENKLENDİRME Konuşurken monotonluktan kaçmak için seste ton, hız ve vurgu değişikliği yaparak konuşmaya canlılık verme



( alın. farbegeben ) :



bir



metin okunurken de aynı yolda hareket etmek gerekir. Bk. Konuşma.



RENKLl Kompozisyonda, 310



üslubun parlak, çeşitli olması.



Tiyatro eserlerile



roman ve hikayelerdeki şahısların gerçekten yaşadıkları yerin, zama nın tam bir izlenimini taşımasına mahalli renk denilir. Bk. Üslüp.



REPERTUVAR Oyun çizelgesi ( fr. repertoire)



Bir tiyatro topluluğunun



için hazırladığı oyunların listesi, müzikte



oynamak



solistin hazırladığı parçalar.



Bk. Oyun.



REPLİK Karşılık, mukabele (fr. replique) Bir tiyatro eseri oynanırken, sah­ nede konuşanların birbirlerine söyledikleri sözlerin herbiri, cevap verme. Bk. Tiyatro.



RESİMSİ Bellekte resim gibi bir hayal uyandıran söz ya da yazı. Pitoresk üs­ lQpta görülür; üsluptaki çeşitliliği ve renkliliği sağlar. Bk. Üslup. Pitoresk. �me namert köprüsünden ko götürsün su seni ; Yatma tilki gölgesinde ko yesin aslan seni.



RETORİK Söz sanatı, belagat ( fr. rhetorique) Sözün veya yazının anlatım te­ mizliğini, güzelliğini, etkenliğini sağlamak için başvurulan yollan ince­ leyip kurallara bağlıyan sanat. Bk. Belagat.



REVAN Giden, akıcı, divan edebiyatında selaset, akıcılık anlamına kullanılır. Bk. Akıcılık.



REVERDİ Eski Fransız halk şiirlerinde ilkbaharı, doğanın yeniden güzellikle­ re kavuşmasını kutlayan, a§k temasını işleyen dans ııarkısı



(fr. rever­



die ) . Bk. Şarkı.



REVİ Kafiye olan kelimelerin son harfi. Kafiye için bu seslerin uygun­ luğu §arttır. Redifler reviden sonra gelir, önceki ses ayni olursa kayıtlı, öyle kafiyelere de mukayyet kafiye denir. Bk. Kafiye. Redif.



REVÜ Geçit



resmi ; dergi.



gelmiş sahne eseri



(fr.



Fantezi revue )



olarak



dans



ve



oyunlardan



meydana



Bizim ortaoyunundaki gibi Pişekar ve



Kavuklu yerine dedikodu yapan geveze, boşboğaz bir kadın, bir erkek vardır. Olgu bunların yardımı ile yürür. Günün politik olayları, tanın­ mış kimselerile alay eder.



Kuvvetli



telmihlerle



kelime



oyunlarile



din­



leyenler üzerinde etki yapar. Revülerin ara yerlerine bazı musiki par­ çaları da sıkıştırılır. Bu ııarkıların çoğu meşhur olmuıı şarkılardır. Fa­ kat bunlar kepaze bir şekle sokularak gereken yerlere serpi§tirilir. Re­ vü için özel bir müzik yapılmaz. Bk. Ortaoyunu. Tiyatro.



RİND Rint ; gönül eri. Bağımsız, ilişkisiz ; zeki ; dışı kötü, içi iyi kişi ; din yasaklarına aldırmayan,



özgür düşünceli ;



içten



irfan



ile süslü olduğu 311



ıçın, dıştan sade



görünen, dış hayatın süsüne,



servetine, gösterişine



değer vermiyen ve bütün bu



geçici heves ve ihtiraslara kapılmadan ya­ şıyan olgun kişi. Zeki ; babacan adam ; hayatı, başkalarına iyilik yap ­ makla geçiren kimse ; münkir, sarhoş; dünya işlerini hoş görür aldırış etmez. RİNDLERİN ÖLÜMÜ



Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış, Y$iden her gün açarmış kanayan rengiyle, Gece btilbül, ağaran vakte kadar a.ğlarmış, Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle. Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde. Gönlü her yerde buhurdan gibi yıJ:larca tüter. Ve siyah serviler altında yatan kabrinde. Her seher bir gül açar', her gece bir bülbül öter. Yahya KEMAL



RİSALE Mektup, mektup biçiminde yazılan küçük kitap; broşür; bir bilgiyi, bir olayı, bir araştırmayı haber verme isteğiyle yazılan küçük eser. Bk. Broşür.



RİTİM Olayların



düzenli



aralıklarla



tekrarlanması



(fr.



rythıne )



Düzen­



lilik, ittırat. Hecelerdeki vurgu, uzunluk, yükseklik gibi ses özellikle­ rinin, durakların düzenli bir şekilde tekrarlanmasından doğan ses olayı. Nesre ve nazma uygulanmış ritimleri inceleyen bilime ritmik denir. Bk. Ahenk. Cumhuriyet şiirimizden bir ritim örneği : GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ



Yüreğimiz topraktan aldı hızını, altın yeleli aslanların ağz_. yırtarak gerindik, Sıçradık şimşekli rüzgara bindik. Kayalardan kayalarla kopan kartallar çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını. Alev bilekli süvariler kamçılıyor şaha. kalkan atlarını. Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk, güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız. Toprak kokuyor bakır sakallarımız. Neş'en:üz sıcak, merdivenilerimizin çengelini yıldızlara asarak yükseliyoruz ·güneşe doğru. Nazım HİKMET 312



RİVAYET Söylenti ; belgeye dayanmıyan söz. Bir söz ya da olayın hikayesi. Hi­ kaye edilen olay ya da söz; halk ağzına düşmüş söz. Kadd-i yare kimisi ar'ar dedi kimi elif Cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif.



RİYAZET Nefsi



kırmak,



perhiz.



Dünya



perhizle, kanaat içinde yaşama :



rahat



ve



lezzetlerinden



el



çekerek



"'Az yemek, az içmek, az uyumak . . . ,,



gibi.



ROKOKO Fransa'da XVII. rococo)



yüzyılda



moda



olmuş



Onsekizinci yüzyılda kullanılan ince,



natının özellikleri ;



bir



süsleme



süslü



incelik, zarafet, aşırıca kibarlık ;



yöntemi



üslüp.



( fr.



Rokoko sa­



kitleden



ayrı,



do­



ğalllığını kaybetmiş duygusuzluk, gereksiz zeka oyunları biçiminde gö­ zükür. Bk. Üslüp.



ROL Bir piyeste bir aktörün oynıyacağı parça (fr. role) Bk. Piyes. Ak­



tör. Tiyatro.



ROMAN Olmuş, olması mümkün uzun yazı (fr. roman)



bulunan olayları etraflı



şekilde anlatan



Bir bakıma, büyük hikayedir.



Olağanı olmuş



göstenne sanatıdır. Nesrin hikayeleme türlerinden, bir veya birkaç kitap meydana getirecek uzunlukta



olan



roman, insanların başlarından



ge­



çen veya geçebilir kanısı uyandıran olaylan yer ve zaman bildirerek anlatır. Roman zevk alarak okunan edebi türlerin en önemlilerinder.dir. İnsanı aydınlığa çıkarır. Roman okurken, yeni yeni çevreler içinde, çe­ şitli şahıslarla karşılaşarak



kendi kendimizden uzaklaşır,



okuduğumuz



şahısların deneylerinden geniş ölçüde faydalanırız. Romanın başlıca özelliği ; uzun oluşu, kişilerinin sayıca çok oluşu, kişilerinin hayat



safhalarının geniş geniş anlatılmasıdır.



Hikayelerde



olsun, romanlarda olsun şu temel öğeler görülür : olaylar, kişiler, çevre ve fikirler. Roman ;



olaylan



anlamak,



anlatmak ihtiyacından doğmuş­



tur. Bir hayatla, bir hayatın ana olayları romanın temel konuları ara­ sındadır. Sanatçının bilgi,



görgü ve duygusu yazdığı romanın özelliği



üzerinde derin etkiler bırakır. 1. Duygularla hayallerin eserin bütününe, görgü ve araştırmalara hakim



olduğu romanlar Romantik roman. il.



Araştırmalarla görgülerin, duygu ve hayal yönünden daha kuvvetli ol­ duğu romanlar Realist roman. 111. Realist romanın daha ileri gitmiş çeşidi Natüralist roman adını alır. Başarılı romanlar, olandan çok ola­ bileni yaşatan ; okuyucuyu bir sonucu benimsemeğe zorlamayan ; iç zen­ ginliği, hayal gücü, iç ve dış gözlem keskinliği bulunanlardır. Romanların



birçok türleri



vardır. Bunları şöyle



sıralıyabiliriz :



ı. Sanat iddiası taşımayan, kültürü zayıf olanlara hoş vakit geçirtmek amaciyle yazılmış Sanatdışı Roml!ln; 2. Vücut zevklerini konu edinerek onları bir sanatçı gözüyle görüp anlatan Sanatçı Roman ; 3. Sözle dı­ şarıya vurulan fikirleri, duyguları



ve onlarla birlikte



içten geçenleri 313



de bir arada alarak bilinç akışını kesiksiz ve eksiksiz bir şekilde anla­ tan



Bilinç Akışı Romanı; 4. Okuyuculara herhangi bir bilgi vermek Öğretimli Roman ; 5. İçinde olaydan çok duygu çözümle­ rneleri bulunan Çözümleme Romanı; 6. Bilinçaltı durumlarını belirten Hilinçaltı Romanı; 7. Konusu memleketin belli bir bölgesinin özellikleri ve havası içinde gelişen Bölge Romanı ; 3. Olayları şövalye devrinde şa ­ tolarda geçen korkulu Cin Peri RomPJnı ; 9. Hayalle fantazinin coğrafya üzere yazılmış



ve bilim konularile ustaca



karıştırılmış



olduğu



meraklı



gezi



ve



bilin­



meyen ülkeler yolculuğunu anlatan Macera



Romanı ; 10. Kişilerin bir­ birine yazdıkları mektupların olguların anlatıldığı Mektuplu Roman ; 11. Konusu özlük duygulara dayanan, coşkun bir dille yazılan Lirik Romanı; 12. İçinde cin, hayiilet, hortlak gibi korkunç şeyler anlatılan, romantik öncesi devrinde sürüm bulmuş olan Korkulu Roman ; 13. Ko­ nusu köy havası ve özellikleri içinde gelişen Köy Romanı ; 14. Önem ve­ rilen bir olgunun yapanını gizli tutarak bir çok tahminlere yol açan ve sonunda bunun çok defa



umulmadık biri olduğunu



meydana çıkaran



Kim Yaptı Romanı ; 15. Konusunu kır ve çoban hayatından alan Pas­ toral · Roman, 16. Bir kişinin, bir ailenin veya bir topluluğun belli bir gelişimlerini ciltler



hayat safhalarının bütün



zaman çevresi içindeki



Nehir Roman ; 17. Konu olarak belli bir karakteri ele alarak gelişimlerini gösteren Karakter Romanı; 18. Ruh, duygu çözüm­ lemesine girişmeyip yalnız olayları anlatan Olgu Romanı ; 19. Yazarın



dolusu anlatan



kendi hayatı



safhası



veya hayatının bir



birinde



kahramanlardan



gös­



Roman ; 20. Konuları polisi ilgilendiren ; 21. Çevreyi, çevredeki olguları Romanı Polis olan ibaret olaylardan anlatırken zamanın töresini yeren Satirik Roman ; 22. İnsanın iç ale ­ mini, tutkularını konu olarak alan Tutku Romanı ; 23. Olguları gelenek­ lere, göreneklere, alışkılara dayanan Töre Romanı ; 24. Başlıca kişileri, olayları tarihten alınan Tarihi Roman; 25. Yeni çağın başlarında İs­ panya'da doğan, kahramanları maceracı ; serseri tiplerden seçilen Pi­ terilerek yazılan Otobiyografik



karesk Roman ; 26. Birinci Dünya Savaşından sonra Amerikalılarda ve ordudan dönenlerde, dünyanın gidişi hakkında uğranılan ha­ hoyrat ve maddiliğe düşkün tip­



özellikle



yal kırıklığı yüzünden türeyen sert,



leri, olduğu gibi özel bir üslupla anlatan Sert Roman ; 2 7. Sanat düşün� cesinden ziyade topluluğun merakını çekmek gayesi gözetilerek yazı­



Halk Romanı ; 28. Gül­ Komik Roman ; 29. Kahramanları eski



lan, çoğu gazetelerde tefrika halinde yayınlanan



dürücü olaylar üzerine kurulmuş şl:ivalyeleri



andıran



belirten



Si!Ahşorluk Romanı ; 30. Aslında heyecan verecek



olgular içinde



nitelikte olmıyan



dokunacak



ince,



tuhaf taraflar bulup



Nekreli Roman. Ek. Romancı.



ROMANCI Roman



yazarı



( fr.



romancier



-



ing. novelist)



Romancı



dilediğini



anlatmakta hürdür. Bununla beraber biliyoruz ki, hiçbir büyük roman­ cı gününün olayları karşısında ilgisiz kalmamuıtır. cısı, hiç



romanına bütün değiııtirmeden,



mektedir. mesidir.



düşüncelerini,



hikayeleştirmeden,



Romancının ilk görevi, Büyük



romancı,



romanlaştırmadan



kişiliğini



kendinden



Zamanımız



düşlerini, gözlemlerini,



roman­



görüşlerini,



bile



koyabil­



yitirmemesi, sınırlarını bil­



başkasını



kaynak



olarak



almaz ;



kendi kalıbını kendi döker, o kalıbı da ancak kendisi kullanabilir. Bir ro­ man yazarı, en iyi hangi üslupla kendini anlatabiliyorsa o üslübu seç-



314



melidir.



Rom ancının



getirdiği



yeniliklerle



üslübunun



özellikleri



arasın­



da yakın bir bağ bulunur. Başkasınınkine benzetilen her üslup fena üs­ lüptur.



Gustave Flaubert'e göre :



«Romancının görevi, görmek,



incele­



mek ve topladığı gereçlerden hayatın kısaltılmış bir örneğini çıkarmak­ tır.»



Yakup Kadri



ise



şöyle



diyor :



«Romancı,



yarattığı tiplerin



ham



maddesini, gerçi, yine hayattan alır ama, kendi tahlil ve terkip pota­ sında eritip süzerek içlerinden en özlü cevherini çıkarmasını bilir.» Ja­ mes Farrel §11 düşüncededir :



«Bir romancıya en basit not verme yol­



larından biri, yaşıyan karakter yaratıp yaratmadığına bakmaktır.� In­ san belirli bir yaştan önce ; tam anlamiyle, romancı olamaz. Genç ya­ zarlar,



ancak



çocukluk



ve



gençlik



anılarını başariyle



romanlaştırabi­



lirler. Roman yazarı için, aradan belirli bir zamanın geçmesi Gerçek bir insanı, i mgelemsel



biçime



sokmak roman



gerekir.



yazma sanatının



ta kendisidir. Bk. Roman.



ROMANESK Romansı



(fr.



romanesque)



Roman



gibi



olan.



Duyguda



gerçekten



ayrılan kimse. Hayalci, roman kahramanları gibi Romanesk tür; insan­



ların duygularını, ihtiraslarını, sayısız ruh hallerini olaylar içinde ince­



liyerek, çözümliyerek gösteren



yapıtlardır. Hikaye ve roman



olmak



üzere başlıca iki bölüme ayrılır. Ek. Hikaye, Roman.



ROMANS Hoş,



dokunaklı bir şarkı çeşidi



( fr.



romance )



Sekiz heceli



mısra­



lardan oluşan İspanyol Şarkısı. Ek. Şarkı.



ROMANSERO Konusu kahramanlık veya cero)



içli



olan



manzume çeşidi



(isp.



roman­



Romans dergisi. İspanyanın konusunu tarih ve efsanelerden alan



mistik ruhlu kahramanlık şiirleri. Ek. Şiir. Epope .



ROMANSI OLUMLUK Gerçekten uzaklaşmadan



romanlaştırılan



yaşantı.



( fr. biograpric



romancee) Ek. Roman.



ROMANTİK Duygu ve heyecanın yer



aldığı



( fr.



romantique )



Roman gibi ;



ro­



mantizm yolunda, XIX. yüzyıl baııında klasik yazarların kurdukları üs­ lüp



ve



kompozisyon



kurallarından



kendini



kurtaran



yazarların



hepsi.



Romantik yapıtlarda halkın ana diline, dilin sadeliğine önem verilmez; dil ağır, söz sanatlarile yüklüdür. Romantik yapıtta duygu, klasilt ya­ pıtta irade üstündür. Romantik yapıtların konusu ; genellikle, a§k, doğa ve ölümdür. Kişiler, içinden geldiği gibi konuşur ; bireyin duyguları dü­ ııünceleri temeldir. Ek. Romantizm.



ROMANTİK TİYATRO Almanya'da doğup geliııen bir tiyatro akımı



( alnı. romantishes the­



ater) Bu akıma bağlı şiir, masal, mitoloji, hikaye, öz ve biçimde özgür­ lük ağır basar. Bk. Tiyatro.



ROMANTİZE Roman



kılığı



vermek



( fr.



romantiser)



Romanlaştırmak.



Ek.



Ro­



man.



315



ROMANTİZM Romantiklik (fr. romantisme ) Onsekizinci yüzyıl sonunda başlıyan, klasik edebiyatın yerine geçen, duygu ve hayale fazla yer veren ede­ biyat çığın. Klasisizm'e tepki olarak doğmuş bulunan bu edebiyat oku­ lu Fransa'da Victor Hugo ile sistemli bir şekil aldıktan sonra bütün Av­ rupa ve İngiltere de çok gelişmiş, o zamana kadar süregelen Grek ve Latin taklitçiliği bırakılarak, başlamıştır. Romantik kurallar,



Shakespeare, Goethe, Sebiller hayranlığı



okulun özellikleri ; klasik



edebiyata ait btitün



şekiller kırılarak, Yunan ve Latin edebiyatları yerine Hris-



tiyanlık mucizeleri, milli efsaneler işlenmiş ; konular ya tarihten, ya da günlük olaylardan çıkarılmıştır. Tabiat manzaralarının, yerli ve ya­ bancı törelerin tasvirine geniş yer verilmiş insan psikolojisinin soyut olarak incelenmesi bırakılarak, insanlar çevrelerinde incelenmiş insanın islahından önce toplumun Islahı gayesi ön plana alınmıştır. Klasik ede­ biyatın akıl ve sağduyuya önem vermesine karşılık Romantizmde h�yal ve fanteziye geniş yer verilmiş; yazarlar eserlerinde kişiliklerini gizle­ memiş!er, olaylar karşısında duygu ve görüşlerini açıkça anlatmışlar­ dır. Romantik şiirin en belirli özellikleri ; doğa sevgisi, kişiselik , orta­ çağa, yabancı ülkelere, Doğuya hayranlık ; toplumsal geleneklere isyan, duygulara, doğa üstü kuvvetlere, rüyalara, ihtiraslara bağlıdır. Bk. Kla­ sizim. Orhan Veli'nin çevirisiyle romantizm'e bağlı «Hüzün» şiiri : Gücüm, hayatım, ınem varsa kaybettim ; Kaybettim, ah, dostlarım, neş'emi ; Kalmadı hatta kibrim, azametim ; Oydu vehmettiren dA.hiliğimi. «Hakikat budur» dedikleri zaman, Karşımda sahiden bir dost zannettim. Hakikati anlayıp duyduğum an ; Çoktandır gelmişti nefretim. Ama işte hakikat ebedidir ; Yaşarsa bir kimse ondan bihaber, Alemde ömrünce gafil kişidir. Tann soruyor, cevap vennek ister, İyi ki ağlamışım ara sıra ; Elimde kalan servet bu, dünyada.



Alfred de MUSSET



RONDEL Fransız ve İngiliz edebiyatında çok kullanılan bir nazım biçimi aynı mısra ya olmak üzere onbir mısralıdır. Fransız kafiye düzenli Salah Bir­ sel'in çevirisiyle bir rondel örneği : 316



Sevişiriz dilersen şayet Aşkı anmadan dudaklarınla Bir şeycik yapamaz bize anla Susmaktan gayri bu gülden demet O nağmeler ki gülüşün elbet



Veremez pınltısım asla Sevişiriz dilersen şayet Aşko anmadan dudaklarınla Sevişiriz dilersen şayet Sylphe giymiş kıpkızıl urbasını O hayal kanadlar� uçlarını Alev bir öpüş kavrar akıbet Sevişiriz dilersen şayet. Stephane MALLARME



RONDELET Fransız edebiyatında çok kullanılan nazım



biçimlerinden biri



(fr.



rondelette ) , bu nazım biçiminde : a.b.C.a.b.b.C tarzında olan kafiye dü­ zeni yedi mısralık bir bent halindedir. Bk. Rondel.



RONDO Müzikte çoğunlukla eserlerin sonunda ana motifin tekrar:andığı ha­ reketli



böltim (fr . rondeau ) Fransız edebiyatına özgü : «a.a.b.b.a. + a.a.b.C.+ a.a.b.b.a.C. tarşında kafiye düzenine bağlı, üç bentlik, onbeş Bk. Rondelet. Bir mısralı, mısraları sekizer heceli bir nazım biçimi. �Rondo» örneği :



Söndün ebediyen, hani zulmetler içinden Atakli. bakan nazraların, kırmızı şulen ? Karşında hani secde eden eski köpekler ? Tarsinine sarfeylediğin bunca emekler Beyhude imiş, nerde o yüksekteki kal'en ? Gözyaşları, kanlar ve alevlerle zer-efken Sinende yanan gizli cehennem coşuyorken Doğmuş gibi bli.la-yı ruudunda melekler Söndün ebediyen. Güldü yüzü ma'sumelerin, valideler şen, Viraneler oldu yine birdenbire gülşen ; Bülbüller ötüp baykuş, gölgeli renkler Bir fecir baharile a�ıldı yine bekler tJstünde hayalli.t-ı şehidan... Fakat sen Söndün ebediyen.



ROPALİK ŞİİR Her dizesi bir önceki dizesinden bir hece daha uzun olan bir şiir tü­ rü ;



eski Yunan, Latin ve



Avrupa



edebiyatlarında



çok kullanılmıştır



(fr. ropalique ) Bk. Şiir. 317



RÖPORTAJ Bir gazetecinin herhangi bir yeri, bir müesseseyi gezerek orada gördüklerini kendi görüşlerile birleştirerek gazetesine yazması. Bu ya­ zılar çokluk resimlidir



(fr.



reportage )



Röportaj



yazarı gördüklerinin



resimlerini de çekerek yazısile birlikte gazetede çıkmasını sağlar . Rö­ portajı son yüzyılda gazeteciliğin ortaya çıkardığı bir yazı çeşidi sa­ yabiliriz. Röportaj



kelimesi



bize



Fransızca'dan



geçmiştir.



Fransızca repor­



tage; günün notu, günün raporu, gazete muhabiri, anlamındadır.



Sa­



natçı röportajını yaparken bir amaç güder; bu bir topluluğu bir bölge>­ nin özeIUklerini anlatmak olabileceği gibi, önemli önemsiz kişilerin her­ hangi



bir k�udaki



Röportaj ;



görüşlerini okuyucuya



en geniş anlamile,



aktarabilmek de



olabilir.»



haberin büyütülmüşüdür. Ancak rö­



portajı haberden ayıran belirli özellikler vardır : Röportajcı, yazıları­ na kendi görüş, bilgi ve fikirlerini de katabilir. Röportajda, en önemli özellik ; belletme, tanıtına ve tasvir bakımlarından inanç uyandırmak­ tır. Bunım için röportaj yazannın, yazdıklannın doğruluğunu ispathyan fotoğraflarla konuyu, olaylan tesbit etmesi gerekmektedir. Sinema, top­ lumsal hayatta, iyi bir röportaj aracıdır. Sinemada yeni dünya haberleri adı altında gösterilenler, tasvirsiz, benzetmesiz, saf bir röportajdır. Ek. Gazeteci .



RÖTUŞ Düzeltme , tashih ;



bazı bölümleri



düzeltmek



( fr. retouche )



Bk.



Düzeltme.



RUBAİ İki beyitten ibaret şiir, dörtlük. Özel ölçülü, birinci, ikinci ve dör­ düncü mısraları birbirile kafiyeli dörtlük. Çok defa serbest olan üçüncü mısra aynı kafiye ile kafiyelenirse, bu çeşit rubailere rubai-i muı.arra veya terane adı verilir. Rubailerin en önemli özelliği, az sözle çok şey­ ler



söylemektir.



Rubai



felsefe,



tasavvuf,



temlerine,



nükteli



buluşlara



geniş bir yer verir. Aşk, şarap ve tefekkür heyecanlarının terennüm edilmesine rubailer çok uygundur. İran'dan bize geçen rubainin ken­ dine göre aruz vezinleri vardır. Esas vezni mef'filü mefa'ilün metailü fi\ şeklindedir. Ahreb ve ahrem vezinleri denilen, ahenkce zengin olduğu için en çok kullanılan 24 rubai vezni sayılabilir. Ömer Hasyam'Ja Mev­ lana doğunun en güzel



rubailerini söyliyenler arasındadır.



Çevirilerle



ömer Ha�·anı' dan rubai örnekleri : Sır vermez bir deniz bu varlık, mosmor, Gerçek te şu incidir, delip bakmak zor. Herkeste merak her kafadan bir sestir, Dilsiz biri var, ağız açıp söylemiyor. Olsaydı umut dalında tek bir yaprak, Derdim ki bulunmaz ip ucun buymuş bak. Zindan gibi dar







dar bu varlık, keşke.



Yokluk şu deyip bir kapı bulsam �ak. Cemal YEŞİL



318



Mey kasemi kırdın yere vurdun Tanrım Zevkimden edip sanki ne buldun Tanrım Gill rengi şarabım yere döktün tekmil Zannım bu ki sen de sarhoş oldun Tanrım. Geçmiş günü beyhude yere yad etme, Bir gebnemiş an için de feryad etme, Geçmiş gelecek masal bütün bunlar hep, Eğlenmene bak ömrünü berbad etme. Orhan Veli KANIK



Varlığın sırları saklı senden benden, Bir düğünı ki ıne sen çözebilirsin, ne ben, Bizimki perde arkasında dedikodu ! Bir indimi perde ne sen kalırsın ne ben. Bir Bir Şu Ne



elde kadeh, bir elde Kur'an ; helaldir işimiz bir haram, yarım yamalak dünyada , tanı kafiriz ne tam Müslüman.



}'elek ne cömert aşağılık insanlara, Han hamam, dolap değirmen hep onlara, Hür kişi borca ekmek yedikten sonra, Sen gel de yuf deme böylesi dWıyaya. Bir kuş göıl!lüm, konmuş yüce Tus kalesine, Almış Keykavus'un kellesini önüne, Habire soruyor kelleye: hani, hani ? Davul dümbelek nerde, çan sesleri nerde ? Dedim ; artık bilgiden yaına eksiğim yok; Her sırrına şu dünyanın ermişim az çok; Derken aklım geldi başıma, bir de baktım : Ömrüm gelip geçmiş, hiç bir şey bildiğim yok. Sabahattin EYUBoGLU



RUH Dinlerin ve tinselci felsefenin insanda vücuttan ayrı bir varlıit ola­ rak kabul ettiği canlandırıcı, etkin ilke ; canlılık, duygu ; en önemli nok­ ta, öz; iksir, esas ( fr. ame, esprit) Tasavvufta Tanrısal görüntü nur­ larının doğuşu. Bk. Tasavvuf.



RUHUL KUDÜS Ruhulkuds.



Cebrail ;



kutsal ruh,



Cebrail'in,



Tanrı buyruğu



ile



Meryem'in kaftanının yenine üflediği, bunun üzerine İsa'nın doğduğ"una inanılır. Bk. İsa.



RUM Romalı ; Araptan başka olan kimse ; Anadolu ; Osmanlı ; Orta Asya halkınca Anadolu'ya verilen ad. Yunan soyundan olup Müslüman ülkele­ rinde oturan kimse . 319



RUNİK Eski İskandinav şiiri;



Run yazısıyla yazılmış olan ;



«runik şiir»



deyimi de sıkça kullanılır. Bk. Runo.



RUNO Finlerin manzum ulusal



destanı Kalevala'daki



şarkılara verilen



ad (fr. runeu ) İskandinav alfabesi. Bk. Kalevala.



RUPAKA Hind edebiyatında Sanskritçe yazılmış on çeşidi bulunan dramların birincisinin adı. Bk. Dram.



RUZNAME Ruzname.



Gündem, günlük, günce



( fr.



Journal )



Günlük gelir ve



giderlerin, olayların kaydedildiği defter. Gazete. Bk. Günlük.



RÜCO Dönüş, geri dönme. Evvelce söylenmiş bir fikirden dönmüş goru­ nerek, daha kuvvetli bir hamle yapma. Rücu, şiddetli heyecanların ese­ ridir. Bir örnek :



Gördü g0!;en bu kızıl buhıtu gözleriniz Demek bunların hepsi doğru! Cevap veriniz ! Yok. Hayır, söylemeyin acısı,nı bu yasın, Zavallı kulaklarım iki defa duymasın ! •.



Faruk Nafiz ÇAMLIBEL



RÜKÜN Rükn. Bir topluluğun, bir kurulun en önemli üyeleri. Aruz veznin­ de hecelerin temelini ortaya çıkaran fasıla, vetet ve sebep öğelerinin herbiri. Bk. Aruz.



RÜSTEM Ünlü bir Fars pehlivanı. Divan edebiyatımızda kuvvet ve ces'lrctin sembolü olarak kullanır. «Zaloğlu Rüstem» aynı anlama gelir. Kaşların büktü be� gerı;i keman-i aşkın Aşıkın Rtistem-i Destan ile hasmane çeker.



BAKİ



320



SADED Asıl konu, konuşulan şey, niyet, fikir, yakınlık. Asıl konuya dön­ meye ve konu dışı sözleri bir yana bırakmaya «sadede gelmek» denir. Bk. Konu.



SADELİK Yalınlık, gösterişsizlik, bir duyguyu ve bir düşünceyi herkesin an­ lıyabileceği bir açıklıkla anlatma. Bk. Yalın Söz.



SADE NESİR Halk diline uzak ;



Arapça,



dayalı ;



süsten,



Farsça sözlerle



söz sanat oyunlarından, tamlamalara



elden



özentilerden



geldiğince



.ız



yer



verilen bir nesirdir sade nesir. Halkı amaç tutan konularımız ; dinsel, tasavvufla ilgili yapıtlarımız, halk hikayeleriıniz, Kur'an tefsirleriıniz, menakıpnamelerimiz, hadis kitaplarımız, ortaklaşa özellik taşıyan Os­ manlı Tarihleri'miz;



halka birşeyler öğretmek



isteyen yazıyla ilgili



eserlerimiz sade nesir'le yani öğretici nitelikteki nesirlerdir. Bk. Yalın Söz. Divan sade nesrine örnek : Ey oğul, eğer şair olup şi'r etmeğe kastedersen cebdeyle ki şürde sözün açık ola ve sakın ki örtülü söylemiyesin. Mesela bir sözün ki manası şerhini sen bilesin ve a.yruk kişi bilmeye, anın gibi söz söyleme. Zira. şi'ri ha.Ik için iderler, kendi kendileri için değil. Mercimek AHMET F. : 21



321



SADR Göğüs. En baş, en yukarı, üst baş. Mensur bir yazıda ilk cümle­ nin ilk parçası manzum bir yazıda birinci mısram ilk parçası. Bk. Mensur. Manzum.



SAFİK Eski çeşidi.



Yunan kadın şairi Safo'nun



çıkardığı ileri sürüien bir ölçü



(fr. saphique ) Bk. Ölçü.



SAFSATA Temelsiz,



boş söz.



(fr.



fadaises - sophisme)



Yanıltmak için söyle­



nen söz. Sofizm. Bk. Mugalata.



SAGA Eski



İskandinav



edebiyatında efsanelerle hikayelere



verilen genel



ad. Bk. Efsane. Hikaye.



SAGU Eski Türk halk edebiyatında, sevilen bir kimsenin ölümünden du­ yulan acıları anlatmak için söylenen şiir. matem



törenlerinde



ğitlikleri,



unutulmaz



söylenirdi.



Sagu'lar, yuğ denilen, dini



Saguların diliyle,



anıları anlatılırdı.



ölenin



iyilikleri,



Aynca sagular,



yi­



canlı tabiat



tasvirlerine de yer verirdi. Bk. Ağıt, Mersiye. Kaşgarlı Mahmut tara­ fından M.S.



XI.



yüzyılda halk ağzından



derlenerek



yazıya



geçirilen



bir sagu örneği : ALP ER TUNGA SAGUSU



Alp Er Tunga öldi mü Issız ajun kaldı mu Ödlek öçin aldı mu Emıli yürek yırtılur Begler atın argurup Kadgu anı turgıırup Mengzi yüzi sargarup Körküm angar türtülür Ulışıp Yırtın Sıkrıp Sığtap



eren börleyü yaka ırla:yu üni yurlayu közi örtilür



Könglüm için örtedi Yitmiş yaşıg karlardı Kiçmiş öd'ig irtedi Tün tün kiçip irtelür



Yiğit Ertunga öldü mü ? Fani dünya kaldı



mı ?



Zaman öcünü aldı mı ? Şimdi



yürek yırtılır ! . .



Beyler atlarını sürüyor ; Üzüntü onları durduruyor; Benizleri, yüzleri sararıp Onlara safran sürülüyor. Erenler tıpkı kurt gibi uluşuyorlar; Yaka yırtarcasına bağrışıyorlar ; Seslerinin bütün kuvvetiyle haykırarak Gözleri örtülünceye kadar ağlıyorlar! . . Gönlümün içini yaktı; Yetmiş yaşına ihtiyarlattı ; Gönül geçmiş günleri aradı ; O günler gün geçtikçe aranmakta.



SAHABE Sahipler; Hz. Muhammed zamanında yaşamış, peygamberi gözüyle görmüş, birlikte savaşta bulunmuş, onunla konuşmuş olan.



SAHAF Sahhaf; eski kitap alıp satan kitapçı. Bk. Kitap. 322



SAHNE Tiyatroda oyunun oynandığı ; bir olayın geçtiği yer; dramatik tür; bir tiyatro eserinde, bir kişinin içeri girmesi bir kişinin dışarı çıkması , ile, perdelerin bölündüğü daha küçük parça sahne adını alır (fr. scene ) Edebiyatımızda sahne



kelimesini



leri



Sahneye



de



kullanılmıştır.



karşılamak asılan



üzere



canlandırıcı



fıkra,



meclis



levhalar



söz­



pano.



Ti­



yatro oyununda kullanılan dil sahne dili adını alır. Bk. Tiyatro.



SAHNE DİLİ Tiyatro oyunlarında kullanılan dil; iyi ve kolay anlaşılabilmesi için oyun yazarı seçtiği kelimeleri halkın konuşma dilinden almak zurun­ dadır. Cümleler, tıpkı konuşmada olduğu gibi devrik, kısa, kesik, olay­ ların ve karakterlerin



psikolojik dünyasına ışık tutacak nitelikte ol­



malıdır; böyle olursa, seyirci üzerinde istenilen etkiyi yaratabilir. Tür­ kiye'de bu, ağızlardan, lehçelerden arınmış örnek seslemeli Türkçe'dir. Bk. Tiyatro.



SAHNE ESERİ Tiyatro oyunu, p iyes, tiyatro eseri



(fr. piece de theatre ) Bk. Tiyat­



ro, Oyun, Piyes.



SAHNE YAZARI Sahnede gösterilecek oyunlar yazan kimse Sahne



ya.zarı;



herşeyden



önce,



geniş



(fr. auteur dramatique )



bir kültür



sahibi



olmalı ;



sahne



tekniğini çok iyi bilmeli ; sade okuyarak değil, tiyatroya giderek, tem­ sillerde



bulunarak,



her eserin,



her tekniğin, her



yeni



buluşun



seyirci



üzerinde nasıl bir etki bıraktığını görmelidir. Oyun yazmak da ; roman, hikaye,



eseri



meydana getirmek



gibi, önceden edinilmesi gereken birtakım bilgilere,



uzun bir gözleme,



tiyatro



şiir yazmak, bir mimari , denilen



alemin



yakından



bir musiki tanınmasına,



sahne



hayatının



bütün



olanakları ve etkileriyle kavranmasına, sözün harekete, hareketin söze uymasına bağlıdır . Sahne eserinde dolu cümle esastır. Tiyatro o:yunun­ da bütünün güzelliğini bozacak hiçbir şey bulunmamalıdır. Oyun yazan, eseri üzerinde gayet



titiz



olmalı, kelimeleri



çok



ölçülü



kullanmalıdır.



Çünkü söylenen her söz, yapılan her hareket sahnede büyük bir anlam taşır. Bk. Tiyatro.



SAI{İ Saki ; eski alemlerde içki dağıtan kimse ; veren.



Tasavvufta mürşit.



Bk.



su



dağıtan, su veren. İçki



Tasavvuf. Divan şiirimizden :



Bir elinıle gül bir elde di.m geldin sakiya, Kangısın alsam gülü yahut ki cami ya seni. NED İM



SAKİNAME Sil.kiname ;



şarabı, bezmi, meyhaneyi, kadehi, sürahiyi,



tanı yani sakiyi öven



kaside.



Sil.kiname'ye



sahbanil.me,



şarap



dağı­



aıemnüma da



denir. Bk. Kaside. Name.



SALİYE Yeni



yılı



kutlamak



üzere



kaleme



manzumelerde tarih beyti de bulunur.



alınan manzum Bk.



yazı.



Bu



türlü



Tarih Beyti.



323



SALNAME Yıllık. Talkvirnli bilimli ve öğretici birçok nitelikleri taşıyan kitap. Bk. Name. Nasihatname.



SALON TİYATROSU XX.



yüzyıl başlarında kurulan en



çok



300 - 400



seyircilik küçük



tiyatro. Oyuncularla seyircilerin sıcak bir yakınlaşma içerisinde bulun­ malarını sağlar. Bk . Tiyatro.



SALTIKÇILIK (fr. absolutisme - ing. absolutism



-



alın. absolute kunst) Bk. Ab­



solütizm.



SAı'1 Nuh peygamberin büyük oğlu;



«Sami»ler onun soyundan sayılır.



Mitolojide ; Şehname kahramanlarından Zal'ın babası, Rüstem'in büyük babası. Bk. Nuh.



SANAT İnsanda estetik duyguyu \ıeyecana getirecek eserler meydana ge­ tirme işi (fr. art) San'at hoşa giderek hayranlık uyandıran bir anla­ tım, ,bir ahenk kullanmadır. Tabi.'J.tın bir mizaç açısından görünüşüdür. Gerçek san'at eserleri



San'at şekilleşmiş bir duygudur.



sonrasızlığa



kalanlardır. Sanat eserleri meyva d.:ılu ağaçlara benzerler. Bunları çok sallamak gerekir. İyi meyvalar bu sallanmaya dayanır, yere dökülmez, iyi



tutmamış



olanlar dayanamaz,



düşer.



Sanat



kurtarıcıdır.



Hayatta



olanları daha fazla güzelleştirir. nk bakışta. dikkatimizi çekmiyen bir­ çok şeyleri bize göstererek sevdirir. Bizi hayata bağlar. İnsanın dostu olur; onu ahlaklı olmaya hazırlar. İç huzuru mizi unutturur. Ruhumuzu



ve



saa'det · verir. Kendi­



çevreliyen günlük tasalarımızı,



çıkarları­



mızı gözden kaybettirir. Bizde güzellik zevkini uyandırır. İnsana ken­ dini aştırır. İnsanları birbirine yaklaştırır. Bk. Sanatçı.



SANAT TİYATROSU Tecim tiyatrosuna karşıt kurulan, salt sanat düşüncesi gözeten ti­ yatro (fr. theatre d'art ) . Bk. Tecim Tiyatrosu.



SANATÇI Sanatkar. Sanat



kollarından birinde başarı gösteren



kimse



(fr.



artiste) Sanattan önce, sanatçının ruhu vardır. Sanatı bu ruh yaratır, sanatçı, duygularının, düşüncesinin geniş dünyası yanında ruh ve ih­ tiyaçlardan doğmuş bir fileme de biçim verir. Sanatçı herkese benzemez. O duyar ve duyurur. O temizleyen, yükselten insandır. O, insanlığın bilinmiyene uzanmış antenidir.



Sanatçı, kelimenin en gerçek anlamile



hür olan insandır. Her yeni bilgi sezgi ile başladığı için, sanatçı, bil­ ginin ve filozofun daima önünde yürür. Çünkü, sanatçının görevi; bil­ giyi aşarak, hayatı ve evreni saran sırrı aramaktır. Bk. Sanat. Artist.



SANAYİ Sanayi ; sanatlar, endüstri.



Edebiyatta «bedii»



konuları kap5ar.



İki kola ayrılır : 1. Sanayi-i lafziye ( söz sanatları) : Seci, cinas, akis . . . ; 2. Sanayi-i maneviye ( anlam sanatları) : Hüsn-i talil, tezat, mübalağa . . .



gibi. Bk. Sanat . 324



SANUK Naıt, Vasfı tahsini (fr. epithete ) Anlamca gereksiz olmakla bera­ ber, cümleye fahenk, incelik veren sıfat ; «beyaz kar, yeşil çimenı> gibi. Bk. Sıfat.



SANSASYONEL Duyumlarla ilgili ;



heyecan uyandırıcı



(fr. sensationnel )



leri hakkında



duyuş edinme, duyu ile eşya «sansasyon» adını alır. Bk. Duygu.



Ruh hal­



hakkında fikir



edinme



SANSUALİZM Sensualizm



(fr.



sensualisme)



ihsasiyye ;



bütün



fikirlerin duyum­



lardan geldiğini ileri süren felsefe yolu ; sansualizm taraflısına «san­ sualist» denir. Bk. Sansasyonel.



SANSÜR Yayımından önce



gazete,



kitap



ve



benzerleri şeylerin hükümetçe



incelenmesi ( fr. censure ) Basılacak yazıların, yazılan mektupların, hal­ ka gösterilecek film ve tiyatro eserlerinin hükümetçe denetlenmesi işi. Sansürle görevli kimseye sansör denir. Bk. Gazete.



SANTİMANTALİZM Duygunluk doktrini gun kimseye



(fr. sentimentalisme)



«santimantal» ; duygululuğa,



Duygulu, hassas, duy­



hassaslığa «santimantalite:;



adı verilir. Bk. Sansasyonel.



SARAHAT Açıklık,



belginlik, anlatışta açıklık; düşüncenin



kolaylık



ve



tam-­



lıkla anlatılmasını sağlıyacak açıklık. Bk. Açıklık.



SARAKA Tehekküm. Acı şekilde alay etm e ; ciddi olarak eğlenme.



Sarkas­



tik; sarakalı anlamında kullanılır. Bk. Hümur.



SARF Morfoloji.



Eskilerin lafızların suretlerile



bugün dilbilgisinde



«şekil



heyetlerine ait



bilgilere



bilgisi'> yani «morfoloji» diyoruz.



Bk. Dil­



bilgisi.



SARİH Açık, belli, iyi anlatılmış, tartışma kabul etmez; meydanda, sade halis. Bk. Sarahat.



SARMA KAFİYE Dörtlüklerde birinci ile dördüncü mısraların kafiyeli oluş hali; ay­ rıca ikinci ile üçüncü mısralar kendi aralarında kafiyelidir. Kafiye bi­ çimi : abba - cddc - effe. .. Edebiyatımızda bu kafiye düzeni, çapraz ka­ fiye kadar çok kullanılmamıştır.



Bk.



Çapraz kafiye.



Sarma kafiyeli



bir şiir : ÇANKAYA



Bu hıyaban ebediyyet yoludur, Gider Allaha kadar hurdan ucu... Karşıdan bakma geçerken, yolcu, Belld bir derd ile bağrın doludur.



Toprağın ı;öigesi vurmuşken aya Sildi bir hızla bu kartal kanadı, Bil ki beyhude gönül bağlamadı Nice dullarla yetimler buraya. 325



Bu hıyaban avutur cümle yası



Evliya uğrağı sanki bu bağ,



Dinlen altında yeşil bir dalının :



Gözünün sürmesi bil toprağını,



O kızıl saçlı zafer kartalının



Her gören der ki bu gibi. 2. Asker ocaklarından yeti­ şenler ; çokluk, kahramanlık şiirleri söylerler. Beğendikleri komutan­ ları överler, beğenmiyorlarsa yererler; «Kayıkçı Kul Mustafa» gibi. 3. Kasaba şairleri ; okumuşturlar ve bunlarda 18. yüzyıldan sonra Di­ van Edebiyatı'na özenme başlar. Saz şairleri; sazlı - sözlü «aşık hikayeleri»mizin de temsilcileridir. «Semai Kahveleri», «Aşık Kahveleri» XV. yüzyıldan sonra, halkımızın büyük ilgisini çeker. Buralarda saz şairlerimizin düzenledikleri saz söz karışımlı sanat toplantıları, aşık fasılları, «Kerem ile Aslı», «Ferhat ile Şirin», «Tahir ile Zühre» v.b. 8.şık hikayeleri, bugünün tiyatro - si­ nema gereksinmesini karşılar. Saz şairleri, saz çaldıkları, şiirlerini irti­ cali olarak söyledikleri için kendilerini doğuştan şair sayarlar. Saz şairlerimiz, nesir - şiir karışımı öykülerimizin yaratıcılarıdır. Anadolu, Orta Dönem, saz şairlerimizin en büyüklerini kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz : Öksüz Dede, Köroğlu, Kayıkçı Kul Mustafa, Karaca­ oğlan, Kuloğlu, Katibi, Aşık Ömer, Gevheri, Dertli, Dadaloğlu, Bay­ burtlu Zihni, Emrah, Seyrani, Figani, Ruhsati, SümmAni. Ek. Halk Edebiyatı.



SAZ ŞİİRİ İslamlıktan önceki ozan'ların, baıksı'ların, kaın'ların yerini İslam­ lıktan sonra saz şairleri yani «aşıklar» almıştır. Aşık; sevilen, geniş· halk kütlelerine seslenen, halkın günlük yaşantılarını konu olarak alan bir halk şairidir. Şiirlerinde aşkı, doğayı, mertliği, yiğitliği dile ge­ tirir. Saz şiirimizi, başlangıçtan zamanımıza değin gelen şiirimizi yep­ yeni bir duyuş ve görüşle incelemek, herşeyden önce, Türk dilini kur­ tarmaktır. Halk şiirimizin, saz şiirinde sözle saz kaynaşmış bir du­ rumdadır. _ Bu şiirde söz mü, saz mı şiire hükmeder bilinemez. Saz şii­ rımız; özellikle, aşk, doğa, kahramanlık temalarını işleyen din dışı halk edebiyatımıza girer. Saz şiiri, halkımızın zevkini izlemekle kal­ maz, Türk halkına bulunduğu yaşantı döneminin gerekli özellik ve gü­ zelliklerini vermeye çalışır. Halk şiirimizin tüm kollarında olduğu gibi, saz şiirimizde de türlerle ezgilerin sıkı bağlantısı vardır. Türler bes­ telerden doğarlar. Müzik, sözün ayrılmaz bir bütünüdür. Bk. Halk Şiiri. Bir saz şiiri örneği:



328



KOÇAKLAMA



Seferim var sınırlara



Korku girmesin gözüne



Safasından uçan gelsin



Güvensm kendi özüne



Kaygı düşmesin erlere



Ecel gömleğin dizine



Öz canından geçen gelsin



öz eliyle biçen gelı;in



Hanı koç Köroğlu'm hanı Dost ile düşmanı tanı Kılıç oluğundan kanı Şerbet edip içen kelsin. KÖROGLU



SEBEP Bir olayı bir durumu gerektiren, meydana getiren başka bir olay, biı



-



durum. Aruz vezninde bir rükün unsuru. Ek. Rükn.



SEBK Bir madeni eriterek kalıba dökme. Anlatışın düzenlenmesi. edebiyatında,



cümlelerin



birbirine



bağlı olmıyarak ayn ayrı



Divan



ve kısa



olması haline sebki mefsııl; cümlelerin birbirine bağlı olarak sürüp git­ mesi haline sebki mesvul denir.



SECİ Nesir içindeki kafiye. Düz yazıda cümle ve cümleciklerin sonı.: cu, kulakta aynı sesi .bırakan



kelimelerle kafiyelendirip



süsleme sanatı



olan seci, Divan Edebiyatı nesrinde önemli bir yer tutar. Sinan Paşa'nın dini - felsefi



düşüncelerini



anıtıaştıran



Tazarruname'si



bu



nesrin



en



_



güzel örneğidir : «nahi her neyi gillzar ettinse anı ittim.



İlahi elime her ne



sundunsa anı tuttum. İlahi gönlüm oduna ne yakdınsa o tüter. İlahi vücudum bahçesine ne diktinse o biter.»



SEÇMELER Antoloji; müntehabat. Seçilmiş fıkra ya da eserler ; seçme yoluyla düzenlenen kitap. Ek. Antoloji.



· SEDOKA Altı mısralı, otuzaıtı



heceli bir Japon nazım biçimi ;



haikai ve -



tanka'dan daha uzundur; mısralarının hece sayısı «5. 7. 5. 5. 7. 7;, tarzın- dadır. Ek. Haikai. Tanka. Bir örnek :



Geçmez bu yoldan Benden başka hiç kimse Sonbahar akşamı. Ilık dağdaki keçiyollan



Gül yapraklarında şafak Uzakta çan sesleri BAŞO



SEFARETNAME Elçilik göreviyle yabancı ülkelere giden Osmanlı İmparatorluğu el- çilerinin gezi esnasında gördüklerini yazdıkları eser. Ek. Name_ Seyahat.



SEHL-İ MÜM.TENİ Söylenilmesi kolay göründüğü halde, benzerinin yazılması güç olan Söz sanatlarından olan güç kolay ayni



söz ve yazı.



anlamladır. Bir



örnek :



Kınamayın bizi hakkı sevenler Yağmur yağmayınca sel uyanır mı ? Gönül b-Oş değildir aşka düşeli Rüzgar esmeyince dal uyanır mı ? SÜMMAN İ



SEKRETER Yazman, katip ( fr. secretaire) . Bk. Yazı.



SEKSTİN Altışar mısralı altı ile üç mısralı bir bend'den kurulu bir Fransız nazım



biçimi



(fr.



sroctine)



Kafiye



dizilişi



şöyledir :



«abcdef - faebde -



cfdabe - ecbfad - deacfb - bdfeca » ; «bdf - ace». Bk. Mısra.



SEKT-İ MELİH Güzel duraklama. Nazımda hareket düşüklüğünden meydana gelen Aruz vezninde mef'ulü mefailün feiilün mef'filün failün feülün şeklini alması. Bk. Aruz. Bir örnek :



ahenk bozukluğu.



kalıbının



Mutrib makber, nedim makber, Gülşen makber, nesim makber. Abdülhak HAMİT



SELAMET İyi son bulma, salim olma, kurtulma. Edebiyatta, anlatıma temel olan düşüncenin her bakımdan sağlamlık ve doğruluk taşıması ; metnin doğru ve düzgün olması. Bk. Metin.



SELASET Anlatıştaki kolaylık ve rahatlık. İbarenin hiç bir ses pürüzü olmadan akar gibi söylenebilir olma hali. Bk. Akıcılık. Bir örnek : Heva- yi aşka uyup kiıy-ü yare dek gideriz,



Nesim-i subha refikız bahare dek gideriz. NAİLt



SELİS A şık Edebiyatı'mızda XIX. yüzyıldan önce pek görülmeyen nazım biçimlerinden «divan» ı andıran bir de selis vardır. Aruzwı feilatün (fa­



ilatün) feilatün feilün kalıbıyla yazılan selis'in kafiye düzeni divan gi­ bidir. Gazeli andırır. Selis ; arapça «selaset» ten gelir. Akıcı ve diizgün anlatış anlamındadır.



Saz şairlerimizin



«divan,



semai,



kalenderi,



sat­



ranç» gibi aruzlu türlerden olan selisler yazmaları, divan şiirlerinden etkilenmelerinden, divan şairlerine gıpta duymalarından doğmuştur. Saz­ la söz bunda da anlaşmış bir durumdadır. Selisler özel bir ezgiyle söyle­



nir.



Bir selis örneği :



Benden özge sana yok aşık-ı avare güzel Şiıziş-i firkat ile yakma beni nare güzel 330



Dün gece dide-i hunhar ile ettikte Jıigah Ciğerim başına açtın yine bir yare güzel Çok cefapişe periritlara mecbur oldum



Görmedim sen gibi alemde sitemkare güzel Kan döker hecıin ile subh u mesa didelerim Yok mu imanın aceb bendene bir pare güzel Ne füsfin ettin aceb Nfiri-i nalanına sen Açamam razımı dosta ve ne ağyare güzel NÜRİ



SEMA Gök, gökyüzü, işitme. Mevlevilerin dönerek yaptıkları ayin ; müzik dinliyerek aşkla coşkunlukla Mevlevi dervişleri kollarını iki yana açıp dönerlerken bilinçaltı



gerçeklerin doğacağına



Ek.



inanırlar.



Mevle­



vilik.



SEMAİ Semai ; özel bir usulle bestelenen, dört mısradan ibaret bir Ş'.-trkı .çeşididir. Halk Edebiyatı'na aittir. Aruzun dört veya iki mefüilün tar­ tısı ile söylendiği gibi, 4 -L 4 heceleriyle de nazmedilir. Semailer ; 3-5 ve daha fazla dörtlük olabilir. Biçim bakımından koşma gibi olup, ııevgi, güzellik konuları işlenir. sonra, halk şairlerinin



yanında, ıoaz



İstanbul'da semai kahvelerinin



şairlerinin uğrak yeri açık



kahvehaneler de vardı.



XVIII . yüzyıldan okudukları bu



toplandıkları, karşılıklı semai



kahveler en çok İstanbul, Anadolu ve Rumeli'de görülmektedir. Semai kahveleri'nden pahalı ve lüks olanlarına yalnız devrin seçkin kişileri gi­ debilir, semai'nin yanısıra çalgılar da dinlenilirdi. Bir semai örneği :



Ben güzelim diye böyle



Ölmeden girdim koynuna



Kurulma nazlım kurulma Evveli çoşkun akıp da



Öğüdüm girmez aynına Atarsın kolum boynuna



Durulma nazlım durulma



Darılma nazlım darılma



Derdime derman ararım



Yangınım bunun nesine



Oturııı, zülfün tararım Akıbet seni sararım



Ellabam eğri fesine Beni koyup başkasına



Yorulma nazlım yorulma



Sarılına nazlım sarılma



Her ne desem gönül haklı Snrım yüreğimde saklı Yok bu Derdi Çok'un aklı Kırılma nazlım kırılma DERDİ ÇOK



SEMAİ KAHVESİ Karşılıklı semai okuyanların toplandıkları kahve ; XVIII. yüzyıldan sonra bu tip halk şairıerinin toplandıkları kahveler Anadolu ve Rumeli'de



görülmektedir. Saz şairleri,



en



çok İstanbul,



burada, semailer



okurlar, muammalar düzenlenir, mani yarışmaları yapılırdı. Bu kahve­ ler, XX. yüzyılın başlarına değin devam edegelir. Bk. Saz Şairi. 331



SEMANTİK Sözcük anlamlarını



inceliyen bilim ;



Sözcüğün h e r türlü biçimlendirici



anlambilim



(fr.



öğelerden sıyrıldıktan



semantiqu e ) sonra lalan



bölümün anlattığı genel fikre «semantem» denir.



SEMBOL Simge, remz; herhangi bir kavramın bir işaret bir nesne veya bir yaratıkla karşılanmasına denir



( fr.



symbole)



Meşale



aydınlığın,



bay­



rak vatanın, aslan kuvvetin sembolü olduğu gibi. Bk. Sembolizm. Bir sembol örneği :



Kendi derdim bıralup elle ağlar gezerim, Lalenin dağı gülün ateşi zar etti beni. Nevres-i KADİM



SEMBOLİST Edebiyatta sembolizm yolunu



tutan



kimse



(fr.



symboliste)



Rem­



bolist şairler, gerçeği değil, gerçeğin bizde bıraktığı izlenimleri, tabiatla insan ruhu arasındaki gizli bağları işlemeyi gaye edinirler. Sembolist şiir, müstezatla serbest



nazmı anlatım yeteneğine



Sembolizmi benimseyen



daha uygun bulmuştur.



Ahmet Haşim'e göre :



«Şairin dili nesir gibi



anlaşılmak için değil ; fakat duyulmak üzere yaratılmış, musiki ile söz arasında, sözden çok



musikiye yakın, ikisi arası bir dildir.»



Öznellik,



hayal, lirizm, sözden çok musikiye yaklaşma, güzelliği duygulandırma, gölgecilik, sessizlik, alaca



karanlıklar, serbest nazma



kaçış, musiki



gücü olmıyan sözcükleri ayıklayış, sanatçının duyum gürlüğü ile oku­ yucunun sezişine bağlanış sembolist şiir akımının en belirli özellikleri­ dir. Atmosfer yaratmak, silikleştirmek, gölgelemek,



çok belirli görün­



tüleri sislemek, aydınlığa varan anlamlardan kaçınmak sembolist şair­ lerin gayretleri arasındadır. Sembolist şairlerle ressamlar, dünyanın ger­ çekçi bir biçim içerisinde belirtilmesi gayesinden uzaklaşmışlardır. Sem­ bolistler rüya,



hayal ve fantazilerin alışılmamış



algılarından faydala­



nırlar. Bk. Sembolizm. Sembolist bir şiir :



MERDİVEN



Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlıyarak. Sular sarardı.. Yüzün perde perde solmakta, Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...



Eğilmiş



arza



kanar, muttasıl kanar gülle r,



Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller, Sular mı yandı ? Nedan tunca benziyor mermer ? Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmaıkt.a, Kızıl havalan seyret ki akşam olmakta. .. Ahmet HAŞİM



SEMBOLİZM Simgecilik, sembolcülük ( fr. symbolisme)



Açıklıktan kaçınıp



sem­



bollü anlatımlara yer veren, müziğin belirsizliğine özenen edebiyat çı­ ğırına denir. Gerçekçilik ile natüralizm'e karşı bir edebiyat akımı olan.



332



sembolizm'e bağlı şairler gorunmez sonsuz gerçeğin ancak sembollerle verilebileceğini ileri sürerler. Mallarıne, Baudelaire, Verlaine, Rimbaud en büyük sembolistler arasındadır. Doğrudan doğruya sözle anlatılamı­ yan derin duygularla heyecanları sembolik kelimelerin müziğiyle anlat­ maya çalışan bu akım, Parnasizm'e tepki olarak doğmuştur. XIX. yüz­ yılın son yarısında Fransa'dan bütün Avrupa'ya yayılmıştır. Bir bakıma, tabiatın insanlardan geçerek görünüşü olarak kabul edilen sembolizmin özellikleri : Sembolist şairler, gerçeği değil, gerçeğin bizde bıraktığı iz­ lenimleri,



insan



tabiatla



ruhu



arasındaki



gizli



gaye



işlemeyi



bağları



edinerek «herşeyden önce musiki» derler. Güzelliği açıklıkta değil,



palılıkta



buldukları



için, pek çok mecaz, alı§llmamış



ka­



kelimeler, yeni



söyleyiş şekilleri kullanırlar. Ek. Parnasizm. Sabahattin Eyüboğlu'nun çevirisiyle sembolizme bağlı : İÇE KAPANIŞ



Derdim, yeter, sakin ol, dinlen biraz artık ; Akşam olsa diyordun, işte oldu aıkşam; Siyah örtülere sardı şehri karanlık ; Kimlne huzur iner gökten, kimine gam. Bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin, Yesin kamçısıiıı hazzın sefil cümbüşte, Toplasın acı meyvesini nedametin, Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle. Baık göğün balkonlarından, geçmiş seneler Eski zaman esvaplariyle eğilınişler ; Hüzün yükseliyor, güler yüzle, sulardan. Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi, Ve uzun bir kef$ gibi doğuyu saran, Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi. Charles BAUDELAİRE



SEMİRAMİS Efsaneleşen Asur ve Babil Asurlu bir delikanlıdan doğar,



kraliçesi. Balık tanrıçası



Derçeto ile



güvercinler tarafından beslenir,



güzel­



liğile kral Ninus'la evlenir. Babil şehrinin asma bahçelerini kurar, cesa­ retile birçok ülkeleri dize getirir ; tahtını oğlu Ninias'a bırakarak gü­ vercin olarak göklere uçar. Birçok sanat yapıtlarına konu olmuştur.



SENT4KS Dilbilgisinin,



sözcük



düzenini



konu



yapan



bölümü ;



sözdizimi



(fr.



syntaxe ) Bk. Dilbilgisi.



SENTETİK YÖNTEM Tiyatro oyununda konuyu



olayların akışına uygun



olarak, geriye



dönüşler yapmadan, yazma yöntemi ( fr. synthetique systeme) Bk. Oyun.



SENTETİZM Gerçeküstücülüğün



doğmasına büyük



katkıda bulunan



edebiyat



akımlarından biri ( fr. sentetisıne) Bk. Sürrealizm.



333



SENTEZ Bireşim ; bir bütünün çeşitli elemanlarını bir araya getirme ; birleş­ tirme, terkip . Sanat ve bilim de ayrıntılardan bütünü bulma. Bk. Tez.



SEPTİSİZM Olumlu veya olumsuz hiçbir kesin yargıya varmıyan, sürekli §Üphe içinde kalmayı gerekli bulan felsefe yolu ( fr. scepticisme) Hiçbir şeyde olumlu veya olumsuz bir yargıya varamıyana, şüpheciye «septik» denir. Bk. Felsefe.



SERBEST MÜSTEZAT Hem aruz, hem hece ile ve bu ölçülerin çeşitli kalıbiyle yazılabil en, bir nazım şekli. Serbest müstezatı divan şairlerinin aruz ölçüsüyle ve aruzun bir tek kalıbiyle yazdıkları müstezatla karıştırmamalıdır. vet-i Fünun



şairlerinin Fransız sembolistlerinin



mısra ile yazdıkları



Ser­



vers libre yani hür



şiirleri örnek tutarak şiirimize



uyguladıkları bu



şeklin en başarılı örneklerini Cenap Şahabettin ile Tevfik Fikret verdi. Ahmet Haşim'den itibaren bu şekil tamamen ölçüsüz olarak yazıldı, bun­ dan serbest nazım denilen yeni bir nazım şekli doğdu. Bk. Serbest na­ zım. Bir serbest müstezat örneği :



Kolay ve neş'e fem bir seyahatin ancak HayA.li varıdır; uzak bir serab için koşmak NilıAyetinde yorulmak ve boş yorulmaktır; Hayatı div-i hakikatle çarpışan kazanır; Zafer biraz da lıas1ır İster : Koşan cihAd-ı maaliye şanlı, lakin ağır Mahüf a.dınılar atar, Önünde zelzeleler, arkasında zelze lele r Tevfik FİKRET



SERBEST NAZIM Vezin, kafiye gibi kayıtlarla bağlı olmayan nazım şekli. Dünya ede­ biyatında Whitman,



Arnold,



Heine,



Eliot,



Claudel ,



Eluard



bu



akımın



önemli kişileridir. Edebiyatımızda ilk defa Fransız sembolistlerinin etkisi altında serbest nazmı kullanan Cenap Şahabettin oldu. Edebiyatımızda serbest nazmın ;



vezinli - kafiyeli, vezinsiz - kafiyeli, vezinsiz - kafi­



yesiz olmak üzere üç merhalesi vardır :



1. Vezinli - kafiyeli serbest nazım ; hiç bir dış düzene bağlanma­ dan sıralanan,



bazen bir kelimeye kadar kısalan mısralarla



kurulan,



kafiye örgüsü yerine göre değişen, serbest müstezattakinden daha ser­ best bir aruzla yazılan manzumelere denir. «0 Belde»den bir parça :



Ne sen Ne ben. Ne de hüsnünde toplanan bu mesa, Ne de aiam-ı fikre bir mersa Olan bu mai deniz Melali anlamıyan nesle aşina değiliz. Ahmet HAŞİM



334



2. Vezinsiz - kafiyeli serbest nazım; mısraları hiçbir dış düzene bağ­ lanmaksızın sıralanan, kafiye örgüsü oldukça serbest olan, vezinsiz olduğu için yertne göre iç rttimden de faydalanan parçalara denir. «Yol Türkü­ leri»nden bir örnek :



«Düzce yolu düz gider, «Aman bir edalı kız gider.» Düzcedeyim Yeşil Yurt otelinde Otelin önü çarşı, Salepçiler salep satar otele karşı, Yine dertli geçirdim geceyi, Şarkılar, türkülerle, «Evlerinin yüzü ll§ı boyası, İnsaf bilmez yüreğine acı değesi, Duyduğumdan beterini duyası.» Orhan VEL!



3. Vezinsiz - kafiyesiz serbest şiir; hiç bir ölçüye bağlanmayan, hiç­ bir kaide ve kayıtla sınırlandırılmayan, kafiye - vezin tanımıyan şiirin ritminden, dilin duygulu, öz sesinden, şairin varlığından kuvvet alan ser­ best söyleyiş . Aruz, hece diye bir ölçü kullanılmayan, nazım kelimesile de hiçbir ilgisi bulunmayan bu çığır bizde 1937 den sonra Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat'la açıldı. Şair, anlatıma göre parçaları is­ tediği gibi sıralar.



Daha



çok



hayat sevgisine önem vertlir.



yaşanılan duyurulmağa



çalışılır.



En küçük bir yardımcı



İnl:'an,



öğesi olmayan



«Köprü» şiirinden :



Burada insanların içinde büyük dürbünler Güller gibi açmıştır. Yufkacılar burada açarlar kocaman oklavalarla - İçlerindeki hamurdan Şeffaf ve titrek memleket rüyalarını Al yanaklı, beyaz, kalın şekerciler; Akide ve bergamutıanııı mermer tezgahlara Vurdukları zamanki kasvetsiz hallerini Burada kaybeder, burada şairleşirler. Sait FAİK



SERGİLEME Serim ; teşhir etme.



Bir konuyu yayarak



yapılan açıklama



(fr.



exposition) Tiyatro eserlerinde, ilk perde, ilk sahnelerde piyesteki olay­ ların daha iyi anlaşılması için



gerekli



öncelikleri



bildirme.



Sergileme,



bir oyunun en önemli bölümüdür. Oyunun konusu, olayların geçtiği yer, kişiler, hakkında



seyirci bilgiye bu bölümde sahip olur.



Ekspozisyon



aynı anlamdadır. Bk. Tiyatro. Piyes.



SERPANTİN ŞİİR Batı edebiyatında mı.Sralan aynı sözlerle başlayıp biten bir şiir tü­ rüne verilen isim. Bk. Şiir.



SERÜVEN ROMANI Kişilerinin tehlikelerle dolu , serüvenli bir hayat



sürdükleri ;



heye-



335



· 'canlı sahnelerle, kahramanca



davranışlarla dolu



roman



(fr. roman



d'aventure) Bk. Roman. Macera Romanı.



SERVET-İ FÜNON Fenlerin zenginliği anlamına gelen



Servet-i Fünfuı dergisi çevre­



sinde, Recfüzade Ekrem'in önderliği altında, Tevfik Fikret, Halit Ziya Uşaklıgil, Cenap Şahabettin, Hüseyin Cahit Yalçın. Ahmet Hikmet, Meh­ met Rauf, Süleyman Nazif, Süleyman Nesip, Hüseyin Suat, Hüseyin Siret, Ali Ekrem, Celal Sahir, Faik Ali gibi gençlerin açtığı, 1896'dan 1901'e kadar devam eden, edebiyat çığırı. Servet-i Fünun'un Genel özel­ liği ; Divan edebiyatı geleneklerini yıkması; Avrupa edebiyatlarının örnek alınması, beyit tamlığı esasının kırılarak tek konuya bağlı, planlı bütün güzelliğine doğru gidilmesi; arapça, farsça kelimelerle kurallardan faz­ laca faydalanarak halka değil, mutlu azınlığa hitap edilmesi ; üstü kapalı da olsa toplum meselelerine el atılması ; edebiyat türlerini kökten avru­ palılaştırmak çabasile eserlerin



işlenmesi, bunlar yapılırken



daha çok



Fransız realizm, parnasizm, sembolizm okullarının örnek alınması. Bk. Türk Edebiyatı.



SES Soluk alıp vererek ses tellerinin kımıldamasıyla çıkarılan tonlar (fr. voix - ing. voice - alın. stimme )



Ses; dilin parçalanamıyan en küçük



parçasıdır. Sesten daha küçük bir dilbirÜği yoktur. Sesler bazen tek baş­ larına, çok defa da yan yana gelerek, canlı, cansız varlıkları, kavram­ ları ve durumları karşılayan dil öğelerini, dil şekillerini meydana geti­ rirler.. Sesler,



akciğerden başlayıp, ağız ve burunda sona eren solu­



num yolları ile bu yollar üzerinde sıralanmış organlardan ç1kar. Gırt­ laktan ağzın ve burnun dışına kadar uzanan boruya ses yolu denir. Bu yoldaki ses kirişleri, küçük dil, büyük dil, çene ve dudaklar sesleri mey­ dana getiren hareketli



organlardır.



Gırtlağın içinde bulunan



ses ki­



rişleri akciğerlerden gelen hava ile titriyerek, inceli, kalınlı sesler çıka­ rırlar. Bu



sesleri kulağımızla birbirinden ayırt



ederek,



herbirini ayrı



ayrı adlandırırız. Bk. Harf. Ses Bilgisi. Baktım konuşurken, daha bir kerre güzeldin, İstanbulu duydum daha bir kerre sesinde. Yahya KEMAL



SES BİLGİSİ Dildeki sesleri, değişikliklerini ve bu değişikliklerin tarihini inceli­ yen dilbilim kolu (fr. phonetique ) . Bk. Dilbilgisi. Dilbilim.



SESLİ Sait; sesi olan; «a, e,



ı,



i, o, ö, u, Ü» gibi söylenirken hiç bir engele



çarpmadan ve bunun için daha iyi işitilebilen



hece (fr. voye11e) Bk.



Ses. Düz Sesli.



SESSİZ Sesi olmıyan; söylenirken ses aygıtının herhangi bir yerinde engele



çarpan ve bunun için seslilere göre az ses veren fonem : «b� c, ç, d, f,



g, ğ, h, j, k, l, m, n, p , r, s, ş, t, v, y, Z» gibi (fr. muette) Bk. Fonetik. Konser. 336



SEYAHAT Yolculuk, gezi. Yurt içinde, yurt dışında yapılmış gezi'eri anlatan yazı. Bu yazılar ; gezilip görülen yerlere dair bilgi vermek, o yerlerin güzelliklerini ve görülmeğe değer yanlarını göstermek gayesini taşır. Usta bir yazarın bu çeşit bir kitabını okuyan kimse, o yerleri, insanları adeta görmüş gibi olur.



Bir kimsenin gezip gördüğü yerleri yazı ile



anlatan esere seyahatnAme denir. Edebiyat Tarihimizde, XVII. yüzyıl­ da kaleme alınan Evliya Çelebi



Seyahatnamesi nin '



müstesna bir yeri



vardır. Bk. Sefaretname.



SEYİRLİK OYUN Anonim Halk Edebiyatı'mızın



seyirlik oyunlarının



en önemlileri



arasında meddahlığı, karagöz'ü, kukla'yı, tulüat'ı, ortaoyunu'nu ve köy­ lü oyunlarımızı görüyoruz. Hepsinin ortak yanı «taklit» e, seyirci ve ak­ tör'e dayanan seyirlik oluş niteliğidir. Seyirlik oyunlarımızın belirli bir akış düzeni vardır. Sözler ikinci plandadır. Belirli yerlerde belirli kalıp­ laşmış sözler kullanılmakla beraber, o anda doğuveren sözlere de ge­ nişçe yer verilir. Seyirlik oyunlarımızın tek aktörle oynananlarınm ba­ şında Meddahlık,



Kukla ile Karagöz'ü sayabiliriz.



Hacivat'la Kara­



göz'ün diyalog kurmaları, tulü.atlı konuşmaları, halk deyimiyle «anah­ tar» niteliği taşıyan sözcüklerle



birbirlerine



laf yetiştirmeleri,



yirlik halk oyunumuzun temel yapısını kurar.



bu se­



Seyirlik halk oyunları,



halkımızın günlük yaşantılarından doğmakta, günlük sorunlarımıza eğil­ mekte ve halkımızı daha mutlu yarınlara hazırlamaktadır. Halkımızın bireysel,



toplumsal



geleneklerile



göreneklerile



yakından



ilgilidir.



Mo­



dern bir dünya görüşüyle bunları yeni baştan işlemek, geliştirmek zo­ rundayız. Bk. TulQat.



SIFAT Varlıkların biçin:ılerini, durumlarını, belirten kelimelere denir. bize sıfat bildirir



:



Bir şeyin



Yeşil, sıcaık, gtizel, dört, yuvarlak gibi. Sıfatlar an­



lamlarına göre ikiye ayrılır NİTELEME



:



1. Niteleme sıfatları, 2. Belirtme sıfatları.



SIFATLARI;



rumlarını, hallerini



renklerini , yerlerini, sayılarım ne halde ve ne biçimde olduğunu



bildirir



:



varlıkların



renklerini,



sarı çiçek, sivri buruın.



biçimlerini ,



du­



yaramaz çocuk,



yüksek duvar gibi. BELİRTME SIFATLARI; varlıkların yerlerini işaret eder; sayıla­ rını bildirir ; yerlerini sayılarım sorar ; durumlarım, yerlerini, sayılarını belli belirsiz bir şekilde belirtir; bu adam, o gün, dokuz ağaç, ikişer el­ ma, kaç kuruş, ne çabuk, bazı çocuklar gibi. Belirtme sıfatları da dör­ de ayrılır



:



1. İşaret sıfatları, 2. Sayı sıfatları, 3. Soru sıfatları, 4. Bel­



gisiz sıfatlar. 1 . İŞARET SIFATLARI ; varlıkların yerlerini işaret ederek belirtir ; b u adam, şu çocuk, o gün, işbu yazı gibi. 2. SAYI SIFATLARI; varlıkların sayılarım gösterir. Beşe ayrılır : a) Asıl sayı



sıfatları : (Yirmi lira, üç yıldız) .



( Beşinci sınıf, altıncı yıl ) . c) yıl ) . d)



Kesir sayı sıfatları :



b)



meştırnıe sıfatları :



Sıra



sayı sıfatları :



(Beşer kuruş, üçer



(Dörtte bir ekmek, nüfusun onda ikisi) .



e ) Topluluk sayı sıfatları : (İkiz çocuk, üçüz kardeşler) . F. : 22



337



3. SORU SIFATLARI ; varlıkların yerlerini, sayılarını, durumlarını soru suretiyle bildirir



:



kaç türlü, hangi kitap, ne gün, nasıl insan, nere­



deki ev gibi. 4.



BELGİSİZ



SIFATLAR;



varlıkların yerlerini,



larını belirsiz olarak gösterirler



sayılarını, durum­



bir akşam, bir zamanlar, bazı gün­ ler, her çocuk, kim.i insan, çok şey, falanca gün gibi. Sıfatlar en çok cümle



içinde,



isimlerin



:



yanıbaşlarında kullanılırlar.



sıfatlar da o varlıkların biçimlerini, durumlarını,



İsimler



varlıkları,



renklerini , sayılarını



bildirdiklerine göre, isimle sıfat arasında çok yakın bir ilgi vardır. Bu yüzden bazen bir sıfat isim yerine kullanılır : pembe kağıdı al, mavi kal­



sın, hasta çocuk - hasta gibi. Anlamında bir küçültme, bir kısma bulu­ nan sıfatlara küçültme sıfatı denir; küçücük, büyükçe, tazece, ufacık, irice gibi. Niteleme sıfatlarının anlamını kuvvetıendirmeğe pekiştirme sıfatları adı verilir : sapsağlam, koskocaman, yamyassı gibi. Varlıklardan birinin üstünlüğünü, en üstünlüğünü, bir varlıkta sı­ nırsızlığı, aşırılığı, iki varlık arasında eşitliği bildiren sıfatlar anlam ba­ kımından birbirinden ayrılırlar : limon gibi ekşi elma, minare kadar yüksek apartman, aslandan daha yırtı lu



beyit:



Felek bir sayebitndır pişgah-ı çetr i cahında, Güneş bir fülke-i zerdir sütfm-i sayeban üzre. -



NEFİ



350



bir



ŞAHBEYİT Şahbeyt, şehbeyt. Bir şiirin en güzel beyti. Divan edebiyatında, ka­ sidenin beyt-til kasid'i, gazelin beyt-ül gazel'i aynı anlamdadır. Bir şah­ beyt : Bir şu-lesi var ki şem'i cA.nın FA.nfisuna sığmaz, asmA.nın. Şeyh GALİP



ŞAHESER Bir şairin, bir yazarın en güzel eseri. Sanat değeri taşıyan söz ve yazı eserlerine edebi eser diyoruz. Baş eser de denilen şaheser ; sanat bakımından güzelliğin doruğuna erişmiş eserdir. Edebi şaheserler, ulus­ başında gelir. ların fikir ve zevk üstünlüklerini gösteren varlıkların Shakespeare denilince İngiliz, Goethe denilince Alman milletlerinin fi­ kir zenginliğini, zevk inceliğini düşünürüz. Şaheserler bütün milletlerin aydınlanmasına yarar. İnsanları aynı düşünceler , aynı duygular, aynı heyecanların çevresinde toplar. İnsanlığın birbirini sevmesinde, birbirine yaklaşmasında büyük bir rol oynar. Bk. Eser.



ŞAİR Şiir yazan ve söyleyen (fr. poete) . Seslerde, uyumlarda gösterdiği güzel bağdaşmalarla birlikte taşıdığı dııygu, hayal, fikir buluşlarile bizde canlı heyecanlar, duygulanmalar, izlenimler uyandıran nesir ve nazım halindeki edebiyat türünü yazan. Bir zamanlar manzum eserler şiir sayılmış ; her ölçülü, kafiyeli yazı yazan ınazım'a şair denmiştir. Halbuki gerçek şair, hayatımızı daha renkli, dünyamızı daha güzel, daha canlı derinden duyurabilen, bize yaşamak sevinci veren bir yaratıcıdır. Faruk Nafiz Çamlıbel bize « Şair» i şöyle tanıtır : 351



Eşyll.yı tanırken hepimiz sade dışından, Esranna yol bulduk onun anlatışından, Cemşid eli dökmüşse nasıl cama sabflhu, MAnAyı odur lafza koyan, maddeye rflhu. Bülbüldeki sevdayı sezip güldeki hüsnü Nakşetti onun kudreti dünyaya ledünnü. Her şekle hulfllettiği gündenberi bir can Pervanede aşık görünür, şfilede canan. Şıiir kanı gezmiş gibi mermer damannda Hulyıilar uçar heykelin a'mA nazarında. Şi'rinde hayal etmese endamını yarın Yalnız baş ucundaydı güzel seni mezann. Gün geldi hayat ufkunu dar buldu cihanda, At sürdü şeref mülküne Fatih'le bir anda, Gün geldi Muhammed'le nebi haline giroi, Gök perdenin ardında ne sır varsa belirdi. Onlar ki beşer haynna doğmuş, yaşamışlar, Onlardan eserdir bu duyuşlar, bu dalışlar... Onlar ki yanan fecr idiler dağda, denizde, Her manzara onlardan akistir içimizde... Onlar ki bugün gökte birer kasra çcki'odi, Devrinde fakat hangisi mes'O.d olabildi ? Varsın seni ömrünce azabın kolu sarsın ŞAir ! Sen ü.züldükçe ve öldükçe yaşarsın !



ŞANTöFABL Şiirle türkülerin yer aldığı hikaye. Batı edebiyatında, bizim anonim, halk hikayelerimizi andıran bu türde, nesirlerin arasındaki ı;iirler tilrkü olarak çalınıp söylenir. Bk. Halk Hikayesi.



ŞARABİYE Şarabiyye. Tanrı aşkını anlatmak için şarabı sembol olarak kulla­ nan mutasavvıf şairlerin bu yolda yazdıkları şiirler, «hamriye» de aynı anlama gelir. Bk. Mutasavvıf. Tasavvuf.



ŞARAP Üzüm şırasının, başka meyva sularının alkollü mayalanmaya uğra­ tılmasıyla elde edilen içki (fr. vin - ing. wine ) . Türk edebiyatında ; halk, tarikat, divan şairlerimizin çok kullandıkları temaların baı;ındadır. Mecaz olarak; Tanrısal aı:ıkı sembolize eder. Bk. Şarabiye.



ŞARKI Türk



zevkinin yaratıp



güzelleştirdiği



en tanınmış



nazım



şekille­



rindendir (fr. chant - ing. song ) . Tuyuğ gibi Türk edebiyatının öz ma­ lıdır. Koşma ve türkü nasıl halk edebiyatımızınsa, şarkı da yüksek züm­ re edebiyatımızındır. fazla uzun



olmaz.



olarak tekrarlanm ası,



352



Şarkılar bestelenmek,



Murabba'a benzer. diğer



bendlerin



bestelenip



söylenmek için



Yalnız ikinci mısram dördüncü sonunda



tekrarlanması



gerekir-



ken, bazen bu usule uymayan şarkılar da görülmektedir. Şarkı, 2 5 bent uzunluğundadır. Kafiye düzeni şöyledir : a nakarat. b - nakarat : c - nakarat. . . Şarkı, aruzun muayyan bir vezniyle değil, değişik ve­ zinlerle söylenilmiştir. Divan şiirinin en güzel şarkılarını yazan Nedim'­ dir. Ahmet Refik'in ünlü bir şarkısı : -



Şen gözlerine neşe veren bir çiçek olsam ; Busenle sararsam o güzel sinede solsam ! Her koklayışın nıhumu ateşle yaksa, Busenle sararsam



o



güzel sinede solsam !



Öldürse d.e cevrin, yaşatır gönlümü handen ; Yansam da, yakılsam da usanmam gene senden; Bir şey dilemem uçsa da nıhum bu bedenden ; Busenle sararsam o güzel sinede solsam !



ŞARKİYAT Şarkiyyat ; şarkılar, divanlarda şarkılar bölümü. Doğu milletlerinin dilleri, töreleri, tarihleri gibi konuları toplıyan bilgi ; Doğu ülkeleri hak­ kında inceleme yapan bilim kolu.



ŞATHİYAT Eğlendirici fı! ölçüsü üzre yazılmış, «vasb lan görülen bir şiir örneği : GEÇMİŞ YAZ Rü'yA gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle Her Anını, her rengini, her şi'rini hazdan. HIUA doludur bahçeler tatlı sesinle ! Bir gün, bir uzak lıahra özlersen o yazdan, Körfez'deki dalgın suya bir bak, göreceksin : Geçmiş gecl'!erden biri durmakta derinde ; Mehtabiri güller... ve senhı en güzelaksin..• VelhAsılo rü'ya duruyor yerli yerinde!



Yahya KEMAL



VAYANG Karagözle kuklayı andıran Cavalıların bir gölge oyunu; Endonezya karagözü de denilebilir. Bu oyunlar için yazılan yapıtlara da «vayang» adı verilir. Bk. Karagöz.



VAZill Meydanda olan ( ar. vuzuh) dan. Kapalı olmayıp açıkça anlatılan. Anlamı açık söz ve yazı. Bk. Açıklık. Vuzuh.



VECH-1 ŞEBEH Benzetme yönü. Bir şeyin başka bir şeye neden dolayı benzediğini bil­ diren söz. Bk. Benzetme.



VECİZ Vecize, derli toplu, kısa anlatıcı, anlatımlı söz (ar. veciz ) . Bk. Vecize. Özdeyiş.



VECİZE Özlü söz, özsöz, özdeyiş (fr. devise, ma.xime ) . Bir düşüncenin en kısa yoldan anlatılma 'şekli : anlamı geniş ve kimin tarafından söylen­ diği belli olan söz. Vecizeler, atasözleri gibi, insan düşüncesinin en kısa, en özlü sözlerle anlatılmasıdır. Atasözlerinden farkı ; bunları kimin söy­ lendiğinin bilinmesidir. örnekler : «Biz daima hakikat arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça ifadeye cüret göısteren adam­ lar olmalıyız. ATATÜRK,>, «Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. ATATÜRK», «Cibilliyetsize ilim öğretmek , eş­ kiyanın eline kılıç vermektir. MEVLANA.$, «İlim cesaret verir, cehalet Jrustahl.ık. TERRE», «Ane,ak pozitif bilim,



412



ancak gerçekler göğün baskısından k.Urtarabilir bizi, an­ cak böyle olursa soluk alabiliriz. GALİLE», «Bütün bil­ giler içinde en faydalısı, bize nefsimiz hakkında



en doğ­



ru fikirleri veren ve kendi kendimizi idare etmeyi öğre­ ten bilgidir. Saint AMBRO!SE», «Büyük ve üstün insan, yalnız doğruluğu; küçük insan ise yalnız faydayı düşü­ nür. KONFİÇYÜS», «Kültür, her şeyi unuttuktan ısoııra insanın aklında lınlandır. Edouard HERRİOT», «Genç­ ken bilgi ağacım diknıezsek, ihtiyarlığımızda gölgesinde barınacak



bir



ağacımız



olmıyacaktır.



CHESTERFİ­



ELD», «Bilgi iki çeşittir; biri konuyu bilmek, diğeri o konunun nereden öğrenileceğini bilmek. Samuel JOHN -



SON», «Çok bllen, çok şeye dikkat eder. LESSİNG,>, «Bilgi, önceden görme ve harekete geçme olanağını sağ­ lar.



İbn HALDUN», «Ba;>kalarım bilen kimse bilgili,



kendini bilen kimse akıllıdır. Lao TSZE»,



«En iistün



haz, bilgi zevkidir. AMPER», «İnsanı hayata hazırlıunı­ yan ve işe yaramıyan bilgi sahibini altında ezen bir yük gibidir. DEVEY», «İnsanın cahil olduğunu bilmesi. bil­ giye atılmış ilk adımdır. DISRAELİ», «Başarının sırrı, açık olmakta, işini bilmekte. aklın l.."Urallarına uymak­ tadır. Jean GUITTON».



VEIL"l\IE DÜŞÜRME İham.. İki anlama gelen, o iki anlamdan ikisinin de konu ile uzaktan ve yakından ilgili bulunması hali. Ek. İham. Vehme düşürme örnekleri :



Gül gülse ağlasa bülbül acep değil Zira kimine ağla demişler kimine gül. Şevk-i tamam va'de-i fe::-dayı dinlemez Reşk ana kim cihanda bugün buldu yıl.rııu



NEDİM



VENtrS Eski Yunanlılarda aşk, güzellik tanrıçası ; diğer bir adı da «Afro­ dit» tir. Bk. Afrodit.



VERBALİZM Fikirden çok kelimeye önem veren bir zihin eğitimi Bk. Kelime.



( fr. verbalisme ) .



VERİZM Doğruculuk (fr. verisme ) . Ondokuzuncu yüzyılın sonunda İtalya'da doğan bu çığır ; sanatta , edebiyatta çirkinin ve bayağının da estetik bir değer olarak yer alması gerektiğini savunur. Fransa'daki realizm gibi, İtalya'da başlıyan veriz.m edebiyat akımı ; gerek müzikte, gerekse ede­ biyatta gerçeği olduğu gibi anlatmak çabasındadır. Verizm'in yerini 1895 e doğru spiritüalizm almıştır. Bk. Spiritualizm.



\.'ERİZMO İtalya'da Luigi Capuana ( 1839 - 1915) nın ilk temsilciliğini yaptığı 413



bir edebiyat akımıdır. Buna göre ; sanat, bilimsel bir disipline sokulma­ !lıdır. Kişisel olmıyan sanat, ne hüzün, ne neşe, hiç bir duygu açığa çıkarmıyacağı için, sanatçının en yüksek amacı kişisellikten uzak bir sübjektiflik olmalıdır. Bir bakıma bu, sanatı ortadan kaldırmak gibi­ dir. Bk. Verizm.



VERSİON Varyant, yabancı bir dilden ana dile bir yapıtı çevirme.



{fr. ver­



sion ) . Bk. Varyant. Çeviri.



VESİKA Belge ; inarulacal