Fransız Devriminde Siyasal Düşünceler ve Mücadeleler
 9786052318652, 9786052318669 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

MEHMET ALİ AGAOGULLARI



FRANSIZ DEVRİMİ'NDE SİYASAL DÜŞÜNCELER VE MÜCADELELER 1789-1794



*dipnot yayınları



FRANSIZ DEVRİMİ'NDE SİYASAL DÜŞÜNCELER VE MÜCADELELER 1789-1794



© Mehmet Ali Ağaoğulları, 2020 © Dipnot Yayınlan, 2020 ISBN: 978-605-2318-65-2 (Tk) ISBN 978-605-2318-66-9 (1.c) Dipnot Yayınlan: 334 SertifikaNo: 48147 1. Baskı: 2020/Ankara



Editör: Emir Ali Türkmen Kapak Tasarımı: Duysal Tuncer Kapak Resmi: Etats Generaux 'nun açılış toplantısı Düzelti: Ümit ÖZger Dizin: Alaz Can Baskı Öncesi Hazırlık: Dipnot Bas. Yay. Ltd. Şti. Baskı: Sözkesen Matbaacılık (Sertifika No: 46586) İvedik O. S. B. 1518. Sok Mat-Sit İş Merkezi No: 2/40 Yenimahalle/ANKARA Tel: (0312) 3952110



Dipnot Yayınları Selanik Cad. No. 82/24 Kızılay/Ankara Tel: (0312) 4192932/Faks: (0312) 4192532 www.



dipnotkitap. Com







e-posta:[email protected]



,



MEHMET



ALİ AGAOGULLARI



FRANSIZ DEVRİMİ'NDE SİYASAL DÜŞÜNCELER VE MÜCADELELER 1789-1794 Özgürlüğün İcadı CİLT



1



*dipnot yayınları



Mehmet Ali Ağaoğullan:



1 9 50 yılında Edirne' de doğdu. Saint-Joseph Erkek Lise­



si'nden sonra Strasbourg'da Institut de l'Etude Politique'i ( 1 973) bitirdi. Aynı yıl Paris I (Sorbonne) Üniversitesi'nde yüksek lisans çalışmalarına başladı. 1 979'da aynı yerde Doctorat d'Etat derecesini alan Ağaoğulları, siyasal teoriler bilim dalında 1 987'de doçent, 1 993'te de profesör oldu. 1 980'den beri Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde "Siyasal D üşünceler Tarihi" dersleri verdi. Nisan 20 1 7 tari­ hinde emekli olmuştur. Kendisine yapılması planlanan emeklilik töreni rektör tara­ fından engellenmiş, tören fakülte yerine Mülkiyeliler Birliği'nde yapılmıştır.



Ağaoğullan'nın Eserleri ve Çevirileri: L 'islam dans la vie politique de la Turquie (AÜ SBF Yayınları, 1 983), Kent Devletin­



den imparatorluğa (Eski Yunan' da Siyaset Felsefesi adıyla, V Yayınları, 1 989; İmge



1 994) , imparatorluktan Tanrı Devletine (Levent Köker ile birlikte, İmge, 1 99 1 ) , Tanrı Devletinden Kral-Devlete (Levent Köker ile birlikte, İmge, 1 99 1 ) , Kral-Devlet ya da Ölümlü Tann (Levent Köker ile birlikte, İmge 1 9 94), Kral-Devletten Ulus­ Devlete (Filiz Çulha Zabcı ve Reyda Ergün ile birlikte, İmge, 2005) , Ulus-Devlet ya da Halkın Egemenliği (İmge, 2006), Sokrates 'ten jakobenlere Batı 'da Siyasal Düşünce­ ler (İletişim 20 1 9), Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev (Etienne de La Boetie'den çeviri,



B/F/S, 1 987; İmge, 1 995, 20 1 1 ) , Ahlaksız (Andre Gide'ten çeviri, İmge, 1 992) , Zor Şey Tann Olmak (Arkadi Ştrugatski, İmge 1 993), Yeni Ortaçağ (Alain Minc'ten çevi­ ri, İmge, 1 995), Dünyaya Düşen Adam (Walter Tevis'ten çeviri, Everest, 20 1 6)



İÇİNDEKİLER



ÖNSÖZ



..........................................................................................



BAŞLARKEN



..........................................................................



DEVRİM'İN ÖNEMLİ TARİHLERİ 1 YENİ DÜZENE GEÇİŞ



25



...... . . . . ......... . . . . . . ............. ... . . . ............



38



..



..



.



C-Haklar Bildirisi.



....



....



.



...



....



.



. .



...



..



...............



..



....



...



..



.



.



....



.......



..



.



..........



A-Düşünce, İfade ve Basın Özgürlüğü .. B-Bazıları Daha Fazla Eşit ..



.....



.



....



.



.......



..



....



.



.....



...



....



O-İnsan Sayılmayan Siyahlar



.



.. .



. ...



........



ili DİNE YENİ BİR GİYSİ BİÇME



.



.



......



....



.



. .. ..



.



...



.



.



......



.. .



....



.



....



.........



O-Tepkiler ve Bölünme .. .



.



....



.



..



C-Ruhbanın Sivil Yapılanması ..



...............



69



......................



86



.



....



..



.



..



.............



.. .



.



..



.. 87 .



..



...



105



....



.... .



...



118



.



.



.



.. . 146



....



.



........... ... . ...



.. . .



...........



.



.



166



. 167



.



....



........



..........



........



...



............



.



.



..



.



....



.



...



...



.



.....



... . .. . .



.



.



.....



.



.



. ...



60



.



..........



...



...



B-Kilise Mülkleri. ..



.....



...



........



...



.



.......



.



....................



.



...



39



..............



..................



A-Dinsel Yapı ve İnanç Özgürlüğü . ..



...



.....



.



. . . . ....



....



il ÖZGÜRLÜKLER VE HAKLAR SORUNSALI



C-Kadının Adı Yok!



12



............................. . .........



A-Ulusal Meclis'ten Ulus Egemenliğine .. B-Feodalizme Son



7



..........



.. .. . ... 177 .



.....



.......



.



.



....



.



.



....



.. . . . .



.



.



...



184 195



iV-BİR KRALIN KAÇIŞI VE İLK CUMHURİYETÇİLER



. . ....



204



.........................



206



....................................



216



...... ................................ . ...........



232



A-Karşı-Devrim Tehlikesi ve Halk Şiddeti.. B-Kral'ın Kaçışı ve Dokunulmazlığı C-Cumhuriyet Düşüncesi



.......................



242



............................. . . ... . . .



261



.................. ...... . .............. . . . ....



274



D-Varennes Sonrasında Cumhuriyetçi Dalga E-Burjuvazinin Tepkisi



... . ............



V BARIŞ YAPMA SAVAŞ YAP!



.



A-Savaşı Körükleyenler '. ................................................... 275 ..



B-Barış Yandaşları



.



.......... . . . ...... . .



...................................



.. . 299 �··



311



..................................................................................



337



C-Yükselen Hamasetle Birlikte Fetih Savaşına Doğru DİZİN



..



.



....



.



.



Ö N S ÖZ Elinizdeki üç ciltten oluşan kitap, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin doktora programında uzun yıllar verdiğim "Fransız Devrimi'nin Siyasal Düşünceleri" adlı ders için edindiğim bilgilerin ve öğrencilerime yönelik yapbğım çevirile­ rin bir sonucu olarak ortaya çıkb. Dersim seçmeli olduğundan, sadece derse sorularıyla, yorumlarıyla aktif bir şekilde kablıp katkıda bulunan öğrencile­ rime değil, aynca derste sus pus oturup herhangi bir görüş bildirmekten kaçı­ nan öğrencilerime de teşekkür etmeliyim. Çünkü dersimi seçip almasalardı bu ders açılamazdı, benim de bu kitabı kaleme almam mümkün olmazdı. Kitabım Fransız Devrimi tarihi üzerine bir çalışma değil. Zaten uzun za­ mandan beri ama özellikle de son yıllarda, Jules Michelet, Georges Lefebvre, François-Alphonse Aulard, Albert Soboul gibi klasikleşmiş üstatların ve daha yakın dönemdeki François Furet, Erle J. Hobsbawm, George Rude, Simon Schama gibi tarihçilerin bu konuyla ilgili yapıtları Türkçeye kazandırılmış bu­ lunuyor. Dolayısıyla Türk okurları için bir başka Fransız Devrimi tarihi yaz­ manın gereksiz olduğunu düşünüyorum, zaten tarihçi de değilim. Kitabımda tarihsel bir anlabyı benimsemedim, bunun yerine Devrim'in ilk beş yılında öne çıkan, tartışılan "halk-ulus egemenliği, insan haklan, düşünce özgürlüğü, kadınların durumu, kölecilik, dinsel yapı, cumhuriyet, savaş" gibi temaları ve bu süre içinde yaşanan "feodalizme son verilmesi, XVI . Louis'nin kaçışı ve yakalanması, krallığın düşüşü, Jakoben iktidarın yapılanması, bu iktidara kar­ şı çeşitli muhalefet hareketlerinin biçimlenmesi, Devrimci Yönetim ile terörün uygulanması" gibi olaylan, gelişmeleri ele alıp incelemeyi yeğledim. Bu tema­ ları ve olayları da, sınıfsal ilişkileri göz ardı etmemekle birlikte özellikle siyasal



8 1



Fransız Devrirni'rıde Siyasal Düşünceler ve Mücadeleler 1789-1794



iktidar mücadeleleri bağlamı içine yerleştirdim ve bu çerçevede dönemin ak­ törlerinin bunlarla ilgili dile getirdikleri düşüncelerine ağırlık verdim. Bu yaklaşımı benimsemem yani salt kronolojik bir anlabma yer verme­ mem nedeniyle, zaman zaman bazı tekrarlar yapmak zorunda kaldım. Bir an­ labda bazı olayların, gelişmelerin okuyucunun karşısına yeniden getirilmesi pek de tavsiye edilen bir şey değildir. Fakat bu tekrarlar sayesinde, kitabın farklı bölümlerinde yeniden değindiğim belli olayların, belli konuların değişik boyutlarını sergileyebildiğimi düşünüyorum. Siyasal düşünceleri çalışmamın odak noktasına yerleştirmem nedeniyle de, Devrim'in siyasal aktörlerinin söylevlerinden, yazılarından yaptığım çok sayıda alınb kullandım. Bu alıntılar iki farklı biçimde yer aldı. Parantez içinde kullandığım bir ya da birkaç cüm­ leden oluşan kısa alıntıları, benim anlablarımı, yorumlarımı, çözümlemelerimi içeren ana metin içine yerleştirdim. Uzun olan hatta bazen sekiz-dokuz sayfa­ ya ulaşan alıntıları ise, ana metinle doğrudan bağlantılı olmakla birlikte bu­ nun dışında tuttum ve farklı bir yazı karakteriyle kaleme aldım. Fransızcadan çevirdiğim bu uzun alıntılar kitap genelinde önemli bir yer tuttuğundan, ça­ lışmamın "hibrid" (hybride) bir nitelik taşıdığını söyleyebilirim. Fransız Devrimi'nin bazı önemli söylevlerinin ve yazılarının Türkçeye çev­ rilip Türk okurunun hizmetine sunulduğu iki kitap vardır. İlk kitabı hazırla­ yan Vedat Günyol, Babeuf dışında hepsi Jakobenler Kulübü üyesi olan Ro­ bespierre, Danton, Saint-Just ve Marat'run metinlerine yer vermiştir. İkinci ki­ tabın çevirmeni olan İlhan Erman ise, sadece Robespierre'in metinleriyle ye­ tinmiştir. Oysa elinizdeki kitaptaki uzun alıntılar, bu Jakoben liderlerden baş­ ka Mirabeau'dan Hebert' e, Olympe de Gouges'dan Claire Lacombe'a, Jiron­ denlerden sans-culotte'lara ya da Kudurmuşlardan Federelere kadar Dev­ rim' de önemli rol oynamış birçok kişisel ve kolektif aktörün söylevlerinden, yazılarından, bildirilerinden oluşmaktadır. Örneğin Vedat Günyol, kitabının başındaki "Sunu" bölümünde, ''Bir Fransız düşünürü 'Her devrim kendi ço­ cuklarını yer' demiş" diye yazmıştır. Bu sözü Fransız Devrimi'ni kastederek dile getiren kişi, bir düşünür olmaktan çok Jironden bir politikacı kimliğiyle öne çıkan Vergniaud'dur ve bu deyişin (doğru biçiminin) yer aldığı Vergni­ aud'nun söylevi çalışmamın ikinci cildinde bulunmaktadır. Ancak şunu da belirtmem gerekir ki, sözünü ettiğim bu iki kitaptan farklı olarak, uzun alınb­ larda kullandığım metinlerin bütününü genellikle çevirmedim, sadece ele al­ dığım konu bakımından önemli addettiğim pasajları kullanmakla yetindim.



Önsöz



Dahası bazı söylevler ya da yazılar (örneğin hem terör hem Cumhuriyet tasa­ rısı şeklinde) birden fazla konuyu içerdiğinden, bu metinleri parçalayıp her pasajı ilgili konunun incelendiği bölümlere yerleştirmeyi daha uygun bul­ dum. Çeviri metinlerle ilgili olarak, Ayhan Yalçınkaya'nın bana işaret ettiği bir noktaya daha (büyük çapta onun sözleriyle) değinmek istiyorum: Devrim'in insanları hangi politik ya da sınıfsal gruptan olursa olsun, hangi çıkar grubu için kim konuşursa konuşsun, bu kişilerin yazılarında ve söylevlerinde (belagat ya da retorik ustalık bir yana) bariz bir biçimde teorik kabullerin, var­ sayımların, belli teorilerin izleri görülmektedir. Dolayısıyla bu gündelik­ politik konuşmalar (ve yazılar), belli bir teorik derinliği ya dillendirmekte ya da ona yaslandığını hissettirmektedir. Bu, günümüz (en geniş anlamda gü­ nümüz) politikasında kaybedilen ama o kadar da değerli bir şey! Aynı şekilde konuşmalardaki retorik ustalığın ve söylemsel göndermelerin de (bu kez içe­ riğinden bağımsız olarak) son derece etkileyici ve zengin olduğu söylenebilir. İşte bu da, yine günümüz politikasında kaybettiğimiz bir başka şey! Kitabımı çok fazla sayıda dipnota boğmamak amacıyla ana metindeki kısa alıntılar için dipnot kullanmamayı tercih ettim . Uzun alıntıların hangi yapıt­ tan alındığını gösteren dipnotlar ise, doğrudan doğruya üçüncü cildin sonun­ daki "Kaynakça" bölümüne göndermede bulunmaktadır. Fransızca sözcükle­ ri kullanırken bir sorunla karşılaştım: Fransızcada "i" harfinin büyük yazılı­ şında harfin üzerine nokta konmaz, yani Türkçedeki "1" gibi yazılır. Burada bir seçim yapmak zorundaydım. Fransızcaya aşina olmayan okurları düşüne­ rek tercihimi, bu sorunda Fransızca dilbilgisini dikkate almamak, yani Fran­ sızca sözcüklerdeki büyük "i"yi "İ" şeklinde yazmak yönünde kullandım. Ayrıca bazı Fransızca olan adlandırmaları kullanırken herhangi bir kurala bağlı kalmayıp keyfimce hareket ettiğimi de itiraf etmeliyim. Örneğin siyasal gruplarla ilgili olarak, Jacobins ve Girondins sözcüklerini Jakobenler ve Jiron­ denler şeklinde Türkçe okunuşlarına çevirdim, Dantonistes'i Dantoncular yaptım, ama Hebertistes'i Hebertistler şeklinde kullanmayı tercih ettim. Ayn­ ca Ancien Regime, sans-culotte ya da Etats Generaux sözcüklerini ne anlama gel­ diklerini belirtip oldukları gibi bıraktım. Çalışmamın kapsamıyla da ilgili bir açıklamada bulunmalıyım. Kitabın başlığında Fransız Devrimi'nin ilk beş yılının ele alındığı belirtilmektedir. Ta­ rihçiler genellikle Fransız Devrimi'ne on yıllık bir ömür biçerler, yani Dev-



19



10 1



Fransız



Devrimi'nde S i y a s al D ü ş ü n c el e r ve Mücadeleler 1789-· l. 7 9 4



riın'in Napolyon'un bir darbeyle iktidarı ele geçirdiği 9 Kasım 1799'da (VIII. yılın 18 Brumaire'inde) sona erdiğini kabul ederler. Ancak bitiŞ için başka ta­ rihler verenler de bulunmaktadır. Örneğin Hobsbawm ''Devrim, aslında 1789 ile 1915 arasındaki şu ya da bu epizod değil, bu sürecin tamamıdır" der. Az sayıda tarihçi de, Jakoben iktidarın 27 Temmuz 1794'te (il. yılın 9 Thenni­ dor'unda) devrilmesiyle Devrim'e nokta konulduğunu ileri sürer. Çünkü bu tarihçiler, 9 Thennidor'un ardından Napolyon'un darbesine kadar geçen beş yıllık süre boyunca, bir devrimden değil olsa olsa burjuvazinin yararına olan Devrim kazanımlarının kör topal sürdürülme çabasından söz edilebileceğinde hemfikirdirler. Ben de bu görüşe daha yakınım. Gerek bundan dolayı gerek genel kabul gören on yıllık süreyi benimsesem de ilk beş yılın yoğun siyasal mücadelelere sahne olup çok tartışmalı, çok canlı siyasal düşünceler içerme­ sinden ötürü, çalışmamı 1789-1794 yıllarıyla sınırlamayı yeğledim. Son olarak, dersteki varlıklarıyla bile bu kitabı yazmamda katkıda bulun­ duklarını söylediğim öğrencilerimden başka teşekkür etmek istediğim birkaç kişi daha var. Kitabım basım aşamasına girmeden önce yazdıklarımı özenle okuma inceliği gösteren ve incelemeleri sonucunda düzeltmeler yapıp ilginç önermelerde bulunan Duygu Türk Karahanoğullan ile Ayhan Yalçınkaya'ya ve de yazarken tıkandığım zamanlarda surat asmalarıma ve oflayıp puflama­ larıma göğüs geren ve "Artık yüzünü bile göremiyoruz; ne zaman bitireceksin şu kitabı?" gibisinden sözleriyle beni şevke getiren eşim Çağla ile küçük kızım Nisan'a teşekkürü borç bilirim.



B AŞ LARKEN Siyasal düşünceler, dönemlerinin siyasal yapılarıyla, olaylarıyla, mücadelele­ riyle doğrudan bağlanblıdır. Dahası, bir üstyapı ürünü olduklarından, altya­ pıyla, dolayısıyla sınıfsal sorunlar ve mücadelelerle de ilişki içindedir. Açıkça­ sı her düşüncenin temelinde somut gerçekler yatar. Karl Marx'ın deyişiyle, "filozoflar yerden mantar gibi bitmez, onlar çağlarının ve halklannın ürünle­ ridirler." Gerçekten her filozof ya da bir genelleme yaparsak her düşünür, gö­ rüşlerini, yapıtlarını belli bir zaman ve mekan içinde ortaya koyar ve bulun­ duğu ortamın sosyo-ekonomik ve siyasal koşullarından etkilenir. Kısacası herhangi bir siyasal düşünce, hiçbir zaman toplumsal-siyasal oluşumdan ko­ puk değildir ve bu oluşumla önemli bir ilişki içinde bulunur. Ancak bu ilişki, siyasal düşüncelerin sosyo-ekonomik ve siyasal koşullar tarafından mekanik bir biçimde belirlenmesi olarak da anlaşılmamalıdır. Çünkü düşüncenin belli bir görece özerkliği vardır. Her şeyden önce her siya­ sal düşünce onu yaratan insanın düşünüş biçiminden, kişisel niteliklerinden, gerçeği kavrama yeteneğinden ve kendi zamanına kadar birikmiş düşüncele­ rin ışığında toplumun ilerideki olanaklarını kestirebilmesinden etkilenir. Ay­ nca genel olarak düşünce, salt yansıtma işlevini yerine getirmekle sınırlı kal­ mayıp içinde yetiştiği toplum üzerinde etkide bulunma niteliğine de sahiptir. Bu bakımdan her siyasal düşünce, var olan siyasal iktidarı, toplumsal düzeni doğrulayıp güçlendirmek ya da tam tersi kötüleyip değiştirmek amacıyla or­ taya konulur. Dahası bir düşünür, çağının ve toplumunun kurumlarını, göre­ neklerini, ahlakını aşabilir ve ideal yapılar tasarlayarak, ütopik görüşlere mey­ lederek, hatta ütopyalar kurarak yeni düşünce ufuklarına açılabilir. Tarihin



Başlarken



1 13



her döneminde siyasal iktidarların bazı düşünceleri yasaklayıp düşünürleri ağır cezalara çarphrmalan ya da en azından bunlardan rahatsız olmaları, siya­ sal düşüncelerin sosyo-ekonomik ve siyasal yapılar üzerindeki etkileyiciliği­ nin açık kanıtlarıdır. Siyasal düşüncelere ilişkin bu genel ve kısa saptama, kitabın odak noktası­ nı oluşturan Fransız Devrimi'nin siyasal düşünceleri için de geçerlidir tabii ki. Devrim, her şeyden önce Ancien Regime'i ve onun temsil ettiği her şeyi yıkma­ ya yönelik bir hareketti. Dolayısıyla Devrirn'in sosyo-ekonomik ve siyasal ne­ denlerinden başka düşünsel (ya da entelektüel) nedenleri söz konusu edildi­ ğinde, gözlerin genellikle Aydınlanma düşüncesine çevrilmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü Aydınlanma filozofları; var olan toplumsal ve siyasal yapıya çeşitli eleştiriler yöneltmişler ve birçok değişiklik önerisinde bulunmuşlardı. Bundan ötürü bazı tarihçiler, gerek Devrim'in patlak vermesinde gerek Dev­ rim sürecine damgasını vuran düşüncelerin ortaya ablrnasında Aydınlan­ ma'nın önemli bir rol oynadığım kabul ederler. Örneğin Mona Ozoufa göre, "Devrimsiz Aydınlanma olmuştur, ama Aydınlanmasız Devrim olmamıştır; yani kurulu düzeni eleştiren düşünceler olmaksızın Devrim olmamıştır. [ . . . ]1789'un insanları, belli düşüncelerle donanmış ve bunları uygulamakta kararlı olarak Devrim'e girişmişlerdir". Tarihçilerden çok önce dönemin devrimci aktörlerinin önemli bir bölümü de, xvm. yüzyıl düşünürlerinin kendileri üzerindeki etkisini açıkça dile ge­ tirmişlerdi. Örneğin Jakoben Marie-Joseph Cheruer, Konvansiyon'da yaptığı bir konuşmada, bu düşünürleri kastederek "Halkın temsilcilerinin,. Fransız Devrimi'ni kitaplara borçlu olduğumuzu kabul etmemeleri mümkün değil­ dir" demişti. Jironden lider Brissot, bu görüşü "Bizim devrimimiz bir ayak­ lanmanın ürünü değil, fakat yarım yüzyıllık Aydınlanma'nın eseridir" diye­ rek çok açık bir şekilde dile getirmişti. Aym şekilde Robespierre de, on dokuz yaşındayken Ermenonville'de ziyaret ettiği Rousseau'nun düşüncelerinin Devrim'e yön verdiğini çeşitli söylevlerinde iddia etmişti. Bu görüşler olduğu gibi kabul edildiğinde, gerek Aydınlanma filozofları­ nın gerek doğrudan bu hareketin içinde yer almasalar da Aydınlanmacılarla dirsek temasında bulunan Montesquieu ile Rousseau'nun ortaya koydukları düşüncelerle Fransız Devrimi'ni hazırladıkları doğrultusunda bir kanı oluşa­ bilir. Bu kanıya saplanıp kalındığı takdirde yanlış bir yola girilmiş olunur. Daha açıkçası, Devrirn'iıı tümüyle bu düşünürlerin ürünü olduğu ya da feo-



14 1



Fran sız D e vrimi 'nde Siy asal D ü şünce l er v e Mü cade l e l e r 1789-· l 794



dalizm üzerinde yapılanmış Ancien Regime'in bir devrimle yıkılmasının XVIll. yüzyılın düşünceler yumağı sayesinde gerçekleştiği gibi bir yargıya varma­ mak gerekir. Yoksa olayları düşüncelerin belirlediği yanılgısına saplanıp kalı­ nır ve böylesine büyük bir olayın temelinde yatan (Montesquieu'nün deyişiy­ le) "genel neden''in, yani sınıf savaşını bir patlama noktasına götüren üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki çelişkinin kavranması olanaksızlaşır. Bununla birlikte, kabaca "burjuvazinin feodal sistemle uyuşmazlığı" şek­ linde dile getirilebilecek bu genel nedenin yanında, düşünceler de ikincil ne­ denlerden biri olarak Devrim üzerinde etkide bulunmuştur. Ancak bir yanlış anlaşılmaya yol açmamak için, dönemin düşünürlerinin büyük çoğunluğu­ nun, yani ne Montesquieu'nün, ne Aydınlanmacıların ne de Mably, Morelly gibi ütopik düşünürlerin devrim düşüncesini savunmadıklarını, bu yönde herhangi bir çağrıda bulunmadıklarını belirtmek gerekir. Özellikle Aydın­ lanma filozofları, her ne kadar akla aykırı olarak nitelendirdikleri toplumsal­ siyasal yapının baştan aşağı değiştirilmesini istiyorlarsa da, mücadelenin ya­ sallık sınırları içinde yapılmasını ve şiddete yol açacak herhangi bir eyleme gi­ rişilmemesini savunuyorlardı. Entelektüel elitist bir yaklaşım sergileyip halk kitlelerine güvenmiyorlar ve var olan düzenin üstten yapılan reformlarla de­ ğiştirilebileceğine inanıyorlardı. Bu bağlamda, örneklerini Prusya Kralı il. Fri­ edrich'te ya da Rusya Çariçesi il. Katerina'da (Yekaterina) bulduklarını zan­ nettikleri bir "aydın despot" tan medet umuyorlardı. Devrim sözcüğünü kul­ landıkları zaman ise, ya ona evrim anlamı yüklüyorlar ya da Voltaire'in yap­ hğı gibi bu sözciikle aklın ilerleyişini ve bağnaz Kilise'nin yıkımını kastediyor­ lardı. xvm. yüzyıl düşünürleri arasında devrimci bir dil kullanan çok ender isimlerden birisi Jean Meslier'di. Ateist bir köy papazı olan Meslier, Testament (Vasiyet) adlı yapıhnda, ''her yerde bu adaletsizlik ve inançsızlık tahtlarını deviriniz, bu taç giymiş kafaları koparınız, size zulmeden bütün bu insanların gurur ve kibrine son veriniz!" diyerek halkı düzeni zorla değiştirecek bir dev­ rim yapmaya davet ediyordu. Ancak Meslier'nin bu sözleri, Voltaire'in 1762'de sansürleyerek yayına hazırladığı kitabında değil de elden ele dolaşan elyazmalarında yer alıyor ve çok az kişiye ulaşabiliyordu. Devrim'den söz eden bir diğer düşünür Rousseau'ydu. Tabii ki Rousseau bir devrim havarisi değildi, devrim kışkırtıcılığı yapmıyordu. Bununla birlikte, sadece Fransa Krallığı için değil tüın monarşiler için devrimi öngörüyor ya da daha doğrusu



Başlarken



1 15



devrimin kaçırulmaz olduğunu düşünüyordu. Emile adlı yapıbnda, içinde bu­ lunulan "düzenin kaçırulmaz devrimlere gebe olduğunu" vurguluyor ve ''krizler dönemine ve devrimler çağına yaklaşıyoruz" diye yazıyordu. Toplum Sözleşmesi'nde bir devrimin iç savaşa yol açmasına karşın devleti sağaltacak ve "gençlikteki gücüne yeniden kavuşmasını" sağlayacak bir etkide bulunma­ sından söz ediyor, Polonya Kralına Ceuap adlı yapıbnda ise Y"Zlaşmış bir hal­ kın büyük bir devrim sayesinde yeniden erdeme kavuşacağını ileri sürüyor ama ardından "ancak her devrim, hemen hemen iyileştirebileceği kötülük ka­ dar korkutucudur" diye ilave diyordu. Böylece bir bakıma, çok öncesinden Fransız devrimcilerini Devrim'in yol açabileceği olumsuzluklar konusunda uyarıyordu. Demek ki Meslier'yi dışarıda bırakırsak XVIll yüzyıl düşünürlerinin hiç­ biri, devrimci bir dil kullanmamışlar ve bir devrim çağrısında bulunmamış­ lardı. Peki öyleyse, çeşitli tarihçiler ve dönemin devrimci aktörleri tarafından ileri sürülen Fransız Devrimi'nin bu düşünürlerce hazırlandığı ve hatta biçim­ lendirildiği yönündeki saptama ne anlama geliyordu? Gerçekte bu saptama, bu düşünürlerin yücelttikleri özgürlükler ile hakların elde edilmesine yönelik girişimci bir anlayışın, bir iradenin, bir düşünce yapısının toplumun çeşitli ke­ simlerince benimsenmesine ve hareketin ön saflarında yer alacak devrimci ki­ şiliklerin düşünsel ve eylemsel oluşumuna yaptıkları katkı anlamındadır. Ör­ neğin tarihçi Rude, "Elbette, Devrim'in yapılması için sadece ekonomik zor­ luklar, toplumsal hoşnutsuzluklar ve özlemlerin karşılanmaması yeterli de­ ğildi, bunlardan fazlası gerekliydi" der ve ardından şunları ilave eder: "Geniş alana yayılmış farklı toplumsal sınıfların hoşnutsuzluklarını ve özlemlerini bir araya getirmek için birleştirici düşüncelere, umut ve muhalefet diline, kısaca ortak bir 'devrimci ruh haline' ihtiyaç vardı." İşte bu ihtiyacı karşılayanlar, in­ san haklarından, adaletten, özgürlükten, yasalar önünde eşitlikten vb. söz eden XVIll yüzyıl düşünürleriydi. Bu bağlamda Jean Starobinski'nin Özgür­ lüğün İcadı 1700-1789 ve Aklın Amblemleri başlığıyla Türkçeye çevrilmiş kita­ bından uzunca bir alınbya yer vermek uygun olacakbr: "Elbette Fransız Dev­ rimi'nin 'sebebi' Rousseau'nun vaazları değildir; ama 1789'daki insanları, du­ rumlarını bir devrimci bunalım olarak anlamaya teşvik etmiştir. Rous­ seau'nun kelamı (ve de filozofların kelamı), olayı belirlememiş de olsa, ona haşmetli anlamını veren duygu'ya yol açmışhr: Siyasi düşünce ve eylem'in sı­ namadan geçirecekleri kavramları geliştirmiştir; üstüne üstlük kolektif mu.



.



16 1



F r ansız D e vri m i ' n d e S i yasal D ü ş ü ncel e r ve M ü c a de l e l e r 1 7 89-1 7 9 4



hayyile'nin bağlanacağı büyük mitos figürlerini de harekete geçirmiştir. Dev­ rim'in kendini ant içmeler, bayramlar, ilahlaşbrmalar ve kutlamalarla gör­ kemli bir biçimde, ama bazen kendi hakkında yanılgıya da düşerek, yüceltebi­ leceği lisanı sunmuştur." Marx'm vurguladığı gibi "insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar; ama onu kendi seçtikleri koşullar altında keyfi bir biçimde değil, doğrudan önlerinde buldukları verili ve geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar." Bu nedenle kendilerini ve nesneleri değiştirmeye, yeni bir şeyler yaratmaya kalkışbklarında bile, geçmişin fikirlerini ve söylemlerini, hatta isimlerini, giy­ silerini, sloganlarını ödünç alırlar. Fransız Devrimi insanları da, XVIII . yüzyıl düşünürlerinden büyük ölçüde esinlenmişler, hatta daha da gerilere gidip Antik Yunan'a ve Roma'ya göndermelerde bulunmuşlardı. Ancak bu durum, onların geçmişten miras aldıkları düşünceleri olduğu gibi tekrarladıkları an­ lamına gelmez. Montesquieu'nün, Aydınlanmacılann, Rousseau'nun sözcük­ lerini, fikirlerini kullanırlarken bunları kendi ideolojileri doğrultusunda yo­ rumlayıp dönüştürmüşler ve yeniden biçimlendirmişlerdi. Bu işlemde yani Devrim'in düşüncelerinin oluşumunda, ayrıca somut gerçekler, siyasal mü­ cadeleler ve halkın sürekli eylemi de etkili olmuştu. Öyle ki halk temsilcisi La­ kanal, Rousseau'nun kemiklerinin 15 Eylül 1794'te Pantheon'a yerleştirilmesi töreninde verdiği söylevde "Devrim'i bize açıklayan Toplum Sözleşmesi değil­ dir, Toplum Sözleşmesi'ni bize açıklayan Devrim'dir" demişti. Sonuçta Devrim'in olaylarıyla beslenen ve zaman zaman onları etkileyen, yönlendiren düşünceler, sınırlarını aşıp günümüze dek uzanmışlardır. Yakın tarihin birçok olayı içinde, Sovyet Devrimi bir yana bırakılırsa, Fransız Dev­ rimi kadar şiddetli hayranlık ve nefret duyguları uyandırmış bir başka olayın olmadığı söylenebilir. Bunun nedeni, günümüzdeki birçok kurumun, alışkan­ lığın, tutumun, refleksin yanında düşünsel konuların da kökenlerinin Dev­ rim'e kadar uzanmasıdır. Dolayısıyla Devrim sürecinde ortaya atılan, tartışı­ lan, mücadelelere yol açan konular (ve uygulamalar) bir bakıma güncel bir ni­ telik taşıdığından bunları irdelemek, günümüze ve geleceğimize ışık tutabile­ cektir. Şimdi Devrim'de ön plana çıkan bazı konuların günümüzde hfila ne denli önem taşıdığına ve çözüme kavuşturulması gereken sorunlar teşkil etti­ ğine kısaca değinmek istiyorum. Bir bakıma, belki kitabın sonunda söylenme­ si gerekenleri başta söylemek niyetindeyim.



Başlarken



1 17



Bu konulardan biri, demokrasinin temelinde bulunduğu varsayılan halk­ ulus egemenliğinin salt siyasal temsil sistemiyle işletilmesidir. Her ne kadar Bah demokrasilerinde referandum gibi bazı uygulamalarla temsil sistemi yu­ muşahlmaya, temsil edilenlere belli bir söz hakkı verilmeye çalışılıyor gibi gö­ rünse de, her yerde öne çıkan genel eğilim siyasal temsile olabildiğince mut­ lak bir anlam yüklenmesidir. Temsil edilenin kendi iradesini seçimler dışında hiçbir şekilde dile getiremeyeceğinin temsilciler tarafından siyasal düzenin temel bir dogması olarak benimsenmesi, somut halkın siyasal iktidar alanının, hatta siyasetin dışına itilmesine neden olmaktadır. Daha doğrusu iktidar, egemen olduğu varsayılan halkın-ulusun adına konuşanların elinde demektir. Halkın adına konuştuğunu ileri sürebilenler ise kendilerini temsilci, yani hal­ kın sesi olarak kabul ettirmiş olanlardır. Bunun anlamı, devlet gücünü elinde bulunduran temsilcilerin hegemonyasıdır. Açıkçası egemenlik temsil edilen. den temsil edenin eline geçmekte ve demokrasi de içi boş bir kavrama dö­ nüşmektedir. Böylece temsilciler-yöneticiler, hoşlarına gitmeyen her türlü bireysel ya da toplumsal isteği, öneriyi, görüşü ulusal iradeye aykırı düştüğü gerekçesiyle etkinlikten yoksun bırakma, hatta mahkfun etme olanağına kavuşmaktadırlar. Bununla ilgili olarak günümüzde gözlemlenen bir başka olumsuz gelişme, yürütme erkinin parlamentoyu, meclisi olabildiğince devre dışı bırakarak kendini tek temsilci konumuna yükseltmeye meyletmesidir. Ama daha da vahim bir durum, seçilmiş bir kişinin fiili olarak (bazen de anayasal bir düzen­ leme yaparak) tek temsilci haline gelmesidir. Bunun bir örneğini uzaklarda aramaya gerek yoktur, şöyle çevremize bir göz atmak yeterli olur. Sıfah ister Başbakan ya da Cumhurbaşkanı, ister Başkan ya da Reis olsun, bir kişinin ira­ desini ulusal irade adı alhnda tüm ülkeye dayatması, monarşide var olan tek adam egemenliğinin bu kez ulus egemenliği kılıfı albnda yeniden tesis edil­ mesinden başka bir şey değildir. Fransız Devrimi'nin gündemine taşıyıp tarhşhğı bir diğer konu, insan hak­ ları konusudur. Devrimciler, evrensel bir yaklaşım sergileyerek biri 1789'da, diğeri l'İ93'te iki insan haklan bildirisi ilan etmişler ve bunları insanlığa miras bırakmışlardı. Fakat bu süreç içinde yaşanan olayların da gösterdiği gibi, in­ san (ve yurttaş) haklarının ilan edilmesi, tanına n bu hakların ve özgürlüklerin siyasal iktidarlar tarafından çiğnenmesine, hatta şu ya da bu gerekçeyle don­ durulmasına engel teşkil etmez. Üstelik bu hakların,. ister kağıda dökülsün is-



18 1



Fransız Devrimi'nde S i y a s a l Dü ş ı:t n c e l e r v e M ü cadel e l e r 178 9 ··



l 7 94



ter mermere kazınsın, ne ölçüde hayata geçirilip geçirilmediği, uygulanıp uy­ gulanmadığı sorunu çok daha fazla önem taşımaktadır. Günümüzde de çeşitli insan hakları bildirilerine imza atmış olan birçok devletin, bu bildirileri hiçe sayan tutum ve davranışlar içine girdiği, dolayısıyla insan haklan bakımından dünya üzerinde kapkara bir tablonun sergilendiği görülmektedir. Temel hak­ ların kullanabilmesinin karşısına devletin çeşitli engeller dikip baskı, şiddet uyguladığı ve en temel hak olan yaşam hakkının bile risk altında bulunduğu Türkiye ise, ne yazık ki son yıllarda, bu karanlık tabloda epey büyük bir yer işgal etmektedir. İnsan haklan denince kaçınılmaz olarak gündemi her daim işgal eden ko­ nu, ifade özellikle de basın özgürlüğü konusudur. Fransız Devrimi'nin ilk yıl­ larında Robespierre, Marat gibi kişilerin savundukları sınır tanımayan basın özgürlüğünün, günümüzdeki "en demokratik" olarak görülen ülkelerde bile var olmadığını kabul etmek gerekir. Basın özgürlüğünün demokrasinin "ol­ mazsa olmaz" bir koşulu olduğunu kabul eden tüm ülkelerin basın özgürlü­ ğünü düzenleyen, basın suçlarını tanımlayan yasaları vardır. Bu ülkeler ara­ sındaki fark, bu yasalarda çeşitli çevreleri rahatsız edebilecek aykırı, eleştirel, suçlayıcı düşüncelere ne denli hoşgörü gösterildiği, basın ve ifade özgürlüğü­ ne yasalarla getirilen sınırların ne ölçüde dar tutulduğu ve tabii bu yasaların yorumlanıp uygulanmasında ne kadar müsamahakar bir tutum sergilendiği noktalarında ortaya çıkmaktadır. Aynca bir ülkenin demokrasi düzeyi de, (başka kriterlerin yanında) bu özgürlüğü en geniş şekilde benimseyip yaşat­ masıyla doğru orantılı bir biçimde saptanmaktadır. Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) iktidara gelmesinden sonra özgürlükler, dolayısıyla demokrasi bakımından sürekli olarak geriye gitmek­ tedir. Bu sürekli gerileyişte, iktidarın anti-demokratik karar ve uygulamala­ rından başka, yalnızca yasalar yoluyla değil aynca çok çeşitli yöntemlerle her türlü yayın ve medya üzerinde baskı kurmasının epey etkili olduğu söylene­ bilir. Gerçekten de dünyadaki basın özgürlüğü konusunda araşhrmalarda bu­ lunan çeşitli uluslararası örgütlerin verilerine göre, kitapların yasaklandığı ve toplandığı, yayın yasaklarının getirildiği, gazetecilerin işsiz bırakıldığı, hapse atıldığı Türkiye, ifade ve basın özgürlüğü bakımından çok kötü bir sicile sa­ hiptir. Türkiye'de yaşanan bu demokrasi ve ifade-basın özgürlüğü alanların­ daki gerilemenin, aynı zamanda tüm dünya genelinde de gözlemlendiğini vurgulamak gerekir.



Başlarken



119



Fransız Devrimi sürecinde insan haklan ve özgürlükler konusu dışında, yurttaşların siyasal haklan konusunda da karşıt görüşler ortaya atıldığı, farklı uygulamalara gidildiği görülmektedir. Günümüzde demokratik olarak nite­ lendirilen ülkelerde, hatta The Economist dergisinin araştırma birimi Econo­ mist İntelligence Unit tarafından her yıl açıklanan "Dünya Demokrasi Endek­ si"ndeki "melez (hibrid) rejimlere" sahip ülkelerde bile, tüm yurttaşlar için seçme ve seçilme hakkını kapsayan genel oy hakkı bulunmaktadır. Ancak bir ülkede genel oy hakkının olması, o ülkenin tam anlamıyla demokrasiyi içsel­ leştirmesi için yeterli değildir. Çeşitli diktatörlerin genel oy hakkını uygulaya­ rak plebisitlerle ya da plebisitvari seçimlerle kendilerini ve rejimlerini halka oylatarak onaylatmalannın tarihte birç0k örneği vardır. Bunun dışında, Tür­ kiye gibi ülkelerde gelir dağılımında ne denli ciddi bir adaletsizlik yaşanıyor ve zengin-yoksul arasında büyük bir uçurum bulunuyorsa, siyasal yaşama katılım bakımından da o denli adaletsiz bir düzen hüküm sürmektedir. Daha­ sı daha adil bir ekonomik yapıya sahip olan ülkelerde bile, siyasal partilerin siyasal yaşamdaki hegemonyası, seçimler üzerine ambargo koymakta ve yurt­ taşların seçme ve seçilme hakkını önemli ölçüde törpüleyip sınırlamaktadır. Tabii kadınların oy hakkı sorunu, daha geniş anlamda cinsiyet eşitliği ko­ nusu da, yine Devrim boyunca zaman zaman gündeme getirilmiş ama hiçbir zaman eşitliğe zemin hazırlayacak bir çözüme kavuşturulamamıştır. Günü­ müzde cinsiyet eşitliği, demokrasi olarak nitelenen tüm ülkelerde hukuken sağlanmış bulunuyor. Ancak uygulama bakımından ülkeden ülkeye büyük farklılıklar görülmektedir. Türkiye, başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinden daha önce, yani 1930'lu yıllarda ilk önce belediye seçimlerinde sonra da genel seçimlerde kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanımıştır. Ama ne yazık ki, ilerleyen yıllarda giderek daha çok seslendirilen kadın-erkek eşit­ liği anlayışı, ülkedeki erkek egemen toplumsal zihniyeti, değerleri, töreleri değiştirip dönüştürmekte başarılı olamamış, dolayısıyla toplumsal dokuya tam anlamıyla nüfuz edememiştir. Hatta bugün Türkiye'de, kadınlar bakı-. mından toplumsal-siyasal haklar ve bu hakların pratik anlamı sorunundan çok, yaşam hakkı sorununun daha büyük bir önem arz ettiği söylenebilir. Bu durum, dünya üzerindeki birçok ülke (belki tüm ülkeler) için de halen geçer­ lidir. İnsan haklarına önem veren Fransız Devrimi'nin kaçınılmaz olarak el at­ mak zorunda kaldığı bir diğer konu kölelik konusudur. Günümüzde kölelik



20 1



Fransız D e vr i mi'n d e S i yasal D ü ş ü n cel e r ve M ü c a d e l e l er 1 78 9 -1 7 9 4



sisteminin, büyük mücadeleler sonucunda dünyanın tüm ülkelerinde resmen ortadan kalkmış olduğu söylenebilir. Fakat buna rağmen köleliğin-köleciliğin farklı biçimler albnda ve farklı adlandırmalarla devam ettirilmediğine inan­ mak için de çok saf olmak gerekir. Dahası bu bedensel köleliğin dışında, bir başka kölelik, Voltaire'in deyişiyle "zihinsel kölelik" durumu, insanlığın için­ den bir türlü çıkamadığı bir durum olarak sürüp gitmektedir. Kant'ın "ergin olmayış" olarak nitelendirdiği bu kölelikten, yani insanın başkalarının tesiri, etkisi albnda kalıp kendi aklını kullanamama durumundan kurtulmak hiç de kolay görünmüyor. Tüm ülkelerde siyasal iktidarlar, farklı toplumsal otorite­ ler, çeşitli yöntemler kullanarak, özellikle de medyayı yönlendirerek ve dü­ şünce-ifade (dolayısıyla basın) özgürlüğünü kısıtlayarak, zihinsel kölelik du­ rumunu devam ettirmekte, hatta pekiştirmektedirler. Fransa'nın 1792'den itibaren birçok Avrupa devletine karşı savaşa giriştiği, hatta bir dönem iç savaş içine düştüğü bir ortamda, devrimcilerin savaş hak­ kında fikir üretmemeleri mümkün değildi. Bu tarihten başlayarak gerek Dev­ rim gerek İmparatorluk dönemleri boyıınca süregelen ve ancak Napolyon'un düşüşüyle sona eren bu savaş durumu, Machiavelli'nin Titus Livius'un İlk On Kitabı Üzerine Söylevler adlı yapıtında yer alan "savaşı istediğiniz zaman başla­ tabilirsiniz, ama istediğiniz zaman bitiremezsiniz" sözünün ne denli doğru olduğunun bir kanıbdır. Fakat her nedense, devlet gücünü ellerinde bulundu­ ran muktedirler tarih boyunca bu doğru tespite hiç önem vermemişlerdir, sanki bundan bihaberlermiş gibi! Çağımızda savaşa ilişkin bu siyasal cehalet ya da vurdumduymazlık en açık şekliyle ABD'li devlet adamları tarafından sergilenmiştir ve sergilenmeye de devam edilmektedir. ABD'nin Vietnam'da, Afganistan'da, Irak'ta, Suriye'de başlatbğı ama bitiremediği, içinden çıkmak için de amiyane bir tabirle emdiği sütün burnundan geldiği birçok savaş ör­ neği var önümüzde. Buna rağmen bazı devletler, Orta Doğu gibi bölgelerde patlak veren ya da daha doğrusu yaratılan savaşlar sayesinde nemalanmak, güç gösterisinde bu­ lunmak amacıyla emperyalist bir tutum takınarak bu savaşlara müdahil olu­ yorlar, yani savaş bataklığının içine balıklama atlıyorlar. Bu politik tutumları­ nı genellikle "dünya barışını korumak" ya da "demokrasiyi kurmak" gibi ba­ hanelerin ardına sığınarak doğruluyorlar. Bu durumda da yeryüzünde barışı sağlamak bir düşten öteye gidemiyor. AKP Türkiye'si de son yıllarda sırasıyla Irak, Suriye ve Libya'daki savaşlara şöyle ya da böyle bulaşarak savaşçı bir



Başlarken



l 21



politika izliyor. Bunun ülke içindeki sonucu ise, barış için gösterilere katılmak, dilekçe imzalamak, basın açıklaması yapmak gibi en sıradan ve en basit yurt­ taşlık pratiklerinin suç olarak kabul edilmesi oluyor. Böylece "çocuklar ölme­ sin", ''barış olsun" ya da "savaşa hayır'' diyenler, terör örgütüne yardım et­ mek, hatta terörist olmakla suçlandıklarından haklarında soruşturma açılıp yargılanıyor, işlerinden kovuluyor, hapsediliyor. Tabii bu durumda "Barış" ismini taşıyan yurttaşların tedirgin olmakta hakları var mı diye sorası geliyor insanın! Fransız Devrimi Ancien Rigime'i yıkmaya yöneldiğinden bu düzenin temel yapı taşlarından olan Kilise ile hesaplaşmaması, dinsel alanı yeniden düzen­ lemeye kalkışmaması mümkün değildi: Dolayısıyla Devrim'in aktörleri, bu konuyla yakından ilgilenmişler ve çeşitli görüşler geliştirip farklı uygulamala­ ra imza atmışlardı. Bu tarihten sonra ve halen günümüzde, bu konu kafaları kurcalamaya devam etmekte ve özellikle din-devlet ilişkisi hakkında farklı yaklaşımlar sergilenmektedir. Öyle ki iki aşırı uç yaklaşımdan birisinde din dünya işlerinden tümüyle soyutlanıp kişisel bir vicdan meselesi haline getiri­ lirken, diğerinde devlet de dahil olmak üzere toplumsal yaşamın tümü dinsel dogmalara göre biçimlendirilmektedir. Türkiye'deki AKP iktidarı, son yıllar­ da ülkeyi koşar adım bu kategoriye doğru yönlendirmektedir. Bu bağlamda izlenen "din politikasının" eğitim sistemini belirlediğini de belirtmek gerekir. Daha açıkçası eğitimin amacını, dünya üzerinde birileri özgür ve sorgulayıcı düşüncenin geliştirilmesi olarak saptarken, başkaları salt biat eden kindar ve dindar bir neslin yetiştirilmesi olarak belirlemektedir. Son olarak Fransız Devrimi'nin dünya siyasal literatürüne "armağan" etti­ ği terör kavramına kısaca değineyim. Devrim yıllarında radikal çevreler tara­ fından terör çağrısında bulunulması, bunun ardından da terörün bir devlet te­ rörü şeklinde uygulanmaya konulması, bu konu hakkında epey bir kalem oy­ natılmasına ve tartışma:lar yaşanmasına yol açmışh. Günümüz dünyasında te­ rör sözcüğünün neredeyse hiç gündemden düşmediği söylenebilir. Tabii ki bugün herhangi bir yasama meclisinde yer alan vekillerin ayağa kalkıp terö­ rün gündeme alınmasını talep etmelerini ve bunu kabul eden devlet aygıhnın da uyguladığı terörü doğrulayıp meşrulaştıran bir söylem tutturmasını dü­ şünmek bile mümkün değil. ''Terör'' (dolayısıyla "terörizm") ve buradan ha­ reketle Thermidor döneminde üretilen "terörist'' sözcükleri öylesine olumsuz bir anlam kazanmış bulunuyor ki, terörü kullanan örgütler bile terör sözcü-



22 1 Fransız



D e vri mi'nde



Siyasal Dü ş ün c e l er ve Müca d e l eler 1 78 9 -17 9 4



ğünü kullanmaktan kaçıruyor. Bununla birlikte insanlı k hiç olmadığı kadar bir terör dönemi içinde bulunuyor. Yeryüzünde terörden yakınmayan ya da işine gelmeyen her şeye terör­ terörist damgası vurmayan devlet yok gibi. Devletler, zaman zaman toplanıp teröre karşı ortak bir mücadele karan alıyorlar. Ama birçok konuda olduğu gibi burada da bir çift dil kullanıldığı görülüyor. Hangi eylemlerin terör eyle­ mi, hangi grupların terörist örgüt olarak nitelendirilmesi konusunda anlaş­ maya varılamadığından başka birisinin terör örgütü dediğine diğeri kurtuluş hareketi yaftasını yapıştırıveriyor. Aynca aralarında çeşitli anlaşmazlıklar bu­ lunan devletlerin uluslararası düzeyde birbirlerini terörist olmakla suçladıkla­ rına da şahit oluyoruz. Demek ki "devlet terörü" kavramı tümüyle tedavül­ den kalkmış değil. Tabii ki hiçbir devlet, gerek uluslararası gerek ulusal dü­ zeyde terörist bir politika güttüğünü kabul etmiyor. Ama gerçek ne? Günü­ müzde, şiddet kullanıp korku ortamı yaratarak hükmetmeye çalışan siyasal iktidarlar yok mu? Yani açıkçası, şu ya da bu şekilde devlet terörünün uygu­ landığı devletler bulunmuyor mu? Her şeyden önce her devlet, yapısı gereği şiddetle yoğrulmuştur, içinde şiddeti barındırır. Tarihçi Jean-Clement Martin, Fransız Devrimi'nde "halk, ulus, cumhuriyet" gibi kavramlara vurgu yapılarak devlet gerçeğinin gözler­ den saklandığını belirtmekte ve ardından şu cümleye yer vermektedir: "Fran­ sız Devrimi'nin kara yüreğini oluşturan şey, halkın doğal şiddetinden çok devlet yapısının temelde şiddeti içeren karakteridir." Martin'in ve onun gibi düşünen tarihçilerin böyle bir yargıda bulunmasından çok önce Max Weber, devleti ''belirli bir coğrafya üzerinde şiddeti kullanma tekelini meşru biçimde elinde bulunduran insan topluluğu" olarak tanımlamışb. Artık klasikleşen bu tanım, sosyal ve siyasal bilim alanında genel bir kabul görmektedir. Bu tanıma göre yargı ve polis-ordu aracılığıyla fiziki şiddet uygulayan devlet meşruluk çerçevesi içinde hareket etmelidir; daha açıkçası bir hukuk devleti olması, ev­ rensel hukuk ilkelerine dayanıp temel hak ve özgürlükleri güvence albna al­ ması ve tabii şiddeti iktidarını sürdürmek için değil ülkenin güvenliğini, hal­ kın esenliğini sağlamak için kullanması gerekir. Dolayısıyla şimdi gelin, günümüzde, açıkça bir despotluk ya da bir tiranlık şeklinde yapılanmış bir ülkeyi ele alın, hatta bırakın böyle bir ülkeyi, onun ye­ rine, demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biri olan (ama yeterli olma­ yan) genel ve yerel seçimlerin yapıldığı, bir parlamentonun bulunduğu, üstü-



Başlarken



1 23



ne üstlük yöneticilerin yürürlükteki rejimi demokrasi, hatta ileri ya da geliş­ miş demokrasi olarak tanımladığı bir ülke tasavvur edin. Eğer bu ülkede, te­ mel hukuk ilkeleri, insan haklan ayaklar altına alınıyorsa, erkler ayrımı orta­ dan kaldırılıyorsa, parlamento işlevsizleştirilip idari ve ekonomik kararlar, ya­ sa yapma pratiği bir tek merkezde toplanıyorsa, muhalefetin kendini ifade etme olanakları, hatta yaşama alanlan yok ediliyorsa, fiziki şiddet aygıtları tümüyle iktidar partisine bağımlı hale getiriliyorsa, fiziki şiddetten başka ma­ halle baskısı, satın alınmış, basbnlmış medya gibi yöntemlerle simgesel şiddet kullanılıyorsa, ''bizden olanlar ve olmayanlar'' mantığı doğrultusunda halk kutuplaştırılıp bölünüyor ve muhalif kişiler sırf aykırı düşüncelerinden ötürü tutuklanıp mahkum ediliyorsa, kamusal ·alanlarda haklarım aramaya kalkı­ şanlar terörist muamelesi görüyorsa, kısacası çeşitli yöntemlerle gözdağı veri­ lip korku ortamı yaratılıyor, özellikle de biat etmeyenlerin yüreklerine korku saçılıyorsa, bilin ki orada devlet terörü hüküm sürüyor demektir. Öyleyse bir ülkede devlet teröründen söz edilebilmesi için orada giyotinin bulunması şart değil! Fransız Devrimi'nde ele alınıp tartışılan tüm bu konular, görüldüğü üzere günümüzde de güncelliğini korumakta, dahası her biri ciddi sorunlar içer­ mektedir. Dolayısıyla bu sorunlara ve de iki yüzyılı aşkın bir süreçte bunlara eklemlenen yeni sorunlara bakıldığında, yalnızca şu ya da bu ülkenin değil ama tüm insanlığın bir devrime, yani özgürlük, eşitlik, kardeşlik sloganını içi boş bir slogan olmaktan kurtaracak; insan haklarının ("saygı gösterilmesinin" ötesinde) katı bir şekilde uygulanmasını sağlayacak; insanın insana tahakkü­ müne son verip sömürü ve baskı düzenini ortadan kaldıracak; Hukuk'un üs­ tünlüğünü kurup adaleti gerçekleştirecek; doğal kaynakların talanını engelle­ yip çevreyi, doğayı koruyacak, böylece insanlığın kıtlığa, susuzluğa, salgınla­ ra, pandemilere mahkum olmasının önüne geçecek; demokrasiyi, halk ege­ menliğini özgürlükçü, katılımcı ve çok sesli olacak şekilde yeniden kuracak, kısacası dünyamızı barış içinde hakça yaşanabilecek bir gezegene dönüştüre­ cek bir devrime ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır.



D EV R İ M ' İ N Ö N EM Lİ TA R İ H L E R İ



1 789 Mart



Etats Generaux için seçimler.



27-28 Nisan



6 Mayıs



Paris'in varoşlarından biri olan Faubourg Saint-Antoine'da ayaklanma. Daha sonraları Jakobenler Kulübü'ne dönüşecek olan Breton Kulübü'nün Versailles'daki ilk toplanhsı. Versailles Sarayı'nda Kral xvı. Louis'nin huzurunda Etats Generaux'nun açılış toplanhsı. Tiers-etat temsilcilerinin, diğer iki tabaka (ruhban ve soylular)



17 Haziran



temsilcilerine kendilerine kahlma çağrısında bulunması. Tiers-etat temsilcilerinin "Ulusal Meclis" adını alması.



30 Nisan 5 Mayıs



19 Haziran 20 Haziran 23 Haziran 27 Haziran



Ruhban temsilcilerinin çoğunluğunun Ulusal Meclis'e katılma kara­ n. Tiers-etat temsilcilerinin /eu de Paume andı: Anayasa yapılınca­ ya kadar her koşulda toplanma karan. Kral'ın daha önce alınmış kararları yasadışı ilan etmesi ve her tabakanın ayn toplanmasını buyurması. Kral'ın boyun eğip ruhban ile soyluları tiers-etat'ya kahlmaya davet etmesi.



28 Haziran 8 Temmuz



Kral'ın kuzeni Philippe d'Orleans'ın Ulusal Meclis başkanı se­ çilmesi. Meclis'in Paris civarındaki askeri gücün geri çekilmesini iste­



9 Temmuz



mesi. Meclis'in "Ulusal Kurucu Meclis" adını alması.



26 1 F r a n s ı z



D e v r i m i 'n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



1 1 Temmuz



Bakan Necker'in görevden alınması.



12-13 Temmuz



Paris' te halk ayaklanması.



14 Temmuz



Halkın silahlı çahşma sonrasında Bastille Kalesi'ni ele geçirme­ si. Paris Belediyesi'nin yeniden yapılandırılması: Tiers-etat temsil­ cisi Bailly'nin Belediye Başkanı, La Fayette'in Ulusal Muhafızlar Komutanı olması. Taşrada belediyelerin el değiştirmesi.



15 Temmuz



·



15 Temmuz ve sonrası 16 Temmuz



Necker'in yeniden göreve getirilmesi.



4-1 1 Ağustos



Kral'ın, Paris'te Bailly'den Devrim'in simgesi olan üç renkli (mavi-beyaz-kırmızı) kokarh alması. Başta Kral'ın küçük kardeşi Artois Kontu olmak üzere büyük soyluların Fransa'yı terk etmesi. Taşrada "Büyük Korku"nun başlangıcı: Soyluların tuttuğu haydut sürülerinin varlığından kuşkulanarak silahlanan köylü­ lerin şatolara saldırması. Paris Valisi Berthier de Sauvigny'nin ve kayınpederi Maliye Genel Kontrolörü Foulon de Doue'nin halk tarafından linç edilmesi. Feodalizme son verilip ayrıcalıkların kaldırılması.



26 Ağustos



İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirisi'nin kabulü.



16 Eylül



Marat'nın L'Ami du Peuple adlı gazetesinin ilk sayısı.



24 Eylül



Protestanlara yurttaşlık hakkının tanınması.



1 Ekim



21 Ekim



Versailles Sarayı'nda Flandres alayı subaylarının ağırlanması. Kral ve Kraliçe'nin kahldığı toplanh sırasında üç renkli kokar­ hn çiğnenmesi. Kadınların Versailles' a yürümeleri. Kral ve ailesinin Paris' e, Tuileries Sarayı'na götürülmesi. XVI. Louis'nin İspanya Kralı iV. Carlos'a mektubu: 15 Tem­ muz' dan sonraki beyanlarının ve imzalarının geçersiz olduğu­ nu açıklaması. Paris'te fırıncı François'nın halk ayaklanmasında linç edilmesi.



21 Ekim



Sıkıyönetim Yasası'nın kabulü.



22 Ekim



Aktif yurttaş-pasif yurttaş ayrımının kabulü.



1 7 Temmuz 17 Temmuz 20 Temmuz



22 Temmuz



5-6 Ekim 12 Ekim



D e v r i m ' i n Ö n e m l i Tar i h l e r i



2 Kasım



Jakobenler Kulübü adıyla bilinen Anayasa Dostları Deme­ ği'nin Paris'te bir Dominiken manashrında kurulması. Kilise mülklerinin ulusun hizmetine sunulması.



7 Kasım



Temsilcilerin bakan olamayacağı karan.



14 Aralık



Kilise mülklerinin garanti olarak gösterildiği assignat adında devlet bonolarının çıkarılması. Meclisin Yahudilere yurttaşlık hakkını tanımayı reddetmesi.



Ekim sonu



23 Aralık



1 27



1 790



Ocak 15 0cak



Yerel seçimler.



2 Şubat 13 Şubat



İki Cinsiyetten Vatanseverlerin Kardeşlik Demeği'nin kurul­ ması. Manastır yemininin yasaklanması.



19 Şubat



Kral'ı kaçırma girişimi nedeniyle Favras Markisi'nin idamı.



8 Mart



Köleliğin kaldırılmasının reddedilmesi.



24 Mart



Yüksek yargı organlan olan parlamentoların kaldırılması.



31 Mart



Robespierre'in Jakobenler Kulübü başkanlığına seçilmesi.



Nisan-Haziran



Fransa'nın güney bahsında dinsel çatışmalar.



27 Nisan



Cordelierler Kulübü adıyla bilinen İnsan ve Yurttaş Haklan Dostları Demeği'nin kurulması. Paris'in devrimci komiteleri bulunan 48 idari semte (section) bölünmesi. Soya dayalı tüm aristokratik unvanların ve isimlerin kaldırılması. Din adamlarını devletin maaşlı memuru haline getiren Ruhba­ nın Sivil Yapılanması Yasası'nın kabulü. Paris'te Federasyon (Birlik) Bayramı'nın kutlanması.



21 Mayıs 19 Haziran 12 Temmuz 14 Temmuz 16-24 Ağustos 27 Ağustos 21 Ekim Kasım



İdari düzenleme: Fransa'!tın 83 vilayete bölünmesi.







Yargı reformu: Yargıçların seçimle belirlenmesi ve ağır ceza mahkemelerinde jüri sisteminin uygulanması. Assignat'nın kağıt paraya dönüştürülmesi. Üç renkli bayrağın Fransa'nın resmi bayrağı olarak kabul edilmesi. Saint-Domingue' de özgür melezlerin isyanı.



28 1 Fra n s ı z



D e v r i m i 'n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



27 Kasım 3 Aralık



Devlet görevlilerine, dolayısıyla din adamlarına yasalara ve anayasaya yemin etme zorunluluğunun getirilmesi. XVI. Louis'nin yolladığı mektupta Prusya Kralı'ndan silahlı yardım talebinde bulunm ası.



1 79 1



Ocak-Şubat 19 Şubat



Din adamlarının Ruhbanın Sivil Yapılanması Yasası'na yemin edenler ve etmeyenler şeklinde ikiye ayrılması. Kral'ın teyzelerinin Fransa' dan ayrılması.



11 Haziran



Korporasyonların, loncaların kaldırılması. Papalığın Ruhbanın Sivil Yapılanması Yasası'nı mahkum et­ mesi. Bu fermanını 13 Nisan' da tekrarlaması. Mirabeau'nuri ölümü. Naaşının 4 Nisan' da Pantheon'a taşın­ ması. Kral ve ailesinin Paskalya için Saint-Cloud'ya gitmesinin en­ gellenmesi. Robespierre'in önerisi üzerine Kurucu Meclis üyelerinin bir sonraki meclise seçilememeleri karan. Voltaire'in kemiklerinin Pantheon'a taşınması.



14 Haziran



Sendikaları yasaklayan Le Chapelier Yasası.



20-21 Haziran 25 Haziran



Kral ve ailesinin Paris'ten başarısız kaçışları. Kral' ın büyük kardeşinin kaçıp Fransa'yı terk etmesi. Varennes' de yakalanan Kral ve ailesinin Paris'e geri dönüşü.



1 Temmuz



Cumhuriyetçi bir akımın ortaya çıkması.



9 Temmuz



Bir ay içinde ülkeye geri dönmeyen göçmenlere çeşitli cezai yaphnmlar uygulanması kararı. Meclis'in XVI. Louis'yi tahtta tutma kararı.



2 Mart lO Mart 2 Nisan 18 Nisan Mayıs



16 Temmuz



S Ağustos



Ilımlıların Jakobenler Kulübü'nden ayrılması ve Feuillantlar Kulübü'nü kurması. Ulusal Muhafızların Champ-de-Mars'ta toplanmış olan halkın üzerine ateş açıp bir katliam gerçekleştirmesi. 25 Temmuz'a kadar sürecek sıkıyönetim ilanı. Cumhuriyetçi ve "demokratik" hareket üzerinde baskı uygu­ lanması. Kurucu Meclis'in "cihanda barış" ilanı.



22-23 Ağustos



Saint-Domingue' de kölelerin silahlı ayaklanması.



16 T-emmuz 17 Temmuz



Temmuz sonu



D e v r i m ' i n Ö ne m l i Tar i h le r i



1 29



3 Eylül



Avusturya ile Prusya monarklarının Saksonya' da Pillnitz Şato­ su'nda toplanıp devrimci Fransa'yı tehdit eden bir bildiri im­ zalamaları. Kurucu Meclis'in 1 791 Anayasası'nı kabulü.



Eylül boyunca



Yasama Meclisi için genel seçimlerin yapılması.



13 Eylül



Anayasa'mn Kral tarafından onaylanarak ilan edilmesi.



14 Eylül



Meclis'in genel af ilam.



14 Eylül



Avignon ile Venaissin Kontluğu'nun Fransa�ya kahlması.



27 Eylül



Bütün Yahudilere yurttaşlık hakkının tanınması.



28 Eylül



Köleliğin kaldırılması. (Sömürgelerde varlığı sürmektedir.)



1 Ekim



Yasama Meclisi'nin açılışı.



31 Ekim



Kral'ın büyük kardeşi Provence Kontu'na ülkeye geri dönme çağrısı. Bu çağrıya uymadığı takdirde tahttaki haklarım yitire­ ceğine ilişkin yasa. İki ay içinde ülkeye geri dönmeyen göçmenlere karşı yeni ce­ zalar öngören yasa. Kral'ın önceki iki yasayı veto etmesi.



27 Ağustos



9 Kasım 11 Kasım 14 Kasım



La Fayette'e karşı Petion'un Paris Belediye Başkanı seçilmesi.



29 Kasım



Yeminsiz papazlara karşı çeşitli cezalar öngören yasa.



Aralık



Savaş konusunda tarhşmalann başlaması.



7 Aralık



Feuillantlardan oluşan bakanlar kabinesi.



19 Aralık



Yeminsiz papazlara ilişkin yasanın Kral tarafından veto edil­ mesi.



1 792



23 0cak



Paris'te yiyecek sıkınhsı nedeniyle kargaşaların başlaması.



9 Şubat



Göçmenlerin gelirlerine el konması.



3 Mart 24 Mart



Etampes' ta halkın ekmek fiyahnın belirlenmesi isteğine karşı çıkan Belediye Başkanı Simonneau'nun öldürülmesi. Jirondenlerin yer aldığı bakanlar kabinesi.



20 Nisan



Macaristan ve Bohemya Kralı'na savaş ilan edilmesi.



25 Nisan



İlk defa giyotinle bir idamın gerçekleştirilmesi.



28-29 Nisan



Cephedeki ilk bozgun. General Theobald Dillon'un askerleri tarafından öldürülmesi.



30 1 F r a n s ı z



Devrimi 'nd e



S i.y a. s a l



D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



5 Mayıs



Gönüllülerin askere alınması.



16 Mayıs



La Fayette'in cephede Avusturyalılar ile gizlice görüşmesi.



27 Mayıs



Yeminsiz papazları sınır dışı eden yasa.



29 Mayıs



Kral'ın Muhafız Birliğinin dağıtılmasına ilişkin yasa.



4 Haziran



13 Haziran



Paris çevresinde 20.000 kişilik (taşradan gelen Ulusal Muhafızlar­ dan oluşmuş) Federeler ordusu kurulmasına ilişkin yasa Kral'ın yeminsiz papazlar ile Federeler ordusuna ilişkin yasaları ve­ to etmesi. Jironden bakanların görevden alınması.



16 Haziran



La Fayette' in Jakobenleri suçlayan mektubunu Meclis'e yollaması.



20 Haziran 27 Haziran



Halkın Tuileries Sarayı'nı basıp Kral' dan vetoları geri çekmesini is­ teınesi. La Fayette'in Paris'e gelip Meclis'te tehditler savurması.



lO Temmuz



Birçok bakanın Kral'a istifasını sunması.



11 Temmuz



Meclis'in "Vatan tehlikede" kararını alması.



15 Temmuz 17 Temmuz



Cordelierler Kulübü'nün bir Konvansiyon' un toplanmasına ilişkin bildirisi. Paris'teki Federelerin Kral'ın tahttan alınması talebi.



27 Temmuz



Göçmenlerin mal mülküne el konmasına ilişkin yasa.



3 Ağustos



Paris'teki 48 section' dan 47 sinin XVI. Louis'nin tahttan alınmasını isteınesi. Avusturya-Prusya ordusu komutanı Brunswick Dükü'nün Paris'i yakıp yıkmakla tehdit eden bildirisinin duyulması. Section delegelerinden oluşan ''Devrimci Komün"ün kurulması.



4 ve 11 Haziran



4 Ağustos 9 Ağustos lO Ağustos lO Ağustos 11 Ağustos 14-19 Ağustos 16 Ağustos 17 Ağustos



Tuileries'nin silahlı bir çabşma sonucu ele geçirilmesi ve Kral ile ai­ lesinin tutuklanmasıyla krallığın fiilen son bulınasL Bir Ulusal Konvansiyon oluşturma karan. Aktif yurttaş-pasif yurttaş ayrımına son verilip genel oy hakkının kabul edilmesi. La Fayette'in ordusunu Paris üzerine yürütmeye yönelik başarısız girişimi ve Meclis tarafından hain olarak ilan edilmesi. Kamusal alanda ayin ve dinsel giysi yasağı. Tuileries'yi koruyanları yargılayacak olağanüstü bir mahkemenin kurulması karan.



D e v r i m ' i n Ö ne m l i Tar i h le r i



1 31



23 Ağustos



Prusyalıların Longwy'yi işgal etmeleri.



25 Ağustos



Belgeleri olmayan feodal haklann tazminatsız ilgası.



26 Ağustos



On beş gün içinde yemin etmeyen papazlara



2 Eylül



Konvansiyon için seçimlerin başlangıa. Verdun'ün Prusyalılara tes­



sürgün cezası.



lim



2-6 Eylül



olması. Paris'te (ardından taşrada) hapishane katliamları.



4 Eylül



Ordunun ihtiyaanı karşılamak için tahıllara el koyma karan



20 Eylül



Medeni yasalarda laiklik. Yasama Meclisi'nin sona ermesi



20 Eylül



Konvansiyon'un ilk toplanbsı.



20 Eylül



Prusya ordusunun Valınf de durdurulup geri püskürtülmesi



21 Eylül



Krallığın ilgası. Cumhuriyet'in "Birinci Yılı" karan.



25 Eylül



"Bir ve bölünmez Cumhuriyet'' in ilanı.



29 Eylül



Fransız ordusunun Nice'i işgal etmesi.



12 Ekim



Jironden Brissot'nun Jakobenler Kulübü'nden ihraç edilmesi.



21 Ekim



Fransız ordusunun Mainz' e, ardından da Frankfurt' a girmesi.



6 Kasım 20 Kasım



Dumouriez komutasındaki Fransız ordusunun Jemmapes zafe­ ri; ardından Belçika'nın işgali. İçişleri Bakanı Roland'ın Tuileries'de Kral'ın gizli yazışmaları­



27 Kasım



nı içeren bir kasanın bulunduğunu Konvansiyon' a açıklaması. Savoie bölgesinin Fransa'ya bağlanması.



11 Aralık



XVI .



19 Aralık



Saint-Just'ün Jakobenler Kulübü başkanlığına seçilmesi.



Louis'nin Konvansiyon' da yargılanmasına başlanması.



1 793



20 Ocak 21 Ocak



Jakoben Kulübü üyesi vekil Lepeletier'nin bir suikast sonucu öldürülmesi. XVI Louis'nin giyotinle idam edilmesi.



31 Ocak



Nice'in Fransa'ya bağlanması.



1 Şubat



Fransa'nın İngiltere ve Hollanda'ya savaş ilan etmesi.



25-27 Şubat



Sabun ve şeker sıkınbsı nedeniyle Paris' te karışıklıklar.



7 Mart



Fransa'nın İ spanya'ya savaş ilan etmesi.



.



32 1 F r a n s ı z



D e v r i m i ·n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r v e M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



9 Mart



Jironden yayınevlerine saldın.



lO Mart



Devrim Mahkemesi'nin kuruluşu.



11 Mart



Vendee isyanının başlangıcı.



18 Mart



Toprak reformu öneren herkese ölüm cezası öngören yasa.



18 Mart



Dumouriez komutasındaki Fransız ordusunun Neerwinden yenilgisi. Her belediyede ve her section' da daha sonralan Devrimci Ko­ mite adını alacak olan bir Gözetim Komitesi'nin kurulması.



21 Mart 29 Mart



Basın özgürlüğünü sınırlayan yasa.



3-5 Nisan 3 Nisan



Vatan haini ilan edilen Dumouriez'nin Avusturyalılara sığın­ ması. Üç renkli kokart takma zorunluluğu.



6 Nisan



Danton'un yer aldığı Kamu Esenlik Komitesi'nin kuruluşu.



10 Nisan



Yurttaşlığa aykırı davranan kişileri ihbar etme yükümlülüğü.



24 Nisan 4 Mayıs



Jirondenler tarafından suçlanan Marat'nın Devrim Mahkeme­ si'nde aklanması. Tahıl ve un için tavan fiyat (Maksimum Yasası) uygıılaması.



lO Mayıs



Devrimci Cumhuriyetçi Kadın Yurttaşlar Demeği'nin kurulu­



18 Mayıs



şu. Yiyecek kıtlığı nedeniyle Paris'te gösteriler.



20 Mayıs



Zenginlerden alınacak bir milyarlık zoraki istikraz.



29 Mayıs



Lyon'da Jironden silahlı ayaklanması. Belediye Başkanı Chalier ile arkadaşlarının tutuklanması. Konvansiyon önünde Jironden vekillere karşı halk gösterisi.



31 Mayıs 2 Haziran



6 Haziran



Silahlı halk ayaklanması sonucunda Konvansiyon' un Jironden 27 vekil ile iki bakanın tutuklanması kararını alması. Sonraki günlerde vilayetlerin büyük bölümünün Paris' e başkaldırması. Göçmenlere ait toprakların küçük parçalar halinde sablması karan. 75 vekilin Jirondenlerin tutuklanmasını protesto etmesi.



10 Haziran



Köy ortak toprağının isteğe bağlı olarak paylaşbnlması.



19 Haziran



Vendee isyancı ordusunun Angers'yi ele geçirmesi.



24 Haziran



1 793 Anayasası'nın halkoylamasıyla kabulü.



3 Haziran



D e v r i m ' i n Ö ne m l i T a r i h l e r i



27 Haziran



Paris Borsası'nın kapablması.



28 Haziran



Konvansiyon'un çeşitli sosyal yardım kararları.



29 Haziran



Vendee isyancı ordusunun Nantes önündeki yenilgisi.



30 Haziran



12 Temmuz



Jakobenlerin Kudurmuşlar hareketine karşı saldırısı sonucun­ da Jacques Roux ile Leclerc'in Cordelierler Kulübü'nden ihraç edilmesi. Kamu Esenlik Komitesi'nin yenilenmesi: Danton'un ayrılması ve Jakoben üyeler Saint-Just ile Couthon'un komiteye girmesi. Toulon'un kralcı isyancıların eline geçmesi.



13 Temmuz



Marat'nın Charlotte Cor�ay tarafından öldürülmesi.



16 Temmuz



Chalier'nin isyancılar tarafından Lyon'da idam edilmesi.



17 Temmuz



Feodal düzenin tazminat olmaksızın kaldırılması.



23 Temmuz



Prusya ordusunun Mainz'ı Fransızlardan geri alması.



26 Temmuz



Karaborsacılara ve istifçilere ölüm cezası.



27 Temmuz



Robespierre'in Kamu Esenlik Komitesi'ne girmesi.



2 Ağustos



Tiyatrolar için " sansür" yasası.



8 Ağustos



Ordunun Lyon'u kuşatması.



23 Ağustos



Genel seferberlik ilanı.



25 Ağustos



Ordunun Marsilya' daki isyanı basbrması.



27 Ağustos



Kralcıların Toulon'u İngilizlere teslim etmesi.



29 Ağustos



Sonthonax'ın Saint-Domingue'de köleliği kaldırması.



5 Eylül



Terörün gündeme alınması. Paris'te Devrimci Ordu'nun ku­ rulması.



5 Eylül



Jacques Roux'nun tutuklanması.



6-8 Eylül



Fransız ordusunun Hondschoote zaferi.



11 Eylül



Tahıl ve un için yeni Maksimum Yasası.



17 Eylül



Şüpheliler Yasası.



21 Eylül



Marat'nın naaşının Pantheon' a yerleştirilmesi.



21 Eylül



Kadınlar için de üç renkli kokart taşıma zorunluluğu.



22 Eylül



Hıristiyansızlaşbrma hareketinin başlangıcı.



lO Temmuz



l 33



34 1 F ra n s ı z



D e v r i m i 'n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r v e M ü c a d e l e l e r 1. 7 8 9 - 1 7 9 4



29 Eylül



Temel gıda maddeleri ve ücretler için genel Maksimum Yasası.



S Ekim



Devrim takviminin kabulü.



9 Ekim



Ordunun Lyon'u geri alınası; kanlı misillemelerin başlaması.



10 Ekim 16 Ekim



Konvansiyon'un 1793 Anayasası'm askıya alıp D�vrirnci Yöne­ tim düzenini ilan etmesi. Fransız ordusunun Avusturyalılara karşı Wattignies zaferi.



16 Ekim



Eski Kraliçe Marie-Antoinette'in idamı.



30 Ekim



Tüm kadın derneklerinin kapahlrnası.



31 Ekim



21 Jironden vekilin idamı.



1 Kasım 2 Kasım



Resmi yazışmalar da dahil olmak üzere "sen" diye hitap etme zorunluluğu. Evlilik dışı çocukların mirastan eşit pay alması.



8 Kasım



Madam Roland'ın idamı.



10 Kasım



Paris Notre-Darne katedralinde Akıl Kültü Bayramı.



13 Kasım



Vendee isyancı ordusunun Granville önündeki yenilgisi.



21 Kasım



Robespierre'in Hıristiyansızlaşhrma hareketine karşı çıkışı.



23 Kasım



Paris Kornünü'nün din özgürlüğünü ortadan kaldırması.



4 Aralık



Devrimci Yönetirn'in hukuksal yapılanması.



6 Aralık



Konvansiyon'un din özgürlüğünü yasal güvence alhna alınası.



12 Aralık



Vendee isyancı ordusunun Le Mans'da bozguna uğraması.



19 Aralık



Fransız ordusunun Toulon'u geri alması.



23 Aralık



Vendee isyancı ordusunun Savenay' deki bozgunu.



1 794



4 Şubat



General Turreau'nun "Cehennem Tugayları"run Vendee'de te­ rör estirmeye başlaması. Cordelierler Kulübü'nün İnsan Hakları Bildirisi'ni bir şalla örtmesi. Konvansiyon'un sömürgelerde köleliği kaldırması.



10 Şubat



Jacques Roux'nun hapishanede intiharı.



21 Şubat



Genel tavan fiyat listesinin ilanı.



1 7 0cak 31 Ocak



De v r i m ' i n Ö n e m l i T a r i h l eri



26 Şubat



l 35



Saint-Just'ün raporu üzerine Konvansiyon'un, şüphelilerin mal mülklerine el koyma kararı.



3 Mart



El konulacak mal mülkün yoksullara dağıtılması karan.



13 Mart 17 Mart



Hebertistlerin (Hebert, Vincent, Momoro, Ronsin vb.) tutuk­ lanması. Komün temsilci-vekili Chaumette'in tutuklanması.



24 Mart



Hebertistlerin idamı.



27 Mart 30 Mart 1 Nisan



Devrimci Ordu'nun lağvedilmesi ve section halk derneklerinin kapatılması. Dantoncuların (Danton,. Desmoulins, Philippeaux vb.) tutuk­ lanması. Kamu Esenlik Komitesi'nde bir Polis Bürosunun kurulması.



2 Nisan



Bakanlıkların kaldırılıp yerlerine Yürütme Komisyonlan'nın kurulması.



5 Nisan



Dantoncuların idamı.



13 Nisan



Hebert ile Desmoulins'in dul eşlerinin ve Chaumette'in idamı.



14 Nisan 15 Nisan



Jean-Jacques Rousseau'nun kemiklerinin Pantheon'a taşınması karan. Yabancılara ve soylulara Paris'te, kıyı kentlerinde ve savaş



19 Nisan



bölgelerinde ikamet etme yasağı. Taşradaki görevli temsilcilerin Konvansiyon'a geri çağrılması.



7 Mayıs



Yüce Varlık Kültü Yasası.



8 Mayıs



Taşradaki devrim mahkemelerinin kapatılması.



10 Mayıs



Paris Belediye Başkanı Pache'ın tutuklanması.



11 Mayıs



Muhtaç ğurumdaki yurttaşlara devletin yardım etmesine iliş­



22-23 Mayıs



kin yasa. Collot d'Herbois ile Robespierre'e suikast teşebbüsü.



4 Haziran



Robespierre'in oybirliğiyle Konvansiyon Başkanı seçilmesi.



6 Haziran



Fouche'nin Jakobenler Kulübü Başkanı seçilmesi.



8 Haziran



Ypce Varlık Bayramı.



10 Haziran



Devrim Mahkemesi'ni yeniden düzenleyen yasa.



17 Haziran



Suikastçıların 52 kişiyle birlikte idamı.



36 1 F ra n s ı z



D e vr i m i 'n d e



S i y asal D ü ş ü n celer v e Mücadeleler 1 7 8 9 - 1 7 9 4



2 6 Haziran



Fransız ordusunun Belçika' daki Fleurus zaferi.



S Temmuz



Paris Komünü'nün ücretler için yeni tavan fiyat belirlemesi.



8 Temmuz



Fransız ordusunun Brüksel' e girmesi.



14 Temmuz



Fouche'nin Jakobenler Kulübü'nden ihracı.



23 Temmuz



Paris Komünü'nün ücretleri düşüren Maksimum karan.



26 Temmuz



Robespierre'in Konvansiyon'daki ve Jakobenler Kulübü'ndeki son konuşması. Robespierre, kardeşi, Saint-Just, Couthon ve Lebas'nın Kon­ vansiyon tarafından tutuklanmaları ve kaçmalarının ardından yasadışı ilan edilmeleri. Yakalanan Robespierre ve yandaşlarının idamı.



27 Temmuz



28 Temmuz



1



Y E N İ D ÜZEN E G EÇ İ Ş Fransa Krallığı, 1788 yılı gelip çatbğında çok ciddi bir mali krizle karşı karşı­ yaydı. Tam takır kalan devlet hazinesinin doldurulması gerekiyordu, bunun tek yolu ise yeni vergiler koymaktan ya da daha doğrusu o güne dek çeşitli vergilerden muaf tutulmuş olan soyluları ve ruhbanı vergiye bağlamaktan geçiyordu. Ancak bu yöndeki girişimler başarısız olmuş, 1787' de toplanan Saygınlar Meclisi yeni vergi konusunda ikna edilememiş, yüksek yargı organ­ ları olan parlement1ar (parlamentolar) ise, başta Paris parlement'ı olmak üzere, ayrıcalıklıları vergi yükümlüsü kılacak bir yasanın krallığın "anayasasına" aykırı olduğunu açıklayıp böyle geniş kapsamlı bir yeniliğin ancak toplumsal tabakaların genel meclisi olan Etats Generaux' da karara bağlanabileceğine hükmetmişti. Bu durum karşısında Kral XVI . Louis, Ağustos 1788'de, 1614 yılından beri toplanmayan Etats Generaux'nun 1 Mayıs 1789' da toplanacağını ilan etmek zo­ runda kaldı. Bir bakıma devrim ateşinin kıvılcımını çakan bu kararın ardın­ dan Fransa, aylar sürecek çok ateşli bir "hazırlık dönemi" içine girdi. Bu dö­ nem boyunca, bir yandan özellikle kötü hasat nedeniyle ekonomik sorunlar büyüyor ve toplumsal huzursuzluk artıyor, öte yandan "krallığın bütün eği­ timli kişilerinden yapılacak Etats Generaux toplantısına ilişkin görüşlerini ve bilgilerini sunmalarını" isteyen bir krallık kararnamesi doğrultusunda çeşitli düşünceler içeren çok sayıda kitap, broşür (risale), makale yayımlanıyor ve ülkenin dört bir yanında seçmenlerin hem yakınmalarını hem isteklerini dile getiren "dilek defterleri" (cahiers de doleance) kaleme alınıyordu. Üç toplumsal tabakada ayn ayrı yapılan seçimler sonucunda her tabaka için saptanmış kon­ tenjan doğrultusunda temsilciler belirlendi ve Etats Generaux 5 Mayıs 1789'da



Y e n i D ü z e n e G e ç· i ş



1 39



Versailles (Versay) Sarayı'nda açılışını yapb. Devrim'in bu ilk meclisinde din adamları tabakası 291, soylular tabakası 270 ve tiers-etat tabakası 578 üyeyle temsil edilmekteydi. Din adamları ile soyluların dışındaki tüm toplumsal sınıfları bünyesinde . barındıran tiers-etarnın büyük çoğunluğu burjuvalardan oluşan temsilcileri, Etats Generaux ya sadece yeni vergileri onaylamak amacıyla gelmemişlerdi. Çok daha kapsamlı bir amaç güdüyorlardı. Ancien Regime (Eski Düzen) olarak adlandırdıkları feodalizmle yoğrulmuş mutlak monarşiye son vermek ve Fransa'yı sosyo-politik bakımdan yeniden yapılandırmak istiyorlardı. Zaten Sieyes, henüz Ocak 1789'da yayımladığı Qu'est-ce que le Tiers-itat? (Üçüncü Tabaka Nedir?) başlıklı küçük kitabıyla, yüksek ruhbanın ve aristokrasinin desteklediği krallık iktidarına karşı mücadeleye girişmekten kaçınmayan tiers etat temsilcilerine izlemeleri gereken yol haritasını ve hedefleri sunmuştu: Kendi deyişiyle ''hiçbir şey olan, ama her şey olmak isteyen" tiers-etat, gerçek­ te "ulusun ta kendisi olduğundan", feodalizmin çağnşbrdığı tüm ayrıcalıkları ortadan kaldırmalı, gerekirse kendi başına ulusal meclisi oluşturmalı ve ulus egemenliği temeli üzerine kurulu yepyeni bir anayasa yapmalıydı. '



­



A- ULUSAL ME CLİ S ' TEN ULUS EGEMENLİ G İ N E Tiers-etat temsilcileri, 5 Mayıs'ın hemen ardından Etats Generaux'nun işleyiş biçimine, yani tüm üyelerin ayn tabaka meclisleri şeklinde toplanmasına ve oylamaların kişi başına değil de tabakalara göre yapılmasına karşı çıkblar. Birbiriyle iç içe geçmiş olan bu iki konu, herkes için hayati bir önem taşıyordu. Çünkü eski sistemde ısrar edilmesi durumunda, soylular ve ruhban, tiers etarya karşı 2'ye 1 üstünlük sağlayarak her türlü yeniliğin önünü bkama im­ kanına sahip oluyorlardı. Oysa kişi başına oylama kabul edildiği takdirde, 578 üyesiyle çoğunluğu elinde bulunduran tiers-etarnın önü açılacak, programını ayrıcalıklılara dayatabilecekti. Bu nedenle tiers-etat temsilcileri, diğer iki taba­ kanın temsilcilerine kendilerine katılıp tek çab albnda toplanmaları çağrısında bulundular ve bu çağrıyı birkaç kez tekrarladılar. Birkaç küçük din adamı dı­ şında diğer vekillerden ol1:1ffiSUZ yanıt alınca da "saldırıya" geçtiler. ­



40 1 F r a n s ı z



D e v r i m i 'n d e



S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r v e M üc a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



Bu saldın, tiers-ttarrun 15-17 Haziran oturumlannda somutlaşb. Bir bakı­ ma Etats Generaux' ya son verip yeni bir meclis şeklinde yapılanmaya yönelen tiers-etat temsilcileri, üç gün boyunca, yeni meclise verilecek isim konusunda uzun tarbşmalara giriştiler. Sorun çok önemliydi, hatta belirleyici bir nitelik taşıyordu. Temsilciler, otoritelerini dayatma iradesi ile yetkilerini aşma, dahası seçmenlerinin dileklerine aykırı düşme endişesi arasında duraksıyorlardı. Ay­ nca olası bir radikal karann alınması durumunda krallığın sert bir tepki gös­ termesi riskinin bulunması da tereddütlerini yoğunlaşhnyordu. Meclisin adı­ na ilişkin öneriler getiren (her ikisi de tiers-etarrun temsilcisi olan) rahip Sieyes ile Kont Mirabeau, konuşmalannda olabildiğince temkinliydiler, ama önerileri kabul görmedi. Buna karşılık adı sanı duyulmamış ve o güne dek ağzım aç­ mamış olan Legrand'ın1 ortaya attığı ''Ulusal Meclis" önerisi, büyük çoğurılu­ ğun oylarım toplamayı başardı. Ayrıca bu oturumlarda Sieyes, Mirabeau ve Bergasse gibi konuşmacılar, düzenin değiştirilmesinin ve bu amaçla da yasa­ ma düzeyinde yeni bir yapılanmamn gerçekleştirilmesinin gerekliliğini savu­ narak, tiers-etat temsilcilerinin büyük çoğurıluğunun duygularına tercüman oldular.



1 5 - 1 7 H AZ İ R A N ' D A Y A P I LA N K O N U Ş M A LA R : 2 Sİ EYES Temsilci3 seçi m leri onaylandığına [mazbatalar verildiğine]4 göre, hiç zaman kaybetmeden Mecl is' i n oluşturulmasıyla i lgilenmek gerekir. Onaylanmanın



1 Jerome Legrand (1746-1817), Etats Generaux'ya seçilmiş olan b ir avukatbr. Terör döne­ minde kendi köşesine çekilmiş, Thennidor sonrasında siyasal yaşa mına devam etmiştir. 2 Oıaussinand-Nogaret, 2006, s. 13-17. (Burada olduğu gibi bundan sonraki dipnotlarda



da, alınbların yapıldığı kitapların ya da yazıların künyesi belirtilmemekte, doğrudan Kay­



nakça'ya göndermede bulunulmaktadır.) 3 Devrim'in aktörleri, günümüz Türkçesinde genellikle milletvekili olarak adlandırılan



Ulusal Meclis üyeleri için değişik sözcükler kullaruyorlardı. Şu ya da bu sözcüğün kullanımı, bazen gelişigüzel bir biçimde oluyor, ama bazen de belli bir siyasal görüşü yansıtmayı amaç­ lıyordu. Bu nedenle çeviri metinlerinde bu değişik sözcükleri farklı Türkçe kavramlarla kar­ şılamayı yeğledim. Daha açıkçası kitap boyunca, ıtepute sözcüğünü mebus, representant ve



deligui sözcüklerini temsilci ve mandataire sözcüğünü de vekil olarak çevirdim. Kendi yazıla­ nında ise milletvekili kavramına yer vermeyip temsilci ya da vekil kavramlarım kullandım.



Yeni



D ü ze n e Geçiş



1 41



sonuçları itibarıyla bu Meclis' i n doğruda n doğruya u l usun en az %96'sı tara­ fı ndan yol lanmış temsilcilerden oluştuğu aşika rdır. Bu denli çok sayıda me­ bus, bi rkaç seçi m bölgesinin ya da bazı yurttaş sınıfları nın mebuslarının ek­ sikliği nedeniyle etkisiz kı lınamaz. Çünkü davet edilmiş ama bu davete icap etmemiş olan eksik mebuslar5, burada bul unanların kendi lerine ait olan yet­ kilerin tamamını kullanmalarını kesinlikle engelleyemezler; özell ikle de bu yetki lerin kullanımı zorunlu ve acil bir görev ise. Da hası, u l usa l dileği ol uş­ turmak sadece onaylanmış temsi lcilere ait olduğundan ve onaylanmış tüm temsilciler bu Meclis'te bulunduğundan, ulusun genel i radesini yorumlayıp ortaya koymanın bu Meclis'e, sadece pu Meclis'e ait old uğu sonucuna var­ mak da kaçı nıl mazdır. Öyle olduğu varsayılan bir başka mebuslar Kamarası, bu Meclis' i n oturumlarının gücünden hiçbir şey eksiltemez. Son olarak, Ta ht ile Mecl is a rasında hiçbir veto, hiçbir aracı iktidar bul u na maz. Dolayısıyla Meclis, ulusal yapılanmanın ortak eseri ni [Anayasa'yı] hazır­ lamaya bura da buluna n mebuslar tarafı ndan hiç zaman kaybetmeden baş­ lanabileceği ne ve başlanması gerektiğine ve de mebusların bu işi hiçbir en­ gelle karşılaşmadan aralıksız sürd ü rmelerine karar vermiştir. Bu koşullarda Mecl is'e en uygun olan adlandırma, "Fransız U l usu n u n Kabul Edilmiş ve Onaylanmış Temsilcilerinin Meclisi" adlandırmasıdır; burada bulunmayan mebusları bağrında toplama umudunu yitirmediği sürece Meclis'in benim­ seyebileceği



tek adland ı rma



bud ur.



Meclis,



eksi k



mebusları



Etats



Generaux' n u n toplantılarına katı lma gerekli l iğini yerine getirmeleri için hem bireysel hem kolektif olarak çağırmakta n vazgeçmeyece kti r. E ksik mebusla r açılacak oturuma herhangi bir a nda katı l ı rlarsa, Mecl is, onları sevinçle ka bul edeceğini ve seçi m leri ni onayladıktan [mazbataları n ı verdikten] son ra onlar­ la birlikte Fransa' n ı n yeniden canlandırılması nı6 sağlayaca k büyük işlere giri­ şeceğini şimdiden ilan eder.



4 Çeviri metinlerindeki köşeli parantezler içinde yer alan sözler-yazılar bana



aittir. tiers-etat



5 "Davet edilmiş ama bu davete icap etmemiş olan eksik mebuslar" deyimiyle,



temsilcilerinin meclisine kablmaları çağrısında bulunulmuş, ama bu daveti geri çevirmiş olan diğer iki tabakanın temsilcileri kastedilmektedir. 6



Devrim döneminde, farklı siyasal eğilimler taşıyan tilin aktörlerin sık sık kullanmayı



tercih ettikleri regeneration ismi "yeniden canlandırma" ' regenerer fiili "yeniden canlandır-



42 1 F r a n s ı z



D e v r i m i ' n d e S i y a sal D ü ş ü n c e l er ve M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



M İ R A B EA U Bayla r7; buradaki herkes, bugün ateşli bir söylevle bizi aşırı kara rlar almaya yönlendirmeni n ne kadar kolay olduğunun farkı ndadır. Hakları n ız öylesi ne a paçı k, talepleriniz öylesine basit ve diğer iki tabaka n ı n uygu lamaları öylesi­ ne haksız ve ilkeleri öylesi ne anlamsızdır ki, bu ta bakalarla uzlaşmanız ka­ m uoyunun beklentisin i n çok a ltında kalaca ktır. Kral'ın8 kendisinin bile Fransa'ya değişmez bir yönetim biçiminin, yani bir Anayasa'nın veri l mesi nin şart olduğu n u hissettiği bu koşullarda, Kra l' ı n i ra­ desine ve halkının dileklerine karşı eski önyargılar ile barbar çağları n goti k baskı ları dikiliyor. XVl l l . yüzyı l ı n sonunda, birçok yurttaş, bizi barbar çağlara geri götürme projesi ni açığa vurup sürd ürüyor ve her şeyin i lerlemesi gere­ kirken her şeyi durdu rma, yani keyifleri nce yönetme hakkını ileri sürüyor. [ . ] Bazı insanlar, utanmadan genel çı karı n karşısına hiç anlamı ol mayan Ü ç ..



Taba ka kavramının büyüsü n ü koyuyorlar ve bunu da özel çıkarları nın genel . çıkarla açıkça çeliştiğini saklamaya tenezzül etmeden yapıyorla r. U l usu in­ sanlara zulüm edenler ile zulüm edilenler şeklinde sınıflandıra n bir anlayışı Fransız halkına uya rlamak istiyorlar. 151 kişinin9 dile getirdiği tek bir sözcü­ ğün Kral ile 25 milyon i nsanı durdurabileceği sözde bir Anayasa'yı sürdür-



mak" ve regenere sıfah "yeniden canlandırılmış ya da canlanmış" olarak Türkçeye çevrilmiş­ tir. Dilimize girmiş bulunan ve yozlaşma, soysuzlaşma anlamına gelen dejenerasyon (ya da dejenere) sözcüğünün karşıh olan regeneration sözcüğüne, o dönemde farklı anlamlar yük­ lenmiştir. "Yeniden canlandırma" sözcüğüyle bazen işaret edilen şeyin (yani vatanın, krallı­ ğın, devletin, halkın, ulusun, insanın vb.) kökenine, özüne, doğasına geri döndürülmesi söz konusu edilmekte, bazen de mutlak bir kopuşun gerçekleştirilmesi sonucunda o şeyin insan hakları, Devrim değerleri ya da evrensel ilkeler doğrultusunda yeniden yarahlması kaste­ dilmektedir. 7 Kitap boyunca alınhlarda yer alan



messieurs (mösyöler) sözcüğü, genellikle "baylar"



olarak tercüme edilmiştir. 8 Tek başına kullanılan "kral" sözcüğü, belli bir kralı (özellikle de kitabın konusu nede­ niyle -yukarıda olduğu gibi- Kral XVI . Louis'yi) işaret ettiği zaman büyük K ile, diğer du­



rumlarda ise küçük k ile yazılacaktır. 9 151 kişi, Mirabeau' nun saptamasına göre, E tats Gerıeraux'da din adamları tabakası tem­ silcileri ile soylular tabakası temsilcileri arasında yeni bir Anayasa'nın yapılmasına kesinlikle karşı çıkıp Anden Regime'i sürdürmek isteyen kişilerin sayısı olabilir.



Y e n i D üz e n e G e ç i ş



1 43



meye çabal ıyorla r. Bu Anayasa'da ne halk ne de prens olan şu i ki ta baka,10 bir yandan prensi halka baskı yapmak, öte yandan halkı prensi korkutmak için kullanacak, dahası ortaya çıkan durum ve koşulları da kendisine ait ol­ mayan her şeyi bir hiçe indirgemek için değerlendirecektir. Siz a ristokrasi nin zincirleriyle bağla nmayalım diye ilkeleri ve herkesin çıkarı nı dile geti ri rken, bu insa nlar bağı ra çağıra bakanlar despotizmini11 öne sürüyorlar; zaten bu despotizmi dalavereleriyle istedi kleri zaman bir bakanlar anarşisine döndü­ rebilecekleri nden de eminler. H iç kuşkusuz, kibirli saçmalığın doruğudur bu sözde Anayasa. Ta bakalar şekl i nde bölünmenin, tabakalar vetosunun ve ta­ bakaların ayrı ayrı toplanıp görüş bildirmesi nin gerçekten i nce bir buluş ol­ duğunu ve de bu buluş sayesinde ru hbanın içine egoizmin, soyluların içine kibrin, halkın içine aşağılanmanın, bütün çı karlar a rasına böl ünmenin, büyük aileyi oluşturan bütün sınıfları n içine yolsuzl uğun, bütün ruhları n içine açgöz­ lülüğün anayasal bir şeki lde sağlamca yerleşti ri leceğini; ayrıca ulus sözcüğü­ nün anlamsızl ığı nın, prensin vesayetinin ve bakanların despotizminin Anaya­ sa'ya dahil edileceği ni göstermem için bu basit resm i daha da re nklendi r­ mem gerekmiyor. [ ... ] Kabul Edilmiş ve Onaylanmış Temsilciler unvanı, yeterince açık mıdır? Sadece Etats Gen era ux' yu bilen seçmenlerinizi etki leyecek midir? Bu u nva­ nın gidermesi beklenen çekinceler saygı nlığınıza uygun mu görünüyor? Ra­ hip Sieyes' i n önerisi size yeterince sağlam bir zemi n sağlayacak mıdır? [ ... ]"Fra nsız U l usunun Kabul Edilmiş ve Onaylanmış Temsilcileri" adı, ne sizin saygın lığınıza, ne de girişimlerinizin devamına uygundur; çünkü umut ettiği niz ve kolaylaştırmaya çalıştığınız birleşme, sizi bu adı değiştirmeye zor­ layacaktı r. Korkutucu olan bir ad vermeyin kendinize. Öyle bir ad arayıp bu­ lun ki, iti raz edilmesin, daha yumuşak ve daha az şatafatlı olsun, her zamana ve olayların size izin verdiği bütü n gel işmelere ayak uyd u rabilsin ve gerekti­ ğinde ul usa l hakların ve i l kelerin savunusunu yapa bilsin. Bana göre böyle bir ad şud ur: Fransız Halkmm Temsilci/eri. Bu ada kim karşı çıkabilir? İ l keleri nizi ıo



Ruhban ve soylular. Alınblarda yer alan Fransızca "despote-despotisme" (despot-despotluk) ve "tyran­ tyrannie" (tiran-tiranlık) sözcüklerini "zorba-zorbalık" şeklinde çevirmeyip Türkçe yazılışla­ rıyla kullanmayı yeğledim. 11



44 1



F ra n s ı z



D e v r i m i 'n d e S i. y a s a l D ü ş ü n c e l e r v e M ü c a d e l e l e r ı 7 8 9 -- 1 7 9 4



ortaya koyd ukta n, iyi yasalar önerdikten ve siyasa l güveni kazandıkta n son­ ra, bu ad ta m anlamıyla uygun d üşmeyecek mi? Diğer i ki tabaka ne ya pa­ cak? Size katı lacaklar m ı ? Katı lsalar iyi olur. Eğer bunun gerekl i l iğini kavra r­ larsa, düzgü n bir ya pıya katı lmak onlara neye mal olur ki? Yoksa katı l mayı ret mi edecekler? O zaman bütün dü nya bizimle onlar a rasında bir yargıda bulunurken, biz de bu iki ta bakaya karşı ka ra rlar alırız. Fa kat diğer i ki ta ba ka Etats Generaux düzeyi nde bizi m le bi rleşmediği sü­ rece, kendi mecl isimizi ol uşturmak ve ona e n uygun adı vermek konusuyla bu ka dar ilgilenmenin yeterli olduğu nu düşü nüyorum. Şi mdi ilkelerimizi, ya­ n i bu ana kadar bizi yönlendirmiş olan makul ve aydınlık i l keleri ortaya koy­ mamız gerekiyor. Majestelerinin tek bir Meclis çatısı altında topla ntıya ça­ ğırdığı üç ta bakanın12 toplanamaması nın soru m l u l uğunun bize değil de diğer i ki tabakaya ait olduğun u göstermemiz gerekiyor. Neden ve nası l etki n l i k göstereceğimizi, d iğer i ki tabaka n ı n bizden ayrı kaldı kları sürece nede n herhangi bir etkin l i kte bulunamayacağı n ı açıklama­ mız gerekiyor. Onların hiçbi r veto hakkına sahip olmadı klarını, herhangi bir karar alamayacakları n ı göstermemiz gerekiyor. Amaçları mızı ve görüşlerimi­ zi ilan etmemiz gerekiyor. Hem makul ve yasal hem de kademeli olacak yol yordamımız sayesi nde, önlemlerimizin tuta rl ı l ığını kanıtlamamız, hükümetin gel irleri ni [vergileri ni] u l usal ya rar için kullanıldıkları sürece korumamız ve devletin borçlandığı kişilere -ulusal onur gereği- a rzuladı kları tem i nat umu­ dunu vermemiz gerekiyor. Bütün bunları da, hem toplan maya çağrılmamızın hem de kendi dileğimizin i l k ve en büyük a macı olan u lusal yeniden canlan­ manın başarısı na güdü mleyerek yapmamız gerekiyor.



B E RG ASS E Baylar; Rahip Sieyes'i n önerisi ni hemen her noktası nda benimsiyorum . [ ... ] İçi mizde, [ b i r meclis şekli nde] yapılanmam ızı daha fazla geciktireme­ yeceğimizin farkı nda olmayan hiç ki mse yoktur. Soyl u ve ruhban mebusları n ı



ı ı Gerçekte XVI . Louis, böyle b ir çağrıda bulunmamış, her ü ç ta baka temsilcilerinin ayn salonlarda toplanacağım belirtmişti. Bu görüşünü, 23 Haziran' da katıldığı ortak oturumda (krallık seansında) bir kez daha vurgulayacaktır.



Yeni Düzene Geçiş



1 45



U l usal Mecl is salonuna geti rtip orta k oturumu gerçekleşti rme umuduna sa p­ lanıp kaldığımız sürece, kendi m izi bugüne dek yaşad ığı mız eylemsizliğe mahkum etmiş olacağız. Bel ki bu umut kesin bir şeki lde yitiri lmiş değildir; en azı ndan bu yönde umut etmekte n vazgeçmemek gerekir. Fakat ne olursa ol­ sun, i l kesel olarak bilgece olan eylemsizliğimiz, bugün de sürdürülmekte ıs­ rar edilirse bu bilgeliğini yiti recekti r. Demek ki ul usun i ncelememize sunduğu büyük meselerle i lgilenme va kti geldi. Fakat bu meselerle ulusu n bizi donattığı yücel iğe layı k olan bir saygın­ l ı kla i lgi lenebi lmemiz için, içinde bulunduğumuz bu zor koşullar altında, ko­ rumakla görevlendirildiğimiz hakların l:ıiçbirini yitirmeyecek ve bu hakların kaynağındaki i l kelerin hiçbirini terk etmeyecek şeki lde yapılanmam ızı ger­ çekleşti rmemiz büyük bir önem a rz etmektedir. Baylar; U l usal Meclis'te tabakalar şekli nde değil de kişi ler olarak oy ver­ me ilkesini, bu temel ilkelerin bi risi olarak, yani yeri ne geti rmeniz gereken önemli görevinize zarar vermeden asla vazgeçemeyeceği niz bir i l ke olarak kabul etti niz. [ ... ] U l usa şunları açıklayaca ksı nız: Kişi başına oylamada n geçici olarak bile vazgeçmek istemiyorsun uz, çünkü seçilmenizin gerekçesi nin yapılması gere­ ken temel bir eser, ya ni bir Anayasa olduğu n u u n utmak gibi bir hakkınız bu­ lunmamaktadır. Çünkü bu eser üzerinde başarıyla çalışmak için buna katkıda bulunan herkesin benzer bir i radeye sahip olması n ı n, aynı amaca yönel me­ si nin ve aynı tutum içinde bi rleşmesi nin gerektiğini a nlamış bulunuyorsunuz. Çünkü Anayasa' n ı n planını çizecek i nsanların kendi a ralarında sürekl i ve sa­ mimi bir iletişim kuramamaları durumunda, Anayasanızı n bütünlük ol uştu­ ramayan bir parçalar toplam ı ndan başka bir şey olamayacağı na inanıyorsu­ nuz. Çünkü bir Anayasa bütün çıkarları n genel çıkara göre d üzen lendiği ortak bir şey old uğundan, kam usal iyi liğin zorunlu olarak kaynaşmalarını gerekti r­ diği çeşitl i çıkarların birbirleri nden soyutlanarak, daha açı kçası çocuksu bir dikkatle birbirlerinden ayrı kıl ı n ı p kendi başlarına ka rar vermelerine i m kan tan ınarak bir Anayasa ya pılması n ı n m ü m kü n, hatta daha iyi olduğunu kesin­ l i kle kabul etmiyorsun uz. U l usa ayrıca şunları da açı klayaca ksınız: Kişi başına oyl amadan vazgeç­ mek istem iyorsun uz, çünkü bu konuda alçak gönüllülük göstermeniz duru-



46 1 Fran sız



D e v r i m i 'n d e S iy a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 · 1 794



m unda, tabakalar ayrı m ı n ı n, yol açtığı bütü n iğrenç son uçlarıyla birlikte ve geri dönülemez bir biçi mde monarşi içine yerleşeceğini iyice kavramış bulu­ nuyorsun uz. Çünkü b u ayrım bir kez yerleşi nce, size ne gibi sözler verilirse verilsin, ne gibi ödü nlerde bulunulacağı söyleni rse söylensin, sadece nesne­ lerin gücü nedeniyle13, tabakalar arasındaki ayrı m ı n kaçınıl maz sonucu olan benzer bir ayrı mın meslekler a rasına da kati biçimde yerleşip süreceği ni görmezden gelemiyorsunuz. Böylece karşı mızda, tıpkı geçmişte olduğu . gibi sadece ayrıcalıklılara tahsis edi l m iş küçük sayıda saygın meslek ile ayrıcalıklı­ ların kendi lerine layı k görmeyi p aşağı ladı kları için hiçbir saygınl ığı bulunma­ yan çok sayıda meslek olaca ktır. [ .. ]Bunun sonucunda da yurttaşları n tümü .



doğal olarak i ki sınıfa bölünecekti r: Yönetecek olan soyl ular sınıfı ile hiçbir zaman yönetme umudu olmayan ve itaat etmekten başka bir seçeneği bu­ lunmayan halkın kalabalık sınıfı . Her yerde bi rçok i nsan sırf doğumdan kay­ naklanan ayrıca l ı k nedeniyle yönettiğine ve a ristokrasi bütün kötülükleriyle yer ettiğine göre, size vekalet verenler, sizin tabakalar ayrımının karşısına bu denli kara rlılık ve güçle diki l i rken, böyle bir rejim [Ancien Regime] altında devlet için bile herha ngi bir girişimde bulunmayı reddederken, kısacası bu rezil ayrımla m ücadele ederken, aynı zamanda a ristokrasiyle, yan i yönetim­ lerin en kötüsüyle de savaştığınızı kolayca anlayacaklardır.



Legrand'ın önerisinin Sieyes tarafından da benimsenmesi üzerine tiers-etat grubu, kendisini 89' a karşı 491 oyla Ulusal Meclis olarak ilan etti . Bu, ulus egemenliğine doğru atılmış önemli bir adımdı. Çünkü bu karar alınırken, An­ cien Regime' de egemen olarak kabul edilen Kral'ın onayına başvurmak ihtiyacı bile duyulmamışh. Tiers-ftat temsilcileri bir bakıma kendilerini ulusun temsil­ cileri konumuna yükselterek, ulus adına bir egemenlik işlemi gerçekleştirmiş­ lerdi. Dönemin bazı siyasal aktörleri, bundan sonra arbk hiçbir şeyin eskisi gi­ bi olamayacağının farkındaydılar. Örneğin Maisonfort Markisi, daha sonra kaleme aldığı Hahraları'nda, "Bu anda her şey söylenmiş, her şey yapılmış ol­ du; gerisi teferruath. Ayaklanma durmuş, ihtiyar monarşi son nefesini vermiş, devrim doğmuştu" diye yazarak Fransız Devrimi'ni 17 Haziran'da başlata-



13 Nesnelerin gücü (la furce des choses) nedeniyle: Şeylerin doğası/eşyanın tabiab gereğince ya da olayların seyri/koşulların, zorunlulukların belirlemesiyle.



Yeni



D üz e n e G e ç i ş



1 47



cakb. Aslında ulus egemenliğine giden kapıyı farkında olmadan açan da Kral'ın kendisiydi. XVI Louis, 8 Ağustos 1788'de Etats Gbıeraux'yu toplan­ maya çağıran bildirisinde, "ulusa ait olan hakların kullanımını ulusa verdiği­ ni" açıklarnışb . Tabii Kral, ulusun hakları derken, kesinlikle egemenlik hakkı­ nı kastetmemekteydi. Ama tiers-etat, olayların da gelişimiyle bu deyişi Kral' dan çok farklı bir biçimde yorumlayacak ve egemenliğin ulusa ait olduğu sonucuna varacakb. Bu bağlamda ilk önemli olay, 20 Haziran tarihinde gerçekleşti. O gün top­ lanb salonlarının kapılarını kapalı bulan tiers-etat temsilcileri, Kral' ın kararını hiçe sayarak ]eu de Paume1 4 kapalı kortunda toplanıp anayasa yapılıncaya ka­ dar dağılmayacaklarına dair (bir üye hariç) ant içtiler. Böylece toplanacakları her yerin Ulusal Meclis anlamına geleceğini de ilan etmiş oldular. Üç gün son­ ra bir başka önemli olay patlak verdi: Krallık seansının düzenlendiği Etats Generaux'nun ortak toplantısında XVI Louis, tiers-etat'nın Ulusal Meclis kara­ rını tanımadığını ve bir bakıma Ancien Regime'in devam ettiğini açıklayıp Etats Generaux'yu lağvetmekle tehdit etti. Bu konuşmanın ardından salonu terk et­ meleri istenen tiers-etat temsilcileri, oturumu sürdürme kararı aldılar. Mira­ beau, Kral adına dağılmalarını buyuran Dreux-Breze Markisine, tiers-etat'mn tutumunu özetleyen meşhur sözüyle cevap verdi: "Eğer bizi buradan çıkar­ mak için size yetki verilmişse, şiddet kullanmak için de emir almak zorunda­ sınız. Gidin efendinize söyleyin: Biz, halkın gücüyle buradayız ve bizi bura­ dan ancak süngülerin gücüyle çıkarabilirsiniz." Bu söz, tek meşru iradenin ulusun iradesi olduğunun, bu iradeyi ulusun gerçek temsilcilerinin dile getir­ diğinin, dolayısıyla artık Kral'ın buyruklarının kutsal olmadığının ve buyruk­ lara itaat etme yükümlülüğünün bulunmadığının açık bir ilanıydı. Bir anlam­ da Kral'ın egemenliğinin yanında yeni bir egemenlik, ulusun (ya da halkın) egemenliği yükselmekteydi.15 Tabii, iki egemenlik bir arada var olamayacağı için de, ilkinin ortadan kaldırılması zorunlu olacakb. .



.



14 ]eu de paume: O dönemde tenise benzeyen, hatta tenisin atası olarak kabul edilen, ancak topa bir raketle değil de elle vurulduğu için "avuç içi oyunu" olarak adlandırılan bir oyun. ı s Fransız burjuva devrimciler, "halk" (peuple) ile "ulus" (nation) kavramları arasında ge­ nellikle bir aynın gözetmezler. Devrim' in ilk yıllarında, özellikle Sieyes'in etkisiyle, ulus söz­ cüğüne "kendine özgü iradesi olan bir bütün, bir beden" anlamı atfederek, "halk egemenli­ ği" kavramından çok "ulus egemenliği" kavramım kullanmayı yeğlerler. Ancak 1792'den itibaren halk egemenliği kavramı ulus egemenliği kavramının önüne geçmeye başlar. Örne-



·



48 I



F r an s ı z D e v r i m i ' n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l el e r 1 7 8 9 -- 1. 7 9 4



B u yöndeki adımlar hızla abldı. Tiers-etarrun ödün vermeyen kararlı tu­ tumu karşısında ruhban üyelerin çoğunluğu ile liberal görüşlere sahip 47 soy­ lu üye Ulusal Meclis' e gelip yerlerini aldılar. Bunun üzerine teslim bayrağını çeken Kral, 27 Haziran' da ayrıcalıklı tabakaların bütün üyelerinin Ulusal Mec­ lis' e kablmasını buyurdu. Böylece hem 17 Haziran kararını hem kişi başına oylama sistemini onaylamış, dolayısıyla da Etats Generaux'nun sona erdiğini ve onun yerini Ulusal Meclis'in aldığını kabul etmiş oldu. Ancak, liberal ruh­ ban ve soylu vekillerle birleşip muhafazakar vekillere karşı bir cephe oluştu­ ran burjuva devrimciler, bununla yetinmediler. 9 Temmuz' da Meclis'i "Ulusal Kurucu Meclis" olarak adlandırıp kendilerini anayasa hazırlama yetkisiyle donatblar. Tarihçi Jauıne'un deyişiyle, bu yeni siyasal iktidar, ilk önce Ulusal Meclis ardından da Ulusal Kurucu Meclis adını alarak, Kral' a "biz ulusun sözcüleriyiz", seçmenlere de "bizim aracılığımızla ulus oldunuz, yani siyasal iradesi ve hakları olan bir özneye dönüştünüz'' demiş oldu. Konumuz bakımından (tarihçilerin genelde Fransız Devrirni'nin başlangıç günü olarak saptadıkları) 14 Temmuz' da Bastille Kalesi'nin düşüşü ve ardın­ dan belediyelerin el değiştirip yerel düzeyde burjuvazinin kendi milisini ya da o günkü adlandırmayla Ulusal Muhafızları kurarak iktidara gelmesi, ulus egemenliğine doğru giden yoldaki etaplardı sadece. 26 Ağustos'ta kabul edi­ len "İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirisi", 17-23 Haziran günlerinde de facto ola­ rak ilan edilen ulus egemenliğini de jure olarak teyit etti. Bundan sonra bu egemenliğin ne anlama geldiği, nasıl kullanılacağı da, iki yıl süren anayasa hazırlama sürecinde belirlenecekti. * * *



Etats Generaux' ya devrim yapma niyetiyle gelmeyen temsilciler, olayların zorlamasıyla devrimci bir kimliğe bürünüp Ancien Regime' i yıkmaya giriştik­ leri zaman, devletin bütünlüğünü sağlayıp korumayı kendilerine amaç edin­ diler ve bu bütünlüğün güvencesi olarak gördükleri egemenlik kuramını eski düzenden devraldılar. Bu bağlamda gerçekleştirilen işlem, monarşide monarğin 1791 Anayasası ulus egemenliğinden söz ederken, 1793 Anayasası egemenin halle oldu­ ğunu dile getirir. Bu dönemde halk egemenliği dendiğinde ise, ilerideki bölümlerde de görü­ leceği üzere, ya halk kavramına somut bir anlam yüklenip halkın iktidarı doğrudan, hiç ol­ mazsa yan doğrudan bir şekilde kullanmasına göndermede bulunulur ya da halk kavramı­ nın sosyolojik bir gerçeği değll de hpkı ulus kavramı gibi soyut bir bedeni, soyut bir varlığı ifade ettiği kabul edilip siyasal temsile vurgu yapılır.



Yeni Düzene Geçiş



1 49



kın "kutsal hak"kı olduğu kabul edilen egemenliğin monarktan alınıp türdeş bir bütün olduğu varsayılan ulusa (ya da soyut bir anlam yüklenen halka) ve­ rilmesiydi. Böylece ulus, kralın yerini alıp devletle özdeşleşti. Devlet, arbk bir ulus-devletti ve egemenliğin bir oluşu da ulus kavramına yüklenen birlik ile sağlanmaktaydı. Bu bakımdan Fransız Devrimi, Bodin-Hobbes çizgisinden bu yana ege­ menlikle donatılmış olan devlet modelini yenileştirdi, güncelledi. Bu yenileş­ tirme işlemi, çeşitli koşulların da belirlemesiyle, bu dönemdeki siyasal güç­ ler/sınıflar arasındaki ilişkilerin zorunlu bir sonucuydu. Hakim siyasal gücün değişmesiyle birlikte (ya da değişebilmesi için gereken meşruluğu sağlama amacıyla) kralın-tiranın gasp etmiş olduğu varsayılan egemenlik, bu kez halk­ ulus adına yeniden düzenlendi. Halk, Gramsci'nin deyişiyle "modem prens"ti artık. Devlet açısından bu durum, devletin,. yaşamını sürdürebilmesi için zamanı geldiğinde gücünün yerini ya da gücün sahibini değiştirip siyasal iktidarı yeni temeller üzerine oturtması demekti. Fransız Devrimi, devlet gü­ cünü kısa bir kesintiye uğrattı. Fakat bu kesinti, ulusu bir siyasal kişilik, bir si­ yasal özne olarak tarih sahnesine çıkararak bu gücün daha güvenli bir sürekli­ lik kazanmasını sağladı. Ayrıca egemenliğin halktan kaynaklanmaktan da öte halkın (ulusun) ta kendisi olduğu mitosuyla beslenen devlet, yasallığı da ön plana yerleştirerek kendini "demokratik meşruluk" (meşruiyet) ile donattı. Ulusun egemen olması, ulusal iradenin (ya da genel iradenin) monarkın iradesinin yerini alıp kamusal alanda belirleyici olmasına yol açtı. Bu noktada ulusal iradenin ne olduğu sorusu gündeme gelmektedir. Bu soruyu yanıtla­ yabilmek, dolayısıyla ulus egemenliği kuramının ne anlama geldiğini açıkla­ yabilmek için ilk önce ulusal irade ile bireysel iradeler arasında nasıl bir ilişki bulunduğunu saptamak gerekir. Burjuva devrimciler, Ancien Regime'in, dola­ yısıyla feodal yapıların insanların önüne diktiği engelleri yıkarak, kulluk sis­ temine son vererek, Aydınlanma'nın "kendinde aklı barındıran ve kendi ken­ dine yeterli olan insan" idealini gerçekleştirdiklerini, bir başka deyişle diğerle­ riyle eşit haklara sahip olup özgür iradesi doğrultusunda kendi yazgısını kendi ellerinde bulunduran bireyi yarattıklarını varsayarlar. Burjuva insanın bir izdüşümü olarak ortaya konulan bu birey, bireyselliğini, kendine özgü ki­ şisel çıkarlarıyla ve bu çıkarlarını gözetip gerçekleştirmesiyle açığa çıkarmak­ tadır. Ancak bu noktada, birlik düşüncesini bir tutku olarak yaşayan 1789 devrimcilerinin karşısına önemli bir sorun çıkar: Bireyin, yani bireysel iradele-



50 1 F r an s ı z . Devri.mi.'n d e



S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü cad e l e l e r 1 78 9 - 1 7 9 4



rin ve çıkarların ön plana yerleştirilmesi durumunda siyasal toplum, kamusal bütün nasıl kurulup sürdürülebilir?



Kurucu Meclis üyeleri, bireyci kaygılarına karşın, birey ile devlet arasın­ daki uyumun sağlanmasında sorun çıkarabilecek tarafın birey olduğu inan­ andaydılar. Çünkü onlara göre, ulus egemenliğiyle donablıp insan haklan üzerine temellendirilecek yeni devlet düzeni sayesinde, birey siyasal iktidarın aşırılıklarına karşı korunmuş o],acakb. Ulusla özdeşleşen devletin ulusa, dola­ yısıyla ulusu oluşturan bireylere herhangi bir kötülük yapması mümkün de­ ğildi. Oysa bireylerin -özellikle kamusal alanda- salt kendi çıkarlarını gözet­ meleri ve ortak hiçbir noktada birleşmemeleri durumunda, devlet-birey uyu­ mu şöyle dursun, bir siyasal toplumun varlığından bile söz edilemeyeceği açıklı. Dahası 1789 devrimcileri, Anden Regime toplumunun bir yanda kral­ uyruklar, öte yanda çeşitli tabakalar, bölgeler, sınıflar, cemaatler arasında bö­ lünmüş olmasından hareketle, farklı çıkarların varlığını her türlü kötülüğün kaynağı olarak görüp farklılıklardan ortak iyiliğin oluşamayacağını kabul etti­ ler. Bu nedenle, Anglo-Sakson devrimcilerden farklı olarak, ortak iyiliği göze­ ten ulusal iradenin,. (bireysel ya da sınıfsal anlamda) özel iradelerin ya da çı­ karların rekabetinden, çalışmasından doğduğu düşüncesini tümüyle yadsıdı­ lar. Onlara göre toplumsal birliği sağlamanın yolu, bireylerin -kamusal dü­ zeyde bireyselliklerinden arındırılarak- yukarıdan onlara dayablan bir irade ya da çıkar birliği içine sokulmalarıydı. Sorunun bu yönde bir çözüme kavuş­ turulması, Rousseau'dan ve Sieyes'ten esinlenen bir dizi soyutlama işleminin yapılmasıyla, yani insanın yurttaşa dönüştürülmesi, yurttaşlardan hareketle soyut bir bütünün yani ulusun oluşturulması ve ulusun iradesinin mutlak, objektif bir veri olarak benimsenmesi ile gerçekleştirildi. Yurttaşlık kavramı, insanları bir araya getirerek onları birbirine bağlayan ve bir bütün oluşturan sihirli bir kavramdır. Yasalarla eşit, hatta aynı kılınan yurttaşa yüklenen örellik, genel iradeye yönelip ortak çıkarı gözetmesidir. Burjuva devrimcilerinin önemle üzerinde durdukları "yurttaşların birleştirici erdemi" düşüncesi, Meclis üyesi Target tarafından şöyle dile getirilmişti: "Bö­ lünmüşlük durumunda doğmuş olan düşmanlıklar, birlik içinde yok olmak zorundadır. [ . . . ]İnsanları birbirlerinden ayırarak değiL "yaklaştırarak, birbirle­ rini sevmeye zorlayarak aristokrasi öldürülür ve yurttaşlar yarablır. Eğer böy­ le bir amacımız yoksa kamusal yeniden canlanma için boşuna uğraşıyoruz demektir. Artık herkes, bütün askerler, kilise mensupları, hukukçular, tüccar-



Yeni Düzene Geçi ş



1 51



lar, çiftçiler önyargılannı bırakıp yalnızca yurttaş olmalıdırlar." Bu hakim an­ layış, sonuç olarak, soylulara özgü çeşitli ayrıcalıkların ortadan kaldırılması­ na, her türlü bölgesel ya da yerel farklılıkların yadsınmasına ve her türlü gruplaşmanın, dernekleşmenin, partileşmenin ya da sınıflaşmanın kötü gözle görülmesine yol açb. Örneğin, Bretagne ile Anjou bölgelerinin temsilcileri, Şubat 1790'da yayımladıkları bir bildiride, birlik ile özgürlüğü özdeşleştiriyor­ lardı: "Breton [Bretagnelı] ya da Angevin [Anjoulu] değil, fakat aynı devletin yurttaşları ve Fransızlar olan biz, tüm yerel ve özel ayrıcalıklarımızı terk etti­ ğimizi ve her türlü ayrıcalığı Anayasa'ya aykırı bularak yadsıdığımızı açıkça ilan ediyoruz; özgür olmaktan gururlu ve mutlu olduğumuzu bildiriyoruz." Temsilci Delfau'nun "Fransa'da yalnızca bir tek demek vardır; o da bütün Fransızların büyük derneğidir" şeklindeki sözleri ise, ulusal birlik adına "sivil toplum örgütlerini" dışlamaya varan bu anlayışı iyi bir biçimde özetlemek­ teydi. Mesleki kuruluşları ve sendikaları (dolayısıyla grevi) yasaklayan Hazi­ ran 1791'deki Le Chapelier Yasası da, yine bu anlayışın uzantısı olarak kabul gördü. Burjuva devrimcilerin benimsedikleri ulus egemenliği kuramı, her insanı kul olmaktan kurtarıp yurttaşa dönüştürerek ulusun, dolayısıyla egemenin içine yerleştirdi. Dahası yurttaşın iradesinin ulusal iradeyle aynı anlama gel­ diğini varsaydı. Öyleyse yukarıda sorduğumuz ve henüz bir çözüme kavuş­ turamadığımız "ulusal irade nedir?" sorusuna, "yurttaşların iradesinin top­ lamıdır" diye mi yanıt vermemiz gerekiyor? Tabii ki hayır! Çünkü bu kuram, bir soyutlama işlemi daha yapıp insanı böler ya da daha doğrusu onun iki farklı kimliği olduğunu kabul eder. Rousseau'nun halk egemenliği kuramın­ da nasıl insan hem yurttaş hem de uyruk kimliğine sahipse, ulus egemenliği kuramında da insan yurttaş olmanın yanında birey olmayı da sürdürür. Daha açıkçası yurttaşın belirmesiyle birlikte bireysel-kişisel iradeler ve çıkarlar orta­ dan kalkmaz. Birey kimliği her an yurttaş kimliğine üstün gelebilir. Bu ba­ kımdan insanın ne zaman ortak çıkarı gözeten bir yurttaş ne zaman da kişisel çıkarına öncelik tanıyan bir birey gibi davrandığından emin olunamayacağın­ dan, iradelerin toplamından hareketle ulusal iradeyi elde etmek mümkün de­ ğildir. Aynca Sieyes'in de vurgulamış olduğu üzere, ulus onu oluşturan in­ sanların bir toplamı olmadığı gibi, ulusal irade de bir iradeler toplamı değil­ dir, salt ulusa özgüdür.



52 1



Fran s ı z Devri m i 'n d e S i y a s al



D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 178 9 - 17 9 4



Demek ki toplumda sosyo-ekonomik farklılıkları-eşitsizlikleri göz ardı eden türdeş ve bölünmez bir ulus kurgusunun yarablınası ve bu kurguya ye­ ni bir kurgu ekleyip ulusal iradenin kamusal alanda tek belirleyici olduğunun ileri sürülmesi, beraberinde çeşitli sorulan da gündeme getirir: Ulils, iradesini nasıl dile getirip ortaya koyar? Genel iradenin ifadesi olduğu kabul edilen ya­ sa kim(ler) tarafından yapılır? Bu yapım işlemine yurttaşlar kablır mı? Halkın­ ulusun kendisi egemenlik eyleminde bulunur mu, yoksa temsilcilere mi ge­ reksinimi vardır? Temsilcilerin yetkileri nelerdir? Aslında tüm bu sorular, tek bir soruya indirgenebilir: Egemenlik (ya da daha somut bir şekilde söylersek, devlet gücü) nasıl ve kimler tarafından kullanılır? Ulusun-halkın egemen kılınması, hem auctoritas'ın (iktidarın ilkesinin) hem de potestas'ın (iktidarın kullanımının) ona ait olınası demektir. Bu konu­ da, devrimciler arasında bir görüş ayrılığı yoktu. Sorun, ulusun, potestas'ını doğrudan -ya da daha açıkçası halk dernekleri, kulüpler, belediyeler ve sec­ tion'lar (seksiyonlar) 1 6 vb. yoluyla- kendisinin mi kullanacağı, yoksa bunu kendi adına kullanması için Meclis'teki temsilcilerine mi devredeceği konu­ sunda ortaya çıkb. Bu iki görüş arasındaki sürtüşme, ilerideki bölümlerde gö­ rüleceği üzere Devrim'in ilk beş yılına damga vuracakbr. Ancak Ulusal Kuru­ cu Meclis, hiç tereddüt etmeden siyasal temsil sistemini benimsedi. Bir başka deyişle, halk (ya da ulus) egemenliğinin halkın yönetimi olınadığıru ilan etti . Bu yönde ileri sürülen gerekçelerden ilki, auctoritas ile potestas'ın ayrılığı üzerine temellendirildi. Meclis'te İngilizvari bir anayasal monarşiyi savunart Monarchienler (Monarşistler) grubunun önderlerinden biri olan Mounier, bu anlayışı 4 Eylül 1789' da şöyle dile getiriyordu: "Egemenlik ilkesinin ulusta buı6 Etats Generaux seçimleri için seçmen bölgeleri olarak Paris'te yaratılmış olan 60 dist­ rict'in yerini, Ulusal Kurucu Meclis'in 21 Mayıs'ta kararlaştırıp bir ay sonra 27 Haziran 1790'da ilan ettiği yasayla 48 section (mahalle ya da semt) aldı. Aynı şekilde diğer kentler de section'lara bölündü. Örneğin Lyon ve Marsilya'da 32'şer, Bordeaux'da 28, Toulouse'da 15 section bulunuyordu. İlk başta seçim bölgeleri olarak tasarlanmış olan section'lar, kısa süre içinde, belli bir otonomiye sahip idari bölgelere dönüştüler. Her section'un kendine özgü bir meclisi, "siviL devrimci, askeri" gibi sıfatlar taşıyan çeşitli komiteleri, bu komitelerde görev yapan "komiserleri" ve hatta bir yargıcı vardı. Section'lar, Devrim' in radikal döneminde sans­ culotte'ların örgütlenip etkinliklerini gerçekleştirdikleri birimler olarak önemli bir rol oynadı­ lar. Jakobenlerin düşüşünün ardından section'ların ilk önce yetkileri budandı, daha sonra da 11 Ekim 1795'te kaldırılıp yerlerine 12 arrondissement kuruldu. Bugün Paris'te 20 arrondisse­ ment bulunmaktadır.



Yeni Düzene Geçi ş



1 53



lunduğunu biliyorum. Haklar Bildirisi bu gerçeği içerir. Fakat egemenliğin il­ kesi olmak ile egemenliği kullanmak birbirinden çok farklı iki şeydir. Ege­ menliğin kullanımını üstlenecek bir ulusun çok akılsız ve çok mutsuz oldu­ ğuna inanıyorum kesinlikle." Demek ki ulus auctoritas'ı elinde bulundurmaya devam etmeli, ama üstesinden gelemeyeceği potestas'ı temsilcilerine devret­ meliydi. Siyasal temsilin zorunluluğuna ilişkin öne sürülen bir diğer gerekçe, temsi­ lin toplumsal işbölümü ve genel yarar ilkelerine uygun düşmesi üzerine otur­ tulmuştu. Bir başka deyişle, yasa yapma ve yönetme işi bu işten anlayan kişi­ lerin eline bırakılmalıydı. 7 Eylül'de Meclis kürsüsüne çıkan Sieyes'in sözle­ riyle, "Yurttaşlar haklarını devretmeksiziiı. haklarının uygulanmasını başka el­ lere bırakırlar. Genel çıkarı kavramada ve genel çıkar doğrultusunda istekle­ rini değerlendirmede kendilerinden çok daha yetenekli olan temsilcileri, ortak yaran sağlamak için tayin ederler." Böylece temsil sistemi, genel yaran göze­ ten profesyonel bir siyasal elitin gerekliliğiyle ilişkilendirilerek savunuldu. Aynca Sieyes, bu konuşmasının devamında, yurttaşların yasaların yapımına doğrudan katıldıkları "demokrasi" ile bu işi temsilcilerine bıraktıkları "temsili yönetim" arasında büyük fark olduğunu söyleyip kendilerinin demokrasiyi değil temsili yönetimi kurduklarını belirtmekteydi. Son ve (kanımca) en temel gerekçe ise, ulusun niteliğinden hareketle şöyle yapılandırıldı: Ulus soyut bir bütündür, kurgusal bir kişiliktir; bu niteliğiyle auctoritas'ı kendi içinde barındırır, ama potestas'ı değil. Çünkü ağzı olmadı­ ğından, sesi çıkmadığından iradesini ortaya koyamaz, yani yasaları yapamaz. Dolayısıyla egemenliğin kullanımı, zorunlu olarak gerçek kişilerin, canlı kanlı insanların elinde olmalıdır. Sieyes, 7 Eylül 1789'daki konuşmasında bu gerek­ çeyi çok kesin bir dille ortaya koydu: "Halk, ancak temsilcileri aracılığıyla ko­ nuşur ve hareket eder. { . . . ]Halkın ya da ulusun bir tek sesi olabilir; bu ses Ulusal Yasama Meclisi'nin sesidir." Üstelik yine Sieyes'e göre, ulusun bir bü­ tün olarak var olması ve ulusal iradenin açığa çıkması, ancak siyasal temsil sayesinde mümkündü. Kendi deyişiyle, "Yalnız temsil içinde birleşmiş halk vardır, çünkü üyelerin hepsi başka şekilde birleşemezler. Ulusal bütünlük, halkın temsilinden başka bir şey olmayan birleşmiş halkın iradesinden önce değildir. Birlik temsil ile başlar. Demek ki hiçbir şey temsilin üstünde değildir, temsil örgütlenmiş tek bedendir. Dağınık halk örgütlenmiş bir beden değildir, ne bir isteği, ne bir düşüncesi vardır, ne de bir olan herhangi bir şeyi."



54 1



F r a n s ı z D e vr i m i'n d e S i y a s a l Dü ş ünc e l e r ve M ü c a d e l ele r 1 7 8 9 - 17 9 4



Gerçekte hem Meclis içinde hem de dışında, temsil sistemini tümüyle yad­ sıyan bir eğilim yoktu. Yukarıda sözü edilen iki görüş arasında sürüp gidecek olan sürtüşme, aslında temsilin gerekli olup olmaması üzerine değil, temsilci­ lere tanınacak yetki ya da gücün ölçüsü üzerine temellendi. Daha açıkçası bu çatışma, temsilcilerin emredici vekfiletle bağlanıp bağlanmayacağı ve halka temsilcilerinin yanında egemenliği kullanma olanağının tanınıp tanınmaya­ cağı konusundaydı. Burada küçük bir parantez açıp, E tats Generaux dönemin­ de neredeyse tek bir vücut gibi hareket ebniş olan tiers-etat grubunun, Ulusal Kurucu Meclis'te anayasa tarbşmalanna girilmesiyle birlikte kendi içinde bö­ lündüğünü belirtmek gerekir. Daha açıkçası, kendilerine Yurtseverler (Patrio­ tes)17 diyen ve liberal soylularla küçük din adamlanmn desteğini alıp Meclis'te hakim konumda bulunan ılımlı burjuva devrimcilerin karşısında, muhalefet olarak muhafazakar-kralcı soylulardan başka radikal burjuvaların oluşturdu­ ğu küçük bir "sol" grup da bulunuyordu artık. 18 Ulusal Kurucu Meclis'te Yurtseverler grubunun başım çektiği büyük ço­ ğunluk, temsile "mutlak" bir anlam yüklemeye eğilimliydi, yani halka ege­ menliğin kullanımında herhangi bir pay vermek niyetinde değildi. Emredici vekalet lehinde yükselen birkaç cılız sese karşı ulusal iradenin birliği ve temsi­ lin bütünselliği savlan ileri sürüldü. Buna göre temsilciler, seçildikleri bölgeyi ya da belli bir seçmen grubunu değil, ulusun tümünü temsil ediyorlardı. Da­ hası emredici vekfilet olursa, hem farklı talimatlar hem de bu farklı talimatlar­ la bağlanmış temsilciler olacakb ki bu durumda da bir ve bölünmez olan ulu­ sal iradenin dile gelmesi, genel çıkarın saptanması olanaksızlaşacakb. Aynca emredici vekfiletin benimsenmesi, ülkenin halkıyla, toprağıyla bir oluşu anla­ yışım zedeleyecek ve kapıyı federal devlet düzenine açacakb. Sonuçta gerek Sieyes, Barere gibi Yurtsever vekillerin gerek Lally-Tollen­ dal gibi Monarchien vekillerin dile getirdikleri bu savlar ağır bash ve emredici vekalet talebi gündemden çıkarıldı. Ancak temsilciler dışında kanlı-canlı in-



1 7 Meclis'teki Patriotes grubu "Yurtseverler" olarak Türkçeye çevrilmiştir. Aym sözcük, ilerleyen bölümlerde görüleceği gibi bu kez radikal devrimcileri, sans-culotte'lan nitelendir­ mek için kullamldığında, Türkçe karşılık olarak "vatanseverler" tercih edilecektir. 1 8Aynca, daha önce sözü edilen Monarchienler de vardı. Burjuvalardan ve soylulardan oluşan ve Fransa' da İngiliz monarşisinin bir örneğini hayata geçirmeyi amaçlayan bu küçük grup, 5-6 Ekim 1789'daki Versailles baskınından sonra dağılacak ve başta Mounier, Lally­ Tollendal olmak üzere üyelerinin önemli bir kısmı Meclis'� hatta Fransa'yı terk edecektir.



Yeni Düzene Geçiş



1 55



sanlardan oluşan somut halkın da egemenliği kullanması (bir bakıma, temsili demokrasi ile doğrudan demokrasinin bir sentezinin yapılması) düşüncesi, çok daha ciddi gerekçeler üzerine oturtuldu ve -onu savunanlar zaman içinde değişse de- en azından 9 Thenn idor'a kadar gündemden düşmesine izin ve­ rilmedi. Bu düşüncenin Meclis içindeki en önemli savunucuları olan Robespi­ erre ile Petion' a göre temsil sistemine mutlak bir anlam verilmesi, yani halkın potestas'tan tümüyle yoksun bırakılması, gerçekte ulus egemenliğinin yad­ sınması demekti. Çünkü bu durum, vekalet verenleri (müvekkilleri) vekillerin hükmü altına sokmakta, dolayısıyla egemenliğin devredilmezliği ilkesiyle bağdaşmamaktaydı. Örneğin Petion, 5 Eylül 1789' daki konuşmasında bu dü­ şünceyi şöyle dile getiriyordu: "Karşı çıktığım sistemde, efendi olan vekaleti alandır, bağımlı olan ise vekaleti verendir. Böylece ulus, kendisine itaat etmesi gerekenlerin insafına terk edilir, onların buyruklarına körü körüne boyun eğmek zorunda bırakılır. İşte bütün halklar bu şekilde köleliğin içine düşmüş­ lerdir." Robespierre ise, anayasa yapım çalışmalarının sonuna yaklaşıldığı bir dönemde, 18 Mart 179l'de, temsil sisteminin özgürlüğü yok etme riski taşıdı­ ğını ileri sürdü: "Halkın otoritesini kullanmadığı ve iradesini doğrudan ken­ disi değil de temsilcileri aracılığıyla dile getirdiği her yerde, eğer yasama or­ ganı saf değilse ve halkla neredeyse özdeşleşmemişse orada özgürlük yok ol­ muş demektir." Yine sol gruba göre, halkı egemenliğin kullanımından dışla­ yanlar, kendi konumlarını borçlu oldukları Devrim'in 14 Temmuz gibi "bü­ yük günleri"ni (yani halkın ayaklanma şeklindeki doğrudan egemenlik ey­ lemlerini) tanımamaya vararak çelişkiye düşmekteydiler. Üstelik tüm yurttaş­ ların kişisel olarak yasanın yapımına katılabileceklerini belirten İnsan ve Yurt­ taş Hakları Bildirisi'nin 6. maddesini19 çiğnemekteydiler. Bu eleştirileri getiren sol grup, Meclis dışında yer alan ve daha sonraları sans-culotte'lar20 diye adlandırılacak olan radikal militanlarla birlikte, halkın



19 Bakınız: Bu bölümün "Haklar Bildirisi" başlıklı alt bölümünde"yer alan İnsan ve Yurt­ taş Haklan Bildirisi metni. 2° Fransız Devrimi'nin "büyük günlerinde" önemli rol oynayan ve özellikle soyluların kullandıkları -ama yüksek ve orta burjuvaların da tercih ettikleri- dizlere kadar bacakları sa­ ran "culotte" yerine bol pantolon giydikleri için sans-culottes (culotte'suzlar) şeklinde adlandı­ rılan devrimci halk kesimleri, saflarında işçileri barındırıyorsa da, büyük ölçüde küçük bur­ juvalardan, daha açıkçası esnaftan, zanaatkarlardan ve küçük dükkan sahiplerinden oluşu­ yordu. �rco Marin'e göre (Türkçeye her nedense "baldın çıplaklar" diye çevrilen) sans-



56 1 Fr ansız



Devrimi'nde S i y a s al D ü ş ü n c el er ve M ü c ade l e l e r 1 78 9 - 1 7 9 4



belediye ve section meclisleri yoluyla egemenliği kullanması, bu kurullara ye­ rel düzeyde "yasa" yapma ve yönetme yetkisinin tanınması, halkın seçilmişle­ ri sürekli denetleyebileceği mekanizmalar oluşturması gibi öneriler getirdi. Örneğin, sans-culotte'larm ağırlıklı bir biçimde yer aldıkları Cordelierler Kulü­ bü21 1 790 yılındaki bir bildirisinde, "Ulusal Meclis krallığın bütün belediyeleri için özel yönetmelikler yapamayacağından, her belediyede yurttaşların yerel yasalar niteliğine sahip özel yönetmelikler yapması" gerektiğini savundu. Petion da bu konudaki görüşünü, "ulusun her section'u kendi özel görüşünü ortaya koyabilir; bu anlamda, tabii ki egemenliğe [egemenliğin kullanımına ] katılıyor demektir" şeklinde ifade etti. Ancak Ulusal Kurucu Meclis'teki büyük çoğunluk, bu eleştiriler ile öneri­ lere, ulus egemenliğinin "bir ve bölünmez" olduğunu ileri sürerek karşı çıktı ve egemenliğin kullanımını yalnızca temsilcilere tanıdı. Örneğin Le Cha­ pelier'ye göre, "devredilmez ve bölünmez olan egemenliğe tek başına sahip olan ulus, bunu yalnızca temsilcileri aracılığıyla kullanır; hiçbir vifuyet, hiçbir belde, hiçbir belediye ve halkın hiçbir section'u bu egemenliğe katılamaz." Bamave, bu amaç doğrultusunda, halkı reşit olmayan bir güruh gıbi resmetti: "Halk egemendir; ama temsili yönetimde, temsilciler halkın vasileridir. Sade­ ce temsilciler halk adına hareket edebilirler." Mutlak temsil sisteminin ege­ menliğin devredilemezliği ilkesiyle çeliştiği eleştirisine ise, bir bakıma temsil­ ciler ulus ya da halkla özdeşleştirilerek ve ulus iradesi (ya da genel irade) tem­ silcilerin iradesinin içine yerleştirilerek bir yanıt getirildi. Mounier'nin 12 Ağustos'ta Meclis'teki deyişiyle, "İktidarı kullanmayan ve kullanmaması ge­ reken ulusun, vekil tayin ettiği kişilerin iradesinden başka bir iradesi yoktur. Dolayısıyla Fransız ulusunun iradesi, kralının ve temsilcilerinin iradelerinden oluşur." Sonuçta, modem temsili demokrasilerin de benimseyeceği somut halkı devre dışı bırakan bu temsil anlayışı, 1791 Anayasası'na yerleştirildi: "Bir, bö­ lünmez, devredilmez ve zaman aşımına uğramaz olan Egemenlik Ulus'a ait­ tir; halkın hiçbir bölümü, hiçbir birey egemenliğin kullanımını üstlenemez. Ulus, yalnızca kendisinden kaynaklanan tüm erkleri ancak vekalet yoluyla culotte kavramı, ilk kez bir yazılı metinde gazeteci Hebert tarafından Kasım 1790'da kulla­ mlmışbr. 21 Cordelierler Kulübü'nün (Club des Cordeliers) gerçek adı, La Societe des Amis des Droits de l'Homme et du Citoyen' dir (İnsan ve Yurttaş Hakları Dostları Derneği).



Yeni Düze ne Geçiş



1 57



kullanabilir. Fransız Anayasası temsile dayanır. Temsilciler, Yasama Kurulu ile kraldır."22 Demek ki Ulusal Kurucu Meclis'in ilk önce de facto sonra de jure olarak ilan ettiği ulus egemenliği, içerdiği mutlak temsil sistemi nedeniyle, temsilcilerin -yetkilerini ve girişimlerini belirleyip sınırlandırmak yerine- ka­ rarlarında ve eylemlerinde istedikleri gibi at koşturmalarının önünü açmak­ taydı. 1789 devrimcileri, temsil edilene kendiliğinden bir irade tanımayarak ya da en azından temsil edilenin kendisini ifade edemediğini, iradesini ortaya koyamadığını ileri sürerek, (Meclis'te çoğunluğu elinde bulunduran) temsilci­ lerin iradesini ulusun iradesiyle özdeşleştirdiler. Temsilciler meclisinde beli­ ren irade, ulusal iradeydi artık . Bu bakımdan siyasal temsil, daha önceden ifade edilen genel iradeyi siyasal düzeyde yansıtmıyor, fakat genel iradeyi di­ le getirerek doğuruyor, yarabyordu. Hatta Hobbes'un dediği gibi, temsil edi­ leni yaratan da temsilciydi; halkın-ulusun bir olarak var olması, onu temsil edenin (yani bir kralın ya da bir meclisin) birliği sayesindeydi. Zaten Sieyes de, Devrim öncesinde piyasaya çıkardığı kitabında23, bir ulusu ulus yapan şe­ yin, ortak yasanın dışında "ortak temsil" ya da "aynı yasama tarafından tem­ sil edilme" olduğunu açıkça dile getirmişti. Ardından bu anlayışın kaçınılmaz sonucu da belirdi: Temsilcilerin seçiminin bir egemenlik eylemi olmadığı, bir başka deyişle bir genel irade bildirimi anlamına gelmediği Meclis tarafından kabul gördü.24 Bu bakımdan seçim işlemi, yurttaşların ulusal iradeyi ortaya koyacak olan temsilcileri belirlemesinden başka bir şey değildi.25 Ulusal Kurucu Meclis üyelerinin ulus egemenliği adı altında temsilcilerin egemenliğini kurdukları bu sistemin, kendi içinde daha başka ciddi sorunlar barındırdığı görülüyordu. Bu bağlamda değinilmesi gereken ilk husus, ulus egemenliği üzerinde yapılanan siyasal sistemde kaç tane meclis olacağı konu­ sunun Meclis'te epey ateşli tarbşmalara yol açmış olmasıydı. Monarchienler, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) örneklerini öne sürerek, iki



22



m. başlık, 1. ve 2. maddeler.



23



"Üçüncü Sınıf' Nedir? başlığıyla Türkçeye çevrilmiş olan Qu 'est-ce que le Tiers-t!tat? adlı



kitabı. 24 Seçimlere kimlerin kab.labileceği, yani kimlere seçme ve seçiline hakkının tanınacağı



u, ikinci bölümde ele alınacaktır.



sorun



25 Dolayısıyla mutlak temsil sistemiyle yoğrulmuş ulus egemenliğinin geçerli olduğu ül­



kelerde, özellikle de Türkiye'de, politikacılann her seçimden sonra ağızlarından düşürme­ dikleri "milli irade tecelli etti" sözü, tam anylamıyla bir yanılsamadır, hatta bir aldabnacadır.



58 1 F r a n s ı z



D e v r i rn i 'n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r v e M ü c a d e le l e r l. 7 8 9 - .1 7 9 4



meclis olmasında ısraroydılar. Montesquieu'ye de göndermede bulunarak, siyasal özgürlüğün sağlanabilmesi için halk meclisinin yanında senato olarak adlandırdıkları kalıhmsal bir üst meclisin olmasını ve bu meclis üyelerinin kral tarafından seçilmesini savundular. Soylulara sistemde önemli bir yer ve­ ren bu öneriye karşı çıkan Yurtseverler grubu, temel gerekçelerini egemenli­ ğin (dolayısıyla egemenliğin temsilinin) bir ve bölünmez olduğu tezi üzerine kurdular. 10 Eylül' de yapılan oylamada, iki meclis önerisi ezici bir çoğunluk­ la, 89' a karşı 849 oyla reddedildi. Fakat temsilin birliğinden, bütünlüğünden söz edilmesine karşın, Anaya­ sa' da tek meclisin yanında kral da temsilci olarak belirlenmişti. Dolayısıyla krallığın devam ettirilmiş olması kendi başına bir sorundu. Üstelik krala tanı­ nacak olan yetkiler konusu da, yine Kurucu Meclis'i epey meşgul ediyordu. Krallık için seçim değil veraset sisteminin benimsenmesinden sonra,26 yürüt­ menin başı olan kralın veto hakkıyla donatılıp donatılmaması konusu gün­ deme geldi. Sadece kralolar değil ama Meclis'teki diğer gruplar içinde yer alan çok sayıda vekil de vetodan yana bir tavır takınmışh. Örneğin Monarchien Lally-Tollendal, krala veto hakkının verilmemesi durumunda "yasama erki­ nin yürütme erkine hükmedeceğini, erklerin birbirine karışacağını, dolayısıyla Anayasa'nın yıkımı ve halkın baskısı karşısında hiçbir engelin bulunmayaca­ ğını" ileri sürmekteydi. Yurtsever Mirabeau ise, bu konudaki görüşünü "kra­ lın veto hakkının gerekliliğine öylesine inanıyorum ki, eğer Fransa' da bu hak olmayacaksa İstanbul' da yaşamayı yeğlerim" diyerek dile getirmekteydi. Veto hakkındaki tarhşmaların ardından 11 Eylül' de, krala engelleyici değil ama erteleyici bir veto hakkının tanınması 325'e karşı 673 oyla kabul edildi.27 Yurtseverler grubu ile anayasal monarşi yandaşlarının uzlaşmasıyla çıkarılan



Örneğin Yurtseverler grubunun liderlerinden Barnave, kralın seçimle befulenmesine düzen adına karşı çıkmışb: "Devletin büyük bir saygınlıkla ve iktidarla bezenmiş bulunan birinci makamına gelecek olan yurttaşın seçimle belirlenmesi, kaçınılmaz olarak ulusun kriz içine düşmesine ve seçici yasama organının derin bir yozlaşmışlık içine girmesine neden ola26



cakbr."



27 1791 Anayasası'na (fil. başlık, III . bölüm, III. altbölüm maddelerine) göre kral, Anayasa değişikliklerine, vergilere, bakanlara, Medis'in iç yönebneliklerine ilişkin çıkarılan yasaları veto ebne yetkisine sahip değildi. Yine 1791 Anayasası'nda, kralın veto ederek yürürlüğe girmesini engellediği herhangi bir yasanın, bu yasayı çıkarmış olan meclisten sonra gelen her iki meclis döneminde de aynı şekliyle kabul edilmesi durumunda kral tarafından "onay­ lanmış addedileceği", yani yürürlüğe gireceği belirtilmekteydi.



Yeni Düzene Geçiş



1 59



bu yasaya karşı gerek kralolardan gerek sol gruptan yükselen itirazlar etkili olamadı.28 Sonuçta krala erteleyici veto yetkisinin verilmesiyle birlikte, bö­ lünmez olduğu savlanan egemenlik ya da egemenliğin kullanımı bölünmüş ve erkler aynmı29 zedelenerek yürütme erkinin başı olan krala yasamaya mü­ dahale etme imkanı tanınmış oluyordu. Meşruluğunu ulus egemenliği kurgu­ suna dayandıran Meclis ile ulusun temsilcisi olmakla birlikte tahbnda veraset yoluyla oturduğu için meşruluğu (büyük ölçüde yıkılmış olduğu kabul edi­ len) Ancien Regime düzeninden kaynaklanan ve veto yetkisine sahip olan XVI . Louis'nin uyumlu bir işbirliği içinde bulunmaları olanaksızdı. Dolayısıyla ay­ nı ipin üzerinde oynamaya kalkışan iki cambaz gıbi çatışma içine girmeleri de kaçımlmaz olacaktı. Bir diğer sorun, somut halkı hukuksal metinlerle "pasifleştirmeyi" amaç­ layan bu sistemin pratikte geçerlilik kazanmasının hiç de kolay olmamasıydı. Çünkü gerek section meclislerinde etkinliklerini sürdüren sans-culotte'lar, ge­ rek halkın davasını savunduğunu iddia eden Meclis içindeki radikal grup, halkın egemenliğini doğrudan ya da en azından yarı doğrudan bir şekilde kullanması savım ileri sürmeye devam ettiler. "14 Temmuz' dan beri çok şey değişti. Eskiden halk gerçekten egemendi, şimdi ise sözde egemen" diyerek halkın egemenliğinin gasp edildiğini vurgulayan Robespierre, 10 Ağustos 1791'deki konuşmasını, (ulus sözcüğünü somut halk anlamında kullanarak) temsilcileri tehdit eder bir biçimde noktalıyordu: "Ulusun, iktidarım yalmzca vekfilet yoluyla kullanacağı ileri sürülemez; ulusun sahip olmadığı bir hakkın bulunduğu da iddia edilemez. Bu hakkı kullanmaması için düzenlemeler ya­ pılabilir, fakat istese de kullanamayacağı bir hakkın var olduğu ileri sürüle­ mez." Gerçekten de bu konuşmadan tam tamına bir yıl sonra halk, (ikinci cil­ din ilk bölümünde görüleceği üzere) temsilcilerine aldırış etmeksizin silahla­ nıp ayaklanarak egemenlik hakkım doğrudan doğruya kullanacaktı.



28



Örneğin sol grubun önemli ismi Robespierre, "tek bir adama yasaya karşı koyma hak­ kı tanıyan" ve "tek bir adamın iradesirıi ulusun iradesinden üstün kılan" her türlü (yani en­ gelleyici ya da erteleyici) veto yetkisirıi bir "garabet" olarak nitelendirmişti. 29 1789 İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirisi'nin 16. maddesinde, erkler aynınının olmasının anayasanın varlığı için sine qua nan (olmazsa olmaz) koşul olduğu açıkça dile getirµmektey­ di.



60 1



F r a n s ı z D e v r i m i 'n d e S iy a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



B - F E O DALİ Z M E S O N Revizyonist tarihçi François Furet'nin değerlendirmesiyle, ilk önce tiers-ttat temsilcilerinin Ulusal Kurucu Meclis'i kurup anayasa yapma işine girişmele­ riyle burjuva devrimi, ardından da kitlelerinin Ancien Regime'in imgelerinden biri olan Bastille Kalesi'ni ele geçirip kraI-aristokrasi muhalefetine boyun eğ­ dirmesiyle hail< devrimi gerçekleşti; şimdi sıra köylü devrimine gelmişti. As­ lında çeşitli tarihçilerin 20 Temmuz-6 Ağustos 1789 tarihleri arasına endeksle­ diği köylü hareketi, özünde bir burjuva devrimi olan Fransız Devrimi'nin be­ lirli bir aşamasıdır ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla da Devrim'in altyapısal bir boyut kazanmasını, daha açıkçası eski ür� tarzına son verilip yeni üre­ tim tarzının yerleşmesi için gerekli temellerin atılmasını sağlamıştır. Paris'te yaşanan 14 Temmuz günü ve bunun taşra kentlerinde yarattığı et­ ki, kırsal alanda büyük bir yankı uyandırdı. Fakat kentlerde yaşanan büyük değişim, her nedense köylere uğramıyordu. Büyük ekonomik sorunlarla bo­ ğuşan, kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunan ve dilek defterlerinde dile ge­ tirdikleri isteklerinin hiçbirinin karşılanmadığını gören köylüler, kıpırdanma­ ya başladılar. Üstüne üstlük bir aristokrat komplosunun tezgfilılandığı, soylu­ ların parayla tuttukları eşkıya sürüleriyle köylülerin üzerine yürüdükleri, hat­ ta köyleri, tarlaları yakıp yıkbkları söylentisi, Fransa'nın büyük bir bölümüne yayıldı. Georges Lefebvre' den hareketle tüm tarihçilerin "Büyük Korku" (Grande Peur) olarak adlandırdıkları bu ortamda, paniğe kapılan köylüler, ko­ runma amacryla silaha sarıldılar. Ama aynı zamanda, bastırılmış nefretlerini açığa çıkararak, feodal belgeleri, arşivleri yok etmek, feodal beyleri hakların­ dan vazgeçmeye zorlamak amacryla şatoları hedef aldılar. Karşı koyan soylu­ lardan birkaçı öldürüldü; şatoları, malikaneleri talan edilip yakıldı; topraklara el konuldu. Bu olayların Fransa'nın dört bir yanında duyulmas!yla birlikte, Büyük Korku kırsal alandan kentlere yayıldı. Ama artık korku salanlar, sözde eşkıya sürüleri değil, şiddet eylemlerine başvuran ve feodal vergileri ödeme­ yen köylülerdi. Burjuvazinin ve Meclis'teki burjuva temsilcilerin gerek olaylar gerek köy­ lülerin talepleri karşısındaki tutumu en hafif tabirle ikirciklidir. Feodal mülk sabrı almış olup feodal haklardan yararlanan, bu nedenle de çıkarlarının teh­ like albnda olduğunu düşünen azımsanmayacak sayıda burjuva vardı. Ayrıca burjuvazi, feodal mülkiyet sisteminin bir kalemde yok edilmesi durumunda,



Yeni Düze ne Geçiş



1 61



sıranın kendi mülklerine geleceği endişesini de taşımaktaydı. Dahası bu kar­ gaşa ve huzursuzluk ortamının sürüp gitmesinin henüz ele geçirdikleri otori­ teyi tehdit ettiğini gören burjuva temsilciler arasında, köylü eylemlerini gere­ kirse şiddet yoluyla bastırma taraftarları bile bulunmaktaydı. Bununla birlikte burjuvazi, başlattığı Devrim'in meyvelerini toplayabilmek, iktidarını sağlam temeller üzerine oturtacak reformları ve anayasayı yapabilmek için geniş halk kitlelerinin, dolayısıyla nüfusun kabaca %80'ini oluşturan köylülerin desteği­ ne ihtiyacı olduğunun da bilincindeydi. Köylülere sempatiyle yaklaşan sans­ culotte'lan da karşısına almaması gerektiğinin farkındaydı. Böylece burjuvazi, daha açıkçası Meclis'teki Yurtseverler grubu, köylü ha­ reketinin aslında kendisi için bir fırsat doğurduğunu anladı. Ne de olsa soylu­ lar, köylüleri yatıştırmak ve mülkiyetlerini korumak için ödün vermeye ha­ zırdılar. Dolayısıyla aristokratlar ile din adamlarının siyasal üstünlüğünden sonra toplumsal ve ekonomik ayrıcalıklarının da ortadan kaldırılmasının tam zamanıydı. Varılan nokta, Meclis'in 4 Ağustos 1789 gecesi "feodal düzen tü­ müyle yıkılmıştır'' şeklinde aldığı karardır.



4 Ağustos oturumu çok özenli bir şekilde hazırlandı. Bir gün öncesinde, Bröton Kulübü'ne3° üye olan Yurtseverler grubunun önde gelenleri, kulübün toplanb yeri olan Versailles'daki Amaury kafesinde bir araya geldiler ve ayrı­ calıkların kaldırılması konusunu ertesi gün Meclis'te gündeme almayı karar­ laştırdılar. Meclis'i bu konuda ikna etmek ve böylece hedefledikleri amaca ulaşmak için soylu vekiller arasından işbirlikçilere ihtiyaçları vardı. Aiguillon Dükü ile Noailles Vikontu, bu yönde söz alıp öneri getirmeyi kabul ettiler. 4 Ağustos gecesi ilk konuşmayı yapan tiers-itat temsilcisi Target, burjuvazinin düzen yanlısı olduğunu kanıtlamak istercesine, Büyük Korku olaylarını olumsuz bir biçimde değerlendirdi ve yürürlükte olan feodal sistemin değişti­ rilinceye kadar devam ettiğine ilişkin bir Meclis kararı önerisi sundu. Ondan sonra söz alan Noailles Vikontu, hazırlanmış olan bombayı patlath. Ardından



30 Bröton Kulübü (Club Breton), 1789'un Ekim ayında, Kral ve Meclis'in ardından Paris'e taşındığında Oakobenler olarak da adlandırılan) Dominikenler tarikatının bir



manashnna



yerleşecek ve Anayasa Dostları Derneği (Socrete des Amis de la Constitution) adım alacak, yani bilinen ismiyle Jakobenler Kulübü'ne (Club des /acobins) dönüşecektir. Gerek /acobin(s) gerek



Girondin(s) sözcükleri, Türkçeleştirilip telafuz edildikleri şekilde yani Jakoben(Ier) ve Jiron­ den(ler) olarak kullamlacaktır. Diğer siyasal gn:ıplann isimleri için ise, bazen Türkçeleştiril­ miş karşılıkları, bazen de orijinal yazılışları tercih edilecektir.



62 1



F r a n s ı z Devrimi 'nd e



S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



kürsüye çıkan tüccar Le Guen de Kerangal ile büyük toprak sahibi Aiguillon Dükü, bpkı Noailles Vikontu gibi, şiddete varan köylü eylemlerinin haklı ne­ denlere dayandığını vurguladılar ve feodal hakların bir tazminat karşılığında kaldırılmasını önerdiler.



TA R G E T ( 4 Ağ u s t o s 1 7 8 9 ) 31 Şu anda sadece özgü r bir A nayasa' n ı n temelleri üzeri nde halkın m utl uluğu­ . nu sağlamakla ilgilenen U lusa l Meclis, çeşitli eyaletleri kasıp kavura n, zihin­ lerde tehlike çanları n ı n çalmasına yol aça n ve kişi mülkiyeti ile güvenliği nin kutsal haklarına öl ü m cü l darbeler indiren ka rışıkl ıkları ve şiddet eylem leri ni göz ön üne alarak ve bu kargaşanın sadece Meclis'in çalışmaları n ı yavaşlatı p kam usal yarar düşmanları n ı n canice projelerine hizmet ettiği tespitinde bu­ lunarak; Eski yasaların yürürl ükte olduğunu ve ul usun otoritesi on ları değişti rince­ ye ya da kaldırıncaya kadar uygulanmaları gerektiğini; Var olan vergilerin, u l usun otoritesi halka daha az ağır gelecek vergi bi­ çimleri saptayıncaya kadar, 17 Hazira n kararı gereğince tahsil edi l meleri ge­ rektiğini; Tüm geleneksel marı yükümlülükler ile ödenti lerin, Mecl is bir başka dü­ zenleme yapana kadar, eskiden old uğu gibi ödenmesi gerektiğini; Son olarak, kişi leri n ve mülklerin güvenliğine ilişkin kabul edilmiş yasalara herkes tarafından uyul ması gerektiğini ilan eder. Bu bildiri bütün eyaletlere gönderi lecekti r; papazlar, kil ise çevresi sa kin­ lerine bu bildiriyi d uyu rmaya ve ona uyulması nı önermeye davet edilecek­ lerdir.



N O A İ L L E S V İ K O N T U ( 4 Ağ u s t o s 1 7 8 9 ) 32 Meclis'in di nlediği kara r projesinin amacı, eyaletlerdeki kargaşaya son ver­ mek, kam usal özgürl üğü güven a ltına almak ve mülk sa hiplerinin gerçek hak­ larını teyit etmekti r. Fakat krallıkta patlak veren ayaklanmanın nedenini bil-



31 Oıaussinand-Nogaret, 2006, s. 34. 32 Oıaussinand-Nogaret, 2006, s. 34-35.



Yeni Düzene Geçiş



1 63



meden bu amaçlara ulaşmak mümkün mü? Ü stelik krall ığı sarsan hastal ığa gerekli i lacı uygulamadan bunun üstesinden nasıl gelinebi l i r ki ? Köyl üler istekleri ni bildirmişlerdi; talep ettikleri bir Anayasa değildi. iste­ dikleri neydi ? Angarya hakkı n ı n kaldırıl ması, bölge yöneti m yardı mcısı göre­ vine son verilmesi ve senyörl ük hakları nın hafifletil mesi ya da değiştirilme­ siydi. Köyl üler, temsi lcilerinin üç aydan fazla bir süred ir, bizim "kamusa l şey''33 diye adlandırdığı mız ve gerçekte n de öyle olan devletle ilgilendikleri ni görüyorla rd ı . Ama kamusal şey, özellikle onlara a rzu etti kleri ve elde etmeyi yürekten istedikleri bir şey gibi görünüyordu. U l usun temsilcilerinin kendi araları ndaki çeşitli anlaşmazl ı klar ortamı nda, onların gözünde gerçek temsil­ ciler m utl u l uklarını isteyenlerdi, güçl ü kişiler ise buna karşı çı kıyorlardı. Bu d u rumda ne oldu? Köylüler, güce karşı silahlanmak gereği ni h issettiler ve bugün de hiçbir e ngel tan ı mıyorlar. Bunun sonucunda da kra l l ı k, toplu­ mun dağı l ması ile bütün Avrupa' n ı n hayranlık duyu p taklit edeceği bir yöne­ time kavuşul ması a rasında gidip gelmektedi r. Bu yöneti m nası l ol uşturulur? Kamusal huzur sayesinde. Bu huzura nasıl ulaşı lır? Halkı sakinleştirerek, hal­ ka sadece korunması gerekli şeyler kon usunda karşı çıkıldığını ona göstere­ rek. Bu zorunlu huzura kavuşma k için şunla rı öneriyorum : 1/Vergiler, kra llıktaki bütü n bireyler ta rafından geli rleri ora n ı nda ödene­ cektir. 2/Bütü n kamusa l vergiler gelecekte herkes tarafından üstlenilecektir. 3/Bütü n feodal haklar, makul olarak bel i rlenmiş bir fiyat karşı l ığında geri satın alınabilecektir. 4/Feodal a ngaryalar, main-morte'lar34 ve d iğer kişisel külfetler, satın al­ ma olmaksızı n ortada n kaldırılacaktır.



33 Latince res publica'mn Fransızca çevirisi olan chose publique deyim i kullanılmış. 34 Main-morte: Serfin toprağının, mallarının ölümünden sonra senyöre geçmesi.



64 1



F ra n s ı z D e v r i m i 'n d e S i y a s a l D Ü ı$ Ü rı c e l e r v e M ü c a d el e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



LE G U E N D E K E R AN G AL ( 4 A ğ us tos 1 7 8 9) 35 Baylar; şatolarda bulunan ve yüzyı llardır halka acı çektiren korkunç silahların [feodal belgelerin] mecbu ri bir tazm inat ödenerek yok edil mesi kararını bir an önce a l m ış olsaydınız, bu şatoların ateşe veri l mesini önlemiş olurdunuz. Baskıdan bitap d üşen ve adaleti n bir a n önce yerine gel mesini a rzulayan halk, barbarlığın ve atalarımızın yapıtları olan bu belgeleri ortadan kaldır­ makta elini çabuk tutm uştur. Adi l olalım, bayla r. Sadece edebe değil, i nsan l ığa da haka ret eden bu bel­ geler buraya, bizim önümüze getirilsi n ! İ nsanların büyükbaş hayvanlar gibi arabaya koşul masını buyuran b u belgeler bu raya, bizim önümüze getirilsi n ! Zevk düşkünü senyörleri n i n uykusu kurbağa sesleriyle böl ünmesi n diye in­ sanları geceler boyunca su birikintilerinde nöbet tutmaya zorlayan bu belge­ ler buraya, bizim önümüze getirilsi n ! Bayla r, söyleyi n bana: B u aydınlanma çağı nda, içinizden hanginiz, bu utanç verici parşömenleri günahlarınızdan arınmak için yakı laca k bir yığın haline geti rmez ve kam usal ya rar sunağında bu yığını Ta n rı'ya kurban eder­ cesine ateşe vermez acaba? Baylar; her türlü feodal hakkı bir tazminat karşıl ığında isteni ldiğinde satın alı nacak bir şeye dönüştüreceğinize ve çıkaracağı nız yasalarla halkın haklı olarak yakındığı kölelik hakları n ı hiçbir iz kal mayacak şekilde tümüyle yok edeceğinize dair halka söz verdiğiniz zaman, işte a ncak o zaman çal kantılar içindeki Fra nsa'yı huzura kavuştura bi l i rsiniz. Cah i l l i k ve karanlıklar dönemle­ rinde elde edilmiş bu hakları adalete aykırı olarak ilan ettiğinizi halka bildirin. Barışı sağlamak adına, hiç vakit geçi rmeden F ransa'ya bu sözleri verin . Genel b i r çığl ı k yükseliyor. Kaybedecek b i r saniyeniz b i l e yok a rtı k. B i r günlük bir gecikme yeni yangınlara yol açacaktı r. İ m paratorl ukların düşüşü n ü n ön­ cesinde bile bundan daha az gürültü patırtı olm uştu r. Yakıp yıkılmış bir Fra n­ sa'ya mı yasalar vermek istiyorsunuz?



35 Paralıe, s . 45-46.



Ye n i D ü z e n e G e ç i ş



1 65



A İ G U İ L L O N D Ü K Ü ( 4 A ğ u s t o s 1 7 8 9 ) 36 Baylar; Fra nsa' da sergilenen korkunç sa hneler karşısında yakı nmaya n bir tek i nsan bile yok. Suçlu baka nların bizim elim izden çal maya kal kıştı kları özgür­ l üğü güçlendirmiş olan halk hareketi, hükümeti n görüşlerinin bizim ka musal mutl ul uğa yönelik isteklerimizle örtüşür gibi göründüğü şu anda, aynı özgür­ l üğün karşısına dikilen bir engel ol uşturmaktadır. Felaketlerin bağrında zengin leşmek isteyenler, yal nızca eli silahlı eşkıya­ lar deği ldir. Bi rçok eyalette halkın tüm ü, şatoları yıkmak, tarlaları talan et­ mek ve özellikle feodal mülk belgelerin i ele geçi rmek için birleşmiş bul u n u­ yor ve yüzyı llardır kafasında taşıdığı boyunduruktan kurtul maya çal ışıyor. Baylar, şunu iti raf etmeliyiz ki, bu ayaklanma, bir suç olmasına ka rşın -ki her şiddet içeren saldırı bir suçtu r-, halkın ezi lmiş olması nedeniyle mazur görü­ lebi lir. Fieflerin, senyörl ük toprakları n ı n mülk sahipleri, vasa l ların yakındıkları aşı rı haksızl ıklardan nadiren suçludurlar. Fakat onların işleri ni yürütenler, genelde acımasız kişilerdir. Fransa' da yürürl ükte olan feodal yasaların barbar kal ı ntıları n ı n hükmü altındaki zava l l ı çiftçi ise, kurba nı old uğu zulmün altı nda inlemektedi r. Bu [feodal] haklar tabii ki bir m ü lkiyettir ve her m ü l kiyet kutsaldır. Fakat bu haklar, halkın sırtındaki bir yüktür ve halka dayattığı sürekli rahatsızl ı k da herkes ta rafı nda n bilinmektedir. Bayla r; hakiki felsefenin h ü km ü n ü sağladığı bu aydınlanma çağı nda, bi­ zim her türl ü kişisel çıkarı terk edip kam usal mutluluk için bir a raya geldiği­ miz ve devleti n yeniden canlanışı için çalıştığımız bu döne mde, bana öyle ge­ l iyor ki, u l usun merakla beklediği Anayasa'yı yapmadan önce, amacı m ızın ve dileğimizin, herkesi n a rzusu nun ötesine gitmek olduğun u, yani tüm insanlar a rasında va r olması gereken ve tek başına özgürl üğü sağlayacak olan eşitliği bir an önce gerçekleşti rmek olduğunu bütün yu rttaşlara kanıtlamamız ge­ rekmektedi r. Fief sa hi plerinin, toprak senyörlerinin, bu gerçeği reddetmek yerine hakları n ı adalet uğru na feda etmeye hazır olduklarından hiçbir kuş­ kum yok. Daha önce ayrıca l ı klarından ve mali muafiyetlerinden vazgeçmiş­ lerdi; şimdi feodal hakları ndan tüm üyle vazgeçmeleri n i bekleyemeyiz. Bu 36



Oıaussinand-Nogaret, 2006, s . 35-36.



66 1



F r a n s ı z D e v r i m i ' n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e lt " r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



haklar onların mülküdür. Bu haklar bi rçok kişi n i n tek gelir kaynağıdı r. Hakka­ niyet, m ü l k sahibine haklı bir tazminat ödenmeksizin herhangi bir mülkü terk etme zorunluluğunu yasaklar. Bu güçl ü tespitler sonucunda ve halka en çok önem verdiği çı karlarıyla doğru bir şekilde i lgilendiğinizi göstermek amacıyla, Mecl is' i n şunları ilan etmesi ni diliyorum : Vergiler bütün yurttaşlar tarafı ndan i m kanları ölçüsünde üstlenilecekti r; fıeflerin ve senyörl ü k toprakları n ı n feodal hakları, buralardaki vasallar ta rafı nda n istenildiği takdi rde geri satı n alınabilecekti r; ödemeleri n m i ktarı ayrıca Mecl is tarafından bel i rlenecektir.



Bu konuşmalar, Ulusal Kurucu Meclis'te beklenenin ötesinde bir coşkunun yaşanmasına yol açh. Aristokrasi ve ruhban sıralarında yer alan muhalifler, bir tür "yurtsever sarhoşluk" gibi yaşanan bu coşku karşısında bir bakıma ka­ derlerine razı olup suskunluğa gömüldüler. Bu ortamda, özellikle liberal soy­ luların ve burjuvaların art arda getirdikleri öneriler kabul edildi. Böylece serf­ lik kalıntıları, angarya, vergi muafiyetleri, Kilise'nin halktan topladığı ondalık vergisi (dime) bir kalemde silinip atıldı. Feodal haklar, dolayısıyla feodal vergi­ ler ve köylülerin kullandıkları topraklar için senyörlerine vermek zorunda ol­ dukları ödentiler bir tazminat ödenmesi koşuluyla kaldırıldı. Tüm yurttaşlara toplumsal kökenleri ne olursa olsun kamu görevlerine gelebilme hakkı tanın­ dı ve bu görevlerin parayla satılması yasaklandı. Son olarak da bazı kentlere ve bölgelere tanınmış olan ayrıcalıklara son verildi. 4 Ağustos gecesi alınan bu kararların daha sonraki günlerde kağıda dökü­ lüp yasa haline dönüştürülmesi aşamasında, "yurtsever sarhoşluğu" üstlerin­ den atan Ancien Regime' in ayrıcalıklıları, bazı kararlan ılımlaştırma, bazılarını da geri aldırma çabası içine girdiler. Özellikle yüksek ruhban, ondalık vergisi­ nin kaldırılmasına karşı şiddetle mücadele etti, ama başarılı olamadı. Bu tu­ tum, birçok soylu vekilin, feodalizmin yıkılmasına ilişkin çeşitli kararları öne­ rirken ya da bunlara katılırken yüce gönüllü bir davranış sergilemekten çok, köylü eylemlerinden duydukları korku m��eniyle hareket ettiklerinin bir kanı­ hydı. Verilen ödünler köylüleri yahştırmanın ve böylece mülklerini, toprakla­ rını korumanın bir bedeliydi. Örneğin, soylulara hep kuşkuyla yaklaşılmasını ölümüne dek savunmuş olan Marat, gazetesi L'Ami du Peuple'ün (Halkın Dos­ tu) 21 ve 22 Eylül tarihli sayılarında, feodalizmi kaldırma kararının asıl sebe­ binin, ayrıcalıklıların kendiliğinden iradesinde değil, köylü kitlelerinin şiddet­ li öfkesinde aranması gerektiğini açıkça dile getirmekteydi. İlk önce 4 Ağustos



Yeni Düze ne



Geçiş



1 67



gecesinde Meclis'te olup biteni özetlemekte, ardından da kendi yorumuna yer vermekteydi.



M A R AT ( 2 1 2 2 Ey 1 ü 1 1 7 8 9 ) 3 7 ·



[ ... ] Kendini göstermek için sa bırsızlana n insanlık ve vata n sevgisinin zoru n l u kıldığı pek çok adalet ve hayı rseverlik eylemi, h i ç kuşkusuz [Meclis'teki] izle­ yici lerin beğenisi ni doruk noktasına taşı malıydı . Kendi kendini aşmaya çalı­ şan bu cömertl ik rekabeti ortamında da, yaşanılan coşku nluk hayranlık aşa­ masına varmalıyd ı . Durum hakikaten böyle miydi ? Erde mden sapmaya l ı m, ama kimsenin oyununa da gel meyelim .. Eğer bu fedakarl ı kları [4 Ağustos ka­ rarları nı] dayatan hayırseverlik idiyse, o zaman bu hayı rseverliğin sesi ni yük­ seltmek için biraz fazla beklemiş old uğunu kabul etmek gerekir. Ne yani ! Ateşe veri len şatoları n ı n alev ışıkları vurd u da, silah elde özgür­ lüklerine kavuşmuş insanları prangalarda tutma ayrıcal ığından vazgeçme yü­ ce gön üllülüğüne öyle mi erişti ler? Çapulcuları, zim meti ne para geçirenleri, despotizmi n ya rdakçı ları nı görü nce mi, senyörl ük vergilerinden feragat etme ve yiyecek ekmeği zor bulan zavallılardan artık daha fazla bir şey istememe cömertliğine erişti ler? Darağacı kaçkı nları, isimlerini işitince ve kendileri n i bekleyen son un ne olacağını görünce, avlanma ayrıcalığını ka ldırma ve hayvanlar tarafı nda n parçalanmamam ıza m üsaade etme hayı rseverliğini gösterdiler. [ ... ] 7iers-etat mebusları n ı n güven verici dü rüstl üğü n ü n, vatanseverlik maskesi ardı nda gizlenen siyasal gi rişi m lere maruz kalmasından çeki nmeye deva m edeceğiz. Zaten tiers-etat mebusları, nası l oldu da, çok şatafatl ı bir şekilde ilan edilen bu fedakarl ıkların Anayasa' da yer alacak olan temel yasa­ ların zoru n l u sonuçları olduğu n u hissedemediler?



Meclis'in "feodal düzeni tümüyle kaldırdığını" ilan edişi, gerçeği tam an­ lamıyla yansıtmıyordu. Belirtildiği üzeri, angarya gibi kişiler üzerindeki hak­ lar kaldırılmış, ama toprağa ilişkin hakların tazminat adı altında satın alınabi­ leceği kararlaştırılrnışh . Daha açıkçası, özgürlüğüne kavuşmuş köylünün sen­ yöre yaphğı ödeme, köylüye bırakılmış toprağın karşılığı, dolayısıyla mülki37 Marat, 2015.



68 1 F r a n s ı z



D e v r i rrı i 'rı d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r v e M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



yet hakkının bir parçası olarak kabul ediliyordu. Ayrıca bu feodal ödenti, bir zamanlar toprak sahibi senyör ile toprağı işleyen serf arasında yapılmış olan bir sözleşmenin uzanbsı olarak görülüyordu. Üstelik senyörden toprak üze­ rindeki hakkım ya da feodal sözleşmeyi belgelemesi de istenmiyordu. Böylece soylular, tazminabn da çok yüksek tutulması sayesinde38, topraklarım ellerin­ de tutup kiralarını toplama ya da uygun fiyata satma imkanına kavuşmuş oluyorlardı. Zaten tiers-etarnın temsilcisi olarak E tats Geniraux' ya seçilmiş olan Merlin de Douai, Feodal Haklar Komitesi39 adına Kurucu Meclis'e sun­ duğu 8 Şubat 1790 tarihli raporunda, amacın eski ödentileri yeni bir ad albnda sağlam bir şekilde devam ettirmek olduğunu açıklamaktaydı: "Feodal rejimi yıkarak fieflerin meşru sahiplerini mülklerinden yoksun bırakmak istemedi­ niz, fakat mülklerin doğasını değiştirdiniz; feodal yasaların dışına çıkarılan bu mülkler, şimdi toprak mülkiyeti yasasına tabi olmuştur." Feodalizmin son ka­ lınblarımn temizlenmesi, daha sonraki tarihlerde, bir başka deyişle Devrim'in daha radikal dönemlerinde gerçekleşecektir. İlk önce 25 Ağustos 1792'de, tazminabn ancak feodal hakları gösteren bir belgenin olması durumunda ödeneceği kararlaşbrılacak, sonra da 17 Temmuz 1793'te, geri kalan bütün fe­ odal hakların tazminat ödenmeden kaldırılması kabul edilecektir. 4 Ağustos, feod alizmi tam anlamıyla yıkmamış olsa da, köylüyü feodal bağımlılıklardan kurtarıp kişisel anlamda özgürleştirdi. Aristokrasinin kırsal alandaki hükmüne son verdi ve ayrıcalıklar üzerine kurulu yapıyı baştan aşa­ ğı değiştirdi. Siyasal düzeyde yıkılmış olan Anden Regime, sosyo-ekonomik düzeyde de ortadan kalkmış oluyordu. Bu yıkım işleminden sonra, eşitsiz ta­ bakalara ayrılmış ve ağır yükümlülükler albnda ezilmiş olan uyrukların yeri­ ni, arbk eşit ve özgür yurttaşların alması için zemin hazırlanmışb. Şimdi, ül­ kede yaşayan herkesi ayrıcalıksız bir birey, diğerleriyle eşit olan bir yurttaş konumuna getirecek resmi bir belgenin, haklar bildirisinin kotarılıp ilan edil­ mesine gelmişti sıra.



38 Kurucu Meclis' in 3 Mayıs 1790' da aldığı karara göre, köylülerin senyörlük ödentile­ rinden kurtulabilmeleri için feodal hakları, yıllık değerinin yirmi misli bir tazminat bedeli ödeyerek sabn almaları gerekiyordu. Yoksul köylülerin böyle bir bedeli ödemelerine imkan yoktu. Dahası topluca sabn alma da mümkün değildi. 39 Günümüzde Türkiye' de olduğu gibi Fransa' da da "komisyon" olarak bilinen Meclis araşbrma, inceleme ve denetleme grupları o dönemde genellikle "komite" olarak adlandırı­ lıyordu.



C - HAKLAR B İ LD İ Rİ S İ Bir haklar bildirisinin gerekli olduğu düşüncesi, E tats Generaux toplarunadan önce aydın çevrelerde yayılmaktaydı. Bazı dilek defterleri de bu konuya deği­ niyordu. Örneğin Rennes' deki tiers-etat dilek defterinde şu satırlara rastlan­ maktaydı: " E tats Generaux'daki vekiller, yasama çalışmalarına yurttaşların ve ulusun temel haklarının ayrıntılı bir bildirisiyle başlayacaklardır." Ulusal Ku­ rucu



Meclis'in çalışmalarına başlamasıyla birlikte bu konu gündeme geldi ve



14 Temmuz'da oluşturulan Anayasa Komitesi'ne hem Sieyes hem Mounier hazırladıkları bildiri tasarılarını sundular. Bunun üzerine 1 Ağustos'taki Mec­ lis oturumunda, haklar bildirisi konusunda çok ateşli tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalar sırasında Meclis, "muhafazakarlar" yani "sağ" ve "yenilikçiler" yani "sol" olarak adlandırılabilecek iki gruba bölünmüştü. Karşı-devrimci ya da gelenekçi vekiller ile Monarchienlerin yer aldığı sağ grup, haklar bildirisine gerek olmadığını, ancak böyle bir bildiri muhakkak hazırlanacaksa da ilk önce anayasanın tamamlanmasını ve sonra kaleme alınacak bildirinin de anayasa­ ya eklenmesini savundu. Büyük ölçüde Patriotelardan oluşan yenilikçi grup



ise, zaman geçirmeden insan haklarının bir bildiriyle ilan edilmesinde ısrar et­ ti ve bildirinin anayasa çalışmalarına ışık tutup rehberlik edeceğini ileri sürdü. Aynca bu iki grup arasında, hazırlanacak bildiride insanın doğal haklarına mı yer verileceği, yoksa toplumsal hak ve ödevlere mi vurgu yapılacağı konu­ sunda da ciddi fikir aynlıkları bulunmaktaydı. Muhafazakar grup, "doğal



hakları soyut bir şekilde dillendirip Fransa'ya özgü somut gerçekleri göz ardı eden" bir bildirinin özellikle halkı kışkırtıp aşırılıklara yol açmasından ve top­ lumu kaosa sürüklemesinden endişe duyuyordu. Bu oturumda söz alan çok sayıdaki konuşmacı arasında Castellane Kontu ile Barnave, yenilikçi grubun sözcülüğüne soyundular, Malouet ise muhafa­ zakar grubun görüşlerini dillendirdi.



CAST E L L A N E K O N T U ( 1 Ağ u s t o s 1 7 8 9 ) 40 Baylar; bana göre bugün ka rarlaştı rı lması gereken konu, bü roların41 i ncele­ mesi ne sunulmuş olan değişik haklar bildiri lerinden birisi n i seçmek deği ldir.



40 Chaussinand-Nogaret, 2006, s. 28-29.



70 1 F r a n s ı z



D e v r i m i 'n d e S i y a. s a l D ü ş ü n c e l e r v e M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - .1 7 9 4



H i ç kuşkusuz Meclis' in bugünkü gündemi n i meşgul etmeye yetecek önemli bir ön soru bulunmaktadır: Anayasamızın başına yerleştirilecek bir haklar bildirisi olacak mıdır? Bu soruya ol umlu yanıt verme ka rarı aldığımdan, çeşitl i eleştiri leri ceva plamaya ça lışacağı m . Biri lerine göre bu biri nci l i l keler yüreklere kazı nmış olduğundan bunları açı kça dile getirmekten vazgeçmemizin hiçbir olumsuz sonucu olamaz. An­ ca k baylar, eğer yeryüzüne şöyle bir göz atmak l ütfunda bulunursa nız, çok az sayıda ul usun, hakları n ı n tüm ü n ü deği l de birkaç fikri, birkaç özgürl ük kal ı n­ tısı n ı koruyabilmiş olduğun u görürsünüz ve benim gibi sizin de tüyleri niz di. ken diken olur hiç kuşkusuz. B ütün Asya'yı ya da vata nları nda yaşadı kları kö­ leli kten daha acımasız bir köleliği adalarda gören zavallı Afri kal ı ları anmaya sıra gelmeden, hatta Avrupa dışına çıkmaya gerek ka lmadan, kendi lerini bir­ kaç senyörün mülkü olara k kabul eden hal klarla karşılaşmıyor m uyuz her yerde? Hemen he psi n i n despotların ya ptı kları yasalara itaat etmek zorunda oldukları n ı düşünüp boyun eğdiklerini görmüyor m uyuz? Hatta İ ngi ltere'de, özgürlüğün kutsal ateşini korumuş gibi görü nen bu ü n l ü adada bile, i nsan haklarının daha iyi bilinmesiyle ortadan kal kacak bi rçok kötülük bulunmuyor mu? Fakat bizim ilgilenmemiz gereken Fransa'd ı r ve de baylar, size soruyo­ rum: Her iyi anayasanın üzerinde temellen mesi gereken i l kelerden bu kadar bihaber kalmış olan bir başka ulus va r mıdır? Eğer Cha rlemagne dönemini dışarıda tutarsak, arka a rkaya gelen en aşağılayıcı tiranlıkların hükmü a ltında olduk hep. Fransızlar, barbarl ı kta n çıkar çı kmaz feodal rejim le, yani aristok­ rasinin, despotizmin ve anarşi nin hep birl i kte yarattığı kötülüklerle tanıştı lar. Sonunda felaketlerinin farkı na va rdılar ve kişisel ti ranları yıkmak için var güç­ leriyle kral ları destekledi ler. Fakat cehaletin körleştirdiği insanlar, sadece zincirlerini değişti rmiş oldular; senyörlerin despotizminin ardından bakanla­ rı n despotizmi geldi. İ nsanlar, tam anlamıyla topra k mül kiyeti özgürl üğüne kavuşamadan bi reysel özgürl üklerine varı ncaya kadar tüm özgürlüklerini yi4 1 Ulusal Kurucu Meclis'in içtüzüğüne göre kurulmuş olan ve her biri 40'a yakın vekil­ den oluşan 30 büro vardı. Bu bürolar, önergelerin tartışıldığı, (15 günde bir değişen) Meclis Başkam ile komite üyelerinin seçimlerinin yapıldığı, haklar bildirisi metinlerinin incelendiği çalışma gruplarıydı. Ayrıca bürolardan bazıları, kendi bildiri tasarılarını hazırlamıştı.



Yeni Düzene Geçiş



1 71



ti rdiler. Kaşeli mektuplar42 sistemi yerleşti . Bayla r; hiç şüphe duymayalım ki, bu iğrenç icat ancak halkın kendi haklarına dair cehaleti ne atfedilebilir. Hiç kuşkusuz halk hiçbir zaman bu sistemi ka bul etmedi; Fransızların hepsi de­ lirmediğinden hiçbir zaman krallarına şunları da söylemediler: "Sana kendi­ miz üzeri nde keyfi bir i ktida r veriyoruz; bizi köleleşti rmeye karar verdiğin ana kadar özgür kalacağız ve çocukları mız da senin çocuklarının kölesi ola­ caklar. Keyfi nce bizi ai lelerimizden çekip alabilir ve seni n seçtiğin bir gardi­ yanın gözeti m i altında bulu nacağımız bir hapisha neye gönderebi l i rsin; gücü­ n ü alça klığından alan bu gardiyan da yasaların yetkisi nin dışında kalacaktır. Eğer metresinin ya da gözdelerinden b!rinin çıkarı bu korkunç i kameti bizim için bir mezara dönüştürürse, can çekişen sesi m izi hiç kimse duyamayacak­ tır. Senin gerçek ya da d üzmece i raden bu d urumu adil kılacaktı r. Se n bizim tek savcı mız, tek yargıcı mız ve tek celladımız olaca ksın." Bu iğrenç sözler dile geti rilmedi hiçbir zaman. Bütün yasalarımız kaşeli mektuplara itaat edi l me­ sini yasaklamaktaydı, hiçbirisi bu sistemi onaylam ıyordu . Fakat yasalara say­ gı gösteri lmesini sağlayabilecek olan yalnızca halktır. Anayasamızın sözde koruyucuları olan pa rlamentola rı n43 elinden ne geldi? Uğursuz sonuçlarına kendileri n i n de katlandığı otorite da rbeleri karşısında aciz kalmadılar m ı ? Eğer h a l k ı n tüm ü i l a n edilecek yasalara saygı gösterilmesini istemezse, U l us' u n temsilcileri bile yürütme gücü n ü n uygulanışında beli recek olan olası kötülüklere ka rşı ne yapabilir? Bir i nsan hakları bildirisi n i n gereksiz olduğu n u düşünenlere karşı ceva p verdiğim i zannediyorum . Bazıları daha da i leri gidi p yönetim i n bütün ça rkla­ rı nın dağı lması sonucunda kalaba l ı kların büyük aşırı l ı klara kayacağında n korktukları bu dönemde, böyle bir bildirinin tehlikeli olacağını düşün üyorlar. Fakat bayla r, beni dinleyen çoğunluğun benimle aynı fiki rde old uğuna emi­ nim: Düzensizl iği engellemenin en doğru yolu, özgürl ük i l keleri ni açı kça or­ taya koyma ktı r. i nsanlar hakları n ı ta nıdıkça, kendilerini koruyan yasaları da­ ha çok sevecekler, vata nlarına daha çok bağlanacaklar ve kargaşadan daha 42 Kaşeli mektup [lettre de cachet], kralın kolluk güçlerine yolladığı bir yazıyla, ülkesinde­ ki herhangi bir kişiyi sorgusuz sualsiz, hiçbir gerekçe göstermeden ve tutukluluk süresini dahi belirtmeden hapse atbrma yetkisidir. 43 Ancien Regime' de yüksek yargı organlan olan parlemenflar kastediliyor.



72 1 F r a n s ı z



D e v r i m i 'rı d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r v e M ü c a d e le le r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



çok korkaca klardır. Eğer yi ne de serseril�r kam u güvenliğini teh l ikeye atar­ larsa, kaybedecek bir şeyleri olan bütün yurttaşlar onlara karşı birleşecek­ lerdir. Dolayısıyla baylar, Anayasam ızın başı na bir insan hakları bildirisini yerleş­ ti rmemiz gerektiğini düşün üyorum .



B A R N AV E ( 1 A ğ u s t o s 1 7 8 9 ) 44 Haklar bildirisinin gerekli liği açı kça ortaya kondu . Daha önce görüşlerini su­ nanlardan bazıları, bildiri n i n tehlikeli olabi leceğini i leri sürdü; diğerleri ise, ormanlardan çıkmış i nsanların i l kel özgürlüğünün tesis edilmesi durumunda bu özgü rl üğü kötüye kul la naca klarına i l işkin çeki ncelerini dile geti rdi . Fakat i nsa n haklarını tesis etmek içi n i l k önce bu h a kların ne olduklarını bilmek ge­ rekir. Dolayısıyla bir haklar bildirisi gereklidir. Böyle bir bildirini n i ki pratik ya­ rarı vardır: Biri ncisi, bir yasama zihniyeti kesi nleştiril melidir ki, ileride değişti­ ri lmesi n. İ ki ncisi, her şeyi öngörmesi mümkün ol mayan yasama icraatları bu zihniyete göre yönlendirilsin. [ ... ] B u bildirinin gereksiz old uğu, çünkü i l keleri­ nin bütü n yüreklerde kazı nmış olara k bulunduğu, da hası tehlikeli olduğu, çünkü halkın haklarını bildiği anda bunları kötüye kullanacağı i leri sürüldü. Fakat tecrübe ve tarih, bu karşıt görüşleri yanıtlayıp yadsı maktadır. Anayasa'nın başına i nsanın kullanması gereken haklarının bir bildirisini yerleşti rmenin elzem olduğuna inanıyorum . B u bildiri bütün zihinler tarafın­ dan basitçe kavranmalı ve ul usal amentü olmal ıdır.



M A L O U ET ( 1 Ağ u s t o s 1 7 8 9 ) 45 i nsan ve yurttaş hakları, sürekli olarak herkesin gözü önünde bulunmalıdır. Bu haklar, yasamacı n ın46 hem ışığı hem de a macıdır. Çünkü yasalar, doğal, topl umsal ve siyasal haklar ile ödevlerin ifadesidir ve de sonucudur. Dolayı­ sıyla kom ite tarafı ndan sunulan çal ışmayı gereksiz olara k nitelemekten çok 44



Chaussinand-Nogaret, 2006, s. 29.



45 Chaussinand-Nogaret, 2006, s. 29-32. 46 Çeviri metinlerde yer alan "legislateur'' sözcüğü, "yasa yapıa" ya da "yasa koyucu" olarak değil, tek sözcük şeklinde "yasamaa" olarak �tir.



Yeni



D üz e n e G e ç i ş



1 73



uzağı m . Bu denli derin usavurmaların, bu kadar ayd ı n l ı k düşü ncelerin ve böylesi ne önemli gerçeklerin bi rkaç cümlede bir a raya geti ri l mesi başka tür­ l ü mümkün olamazdı. Fa kat bu metafizik d üşünceleri yasalar haline mi dö­ nüştüreceğiz, yoksa bu ilkeleri değiştirip dön üştürerek ya pacağımız anaya­ sanın içinde mi sergileyeceğiz? Ameri ka l ıların bu sakı nı mı göstermedikleri ni bil iyorum; doğanın bağrın­ daki i nsan ı ele a l mışlar ve onu i l kel egemenliği içinde tü m dünyaya sergi le­ mişlerdir. Fakat hepsi eşitl iğe al ışm ış, yoksul l u k kadar l ü kse de yabancı kal­ mış, dahası bize h ükmeden vergiler ile önyargıların boyu nduruğun u pek ta­ nımamış m ü l k sa hi plerinden oluşan ye!'li kurulmuş Amerikan toplumu, eki p biçtiği top rağın üzerinde feodalizm i n hiçbir izine rastlamam ıştı . Kuşkusuz, bu tür i nsanlar, özgürl üğü bütün kapsamıyla kabullenmeye hazırdı; çünkü zevk­ leri, töreleri, konumları, onları demokrasiye çağı rıyordu . Fakat bayla r, bizim yurttaşlarımız a rası nda, m ü lkiyeti olmayan, h e r şey­ den önce geçimlerini sağlamak için güvenli bir işe, adil bir düzene ve sürekli bir korunmaya gereksin i m duyan, bazen de haklı nedenlerden ötürü lüks ve bol luk gösterileri karşısında kızgı nlık duyan çok sayıda i nsan var. Bu sınıftaki yurtta şların özgürl üğe eşit hakları olmadıklarını savunduğum sa nılmasın tabii ki. Böyle bir düşünceden çok uzağım. Özgürlük, herkes için parlayan güneş gibi olmalıdır. Fakat büyük bir i m paratorl ukta47 ta lihin bağı m l ı bir konuma yerleştirdiği insanları n, doğa l özgürlüğün yaygınlığından çok, zorunlu sınırla­ rı nı görmeleri gerektiği ni düşünüyorum . Uzun zamandır ezi len ve gerçekten mutsuz olan ulusun büyük böl ü m ü, bizi mükemmel anayasanın düzeyine yükseltecek ahlaki ve siyasal düzenle­ melere bağlanabilecek d u rumda değildir. Bir an önce haklarını ona geri vere­ lim ve bir bildiri metni sunmakta nsa bu hakları güvenle kullanması nı sağla­ yal ı m . Bilgece ol uşturul m uş kurumlar, i l k önce topl umun ta lihli ve ta lihsiz sı­ nıfla rı n ı bi rbirine ya klaştırsı n . Bütün doğal hakları acı masızca zedeleyen doymak bil mez, açgözlü, aşı rı l ü ks tutkusu n u kaynağı nda kurutalım. Toplu­ mum uzda, doğa l hakları a n ı msatı p uygulanmalarını sağlayan aile dayan ış-



47 Devrirn'in farklı siyasal eğilimleri olan aktörleri, konuşmalarında ya da yazılarında zaman zaman Fransa'yı, Fransız devletini imparatorluk olarak adlandırmaktadırlar.



74 1



F r a n s ı z D e v r i m i 'nde S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c ade l el e r 1 7 8 9 ·· 1 7 9 4



ması ve vatan sevgisi; sı n ıf dayanışmasın ı n, ayrı calık sevgisinin ve h e m kalıcı bir özgürlükle hem de gerçek vata nseverliğin yükselişiyle bağdaşmaya n her türl ü kendini beğenmişliğin yerini alsın. Acı çeken, bilgilerden ve imkanlar­ dan yoksun olan insanlara en güçlü, en zengin kişilerle haklar bakı m ı ndan eşit olduklarını kesin bir dille bildi rmeden önce, bu iyi l ikleri gerçekleştirelim ya da en azından gerçekleşti rmeye başlaya l ı m . İşte böylece, bir haklar bildi­ risi, bağlanacağı mız anayasaya göre ya ya rarlı, ya an lamsız ya da tehlikeli olacaktı r. [ ... ]Toplumdaki insa n ı n hakları anayasa n ı n içinde belirtilip güvence altına a l ı nacağına göre, bu hakların bildirisi de anayasa n ı n başlangıcında yer al ma­ lıdır. Ama bu bildiri, ka bul edi l mek istenen metafizi ksel meti nden ve soyut tanımlardan kesi nlikle uzak olmak zorundadı r. Baylar, şunu ka bul edersi niz ki, pozitif hukukla yeniden düzenlenmemiş hiçbir doğal hak yoktur. İ l keyi ve istisnayı sunduğunuz zaman yasa vardı r. Eğer hiçbir kısıtlamayı belirtm iyorsanız, i nsa nların ancak adil sı n ı rlar içinde kullanabilecekleri hakları m utlak bir biçi mde sergilemenin hiçbir anlamı yok­ tur. [ ... ] İ nsa n ı yüksek bir dağa çıkartıp ona sı n ı rsız hükmünü göste rmenin ne alemi var, özellikle de i nsan buradan inmek ve attığı her adımda karşısında engeller bulmak zorundaysa ! [ ... ] Baylar, son bir tespitte bulunacağı m : Metafizik tartışmaların son u gel mez. Bu tartışmaların içine göm ülürsek, a nayasamızı ya pma süreci nden uza klaşırız ve kesi nlikle tehlike içinde ka l ı rız. H ükümet güçsüzleşi r ve her tür­ l ü olanaktan yoksun kal ı r, otoriteler küçük düşer, mahkemeler etkisizleşi r ve yalnızca halk hareket halinde olur. Vergileri n toplanması sıfı rlanı r, harca ma­ lar arta r, gelirler düşer ve tüm mali yükümlül ükler haksız olarak a lgı lanır. Bu koşullarda [yani anayasal düzenlemeler yapıl madan ve gerekl i uygu­ lamalar hayata geçirilmeden], doğal özgürlük ile eşitliğin genel ve m utlak il­ kelerinin bir an önce bir bildiriyle açıklanması, zorunlu bağları yıkabilir. De­ mek ki sadece anayasa, bizi genel bir pa rçalanmada n koruyabilir.



Konuşmalar sonunda önerilerin oylanmasına geçildi ve Meclis, yenilikçi grubun isteği doğrultusunda bir haklar bildirisinin bir an önce hazırlanıp ilan edilmesi kararını aldı. Bunun üzerine Medis'in gerek içinden gerek dışından



Yeni D ü ze n e Geçiş



1 75



birçok kişi bildiri tasanlan kaleme alıp yayımladı. 12 Ağustos'ta, çeşitli tasarı­ ları değerlendirip Meclis' e tartışmak üzere bir bildiri sunmakla görevlendiri­ len Beşler Komitesi oluşturuldu. Başında Mirabeau'nun bulunduğu bu komi­ tenin hazırladığı tasarının Meclis tarafından beğenilmem.esinin ardından, bil­ dirinin yazılması için Meclis' e sunulmuş tasarılar arasından hangisinin temel alınacağının belirlenmesi için 19 Ağustos'ta oylama yapıldı. İçinde önemli isimlerin bulunmadığı Meclis'teki 6. büronun hazırlamış olduğu tasan, La Fa­ yette, Sieyes ya da Mounier gibi önde gelen vekillerin tasarılarına karşı oyların büyük çoğunluğunu topladı. Nihayet işin sonuna geliniyordu. Bir hafta boyunca, 6. büronun tasarısın­ daki yirmi dört madde teker teker ele alİnıp tartışıldı ve değişikliklere uğrah­ larak yeniden kaleme alındı. 26 Ağustos'ta yeni metnin son maddesi olan on yedinci maddenin de kabul edilmesiyle birlikte Fransız Devrimi'nin en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilen ve bir bakıma Meclis'teki iki grubun uz­ laşmasının bir ürünü olan İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirisi ortaya çıkmış ol­ du. Daha sonra bu bildiri, 1791 Anayasası'nın başına yerleştirilecekti.



1 7 8 9 İ N S A N V E Y U R TTAŞ H A K LA R I B İ L D İ R İ S İ ( 2 6 Ağ u s t o s 1 7 8 9 ) 48 Fransız halkının U l usal Mecl isi olarak toplanan temsilcileri, i nsan hakları n ı n bilinmezlikten gel inmesi, i h m a l edil mesi y a d a h o r görülmesini, kamunun başına gelen felaketlerin ve yönetimlerdeki bozulmaların yegane nedeni ola­ rak değerlendirerek, insanın doğal, devredi l mez ve kutsal hakları n ı resmi bir bildiriyle açıklamaya karar vermişlerdir. Böylece bu bildiri, toplumsal bede­ nin tüm üyelerinin belleğinde her zaman canlı kalarak, onlara hakları n ı ve ödevlerini sürekli anımsatacak; böylece yasama ile yürütme erklerinin işlem­ leri, her siyasal kurumun amacıyla her an karşılaştırılabi l i r olmaları sayesin­ de49 daha fazla saygı uyandıraca k; böylece yurttaşların bundan böyle yal ı n ve tartışmasız ilkelere dayanacak olan istekleri, daima Anayasa'n ı n korun­ masına ve herkesin m utl u l uğunun sağlanmasına yönelecektir.



48 Godechot, s. 33-35. 49 Ya da "amacına her an uygun düşmeleri sayesinde".



76 1



F ra n s ı z D e vr i nı i ' n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 -- 1 7 9 4



Dolayısıyla, U l usa l Mecl is, Yüce Varl ı k'ı n50 h uzurunda ve himayesinde, aşağıdaki İ nsan ve Yu rttaş hakları n ı ka bul ve ilan eder. 1. madde : İ nsanlar, hakları açısından özgür ve eşit olarak doğa rlar ve öyle



yaşa rlar. Toplumsal farkl ı l ı klar ancak orta k ya rara dayandırı labilir. 2. madde: Her siyasal topluluğun amacı, insanın doğal ve zaman aşı m ı na uğramaz haklarını korumaktır. Bu haklar özgürl ü k, m ü lkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedi r. 3. madde: Her egemenliğin i l kesi, öz olarak U l us'un içindedi r. H içbi r ku­



rum, hiçbir kişi açıkça U l us'tan kaynaklanmayan bir otoriteyi kullanamaz. 4. madde : Özgürl ü k, başkalarına zarar vermeyen her şeyi yapabil mektir:



Böylece, her insa n ı n doğal hakları n ı n kullanımının, topl umun diğer üyeleri­ nin de aynı hakları kullanması n ı sağlayan sı n ı rlardan başka sınırı yoktur. Bu sınırlar a ncak yasayla sapta nabilir. 5. madde: Yasa, yalnızca topluma zararlı olan eylem leri yasaklama hakkı­ na sa hiptir. Yasan ı n yasak!amadığı hiçbir şey engellenemez; hiç kimse yasa­ n ı n buyurmadığı bir şeyi yapmaya zorla namaz. 6. madde : Yasa genel iradenin ifadesidir. Tüm yurttaşlar, kişisel olara k ya da temsilcileri aracıl ığıyla yasanın oluşumuna katkıda bulunma hakkına sa­ h i ptirler. Yasa korurken de, cezalandı rı rken de herkes için aynı olmalıdır. Tüm yu rttaşlar, onun gözünde eşit oldukları ndan, kamusal saygın l ı klara, mevki lere ve görevlere, aralarında erdem ve yeteneklerinden başka hiçbir ayrı m gözetilmeksizin, yeterli l i klerine göre eşit olarak kabul edilirler.



7. madde : Hiç kimse, yasanın bel i rlediği haller ve öngörd üğü biçi m ler dı­ şında suçlanamaz, gözetim altında tutulamaz ya da tutuklanamaz. Keyfi buy­ ruklar düzenleyen, veren, uygulayan ya da uygulatan kişiler cezalandırıl­ malıdır. Ancak yasa uyarı nca çağı rı lan ya da yakalanan her yurttaş, buna hemen uyma k zoru ndadı r; direnirse suçl u d u rum una düşer. 8. madde: Yasa ancak kesi nlikle ve açı kça zoru n l u olan cezalar koymalı­



d ı r; bir kimse, ya lnızca suçun işlen mesinden önce kabul ve ilan edi l m iş olan ve usulüne göre uygulanan bir yasa uyarı n ca cezalandırılabilir. 50 Yüce Varlık ( E tre supreme) kavramı, burada, farklı Tanrı inançlarının ötesinde genel olarak Tanrı anlamına gelmektedir. Devrim' in ilerleyen yıllarında, üçüncü cildin üçüncü bö­ lümünde görüleceği üzere, bir Yüce Varlık kültü ortaya ablacaktır.



Yeni D üzene Geçiş



1 77



9. madde: Her kişi suçl u olduğu açı klanı ncaya kadar masum sayı ldığın­ dan, tutukla nması n ı n zorunlu olduğu d urumlarda, yakalanması içi n gerekli ol maya n her türl ü sert davranış yasa tarafı ndan ağı r bir biçimde cezalandı­ rı lmalıdır.



10. madde : Hiç ki mse, düşüncelerinin açı klanması yasayla kurulmuş ka­ m usal düzene za ra r vermediği sürece, dinsel ola nlar da dahil olmak üzere düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemelidir.



11. madde: Düşüncelerin ve görüşlerin özgür iletişi mi insanın en değerli haklarından biri olduğundan, her yurttaş özgürce konuşabilir, yazabilir ve bunları yayı mlayabilir; anca k, bu özgürlüğü yasada beli rtildiği biçimde kötü­ ye kullanırsa, bundan sorumlu tutul ur. 12. madde : i nsa n ve yu rttaş hakları n ı n korunması, bir kamu gücü n ü zo­



runlu kılar; dolayısıyla bu güç, ellerine emanet edilen kişilerin özel çıkarları içi n değil, herkesin yararı için ol uştu rul m uştu r.



13. madde : Kam u gücü n ü n donanımını ve yöneti m i n harcamaları n ı karşı­ lamak için ortak bir katkı nın olması zorunludur; bu orta k katkı, tüm yurttaş­ lar a rasında, güçleri ·ora n ında eşit olarak paylaştı rılmalıdır.



14. madde: Yu rttaşlar, kişisel olara k ya da temsilcileri a racılığıyla, kamu­ sal katkının51 gerekl i l iğini saptama, bu katkıyı özgürce kabullenme ve bunun tahsis yöntemini, miktarını, matra h ı n ı ve süresini bel i rleme haklarına sa h i p­ tirler.



15. madde: Toplum, her kam u görevl isinden yaptığı işleri n hesabını sor­ ma hakkına sahiptir.



16. madde: Erkler ayrı m ı ile hakları n güvence altı na alınmadığı hiçbir top­ lum, bir a nayasaya sa hip değildir.



17. madde : M ü l kiyet dokunulmaz ve kutsal bir hak old uğundan, hiç kim­ se, yasada açıkça bel i rti l m iş kam u gereksiniminin olması ve bu d u rumda da adil bir tazminatı n önceden ödenmesi koşulu dışı nda, mül kiyetinden mah­ rum bırakılamaz.



Ulusal Kurucu Meclis'in 26 Ağustos'ta ilan ettiği ve Kral'ın bir süre diren­ dikten sonra 3 Kasım' da kabul ettiği İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirisi, kendi 5 1 Yani vergi.



78 1



F r a n s ı z D e v r i m i 'n d e S iy a s al D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



türünün ilk örneği değildir. Daha önce Amerikan Devrimi sırasında bireylerin hak ve özgürlüklerini ilan eden bu tür bildiriler hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştu. Çağın liberal zihniyetinin izlerini taşıyan Amerikan bildirileri, fel­ sefi bir yaklaşım sergilemekle birlikte, somut ve pratik içerikleriyle belli hakla­ n siyasal otoritelere karşı güvence altına almayı amaçlamışlardı. Thomas Jef­ ferson'ın kaleme aldığı Amerikan Bağımsızlık Bildirisi'nde olduğu gibi, ilk önce zaman aşımına uğramaz doğal haklardan söz edilmekte, ama ardından bu haklar İngiliz hukuku ve özgürlükleri anlayışı içine yerleştirilmekteydi. Oysa 1789 Bildirisi, ilk bakışta, bütün insanlığa seslenen evrensel bir yapıt ola­ rak beliriyordu. Bu metni benimseyen Meclis üyeleri, insan doğasından hare­ ketle ortaya konulan doğal haklann, insanlığın bütün zaman ve mekanlarında geçerli olduğu, dolayısıyla rasyonel siyasal toplumun ancak bu ilkeler üzerine temellendirileceği kanısındaydılar. Örneğin Meclis'teki tartışmalarda, Mont­ morency Dükü, "Toplumdaki insanın haklan ebedidir, adalet gibi değişmez­ dir ve akıl gibi ebedidir" diyordu. Demeunier'ye göre ise, "Bu haklar bütün zamanlara ve bütün uluslara aitti." Bildiri, bu saptamaların ışığı altında bir tür felsefi ve siyasal dogmalar bütünü gibi görünmekteydi. Ama evrensellik iddi­ asının yanında, tarihsel bir boyuta da sahipti ve salt Fransa'ya, Fransız yurt­ taşlarına yönelik bir nitelik de taşımaktaydı. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nin Amerikan bildirilerinden etkilendiği açıktır. Aslında Meclis'teki konuşmalarda, birileri ABD'nin, Amerikan bildiri­ lerinin örnek alınmasını tavsiye ederken, çoğunlukta olan diğerleri Amerikan modelinin taklit edilmesine karşı çıktılar. Amerikan bildirileri, çelişkili bir bi­ çimde, hem tarihe fazla önem vermesi, hem de yeteri kadar felsefi olmaması nedeniyle eleştirildi. Sonuçta ortaya çıkarılan metin, yepyeni, orijinal bir yapıt olarak kabul gördü. Bununla birlikte, en azından, insan ve yurttaş haklarını tek bir metinde toplamak ve bunu Anayasa'nın başına yerleştirmek fikrinin deniz ötesinden gelmiş olduğu da inkar edilemezdi. Amerikan etkisinin ötesinde 1789 Bildirisi'nin asıl esin kaynağını, XVIII. yüzyıl filozof ve düşünürlerinin mutlak monarşi rejimi altında canla başla sa­ vunmuş oldukları (özellikle doğal hukuk kuramına ilişkin) düşüncelerin oluş­ turduğu söylenebilir. Bunların başında, insanın kendiliğinden bir değer oldu­ ğu ve doğal olarak iyiliği içinde barındırdığı anlayışı yer alıyordu. İnsana yö­ nelik bu olumlu yaklaşım, Bildiri'nin hemen ilk satırlarında insana içkin "do­ ğal, devredilmez ve kutsal" hakların bulunduğunun dile getirilmesiyle açığa



Yeni



D ü ze n e Geçiş



1 79



çıkıyordu. Bireyin bu haklara öz varlığının nitelikleri olarak sahip olması, onun her türlü toplumsal ya da siyasal yapılanmanın dışında bir değer ifade ettiğinin en belirgin göstergesiydi. Demek ki haklara ilişkin bu açıklama, (yurttaş değil insan olarak ele alınan) bireye özgü bir özerk alanın varlığına işaret ediyordu. Bu alan, 2. maddede belirtilen "özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnme" haklarından oluşuyordu. Ayrıca bunlara, 1 . mad­ dede yer alan "eşit doğup eşit yaşama" hakkı ile 11. maddede "düşüncelerin ve görüşlerin özgür iletişimi" şeklinde dile getirilen düşünceleri özgürce ifade etme hakkı da eklenmelidir. Yaşam hakkına yer verilmemiş olması, bu hakkın böyle bir belgede dile getirilmesine gerek duyulmayacak denli temel ve öncel olmasıydı. Her insanın, başkalarına (yani diğer insanlara, topluma ve devlete) bağımlı olmaksızın özü gereği sahip olduğu doğal haklarıyla ve bu haklan içinde kul­ landığı özel alanıyla kendisini · bir birey olarak var kıldığı söylenebilir. İşte 1789 Bildirisi, böyle bir yaklaşım sergileyerek, hem feodal yapıyı yerle bir edi­ yor hem de devleti bu haklarla sınırlama yoluna gidiyordu. Daha açıkçası, in­ san haklan, siyasal toplumun ya da devletin karşısına meşruluğun ölçütü ola­ rak dikiliyordu. Zaten devlet de, modern doğal hukukçuların belirttikleri gibi, bireylerin hizmetine koşulmuş bir araç değil miydi? Bu devlet anlayışı, Bildiri'nin 2. maddesinde "Her siyasal topluluğun ama­ cı, insanın doğal ve zaman aşımına uğramaz haklarını korumaktır" ve 12 maddesinde "İnsan ve yurttaş haklarının korunmasi, bir kamu gücünü zorun­ lu kılar'' şeklinde ortaya konuluyordu. Bu deyişlerdeki "korumak" sözcüğü, bir yanda bireysel hakların siyasal toplumdan önce var olduğunu, öte yanda bu hakların "ihmal edilme ya da hor görülme" olasılığının bulunduğunu ifa­ de etmekteydi. Bireysel hakların öz ve köken itibarıyla toplumla hiçbir bağ­ lantısının olmaması, devlete bu haklar üzerinde herhangi bir tasarrufta bu­ lunma yetkisinin tanınmaması demekti. Meşru devletin yapacağı tek şey, bi­ reylerin doğal haklarını tanıyıp korumakb. Üstelik Bildiri, giriş bölümünde, hem Anayasa'nın korunmasını hem de herkesin mutluluğunun sağlanmasını yurttaşlık ölçütü olarak belirleyerek ve bu tür bir davranışı her bireyin insan haklarına saygılı olmasına bağlayarak, yurttaşın insan tarafından yaratıldığı anlayışına ulaşıyordu. Başka bir deyişle, birey, insan doğasına içkin haklara uygun bir tutum ve davranış içine girerek



80 1 F r a n s ı z



D e v r i m i 'n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c ade l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



yurttaş olma özelliğini kazanıyordu.sı Bu bakımdan, doğal haklarıyla var olan insan, yurttaştan önceydi; hatta Lucien Jaume'un deyişiyle "yurttaş, insan ta­ rafından ve insan için oluşturulmuştu". Demek ki birey, insanın doğal hakla­ rını üstlenip savunarak kendini bir hak süjesi yapıyor, yani yurttaşlık hakları­ nı kazanıp yurttaşa dönüşüyordu. Dolayısıyla 3. maddede ulusa ait olduğu belirtilen egemenlik, yurttaşlık statüsü aracılığıyla insanın doğal haklarından kaynaklanıyor demekti. Bu da, hukuk süjesi olan bireylerin aralarında anlaşa­ rak ve hatta bireysel iradelerini bir araya toplayarak egemenliğin birliğini (devleti) gerçekleştirmiş oldukları anlamına geliyordu. 1789 Bildirisi'nin 4. maddeye kadar olan kısmında, bireysel haklara öncelik ve mutlak bir değer tanıyan ve siyasal toplumu bu haklardan türeten bireyci bir zihniyetin hakim olduğu görülmektedir. Ama bu noktada senaryo değişi­ yordu. Sonraki maddelerde bu zihniyetten uzaklaşılıyor ve (kendi başına bir varlık kazanan) devletin üstünlüğü düşüncesi ağır basmaya başlıyordu. Çün­ kü Kurucu Meclis'teki temsilciler, bireyi, yalnızca doğal özü bağlamında ele almakla yetinmeyip toplumsal ilişkiler içine yerleştirmekte ve böylece karşıla­ rına çıkan doğal insan-toplumsal insan ikilemi sorununa yeni bir perspektif­ ten yaklaşarak çözüm aramaktaydılar. Meclis'teki tartışmalarda, insan haklannı yadsımaya varan sesler yüksel­ miyor; ama bu haklara ''bireysel ve mutlak" bir anlam yerine, "toplumsal ve göreli" bir anlam yüklenmesi yönündeki görüş ağırlık kazanıyordu. Bu bağ­ lamda şöyle bir mantık yürütülüyordu: "Doğuştan olduğu varsayılan haklar, örneğin özgürlük, insanın doğal özüne ilişkindir, insan olmasını sağlayan te­ mel özelliğidir. Demek ki her insanın kendi içinde bulduğu özgürlük, koşul­ suz ve metafiziksel olmasından dolayı yaratılmayı değil, ama -toplumsal du­ rumda- tanınıp korunmayı gerektirir. Öyleyse bu düzeyde temel sorun, diğer doğal haklar gibi özgürlüğün de uygun yapılar, koşullar içine oturtularak ge­ çerli ve işlevsel kılınmasıdır. Devrim'in de güttüğü amaç bundan başka bir şey değildir; yani zincirleri kırıp "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" (liberte, egalite, fraternite) ilkeleri üzerinde yükselecek yeni bir toplumsal ve siyasal yapıyı ger­ çekleştirmektir''. Böylece Anden Rigime'in yıkılışını ilan eden 1789 Bildirisi, ilk olarak doğal hakların varlığını ortaya koyuyor, ardından bu hakların (meka52 Bu nedenle Sieyes'e göre, soylu olmayan insanların kendisiyle eşit, kendisi gibi özgür olduklarını kabul etmeyen bir aristokratın yurttaş olması mümkün değildi.



Yeni D ü ze n e Geçiş



1 81



nizmalan belirtmeden) kamu gücünün koruması albnda bulunduğunu açık­ lıyordu. Ancak Meclis üyelerine göre, salt bu düzeyle yetinilmesi mümkün değildi. Çünkü doğal haklan kullanacak olan birey, diğerleriyle ilişki içinde bulunan toplumsal insandı. Her birey, insanın özüne içkin olan haklan diğer bireylerle birlikte kullanmak durumtindaydı. Kısacası insan haklan her ne kadar özleri gereği bireysel bir nitelik taşıyorsa da, kullanırnları bakımından bireyselliğin ötesinde birlikteliği zorunlu kılıyorlardı, yani toplumsal bir boyuta sahiptiler. İşte bu yüzden Bildiri'nin 4. maddesi, doğal hakların kullanımı durumun­ da sınırlarının bulunduğunu belirtiyor ve toplumun diğer üyelerini insanın karşısına bir sınır olarak dikiyordu. Artık insana olumlu bir biçimde yaklaşıl­ mamaktaydı. Çünkü bu maddenin ardında, her insanın kendi doğal haklannı kullanırken diğerlerinin haklarını ezdiği, bunların kullanılmasını engellediği anlayışı yabyordu. Bir bakıma Hobbes'un hayaleti Kurucu Meclis'te kol gezi­ yordu: İnsanın doğal özü ile doğal insan arasında bir özdeşlik kurulmakta ve her insan hemcinsleri için potansiyel bir tehlike, zararlı bir varlık olarak algı­ lanmaktaydı. Bu nedenle tiers-etat temsilcilerinden Hardy, Meclis'teki tarbş­ malar sırasında "doğa durumundaki insan için bir haklar bildirisi yapılamaz" derken, Delandrine, "toplumsal insanın geleceğiyle ilgilenebilmemiz için do­ ğal insanı terk edelim" diye haykırmışb. Aslında sınırlamalar getirilmesiyle birlikte hakların doğallığı da ortadan kalkıyordu. Bu durum, özellikle 4. maddede tanımı verilen özgürlük için çok belirgindi. Bu maddede "özgürlük, başkalarına zarar vermeyen her şeyi ya­ pabilmektir" ibaresi kullanılarak özgürlüğün sınırlı olduğu belirtiliyor ve böy­ lece arbk doğal değil, toplumsal özgürlükten söz edildiği vurgulanıyordu. z.a­ ten Meclis'teki tarbşmalar sırasında Langres piskoposu, doğal özgürlüğün başkalarına zarar veren her şeyi yapabilmek olduğunu belirtmiş ve bu yüzden 4. maddedeki özgürlük sözcüğünün başına "toplumsal" sıfabnın eklenmesi gerektiğini savunmuştu. Aynı şekilde Rabaut Saint-Etienne de, "doğa duru­ munda insan sınır tanımaz" diyerek, tanımlanan özgürlüğün "toplum duru­ muna" ilişkin olduğunu ileri sürmüştü. Ayrıca Bildiri'nin 3. maddeden itibaren getirdiği ilkeler ve düzenlemeler, ulustan, egemenlikten, otoriteden söz edilmesinin de gösterdiği gibi, artık si­ yasal toplirm düzeyiyle ilgiliydi. Dolayısıyla tanımlanan özgürlüğün manbk­ sal olarak bu düzeye ilişkin olması gerekiyordu. Demek ki 4. madde, doğal ,



82 1 Fr a n sız



Dev r i.mi. 'nde S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c ade l e l e r



1 7 8 9 - 1. 7 9 4



özgürlükten farklı bir özgürlüğü ortaya koyuyordu. Daha açıkçası, özgürlü­ ğün ve onun ardından diğer hakların sınırlarının vurgulanması sonucunda, toplumsal nitelik taşıyan haklar, yani yurttaş haklan beliriyordu. Soma da bu haklar, yurttaşın üyesi olduğu siyasal toplumun yasaları içine yerleştiriliyor­ du. Çünkü yasalarla düzenlenmemiş bir toplumda, hakların işlerlik kazana­ mayacakları, dolayısıyla olgusal anlamda var olamayacakları kabul edilmek­ te, bu anlayış ise devleti çağnşhrmaktaydı. Bu nedenle siyaset bilimci Mairet, Fransız Devrimi'nin, gerçekte devletin gerekliliğini açığa çıkarmak için insa­ nın özgürlüğünden, haklarından söz ettiğini ileri sürmektedir. 4. maddenin son cümlesinde, hakların kullanımına ilişkin sınırlan saptama işlevinin yasaya tanınması, doğal özgürlükten, doğal haklardan geriye ne ka­ lacağının, bireyin bunlardan ne ölçüde yararlanacağının siyasal otorite tara­ fından belirlenmesi anlamına geliyordu. J?aha önce doğal hakların korunması üzerinde durulurken, şimdi genel iradenin ifadesi olan yasaların (dolayısıyla devletin, devletle özdeşleşen ulusun, ulusal iradeyi dile getiren temsilcilerin) bu haklan yeniden düzenleyip içeriklerini belirlemesi söz konusu olmaktaydı. Üstelik bu belirleme işleminde göz önünde bulundurulan değer, birey değil toplumdu ya da toplumla özdeşleştirilen kamuydu, devletti. Sınırlamayı be­ lirleyen değer ya da kriter, 5. maddede "toplum", 10. maddede "kamusal dü­ zen" ve 17. maddede "kamu gereksinimi" olarak ifade ediliyordu. Artık bi­ reyden söz edilmediği gibi, siyasal toplumun iyiliği ya da düzeni, doğal hak­ ların sınırlandınlmasının, hatta içeriklerinin saptanmasının ölçütü olarak ele alınmaktaydı. Bu noktada, bireysel hakların içeriğinin belirlenip tanımlanmasının bu hakların toplumdan önce var olmaları gerçeğini ortadan kaldırmadığı ileri sü­ rülebilir. Bu itiraz kabul edilse bile, doğal hakların öncelliği savının bu düzey­ de bir anlam ifade etmediği açıkhr. Çünkü 1789 Bildirisi, bireysel özgürlüğü siyasal-hukuksal bir içerikle donathğı gibi, mülkiyet hakkını sınırlarıyla yeni­ den tanımlıyor (17. madde) ve güvenlik hakkının gerektirdiği önlemlerin yasa tarafından alınacağını vurguluyordu (7, 8 ve 9. maddeler). Düşünce hakkının önünde kamusal düzene zarar vermeme, kötüye kullanmama gibi yasalarca saptanan sınırlar bulunuyordu (10 ve 11. maddeler). Eşitlik ise, tam anlamıyla hukuksal bir çerçeve içine oturtulmuştu (6. madde). İlk bakışta devlet tarafın­ dan düzenlenmesinin olanaksız olduğu izlenimini veren tek doğal hak, di­ renme hakkıydı. Ancak siyaset bilimci Claude Lefort'un da belirttiği gibi, bi-



Yeni



Düzene Geçiş



1 83



reyin üzerinde bir başkasının baskısı söz konusu olduğunda, bunun ulusun egemenliğine yöneltilmiş bir tehdit olduğu, dolayısıyla devletin bu hakkın kullanılabilmesi için uygun ortamı hazırlaması gerektiği şeklinde bir yorum getirilerek devletin bu hak alanına dahil olması sağlanabilirdi. Üstelik diren­ me hakkının birey tarafından haksız, baskıa, gayri meşru olarak nitelendirilen bir siyasal otoriteye karşı kullanılabilmesi, 7. maddede yer alan "yasa uyarın­ ca çağınlan ya da yakalanan her yurttaş buna hemen uymak zorundadır; di­ renirse suçlu durumuna düşer'' ibaresiyle olanaksız kılınmış gibiydi. Demek ki doğal haklar, Bildiri'nin 3. maddesinden itibaren, toplum içinde bireylerce kullanılabilmeleri için devlet tarafından yeniden düzenlenerek, bir bakıma yeniden "yaratılarak" yurttaş haklarına dönüştürülmüştü. Sonuç olarak, bu devrimci metnin, başlangıçta bireyci bir yaklaşım sergi­ lemekle birlikte bunu sürdürmediği, tersine birey karşısında devlete ağırlık tanıyan bir anlayışı gündeme getirdiği söylenebilir. Devletin bireysel hakları koruma işleviyle donatılması, Lefort'un deyişiyle, onun "tarafsız koruyucu yargıç" izlenimi vermesini sağlayıp güçlenmesine yol açıyordu. Ardından devlet, genel iradeyle bezenerek, doğal hakların kullanım koşullarını ve içe­ riklerini saptayıp onları pozitif yasalarca belirlenmiş yurttaş haklarına dönüş­ türüyordu. Bu durumda, hukukileşmiş doğal haklar yoluyla feodal eşitsizlik­ ler ve bağımlılıklar dışlanırken, aynı anda burjuva toplumuna özgü eşitsizlik­ l�r ve bağımlılıklar gizlenip göz ardı ediliyordu.53 Ayrıca birey, insan değil, yurttaş kimliğiyle bir değere sahip oluyordu. Bir bakıma insanın yurttaş için­ de erime olasılığı beliriyordu. Jaume'a göre, artık insan düşüncesine içeriğini veren, [doğal haklar değil] yasalarca sınırları belirlenmiş olan yurttaş statü­ süydü." Böylece Bildiri'nin başındaki sav ters yüz olmaktaydı: Artık insan yurttaşı değil, yurttaş insanı yaralıyordu. Bireyin özgürlüğünü, eşitliğini yurt­ taş olarak devlete borçlu olması ve bu anlamda insan olma özelliğine devletin yasaları sayesinde kavuşması, onu, oluşturduğu varsayılan siyasal otoriteye bağımlı hale getiriyordu. ,



"



53 Örneğin Ayhan Yalçınkaya'ya göre (Türk Edebiyatında Ütopik Temalar Olarak Eşitlik ve Özgürlük: Bir Karşılaştırma: 1970-1980 ve 1980-1 990, Doktora tezi, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakül­ tesi, 2000, s. 101), "Toplumsal olarak eşit özgürlük derecesinde ve eşit olanaklarla var olma­ yan insanların, eşit düzeyde ve eşit özgürlük düzeyinde olduğunu savunmak, bir gizleme çabasından başka bir şey değildir."



84 I



Fran s ı z



D e v r i m i 'ıı d c S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1 78 9 ·· 1 7 9 4



IBusal Kurucu Meclis üyelerinin Bildiri'yi kaleme alırken, insan haklarının ancak yurttaş haklan şeklinde var olabileceği ve özgürlüğün ancak devletin yasaları içiİı.de bulunabileceği savlarından hareket etmiş olmaları, XVIII . yüz­ yıl düşünürlerinden büyük ölçüde esinlenmiş olduklarının açık bir karuhdır. Montesquieu Kanunlann Ruhu Üzerine adlı kitabında "özgürlük yasaların izin verdiği her şeyi yapma hakkıdır" diye yazmış, Rousseau ise Tuplum Sözleşme­ si'nde "toplum durumunda bütün haklar yasa tarafından saptanmışhr" de­ mişti. Böylece her ikisi de, toplumda doğal hakların değil, sadece pozitif yasa­ larca belirlenmiş yurttaş haklarının bulunduğunu açıkça belirtmişti. Bu görü­ şü benimseyen Meclis, yasa fetişizmine ulaşıyordu. Daha açıkçası, akla mutlak bir güven duyan Meclis, akıl sayesinde hukukun rasyonelleştirileceği ve böy­ lece yetkin yasaların yapılmasıyla hakların kesinlikle güvence alhna alınacağı inancını taşıyordu. Bu bağlamda 1789 Bildirisi, Amerikan bildirilerinde görülen liberal zihni­ yetten ayrılmaktaydı. Amerikan bildirileri, siyasal iktidarın haklan garanti etmek için gerekli olduğunu kabul etmekle birlikte, ona karşı kuşkucu bir ta­ vır sergilemişlerdi. Hiçbir siyasal sistemin yetkin olamayacağı düşüncesinden hareketle de, iktidarı sınırlama yoluna gitmişlerdi. Oysa Fransız devrimcileri, doğal yasaların buyruklarının somutlaşhrılması işleminde yasa yapıcıların, bir bakıma devletin iyi niyetine, hatta aklına güveniyorlardı. Böylece 1789 Bildiri­ si, doğal hakların liberalizme özgü "doğal uyum" yerine, ancak siyasal iktidar sayesinde somutluk kazanacağı anlayışı üzerinde yapılandırılıyordu. Ferry ve Renaut'nun deyişiyle, bireysel haklar, "bireysel çıkarlar arasındaki ilişkilerden hareketle aşağıdan yukarıya doğru değil de, devletin aydınlahcı etkinliğinden hareketle bir bakıma yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen bir süreç olarak al­ gılanıyordu." İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirisi, bireysel haklan temelde yurttaş haklan şeklinde düzenleyip devlete ağırlık vermesine ve ibadet etme, toplanma, der­ nek kurma, çalışma, eğitim alma gibi pozitif haklara hiç değinmemesine kar­ şın, çağı için çok ilerici ve önemli bir belgeydi. Daha sonralan baskıya, zorba­ lığa, esarete karşı mücadele verecek olan hem Avrupa halklarına hem de Av­ rupalı devletlerin boyunduruğu alhna girmiş sömürge halklanna, hedef alma­ ları gereken ilkeleri sunmuştu. Ancak Devrim süreci içinde görüleceği gibi, in­ san-yurttaş haklarının ilan edilmesi, bunların siyasal iktidarlar tarafından hr­ panlanıp budanmasına, hatta askıya alınmasına engel teşkil etmeyecekti.



Olympe de Gouges



Kadınların Versailles'a yürüyüşü



il Ö ZG Ü R L Ü KL E R V E H AKLAR S O R U N SA L I Ulusal Kurucu Meclis, İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirisi'ni ilan ettikten sonra, bir yandan anayasa çalışmalarını sürdürdü, öte yandan özgürlük ve eşitlik il­ kelerini toplumun çeşitli alanlarında hayata geçirmek amacıyla düzenlemeler yapmaya girişti. Ülkenin ekonomik yapısı, Albert Soboul'un da belirttiği gibi, "laissez faire, laissez passer" (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) anlayışı doğrultusunda yeniden biçimlendirildi. Tarım, sanayi, ticaret ve finans alanla­ rında serbest girişimi engelleyen çeşitli kısıtlamalar ve uygulamalar büyük öl­ çüde kaldırıldı. İç gümrüklere son verilmesiyle birlikte ulusal pazarın birliği sağlandı. Dış ticaret de serbestleştirme politikasından nasibini aldı. Ama bazı mallann ulusal üretiminin, uluslararası rekabete karşı korunmasına devam edildi. Sömürgelerin de sadece anavatanla ticaret yapma zorunluluğu sürdü­ rüldü. Loncalara, korporasyonlara ve tekellere, gecikmeyle de olsa Mart 1791' de son nokta konuldu. Adalet ve yargı alanında gerçekleştirilen reform­ larla bireylerin hukuki eşitliği güvence altına alındı. Yargıçlann halkın oyuyla seçilmesi ve ceza mahkemelerinin jüri sistemine göre işlemesi kabul edildi. Fransa idari düzeyde toprak kapsamı bakımından olabildiğince eşit 83 vilaye­ te bölündü. Halkın oyuyla belirlenen yerel yönetimler önemli yetkilerle dona­ tıldı. Siyasal özgürlüğün bir gereği olarak yerel ve ulusal düzeyde seçme ve seçilme hakkına kavuşan yurttaşların, 1789 Bildirisi'nin 6. maddesindeki iba­ reyle, "kişisel olarak ya da temsilcileri aracılığıyla yasanın oluşumuna katkıda bulunma hakkına sahip" oldukları dile getirildi.



Özgürl ükl er ve H aklar S o run salı



1 87



Bununla birlikte, özgürlük ve eşitlik haklarının Meclis tarafından (somut kullanımlanna ilişkin olarak) yasalarca düzenlenmesi, devlet tarafından ger­



çekleştirilen her düzenleme gibi sınırlan ve kısıtlamaları da beraberinde getir­ di. Özgürlüğü ve eşitliği kısıtlayan düzenlemelerden dört tanesi, gerek içeriği ve kapsamı, gerek Meclis içinde ve dışında yol açtığı hararetli tartışmalar ne­ deniyle ön plana çıkıyordu. Bu dört düzenleme, el attığı alanlarda, bu haklan bir bakıma kuşa çevirmekle kalmadı, dahası haklan birilerinin ayrıcalığı hali­ ne getirip diğerlerini bunlardan yoksun bırakh. Bu düzenlemelerin ilki, ifade, dolayısıyla basın özgürlüğünü budayıp sınırladı. İkinci ve üçüncü düzenle­ meyle hem yoksul erkekler hem de kadınların tümü siyasal hakların dışında bırakıldı. Son düzenleme ise, "bütün insanların özgür doğup özgür yaşadıkla­ rı" ilkesini çiğneyip sömürgelerde kölelik rejimini devam ettirdi.



A- D Ü Ş Ü N C E , İ FA D E VE BAS I N Ö Z G ÜRLÜ G Ü Aydınlanma'nın çocukları olan 1789 devrimcileri, düşünce ve ifade özgürlü­ ğünün, özgürlükçü bir düzenin kurulup sürdürülmesinde, dolayısıyla bu yöndeki mücadelelerinin başarıya ulaşmasında ne büyük bir öneme sahip ol­ duğunun bilincindeydiler. Bu konuya en fazla önem veren Aydınlanma filo­ zoflarından Voltaire, "düşünceyi açığa vurma özgürlüğü yoksa insanların öz­ gürlüğünden söz edilemez" diyerek, ifade, dolayısıyla basın özgürlüğünün sağlanmadığı bir ortamda, diğer özgürlüklerin yeşermesinin de mümkün ol­ madığını açıkça dile getirmişti. Bu görüşün benimsendiği aydın çevrelerde, E tats Generaux'nun toplanmasıyla birlikte, ifade özgürlüğünü hayata geçire­ bilmek için adımlar ahlmaya başlandı. Aslında E tats Generaux'nun toplanması kararının ardından girilen seçim dönemi boyunca, temsilcilerin dikkatine su­ nulacak görüş ve dileklerin özgürce yayımlanacağına ilişkin bir krallık karan alınmış ve Fransa o güne kadar görmediği bir özgürlük ortamıyla tanışmışh. Vanlan bu noktadan geriye gidilmesini arlık kimsenin kabul etmeyeceği de açıklı. Bu yönde ilk adımı atan Mirabeau oldu ve fournal des E tats Generaux'yu (E tats Generaux Gazetesi) 2 Mayıs 1789' da çıkardı. İktidar, E tats Generaux se­ çimlerinin sona ermesiyle birlikte basın özgürlüğünün de kalkhğıru, bundan böyle her türlü yayının yine izne ve sansüre tabi olduğunu bildirip gazeteyi yasakladı. Bunun üzerine Mirabeau, yasağı delmek amacıyla gazetesinin adı-



88 1



F r a n s ı z D e v r i m i ' n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 ·· l 7 9 4



Lettres du comte de Mirabeau a ses commettans pendant la tenue des E tats Generaux de 1789 (Mirabeau Kontunun 1789 E tats Ghıeraux Oturumları Süre­



ru



since Müvekkillerine Mektuplan) olarak değiştirdi. Çünkü bir vekilin müvek­ killerini, yani bir seçilmişin seçmenlerini aldığı talimat doğrultusunda Mec­ lis'teki tartışmalar ve kararlar hakkınd a bilgilendirmesi engellenemezdi. Kral­ lığın bu oldubitti karşısında suskun kalmasından ve Bastille'in düşüşüyle halk hareketinin tam bir zafere ulaşmasından cesaret alan birçok kişi, farklı siyasal eğilimler taşıyan gazeteler çıkarmaya koyuldu. Medyada bir patlama yaşandı ve basın özgürlüğü fiili olarak gerçekleşti. Sadece Paris'te Temmuz-Ağustos aylan arasında, izin almaya gerek duymaksızın 69 gazete yayımlandı. Bu sayı, yıl sonunda en az ikiye katlandı. 1 Basındaki bu artış, Paris'te olduğu gibi taş­ rada da, Ağustos 1792' de krallığın düşüşüne kadar sürüp gitti. Fiilen yerleşmiş olan basın özgürlüğü, İnsan ve Yurttaş Haklan Bildiri­ si'nin 11. maddesiyle resmiyet kazandı. "Düşüncelerin ve görüşlerin özgür iletişimi" hakkından söz eden bu maddede, her yurttaşın özgürce konuşup yazabileceği ve yazdıklanru yine özgürce yayımlayabileceği vurgulandı. An­ cak Kurucu Meclis' in çoğunluğu, özgürlüklere Montesquieu' den esinlenmiş bir anlam yüklemek amacındaydı. Montesquieu, bundan kırk yıl önce, "öz­ gürlükten yararlanmak için olduğu gibi özgürlüğünü korumak için de her in­ sanın düşündüğünü söyleyebilmesi gerektiğinden, özgür bir devlette her yurttaş, yasaların,. söylemesini ya da yazmasını bilhassa yasaklamadığı her şeyi söyleyip yazabilir" diyerek özgürlüğü yasaların içine yerleştirmişti. Bu nedenle 11. maddenin son cümlesinde, bu özgürlüğün yasayla düzenleneceği ve kötüye kullarulmasının suç teşkil edeceği açıkça dile getirildi. Bu aşamadan soma tartışılan temel sorun, artık ifade ve basın özgürlüğünün tanınıp tanın­ maması değil, ama bu özgürlüğün sınırlanıp sınırlanmayacağı, sınırlanacaksa da bu sınırların dar mı yoksa geniş mi tutulacağı sorunu oldu. Bu tartışmada kamuoyu kavramı ön plana çıkartıldı. Daha doğrusu, ifade ve basın özgürlüğüne olabildiğince mutlak bir anlam yüklemek isteyenler, görüşlerini savunmak amaayla kamuoyu kavramına başvurdular. 1789'un yaz aylarında, bir Monarchien olan Bergasse, kamuoyunu "ulusun vicdanı" olarak tarumlarken, Revolutions de Paris (Paris Devrimleri) gazetesi ise, kamu-



1 Jonathan Israel'e göre, Mayıs 1789 ile Ekim 1791 arasında Paris'te çıkanları ama yan­ sından çoğunun bir ay sonra yayın hayabna son verilen gazete sayısı 515'ten fazlaydı.



Özgü rlük ler



·



v e H a k l a r S o r u n s a lı



1 89



oyundan "genel iradenin değişmez beyanı" olarak söz etmekteydi. Hatta ga­ zeteci Bonneville, kamuoyu iktid arının tüın yurttaşlar tarafından doğrudan doğruya kullanıldığını, bu nedenle de "ulus egemenliğini oluşturduğunu" yazdı. Kamuoyunun egemen olan ulusun-halkın sesi, iradesi olarak algılan­ ması, doğrudan doğruya basın özgürlüğünü çağnşhrmaktaydı. Çünkü basın, kamuoyunu hem aydınlatan hem de açığa çıkmasını sağlayan araç, hatta za­ man zaman kamuoyunun ta kendisi olarak kabul edilmekteydi. Dolayısıyla basının önüne engeller getirilerek susturulması ya da sesinin kısılması, kamu­ oyunun (yani halkın) kendisini ifade etmesine mani olunması, böylece ulus egemenliğinin yok edilmesi demekti. Bununla birlikte halk egemenliğiyle ilişkilendirilen kamuoyuna, karşı ko­ nulamaz bir güç atfedildi. Petion'un deyişiyle, "kamuoyunu zincire vurmak insanın gücünü aşar. Bir süre için engellenebilir, ama seyri durdurulamaz." Bu bağlamda özellikle basın yoluyla ortaya çıkan kamuoyu, halk egemenliği ile siyasal temsili uzlaşhran bir aracı güç, hatta temsilcilerin dikkate alıp uy­ ması gereken (yasama, yürütme ve yargı erklerinin dışındaki) "dördüncü erk'' olarak resmedildi. Bu erki yayınlar aracılığıyla doğrudan kullanan halk, tem­ silcilerini denetleyip iradesini onlara dayatma yetkisine sahipti. Daha açıkçası basın özgürlüğü dendiği zaman asıl anlaşılması gereken işlev, yasama, yü­ rütme ve yargı erklerinde yer alan otoritelerin, devlet görevlilerinin, kamusal yaşamlarının da ötesinde özel yaşamlarını kapsayacak bir şekilde "sansür­ lenmesi", yani denetlenmesi, gerekiyorsa eleştirilmesi, itham ve ihbar edilme­ si, yargılanmasıydı. Brissot, 7 Ağustos 1789 tarihli Le Patriote Français (Fransız Vatansever) adlı gazetesindeki makalesinde, ''basın özgürlüğü, halk için tem­ silcilerini denetlemenin, aydınlatmanın ve sansürlemenin tek yoludur'' diye yazmışh. Mercure de France (Fransa'nın Mercurius'u2} gazetesi, 20 Ocak 1790 tarihli sayısında şu satırlara yer vermişti: "Basın özgürlüğü, halka, sansürleme gücü vermiştir. Eylemler ve kanılar, suistimaller ve tasarılar halkın önüne ge­ tirilir ve halk bunları mahkemesinde inceleyip yargılar." Petion ise, Mayıs 1791' de Meclis kürsüsünde, basın özgürlüğü hakkında konuşurken temsilcile­ re şöyle seslenmekteydi: "Bugünden itibaren kamuoyu tarafından yargılan­ mayı kabul edin, nasıl olsa yarın kabul etmek zorunda kalacaksınız." Demek ki Sieyes'in kuramına göre ulusal iradeyi tek başına dile getirdiği varsayılan 2 Mercurius, Roma mitologyasında (Yunan mitologyasındaki Hermes gibi) ticaret ve se­ yahatin yanı sıra haberleşme tanrısıdır.



90 1



F r a n s ı z D e v r i m i 'n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1. 7 8 9 - 1 7 9 4



Meclis'in, yani temsilcilerin üzerinde, aslında bir başka güç vardı; b\ı güç ka­ muoyunun gücüydü ve kamuoyu bu gücünü özellikle basın yoluyla kullan­ maktaydı. Dolayısıyla her şeyi ortaya dökerek siyaseti şeffaflaştıran, böylece özgür bir toplumun kurulup yaşatılmasını sağlayan basın, hiçbir gerekçeyle sınırlandınlmamalıydı. Sonuçta basın özgürlüğünü mutlak anlamı içinde ele alan 1789'un radikal devrimcilerine göre, düşüncelerin özgürce ifade edilip yayınlanması, tüm öz­ gürlüklerin temel güvencesini oluşturmaktaydı. Basın özgürlüğü ise, basının, iktidarın işine geleni değil de, hoşuna gitmeyen eleştirileri, yerici, suçlayıcı gö­ rüşleri yayımlayabilmesiyle ölçülebilirdi. Daha açıkçası basın, iktidarın ve oto­ rite sahiplerinin hatalarını, kusurlarını, haksızlıklarını, suistimallerini vb. açığa çıkartabildiği ve muhalif, eleştirel bir tutum içinde bulunabildiği ölçüde öz­ gürdü. Bu bakımdan basın ya özgürdü ya da değildi, bunun ortası olamazdı. Getirilecek her türlü kısıtlama, basın özgürlüğünü yok etmek demekti. Bu düşünceyi Meclis içindeki ve dışındaki kralcıların, muhafazakarların ve ılımlı devrimcilerin kabul edip benimsemesi mümkün değildi. Zaten 1789 Haklar Bildirisi, basın özgürlüğünün yasayla düzenleneceğini belirtmişti. Da­ hası, sayılan her gün artan çeşitli gazeteler, Kral'ı, bakanlan, aristokratları ve ılımlı Patriotelan yönelttikleri eleştirilerle rahatsız ediyorlardı. Özellikle Ma­ rat' nın L'Ami du Peuple gazetesi, şiddeti çağrıştıran bir dil kullanıyor ve tam bir itham ve ihbar aygıb gibi çalışıyordu. Bu nedenle çeşitli çevrelerde, 1789 Bildirisi'nin öngördüğü yasanın çıkarılıp basın özgürlüğünün bir çerçeve içine oturtulmasına ilişkin talepler yoğunlaşb. Kurucu Meclis'te bu yönde bir hazır­ lık olduğunun duyulması üzerine Marat hemen kaleme sarıldı. L'Ami du Pe­ uple'ün 5 Nisan 1790 tarihli sayısında yayımlanan makalesinde, bir basın ya­ sasının kaçınılmaz olarak özgürlüğü sınırlayacağı tespitinden hareketle, olası bir yasaya karşı çıkıp mutlak basın özgürlüğünü ateşli bir şekilde savundu. Aynca doğrudan temsilcilere seslenip bu girişimde bulunanlara karşı suçlayı­ cı ve tehditkar bir dil kullanmaktan da kaçınmadı.



M A R AT ( 5 N i s a n 1 7 9 0 ) 3 i nsan ı n düşü nme ve düşü nceleri ni ifade etme yeteneği hakkında sekiz gün içinde bir yasa çı kartılacağı doğruymuş demek ki ! Ey sizler, ulusun kötülükle3 VennoreL 1869, s. 139-140.



Özgürl ü k ler v e H a k l ar So run salı



1 91



ri yok etmekle görevlendirdiği yasamacılar, yeni kötül ü kler icat etmekten kaçı n ı n ve şu bi lgelikle yoğrul m uş sağduyul u sözlere kulak veri n. i nsanlar, sadece bel li bir yetkinleşme yetisine sah i p olmalarıyla hayvan­ lardan farkl ılaşırlar; bu olmasaydı, toplum da olamazd ı . Bu yetki nleşmeyi de, düşüncelerin i doğal olarak birbirlerine iletebildikleri için elde etm işlerdir. Bu iletişim, doğanın bir a rmağanı olan söz ve sa natı n bir ü rü n ü olan yazı vasıta­ sıyla gerçekleşir. Düşüncelerin iletişi mini köstekleyerek engellemek, i nsa nla­ rın i nsan olmaları n ı önlemek ve onları i l kel yaratı klar sınıfı içine hapsetmek­ tir. Böyle bir davra nışı uygulaya nlar sadece tiranlard ı r; çünkü onlar, keyifle­ rince pa rçalayıp yiyebil mek için güverci nleri n kanatlarını kopartan a kbaba���



.



İ nsanların düşüncelere sahip olma ve bunları birbirlerine i letme özgürlü­ ğüne doku n mazsa nız, haki kat zafere ulaşır, önya rgılar yok olur ve despotizm yeniden beli rmez. Bu topl umsal özgürlük olmazsa, iyi bir anayasa da olamaz. Eğer gerçekten ülkesi ni seven aklı başı nda bir insan, yurttaşları na, şu hainin ya lanlarıyla kendi lerini aldattığını ya da şu politikacı n ı n h ı rsızl ıklarıyla kendi­ leri n i mağdur ettiğini söyleyemeyecekse, önyargılar hiçbir zaman yok olma­ yacak ve kötülükler de sürekli bir biçimde yeniden doğacaktı r. Bu durumda bi rkaç iyi yasaya sa hip olmanın da hiçbir anlamı kal mayacaktı r, nasıl olsa on­ ları uygulayan insanlar bu yasaların meyvelerini çürüteceklerdir.



[ . ] H a l kı n ölümcül uykusu nda n uya n ması nı ve haklarının bilincine ulaşıp .



.



onları koruyacak cesarete sah i p olması n ı sağlayacak her şey meşrudur. Salt ulusun çıkarları içi n bağırıp çağıra n bir kimse, hizi pçi4 olara k n itelendirilemez. Dahası, bir insan ne kadar ateşli olursa olsu n, bası n yol uyla halka seslendiği zaman ya ngına körükle giden bir yazar olarak kabul edile mez. Bu durumdaki bir yazar, ka muoyun u n üzeri nde aklın otoritesini kullanıyordur. Eğer saçma­ larsa bir buda la, zırvalarsa da bir deli olarak görülür. Eğe r hakl ıysa alkışlanır, i kna ediciyse de halkı peşinden sürükler ve böylece doğru l uğu tesci l edi l i r. Öyleyse, ey bası nı zincire vurmak isteyenler, kapatı n çenenizi. Çünkü bir­ kaç açı kgöz yaza rın sizin hilebaz ve hırsız olduğunuzu keşfetmesi nden korku­ yorsunuz. Siz, büyük bir küsta h l ı kla halkın anca k a ldatı larak yönetilebileceği4 Dönemin aktörlerinin genellikle suçlama amacıyla sıkça kullandıkları faction sözcüğü hizip, factieux sözcüğü de hizipçi olarak çevrilmiştir.



92 1 F ra n s ı z



D e v r i m i 'n d e S iy a s a l D ü ş ü n c e l e r v e M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



ni savunan despotizmin iğrenç yardakçı larısı nız ve yok ol up gideceksiniz. Öz­ gür ve yürekli insa n la rla birl i kte neşeli bir şeki lde yaşamak için değil, fakat ti­ ranlarla ve alçaklarla birl i kte sürü n ü p kokuşmuş bir yaşa m sürmek içi n yara­ tı l mışsı nız.



Marat'run korktuğu yasa bu tarihte gerçekleşmedi. Ulusal Kurucu Meclis, gerek anayasa çalışmaları gerek daha önemli sorunların ortaya çıkması nede­ niyle, basın yasasıyla ilgilenme fırsah bulamadı. Ancak bu konu sürekli kafa­ lardaydı ve bir yıl sonra yeniden gündeme getirildi. Bu kez devreye Robespi­ erre de girdi ve uzun bir metin kaleme aldı. Meclis'te okuma imkanı bulama­ dığı bu metni, 11 Mayıs 1791' de Jakobenler Kulübü kürsüsünde okudu ve da­ ha sonra "Basın Özgürlüğü Üzerine Söylev" başlığını taşıyan bir broşür olarak yayımlath. Robespierre, burada, basının hiçbir şekilde sınırlandırılamaz mut­ lak bir özgürlüğe sahip olması gerektiğini doğaya, akla, adalete ve gerçeğe göndermede bulunarak savundu. Dahası toplumda çoksesliliğin kaçınılmaz olduğunu vurguladı ve haberleri, düşünceleri, kanıları değerlendirebilecek tek yargıcın (genel iradeyle bir tuttuğu) kamuoyu olduğunu ileri sürdü.



RO B ES P İ E R R E ( 1 1 Mayıs 1 79 1 )5 Düşünceleri ni hemcinslerine iletme yetisi, düşünme yetisinden sonra i nsanı va hşiden ayı ran en çarpıcı niteliktir. Bu yeti, aynı zamanda hem insa n ı n top­ l u m yaşamına yönelik ebedi eği limidir, hem toplumu va r kılan bağdır, ruh­ tur, araçtır, hem de topl umun yetki nleşerek yatkın olduğu güç, ayd ı n l ı k ve m utluluk düzeyine ulaşması n ı sağlaya n tek ça redi r. İ nsa n düşünceleri ni ister sözle ister yazıyla, yani akl ı n ı n sı n ı rları n ı aşan ve her i nsana i nsan l ığın tümüyle iletişime geçme i m kanı veren bu eşsiz yazı sa­ natı a racıl ığıyla başkalarına iletsi n, her i ki d u rumda da kul la ndığı hak aynıdır. Basın özgürl üğü, kon uşma özgürl üğü nden ayrı lamaz; her ikisi de doğa kadar kutsaldır. Basın özgürl üğü, toplum kadar gereklidir. Bu nası l bir ya zgıdır ki bası n özgürl üğü hemen her yerde yasa lar ta rafı n­ dan ihlal edilmektedir? Bunun nedeni, yasaları despotları n yapması ve bası n özgürl üğü nün de despotizmin başındaki en korkunç bela olmasıdır. Zaten 5 VermoreL 1866, s. 161-181 .



Ö z g ü r l ü k l e r v e H ak l ar S o r u n s a l ı



1 93



m ilyonlarca insanın tek bir kişi ta rafı ndan baskı a ltında tutul ması mucizesi ni, bu insanların derin bir cehalet ve a ptalca bir uyuşukluk içine göm ülmüş ol­ maları n ı n dışında bir başka nedenle açıklamak mümkün müdür? Fakat on u­ runu korumuş olan her insan, her zaman, ti ra n l ığın aldatıcı görüşleri ni ve do­ lambaçl ı adım larını ifşa edebi l i r; i nsa n l ı k hakları n ı onlara yönelik ihlal lerin, halkın egemenliğini de ha lkın sefaletinin ve aşağı lanması nın karşısına dikebi­ lir; zulmedilen masumiyeti n korkutucu ve etki li sesi nin herhangi bir zar.a ra uğramadan işitil mesini ve gerçeği n tüm ru hları, tüm yürekleri özgürl ük ile vatanın kutsa l adları altında bi rleşti rmesi ni sağlayabilir. İşte o zama n i hti ras­ ları n önünde e ngeller yükselir ve despotizm, her adımında gerilemek ya da kamuoyun u n ve genel i radenin görünmez gücüne toslayıp parçalanmak zo­ runda kal ı r. Dolayısıyla bakın da görün, düzenbaz pol itikalar güden despotla r konuşma v e yazma özgürl üğüne karşı nasıl da ittifak içinde bulunuyorla r; bu özgürl üğü e ngizisyon mahkemeleri Tanrı adı na, prensler ise işledi kleri cina­ yetlere kılıf uyd urmak için ya ptı kları yasalar adına nasıl da yasaklayı p mahkum ediyorlar. O halde bizi köleleşti rmiş olan önyargıların boyunduru­ ğunu sarsa l ı m ve bu önya rgılardan ders alıp bası n özgürlüğünün değerini an­ layalım artık. Basın özgürl üğü n ü n ölçüsü ne olmalıdır? Ye ni kazandığı özgürl ükle ü n sal m ış o l a n büyük b i r halk, bu soruya kendi örneğiyle ya nıt geti rmektedir. Düşünceleri sözle, yazıyla ya da bası n yol uyla i letme hakkı, hiçbir şeki lde ne taciz edilebilir ne de sınırlanabi lir. İşte Ameri ka Bi rleşi k Devletleri'nin ba­ sın özgürlüğüne ilişkin yaptığı yasada yer alan i bare budur. Bu kon udaki gö­ rüşleri mi olağandışı ya da aşırı olarak görmeye yatkı n kişi lere karşı açıklama­ ya gi rişi rken, bu yasanın bana sağladığı destekten ötü rü epey rahat olduğu­ mu da itiraf etmel iyi m. Basın özgürlüğü ya bütüncül ve tan ı m lanmaz olmalıdır ya da yoktu r. Ba­ na göre bu özgürlüğü düzen lemeye kal kışmanın önünde sadece iki yol va r­ dır. Biri ncisi, bazı kısıtlamalara ya da formal itelere bağlı kılmak; i kincisi de, kötüye kullanımını ceza yasa larıyla cezalandırmaktır. Her iki yol da ciddi bir biçi mde ele alınıp i ncelenmel idir. İ l k olara k biri nci yolun ka bul edilemez olduğu apaçı k ortadadır. Çünkü herkes bi l i r ki yasa lar, i nsan yeti lerinin zincire vurulmasını değil özgü rce ge-



94 1



F r a n s ı z D e v r i m i 'n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r ve M ü c a d e l e l e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



l işmesini sağlamak için yapılır ve yasaların gücü d e her kişinin kendi haklarını kullanması nı yasaklamaksızı n başkalarının haklarına zarar vermesi ni engel­ lemekle sınırlıdır. Bugün bası n ı n yol açabileceği suisti mal leri önlemek baha­ nesi altında basın özgürlüğüne köstek olmak isteyecek kişi lere bir ceva p vermek bile gereksizdi r. Bir insanı doğanın ve sa natı n kendisine bahşettiği d uygularını ve düşü nceleri ni başka larına iletme gücü nden sırf bu gücü kötü­ ye kullanması nı önlemek amacıyla yoksun bırakmak ya da ifti ra atacağı kor­



kusuyla diline düğüm atmak veya ellerini başkalarına vuracak diye korku p bağlamak şeklindeki davranışlar, herkesi n farkı nda old uğu saçma l ı klardır, da hası i nsanları usl u ve sakin kılmak içi n başvurulacak en iyi yol u n onları pa­ sif araç gereçlere ve değersiz kuklalara dön üştü rmek old uğuna i nanan des­ potizm i n kullandığı yöntemlerdir. Pekala ! Düşünceleri açıklama ha kkı n ı ne gibi formalitelerin içi ne sıkıştı racaksı nız? Yurttaşlara bası n yasağı geti ri p tüm i nsan l ığa ortak olan bu iyil iği birkaç kalemşörün tekeline m i bırakacaksınız? Bel l i günlerde biri lerine edebiyat konularında ahkam kesme, diğerlerine de siyasetten ve siyasal olaylardan kon uşup yazma m utlak ayrıca l ığı n ı m ı bağış­ layacak ya da sataca ksınız? i nsanların bir polis memurunun verdiği belge olmadan düşünceleri ni açı klayamayacakları ya da bir sa nsürcünün onayı nı ve hükümeti n iznini a lmadan düşünemeyecekleri hakkı nda yasalar m ı yapa­ caksı nız? Bu tür uygulamalar, basına yasalar vermeye yönelik saçma saplan­ tı n ı n doğurduğu başyapıtlardır işte. Oysa gerek ka muoyu gerek u l usun genel i radesi, bu rezil uygulamaları uzun zamandan beri mahkum etmiş bulunu­ yor.



[ ... ] İ ki nci olara k, bası nın kötüye kullanıl ması diye adlandırılan şeye karşı ceza lar ol uşturulabilir mi? Hangi koşul larda bu cezalar uygulanabi l i r? Çözü­ me kavuşturul ması gereken büyük sorulardır bunlar ve belki de anayasamı­ zın en önemli böl ü m ü n ü ol uşturmaktadır. Yazma özgürl üğü, biri şeyleri, diğeri kişileri kapsayan iki alanla i lgilidir. Biri nci alan, ahlak, yasama, politika, din gibi insanın ve topl umun b üyük çıka rları nı çok yakından i lgilendiren her şeyi ka psa r. Yasalar ise, hiç kimseyi bu kon ular hakkında düşü nceleri ni açı kladı diye ceza landıramaz. i nsan, dü­ şüncelerini ka rşı l ı kl ı olara k özgürce i letebi lmesi sayesi nde yeti leri n i geliştirir, hakları hakkında bi lgi sahibi olur ve doğa n ı n ulaşmasına izin verdiği erdem,



Özgü rlükler



v e Ha k l ar S o ru n sa l ı



1 95



yücelik, m utluluk düzeyi ne yükselir. Fakat bu iletişim, doğan ı n izin verdiği bi­ çimden başka bir biçim altında gerçekleşebilir mi? Doğa, her insa n ı n düşün­ celeri nin, onun karakterinin ve zihniyetinin ürü n ü ol ması nı istemiştir ve yine doğadır zihniyetler ve ka rakterler a rası ndaki bu m ucizevi çeşitli l iği yaratm ış olan. Dolayısıyla düşünceyi yayınlama özgürl üğü, her türlü karşıt düşünceyi yayı nlama özgürl üğünden başka bir şey değildir. Yoksa özgürlüğün her i nsa­ nın kafasında tüm safl ığı ve çıplakl ığıyla doğması nı sağlayacak bir ça re bul­ manız gerekir. Gerçekte özgürl ü k, doğru ya da ya n l ış, saçma ya da akılcıl bü­ tün düşüncelerin çatışmasından doğar. Ortak akıl yani insana bahşedilmiş olan iyiyi ve kötüyü ayırt etme yetisi, bu d üşünceler harmanı içinden bazıla­ rı nı seçer diğerlerini atar. Hemcinsleri nizi bu yetiyi kullanmaktan yoksun bı­ rakıp onun yerine kendi otoritenizi m i yerleştirmek istiyorsunuz? Dahası, gerçeği yanlıştan ayıran sınır çizgisini kim çekecektir? Yasaları yapanlar ya da uygulayanlar, eğer insan aklından üstün bir a kla sa hip yaratı klar olsalardı, düşünceler üzerinde böyle bir egemenliği kullanabi l i rlerdi. Fakat sadece in­ san oldukları na göre ve de bir insanın a kl ı n ı n diğer tüm i nsanların akıl larına egemen ol ması n ı n saçmalığı nedeniyle, düşüncelerin açığa vuru lmasına karşı yapılacak her ceza yasası tam anlamıyla bir budalalık olacaktır. Böyle bir yasa, yurtta ş özgürlüğünün biri nci l i l keleri n i ve toplumsal d üze­ nin en basit kavramlarını yı kıma uğratı r. Gerçekten de, kesi n olarak ta n ı m­ lanmış bir suçun bulunmadığı bir d u rumda yasanın herhangi bir cezai ya ptı­ rı m öngörememesi, tartışı lmaz bir prensiptir. Yoksa yurttaşların yazgısı keyfi yargılamaların eline bıra kı l ı r ve özgürlük de yok olur. Yasalar suç teşkil eden eylemleri cezalandırabilir; çünkü bu tür eylemler, açı kça ta nımlanabilen ve kesi n, sürekli kurallar uyarınca sa ptanabilen somut olaylardır. Peki ya dü­ şünceler? Düşüncelerin iyi ya da kötü nitelikte olması, akıl, adalet i l keleriyle olan az ya da çok karmaşık i lişki lerine bakılara k, çoğu kez de bir d izi özel koşulla olan bağlantılarından ha reketle belirlenebi l i r a ncak. Bana bir hırsızl ık ya da cina­ yet i h ba rı geldiğinde, aklımda bu eylemin basit ve bel irli bir ta n ı m ı vardır ve ben de tan ı kları sorguları m . Fakat ba na bozgu ncu, teh l i keli, kışkırtıcı bir ya­ zıdan söz edildiği nde, ben de bozgu ncu, tehlikeli, kışkı rtıcı bir yazı nedir diye sora rı m . Bu nitelendi rmeler önüme geti rilen bu yazıya atfedi lebilir m i ? Bu-



96 1



F r a n s ı z D e v r i m i 'n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r v e



M ü c a d e l el e r 1 7 8 9 - 1 7 9 4



n u n ardı ndan kesin yan ıtları ol madığı içi n terk edil mesi gereken b i r sürü soru bel i ri r. Bu durumda ne bir olay, ne tanıklar ne de yasa ve yargıç va rdır. Sade­ ce m uğlak bir suçlamayla, keyfi gerekçeler ve kararlarla ka rşı karşıyayı mdır. Bi risi yazı nın yazıl masında, bir diğeri niyeti nde, bir başkası da ta rzı nda suç u nsuru bulacaktır. Biri nci kişi yazın ı n gerçeklere aykırı olduğunu söyleyecek, diğeri yazılma nedenlerini bildiğini ileri sürüp yazıyı mahkum edecek, üçüncü kişi de yazarı n sesini duyurmak için kullandığı dilin saldırgan olduğu gerekçe­ siyle yazıyı cezalandırmak isteyecekti r. Ateşli ve yürekli bir insa n ı n yararlı ve sağduyul u olarak göreceği aynı yazı, soğuk ve ödlek bir i nsan tarafı nda n bozguncu diye yasa klan ı p cezalandırılaca ktır. Bir kölenin veya bir despotun sadece bir zırzop ya da bölücü olarak nitelendireceği yazar da, özgür bir in­ san tarafı nda n erdemli bir yurttaş olarak görülecektir. Ayn ı yazar, mekana ve zamana göre ya övgülerle ya da saldırılarla karşılaşaca k, ya heykellerinin di­ kildiğini ya da da rağacına yollandığını görecekti r. Dehalarıyla bu görkemli devrim i hazırlamış olan ünlü insanlar, en n ihayetinde bizi m içi n insanlığa bü­ yük yararları doku nmuş kişi ler düzeyine yükseldi ler. Ama yaşamları boyunca hükümetler tarafı nda n nasıl görül m üşlerdi? Tehlikeli yenilikçiler, hatta asiler olarak. Kabul ettiği miz i l kelerin, yıkmış olduğumuz aynı mahkemeler ta rafı n­ dan canice görüşler olarak mahkum edi l mesinin üzerinden çok mu zaman geçti sanki? Hatta bugün bile içi mizden her biri, devleti bölen partilerin gö­ zünde farkl ı bir şeki lde değerlendiri l m iyor mu? Ya da ben şu anda konuşur­ ken önerdiğim görüşler, birileri nce paradoks diğerlerince gerçek olarak ka­ bul görmüyor mu? Şu sıralarda oturanlar sözlerimi alkışlarken bu sıradakiler homurtuyla karşı lam ıyor mu? Eğer her kişi bası n özgürl üğün ü a ncak h uzu­ run u n ve en kutsal hakları n ı n başkaları n ı n ka prislerine, önya rgıları na, tutku­ ları na, çıka rlarına tesl im edildiği kaygısıyla kullanabilecekse, o zaman bu öz­ gürlüğün hali nice olur? Fakat özellikle dikkat edil mesi gereken h usus şudur: Bası n ı n kötüye kul­ lanılması bahanesiyle yazılara kesilecek her türl ü ceza, gerçeği n ve erdemin aleyhine, kötül üğün, ya n ı lgı n ı n ve despotizmin lehine işler. Hemcinslerine büyük gerçekleri açıklayan dahi, çağın ı n düşüncesinin önüne geçmiş olan kişidir. Tasarımları n ı n gözü pek yeniliği, her zaman zayıf ve cah i l insanları korkutur. Her zaman önyargılar, dahiyi iğrenç ya da gülünç



Özgürlü k ler



v e H a k l a r S o ru n s a l ı



1 97



çizgilerle resmetmek için kıskançlı kla bir araya geti ril i r. Zaten bu yüzden bü­ yük insa n ların payına, çağdaşları n ı n nankörl üğü ve gelecek kuşakların ge­ cikmiş saygısı düşer daima. Bu yüzden boş inanç, Galileo'yu zindana atm ış, Descartes' ı da vatanı ndan sürm üştü. Özgürl ü k dehasıyla esinlenip i nsan onuru ve haklarından bihaber olan halklara bunlardan söz etmeye ka l kışan insanların başı na ne gelir dersiniz? Bu insanlar, neredeyse aynı anda, hem maskeleri ni indirdi kleri tiranları hem de ayd ı nlatmak istedi kleri köleleri kor­ kutup telaşa düşürü rler. nra nlar da bu ortamı kendi çıkarlarına kullanıp bu insanlara kolayl ı kla zulmederler. Bizim ü l kemizde despotizmin zindan kapıla­ rı nın ki m lerin üze rine ve neden kapandı ğını anımsayı n . Zal i m l i k, belagatli ve . erdemli Cenevreli fılozofu6 esirged i m i h iç?



[ ... ]Özgür bası n özgü rlüğün koruyucusu, bastı rı lmış bası n da özgürlüğün felaketidir. Bası n ı n kötüye kul lanılmasına karşı aldığınız önlemlerdir hemen hemen bütün bu felaketleri doğuran ve yine bu önlemlerdir sizi bası n özgü r­ l üğünün güzel meyvelerinden yoksu n bırakıp ellerinizin arasında sadece ze­ h i rlerin kal masına yol aça n . Yi ne bu engellerdir kölece bir pısırıklığı ya da aşı­ rı bir küsta h lığı yaratan . Akl ı n kendine özgü olan cesaretle ve sakinlikle dile gelebil mesi, ancak özgürlüğün himayesi altında mümkün olur. Açı k saçı k ya­ zıların başarı l ı olması n ı n neden i de bu engellerdir.7 Çünkü kam uoyu, d üşün­ ceyi bile zapturapt a ltı na almaya çal ışan despotizme d uyduğu nefretle hare­ ket edip bu yazılara, önlerine konan engelleri aşm ış olmaları nedeniyle bir değer biçmektedir. Bu dürtüyü ortadan kaldırı n, o zam a n kamuoyu yazı ları ciddi bir tarafsızlı kla değerlendirecek ve yazarlar da sadece ya rarlı çalışmala­ rıyla kendilerinin egemeni olan kam uoyu nun l ütfu na mazhar olmaya çal ışa­ caklardır. Ya da daha iyisi özgür olun; özgürlükle birl i kte bütün erdemler sö­ kün edecek ve bası n ı n yayı mlayacağı yazılar da tı pkı töreleriniz gibi temiz, ciddi ve sağl ıklı olaca ktır. Doğan ı n ol uşturd uğu düzeni bozmak içi n neden bu den l i çaba harcanı­ yor? Olayların zorunlu akışı nedeniyle zamanın yan ılgıları sil i p attığını ve ger6 Jean-Jacques Rousseau. 7 Bu alanla ilgilenmiş tarihçilere göre (özellikle Marie-Antoinette'i hedef alan) pornogra­ fik içerikli broşürler,



bu dönemde yayımlanan tüın broşürlerin %10'unu oluşturmakta ve ya­ saklanmış olup el alhndan satılmalarına karşın piyasada büyük bir rağbet görmekteydi.



98 1 F r a n s ı z



D e v r i m i 'n d e S i y a s a l D ü ş ü n c e l e r



v e M üc a d e l eler 1 7 8 9 - 1 7 9 4



çeği zafere taşıdığı nı görmüyor m usu nuz? Bırakın iyi ya d a kötü tüm düşün­ celer özgürce ifade edilsin, nasıl olsa kal ıcı olanlar sadece iyi d üşüncelerdir. i nsan aklının ilerleyişi ni durdurmayı amaçlayan bazı kişi lerin erdemi ne, oto­ ritesine doğanın kendisi nden daha mı fazla güven d uyuyorsunuz? Korktuğu­ nuz olumsuzl ukları yok eden sadece doğadır, doğmalarına sebe p olanlar ise i nsanlard ı r. Kam uoyu; işte kişisel düşüncelerin tek yetki l i yargıcı, yazıların tek meşru sansürcüsü. Bunları onayladığı takdi rde, siz i ktidardaki insanlar, hangi hakla düşünceleri, yazı ları mahkum edebilirsiniz? Kamuoyu ilk başta onaylamadığı düşünceleri, yazıları za manla aydınlanıp ben imsediğine göre, ne�en aydın­ lanmanın ilerleyişine ka rşı çı kıyorsun uz? Her insa n ı n hemcinsleriyle, insanlı­ ğın tüm üyle kurma hakkına sahip bulunduğu bu düşünce iletişi mini engel­ lemeye nasıl cüret ediyorsunuz? Kamuoyunun kişisel düşünceler üzerindeki egemenl iği yum uşak, yararlı, doğal ve karşı konul mazdır; oysa otoritenin ve gücün egemenl iği despoti k, iğrenç, saçma ve korku nçtur. Bu ebedi i l kelere karşı özgürl ük düşma nları ha ngi sofisti ke gerekçeyi i leri sürüyorlar? Yasalara itaati, yani yasa lara ka rşı hiçbir şeyi n yazıl masına kesin­ l ikle izin veril memesini ... Yasalara itaat etmek her yurttaşın görevidir. Ama yasaların iyi l iği ve kötü­ l üğü hakkı nda düşü ncelerini özgü rce yayı mlamak da, her insa n ı n hakkıdır ve tüm topl umun çı karı nadır; insanın akl ı n ı en saygın ve en yararlı bir şeki lde kullanmasıdır; i nsanları ayd ı nlatmak içi n gerekli yete neklerle bezenmiş bir kişinin başkalarına yönelik olara k yeri ne getirebileceği en kutsa l görevidi r. Peki, yasa lar nedir? Akl ın, adaleti n ve doğa n ı n ebedi yasa larıyla ne derecede uyumlu olduklarına bağlı olarak, ulusları n haklarına ve çıkarlarına az ya da çok uygun düşe n genel i radenin özgür ifadeleridir. Her yurtta şın genel i ra­ dede payı ve çı karı va rdır; dolayısıyla onu aydınlatmak, düzeltmek, yetki nleş­ tirmek için sahip old uğu tüm bi lgisini ve enerjisini sergileyebilir, hatta sergi­ lemelidir. Nası l özel bir topl ulukta her ortağın diğer ortakları şi rketin zengin­ l iği için yaptı kları sözleşmeleri ve be ni msedi kleri fi na nsal girişim leri değişti r­ meye davet etme ha kkı varsa, büyük siyasa l toplumda da her üye orta k ya­ ra r bakı m ı ndan en uygun bulduğu düzenlemelerin diğer üyelerce ka bul edi lmesi içi n eli nden gelen her şeyi yapa bi l i r.



Ö z g ürlü k l e r v e H a k l a r S o r un s a l ı



1 99



[ ... ]Size hal kları ayaklanmaya kışkırta n, yasaların çiğnen mesi ni öğütleyen yazılardan söz edecekler; sizden bu yazılara karşı bir ceza yasası ta lep ede­ cekler. Bu oyuna gelmeyelim ve sözcü klerin cazibesine kapıl mayı p sadece konunun özüyle i lgilenelim. Her şeyden önce, bir yasanın özgürl üğe ve kam u esenliğine za rarlı olduğunu kanıtlaya n a k ı l v e enerjiyle dopdolu b i r yazı n ı n, bu yasaya karşı tumturaklı sözlerle saldıran ya da ona kesin l i kle uyu l mama­ sını öğütleyen güçten ve akıldan yoksun bir başka yazıdan daha fazla etki l i olacağı na inanıyor m usunuz? H iç kuşkusuz hayır. Bu iki nci tür yazılara ceza­ lar biçmeye izin varsa, daha zorunlu bir nedenden ötü rü i l k tür yazılara da ceza lar veri lecek ve bu anlayışın sonucu.son kertede bası n özgü rl üğü nün yok edil mesi olacaktır. Fakat olguları oldu kları gibi ka bul · edelim, yani onlara despotizmin yol açtığı önyargı ları n değil de aklın gözünden bakalım. Özgür bir devlette, hatta herhangi bir devlette, yazıları n kolayca yurttaşları ha reke­ te geçirdiği ni ve onları alışkanlı klarla, toplumsal i lişkilerle pekişmiş olup ka­ mu gücüyle koruna n düzeni yıkmaya yönlendirdiği ni za n netmeyi n. Yazılar, genelde i nsanların davra nışı üzeri nde ağır ve aşamalı bir biçi mde etki li olur. Bu etkiyi beli rleyen de zamandır, akıldır. Ya yazı lar ka m uoyuna ve çoğunlu­ ğun yara rı na aykı rıdır, o zaman da etkisizdi r, hatta ka m usa l kınamayla, nef­ retle ka rşılanır ve her şey sa kin kal ı r; ya da yazı lar genel arzuları dile getirip kamuoyun u uya ndırır, o zaman da kim bu yazıları bir suç olarak görmeye cü­ ret ede bilir? Birilerinin bozguncu olarak nitelendirdiği yazılara ka rşı dil lerin­ den düşürmediği bütün bu tumturaklı sözleri, bu bahaneleri iyi analiz edi n. O zaman göreceksiniz ki bunların hepsi, halka ifti ra edip zulmetme ve halkın tek daya nağı olan özgürl üğü yok etme amacı nı gizlemektedir. Dahası, bir yanda insanlar hakkındaki deri n cehaleti, öte yanda u l usun en kalaba l ı k ve en az yozlaşmış böl ümüne duyulan nefreti içermektedir. Bununla birlikte, bası nı otoritenin h ükmü altına sokmak içi n muhakkak bir ba hanenin olması gerektiğinden, bize şöyle deniyor: "Fakat bir yazı suçla­ ra, örneği n bir isya na yol açmışsa, bu yazıyı da mı cezalandı rmayacağız? Hiç olmazsa böyle bir durum için bize bir yasa veri n." İ nsa nları n kafaları nda kor­ kular yaratmaya yatkı n böyle bir va rsayımı öne sürmek hiç de zor değildir kuşkusuz. Ama konuyu farkl ı açılardan ele almak gerekir. Bir aya kla nma n ı n y a d a herhangi b i r suçun soru m l u l uğunu aslında bu olayın gerçek nedeni olmaya n bir yazıya yüklemenin ne kadar kolay olduğun u düşün ün. Bir yazı-



1 00 1



f