Halkevleri: Ideoloji ve mimarlik (Arastirma-inceleme dizisi) [1. baski ed.]
 9754707227, 9789754707229 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

N E Ş E G U R A L L A R YEŞILKAYA 1991 G Ü M M F Mimarlık Bölümü mezunu. 1991¬ 1995 yıllan arasında ç o k sayıda mimari projede tasanm ve uygulama çalışmaları yaptı. Aynı yıllarda GÜMMF Mimarlık Bölümü'nde başladığı Yüksek Lisans eğitimi­ ni 1997 yılında tamamladı. 1995 yılından itibaren G Ü M M F Mimarlık Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak çalışmakta. O D T Ü Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölü­ mü'nde doktora eğitimine devam etmekte. 1999-2000 yıllannda doktora tez çalış­ ması için Edinburgh ve Londra'da, 2002 yılında Almanya'da bulundu. Çeşidi dergi ve kitaplarda yayımlanmış yazılan bulunmakta.



NEŞE G U R A L L A R YEŞİLKAYA



Halkevleri: İdeoloji ve Mimarlık •



İ l e t i ş i m Y a y ı n l a r ı 520 • A r a ş t ı r m a - İ n c e l e m e D i z i s i 8 3 ISBN 975-470-722-7 © 1999 İ l e t i ş i m Y a y ı n c ı l ı k A . Ş. 1. B A S K I



1999, i s t a n b u l ( 1 0 0 0 adet)



2. B A S K I 2003, İ s t a n b u l ( 5 0 0 adet)



DİZİ KAPAK TASARIM! Ü m i t K ı v a n ç KAPAK F a t o ş G e n c o s m a n KAPAK FİLM/ 4 N o k t a G r a f i k UYGULAMA



H ü s n ü Abbas



DÜZELTİ Sait K ı z ı l ı r m a k BASKI ve CİLT Sena Ofset



İletişim Yayınları Klodfarer C a d . İletişim H a n N o . 7 Cağaloğlu



34122 istanbul



Tel: 2 1 2 . 5 1 6 22 60-61-62 • F a x : 212.516 12 58 e-mail: i l e t i s i m @ i l e t i s i m . c o m . t r • web: w w w . i l e t i s i m . c o m . t r







I I I



ideolojiyi olumlarken bir kısmı da ideolojiyi olumsuzlayan (aşağılayan) anlamlara sahiptir. Aşağılayıcı ideoloji tanımlarında sözcük, baskıcı bir ikti­ darın egemenliğini sağlamak üzere çıkarlarını destekleyen fikirler anlamında kullanılmaktadır. Bu anlamda ideoloji, "yanıltma", "hükmetme", "meşrulaştırma"hezeyan duru­ m u n a s o k m a " aracı olarak görülür ( R a y m o n d Guess, l981:Eagleton'dari, 1996, s.72-76). O l u m l u anlamda ise ideoloji, toplumu veya toplumsal grubu birleştiren ve eyleme yönelten fikirler olarak kulla­ nılmakta, işlevsel bakımdan faydalı bir araç olarak görül­ mekte, "yanlış bilinç" anlamına karşı, toplumsal grubu ha­ rekete geçiren bir güç olduğu savunulmaktadır (Raymond Guess, 1981: Eagleton'dan, 1996, s.72-76). İdeolojinin ortaya ilk çıkışında anlamı 'nesnel ve doğru düşünme bilimi' i d i (Mardin, 1992a). Aydınlanmanın bağ­ nazlıktan kurtulmuş, bilime dayalı yeni bir dünya yaratma idealinin ürünüdür (Eagleton, 1996). 18.yy'da Fransa'da bir grup düşünür kendilerini ideologlar olarak adlandırır. İlk kez Destutt de Tracy, 1797 yılında ideoloji sözcüğünü "herkese doğru düşünme imkânlarını sağlayacak bir fikir b i l i m i " anlamında kullanır. Devlet insanın düşünme süreci­ ne eğitim yoluyla müdahale edebilir. Amaçları "doğru fikir­ lerin yapım yolunu bulmak ve bunları eğitimle genelleştirmek"tir (Mardin, 1992a). Burada Marx bir eleştiri-getirir: "Eğitimcileri k i m eğitecektir?". Mars'ın sorusu gözönüne alındığı zaman, "ideolojinin" aslında doğuştan ideolojik o l ­ duğu da söylenebilir. Marx ideolojiyi 'doğru düşünme' olarak değil 'yanlış b i ­ linç', 'yanlı algılama' anlamında kullanır. Yani "içinde b u ­ lunduğumuz toplumsal koşullara gömülerek, taraflı algıla­ madır" ve Marx'a göre Marksizm ideoloji değildir (Mardin, 1992a). Marx'tan sonra ideolojinin olumsuz çağrışımları 14



azaltılarak, 'sınıf mücadelesinde kullanılan araç' olarak ta­ nımlanır ve oir eylem aracı olarak ele alınır. Eagleton, Marksist düşüncede önemli bir nokta olan II. Enternasyo­ nale kadar ideolojinin taşıdığı anlamları şöyle özetler: "İdeoloji, şimdi, eş zamanlı olarak, yanlış bilinç (En¬ gels), toplumsal olarak koşullanmış her düşünce (Plehanov), sosyalizm için verilen hararetli siyasî mücadele (Bernstein ve bazen Lenin) ve sosyalizmin bilimsel kuramı (Lenin) anlamlarına gelmektedir" (Eagleton, 1996.S.134). İdeoloji, araştırma alanı "fikirler" olan bir b i l i m olarak doğmuştur, ancak ideolojinin bilim olup olmadığı tartışılır. Klasik marksistlere göre Marksizm, "toplumsal oluşumların bilimsel analizi"ni yapar. Althusser ise ideoloji ile bilimi ke­ sinlikle birbirinden ayırır. İdeolojinin bilim olup olmadığı tartışması bir yana, zaten bilimlerin ideolojikliği tartışıl­ makta ve bilginin nesnelliğine kuşku ile bakılmaktadır. Postmodernistler bilimsel bilgi ile ideoloji arasında bir ayrım görmemektedir. Postmodernistlere göre tüm bilgiler ideolojiktir (Tekeli, 1994). Bilgi iktidarın kurumları tarafın­ dan üretilir (Foucault, 1992). Bilginin iktidar tarafından üretildiği düşüncesi ile ideoloji tartışmasının etrafında dö­ nüp durduğu merkez problemlerinden bir başkasına, ikti­ dar ve hegemonya kavramlarına gelmekteyiz. Foucault, devletin toplumu gözetlemek ve kontrol altında tutabilmek için 'bilgiyi' kullandığını b e l i r t i r (Foucault, 1992). Bilgi iktidarın mekanizmaları tarafından üretilir. İkti­ dar ve bilgi birbirlerini doğrudan içerir. Okullarda, hastane­ lerde, orduda; dizi, sıra, numara, bireyin tespitini ve kontro­ lünü kolaylaştırır. İstatistik bu kayıtlardan gelişir. Bedenin hareketlerini denetleyebilmek için, beden incelenir ve böy­ lelikle anatomi doğar. Gramsci ise esas olarak "hegemonya"



üzerinde durmaktadır. Hegemonya, yönetici gücün, yönetti­ ği insanlar üzerinde baskı ya da rıza ile sağladığı hakimiyet­ tir, ideolojinin olumsuz anlamlarını reddeden Gramsci için ideolojilerin, insanları harekete geçirecek, "örgütleyecek", "psikolojik" geçerlilikleri vardır (Gramsci, 1986). İdeolojinin bir grubu eyleme yöneltme niteliği o n u n "mobilizasyon" (devingenleşme) işlevidir (Mardin, 1992a). B u n u n yanısıra ideolojinin meşrûlaştırıcı, doğallaştırıcı, birleştirici, rasyonalize edici (ussallaştırıcı), genelleştirici (evrenselleştirici) işlevleri vardır. Meşrulaştırma, "egemen gücün kendi tebaasının kendi otoritesini en azından zımnen onaylamasını sağlama süreci"dir. Tebaa kendini, iktidarın yargıları ile değerlendirmeye başladığı zaman tahakküm meşrûlaştırılmış olur. iktidarını meşrûlaştıran güç, aynı zamanda onu "kendine tabi olanla­ rın gözünde kendiliğinden ve kaçınılmaz"' kılarak "doğallaştırır" (Eagleton, 1996, s.88). Rasyonalizyon ve meşrulaştırma birbirleriyle ilişkili kav­ ramlardır. Rasyonalizasyon kavramı psikanalitik bir katego­ ridir. Sözgelimi, aşırı göçün ingiltere'de yaşamı güçleştire­ ceğini savunan bir söylem aslında ırkçı fikirleri rasyonalize ediyor olabilir. Yani bir fikir kümesi başka bir fikir kümesi­ ni örtecek şekilde onun yerine geçmektedir. Kötü yaşam şartlarını kadercilikle örten toplum, durumunu rasyonalize ederek katlanabilir hale getirmektedir. Bu durum, rasyonalizasyona bağlı başka bir kavram olan "kendini aldatma" olarak da ele alımr. Kendini aldatma, rasyonalize etme gibi "bastırma" anlamındaki ideoloji yorumları, bilinç ve bilin­ çaltının savaşma dayanan Freud'çu ideoloji tanımlarıdır, i k ­ tidar egemenliğini baskı yolu ile değil, bilinçdışı yöntemler­ le sağlıyor olabilir. Bu, inançlara bağlı olan insanların ken­ dilerini aldatmasıdır. Eyleme yöneliklikte olduğu gibi ideolojinin olumlu ele 16



alınan bir diğer niteliği de birleştiriciliktir. ideolojiler belli bir toplumsal gruba, kaynaşma ve bir kimlik altında birleş­ me imkânı verirler. Birleştiricilik, egemen ideolojinin oldu­ ğu gibi muhalif (karşıt) ideolojinin de bir özelliğidir (Eag­ leton, 1996). İdeolojinin işlevlerinden bir diğeri ise "evrenselleştirme" dir. Evrenselleştirme ya da genelleştirme; bir anlamda yersizleştirme ve tarihsizleştirmedir. Fransız düşünür Althusser'in "bilim adamlarının kendili­ ğinden felsefesi" kavramının ideoloji konusu ile olan ilişki­ sinden dolayı çalışmamızda önemli bir rolü vardır. Althusser ideolojinin gerçeği değil, onun tasarımını yan­ sıttığını belirtir. Bu nedenle Althusser'in tanımında ideolo­ ji, bir yanılsamadır (Althusser, 1994, s.51). İdeoloji maddî pratikler (törenler, ritüeller gibi) içinde öznenin eylemleri­ ni belirler. Bilimlerin pratik ideolojilerle ilişkisi olduğunu savunan Althusser için, felsefenin işlevi bilimsel olanı, ide­ olojik olandan ayırmak (kurtarmak)tır.' Örneğin, tüm bur­ juva felsefesi, burjuva hukuk ideolojisinin yeniden ele alı­ nış ve yorumudur. (Althusser, 1990, s.98). Bir başka deyiş­ le mülkiyet h u k u k u n u n dayandığı " s e n i n k i ile b e n i m k i " d e n , "sen ve ben" kavramları doğmuştur (Eagleton, 1996). Bilim adamları "bilim adamının kendiliğinden felsefesi" dediği bir felsefenin taşıyıcılarıdır. "Kendiliğinden bilimsel ideoloji", bilim adamının kendi pratiği ile ilişkisi ve pratiği üzerine düşünceleridir (Althusser, 1990, s.40). Bilim adamlarının kendi pratikleri ile ilişkisini, pratiğine 1



Althusser'in bilim ile ideoloji arasına ç e k m e y e çalıştığı sınır özellikle b u g ü n t a n ı ş m a konusudur. Eagleton'a göre, bilim ile ideoloji arasındaki b u kesin ay­ rım, ne bilimsel ne de ideolojik olmayan -pratik" bilinç adı verilen alanı, yok etmektedir (Eagleton. s.196). Eagleton, Althusser'in düşüncelerini d o ğ r u l u k vc yanılgı ayrımı üzerine k u r m u ş olmasını eleştirir. Eagleton'a göre "her ideoloji yanılgı, her yanılgı da ideolojik değildir" (Eagleton, 1996). 17



bakışım konjonktürde egemen olan pratik ideolojiler (dini, siyasî, hukuki, estetik vb.) felsefe aracılığı ile tanımlar (Althusser, 1990). Sosyolog Nalbantoğlu, Althusser'den "Ken­ diliğinden bilimsel ideoloji" kavramını kendi deyimi ile "ödünç" alır. "Meslek adamının kendiliğinden ideolojisi" olarak modern dünyanın meslek adamını incelemek için araç olarak kullanır (Nalbantoğlu, 1995). Nalbantoğlu'nun dikkatimize sunduğu bu kavram, Halkevi binalarını tasarla­ yan mimarların "kolektif bilinçaltını" ve mimarlık meslek pratiğini incelememiz için bize araç olacak. İdeoloji ve Mimarlık Mimarlığın nesnesi olan fiziksel mekân insanların yalnızca temel ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz. Bu nedenledir k i mekân, aynı coğrafi etkiler altında olsa bile farklı toplum­ larda farklı biçimler sergiler. İdeolojiler, iktidarı elinde tutan egemen sınıfın ideolojisi­ ni örtük olarak taşıyan "devletin ideolojik aygıtları" ile b i ­ reylere aktarılır. Nikâh ya da ölüm merasimleri, törenler, toplantılar vb. bütün bu eylemler, iktidarın izlerini taşıyan mekânlarda gerçekleşir. Burada belli toplumsal süreçler içinde yaşayan mimar da, ideolojinin aktarılmasında payına 2



3



2



düşen görevi yerine getirir. Althusser'in tanımladığı ideolo­ jilerin aktarıldığı maddî araçlara mekânı da (mimarlık ala­ nının nesnesi) ekleyebiliriz. Mekân, ideolojik akdarımın gerçekleştiği^ sahnedir. Mekân iktidann varlığını tebaaya üetenT iktidarı 'meşrulaştıran, do^alİaştıran^^bir^aracUr. M i marlığT egemen üretim süreçlerinden koparıp bağımsız ve etkileşimsiz bir alan olarak ele alamayız. Mimar bilincinde olsun ya da olmasın "mekân", "ideolojik bir aygıttır", ide­ olojik aktarımın gerçekleştiği sürece organik olarak bağlı­ dır; çünkü egemen üretim ilişkilerinin doğal ürünüdür. 4



s



İdeolojinin mimarlık alanı üzerindeki etkileri tartışma konusu olduğu zaman, genel olarak tartışmaların i k i boyut­ lu olduğunu gözleyebiliriz: 1. ideolojik Mimarlık: Siyasî erk ya da genel olarak güç, mimarlıktan ideolojik bir araç olarak faydalanır. Mekân, ik­ tidarın ya da iktidara ait ideolojilerin işaretlerini "örtük" olarak taşıyabileceği gibi direkt bir "propaganda" aracı ola­ rak da kullanılabilir. 2. Mimarlık İdeolojisi: Mimarların, kendi meslek dünyala­ rına ait ideolojilerini ifade eder. B u ayrımdan meslek ide­ olojilerinin, egemen ideolojiden özerk bir alan olduğu anla­ mı çıkarılmamalıdır. Burada mimarın bu ortam içindeki ye­ ri inceleme konusudur.



Althusscr'in Marksisı söyleme getirdiği yeni bir kavram olan Devletin İdeolojik Aygıtlatı (DtA), devlet aygıtından farklıdır. Devlel aygıtı (ordu, polis, mahke­ meler, hapishane, h ü k ü m e t vd.) baskı uygular, DİA'lar ise ideoloji kullanır, bas­ kı uygulamaz ya da gizli baskı uygular, teknikleri farklıdır. DİA'lar : D i n , Aile, O k u l . Partiler, Sendikalar, vb.dır. Devleti elinde tutan egemen sınıfın ideolojisi DİA'larda görülür. Her DİA kendine özgü yollarla çalışır (dini törenler, toplan­



4



dara hizmet eder.



bir eleştirisini dikkate almak gerekir. Eagleton, okulların, kiliselerin, ailelerin vd.'nin, "saf" ideolojik yapılar olduklarını d ü ş ü n m e z . Okullar vatandaşlık so­



3



18



Önemli bir noktayı Teymur (1996), vurgulamaktadır. Mimar yalnızca tasarla dıklan ve planladıkları ile değil, tasarlamadıkları ve planlamadıkları ile de ikti



tılar, vb.) ve ideolojileri gizlidir, örtüktür (Althusser, 1994). Burada Eagleıon'ın 5



Halkın mimarisi, iktidara ait olan mimariden her zaman ayrılmıştır. Mevla



r u m l u l u ğ u n u n yanısıra g ü n l ü k yasam için gerekli bilgileri ö r n e ğ i n ayakkabı



na'nın oğlu Veled Çelebt'ye söyledikleri ilginç bir örnektir. "Bir kentte zenaaı



bağlamayı da öğreten kurumlardır (Eagleton, S.20S-209).



karların evleri en küçük, en alçak ve en kötü yerde olmalıdır. T ü c c a r ve iğdişle



Foucaull'ııun da iktidarın mekâna sinen izlerini o k u d u ğ u n u anımsayabiliriz, bkz. Foucault, 1992.



rin evleri daha büyük, emirlerin evleri ondan da büyük, sultan ve meliklerin ev leri ise doğal oUrak en büyük olmalıdır" (Akdağ, 1952, G ü n b u l u f d a n 1993). 1i



I. İdeolojik Mimarlık İktidar her zaman sanat ve mimarlıktan yararlanır. M i ­ marlık ve sanat çağlar boyunca ideolojik bir araç olarak gö­ rülmüştür. 18. yy'dan sonra her siyaset tartışmasında şehir­ cilik, toplu kullanımlar, sağlık ve özel olarak mimarlığa yer verilir (Foucault, 1984). Böylece, iktidarın etkileri hem kent ölçeğinde, hem de tek yapı ölçeğinde mekâna yansı­ maktadır. Foucault mekânı bir metin olarak ele alır. Bu me­ tin üzerinde iktidarın izleri, "tüm toplumsal mekâna dağıtılmış, her yerde sahne, seyir, işaret, söylev olarak mevcut, açık bir kitap gibi okunabilir" (Foucault, 1992, s. 162). İktidarın varlığı, kentin her köşesinde 'sessiz geveze' işa­ ret ve şifrelerle 'beynin yumuşak kıvrımlarına' aktarılır. İk­ tidar, 'bedenleri mekâna yerleştirmede' mimarlıktan yarar­ lanır (Foucault, 1992). Bu ilişki her zaman örtük değildir. Mimarlığın birer pro­ paganda aracı olarak ideolojilerle doğrudan bağlantılı o l ­ duğu dönemlere de göz atmak gerekir. Örneğin, A l m a n ­ ya'da Hitler, İtalya'da Mussolini döneminde tüm sanat dal­ larında olduğu gibi mimarlık da bir propaganda aracı ola­ rak görülmüştür. Türkiye'nin Almanya ile ilişkilerinden dolayı II. Ulusal Mimarlık olarak adlandırılan dönemin doğrudan Nazi (III. Reich) Mimarisi ile bağlantısı k u r u l ­ maktadır. H i t l e r ' i n Şef Mimarı olduğu f i k r i n i k a b u l etmese de Speer, Nazi Mimarisinin en büyük ismidir. Speer'in "mima­ ri megalomani" olarak adlandırdığı, her zaman en büyük 6



6



7



Mimarlığın Hitler için önemini, Speer'in deyişi ile "ta­ mamlanmamış bir gençlik düşü" olarak yorumlamak müm­ kündür. Berlin planında olduğu gibi, Mimarların eline eskiz vermeyi çok seven Hitler, modern "cam kutulara" karşı hep tepki duymuştur. Ancak Speer'e göre, "Führer'm stili yok­ tur" ve rejimin mimarisini Neo-Klasisizm olarak damgala­ mak bir hatadır. (Speer, 1970, s.42) Nazi Mimarisinin klasik değerlere olan merakı, onun tek­ nik mükemmeliyetçi yönünün gözardı edilmesine neden olmaktadır. Krier, önemli bir noktayı vurgular. Neufert'in, 25 dilde ve milyonlarca basılan kitabı Bauordnungslehre [İn­ şaat Nizamı Dersleri], Speer'in himayesinde yayımlanmıştır (Neufert, Türkiye'de mimarların halâ bir numaralı kaynak



Speer, anılarında bu yargıya kiraz eder. Münih ve Linz'in yeniden planlamasını gerçekleştiren mimarların da benzer güce sahip olduklarını ve savaş başlama­ dan ö n c e on ya da oniki mimarın bulunduğunu belirtir.



20



olanı yapma tutkusu, Nazi Mimarisinin en önemli özellik­ lerinden birisidir. Nazi mimarisinde, Antik çağlardan itiba­ ren tarih boyunca tüm anıtsal yapıların dökümü çıkarılmış ve hem tarih boyunca yapılan yapılar hem de çağdaşları ile yarışılmıştır (Speer, 1970). İlginç olan, bu "megalomanyak" yapıların (bkz. Şekil L l ) yalnızca iktidarın varlığını ve gücünü halka ispat etmekle kalmamasıdır. Etkileri çift yönlüdür. Halka gücünü ispat eden iktidar aynı zamanda kendi gücünden de etkilenir. Nazi Mimarisinin dev yapıları, geniş kitlelerin toplanma­ sı ve propaganda olanağını da verir. B u konudaki en ilginç tasarımlardan biri Speer'in, Nuremberg Parti Kurultayı için yaptığı, "buz katedrali" olarak da tanımlanan, ışıklı meydan tasarımıdır. Speer, uçsuz bucaksız meydana mekân hissini, dev projektörlerle sağlanan ışık sütunları ile verir. Bu ışık­ lar aynı zamanda geceleri halk için birer toplanma çağrısıdır (bkz. Şekil 1.2).



7



Türkiye'de bu elki ile yapılan anfı tiyatrolara ileride değinilecektir. Ayrıca bkz. 32



dipnot. 21



Ş e k i l 1.2 - B u z K a t e d r a l i ( S p e e r ' d e n , 1970).



kitabıdır) ve modern bir mimarın söylemiş olduğunu düşü­ nebileceğimiz şu sözlerse Hitler'e aittir:



Ş e k i l l . l - B e r l i n ;cîn t a s a r l a n a n "Grosse H a l l e " ( K r i e r ' d e n , 19S6).



"Yapı elemanları normlara bağlanmalıdır. Şantiyedeki çalışma, artizan işi mümkün olduğu kadar azaltmak için mekanize edilmelidir. Yapı üretiminin hızlanma­ sını sağlayacak metodlar bulunmalıdır." (Hitler, 1942: Krier'den, 1986) Speer'in Hitler'e yaptığı ilk tasarımlardan biri, ek balkon­ dur. Hitler halkı selamlarken, halk tarafından görülebilmek



22



23



Şektt 1.4 - Hİtler y e n i b a l k o n u n d a ( S p e e r ' d e n , 1970).



Ş e k i l f.3 - H i t l e r halkı s e l a m l a r k e n . ( B a l k o n inşaatından ö n c e ) ( S p e e r ' d e n , 1970).



için bu balkonu yaptırır (bkz. Şekil 1.3 ve Şekil 1.4). Lide­ rin, halka seslenmesi önemli bir tasarım problemidir Rus Konstrüktivistlerinin de bu problemi ele aldıklarını gör­ mekteyiz (bkz. Şekil 1.5). Herde göreceğimiz gibi, "Hitap 24



Balkonu", Halkevleri'nde de bina programının önemli bir parçası olacaktır. 1937 yılı Paris Sergisinde i k i büyük rejimin (Almanya ve Rusya) pavyonlarının yan yana gelmesi önemli bir rastlantı­ dır. Speer anılarında Paris Sergisinde Rusların yapısını geç­ mek için gösterdikleri çabayı anlatır (Speer, 1970). İki re­ j i m arasındaki yarış, aşağıdaki karikatürün gösterdiği gibi sergide de yaşanır (bkz. Şekil 1.6 ve Şekil 1.7). Nazi mimari­ sinde olduğu gibi, Stalin dönemi Rus mimarisinde de dev boyutlarla anıtsallık aranır (bkz. Şekil 1.8 ve Şekil 1.9). Bu 25



Ş e k i l 1.6 - S e m i n o v ' u n karikatürü ( S e m i n o v , 1 9 5 4 : A m a n ' d a n , 1992).



Ş e k i l 1.5 - El L i s i t s k i y ' n i n L e n i n için konuşma kürsüsü tasarımı (Arredemento Dekorasyon'dan, 1995).



ezici boyutların temelinde, iktidarın halk üzerindeki gücü saklıdır. İdeoloji - Mimarlık ilişkisinde değinilmesi gereken başka bir yaklaşım da konstrüktivistlere aittir. Konstrüktivist söy26



Ş e k i l 1.8 - Eski v e Y e n i M o s k o v a s i l u e t i ( A m a n ' d a n , 1992).



Ş e k i l 1.9 - S t a l i n d ö n e m i anıtsal m i m a r i ö r n e ğ i ( A m a n ' d a n , 1992).



lem bilimselliğe ve sola dayalıdır. 1924 yılında söylenen şu sözlerde bu ilişki açıkça görülür: "Zihinsel - maddesel üretimin en önemli amacı, mad­ desel inşanın komünist ifadesini bulmak, yani komü­ nist kültürün gereksinmelerini tatmin edecek hiz­ metler ve binaların üretilmesi aşaması için bilimsel bir çıkış noktası oluşturmaktır" (Gan, 1995: Germen'den çeviri, 1995, s. 80) Konstrüktivist grubun tasarımlarında dönemin ideolojisi­ ne paralel olarak "sanayileşme ve üretim" teması önemli bir yer tutar (bkz. Şekil 1.10). ilerde göreceğimiz gibi Halkevle­ rinde de kule-baca üretimin simgesi olacaktır. Modernizme yapılan en önemli eleştirilerden biri mimar­ lığı ideolojikleştirmesidir. Tafuri, 1920 - 1930 yılları arasın­ da Avrupa'da mimarlığın tamamen poiitikleştirildiğini be­ lirtir (Tafuri, 1983). Fransız devrimi ve mimarisi, modernizmin temel ilkelerinin-belirlendiği başlangıç noktası ola­ rak görülebilir. Devrimin "özgürlük ve eşitlik" ilkeleri Dev2S



Ş e k i l 1.10 - K o n s t a n t i n V i a l o v ' u n b i r p o s t e r i (1931) v e N i k o l a i D o l g o r u k o v ' u n p o s t e r i (1931), ( A r r e d e m a n f o D e f c o r a s y o n ' d a n , 1995).



rim Mimarisinin biçimlendirilmesinde de rol oynamıştır. Arındırma ve pürizme yönelme çabası bu mimarinin nıteliklerindendir. Ledoux'un "ideal Kent" diye adlandırdığı, "Chaux" planlaması, Fransız Devriminin sosyal ve ekono­ mik fikirleri hesaba katılarak tasarlanmış bir kent planıdır (Özer, 1989). Yukarda tartışılan ideolojiler ve bunların mimarileri akla şu soruyu getirmektedir: İdeolojilerinJwrşı]^^ldigi_bir üslup'dan söz edilebilir mi? Örneğin faşist e s t e t î ] < j W neo^klasik" rnimarïigi' zevseİ bir yargıdır. Çünkü özellikle i k i ayrı uçta yer alan Rus ve Alman Nazi Mimarlıkbrmdaki b ^ e r ^ ^ , j d e o l o jilerin^birebir karşılık jşeHiklert işaret eder. Farklı ideolojiler aynı biçimsel r e f e r a n ^ luşabilmektedir.



29



Tanyeli (1988), biçimlerin UnhsejljDlm^ rihT"y^iş^ ^h^dikîarını söylerken bu durumu behrtir. Biçimlerin^tarih" dişi ya da tarih ötesi oldukları söylenebilir, tarihsel olan ise biçimlerin "kullanım biçimleri ;dır^Bır bıçın^n kunanırmndaTa süre ,



Ş e k i l l . l l - O b s e r t L a n c a s t e r ^ karikatürü, 1 9 8 7 ( A y ı r a n ' d a n , 1996).



Nazi ve Rus mimarlıklanndaki benzerliği genel olarak "totaliter" mimarlık başlığı altında toplamayı önerenler de vardır. Böyle bir sınıflama da tartışmaya açıktır. Neo-klasik mimari faşist mimari ile bağdaştırılamayacağı gibi totaliter rejimlere karşılık olarak görmek de yüzeysel bir yargıdır. Buna ilk itiraz Speer'den gelir. Speer, böyle bir eşleştirmeye karşı, Londra, New York ve Washington gibi demokrat ül­ kelerdeki devlet yapılarını hatırlatır (Speer, 1970, s.81). B u yapılar da en az diğerleri kadar neo-klasik bir eğilim taşı­ maktadır. 8



cisi biçimin değişimine neden olacak toplum yapısında bir değişimin olmayışıdır. İkincisi ise biçimin ideolojik değer kazanması nedeniyle devam etmesidir. Biçimin ideolojikleşmesi,"biçimin simgeîeşmesidir. Simge, ideolojik bir içerik yüklenmiş biçimdir. Tanyeli, Cumhuriyetle birlikte Türk toplumsal yapısının tümüyle yeniden tarif edilmiş olmasına rağmen, camilerde kubbe formunun devam etmesini, kub­ benin "ideolojik" bir nitelik kazanmış olmasıyla açıklar.



2. Mimarlık İdeolojisi Mimarın "meslek adamı" olarak konumu "mimarlık ide­ olojisi" çerçevesinde aydınlatılabilir. Nalbantoğlu, "Kendili­ ğinden ideoloji"yi,



Bu durum belli üsluplarla belli ideoloji ya da rejimlerin mutlaka denk düşürülemeyeceğini gösterir. Ancak bunların arasındaki ortak nokta da tümüyle yok edilmemelidir. Ke­ siştikleri ortak payda devlet yani "iktidar"dır.



"..bir disiplin ve meslek mensuplarının genellikle far­ kında bile olmadan ve sorgulamaksızm kendi pratik­ leriyle sürdürdükleri 'düşsel' ilişki" olarak tanımlar. (Nalbantoğlu, 1995.S.105)



İdeolojilerin karşılık geldiği belli üslupların olmayışı, bi­ çimlere yaşanılan dönem tarafından anlamlar yüklenildiğini gösterir. Böylelikle biçimleri, kendinde varolmayan an­ lamlar yüklenilen, gerçekte boş kaplar olarak algılayabili­ riz. Biçimlerin kendiliğinden sahip oldukları mutlak ve ide­ olojik anlamlar yoktur.



Bu kavramı ve bilinçaltı sözcüğünü dikkatli kullanmak şar­ tı ile, "Meslek gruplarının kolektif bilinçaltı" olarak da açıklar (Nalbantoğlu, 1995). Mimarın 'kendiliğinden ideolojisi', ege­ men ideolojinin belirlediği ortamda, bilinçli ya da bilinçsiz olarak mimarın kendi pratiği ile ilişkisi, pratiği hakkındaki düşünceleri, kendi pratiğine bakışı olarak özetlenebilir. M i ­ marın kendini ve mesleğim algılayışı ve tanımlayışıdır. 9



8



30



Burada -demokrasi, burjuvazinin en örgütlü diktatörlük seklidir diye özetleye­ bileceğimiz, eleştirileri a n ı m s a m a k m ü m k ü n d ü r (Batı Demokrasisi ile ilgili eleştiriler için bkz. Kökcr, 1995). 1



9



İdeoloji ve erk tartışmaları, erkten bağımsız bir mimarlık problemini g ü n d e m e getirmiştir. Woods bu tavıra ö r n e k olduğu gibi, söylemleri ile bir m i m a r ı n ken31



Mimarın kendisi ve mesleği hakkındaki düşünceleri dö­ nemin egemen düşünce sistemi içinde gelişir. Bir pratiğin (ya da daha dar anlamda mesleğin) içinde bulunduğu or­ tam, bu pratiğin "ideolojik sıvası (kozmoloji; zihniyet)" dır (Nalbantoglu, 1995). Meslek adamının "kendiliğinden ide-' oloji"si dönemin düşünce sistemi içinde yer alır; ancak ide­ oloji siyaset olmadığı gibi, mesleki ideoloji de siyasî bir ko­ şullanma değildir. Meslek adamının mesleki "profili" hak­ kındaki düşünceleri onun genel olarak dünya görüşü değil­ dir. Biri dindar, diğeri ateist i k i mimar aynı "kolektif bilinçaltı"m paylaşıyor olabilir. Türk mimarlık mesleğinde, meslek ideolojileri 1970'h yıllardan beri tartışılmaktadır. Yücel (1982), mimarlık ideolojisini, "alt grupların sahip oldukları ideolojiler ve özellikle meslek ideolojileri" olarak ele alır (Yücel, 1982, s. 17). Meslek ideolojisinin bilimsellik­ ten kopma tehlikeleri üzerinde durur, bu tehlike metafizik ideolojidir (Yücel, 1982). İdeolojiyi "kişilere yön veren "harita" olarak ele alan Tanyeli (1989) için, mimari ideoloji "mimari yönelimleri" dişi ve mesleği hakkındaki düşüncelerine de örnek olarak sunulabilir Yüzyıl­ lardır otoriteye hizmet eden mimarın yerine artık Woods, otoriteye karsı "anar­ şist mimarı" önerir. Mimar yüzyıllardır "Her zaman zengine ve zenginliğe hiz­ met etmişti ve anıtsal [astırmaya, nütolojikleşıirmeye hizmet ederek ve güçlüle­ rin ^ k a r l a r ı m topluma onaylatarak ve zengin olmayanları zenginlerin çıkarla­ rının kendi öz çıkarları olduğuna" ikna etmiştir. "Toplumdaki süregelen otori­ teyi simgeleyen binaları tasarlayan mimarlar, özellikle bu otoriteyi anıısallaştırarak onun binalarını "sanat" kılan mimarlar, baskının bir pareasıdırlar; b u gün en vahşi araçlar karsısında boyun eğenlere muhalif olan ağırlığın bir parçasıdırlar onlar " (Woods, 1992. s.95). Woods'a göre mimarlık otoriteye karsı gelebilir, özgür mekanı yaratabilir. -Ben otoriter rejimlere ve otoritelere karşı­ yım



belirler. "Bilimsel bir iç tutarhkla oluşmayan", "deney dı­ şı", "a priori", ve "kerameti kendinden menkûl" olan ve ancak "kendi ölçütleri içinde doğru olan" mimarlık ideolo­ jisinin temel işlevi, tarihi değerlendirmek değil, meslek adamına yön göstermektir. Mimarlık ideolojisi, m i m a r i ürünün nasıl olması gerektiğine karar verir, meslek adamı­ nın rolünü tanımlar ve meslek içindeki pratiklerde (müşte­ ri ile ilişkinin nasıl kurulacağı gibi) y o l gösterir (Tanyeli, 1989). Tekeli (1990), meslek ideolojisi kavramını, meslek alanı içerisinde yaratılan ideolojiler yahut "mitoslar" olarak ele alır. Bu,



'



"Meslek camiasının kabule zorlandığı veya kendi ara­ larındaki sosyalleşme süreçleri içinde hemfikir oldu¬ ğu, bir ideolojik çerçeve"dir. (Tekeli, 1990, s.39)



Mimarın kendiliğinden ideolojisi ya da mimarlık ideolo­ jisi, bir meslek adamı olarak "mimar'hn ve bir meslek ola­ rak "mimarlığın" tarihine bakmamızı gerektirir. Tarihçilerin sıkça belirttiği gibi, terziler ortaya çıkmadan önce elbise, ahçılar ortaya çıkmadan önce de yemek vardı. Mekân da bugünkü anlamda "mimar"dan önce vardı. M o d e r n "Özne-mimar" ile tarihteki " a r k h i t e k t o n " ve "mimarbaşı" aynı şey değildir. Nalbantoglu, insanın dünya­ sının, zihninin şimdiki denli parçalanmadığı, insanın "Öz­ ne", "ben" haline gelmediği eski dünyalar ile bugünkü (so­ nu da belki görünen) modern çağ arasındaki farka dikkat çeker. Nostaljik bir anlam taşımayan bu bakış ile bu ayrı evrenlerin ya da kozmolojilerin yapı üreticilerini kıyaslar



10



Yalnızca bireysel davranış ve anların otoritesi ile ilgileniyorum". " Û z g ü r -



mekânının icadında müteahhit, bürokrat, kurumsal müşteri değil, mimar so­



32



rumludur. Ancak mimarlık -eylem, d ü ş ü n c e ve disiplin olarak- "bir biçimde"



10 Ateşin (1996) ise aksine, tarihteki mimar kavramına Batı ve Doğu ayrımı üze­



sınırları yıkabilir ve aynı zamanda onları yeniden tesis edebilir" (Woods, 1992,



rinden, Arlıilefu ve Mimar terimlerini ayırarak bakar. Eski Yunanca kökenli bir



s.95). Woods, devrimin mimarlığını yapmadığını, mimarlığın kendisinin dev­



kelime olan Arhi-Tektonikle!e Arhi ön eki, kelimelere "bas", "en b ü y ü k olma",



rim olduğunu savunur.



"en önde olma" anlamları kazandırmaktadır. " T e k ı o m k i " ise. "el ü r ü n ü " , "ya33



(Nalbantoglu, 1995). Kartezyen akılla gelen modern çagm "Özne mimar"mdan önceki yapı üreticilere, konumuzun sı­ nırları nedeniyle değinemeyeceğiz. Bugünkü modern m i ­ mar ve mimarlık asıl problemimizdir. Mimarlık mesleğinin tarihini inceleyen Larson, "mimar­ lık işlevinin", "mimarlık mesleği" olarak kavranışının, 15. yy.'da İtalya'da sanatçının entelektüel statü edinmesine kadar dayandığını belirtir. 15. yy.'da "tasarlama" ve "uygu­ lamanın" birbirinden ayrışması ve "teorik temelin" k u r u l ­ ması mesleğin ortaya çıkışında en önemli aşamalardandır. 16.yy'da b u ayrım; plan, kesit, cephe gibi ölçülü çizim teknikleri ve teorik yazılarla sağlamlaştırıltr. Giderek " m i ­ marlık evresi" haline dönüşecek olan "tasarım evresinin" karmaşıklaşmasıyla, 17. yy'da mimarlık büroları ortaya çıkmaya başlar. 19. yy'daki mimarlık modelinin tüm öğe­ leri 17. yy'ın mimar tanımında verilmiştir. Larson, bu ta­ nımdaki "yaratıcı dehâ" kavramına değinir (Larson, 1982, s. 20-22).



ne- mimar" olarak, "yaratıcı dehâ"nm ortaya çıkmasıdır. Nalbantoglu, modern öncesi mimar ile modern "Özne m i ­ mar" arasındaki ayrımı ortaya koyduğumuz andan itibaren,



Kısaca, tasarım sürecinin uygulamadan ayrılması, mimari ürünü uygulamadan ayn olarak masa başında tasarlayan bir "yaratıcı dehâ"yı ortaya çıkarmıştır. Modern dünyada m i ­ marlığın meslek olarak biçimlenmesinin geldiği nokta "Öz-



Tasarım sürecinin uygulamadan kopması, eğitimin de uy­ gulamadan kopmasına sebep olur. Bu kopuş zihinsel faali­ yetin nesnesinden bağımsızlaşırken, temsili olana bağlan­ ması ile açıklanır. Düşünce artık nesneler ile değil, nesnele­ rin temsil düzlemi üzerinde işlem yapmaktadır.



p ı m becerisi" anlamındadır. Batı d ü ş ü n c e sistematiği içinde Arkitekd yukardaki açılımına dayanarak şöyle tanımlar " E l becerisi sayesinde baştacı yapılacak ürünleri verebilen, verme becerisine sahip, tabir caizse süper dahi kişidir!..." Aydınlanma ile bu "süper dahi kişi", "Beyefendi Arkıteht"



halini almıştır ve bu



hakim düşünce "rönesans düşüncesinin mesleğimize hediyesidir". Doğu'da mimar teriminin (Ateşin'in deyimi ile "ıstılan"inin) farkı üzerin­ de duran yazar, umr k ö k ü n d e n türeyen terimlerin "...yapı ve yapma, meyda­ na getirme hadisesi hem de hayat verme, yerleşime a ç m a , iskan etme, arzu edilen insanlarla ve faaliyetlerle doldurma ve bezeme manaları ile iç içe bir ıstılahlar manzumesi meydana" getirdiğini belirtir. Meslekdaşiarın "arkitekt" olmak ya da "mimar" olmak arasında seçimini gerekli gören Ateşin, m i m a r ı n kendi pratiğini anlayış ve yorumlayış şekline aynı zamanda bir ö r n e k de sun­ maktadır. Ateşin'in seçimi açıktır. Mimar insanlara nasıl yasaması gerektiğini öğreten tartışılmaz büyük, s ü p e r kişi değil, hayat veren insan olmalıdır (Ate­



"artık tarih süreci içinde 'genelde' mimar ya da 'mi­ marlık' diye bir şeyden söz" edemeyiz der. (Nalban­ toglu, 1995, s. 105) Bugünkü anlamda "Mimar"ın tarihsel açıdan zorunlu o l ­ mayışı, yine bugünkü anlamda mimar ve mimarlık kavra­ mının da sürekli ve aşkın olmadığını gösterir. Ertekin ve Balcıoglu (1982), -Althusser'e özgü bir ifade ile- mimarın "mimar" olarak çağrılmasının tarihsel bir olgu oluşu üze­ rinde dururlar. Üretim sürecinde görev alan birey, "mimar" olarak "öznelleşmiştir". Ancak bu anlık bir durumdur. "Bir disiplin ya da meslek olarak mimarlık, mekân üretiminin yüzlerce yıllık tarihsel akışı içinde yalnız­ ca bir andır." (Ertekin ve Balcıoglu, 1982, s.26)



• "Yani bilgi üretimi doğrudan üretimsel faaliyetler ala­ nından (tecrübe/zenaat çiftinden) temsili üretim ala­ nına (bilim/sanat çiftine) kaymıştır." (Gümüş ve A k , 1982, s.29). Gümüş ve Ak, EChoay'a dayanarak, şöyle derler: "Batı'da 15. yy'dan sonra mekân gerçekleştirilmeden önce yazılmaya, betimlenmeye çizilmeye başlanacak­ tır." (Gümüş ve A k , 1982, s.29)



şin, 1996). 34



35



Temsili faaliyetin üretim faaliyetinden bağımsızlaşması ile birlikte eğitim de üretim faaliyetinin dışına çıkar. Zihinsel faaliyet, 'pafta' gibi araç-nesnelere sahip olarak özerkleşmiştir. Ayrıca bu özerklik onları, zamanları atlayıp, üslupları seçebilir kılar (Gümüş ve A k , 1982, s.29). Larson, çifte devrim (İngiliz sanayi ve Fransız politik devrimleri) sonucu parçalanan mimarlık alanında 19.yy ve 20.yy başlarında mimarların, geçmişi estetik olarak üstün kabul ettiğini ve "bir üslubu kendilerine mal ederek mesleki kimlik ve iş pe­ şinde" koştuklarım belirtir (Larson, 1982, s.18-20). Modernizmde ise mimar kendisini topluma yön veren, dünyayı değiştiren ve düzelten "misyoner", "aydın" olarak görür. Stirling, Roma kenti için hazırladığı plan raporunda şöyle der: "Megalomani birkaç seçilmiş kişinin ayrıcalığıdır. (Roma) planını 1762'de yapan Piranesi de kuşkusuz. ...Sant'Elia, Le Corbusier vs. gibi bir Boşa Çabalamış Megalomanyak M i m a r (BÇMM) i d i ve işte biz b i r BÇMM olarak bu seçkin grup içinde kendi önerimizi hazırladık." (Tanyeli'den, 1989) Modern mimarın, kendisini "topluma yön veren adam" olarak görmesi, ilerde ele alacağımız gibi Tek Parti dönemi modern Türk Mimarının da en önemli özelliklerinden biri­ sidir (bkz. IV Bölüm).



II. Türkiye'de Düşünce Tarihi ve Kemalizm



Batinin geçirdiği, aydınlanma sürecini yaşamayan toplum­ lar için "modernizm" bir "proje"dir (Kadıoğlu, 1996). Batı karşısında geri kalmış ülkeler arasında Batiyi örnek alarak modern projeyi gerçekleştirmeye çalışan i l k devlet Rus Devletidir. Büyük Petro'nun ülkesini modernleştirmek için yaptıkları ile gerek Meşrutiyet düşünürlerinin fikirleri ge­ rek Cumhuriyet dönemindeki uygulamalar arasındaki çar­ pıcı benzerlikler modern projelerin ortak noktalarıdır. 11



Türkiye'de Modern Proje'nin tarihi Cumhuriyet öncesine dayanmaktadır. Son yıllarda araştırmacılar, II. Meşrutiyet'i 11 Petro, Rusya'nın modernleşmesine çaba harcamış bir liderdir. Takvimi "1700" yılında, Avrupa ile uyumlu hale getiren Petro. bilimin ülkesinde yer tutmasına çalışır. Rus soylularının kaba sakallarını bağnazlık ve ilerleme engeli sayarak vergiye bağlayan Petro, Rusya'da kadınlarla erkeklerin birlikte d ü ğ ü n ve da­ vetlere katılmasını sağlar. B u t ü r sosyal toplantılara, cinsiyetler, milliyetler, gruplar arasındaki sınırları yıkmak ıçm ö n e m verir. Ev sahiplerine fermanlarla toplantıların nasıl yapılacağını anlatır. Matbaa için uygun olmayan Slav huru­ fatı yerine Latin görünüşlü, laik harfleri getirir (R.L. Leıvitter, 1986 ). Davtd Hume'a göre madde ile d ü ş ü n c e arasındaki ilişkiyi d o ğ r u tespit etmiştir ve modernleşmenin hem teknik hem de düşünsel bir süreç o l d u ğ u n u farkelmiştir (R.L. Levvitter, 1986).



36



37



Cumhuriyet'in "siyaset Iaboratuvan" olarak görmektedirler (Akşin, 1990). Pek çok araştırmacı tarafından da Kema­ lizm'in dayanağı olarak Jön Türkler ele almır. Berkes, Osmanlı Imparatorluğu'nun son yıllardaki duru­ m u n u , "halâ Ortaçağ uygarlığı İçinde ve yeni uygarlığın burnunun dibinde" olarak açıklar. Osmanlı, Ortaçağ'ın va­ rolan düzen (nizam-ı alem) fikrinden henüz çıkamamıştır (Berkes, 1975). Tanzimat dönemiyle Osmanlı'nın Batı kar­ şısındaki başarısızlığı bilime dayandırılmış, bilimin önemi ve aydınlanma felsefesi belli bir ölçüde kabul edilmiştir. Ba­ tılılaşma hareketleri olarak orduda başlamıştır. 19. yy. Türk Düşüncesi'ni irdeleyen Hilav (1990), bu dönem düşüncesi­ nin felsefi bazı özellikler taşımakla birlikte, genel olarak topluma ve siyasî yaşama ilişkin olduğunu ve "pratik çö­ zümler aramaktan kurtulamadığını" belirtir. Dogmacı ve dinsel bir kültür dünyası içinde yetişen düşünürler, Batı'mn bilimi ve düşünce sistemini de kesin doğru, eleştirilemez bir gerçeklik gibi algılar. Bu dönem içinde üç belirgin dü­ şünce akımının varlığı kabul edilir, islamcılık, Osmanlıcı­ lık, Türkçülük. Hilav, bu dönem düşüncelerinin "genel fel­ sefi arka planını", 19. yy'da olduğu gibi Aydınlanma Felse­ fesi, pozitivizm, maddecilik, evrimcilik olarak açıklar. İs­ lamcılarda bile bu görüşlere rastlandığım belirten Hilav, dü­ şünürlerin hepsinin ortak sorununu tanımlar: "topluluğu ve ulusu kalkındırmak, devleti kurtar­ mak, kültürü ve ahlakı geliştirmek, bilim ve teknik bakımından çağdaş uygarlığı yakalamaktır. Düşünüş bakımından köke inmeyen bu dönem düşünürlerin­ de ilerleme' (terakki) fikrine körü körüne inanma ve pratik çözümler getirme kaygısı da bazı temel belir­ lenmelerin görülmesini engelliyor. Örneğin Batı dün­ yasının temelindeki kapitalizm ve öte yandan yarat-



ma, üretme, keşif tutkusuyla donanmış, merak duy­ gusuyla büyülenmiş yırtıcı birey (tarihte daha önce rastlanmadık bir bireydir bu), düşünürümüzün ve aydınımızın gözünden genellikle kaçıyor, ya da ge­ rektiği gibi kavranmıyor." Oysa, "Bilimlerin sonuçla­ rını kolayca devşirerek ve bunları eğitim yoluyla ya­ yarak bir ülkenin kalkınmasına izin verecek yansız (nötr), evcil ve evrensel bir 'terakki' süreci yoktu or­ tada" (Hilav, 1990.S.387). Bu görüşe paralel olarak H i l m i Ziya Ülken, Meşrutiyet gi­ bi Cumhuriyet fikir tarihinin de "sathi" olduğunu belirtir (Hilav, 1990). Kemalizm'in dayanağı olarak ele alınan Jön Türkler, Os­ manlı modernleşmesinin y o l açtığı "yeni yönetici sınıf" ve "bürokrasidir". Jön Türk ideolojisinin özellikleri : Siyasal ve toplumsal örgütlenme konusunda pozitivist bir akılcı­ lık, anayasal bir rejim (meşrutiyet) isteği ve halkçılık olarak özetlenmektedir (Köker, 1995, s.129-132). Jön Türkler de toplumu ilerletmek ve devleti kurtarmak için akla dayalı b i ­ lim ve teknolojiye göre belirlenmiş yeni bir düzen kurmak bunun siyasal örgütlenmesini sağlamak ister, " l y i ' n i n " ne olduğunu bilen "aydınlar", "halka doğru giderek halkı ay­ dınlatır". Burada Jön Türkler'in "halkçılık" ideolojisi "eği­ tilmiş seçkinlerin halkı aydınlatmaları" ve seçkinlerin ken­ di "iyi"lerini halka benimsetme çabalarıdır (Köker, 1995). Jön Türkler'in halkçılık ideolojisi zamanla milliyetçilik ide­ olojisi ile örtüşür (Köker, 1995, s.129-131). 12



12



Pozitivizm, 11. Meşrutiyet'le birlikte ç o k yaygınlık kazanmış olmakla bitlikle tek yol da değildir. Özellikle Bergsonistler, pozitivizm ve mekanik evrimciliğe karşı bir tepki halinde savunulmuştur* Bergsonistler "maddi imkânsızlıklar ö n ü n d e manevi kuvvete ve yan mistik bir ruh hamlesine dayanan" metafizik bir görüştür. Her iki g ö r ü s ü n ortak yanı Ülken e göre, "zihincı bir ağır evrim"e karsı, "devrimci ve hamleci" olmalarıdır. Ancak "birinin ruhta g ö r d ü ğ ü hamle g ü c ü n ü , diğeri maddede g ö r ü ( r ) " (Ülken, 1966, s.375).



38



39



Cumhuriyet Halk Partisi ve Tek Parti Dönemi Halkevlerinin Parti'ye bağlı bir örgüt olması ve Tek Parti dönemi içinde yer alması nedeniyle Cumhuriyet Halk Partisi'nin tarihi konumuz açısından önem kazanmaktadır. Bilindiği gibi I. Meclis'in kozmopolit bir yapısı vardır. Bu ortam içinde Atatürk, 6 Aralık 1922'de Halk Fırkasinın k u ­ rulacağım ilan eder. Atatürk'e göre Türkiye'de ayn ayrı sınıf­ lar yoktur ve bu nedenle sınıfları temsil eden partilere de ge­ rek yoktur. Halk Fırkası tüm halkı temsil edecektir. 1 Nisan 1923te I. Meclis seçimleri yenileme kararı alır. Böylece ilk Meclis dönemi kapanmış olur. Anadolu ve Rumeli Müdafaai H u k u k Cemiyeti başkanı olarak Atatürk, ileride Halk Fır­ kasinın ideolojik temelini oluşturacak ve 6 O k olarak netleştirilecek olan, "9 Umde"yi 8 Nisan 1923'te yayınlar. Se­ çimleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i H u k u k grubu kazanır. Böylece İlk Meclisteki muhalefet bertaraf edilir ve Meclis, Parla'nm (1991) ifadesi ile "Parti grubu" haline gelir. Halk Fırkası 9 Eylül 1923te kurulur. Böylelikle Anadolu ve R u ­ meli Müdafaa-i H u k u k grubundan Halk Fırkasina geçiş sağ­ lanır. Ancak İcra Vekilleri Heyeti'nin (yanı hükümetin) bir türlü kurulamamasmdan kaynaklanan siyasî bunalımın ne­ deni Anayasa olarak görülür ve bu bunalım Cumhuriyet'in ilanı ve yeni Anayasa ile aşılır (Koçak 1990). 29 Ekim'de Cumhuriyet ilan edilir. 3 Mart 1924te Hilafet kaldırılır ve 1960 yılına kadar hem Tek Parti, hem de çok partili dönem­ de yürürlükte kalacak olan yeni Anayasa 20 Nisan 1924'te kabul edilir. Atatürk'ün Nutukta "Paşalar Komplosu" olarak tanımladığı muhalefeti Koçak (1990), ordu komutanları ara­ sındaki mücadelenin işareti olarak yorumlar. Halk Fırka13



sindan istifa eden bu muhalif grup, 17 Kasım 1924'de Te­ rakkiperver Cumhuriyet Fırkasinı kurar. Bu arada 10 Kasım 1924te -kısa bir dönem dışında uzun yıllar bu görevi yapanparti Genel Sekreteri Recep Bey (Peker)'in önerisi ile Halk Fırkasinın adı "Cumhuriyet Halk Fırkası" olarak değiştirilir. Şeyh Sait ayaklanması ardından Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılır. İzmir Suikastı olayının ardından ise hem Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasindan kalan muhalefet hem de Ittihad ve Terakki Cemiyeti'nin son siyasî kadroları tasfiye edilir. Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimi de Fırka'nın 17 Kasım 1930'da kendini fesh etmesiyle tamamlanır. Serbest Cumhuriyet Fırkasinın ardından 1946 yılma kadar sürecek olan "Tek Parti" ve "Tek Adam" dönemi başlamıştır. Halkevleri, Cumhuriyet tarihi içinde, 1938'e kadar Atatürk {Ebedi Şef), 1938-1946 yılları arası Millî Şef" İnönü dönem­ leri olarak, iki dönemden oluşan Tek Parti egemenliği içinde yer almaktadır. 1



1938-1940'h yılların bir tanığı, bu yılları şöyle tanımlar; " O yıllarda, kalbimizde ebedi şef, başımızda millî şef vardı." (Aybay, 1986, s.324) Cumhuriyet Halk Fırkasinın İlk Parti Programinı kabul ettiği 1931 yılı Parti Kongresi, alınan kararlar açısından önemli bir kongredir. İlk olarak 1923 yılında 9 umde'yi ilan eden Fırka'nın, o güne kadar bir programı yapılmamıştır. Bu kongrede parti programının yanısıra, 6 ilke kabul edil14



Burada siyasi literatürde önemi olan "değişmez genel başkanlık", "ebedi şef" ve "millî ser kavramlarına değinmeliyiz. Parti Atatürk'ü "değişmez genel baş­ kan" olarak kabul eder. Bu sıfatın Önemi C u m h u r b a ş k a n ı n ı n aynı zamanda Partinin "değişmez genel b a ş k a m " olması ve her d ö n e m d e görevini sürdürmesidir (seçilmez, ç ü n k ü değişmezdir). Ö l ü m ü n d e n sonra, "ebedi sef" sıfatı verilen Atatürk'ün yerine, İ n ö n ü , " d e ğ i ş m e z genel b a ş k a n l ı ğ a " getirilir ve



13



40



Meclis'te Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i H u k u k grubu ( l . G r u p ) ile bu grubun - m ü r t e c i " olarak adlandırdığı. (Koçak'a göre. "Tek A d a m " siyasetini ve yapıla­ cak devrimleri de sezinlemiş olan ) 2. Grup bulunur.



"Millî Şef" olarak ilan edilir. 1946 yılı Kurultayında "Değişmez Genel Başkan­ lık", ve "Millî Ş e f l i k unvanları kaldırılmıştır. Ancak, Parti Genel Başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığı birbirinden ayrılmamıştır. Al



miştir. 1927 yılı kongresinde "Cumhuriyetçilik, Milliyetçi­ lik, Halkçılık" olarak kabul edilen ilk 3 ok'a, Laiklik, 1928 yılında anayasada devletin dini ile ilgili maddenin değişti­ rilmesi ile eklenir. 1931 kongresiyle "Devletçilik" ve "İnkı­ lapçılık" ilkeleri eklenerek, 6 ok tanımlanır. 1931 yılında Parti Genel Sekreterligi'ne tekrar getirilen Recep Peker, partinin örgütsel ve doktriner bakımdan güç­ lenmesine ve P a r t i n i n devlet ve hükümet üzerinde ege­ menliğini kurmasına çalışır. Tek-parti, Devletçilik, Halkçı­ lık, İnkılapçılık konularında konferanslar verir. Halk Partisi siyasal alanda tekel kurmaya ve siyasal niteliği olan kuru­ luşları Parti içinde eritmeye çalışır (Koçak, 1990). Bu çaba­ nın önemli sonuçlarından biri Halk Partisinin, Türk Ocakları'nı kendi bünyesine katma talebidir. B u n u n üzerine Ocak kendini lağvetme kararı alır. Bu kararı Parti, 1931 yılı kongresinde onaylar. Halkevleri kapatılan Türk Ocaklar i n m yerini almak üzere 19 Şubat 1932'de açılır. Aynı şekil­ de 10 E k i m 1935'te Masonlar Derneği mal varlıkları Hal­ kevlerine bağışlanarak lağvedilir, 10 Mayıs 1935'te Türk Kadınlar Birliği kendini lağveder. 17 Nisan 1940'da kurulan Köy Enstitüleri de devrimin kırsal alana yayılmasını sağla­ mak için düşünülmüş, önemli bir projedir. 9 Mayıs 1935 tarihinde toplanan 4. Büyük Kurultay'da, Recep Peker, Türkiye Cumhuriyeti'nin " i l k Parti Devleti" olduğunu ilan eder. Bu programda, partinin en yüksek ka­ rar organı "Değişmez Başkan" halini alır. Çünkü, yeni k u ­ rulan Genel Başkanlık Kurulu; Değişmez Başkan, Değişmez Başkan'm atadığı Genel Başkan Vekili ve Değişmez Başkan'm Genel Yönetim Kurulu içinden seçtiği Genel Sekreter'den oluşmaktadır. Parti, devlet, hükümet birliği giderek artmış ve bu birleşme fiilen 18 Haziran 1936 tarihinde İnö­ nü tarafından yayınlanan bir genelge ile sağlanmıştır. Bu genelgede parti-devlet-hükümetin birleştirildiği açıklanmış42



tır. Böylece Dahiliye Vekili, C H P Genel Sekreteri olabilecek; illerde valiler C H P 11 Başkanı olabilecektir (Koçak, 1990). Tek Partinin düşünsel alandaki etkilerini açıklayan Hilav, durumu şöyle tanımlar: "Cumhuriyet dönemiyle birlikte, tek parti ve tek ide­ olojinin, Meşrutiyet dönemindeki çeşitli düşünce akımlarının yerini aldığı ve tek tip düşüncenin ege­ men olduğunu görüyoruz. Tarih, toplum, kültür ve dile ilişkin kuramsal sorunlardan giyim kuşama ve nezaket kurallarına kadar her şeyi belirleyen bu tek tip düşünce, kendisinden farklı olan ya da kendisine karşı çıkan bütün düşünceleri bir yana itti ya da ya­ sakladı. Böylece düşünce siyasal içeriği olmayan salt ve teknik felsefenin alanına gönderildi. B u alanda b i ­ le, resmî ideolojiye aykırı felsefî görüşlerden söz edi­ lemiyordu." (Hilav, 1990, s.386). Tek parti döneminin siyasî yapısına dair i k i ayrı yorum vardır. Tek Parti döneminin otoriter bir rejim olduğu dü­ şüncesine karşı diğer bakış açısı bu dönemde otoriter ya da totaliter bir rejimin söz konusu olmadığını savunur. Tekparti döneminin "şefçi, paternalist, elitist ve vesayetçi" o l ­ duğunu savunan Parla, bu siyasetin gelişme nedeninin yal­ nızca Atatürk'ün isteklerinden kaynaklanmadığını belirtir. Siyasal sınıf belirli sosyolojik nedenlerle bunu kabul etmiş ve gereksinim duymuştur (Parla, Cilt 2, s.97). Özbudun ise Tek Parti döneminde demokrasinin ilke olarak reddedilme­ diğini, Tek Parti uygulamasının "inkılapları koruma ve yer­ leştirme" için "gelip geçici bir zorunluluk" olduğunu savu­ nur (Özbudun, 1990, s.303). Türkiye'de Tek-Parti dönemi yaşanırken, dünyada ve bazı Avrupa ülkelerinde totaliter rejimlerin varolduğu unutul­ mamalıdır. D e m o k r a s i n i n zaferi olarak kabul edilen II. 43



Dünya Savaşı sonuna kadar, bazı Avrupa ülkelerinde faşist rejim egemendir. Partinin İdeolojik Söylemi ve Kemalizm 6 O k , Tek Parti döneminin ideolojik yapısını oluşturan ve resmî ideoloji halini alan Kemalizm'in temel ilkeleridir. Son şeklini 1931 yılı Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Büyük Kong­ resinde alarak kabul edilmiştir. Bu ilkeler ilk defa "Kema­ lizm" adı altında bizzat Atatürk tarafından ifade edilmiştir (Parla, 1992). 1935'deki Kongre'de dönemin Öztürkçe poli­ tikasından hareketle "Kamâlizm" denilmiştir. 1931 yılı kongresinde, 6 Ok'la ifade edilen ilkeler (cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, inkılapçılık, laiklik, devletçilik), 1937 yılında Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na (Anayasa) eklen­ miştir, ilkeler pek çok araştırmaya konu olmuştur ve bugün de tartışılmaktadır. Burada ilkelerin tümü açıklanmaya çalışılmayacaktır. Modernleştirme, çağdaşlaştırma projesi olarak Halkevleri ile ilgili bağlamlarından ötürü, yalnızca milliyet­ çilik, halkçılık, laiklik, devrimcilik ilkeleri incelenecektir.



kati çeker. Bu ikili Ziya Gökalp'in de düşüncesinin temeli­ ni oluşturur. Ziya Gökalp, medeniyeti evrensel bir kavram olarak alır, ancak kültür Türk olmalıdır. Bu anlayışın en açık yansıması müzikle örneklenir. Batı müziğinin tekniği bir medeniyet meselesi olarak alınabilir. Ancak bu tekniğe Türk ruhu sindirilmiş olmalıdır (Baltacıoğlu, 1946). Aynı yaklaşım mimarlıkta da aranacaktır. Atatürk, 29 E k i m 1923'te şöyle der. 16



"Memleketler muhteliftir. Fakat medeniyet birdir ve bir milletin terakkisi için de bu yegâne medeniyete iştirak etmesi lazımdır..." "Medeniyete girmek isteyip de Garba teveccüh etmemiş millet hangisidir?" (Sayı­ lidan, 1990, s. 115) Medeniyeti Garp'tan almasına rağmen Kültür'de millî olanı arayan Atatürk, 1921 yılındaki Maarif Kongresi'nde kültürü şöyle tanımlar: "...Yabancı fikirlerden, Şarktan, Garbden gelebilen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciyye-i milliyemizle mütenasip bir kültür kast ediyorum. Çünkü dehâ-i millîmizin inkişâf-ı tammı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Lâalettâyîn bir ecnebi kültürü şimdiye kadar takip olunan yabancı kültürle­ rin muharrip neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür, harâset-i fikriyye, zeminle mütenasiptir. O zemin mille­ tin seciyesidir." (Sayılidan, 1990, s.121)



O n u n c u Yıl N u t k u , K e m a l i z m ' i n temel düşüncelerini açıklamaktadır: " Y u r d u m u z u dünyanın en m a m u r ve en m e d e n i memleketleri seviyesine çıkaracağız. M i l l e t i m i z i en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üs­ tüne çıkaracağız." (Sayılidan, 1990, s. 118) Onuncu Yıl Nutku'nda medeniyet ve kültür' ikilisi dik5



tarzı" demektir. Dolayısıyla, parçalar halinde almak m ü m k ü n değildir (Ülken, 1966,



s.110).



16 Başkent Ankara'da şehri dogu-batı aksında bölen ve kent o m u r g a s ı ile kesişti­ 15



"Medeniyeti nasıl alalım?" sorusu, modernleşme hareketleri ile birlikte sürekli t a n ı ş m a konusu olmuştur. Ziya Gökalp'in kültür ve medeniyeti birbirinden ayırmasına karsı eleştiriler vardır. Ahmet Agaoglu. Üç Medeniyet adlı eserinde, medeniyetin parçalanamaz bir b ü t ü n o l d u ğ u n u savunur. Medeniyet "hayat



44



ği yerde en önemli kavşak-meydanlardan birini Kızılay'ı oluşturan ana cadde­ nin, bu kavşağa kadar olan b ö l ü m ü n ü n Ziya Gökalp, devamının Gazi Mustafa Kemal Bulvarı olarak adlandırılması, tesadüf bile olsa bu ideolojik sürekliliğin kente sinmiş izi gibidir Ankara'nın her kösesinde, her gün Cumhuriyet tarihi­ ne ait sahneler temsil edilir. Tandoğan, Tunah Hilmi, Saraçoğlu gibi. 45



Halkçılık ilkesi, halkı sınıfsız katı bir bütün olarak ta­ nımlayarak milliyetçiliği destekler. Sınıf kavgasının aşıla­ rak, millî birliğin kurulmasını sağlamayı amaçlar. Verdiği demeçlerle ilkeleri açıklayan Recep Peker, halkçılık ve m i l ­ liyetçilik arasındaki ilişkiyi açıklamaktadır: "Binaenaleyh sınıf kavgası, tahakküm, imtiyaz zihni­ yetlerini kökünden silen bir zihniyet, bu memleketin zihniyetini tamamlayacaktır. Ancak bizim istediğimiz ve anladığımız manada halkçı olmaktır k i milliyetçi­ liği en temiz ve saf bir değere çıkarır. Sade milliyetçi­ lik Türk vatanının sınırı içinde dil birliği, kültür bir­ liği ile mazi hatıralarına ve gelecek zamanın emelleri­ ne bağlılıkla birleşme yapar." "Ulus yığını b u saf duy­ gularla halkçı olmalıdır k i halk yığınları ulusçuluğun yaptığı büyük kuvvetle birbirini seven birbirine bağ­ lanan büyük bir varlık teşkil edebilsin" (Peker, 1935; Parla'dan 1992, s.127) Dönemin önde gelen siyasilerinin ifadesi ile bir "kaynaş­ mış kütle", "sınıfsız katı kitle" "granit kütle" yaratmak amaçlanır. Halkevleri'ne yüklenen en önemli görevlerden biri de bu "halk-milleti" yaratarak, birlik ve beraberliği sağ­ lamaktır (bkz. 5. bölüm). 2. Milliyetçilik Milliyetçilik ilkesinin ilk boyutu da halkçılıkta olduğu gi­ bi siyasî bir yönetim şekli getirmesidir. Milliyetçilik, dini bağlarla kavimleri biraraya getiren "ümmetçiliğe" karşı bir siyasî söylem niteliğine sahiptir: ulus-devlet. Atatürk, Nutuk\a Ulus'un (millet'in) devlet örgütlenmesindeki önemini dile getirir. 48



"Baylar, dış siyasanın en çok ilgili bulunduğu ve da­ yandığı temel, devletin iç örgütüdür. Dış siyasanın, iç örgütle uyarlı olması gerekir. Batıda ve doğuda, yara­ tılışı, kültürü ve ülküsü başka başka olan ve biribiriyle bağdaşamayan toplulukları tek sınır içine almış bir devletin iç örgütü kuşkusuz temelsiz ve çürük olur. Bu durumda dış siyasası da köklü ve sağlam olamaz. Böyle bir devletin, özellikle iç örgütü, ulusal olmaktan uzak olduğu gibi, siyasal yöntemi de ulusal olamaz. Buna göre Osmanlı Devletinin siyasası ulusal değil; ancak, kişisel bulanık ve kararsız i d i . Değişik ulusları ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu değişik ulus topluluklarını eşit haklar ve koşullar al­ tında bulundurarak güçlü bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasal görüştür ama aldatıcıdır." (Ata­ türk, Nutuk 1981, s.323) Ümmet yerine millet fikri ile dini bağlar yerine millî bağ­ ların kurulmasına çalışılmıştır. Bu durumda Milliyetçilik i l ­ kesi beraberinde Laikliği getirir. Köker, Atatürk'ün Millet tanımının içinde dinin yer almamasına dikkat çekmektedir: "...Kemalizm'in milliyetçilik ilkesine yansıyan millet kavramı dinsel içeriğinden ayrılmış bir kavramdır. M i l ­ let kavramının dinsel olmayan öğelerle tanımlamanın ötesinde, Kemalist ideolojinin milliyetçiliği islâm d i ­ ninden ayrı bir değerler sistemi olarak ortaya koyma amacında olduğu görülmektedir." (Köker, 1995, s.153) Atatürk'ün millet kavramını tanımlayışında dinin yanısıra ırk birliği de yoktur. 1926 yılında tuttuğu notlar millet tanımının ırk birliğini içermediğini gösterir. "Millet, aynı toprak parçası üzerinde oturan, aynı ka­ nunlara tabi, ahlâk ve dil birliği halinde yaşayan i n 49



san topluluğuna denir. Fransız Milleti, Alman Milleti, İspanyol Milleti denir. Kullanılırken çoğunlukla 'mil­ let' kelimesiyle 'kavim' kelimesi karışır. Fakat şu fark­ la k i millet kelimesiyle siyasî kuruluş anlaşılır. Kavim 'peuple' kelimesi ise her şeyden önce kök bağını ve ırkı hatırlatır." (Atatürk, Söylev ve Demeçler, ParIa'dan, 1992, s. 188) Aynı şekilde Parti Programında da millet tanımı içinde din ve ırk birliği yoktur: "Ulus; d i l , kültür ve ülkü birliği ile birbirlerine bağlı yurddaşlardan meydana gelen siyasal ve sosyal bir bü­ tündür." (193i CHP Programı, Parla'dan 1992, s.29) ilkeler hakkındaki açıklamalarında Recep Peker, Milliyet­ çilik ilkesinin Türkiye'nin sınırları içerisinde kaldığını ifade eder. "Siyasî mukadderatları" ayn olan "kütlelerle münase­ beti yoktur." (Peker, 1931; Parla'dan 1992, s.109) Bu mil­ letlerle ilişki sınırlanmıştır "siyasî iştigalimizin dışında bir ilim mevzuu" (Peker, 1931; Parla'dan 1992, s. 109) olarak görülür. Milliyetçilik kültür boyutunda ele alınmıştır ve millî sınırları aşan ırkçı bir niteliği yoktur. Peker aynı de­ mecinde, milliyetçilik ilkesinin özelliklerini belirtirken, bu hususu açıklar: "Fakat bu fikirde bazen kaba bir gurur halini alan ve dünyanın ileri gidişi muvacehesinde, küskün bir infi­ rada yol açan sıkı hodbinliğe Fırkamız telakkilerinde yer yoktur." (Peker, 1931; Parla'dan 1992, s.108) "Coğrafi olarak Türkiyeci, kültürel olarak Türkçü" olan milliyetçilik, 1930'larm sonlarında (Almanya ve İtalya'daki rejimlerin Türkiye üzerindeki etkileri ile) bunu aşan "öncü ve yön verici bir üstün millet" halini almıştır (Parla, 1992). 50



Milliyetçilik ilkesi ile sağlanan birlik ülkeyi zararlı fikirle­ re karşı koruyan bir kalkan olarak anlaşılır. Peker'in 1935 yılındaki demeci, bu durumu ifade eder: "Coğrafya bakımından Türkiye dünya içinde öyle bir vaziyettedir k i şimalden, cenuptan, doğudan, batıdan her taraftan, her çeşit rüzgarlar b i z i m üzerimizden geçer...Anarşist, marksist, faşist, hilafetçilik ve beynelminelcilik propagandaları ve buna benzer birçok propagandalar hep üstümüzden geçer. Bütün bunlar karşısında Türkiye ancak sıkı bir ulusçuluk imanına sarılmış olmalıdır k i biri ötekini besleyen zehirli ce­ reyanlara karşı kendini koruyabilsin." (Peker, 1935; Parla'dan 1992, s.125) Gökaîp'de olduğu gibi hem "medeniyetçi" (milletlerarası olan), hem "harsçı" (millî olan) bir yaklaşım sözkonusudur. Parti Programı bu anlayışı sergiler. "Parti, ilerleme ve gelişme yolunda ve arsı ulusal de­ ğerlerde ve ilgilerde Türk sosyetesinin, çağdaş ulus­ larla yanyana ve b i r uyumda yürümekle beraber, ikinci maddede izah olunduğu üzere, kendine özgü ırsalarını ve erkin benliğini korumağı esas sayar." (CHP Programı, 1935, s.6) Ulus-devlet'in (ya da millî devlet) ana özelliği " milletdevlet-parti özdeşliği"dir ve bu özdeşlik 'halk için halka rağmen' siyasetinin gerçekleştirilebileceği siyasal mekaniz­ manın kurulmasıdır (Köker 1995, s.158-159). Halkevleri bu mekanizmanın parçası olarak önemlidir. Halkevlerinde halkın parti tarafından eğitimi en önemli amaçtır.



İl



3. Laiklik Laiklik ilkesinde de milliyetçilik ilkesinde olduğu gibi i k i boyut vardır: 1. Siyasî 2. Kültürel. Laiklik ilkesinin siyasî boyutu rejime ve iktidara meşruluk zemini oluşturmaktadır (Köker, 1995,s.l61). Parti Programında Laiklik ilkesi: "Parti, bütün kanunların, tüzüklerin ve usullerin ya­ pılışında ve taplanışmda, en son ilim ve teknik esas­ ları ile, asnn ihtiyaçlarına uyulmasını prensip olarak kabul etmiştir. D i n , bir vicdan işi olduğundan, parti, dini, dünya ve devlet işleri ile siyasadan ayrı tutmağı, ulusumu­ zun çağdaş medeniyet yolunda ilerlemesi için başlıca şartlardan sayar." (CHP Programı, 1935, s.7) Siyasî alanda Cumhuriyeti getiren Laiklik, düşünce ala­ nında bilimselliği getirmiştir. Bu pozitivist bir bilimselcilik anlayışı ile eşdeğerdir. Atatürk'ün sözlerinde bilime verdiği önem görülür: "Dünyada her şey için, maddiyât için, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyet için, en hakîkî mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin hâricinde mürşid ara­ mak gaflettir, cehalettir, delâlettir. Yalnız ilim ve fen­ nin her dakikadaki safhalarının tekâmülünü idrâk et­ mek ve terakkiyyâtmı takip eylemek şarttır." (Sayılidan, 1990, s.117-118) Laiklik dine karşı değil, boş inanca karşıdır. Pozitivist bir bakış açısı ile dinin de "akla, fenne, ilme ve mantığa" uy­ gun olması gerekir. " A k l a , fenne, ilme ve mantığa" uygun din ise ancak okullarda öğrenilebilir. Atatürk'ün 31 Ocak 1923 tarihli konuşması bu duruma işaret eder: 52



"Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve man­ tığa tetabuk etmesi lazımdır" "Her fert dinin, diyane­ tini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir." (Atatürk, Söylev ve Demeçleri, 1962; Köker'den 1995, s.168) Aydınlanmanın en önemli yönü, aklı dinin dogmalarında özerkleştirmesidir. Daha önce de değindiğimiz gibi B a t i n i n yaşadığı aydınlanma süreçlerini yaşamayan toplumlar için "modernizm" bir projedir. Laiklik, "dünyevileşme" ve mo­ dernleşme bağlamında bu projenin önemli bir aşamasıdır. Mert'in dikkat çektiği nokta laiklik siyasetinin seküler/modern dünya görüşüne otorite kazandırmış ve "dünyevileş­ me" sürecini hızlandırmış olmasıdır (Mert, 1994, s.96). B u ­ nun "dönüştürücü" etkisi devrimlerde görülür. Laiklik ilkesi beraberinde bir dizi devrimi getirir. 3 Mart 1924'te hilafetin kaldırılması ile birlikte, Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilir ve eğitim birliği sağlanarak tüm okul­ lar Maarif Vekâletine bağlanır. 8 Nisan 1924'te dinsel mah­ kemeler kaldırılır ve yargı organlarının birliği sağlanır. 25 Kasım 1925'te Şapka Manunu ile fes kaldırılır, memurlara şapka giyme zorunluluğu getirilir. 30 Kasım 1925'te tüm tekke ve zaviyeler kapatılarak, d i n adamlarının kıyafetleri­ ne ilişkin karar alınır. 26 Aralık 1925'te uluslararası takvim ve saat, 24 Mayıs 1928'de uluslararası rakamlar kanunu ka­ bul edilir. 1924'te anayasasından devletin d i n i olduğunu kabul eden madde, 1928 yılında kaldırılır. Toplumun alışageldiği yaşam biçimi ve davranış alışkan­ lıkları devrimlerle değiştirilir. Modern ve Batılı b i r toplum yaratılacaktır.



53



4. Devrimcilik Atatürk, ilerlemenin evrimsel değil, devrimci olmak zo­ runda olduğuna inanır. "İki sistem var, (...) biri mâlum, büyük Fransız ihtilâlindeki tarz: Rejimler değişecek, ihtilâllere karşı mu­ kabil ihtilâller yapılacak. Sağ solu tepeler, sol sağı sü­ pürürken bir de bakılacak k i bir buçuk asırlık zaman geçmiş. (...) Bu milletin damarlarında o kadar kan ve önünde o kadar geniş zaman var mı?" (Atatürk, Köker'den, 1995, s. 170) "Muasır medeniyet seviyesine erişmek" için, inkılaplar "halk için halka rağmen", "yukarıdan aşağıya" doğru ger­ çekleşir. Atatürk'ün, 1918 yılındaki bir konuşması bu duru­ mu ifade eder. "(...) Zira, ben, bazıları gibi efkâr-ı avamı, efkâr-ı ule­ mâyı yavaş yavaş benim tasavvuratım derecesinde ta­ savvur ve tefekkür etmeğe alıştırmak suretiyle bu işin yapılacağını kabul etmiyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden, ben, b u kadar senelik tahsil-i âli gördükten, hayat-ı medeniye ve içtimaiyeyi tetkik ve hürriyeti tezevvük için sarf-ı hayat ve evkat ettikten sonra, avâm mertebesine ineyim. Onları kendi mertebeme çıkarayım, ben onlar gibi değil, on­ lar benim gibi olsunlar." (Atatürk; Köker'den, 1995, s.172) Parti programında devrimcilik ilkesi şöyle açıklanmıştır: " U l u s u m u z u n sayısız özverilerle başarmış olduğu devrimlerden doğan ve olgunlaşan prensiplere bağlı kalmak ve onları korumak parti için esastır."-(CHP Parti Programı, 1935, s.7) 54



Yani parti programına devrimcilik, yapılan devrimlerin korunması olarak geçmiştir. Parti programında aktardığı­ mız korumacılık anlayışını da göz önünde bulundurarak devrimcilik ilkesine baktığımızda, Köker, bu yaklaşımı şöy­ le yorumlar: "..Kemalizm'in inkılapçılık ilkesi, topluma yön ver­ mek için gerek duyulan siyasal mekanizmanın ele ge­ çirilip yeniden düzenlenmesi anlamında 'ani değişim' yanlısı, b u değişim gerçekleştikten sonra ise 'düzen içinde ilerleme'cidir." (Köker, 1995, s.171). Dinsel içerikten arındırılmış millet tanımıyla "yeni bir kimlik" sunan Kemalizm, devrimcilik ilkesi ile b u yenilik­ lerin pekişmesi ve kimliğin yerleşmesini sağlar (Köker, 1995, s. 168). Burada harf inkılabı, Binnaz Sayariya göre, sayılan gerekçelerin (Türkçe'nin fonetiğine uygun olmama­ sı, zor öğrenilir olması ve buna bağlı olarak okuryazarlığın düşük olması) dışında " u n u t k a n b i r t o p l u m " yaratmak amacıyla kolaylaştırıcı bir öğedir. (Köker, 1995, s. 168) Devletin ve toplumsal yaşamın dini kurallardan ayrılması ile getirilen devrimlerin ardından bir dizi devrim daha de­ vam eder. Bu devrimlerle yaratılmak istenen modern toplu­ mun hukuksal düzeni sağlamlaştırıhr. 17 Şubat 1926'da Medeni Kanun, 1 Mart'ta Türk Ceza Kanunu, 22 Nisan'da Borçlar Kanunu, ~29 Mayıs 1929'da Türk Ticaret Kanunu, 28 Mayıs 1928'de Türk Vatandaşlığı Kanunu, 18 Haziran 1927'de Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu T B M M ona­ yından geçer. 1930'lar Türkiyesi ve Cumhuriyetin Kültür Politikası Ele aldığımız dönem içinde (1932-1946) Türkiye'de nüfus 17 milyon civarındadır. Halkın büyük bir bölümü kırsal 55



alanda yerleşmiştir. Nüfus hareketsizdir, göç problemleri henüz ortada yoktur. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren en önemli bayın­ dırlık işi, yabancı sermayeye ait olan Anadolu-Bağdat hattı demiryolu kumpanyalarının satın alınması ve Demiryolu ağının tamamlanmasıdır. Bu dönemde Erzincan-Erzurum Hattı, 1929 buhranına rağmen ve yerli müteahhitler tara­ fından tamamlanır. Ankara'nın bu hat ile Doğu'ya, SivasSamsun hattı ile Karadeniz'e bağlanmasına öncelik veril­ miştir (Mutlu, 1989). 17



Cumhuriyetin ilanı ile başkentin Ankara'ya taşınması ve demiryolu politikası, gelişmenin Anadolu'ya yayılmasını sağlar. Anadolu'da kalkınma, demiryolu güzergahı üzerin­ deki illerde olmuştur. Ancak gelişme Doğu ve Güneydogu'ya yayılamamıştır. İlhan Tekeli'nin 1935 yılında nüfu­ sun mekânda dağılımına göre hesaplanmış haritası, gelişi­ min Ankara'yı merkez aldığını gösteriyor. Ankara büyüme kutuplarından birisidir. Diğerleri İstanbul, Kocaeli, Bursa, İzmir ve Adana'dır. Ankara'nın başkent olması, gelişmeyi Orta Anadolu'ya kadar getirmiş ancak, doğuya yaymakta etkili olmamıştır Ankara'nın yakın çevresinde ise göç ne­ deniyle gelişim olmamıştır: Yozgat, Çankırı, Kırşehir gibi. Kayseri, Eskişehir, Konya gibi bölgesel merkezler kentsel dağılımın dengelenmesine yardımcı olmuştur (Tekeli, 1994). Bu ekonomik ve sosyal çerçeve içinde 1923-1930 arası sayılan devrimler gerçekleştirilmiştir. İktisadi kalkınma ile birlikte kültürel kalkınmayı hedef alan Türkiye'de, Halkev­ lerinin henüz kurumsallaşmamış pek çok kültür faaliyeti­ nin yerini aldığını görüyoruz. 17 Nüfusun hareketlenmesi ikinci Dünya Savaşı nın ardından, Marshall programı ve tanında makineleşme ile başlar, tik büyük g ö ç hareketi 1948-1956 yılları arasında yaşanır (Keleş, R., 1961). 56



Halkevleri çalışmalarına ışık tutması için cumhuriyetin müzik, tiyatro ve diğer kültür alanlarındaki politikalarını incelemekte fayda vardır. Müzikte ilk hareket Nisan 1924'te istanbul'daki eski sa­ ray orkestra ve bandosunun Ankara'ya taşınmasıdır. Bando, Müh Savunma Bakanlığına; Orkestra, Millî Eğitim Bakanlı­ ğına bağlanır. "Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası" adını alan Orkestra, Ankara'da Cumhuriyetin ilk yıllarından iti­ baren konserler vermeye başlar. Bu konserlerin mekânı, da­ ha sonra Halkevi binası olacak olan, Türk Ocağidır. 1 K a ­ sım 1924'te Musîki M u a l l i m Mektebi açılır, eğitim için yurtdışına öğrenci gönderilir. Batı müziğinden anlayan ve "alaylı" olmayan müzik adamları yetiştirmek amaçlanmış­ tır. İstanbul Belediyesi'ne bağlı olan ve geleneksel müzik eğitimi yapan Dârü'l Elhân 1926 yılında konsevatuvara çev­ rilir. Böylece Batı müziği ağırlık kazanır ve 1927 yılından itibaren bu eğitim esas tutulur. Aynı yıl Millî Eğitim Bakan­ lığı tarafından istanbul Belediye Konservatuvarı'ndaki "Türk musikisi" bölümü kapatılmıştır. (Türk musikisinin eğitimi yeniden 1943 yılında verilecektir.) İktidar, "Türk musikisi" karşısında Batı müziği ve Batı tekniği ile işlenmiş halk müziğini seçmiştir. Atatürk'ün bir yabancı gazeteci ile yaptığı konuşma ilginçtir. "- Garp musikiciliği bugünkü haline gelinceye kadar, ne kadar zaman geçti? - Dörtyüz sene kadar geçti. - Bizim b u kadar zaman beklemeye vaktimiz yok­ tur. Bunun için Garp musikisini almakta olduğumu­ zu gördünüz." (Katoğlu'ndan, 1990, s.428) iktidarın bu kararında yabancı uzmanların müdahalesi de etkilidir- 1935 yılında Türkiye'ye gelen Hindemith, alaturka musikiyi tarihi bir yadigar olarak saklayıp, halk türküleri ve 57



halk müziği motiflerinden yararlanılmasını önerir.' Halkevlerinin açılış tarihinin 1932 olduğunu göz önün­ de bulundurarak döneme baktığımızda, Halkevlerinin dev­ let tiyatroları gibi pek çok kurumdan önce örgütlenmiş o l ­ duğunu görüyoruz. 1934 yılında "Musiki ve Temsil Akademisi" kanunu çıkar. 1938 yılında "Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası"na A l ­ manya'dan şef getirilir ve düzenli konserler başlar. 1936 yı­ lında amacı "memlekete müzik, tiyatro, opera ve bale kültü­ rünü işlemek ve yetkili sanatkar yetiştirmek" olan (Katoğlu, 1990, s. 437) Ankara Devlet Konservatuvarı kurulur. Katoğlu'nun diğer sanat kurumlarına sanatçı yetiştiren bir "kay­ nak eğitim kurumu" olarak tanımladığı Devlet Konservatuvarinda hem müzik hem temsil alanında tamamen Batı sa­ natı esas alınır. "Geleneksel musiki ve seyir sanatlarıyla ilgili öğretim kesinlikle yoktur" (Katoğlu, 1990, s.435). Konservatuvara bağlı olarak, 1940 yılında Tatbikat Sahnesi Temsil­ leri başlar. İlk temsiller Ankara Halkevi sahnesinde verilir. 8



ri'nin dönemin kültür çalışmaları içindeki bir diğer önemi kitaplıklara bakıldığı zaman görülür. 1945 yılında Millî Eği­ tim Bakanlığına bağlı kitaplık sayısı 82 iken, Halkevlerine bağh kitaplık sayısı 395'dir (Katoğlu, 1990). B u d u r u m Halkevlerinin, devletin henüz örgütleyemediği kültür k u ­ rumlarının çekirdeğini oluşturduğuna işaret eder.



Devlet Tiyatroları (Genel Müdürlüğü) 1949 yılında k u r u ­ lur. Opera'da sahneye konan ilk eserin tarihi 1940'tır. Puccini'nin "Butterfly"ı canlandırılır. 1939 yılında "Devlet Re­ sim ve Heykel" Sergileri ile birlikte "Yurt Gezileri Sergileri" başlatılmıştır. Köy Enstitüleri ise 17 Nisan 1940'ta kurulur. 1941 yılında Millî Eğitim Bakam Hasan A h Yücel dönemin­ de, Bakanlık tarafından Klasikler Dizisi diye bilinen "Dünya Edebiyatından Tercümeler" dizisi yayınlanır. Halkevle19



18 T ü r k müziği her zaman alaturka sanat müziği ve halk müziği olarak ayrı alan­ lar olarak görülmemektedir. Örneğin Nevzad Atlığ, b u iki türü birbirinden ayırmaz: "Ses sistemleri aynıdır. Üslûp değişiktir. Mahalli tavır ve eda farklı­ lıkları bulunur. Bunları ayrı bir varlık olarak değil, T ü r k musikîsinin değişik tezahürleri olarak g ö r m e k lazımdır" (Nevzad Atlığ, 1990, s.183). 19 Klasikler dizisi, köy enstitülerinde de okutulur. 1941 yılında bir köy enstitü­ s ü n ü gezen İnönü, keçileri koyunları otlatan bir kız öğrencinin azık çantasın­ da ne olduğunu merak eder. Çantadan ekmek, peynir, zeytin, bir de Bakanlık kitaplarından Aııligone çıkar (Altuntaş, 1996). 58



59



III. Örgüt Olarak Halkevleri



Kuruluşu, Amaçları ve İdeolojik Yapısı İlk olarak 14 Halkevi (Afyon, Ankara, Aydın, Bolu, Bursa, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Eminönü, Eskişehir, İzmir, Konya, Malatya, Samsun) ile Halkevleri 19 Şubat 1932'de açılmıştır. Kemalist ideoloji ve buna dayalı olan partinin i l ­ kelerini yaymak ve bu ideolojinin ürünü olan inkılapları yerleştirmek amaçlanır. Bir "modem proje" olan Kemalizm, "yeni toplum"u ve "yeni hayat"ı yaratmayı amaçlar. "Yeni haya t " m gerektirdiği alışkanlıklar, davranış - düşünüş bi­ çimleri, sanat ve müzik zevki, eğlence biçimleri, ya da kısa­ ca "kafa yapısı" şekillendirilir. "Yeni hayat"ın amaçlanan n i ­ teliği, hem "muasır" olan, hem de "millî" olandır. Toplu­ mun "mürebbi"si halkevleri, "telkin ve terbiye" ile toplumu "eğitir", halka "doğru tezleri aşılar". Ferdler "kaynaşmış kütle" içinde, bu kütle ile biçimlenir. Bütün bunlarda yol gösteren ise partidir. Halkevleri, Tek Parti döneminin en so­ mut ürünlerinden biridir.



61



Parti ve Halkevleri Cumhuriyetin kurucusu olan Halk Partisi, Tek Parti olarak yol gösterici ve hamidir (Parla, 1991). Partinin bu niteliği, Millî Şef İnönü'nün sözlerinde görülebilir: "Cumhuriyet Halk Partimizin son inkişaf devri, h u ­ susî siyasî bir partinin dar çerçevesinden çıkarak bü­ tün vatandaşlara kucağını açan içtimaî ve millî bü­ yük bir müessese hâlini almıştır." (Kamutay'daki Nu­ tuk, 5.7.1934: CHP, 1935, iç kapak) Şükrü Kaya, ülkenin kalkınması için partinin Atatürk ta­ rafından görevlendirildiğini belirtir. "Partinin de bu kalkınmayı bizzat halk için ve halk eliyle yapmasını temin ettirmesi büyük önder tarafın­ dan partiye verilmiş asli bir ödevdir." (Kaya, 1935: CHP'den, 1935, s.l) Büyük Önder tarafından görevlendirilen parti, III. Büyük Kongresinde Halkevlerinin kurulmasına karar verir. H a l ­ kevleri, örgüt olarak partiye bağlıdır. Halkevleri Talimatna­ mesinde, parti ile olan ilişki açıklanmıştır. "Partimiz, kılavuzluğu ile kurtardığı vatanı siyasal, sosyal ve ekonomik derin ve sağlam temeller üzerinde yükseltmek karar ve dölenindedir." "...Bütün yurdu yeni bir savaş ruhu ve İleri yürütücü bir heyecan ile kuvvetlendirmek yükümündeyiz." " B u sebeple partimizin yeni programında devlet örgütleri dışında çalışabilecek bütün çalışma unsurlarını ulusal kültü­ rün yükselmesi ergesinde toplamayı amaç bilen mad­ deler ve hükümler son derece önemlidir"... "Partimi­ z i n program temelleri cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık, devletçilik, lâyıktık ve devrimciliktir. Prog62



ramımız bu ana ve temel prensiplerin egemenliği ve sonrasız olması için bu sıfatlarda kuvvetli vatandaşlar yetiştirilmesini, ulusal ıranın Türk Tarihinin esidiği derecelere çıkmasını, arın yükseltilmesini, ulusal kül­ türün ve ilmiğ hareket ve kınavlarm kuvvetlendiril­ mesini önemli araçlar olarak saptar ve işaret eder. Bu esas ve araçların hepsi birden medeniyet y o l u n d a Türklüğün kaybetdiği uzun yılları yiğit, atılgan ve yo­ rulmaz atışlarla kazanacak nesiller yetiştirmeği, me­ deniyet alanında Türk'ün tabiiğ meziyet ve kapasiterleriyle uygun şeref yerini tekrar almasını hedefler. Halkevlerinin amacı, b u uğurda çalışacak ülkülü vatandaşlar için toplayıcı ve birleştirici yurtlar o l ­ maktır." (C.H.P. Halkevleri Öğreneği, 1938, s.4) Ülkeyi kalkındırmakla görevlendirilen partinin, (anaya­ saya geçerek "resmî ideoloji" şeklini alan) ilkelerini benim­ setmek için Halkevlerini örgütlemiş olduğu yukardaki söz­ lerde görülmektedir. İnönü'nün sözlerinde de b u durura açıklanmıştır: "Halkevleri, C H P ' n i n kendi prensiplerinin ne oldu­ ğunu ve bu prensiplerin memlekette nasıl tatbik edil­ diğini hergün halkımıza söylemek için başlıbaşma merkezdir"( inönü, 1935: Çeçen'den, 1990) Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Menemen olayları top­ lumda yükselen tansiyonun işaretidir. Bu ortam içerisinde Parti, halkla temasını artırmak ve rejimi halka benimsetme gayretindedir. Halkevleri partinin halkla bağlarını güçlen­ dirme çabasının ürünü olarak ele alınmalıdır. Parti ile olan bağlarına rağmen Halkevlerinin siyasî k i m ­ likten ayrı tutulmasına gayret edildiği gözlenir. Recep Peker nutkunda ''Halkevleri Cumhuriyet Halk Fırkasının siyasî 63



bünyesinden büsbütün ayrı, siyasî mahiyette çalışmadan büsbütün uzak ve fakat idare noktasından fırkaya bitişik bir mahiyet arzederler" der (Recep Bey'in N u t k u , 20 Şubat 1932, s.6). Ancak ilerde değineceğimiz gibi Halkevleri'nin partiden özerk bir örgüt olamaması, kapatılması için döne­ min siyasî atmosferinde geçerli bir bahane olacaktır. Türk Ocakları'ndan Halkevleri'ne Farklı milletleri birarada toplayan Osmanlı'da düzeni sağla­ yan "ümmet"e dayalı bağlar, milliyetçilik ideolojisi ile çö­ zülmüş ve Balkan Savaşları ile de dağılmıştır. "Türkçülük" akımı, Türklerin kendini Osmanlı içindeki diğer milletler­ den ayırması ve tanımlamasını sağlar. Bu akımın ilk işaret­ lerinden Genç Kalemler, 1908 yılında Selanik'te, dilin Türk­ çeleştirilmesi için yayınlarına başlar. Ziya Gökalp'in dergide yayınlanan "Turan" şiiri, Selanik ve istanbul gençlerine bayrak olur: "Vatan, ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan Vatan, büyük ve müebbed bir ülkedir: Turan!" Genç Kalemler'in dil çalışmaları yanısıra, Türk Yurdu der­ gisinde 1911'den başlayan bilimsel ve edebi Türkçülük de­ vam etmektedir. "Türk Ocakları", bunları birleştiren ve yö­ neten merkez olarak kurulur (Aydemir, 1973, s.4). 12 Mart 1912'de İstanbul'da kurulan Ocak, yeni yayma başlayan Türk Derneği ile Türk Yurdu dergilerini bünyesine alır. i l k Başkan Mehmet E m i n Yurdakul'dur. Ocağın marşmdaki "Mabedimiz Türkocağı, kâbemiz de yüce parlak Turandır" sözleri, milliyetçi ideolojisini özetler. Halkevleri'nin örgütlenişi sırasında Türk Ocaklarinın de­ neyimlerinden faydalanıldıgı Halkevi kurucuları tarafından belirtilmiştir. Bu nedenle faaliyetleri arasında önemli ben64



zerlikler vardır. Hamdullah Suphi Türk Ocaklarinın faali­ yetlerini şöyle özetler: "a. içinde rahat çalışabileceğimiz bir köşe, b. Halk ile münasebete girmek, milliyet fikirlerini şiirlerle, hitabe ile, yazıyla, müsahabe ile neşretmek, c. Uzak yakın nereden gelirse gelsin, Türk çocuk­ larına her suretle yardım etmek, d. Bir kütüphane vücuda getirmek, Ocak'ta okuma odası olabilecek bir yer ayırarak oraya gazete ve mec­ muaların gelmesini temin etmek, e. Sık içtimalarla Türkleri birbiriyle tanıştırmak. Dört kelime ile bütün bu emelleri hülasa ettik: Yer, yardım, telkin ve içtima" (Türk Ocağı İdare Raporu, 1918: Sarmay'dan 1994, s.145-146) Türk Ocaklarinın söylemi ile Halkevleri'nin söylemi ara­ sındaki benzerlik de açıktır. Ocak Başkanı A h m e t Ferit (Tek)'in sözleri, bu duruma örnek oluşturur: "... Türk'ün maruz olduğu sefaletleri gidermek, onu duçar olduğu hastalıklardan kurtararak zinde ve faal bir hale koymak" (Sarmay'dan, 1994, s. 138). Halkevleri'nin açılışına kadar Cumhuriyet döneminde de faaliyetlerine devam eden Türk Ocakları, 1927 yılı nizamna­ mesinde önemli bir değişiklik yapar. İkinci maddede "... Türk Ocaklarının fiilen iştigal sahası Türkiye Cumhuriyeti hudut­ ları dahiline münhasırdır" denir (Sarmay'dan, 1994, s.139). Ancak, yaygın olan görüş, Türk Ocaklarinın Türkiye sı­ nırlarını aşan milliyetçilik ideolojisinden dolayı kapatıldığı­ nı savunur. Türk Ocaklarinın milliyetçilik ideolojisi, yeni rejimle bağdaşmamaktadır. Bu aşırı "milliyetçi" ideoloji ye­ rine, Halkevleri'nin "halkçılık" ideolojisine dayanılarak ör­ gütlendiği savunulur. Halkevleri'nin açılışında bulunan ve 65



kayıt numarası 6 olan Şapolyo'nun sözlerinde bu söylemin örneğini görebiliriz:



ile kişilik kazanmış ve örgütlü bir raya oturmuştur." (Çeçen, 1990, s.106).



"Artık 'Türkçülük' cereyanı yerine "Halkçılık" cere­ yanının uyanması gerekçesiyle Atatürk Halkevle­ r i n i n kurulmasına karar vermişti" der. (Şapolyo, 1974, s.65)



Tevfik Çavdar ise Halkevlerinin ideolojik tabanının " M i l ­ liyetçilik" olduğunu savunur. 1929 e k o n o m i k bunalımı Türkiye'de ticaret burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin durumunu sarsmış ve bunların üzerinde sivil-asker bürok­ rat kesimin ağırlığını artırmıştır. Bu yıllarda bürokrat kesi­ min halkla da arası kopuktur. Bu durumda, egemen sınıflar ve onların kadroları somut düzeyde çözemedikleri proble­ mi ideolojik düzeyde çözerler.



Halkevlerinde yetişen Kansu, "Halkevleri, ulusçuluk ülküsünün mayalaştığı Türk Ocakları ardından, ulusal kurtuluş savaşı ve Cumhu­ riyet Devrimiyle uluslaşma süreci sağlam ve gerçekçi yoluna oturduktan sonra, devrimin en sağlam öğreti­ si olan 'Halkçılık' öğretisini işlemek, uygulamak için kurulmuştu" der. (Kansu, C . N . , 1974, s.85) Ocağın aşırı milliyetçi ideolojileri nedeniyle kapatıldıkla­ rı görüşüne karşıt olan diğer görüş ise kapatılma nedenini partinin siyasî alanda -daha önce de değindiğimiz- tek güç olma isteğine bağlamaktadır. Sarınay Ocak'm kapatılma ne­ denini Türk O c a k l a r i n m "siyasî bir güç olarak C H F ' n m karşısına çıkabileceği endişesi" olarak değerlendirir. (Sarı­ nay, 1994,s.325). Aşırı milliyetçilik ideolojisine karşıt olarak Halkevlerinin ideolojik temeli Halkçılık ilkesine dayandırılmaktadır. Çeçen'e göre, Halkçılık ilkesinin temel alındığı Halkevlerinde, ırk, din ve siyaset yoktur. Soyut bir halk kavramı ile top­ lumsal entegrasyon esastır. 20



"Halkevleri ülkemizde halka doğru gidişin örgütlen­ mesi olarak ortaya çıkmış ve halkçılık akımının önde gelen örgütü düzeyinde gelişmiştir. Kemalist devri­ min temelinde varolan halkçılık anlayışı, Halkevleri 20 66



"...gerçekte varolmayan bir toplum düzenini ideal planda varmış gibi gösterirler. Böyle durumlarda mil­ liyetçilik çok sık başvurulan bir ideolojidir." (Çavdar, 1986, s.878). Dönemin önemli siyasilerinden Şükrü Kaya ise Halkevi kaynaklarında "Türkçülük"ü şöyle tanımlar: "Türk olan inkılâbımız zarurî ve tabiî olarak Türkçü­ dür de. Türk ve Türkçü vasıflarım esaslı bir şiar ola­ rak bünyesinde taşıyan ve yaşatan bu inkılâbın millîciligi inhisar (tekel) ve infirat (yalnızlık) ifade etmez. Türk millîciliğinin hedefi, medenî kültürün ve insan­ lığın müşterek ve yüksek duygularının müsbet yol­ larda inkişaf ve intişarını esas ittihaz etmektir. Bu ga­ yeye ermek için halka dayanmayı da en sağlam ve kı­ sa bir yol bilir." (Kaya, 1935: CHP'den, 1935, s. 1). Bu söylemden de anlaşılacağı gibi Milliyetçilik ve Halkçı­ lık birbirini tamamlayan ilkeler olarak ele alınmaktadır. Da­ ha örtce ele aldığımız gibi bu ilkeler birbirlerini destekler. Ne sınıflı bir halk, ne de faşist bir millet fikri olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır. Halkçılık ilkesi ile sınıf kavga-



Anıl Çeçen ile 25 Aralık 1995'de Ankara'da yapılan g ö r ü ş m e d e n . 67



l a n aşılacak ve böylelikle millî birlik, "granit kütle" elde edilecektir. Halkevleri her i k i ideolojiye birden dayanır. Halkçılık ve milliyetçilik ilkelerinin ilişkisinde milliyetçilik, halkçılığın kültürel boyutu olarak algılanmaktadır. Kema­ list ideoloji, halkçı ve milliyetçidir ancak ümmetçi değildir. Kemalizm, bütünleşmiş bir toplum (halkçılık) ve GüneşD i l teorisi ile Türklük (milliyetçilik) fikrini geliştirirken, Osmanlıcılığa karşıdır. Halkevîeri'nin tüm çalışmalarında da sıklıkla eski olana (özellikle Osmanlı'ya) karşı, yeninin savunması okunur. Yeni olanın (kültürel, siyasî vs.) yerleş­ mesi için, eskinin sökülüp atılmasına çalışılır. I. Eğitim Seferberliği Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitime büyük önem verilir. Yalnızca örgün eğitimle genç kuşakların eğitilmesi değil, geniş halk kitlelerinin eğitimine de önem verilmiştir. C u m ­ huriyetin halkın eğitim seferberliğindeki ilk adımı Millet Mektepleridir. Millet Mektepleri Latin Alfabesine geçişin (T Kasım 1928) ardından aynı yıl halka okuma yazma öğret­ mek ve yaşamda gerekli olan ana bilgileri kazandırmak amacıyla kurulmuştur. Millet Mekteplerinin gezici ve sabit iki tipiyle, okuma-yazma, okuma zevki, matematik, hesap ve ölçüler, sağlık bilgisi, vatandaşlık eğitimi yapılır ve geri­ cilikle mücadele edilir (Gümüşoğlu, 1995, s.38-39). Bu yıllarda, halk eğitiminde orduya da önemli görevler düşer. Ordunun bir eğitim kurumu olarak algılandığını şu sözlerde görüyoruz: "Ordu cidden çok parlak çalışıyor..Köyünden gelen Mehmede, yalnız savaş fennini değil; yürümesini oturmasını, kalkmasını, yemesini, içmesini giyinme­ sini, kuşanmasını, yaşamasını, konuşmasını, yazma­ sını öğretiyor" (Aıasayar, 1935, s.5). 68



Askerden dönen Mehmed, köyüne döndüğünde öğren­ diklerini diğer köylülere de öğretecektir. Ordu örneği, Dev­ letin halkın eğitimi için elindeki her olanağı kullandığını gösterir. Yine de kapsamlı bir halk eğitimini sağlayacak, ör­ gütlenme arayışı vardır. Partinin ilkeleri doğrultusunda bir kültür yaratılacaktır. Çeçen (1990), Halkevîeri'nin örgütlenmesinde V i l d a n Aşir'in radyo konferansını bir başlangıç noktası olarak alır. Yurtdışına eğitime gönderilen Vildan Aşir Savaşır, halkeğitimi üzerine incelemeler yapar. Çekoslovakya'daki Sokolları anlattığı radyo konuşması üzerine Atatürk kendisini köşk­ ten arayarak kutlar ve çalışmalar için hazır olmasını ister. Ancak Özacun, Atatürk'ün 1 Mart 1923 yılında yaptığı bir konuşmaya dayanarak yetişkinlerin eğitimine dair fikir­ lerin zihninde çok daha önceden varolduğunu belirtir. Ata­ türk'ün sözleri Halkevîeri'nin modelini de tasarlamış oldu­ ğunu gösterir. "yaparak öğrenmeye dayanan ve yaygın bir eğitim öğretim için yurdun önemli merkezlerinde yeni k i ­ taplıklar, çeşitli bitkileri ve hayvanları içine alan bah­ çeler, konservatuvarlar, işyerleri, müzeler, galeriler, sergi salonları kurmak gerekli olduğu gibi..." "...Bu merkezlerde bilimsel gece toplantıları ve kon­ feranslar düzenlemek, halkın okuyup yazmayanlarına en kolay yoldan okutarak onlara birinci derecede ge­ rekli olanı vermek, gece dersleri açmak..." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri: Göğüş'den, 1974, s. 175) 2. Benzer Örgütler Bu döneme ait belgeler Halkevîeri'nin kuruluşunda dün­ yadaki örneklerin ele alındığını gösterir. Bunu Ankara H a l kevi'nin açılış konuşmasında Reşit Galip Bey ifade eder: 69



"Uzak yakın birçok memleketin mümasil kültür ve genç­ lik teşekkülleri tetkik edilmiş, fakat hiç birisi taklit olun­ mamıştır." (Reşit Galip Beyin Nutku, 20 Şubat 1932, s.30). Türk Ocakları deneyiminden yararlanıldığını belirten Re­ şit Galip Bey, "Bu itibarla teşkilât ve mesai programımız ta­ mamen millî ve orjinaldir" der (Reşit Galip Beyin Nutku, 20 Şubat 1932, s.30). Halkevleri Öğreneği'nde (talimatname) gelişmiş ülkelerde bile "halk kültür örgütleri"ne önem verildiği belirtilmiş ve örnekleri gösterilmiştir. Bunlar Macaristan'da Macar Ulusal Kültür Cemiyeti, Uranya Cemiyeti, İşçi Jimnazları, Çifçi Der­ nekleri; Çekoslovakya'da Mazarik; İtalya'da faşistlerin Dopolavoro ile Almanya'da halk, ve İngiltere'de kültür cemiyetleri'dir. ltalya'daki faşist Dopolavoro ulusal kültür örgütünün 1586 kültür derneği, ulusal konularda piyesler oynayan 1000 kadar amatör gösteri grubu, 1930'larda açılan 8000 kitapsarayı (kütüphane) bulunduğu, bir yıl içinde tüm şehir, kamun (nahiye) ve köylerinde 27000 ulusal bayram yapıldığı, 1500'den fazla pratik bilgi kursları düzenlendiği belirtilmiş, İngiltere'de Halk Eğitim Cemiyeti'nin radyo ile verdiği ders­ leri dinleme kulüplerine 2.700.000 sürekli izleyicinin katıldı­ ğı, Almanya'da 170 öğretmenin kültür Cemiyetleri için çahşdığı açıklanmıştır (CHP Halkevleri öğreneği, 1938). Çeçen'e (1990) göre Atatürk, Fransız Devrimi'ni ideolojik kaynak olarak benimser. Bu devrimin yöntemlerini incele­ miştir. Jakoben kulüpleri, Fransız Devrimi'nin halk okulları­ dır ve devrimin öncü kadrosu ile halk kitleleri arasında bağ kurulması için çalışır. Aydınlar ve devrimciler b u kulüpte ülke sorunlarını tartışarak karar alırken, buraya gelen halk da devrimin ilkeleri konusunda eğitilmektedir. Böylelikle devrimin ilkeleri geniş kitlelere aktarılır (Çeçen, 1990). Şevket Süreyya Aydemir, Narodnik hareketini, "ruhlarda, fikirlerde ve güzel sanatlarda halka yönelişin ileri bir ham70



îesi" (Aydemir, 1993, s.288) olarak tanımlar. Alexander Herzen'in öncülüğünde Rusya'da doğan bir Köycülük hare­ ketidir. Sözcük anlamı Halkçı olan Narodnik, Halkçılığın ilk önemli örneği olarak kabul edilir. 1860'larda başlar ve ilk yirmi yıl çalışmaları etkili olmuştur. Köy köy dolaşan Rus gençleri, ülkede baskı rejimi kuran Çar'a ve Kilise'ye karşı halkı örgütler (Çeçen, 1990). Niyazi Berkes akımın, aydının halka gitmesi ve onu aydınlatması ödevi olarak başladığını ancak, aydının halkı tanıması ve toplumun so­ runlarının öğrenilmesi düşüncesine gelindiğini söyler. Son olarak da, "Rus toplumunun gerçekte alması istenen niteli­ ğinin lemelinin, halkın geleneksel örgütleri, özellikle köy ilkel komünü olacağı inancı biçimini" (Berkes, 1975, s.231) alır. N a r o d n i k akımı, Balkan aydınları, Rusya'da okuyan bazı Türkler ve Ermeni Aydınlar aracılığı ile Os­ manlı Türk Aydıninın düşüncelerini etkiler. Vildan Aşir Savaşır'ın konferanslar ile tanıttığı Sokollarda dikkati çeken nokta Türkiye'deki siyasal yapıya benzer bir durum ve ideolojik bir işlevle karşılaşıyor olmamızdır: bir Ulus-devlet kurma (yaratma) çabası. Çekoslovakya'da Çek­ ler ile Slovakları biraraya getirerek, bir ulus-devlet kurma düşüncesi, filozof "Jean Huss"m ideallerinden birisidir. Sokollar'ın kent veya kasabalarda merkezleri ve lokalleri bu­ lunur. Yeni devletin sosyal tabanındaki kaynaşmada önemli aşamalar kaydetmişlerdir. Şenlikler düzenleyerek ülkede ulusal bayram atmosferi yaratmaktadırlar (Çeçen, 1990). Ülkü dergisinde "Halk Terbiyesi" başlığı altında çıkan ya­ zıda Meksika'daki bir örgüt anlatılır. Casa del peuble (hal­ kın evi) adlı bu örgüt köylerde yer alır. B u okullarda köylü­ ye, günlük yaşamından ve üretkenliğinden koparılmadan modern yaşam ve sağlık kuralları eğitimi uygulamalı olarak verilir. (Katrene M.Cook: Karadağ'dan, 1982) Vildan Aşir'in tanıttığı Romen gençlik teşkilatı (Strasa Ta71



il) ise önce halk eğitimi için gerekli eğitmen kadroyu hazır­ lar. Halka ancak günlük yaşamlarında yararlı olacak kurslar verilir. (Aşır, 1939: Karadağ'dan, 1982 ) Selim Sırrı, italyan Balilla ve Piccole ulusal örgütleri hak­ kında bilgi verir. Balilla erkek çocuklar, Piccole kız çocuk­ lar "için. Bu örgütlerde çocuklara asker terbiyesi verilir, kız­ lara hastabakıcıhk, biçki dikiş gibi kurslar düzenlenir. "Boş vakit teşkilatı" adlı örgütte işten sonra beden terbiyesi, mu­ siki terbiyesi, bahçıvanlık, çiçekçilik ve sebzecilik gösteri­ lir. 1926 yılında sadece Milano'da çocuk üyelerinin sayısı 826000 dır (Sırrı, 1933: Karadağ'dan, 1982). • Ülkü dergisinde "Garp Memleketlerinde Halk Terbiyesi" adlı yazıda da Avrupa ve Amerika'daki halk eğitim çalışma­ ları anlatılır. Devletle olan ilişkileri, devletin para ve organi­ zasyon olarak yardımları, amaçları ve yapılanlar ele alınır. Lehistan, Romanya, Bulgaristan, Sovyetler Birliği, Çekoslo­ vakya, Almanya, İngiltere, İsveç, Danimarka, Avusturya, Belçika'dan örnekler verilir. (R.Ş. 1933: Karadağ'dan, 1982)



vekkülle, pasif rizaya benzer bir inanla kalmasına gönlümüz razı değildi." (CHP, 1935, s.3) 2. Geçmişe Ait İzleri Silmek Halkın kalkınması için "Saltanat asırlarının gafil ve nan­ kör ihmalini Cumhuriyet yıllarının ve hatta aylarının şuur­ lu ve iymanlı gayretiyle telâfiye geçmek" amaçlanır (CHP, 1935,s.ll6). Bora (1996), Türk milliyetçiliğinin ve millî kimliğinin öte­ k i imgesinin, dini dünya görüşünün egemen olduğu eski medeniyet, yani "Osmanlı", olduğunu belirtmektedir. Hal­ kevleri'nde geçmişe ve ilerde daha net ifadelerini göreceğimiz gibi özellikle Osmanlı tarihine ait izler silinmeye çalışılır. 21



"...tarihe geçmiş kurumların cemiyet yapısının en de­ r i n tabakalarına kadar işlemiş köklerini sökmek, cumhuriyet ve devrim esaslarını bütün ruhlara ve fi­ kirlere egemen kutsal insan şartları halinde perçinle­ mek ödev ve yükümü karşısındayız." (C.H.E Halkev­ leri Öğreneği, 1938, s.4)



Bu örneklerdeki çalışma yöntemlerinin Halkevleri'nde et­ kili olduğu. Halkevleri incelendiği zaman anlaşılmaktadır. Halkevleri'nin İşlevleri



Eski olana, yani Osmanlı'ya karşı yeni olanın yerleştiril­ meye çalışılmasını Kansu'nun sözleri özetler: "Halkevleri'nin bir odasından halk türküleri taşarken, bir yan odadan Mozart sesi duyulur; ama hiç bir oda­ dan gazel sesi duyulmaz." (Kansu, C.A., 1974, s.182)



1. Devrimin Aşılanması Halkevleri Kemalizm'i partinin ilkelerini halka yaymak ve devrimleri benimsetmek amacıyla kurulmuştur. Yayınla­ rı da bu açıklıkla görülür. Amaç, devrimlerin halk tarafın­ dan "gönülden" benimsenmesidir: "Devrimlerimizi halkın ruhuna sindirecektik. Halkın 'mademki Atatürk yapıyor, mademki Cumhuriyet'in işidir, elbette hayırlıdır' diye ne de olsa bir nevi te72



3. Kaynaşmış Küfle Yaratmak Halkı Kemalist ilkeler doğrultusunda biraraya getirirken, sınıfsız katı bir toplum yaratmak temel amaçlardandır, H a l 21



Bilindiği gibi, modern kimlik, " ö t e k T n i n varlığı ile kendini tanımlar. " Ö t e k i " n i olumsuzlayarak kendini meşru taştım. 73



kın kaynaşmasını ve bütünleşmesini sağlamak, mezhep, soy, sınıf farkları gözetmeden toplumu bir bütün halinde tutabilmek amaçlanır. Atatürk'ün bu amaçla bir örgütlenme tasarladığı kendi sözlerinden anlaşılır. "Millet, şuurlu, birbirini anlayan, birbirini seven, ide­ ale bağlı bir halk kütlesi halinde teşkilatlanmahdır. E n kuvvetli ders vasıtalarına, en yetişkin muallim or­ dularına malik olmak kâfi değildir. Halkı yetiştirmek, halkı bir kütle haline getirmek için ayrıca bir millî halk mesaisinin tanzimini ihmal etmeyeceğiz." (Göğüş'den, 1974, s. 176) Aynı sözler Recep Peker'in Nutkunda tekrarlanır, "Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Halkevleriyle takip et­ tiği gaye; milleti şuurlu, birbirini anlıyan, birbirini seven, ideale bağlı bir halk kütlesi halinde teşkilât­ landırmaktır." "Halkevleri'nin gayesi ulusu katılaştır­ mak, sınıfsız katı bir kitle haline getirmektir." (Recep Bey'in Nutku, 20 Şubat 1932, s. 11) Bu "kaynaşmış kütle", "sınıfsız katı kitle" Recep Peker'in ifadesi ile "granit kütle" içinde bireyin tek başına varlığının anlamı yoktur. Birey ancak toplum içinde varolabilir. 22



"Ferdin değeri hayatını çevreleyen üstün değerlerin duygusu içinde parıldar. Bu da ancak toplulukla belli olur. Halkevleri işte bu duygunun kaynaştığı eğitim yuvalarıdır. Burada fertler, aile, iş ve sanat bağlariyle birlikte kendilerini millî hayatın içinde dayaşık bir varlık olarak bulurlar." (CHP, 1944, s.4) 22



Özellikle Devletçi ideolojinin bayrağı Kadro dergisi, ""ferdi" red eder. Liberal cepheden Ahmet Ağaoğlu. bu anlayışa kuvvetli tepkiler gösterir. Ağaoğlu'na göre Batı'nın ileri olmasının sebebi, ferdin ö z g ü r olmasıdır. Dogu'da ise fert b o ğ u l m u ş t u r (Ülken, 1966).



Halkevlerinde bu "sınıfsız katı kütle" içinde eşitlik sağ­ lanmaya çalışılır. "Halkevleri çatısı altında derin içdemlik ve arkadaş­ lık duyguları hüküm sürer. Bu sebeple herkese aynı şekilde davranmak fikrine aykırı bir hareket düşün­ cesi Halkevlerinde yer bulamaz." (Madde 19) (C.H.P. Halkevleri Ögreneği, 1938) Toplantılarda Atatürk ve diğer devlet adamları dışında kimseye özel yer ayrılamayacağı b e l i r t i l i r ( M a d d e 19) (C.H.P Halkevleri Ögreneği, 1938). Bu madde, Halkevi'nin üyeleri arasında eşitlik sağlamanın yanısıra iktidarın otori­ tesini sarsabilecek soya ya da dine dayalı liderlere karşı bir önlem olarak da görülebilir. 4.



Canlandırma



"Kaynaşmış bir kütle" haline getirilmek istenen toplu­ mun, panayırlar, festivaller, geziler, müzikli ve danslı aile toplantıları ile canlandırılmasına ve hareketlendirilmesine çalışılır. Balolar, kadın ve erkeğin birlikte katıldığı ilk top­ lantılar olarak, sosyal yaşantıda önemli bir değişimdir. Hal­ kevleri nişan ve nikah törenleri için de kullanılır. 5. Laiklik Halkevleri, yeni ve laik Türkiye'de halkın camiler dışında toplanma mekânıdır. Çeçen, bu düşüncesini şöyle ifade eder: "Camilerde ümmet olarak biraraya gelmeye alışmış halk kitleleri, artık Halkevlerinde ve benzeri uygar toplum merkezlerinde artık ümmet olarak değil ama millet olarak biraraya geleceklerdi. Laiklik cumhuriye-



tin ve devletin ana ilkesi olunca, kitleleri cami dışında biraraya getirecek yeni merkezlere gereksinme vardı. Halkevleri böylesine bir gereksinmeyi de karşılayacak biçimde örgütleniyordu." (Çeçen, 1990, s.380) Halkevlerinin bu niteliği, Halkevi binalarının kent içinde yer alışım etkileyecek önemli bir konudur. 6. Terbiye " H a l k e v l e r i n d e millî ve içtimaî hayatın temelleri, terbiye suretinde, tedris suretinde, konuşma suretin­ de mütemadiyen kurulmalıdır." (inönü, C H P ' d e n , 1944, s.4) Halkın " t e r b i y e " s i n i n sağlanması H a l k e v l e r i ' n i n en önemli işlevlerinden biri olarak görülür. "Halk terbiyesi gibi büyük ve nazik bir meselede, ve şiddete başvurmayan bir yetiştirme politikasında, ha­ kikî bir fikir ve zevk mürşitleriyle mürebbilerini bu­ lup meydana çıkarmak, onların feyizleriyle halkın yükselme iştiyaklarını başbaşa koymak belli başına bir iştir." (N.Kansu, 1939, s.5) Halkevleri şubelerinin çalışmaları ile halkın ruh terbiyesi, beden terbiyesi, kulak terbiyesi sağlanmaya çalışıldığı ilerde görülecektir. Halkevlerinde yetişkinler için yaygın eğitim sağlanmak­ tadır. Halkevleri tüzüğünde belirtildiği gibi Halkevlerine çocuk üye kabul edilmez. Yeni nesil örgün eğitim kurumla­ rında eğitilirken, yetişkinlerin eğitimini ve terbiyesini sağ­ lamak Halkevleri'nin işlevlerindendir.



7. Telkin Halkevleri'nin en önemli işlevi "Kültür Telkini"dir. Kadro dergisinde Şevket Süreyya Aydemir, Halkevleri'nin açılışı üzerine; bütünleşmiş millet ve ferdin devlete karşı görevleri üzerinde durduktan sonra kültür telkininin önemini belirtir. "Hulasa kültür telkini, prensipli, disiplinli, kontrollü ve esasları bütün teferrüatıyla evvelden muayyen, sis­ temli bir telkin işidir" (Aydemir, 1932, s.35-37) Aydemir için bu önemli görevi gerçekleştirecek olan reh­ ber, Halkevleri'dir. Dönemin gazetelerinde de millî kültür davası sıklıkla işlenir. "Biz yeni baştan yüksek bir millî kültür yaratmak davasındayız. Tek ve gerçek millî bir kültür"... "Yeni Türk kültürü bütün tabakaları aynı cevherden yapıl­ mış yüksek bir halk kültürü olacaktır. Eski Şark ve ye­ ni Garp zevkleri arasında bocalıyan şehirlerimize, mü­ nevverlerimize doğru kendi kültürümüzün saf örnek­ leri, halk dili, halk edebiyatı, halk türküleri, halk raks­ ları Halkevlerimizden taşıp geliyor. Bu kurumlar tut­ muş ve eser vermeğe başlamıştır. Muhakkaktır k i Türk İnkılabı millî kültür davamızın en güzel organla­ rını Halkevleri'yle bulmuştur. Geleceğin büyük Türk kültürünü yaratmakta bu millî kültür ocaklarının çok büyük bir payı olacaktır." (Banguoğlu, 1944, s.59) 8. Güven Verme, Onore Etme Halkevleri yayınları, halka güven "telkin" eden ve inanç­ la çalışmaya teşvik eden örneklerle doludur. Yalnızca Hal­ kevlerinde değil, dönemin diğer yayınlarında da sıkça rast­ lanan bu tutumu Bora (1998), "özgüven serumu" olarak ta­ nımlar ve dönemin millî kimliğini beslediğini belirtir. 77



Türk, Orta Asya'dan beri "medeniyet mürebbisi" olarak görülür (Reşit Galip Bey'in Nutku, 20 Şubat 1932, s.35). "Türk: medeniyet rehberi"dir. (CHP, 1935, s.95) "Türk milleti, o kadar derin ve tükenmez bir hayat Hazinesi i d i k i medeniyet beşiği.olan yurdundan uzaklarda bile nerelerde dolaşmış nerelerde yerleşmiş ise oralarda bir kültür ve enerji unsuru olmuştur." (CHP, 1935, s.96) "Özgüven serumu" ile beslenen halkın tüm çalışmalarda seferberlik havası içinde olmasına gayret edilir. "Rahat, sakin, dünya ile alâkası kesik, kaygusuz ha­ yatı türbelerin ve t e k k e l e r i n gömüldüğü mezara gömmeliyiz. Bize çoşkun, hareket ve faaliyetle dolu hayat lazımdır. Hayatı ferdî saadete ermek için değil, son nefesine kadar çalışmak, didinmek ve yükselmek ve yükseltmek için sevmek" (Reşit Galip Bey'in Nut­ ku, 20 Şubat 1932, s.36) Halkevleri'nin Örgüt Yapısı C . H . P Halkevleri Öğreneği, Halkevleri'nin örgüt yapısını açıklamaktadır. Partinin ilkelerine bağlı olarak çalışan Hal­ kevleri'nin faaliyetlerine, partiye üye olan ya da olmayan herkes katılabilir. Halkevleri Yönetim Kurullarında çalışa­ bilmek ise partiye kayıtlı olmayı gerektirir (Madde 1). Hal­ kevleri'nin açılmasını Parti Genel Yönetim K u r u l u , Halkev­ leri'nin kurulması ve düzenlenmesini bulunduğu yerin i l , ilçe veya k a m u n (nahiye) Parti Yönetim K u r u l u sağlar (Madde 2). Ankara Halkevi'nin başkanı Parti Genel Yöne­ tim K u r u l u tarafından seçilir (Madde 3) (C.H.P Halkevleri öğreneği, 1938). 78



Halkevleri dokuz şubeye ayrılmıştır. (Madde 4) 1. D i l , Tarih, Edebiyat, 2. Ar, 3. Gösterit, 4. Spor, 5. Sos­ yal Yardım, 6. Halk Dershaneleri ve Kurslar, 7. Kitapsaray ve Yayın, S. Köycülük, 9. Müze ve Sergi. Bir Halkevi'nin açılabilmesi için gerekli bina, para ve d i ­ ğer maddî araçlar sağlandıktan sonra bu şubelerden en az 3'ünün çalışması gerekir (Madde 10). Üye sayısı ondan faz­ la olan her şube, Şube Yönetim Komitesi seçer. Halkevi Yö­ netim Kurulu ise bu komitelerden seçilecek birer delegeden oluşur. Seçimler i k i yılda bir, gizli oy ile yapılır (Madde 21). Halkevi Başkanı ise bağlı bulunduğu i l , ilçe, kamun Parti Yönkurulu (Yönetim K u r u l u ) üyeleri arasından seçilir. Ödevleri (Vazifeleri) II Parti Yönkurulu tarafından onayla­ nır (Madde 24). Halkevleri yönetim kurulları yılda i k i defa Parti Genel Sekreterliğine şubelerin çalışmaları hakkında bilgi gönderir. Bu raporun bir örneği de yöredeki Parti Yönkurulu'na verilir (Madde 31) (C.H.P Halkevleri Öğreneği, 1938). Bu sistemli çalışma yıllık faaliyet raporları ve dö­ kümler elde edilmesini sağlamıştır. 23



Köy ve nahiyelerde Halkevi açmak için gereken 3 şube­ nin sağlanamaması nedeni ile ilk olarak 1940 yılında Hal­ kodaları açılmıştır. Kuruluşundan 1945 yılma kadar yıllara göre Halkevleri'nin sayısı şöyledir: Yılı 1932 1933 1934 1935 1936 1937 23



1942



Halkevi



Halkodası



14 41 25 23 33 31



yılında iarih çalışmaları, D i l ve Edebiyat kolundan ayrılarak Muze ve



Sergi koluna bağlanır (C.H.P Halkevleri Halkodaları



¡932-1942).



.



, 79



1938 1939 1940 1941 1942 1943 1944 1945 Toplam



43 163 6 4 5 5 12 32 437



141 59 22 15 143 2338 2718 (CHP, 1945)



Konumuzun zamansal sının Demokrat Partinin Meclis'e girişiyle çok partili sisteme geçilen 1946 yılıdır. 1946 yılında 63'ü ilde, 288'i ilçede, 73'ü bucak merkezinde, 28'i köyde, 2'si mahallede, l ' i yurtdışında (Londra) olmak üzere toplam 455 Halkevi vardır (Necati, 1946: Çeçen'den, 1990, s.212). Halkevleri'nin Kapatılışı Kapatıldığı 1950 yılında 478 Halkevi, 4322 Halkodası b u ­ lunmaktadır. Bütün vilayet merkezlerinde, kaza merkezleri­ nin çoğunda, bazı nahiyelerde ve hatta köylerde Halkevi vardır (CHP, 1944). Demokrat Partinin 1946 Seçimleri ile Meclis'e girmesi ile özellikle bütçe toplantılarında. Halkev­ leri önemli bir tartışma konusu olmuştur. Halkevleri'nin Parti ile olan bağı onun partinin organı olarak algılanması­ na sebep olur (Çeçen, 1990). Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Halkevlerinin yaşaması için kapılarını yalnızca CHP'ye de­ ğil Demokrat Parti'ye de açması gerektiğini, Halkevleri ve Odalarının, bina ve malları ile birlikte partiden ayrılarak, Medeni Kanun Hükümleri'ne göre bir Vakıf olması gerekti­ ğini belirtir. Ancak bu sağlanamaz ve Halkevleri, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi ile kapatılır. Hıfzı Veldet Velide­ deoğlu durumu şöyle tanımlar: 80



"Böylece bir yandan CHP'nin merkezi bürokratik ya­ pısının ağır işlemesi, ileriyi görmemesi, öbür yandan DP'nin gözlerinin parti husumeti ile kararması ve ül­ kenin kültürel kalkınmasını düşünmemesi, hatta is­ tememesi yüzünden, gerçekten birer kültür ve ışık durumuna gelmeye başlayan Halkevleri o zaman tari­ he karıştı." (Velidedeoğlu, 1973, s.22). Halkevleri'nin ardından Köy Enstitüleri de Demokrat Parti döneminde kapatılır. A c u n (1996), Halkevlerinin ka­ patılışı sırasında, C H P ' n i n sahibi olduğu malların elinden alınarak güçsüz bir hale getirilmesinin hedeflendiğine dik­ kat çeker. 1960 yılında yeniden örgütlenmesine İzin verilen Halkev­ lerinin, 1950 yılında alman malvarlıkları iade edilmez. 12 Eylül'de Dernek Yasası ile tekrar kapatılır. 1987 yılında üçüncü defa kurulmuştur. Halkevleri, ard arda açılan Türk Dil Kurumu (2 Temmuz 1932) ve Türk Tarih Kurumu (12 Nisan 1931) ile üçüz bir devrimin parçası olarak tanımlanır ve bu kurumların taşra örgütü olarak da çalıştığı kabul edilir. Halkevleri'nin kapatılması ile bu i k i kurumun "araştırma ve derleme kanalları" tıkanmıştır. 1971 yılında Halkevlerinin kuruluş yıldönümü nedeniyle yayınladığı mesajda İsmet inö­ nü, Halkevlerinin kapatılmasını önleyememesini hayatının en büyük başarısızlığı olarak tanımlar (Kaplan, 1974).



Halkevleri'nde Çalışmalar I, Telkin, Terbiye, Tez Aşılamak - Dil ve Edebiyat Şubesi Ögrenekte şubenin i l k görevi, çevrenin genel bilgisini yükseltmeye yarayacak konularda konuşmalar ve konfe­ ranslar yapmak olarak tanımlanır. Şube, 81



T "Bu toplanışlarda Parti prensiplerinin kökleşmesine, y u r d sevgisinin, yurddaşlık ödevleri d u y g u s u n u n yükselmesine çalışır- (Halk için pratik şekilde faydalı olacak ayıtlara (bahis) daha çok yer ayrılacaktır" (Madde 35) (C.H.P Halkevleri Öğreneği, 1938) Halkın eğitilmesinde en önemli görevi bu şube yerine ge­ tirir. Konferanslar hoparlörle kentte ya da köyde halka din­ letilir. İlk yıllarda konferanslara ilgi toplayabilmek için bir piyes ya da müzik parçası eklenerek sunulur. Nafi Kansu, zamanla bu önlemlere gerek kalmadığını belirtir. "Artık halkevlerinde konferans, müsamere, konser, temsil gibi cazip vasıtalar, bir sıkıntı olmaktan çık­ mış, başlı başına alaka toplayan, kalabalığı çeken ve telkin vazifesini tam yapan bir unsur haline gelmiş­ tir." (Kansu, N . , 1939, s.4) Bu gelişmeyi Kansu, "fikir dinlemeğe alışkın bir kütlenin vücuda getirilmiş olmasıyla" açıklar. (Kansu, N . , 1939, s.4) Halkevleri kapısı kendi uzmanlık alanında konuşmalar yapmak isteyen her aydına açık olduğu için konferans ko­ nularının çok çeşitli olduğu belirtilir (CHP, 1945). Bulun­ dukları yerde Türk Dit Kurumu'nun üyesi gibi işlediği be­ lirtilen Dil ve Edebiyat Şubeleri Öztürkçe'nin derlenmesi ve 24



24 Bazı konferans konulan şunlardır: Toprak Mülkiyeti, Toprak Yasası, ormanla­ rın yararları, orman sorunumuz, sıtma ile savaş, tifüz, şarbon, verem, bulaşıcı



yayılması için çalışır (C.H.P, 1942). Öğrenekte de tanımla­ nan bu görevleri gereği; "... ana türk dilinin halk arasında yaşayan kelimeleri, terimleri, eski ulusal masalları, atasözlerini araştırıp toplar." (Madde 36) (C.H.P Halkevleri Öğreneği, 1938) 1931 I.Dil Kurultayı ile başlayan dilde Türkçeleştirme ça­ lışmaları, zamanla yavaşlar. 1938'e kadar küçük bir sözlük ile birlikte yayınlanan Halkevleri Öğrenegi'nin 1940 yılında adı Halkevleri Talimatnamesi olur ve metin içindeki Öztürkçe kelimelerden de vazgeçildiği görülür. Her alanda Türkçe kelimelerin aranılan ve derlenmesine çalışılan bu yıllarda mekân isimleri de Türkçeleştirilir. 25



26



Yeni hayat ve yeni toplum, yeni bireylerle kurulacaktır. D i l ve Edebiyat Şubesi'nin bir görevi de, yeni toplumun, "konuşmayı bilen" yeni bireyini yaratmaktır. Bu bireyi ya­ ratırken Halkevleri, eski zihniyetle de mücadele eder. "Asırlardır 'Söz Gümüş ise, Sükût Altındır' diyen sakat •osmanlı terbiyesinin tesiri altında şehir ve kasabaları­ mızda Halkevlerinin açılışından beri 'söz'e haysiyet ve itibarı iade edilmiş bulunmaktadır." "Şimdi Halkevi'ne hiç mübalâğasız, her bilgili ve imanlı vatandaşın ko­ nuştuğu Kürsü'dür denebilir" (CHP, 1942, s.4) Tek Parti'nin "söz"e ve özellikle "hitab"a verdiği önem 1931 yılında C H P Halk Hatipleri Teşkilatını örgüılemesin-



hastalıklar, kuşpalazı, sinir ve içki, bağırsak kurtlan, trahom, yaz ishalleri, ne­ ler yemeli nasıl yemeli, az beslenme ç o k beslenme, kadınlarda kısırlık, hor­ monlar ve hayat, tansiyon, sağlık kurumlarımız, ilk öğretim, iş sigortası, hay­ van vergisi, zirai donatım, kooperatifçilik," b o ş a n m a ve sebepleri, hayvan has­



82



25 H i l m i Ziya Ülken, T ü r k ç e yeni kelimelerin kullanılmasından yalnızca ordu­ nun taviz vermediğini belirtir (Ülken, 1966).



talıkları. Millet Vekili Seçimi, Belediye Seçimi, Demokrasi, atom. Boğazlar so­



26 Bunun örneğine ÜIJııî dergisi sayfalarında rastlıyoruz. F a r s ç a , -hane, -gâh, -İs­



runu, s u ç ve suçlu, ceza davalan, çocuklar ve yasalar, Türkiye'nin sanayileş­



tan ekleri ile yapılan kelimelerin yerlerine -yeri, -İlk, -eli ekleri ile T ü r k ç e kar­



mesi, modem sanayide işbölümü, çalışma ve sağlık, köy kalkınması, okulda



şılıklar önerilir. A r a m g â h : dinlenmeyeri, bezıngâh: s o h b e ı y e r i , c c m i y e t g â h :



ahlak, T ü r k ahlakının kökleri, Beveriç planı ve seyahat, sanat, edebiyat, zafer



(oplanııyeıi, ciyergah: canevi, seyirgâh: gölgelik, bağıştan: bağlık, gülistan:



ve kahramanlık destanları, halk bilim, kitaplıklar, ç o c u k hastalıkları, ç o c u k



güllük, kabristan: kabirlik, haristan: dikenlik, sengistan: taşlık, ş c c e r i s t a n :



bakımı, ç o c u k kaybının ö n ü n e geçilmesi (Nurhan Karadağ, 1990).



ağaçlık gibi (Banguoglu, 1942). 83



den de anlaşılabilir. Dönemin önemli propaganda örgütü olan C H P Halk Hatipleri Teşkilatı şehirler ve köyler için i k i ayrı tip hatip yetiştirmeyi amaçlar. Hatipler etkileyici kişiler arasından seçilir, kurslar ve konferanslarla eğitilir (Şimşek, 1997). D i l ve Edebiyat Şubesinin en önemli görevlerinden birisi de dergi çıkarmaktır. Halkevleri 19 yıl boyunca 77 dergi çı­ karır. Ülkü-Halkevi Dergisi'ni, Ankara Halkevi çıkarır. Der­ giye adını Atatürk verir. 27



D i l ve Edebiyat Şubesi ve dergiler aracılığı ile pek çok "is­ tidatlı genç", Halkevlerinde yetişir. Bunlardan yalnızca biri­ si, ilk şiiri Urla Halkevi Dergisi Ocak'ta yayınlanan Necati Cumalidır (Kurdakul, 1996). Dil ve Edebiyat Şubesinin dergilerden sonra ikinci önem­ li faaliyeti kitaplardır. E n çok kitap yayınlayan Halkevleri: Ankara, Aydın, Balıkesir, Diyarbakır, Eminönü, Gaziantep, İzmir, İsparta, Kars, Kastamonu, Kayseri, Konya, Manisa ve Sivas'tır. 1932 - 1939 yılları arasında en çok yayınlanan k i ­ tap konuları sırası ile; umumi, sosyal ilimler, edebiyat, tat­ biki ilimler, tarih-coğrafya'dır. 1942'ye doğru bu sıralama: umumi eserler, tarih-coğrafya ve edebiyat olur (CHP, 1944). 1939'dan sonra yayınlanan kitaplarda tarih-coğrafya konu­ lu kitap sayısının artması dikkati çeker. Şube'nin bir görevi de ulusal bayramları ve büyükleri an­ ma günlerini düzenlemektir. Şube bu özel günleri,



2 7 "Üllıii'de b ü y ü k davaya inananların, buna T ü r k Cemiyeti'ni i n a n d ı r m a k , top­ lu ve heyecanlı bir millet kütlesi yaratmak hizmetinde vazife ve hisse almak isteyenlerin yazıları ç ı k a c a k t ı r ' ' diyen Peker, Ü l k ü ' n ü n y a y ı n politikasını ö z e t l e m e k t e d i r "Ülkü ticari bir dergi değildir, 'süslü bir kap' değildir ve ama­ cı hizmettir" (Peker, 1933). 1941 yılından sonra dergide g ö r ü l e n değişiklik önemlidir. Niteliksel ve niceliksel farklılıklar vardır. Boyutları b ü y ü y e n dergi­ de daha ç o k resim ve grafik ağırlık kazanır. Adı Ülkü - Milli Kültür



Dergisi



olarak değişir. 1947 yılında Ülfcıi dergisi, Halkevleri ve Halkodaları Dergisi



"Beylik içtima olmaktan kurtarmakta, birer manâlı ve heyecanlı halk toplantısı" haline getirmektedir (CHP, 1942, s.4). 2. Mürebbi Sanat - Ar (Sanat) Şubesi "Fikir ve tez telkinin" de en önemli görevi yüklenen şu­ belerden birisi Sanat Şubesi'dir. "...telkin ve terbiye her seviyede kafa ve r u h için te­ sirli kılabilen bir sanat şubesi inkılap memleketleri­ nin ve inkılap müesseselerinin i l k ele alacağı çare" dir. (CHP, 1935, s.50) "Sanat", "mürebbi" olarak görülür ve sanatın "devrimin" emrinde olması beklenir. Behçet Kemal'in ve İnönü'nün sözlerinde bu yaklaşım açıktır: "Bizim gibi inkılap memleketlerinde, sanat, ne olursa olsun, inkılabın emrine girmeyi bir gönül zevki, bir vicdan borcu, bir yaşama çaresi bilmelidir...Bazı inkı­ lap hareketlerinin halka tam mal olması, halkın r u ­ huna tam sinmesi için, sanatın elinde parlaması, sa­ natın imbiğinden geçmesi lazımdır.. Yeni duyguları halkın gönlüne, yeni görüşleri halkın gözü önüne sa­ nat koyacak." (Kemal, 1935, s.336) "Halkevi, vatanda güzel sanatlara muhabbeti ve güzel sanatlardan vatandaşların terbiyesi için, vatandaşın azminin kuvvetlendirilmesi için nasıl istifade edilece­ ğini telkin eden bir toplantı yeri olmalıdır. Güzel Sa­ natlar, yalnız yüksek bir insan cemiyetinin temeli olan ince ve güzel hisleri terbiye eden vasıta değildir. E n sert iradeleri de yetiştirmeye vasıta olan başlıca bir münebbih başlıca bir yürütücüdür. Bütün H a l -



olarak yayınlanır. 84



85



kevleri'ni, güzel sanatları sevmeleri ve sevdirip yay­ maları için bir heyecan duymağa teşvik ediyorum." (I.İnönü, CHP, 1935,5.36) Sanat "mürebbi" olduğu gibi aynı zamanda, halkın "gön­ lünü fethedebilecek" bir araçtır. "Halkın sade kafasını fethetmek için bile kalbini fet­ hetmekten işe başlamak lazım olduğu zaten malum bir şeydi ve kalbin güzel sanatlarla fethedilebileceği bütün dünya tecrübeleriyle meydanda duruyordu. Sanat ilk defa kurstan geçecek sonra mürebbi olacak­ tı. Güzel sanatlara Halkevleri çalışmalarında büyük bir yer ayırmak icabediyordu." (CHP, 1935, s.14) ' "Kulağın ve gözün yetişmek ve telkin edilmek için en iyi en tesirli vasıtalar olduğu meyanda i d i ; bunlara doğrudan doğruya hitap eden, uluslararası bir d i l sayılabilen resim, musiki, mimarî ve heykeltraşlık, bu itibarla en çok üzerinde durulmaya değer sanat şube­ leri ve telkin unsurları i d i . " (CHP, 1935, s.36) Bu amaçlar doğrultusunda " A r Şubesi" yetenekli gençleri yetiştirmekle görevlidir: "müzik, resim, heykelcilik, mimarlık gibi alanlarda bezeksel (tezyini) sanatlar vesairede artist veya ama­ tör unsurları biraraya toplar, genç kapasiteleri korur ve gelişmelerine çalışır" (Madde 39) (C.H.P Halkevle­ ri Öğreneği, 1938) Geçmiş zamanla mücadele ve "özgüven serumu" sanat alanında da görülür. Saltanatın körelttiği sanat gerçekte "Türk'ün ezelî kabiliyeti"dir (CHP, 1935).



86



".. Ruhu en büyük, en ilâhi sevinçler ve ıstıraplarla yuğurulmuş olan, yaradılışın en güzel ve en çetin tezahürleri ile dünyanın her yerinde temasa gelmiş olan, bu millettir." "Asırların, sakat d i n telakkileri­ n i n sinsi tesiri ile, gevşettiği ve körlettigi bu ezelî harikulade istidatlar muhakkak k i bir gün yeniden üste çıkacak, kendini meydana vuracaktır." (CHP, 1935, s.37) "..Güzel Sanatlar, neşenin, terbiyenin ve millî karak­ terin en ilerde âmilleri olarak ele alınmakta, işlenip yayılmaktadır. Bu sayede Türk halkının Çiftçi Millet, Asker Millet olduğu kadar Sanatkâr Millet olduğu da meydana konmakta, yeni yetişen Türk sanatkârlarına büyük halk haznesinin kapakları ve örtüleri bir uçtan açılmaktadır." (C.H.P, 1942, s.5) Müz'tk Zevkinin Yükseltilmesi Halkevleri yetenekli çocukları, "fasıl ve saz musikisinin esaretine düşmeden garp musikisi zevkinin aydınlığına çekmekte ve onlara dersler vererek kabiliyetlerini doğru ve düzenli yola sevketmektedirler." (CHP, 1935, s.42) Fasıl ve saz musikisinin esaretinden kurtarılan halkın türkülerinde "keman, ut, cümbüş, kanun, ney kullanılama­ yacağı" talimatnamede belirtilmiştir. (Halkevleri Çalışma Tâiiınainamesİ, 1940) H a l k için müzik akşamları ve müsamerelerin müzik programlarını düzenleyen Halkevlerinde, "Devrim telakki­ sine ve halk terbiyesine hasr" (CHP, 1935, s.39) edilen mü­ zik için rejimin tercih ettiği üslup açıklanır. B u açıklamada medeniyet ve milliyet ikilisi karşımıza çıkar. 87



"arsıulusal modern müzik ile halk türkülerimiz esas tutulacak ve arsıulusal müzik teknik ve yaraçları k u l ­ lanılacaktır. Müzikte ergemiz modern ve arsıulusal müziği ve sayra tarzını esas tutmak ve bunu taptamak ve sağlamaktır. Halkın müzik zevkini artırmak ve yükseltmek için radyo, gramofon gibi araçlardan faydalanmalıdır." (Madde 41) (C.H.E Halkevleri Öğreneği, 1938) "Sadece teknik, sadece usul arsıulusal olacak, ruh ve ritm türklüğünü derhal belli eden bir karakter ve orjinaliteye malik bulunacaktır." "Teknik beynelminel, r u h Türk; usul b e y n e l m i n e l , üslub T ü r k " . ( C H P , 1935, s.38) 1938 yılında dört defa Ankara Halkevi'ne gelen Atatürk, bir gün Gaziantep'li ozanın türküsünü yarıda keserek : "Arkadaşlar! Bu küçücük sazın örneklerini atalarımız Hititlerin anıtlarında, ucundaki püskülüne değin gö­ rürüz. Bu bir ocakbaşı müziğidir, toplumun değil. Bi­ ze böyle uyutucu değil, çok sesli coşturucu, sevinç kaynağı olacak müzik gerek. Bu sesleri sanatçılarımız ellerine alacaklar, ulusal senfoniler, operalar yapacak­ lar. Biz, ancak bu küçük sazla atalar andacı olarak kı­ vanç duyabiliriz. Uğraşmamalı bu gibi fosilleşmiş, yozlaşmış şeylerle" der. (Güven, 1974, s.59) 1940 yılında çıkan Talimatname'de halka Garp Musikisi dinlettirileceği belirlenir.



toplamak ve saklamakla beraber yeni Türk müziği bir taraftan vücut bulmakta iken kulakları ve zevkleri çok sesli müziğe alıştırmak ve ısındırmak; b u n u n için de birçok fırsatlardan istifade ederek Garp müzik eserlerini bol bol dinletmektir." (Madde 21) (Halkev­ leri Çalışma Talimatnamesi, 1940) Şube'nin müzik alanında en önemli faaliyetlerinden biri bando, koro ve orkestra kurmaktır. Konserler, "musiki müsamereleri" ve "musiki gezileri" ile "garp" müziğinin "sin­ dirilmesi" amaçlanır. 28



"memleketin her köşesinde, halkın içinde, halkın ru­ huna sindirmek için, garp tekniğinin yeni ve sâlim musiki zevkinin devamlı ve amelî telkinini yapmak­ tadırlar" (CHP, 1935, s.40) Dil ve Edebiyat Şubesi'nin Öztürkçe kelime derleme ça­ lışmalarında olduğu gibi A r Şubesi de halk arasında yaşa­ yan ulusal oyunları ve türküleri nota ve sözleri ile birlikte toplamakla görevlidir. (Madde 44) (C.H.P Halkevleri Öğreneği, 1938) Bu karar Parti Kurultayında programa da alın­ mıştır. "Millî oyunlarımız, halk türküleri ve umumî olarak folklorumuz toplanacak, kıymetlendirilecek ve yayı­ lacaktır. Memleketin muhtelif köşelerinde farklı ola-



28



Halkevleri'nirı 10. y ı l d ö n ü m ü n d e "Karanlıktan Işığa" kantantı (Ahmet A d ­ nan'ın müziği ile Behçet Kemal Çağlar'ın şiirleri), soprano Rabia Erler, tenor M u k b i l Özkan, bas bariton Ruhi Su ve Riyaseti C u m h u r Orkestrası eşliğinde



"Halkevleri müzik çalışmalarında esas, millî ruhun derinliklerinde zengin bir hazine olarak yaşamakta bulunan halk türkülerimizi Garp tekniği ile işleyerek müstakbel kompozitörler için, sadakat ve İtina ile 88



sahnelenir. Ahmet Adnan'ın yönetiminde koro: Neci! Kazım Akses'in "Har­ m a n d a l ı " , Ulvi Cemal Erkin'in " C ı k a b i l s e m " , Ahmet A d n a n ' ı n " A k k o y u n " , Aydogar Giresun'un "Ayşcm Nereden Gelir", "İzmir Zeybeği" düzenlemeleri­ nin ardından Aşık Veysel ve halk oyunları yer alır. 1 1. kuruluş yıldönümünde ise Batı müziği ağırlık kazanmıştır. Ankara Halkevi'nde Mozart, Vivaldi, Haydn, Shubert, Tchaikovsky yer alır (Karadağ, 1982). 89



rak gelişmiş olan millî oyunlar ve törenler memleke­ tin her tarafında tanınacaktır." (CHP Programı 1943: CHP'den, 1944, s.13) Bir Ağızdan Terennüm Eden Onbinler Şube'nin önemli görevlerinden biri halkın ulusal marş ve şarkıları öğrenmesine yardımcı olarak önemli günlerde marşların, "beraberce bir ağızdan söylenmelerini sağlamaya çahşmak"tır. (Madde 43) (C.H.P Halkevleri Öğreneği, 1938) Böylece " B i r ağızdan terennüm eden onbinler" (CHP, 1935, s.40) yaratılacaktır. "Ulusal marşları ve şarkıları halka öğretmek, en coş­ k u n anlarında bile durgun ve sessiz neşesi gibi derin ve içli ıztırabmı da içinde saklamaya ve boğmaya sal­ tanat devirlerinin alçakça ve aptalca tesiri ile güç belâ fakat eyice alıştırılmış türk milletinin sevincine ve yasına ses ve eda vermek Halkevi'nin en belli başlı vazifelerinden biri olmuştur. Bir ağızdan ve bir arada şarkı söylemesi bir vakitler bazılarınca imkânsız gö­ rülen türk milletinin-bu işe de pek kolay alıştığı" gö­ rülmüştür. (CHP, 1935, s.40) Halkın bir ağızdan marşlar söyleyebilmesinin ispatı yurdun dörtbir yanında ve Büyük Önder'in huzurunda hep bir ağız­ dan söylenen Onuncu Yıl Cumhuriyet Marşıdır (CHP, 1935). Millî Raks ve Garp



Dansları



"Ulusal rakıslarm" yanında "zevkli garp dansları"na yer vermek amaçlanır (CHP, 1935, s.40). Folklorun millîleşme­ si sürecinde Halkevleri'nin önemli rolü olduğunu vurgula90



yan Öztürkmen (1998), bu süreç içerisinde halkoyunlarımn da "millî oyun" ve millî raks" şekli aldığını belirtir. M i l ­ lî bir sembol olarak görülen "raks"ın bir salon dansı niteli­ ğine kavuşturulması amaçlanır. Tarcan'm Sarı Zeybek'ten esinlenerek tasarladığı bir koreografide kadın ve erkek biraradadır. Atatürk beğeni ile izlediği Tarcan zeybeğinin smo­ kinle de oynanmasını ister ve böylelikle Avrupalılara " b i ­ zim de mükemmel bir raksımız var, diyebiliriz ve b u oyunu salonlarımızda, müsamerelerimizde oynayabiliriz" der (Öz­ türkmen, 1988, s.224-229). Halkevlerinde de buna özen gösterilir. Aile toplantıları ile kadın ve erkeğin biraraya getirilmesine çalışıldığı gibi, danslarda da biraraya gelmelerine dikkat edilir. 1940 yılın­ da Halkevleri Talimatnamesinde: "Yerli ve millî rakıslar aslî kıyafet, saz, türkü ve edalarile teşvik edilmeli ve Halkevleri müsamerelerinde bunlara yer verilmelidir. Bu rakıslarda bilhassa ka­ dınlı ve erkekli beraber oynananları tercih edilmeli­ dir" denilir. (Madde 26) (Halkevleri Çalışma Talimat¬ namesi, 1940) Halkevlerinde oynanacak "millî raks'Tarın seçiminde ka­ dın ve erkeğin birarada olması tercih sebebidir. Bir diğer önemli tercih sebebi figürlerdeki "hız" faktörüdür (Öztürk­ men, 1998, s.256). İşlevleri arasında halkı canladırma ve neşelendirmek bulunan Halkevleri için, b u tercih sebebi kolay anlaşılmaktadır. Musikili aile toplantılarında ve danslarda kadın ve erkeği biraraya getiren Sanat Şubesi kadm'm sahneye çıkmasını da destekler. "Karşı komşu kapısına geçerken dört yanma bakıp sıkılan eşsiz kabiliyetli Türk kadınına Halkevi sahne91



sinde alafranga nağmeler teganni etmek müyesser o l ­ muştur" (CHP, 1935, s.44) Bütün bu ulusal raksların, zevkli garp danslarının, sanat terbiyesinde "seferber" olan radyo, bando, koro, orkestrala­ rın ve bunların yanısıra caz bantlarının bir görevi de yüzyıl­ ların alışkanlığı kabul edilen ruh halinin değiştirilerek, hal­ kın hareketlendirilmesi, canlandırılmasıdır. Etrafa "neşeyi ve şevki" getirmektir (CHP, 1935). "Toplantı ve neş'e gecelerine bu millî rakıslarla şevk ve hususiyet vermek" amaçlanır. Halkevleri Asgari Çalışma Planında, "Her Halkevi'nde bir radyo ve kabilse bir hoparlör tertibatı bulunur. Aile toplantılarında varsa, Halkevle­ r i alafranga müzik terekküplerinden, orkestradan, yoksa radyo ve gramofondan istifade edilerek, bilhas­ sa alafranga müzik dinlenir ve dans edilebilinir. Bu toplantıların nezih cereyan etmesine bilhassa dikkat olunmak lazımdır. Bu toplantılarda mahallî rakslar ve türkülerin beraberce icra ve teganni edilmesi teşvik olunmalıdır." denilir. (Kadri Kaplan'dan, 1974, s. 139) Halkevleri, Ankara Radyosu'nu hoparlörler ile bahçe ve meydanlarda dinletir. "Radyo, musiki terbiyesinde en yorulmaz, en kolay çalışır bir mürebbi" dir. (CHP, 1935, s.41) Bandolar bulundukları yerlere " m u s i k i z e v k i aşılar". Köylere kadar giden Bando'yu, bu gezilerde köy halkı kilo­ metrelerce takip eder (CHP, 1935). Halkevleri Orkestraları büyük illerde (Ankara, Mersin, istanbul, İzmir, Bursa) "zaten garphlaşmış musiki zevkleri­ nin galebesini büsbütün temin ederken", memleketin diğer 92



köşelerinde "Türk ruh ve ritmine yeni tekniğin, garpli zev­ kin müjdesini getiren ilk zafer seslerini teşkil etmektedir" (CHP, 1935, s.42). Resimde millîlik Halkevlerinin çalışmaları ile Türk sanatında geleneği o l ­ mayan resim ve heykeltraşlığın "halkın ruhuna sinmiş, hal­ ka inmiş ve halkın olmuş" sanat şubeleri haline gelmesi is­ tenir (CHP, 1935, s.37). Müzikte Halkevlerinin üslubu yukarıda açıkladığımız gi­ bi belirtilmiştir. Resimde ise "millî destanları yaşatan, kah­ ramanlıklarımızı canlandıran, kendi öz benlik ve hayatımı­ zı ilgilendiren" (Madde 31) konulardaki tarzların destekle­ neceği belirtilir, bu arada "yalnızca tabiata sadakat değil, ta­ biata aykırılık ve serâzathk" da (Madde 36) cesaretlendirilir (Halkevleri Çalışma Talimatnamesi, 1940, s.). Yeni Mimari Zevk Mimarın da görevi mimaride "yeni" zevki aşılamaktır. "Modern ve güzel binalarımızın proje müsabakalarım kazanan mimarların çoğu Halkevlerinde halka yeni mimarı zevkini aşılamaktadırlar." (CHP, 1935, s.46) Halkevlerinde M i m a r Sinan'ın yıldönümü kutlamaları yapılır. Afyon Halkevi'nde, Afyon'lu mimarların yardımı ile açılan uygulamalı kurslar sonucunda 134 ehliyetli kalfa, 12 mozaik ve beton ustası yetiştirilmiştir. Ankara ve Eminönü Halkevlerinde mimari eserler sergisi açılır, köy evleri tipleri üzerine çalışılır. Kadıköy Halkevi'nde çevrede ev yapmak isteyenlerin planları incelenir ve sahipleri ile projeleri tartı­ şır. Denizli Halkevi "muhitin şartlarına uygun" 3 tip ev pla93



m yaparak halka dağıtır ve "yeni inşaatın disiplinli olmasını temine"çahşır (CHP, 1935, s.46-48). 1933 yılında Antalya Halkevi, Fırka ve Halkevi inşaatından yararlanarak maran­ goz ve yapı ustalarına "modern inşaat hakkında dersler" ve­ rir (CHP, 1933, s.11). Aynı yıl İstanbul'da Mimar Sinan ve sanatkâr Behzad anılır, bir güzel sanatlar ve bir de mimari sergi açılır (CHP, 1933, s.44). Kütahya'da da Halkdershaneleri ve kurslar şubesi Fransızca, İngilizce kurslarının yanısıra, Mimari kurs açar (CHP, 1933, s.58).



Kemalist ilkelerin anlatıldığı, geçmişin kötü yaşam koşul­ ları ile devrimi ve yeni yaşam tarzını kıyaslayan bu oyunlar­ da, Osmanlı İmparatorluğu ya işlenmemiştir ya da olumsuz yanları ile ele alınmıştır (Karadağ, 1982 s. 152). Halkevleri yayınlan da bu anlayışı yansıtır: "yalnız tarih tezimizi ve millî mücadele menkıbeleri­ m i z i değil herhangi bir içtimaî t e l a k k i m i z i tesbit eden, eski içtimaî hayatın herhangi sakat bir tarafını belirten, yeni ve makbul hayatın herhangi güzel tara­ fını ortaya koyan bütün piyeslerin temsiline memnu­ niyetle muvafakat edildi" (CHP, 1935, s.55)



3. Tiyatronun Eşsiz Telkin Kudreti Gösterit (Temsil) Şubesi Halkevlerinde yalnızca C.H.P Genel Yönetim Kurulunca seçilen veya K u r u l tarafından yazdırılan piyesler oynanabi­ lir (C.H.P Halkevleri Öğreneği, 1938). Temsillerin amacı Halkevlerinde hayat ve hareket uyandırmak, gençleri güzel ve serbest konuşmaya alıştırmak, fikir ve sanat terbiyeleri­ ne yardımcı olmak ve iyi hatip yetiştirmek, memleket ve cemiyet için faydalı telkinlerde bulunmaktır (Halkevleri Ça­ lışma Talimatnamesi, 1940). Piyeslerde kadın roller asla er­ keklere verilemez. Sinema gösterileri yaygınlaştırılmaya ça­ lışılır. Tiyatro ve konserler gibi bedava olan sinema gösteri­ lerinde filmler C.H.Partisinin veya Hükümetin gönderdiği ya da Halkevi İdare Heyetinin satın alacağı filmlerdir (Hal­ kevleri Çalışma Talimatnamesi, 1940). Filmler de birer "tel­ k i n " aracıdır (CHP, 1935, S-62). Halkevlerinde tiyatroya verilen görev de Kemalizm'i hal­ ka benimsetmektir. Tiyatronun "eşsiz telkin kudreti" vardır (CHP, 1935, s.50). "Tezli bir piyes" ile 136 halkevinde 136000 den fazla yurttaşa "bir iki gün içinde bir fikrin telkin edilebileceği" hesaplanır (CHP, 1935, s.51). 94



"Saltanatla Cumhuriyetin, irtica ile inkılâbın, modern mekteple köhne medresenin, iyi vatandaşla fena vatan­ daşın umumî cemiyet menfaatleriyle şahsî menfaatlerin saiki miskinlik ve cehalet olan fakirlikle namus daire­ sinde çalışarak kazanılmış refahın; yeis ve bedbinlikle ümit ve nikbinliğin mukayesesi gibi" konular işlenir. "Halkevi sahnesi bir milli kültür mektebi olacaktır." (Reşit Galip Bey'in Nutku, 20 Şubat 1932, s.22) 29



Halkevlerinin sahneye yansıyan ideolojik görevini, bir yabancı bilim adamının gözlemlerinde izliyoruz: "Türk, piyes yazmasını ve piyeslerde oynamasını se­ ver. Bilhassa yıl dönümlerinde birçok piyesler. Kültür Bakanlığı vasıtasıyla mekteplere ve parti vasıtasıyla 29



Halkevleri'nde en ç o k oynanan oyunlar şunlardır: İstiklal, Akın, Himmet'in Oğlu, Mavi Yıldırm, Mete. Kahraman, Kanun Adamı, Seriye Mahkemesinde, Tırtıllar, Mahcuplar, İnsan Sarrafı. İkizler, Yanlış Yol. Ç o b a n , Kozanoglu, Hissei Şayia. Ana. Beyaz Kahraman. Özyurt. Kızıl Çağlayan, Yarım Osman, Bir Yağmur Gecesi, Erkek Kukla, Para Delisi ve Yapışkanlar. Sırasıyla en ç o k oyun sergileyen Halkevleri ise: Ankara, Trabzon, Bursa, Adana, E m i n ö n ü , Balıkesir, Sinop, Ordu, Eskişehir, Afyon, Bakırköy, İzmir, İzmit. Giresun. Kadıköy. Sam­ sun, Konya, Mersin. Aydın (Karadağ, 1982). 95



Halkevleri'ne gönderilmiştir. Bunlardan bazılarının edebi kıymeti vardır. Fakat belki de ekserisinin kıyme­ ti, hissi oluşundadır. Bunlarda bir veya birçok kişi memleketleri için ölmekte ve hayatta kalanlar da, son perde inerken, Türk Bayrağını dalgalandırmaktadır. Bununla beraber, piyes seyredenler orada bir tenkit fikriyle bulunmamaktadır. Esasen bu teşebbüsler, halk üzerinde yaptığı muvaffakiyetli tesiriyle ölçülmelidir. Yoksa, arkasında uzun bir ananesi olan bir kültür mik. yasıyle tetkik edilmemelidir. Sahne bazı fikirleri yayan ve rejimi sağlamlaştıracak kuvvetli hisleri telkin eden bir merkez vazifesini görüyor; ve piyes yazıp, bunları oynamak veya sahneye vaz'etmek, bu işlere girişenler için zengin bir tecrübe menbaı olmaktadır." (Donald Everest Webster, 1939:Karadağ'dan, 1982, s.203) Geleneksel Türk Tiyatrosunun da yer aldığı oyun reper­ tuarından alınan şu parça, devrimin getirdiği baş döndürü­ cü değişimler ile dönemin atmosferini aktaran somut b i r , örnektir. "Hacivat:



Tepegöz: Hacivat: Tepegöz:



Hacivat: Karagöz: 96



Evet Karagözüm Kandil yerine elektrik. Sarnıç yerine baraj... Medrese yerine mektep Tezgah yerine fabrika Kağnı yerine otomobil Sandal yerine motor Saban yerine Ambarları buğdayla dolduran Traktör. Ve tayyare Bre., bre., bre.. Susun başım dönüyor.



Tepegöz:



Hacivat: Tepegöz: Hacivat: Tepegöz: Hacivat: Tepegöz: Karagöz;



Tepegöz:



Sürattendir süratten. Alışmayanlara hayat yok Tayyare.. Yılları aya, ayları haftaya, Haftaları güne, Günleri saate indirdi. Toprakta havada Bilgide kafada Teknikte Sanatta ileri Yavaş söyleyin Aklım kalıyor geri Neredeyse duracak A k i m durmadan uçak durur Kurtulursun" (Ercüment B.Lav, Karagöz Stepte, 1940: Karadağ'dan, 1982, s.146)



Osmanlı'nın karşı olduğu tiyatro oyunculuğunda da "en mühim ve nezih sanat şubesindeki kabiliyetleri­ mizin de belirmesine ve işlenmesine, halkın bir eski ve sakat telakkisinin daha, o türkün her şeyden üs­ tün aklı selimi ile yenilmesine ve kafalardan sökülüp atılmasına sebeb oldu". (CHP, 1935, s.52) Tiyatroyu sevmeyen, kadına sahnede yer vermeyen "bu zihniyet artık boğulmuştur, artık sesini yükseltemez; eğer kısık sesle söyleniyor görünürse Halkevi'nin ilk işi bu sesi hükümsüz kılmak için en esaslı tedbiri almak, en tesirli telkinleri yapmak olacaktır." (CHP, 1935, s.52) Halkevlerinde Türk oyunlarının yanısıra klasik dünya t i ­ yatrolarından çeviri veya adapte oyunlar da yer alır. Suut 97



Kemal Yetkin'in, sözleri Halkevlerinde Türk kültürünün yanısıra, Batı kültürünün de yeralmış bulunmasına olan inancı yansıtır: "..babaları Fransızlarla döğüşen Antepli delikanlıla­ rın ve genç kızların Halkevlerinin sahnesinde Fran­ sız Moliere'in Hastalık Hastası'm derin bir sanat he­ yecanıyla oynadıklarını görünce bu inanışın sağlam­ lığını ve yaratıcılığını bir kat daha anladım" (Yetkin, 1944, s.l). Temsiller köylere kadar gider. "Saltanatın karagözü bile tanılamadığı köye Cumhu­ riyet nesli ve Cumhuriyet teşkilâtı piyesi ve canlı tab­ loyu, tezi ve telkini götürmektedir." (CHP, 1935, s.60) Sanatı "ferdi bir çalışma" olarak görmeyen ve "ferdiyetle sivrilmiş tek başına bir şahsiyetin" yaratıcılığından şüphe duyan Halkevleri, "san'atı maşerî bir iş, bir topluluk yaratışı haline sokacak san'at hadiselerinin başında" temsili görür. Temsile yalnızca bir telkin aracı olarak değil "toplu çalışma­ ya, müşterek eser vermeye, şeref ve mesuliyeti paylaşma"ya yönelik bir uygulama ve "terbiye sistemi" olarak önem verilir.(CHP, 1935, s.63) Halkevi tiyatroları profesyonel değildir, temsil kolu üye­ l e r i n i n boş zamanlarını değerlendirerek s a h n e l e d i k l e r i oyunlar, halka açıktır, bedava sergilenir. 4. Seçkin Tekler Değil, Gürbüz; Yüzbinler - Spor Şubesi İtalyan ve Alman Faşist ideolojilerin spor ve sağlam vü­ cut konusunda duyarlılık gösterdiği 1930-1940'h yıllarda Türkiye'de de bu konu önem kazanmıştır. Halkevlerinde "beden, ruh ve kafa gelişmesi bir arada"dır (CHP, 1935, 98



s.66). 19.yy'a kadar "gürbüz adamlar yetiştiren" Türk Ce­ miyetinde, 19. yy'dan sonra "nesillerin vücutları gittikçe bozulmuş, Anadolu'da saltanat devrinin yadigârı olup da Cumhuriyet devri­ nin kahrettiği düşman, sıtma bozuk ve sıhhatsiz vü­ cutlar türemesine" (CHP, 1935, s.66). sebeb olmuştur, bu nedenle Halkevleri için spor "bir hayati vazife, bir içtimaî icap" tır (CHP, 1935, s.67). Halkevleri için spor, "sağlık durumunun düzelmesi, sağlık neşesinin artması, çalışan Türk'ün iş veriminin artması", yurd savun­ masında "kudreti elde etmesi; gözü pekliğe, becerikliliğe, dayanıklılığa kavuşması" dır (CHP, 1935, s.68). Bu amaçla "Seçkin tekler değil, gürbüz yüzbinler" hedef­ lenir (CHP, 1935, s.69). "Sporun fantazi olmadığını, spordan gayenin seçkin tekler ve şampiyonlar yetiştirmekten ziyade hastalıksız, gürbüz, sıhhatli, yüzbinler yetiştirmek olduğunu her zaman gözönünde tutan Halkevleri, asıl vazifele­ rini birkaç spor nevini ihya ve idameden ziyade spo­ run sosyal hayata girmesini temin etmekde buldular" (CHP, 1935, s.69). Böylelikle "mahalli şartlara uygun spor, eski sporların i h ­ yası, atlı, yaya, bisikletli geziler, uzun bisiklet turları, dağcı­ lık, yüzme, garplı sporlar tenis, eskrim vb. " yapılır. Spor Şubesi, Halkevleri Öğreneği'nde e'n çok yer alan şubelerden biridir. Gençlik ve ulusal eğitimin parçası ola­ rak görülen spor ve beden eğitimine karşı ilgi uyandırmak ve bunları "bir kütle hareketi, ulusal bir kmav haline ge­ tirmek" amaçlanır. (Madde 47) Sporla gençlik ve halk uğraştırılmaya çalışılır (Madde 49) (C.H.P Halkevleri Öğreneği, 1938). 99



"Yurddaşlara modern sağlık anlayışının esası olan ev ve oda jimnastikleri öğretmek ve bunun günlük yaşa­ yışın en lüzumlu bir aracı olduğuna herkesi inandır­ mak şuğbenin önemli ödevidir." (Madde 49) (C.H.P. Halkevleri Öğreneğİ, 1938). Müzik çalışmalarının hedeflediği hep bir ağızdan marş ve şarkı söyletmek gibi, spor şubesinin de görevi jimnastik haraketlerini "kütle halinde taptamak"tır (tatbik etmek). Şube Ulusal Spor bayramlarını da düzenler. E n önemli faaliyetle­ rinden biri, yurdu tanımak için yapılan geziler ve kamplardır. Şube, spor konferansları da verir. Spor Şubesinde millî spor­ lar olarak güreş, yağlı güreş, cirit, avcılık desteklenir. Aynı zamanda boks, eskrim, yüzücülük, küreğe de yer verilir. De­ nizlerle çevrili olan ülkemizde her ferdin yüzme bilmesi ge­ rektiği vurgulanır. Gençler bisiklet ve motor kullanmaya teş­ vik edilir (Halkevleri Çalışma Talimatnamesi, 1940).



5. Sevinç ve Dertie Ortaklık - Sosyal 'Vardım Şubeleri Leyla Baydar, "Sevinç ve dertde ortaklık" (CHP, 1935, s.82) sözlerinin bu dönemde Almanya'da yaygın olan bir slogan (Kraft durch Freude [neşe içinde güçlenmek]) oldu­ ğunu belirtmektedir. Şubenin esas ödevi Halkevi'nin bu­ lunduğu bölgede yardıma ihtiyaç duyan kimsesiz kadınlar, çocuklar vb. için "sosyetenin (cemiyetin) sevgenlik ve yar­ dım duygtilarmı uyandıracak" araç ve yol gösteriminde bu­ lunmaktır. Şube gerekli kaynağı yaratmakla görevlidir, müsamere, eğlenti, gezi vb. hazırlar. (Madde 53) (C.H.P Hal­ kevleri Öğreneğİ, 1938) Vilayet Merkezlerinde şube, parasız bir muayenehane açmaya çalışır. Köycülük Şubesi ile ortak çalışarak köy gezilerine doktorların da katılımını sağlar. 30



30 100



Leyla Baydar ile 15 Temmuz 1996'da yapılan görüşmeden.



(Halkevleri Çalışma Talimatnamesi, 1940) Şube, "Türk milletini kaynaşmış bir kütle yapmak yolunda, halkın birbirinin sevinç ve derdlerine ortak olmaları­ nı telkin" eder (CHP, 1935, s.82). Cömertlik: "Türk'ün içtimaî kahramanlığı" dır. ( C H P , 1935, s.82) 6. Ümmilikle Savaş - Dershane ve Kurslar Şubesi "Eski tazyiklerin, kötü âdetlerin, uyuşuk görenekle­ rin küfünden ve pasından Atatürk güneşinin gür ve kutsal ışıklı alanında, birden silkinip kurtulan Türk halkı da bu irfan ihitiyacmı ekmek ihtiyacı kadar kat'i ve gündelik bir ihtiyaç halinde hissediyor." (CHP, 1935, s.94) Amaç saltanat zamanında cahil bırakılan halkın "düzeyi­ ni yükseltmek"tir. "Pratik hayat bilgileri öğretmek ve ferdi kuvvetlendirmek" dır. "Teknik ve uzuğ (ihtisas)" kurslarına önem verilir. (Madde 54-58) (C.H.P Halkevleri Öğreneğİ, 1938) " C u m h u r i y e t rejiminin e l i , Atatürk aydınlarının emeği", okuma-yazma kursları ile, "Kör, nankör, sakat re­ jimlerin kısdığı ve esirgediği" okuma yazmayı "halkın aya­ ğına kadar, bol bol götürür" (CHP, 1935, s.94). Halkevlerinde, genel eğilimi sağlayacak Türkçe, okumayazma, yabancı d i l , fen, zanaat, tarih - yurt bilgisi, sosyal bilgiler gibi kursların yanısıra; daktilo, hesap, hesap tutma usulü, dikiş, nakış, ütü, şapkacılık, çiçekçilik, yöreye göre bağcılık, arıcılık, motorculuk, elektrikçilik vb. gibi meslek sağlayacak kurslar açılır. Latin alfabesinin kabulü, aydınların halk için gösterdiği bir özveri olarak tanımlanır. Atatürk neslinin münevverleri, 101



"sonsuz ve girift gayretlerle öğrendikleri eski yazıyı, eski üslubu, eski ifadeyi, eski ilmi bir kenara bırakı­ yorlar, halkla beraber, halkla bir rahlede, yazılarına, üslup ve ifadelerine yeni bir ciyadet ve sarahat, yeni bir selabet ve selamet vermek feragatini ve şuurunu gösteriyorlardı" (CHP, 1935, s.95).



Çalışma Talimatnamesi, 1940) "Müspet bilgi ve telkin kay­ nakları" (CHP, 1935, s.99) olan Halkevleri, " i l m i " cezaevle­ rine kadar taşır (CHP, 1935, s.99).



Halkevlerinde okuma yazma kurslarından sonra en çok ilgi yabancı d i l kurslarına gösterilir (C.H.P, 1942). Yabancı diller, aslında Türk'e yabancı değil, "kültür arkadaşı, mede­ niyet akrabası" diller olarak tanımlanır.



Kütüphane Halkevİ'nin ilk kurulma şartlarından birisidir. Bu nedenle binalarda bir kütüphane ve okuma odası bulun­ durulmalıdır. E n azından kitap odası veya rafı olmalıdır. Halkevi yörede kütüphane bulunsa bile kendi kütüphanesi­ ni kurar. Kitabın bir ihtiyaç olarak algılanması istenir. K i ­ tapsaray Şubesi, uram (mahalle) ve köy odalarında, parti ocaklarında ve açık havada okuma günleri yapar. Uygun bulunan kitap, okuma kapasitesi olan bir yurttaşa yüksek sesle okutulur (Madde 64) ( C . H . P Halkevleri Öğreneğİ, 1938). Talimatnamede kütüphaneye giremeyecek olan k i ­ taplar belirlenmiştir:



"medreselerin ve eski mekteplerin harıl harıl bir gay­ ret, kör ve sakat bir metotla kültüre yardımı olsun d i ­ ye ancak dinî istismarlara alet olabilecek kadar tek cepheli, yarım yamalak öğretebildikleri acemce ve arapca yerine yani medeniyetin, garplılık f i k r i n i n anahtarları olan diğer yabancı dilleri -yabancı tabiri burada acayip geliyor Daha doğrusu kültür arkadaşı, medeniyet akrabası dilleri - türk çocuklarına tez el­ den öğretmek lazım geliyordu" (CHP, 1935, s.96) Bu kursları "münevverler" hiç bir karşılık beklemeden "öğreticilik aşkı" ile verir. Bu görev, "her gelişte lütfeder bir nazla ve rehavetle değil, bir kutsal emri yerine getirir gibi mesuliyetini ve şerefi­ ni birlikte duyarak yapılacak bir vazifedir" ( C H P , 1935, s.98) Halkevleri kurağları (binaları) elverişli olmazsa başka uy­ gun yerlerde kurslar açılabileceği belirtilmiştir. (Madde 58) (C.H.P Halkevleri Öğreneğİ, 1938) Şube, Halkevi yöresinde bulunan el ve tezgah sanatlarını özellikle "köylünün giyi­ m i n i " sağlamak üzere, destekler, kurslar açar. (Halkevleri 102



7. Kahveden Kütüphaneye - Kitapsaray (Kütüphane; ve Yayın Şubesi



"Dinî mahiyette olan, Türk inkılâbı ideolojisine uymıyan, yabancı rejim ve ideolojileri tasvir eden, alelumum millî ve realist görüşler dışında kalan hurafe­ leri, geri ve irticaî zihniyeti istihdaf eden, bedbinlik telkin eden; cinayet, intihar gibi vakaları tasvir eden; şehvet ve ihtiras temayüllerini kamçılayan ve gençliği sıhhata muzır itiyatlara teşvik eden eserler Halkevi kütüphanelerine konulamaz." (Madde 90) (Halkevle­ ri Çalışma Talimatnamesi, 1940) Okunmasına izin verilen kitaplar şöyle belirlenir: "Edebi, ziraî, sıhhî nasihatlar", "şehir planlarından ruh nizamlarına kadar muhtelif mevzularda halka yeni fikir verecek ve doğ­ ru çığır açacak", "mahalli ihtiyaçlara göre alınacak mahalli tedbirleri anlatan" yayınlar (CHP, 1935, s. 99-100). Bunlar, 103



"Halka göre ve halk için kitaplar" (CHP, 1935, s. 100) ola­ rak tanımlanır. O k u m a sevgisi oluşturulması için yazarlardan, Halkın anlayabileceği açıklıkta "açık dilli, millî duygulu, türk özlü eserler" beklenir (CHP, 1935, s.109). "Mahalle kahvesinden Halkevi kütüphanesine" halkın çekilmesi amaçlanır. Hal­ kevleri, mahallelerde, köylerde ve cezaevlerinde okuma odaları açar (CHP, 1935, s.99). 8. Memleketin İman = Köyün îman - Köycülült Şubesi 1950 Yılı öncesi Türkiye'nin demografik yapısı göz önü­ ne alındığında şubeye verilen önem anlaşılır. Nüfusun bü­ yük bölümünün köylerde yaşadığı ülkede, memleketin imarı için köyün imarından başlamak gerekir, köyün imarı sağlanınca memleket imar edilmiş olacaktır. Antalya Halkevi'nin Örnek Solak Köyü için hazırladığı program, şubenin faaliyetlerinin anlaşılması için iyi bir ör­ nektir. Örnek Solak Köyü'nde Program şöyle özetlenebilir: 1. Cumhuriyet meydanının acilen tanzimi 2. Köy Odası inşaatının tamamlanması 3. Başıboş hayvanlar için sığırtmaç ve çoban sağlanması 4. Damlarda kiremit kullanılması için kiremitçilik öğretil­ mesi 5. Köyün halihazır vaziyetinin ıslahı, caddenin tevsii, ev­ lerin sıhhileştirilmesi ve ati için gerek yol ve gerek inşaat için bir kroki ve program tanzimi 6.... (CHP, 1935, s.123) Seferberlik ruhu içinde yapılan bu çalışmalarda C u m h u ­ riyet meydanına verilen önem dikkat çekicidir. Her şeyden önce ve ilk olarak köy meydanının düzenIenmesi, hüküme­ tin (yani erkin) köye kadar ulaşmasının işaretidir. 104



Köycülük şubesinin görevi: "köylerin sağlısal, sosyal, bediiğ gelişmelerine ve ev­ rimlerine, köylü ile şehirli arasında karşılıklı sevgi ve dayanışma duygularının kuvvetlenmesine çalışmak­ tır." (Madde 66) (C.H.P Halkevleri Ögreneği, 1938) Şube yakın köylerin Halkevleri müsamerelerine ve Hal­ kevi üyelerinin köylerde kır bayramlarına katılımını sağlar. Dersane ve kurslar şubesi ile birlikte köylerde okuma-yazma vb. kursları açar, köylünün mektuplarını yazar, sosyal yardım şubesi ile birlikte köylünün sağlık sorunlarını çöz­ meye yardım eder. Köylülerin kentte olan resmî işlerini ta­ kip ederek çözmek için çalışır (Madde 66-67-68-69) (C.H.P Halkevleri Öğreneği, 1938). Aydınla halk arasındaki kopukluğu gidermek ve aydının halka gidişi ile ilgili tartışmalar açısından önemli bir nokta vardır. "Münewer"in köylüye yararlı olabilmesinin, köylü­ nün "alemine nüfuz edebilme" sine bağlı olduğu belirtilir. (Madde 106-107-111-112) (Halkevleri Çalışma Talimatna­ mesi, 1940) Bu nedenle aydınların "gökten inmiş İslahatçı tavrı ile" davranmaması beklenir (CHP, 1935, s.114). Köye her meslekten vatandaşın gitmesi istenir. "...insan muayeneleri için doktorların, mahsul m u ­ ayenesi için ziraatçıların, güzel sözler söylemek ve güzel sözler toplamak için edebiyatçıların, halkı garp musiki zevkine alıştırmak ve halktan yerli havalar al­ mak için musikişinasların" (CHP, 1935, s. 118) Anlaşılır olmanın yanında aceleci olmamak da önemlidir "bütün fikirler ve yenilikler sağanak halinde" verilmemeli­ dir. "Planlı ve ülkülü çalışma" esastır (CHP, 1935, s. 123). Şubenin amaçlarından diğerleri, köylüye sergilerle yerli mallarını tanıtmak, onun görgü ve bilgi seviyesini yükselt105



inektir. Temsil Şubesi ile birlikte "temsiller, karagöz, kukla, millî rakıslarla köylerde neşe ve şeratetm artmasına" çalışı­ lır. (Madde 106-107-111-112) (Halkevleri Çalışma Talimat­ namesi, 1940) 1940 yılında Talimatname'de, köy gezilerinde köylüye yük olunmayacağı ve onlara masraf yaptırıhnayacağı belirtilir. Köycülük çalışmalarının bir diğer önemli tarafı Halkevi dergilerinde yayınlanan köy monografileridir (Öztürkmen, 1998). Bu monografilerden mimar Abdullah Ziya'mn "köy mimarisi" ile ilgili yazısı konumuz açısından ilgi çekicidir. Yerel bir mimari anlayışın savunucusu olan bu söylem, dö­ nemin köy mimarisi anlayışına ışık tutmaktadır. "Köyün mimarı isimsizdir"... "Köylünün mektebi tecrübesidir...Köy mimarı, sanatkar köylü hem mimar hem usta, hem amele, hem de malzeme yapıcısıdır. Köylüye başka diyarlardan yapı malzemesi getirtemezsiniz, ona Ankara'da oturup Erzurum için çizilen bir planı tatbik ettiremezsiniz, ona kasabadaki evleri, Cermen ve Rus köylerini taklit ettiremezsiniz. Köyün mimarisi ve mimarı köyün içinden, köyün ihtiyacın­ dan doğar. Yapısı köyün taşı, toprağı ve ağaciyle yapı­ lır" (Ziya 1933, Öztürkmen 1998, s. 135-136)



9. Millî Tarih ve Benlik - Tarih ve Müze Şubesi Müze grubu bulunduğu yerde yeralan tarihi eserlerin ko­ runması için gerekli resmî kurumları bilgilendirir, özel ce­ miyetleri destekler. Tarihi anıtların fotoğraflarını aldırır ve mümkünse modellerini yaptırır. Tarihi değeri olan "eski ya­ zılar, kitap kapları, tezhipler, divanlar, minyatürler, çiniler, halılar ve nakışlar gibi ulusal kültür belgelerde eski kılıçlar, yatağanlar, tüfekler, tabancalar ve her türlü silahlar sedef, 106



akun, gümüş vs. kakmalar ve oymalar gibi Türk etnografya belgelerini toplamaya çalışmak yolu ile yersel müzelerin ge­ lişmesine ve kurulmasına hizmet eder" (Madde 72) (C.H.P Halkevleri Öğreneğİ, 1938). Sergi grubu, ressam, heykeltraş ve mimar ve diğer sanat­ çıların eserlerinin Halkevi binalarında sergilenmesine yar­ dımcı olur. Çeşitli mekânlarda (kulüp, gazino, kahve vd.) "Ulusal bediiğ zevkimizi yükseltecek izerlerin yer bulması­ nı ve yurtda hakikiğ arın ön almasını sağlamaya" çalışır (Madde 73) (C.H.P. Halkevleri Öğreneği, 1938). 1940 yılında Tarih Şubesi'nin görevi, tarih ile ilgili "alim­ lerin ortaya koyduğu hakikatleri" yazı, hülasa, konferans vb. yollarla "geniş halk kütlesine yaymak", kendi bölgesin­ deki tarihi vesikaları ortaya çıkarmak, olarak tanımlanır (Madde 113) (Halkevleri Çalışma Talimatnamesi, 1940). Son olarak 1.3.1932 tarihli genelgeye değinmeliyiz. Bu genelgeye göre: Halkevleri açılışa gösterilen ilgiyi her zaman muhafaza etmeli ve beslemelidir. "Yeni bir çalışma ve kaynaşma kuru­ m u " olan evlerin yaşaması için bu gereklidir. "..Yalnız memlekette tanınmış belli arkadaşların iş ve ödev almaları ve diğer kapasiteli, yetişebilecek unsur­ ların seyirci kalmaları olmaz. Halkevleri bütün vatan­ daşları birbirine kaynaştırarak ve gençleri yetiştirerek ulusu kuvvetli bir kütle haline getirmek ödevini aldı­ ğına göre imkân olduğu kadar çok vatandaşa ödev vermek ve kapasiteli zekâları iş başına sürmek önem­ li bir yükümdür. Memleketin öyle değerli çocukları vardır k i kendi değerlerinden kendilerinin de haberi yoktur. Köşeye çekilmeyi severler, halkın içinde kala­ balık bir toplanmada iş almaktan çekinirler. Bu u n ­ surları işletip parlatmak lüzumludur. Her halde eski107



TV. 1930-1940'h Yıllarda Türkiye'de Mimar ve Mimarlık



den tanınmış yer almış ve değerleri beğenilmiş arka­ daşlar yanında ve onlarla beraber yeni taze unsurları Halkevleri'nin yeni ödev alanında cemiyet için çalışdırmaya alıştırmak esaslı bir prensiptir" (C.H.P Hal­ kevleri Öğrenegi, 1938, s.20) Halkevleri'nin çalışmalarına katılması için bütün aydın­ lar, öğretmenler, doktorlar, artistler vb.'nin şevklendirilmesi gerektiği belirtilir. Halkevleri'nin kapısı herkese açıktır, bil­ gi seviyesi ne olursa olsun herkesi çatısı altında toplamaya çalışır. "Halkevi gerçekten (halkın evidir) bu r u h her zaman egemen olmalıdır" (C.H.P Halkevleri Öğrenegi, 1938, s.21) Tarihi önemi olacak hatıraları saklamaya dikkat edil­ mektedir. Yeni tarih bilinci oluşturulmaya çalışılır. Çünkü yeni bir kimlik yaratılmaya çalışılır. (Bellek -anılar, k i m l i ­ ğin anahtarıdır. (Harvey, j a m e s o n : Yıldırım'dan, 1994) Halkevleri açılış törenlerinde verilen söylevler, okunan şi­ irler, alman fotoğraflar vb. "Halkevi tarihinin başlangıcı andacı (hatıra) olmak üzre belli ve düzgün dosyalarda sak­ lanacaktır" (C.H.P Halkevleri Öğrenegi, 1938, s.21). B u n ­ lardan birer örnek de Genel Sekreterliğe gönderilir. H a l ­ kevleri'nin çalışmaları da " H a l k e v i Çalışma Defterinde" düzgünce derlenir. Belgeler (notlar, fotoğraflar) dosyalarda saklanır ve fotoğraf albümleri yapılır (C.H.P Halkevleri Öğ­ renegi, 1938, s.21). Özenle sağlanan bu önemli arşivin da­ ğıtılmış olması üzücüdür.



Türkiye'de mimarlık tarihini modernist kesinti ile birbirini izleyen I. ve II. Ulusal Mimarlık olarak dönemselleştirme eği­ limi yaygındır. Ancak mimarlık tarihine Leyla Baydar'm ifa­ desi ile yalnızca "bina tarihi" ve üslup tarihi olarak bakılmamalıdır. Kaldı k i mimarlık tarihi yalnızca bilinen " i y i " kamu ya da sivil bina örnekleri envanteri de olmamalıdır. Tarihe, farklı yaklaşımlar ve okumalar aracılığı ile bakılmalıdır. Bu bölümde. Tek Parti döneminde, Türkiye'de mimarla­ rın zihinlerindeki tanımlar incelenmeye, mimarlığa ve ken­ dilerine, sosyal yaşama yükledikleri anlamlar okunmaya. 31



31 Üstün Alsaç vc inci Aslanoğlu'nun çalışmaları bu yaklaşıma örnektir. Özellikle Alsaç, evrimsel bir tatili anlayışı sergiler. Alsaç'a göre "Bu düşünceler Cumhuri­ yet d ö n e m i içir.de birinci ulusal mimarlık düşüncesi ile başlamış, rasyonelfonksiyoncu mimarlık düşüncesi, ikinci ulusal mimarlık düşüncesi, serbest bi­ çimlerle çözümler arayan mimarlık düşüncesi dönemlerinden geçerek bugünkü toplumsal sorunlara eğilen mimarlık düşüncesi düzeyine gelmiştir.", "Gerek bunların tek tek kendileri, gerek geçirmiş oldukları evrim ve gerekse b u gün erişmiş oldukları düzey, olumlu bir gelişme olarak nitelendirilmelidir." (Alsaç, 1976,



s.152) Bu yaklaşım dışında ilk örnek sayılabilecek çalışma Bülent Özer'e



aittir. Bülent Özer, bölgeselciliğin bu dönem içinde kesintisiz devam ettiğini sa­ vunur. Somer Ural ise 1923-1950 mimarlığını "Millî Mimarlık" olarak tanımlar 108



109



devrimle kurdukları ilişkiler anlaşılmaya çalışılacaktır. Tekelinin (1994) belirttiği gibi yeni bir ulusal bilinç ile bir ulus-devlet kurmaya çalışan Türkiye'de M o d e r n i z m , devlet ideolojisi olarak benimsenmiştir. "Ulus devlet siyasal olarak kurulmuş olmasına karşın toplumsal bilinç düzeyinde yeniden oluşturulacaktır. Batılı ama onun denetiminde olmayan bağımsız bir ulus devlet kurulacaktır. Bunun başarılabilmesi ko­ nusunda Cumhuriyet yönetimi mekânsal stratejilere önemli roller vermiştir (Tekeli, 1994, s.53). Bu stratejilerin ilki başkentin Ankara'ya taşınmasıdır (Te­ keli, 1994). Her iktidar, kendi ideolojisini yeniden üretece­ ği alanlara ağırlık verir. Tek Parti döneminde Türkiye'de, "yurdu demir ağlarla örmek" i l k ve en önemli bayındırlık faaliyetidir. Bu garların, istasyon binalarının ve Devlet De­ miryolları Genel Müdürlüğü'nün yapımına sebeb olur. De­ miryolları ile, iktidar tüm ülkeye ulaşmıştır. Ve ulaştığı her vilayette, eski olana karşı yeni rejimi "ulus-devleti" temsil eden "Cumhuriyet meydanları" ile varlığını ilan eder. Cumhuriyet meydanlar! Gazi Bulvarları üzerinde yer alır ve Atatürk heykeli ile tanımlanır. Belediye binaları bir diğer simgedir. Kentlerde minimum yapı programı, Gazi ilkoku­ l u , hükümet konağı ve Halkevi binasıdır (Batur, 1986). Bozdoğan, 1930'lu yıllarda okul, halkevi ve sergi mekânla­ rında modernist estetiğin propaganda işlevinin bariz oldu­ ğunu belirtir (Yürekliden, 1995). 1934'de Gazi heykeli müsabakaları yapılır. Ülkenin dört bir yanı Cumhuriyet Meydanları üzerinde Gazi heykelleri ile donatılır. Ekonomik alanda "Devletçilik" ideolojisinin demiryolu ağından sonra bir başka sonucu ise, her ilde, "İnhisarlar U m u m Müdürlüklerinin 1928 yılından itibaren yapılmasıdır. 110



Tevhid-i Tedrisat'la başlayan eğitim politikası ile medre­ seler yerine yeni okullar yapılır. Her kent bir "Gazi O k u l u " yapmaya çalışır (Batur, 1986). Müzik alanında konservatuvarlar açılır. Halkçılık ilkesi bağlamında "Köylü Ülkenin Efendisidir" olarak özetlenebilen, köycülük anlayışı, "Köyevleri ve Köy Planlarının" tasarlanmasını sağlar. Bu dönemden bir mima­ rın ifadesi ile Köy Enstitüleri Cumhuriyet'in özellikle " m i ­ mari bakımdan da iftihar edilecek müesseseleridir" ve "köylerin ve hatta şehirlerin çekirdeği olacağı aşikârdır" (O. Alsaç, 1941). Avrupa'daki faşist akımın etkileri ile sağlığa ve genç nesle verilen önem, "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" ilkesi ile özetlenir ve yapı alanında, "spor alanlarının ve spor sa­ lonlarının" yapımını sağlar. Tiyatro ve konferanslarla telkin dönem boyunca amaçlanmıştır, Anfi tiyatrolar yapılır. Hal­ ka yeni ve modern yaşam ise Halkevleri ile öğretilecektir. 32



Bu yapı alanlarının (Demir Yolu yapıları, Gazi Okulları, inhisarlar Umum Müdürlükleri, Köy Evleri, Köy Enstitüle­ ri, spor alanları, Halkevleri vb.) herbiri ayrı birer araştırma konusu olabilecek zenginliktedir, ideolojilerin yapı faaliyet­ lerini belirlemeleri ve yapıların varlık nedeni olmalarının ötesinde, mimarlık alanına etkileri vardır. Bu nedenle b u araştırmada Halkevi binaları araştırmanın temel konusu o l 32



Eyüp Komürcüoglu yayınladığı bir acık hava tiyatro projesinde, bu yapıların Almanya'daki Örneklerinden de söz eder. Ö n ü gerektirmediği ve açıklık geç­ me derdi olmadığı için bu yapılann ç o k b ü y ü k olabildiğini, böylelikle onbinlerce insanın burada toplatılarak "propaganda ve halk terbiyesi" yapılabilece­ ğini anlatır. "Ufak ve paralı bir zümrenin zevkini tatmin eden bir yer değil, onbinleıce halk kütlesinin bedii ve millî heyecanlarına cevap verebilecek, ka­ deme kademe yükselen sade bir seyirci yeri" olarak tanımlar. K ö m ü r c ü o ğ l u , O n a Asya'da destanlar, şairler ve bestekârların halkı coşturduğıı ve halk kül­ t ü r ü n ü n beslendiğini anlatır. G ü n ü m ü z d e açık hava tiyatrolanmn bu ihtiyacı­ mızı karşılayabileceğini, bunları "'millî ve an'anevi h e y e c e n l a n m ı z için" kulla­ nabileceğimizi belinir ( K ö m ü r c ü o ğ l u , 1940). 111



makla birlikte, "mimarın kendiliğinden ideolojisi" çerçevesi içinde incelenmektedir. İlk bölümde belirttiğimiz gibi, ideolojiler, üretim süreci içinde yer alan bir meslek adamı olarak "mimarın kendili­ ğinden ideolojisini" belirler. B u süreç içinde mimar, mesle­ ğinin tanımını yapar ve kendi profilini çizer. B u nedenle öncelikle 1930-1940' lı yıllarda mimarın "kolektif bilinçal­ tını" incelememiz gerekmektedir. Cumhuriyet'in i l k yıllarından itibaren Mimar, mesleki kimliğini oluşturma çabası içindedir. Öncelikle bir meslek olarak mimarlığı kabul ettirme derdindedir. Çünkü halk "mühendisi tanımakta fakat mimarı tanımamaktaMır. Hatta bürokratların bile mimarı tanıdığı söylenemez. Örne. ğin Zonguldak Halkevi proje yarışmasında jüri üyeleri Halk Fırkası ve Halkevi Reisi, Zonguldak Valisi, Belediye, Nafia, maden mühendislerinden oluşmaktadır. İstanbul Halkevi'nin yardımıyla jüriye i k i mimar sonradan katılabilir: İs­ tanbul Mimari Birliği Reisi Samih Saim ve İstanbul Halkevi İdare Heyeti'nden Güzel Sanatlar Murahhası Mimar Faruk Galip (Galip, 1933). Mimarlığı bir meslek olarak tanıtmak ve kabul ettirebilmek için, yayınlarda sık sık, sağlığımız bo­ zulduğu zaman nasıl doktora gidiyorsak, evimizi yaptırmak için de mimara gitmeliyiz, örneği verilir. 33



"Güzeli, iyiyi mantıkiyi bulmak için her işimizde m i ­ mara koşmalıyız. O n d a n f i k i r almalıyız." (Uçar, 1944, s.52) "Mimara itimat etmeliyiz. Mimara salâhiyet vermeli­ yiz. Mimar evimizi yapan, bizi tanıyan ve düşünen, bize en insanca yaşayışı temin eden adamdır." (Mortaş, 1936, s.24) 33



Antalya'nın ilk mimarı T a n k Akılıopu'nun ifadesidir (Mimar Tarık Akıltopu ile 18 Kasım 1996'da Antalya'da yapılan g ö r ü ş m e d e n ) .



112



1927 yılında Ankara'da Yüksek Mimarlar Birliği k u r u l ­ muştur ve bu ilk mimarlık meslek örgütüdür. 1928 yılında ise istanbul'da Güzel Sanatlar Şubesi Mimari Birliği kuru­ lur. Bu i k i örgüt arasında dönemin "neşriyatına" yansıyan ilişki, istanbul ve Ankara'lı mimarlar arasında bir çatışma olduğunu düşündürür (Güvenç, 1994). Dönemin tek sorunu mimarlığın bir meslek olarak kabu­ lü değil. Zeki Sayar'm, "Ecnebiperestlik" olarak yorumladı­ ğı (Sayar, 1938) yabancı mimar problemidir. Önemli yapıla­ rın tasarımında yabancı mimarlar görevlendirilmiştir. Hal­ kevleri ise yabancı mimarlardan kurtarılmış bir alandır. Tü­ müyle Türk mimarlar tarafından tasarlanan H a l k e v l e r i , Türk mimarlığının gurur kaynağıdır. Ancak 1940 yılından sonra Halkevi binalarının projelendirilmesini üstlenen (bir sonraki bölümde göreceğimiz) Halk Partisi Müşavirlik Bü­ rosu, olumsuz eleştirilere de hedef olur. Mimar, yapı alanında söz hakkını ararken, yarışma k u ­ rumunu hem yabancı mimarlara siparişleri hem de aynı mimarların iş almasını engellemek için geliştirmeye ça­ lışır. Mimar, resmî ideolojinin dilde anlaştırma çalışmalarına paralel olarak, kendi meslek adını ve meslek dilini Arapça Farsça kelimelerden arıtır. Türkçe olmasa bile mimar keli34



34



Yapı dergisi özellikle Sedat Hakkı Eldem'e muhalefet olarak çıkmış bir dergi g ö r ü n ü m ü n d e d i r . Bu muhalefet Sedat Hakkı Eldem'in ismini vererek ya da venneden ima yolu ile, derginin hemen hemen her sayısında yapılır. Ayrıca dönemin mimarlarından Eldem'in asistanı Ferzan Baydar da bunu belirtmiştir. (Ferzan Baydar ile 26 Mart 1996'da Ankara'da yapılan g ö r ü ş m e d e n ) Yapı der­ gisinde yer alan, "Cumhuriyet T ü r k mimarisi dediğimiz zaman fert stili değil, böyle içtimai bir nizamı, bir stili anlamış oluyoruz", "Millî bir mimarinin fer­ dîn stili değil, devrin stilidir" s öylemi erinin altındaki sebeblerden biri budur. Türkçü ve millî bir mimari için, "Fert çalışması yerine, is b ö l ü m ü ile bütün mimarlığını çalıştırmak ve böylece de T ü r k ç ü ve idealist bir kadroya kavuş­ mak, -servet yapmak yerine- feragat ve fedakârlıkla, halk için ve memlekete sanat yaparak çalışmak..." (Yapı, 1942). 113



mesi yerine "arkitekt" önerilir. Z.Sayar, Matbuat U m u m Müdürlüğü'nden gelen bir yazı ile derginin Arapça olan adı­ nın değiştirilmesinin istendiğini belirtir (Sayar, 1990). Böy­ lece derginin adı Arapça olmaktan kurtarılarak "mimar" ye­ rine "arkitekt" olur. Anadolu'da bulunan meslektaşlardan mesleğe ait Türkçe kelimeleri toplamaları ve dergiye gön­ dermeleri istenir. Bu "mühim ve millî" bir görev olarak de­ ğerlendirilir. (Mimar, 1933, s.13). Dergide yeni Türkçe keli­ meler yayınlanır. Zamanla meslek dili de Türkçeleşir. Makta yerine Kesit, Methal yerine Giriş, Mikyas yerine Ölçü (Öl­ çek) kullanımı gibi. Atatürk'ün Geometri kitabı ile yarattığı, geometri dili zamanla benimsenir. Murabba, A m u d , Muvazi, Zaviye gibi kelimelerin yerine Türkçe karşılıkları olarak Üç­ gen, Dik, Paralel, Açı kelimeleri kullanılır. 3s



Mimar Mesleki kimliğini meşrulaştırmaya ve piyasadan yabancı mi­ marları uzaklaştırmaya çalışan Türk mimarı kendini "mede­ niyet timsali" olarak tanımlar. Dönemin diğer aydınlarında olduğu gibi, mimar da halkı aydınlatmakla görevlidir. " O cemiyette tek başına bir mahlûk bir medeniyet timsalidir. O n u n eseri medeniyetin aynasıdır. O n u tavsif etmek bunun için güçtür. Biz böyle kimselere mimar diyoruz." (Behçet ve Bedrettin, İ 9 3 3 , s. 199) Dönemin mimarlarının anlaşılabilmesi için, dönemin "ay­ dın" tipine değinilmesinde yarar vardır. Radyo konuşmaları



yapan beden terbiyecisi Selim Sırrı bu "aydın" tipi için ilginç bir örnek olur. Sırrı, "Su nasıl bir gıdadır", "Hava nasıl bir gıdadır", "Güneş nasıl bir gıdadır" gibi başlıklarla, halkın günlük yaşantısında hava, su ve güneşle kurması gereken ilişkiyi anlatır. Halkı eğitmek, davranışlarını yönlendir­ mekteki kararlılığını, bir çivinin yerine girmesi için sürekli aynı noktaya vurmanın gerektiğini söyleyerek gösterir. 36



"Efkârı umumiyede bazı kanaatlerin iman ve itiyat haline gelmesi için daima söylenmesi, daima tekrara edilmesi iktiza eder." (Sırrı, 1932) Dönemin mimarı, dönemin diğer aydınları gibi "mürebbidir". Halka nasıl yaşaması gerektiğini öğretir. Sosyal yaşa­ ma uygun mimari aslında, devrimle gelen "yeni hayata" uy­ gun mimaridir. Devrim, fesin yerine şapkayı getirdiği gibi, minderin yerine sandalyeyi, yer sofrasının yerine masayı getirir. Burada modernizmin etkisi açıktır. Siyasî alanda ulus-devleti kurmaya çalışan devrim, sanat alanında da ba­ tılı ulus-devletlerin, "avantgarde" modern sanatını almıştır. Sanatçı, halk için halka nasıl yaşaması gerektiğini öğretir. 36 Eğitim ve davranış alışkanlıklarımızı eleştiren Sırrı'nın, mekâna yönelik eleşti­ rileri de dikkate değer. Sırrı, yeni neslin, yeni çocuklarının sağlıklı, neşeli ye­ tişmesi için Almanya'da gördüğü açık ve kapalı mekânları ve bunların kullanı­ mını tanımlar. Çocuklar "kindergarten"lerde her yarım saatte bir bahçeye çı­ karılır. Yetişkinler İçin de açık havanın, ö n e m i n i anlatır ve kahvelere, evlere kapanıp kalmanın "şimal memleketler"de tarihe karıştığını söyler. Evlerde banyo yapmanın m ü m k ü n o l m a m a s ı n d a n şikayet eder. " b u vesaaitsizlik bizi biraz seyrek yıkanmaya mecbur etmiştir ki bu cidden elîm ve a c ı n a c a k bir hal­ dir" der (s.79). Evlerimizde yemek bir "angariye telakki" edildiği için yemek salonuna da ö n e m verilmez. Ancak bir yemek odasında "Yemek odasının d u varlannın. o duvarlara asılan tablolann, yemek masasının ve o masayı süsliyen çiçeklerin gönle ferah verecek mahiyette olması lazımdır" (s. 85). Sokak-



35 Alsaç, "arkitekt" kelimesinin seçimini diplomalı bir meslek olarak mimarların kendilerini yapı usta ve kalfalarından ayırma çabası olarak yorumlar (Alsaç, 1976). Ancak bu kararda. Meşrutiyet döneminde Genç Kalemler dergisiyle baş­ layıp Cumhuriyetle 1931 D i l Kongresi ve 1935 G ü n e ş D i l Teorisi ile devam eden. resmî ideolojinin dilde anlaştırma çabalannın etkisi unutulmamalıdır. 114



lanmız dar ve evlerimiz sağlıksız olduğundan güneş ışığından faydalanamadı ğımızı belirtir. "Dahası var. Güneşin ziyasına kendimizi



ahştınnadığımızdaıı



evin içine girmemesi için eskiden kafes, simdi ise perdeler ile mâni olmaya ça­ lışıyoruz, " diyen Sırrı, kinderganenlerde g ü n e ş t e n faydalanmak için g ü n e ş banyosunun nasıl yapılacağını anlatır (s. 95) (Sırrı, 1932). 115



Mimar halkı aydınlatan bir "medeniyet timsali" olarak, onun estetik eğitimini de üstlenir.



lerin tesiri daima uyuşturucu o l u r . " (Saim, 1931, s. 133-139).



"Bizler san'at ve estetik duygusunu aşılayacak hakiki mimarlık eserlerine muhtacız." (Ünsal, 1939, s.60)



Mimarlık Mimar, halkı eğiten bir aydın olduğu gibi, mimarın verdiği ürünler de halkı eğitir, aydınlatır, "terbiye" verir.



"Genç Türk mimarı i k i iş başaracaktır. Bir taraftan güzel eser yaratırken, diğer taraftan da; güzel eser ne demek olduğunu, anlatacak ve öğretecektir." (Ünsal, 1935, s.120)



"Mimarın eseri bir lüks bir süs değildir. Ruh ve sıh­ hat üzerinde, hayat üzerinde, kültür ve terbiye üze­ rinde Mimarlık eserlerinin ne tesirler yaptığını böyle hakiki mimarlık eseri olan yuvalarda yaşıyanlardan sorunuz" (Ünsal, 1939, s.60)



Mimar, halka güzeli öğretmekle kalmaz, estetik beğeniyi "yeni" olana göre yönlendirir. Devrimin getirdiği "yeni" b i ­ çimlere halkı alıştırır ve "yeni zevki" "aşılar".



Mimarlığın tanımında modernizmin, sosyal, ekonomik, teknik söylemi yatar.



"Nazarlarımız beşer ihtiyaçlarının tekâmülü ile doğan yeni şekillere ve yeni vakalara mütemadi intibaklara yavaş yavaş alışacaklardır." (Saim, 1931, s.133-139).



"Mimarlığın sanat cephesi onun bedii bir kıymet yara­ tabilmesi ile; teknik cephesi sağlamlılığı ve dayanıklılı­ ğı ile; içtimaî cephesi ondan cemiyetin faydalanabil­ mesi ile; iktisadi cephesi ucuzluğu ve elverişliliği ile sağlanabilir"... "....mimarlık güzel ve mantıki inşa sa­ natıdır Teknik onun vasıtasıdır." (Uçar, 1944, s.52-56)



"Bugün hacim ve satıhların ahengi, mimarisi vardır. Güzeli çocuklarımıza bunların armonisi ile aşılayaca­ ğız." (Selâh, 1931,s.253-254). Mimar, devrimin "yeni" zevk anlayışını tasarladığı bina­ lar ile halka aşılarken, halkın "Osmanlı" döneminde bozu­ lan zevk anlayışını da iyileştirmekle görevlidir.



Mimarlığın bilimsel bir yönü olduğu kabul edilir. Modernizmde olduğu gibi bilime dayalı bir söylem yer alır.



"Eserlerde asrın bütün ihtiyaçlarını uygun bir şekilde düşünmekle beraber biraz vatandaşın da bozulan, i h tiyarlıyan zevkini tabiiliğe çevirmek ve onu canlan­ dırmak çareleri" aranmalıdır. (Celâl, 1933, s.164).



"Hakim olan ilim ve sanattır." (Ziya, 1931, s.14-15) "Mimarlık dediğimiz; zaruretlere cevap verebilen gü­ zel inşa san'atı; ilim hamulesini başında toplarken elini güzel sanatlara veren bir meslektir." (Behçet ve Bedrettin, 1933, s.199)



Estetik, insan davranışları üzerinde etkili bir araçtır. B u aracın olanakları ile insan davranışları yönlendirilir.



Bilim, aynı zamanda Cumhuriyet'in de temeli olarak gö­ rülür. Bu nedenle mimarlık, "her şeyi sağlam bir esasa ve garbın bilgi ve tekniğine bağlayan Cumhuriyetimiz" gibi,



"Temiz ve kuvvetli renkler münebbihtirler; tesirinde bulunanları faaliyete sevk eder. Esmer ve zayıf renk116



117 . •



"ilme" bağlıdır (O.Alsaç, 1941). "İlmin her isteğini yerine getir(ir)" veya "getirmeye çahş(ır)"(O.Alsaç, 1941). Sözge­ l i m i o k u l binalarında pedagojinin verileri dikkate alınır. O k u l binaları, "mektep mimarisinde büyük tahavvül ve i n ­ kişaflara sebeb" olan, "muhtelif pedagoji nazariyelerine gö­ re" tasarlanır (O.Alsaç, 1941). Pozitivist bilim anlayışının bir yönü de "nazım"dır (dü­ zen). Mimardan ve mimarlıktan beklenen bu "düzeni" sağ­ lamaktır. "Mimarlık hayatın nizam ve ahenk ihtiyacından doğ­ muştur..." "Nizam (ordre)" olmazsa "kargaşalık (de­ sordre) içinde çalkanırdık". Mimar, "tabiatın bir nazı­ mı, güzelliğin tasnifçisi ve yapıcısı"dır. (Behçet ve Bedrettin, 1933,s.l99).



"İçtimai bünyemiz için; inkılâbımız için; tarihimiz için; bize has bize uygun, bizim olan bir mimarlığı­ mızın olması lazımdır." (Uçar, 1944, s.52-56) "Yabancı medeniyetler aramak isteyen neslimize ken­ di yaşayışına uygun ve sahtelikten uzak güzel evler hazırlamak Türk mimarının b o r c u d u r . " (Mimar, 1931, sayı 7, s.2) Burada yalnızca varolan sosyal yaşamı barındıran bir m i ­ marlıktan çok, olması gereken, devrimin biçimlendirmeye çalıştığı bir sosyal yaşam, mimarlar tarafından tasarlanmak­ tadır. Mimar sosyal yaşama uymakla kalmaz, bizzat onu b i ­ çimlendirir, yönlendirir. Çünkü mimar, sosyal yaşama "yol gösteren bir mütefekkir", cemiyet yaşamına yön veren bir "alim"( Ziya, 1931, s.14-15) olarak algılanır.



Düzen arayışı özellikle kent planlarında görülür. Gelişi­ güzel bulunan eski kentler, modern kent planlama yöntem­ leri ile "hizaya" getirilir.



Mimar, yaşanan değişim ve dönüşümlere uymakla görev­ lidir. Yaşanan değişimleri takip eder ve bunlara göre sosyal yaşamı yaratır, yoktan var eder (ibdâ eder).



"Tayyareden alınmış fotoğrafların tetkiki şehirlerimi­ zin ne kadar intizamsız ve ne kadar gelişigüzel suret­ te tanzim edilmiş olduğunu bize gösterdi. Gerek ev­ lerin gerekse şehirlerin kuşbakışı manzaraları onların çizgilerinde nazım bir zekânın yokluğunu derhal bize hissettirdi..." (Saim, 1931, s. 133).



"Hakiki san'atkâr asrın ihtiyaçlarını, içtimaî zevkleri­ ni gören ve ibdâ eden san'atkârdır." ( Z i y a , 1932, s.97-98). Aile yapısı değişmiştir. Aile tipi, aile yaşantısı devrimin istediği modern aileye ve modern yaşama dönüştürülür. Mimar ailenin ve evin tanımını yapar. Aile, çekirdek aile; çekirdek ailenin konutu ise apartman dairesi olmalıdır. 37



Sosyal Yaşam ve Mimar Mimarlık sosyal (içtimaî) bir meslek olarak görülür. M i ­ marlık "içtimaî bünyemize uygun"luk ve binalar içinde ba­ rınılan, sosyal yaşama uygun bir "kab", " z a r f ya da "elbise" olarak tanımlanır. Türk mimarının görevi, "Türk" sosyal yaşantısını inceleyerek ona uygun ev yapmaktır.



"Apartman hayatı bu asrın hayatıdır. Gelinler, güvey­ ler, babalar ve analarla birarada yaşanılan konak ve köşk devri ölmüştür." (Ziya, 1931, s.14) 37



1930'lu yıllarda bu "modern" aile tipi, ç o c u k ders kitaplarında da işlenmiştir' Ders kitaplarında Anne, kitap okuyan, radyo dinleyen annedir. 1950'den son­ ra ise, anne ev işleri yaparken resmedilir (Helvacıoğlu, 199Ö).



118



119



"Asrın hayatı" için, "müşterek ikametgahlar" önerilir (Selâh, Z., 1931, sayı 3, s.97). "Asrın hayatı", "makina hayati'dır ve buna uygun ev ise "apartmandır". "Makina asrımızın görüş ve telâkki tarzlarının ve ya­ şama şartlarının eskisine göre değişmiş ve farklı o l masiyledir k i . Bizim geniş sofaları olan zengin ve bü­ yük ahşap evleri kullanmak artık ağır gelmektedir. Yuvarlak çıkıntılı köşe pencereli yeni şekil yuvaya, apartmana taşınmanın zarureti işte budur." (Unsal, 1939, Kübik Yapı ve Konfor, s.60)



mamile demokrattır. Halk ile uğraşmak modern mimarinin gayesi...." diyen Ünsal, "kübik" mimariyi " m o d e m mimari"den ayırır ve bir "modern konut" içinde dinleyicileri gez­ dirir (Ünsal, 1939, s.60-62). Ancak, Ünsal'ın konutu "halk" konutu olmaktan uzaktır ve hatta elitisttir. "Sokağın gürültüsünden uzak ve bir sağlık müessese­ s i n e girer gibi her tarafınızı sükûnet ve rahatlık kaplıyaraktan böyle bir meskene girersiniz." "Fakat bu raflar bu dolaplar şu ışık tertibatı. Bu şö­ mine her şey yerli. Salon âdeta döşeli gibi...Size yal­ nız bir divan, bir i k i tabure ve bir koltuk koymak kalmıştır. Şu köşeye de piyanoyu yerleş tirşeniz çok şık, ve salon tamamlanmış olacaktır." 38



Mimar, "asra" uygun bu "yeni hayat"ta, misafiri ve bu ta­ nımın gerektirdiği mekânı tanımlar.



"Burası da mutfak, yalnız burası bir mubah değil bir laboratuvar gibi" " E h bu mutfak rastgele bir hiz­ metçiye teslim edilemez doğrusu. Hanım yemeğini bizzat kendisi yapmaya karar vermiştir." (Ünsal, 1939, s.60-62)



"Bugünkü içtimaî hayatımızda misafir, bizimle birkaç dakika görüşüp gidecek bir şahstır"... "Misafir odası lüzumsuz ve lüks bir yerdir." (Ziya, 1931,5.14-15) Mimar, yemek alışkanlıklarını ve mutfağı tanımlar; "Günün evinde mutfak olabildiği kadar küçüktür. Oturma odasında bir köşe veya bir dolap, bir yükü­ mü (vazifeyi) görebiliyor. Misafirlerimize, lokantalar­ da yemek veriyoruz. Lokantadan evimize yemek geli­ yor." (Unsal, 1935,5.183) Mimarlar, modern konutu halka tanıtır. Bu tanıtımda ma­ gazin dergileri ve Tek Parti'nin Önemli eğitim araçlarından biri olan radyonun rolü vardır. E m i n Necip Uzman, bu der­ giler için projeler hazırlar. Bir modern konut içindeki yaşa­ mı Behçet Ünsal, "radyo"da anlatır. Unsal, "güzelliği mef­ tun halkımızın bediî ve artistik duygularının yücelmesi" ve "mimarlık hakkında doğru bir görüş ve duyuş" kazanabil­ meleri için radyo konuşmaları yapar. Modern Mimari'yi ta­ nımlayan ve "Bu mimari aristokrat değildir. Bu mimari ta120



Modern konutun "dami'da kullanılır. Bu "dam"da, "....Akşam yemeği ne istekle yenir. Şu pistte de danseylemek.. Açık havada dansetmek...Yaz akşamları misafirleri burada kabul eylemek çok neşeli olacak­ tır." (Ünsal, 1939, s.60-62)



38



Ünsal'ın olunılayarak anlattığı bu konut, Yakup Kadri K a r a o s m a n o ğ l u ' n u n Ankara romanındaki "soğuk bir klinik parıltısı" benzetmesini hatırlatır. Ro­ manda, yazar monden konutu şöyle tanımlar: "Birer dişçi sandalyasmı anım­ satan koltuklar, birer ameliyat masasına benzeyen sedirler, bir otomobil içi gi­ bi kanepeler, sekiz köşeli masalar, eski zahire ambarlarından hiç farkı olma­ yan büfeler, dresuvarlar ve nihayet, bütün bunların üzerine serpilmiş birtakım acaip, korkunç ve ihtilaçiı biblolar, çıplak duvarlar, çıplak yer ve hepsinin üs­ tünde soğuk bir klinik parıltısı..." (Karaosmanoğlu, 1994). 121



"Banyo odası değil hakikaten salon...Beynovar öyle yarım vücut banyosu almak için değil istediğiniz gibi su içerisinde uzanabilirsiniz." (Ünsal, 1939, s.60-62) Unsal, "kurnada yıkanmayı daha temiz gibi" bulanları da unutmaz. " O da var." "Üstünde duşunu da unutmamışlar" (Ünsal, 1939, s.60-62) Mimar, köylünün de yaşamını tanımlar. Köylüye yalnızca temiz ve sağlıklı bir çevre kurmakla yetinmez, onun davra­ nış biçimlerini; yatma, yemek yeme, oturma alışkanlıklarını yönlendirir. "Toprak üstünde birarada yatanları, köy karyolasına alıştırmak, yerde oturanlara iskemleyi öğretmek; yer­ de yemek yiyenlere masayı temin etmek gibi yaşayış tarzlarında da bir inkılâp yaratmak gerektir." (Sayar, 1936, s.46) Devlet ve Mimar Güzel Sanatlar ve Mimarlık, devletin emrinde gönüllü bir "telkin" ve "terbiye" aracıdır. "Devletin vereceği terbiye, inkılâbın yerleştireceği, tamim edeceği fikir ve kanaatları telkin etmek için güzel san'atlar en anlayışlı ve açık bir Usandır." ( M i ­ mar, 1933,s.252) Halkevi tiyatrolarında bir "temsil" ile kaç vatandaşa, " f i ­ kir telkin" edilebileceği hesaplandığı gibi, sanatçılarda dev­ letin yaptırdığı her binaya bir sanat eseri konulursa, ne ka­ dar vatandaşa ulaşabileceğini hesaplar. Böylelikle hem sa­ natçı, hem vatandaş, hem de devlet kazanacaktır. "hem sanatkâr yekûnunun hemen hepsi çalışmış ve güzel san'atlar ve buna istinat eden tarihimiz, inkılâ122



bımız, hakkında da telkin fikirleri ta köylere kadar gönderilmiş olur." (Mimar, 1933, s.252). Binaların "telkin", "terbiye", "otoriteyi temsil" gücü var­ dır. Devlet binalarından bu nitelikleri sağlaması beklenir. Devlet binaları ve hükümet konakları "sade ve tevazuu" l u dur, "ve fakat otoriteyi temsil etmeleri" istenir. Hükümet K o n a k l a r i n m görevi, memurların "temiz, rahat, aydınlık" bir yerde çalışmalarını sağlamakla bitmez, ahlaklı çalışma­ sını da sağlar, "işlerini çabuk, dürüst yapmalarını temin eder" (Alsaç, O., 1941). Otoriteyi temsil etmekle görevli olan devlet yapılarından beklenen "ciddi ve vakarlı" olmaktır. Binalarda aranan bu ifade ilerde değineceğimiz gibi Halkevi binalarında ve hatta okul binalarında görülecektir. "Devlet otoritesini memleketin her köşesinde temsil eden; halka, saygı ve bağlılık telkin etmesi icap eden bu binaların vakarlı ve ciddi ifadeli olmaları, C u m h u ­ riyet devrinin kültür seviyesine denk bir mimari kıy­ mette bulunmaları lazımdır" (Mortaş, 1944, s.250) Devrim ve Mimar Mimar, devrimin emrinde, "Kamâlizm" için çalışmaya ha­ zırdır. ".... Yeni Türk Modern Mimarisini Kamâlİst Devrinin Mimarisini ibda etmek mimarlarımıza, inşaatçı mü­ hendislerimize düşen bir vazifedir." "... Kamâlist reji­ minin damgasını taşıyan, millî ve modern bir tarz meydana gelecektir". (Yapı İşleri, 1936, s. 100) Mimarlıktan beklenen devrim mimarlığı yabancı mimar­ lar ile değil ancak "Türk" mimarlar ile sağlanabilir. 123



T



"Türk milleti Faşist Romanın inkılâp dediği rejim ha­ reketinden çok yüksek ve büyük bir inkılâp yapmış­ tır. Fakat bir tarafı noksandır. Bu inkılap eserlendirilememiştir." "inkılabın eserlendirilme işi ona (Türk Mimarlara) verilmelidir." (Ziya, 1933, s.316-318) Bu mimarlıkta da bir devrimi gerektirir. "Velhasıl mimarlık hayatımızda öyle bir inkılap yap­ malıyız k i Cumhuriyet - Türk mimarlığının doğması­ na ve belirmesine engel olan maniler de ortadan kalksın." (Yapı, 1942, sayı 19, s.3) Altı Ok ve Mimar Resmî İdeoloji mimarların söylemini belirler. Bu söylemde mimarlığın "Cumhuriyeti temsil" ettiği, "inkılâpçı bir hız" ile ilerlediği belirtilir, " d i n taassubu ile alâkası" olmadığı garanti edilir. Böylelikle Türk mimarlığının "altı ümde"nin "canlı bir mümessilli" olduğu gösterilir (bkz. Alsaç, O . , 1941). Millî bir mimarlık için "Cumhuriyet - Türk mimar­ lığının doğması için" Cumhuriyet prensiplerine uymak ge­ rekli görülür (bkz. Yapı, 1942, sayı 19, s.3). Devrime hiz­ met eden mimarlık için, "Altı O k " u n mimarlık alanındaki karşılığı aranır. "Cumhuriyet ve Parti prensipleri arasında milliyetçi­ lik ve halkçılık vardır. Bunlar mimarlık sanatında en çok kendini gösterecek ve belirtecek u m d e l e r d i r " (Yapı, 1942, sayı 17, s.3). Mimarlıkta Milliyetçilik öncelikle "Türk Mimarı" milli­ yetçiliğidir. "Başka memleketlerden olan sanatçıların yap­ tıkları eserler Türklüğe mal edilemez" (Yapı, 1942, sayı 19, s.3). Ayrıca mimarlıkta milliyetçilik memleket mimarlığıdır. 124



Mimarlık "ferde" hizmet etmek yerine "köycülük ve şehir­ c i l i k l e " uğraşmalıdır. B u n u n için devletin müdahalesi, program ve planlama yapması gerekir (bkz. Yapı, 1942, sayı 19, s.3). Mimarlıkta Halkçılık ilkesi resmî ideolojinin smıfsızlık anlayışına paraleldir. "....zümresiz bir millet teşkilatı içinde geniş halk küt­ lesini halile sefil mahalleler içinde gayri müsait sıh­ hat şartları dahilinde kendi başlarına terketmemek" "Bazı şehirlerimizin Cumhuriyet meydanları ve bul­ varları gözlerimizi boyamakta, fakat i k i sokak geri­ sinde yaşanılan ve gizli kalan şehir manzarası yüzle­ rimizi kızartmaktadır." (Yapı, 1942, sayı 19, s.3) Millî mimarinin cevabı halkçılıkta yatar: "Mimarlıkta da halka doğru, halk içinden ve halk için şiarım tatbik etmek..."(Yapı, sayı 9, s.3) Devrime Uygun Mimarlık Devrime hizmet eden, devrime uygun olan ve ona yakışan mimarlık nasıl olmalıdır? Bu sorun üslup ve biçim tartış­ malarını gündeme getirir. Kubbe ve kemer gibi mimari ele­ manlar, cami ve din sembolü olarak kabul edilir ve devri­ min mimarisine yakıştırılmaz. "Millî mimari denince, kemer ve kubbe; cami ve ker­ vansaray hatıra gelmemelidir." (Yapı işleri, 1936, s.99) Kemer, kubbe gibi m i m a r i elemanlar d i n i n yanında "Şark"m da sembolü olarak görülür ve bunlardan dikkatle kaçınılır. Batiya yönelen Türkiye'de Doğu'ya ait semboller yer alamaz. 125



"Bilhassa Cumhuriyetin Modern şehri Ankara kuru­ lurken bu mimarlarımızın yaptıkları binalar az kalsın Ankarayı kemer ve kubbelerden ibaret bir şark şehri dekoruna çevirecekti." (Yapı, 1943, s.3) Resmî ideolojiye paralel olarak mimarın hafızasında da Osmanlı "ötekidir". " S A L T A N A T " devri "asırlarca" yurdu "mühmel" bırakmıştır (Yapı işleri, 1936). Osmanlı'ya ve kubbeye duyulan alerjiye rağmen, Osmanlı dönemi mima­ risi reddedilemez. Türk mimarı için "özgüven serum" karın­ dan birisidir. Osmanlı mimarlığı "Türk'ün asîl ve kadîm mimari kabiliyeti" nin göstergesidir. "Türk atının ayağı değdiği hangi yer vardır k i orada ölmez eserlere veya onlardan kalan izlere tesadüf edilmesin." (Kunter, 1936, s. 157) Ancak artık geçmişten farklı bir devrim mimarisi yarat­ mak gerekmektedir. Geçmişi, dini ve doğuyu çağrıştıran biçimlenmelerden uzak bir mimarlık nasıl olmalıdır? Bu durumda cevap "yeni" olandır. Tıpkı alfabenin değiştiril­ mesiyle gelen yeni harflerde ve şapka devriminde olduğu gibi. "Yüce Türk milleti kıyafette inkılâp yaparken fesi asrileştirmeyi düşünmedi, şapkayı kabul etti. Harf inkı­ labı yaparken bir takım işaretlerle eskiyi yenileştir­ m e y i düşünmedi. L a t i n harflerini aldı. Bugünün Türk mimarları da kubbeli, çiçekli ve çinili şekilleri bıraktılar. Yeni ve mantıkî bir yol üzerinde yürüyor­ lar." (Behçet ve Bedrettin, 1933, s.265) "Yeni harf, yeni lisan, yeni tarih gibi yeni mimarlık, yeni Türk mimarlığı için bir san'at seferberliği yap­ malıyız." (Behçet ve Bedrettin, 1933, s. 247)



Devrime uygun mimari aynı zamanda "muhitine uygun" ve "millî" mimaridir ve bu mimari Modern'dir. Burada bu kavramların dönem içindeki anlamlan açıklanmayacaktır. Verilecek olan örnekte dikkati çeken bölgesel (mahalli) olan ile millî olanın aynı anlamda kullanılıyor olmasıdır 39



" M i m a r i m i z binanın etrafını saran ziya ve havaya toprağın yalçın veya sertliğine muvazi gitmeli...Ağaç­ ların suyun ahengine iştirak edebilmelidir. Ancak o zaman muhite uygun (millî) bir eser yapmış olaca­ ğız."..."Bu yeni mimarinin Türkiye'de de tatbiki için çok temiz bir saha vardır. Büyük içtimaî inkılâp ve değişiklikler vardır. Bu inkılabı hislendirecek mahallî bir mimari lazımdır." (Behçet ve Bedrettin, 1933, s. 245-247) Ulusal (millî) mimari ile bölgesel (mahallî) mimari ara­ sındaki farkı ilk çizen Sedat Hakkı Eldem'dir. Eldem, bu farkı bilir ve bölgesel olandan yararlanarak ulusal bir mi­ mari yaratmaya çalışır: "Malzemenin doğurduğu stil regionaldir, millî değil­ dir. Bu demektir k i , bir milletin muhtelif mimari l i ­ sanları olabilir." (Eldem, 1939, s.220-223) Devrime uygun olan ulusal bir mimari tanımı yapan "Bölgesel-Millî Mimari" ustası olarak tanımlanan Sedat Hakkı Eldem, millî bir mimarinin memleket insanlarına, işçilerine ve toprağına uyması gerektiğini belirtir ( E l d e m , 1939, s.220-223). Dönemin mimarları varolan sosyal yaşamdan yola çıkmadığı gibi Eldem'de varolan "millî ideal" ve "yaşa­ ma adetlerinden" yola çıkmaz. Milletin böyle bir ideali yok­ sa, "kendisine verilebilir" (Eldem, 1939, s.220-223). 39



Bu dönemde " m o d e m " , "millî", "modern ve millî" mimari kavramlarının zihinlerdeki açıtımı için bkz. Yıldırım ve Yeşilkaya.



126



1996. 127



"Millet bu gün, eskiden tanımadığı bir çok yeni ide­ aller edinmiştir. Mimarî ve san'at hususunda da edi­ nebilir. Zaten o ideal, milletin olmadan evvel, ona yol gösterenlerin, rehberlerin ideali olabilir. Netice ayni­ dir." "Mimari stil, milletin ve inkılâbın karakteri­ ni taşımalıdır.".."Büyük inkılâblar, yeni stillerin doğ­ ması için büyük yardımcılardır. Tarih bunu göster­ miştir. Bunun için de inkılâbın kendi karakterinin ifadesini ve istikrarını bulmuş olması lazımdır." (Eldem, 1939, s.220-223) Eldem, bina programının önemi üzerinde durur. Bina programı varolan ferde göre değil, "inkılabın yarattığı ideal ferd"e göre yapılmalıdır. "Burada inkılâp devrinde olduğumuz için, binaların terbiye edici kıymetleri dahi olması lazım geldiğini unutulmalıyız (unutmamalıyız olmalı N G Y ) . Demek oluyor k i , Ölçüsü alınacak ve mikyası teşkil edecek olan fert, inkılabın yarattığı ideal fert olacaktır." ( E l ­ dem, 1939, s.220-223) Bu terbiye sırasında Eldem, anî değil, "tedrici" değişim­ den yanadır. Aksi takdirde halk ile temas kopar ve binadan beklenen "terbiye gayesi" elde edilemez. "yani bina meselâ lüzumundan fazla mütekâmil bir zihniyette yapılmış ise, faide yerine zarar gelir. M u h ­ telif şehirlerimizin ve kasabalarımızın tekemmül ve ilerleyiş derecesine göre, burada kullanılacak mikyas değişecektir. Merhaleleri atlamak bina işlerinde faide vermez. Halk kendisine gösterilen asayiş tarzı ve konforu tedricen ve hazmederek kavramahdtr. Bu iti­ barla binaların kullanış itibariyle halk tarafından mü­ tekâmil addedilecek ve fakat bu tekemmülde halk ta128



rafından hazmedilebilecek derecede olmalıdır." "Burada büyük bir terbiye sahası açılmış oluyor k i , bu bilmecburiye tedrici ve hamle hamle olacaktır. Bu terbiye, inkılabın gösterdiği tarzda ve idealde, yaşa­ manın ve bu yaşamayı mümkün kılacak olan binala­ rın nasıl olması icap ettiğini öğretecektir. Yaşama tar­ zı kendini mimaride gösterir, ve bu surette mimari stilinin bir elemanın!-teşkil eder. Demek k i ideallerin tespitinde, binaların kullanışmdaki tarzın da nazarı itibare alınması lazım gelir. Yaşama kültürünün mev­ cut olması, monümantal mimariden ziyade evler ve şehirlerin mimarisinde bir üslubun vücut bulabilme­ si için lazımdır." (Eldem, 1939, s.220-223) Bir devlet örgütü olarak Bayındırlık Bakanlığı, Türk m i ­ marlarını millî mimariye yönlendirme çabası içindedir. "Nafia Vekaletinin gayesi yurtta yapılacak binaları mimarî noktasından, üslûp cihetinden millî mimari­ ye doğru yürütmektir."... "Nafia Vekaleti, yapı işlerini bir disiplin akma alarak gerek sinesinde topladığı ve gerek serbest çalışan sanatkârlarımızı millî mimari­ ye, Türk modern mimarisine doğru yürütmek, Türk inkılâbının büyüklüğüne lâyık san'at eserlerinin meydana gelmesine yolaçmak emelindedir." (Yapı iş­ leri, 1936, s. 100). Son olarak değinilebilecek bir nokta da mesleki terminoIoji'dir. Osmanlı mimarlığında terminoloji yaratmayı zo­ runlu kılacak "söylem geleneği" yoktur. Osmanlı mirasını devralan Cumhuriyet Mimarlığı da bu eksiklik nedeniyle bocalamaktadır. (Tanyeli, 1990).



129



V. Halkevi Binaları



Cumhuriyetin ük yıllarına ait imar faaliyetini gösteren gra­ fik, hızlı yapılanmanın en iyi ifadesidir (bkz. Şekil V I ) . Halkevi binaları dönemin bu yoğun imar faaliyeti içinde yer ahr. "Hükümet konakları, mektepler, postaneler, hapishane­ ler, halkevleri, karakollar, ziraat müesseseleri" için 120'yi aşan proje yapıldığı belirtilmektedir (Yapı işleri Dergisi, 1936). Bu döneme ait belgeleri izlediğimiz zaman, genel bir se­ ferberlik havası içinde çalışıldığını görürüz. Şu sözler döne­ min atmosferini yansıtır. "Yoktan vareden Atatürk'ün neslisin... Yoktan neler va­ rolduğunu gördün. Ve daha da göreceksin. Yeterki zih­ niyetini, görüşünü, mantığını değiştirmek cesaretini gösterebilesin..Büyük bir dersane pekala ve basit bir salon, orta bir dersane pekala ve basit bir kütüphane olur. İstersen küçükler gittikten sonra yemek masaları­ nı da bu dersaneye koyabilirsin. Kitaplar nereden teda131



şuurlu ve İsrarlı gayretini göstererek yeni bir Halkevi bina­ sına kavuşmayı şi'ar edinmeleri" (Ülkü, Temmuz 1939, s.457) beklenir. Halkevi Bina Üretim Süreçleri Halkevi binaları. Halkevleri Öğreneği'nde (Talimatname) be­ lirtildiği üzere C H P tarafından sağlanmaktadır. C H P Hal­ kevleri Öğrencği'um 12. maddesine göre "Halkevleri kurağları (bina) C.H.Partisi yönkurulunca bulunur, döşenir ve düzenlenir" (CHP Halkevleri Öğreneği, 1938). II veya ilçe­ lerde Partinin katkılarının yanısıra halktan toplanan "teberru"Iar ile halkevi binaları yapılır.



Ş e k i l V.1 - 1 9 2 2 - 1 9 3 8 yıllan arasında i m a r f a a l i y e t i 'Bayındırlık İşleri Dergisi'nden, 1939).



rik edilecek diye sorma.. Onu da kendin düşün, kafanı biraz yor bulursun..." (Atasayar, 1935, s.7) Halkevi binalarına büyük önem verilir. Halkevi bir m u h i l için bir elektrik fabrikası, park, kışla ya da bir mâbed kadar gerekli görülür. Muhit halkının " E v l e r i n i yapan bir ailenin 132



Halkevi binalarına önem veren parti, arsa sağlandıktan sonra Halkevı'ne proje sağlanmasında yardımcı olur. Parti, projenin elde edilmesi için yarışma açtığı gibi (Zonguldak, Kadıköy, Sivas, Bursa Halkevi proje yarışmaları) Birlik Mima­ ri Şubesine de başvurabilmektedir (Düzce Halkevi gibi). Bu durumda proje. Birlik tarafından bir mimara hazırlatılmakta­ dır. Halkevi yapılacak ilde Vali, projeyi bir mimara "havale" de edebilir (Eminönü Halkevi gibi). Burada sözkonusu yapı­ nın Partiye ait bir yapı olduğunu gözden kaçırmamak gere­ kir. Tek Parti dönemidir ve parti, devlet ile bütünleşmiştir. Si­ yasî alanda Değişmez Genel Başkan sıfatıyla, Cumhur Başka­ nı ve Parti Başkaninm kimliklerinin kaynaştığı bu dönemde valiler, Parti II Başkanı olabilmektedir (bkz. 3. Bölüm). Dola­ yısıyla Partiye ait olan Halkevleri vali tarafından sağlanabil­ mektedir. Hatta vali, Halkevi'nin projesini kendisi çizebil­ mektedir. Mersin Halkevini Vah Tevfik Sırrı Gür çizmiştir." Bütün bunlar dikkat edilmesi gereken ilişkilerdir. Çünkü



0



40



Bu bilgiler Mersin Halkevi "şeref defteri"nden alınmıştır. Tesadüfen bulunup ( ç ö p arabasından çıkarılan) saklanan defter, bugün Mersin Devlet Opera ve Balesi olarak kullanılan eski halkevi binasında bulunmaktadır. Bu belgede bir 133



Halkevi Binaları, bu genç ulus-devlette kentlerin kimliği için önemli üç yapıdan birisidir (bkz. 5. Bölüm) ve parti ile dev­ letin bütünleştiği alanda gerçekte partiye ait yapılar olan Halkevleri, devlet yapısı olarak algılanır. Parti, Halkevi binalarının projelerini Bayındırlık Bakanlı­ ğı ile de sağlar (İsparta, Kırklareli, Çankırı gibi). Bakanlık'ta Yapı İşleri U m u m Müdürlüğünde projeler hazırlanmakta­ dır. Bayındırlık Bakanlığının çalışmalarının dökümünü ver­ diği bu yıllara ait Nafıa İşleri Mecmuası'nı izlediğimiz za­ man H a l k e v l e r i n i n yapımı ile ilgili bazı ipuçları yakala­ maktayız. Çoruh C1937-), Ağrı (1936-1937), Elazığ (1933¬ 1934), Erzincan (1937-), Eskişehir (1935), Muğla (1937-) Halkevleri, Bayındırlık Bakanlığı tarafından yaptırılan Halkevleri'ndendir. Bayındırlık Bakanlığı tarafından yaptırılan Halkevleri inşaatlarında, bunların tahsilatlarının Halkevi, Parti veya Hususi İdareden sağlandığını görüyoruz. (.Bayın­ dırlık İşleri Dergisi, 1938, s. 443) Halkevleri her zaman yeni ve özerk binalara sahip değil­ dir. Öğrenekte "çalışma şubelerinin hepsi için yetecek ge­ nişlikte kurağ bulunamazsa bazı şubelerin başka kurağlarda çalışabileceği" (CHP Halkevleri Öğreneği, 1938, madde 14) belirtilmiştir. Yeni bina sağlanamadığı ya da binanın yeter­ siz olduğu durumlarda kent içindeki farklı yapılar kiralanır. Halkevi büyüdükçe kendi binasına kavuşur. Halkevlerinin bina meselesini çözmek için tarihsel değe­ ri olan binalardan da faydalanılır. Hükümet, tarihsel değeri siyasî liderin, "mimar'' kimliği ortaya çıkar. Halkevi'nin açılışı dolayısı ile def­ teri imzalayan Vali Tevfik Sırrı Gür. kendi hazırladığı "esas proje" üzerinden. Y ü k s e k Mimar Arif Hikmet CHoltay olabilir, çünkü H o l tay bu yıllarda Mersin­ de bir Banka binası tasarlamıştır) ve Yüksek Mimar Doktor Mukbıl G ö k d o -



Ş e k i l V.2 - M i m a r A r i f H i k m e t K o y u n l u o ğ l u ' n u n Eski Türk Ocağı Binası (Sözen v e T a p a n ' d a n , 1973).



olan binaların korunmasına önem verir ve bunların Halkevi olarak kullanılmasını destekler (Çeçen, 1990). Türk O c a k l a r i n m kapatılması ile malları Halkevlerine devredilmiş ve Türk Ocağı binaları ve kentlerdeki diğer ba­ zı eski yapılar Halkevi olarak kullanılmıştır. Ankara'da M i ­ mar Arif Hikmet Koyunluoğlu'nun Eski Türk Ocağı binası Halkevi olarak uzun yıllar boyunca belleklerde iz bırakmış­ tır (bkz. Şekil V.2). Edirne' de eski ittihat ve Terakki Binasinın, Kastamonu İnebolu'da eski Türkocağı binasının da­ ha sonra Halkevi olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kastomonu (merkez) eski İttihat ve Terakki Binası önce Türko­ cağı, 1941 yılından sonra da müze olarak kullanılmıştır. Be­ lirtilmemiş olan 1932 (Türk Ocağinm kapatılış yılı) ile 1941 yılları arasında ise Halkevi olarak kullanılma olasılığı yüksektir. Halkevi olarak kullanılan eski Türk Ocakların­ dan biri de Malatya Halkevi'dir (Önder, 1993). 41



ğan'ın "ciddi etüdler yaparak daha güzel bir hale k o y d u ğ u n u " , "dış cephedeki mimari incelikleri" Mimar Ertugrul Menteştn'in "tayin ettiğini" belirtir. Ayrıca Vali'nin, Elazığ, Harput, Pertek, Hozat, Mağden ve M u ş Halkevleri'ni de savvur" etmiş olduğunu, bu defterden öğreniyoruz. 134



"ta­



41



Kültür ve Tıbiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü Arşivi'nde yaptığım tarama sonucu elde edilen bilgi. Bu yapılar tescillidir ve koruma altındadır. 135



Mardin, Gaziantep ve Kahramanmaraş'ta da tarihi gele­ neksel yapıların Halkevi olarak kullanıldığı görüşünde­ yim. Halkevi bina projelerini, yarışma, sipariş ya da Bayındır­ lık Bakanlığı yolu ile elde eden parti. H a l k e v l e r i n i n bina konusunu çözmek için 1940 yılında bir "Bina Programı" yapmış ve bunu gerçekleştirmek üzere Genel Sekreterliğine bağlı bir "Müşavir Mimarlık Bürosu" kurmuştur. Müşavir Mimarlık Bürosu; 42



"Halkevi binalarının ihtiyacı karşılayacak bir şekilde inşa edilmesi ve aynı zamanda bu binalara Sanat ve Mimari bakımdan iyi bir şekil verebilmek maksadıle" kurulur. (CHP Halkevleri Halkodaları, 1942, s.20) Halkevi binalarının projeleri artık bu büroda hazırlana­ caktır. Büronun, Parti Genel Sekreterliğinde kurulması ile Halkevleri'nin yakından incelenerek uygun projeler hazırla­ nabileceği düşünülür. Ahmet Sabri Oran, Parli'nin Müşavir Mimarı olarak görevlendirilir. Müşavir M i m a r S. O r a n , Konya Halkevi, Balıkesir Halkevi ve Kaza Merkezleri Kü­ çük, Büyük, En büyük tip olmak üzere 3 tip Halkevi projesi tasarlar. Kaza Merkezleri Halkevleri Tip Projeleri, Ülkü der­ gisinde yayınlanır. Parti'nin onayladığı bu tip projeler, 1940'h yıllarda Halkevi binalarının kent içindeki yeralışları ve mimari nitelikleri hakkında benimsenen tavrı dile geti­ ren birer kaynak olarak önemlidir. Ancak Müşavirlik Bürosu'nun çalışmaları ve Parti'nin Bina Programı tam olarak uygulanamaz. II. Dünya Savaşı bunun en önemli nedenlerindendir. Ayrıca Müşavirlik Bürosu ve projeleri dönem içinde önemli eleştirilere hedef olur. 42



Aynı arşiv [aramasına dayanarak (bugün Halkegitim Merkezi olan bu illerdeki yapıların eski Halkevleri olma olasılığı. Halk Eğilim Merkczleri'nin bir bölü­ m ü n ü n , eski Halkevi Binalarını kullanmasından kaynaklanır).



136



1940 yılından itibaren Halkevleri'nin bina sorununun çö­ zümünde, "planlı ve sistemli" bir şekilde çalışmak için ya­ pılan programın amacı, 8-10 sene içinde öncelikle hiç bina­ sı olmayan ve yeni binaya ihtiyaç duyan Halkevleri'nin b i ­ nalarını yapmaktır (Ülkü, Mart 1940, s.72). Halkevi binası olmayan Vilayet merkezleri ve kazalar olmak üzere prog­ ram i k i kısma ayrılır. 1940 yılı içinde 3 vilayet merkezi ve 50 kazada halkevi yapılması planlanmıştır. Bina programı için gerekli olan paranın; 1- Bölgede toplanacak olan para, 2-CHP Genel Sekreterligi'nin bölgenin topladığı paraya ya­ pacağı ilave ile sağlanacağı düşünülmüştür. "Nüfusun çokluğu ile mevkinin ehemmiyeti ve ma­ hallince yapılacak yardım miktarı nazara alınarak sı­ ra ile halkevi binası yapdırmak." (Ülkü, Mart 1940, s.72) hedeflenir. İkinci Dünya Savaşinm neden olduğu ekonomik buhran ve demir sıkıntısı nedeniyle programda amaçlanan 50 kaza merkezi, daha sonra 15'e indirilir: Avanos, Ayaş, Boyabat, Polatlı, Uzunköprü, Akçaabat, Ödemiş, Edremit, Boğazla­ yan, Salihli, Hopa, Nazilli, Malkara, Çorlu, Çemişgezek. Bu­ na karşılık yapılması planlanan vilayet merkezi halkevi sayı­ ları artırılır ve Konya, Sivas, Sinop, Diyarbakır, Kütahya, Yozgat olarak belirlenir. Ayrıca daha önce inşaatına başlanan Çankırı, Bursa, Samsun, Adana, Van, Kayseri Halkevi bina­ larının "ikmâli" kararlaştırılır (Ülkü, Temmuz 1940, s 455). 1942 yılında ise "dünya ahvalinin" düzelmesinden sonra Halkevi binalarının Genel Sekreterliğin düzenleyeceği sene­ lik programlarla inşa edileceği belirtilmiştir (CHP Halkevleri Halkodaları, 1942). Ancak savaşın bitmesiyle birlikte, 1946 yılında tek parti iktidarı sona erer ve Demokrat Parti meclise girer Mecliste muhalefetin Halkevi harcamalarına getirdiği eleştiriler, Halkevi binalarının yapımını durdurur. 137



Mimarların Zihninde Halkevleri Mimarın zihninde Halkevleri ve Halkevi Binaları, "cumhu­ riyet rejiminin, her sahada memlekete bahşettiği inkişafla­ rın, bir numunesi" dir. (Arkitekt, 1940, s.163) ve "halkm bir aile efradı olarak bir yerde toplanmalarını" sağlar (O.A1saç, 1941, s.59). Mimar, inkılabın bir memuru olarak Halkevlerinin yapı­ mı ile görevlidir. "mimarlarımız inkılabımızın ihtiyaçlarını karşılama­ ya ve değişen yaşayış tarzımızı tanımlamaya çalışan mevzularla meşguldürler. Bunların başında Halkevle­ ri gelir" (O.Alsaç, 1941, s.59). Bu sözler Mimarın ideolojik yükümlülüğünün yanısıra halkevi binalarının bu ideolojinin taşıyıcısı olarak aldıkları önemi gösterir. Halkevi binalarının görevleri tanımlanmış­ tır. Örgüt olarak H a l k e v l e r i n i n işlevleri olan " t e l k i n " ve "terbiye" konuları, mimar için de bir görevdir. Halkevi b i ­ nalarından beklenen "birlik ve milliyet hissi", "bağlılık ve güven", "sükunet ve emniyet hissi" vermek ve "görgü ço­ ğaltmak" dır. "Halkm en rahat olarak ilim ve sanat isteklerini kar­ şılamak, onlara birlik ve milliyet hissini vermek, m i l ­ letine ve memleketine olan bağlılığını ve güvenini ar­ tırmak, sadelik ve güzellikle, sükunet ve emniyet his­ lerini kuvvetlendirmek, görgüsünü çoğaltmak bu bi­ naların vazifeleridir." (O.Alsaç, 1941) Halkevi binası ile "görgünün çoğaltılmasını" sağlayan m i ­ mar, "neslin terbiyesini" de sağlar. " Halkevlerimizin binaları her halde güzel sanat eserleri ve bizim sanatın eserleri olması ile de neslin 138



terbiyesinde büyük hizmet görecektir." (Yapı, 15 • mart 1942, s.3) Örgüt olarak H a l k e v l e r i n i n mimarlardan beklentisi de zaten halkın terbiye edilmesi, zevk aşılanması, eğitilmesi­ dir. Daha önce belirttiğimiz gibi (bkz. 4.5.2) Halka "Garp musikisini aşılayan" Halkevi, mimarlıkta da halka "yeni m i ­ mari zevki aşılamak"la görevlidir. "Modern ve güzel binalarımızın proje müsabakalarını kazanan mimarların çoğu Halkevlerinde halka yeni mimari zevkini aşılamaktadırlar." (CHP, 1935, s.46) Halkevi binaları, halkı eğitmek için birer araçtır. Müşavir mimarın raporu partinin ideolojik aygıtı olan Halkevi bina­ larının görevlerini açıkça tanımladığı gibi, mimarın yüklen­ diği ideolojik görevleri de göstermektedir. Bu binalar, "memleketimizin en mühim ve en şerefli binaları ola­ caklardır." "Birçok yerlerde bütün kültür ihtiyaçlarını karşılayacak, halka ve gençliğe cumhuriyet devrimi­ zin esaslarını ve ruhunu tanıtarak bunlara asil bir ter­ biye verecek Halkevleridir." " H a l k e v l e r i n d e halk ve gençlik içtimai hayata, okumayı sevmeye, san'ata, spora teşvik ve sevk edile­ cek ve bunun tabii neticesi olarak tam manasıyle bir millî terbiye öğretilecektir." (Oran, 1940a, s.457) Bu amaçlar doğrultusunda mimar, tasarım sürecinde halkevinin, "halkm irşadına yarar bir şekilde" (S.Sayar, 1939a, s.457) olmasını sağlar. Halkevleri, salt eğitim değil, kültür merkezi yapıları ola­ rak toplumun üst gelir grubuna da hitap eder. Mimar H a ­ san A d i l ' i n sözleri, mimarın zihninde yer alan kullanıcı "tasviri"ni ortaya koyar. 139



"Davetli zevatın bilhassa yağmurlu havalarda tuvalet­ leri bozulmaksızın içeri girebilmelerini temin maksa­ dı ile methalin önüne geniş bir margiz vazedilmiştir" (Adil, 1933). Bu "davetli" tanımı, Zonguldak Halkevi değil, Karaosmanoğlu'nun Ankara romanında anlattığı, Ankara Palas'daki "monden suvareler"i akla getirir. Ancak 1940'lı yılların mimarlarından Baydar'm belirttiği gibi. Halkevleri toplu­ mun üst gelir grubuna da hizmet etmekle birlikte "halkın evidir". 43



44



Halkevi Binalarının Mimari İrdelenmesi 1. Konum ve kentle ilişkiler İmparatorluk yerine kurulan "ulus-devlet", ülkenin dört bir yanında ve köylere kadar iktidarını temsil eden " C u m ­ huriyet Meydanlarını" kurmuştur. Halkevi Binaları " y e n i " kent merkezleri olan "Cumhuriyet meydanları" üzerinde yer alır. Yeni siyasî erk, iktidarının damgasını Cumhuriyet Meydanları ile kent mekânına vururken, Halkevleri de bu yeni kent merkezini tanımlayan yapılardan biridir (bkz. Şe-



kil V 3 , Şekil V 4 ) . Hükümet Konağı, Belediye gibi Halkevi binaları da, erkin varlığının ve gücünün temsilidir. Proto­ kolde Vali'den sonra Halkevi başkanı geldiği gibi, kentte de Vilayet konağından sonra ikinci önemli yapı olarak Halkevi Binası gelir. Burada ayırt edilmesi gereken, gerçekte Halkevi'nin Parti­ ye bağlı olmasıdır. Oysa, devlet - parti bütünleşmesinden dolayı, bina üretim sürecinde olduğu gibi, kent içinde de Halkevi binaları devlet yapısı olarak algılanır. B u "doğallaştırılmış" bir durumdur. Gerçekte bir sivil örgüt kimliğine sahip olabilecekken Halkevleri, resmî yapıların kimliğinden bağımsız değildir. Halkevi binaları resmî yapı "imge"si ile bütünleşmiştir. Bir parti-devlet yapısı olarak, diğer devlet yapılarından beklenen "ciddiyet", "cumhuriyeti temsil" ifa­ deleri Halkevleri'nden de beklenir. Halkevleri yanlızca Hal­ kın eğitim ihtiyacını karşılamak için değildir, yeni rejimin varlığının ve gücünün temsilidirler. (Kaldı k i eğitim yapıla-



45



43 Kemal Karpaı, 1940 yılında 100.000 Halkevi üyesinin yalnızca 27.000'inin köylü ve isçi olduğunu belirtir (Karpat, s.65; Öztürkmen'den: 1998, S.87J. Ye­ rel halkın Halkevi'ııe katılımı tayinle gelen memur ve bürokratların katılımın­ dan düşüktür ( O z t ü r k m e n , 1998). Ancak kanaatimce, katılım düşük olsa bile Halkevlcri'nin yerel halk üzerinde önemli etkileri olduğu yadsınamaz. HalkevIcıi'udeki faaliyetlerin bedava olması da halkın ve özellikle gençlerin bu evler­ de toplanmasını sağlamıştır (Salih Kılhoğlu ile 17 Kasım 1996'da Antalya'da yapılan g ö r ü ş m e d e n ) . Bu nedenle Halkevleri d ö n e m i n ifadesi ile "sosycte"nİn yanında "halka" da hizmet eder. 44 Aynı yöndeki görüşleri Leyla Baydar da belirtmiştir. 45 Osmanlı kent kurgusunda. Avrupa kent kurgusunda olduğu gibi kent merkez­ leri yoktur (Yıldırım, 1996). Cumhuriyet Meydanları, Cumhuriyet d ö n e m i kent planlan ile gelen, "yeni" kent merkezleridir. 140



Ş e k i l V.3 - B u r s a H a l k e v i v e C u m h u r i y e t M e y d a n ı . 141



dan, i k i sokaka cephesi arzedecek ve mukabil arka cepheler de bahçeye nazır olacaklardır." (Arkitekt, 1938e, s.65)



Şekil V.4 - Z o n g u l d a k H a l k e v i ve C u m h u r i y e t Meydanı.



n , sözgelimi Gazi Okulları da rejimin ifade araçlarıdır.) Bu temsil, binaların konumunda, kentle ilişkilerinde, mimari biçimlenişinde ve kullanılan malzemenin kalitesinde de okunur. Resmî yapı "imge"si ile bütünleşen Halkevi binaları, (bu gün silinmeye çalışılsa bile) "kamusal bellekte" yer etmiş yapılardır. Yapıldığı dönemde olduğu gibi bugün halâ kent­ linin "bilinçsel haritasını" tanımlayan "odak" yapılardır. Diğer resmî yapılar ile birlikte rejimin ifadesi olan H a l ­ kevlerinde, "kente ve meydana hakimiyet" fikri esastır. Partinin açtığı Sivas Halkevi proje yarışmasında b u kabul, şartnameye girecek kadar ileri gider. Yarışmada jüri, yapıla­ cak olan projenin şemasını verir. "Bina, arsanın haritasında gösterildiği veçhile 50 de­ recelik had bir zaviye tahdındaki köşeye yapılacağm142



Halkevi binalarında yola, meydana ve kente hakimiyet fikri, mimarların sözlerinde de okunur. Tomsu'nun (1937), Kayseri Halkevi projesinde "kitlenin yola ve şehre nazaran hakimiyeti düşünülerek" sözleri bu tutuma bir örnektir. Kent içinde " h a k i m " olmanın da ötesinde, Halkevi'nin denizden algılanışına da dikkat edildiği görülür. Mersin Halkevi, Halkevi üzerinde yazılı olan vecize ve binanın s i ­ metri aksında yer alan Atatürk heykeli ile denizden algıla­ nabilecek niteliktedir (bkz. Şekil V.6). Mersin'de Halkevi Binası, binanın önündeki alanın Cumhuriyet Meydanı ola­ rak tanımlanmasına neden olur. Halkevleri Cumhuriyet Meydanı gibi önemli bir kentsel alanı belirleyecek derecede kayde değer yapılar olarak algılanmaktadır. Aşağıdaki söz­ ler, Mersin Halkevi'nin öyküsü olduğu kadar diğer Halkev­ lerinin öyküleri olarak da okunabilir. "Türkiye'nin şerefiyle mütenasip denizden görülebi­ lecek bir yerde ve ilerde Orta şarkın en güzel bir bi­ nası olabilecek ve dokuz umdeyi içine alan bir Hal­ kevi binası yaptırılması ödevini verdiler." "Bu m u ­ azzam binanın denize olan yüzüne ve Denizden gö­ rülüp okunabilecek bir şekilde ve cephenin tam orta­ sına : " N E M U T L U TÜRKÜM DİYENE" vecizesi ya­ zıldı. Bu kültür yuvasının ön tarafı CUMHURİYET A L A N I olması kararlaştırıldı. Ona göre meydan tan­ z i m edildi. Şehrin merkezinden batıya ve kışlaya doğru giden cadde buradan geçer ve caddenin adı da ATATÜRK CADDESİDİR. Bu cadde üzerinde Halkevi ve Cumhuriyet alanı bir yere getirilmiş oldu. Mersin­ liler hayli zamandır yapılmasını düşündükleri ve be143



a.



Ş e k i l V.6 - M e r s i n H a l k e v i v e Kilise ( f o t o ğ r a f N . G . Yeşilkaya).



Ş e k i l V.5 - 1 9 3 0 ' l a r d a A n t a l y a H a l k e v i (N.G. Yeşilkaya arşivinden).



lediye bütçesinde tahsisat ayırdıkları 'ATATÜRK' Anı­ tının da burada yapılması, sevinçlerini mucip oldu." (Mutlu, 1972, s.8) Antalya Halkevi ise, ilk inşa edilen Halkevleri'nden biri olmasına rağmen Cumhuriyet M e y d a n i n d a yer almaz ve eski adı ile "İnönü Parkı" (şimdiki adı Karaalioğlu Parkı) içinde bulunur. B u n u n sebebi Antalya H a l k e v i ' n i n eski Türk Ocağı binası yerine yapılmasıdır. Yakınında yer alan Elhamra Sineması, Vatan Kıraathanesi ve H a l i m Kıraatha­ nesi ile kentlilerin uğrak yeridir (bkz. Şekil V 5 ) . 46



Halkevlerinin kent içindeki konumunda dikkati çeken bir diğer nokta, dinî yapılarla olan ilişkisidir. Halkevleri camilerde "cemaat" olarak toplanan halka, " u l u s " olarak biraraya gelmeyi, yani yeni bir toplanma alışkanlığı verme­ yi ve "birlik ve beraberliği" sağlamayı amaçlayan bir örgüt­ tür. B u nedenle örgüt olarak dinî kurumlara alternatif olan 46



Mimar Tarık Akıkopu ile 18 Kasım 1996'da Antalya'da yapılan g ö r ü ş m e d e n .



144



Halkevleri, binaları ile de, dinî mekânlara alternatif olarak yer alır. Bu anlamda yeni "ulus-devlet"in simgesi olmakla birlikte d i n dışı toplanma mekânları olarak yeni " l a i k " kimliğin de sembolüdürler. Halkevi binaları İzmit ve İspar­ ta'da bir cami, Kars ve Mersin'de kilise yanındadır. Halkevleri, dini yapıların yanında ve onlara alternatif ol­ makla kalmaz. Rejimin ve devrimin kutsallaştırılması ile adeta yeni bir "ibadet" mekânı olarak algılanır. Bunun en iyi örneği dönemin valilerinden Tevfik Sırrı Gür'ün sözle­ rinde görülür. Vali Tevfik Sırrı Gür Halkevlerini, "hisleri yükselten, fikirleri genişleten", "millî bir mabet" olarak ta­ nımlar. Gür'e göre, Mersin Halkevi "kudsi" bir yapıdır. 47



Partinin, 1940 yılında yapılan bina programı ile farklı bir anlayış söz konusu olur. Yerin "intihabında" (seçiminde) binanın şehrin "meskun sahalarına" (yerleşim alanları) ve "inkişaf sahalarına" yakın olmasına dikkat edileceği bildiri47



Bu sözler Mersin Halkevi "şeref defıcri"ndcn alınmısıır. 145



lir. Müşavir Mimar Sabri Oran, Halkevleri'nin neden bahçe içinde olması gerektiğini, Kaza Merkezi Halkevi Tip Proje raporunda açıklar: "Halkevleri'ni birçok müşkilatlara rağmen büyük meydan ve caddeler üzerine diğer resmî binaların aralarına sıkışdırarak sıralamak katiyen doğru değil­ dir. Bu binalar birçok kültür şubelerini ihtiva eder, her şeyden evvel bir mektebdir. Ve bundan dolayı en çok sükunete ve geniş bahçeye, oyun sahalarına ihti­ yaç vardır. Hazırlanan tiplerde binalar azami surette caddeden geri çekilmiştir. Ve önlerinde büyük bir kı­ sım bahçe olarak bırakılmışdır. Kazalarda yapılacak Halkevleri binaları kasabaların ikamet semtlerine en yakın hatta bunların merkezlerinde yapmak en doğru olacakdır. Çünkü halk mesai saatlerinin haricinde is­ tirahat zamanlarında ve akşamları, diğer kültür ihti­ yaçlarını tatmin edebilmek için Halkevleri'ni ziyaret etmekdedir. Ticaret mmtıkalarıyle ve site ile bu bina­ ların pek alakası yokdur." (Oran, 1940a, s.457) Halkevleri'nin kendi yayınlarında da binaların caddeden en az 10-15 metre geri çekileceği belirtilir (CHP Halkevleri Halkodaları, 1942). Bu tutuma paralel olarak 1945 yılında Halkevleri'nin XIII. Yıl Döneminde, Başbakan'm söylevi. Halkevi binaları ile ilgili hükümetin görüşlerini yansıtır. "Biz bir halkevini bulunduğu çevreye göre uğrak bir yerde, fakat geniş bir bahçe içinde, yüksek ağaçlar arasında, kullanışlı, işlemeye gelişmeye elverişli, sade bir güzellikte yapılmış olarak görmek isteriz. Dene­ melerimiz bize bu yoldaki yapıların halkevi ihtiyaçla­ rı bakımından daha elverişli olduğunu göstermiştir." (Saraçoğlu, 1945, s.83) 146



Bu Halkevi binaları için yeni bir kimlik tanımıdır. Hal­ kevleri'nin kimliği ile ilgili kararların değiştiği görülür. Hal­ kevleri artık "diğer resmî" yapılardan ayırt edilir. Birer "mektep" olarak algılanmaya başlar. Ancak Sabri Oran'm projeleri uygulanmamıştır. Yukarıdaki eleştiri ve yeni tutu­ ma rağmen Halkevleri'nin Cumhuriyet Meydanında yer al­ masından vazgeçilmediği görülür. Başbakan'm demecinin aksine yukarıda gördüğümüz 1946 yılında inşaatı tamamla­ nan Mersin Halkevi, Halkevi Binalarının (dolayısıyla Parti binasının) yine kentin anlında ve görkemli yapılar olarak algılandığının göstergesidir. Mersin'in anlında yer alan Hal­ kevi, tamamlanmak üzere olan Tek- Parti döneminin son zafer anıtıdır. Kent içinde Halkevi binaları, kendi varlıkları ile siyasî er­ ke ait bir işaret olarak "millî ve laik" yeni devleti temsil et­ mekle birlikte, iktidara ait işaret ve sembollerin de taşıyıcısıdır. Bu işaret ve semboller, "Gazi Heykeli", "yazı", Parti'nin "6 Ok"lu bayrağı ve "Türk Bayragı"dır. Gazi Heykeli, Cumhuriyet meydanında Halkevi ile birlik­ te yer alır. Yapının ön cephesinde ve hatta simetri akşında­ dır (bkz. Şekil V 7 , Şekil V 8 ) . Yapı yüzünde yer alan yazı, en büyük siyasî lider Ata­ türk'e ait "vecize"ler ve Ata'nın Gençliğe Hitabidır. Ata­ türk'ün "Ne mutlu Türküm diyene" sözü, Vali Tevfık Sırrı Gür'ün "tasavvur" etmiş olduğu Elazığ ve Mersin Halkevi Binalarının cephesinde yer alır (bkz. Şekil V.7). Yazının kent içinde bir işaret olarak önemi şu sözlerde de göçülür. "Atatürk tarafından Mersinlilere U Y A N D I R I C I söy­ levlerini yaptığı yere de uygun bir sütun diktirip üze­ rine de o söylevin gelecek nesle durulması faydalı olur..." (Mutlu, 1972, s.8)



147



Ş e k i ! V.9 - K u t l a m a l a r d a 6 O k .



Ş e k i l V.7 - M e r s i n H a l k e v i , G a z i H e y k e l i , yapı y ü z ü n d e yazılı o l a n v e c i z e v e b a y r a k , (fotoğraf N . G . Yeşilkaya).



Ş e k i l V.10 - 1930'lf yıllarda A n t a l y a H a l k e v i ' n d e C H P ' n î n B a y r a ğ ı 6 O k v e Türk B a y r a ğ ı ( N . G . Yeşilkaya arşivinden).



6 Ok, Tek Parti döneminde en çok rastlanan semboller den birisidir." Resmî bayramlarda ve kutlamalarda önemli bir sembol olarak sıklıkla kullanılır (bkz. Şekil V.9). Bu önemli sembol Halkevi binaları üzerinde de Türk Bayrağı ile birlikte yer almaktadır (bkz. Şekil V10). 3



Ş e k i l V.8 - B u r s a H a l k e v i C u m h u r i y e t M e y d a n ı , G a z i H e y k e l i v e B a y r a k (fotoğraf N . G . Yeşilkaya).



48



148



D ö n e m i n i d e o l o j i s i n i ; ait s e m b o l l e r i taşıyan b i r sergi elemanı iğin bkz.



Ek



I.



149



Halkevleri'nde Bayrak, ya bayrak direğinde ya da kuleleşürilmiş bir yapı elemanı (merdiven kovası gibi) ile birlikte yer alır. Ortaçağ'dan beri, Kule ya da minare gibi yüksek ya­ pı elemanları, kent içinde kamusal olana ait birer işarettir (Akyol, 1996) (bkz. Şekil V . l l ) . Cumhuriyet dönemi Türk Mimarlığı'nda kule sık rastlanan bir eleman olarak uygula­ malarda yer aiır. 1930'iu yılların M o d e r n Ankara'sında önemli yere sahip olan Sergi Evi binası kulesi ile dikkati çe­ ker (bkz. Şekil V12).



Ş e k i l V.11 - Bir A n a d o l u kasabasında M i n a r e l e r i n y e r i ( E r d a l Kurttaş'ın K a r t p o s t a l arşivinden) . M i n a r e l e r k e n t içinde camiîlere işaret e t m e k t e d i r .



Ş e k i l V.12 - Şevki B a l m u m c u ' n u n A n k a r a ' d a k i S e r g i Evi Binası ( E r d a l Kurttaş K a r t p o s t a l arşivinden). 150



Kule, Halkevleri'nde, Halkevi'ne ait bir işaret olarak kent içinde yükselen önemli bir elemandır (bkz. Şekil V 1 3 Şekil V 1 4 , ŞekÜVİS).



Ş e k i l V.13 - K a r s H a l k e v i ( f o t o ğ r a f N . G . Yeşilkaya).



Ş e k i l V.14 - Çankırı H a l k e v i ( f o t o ğ r a f N . G . Yeşilkaya). 151



Ş e k i l V.15 - İzmit H a l k e v i , H a l k e v i ' n i n K u l e s i v e C a m i n i n M i n a r e s i y a n y a n a ( f o t o ğ r a f N . G . Yeşilkaya).



Gami yanında yer aldığını belirttiğimiz izmit Halkevi'nin kulesi dikkati çeker. B u kule için çeşitli rivayetler vardır, i z ­ mit'in Eski Saat Kulesi'ne bir atıf olduğu (ki üzerinde saat yoktur) ya da güvercinlik olarak yapıldığı söylenir. Denize olan yakınlığı nedeniyle, Mersin'de olduğu gibi bu Halkevi'nde de denizden algılanışın dikkate alındığı ve bu neden­ le kulenin yüksek yapılmış olduğu düşünülebilir. Kulenin salt bir işlev adına yapılmadığı ve sembolik bir değeri oldu­ ğu açıktır, izmit Halkevi'nin yanında bir cami bulunmakta­ dır. Halkevi'nde kule'nin, yanı başındaki cami'nin minaresi­ ne alternatif olduğu söylenebilir (bkz. Şekil V 1 5 ) . Halke­ vi'nin inşaatı sırasında çekilen fotoğraflar Kule'nin minare­ ye alternatif olmakla kalmadığını ve ondan daha yüksek ya­ pıldığını gösteriyor (bkz. Şekil V16). 49



50



4y



İzmit'in en eski mimarlarından Cengiz Ulusoy ile 9



Ekim I Wft'«b Izmİttc



ya­



pılan görüşmeden. 50



Caminin minaresinin yükseltilisi, iktidarlar arasındaki rekabetin yapı alanına yansımasına örnektir. Kaıs'da da Halkevi binasının karsısına (eski bir "Rus K i ­



Ş e k i l V.16 - İzmit H a l k e v i İnşaatı sırasında m i n a r e n i n e s k i d u r u m u (İzmit H a l k Eğitim M d . Arşivinden).



Ekonomide devletçiliğin egemen olduğu Tek Parti döne­ minde, sanayileşme en önemli amaçlardan biridir. Açılan her yeni fabrika, yeni bir gurur kaynağıdır. Bu nedenle, (konstürüktivistlerde olduğu gibi) zihinlerde fabrika ve tü­ ten baca, sanayiinin ve üretimin simgesidir. İzmit Halkevi kulesinin sembolik anlamlarından ikincisi onun dönemin fabrika baca ve silolarıyla olan benzerliğinde yatmaktadır (bkz. Şekil V17). İzmit'in zaten bacalarla dolu bir sanayi kenti oluşu. Halkevi baca-kuie'sinin alışılmışın dışındaki yüksekliğini açıklar. Bu baca-kule, bir taraftan yanındaki cami'nin minaresinin gölgesinde kalmadan Halkevi'ni sim­ geler ve yeni (Gür'ün ifadesi ile) "millî mabed"i işaret eder­ ken, diğer yandan bacalarla dolu kentin sanayi yapıları ara­ sında yerini alır ve belki de Halkevi "manevi değerlerin üre­ tildiği" bir fabrika olarak algılanır. En küçük Halkevi binalarında bile yapının taşıyacağı işa­ ret ve semboller gözardı edilmemektedir. Gebze Halke­ vi'nde, giriş cephesinde salona pencere açılmayarak yazı ve rölyefler için uygun bir duvar sağlanmıştır. (Sayar, 1939c) Sağır duvarda yer alacak bu işaretlerin yanında girişin i k i tarafında bayrak direkleri yer alır (bkz. Şekil V.18).



lisesi vıkılarak) "merkez cami" insa edilmiştir. 152



153



(bayrak asma, bayrak indirme, resmî kutlamalar) yenidir ve "ulus-devlet" fikrinin taşıyıcılarıdırlar. Bu temsil ve sahne­ lerle iktidarın varlığı halkın zihnine zamanla işlenecektir. Halkevleri hem erki temsil eder, hem de erkin temsili için sahne olur. 2. Program (İşlev)



Ş e k i l V.17 - İzmit H a l k e v i ' n i n K u l e s i ve Bir F a b r i k a S i l o s u ( f o t o ğ r a f N . G . Yeşjlkaya).







- i -



riJHELHB



: : : :



•rfrimrtW-rl-ffîVf \



H



ITDiiJ-ıi-H-rrLHl t U - k İ H ^ t i S -f''- Tİ J



v



^



w



1



w



l



TT



H



K



n



r



r



r



n



n



'— - — l



J



n.— T



C 1 P HtŞ e k i l V.18 - G e b z e H a l k e v i P r o j e s i n d e yazı ve rölyef duvarı ( S a y a r ' d a n , 1939c).



75 yıllık Cumhuriyet ile birlikte bunlar artık alışkın o l ­ duğumuz işaretler olabilir. Ancak dönemin kendi atmosfe­ rini göz önünde tuttuğumuz zaman etkileri anlaşılır. Haki­ miyetin Allah'a ve onun halefi Padişah'a ait sayıldığı bir "imparatorluğun" ardından, laik yeni "ulus-devlete" geçil­ miştir. Bu işaret ve semboller ve onların getirdiği törenler 154



Halkevlerinin örgüt yapısı, bina programını belirler. Bu program, kütüphane, şubeler ve salondan oluşur. Örgütün kendi bünyesinden kaynaklanan ihtiyaçları dışında prog­ ramda, parti binası, misafirhane gibi bölümler de yer alır. Bina programının ele alınışına geçmeden önce, Halkevle­ rinde açık alan kullanımına değinmeliyiz. Halkevlerinde bahçe önemli bir mekândır. Burada kadın ve erkeğin birlikle katıldığı "eğlenceler" düzenlenir. İklime bağlı olarak bu bahçelerden yararlanma olanakları artar. Sözgelimi Antalya Halkevi'nde, bahçeye kurulan istiridye kabuğu şeklindeki sahnede, açık hava caz konserleri dü­ zenlenir. Bahçe aynı zamanda Spor Şubesi için antrenman sahası, temsiller ve folklor çalışmaları için sahnedir. Planla­ mada, kütüphanenin, salonun ve fuayenin bahçeye açılma­ sına dikkat edildiği gözlenir. 51



Halkevlerinde, yapı önünde bir "meydan" düzenlenmesi­ ne çalışılır. Ancak meydan kavramı, bahçe ve avlu ile karış­ maktadır. Meydanın düzenlenme sebeblerinden en önemlisi halkın toplanmasını sağlamaktır. Böylelikle meydana bağlı olarak başka bir yapı öğesi ortaya çıkar: Hitap Balkonu. Tek Parti yönetimleri kitleleri politize etmek ya da halkın gönüllü desteğini sağlamak gibi nedenlerle propagandaya ciddi önem vermekledir (Şimşek, 1997). Etkileyici bir "ha­ il



Mimar Tarık Akılıopıı ile İ S Kasım 1996'da Antalya'da yapılan g ö r ü ş m e d e n . 155



tip" olması Atatürk'ün en iyi bilinen yönlerindendir. Parti "hitap"a büyük önem vermekte ve "hatiplerini" -daha önce de değindiğimiz gibi- 1931 yılında kurulan C H P Halk Ha­ tipleri Teşkilatinda titizlikle yetiştirmektedir (bkz. Şimşek, 1997). Bu bağlamda Halkevi Binalarında hitap balkonunun vazgeçilmezliği kolaylıkla anlaşılır. Tüm Halkevleri'nde or­ tak olan eleman "hitap balkonu"dur. E n küçük Halkevi'nde bile mutlaka bir "hitap balkonu" vardır. (Girişin üzerinde aynı zamanda saçak görevi gören balkon, hitap için düşü­ nülür.) Lider'in (Parti Başkanı, Halkevi Başkanı ya da ziya­ rete gelen önemli siyasiler), Halkevinden halka seslenebilmesi için "hitap balkonu" şarttır. Aynı zamanda hitap bal­ konu halkın iktidarı görme arzusunu karşılar, iktidarla bu­ luşmayı sağlar (bkz. Şekil V 1 9 ) .



vi'nin mimarı R. Güney'in sözlerinde izlenir. Planlamada bina kitlelerinin yerleşimini bir avlu (ön bahçe) tanımlamaktadır. "bu avluda şenlik günleri bir kısım halkda toplana­ rak fuaye balkonunda söylenecek nutukları dinleye­ bilir." (Güney, 1938, s.43) Hatta bir diğer balkonda, "sokaktan geçen halk kitlesine hitap edilebilir" şekilde düşünülmüştür (Güney, 1938). Parti başkanı, odasından "sokaktan geçen kitlelere" hitap edebilecektir (bkz. Şekil V 2 0 ) . Mimar, erkin ideolojisini



Bu, mimarın tasarım sürecine de yansır. Erke hizmet eden mimar, doğal olarak planlamada, erkin halkla iletişim proble­ mine çözüm arar. Bunlardan birinin örneği Kadıköy Halke-



Ş e k i l V.19 - A t a t ü r k A f y o n H a l k e v i b a l k o n u n d a n h a l k ) s e l a m l a r k e n ( D D Y f i l m arşivinden s a h n e ) . 156



Ş e k i l V.20 - Kadıköy H a l k e v i , s o k a k t a n geçenlere h i t a p için düşünülen h i t a p b a l k o n u , (fotoğraf N . G . Yeşilkaya). 157



• 'T' halka iletebilmesinde görev almıştır. Mimar da öğretmenler gibi (Taha Parla'nm deyimi ile) ideolojinin memurudur. Halkevleri'nde kapalı mekâna ait bina programı ve bu programın ele almışı ise şöyledir. Kütüphane, Halkevi'nin kurulabilmesi için ilk şartlardan biri olması nedeniyle binanın en önemli birimlerindendir. Her halkevinde en az 50 kişiye aynı anda okuma imkânı verecek olan okuma salonları yapılması istenir ( C H P Halk­ evleri Halkodaları, 1942, s.20). Salon, H a l k e v l e r i n i n diğer önemli bölümüdür. Halke­ vi'nin büyüklüğüne bağlı olarak ya ayrı işlevlere ait birden fazla salon bulunur (Temsil - Sinema ve Konferans Salonu, Spor Salonu, Gazino) ya da tek bir salonda döşeme eğimsiz yapılarak tüm işlevler karşılanır. Daha önce de belirtildiği gibi Halkevleri'nde çok amaçlı olan salonun bahçeye açıla­ rak, balo, düğün ya da nişan gibi müzikli toplantılarda bah­ çeden yararlanması sağlanır. 52



"Merasim salonu" ya da yaygın adıyla "gazino"nun göre­ vi: "İçtimai hayatı canlandırmak maksadile" Halkevleri'nde sık sık düzenlenen "aile toplantılarıdır" (CHP Halkevleri Halkodaları, 1942, s.20). Temsil Salonundan ayrı düşünü­ len bu salonlar için şu açıklama getirilir: "Bu salonlara birçok Halkevleri'nde gazino ismi veril­ mektedir. Lakin bu Lalettayin bir gazino değil, daha ziyade Halkevi'nin bir aile ve samimi hasbıhal salo­ nudur" (CHP Halkevleri Halkodaları, 1942, s.20). Bu salonlarda müzikli eğlenceler, balolar, nikah ve nişan merasimleri yapılır. 52



Ö ğ r e t m e n l e r i n partinin "ideoloji m e m u r l a r ı " o l d u ğ u n u söyleyen Parla, Tek Partili d ö n e m d e Halkevleri'nin, "özerk kültür kurumlan değil, partinin ide­ olojik endoktrinasyon ve mobilizasyon organları" olduğunu belirtir (Parla, 1991,



158



s.840.



Vilayetlerde "mahallin nüfus kesafeti"ne göre büyüklüğü belirlenen Halkevlerinde Temsil ve Konferans salonlarına büyük önem verildiği belirtilir (CHP Halkevleri Halkodala­ rı, 1942). Bu salonların, binanın "merkezi sıkletini (ağırlı­ ğım) teşkil ettiği", bu nedenle büyük olması gerektiği belir­ tilir (CHP Halkevleri Halkodaları, 1942). P a r t i n i n Müşavir Mimarı olan Sabri Oran da, bütün tip projelerde salonun "esas kabul edüdigi'ni belirtir (Oran, 1940a, s 458). Halkevleri'nin Temsil Salonları ve Tiyatro Şubeleri ile Türk Tiyatro tarihinde büyük rolü olduğu şüphesizdir. Bu salonlar, yaklaşık 60 yıl sonra bugün bile (farklı yönetimle­ re ait olarak) bulunduğu bölgenin en büyük ya da en iyi sa­ lonları olarak kullanılmaktadır. Salonların birkaç temsille (Halkevlerinde temsillerle kaç seferde ne kadar vatandaşa "tez aşılanacağı" hesap edilir) neredeyse tüm bölge halkını içine alabilecek kadar büyük olması (1930'lu yıllardaki nü­ fus göz önüne alınırsa, bu hiç de imkânsız görünmez), tem­ sil Salonlarına büyük önem verildiğini ve Halkevi binaları için ciddi harcamalar yapıldığını gösterir. Temsil salonları, çerçeve tiyatro tekniğine uygun olarak, sahne ve sıra oturma düzeni ile tasarlanır. B u biçimleniş dönemin egemen tiyatro anlayışından kaynaklanır. Nurhan Karadağ'a göre bu yıllarda; "Sahnesiz, dekorsuz, ışıksız tiyatro olamayacağı, olur­ sa da yanlış olacağı varsayılmıştır." (Karadağ, 1982, s.171). Salonu olmayan köylerde bile turneye çıkan tiyatrolar, köy meydanına "kereste ve çivilerle" sahne kurmakta, hatta bu sahnenin açılıp kapanan perdesi bile bulunmaktadır (Karadağ, 1982). Böylelikle, tiyatro teknik kısıtlanmalarla sıkışmıştır. Modern zihniyetin "düzen", "nazım", "ordre" anlayışı tiyatro adamının da kendiliğinden ideolojisini be159



H,-Ier Bu şartlanma, döneme paralel olarak, Türkiye'de de çerçeve sahneli temsil salonlarının yapılmasına sebep olur (bkz. Şekil V.21, Şekil V 2 2 ) . . -Çerçeve sahne'Ti tiyatro anlayışı, daha sonraki yıllarda eleştiri alır. Geleneksel Türk tiyatrosunun, güncelleştınle-



Ş e k i l V.21 - Z o n g u l d a k H a



Ikevi T e m s i l S a l o n u ( f o t o ğ r a f N . G . Yeşllkaya).



rek yaygınlaştırılmasına çalışan İsmail Hakkı Baltacıoğlu, çerçeve sahnenin sakıncalarını dile getirir ve Halkevlerinde anfi şeklindeki salonların da yapılmasını ister. "Millî danslar yaptırmak ve orat o y u n u , sohbet ve meydan oyunları gibi öz Türk tiyatrosu şekillerini oynatmak için ortası boş ve yanları anfi şeklinde k u ­ rulmuş salonlara da ihtiyaç vardır. Yalnız büyük bir tiyatro salonu ve iskemleleri döşemesine çivilenmiş bulunan bir tiyatro salonunda ne millî danslar ne de öz tiyatro nevileri oynatılamaz. B u nevi halkevleri millî dansları, bu dansların tabiatine hiç uygun olma­ yarak, sahnede ve öz tiyatro nevilerini de ancak yazın iyi havalarda bahçede yaptırmak için beklemek zo­ rundadır. Halkevlerinde bu danslar ve temsiller için ideal yerler, ortası boş anfilerdir. Çünkü sahne, aktör­ lerin yüzlerini seyircilere dönerek oynaması için ya­ pılmıştır. Öz tiyatro nevileri ise oyuncuların açık bir meydanda döne dolaşa oynamaları için düşünülüp bulunmuştur. Arada tabiat ve nevi ayrılığı vardır." (Baltacıoğlu, 1950: Karadağ'dan, 1982, s.198). Ancak günümüzde bile, çerçeve sahne dışında salon ör­ neklerine sık rastlanmamaktadır. Dönemin "sağlam kafa sağlam vücutta b u l u n u r " ideolojisinin yansıması olarak Halkevlerinde spor koluna bağlı olarak, jimnastik salonun­ da yeraldığını görüyoruz. Parti, "Gençliğin ve Halkın Beden Terbiyesi" ne verdiği önemden dolayı, binanın diğer önemli parçası "kapalı jimnastik ve spor salonlari'dır ( C H P Hal­ kevleri Halkodaları, 1942) (bkz. Şekil V 2 3 ) . Büyük Halkev­ lerinde gençkri Halkevine çekebilmek için bilardo ve sat­ ranç salonları bulunacağı belirtilir (CHP Halkevleri Halk­ odaları, 1942).



Ş e k i l V.22 - E m i n ö n ü H a l k e v i T e m s i l S a l o n u (fotoğraf N . G . Y e s i l k a y a ) . 161 160



Ş e k i l V.23 - Kadıköy H a l k e v i S p o r S a l o n u (fotoğraf N . G . Yeşilkaya).



Temsil salonları ve jimnastik salonları, batılılaşma hare­ ketleri ile gelen mekânlardır (tıpkı banka binaları vs. gibi). Bunlara ait eylemler (tiyatro, sinema, konferans izleme ya da oyun, jimnastik vs.) halk için yeni eylemlerdir. Dönemin pek çok genci basketbol vb. oyunlarla Halkevleri'nde tanı­ şır. B u eylemler beraberinde, alışkın olunmayan yeni dav­ ranış şekilleri de getirir. Proje raporlarında, duşun jimnas­ tikten sonra kullanılacağını belirten mimarlar, toplumda varolmayan yeni bir eylem, yaşam, davranış ve alışkanlık biçiminden söz etmektedir. 53



Parti binası da Halkevleri ile birlikte ele alınır ve daha önce Parti'de yer almayan müfettiş çalışma ve mesai odaları programa eklenir (CHP Halkevleri Halkodaları, 1942, s.20). Parti, genellikle üst katta düşünülür. Ayrı bir giriş ve merdi­ ven sağlanır. (Parti'nin antresinin ayrı olmasına dikkat edil-



diği belirtilir (CHP Halkevleri Halkodaları, 1942). Halkevi'nın büyüklüğüne bağlı olarak Parti binası ayrı bir kitle ile de düzenlenebilir. Parti'nin Halkevi binası içinde yer alma­ sı, II. Dünya Savaşina bağlı ekonomik kriz nedeniyle olabi­ leceği gibi {kaldı k i krize rağmen yapı faaliyetinin durduğu söylenemez) partinin halkla ilişkisini kolaylaştırmak da olabilir. Halkevleri faaliyette bulunduğu dönemde kendi progra­ mı dışındaki bir işleve de cevap verir; konaklama. B u dö­ nem de tüm ülkede otel sıkıntısı vardır. Özellikle vilayet Halkevleri'nde misafir için ayrılmış bir salon, oda ve banyo­ dan oluşan bir "hususi ikametgâh" (misafirhane) bulunur. Halkevleri'nin en önemli misafiri "Değişmez Genel Baş­ kan" Atatürk'tür. Örneğin 17 Kasım 1937 yılında Elazığ'a, 13 Şubat 1931'de Malatya'ya gelen Atatürk, Halkevleri'nde konaklar (Önder, 1993). Hatta k i m i Halkevleri'nde hususi ikametgâh, "Atatürk katı" olarak planlanmıştır. Parti tarafından yarışmaya çıka­ rılan Bursa ve Sivas Halkevleri'nin yarışma şartnamelerinde "Atatüdi katı" ve "ATATÜRK Dairesi" (Şartnamede büyük harflerle yazılmıştır) olarak programda verilmiştir (Arkitekt 1938c, 1938e). Halkevi binalarının işlevleri arasında yer almayan ticari mekâna Eskişehir Halkevi'nde rastlanır, i k i katlı yapının ze­ min katı dükkanlara ayrılarak, Halkevi'ne gelir sağlanması düşünülür {Arkitekt, 1936). Eğimli temsil salonu ve sanatçı odalarına ayrı giriş verilerek,, salonunun "kumpanyalara" kiralanabilmesi de düşünülür. Halkevleri'nin kentle ilişkilerinde "yazı", "Gazi Heykeli", "6 O k " , "Türk Bayrağı", "kule" gibi işaret ve sembollere de­ ğindik. Halkevleri'nin bugünkü kullanımlarından dolayı, bi­ na içindeki ideolojik izleri okumak mümkün değil. Bu işaret­ ler silinmiştir. Halkevleri'nde bir Atatürk köşesi olup olmadı-



53 Leyla Baydar ile 15 Temmuz 1996 da yapılan görüşmeden. 162



163



3. Planlama



Ş e k i l V.24 - M e r s i n H a l k e v i Binası Giriş Holü A t a t ü r k H e y k e l i ( f o t o ğ r a f N . G . Yeşilkaya).



ğı sorusuna, dönemin tüm tanıkları, söz birliği etmişçesine "o zaman gerek yoktu, Atatürk hayatta idi ve tüm gün ondan gelen haberleri dinliyorduk" ya da "Atatürk zaten içimizde i d i " gibi cevaplar vermişlerdir. " G a z i H e y k e l i " , bugünkü adıyla "Atatürk Köşeleri" olarak henüz yapı içine girmemiş­ tir. Ancak kent meydanından bina içine giren i l k Atatürk heykellerinden biri, Mersin Halkevi'ndedir. Ana giriş holün­ de, binanın simetri aksında ve aynı zamanda Meydan üzerin­ deki "Gazi Heykeli"nin aksında olan bir Atatürk heykeli bu­ lunur. Üzerinde Atatürk'ün Mersinliler için söylediği "Mer­ sinliler, Mersin'e sahip çıkınız" sözleri (Bu sözler, Mersin Be­ lediye Binası'nda ve kent içinde başka noktalarda da) yazılı­ dır (bkz. Şekil V24). Yine bu Halkevi'nin duvarlarında Vali Sırrı Tevfik Gür'ün isteği üzerine, Ressam Nurettin Ergüven'in 1946 yılında yaptığı Mersin'in doğal güzelliklerini ko­ nu edinen resimler bulunur. Yapı içindeki işaretlerden biri de Antalya Halkevi'nin temsil salonunda sahnenin i k i tarafında yer alan büyük Atatürk ve inönü tablolarıdır.



Halkevi binalarında genel olarak dikkati çeken işleve da­ yalı kitle anlayışıdır. Kendi içinde bina programı i k i ana bö­ lüme ayrılır. Birincisi salon (büyüklüğe bağlı olarak birden fazla salon olabilir), ikincisi ise "şubeler" ve kütüphaneden oluşan eğitim bölümüdür. Modernist bir yaklaşımla yapı kitlesi, işlevlere göre ayrılır. Sözü edilen i k i bölüm, değişik şekillerde (L, T ya da I -çizgisel-şema gibi ) bir araya gelen iki ana kitle olarak ele alınır. L plan şeması i l k Halkevleri'nden itibaren ve özellikle küçük Halkevlerinde karşımıza çıkan en yaygın örnektir (bkz. Şekil V 2 5 ) . Bu plan şeması­ nın en önemli faydalarından biri Halkevi'ne ait bir iç bahçe­ nin tanımını yapıyor olmasıdır. Bu planlama anlayışının bir başka özelliği yapım süresi­ nin etaplanabilmesini sağlamasıdır. Örneğin, Düzce Halkevi'nde, Halkevi'nin projeyi bir defada finanse edememesi nedeniyle yapı i k i bölüme ayrılarak, ayrı zamanlarda inşa edilebilmesi düşünülür. B i r i n c i bölüm halkevi büroları, ikincisi 300 kişilik toplantı salonu ve salona ait servis me­ kânlarıdır (Sayar, 1940; Mimar, 1934), (bkz. Şekil V 2 5 ) .



54



54



Eski bir Antalyalı olan Salih Kılhoghı ile 17 Kasım 1996'da Antalya'da yapılan görüşmeden.



164



Ş e k i l V.25 - Düzce H a l k e v i ( S a y a r ' d a n , 1940). L P l a n şemasına ö r n e k . 165



Ş e k i l V.28 - İzmit H a l k e v i (İzmit H a l k Eğitim M d . ' d e n ) , Ş e k i l V.26 - Çorlu H a l k e v i ( S a y a r ' d a n , 1939a) Çizgisel p l a n şemasına örnek.



Şekil V.27 İsparta Halkevi (Sayar'dan, 1939b) T plan şemasına örnek. 166



Bölgeye göre değişen planlama örnekleri de vardır. Bursa Halkevi, Bursa'nm geleneksel mimari dokusunu hatırlatan avlulu bir planlamaya sahiptir. Cumhuriyet alam üzerinde bulunan yapı bir avlu tanımlayan kare plana sahip. Yapıya meydandan revakla girilir ve avluya ulaşılır. Bölgenin gele­ neksel mimari dokusuna uygun bir örnek olmakla birlikte, işlevlere göre dağılım yine söz konusudur (bkz. Şekil V.29) Yapının farklı işlevlere ait kitleler olarak örgütlenmesi,



Ş e k i l V . 2 9 - B u r s a H a l k e v i (Arkîtektden,



1938c). 167



modern yapı bloku tanımına uygun olarak, yapının kent içinde 3 boyutlu olarak algılanmasını sağlar. Bir başka de­ yişle, ön yüz kavramı yoktur (Yıldırım, 1996). Yapı tüm yönlerden algılanacak şekilde tasarlanır. Bunun bir örneği İzmit Halkevi binasıdır (bkz. Şekil V 3 0 ) . Bu modernist yaklaşımın aksine planlama örnekleri de söz konusudur. Mersin Halkevi'nde, ön yüz, cephe etkisi önemlidir. Meydanı tanımlayan, denizden algılanışı göz önüne alman yapıda simetrik ön cephe tasarıma hakimdir. Arka cephe ise tümüyle göz ardı edilir. Bu tasarım yöntemleri ya da planlama alışkanlıklarının yanısıra, P a r t i n i n "Bina Programı" ve "Müşavirlik Büro­ s u n u n çalışmalarını aynca ele almak gerekir. 1940 tarihin­ de Vilayetler için özgün projeler hazırlanırken kaza mer­ kezleri için tip projeler hazırlanır. Vilayetlerde tip proje uy­ gulamamanın nedeni, "vilayet halkevlerinin inşa tarzları ile plan ve şekilleri vilayetin nüfusuna, ehemmiyet ve ihtiyaç derecesine ve şehrin mimari bakımından şekil ve karakterine göre tayin edil(mesi)" (Halkevleri Binaları, Ülkü, Temmuz 1940, s 455) olarak belirtilmiştir.



Ş e k i l V . 3 0 - İzmit H a l k e v i G e n e l Görünüş (fotoğraf N . G . Yeşilkaya). 168



Bu bir "yerel mimari" anlayışın işareti gibi görülse de ger­ çekte bir "yerel mimari" anlayışın sözkonusu olmadığı ka­ zalar için "tip" proje tasarlanmasından anlaşılır. Vilayet b i ­ naları için tip proje uygulamama ve kaza merkezi Halkevle­ r i n i n sayısını indirerek Vilayet Halkevlerinin artırılması re­ jimin temsilinde vilayete verilen önceliği gösterir. Hazırla­ nan projelerde de bu ifade vardır. Diğer projelerde olduğu gibi işleve dayalı kitle anlayışı egemendir. İşlevlere göre ay­ rılan yapı blokları, bir meydan ya da bahçe tanımı yapar. Konya, Balıkesir, Bartın Halkevi projeleri "Müşavirlik Büro­ su" tarafından tasarlanmıştır. Kaza merkezleri için tip proje uygulamanın gerekçesi ise "..binaların programlarının hep aynı" olması, "karşılayacak­ ları ihtiyaçların hep aynı" olması ve "küçük kasabalarda birkaç bedii kaideden gayri büyük şehircilik problemleri mevcut olmaması" diye gösterilir (CHP Halkevleri Halkoda­ ları, 1942). Kaza Merkezi Tip projelerinde L , T ya da I şema gibi, işleve dayalı kitle anlayışı egemendir (bkz. Şekil V.32). Küçük, büyük ve en büyük tip olmak üzere üç tip proje ta­ sarlanır.



Ş e k i l V.31 - K o n y a H a l k e v i ( O r a n ' d a n , 1 9 4 0 b ) . 169



Ş e k i t V.32 - K a z a M e r k e z i Küçük T i p H a l k e v i ( O r a n ' d a n , 1 9 4 0 a ) .



4. Teknoloji ve malzeme Halkevi eri' nin büyük bölümü betonarme yapı teknolojisi ile inşa edilmiştir. Halkevi binalarının tasarımlarında yerel malzeme ve olanakların yapım kolaylığı nedeniyle göz önüne alındığı belirtilir. Ancak yerel yapım olanaklarından yararlamlmadığı, betonarmenin yaygın kullanımından anlaşılır. Bu yıllarda Anadolu'da bulunan geleneksel yapım teknikleri araştırılması gereken önemli bir konudur. Betonarmenin yaygınlaşması nedeniyle mi geleneksel yapım teknikleri yok oldu ya da böyle bir gelenek zaten kalmadığı için m i beto­ narme kullanıldığı araştırılması gereken bir konudur. 55



55 Atatürk ile ilgili bir anı aynı probleme işaret etmektedir. 17 Mart 1923'de esi ile birlikte Mersin'i ziyaret eden Atatürk, kentin ö n e m l i yapılarının gayr-i müslimler tarafından yapılmış olduğunu öğrenince "Onlar bu binaları yapar­ ken sizler nerede idiniz?" diye sorar. Bir köylü, "Paşam o zaman biz Yemen'de, Balkanlar'da askerlik yapıyorduk" diye cevap verir. Bu cevap üzerine Atatürk, " s ü k u t eder" (Mutlu, 1972, s.8). 170



Halkevlerinde kullanılan malzeme, yapıldığı kentin eko­ nomik olanakları ile belirlenmektedir. Bölgenin olanakları veya mekânın öneminden kaynaklanan malzemenin kalite farkı ince yapı malzemelerinde ve özellikle döşemede oku­ nur. Dış cephe büyük çoğunluğunda "edelputz sıva" ile kaplıdır. Döşemede yerine göre mermer ya da mozaik kul­ lanılır. Malzeme seçiminde gösterilen özen H a l k e v l e r i n e verilen öneme işaret eder. "Linolyom" gibi ithal malzemele­ r i n ya da mermerin kullanılışı, H a l k e v l e r i n i n sadece bir eğitim yapısı olarak algılanmadığını gösterir. Halkevleri salt halka okuma yazma öğretmek, temel bilgileri vermek için kurulmamıştır. Birer " t e l k i n ve terbiye" kurumları olan Halkevlerinde, kullanılan malzemenin kalitesi de daha ön­ ce belirtildiği gibi rejimin varlığının ve gücünün işaretidir. Kentin olanaklarına bağlı olarak, k i m i H a l k e v l e r i n d e tüm döşeme kaplaması mermerdir. Mermer döşemelerin ve merdiven kovasının etkisi dönemin bir tanığının ifadesi ile "ihtişamlıdır". Parti ileri gelenlerinin ve Halkevi başkanı­ nın bulunduğu bölümde mermer döşeme üzerinde kırmızı hah bulunur ve yine aynı kişinin ifadesi ile bu bölüm "ço­ cukları ürperten" taraftır. Bugün de devam eden kırmızı ha­ lı geleneği, mekân içindeki hiyerarşinin işaretidir. Mekânın statüsü kullanılan malzemenin kalitesinden okunur. 56



Halkevlerinde malzemenin kalitesi ve detaylarda gösteri­ len özen, özellikle merdivenlerde görülür. Merdivenlerde kullanılan malzeme genellikle mermerdir. Bu merdivenlerin malzemesinde olduğu gibi formu da gösterişlidir. Örneğin İzmit Halkevi'nde olduğu gibi çift kollu barok merdivenlere rastlanır. Mimari Müşavirlik Bürosu ile parti, vilayetlerde ve kaza­ larda Halkevi (ve Halkevi ile birlikte yer alacak olan parti) 56 Zongtıldak'ın eski mimarlarından Yılmaz Soylu ile 11 E k i m C u m a 1996'da Zonguldak'ta yapılan g ö r ü ş m e d e n . 171



binalarında, "muhitte bulunan malzemenin" kullanılmasını kabul eder (CHP Halkevleri Halkodaları, 1942, s.20). Ancak burada net bir yerel mimari anlayış ortaya konulmamakta­ dır. Yerellik, taşın meşruiyetini ispat etmek için kullanılır­ ken, gerçekte yerel olandan çok her bölgede olduğu varsayı­ larak genel-geçer kılınmak istenen taşın yaygınlığı örtük olarak istenir. Bu klasik akademik tarih anlayışının "II. U l u ­ sal" olarak Özetlediği döneme denk düşer. Taş, hafızalarda "yerel" olandır. "Yerel" olan ulusallaştınhr. Bu tavır, yerel kimlikleri, tek bir bayrak altında birleştirme ve kaynaştırma­ ya çalışan ulus-devlet ideolojisine uygundur. Taşın tercih edilme sebebleri kolay bulunur olması, Anadolu iklimine uygun olması ve kalıcı bir malzeme olması ile açıklanır. "Taşı bol olan herhangi bir yerde, sıva ve çimento ye­ rine, taş kullanılması caiz olacağından Bina projeleri buna göre hazırlanmaktadır. Zaten Anadolu yaylası­ nın iklimine en çok ikamet eden taştır. Eskiden beri M i m a r i Sanatının en asil malzemesinden biri olan taştan layikile istifade etmekle memleketimizi yüzler­ ce seneler süsliyecek Halkevi binaları vücuda getir­ mek kabil olacaktır." (CHP Halkevleri Halkodaları, 1942, s.20) Parti'nin ve Halkevlerinin benimsemiş olduğu bu görüş, Parti'nin Müşavir Mimarı Sabri Oran'a dayanır. "Bir çok işlenmeğe müsait taş cinsleri mevcut olan bu yurt köşesinde ne için çimento ve iskelet binalar inşa edilmesi icap etsin." (Oran, 194b, s.202). Malzemede taşın seçimi, dönemin mimarlarının tarih an­ layışını ortaya çıkaran ipuçlarından birisidir. (Genç ulusdevlet için tarih önemli problemlerden biridir. 1930'larda Resmî söylem "güneş - d i l " teorisi ile İslamiyet öncesine



dayalı bir tarih anlayışı geliştirmiştir. Bu yıllarda mimarın hafızasında "Türkler'in tarihinden" ne anlaşıldığı, ayrıca açığa çıkarılması gereken bir araştırma konusudur.) Burada 1940'h yıllardan sonra, malzemede taşın seçimi nedeni ile dikkati çeken bir tarih anlayışı örneklenebilir. Parti'nin mü­ şavir mimarı Oran, malzemede taş'ı seçer ve Selçuklu'dan yola çıkar. Taş kullanımı ile aynı zamanda ihmal edilmiş bir yapı geleneğinin devamı sağlanacaktır. "Konya muhitinin tabii renk ve karakterine en çok yakışan taşdan inşa edilmiş Selçuk Türklerinin abidelerinindir. Bunlardan layikile ilham almak kabiliyetin­ den aciz olan geçen devirlerin mimar ve san'atkarları taş inşaatçılığın ananelerinden ayrılmışlar ve hiç de o muhite yakışmayan Avrupa'nın çok çabuk geçici m i ­ mari üslup ve inşaat tarzlarını burada tatbik etmişler­ dir. Son seneler zarfında inşa edilen birçok binalarda mimari ve inşaat itibariile tatmin edici bir derecede inşa edilmemişlerdir.... Bunun için yeni Halkevi binası projesinde ananevi inşaat usullerine sadık kalmağa çalışılmış taş inşaatçılığına yeniden bir hız verebilmek için taş kullanılmıştır." (Oran, 1940b, s.202). Yörenin tarihi mimarisi olan Selçuklu yapı geleneğinden hareket edilir ancak ölçülü davranıhr. Geçmişle ve özellikle "saltanat devri" ile bağları koparmaya ve yeni bir toplum yaratmaya çalışan devrimin içinde mimar, "Zamanımızla alakası olmayan" biçimlenmelerden dikkatle kaçınır ve malzemenin kullanımında iyi işçilik ve orana dayanır. "Sırf iyi işçiliğe istinad eden ve kullanılan malzeme­ nin hususiyet ve inşâî imkânlarından istifade ederek ve bütün bunları i y i proposyonlarla ve nispetlerle harmonize ve canlandırarak mimarî tesirler elde edil173



172



miştir." (Oran, 1940a, s.466) "Bütün mimari şekiller taş tekniği imkânlarından azamî istifade edilerek ve aynı zamanda asrın ihtiyaç ve hususiyetlerini tama­ men gözönünde tutarak vücuda getirilmiştir.Taş o l ­ makla beraber binaya bugünkü mimari ihtiyaç ve dü­ şüncelerimize yakışmayan zamanımızla alakası olmıyan tarihi şekiller taklit edilmemiştir. Halkevi binala­ rına yakışacak ciddi bir ifade ve mimari karakter ve­ rilmesine çalışılmıştır." (Oran, 1940b, s.202) Konya Halkevi'nin uygulanmamasına ve yaygın olarak kullanılan Betonarme teknolojisine rağmen Oran'm görev aldığı dönemden sonra Müşavir Mimarlık Bürosu'nun ta­ sarladığı yığma bir halkevi binasını görmek de mümkündür (bkz. Şekil V33).



Ş e k i l V.33 - Nallıhan H a l k e v i ( M i m a r l ı k ' t a n , 1946).



5. Mimari Biçimlenme Şüphesiz mimari biçimlenme, mimari ürünün kentle iliş­ kisi, planlama, malzeme gibi daha önce ele aldığımız konu­ ları da içerir. Burada ayrı bir başlık altında dönemin mimar­ larının, ortaya koydukları mimari ürünler hakkındaki dü174



şüncelerini, söylemlerini aktarmaya çalışacağız. Mimarların zihnindeki kavramların açığa çıkarılması amaçlanmıştır. Halkevi binalarına ait tasarımlarda, Modernist söylem, iç -dış ilişkisi, S.Sayar'm, Düzce Halkevi'ni anlatan sözlerinde olduğu gibi açıklıkla okunur. "Dikkatli gözler, binanın dışından bakmakla içini de anlayabilmekde zorluk çekmezler." (S.Sayar, 1940, s.75). Zonguldak Halkevi jüri tarafından "ihtiyaca kafi", "kulla­ nış ve tertip itibarile.. muvaffak" bulunur (Galip, 1933, s.64). Eminönü Halkevi, "yarayacağı iş ve maksad"ı düşünülerek tasarlanmıştır (Oran, 1936, s. 103). İzmir Halkevi, basit, sade ve göreceği işe göre"dir (Arkitekt, 1944, s.161). Bu sözlerde temel tasarım prensipleri olarak işlevsel tutum açıktır. Konya Halkevi'nde malzeme seçimi ile Taş'a dayalı bir millî mimari arayışında olan Müşavir Mimar Oran'm sözle­ rinde de işlevsel tutumun devam ettiği görülür. Eylemlere göre biçimlenme, iç - dış ilişkisi ana kararlardır, fakat kübik olana karşıdır. "Harici mimari karakter sırf ihtiyaca göre tanzim edi­ len bina kitleleri ve bunların pencere ve dolu kısımla­ rın arasındaki nisbet ve tenasübden vücuda gelmiştir. Harici şekiller dahildeki teşkilat ve organizasyonun ay­ nasıdır."... "Son zamanlarda memleketimizin her köşe­ sinde yapılmakta olan ve birçok yerlerde muhite hiç yakışmayan kübik denilen mimari tarzından oldukça uzaklaşmaya çalışılmıştır." (Oran, 1940a, s.458). Ancak Oran'dan önceki yapılarda da modernist söylemle birlikte mimarların zihninde "muhite uygun", "mahalli", "Türk", "bize ait mimari" düşüncesi vardır. Bu söylemlerde özellikle küçük halkevlerinde "mahalli" olmanın nedeni, 175



"yerli usta ve malzemelerle inşa edilebilecek" bir yapı anla­ yışından kaynaklanır. Küçük yerleşim bölgelerinde inşaatın kolaylıkla yürütülebilmesi düşünülür. Örneğin Sayar, Geb­ ze Halkevi'nde "en kolay inşa şekil ve usullerinin tercih edildiğini" belirtir (Sayar, 1939c, s.80). Sayar'm "yeni ve modern" olarak tanımladığı Çankırı halkevinde aynı za­ manda "Cepheler sade ve Anadolu'nun yadırgamayacağı üslupta yapılmış" olarak değerlendirilir. (Sayar, 1939e, s.269) Mimarın hafızasında modern ve yerel bir aradadır. Yalnızca Anadolu'da değil Vilayetlerde de "yerel", "millî" ve "çağdaş" olan bir mimari aranır. Kadıköy Halkevi ile b u ­ na örnek verebiliriz, "Binanın tanziminde Türk kalmak ve İstanbul'un ik­ limine uymak şartiyle asrımızın mimarisini yapmak gaye ittihaz etmiştir." (Güney, 1938, s.43) "Türk'olmak ve "asra uygun" olmak, devrimin milliyet­ çilik ve çağdaşlık (kültür ve muasır medeniyet) fikirleriyle örtüşmektedir. Kadıköy Halkevi b i l i n i n anlamda II. Ulusal bir mimari üslupta değildir. Ancak mimarın zihninde çağ­ daş olanın aynı zamanda millî olarak yorumlandığı açıktır. Üslup bakımından bu bina Uğur Tanyeli'ye göre "gerçek anlamıyla Modernist olmaktan çok, bezemeden arındırılmış Klasist eğilimli" bir yapıdır (Tanyeli, 1996). Halkevi yayınlarında da Müşavir Mimar Oran'ın düşün­ celerine paralel olarak "muhite" uygun, malzemenin doğa­ sına uygun, orana dayalı, bezemesiz, yalın bir mimari anla­ yış benimsenir. B u mimari Türk geleneğine uygundur fa­ kat geçmişi taklit etmekten dikkatle kaçınır. Devrim gibi, Halkevleri mimarisi de yeni nesillere doğru olanı göstere­ rek, binaları ile "mimari inkişafda rehberlik" etmekle gö­ revlidir.



176



"Cephelerin tanzimi esnasında kullanılan malzeme hususiyetlerine göre Mimari Şekiller vücuda getiril­ mesine, muhitin karakterine intibak etmeğe ve Tabi­ atın güzelliklerini ihlal etmeden Bina kitlelerinin ze­ min üzerine oturtulmasına gayret edilmektedir. Böy­ lelikle inşa edilecek Binalarla Tabiat arasında aykırılık değil iyi bir ahenk vücuda getirilmesine ve Mimari bakımından umumiyetle Binalara asil ve mütevazi bir karakter ve ekseri sırf proporsiyonlara istinat eden bir güzellik vermeğe çalışılmaktadır. Aynı zamanda geçici ve muvakkat (geçici-eğreti) zevk cereyanlarına kapılmaksızm yalnız hakiki inşaat ve mimari kaidelerine sadık kalarak Halkevi binalarına ağırbaşlı bir harici karakter vermeğe gayret edilmektedir. Anadolu'nun her köşesinde inşa edilecek bu binalarda projeleri tan­ zim edilirken herhangi yanlış bir romantikten ve eski bina şekillerini taklit etmekten çekinmekle beraber Türk ananevi mimari esaslarına bağlı kalmağa en çok ehemmiyet verilmektedir. Mimaride de, diğer sanat­ larda olduğu gibi, her zaman maziden ilham almak mümkündür. Lakin ilham almak taklit etmek demek değildir. Sanat sahasında Cumhuriyet devrinin başarı­ cı ve yapıcı ruhu yalnız maziyi taklit etmekle tatmin edilemez; gelecek nesillere hakiki sanat yolunu gös¬ termek de bize düşen büyük bir vazifedir. Bunun için Halkevi binaları yalnız bir çok sosyal ihtiyaçları karşı­ layan binalar değil, aynı zamanda memleketimizin Mimari inkişafında rehberlik edecek eserler olmalı­ dır." (CHP Halkevleri Halkodaları, 1942, s.20) Halkevi binaları kent içindeki merkezi konumu ve mimari telikleri ile "resmî" yapı imgesi ile bütünleşmiştir. Bu yak­ ımın aksine halkevi binalarının meydan üzerinde değil 177



bahçe içinde yer alması gerektiğini savunan Müşavir Mimar­ lık bürosu, bu binaların ifadelerinde de farklı bir tutum be­ nimsemekten yanadır. Müşavir mimar Sabri Oran'ın sözle­ rinde Halkevlerinin, resmî yapılardan ayırt edildiği görülür. "Cumhuriyet devrinin esaslarım ve ruhunu tanıtan", "millî terbiye" öğreten halkevleri, diğer resmî yapılardan farklıdır. "Yapılacak bu binaların vazifeleri memleketimizin d i ­ ğer resmî ve idare binalarından farklıdır. Bünye ve teşkilat itibariyle diğer resmî binalara benzemezler ve bundan dolayı mimari itibariyle de diğerlerinden aynhrlar." (Oran, 1940a, s.456). Diğer devlet yapılarından farklı olan Halkevleri'nin ifade­ leri de farklı olmalıdır. Ancak bu ifadenin açılımında yine resmî yapılarla yakınlık söz konusudur. Oran'ın sözlerinde Halkevi binaları "ciddi", "akademik", "asil ve vakur" olarak tanımlanır. Bu aynı zamanda kalıcılığı da gerektirir. "Birçok espri ve süprizlerden çekinerek binaya o l ­ dukça ciddi ve akademik bir karakter vermeye çalışılmışdır. Bir Halkevi binasında birçok hususi villa ve evlerde yapılan ve zamana göre değişen geçici kapris­ lere ihtiyaç yokdur. Bilakis her zaman için asil ve va­ kur bir ifadeye mâlik bir mimarî karakter verilmeye çalışılmışdır." (Oran, 1940a, s.458).... "Kasabaları­ mızda yapılacak bu binalara frapan ve haykırıcı bir mimarî tarzı değil bilâkis muhitin sükûnet ve tabiî âsâleıine halel getirmeyecek bunları ihya edecek ve en çok intibak eden bir mimarî şekil verilmesine gay­ ret edilmişdir." (Oran, 1940a, s.466). Bu anlayış Halkevi yayınlarında da yer alır. "Halkevi binalarına umumiyetle Mimari ve Sanat ba­ kımından taksimat ve dahili aksamına göre ciddi bir 178



şekil vermek icap etmektedir." (CHP Halkevleri Halk­ odaları, 1942, s.20). Resmî yapılardan ayn olma iddiasına rağmen, resmî yapı kimliğine yakın tanımlamaların (ciddi, akademik, vakur, asil) yanısıra yeni bir tanımlama ile karşılaşıyoruz "sami­ m i " . Kaza Merkezi Tip Projeleri raporunda şöyle denir: "Binalar umumiyetle bahçe ortalarında düşünüldüğü için haricen bunlara samimî bir karakter verilmişdir. Büyük meydan ve caddeler üzerinde duran m o n u ­ mental binalarla alâkası yokdur. Bundan dolayı fasatlarda monümental hissi verecek bütün kompozisyon­ lardan sarf-ı nazar edilmişdir." (Oran, 1940a, s.466) 1946 yılmda Mersin Halkevi gibi anıtsal bir projenin uy­ gulanması, Parti'nin Halkevi binalarını "prestij" binası ola­ rak görmekten pek de kolay vazgeçemediğinin işaretidir. Daha önce değindiğimiz gibi geçmişle (tarihle) ilişki önemli bir konudur. Konya, Antalya, Mersin'de kentin gele­ neksel mimari dokusu, mimar için bir hareket noktası ola­ bilmekteyken, 1938 yılında inşa edilen Kars Halkevi'nde kentin dokusuyla taban tabana zıt bir tasarım anlayışı ege­ mendir. Bunun birden fazla sebebi vardır. Modernist tasa­ rım anlayışı bu sebeblerden başhcasıdır. Modernist tasarım anlayışında, kültürel farkları göz ardı ederek insanın evren­ sel bir varlık olarak kabul edilmesi, yapının kendi başına çalışabilir bir makina olarak algılanması, yapının gelenek ve kentle ilişkili olmasını gerektirmez. Ancak tarihin reddi, tarihin algılanışından da kaynaklanır. Kars tarihinde 1877 yılı, Kars'ın Rus işgali akma girdiği yıldır. Bu yıllarda, tarih­ çi Kırzıoğlu'nun ifadesi ile; 57



57 Yapım tarihi bilinmeyen Kars Halkevi'nin tarihi merdiven sahanlığına isçilerin islediği mozaikten o k u n m u ş t u r (bkz. Şekil 6.44). 179



Ş e k i l V.35 - K a r s H a l k e v i ( f o t o ğ r a f N . G . Yeşilkaya). Ş e k i l V.34 - K a r s ' t a " B a l t ı k Ü s l u b u n d a " b i r y a p ı (fotoğraf N . G . Yeşilkaya).



"Hiçbir istimlâk hakkı tanınmadan, Türk'ün izlerini şehir ve kasabalardan kazıyacak şekilde âbidelere kı­ yıldı. Kars şehri eski Osmanlı çehresinden çıkarıla­ rak, şehirde çoğalıp Belediyeyi ellerine alan Ermeni ve Rumlarla satrançlı dörder ana cadde ile bugünkü 8 geniş cadde açtırılarak Ballık üslubu'nda ağır ve gö­ ze hoş gelmeyen görünüşteki kışlık yapılar yapıldı" (Kırzıoğlu, 1953) (bkz. Şekil V.34). Kars Halkevi'nin mevcut kent dokusuna bu denli yaban­ cı oluşu yalnızca Modernist tasarım yöntemiyle açıklana­ maz. Ermeni, R u m , yapı geleneğinin devam etmesi maddi olarak olanaksız olduğu gibi, mimari doku, zihinlerde işgal döneminin anılarını taşır. Bu yapılar "Baltık Üslubundadır ve göze hoş gelmez" (bkz. Şekil V.34). Bu nedenle Kars Halkevi, eski taş doku içinden sıyrılan, Cumhuriyet'i tem­ sil eden "yeni ve m o d e r n " bir estetik anlayışa sahiptir (bkz. Şekil V.35).



180



Halkevi Binaları İçin Eleştiriler Halkevi binalarına getirilen eleştiriler yalnızca Halkevleri'ne özgün değil, dönemin genel mimarlık anlayışına paraleldir. 1940'h yıllarda yapılan eleştirileri değerlendirirken, bu yıl­ larda millî mimari anlayışının ağırlık kazandığını da göz önünde bulundurmamız gerekir. Mimarların Halkevi bina­ ları için eleştirileri daha çok Müşavir Mimarlık Bürosunun tasarımlarına yöneliktir. Oran'ın tasarladığı Konya Halkevi, "Türk" olmamak, "Millî" olmamakla eleştirilir, Alman Res­ mî Yapılarının mimarisine benzetilir. Oran'ın dikkatle ka­ çındığı "kübik" modası ile kendi yapıları eleştirilir. ı Arkitekt dergisinde yapılan eleştirilerde Halkevi binaları için, "Hiçbir millî iddiası yoktur. Bu nev'i binaların, gör­ düğü millî vazife ile uygun bir mimarileri olması icap eder. Cumhuriyet rejiminin her sahada memlekete bahşettiği inkişafların, bir numunesi olan halkevi bi­ nalarının u m u m i hatlarında, ve detaylarında millî 181



r u h ve heyecanın ifadesi olan motifleri gözlerimiz aramaktadır." denilir (Arhitekt, 1940, s.163). Konya Halkevi binası için, "Bilhassa harici cephede korniş altındaki konsolcuklar yabancı bir tesir yapmaktadır. Antre motifinde mimarın mahallilik İddiasını hilafına daha ziyade ro­ man tesiri vardır. Bina harici mimarisi itibariyle daha ziyade son zamanlarda Almanya'da yapılan birçok devlet binaları mimarisinden müteeesir olduğu kana­ atini vermektedir."denilir (Arhitekt, 1940, s.200). Ayni eleştiriye Yapı dergisinde de rastlanır. Halkevi bina­ larında "Millî akisler" aranır ve Alman mimarisinin kopyası olmakla eleştirilir. "Konya Halkevi Projesi millî mimari ananelerimize ne kadar zıd, fakat Stutgart mimarisinin ne mükem­ mel bir kopyasıdır." (Yapı, 1942, s.3) "Halkevleri proje bürosunun çıkardığı proje ve ma­ ketler millî sanat ve millî anane diye hiçbir kayguya sahip olmadan hazırlanmıştır. İşte b u gün hemen he­ men bütün Halkevi binaları bu büronun yabancı gö­ rüşlü tarzı mimarisinden çıkmaktadır. Artık herkesin iğrendiği kübik modasının en son tatbik yeri Halkev­ leri binaları olmasa gerektir." (Yapı, 1942, s.3) Mimarlar gibi farklı disiplinlerden gelen düşünürler de Halkevi binalarını "Türk" olmamakla eleştirir. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Adana gezisinde gittiği Halkevinden "Grek ta­ pmağını andıran Halkevi Binası" diye sözeder (Baltacıoğlu, 1943). Modern Türk Sanatinm doğuş imkânlarını gösteren pedagog İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun, Grek tapınağını an­ dıran Halkevi binasından sonra gittiği ve çok beğendiği Kız 182



Enstitüsü, "bu müstesna betonarme Türk E v i " , Abdullah Ziya'nın binasıdır. Baltacıoğlu'nun, ifadesinde önemli olan "Betonarme" ve "Türk" sözlerindedir. Ziya Gökalp'in me­ deniyet ve hars (kültür) ikilisinden yola çıkan Baltacıoglu'na göre, medeniyet Batidan alınabilir ama öz Türk olma­ lıdır. Mimarlıkta da betonarme Batidan alanabilir bir mede­ niyet konusudur fakat, Türk mimarisinin özü bu sistemle birlikte devam etmelidir (Baltacıoğlu, 1943). Mimarlık alanındaki eleştirilerin bir başka nedeni ise ge­ niş bir yapı alanının (dolayısıyla mimarlar için önemli bir gelir kaynağının) "müşavirlik" bürosuna bağlanmış olması­ dır. Yapı dergisi Müşavirlik Bürosu yerine projelerin yarış­ ma yolu ile elde edilmesini savunur (Yapı, 1942, s.3). Arkitekt dergisinde de bu düşünce vardır. "Bunların müsabakalar ile yapılmasını istemek hak­ kımızdır. Halkevi mevzuu üzerinde çalışmak isteyen yüzlerce Türk mimarı vardır. E n i y i projede i y i tan­ zim edilen bir müsabaka ile temin edilir" denilir. (Ar­ hitekt, 1940, s.163). • Halkevi binaları için ciddi eleştiriler, Parti'nin Müşavir Mimarlık Bürosu içinden de gelir. 1945 yılından sonra Mü­ şavir Mimarlık Bürosunun projelerini imzaladıklarını gör­ düğümüz Sonat ve Arıkoğlu'na göre, i l k yıllarda Halkevle­ r i n i n ne olduğu anlaşılamamış dolayısı ile de binalardan beklenen fayda bulunamamıştır. "Halkevleri'ndeki kullanış benzerliğine dayanarak çe­ şitli salâhiyet ve makamlar tarafından arsa vaziyetleri bile standardize edilen tip projelerin tatbikine çalışıl­ mış ise de aşikar mahzurlar yüzünden vazgeçilmiştir. Bu itibarla oldukça u z u n ve muhataralı ( k o r k u l u , tehlikeli) bir tecrübe devresi geçirilmiş bulunmakta­ dır." (Sonat, 1945, s. 19) 183



Mimarlar, C H P Genel Sekreterliğine sabırlarından dolayı şükranlarım sunar.



ra rastlanır. Bu yazılarda Halkevi binaları estetik yönden eleştirilir.



" C . H . P Genel Sekreterliğinin yukarda şükranla andı­ ğımız sabırlı alâka ve himmeti (kayırış, yardım) saye­ sinde bugünkü müspet neticeye varılmış bulunmak­ tadır." (Sonat, 1945, s. 19).



" H a l k e v i , evden ziyade hangara benzer b i r b i n a . " (Acaroğlu, 1950, s.24)



Bu sözler mesleki bir iç çekişmeyi de sergiler. Sonat'a göre, daha önce anlaşılamayan "Halkevi konsepsiyonu" artık "nok­ sansız" anlaşılmıştır ve yapılan projelerden de bu gözlenebilir. Halkevi binaları, "resmî" yapı olarak algılanması, "rejim mimarisi yapıldığı kanaatini uyandırması" ve b u anlayışla gereğinden fazla harcamanın yapılması nedeni ile muhalif grup tarafından eleştirilir. Çok partili sisteme geçiş olan 1946 yılı ile birlikte Meclis bütçe tartışmalarında devlet i n şaatlarmdaki harcamalar gündeme gelir. B u tartışmaların etkisi ile mimarlar da resmî yapılar ve Halkevleri için yapı­ lan harcamaları aşırı bulur. "Hangi Bakanlığa ait olursa olsun, ihtiyaç proramlan n d a ve binanın umumi konsepsiyonunda büyüğe, lükse ve tesire ehemniyet verilmekte, maliyet mefhu­ mu âdeta unutulmaktadır." (Z. Sayar, 1946, s.249) Z.Sayar'a göre, k i m i resmî binalarda ve H a l k e v l e r i n i n projelerinde görülen "büyüklük, ihtiyaçtan çok fazlasını başarmak ve elde etmek fikrinin mevcudiyeti bir çokların­ da, sanki bir rejim mimarisi yapıldığı kanaatini uyandır­ maktadır" (Z. Sayar, 1946, s.249). Bu eleştirilerin Tek Parti döneminin sonlarında Demokrat P a r t i n i n güçlenmeye başladığı sıralarda yapılıyor olması dikkat çekicidir. Binalar kullanıcılar tarafından da eleştiri almaktadır. Ül­ kü dergilerinde Halkevi binaları ile ilgili makale veya anıla184



"Halkevi'nin buraya yapılması kararlaşmca, ilkin d u ­ varlarını yıktılar, sonra da yapı altına gelecek ağaçla­ rını kestiler. Halkevi'miz yapılıp bitince, geri kalan ağaçları da, burayı yapan mühendis: - Yapıyı kapıyor, kimse bir şey görmüyor! diye kes­ tirmiş, yerlerine de beş on ufak sarı çam, biraz da topsalkım (çiçeksiz akasya) diktirmiş. Kübik, epeyce de biçimsiz yapılmış olan halkevini de meydana çı­ karmış. Çok çirkin olmuş ama ne yaparsın! Herkes yaptığını göstermek ister..." (Meşe, 1949, s.12). Eleştirilerin bir başka sebebi binaların yörenin iklim şart­ larına uygun olmayışıdır. "İşte bir derdimiz: planı yapan mimar buraya gelip ik­ lim şartlarını etüdetmemiş. Kışı dokuz ay süren Kars'ta böyle soğuk biryere halk nasıl girer? Bu iri iri pencereli salonlar nasıl ısınır? Sayın mimar, bunu hiç düşünme­ miş. Kars'ı sıcak bir ülke farzetmiş. Bu evi, halkın evini mahalli şartlara uyduracak iyi bir mimar ister. Doğu Anadolu'da mahalli şartlara uygun yeni ve büyük yapılı Halkevleri de vardır." (Acaroğlu, 1950, s.24). Halkevlerine bugün getirilen eleştirilerden biri, rejimin ideolojisinin dış biçimlenmelerine değil programlarına yansıyışı ile ilgilidir (Aslanoğlu, 1980, s.52). Kanımızca bu yo­ rum Halkevi binalarını yeterince değerlendirememektedir. Bu binalar devrime uygun bir mimari arayışında önemli bir laboratuar olmuştur. Programlarından olduğu gibi dış bi­ çimlenmelerinden de dönemin ideolojisi okunmaktadır. 185



SONUÇ



Kemalist Devrim, giriştiği başdöndürücü sosyal değişimle­ rin oturması ve yaygınlaşması için elindeki tüm olanakları birer eğitim aracı olarak kullanmıştır. Cumhuriyet Tek Parti döneminin önemli bir mimari birikimini oluşturan Halkevi binaları da iktidar tarafından kullanılan ideolojik bir araç­ tır. Parti'ye ait olan Halkevi Binaları birer sivil örgüt yapısı olarak değil, Parti - Devlet yapısı olarak tasarlanır, yalnızca birer eğitim ve kültür yapısı olarak algılanmaz, devleti ve rejimi temsil eder. Bu nedenle Halkevi binaları Cumhuriyet Meydanında ve Gazi Heykeli ile birlikte yer alır. Halkevleri imparatorluktan ulus-devlet'e geçişte, bu büyük siyasî deği­ şimi halka benimsetmek ve halkı "aydınlatmak" için örgüt­ lenmiş bir kurumdur. Yüzyıllardır imparatorluğun ümmeti olarak yaşayan halka, yeni bir siyasî bilinç "millet" (ulus) olma f i k r i aşılanır. B i r İmparatorluk ardından k u r u l a n "ulus-devlet", ülkenin dört bir yanında ve köylere kadar ik­ tidarını temsil eden "Cumhuriyet Meydanları"nı kurmuş­ tur. Halkevi Binaları "yeni" kent merkezleri olan " C u m h u ­ riyet Meydanları" üzerinde yer alır. Yeni siyasî erk, iktidarı187



nm damgasını Cumhuriyet Meydanları ile kent mekânına vururken, Halkevleri de bu yeni kent merkezini tanımlayan yapılardan biridir. Hükümet Konağı gibi Halkevi binaları da, erkin varlığının ve gücünün temsilidir. Protokolde Va­ liden sonra Halkevi Başkanı geldiği gibi, kentte de Vilayet konağından sonra ikinci önemli yapı olarak Halkevi Binası gelir. Cumhuriyet Meydanı üzerinde bir Parti - Devlet yapı­ sı olarak, diğer devlet yapılarında olduğu gibi Halkevi bina­ larından da beklenen "Cumhuriyet'i temsil", "ciddiyet"tir. Halkevi binalarında cumhuriyet rejiminin ve "millî" ruhun ifadeleri aranır, "birlik, milliyet, bağlılık, güven, emniyet" h i s l e r i n i kuvvetlendirmeleri beklenir. H a l k e v i Binaları Cumhuriyet meydanı üzerinde kendi varlıkları ile ulusdevleti temsil etmekle birlikte, yeni "ulus-devlet"e ait işaret ve sembollerin de taşıyıcısıdır. Bu işaret ve semboller, "Gazi Heykeli", "yazı", Parti'nin "6 O k " l u bayrağı ve "Türk Bayrağı"dır. Gazi Heykeli ve Bayrak "ulus -devlete" ait törenleri beraberinde getirir ve bu törenler Osmanlı'ya karşı yeni re­ j i m i Halka aşılar. Halkevi Binaları üzerinde yer alan " N e Mutlu Türküm Diyene" gibi vecizeler "ulus" fikrini kentli­ ye hergün aktaran kalıplardır. Halkevleri aynı zamanda bu yeni "ulus-devlet"in "laik" kimliğini de simgeler. Dinî mekânlara alternatif yeni bir toplanma mekânı olarak cami ya da kiliselerin yanında yer alır. Kule, halkevlerinde sık rastlanan bir yapı elemanı ola­ rak, kent içinde halkevine işaret eder. Halkevi Binaları, dönemin "millî ve muasır" ideolojisinin temsilidir. Resmî ideolojinin organı olan Halkevlerinde bi­ nalar, bu ideolojinin amaçlamış olduğu gibi "laik", " m o ­ dern" ve "yeni"dir. Aynı zamanda kent içinde "ulus-devleti" temsil eder. Mimarın "kendiliğinden ideolojisi" bu dönemde egemen ideolojiden beslenmiştir. Mimarlık (diğer sanat dalları gibi) 188



"telkin ve terbiye" için araç olarak görülür ve mimarlar kendilerini (dönemin diğer Modernist mimarlarında oldu­ ğu gibi) halkı eğiten, halka nasıl yaşaması gerektiğini öğre­ ten, yaşamı tanımlayan, bir " a l i m " olarak tanımlar. Mimar, (dönemin diğer Türk aydınları gibi) "halk için halka rağ­ men" halkı aydınlatan, "mürebbi"dir. Mimar, iktidarın var­ lığını, yapı ya da kente dönüştürme eyleminin bir aracı ola­ rak rol alır. Mimar, sürekli modern ve yeni bir yaşamı "tel­ k i n " eden iktidarın "memuru"dur. Halka mimarlığı meslek olarak tanıtmaya (ya da öğretme­ ye), devlete yabancı mimarlar yerine "Türk" mimarlarını kabul ettirmeye çalışan dönemin Türk Mimarları için Hal­ kevi Binaları önemli bir yapı deneyimidir. H a l k e v l e r i n i n örgüt ideolojisinde olduğu gibi dönemin mimarları için de Osmanlı, "öteki"dir. Mimarlar, "saltanat"la bozulan zevki, estetik eğitim ile yeniden sağlamayı kendine görev edinir ve Halkevi binaları bu görevi yerine getirmek için birer araçtır. Mimar, Halkevi binaları ile halkın estetik eğitimini sağla­ makla görevlidir. Kemalist devrimin mimarisini, şapka ve latin harflerinde olduğu gibi "yeni" olan ile tanımlayan dö­ nemin mimarları, Halkevleri ile bu "yeni m i m a r i " zevki halka tanıtır. Halkevi binaları halka "yeni mimari z e v k " i "aşılayan" binalardır. Ulusal olan "yeni mimari" ile birlikte aranır. Halkevi binaları halkı eğittiği gibi, Mimari alanda da beklenen "gelişime" öncü olacaktır. "Kubbe ve kemerler", "cami ve çeşme motifleri" kısaca dini motifler ve doğuya ait motiflere yer verilmeyen bu mimaride, Türk O c a k l a r i n m üslubundan uzaklaşılır. Sosyal yaşama "veçhe veren alim" olarak, çekirdek aileyi savunan, "yeni" sosyal yaşam içinde misafiri ve onun için gerekli mekânı tanımlayan, yemek alışkanlıklarını tarif eden ve bu alışkanlıkların gerektirdiği mutfak ve yemek odasını tanımlayan, köylüye "karyola" ve "yemek masasını" 189



öğretmeyi amaçlayan dönemin mimarı, halkın yaşam dene­ yimleri arasında yer almayan "yeni" sosyal ilişkileri Halkevi binaları ile tanımlar. Halkın sosyal yönde eğitimi Halkevle­ r i n i n bina programı ile gerçekleşir. Kadın-erkek birarada müzikli aile toplantıları için balo salonları, müzik holler; telkin için tiyatro salonları; gürbüz, sağlıklı yeni nesil için spor salonları ve avlular; dinleyen, düşünen, konuşan yeni nesil için toplantı salonları; birarada çalışma ve üretme için şubelere ait çalışma odaları; okuma zevkinin aşılanması için kütüphaneler yapılır.



Ek I: A D A N A HALKEVİ CANLI LEVHA5I



Bu binalar dönemin ideolojisinin mimari olarak bedenselleştiği yapılardır. İktidar mimarlığın temsil gücünden so­ nuna kadar faydalanmıştır. İktidarların kendi varlıklarını temsil etmek amacıyla mimarlıktan yararlanmaları modern çağa özgün değildir. Geçmişte ve bugün olduğu gibi, bun­ dan sonra da mekânın iktidarın ve ideolojilerinin temsilin­ de kullanılacağı şüphe götürmez.



M i m a r A p t u t l a h Ziya'nın tasarladığı b u "canlı l e v h a " d ö n e m i n i d e o l o ­ jisine a i t t ü m s e m b o l l e r i taşır. B u tasarım, D e v r i m i n i d e o l o j i s i v e amaç­ larını özetlemektedir. Ahşap İskelet üzerine " y e r l i p a m u k l u b e z " g e r i ­ l e n l e v h a , üzerindeki t a r i h i ( K u r t u l u ş S a v a ş ı ' n d a n k a l a n ) b a y r a ğ ı n açılması ile yükselmeye başlar. Y e n i Türk gençliğini t e m s i l e d e n i k i kız v e b i r e r k e k çocuğun yükselttikleri Türkiye haritası, dünya m e d e n i y e ­ t i n i t e m s i l e d e n güneş. H a l k e v l e r i şubelerinin, " t o t e m l e r i " o l a r a k a d ­ landırılan, lir, s a p a n v e k i t a p b u l u n a n b u l e v h a d a , ilk göze çarptığı b e l i r t i l e n bir diğer s e m b o l E r g e n e k o n destanını hatırlatan B o z Kürt'tür. Levhanın üzerinde C u m u h u r i y e t yazılıdır. B u , H a l k e v l e r i n i n " C u m h u r i y e t " t e m e l e r i üzerine k u r u l d u ğ u n u i f a d e e d e r . G e n ç l e r i n yükselttikleri Türkiye haritası, gençlerden aldığı hızla k e n d i k e n d i n e y ü k s e l m e y e d e v a m e d e r v e s o n u n d a e n yüksek n o k t a d a b u l u n a n dünya m e d e n i y e t i n i t e m s i l e d e n güneşi y a k a r {Mimar, 1 9 3 3 , s.56). 190



191



Ek II: HALKEVİ BİNALARI



K A R A M Ü R S E L H A L K E V İ PROJESİ M i m a r : Leman Tomsu, Münevver Belen Proje t a r i h i : 1936 KAYSERİ HALKEVİ PROJESİ M i m a r : Leman Tomsu, Münevver Belen Proje t a r i h i : 1937 (uygulanmamış)



Aşağıda ulaşılan H a l k e v i binalarının v e p r o j e l e r i n i n k r o n o l o j i k b i r listesi verilmiştir. Z O N G U L D A K H A L K E V İ (Proje Yarışması) M i m a r : A b i d i n v e Z e k i S e l a h (I.Ödül) Proje t a r i h i : 1 9 3 3 B u g ü n k ü kullanımı: B e l e d i y e binası DÜZCE HALKEVİ PROJESİ M i m a r : A b i d i n Mortaş Proje t a r i h i : 1933 ELAZIĞ HALKEVİ M i m a r : V a l i T e v f i k Sırrı G ü r Yapım t a r i h i : 1933 B u g ü n k ü kullanımı: M e h m e t A k i f Ersoy Lisesi A N T A L Y A HALKEVİ Y a p ı m t a r i h i : 1933 G E R E D E HALKEVİ PROJESİ M i m a r : Leman Tomsu, Münevver Belen Proje t a r i h i : 1 9 3 6 EMİNÖNÜ HALKEVİ M i m a r : A h m e t Sabri (Oran) Proje t a r i h i : 1936 B u g ü n k ü kullanımı: H a l k Eğitim M e r k e z i M ü d ü r l ü ğ ü ESKİŞEHİR H A L K E V İ M i m a r : İzzet B a y s a ! Proje t a r i h i : 1 9 3 6 B u g ü n k ü d u r u m u : Yıkılmış 192



KAYSERİ HALKEVİ B u g ü n k ü kullanımı: D e v l e t T i y a t r o s u İZMİT H A L K E V İ M i m a r S e y f i A r k a n (Halk Eğitim M e r k e z i arşivinde S e y f i U m a t o l a ­ r a k geçiyor.) Proje t a r i h i : 1 9 3 7 B u g ü n k ü kullanımı: H a l k Eğitim M e r k e z i K A D I K Ö Y H A L K E V İ P r o j e Yarışması M i m a r : M i m a r Rüknettin ( G ü n e y ) I.Ödül Proje tarihi: 1938 B u g ü n k ü kullanımı: H a l k Eğitim M e r k e z i ŞEHREMENİ HALKEVİ Mimar: Leman Tomsu Proje t a r i h i : 1 9 3 8 (uygulanmamış) B U R S A H A L K E V İ P r o j e Yarışması M i m a r : M ü n e v v e r B e l e n (I. Ödül) Proje t a r i h i : 1 9 3 8 B u g ü n k ü kullanımı: A h m e t V e f i k Paşa T i y a t r o s u M A N İ S A HALKEVİ PROJESİ M i m a r : Asım K ö m ü r c ü o ğ l u Proje t a r i h i : 1 9 3 8 M a n i s a H a i k e v İ ' n i n K ü i t ü r v e T a b i a t Varlıklarını K o r u m a G e n e l M d . Arşivinde kaydı bulunmaktadır. B u kayıtlarda y e r a l a n f o t o ğ r a f ­ t a Asım K ö m ü r c ü o ğ l u ' n u n p r o j e s i y e r almamaktadır. Arşivde kayıtlı b u l u n a n b i n a n ı n b u g ü n k ü k u l l a n ı m ı : H a l k Eğitim Merkezi 193



SİVAS H A L K E V İ P r o j e Yarışması M i m a r : N a z i f A s a l v e E m i n N e c i p (I.Ödül) P r o j e t a r i h i : 1 9 3 8 (uygulanmamış)



K A Z A M E R K E Z İ H A L K E V İ TİP P R O J E L E R İ M i m a r : C H P Müşavir M i m a r ı A h m e t S a b r i O r a n Proje tarihi: 1940



KARS HALKEVİ



K O N Y A HALKEVİ PROJESİ



M i m a r i p r o j e : Bayındırlık B a k a n l ı ğ i n a a i t o l a b i l i r .



M i m a r : C H P Müşavir M i m a r ı A h m e t S a b r i O r a n



Yapım tarihi: 1938 B u g ü n k ü kullanımı: H a l k Eğitim M e r k e z i , T e m s i l S a l o n u kullanıl­ mıyor. A F Y O N HALKEVİ Yapım tarihi: 1938 Kullanımı: Defterdarlık (Kültür v e T a b i a t Varlıklarını K o r u m a G e ­ n e l M d . Arşiv 1979 yılı kayıtlarına göre) A D A N A HALKEVİ M i m a r : Seyfi A r k a n P r o j e t a r i h i : 1939 Ç O R L U H A L K E V İ PROJESİ M i m a r i proje: Nafia Vekaleti Proje tarihi: 1939 İSPARTA H A L K E V İ M i m a r i proje: Nafia Vekaleti Proje t a r i h i : 1939 B u g ü n k ü d u r u m u : Yıkılmış GEBZE HALKEVİ PROJESİ M i m a r : Selim Sayar Proje t a r i h i : 1939 KIRKLARELİ HALKEVİ M i m a r i proje: Nafia Vekaleti P r o j e t a r i h i : 1 9 3 9 (Büyük S a l o n inşa edilmemiş) B u g ü n k ü kullanımı: M i l l i Eğitim M d . ÇANKIRI HALKEVİ M i m a r i proje: Nafia Vekaleti Proje t a r i h i : 1939 B u g ü n k ü kullanımı: Sağlık O c a ğ ı , T e m s i l S a l o n u kullanılmıyor. 194



P r o j e t a r i h i : 1 9 4 0 (proje uygulanmamış) K O N Y A HALKEVİ M i m a r : Şevki B a l m u m c u . (Binanın mimarı Cumhuriyet gazetesi y a ­ zarlarından Toktamış A t e ş ' e g ö r e M a h m u t A t e ş , K o n y a Ünİversites i ' n d e n Dr. Haşim K a r p u z ' a g ö r e İse Rıza A ş k a n v e S u a t A r d e n i z ' d i r . A n c a k M a r u f Önal'tn B a l m u m c u ' n u n v e f a t ı a r d ı n d a n y a y ı m l a n a n y a ­ zısı d a h a güvenilir b i r kaynaktır.) Proje tarihi: 1946 B u g ü n k ü kullanımı: K o n y a Valiliği II Kültür M d . V e D e v l e t rosu



Tiyat­



BALIKESİR HALKEVİ PROJESİ M i m a r : C H P müşavir mimarı A h m e t S a b r i O r a n P r o j e t a r i h i : 1 9 4 4 (uygulanmamış) İZMİR H A L K E V İ P R O J E S İ M i m a r : Rıza Aşkan, C a h i t Çeçen Proje t a r i h i : 1944 BARTIN HALKEVİ PROJESİ M i m a r : C H P Müşavir Mimarlık Bürosu Y . M i m a r S e y f i S o n a t v e Y. M i m a r Ülker A n k o ğ l u Proje tarihi: 1945 NALLIHAN



HALKEVİ



M i m a r : C H P Müşavir Mimarlık Bürosu Proje tarihi: 1946 MERSİN HALKEVİ M i m a r i p r o j e : V a l i T e v f i k Sırrı Gür (Vali, şeref d e f t e r i n d e , Yüksek M i m a r A r i f H i k m e t , Yüksek M i m a r D o k t o r M u k b i ! G ö k d o ğ a n , M i m a r Ertuğrul Menteşİn'in katkılarını belirtir.)



Yapım tarihi: 1946 B u g ü n k ü kullanımı: M e r s i n D e v l e t O p e r a v e B a l e s i 195



S A K A R Y A (ADAPAZARI) HALKEVl B u g ü n k ü kullanımı: Defterdarlık (Kültür v e T a b i a t Varlıklarını K o ­



İKİNCİ BASKIYA NOT



r u m a G e n e l M d . Arşiv kayıtlarına göre) DİYARBAKIR HALKEVl B u g ü n k ü d u r u m u : Yıkılmış GİRESUN HALKEVİ B u g ü n k ü kullanımı: H a l k Eğitim M e r k e z i (Kültür v e T a b i a t Varlık­ larını K o r u m a G e n e l M d . Arşiv kayıtlarına göre) İSKENDERUN HALKEVİ Yapım t a r i h i : 1943 A N T A K Y A (HATAY) HALKEVİ Yapım t a r i h i : 1943 M U Ğ L A KÖYCEĞİZ H A L K E V l Proje: N a f i a V e k a l e t i Yapım t a r i h i : 1938 M U Ğ L A H A L K E V l V E HUSUSİ M U H A S E B E BİNASI Y a p ı m tarihî: 1 9 3 8



*



Ayrıca Ülkü d e r g i l e r i n d e n E r z u r u m , Erciş, V a n v e M a r d i n H a l k e v l e ­ r i n i n 1944 yılında kullanılmakta olduğunu t a k i p e d e b i l i y o r u z .



196



Halkevleri İdeoloji ve Mimarlık'm i l k baskısının ardından bazı yorumlar alındığı gibi, kitap Türkiye'de ve yurtdışında k i m i yüksek lisans programlarında kaynak olarak da ilgi gördü. Yayımlanan eleştirilerden en önemlisi kanımca Sibel Bozdoğan'ın New Perspectives on Turkey sonbahar 2000 sa­ yısında yayımlanan kitap e leştir isidir. Bozdoğan bu yazısın­ da, Halkevi binalarının Avrupa dönemindeki mimari örnek­ lerle kıyaslanmamasını eleştiriyordu. Kitapta ideolojik Mi­ marlık bölümünde genel olarak modern dönem Avrupa m i ­ marlığının dönemin ideolojileri ile olan ilişkilerine değinil­ miştir. Halkevlerinde "hitap balkonu" gibi k i m i mimari ele­ manların dönemin örnekleri ile ilgili referanslarına da gidil­ miştir. Ancak Halkevlerinin Halkevi örgütü benzeri olan ya da olmayan yapılardan taşıdığı birebir esintiler, benzer yapı ya da mekân tasarımları ile ortak yönleri ve ayrıldıkları noktalar, yeni bir metnin konusu olmalıdır. Doktora çalış­ mam için yurtdışında bulunduğum bir sırada, 2000 yılı Mart ayında Londra-Bartlett Graduate School'da Halkevleri ile ilgili bir sunuş yapmak üzere davet edildim. B u sunuş sı197



rasmda Halkevlerini Avrupa dönemindeki benzerleri ile karşılaştırarak ele aldım. B u konu daha geniş bir çerçeve içinde modern çağ ile yeni bir kamusalhk tarif eden toplan­ ma mekânlarını kapsayacak şekilde yeniden ele alınmalıdır. Bozdoğan'ın da belirttiği diğer önemli bir konu, mimarlık kuram ve tarihine hem alanının kendi içinden hem de diğer disiplinlerden yöneltilen eleştirilerdir. Mimarlık alanının kendi içerisinden yapılan eleştirilerde yeni mimarlık kuram ve tarihçiliği meslekten uzaklaşmak ve mesleğin amaçlarına hizmet etmemekle kısacası mimarlığın konusu olmayan iş­ lerle uğraşmakla eleştirilmektedir. Diğer alanlardan (siyaset bilimi, sosyal bilimler vs.) yapılan eleştirilerde ise mimarlık kuramları zayıf, hatta yüzeysel olarak yargılanmaktadır. Ancak mimarlık alanında hızla gelişen -eleştirel mimarlık tarihçiliği olarak özetlenebilir- söylemler, disiplinler arası tartışmalara paralel olarak mimarlık kuramlarının kendi alanının dışına çıkarak yeni bir bilgi alam oluşturduğunu iddia etmektedir. B u tartışmaların ana konusunu artık tek " b i n a " , "üslup" ya da " m i m a r " değil, "mekân" kavramı oluşturmaktadır. Disiplinler arası durum ve eleştirel kura­ ma dayalı tartışmalar her geçen gün zenginleşmektedir. Türkiye'de de mekâna yönelik bu yeni yaklaşımlar örneklenmektedir. B u tartışmalardan Türkiye'nin kendi bağla­ mından üretilen ve dünya literatüründe mekâna ilişkin so­ runlara açılım sağlayacak yeni kavramlar ve kuramlar geliş­ tirilecektir.



KAYNAKÇA



Acaroğiu, T., 1950, Kars, Ülkü, Seri 111, S.39, Mart, 1950 s.23. Adil, H . , 1933, Halkevi projesi esbabı mucibe raporu, Arkitckt, sayı 3, 1933. s.89¬ 91. Akyol, E . , 1996, Tarihsel Kentlerin Gelişiminde Yapılaşma Ölçütlerinin istanbul Galata Örneğinde İrdelenmesi (Ortaçağ Kentine Mekânsal O k u m a Örneği, G a ­ lata - Cenova Mekânsal Strüktürü, Doktora Tezi, s. 55, 88, 109 Gazi Üniversi­ tesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık B ö l ü m ü , Ankara. Akşin, A . , 1990, Türkiye Tarihi 4, Önsöz, Çağdaş



Türkiye



1908-1980, C e m Yayı­



nevi, İstanbul. Alsaç, O . , 1941, Mimar ve Mimarlık, TC. Nafıa Vekaleti Bayındırlık



İşleri Dergisi,



Yıl 8, Sayı 7, s.51 (İktisadi YUrûyüsten alınarak yayınlanmış). Alsaç, Ü., 1976, Türkiye'de Mimarlık Düş Cin ces in in Cumhuriyet Dönemindeki Evri­ mi, KTÜ Baskı Atelyesi, Trabzon. Althusser, L , 1994, İdeoloji ve Devlefin İdeolojik Aygıtları,



Çev. Yusuf A l p / Mah­



mut Özışık, iletişim Yayınları, istanbul. Althusser, L . , 1990, Felsefe ve Bilim Adamının Kendiliğinden Felsefesi, Çev. Ö m ü r Sezgin, Vers o Yayınları, İkinci Baskı. Akuntaş, T., 1996, K ö y Enstitülerinde Kültür ve Sanat, Cumhuriyet gazetesi, 16 Nisan 1996, Arada Bir Köşesi. A m a n , A . , 1992, Architecture and Ideology in Eastern Europe during the Stalin Era An Aspect of Cold War History, çev. Roger and Kerstin Tanner, MIT Press, USA. Arif, B., 1931, T ü r k Mimarisi ve Beynelminel Mimarlık Vasıfları, Mimar, sayı 12, s.365. Arkitekt (Mimar), 1934, Düzce Halkevi Binası Projesi, M i m a r Abidin, Arkitekt, sa­ yı 8, 1934,s.237. Arkitekt, 1936, Halkevleri Binası - Eskişehir, Mimar izzet Baysal, Arkitekt, sayı 2, 1936,s.36. Arkitekt, 1938a, Kadıköy Halkevi Proje Müsabakası, Arkitekt, sayı 2, 1938, s.43¬ 56. Arkitekt, 1938b, Şehremeni Halkevi projesi. Mimar Leman Tomsu, Arkitekt, sayı 9,1938, s.253-256. Arkitekt, 1938c, Bursa Halkevi projesi, Mimar Münevver Belen, Arkitekt, sayı 1, 1938, s. 18. Arkitekt, 1938d, Manisa Halkevi Projesi, Mimar Asım K ö m ü r c ü o ğ l u , Arkitekt, sa­ yı 3-4, 1939, s.65-72.



198



199



Arkitekt, 1938e, Sivas Halkevi Projesi Müsabakası, Arkitefel, sayı 3-4, 1939, s.6572.



Batur, A . , 1986, Cumhuriyet Dönemi T ü r k Mimarlığı, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cüt 5, s.1384.



Arkitekt, 1940, Konya Halkevi Binası Projesi, Ark i lehi, sayı 9-10, 1940, s. 198-202.



Bayındırlık Bakanlığı Yapı işleri, 1938, Yapı İşleri Bürosu tarafından yürütülen iş­



Arkitekt, 1944, İzmir C H P Halkevi Jimnastik Salonu ve Gazinosu avan Projesi,



lere ait tablo, T.C. Nafıa Vekaleti Bayındırlık İsleri Dergisi, 1. Teşrin 1938, yıl 5, sayı 5,



Mimar Rıza Aşkan, Cahit Çeçen, Arkiteki, sayı 7-8, 1944, S.-161-162. Arredamenlo Dekorasyon, 1995, Profil - Sovyet Tasarım Üncüleri, s a y ı 7 5 . Aralık



yındırlık İsleri Dergisi, yıl 3, sayı 5, s.99-101.



1995, s.68. Aslanoğlu, I., 1980, Erken CumJıuriyei Dönemi Mimarlığı, O D T Ü , Mimarlık Fakül­



Bayındırlık Bakanlığı Yapı işleri, 1. Teşrin 1936, Yapı İşleri, T C . Najîa Vekaleti Ba­ yındırlık İsleri Dergisi, yıl 3, sayı 5, s.99-101.



tesi Basım işliği, Ankara. Artun A . , Atauz A . , 1982, İşbölümü ve Mimarlık - Planlama Meslekleri, Mimarlık,



Behçet ve Bedrettin, 1933, Kimlere Mimar Diyoruz, Mimar, sayı 7, s.199-200. Behçet ve Bedrettin, 1933, Mimarlıkta İnkılap, Mimar, sayı 8, s.245-247.



1982/2, s.13. Artun A . , Balcıoğlu T , 1982, Mimarlığın Makinesi - Makinenin Mimarlığı, Mimar­



Behçet ve Bedrettin. 1933, T ü r k inkılap Mimarisi. Mimar, sayı 9-10, s.265-266. Berkes, N.. 1975, Türk Düşününde Batı Sorunu, Ankara, Bilgi Yayınlan.



lık, 1982/10, s.18-24. Artun A . , Kozacıoğlu S-, 1976, Kapitalist Toplumda İşbölümünün Gelişimi ve M i ­ marlık, Mimarlık Eğitimi Semineri, 10-11 Aralık 1976, Trabzon T M M O B M i ­



Bora, T . , 1998, "İnşa Döneminde T ü r k Millî Kimliği", Türk Sagınm Üç Hali, Biri­ kim Yayınlan, istanbul.. Celâl, B . O . , 1933, Büyük inkılap Ü n ü n d e Millî Mimari Meselesi, Mimar, sayı 5,



marlar Odası s. 1-16. Atasayar, N . , 1935, Halkeğitiminde Halkevleri ve Okullar, Sinan Basımevi İstan­



s. 163-164. C H P Halkevleri Ögrenegi, 1938, G ö n y ö n k u r u l tarafından hazırlanmış GenBaşkur-



bul, Öğretmenler Gazetesinin İlavesi, s.5. Atasayar, N . , 1935, Halkeğitiminde Halkevleri ve Okullar, Sinan Basımevi istan­ bul, öğretmenler



Bayındırlık Bakar.Ugı Yapı İşleri, 1.Teşrin 1936, Yapı işleri, T C . Nafıa Vekaleti Ba­



ca kabul edilmiştir., Recep Ulusoğlu Basımevi, Ankara. C H P Halkevleri ve Halkodaları,



Gazetesinin İlavesi, s.5.



1942, 1932 - 1942, Ankara.



Atatürk, 1981, Nutuk, T ü r k D i l Kurumu Yayınları, T ü r k Tarih K u r u m u Basımevi.



C H P Halkevteri'nin 1933 Senesi Faaliyet Raporları



Atatürk, 1991, Geomeiri, Atatürk Kültür, D i l ve Tarih Yüksek Kurumu, T ü r k D i l



CHP Programı,



Kurumu Yayınları:333, Atatürk Dizisi:4, T ü r k Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. Ateşin H . M . , 1996, Bir Kavram Olarak Mimarlık ve Bunun Fikri/ideolojik tu", Sempozyum: ideoloji. Erk ve Mimarlık,



Boyu­



Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık



Fakültesi, Mimarlık B ö l ü m ü , İzmir, s.36. Athg, N . , 1990, Türk Musikisi, Millr Kültür Unsurlarımız Üzerine Genel Görüşler. Atatürk Kültür Merkezi Yayını, sayı 46, Ankara 1990, s.183. Aybay S., 1986, İkinci Dünya Savası ve Millî Şef, Tarih Toplum, Aralık 1986, s.324. Aydemir, Ş. S, 1973, T ü r k o c a g ı n d a n Halkevi'ne, Halkevleri Dergisi, Sayı 76, Şubat 1973, s.4.



1935, Ulus Basımevi, Ankara. C H P 1935, Halkevleri 1932-1935: 103 Halkevi Geçen Yıllarda Nasıl Çalıştı?. CHP, 1939, 1939da Halkevleri, Recep Ulusoğlu Basımevi, Ankara. CHP, 1945, Haİkevieri ve Halkodaiarının Yurd İçinde Dağılışları, Doğuş Matbaası, Ankara. CHP, Halkevleri Çalışma Talimatnamesi, 1940, Zerbamat, Ankara. Çavdar, T., Halkevleri, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, iletişim Yayınla¬ n , 1986. Ç e ç e n , A-, 1990, Halkevleri, G ü n d o ğ a n Yayınlan, Ankara.



Aydemir, Ş. S., 1932, Halkevleri, Kadro, sayı 3, s.35-37, tıpkıbasım, cilt I, Ankara iktisadi ve idari ilimler Akademisi. Aydemir, 5.S., 1993, Suyu Arayan Adam, Remzi Kilabevi, İstanbul. Ayıran, N . . 1996, Çoğulcu Toplumda ideoloji ve Mimarlık, Sempozyum.' ideoloji.



Eagleton, T., 1996, ideoloji, çev. Muttalip Ö z c a n , Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Eldem S. H - , ile röportaj, 1939, Millî Mimari Meselesi, Arkitekt 1939, s a y ı . 1 1 - 1 2 , s.220-223. Eldem. S.H., 16 Ağustos 1942, T ü r k ü n Evi, Ülkü dergisi, s.10.



Erk ve Mimarlık, Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölü­



Eldem, S.H., 1982, Büyük Konullar, Yaprak Kitabevi / Proje Uygulama, Ankara.



m ü , izmir, S.36.



Ertekin, H . , 1980, Mimarlık ve Ütopya - Kapitalist Gelişme ve Tasanm I, Tafu-



Baltacıoğlu, İ.H., 1943, Türke Doğru, (Birinci Kitap) Yeni A d a m - Kültür Basım Baltacıoğlu, I.H., 1943, Türke Doğru,



ri'den ö z e t çeviri, Mimarlık, 1980/1, s.6; M i m a r l ı k ve Ü t o p y a II, Mimarlık, 1981/1, s.12, Mimarlık ve Ütopya III, Mimarlık, 1981/2, s.9; Mimarlık ve Ü t o p ­



Evi, İstanbul. (ikinci Kitap) Yeni Adam - Kültür Basım E v i ,



İstanbul. Ba! acıoglu, İ H . , 1945, Batıya Doğru, Sebat Basım Evi, İstanbul. Ba guoğlu T., 1944, Halkevleri, Millt Kültür Ocakları, Ulus, 20 Şubat 1944, Ülkü, Aan 1 9 4 4 o î n , Gazeteler Arasında, s.59. B:



Huldsaları. s.44.



1935, Partinin D ö r d ü n c ü B ü y ü k Kurultayı Onaylamıştır. Mayıs



ya IV. Mimarlık, 1981/3, s . l l . Ertekin. H . , ve B a l c ı o ğ l u T . , 1982. M i m a r l ı k S ö y l e m i ve T a s a r ı m , Mimarlık, 1982/10, s.25-27. Evcim, R., 1996, imeceyle Kurulan Opera, Cumhuriyet gazetesi, 27 Şubat 1996, s.14. Foucault ile Söyleşi; Mekân, Bilgi ve Erk, söyleşiyi yapan Paul Rabinow, (Mart



guoğlu T., Dilimiz Üzerine Görüşmeler: " F a r s ç a Mekân isimlerini Türkçeleşti-



1982 Skyiine dergisi) Çev. Mehmet A d a m , Mimarlık dergisi, 19S4/7-8 Say­



ebiliriz". Ülkü, 16 Mayıs 1942, sayı 16, s.7.



fa: 12-17.



200



201



Foucaulc, M . , 1992, Hapishanenin Doğusu, çev. Mehmet A l i Kılıçbay, imge Kitabevi. Galip, Ö.F.. 1931, Mimarlar Kongresi, Mimar, 1931. s.67.



(



Galip, Ö . E , 1933, Zonguldak Halkevi Proje Müsabakası Münasebetiyle, Mimar, s.64.



lında Doçentlik Tezi. Karaosmanoğlu, Y . K , 1994, Ankara, İletişim Yayıncılık, 9, baskı, Aralık 1994, İs­ tanbul.



Gan, A . , 1995, Konstrüktivizm, çev. Murat Germen, Arredamento Dekorasyon, sayı ve Halkevleri - Atatürkçü Dü­



Üzerine Denemeler, T ü r k Tarih K u r u m u Basımevi, 1974 Ankara s.173¬



177.



Keleş, R., 1961, Türkiye'de



Şehirleşme Hareketleri ¡927-¡960,



T ü r k iktisadi Geliş­



mesi Araştırma Projesi, SBF Ankara. Kemal, B., Gönüllü Sanat, Ülkü, 4. cilt, sayı 23, 2. Kanun 1935, s.336.



Gramsci, A . , 1986, Hapishane Defterleri - Seçmeler, çev. Adnan Cemgil, Belge Ya­



K o ç a k , C , 1990, Siyasal Tarih (1923-1950), Türkiye Tarihi 4, Çağdaş



Türkiye



] 908-1 980, Cem Yayınevi.



yınları, İstanbul. G ü m ü ş K . , ve A k B., 1982, Tasarım Tarihindeki Kopuşlar, Mimarlık,



1982/10,



Köker, L., 1990, Modernleşme Kemalizm ve Demokrasi, iletişim Yayınlan, İstanbul. Krier, L., 1986, A n Architecture of Desire, Ardıiteetura! Design 56 4 - 1986, s.30-40.



s.28-232. G ü m ü ş o g l u , E , 1995, Millet Mektepleri ve Köy Eğitmenleri, Bilim ve Ütopya, Ka­



Kunter. H . B . , 1936, San'at M i l i ! B ü n y e d e n D o ğ a n İçtimaî Bir Varlıktır, Arkiiekt 1936, sayı 5-6,5.157-158.



sım 1995 sayı 17, s.38-39.



Kurdakul, Ş., 1996, Bir Sürecin Edebiyat Adamı Necati Cumalı, Cumhuriyet gaze­



Günbulut, $., 1994, Mimarlığın Sınıfsal Dili, Mimarlık, sayı 259, s.39-43. Günbulut, $., 1993; Türkiye'de, Mimarlığın Sınıfsal Dili, Mimarlık, sayı 255, s.58-60. Güney, E . C . , 1944, Halkevi Halktan Alınır Halka Verilir, Üikû, Mart 1944'ten, G a ­



tesi, 15 Nisan 1996. Kırzıoglu, M . E, 1953, Kars Tarihi, 1. Cilt, Işıl Matbaası, istanbul 1953, s.553. Larson, M . S., 1982, 20. Yüzyılın Başlarında Mimarlık Mesleği 1, çev. Süheyl Kır-



zeteler Arasında, s,59. Güney, R., 1938, Kadıköy Halkevi Projesi Raporu, Arkitekl, sayı 2, 1938, s.43-56. Güven, E C . , 1974, Halkevleri'nin Kurutuş Nedeni, Atatürk



ve Halkevleri, Atatürkçü



Düşünce Üzerine Denemeler, T ü r k Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.59.



çak. Mimarlık 1982/2. Larson, M . S., 1982, 20.Yüzyılın Başlarında Mimarlık Mesleği II, çev. G ü l s ü m Nalbantoğlu. Mimarlık 1982/3, s.18, III 1982/4, s.17.



G ü v e n ç , K . , 1994, Orfûk Bir Çatışma Şüphesi, Ankara, Yapı Kredi Yayınlan, istan­



Lewitter, R.L., 1986, Büyük Petro ve Modern Dünya, Tarih ve Toplum, E k i m 1986 - sayı 227, s.35.



bul, s.219. Helvacıoğlu, E , 1996, Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik - Öğretmen Anneden Hiz­



Mahçupyan E , 1995, Resmi ideoloji. Siyasal İslam, Fethullahçılar ve Demokrat­ lar, Cogito.sayı 5, Güz 1995, s.211-216.



metkâr Anneye, 11 Mart 1996, Cumhuriyet gazetesi, s.10. Hilav, S-, 1990, D ü ş ü n c e Tarihi (1908-1980), Türkiye Tarihi 4, Çağda} ¡908-1980,



Katoglu, M - , 1990, Cumhuriyet Türkiye'sinde Eğitim Küttür Sanat, Türkiye Tarihi 4, Çağdaş Türkiye I90S-J980, C e m Yayınevi.



75, Kasım 1995. s.80. Gögüş, B „ 1974, Halkevleri ve Halk Eğitimi, Atatürk şünce



Karadağ, N . , 1982, Halkevleri Tiyatro Çalışmaları 1932-1951, Tiyatro Bilimi D a ­



Türkiye



Mardin, Ş., 1992a, ideoloji, İletişim Yayıncılık, istanbul. Mardin, 5., 1992b, Din ve İdeoloji, İletişim Yayıncılık, İstanbul.



C e m Yayınevi.



H ü s n ü , N . , 1933, Modern Mimaride Malzeme ve İşçilik, Arkitekl 1933, sayı 9-10,



Mardin, Ş., 1594, İdeoloji Kavramının Tarihsel gelişimi, Bilim ve Teknoloji dergisi, Şubat/Mart 1994, s.12-15.



s.321. ilhan. A . , 1982, Hangi Batı?, Bilgi Yayınevi, istanbul.



Mert, N . , 1994, Laiklik Tartışması ve Siyasal İslam, Cogito, sayı 1, Yaz, s.89-103.



inan, M . , R., 1974, Atatürk'ün "Halkçılık" Ülküsü, Halkevi Gerçeği ve Tragedyası



Meşe, 1949, Halkevi'ne Bir Adam, Ülkü, 27 Mart 1949 s.12-15.



I, A t a t ü r k ve Halkevleri, Atatürkçü Düşünce Üzerine Denemeler. T ü r k Tarih K u ­



Mimar. 1931. Evlerimizin İçi, Sayı 7, s.2.



rumu Basımevi, Ankara, s.95.



Mimar, 1933, Güzel san'atlann memleketimizde inkişafına dair proje ve kanun lâ-



ismet Paşa Hazretlerinin Nutku, Atatürk



ve Halkevleri, Atatürkçü Düşünce Üzerine



Denemeler, T ü r k Tarih K u r u m u Basımevi, 1974, Ankara, s.42. Kadıoğlu, A . , 1996, Cumhuriyet Epistemolojisi ve Aşırı Gerçekçi Kimlikler, Cum­ huriyet Demokrasi ve Kimlik Sempozyumu, 10-12 Nisan 1996, izmir. Kansu, C . A . , 1974, Halkevleri'nin Kaynağı,



Atatürk ve Halkevleri, Atatürkçü



şünce Üzerine



ve Halkevleri, Atatürkçü Dü­



Denemeler, T ü r k Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s. 179.



Kansu, N . , 1939, Halkevleri m iz, C.H.P 1939'da Halkevleri, Recep Uhısoglu Basıme­ vi, Ankara, s. 1-5. Kaplan, K . , 1974, Halkevleri, Atatürk ve Halkevleri, Atatürkçü Düşünce Üzerine De­ nemeler, T ü r k Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s. 131,



202



Mimarlık, 1946, Halkevleri ve Halk Odalan, Mimarlık, 1946, sayı 3-4, s.5-8. Mortaş, A . , 1936, Evlerimiz, Arkiieki 1936, sayı 1, s.24-27.



Düşün­



ce Üzerine Denemeler, T ü r k Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.85. Kansu, C . A . , 1974, Kemalizmin Halk Okullan, Atatürk



hiyalan esbabı mucibe raporu, sayı 8, s.252. Mimar, 1933, Memleket Haberleri - T ü r k ç e Islahatlar, Mimar 1933, sayı 2, s.63.



Mortaş, A . , 1944, H ü k ü m e t Konaklan, Arkitekl 1944, sayı 11-12, s.250. Mutlu, F , 1972, Kuvayi Millîye Dergisi, 13 Haziran 1972, sayı 142, s.8-10. Mutlu, N.Y., ¡ 9 8 9 , Bayındırlık Bakanlığı Tarihi 1920-1988 (Nafıa Vekaleti, Bayın­ dırlık Bakanlığı, Bayındırlık ve Iskan Bakanlığı), Bayındırlık ve Iskan Bakanlığı Matbaası, Ankara. Nalbantoglu, H . Û . . 1995, Türkiye'de Modern M i m a r l ı k Pratiği ve S ö y l e m i , 70 Sonrası Mimarlık Tartışmaları, Mimarlar Derneği, no: 2, Temmuz 1996, A n k a ­ ra, s. 1 0 5 - 1 2 3 .



203



Nalbancoğlu, H . O . , 1995, Yaratıcı Dehâ : Bir Modem Sanat Tabusunun Anatomisi,



Sayar, S., 1939a, Çorlu Halkevi Projesi, Ülkü, sayı 77, Temmuz 1939, s. 457- 458.



Sanat ve Tabular, Mayıs '95 Sempozyumuna Hazırlık Konferansları ve Panel



Sayar, S., 1939b, İsparta Halkevi Projesi, Ülkü, sayı 78, Ağustos 1939, s. 556-557.



Toplantıları, Sanart 1995 Ankara s.77-89.



Sayar, S., 1939c, Gebze Halkevi Binası Avan Projesi, Ülkü, sayı 79 Eylül 1939 s



Nalbantoglu, H.Û., 1997, Mimarlık Eğitimi, Sosyoloji ve Ötesi, Mimarlık Eğitimi ve Beklenen Değişimler Kongresi 1993, T M M O B Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yayını, Şubat 1997, Ankara. Önder, M . , 1993, Atatürk



80-81. Sayar, S., 1939d, Kırklareli Halkevi Projesi, Ülkü, sayı 80, Birinci Teşrin



1939 s



168.



Evleri Atatürk



Müzeleri,



A t a t ü r k Kültür, D i l ve Tarih



Y ü k s e k Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara.



Sayar, S., 1939e, Çankın Halkevi Binası Projesi, Ülkü, sayı 81, ikinci Teşrin 1939 s. 265-269.



Ö z t ü r k m e n , A . , 1998, Türkiye'de Folklor ve Milliyetçilik, iletişim Yayınlan, istan­ bul.



Sayar, S., 1940, Düzce Halkevi Projesi, Ülkü, sayı 85, Mart 1940, s. 75. Sayar, Z . , 1936, İç kolonizasyon, Arkitekt, sayı 2, s.46-51.



Oran A.S., 1936, E m i n ö n ü Halkevi Temsil ve Jimnastik Salonu Projesi, Arkİtekt 1936, s.103.



Sayar, Z . . 1938, Yabancı Mimara Verdiğimiz Servet, Arkitekt, sayı 3, s.89. Sayar, Z . , 1946, Devlet Yapılannın Bugünkü Durumu, Arkitekt, sayı 11-12, 1946,



Oran A.S., 1940a, Kaza Merkezlerinde Yapılacak Halkevi Tip Projeleri Hakkında Rapor, Ülkü, Temmuz 1940, s.457 - 466.



s.249-250. Sayılı, A . , 1990, Atatürk ve Millî K ü l t ü r ü m ü z ü n Temel Unsurlarından Bilim ile



Oran, A.S., 1940b, Konya Halkevi Binası Hakkında Rapor, Arkilekt 1940, s.200-202.



Entellektüel Kültür ve Teknoloji, Millî Kültür Unsurlarımız Üzerine



Oran A.S., 1944, Balıkesir Halkevi Projesi izahı. Mimarlık, sayı 1, s.3.



rüşler, Atatürk Kültür Merkezi Yayını-sayı 46, Ankara, s. 79-135.



Genel Gö­



Ünal, M . , 1982, Şevki Balmumcu ve Yasamı, Mimarlık, sayı 5-6, s. 3-4.



Selâh, Z . , 1931a, Mektep Binalarında Estetik, Arkitekt, sayı 8, s. 253-254.



Ozacun, O . , 1996, Halkevleri'nin Dramı, Kebikeç,



Selâh, Z . , 1931b, Müşterek ikametgahlar, Arkitekt, sayı 3, s.97,



yıl 2, sayı 3, s,87,



Ozbudun, E . , 1990, Millî Kültür Unsuru Olarak Devlet Anlayışı ve Devlet Yapısı. Millî Kültür Unsurlarımız Üzerine



Sonat, S., 1945, Bartın Halkevi Binası Projenin izahı. Mimarlık, sayı 2-3, s.19-22.



Atatürk Kültür Merkezi Yayı­



Sözen, M . , - Tapan, M . , 1973, 50 Yılın Türk Mimarisi, İş Bankası Kültür Yayınları



Özer, B., 1963, RejyonaÜzm, Üniversah'zm ve Çağdaş Mimarimiz Üzerine Bir Dene­



Speer, A . , 1970, inside The Third Reich, çev. Richard and Clara Winston, The M a c



Genel Görüşler,



nı, sayı 46, Ankara.



122.



me, istanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi.



Millan Company, USA.



Özer, B., 1989, Fransız Devrimi ve Mimarisi, Yapı, sayı 90, Mayıs 1989, s. 33.



S i m , S., 1932, Radyo Konferansları,



Parla, T . , 1991, Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmî Kaynaklan,



Şapolyo, E.B., 1974, Halkevleri'nin Kuruluş Nedeni, A t a t ü r k ve Halkevleri, Ata­



Nutku, Cilt 11 Atatürk'ün



Söylev ve Demeçleri,



Cili i ;



Atatürk'ün



Cilt II:



Atatürk'ün



Istanbul.



Parla, T., 1991, Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmî Kaynaklan,



türkçü Düşünce Üzerine Denemeler, T ü r k Tarih K u r u m u B a s ı m e v i , Ankara,



Söylev ve Demeçleri, iletişim Yayınlan, istanbul. Parla, T . , 1992, Türkiye'de Siyasal Kültürün



Resmî Kaynakları, Cilt III: Tek Parti



Üzerine Denemeler, T ü r k Tarih Kurumu Bası­



mevi, 1974, Ankara, s.9. Düşünce Üzerine Denemeler, T ü r k Tarih K u r u m u Basıme­



vi, 1974, Ankara, s.17. 65,s.71-79.



Tanyeli, U . , 1996, Rüknettin Güney (1904-1970), A n m a , Arredamenio Dekoras­ Tanyeli, U . , 1988, Tarih, Tasarım ve Mimarlıkta Geçmişten Yararlanma Üzerine Gözlemler, Mimarlık 1988/2, s.61-64.



Saim, S., 1931, Yeni Unsurlar (Terasa - direkler üzerine inşaat - pencere - Renk Elektrik kudreti), Mimar, sayı 4, s.133-140.



Tanyeli, U . , 1992, Faşizm'in Mimarlığı: Siyasal - Mimari Arketiplerin Egemenliği, Arredamenio Dekorasyon, sayı 43, Aralık 1992, s.117.



Saraçoğlu, Ş.. 1945, Halkevleri'nin XIII. Yıldönümünde Başbakanımızın Söylevi, Ülkü, 1 Mart 1945, sayı 83. s. 12-14.



Tanyeli, U . , 1993, Mimarlık Terminolojilerinin



Doğuşu Üzerine G ö z l e m l e r M i ­



marlık, sayı 1990/3. s 52-55. 1912-1931,



O tüken Yayınları, İstanbul. Sayar Z . , 1990, Söyleşi, "Zeki Sayar: Arkitekt'i Çıkarmaya Başladığımızda Memle­ kette Yalnız 150-160 Mimar Vardı™, Arredemento Dekorasyon, s.37-42.



204



marlık 1983/11-12, s.26. yon, 1996, sayı 01.



Saglamöz, G . K . , 1994, Sanatın ideoloji İle Birlikte Tarihi, Birikim, Eylül 1994, sayı



Sarmay, Y., 1994, Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları



rin 1939. Tafuri, M . , 1983, Mimarlık ve Ütopya - Kapitalist Gelişme ve Tasarım (Design and Capitalist Development, MIT, 1976, s.l04-124'den çeviri) Çev. M . A d a m , M i ­



Reşit Galip Bey'in N u t k u , 20 Şubat 1932, Hakimiyei-i Milliye (Ulus), A t a t ü r k ve Halkevleri, Atatürkçü



Hatipleri Teşkilatı, Türkiye Günfügü 4 6 / Y a z 1997, s.106-119. T C . Nafia Vekaleti Bayındırlık işleri Dergisi, 1939, Kapak resmi, yıl 6, sayı 5,1. Teş­



Recep (Peker) Bey'in N u t k u , 20 Şubat 1932, Hakimiyei-i Milliye (Ulus), Atatürk Düşünce



s.79. Şimşek, S., 1997, Tek-Parti rejimlerinde Siyasî Propaganda Olgusu ve C H P Halk



İdeolojisi ve CHP'nin € Oku, iletişim Yayınlan, istanbul. ve Halkevleri, Atatürkçü



Devlet Matbaası, istanbul.



Tanyeli, U . , 1989, Mimarlıkta ideolojik " A m e n t ü " , Mimarlık, sayı 1989/4, s.78-81. Tekeli, I., 1990, ilhan Tekeli ile Röportaj - Dünyadaki Toplumsal, Bilimsel, Tekno­ lojik Gelişmeler, Mimarlık, sayı 1990/3, s.38-45. Tekeli, 1., 1994, Ankara'nın Başkentlik Kararının Ülkesel Mekân Organizasyonu



205



ve Toplumsal Yapıya Etkileri Bakımından Bir Değerlendirilmesi, Ankara, Yapı Kredi Yayınlan, istanbul. Tekeli, I., 1994, Bir Modernité Projesi Olarak Türkiye'de Kent Planlaması, Ege Mi­ marlık, s.95, s.51-55. Tekeli, I., 1994, ilhan Tekeli ile R ö p o r t a j , Kent Söyleşileri III, Kent ve Gençlik, Ocak 1994, s.2-3. Teymur, N . , 1996, Tasan m-Erk-Tas a r ı m . Sempozyum: ideoloji. Erk ve



Mimarlık,



Yıldınm, S., ve Yeşilkaya N . G . , 1996, İdeoloji ve M e k â n , ideoloji Erk ve Mimarlık Sempozyumu, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir 1996. Yürekli, Z . , 1995, M o d e m l e ş t i r i c i Devrimlerde Geçici M i m a r l ı k ve 1930'larda Türkiye Ö m e g i , Yayınlanmamış Y ü k s e k Lisans Tezi, İTÜ, 1995. Ziya, A . , 1931, Binanın İçinde Mimar, Mimar, sayı 1, s. 14. Ziya, A . , 1932, Yeni Sanat, Mimar, sayı 4, s:97. Ziya, A . , 1933, inkılap ve San'at, Mimar, sayı 9-10, s.316-318.



D o k u z Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık B ö l ü m ü , izmir, s.257. Uçar, B., Subat-Mart 1944, Bugünkü Yapıcılığımızda Mimarlık, T.C. Nafıa



Vekaleti



Bayındırlık Ijleri Dergisi, sayı 9-10, s.52-56. Ülken, H . Z . , Türkiye'de Çağdaş Düşünce Târiki, d ö r d ü n c ü baskı. Ülken Yayınları, 1994. istanbul. Ülkü, Ağustos 1940, Halkevleri Planlan, sayı 90, s.547. Ülkü, Eylül 1940, Halkevleri Planları, sayı 91, s.75. Ülkü, Mart 1940, Halkevleri Binalan, sayı 85, s.72-73. Ülkü, Temmuz, 1939, Halkevleri Postası - Halkevlerinin Yeni Binalara Kavuşması, sayı 89, s.455-457. Ülkü, Temmuz, 1940, Halkevleri Binaları, sayı 89, s.455-457. Unsal, B., 1935, A r ve Memleket mimarlığının kronolojisi üzerinde düşünceler, Arkitekt, sayı 6, s.182-187. Ünsal, B., 1935, Mimarlıkta Gerçeklik, Arkitekt, sayı 4, s.116-120. Ünsal, B., 1939, Kübik Yapı ve Konfor, Arkitekt, sayı 3-4, s. 60-62. Uras, U . , 1993, ideolojilerin Sonu mu?, Sarmal Yayınevi, İstanbul. Velidedeoğlu, H . V , 1973, Halkevlerine ilişkin eski bir anı, Halkevleri Dergisi, sayı 76, Şubat 1973, s.22. Woods, L . , 1994. Özgür Mekan ve Tiplerin Tiranlıgı, çev. Gülgün Oztaş, Arredamenlo Dekorasyon, Mart 1994, sayı 57, s.92-97. Yapı, 1942, Cumhuriyet - T ü r k Mimarlığının Belirmesi için.., Yapı, 1942, sayı 19, s.3. Yapı, 1942, Halkevi Binalan Millî Sanatımızın Birer Örneği Olmalı, Yapı, 15 Mart 1942, sayı 9, s.3. Yapı, 1942, Harp Sonrası T ü r k Mimarlığı, Yapı, 1942, s a y ı l 7 , s.3. Yapı, 1942, Mimarlık Meseleleri: M i m a r l a n m ı z ve Şehirlerimizin Karakterleri, Ya­ pı, 15 İkinci Teşrin 1942, sayı 25, s.13. Yapı, 1942, Mimarlık ve Millîcilik Davamız, Yapı, 15 Mayıs 1942, Sayı 13, s.3. Yapı. 1943, X X . Y yıl ve Cumhuriyet Mimarlığı ( E d i t ö r ü n Yazısı), Yapı, 1943, Yıl 2, sayı 48-49, s.3. Yapı, 1943, Yapıcı Gözü İle Atasözleri, Yapı, sayı 48-49, s. 13. Yetkin, S. K . , 1944, Halkevleri, Ülkü, Cilt 5, 1 Mart 1944, sayı 59.S.1. Y ü c e l , A . , 1982, Mimarlıkta İdeolojiler, Yenilikçi Tasarım ve Tarih, Mimarlık, 1982/10, S.16- 19. Yıldırım S., 1994. Mimarlık Düşüncesinin Serüveni,



Y ü k s e k Lisans Dersi, 1994 yılı



Ders Notları. Yıldırım S., 1996, Kentsel ve Me k Ons al Yapı Çözümlemesi, Kem" Oluşum



Kuramları



ve Kent Çözümlemesinde Temel Dizgeler, Gazi Üniversitesi Yayın N o : 210, Anka­ ra 1996.



206



207