islam ve Osmanlı Dünyasında Yahudiler
 9753442076 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

iSLâm ve osmdíiu dUnyéisiíim



YAHUDİLER



MARENOSTRUM JZiva Groepler, Almanya'nın Franktlın kentinde yaşayan bir araş­ tırmacı. Ailesi Hitler döneminde Musevilere yönelik zulümden ka­ çarak Fransa'ya yerleşmiş. Groepler, üniversite yıllarında Alman­ ya'ya yerleşmeyi seçmiş. Halen Rcnvolt yayınlan için Sartre ve Beauvoir'ın yapıtlarını Almaııcaya çeviriyor. Elinizdeki inceleme aynı yazarın kısa bir süre önce yayınladığımız "Anti-Semitizm: Antik Çağdan Günümüze Yahudi Düşmanlığı Tarihi" adlı kitabın bir tamamlayıcısı sayılabilir. Sözkonusu kitabı hazırladığında, böyle bir temayı ele almasını yazardan yayınevimiz talep etti. Daha sonra bu bölümlerin ayrı olarak kitaplaştırmanın daha doğru olacağını dü­ şündük. Çünkü Batı da alıştlageldiği tarzda bir anti-semitizme İs­ lam ve Osmanlı dünyasında rastlamak mümkün değildi.



Xvncak anti-sernitizmin yaşadığımız coğrafyada, cumhuriyetle bir­ likte günlük yaşamımıza girdiği de bir başka gerçeklikti. Bunun için ikinci kitaba, İnsan haklan savunucusu, gazeteci Neşe Ozan'ın geçen yıl İHD Genel Merkezi tarafindan düzenlenen "Azınlık Hakları" temalı sempozyuma sunduğu tebliği ekledik, böylece ger­ çekliğin bir başka boyutunu da gösterdiğimizi düşünüyoruz. Kita­ ba yaptığımız bir başka ek, 1915 yılında Berlin'de sadece 100 adet basılmış olan, büyük ihtimalle kendisi de Alman Yahudisi olan He­ inrich Loewe'nin, "Juden im Türkischen Orient" adlı broşürü­ nün çevirisi... O dönemin ruh halini, çelişki ve beklentilerini yansıt­ ması bakımından ilginç bulduk. 2. Dünya Savaşında Yahudi halkım "şeytan" ilan eden Alman emperyalizmi, 1. Dünya Savaşı sırasında, Yahudi halkının en büyük "dostu" olarak sunuluyordu. Kitaba üçüncü ek olarak ise, Moise Franco'nun 1897 yılında yayınlanan,"Essai sur l'historié des Israélites de l'empire ottoman" adlı kitabın­ dan, Osmanlı imparatorluğu sırasında kentli Yahudi halkının gün­ lük yaşamından, enstantaneler veren sayfalara yer verdik.



Eva Groepler



İSLÂM ve OSMANLI DÜNYASINDA



YAHUDİLER Türkçesû



Süheyla



belge yayınlan



Kaya



B E L G E YAYINLARI



M.irenostnun • İnceleme İSLÂM ve OSMANLI DÜNYASINDA YAHUDİLER © Belge Uluslararası Yayıncılık



:1.x. ' "• ı- v ; ; Iİ..İ--..



Dizgi Evrim Alataş



',:



'



i.':':, r: !; : ı'üii:!:.;- x i , : : •..



Düzelti Yasemin Özgür



;



..'v.. lıi:ii'ı,;;,;:) -i,:. x-\xx|x:;



i:



.xl'x







Mizampaj Kenan Heybelik



,.



/



.



;



ı 'i:./ : 'i-: ı:ı .llı'ltjrif.î ,i;;ii:';ı ;



-M



1



• 1



!.'• i;•ısı. '--ifrtt'.ıUİı.M.ı:!



M/|.'-:':ı-;i ;[ ;!;>;')«Jî Htl:l:.i* :



i



Kapak Tasarım Yusuf Aslan İç/Kapak Baskı Gülen Ofset



- . i ' ı ! : :fn;;î!ü}ı'' •• J



Montaj Adım Grafik ;



. ..'i



.•'



;







k







:



!



i I ! i'!'-!-;



' ! - | h k



i;''



k



, i.'ı'



•.:, ! . r 1 '• M'.V'V!!' :



:



v '



M



'



' "



1



;



.



..; • ı ' r r




. ' ' • : ; • ' . ; • ! i••



"



, ' . •• SÎ;



,



,•



••



1



. k ;



-".i.,



1



!



:



! : " ' r ' . : i ' i.



'' v ^ . ' M :



• • • • r.j



;



•'



i , ;



v



-«i-iti^v.1 ; - i



:



< k > i ' î . n ı . t • :.::-.ı.ı 1,: !i; 'i .'i; .rr::,. i M ı r : ; : iri:. r>; ıi h ' , r -



.



•;i



i : k , ' ı k 1 1



,> ! j , ı r , ; k ! r



..



•' .•



ı



'



i



t



I



O r t a ç a ğ ' d a Yahudi halkının çoğunluğu Batı'da ispanya'dan D o ğ u ' d a Irak, Iran ve Orta Asya'ya kadar islâm egemenlik ala­ nında yaşıyordu, Avrupa'da yerleşmiş Yahudiler ise kültürel açı­ dan birincilere bağımlı bir azınlık oluşturuyorlardı. O r t a ç a ğ ' ı n sonlarına d o ğ r u Yahudi dünyasının ağırlık noktası D o ğ u ' d a n Batı'ya, Asya'dan Avrupa'ya, islâm topraklarından Avrupa top­ raklarına kaydı. Sonunda islâm dünyasındaki Yahudiler azınlık ve Hıristiyan dünyasındaki Yahudiler çoğunluk durumuna gel­ di. 16. ve 17. yüzyıllarda Yahudi yerleşim merkezleri iki büyük krallıkta toplanmıştı: Polonya-Litvanya krallığı ve O s m a n l ı İm­ paratorluğu. 1516'da Osmanlı imparatorluğu Filistin'i de ege­ menliği altma aldı. 13. yüzyıl başlarında, islâm dünyasında biri dışında hepsi de T ü r k hanedan ve ordularının egemenliği altında bulunan altı yönetim merkezi bulunuyordu: Hindistan, Orta Asya, Iran, Türkiye, Mısır-Suriye ve Kuzey Afrika. 16. yüzyılda Osmanlılar, M e m l û k saltanatına son verdiler ve toprakları -Mısır, Suriye, Fi­ listin ve Arabistan'ın bazı bölümleri- Osmanlı imparatorlu­ ğ u n a katıldı. Daha sonra Libya, Tunus, Cezayir de bunlara ek­ lendi. Y'alnızca Fas'da Arap hanedanlarının yönetimi s ü r d ü . N i ­ hayet 1543'te Irak Iranlılar'dan alındı. Osmanlı i m p a r a t o r l u ğ u d o r u ğ u n a 16. yüzyılla 17. yüzyılın başlarında ulaştı. Başarısız­ lıkla sonuçlanan ikinci Viyana kuşatmasını, üç yıl sonra, 1541'den beri T ü r k egemenliği altındaki Budapeşte'nin kaybı izledi. Osmanlı İ m p a r a t o r l u ğ u ' n u n yükselme devri öncesi ve sıra­ sında Balkanlar'da ve istanbul'da Yahudi cemaatleri vardı. (Galata'da italyan tüccarlar birliği himayesinde italyan Yahudileri yaşıyordu.)



İslâm dünyasında üç Yahudi grubu bulunmaktaydı: birincisi İran'daki Farsça k o n u ş a n Yahudi cemaatlerinden o l u ş u y o r d u ; ikincisi Irak'tan Fas'a kadar olan bölgelerde yaşıyor ve Arapça k o n u ş u y o r d u , ü ç ü n c ü s ü ise Bizans İ m p a r a t o r l u ğ u ' n d a n kalma Rumca ya da şimdi T ü r k ç e de konuşan Yahudiler'den oluşuyor­ du. Rumca konuşan Yahudi cemaatleri -Romaniot ve en eski cemaatler- 15. yüzyılda İspanya, Portekiz ve italya'dan Avrupa Yahudileri'nin akınıyla örtüldüler. ikinci grup Avrupa'dan gelen g ö ç m e n l e r d e n oluşmaktaydı, ilk gelenler Almanya, Fransa, (1394 s ü r g ü n ü n d e n sonra), Ma­ caristan (1376 s ü r g ü n ü n d e n sonra), Sicilya, italya'dan (ital­ ya'dan sürgünler 16. yüzyılın sonuna dek devam etti) Aşkenaziler'di, ama asıl ç o ğ u n l u k Osmanlı ülkesine en büyük Yahudi göçü olan 15. yüzyılda ispanya'dan sürülen Sefardiler'di. Eski istanbul'da Yahudi azınlık b u g ü n Yeni Camii'nin bu­ l u n d u ğ u yerin çevresinde yaşıyordu. Kentin diğer ucunda (Eğri kapı) Yahudi mezarlığı bulunuyordu. (St. Paulus'un havari mektuplarına göre) Selanik'te Hıristiyanlığın ilk zamanlarından beri bir Yahudi azınlık yaşıyordu, ispanya'dan kovulanların geli­ şinden önce burada oldukça büyük bir Aşkenazi grubu ve bir italyan grubu bulunuyordu. Abraham Galante olsun, Chouraki ya da Goitein olsun, t ü m yazarlar 1453 (istanbul'un fethi)- 1602 yılları arasındaki d ö n e ­ m i n , Osmanlı i m p a r a t o r ! u ğ u ' n d a k i Y'ahudi azınlığın en parlak d ö n e m i o l d u ğ u n d a , 1602-1856 arasının çöküş, 1856'dan B i ­ rinci D ü n y a Savaşı'na kadarki sürenin ise yeni bir başlangıç an­ lamına geldiğinde g ö r ü ş birliği içindedirler. Sultan Osman'dan Abdülmecid'e Tarihe Genel Bir Baktş



Kadar



ı



ı .. i> ;



Daha Osman Bey'in (1299-1326) ö l ü m ü n d e n önce Orhan Bey (1326-1360) Bursa kentini fethetti, ö n c e buranın t ü m hal­ kı sürüldü, ardından da sultanın çağrısı üzerine Şam ve Bizans I m p a r a t o r l u ğ u ' n d a n çok sayıda Yahudi ilk T ü r k başkentine yer­ leşti. Türkiye'nin en eski sinagogu burada bulunmaktadır. Yahudiler'e -kroniğe g ö r e kendi istekleri üzerine belli bir mahalle gösterildi (Etz H a i m , "Yahudi Mahallesi"). Meslekî kısıtlamalar



2.9



yoktu. 1. Murat (1360-1389) Edirne'yi fethettiğinde burada bir Romaniot cemaati yaşıyordu, bu cemaat kendilerinden T ü r k ç e ö ğ r e n m e k için Bursa'daki Yahudiler'i Edirne'ye yerleş­ meye çağırdı. Bu d ö n e m d e Edirne "Yeşiva"sı (Talmud Okulu, çev.) b ü y ü k bir gelişme gösterdi, Macaristan, Polonya ve Rus­ ya'dan çok sayıda Talmud öğrencisi buraya geliyordu. 1. Meh­ met z a m a n ı n d a (1413-1421) d ö n m e bir Yahudi olan ve bir derviş ayaklanmasına katılarak sonunda asılan, Torlak adıyla anı­ lan Samuel ün kazanmıştı. Sultan I I . M u r a t ' ı n (1421-1451) he­ kimbaşı olan ve soyu sürekli olarak vergiden muaf tutulan Ya­ hudi bir doktoru vardı. I I . Murat askerlikten muaf tutulmak için vergi ö d e m e y e n Yahudiler'den oluşan bir gayrimüslim ko­ lordusu kurdu (Gareba). Bizanslılar'a g ü v e n m e y e n Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) istanbul'un fethinden üç g ü n sonra As­ ya cemaatlerinden Yahudiler'i buraya göç etmeye çağırdı, onla­ ra "ev, toprak ve bağlar" vaad etti. I I . Mehmet maliye bakanını Yahudiler arasından seçmişti: Hekim Jakub; özel doktoru da y i ­ ne bir Yahudi'ydi. Moshe H a m o n . I I : Mehmet zamanında d i ­ van üyesi olan ünlü haham Moshe Kapsali ders verirdi. Yahudiler'in ispanya'dan k o v u l d u ğ u d ö n e m d e tahtta bulu­ nan ve tutucu bir kişi olan Sultan I I . Beyazıt sürülenlere kucak açtı. Babası ve selefi Fatih Sultan Mehmet, gerek Bizanslılar'a gerekse Yahudiler'e yakınlık göstermiş ve Hıristiyan Batı'dan sanatçı ve bilim adamlarını k o r u m u ş t u . Dindar Beyazıt başlan­ gıçta karşıt bir politika g ü t t ü . Babasından kalma t ü m tabloları saraydan uzaklaştırdı ve Hıristiyan ve Yahudi saray adamı ve memurları kapı dışarı etti. Yahudi kaynaklarına g ö r e , istan­ bul'un fethinden sonra k u r u l m u ş olan t ü m sinagogların kapatıl masını emretti, yalnızca fetihten önce varolan z ı m m î ibadet yer­ lerine izin veriliyordu. Sultan Beyazıt'ın bu politikası tahtının büyük tehlike altında o l d u ğ u bir d ö n e m e rastlamaktaydı. Kar­ deşi Cem Avrupa'ya kaçmıştı, Papa ve bazı Hıristiyan prensler Osmanlı i m p a r a t o r l u ğ u ' n a saldırmak için ondan yararlanmaya çalıştılar. D o ğ u ' d a n , iran'dan ise yeni militan Şii hanedanı teh­ dit ediyordu. Ancak, yine aynı Beyazıt, 1492'de Portekiz ve is­ panya'dan Yahudiler'i Osmanlı İ m p a r a t o r l u ğ u ' n a yerleşmeye ö z e n d i r i y o r d u . Sultanın çağdaşı bir Yahudi şunları anlanyordu: "Sultan pek çok adam salarak t ü m imparatorlukta memurları-



30



nın hiçbir kentten Yahudilcr'i sürmeye ya da kovmaya kalkışma­ maları, tersine onlara kucak açmaları gerektiğini sözlü ve yazılı olarak ilân ettirdi." ( M . Lattes, yayım. Seder Elijah, Padua, 1896, 12) Sonra "(Türk imparatorluğundaki) cemaatler parça­ lanmaya başladılar... tutsakları kurtarmak için para ve değerli taşlar verdiler... o günlerde... soylu Moshe Kapsali, İstanbul'da çok şey yaptı... cemaatleri dolaşarak herkesi verebileceği miktarı vermeye zorladı" (agy.). Şimdi istanbul yaklaşık 30 bin Yahu­ di'yle Avrupa'nın en b ü y ü k Yahudi merkezi o l m u ş t u , burada 44 sinagog, yani 44 cemaat bulunuyordu. Bizans Yahudileri'nin b u g ü n k ü Yeni Cami çevresinde oturmalarına karşılık I I . M e h m e t onları H a s k ö y ' e yerleşmeye çağırmış, Beyazıt ise Haliç kıyısında Balat'ta oturmalarına izin vermişti, buradan da istan­ bul boğazı kıyılarına yayıldılar. Selanik'te 36 cemaat vardı. K u ­ d ü s ' t e 1488'e d o ğ r u yaklaşık 70 Yahudi ailesi yaşıyordu; 16. yüzyılda ispanyol Yahudileri'nin gelmesinden sonra bu sayı 1500'e çıktı. Daha ö n c e 300 ailenin yaşadığı Safed'de şimdi 2 0 0 0 , Ş a m ' d a ise 1500 aile yaşıyordu. Bazı sürgünler hemen saray çevrelerinden kabul gördüler, ö r n e ğ i n Granada'dan oraya gelmiş olan ''ve padişahın, Sultan Beyazıt'ın, zamanında yaklaşık yirmibeş yıl (1493'ten beri he­ kim olarak) sarayda hizmet eden ve o ğ l u n u n da... Sultan Sel i m ' i n yakın arkadaşı... ve Yahudiler'i büyük tehlikelerden kur­ tarmak için yardıma koşan" hekim Josef H a m o n (1517'de me­ zarı başında yapılan k o n u ş m a n ı n metni böyledir - H . H BenSasson, Geschichte des jüdischen Volkes (Yahudi Halkının Ta­ r i h i ) , 2, s. 302). Anlaşılan sürülen Sefardiler arasında deneyimli demir d ö k ü m c ü l e r ve barut yapımcıları vardı. Elia Kapsali'nin bildirdiğine g ö r e , Tanrı "Yahudiler nedeniyle Türkler'i kayırımıştır... çünkü Yahudiler sayesinde Türkler büyük ve güçlü kralları yendiler... Yahudiler Türkler'e her t ü r yokedici silah, ba­ tarya, sahra topunu kullanmayı öğrettiler. Ve onların yardımıyla Türkler dünyanın t ü m halklarından güçlü oldular". Elia Kapsa• li'nin sözlerine devamla bildirdiğine g ö r e , Sultan Beyazıt'ın o ğ ­ lu Sultan Selim (1512-1580), "Yahudiler'i gerçekten çok sevi­ yordu, ç ü n k ü onların yardımıyla diğer ulusları ezebileceğim tarketmişti... çünkü onlar kendisine büyük miktarda top ve silâh yapıyorlardı", (kendi k r o n i ğ i n d e n , J.F. Baer Jubilee Volume'de



31



K u d ü s 1960, s. 224). (16. yüzyıl başında Türkler'in M e m l û k ve tranlılar'ı yenmeleri çoğunlukla ateşli silâhların kullanılması­ na bağlanmaktadır, T ü r k ordusunun ateşli silâhlarla donatılması gerçekten de ispanyol Sefardiler'in, Osmanlı I m p a r a t o r l u ğ u ' n a kabulüyle hemen hemen aynı zamana rastlamaktadır.) Yahudi tarihinde yalnızca Beyazıt değil, Kanuni Sultan Süleyman da (1520-1566) vurgulanır. Kanuni, Kudüs ve Tiberias'ın surlarını yeniden yaptırmış ve daha da önemlisi Anadolu'nun bazı kent­ lerinde Rumlar Yahudiler'i cinayet ayiniyle (kan iftirası-çev.) suçladıklarında, böyle davaların sıradan mahkemelerde değil, yalnızca kendi huzurunda görülmesi gerektiğine karar vermiş­ tir. Söylendiğine g ö r e , 1526'da, Yahudi Yossef ben Shlomo, B u d a p e ş t e ' n i n anahtarını Osmanlılar'a teslim e t m i ş , ödül olarak soyu her türlü vergiden muaf t u t u l m u ş t u r . 19. yüzyılda eskisi gibi bu ayrımcılığa sahip yaklaşık 450 Alamanes yaşıyordu. Bu­ dapeşte'nin fethinden (1530) sonra çok Macar Yahudisi Os­ manlı I m p a r a t o r l u ğ u ' n a , özellikle de Edirne (Buda sinagogu) göç etti. I I I . Murat z a m a n ı n d a (1574-1595) Hıristiyan ve Yahudiler'de lüksü ö n l e m e k için yeni giyim yönetmelikleri çıkarıl­ dı: ipekli giymeleri yasaklandı. I I I . Mehmet z a m a n ı n d a n (1595-1603) Yahudi harem gözdesi Esther Kira tarihe geçmiş­ tir. I V . M u r a t ' ı n (1623-1640) Yahudiler'in cinayet ayini yap­ makla suçlanmasına çok kızarak, mahallelerine saldıran Hıristiyanları öldürmelerine izin verdiği anlatılır; I V . Mehmet zama­ nında (1648-1687) istanbul'un Yahudi mahallesinde büyük bir yangın o l d u ğ u n d a ise, padişah evsiz kalanların sarayının bahçe­ lerinde barınmalarına izin vermiştir. Voltaire'e g ö r e , 18. yüzyıl­ da Portekiz asıllı Yahudi hekim Fonseca, 30 yıl boyunca Ba­ bıâli'de ö n d e gelen bir rol oynamıştır. Buna karşın 1702'de Dektaban Paşa, Yahudiler'in ayaklarına yalnızca siyah deri giy­ melerini ve başlarına siyah bez takmalarını emretmiştir ve 1728'de Yahudiler, Yeni Cami'nin bundan böyle varlıklarıyla kirlenmemesi için Balık Pazan'ndaki evlerini M ü s l ü m a n l a r a sat­ mak zorunda bırakılmışlardır. 1756 da istanbul'un fethinden beri görülen en büyük yangın çıktı -bu kez de Cibali kapısı ö n ü n d e k i Yahudi mahallesinde 8000 ev kül oldu. 18. yüzyıl başlarında bir miktar ispanyol ve Portekiz Yahudisi, Viyana'ya yerleşmek üzere Osmanlı I m p a r a t o r l u ğ u ' n u terketti. Yeniçeri



3İ!



O c a ğ ı ' n ı ortadan kaldıran I I . Mahmut (1808-1839), o l m u ş t u r Yahudi tarihçilere göre üç yüzyıl boyunca İ s t a n b u l ' u n Yahudi mahallelerindeki t ü m yangınların nedeni Yeniçerilerdir. Sultan M a h m u t zamanında üç Yahudi ailesi ö n e m kazanmıştı: Gabailer, Adjimanlar ve Carmonalar. Nihayet Sultan A b d ü l m e e i t za­ m a n ı n d a , 3 Kasım 1839'da, Gülhane H a t t ı - H ü m a y u n ' u ilân edildi. Buna göre Yahudiler hukuksal eşitlik kazanıyorlardı.* Coğrafi



Dağılım,



Sürgün



ve



Örgütlenme



Yahudi sürgünler zamanla i m p a r a t o r l u ğ u n t ü m büyük kent­ lerine dağıldılar; başkent istanbul'da o l d u ğ u gibi Selanik (Os­ manlılar tararından I 4 3 0 ' d a fethedildi), i z m i r , Edirne'de b ü ­ yük cemaatler oluştu. Sürekli artışa her zaman tümüyle isteğe bağlı olmayan göç hareketleri katkıda bulundu: s ü r g ü n Osman­ lı I m p a r a t o r l u ğ u ' n d a yaygın bir uygulamaydı; ya ceza olarak ya da devlet politikasıyla ilgili nedenlerle bireyler ya da gruplar sü­ rülür ve zorla göç ettirilirdi; sürgün uygulamasında Hıristiyan, M ü s l ü m a n ya da Yahudi ayrılmazdı. Ö r n e ğ i n 1453'te istanbul'un fethinden sonra Pera'da (Be­ yoğlu) yaklaşık yüz Cenevizli aile, Haliç üzerinden eski kente ak­ tarıldı. T ü r k rakamlarına göre 1477'de istanbul'da 1647 Yahudi hanesi (Haushalt) vardı, yani nüfusun yüzde 11 ' i . 1535'te bu sa­ yı 8070'di ve nihayet 1594'te istanbul'u ziyaret eden bir İngiliz tüccar "en az 3.50 bin "den söz e d i y o r d u (kadınlar bu sayının dışındadır...). 1478'de Selanik'le ilgili ilk Osmanlı kayıtlarında hiç Yahudi yoktur, oysa 1519'da çoğu G ü n e y Avrupa kent ya da ülkelerinin adını taşıyan ve 4073 hanelik toplam nüfusun yarısın­ dan fazlasını oluşturan yirmidört cemaat kaydedilmiştin 1613'te nüfusun yüzde 6 3 ' ü ı ı ü oluşturmaktadırlar. Türkler'in. 1523'te Rodos'u ve 1571'de Kıbrıs'ı fethetmelerinden sonra yeni ele ge­ çen bölgelere, Türkler'in dışında Yahudiler de yerleştirildi. 1567 yılından bir ferman, Filistin'deki Safed valisine "1000 paralı ve 11



* Moise Franco, Essai sur L'histoire des Israelites de I'empire ottoman, 1897. 11 Bernard Lewis, Die Jaden in der islamischen Welt (İslâm Dünya­ sında Yahudiler), 1987, (The Jews of islam, 1984), 114.



33



12



varlıklı Yahudi'yi... tüm varlıkları ve aileleriyle b i r l i k t e " Kıbrıs'a yollaması emrini veriyordu. Ancak Safedli Yahudiler'in İstan­ bul'da etkili dostları vardı ve bunlar bu zorunlu göçü engelledi­ ler. Belgrad (1521) ve Budapeşte'nin (1526) Türkler tarafından fethinden sonra orada yaşayan Yahudi ve Hıristiyanların binlerce­ si Osmanlı kentlerine göç ettirildi -Edirne, izmir, Selanik ve is­ tanbul'a: "Yerli kâfir reaya ve Yahudiler arasında başvuran ve aile­ leriyle birlikte gemilere yüklenip sürgün olarak islâm topraklarına gönderilen binlerce kişi vardı. Bazı aileler (istanbul'da) Yedikule semtine yerleştirildi; Yahudiler'den bazıları Selanik'e, geri kalanı da başka yerlere g ö n d e r i l d i . " Gönüllü göçle ilgili benzer ha­ berlere Türkler'in Polonya'yı istila ettikleri 17. yüzyılda rastlan­ maktadır, istanbul ve diğer kentlerdeki kayıdar genellikle sürgün ve gönüllü gelenler için ayrı ayrı listeler içermekteydi. 13



19. yüzyılda büyük Osmanlı reformlarının bir parçası olarak, öncelikle Rum ve Ermeni cemaaderini denedeme amacını g ü d e n ve aynı biçimde Yahudi cemaaderini de kapsamına alan millet sis­ temine geçildi. Millet sistemine göre her dinî cemaat özerk olarak ö r g ü d e n m e k t e ve kendi dinî liderine bağlı olmaktaydı. Yahudiler Osmanlı padişahının atadığı ve yetki verdiği hahambaşma bağlıy­ dılar. Öyküye göre hahambcışılik Fatih Sultan Mehmet'e dayan­ maktaydı; 1453'te istanbul'u aldığında Fatih hahambaşı Rabbi Moshe Kapsali'yi kabul etmiş ve böylece bu makamı yaratmıştı. Osmanlı belgeleri Osmanlı împaratorluğu'ndaki Yahudi cemaat­ lerinin kebillchx (Ibr. "cemaat" çev.) halinde yaşadıklarını göster­ mektedir, her kehilla kendi mahallesinde, sinagogun çevresinde kümelenmiş ve kendi hahamım bağlı olarak yaşamaktaydı -bu ge­ leneksel Osmanlı kent örgüdenmesine de uyuyordu. Yahudi kchillahn çoğunlukla geldikleri ülkelerin isimlerini alıyorlardı: örneğin Edirne'de Katalonya, Portekiz, Aragonya, Budapeşte, Provens, Kastilya, Evora, Korfiı, vb. kehilla\m vardı. Bu isimler, diğer bir çok Balkan ve Anadolu adlarının yanında İstanbul'da da bulunu­ yordu. Edirne, istanbul ve Safed'de Macar \c Alaman cemaaderi de görülmekteydi, bazı kehillahr ibrani adları taşıyorlardı.



ı



12 agy., 115. 13 ajjy., 116. 34



15.-18. Yüzyıllar Arasında Osmanlı Yahudileri



O s m a n l ı Yahudileri'nin T ü r k yaşamına kültürel katkıları başlıca üç alanı kapsamaktadır: Matbaacılık, oyunculuk ve tıp. Daha Sefardilerin gelişinden ö n c e Yahudiler hekimlik mesleğin­ de önemli bir rol oynuyorlardı: İtalya'dan bir Yahudi; Gaetalı Giacomo, Sultan I I . M e h m e t ' i n özel hekimiydi; sonradan M ü s ­ l ü m a n ve vezir oldu, yaşamını Yakup Paşa olarak s ü r d ü r d ü ve ardında biri Yahudi, diğeri M ü s l ü m a n iki aile bıraktı. 16. y ü z ­ yılda sarayda öylesine çok Yahudi hekim vardı k i , sarayın perso­ nel kayıtları biri M ü s l ü m a n l a r d a n , diğeri ise Yahudiler'den olu­ şan iki ayrı hekim grubu halinde t u t u l m u ş t u . Avrupa'dan kaçan Yahudi hekimler tıp literatürünü T ü r k ç e ' y e çevirdiler, dişhekimliği konusunda T ü r k ç e olarak kaleme alınmış en eski çalış­ malardan biri onlardan birine aittir. Bu hekimlerin bir b ö l ü m ü d a n ı ş m a n , tercüman ve elçi olarak da görevlendiriliyordu. Za­ manla Osmanlı sarayındaki Yahudi hekimlerin sayısı giderek azaldı, yerlerine Rumlar geçirildi ve bu durum Yunan bağımsız­ lık savaşına kadar (1821) böyle gitti. Eskiden Osmanlı i m p a r a t o r l u ğ u ' n d a sahne sanatı hemen hiç bilinmezdi, bir süre b ü y ü k T ü r k kentlerindeki tiyatro gösterileri özellikle Yahudiler tarafından gerçekleştirildi. Zamanla onların yerini Ermeniler aldı ve bu etkinliği modern T ü r k tiyatrosu or­ taya çıkana dek s ü r d ü r d ü l e r . Ayrıca Yahudiler baskı sanatını da istanbul ve Selanik'e ge­ tirdiler. Basım ruhsatı Arap harflerinin kullanılmaması koşuluyla veriliyordu, ç ü n k ü bu harflerin kullanılması kutsal dile hakaret sayılıyor ve çok sayıdaki hattatın varlığını tehlikeye d ü ş ü r ü y o r ­ du. Ancak 18. yüzyılda ilk T ü r k basımevi işletmeye açıldı, bura­ da da Yahudi (Ermeni ve Rum) basımcılar çalıştırılıyordu. 35



O s m a n l ı i m p a r a t o r l u ğ u ' n d a 15. yüzyıldan başlayarak za­ man zaman k u m a ş ticaretinde önemli bir rol oynayan Yahudi tüccarlardan söz edilmektedir. Büyük d o k u m a c ı l ı k merkezleri olan Selanik, Safed ve istanbul'daki belgelerden buralardaki işyerlerinin Yahudiler tarafından k u r u l m u ş o l d u ğ u anlaşılmak­ tadır. Daha Avrupa'dan kitlesel göç olmadan, özellikle limanlarda çalışan Yahudi vergi alım, denetim ve başdenetim memurları vardı. Anlaşılan gerek Osmanlı g ü m r ü k hizmetlerinde gerekse Mısır'da vergi memurları ve hizmetliler, başdenetçisinden kü­ çük memuruna kadar çoğunlukla Yahudi'ydi: Venedik devlet arşivlerinde bulunan, D o ğ u Akdeniz ülkeleriyle ticaret yapan tüccarlara verilmiş belgelerden çoğu Ibranice yazılmıştır. O za­ manlar şu Yahudice-Ispanyolca özlüsöz yaygında: "Escrive de¬ recho, techo con techo, te haras yazidji del commercho" (Yanlışsız yaz, harfi harfine, böylece bir g ü n g ü m r ü k yazıcısı olur­ sun), anneler bunu çocuklarını ders çalışmaya ö z e n d i r m e k için söylerlerdi. Malî işlerle uğraşanlar arasında da pek çok Yahudi vardı. Sela­ nik, istanbul ve diğer kentlerden Yahudi tüccarların Yeniçeri Ocağı'yla y o ğ u n ilişkileri vardı. Yeniçerilerde ocağın gereksinim­ lerini karşılayacak, ocak bezirganı ismini alan bir görevli, bir tür levazım çavuşu ve özel girişimci bulunurdu. Bu makam ve görev babadan oğula geçerdi ve d ü z e n l e m e 1828'de Yeniçeri Ocağı'nın ortadan kaldırılmasına dek istanbul ve Selanik'teki bir kaç Yahudi ailesinin mirası kapsamındaydı. Üniformaların büyük b ö ­ l ü m ü n ü Selanikli Yahudi dokuma fabrikatörleri sağlardı. Osmanlı eyaletlerinde paşa vekillerinin özel bir önemleri var­ dı: bir paşa bir eyaletin valiliğine atandığında, yanına istan­ bul'dan bir "vekil" alırdı, bunlar arasında birkaç Saferdi de bu­ lunmaktadır, istanbul'dan Osmanlı padişahlarının maiyetine gönderilmiş ispanyolca k o n u ş a n ilk Yahudiler Ş a m , Kahire ve B a ğ d a t ' d a ortaya çıktı. 18. yüzyılda Şamlı Farchi ailesi Suri­ ye'nin çeşitli özerk yöneticilerinin malî danışmanı olarak b ü y ü k bir saygınlığa ulaşmıştı. Bir Fransız Kapüsen rahibi 1681'de şunları söylüyordu: "Yahudiler işlerinde öylesine becerikli ve ça­ lışkanlar k i , insan onlarsız olamıyor. Türkler ve yabancı tüccar­ lar arasında üst d ü z e y d e hiçbir aile yok k i , ister mallara değer



36



biçmek ve kalitesini saptamak, isterse tercümanlık ya da her ko­ nuda danışmanlık yapmak için hizmetinde Yahudiler'i çalıştır­ m a s ı n " , (Michel Febura, Teatro della Turchia, [Türkiye'de T i ­ yatro], Venedig, 1681). Ancak maliyeci Joseph Nassi'nin ölü­ m ü n d e n sonra (1597) bir daha hiçbir Yahudi Osmanlı İmpara­ tor! u ğ u ' n d a böylesine riskli görevler almadı. Ve Osmanlı Impar a t o r l u ğ u ' n u n 16. yüzyılın sonlarıyla 19. yüzyıl arasındaki ç ö ­ küş dönemiyle birlikte Osmanlı Yahudileri'nin durumu da k ö ­ tüleşti. Yahudi hekimler ve Rumca adıyla "kira", hanım denen ve Harem'e mal ve hizmet veren Yahudi kadınlar varlıklarını bir süre daha korudular. 17. yüzyıl sonlarında her i k i grup da orta­ dan kalktı. Edirne'den



Gelen Mektup



.



'



Yahudiler'in Osmanlı t m p a r a t o r l u ğ u ' n d a k i yaşamla ilgili an­ lattıkları hemen tümüyle olumludur. Herhalde bu konudaki en eski açıklama (15. yüzyılın ilk yarısı) Almanya'da d o ğ m u ş , Edir­ ne'ye yerleşmiş bir Fransız Yahudisi'nin ünlü mektubudur: "Kardeşlerimizin Almanya'da çektikleri ö l ü m d e n de beter çileleri, gündelik olaylar durumuna gelen acımasızca yasaları, zorla vaftizleri, sürgünleri anlattılar... Ben, Frankfurt'tan gelme, Almanya'da d o ğ m u ş ve orada ö ğ r e t m e n l e r i n eteğine yüz sür­ m ü ş olan Isaak Zarfati size sesleniyorum: Türkiye hiçbir eksiği olmayan bir ülke. Kabul ederseniz sizin için iyi olur. M ü s l ü ­ manlar arasında yaşamak Hıristiyanlar arasında yaşamaktan daha iyi değil mi? Burada en şık kumaşları giyebilirsiniz. Burada her­ kes kendi incir ağacının ve asmasının altında huzur içinde yaşa­ yabilir. Oysa Hıristiyanların dünyasında çocuklarınıza iyice hır­ palanmalarını ya da yere bere içinde kalmalarını g ö z e almaksı­ zın kırmızı ya da mavi bile giydiremiyorsunuz. B u y ü z d e n , yok­ sul bir halde ve paçavralar içinde dolaşmanız gerekiyor... Oraya bizim mi diyorsunuz? Hayır, orası onların... Ey Israiloğulları neden uyuyorsunuz? Kalkın ve bu lanet olası ülkeyi terkedİn!"



1 4



,



, .



14 Bernard Lewis, a.ßy., 125. 37



. . •,;,:,:;.[.,„



Bir yüzyıl sonra Portekizli Yahudi Samuel Usque şöyle yaz­ maktaydı: İnsanın en b ü y ü k tesellisi "kıyılarını yalayan, Tan­ rı 'nm rahmet değneğiyle b ö l ü ş t ü r d ü ğ ü denizler gibi sınırsız T ü r k ülkesidir... Burada ö z g ü r l ü ğ ü n kapıları Yahudiliğin ko­ runması için sürekli a ç ı k t ı r . " Ancak zaman zaman Yahudiler'e karşı biraz katı önlemler alınıyordu, ama bunlar tam uygulanmıyordu. 30 Mart 1600 ta­ rihli mektubunda bir ingiliz gezgin, İstanbul'da, kentte "gerek Yahudiler'in gerekse R u m l a r ' ı n ince kumaştan giysi ya da çakşır giyemeyeceklerinin..." ilân edildiğini yazıyordu. Bir yüzyıl sonra bir Fransız ziyaretçi şunları anlatmaktaydı: "Efendi hazretlerinin emrindeki Hıristiyan ya da Yahudiler'in terlikleri kırmızı, mor ya da siyah. Bu emir öylesine kesin ve bu­ na öylesine titizlikle uyuluyor ki insan her bir kişinin dinini... ayaklarından anlayabiliyor." 15



16



Sabetay Sevi



(1626-1678)



16. yüzyılda Yahudiler arasında mesih umudan yoğunlaştı, Yahudi yazarlar bunu çoğunlukla Osmanlı I m p a r a t o r l u ğ u ' n d a k i mutlu yaşam koşullarına bağlama eğilimindedirler: Burada ya­ şam öylesine güzeldi k i , cennet elle tutulacak kadar yakın görü­ n ü y o r d u . En sivrilmiş kişiler i z m i r l i Sabetay Sevi ve peygamberi Gazali N a t h a n ' d ı r . Osmanlı I m p a r a t o r l u ğ u ' n d a k i Yahudiler'i çok u m u d a n d ı r a n Sabetay Sevi T ü r k makamlarınca tutuklanmış ve şehitliği ya da Müslümanlığı seçmek zorunda bıraktırılmıştır. Sabetay Müslümanlığı kabul etmiş, bu, cemaati üzerinde yıkıcı bir darbe etkisi yaparken hahamların etkisini de güçlendirmiştir. Osmanlı



İmparatorluğu



'nda Yahudi



Düşmanlığı



Yahudiler'e yönelik d ü ş m a n c a eylemler hemen her zaman Hıristiyanlar tarafından düzenlenmiştir. Cinayet ayini suçlaması başlangıçta seyrek g ö r ü l ü y o r d u , Fatih Sultan Mehmet böyle da-



15 agy. 16 ady. 38



valann yalnızca İstanbul'daki divana getirilmesini emretmişti. 16. ve 17. yüzyıllarda birçok padişah benzer emirler vermişler­ dir. Ancak 19. yüzyılda hemen hepsi Avrupa ve Hıristiyanlardan kaynaklanan bu suçlamalar artmıştır, i l k zamanlarda, Ortaç a ğ i n ortalarında, Hıristiyan d ö n m e l e r bu suçlamaları islâm dünyasına taşıdılar. Osmanlılar'ın Avrupa'ya yayılması ve istan­ bul'un fethiyle çok sayıda Rum-Ortodoks Hıristiyan, Müslü­ man egemenliği altına girdi. B u bölgelerde cinayet ayini efsane­ si belli aralıklarla -özellikle de Paskalya z a m a n ı n d a - çevreye ya­ yılıyordu. Modern Yahudi düşmanlığı denen olgu İslâm d ü n y a ­ sına ancak 19. yüzyılda girdi ve gerek Batılı elçiler, konsoloslar ve tüccarlar, gerekse papaz ve misyonerler tarafından alabildiği­ ne yayıldı. 19. yüzyılda -bu d ö n e m d e O s m a n l ı Imparatorluğ u ' n d a 300 bin Yahudi yaşıyordu (karşılaştırma olarak: Alman­ ya'da 550 bin, Avusturya-Macaristan'da bir b u ç u k milyon, Rus­ ya'da d ö r t milyon, Birleşik Devleder'de 250 bin Yahudi yaşı­ yordu)- Osmanlı i m p a r a t o r l u ğ u ' n d a cinayet ayini suçlamaları neredeyse gündelik bir olay niteliği kazandı. B u yeni Yahudi düşmanlığının ilk dramatik d o r u ğ a ulaşması 1840'daki Şam Olayı'chr. Bir Kapüsen rahibi olan Peder Thomas uşağıyla birlikte ansı­ zın, ardında iz bırakmaksızın ortadan k a y b o l m u ş t u . Bir Yahudi berber ikisini öldürmekle suçlandı, işkenceden sonra da itiraf etti. Fransız . Konsolosu Ratti-Mento'nun yüreklendirmesiyle Kapüsen Manastırı'ndaki rahipler, ikisinin de Yahudilerin ayin amaçları için öldürüldüklerini ileri sürdüler. Fransız Konsolo­ su'nun zorlamaları üzerine Osmanlı Valisi pek çok Yahudiyi t u ­ tuklatarak işkence ettirdi. Benzer bir olay aynı yıl Rodos'ta ya­ şandı -bu kez kışkırtan Rum tüccarlardı. Her iki olay bir Yahu¬ di-ispanyol Purim (Nazar Bayramı-çev.) şarkısında anılan aşağı­ daki padişah fermanına yol açtı: "Yahudiler'e karşı k ö h n e bir önyargı b u l u n m a k t a d ı r . Cahil­ ler Israiloğulları'nın kanını ekmek mayasına katmak üzere insan kurban ettiklerine inanmaktadırlar. Bu boş inancın kurbanı ola­ rak Şam ve Rodos Yahudileri'ne, i m p a r a t o r l u ğ u m u z u n uyrukla­ rına diğer insanlar tarafından işkence edilmiştir... Daha yakınlar­ da Rodoslu birkaç Yahudi istanbul'daki mahkeme tarafından suçsuz b u l u n m u ş t u r . . . Ayrıca Yahudilerin t ü m din kitapları I b -



39



ranice'yi çok iyi bilen yetkili kişilerce incelenmiştir. Bu inceleme sonucunda Musevilerin değil insan kanı, hayvan kanı bile kul­ lanmadıkları ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Yahudiler'e karşı kul­ lanılan şiddetin tümüyle iftiralara dayandığı sonucuna vardık. Uyruklarımıza d u y d u ğ u m u z sevgi suçsuzluğu kanıtlanmış olan Musevi halkı da kapsadığından onların asılsız iddialar ne­ deniyle baskı görmelerine izin veremeyiz, tersine diğer uyrukla­ rımızın sahip o l d u ğ u t ü m hak ve ayrıcalıklardan yararlanmaları­ nı i s t e r i z . . . " 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'daki Yahudi düşmanı ya­ zıların ilk Arapça metinleri yayımlandı: çoğunlukla Fransız­ ca'dan çeviriler. Başlıca neden Fransız Dreyfus olayıydı. 1898'de Fransızca'dan birçcviri, "Dreyfus Olayı ve Gizli Ne­ denleri", yayımlandı. M ü s l ü m a n Türkçe ve Arapça basının bir b ö l ü m ü ise yüzbaşı Dreyfus'u savunuyordu. O s m a n l ı makamla­ rı da ilk kez 1869'da Beyrut'ta yayınlanan Yahudi düşmanı dinî bir b r o ş ü r ü n yayılmasını engellediler; bu Hıristiyanlığı kabul et­ miş Moldavyalı bir hahamın Musevi dininin k o r k u n ç yanlarıyla ilgili s ö z d e itiraflarını içeren Fransızca'dan bir çeviriydi. İkinci broşür 'The Levant Herald'u\ Kahire muhabiri tarafından sağ­ lanmış, yine Fransızca'dan bir çeviriydi. Ancak o d ö n e m i n M ü s ­ lüman dünyasındaki en önemli aydın ve dinî liderlerinden biri, Raşid Rida, Fransa'daki Yahudi düşmanı kışkırtmalara kararlılık­ la karşı çıkmış ve yüzbaşı Dreyfus'u s a v u n m u ş t u r . Osmanlı ma­ kamları da 1869'da yayımlanan broşürü yasaklamakla kalmamış, Yahudi karşıtı alıntıları yayımlayan gazeteleri de birçok kez ge­ çici olarak, kapatmışlardır. 1856'da Müslümanlarla M ü s l ü m a n olmayanların eşitliğini karara bağlayan b ü y ü k reform fermanı ilân edilmiştir. Üst düzey bir Osmanlı memuru olan Cevdet Pa­ şa çeşitli cemaatlerin tepkilerini şöyle kaydetmiştir:, 17



"... Bu fermana göre M ü s l ü m a n olan ve olmayan t ü m uy­ ruklar b ü t ü n haklarda eşit tutulacaklardı. Bu Müslümanlarca çok olumsuz karşılandı... Birçok M ü s l ü m a n homurdanmaya başladı: ' B u g ü n babalarımızın, dedelerimizin kanıyla kazanılmış kutsal ulusal haklarımızı yitirdik.' İslâm t o p l u m u n u n egemen



17 Moise Fraııco, agy., 156 ve dev.



40



toplum o l d u ğ u bir d ö n e m d e kutsal hakları elinden alındı... M ü s l ü m a n olmayanlara gelince, onların... egemen toplumla eşit haklar kazandıkları b u g ü n çok sevinçli bir g ü n d ü . Ancak patrik­ ler ve diğer dinî liderler hiç sevinmemişlerdi... Eskiden Osmanlı devletinde cemaatler birinci sırada M ü s l ü m a n l a r , sonra Rumlar, sonra Ermeniler ve sonra da Yahudiler olmak üzere aşamalı ola­ rak sıralanırken şimdi hepsi de eşit d ü z e y e getirilmişti. Bazı Rumlar buna karşı çıkıyor ve şöyle diyorlardı: ' H ü k ü m e t bizi Yahudiler'le aynı kefeye koydu. Biz Islâmın e g e m e n l i ğ i n d e n memnunduk'." (Benjamin Braude, Bernard Lewis, Christians and Jews in the Ottoman Empire [Osmanlı i m p a r a t o r l u ğ u n d a Hıristiyan ve Museviler], 1982, I , s. 30.) Osmanlı ülkelerinde kan iftirası tekrar tekrar ortaya çıkıyor­ du: Halep'te (1810, 1850, 1875), Antakya'da (1826), Ş a m ' d a (1840, 1848, 1890), Trablussam'da ( 1 8 3 4 ) , Beyrut'da (1862, 1874), Davr al Qamar'da (1847), K u d ü s ' t e (1847), Kahire'de (1844, 1890, 1901, 1902), Mansourah'da (1877), iskenderi­ ye'de (1870, 1882, 1 9 0 1 , 1902), Port Said'de (1903, 1908), Damanhur'da ( 1 8 7 1 , 1873, 1877, 1892), istanbul'da (1870, 1874), Büyükdere'de (1864), Kuzguncuk'ta (1866), Balat'da ( 1 8 6 9 ) , Eyüp'te (1868), Edirne'de (1872), izmir'de (1872, 1874), Marmara'da ( 1 8 7 2 ) , daha da sık olarak Yunan ve Bal­ kan bölgelerinde. (Iran ve Fas'ın -yaygın Yahudi düşmanlığına karşın- herhalde Hıristiyanların az olması nedeniyle bu özel suçlamadan uzun süre haberi olmadı.) 20. yüzyılın başlarında bazı Yahudiler siyasal bir rol oynama­ ya başladılar. Söylendiğine göre bu kez de dışarının, yani i n g i ­ liz Büyükelçisi Gerald Lowther'in katkısıyla 1908'deki J ö n T ü r k devriminde Yahudiler'e belirleyici bir rol yüklenmekte ve bu da Jön T ü r k etkinliklerinin Selanik'te yoğunlaşmış olmasıyla "gerekçelendirilmekteydi". Bu t ü r öyküler başlangıçta Hıristiyan-Ermeni, Rum ya da Arap-Hıristiyan gazetelerinde g ö r ü l ü ­ yordu ve 1911'de T ü r k basınına da girdi. Birinci D ü n y a Savaşı sırasında islâm dünyasına yönelik müttefik propagandasında ye­ niden kullanıldı. Gerçekten de bu konuda özellikle iki Yahudi önemli rol oyamıştır: Devrimden ö n c e ve devrim sırasında J ö n T ü r k kurullarında b u l u n m u ş olan Albert Carasso (Karasu) ve öncelikle de Jön T ü r k h ü k ü m e t l e r i n d e birçok kez Maliye Ba-



41



kanlığı yapmış olan maliyeci Cavit Paşa bir d ö n m e y d i . 1908'deki ilk T ü r k parlamentosunda 147 T ü r k , 60 Arap, 27 Arnavut, 26 Rum, 14 Ermeni, 10 Slav ve 4 Yahudi vardı. Bu dağılım sonradan da az çok sabit kalmıştır. 19. ve 20. Yüzyıllarda



Osmanlı



Yahudileri



Bu arada Osmanlı Yahudileri'nin ekonomik d u r u m u sürekli kötüleşmiştir. Anadolu kentlerindeki -örneğin, İ z m i r , AydınYahudiler'in çoğu düzinelerce ailenin çok dar mekânlara sıkış­ mış bir durumda o t u r d u ğ u iç avlularda, "cortijo"larda yaşıyor­ du. Ö r n e ğ i n Aydın hahamı karısı ve çocukları ve evli o ğ l u n u n ailesi ile birlikte 3x4 metrelik tek bir odada yaşıyordu. Anado­ lu'dakiyle karşılaştırıldığında İstanbul Yahudileri'nin büyük b ö ­ l ü m ü n ü n durumu daha iyiydi. "Zengin" bankerler, tüccarlar ya da bir meslek ö ğ r e n m i ş olanlar Beyoğlu, Haydarpaşa, Kadıköy ve Kuzguncuk'ta oturuyorlardı. Ancak ç o ğ u n l u ğ u n yaşam ko­ şullarını karakterize eden iki Yahudi semti Balat ve H a s k ö y ' d ü . Bu Yahudi "getto"lan yalnızca yoksulluk değil, aşırı nüfus yığıl­ ması anlamına da geliyordu. Bunun bir nedeni D o ğ u l u Yahudi­ ler arasında yaygın olan erken evlenme geleneğiydi (kızlar 14, erkekler en geç 18 yaşında; İ z m i r ' d e n 29 yaşındaki bir büyük­ baba d u y u l m u ş t u ) . Yine Bursa da 1883'te 2179 Yahudi yaşı­ yordu, 1886'da sayıları 600 kişi artmıştı bile, 1990'de 3500 kişi olmuşlardı. İ s t a n b u l ' d a 1886'da 40 bin, 1904'te 65 bin, İz­ mir'de 1886'da 20 bin ve 1904'te 35 bin Yahudi yaşıyordu. Bu aşırı nüfus artışının ikinci bir nedeni de, özellikle istanbul ve : Edirne'ye yakın Balkan ülkeleri ve Rusya'dan olan göçlerdi. Yüzyılın sonunda Romanya'dan g ö ç çok fazlaydı. Ancak çoğu kişi için Türkiye; Birleşik Devletler, Filistin, Kanada, G ü n e y : Amerika ve bazı Afrika ülkelerine gitmek üzere gelinen bir yer­ di. American Jewish Yearbooks (Amerikan Yahudi Yıllığı) g ö r e , 1899-1912 yılları arasında yaklaşık 8 bin Yahudi T ü r k i y e ' d e n Birleşik Devleder'e göç etmiştir. 1



Kötü beslenme ve hijyenik koşulların b o z u k l u ğ u , kentlerde­ ki, özellikle de İstanbul ve izmir'deki (1893), Yahudi mahalle­ lerini zamanın salgınlarına yatkın kılıyordu. 1900'de Bursa'da beş Yahudi ç o c u ğ u n d a n d ö r d ü çiçekten öldü.



42



Osmanlı Yahudileri'nin eğitim düzeyi çok d ü ş ü k t ü : ö r n e ğ i n 19. yüzyılın 8 0 ' l i yıllarında 3 bin kişilik Aydın Yahudi cemaatin­ den ancak iki genç adam T ü r k ç e okuma-yazma biliyordu. 1866'da istanbul'da yalnızca 66 Yahudi ç o c u ğ u n a T ü r k ç e ö ğ ­ retildiği söylenir: Yahudi okullarında çocuklara Ladino ve İbranice öğretilirdi. Kuşkusuz Türkiye'deki Yahudi cemaatleri yalnızca yoksullar­ dan o l u ş m u y o r d u , yine de en çok rastlanan meslekler şunlardı: seyyar satıcı, eskici, kazan tamircisi, ayakkabı boyacısı, kibrit sa­ tıcısı ve saka. izmir'deki 3 bin 500 Yahudi ailesinden yaklaşık bini yoksuldu. 1912 yılından bir belge, iyi durumdaki Yahudi­ l e r i n hâlâ oynamakta oldukları rolü ortaya koymaktadır: o d ö ­ nemde kırk özel banker kaydedilmiştir, ancak bunlar arasında tek bir T ü r k - M ü s l ü m a n yoktur, isimleri belirtilenler arasında 12 Rum, 12 Ermeni, 8 Yahudi ve 5 Levanten ya da Avrupalı bulunmaktadır, istanbul'daki 36 borsacıyı içeren listede ise 18 Rum, 6 Yahudi, 5 Ermeni sayılmaktadır (ve yine tek bir T ü r k bile yoktur). 19. yüzyıldan bir yazar, U b i c i n i , şöyle yazmakta­ dır: "Ancak Türkiye'deki Yahudiler giderek eğitim ve ö ğ r e t i m ­ den zevk almaz oldular. Rumlar onların izinden gidip Avrupa dillerini ö ğ r e n m e y e başladıklarında, onlar tarafindan yerlerin­ den edilme korkusu kamçılayıcı olmaktan çok, bir t ü r kayıtsızlık yarattı ve böylece giderek Babıâli ya da kalemlerdeki t e r c ü m a n ­ lık ve diğer kazançlı memurluklardan kovulduklarını gördüler. Sonraları -imparatorluğun g ü m r ü k ve maliyesinde ya da paşala­ rın ev y ö n e t i m i n d e - sahip oldukları daha küçük görevler bile Ermeniler tarafindan ellerinden alındı. Diğer cemaader, Hıristi­ yan ve Müslümanlar, Avrupa dil ve koşullarını giderek daha faz­ la öğrenirken onlar edilgin kalmayı s ü r d ü r d ü l e r . . . " 18



1860'da Paris'te kurulan Alliance Israélite Universelle (Ev­ rensel israil Birliği) Osmanlı Yahudileri'nin d u r u m u n u inceledi, burada (Marmara kıyısında istanbul yakınlarındaki) Silivri ken­ tiyle ilgili rapor ilginçtir: 1907'de kentin nüfusu 7 4 8 6 ' y d ı , bu­ nun 2 0 2 4 ' ü Yahudi, 2 0 1 9 ' u Rum, 1950 si M ü s l ü m a n , 950'si Ermeni ve 5 4 3 ' ü çeşitliydi. 400 Yahudi ailesi Yahudi mahalle-



18 Bernard Lewis, ajjy.,\2& 43



sinde yaşıyordu. Alliancc görevlileri bunlardan 282'sinin mesle­ ğini şöyle kaydetmişti: 130 seyyar satıcı, 50 ayakkabı boyacısı, 40 saka, 20 bakkal, 12 kazan tamircisi, 4 kasap, 3 kuyumcu, 2 ayakkabı tamircisi, 2 sarraf, 1 deri tüccarı, 1 camcı, 7 kumaşçı, 3 berber, 3 meyhaneci, 2 h ü k ü m e t memuru, 1 taşçı, 1 karton kutucu. 400 aileden yalnızca 12'sinin "güvenli bir yaşam"ı var­ dı. D u r u m Bursa, Tire ya da Aydın'da da aynıydı. Ö r n e ğ i n Bursa'da bazı Yahudilerin ipekli üretim ticaretinde önemli bir yeri olmakla birlikte ç o ğ u n l u k g ü n ü g ü n ü n e yaşıyordu. 19. yüzyılın sonlarına d o ğ r u artık Türkiye'deki "tipik" Yahudi banker, sarraf ya da manifaturacı değil, seyyar satıcıydı. Ö r n e ğ i n Silivri'de sey­ yar satıcıların ç o ğ u kentten pazar sabahlan ayrılıyor ve ancak cumaları Sebt g ü n ü için dönüyorlardı, izmir'de pek çok Yahudi mevsimlik tarım işçisiydi. Özellikle t ü t ü n endüstrisinde y o ğ u n ­ dular (istanbul, Selanik ve i z m i r ) . 20. yüzyılın başlarında İstan­ bul'daki t ü t ü n endüstrisinde 500 Yahudi çalışıyordu, bunların y ü z d e 50'si kadın ve ç o c u k t u ( İ s t a n b u l ' d a bunların ç o ğ u Galata Aşkenazi cemaatinden g e n ç kızlardı). 1900'de Bursa'daki ipek endüstrisinde yaklaşık 200 Yahudi genç kız çalışıyordu. Kadın­ ların çalışması yöreden yöreye farklı değerlendiriliyordu: i z ­ mir'de uygunsuz görülmesine karşılık Silivri'de çoğu kadın ça­ lışmaya giderdi, burada 200 g e n ç kız dantel ü r e t i m i n d e çalışı­ yordu, istanbullu zengin Yahudi aileleri hizmetçilerini ç o ğ u n ­ lukla Silivri'den getirtirlerdi. Başkentin en yoksul Yahudi semti Balat'ta oturanların yarısı t ü t ü n işçisi, cam silici, börek sancısı ya da hizmetçiydi. Kentin 19. yüzyıl sonundaki yaklaşık 1000 "endüstri k u r u l u ş u " n d a n 3 1 i Yahudi girişimcilere aitti. Mimar, avukat, doktor ve m ü h e n d i s l e r arasındaki Yahudi-Hıristiyan oranı 60 Yahudi'ye karşılık 1052 Hıristiyandı (istanbul'da top­ lam 300 binin üzerinde). 19. yüzyıl sonlarında Bursa'daki ipek endüstrisinin büyük b ö l ü m ü Ermeni ya da R u m l a r i n elindeydi. Alliance'nm asıl etkinliği, İ s t a n b u l , Selanik, Bursa, Çanakka­ le, Aydın vb. yerlerde okullar kurmaya yönelikti. Bunlarda ö ğ ­ renciler - Talmud ve Tevrat'ın tersine- modern eğitim g ö r m e k ­ te, T ü r k ç e dışında öncelikle "uygarlığın yeğlenen dili" Fransız­ ca öğrenmekteydiler. Türkiye'deki Yahudi cemaatinin bu "Fransızlaştırılması", özellikle 1908'den sonra Selanik, İstanbul ve İ z m i r ' d e Fransızca çıkan gazete sayısındaki artışı açıklamakta



44



ve Yahudiler'e ekonomik yaşama daha y o ğ u n biçimde katılma olanağı vermekteydi. Ç ü n k ü , örneğin t ü t ü n tekelinde iş bulmak için Fransızca bilmek kesinlikle zorunluydu. 1876'da Alliance, Aşkenazi öğrencileri için Galata'da bir Alman-Yahudi okulu Goldschmidt okulu - kurdu. Ancak t ü m çabalara karşın T ü r k ç e dersi hep yetersiz oluyordu: 1890'da istanbul'daki Hasköy Er­ kek Okulu gerçekten T ü r k ç e eğitim yapılan tek okuldu, bunun da başlıca nedeni ö ğ r e t m e n azlığıydı; çoğu ö ğ r e t m e n Fransa'dan geliyordu ve bunu yapabilen de azdı. D u r u m ancak 1908 devri­ minden sonra değişti. Sonra, örneğin Bursa'daki gibi, birkaç meslek okulu açıldı. Abraham Galante'nin bildirdiğine g ö r e , 1915'te istanbul'da 500 Yahudi zanaatçı yetiştirildi (marangoz, elektrikçi, makinist, vb.). Nihayet Alliance tarımsal eğitim için de çaba harcadı, ancak bu alanda pek başarılı olamadı. O s m a n l ı Yahudileri 'nin gerileyişinin son evresi Selanik'in 1912'de Yunan ordusu tarafından işgaliyle başlar. 1914'te ise Birinci D ü n y a Savaşı başladı. O n yıllar sonra da Selanikli Yahu­ diler (Rodos ve Korfiı'da o l d u ğ u gibi) nasyonal sosyalistler ta­ rafından sürüldü ve yok edildi. 1 8 8 0 - 1 9 0 8 Arasında O s m a n l ı Kentlerindeki Yahudi N ü f u s u (1000 olarak) 1 9



Edirne istanbul Dimetoka Manastır Rodos Selanik



1880 15 40



1885 12 40



1890 15 40



1895 15 40



30



30



36



45



1900 15 40 0,9 6 3 60



1905 17 65 0,9 6 4 75



1908 17 65 0,9 6 4 90



19 Paul Dumont, Jemish communities in Turkey (Türkiye'deki Yahudi Cemaatleri), 1982, sayısal veriler belgelerle birlikte Alliance...'den alınmıştır. Ayrıca bkz.: Abraham Galante, Histoire desjuifs d'Ana, tolie, 1937-1939 ve Histoire desjuifs d'tstanbul, 1941-1942. Osmanlı Imparatorluğu'ndaki Yahudi tarihinin araştırılmasında ta­ punun özel bir önemi vardır: toprak, nüfus ve gelirle ilgili denetle­ me raporları. Budapeşte'den Basra'ya kadar her sancak için bu kayıdar bulunmaktadır (İstanbul ve Ankara arşivlerinde 1500 cilt).



45



Aydın Bursa Kasaba Çanakkale Manisa İzmir Tire Halep Beyrut Hayfa Şam Yafa Kudüs Safed Tiberias Bağdat



2,45



3



2



2



2



25



25



25



10,2 1,2



10,2 1,2 0,8 ,,.8.,



10 3 1 8



!:



3 3 2,73 2 23



25



10 3 1 10 3 30



30



35



• : 'i



30



26



3 3,5 0,85 2,7 2 25 1,2 10 3 1 10 3 40 6,5 4 40



3,5 3,5 1,05 2,9 1,7 35 1,5 12 "> 0 1,3 12 3,5 40 7 7,7 40



3,7 3,5 1,1 2,1 35 1,5 12 5 1,6 12 5 40 7 7 45



1520-1530 arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük kentlerindeki nüfusunun bağlı olduğu dinlere göre listesi: Kentler istanbul bursa edime ankara a rina tokat konya sıvaş araybosna manasur üsküp sofya selanik serez tırhala larisa nikopol



Müslümanlar Hıristiyanlar 9517 5162 6165 69 3338 522 277 2399 . 11 2286 818 701 1092 22 261 750 1024 640 171 630 200 471 238 : 1229 989 671 357 301 343 693 75 468 775 :



Museviler 1647 117 201 28 -



34 12 -



2645 65 181



-



Toplanı H 16.326 6351 4061 2704 2297 1519 1114 1011 1024 845 842 709 4863 1093 625 768 1343



* Mark Alan Epstein, The ottoman jewish communities and their rol in thefifteenthand sixteenth centuries (Osmanlt Tahudi Cemaatleri ve 15. ve 16. Tuzyillardaki Rolleri), 1980, Bernard Lewis, agy. 46



Filistin Sorunu, Osmanlı ve Osmanlı Politikası



Yahudileri



;,iH; ;! ri^Mi;;!':



Osmanlı Filistin'inde Siyonist koloniler 1882'de başladı; o d ö n e m d e buraya Rus t m p a r a t o r l u ğ u ' n d a n 3-4 bin, Yemen, K u ­ zey Afrika, Orta Asya ve Osmanlı eyaletlerinden de yaklaşık 5 bin Yahudi geldi. Osmanlı makamları bu göçleri yeni bir "Er­ menistan" ya da "Makedonya" doğacağı korkusuyla kaygıyla iz­ liyor ve bunları engellemeye çalışıyordu. Filistin'e Yahudi g ö ç ü ­ n ü yasakladılar ve Osmanlı olmayan Yahudiler'e toprak satışını sınırladılar. Ancak göç yasağı katı değildi: yalnızca sürekli yer­ leşmeye izin verilmiyordu, Osmanlı bürokrasisindeki boşluklar pek çok Yahudi'nin "yasağı" delmesine olanak veriyordu, so­ nunda Osmanlı makamları 1901'de uzunca bir süredir yerleş­ miş t ü m yasadışı g ö ç m e n l e r için bir tür af çıkardı. 1908'deki J ö n T ü r k devrimi d u r u m u pek fazla değiştirmedi. H a t t â 1 9 H ' d e siyonizm sorunu İstanbul parlamentosunda tartışma konusu bile oldu. T ü r k Yahudileri'nin b ü y ü k ç o ğ u n l u ğ u bile siyonizme karşı kayıtsız ya da olumsuzdu. Hıristiyan-Protestan bir Arap, Najir Nassar, Filistinliler'i ve genelde Araplari "Siyo­ nist tehlike"ye karşı uyaran ilk kişi oldu. 1909'da al-Karmal gazetesini kurdu ve 1911'de Osmanlı i m p a r a t o r l u ğ u açısından tehlikelerine işaret ettiği, sanıldığı kadarıyla siyonizm konusun­ daki ilk Arapça kitabı yayımladı (Siyonist Hareketin Tarihi, Amaçları ve 1905 Yılına Kadarki Gelişimi). 1909'da T ü r k ga­ zetecisi Yunus Nadi, istanbul'da "Kahrolsun Siyonizm, Temelli ve Sonsuza Dek" isimli makalesini yayınladı. Nadi, siyonizmin özellikle Alman Yahudileri tarafından desteklendiğini ve D o ğ u ' d a k i Alman etkisine ö n c ü l ü k görevi yaptığını yazıyordu. Bu­ na karşılık diğer M ü s l ü m a n yazarlar siyonizmden saygıyla s ö z ediyorlardı. Yahudi-siyonist ayrımı üzerinde pek durulmuyor, buna karşılık T ü r k -ve Arap- yazarlar O s m a n l ı ve yabancı Yahu­ diler arasında titizlikle ayırım yapıyorlardı. O yıllar içinde, doğal olarak Filistin sorunuyla ilgili siyasal anlaşmazlık, Hıristiyanların yerleştirdiği Yahudi düşmanlığına ve azınlıklar arasındaki çıkar çatışmasına Yahudilerie Arap M ü s ­ l ü m a n l a r arasındaki ilişkileri bozucu başlıca etken olarak eklen­ di. (Ancak bu gelişmeler konumuzun dışında kalmaktadır.) Is-



47



rail devletinin kuruluşundan ö n c e , 1941-1948 yılları arasında Irak, Suriye, Mısır, G ü n e y Arabistan ve Kuzey Afrika'da pek çok kargaşa yaşandı. 4 0 i ı yılların sonuyla 5 0 i i yılların başı ara­ sında bu ülkelerden kitlesel bir Yahudi göçü oldu. Fas'daki 300 bin Yahudi'den geriye yaklaşık 19 bin, Yemen'deki 55 bin Ya­ hudi'den ise ancak bin kişi kalmıştır. T ü r k i y e ' d e bir zamanlar 80-90 bin kişilik o l d u ğ u tahmin edilen Yahudi cemaati g ö ç so­ nucu yaklaşık 23 bine inmiştir.



T Ü R K İ Y E ' D E A L L I A N C E O K U L L A R I (1908) Toplam Yahudi Nüfus (Allia ııce'a göre) Kent Edirne Aydın Bursa Kasaba ; '• Kavala ; istanbul Balat Galata !' Kuzguncuk Goldschmidt Okulu Hasköy Ortaköy Çanakkale Dinıetoka Gelibolu Janina Manisa Manastır Rodos Rodosto Selanik Halk Okulu izmir Halk Okulu Seres Üsküp 1



!



1



17.000 3.700 3.500 1.100 1.800 65.000



Kız Okulları Erkek Okulları Kuruluş Öğrenci Kuruluş Öğrenci sayısı tarihi sayısı tarihi (1908) (1908) 1867 1894 1886 1887 1905



1.106 222 335 79 112



1875 1875 1879



3.000 900 2.500 3.500 2.100 6.000 4.000 1.500 90.000 35.000 1.200 1.300



1870 1904 1889



551 90 150



1905



127



359 1882 235 1879 178 1880



352 352 201



1879 250 1874 454 1877 1881 269 1882 1878 206 1888 Karma okul, kuruluş: 1897/182 öğrenci Karma okul, kuruluş: 1905/219 öğrenci 1904 413 1904 1892 186 1896 1895 1903 180 1902 1901 199 1904 461 1875 1873 270 1897 1897 312 1878 1873 1898 219 Karma okul, kuruluş: 1901/114 öğrenci 167 1905 1902



372 215 146



142 126 142 175 437 225 351



104



Kaynak: Bulletin de I'A.I. U., 1908, s. 151-176.



• •:>!':!y 49



':T»tÏ



1908'DE Ç I R A K L I K Ö R G Ü T L E R İ ( E R K E K Ç O C U K L A R ) Kuruluş Tarihi



Kent Aydın



'••''^



1901 1878



,, Bursa



1893



İstanbul



1871 '



!



'



1



Toplam Çırak Sayısı



2 doğramacı, 1 sepici, 1 çinko işçisi, 1 ağaç



•• ••''••i oymacı



Edirne



Meslekler



r-.ı;i.-,



ı.-.i



.



5



1 doğramacı, 1 ince marangoz, 2 döşemeci, 1 tornacı, 1 sandıkçı, 2 nakkaş, 3 demirci, 5 dökümcü, 5 tekerlekçi, 3 sobacı, 2 süpürge¬ ci, 2 matbaacı



33



3 nakkaş, 3 dökümcü, 1 bakırcı, 1 demirci, 2 matbaacı, 3 doğramacı, 2 sandıkçı, 1 na­ kışçı



16



10 ince marangoz, 4 bacacı, 1 yaldızcı, 2 nakkaş, 3 saatçi, 5 mücevherci, 1 heykeltraş, 1 mermerci, 4 makinist, 1 kuyumcu, 4 döşe¬ meci, 2 tornacı, 2 matbaacı, 1 oymacı 43



Janina



1905



5 doğramacı, 6 demirci-makinist



11



Kırk Kilise



1897



1 demirci, 1 terzi



2



Manisa



1893



2 tekerlekçi, 1 demirci, 1 tornacı, 1 doğra­ macı, 1 ince marangoz



6



Rodos



1902



3 doğramacı, 2 demirci



5



Rodosto



1896



2 doğramacı, 1 çizmeci, 1 ayakkabı tamircisi



4



Selanik



1877



4 ayakkabı tamircisi, 1 tekerlekçi, 4 sandıkçı, 1 sandalyeci, 3 demirci, 22 doğramacı, 7 mermerci, 1 kuyumcu, 7 ağaç oymacı, 3 dö­ şemeci, 3 matbaacı, 1 fıçıcı, 1 kurutucu



58



1 demirci, 4 doğramacı, 5 heykeltraş, 1 tor­ nacı, 1 fıçıcı, 7 dökümcü, 3 makinist, 1 ayakkabı tamircisi, 3 matbaacı, 1 saatçi



27



İzmir



1878



Kaynak: Bitiktin de I'A.I. U., 1908, s. 177-181. 50



G E N Ç K I Z L A R I N ÇALIŞTIĞI A T Ö L Y E L E R (1908) Kent Edirne Bursa İstanbul Selanik îzmir



,. „ ' 1



! 1



(



1



;



' 'iji;



Kuruluş Tarihi



Çırak Sayısı



1890 1898 1908 1887 1884



22 15 8 350 56



:;.



• ı



1 1 3 1 3 3 3 1 4 1 1 1



1 1 1 ': >



201



79



Frank Olarak



Çırak



42



7 7 7 5 6 5 5 5 5 4 4 4 4 3 3 2 2 3 2 2 3 1 i 2



Dağılım Ortalama



10-100 10-30



40 20



8-60 6-30



28 15



20



20



15 6-10 6-20 12-20 6-50 6-12 15-30 5-10 16



15 10 14 16 20 8 22 7 16



20 10-48



20 29



815



Kaynak: A.I.U. arşivi, Fransa, XVI-F (27), S. Loupo'nun 3.X.1897tarihli raporu.



Juden im Türkischen Orient Heinrich



Loewe



Berlin In Irawkrt txtmpUrm «!» Hl, gatrockt 1915



Türkiye Doğusunda Yahudiler "v



Heinricb Lorewe



• -''



üt'u/iVih.!. i : .,;V!'i;j,| ',ı.| |-i:!; ;



:



i







i



T ü r k d o ğ u s u n a sadece şu an h e n ü z T ü r k imparatorluğuna ait olan ülkeler dahil değildir. Özellikle T ü r k i y e ' n i n d o ğ u s u n ­ daki Yahudiler özel bir değerlendirmeye tâbi tutulmak isteni­ yorsa, Osmanlı I m p a r a t o r l u ğ u ' n u n , inişe g e ç m e d e n ö n c e en yüksek noktasına ulaştıktan sonra yüzyıllarca elinde t u t t u ğ u sı­ nırları yeniden o l u ş t u r m a k gerekir. B u anlamda T ü r k d o ğ u s u n a Balkan Yarımadası, Kafkasya bölgesi ülkeleri, özellikle Mısır, Trablusgarp ve belki de Tunus dahildir. B ü t ü n farklılıklara rağ­ men bu ülkelerde Yahudilerin durumu, kültürel konumlan, ge­ lecekten beklentileri T ü r k - A r a p bölgesine şimdiki ya da önceki aidiyetleri tarafından belirlenir ve o nedenle bu Yahudiler ara­ sında, diğer ülkelerdeki Yahudilerle kıyaslandığında, onların Yahudilik içinde ayrı tarihsel bir grup olarak durmalarına neden olan ortaklıklar mevcuttur. Bunlar en eski Yahudi tarihinin sah­ nesi olan bölgelerin çevresinde bulunurlar ve D o ğ u Yahudileri olarak, doğuyla onları d o ğ u d a k i yurdarına bağlayan bağları tam olarak k o p a r m a m ı ş olan diğer ülkelerin Yahudiler i n d e n çok da­ ha fazla bağları vardır. Türkler bir zamanlar hâkim olduklan bölgelere özel bir karakter vermişlerdir ve bu, özellikle T ü r k ­ l e r i n zaferleri ve kaderleriyle kopmaz bir b a ğ içinde bulunan Yahudiler'de ağır basar. O nedenle T ü r k d o ğ u s u n d a k i Yahudiler'e bakıldığında, b ü t ü n farklılıklara r a ğ m e n , yine da belli bir tarihsel uyum görülmektedir. B u geniş bölgede küçük bir toprak parçasının, diğer bölgele­ re kıyasla Yahudi tarihiyle ilişkisi daha fazla ve sıkıdır. Bunlar Fı­ rat, N i l ve Şeria kıyısındaki ülkelerdir. B u ülkelerin ortak kaderi Yahudiliğin ortaya çıkış ve daha sonraki tarihini tamamen etki55



lemiştir. İsrail ve Yııda'nın tarihinin gelişimi ü n l ü hesap edile­ mez koşullar ve durumların yanısıra bu ülkelerin karşılıklı ilişkilerince açıklanmaktadır. Nihayet Yahudi kavminin yurdu özel bir k o n u m kazanmaktadır, ç ü n k ü hiç bir halk, ya da ırk, mekânsal ayrılığa r a ğ m e n , toprağına, bu kavmin d o ğ d u ğ u yere, İsrail'e o l d u ğ u kadar sevgi ve umutla, anılar ve beklentilerle bağlanmamıştır. Ibranilerin, Hamurabi yönetimi altında yüksek bir kültür ya­ şayan Mezapotamya'yı daha yüksek görüşlerle aşarak gelmiş olan atası, Bedevi Arami olarak, daha sonra ardıllarının sonsuz mülkiyeti olacak olan ülkede dolaşmıştı. T o r u n u kabileyle bir­ likte Mısır'a göçetmiş ve orada, eski dünyanın bu ikinci b ü y ü k kültür bölgesinde, edindikleri bilgileri Babil kültürüyle birleşti­ rerek özel bir b ü t ü n l ü k oluşturmuşlardı. Fakat esas niteliklerini, kendi içlerinden, kendi ırklarının mirasından, kendi kanların­ dan, bu ırkın ve insanlığın yetiştirdiği en büyük a d a m ı n sayesin­ de edinmişlerdi. Yahudi kavminin yaratıcısı Musa'ydı. Musa, kavminin b ü t ü n niteliklerini kendi kişiliğinde b ü y ü k bir ülkü olarak birleştirmiş, bir kavim yaratmış ve d o ğ d u ğ u gibi kucağına vaftiz armağanı olarak gelişmiş bir kültür bırakmıştı. Halkların g ö z ü n d e b u g ü ­ ne kadar israillilerin bilgeliği olarak bilinen şey, M u s a ' n ı n onla­ ra verdiği öğretidir. B u öğretiye ebedî bir yer sağlamak için b ü ­ yük peygamber ve yasa koyucu, Mısır'dan getirdiği bu halkı ya­ ratmıştı. M u s a ' n ı n öğretisi ö z g ü r bir halkın öğretişidir. Ö z ü öz­ gürlüktür. İsrail, Mısır'ın zindan duvarlarından d ü n y a n ı n en ö z g ü r ülkesine, Musa kültürüyle ayrılmaz bir b ü t ü n olarak içiçe geçeceği çöle göçetmiş, ve burada genç kahraman halk, unutul­ maz savaşlar sonrasında, torunlarına miras bırakabilmek için atalarının ülkesini fethetmişti. Böylece artık israil ülkesi o l m u ş olan Kenaan, Yahudi halkının tarihsel yurduydu ve b ü t ü n sürül­ melere r a ğ m e n g ü n ü m ü z e kadar halkın ve halkın hasretinin g ö ­ r ü n ü r merkezi olarak kaldı, israil ülkesinde çok az sayıda Yahu­ di'nin yaşadığı, b ü t ü n Israiloğulları'nın yurtlarından k o v u l d u ğ u d ö n e m l e r d e bile burası her zaman Yahudi halkının düşüncesin­ de değişmez bir merkez olmayı s ü r d ü r d ü . Politik olarak Yahudi halkının durumu nasıl olursa olsun, kültürel ve düşünsel olarak yüreği hâlâ Siyon'da çarpmaktadır.



Fakat tam da bu nedenle Yahudi halkının kaderi, bizim için eski yurda yeniden yerleşilmesiyle bağıntılı umutlar bir yana, ül­ kesinin kaderine sıkı sıkıya bağlıdır. Ancak Yahudi devletinin yıkılmasından çok sonra ve Yahudile­ rin b ü t ü n dünyaya göçleri bin yıl sürmüşken, Yahudi halkının büyük bir b ö l ü m ü hâlâ, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında, T ü r k i m ­ paratorluğuna ait olan bölgelerde yaşıyorlardı. Gaonatin çökü­ ş ü n d e n sonra Babil ve dolayısıyla On-Asya hâlâ Yahudi halkının düşünsel ve kültürel merkeziydi. Ancak D o ğ u n u n nüfusu azaldı­ ğında Chowaresmier ve Moğollar, D o ğ u ' d a Haçlılardan geri ka­ lanı da yokettiklerinde ve Türkler'e Araplar'dan sadece yan yarıya imha edilmiş bir miras d ü ş t ü ğ ü n d e D o ğ u Yahudiliği de hızlı bir çöküşe uğradı. D o ğ u ' d a ve Ban'da, Osmanlılarin dışında b ü t ü n ırklar ve dinsel topluluklann gayretle katıldığı Yahudiler'in ve Ya­ hudiliğin bu imhası, D o ğ u ' n u n diğer taraflannda yaşanandan, hatta Bizans Kralı ve Haçlılann yaptıklanndan daha esaslı ve etki­ liydi. Buna rağmen b u g ü n bile, atalarının en az iki bin yıl yaşadıklan bu bölgelerde Yahudiler bulunmaktadır. Türkler, b u g ü n hâlâ T ü r k i m p a r a t o r l u ğ u n a ve onun A v r u pa'daki yıkıntılarından ortaya çıkan devletlere ait olan bölgeleri fethettiklerinde her yerde bir Yahudi azınlığıyla karşılaştılar. B u Filistin'de, eski israil ülkesinde, b ü t ü n Suriye ve Mezopotam­ ya'da ve Balkan Yarımadası'nda da böyleydi. T ü r k l e r i n Asya ve Afrika'da ele geçirdikleri topraklarda kısmen önemli sayıda Ya­ hudi toplulukları bulunuyordu. Türkler gittikleri her yerde Ya­ hudi azınlıkları için, Avrupa'nın onlara vermediği insan haklan, politik ö z g ü r l ü k ve dinsel eşitlik sağladılar. Türklerin h o ş g ö r ü s ü bununla da kalmadı. Yahudileri ırksal özellikleriyle kabul ettiler ve Yahudiliklerini koruyup gözetmelirini istediler. Devletleri yıkıldığından bu yana böyle bir şeyle sa­ dece Arap-Ispanya'da karşılaşmışlardı, o nedenle T ü r k halkı ve Osmanlı devletine karşı, onları her zaman birbirine bağlayan bir şükran duygusu içindeydiler, ispanyollar tarafından kovulan, engizisyondan, diri d i r i yakılmaktan kaçan Yahudiler'in, onlara dostça kucak açan Türkiye'ye sığınmaları bu dostluk ilişkisini daha da pekiştirdi. Ayrıca Müslümanlarla Yahudileri dinsel bir yakınlık da birbirine bağlıyordu. Orta ve aşağı sınıflardan Yahu­ diler, keza eski Bizans I m p a r a t o r l u ğ u ' n u n Yahudileri geri kaldı-



57



lar. Zweistromlandin yani M e z a p o t a m y a ' n ı n Aramice konuşan Yahudileri gibi, daha kültürlü ispanyollar kısa sürede daha yük­ seldiler ve bu ailelerden sadece kraliyet ailesinin özel doktorları, hazine yöneticileri değil, aynı zamanda memurlar, generaller, bakanlar ve komutanlar çıktı. Türkiye Yahudileri'nin içinde bu­ l u n d u ğ u genel durumun olanakları Naxos d ü k ü ve Kıbrıs Ge­ nel Valisi D o n Josef Han-Nassi örneğinde gözler önüne serilmektedir. Avrupa'da Yahudi kırımının dehşeti en yüksek noktasına ulaşmışken, o sıralarda çok güçlü olan T ü r k imparatorluğu Ya­ hudiler için bir sığınak o l m u ş t u r . O nedenle, sürülen Yahudiler, bir başka yere gitmeye izin verildiğinde genellikle Türkiye'yi tercih etmişlerdir. T ü r k i y e ' d e dillerini ve geleneklerini ve hattâ millî yönetimlerini muhafaza edebilen Yahudiler, Yahudiliğin sürmesini sağlayan bir organizma biçiminde gelişmişlerdir. O zamanlar T ü r k l ü k ve Yahudilik sıkı biçimde birbirine bağlan­ mıştı. O s m a n l ı l a r i n her zaferi her yerde sürek avı yaşayan Ya­ hudilerin soluk almasını sağlamış, Türkiye'nin her yenilgisi Ya­ hudiler ve Yahudilik için çifte yenilgi o l m u ş t u r . Ve bu ilişki bu­ g ü n e kadar böyle kaldı. Bizans I m p a r a t o r l u ğ u ' n d a k i yerli Yahudiler'in Yunanca bir diyalekt k o n u ş a n ve o nedenle Rumaniodar denen eski kesimle­ r i , aynı şekilde kısmen Arapça konuşan fakat b ü y ü k ölçüde eski Aramice diyalekti k o r u m u ş olan Babil'deki Halifatlar, Filistin'in eski Arap Yahudileri, daha yüksek bir kültür ekonomi biçiminin temsilcisi olan ispanyol Yahudileri'ne tâbi oldular ve gruplar halinde g ö ç e t m e y e n Aşkenazi Yahudileri, genellikle Sefardim'de tam olarak yokolup gitmek için kısa bir süre Almanya ve Polonya Yahudileri olarak kaldılar. Ruslar'ın kanlı pogromjarında ifadesini bulan yeni çağın b ü ­ yük Yahudi kırımları sadece milyonlarca Yahudi'nin okyanusu geçerek B a ü ' y a yönelmesine yolaçmamış, aynı zamanda binlercesini de G ü n e y e ve G ü n e y - D o ğ u ' y a en sert h ü k ü m d a r rejimi­ nin bile onlar için yumuşak ve adil o l d u ğ u geniş ve h o ş g ö r ü l ü T ü r k i m p a r a t o r l u ğ u n a sürüklemişti. O zamandan beri her yer­ de Sefardist Yahudi topluluklarının yanısıra, ekonomi olarak da­ ha aktif bir kesimin taze g ü c ü s ö z k o n u s u o l d u ğ u için, daha bü­ yük ve ö n e m l i hale gelen Aşkenazi Yahudi toplulukları da ku­ r u l m u ş t u r . Özellikle istanbul, i z m i r , Beyrut, daha çok da K u -



d ü s , kısa sürede ülkenin değerli ekonomik zenginliği ve h ü k ü ­ metin güvenilir desteği olarak görülen Aşkenazi Yahudileri'nin toplanma merkezi o l m u ş t u r . Son otuz yıl içinde b ü t ü n ülkele­ rin Yahudileri arasında siyonist hareket de Yahudiler'in T ü r k ül­ kelerine, özellikle Filistin'e akınının d u r m a m a s ı n a katkıda bu­ lunmuştur. B u Yahudiler her yerde Türkiye'ye derinden bir sevgi besle­ mektedirler. Yahudiler Türkiye'nin en güvenilir milletidir. N ü ­ fusun beşte ü ç ü n ü oluşturan Selanik Yahudilerinin J ö n - T ü r k hareketine katkıları çok büyük o l m u ş t u r ve talihsiz Balkan Sava­ şı sonrasında T ü r k İ m p a r a t o r l u ğ u i ı d a n kopuncaya kadar T ü r k ulusal hareketinin merkezi olması kısmen bu Yahudiler'in etki­ sinden kaynaklanır. B u g ü n Balkan Yarımadası'nda yaşayan Yahudiler, başlarında hilal dalgalandığı sürece her zaman sahip oldukları elverişli ko­ numa şimdi de sahiptirler. Romanya'da, sayıları 400.000 iken, 1880'den bu yana izlenen Yahudi d ü ş m a n ı politikalar y ü z ü n ­ den Romanya Yahudileri'nin sayısı neredeyse yarıya d ü ş m ü ş t ü r . Sırbistan'da son Balkan savaşından önce eski ispanyol Yahudileri'nin sayısı o kadar azdı k i , bunlara herhangi bir baskı uygula­ mak bile gerekmiyordu. B u g ü n k ü savaşa kadar Sırbistan'da Ya­ hudiler'in durumunun m ü k e m m e l o l d u ğ u n u saptamak gerekir. Daha kalabalık oldukları Yeni-Sırbistan'da ise durumları M ü s ­ lümanlarla aynıdır. Yunanistan'da anayasal olarak eşit haklara sahiplerdir. (Berlin Sözleşmesi'yle Romanyalı Yahudiler'e de bu eşitlik verilmişti.) Ve Atina ve Volo'da son derece küçük bir Ya­ hudi t o p l u l u ğ u varlığını s ü r d ü r d ü ğ ü ve ö n e m s i z de olsa g ö z e çarpan nitelikte Yahudi t o p l u l u ğ u n u n sadece Korfu'da varoldu­ ğu sürece -ki 20 yıl ö n c e Korfu'da Yahudiler'e baskı yapılmıştıYahudiler rahatsız edilmedi. Ne var ki 135.000 nüfustan b u g ü n en az 80-90 bininin Yahudi o l d u ğ u Selanik, Yunanlı olduktan sonra, bazı Yunanlı egemenlerin ve parti liderlerinin antisemitizmini ancak Yahudiler'i kentten sürmeyi amaçlayan Sela­ nik'teki Yunan basını aşmaktadır. Gerçekten de 2 yıldan bu ya­ na kentten 15.000'den fazla Yahudi kaçarak konuksever T ü r k i ­ ye ve kısmen de Bulgaristan'a göçetmişlerdir. Zira Türkiye dışında, 6.000'den fazla olmayan Yahudi nüfu­ suyla Sırbistan dikkate alınamayacağından, esas olarak Bulgaris-



59



tan, daha b ü y ü k Yahudi toplulukları için güvenceli bir yaşam s u n m a k t a d ı r . Bulgaristan, sayıları nisbeten fazla olan Yahudi va­ tandaşlarına vatandaşlık hakları tanıyor ve Hıristiyan ya da M ü s ­ lüman uyruktan için sağladığı aynı güvenceleri sağlıyor. Türki­ ye'de o l d u ğ u gibi Bulgaristan'da da Yahudiler'e tanınan politik hakların t ü m ü n e ulaşmamış da olsa kendisini ö z g ü r ve hak sahi­ bi hissediyor. D o ğ ı ı ' d a k i savaş bölgelerinde de Yahudiler, savaşan ordula­ rın içinde bulunmalarının dışında da etkilenmektedirler, ç ü n k ü Avrupa'da o l d u ğ u gibi burada da esas savaş bölgelerinde çok daha y o ğ u n yaşamaktadırlar. Buna İsrail ülkesinin Yahudile­ ri'nin de dahil olması, İsrail'in b ü t ü n Yahudiliğin, özellikle de D o ğ u Yahudiliğinin korunması ve yenilenmesi için büyük d e ğ e ­ ri o l d u ğ u n u şimdi de kanıtlamış olması nedeniyle özel ö n e m e sahipdr. Yanmakta olan Rusya İ m p a r a t o r l u ğ u ' n d a k i Yahudi­ ler'in kaderlerini tasavvur etmemiz m ü m k ü n değil. Fakat en k ö ­ t ü önsezi bile inanılmaz ö l ç ü d e kanlı ve acımasız gerçeklik tara­ fından aşılmaktadır. Polonya'da, Litvanya'da ve Kurland'ta ve b ü t ü n batı eyalederinde Rusya'nın cinayet politikasını, Rus­ ya'nın askeri olarak ç ö k ü ş ü n d e n kısa bir süre ö n c e çok sayıda masum Yahudi 'yi katletmiş, s ü r m ü ş , işkenceyle ö l d ü r m ü ş ve bir kez daha iğrençlik ve alçaklıkta kendisini aşmıştır. Orada b u g ü n ç ö k m ü ş b ü y ü k Yahudiliğin tesadüfen kalmış yıkıntılan sözkonusudur. D o ğ u ' d a kardeşlerimizin durumu b u g ü n e kadar T ü r k ordusunun zaferleri sayesinde çok farklıydı. Bunlar savaştan sonra, ezilmiş güçlerinin, Sultanın himayesi altında yenilenece­ ğini u m u t edebilirler. D o ğ u Yahudileri büyük ö l ç ü d e özelliklerini korumuşlardır. T i p ve safkanlıhk anlamında herhangi bir Avrupa Yahudisi ka­ dar katıksızdırlar. Üstelik geleneksel Yahudi k ü l t ü r ü n ü n özel tezahürlerine inada sıkıca bağlıdırlar. Bu kendisini, başka şeyle­ rin yanısıra, dinsel ve böylece kültürel-ulusal yaşamlannda hâlâ tbranice kullanırken, aile dili olarak muhafaza ettikleri özgül Yahudi dillerinin yaşamaya devam etmesinde göstermektedir. Bu Yahudi dilleri şunlardır: Sefardimler'in Yahudi Ispanyolcası, Aşkenaziler'in Yahudi Almancası, Romen Yahudileri'nin Yunancası, Mezopotamya Yahudileri'nin Aramicesi, Arap Yahudileri'nin çeşitli lehçelerde konuştukları Yahudi Arapçası. Ayrıca



Kafkasya Yahudileri'nin Yahudi- Tat'ı, Buhara Yahudicesi, Iranlılarin Yahudi Farsçası s ö z k o n u s u d u r . B u Yahudiler'in, Ortaçağ'daki yurtlarına göre tarklılaşan ulusal geleneklere muhafa­ zakârlıkla sarılmaları, Hıristiyan O r t o d o k s l u ğ u y l a benzerlik içinde yapay olarak o l u ş t u r u l m u ş dindarlık tanımaz. Bu daha çok ulusal ve ırksal bir gelenektir. Bu çokça d o n m u ş , kemikleş­ miş, yoksullaşmış ve yüzeyselleşmiştir. Birlik okulları buna karşı çıkmaya çalışmışlar, fakat başaramamışlardır, ç ü n k ü doğal gelişi­ min yerine yapay oluşumlar koyuyor, dolayısıyla ö n c e k i n d e n daha b ü y ü k bir boşluğa neden oluyorlardı. Fransız formalitele­ r i ; bu muhafazakâr Yahudiler'in geleneklerine ve ulusal beklen­ tilerine binlerce yıllık bağlılıkta bulduklar! sağlam ahlâkî daya­ nağın yerini alamamıştı. Şimdi Yahudi geleneklerinin yerini Ya­ hudi olmayan bulvar âdetleri almakta ve aslında son derece kök­ lü olan bu Yahudilik birçok kez doğal temellerinden uzaklaştı­ rılmaktadır. D o ğ u Yahudileriiıde eksik olan, Hıristiyan ve M ü s l ü m a n yurttaşları gibi, idealdir. Onda eksik olan harekettir. Bu Sefardimler'de de, Aşkenaziler'de de, Arap Yahudileri'nde de, İspan­ yol Yahudileri'nde de böyledir. Yemenli'er bir isdsna oluştur­ maktadır. Bunlar gerçek ulusal tutkuya, derin dinsel inanca ve içtenliğe sahip insanlardır. Bunlar için eski Yahudi ideali yok o l ­ mamıştır. D o ğ u ' y u yeniden canlandırmak için sadece maddî güçler, sermaye, ekonomik faaliyet değil, aynı zamanda yeni d ü ş ü n c e ­ ler, katıksız bir ülküsel bağlılık gerekmektedir. D o ğ u Yabudileri'nin kalkınması ve hayat kazanması elbette ekonomik yenilen­ me, sermaye ve işgücü akımı, fakat herşeyden önce yeni d ü ş ü n ­ sel akımlara, yeni bir ruha, yüksek ve c o ş t u r u c u bir idealin varlı­ ğına bağlıdır. Ancak ideal, Yahudiler'in yüreğinde doğal bir yer e d i n d i ğ i n d e gerçek ilerletici haraket sağlanabilecektir. Bu ancak Yahudiler'in doğasına uygun o l d u ğ u n d a geliştirici olabilir; ya­ pay olarak dışarıdan taşınmamalıdır. Lyuklayan güçleri, yaşamı bozmadan, hattâ tamamen yoketmeden, ancak ve ancak bir Yahudi-ulusal ideali uyandırabilir. Yahudiler son derece geniş olan T ü r k imparatorluğu içinde yaşadıkları sürece, konuştukları farklı dillere, farklı geleneklere ve kucaklamalarından mutlulukla kaçtıkları manevî anayurtlarıy-



61



la kurdukları farklı ilişkilere rağmen, büyük bir kültürel topluluk olarak kalmışlardı. T ü r k imparatorluğu içinde bunlar, kendi ulusal-kültürel yasaları, kendi memurları, kendi temsilcileri, ortak çı­ karları ve eğitimleri olan Yahudi "milleti"ni oluşturuyorlardı. Türkiye'nin küçülmesiyle bu büyük kültürel bölge Yahudiler için yerle bir oldu. Birbirinden kopuk küçük Yahudi toplulukları oluştu ve konuşulan Yahudi dillerinin yerine, bu Yahudileri Ya­ hudi halkından ayıran orta ve küçük ülkelerin dilleri konuşulma­ ya başlandı. Oysa Yahudiler, Yahudi Almancası konuştukları, ya da Yahudi ispanyolca'sını muhafaza edebildikleri sürece daha bü­ yük Yahudi topluluklarıyla düşünsel bir bağlantı içinde buluna­ bilmektedirler. Fakat Sırpça, yeni-Yunanca, Vallahça, Arnavutça ya da Bulgarca dillerinde hangi Yahudi literatürü mevcut? Yahudiliğin küçük dinsel bölgelere ayrılışı Yahudilerin birli­ ğini herhangi bir asimilasyondan daha fazla parçalamakta ve bu Yahudiler'i Yahudi tarihine yabancılaştırmaktadır. Zira ancak yeterli d ü z e y d e Yahudi yazınını içinde barındıran böyle bir d i l , Yahudiliğin muhafazasını sağlayabilir. Aile dili de yeterli Yahudi literatürü mevcut değilken, îbranice'nin u n u t u l d u ğ u durumlar­ da, Yahudilik çoğu kez bir kaç kuşak içinde yokolmaktadır. Av­ rupa'da Fransız Yahudiliği, Afrika'da Habeşistan Yahudiliği, As­ ya'da Ç i n Yahudiliği bunun klasik örnekleridir. Yahudi literatü­ r ü n ü içeren bir dil yerine konmaksızın Îbranice'nin unutulması, bu ülkelerde Yahudiliğin ç ö k ü p gitmesine yolaçmıştır, ya da bu çöküş süreci hâlâ sürmektedir. Eğer îbranice'nin yok olması en­ gellenmezse Sırbistan'da, Yunanistan'da, Romanya'da, Arnavuduk'ta, Bulgaristan'da D o ğ u Yahudileri'ni aynı son bekle­ mektedir. Kendi başına ideal elbette hiç bir şey değildir. Ulusal coşku ve ulusal dil birçok şey başarabilir. Fakat sağlam- d ü ş ü n c e sağ­ lam v ü c u t t a bulunur. Bu D o ğ u Yahudileri'nin b ü y ü k b ö l ü m ü ­ n ü n bahçecilik ve tarıma yönlendirilmesiyle bedensel sağlıkları­ nın korunması ve ekonomik güvence içinde olmalarının sağlan­ ması gerekir. D o ğ u ve D o ğ u Yahudileri yoksuldur. Geniş bir Yahudi k ö y l ü l ü ğ ü n ü n yeniden kurulması D o ğ u Yahudileri'ne ekonomik istikrar sağlayacaktır, ki bu, her türlü gelişmenin te­ melidir. Böylesine kırsal bir yerleşim, büyük ö l ç ü d e ancak Ya­ h u d i l e r i n eski vatanında olanaklıdır.



Aynı zamanda Yahudi tarımcılığı Osmanlı tmparatorluğ u ' n u n iç sağlamlığına ve dış g ü c ü n e katkıda bulunacaktır; aynı Filistin'de kurulmuş bulunan Yahudi köylerinin ülkeye son de­ rece önemli bir ekonomik yarar getirmesi ve T ü r k devletine bir bağlılık merkezi oluşturması gibi. un N^ Hi Son yıllarda Yahudilerin giderek daha çok ilgisini çeken F i ­ listin ülkesi de, savaşın sonucundan kendisi için bir gelecek bek­ lemektedir. Türkiye zafer kazanırsa, Mihver Devleder zafer ka­ zanırsa, T ü r k imparatorluğu son elli, ya da y ü z yılda o l d u ğ u n ­ dan daha sağlam basacaktır ayaklarını yere. E ğ e r , beklenmeme­ sine r a ğ m e n , Türkiye'yi yıkmak için Avusturya-Macaristani yoketmek isteyen devleder kazanırsa Türkiye için son saat gelmiş olacak ve Filistin'in hâkimi değişecektir. U z u n yıllardan bu yana Fransa, ingiltere ve Rusya, daha sonra karıştırma faaliyetlerinin sonucu olarak kucaklarına d ü ş ­ mesini bekledikleri Filistin'de nüfuz sağlama çabası içindeler. Ocak ayının başlarında St. Petersburg'da yapılan bu yılki su t ö ­ reninde kutsal Synod başkanı, kutsal ülkeyi Almanya'ya karşı kazanılacak zaferin ö d ü l ü olarak s u n d u ğ u bir k o n u ş m a yaptı. Rusya mutlaka Filistin'i elinde tutmalıydı. Bundan sonra başka hıristiyan hacıların kutsal yerleri ziyaret etmelerine izin verecek­ t i . Yüzlerce yıldan bu yana Rusya bu politik çizgiyi izlemekte­ dir. İngiltere, misyonlar ağı kurarak, sözde ya da gerçek bilimsel araştırmalar yaparak, haritalar hazırlayarak vs. Filistin halkını kendi yanına çekmek için çalışmalar yapmakta ve Filistin'i Sü­ veyş Kanalı'nın ö n bölgesi olarak değerlendirmektedir. Son olarak Fransa'da yüzyıldan fazla bir z a m a n d ı r k u r d u ğ u okullar ve Katolik misyonlar ağıyla Filistin ve Suriye'yi ele geçir­ me planları üzerinde çalışmaktadır. Fransa, Fransızca'ya D o ğ u ­ nun eğitim dili sıfatını kazandırmıştır ve Katolik okullarında eğitilen kişiler sayesinde ülkede büyük bir nüfuz edinmiştir. Ö r ­ neğin b ü t ü n Arap ve Yunan-Şark doktorları Beyrut'taki Fransız Üniversitesiiıde eğitilmişlerdir. Gerçi burada verilen eğitim bi­ limsel olarak son derece zayıftır, fakat Fransızlar, b ü t ü n doktor­ lar kendi okullarından mezun oldukları için, bu doktorlar aracı­ lığıyla b ü t ü n kamuoyunu etkileyebilmektedirler. Alliance Is­ raélite Universelle'nin Fransız okullannın da bu amaca hizmet



63



etmesi bekleniyordu; en azından Fransız h ü k ü m e t i n i n istediği buydu. Fakat bu okullar başarısız oldular. Ne var ki Fransız­ l a r ı n b ü t ü n safsatalarına r a ğ m e n bu ispanyol ve Arap Yahudileri'nde T ü r k devletine olan sevgi o kadar b ü y ü k t ü k i , Türkiye, d ü ş m a n devletlere ait eğitim kurumlarını feshederken Yahudi okullarının varlıklarını sürdürmelerine izin vermekte herhangi bir sakınca görmemiştir. E ğ e r Fransa'nın Yahudiler'in sempatisini elde etme gibi bir u m u d u varsa, bu en az D o ğ u ' d a gerçekleşebilir. Barış d ö n e m l e ­ rinde pogromlar, savaş d ö n e m l e r i n d e Yahudi kırımlarıyla ünlü Rusya ile ittifakı bir yana Fransa, neredeyse bir yüzyıl boyunca D o ğ u ' d a b ü t ü n Yahudi karşıtı faaliyetleri, az ya da çok gücü ve nüfuzuyla k o r u m u ş t u r . Bu b ö l g e d e ilk b ü y ü k olay yaklaşık sek­ sen yıl ö n c e Fransız Konsolosu, yarı Fransız Ratti-Menton tara­ fından Ş a m ' d a d ü z e n l e n e n kanlı yalan ve Yahudi takibatıdır. Ve o zamandan bu yana D o ğ u ' d a Yahudiler'i hedef alan bu tür suçlamaların çıktığı yerler her zaman Yahudiler tarafından katle­ dildiği iddia edilen Arap çocuklarının b u l u n d u ğ u Fransız kuru­ luşları o l m u ş t u r . Fransız "Couvent"inde son kırk yıldır bu tür suçlamalar, ö r n e ğ i n , İskenderiye, Port-Sa'id, Yafa, Hayfa, K u ­ düs ve Saida'da yaşanmıştır. T ü r k h ü k ü m e t i Yahudiler'in ko­ runması ve olayın ortaya çıkarılması için b ü y ü k çaba harcadığın­ dan, Yahudiler, T ü r k h ü k ü m e t i n e büyük sempati duymuşlardır. Elbette olayların tam olarak açıklığa kavuşturulmasına "Cou­ vent" duvarları ve Fransa ile yapılan kapitülasyonlar engel ol­ muştur. D o ğ u üzerinde hilâl dalgalandıkça ve Osmanlı saltanatı Ya­ hudiler'i korumaya devam ettikçe, Yahudiler Filistin'de barışçıl ve uygarlaştırıcı kolonizasyonlarını sürdürebilir, Ibranice dilini konuşabilir, bayramlarını ve kutsal günlerini yaşayabilirler; oysa Rusya Yahudi olan herşeyi derhal yok etmekte, İngiltere Yahu­ diler'i ekonomik olarak yavaş yavaş b o ğ m a k t a ve Fransa onları M ü s l ü m a n olmayan halkın belli bir kesiminin fanatizmine tes­ lim etmektedir. Dolayısıyla bin yıl ö n c e o l d u ğ u gibi b u g ü n de Yahudiler'in sempati ve ilgisi T ü r k l e r ' d e n yanadır; ayrıca Yahudiler, T ü r k ler'i, tarihsel gerçeklere uygun olarak, ulusal ve dinsel olarak kendilerine daha yakın görmektedirler. ı



Türkiye Yahudiler'i T ü r k devletini diğer vatandaşlardan da­ ha fazla düşünürler, ç ü n k ü özellikle onlar Türkiye güçsüzleşti­ ğinde en çok kendilerinin acı çekeceklerini, güçlü bir T ü r k i ­ ye'nin kendilerinin en iyi güvencesi o l d u ğ u n u bilirler. T ü r k d o ğ u s u n u n geleceği için Mihver Devletlerle, özellikle Almanya ile sıkı bağı özel bir ö n e m e sahiptir. Burada, içlerin­ den neredeyse on milyonu anadil olarak yüksek Almanca, ya da Yahudi Almancası konuşan Yahudiler doğal aracı olacaklardır. Irklarının kültür dili olan Ibranice'nin korunmasını dışlamayan bu Almanca sayesinde, şimdiye kadar o l d u ğ u n d a n daha çok A l ­ manya'ya ve Almanca eğitime dayanacaklar, herhangi bir anlaş­ mazlık, ya da tehlikeli özel çıkarlar g ü n d e m e getirmeksizin D o ğ u ' d a Almanya'nın ekonomik ve kültürel n ü f u z u n u genişletme­ sinin yolunu açacaklardır. D o ğ u Yahudiliğinin politik olarak ulaşmak istediği amaçlar T ü r k i y e ' d e tamamen mevcuttur. Türkiye, Fransa gibi, kendi içinde başka milliyetlerin varlığını tanımayan bir ulus devlet de­ ğil, bir uluslar devletidir. T ü r k devleti düşüncesini desteklediği ve b ü t ü n ü n büyümesine katkıda b u l u n d u ğ u sürece, Osmanlı hanedanlığı ve T ü r k ırkının egemenliği altında her ırk kendi kültürü içinde yaşabilir. O nedenle Yahudiler'in kaderi, özellik­ le D o ğ u ' d a , bundan sonra da Türk i m p a r a t o r l u ğ u n u n kaderine bağlıdır. Şu an Rusya'da, O r t a ç a ğ d a yapılan katliamları unutturacak kadar yaygın ve korkunç Yahudi katliamları yaşanmaktadır. Savaş­ tan sonra kovalanan milyonlarca Yahudi'nin -eğer orada da kapı­ lar yüzlerine kapanmazsa- okyanus ötesine kaçacakları kesindir. Adil T ü r k egemenliği altında bulunan D o ğ u , kaçanlara hem ruh, hem mekân olarak daha yakın fakat ekonomik olarak daha uzak­ tır. Ç ü n k ü bu bölgede büyük İadelere derhal iş sağlayabilecek büyük sanayi merkezleri yoktur. B u g ü n önce tarıma açılmak zo­ runda olan D o ğ u , ancak küçük kitleleri kabul edebilir Ne var k i , Amerika'daki Yahudiler içine girdikleri daha yüksek bir ekonomik kültür tarafından emilme tehlikesiyle karşı karşıya bulunurlarken, D o ğ u ' d a bu tehlike olağanüstü küçüktür. Nüfusun azlığına nispeten küçük Yahudi kitleleri de, D o ­ ğ u ' d a , yerli halktan daha yüksek bir ekonomik ve kültürel aşa­ ma oluşturdukları ölçüde b ü y ü k ö n e m e sahiptir. Burada, Filis-



65



tin ö r n e ğ i n d e g ö r ü l d ü ğ ü gibi, Ibranice sayesinde birbirleriyle daha sıkı bir ilişki içinde olabilir ve tarihlerini örmeye devam edebilirler. Yine Filistin ö r n e ğ i n d e g ö r ü l d ü ğ ü gibi, bu g ö ç m e n ­ ler sayesinde D o ğ u Yahudileri de ataletlerinden sıyrılacak ve on­ larla birlikte yeni, güçlü bir Yahudi halkı yaratacaktır; bu sağlıklı ulusal ruh Yahudi halkını yeni kültürel yatırımlara götürecektir. Yahudi halkının g ü c ü n ü n köklerinin b u l u n d u ğ u burada D o ğ u Yahudiliği dünyanın diğer Yahudiler'indeıı daha köklüdür. Yahudiler'in kendi güvenlikleri için güçlü bir Türkiye'ye ih­ tiyaçları var, öte yandan Türkiye'yi güçlü ve dirençli kılmak için O s m a n l ı l a r i n en iyi yardımcıları ise Yah.udiler'dir. Yüzyıllar ö n ­ cesinde o l d u ğ u gibi b u g ü n de, ve hattâ b u g ü n her zamankin­ den daha çok, bu iki halkın kaderi birbirine kopmaz biçimde bağlanmıştır. T ü r k l e r ve Yahudiler, Avrupa'nın yüzyıllarca süren dehşeti ve vahşeti içinde D o ğ u ' n u n yükselen güneşinin şafağını birlikte selâmlıyorlar. ' Berlin,



1915



"Essai sur l'historié des Israélites de l'empire ottoman"dan parçalar* Moise Franco



İ866 Bir Açık



Mektup...



Tek sözcükle, Majesteleri Sultan'a yaraşacak ve özelLikle de, Musa'nın Yasası'na u y d u ğ u m u z için gerçekten Musevi (israili) olan, bizlere uygun düşecek biçimde iyi davranışlarda bulunarak yaşıyoruz. Ancak, gerçek Yahudiliğin ilkelerini bilmeyen ve her fırsatta halkı yazılarıyla kışkırtan, Salomon Canibi adlı bir adam ortaya çıktı. Son marifeti olarak, bu adam, belirli bir amaç güderek, makinada yapılmış azyme ekmeklerini yiyen herkesi afaroz etti. Fakat, bu bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren durum şu: Yahudiler'e karşı duyulan eski kinin tekrar alevlendirildiğini bir süreden beri gözlemlemekteyiz: Bize yine hakaret ediyorlar ya da k ö t ü davranıyorlar ve sokaklarda dövüyorlar. Halkın bu taş­ kınlığının adı geçen hahamın işi olan; Melechet-Chelomo başlıklı



* Osmanlı imparatorluğu topraklarında yaşayan Yahudi cemaatinin günlük yaşamından izlenimler verebilmek amacıyla, Moise Franco'nun "Osmanlı İmparatorluğu Yahudilerinin Tarihi Üzerine Bir Deneme" (1897) adlı kitabından bazı parçalar aktarmayı yararlı bulduk.



67



bir broşürde yer alan ve bize yönelik olan iftiralardan kaynaklan­ dığını öğrenmiş bulunuyoruz. Bu yazıda Karayitler'in tamamen birer hayvan olduklan, yalnızca onlara Yasayı öğretmenin yasak olmayıp, ayrıca onları öldürmenin de caiz o l d u ğ u ifade ediliyor. Dolayısıyla, adaletin tesis edilmesini ve suçlıüann cezalandırılması­ nı istiyomz. Bunun için Rab Takir'e, ve ..bkl.. dua ediyoruz. Olumlu sonuç alamazsak, bu kitabın yazarını H ü k ü m e t e şikâyet edeceğiz. Hasköy, 30 Kasım 1866. İmzalayanlar:



Aföda Cohen, Ishak Sadik, Eliaou Cohen, Em¬ manuel Japhet, Ishak Kerimi, Menahem Yaphe, Juda Ben-Goubi, Samuel Japhet, Da¬ vid Ferouz, Hai'm Cohen, Juda Japhet, Beraha Ben-Goubi.



Rav Yakir'in b u y r u ğ u üzerine aşağıdaki b r o ş ü r kara listeye alındı ve ele geçirilen t ü m nüshaları yakıldı, Chelomo Camhi de kınandı. :



'



1867



1867 yılının üç olayı Yahudi yıllıklarında yer almaya değer g ö ­ rülmüştür; bunlar üç yönetim konseyinin seçilmesi; Balat'daki Helen-Yahudi çatışması ve Sultan A_ziz'in Paris'e d ö n ü ş ü d ü r . 1



Kaymakam



Efendi



hazretlerine,



Musevi Yasası'na uygun olarak, sizin başkanlığınızda, ban­ kacılar (..yzl.) ile esnafa mensup olan (....yzl..) dan oluşan ge­ çici bir komisyonun kurulmasının yerinde olacağına karar verdi­ niz. Söz konusu komisyonu nizamnameyi uygulamakla görev­ lendirdiniz. İ m p a r a t o r l u k iradesiyle, söz konusu komisyonu h i ­ maye etmek yetkisine sahipsiniz. :



14 recep 1283



1. Journal Ismelite, (Musevi Gazetesi), sayı 515 (5 Aralık 1866).



,68



Anayasaya uygun olarak üç konsey seçildi. Bu konseylerin birleşimlerinde alınan önlemler arasından şunlar belirtilebilir: 1) Sinagoglarla ilişkili t ü m taşınmaz malların ve Zeburların (ve i b r a l a r ı n ) bir listesi çıkarıldı; 2) Kararname ile halktan 200.000 kuruşluk (yaklaşık 42.000 franklık) bir para yardımı t o p l a n d ı ; 3) Meclisin sekreteri M . Em.Vénéziani hahamlık şansölyeliği memurlarının görevleriyle ilişkili bir yönetmelik hazırladı. 1867'nin, s ö z ü n ü etmiş o l d u ğ u m u z , ü ç önemli olayının ikincisi Balata'daki Helen-Yahudi çatışmasıdır. Bilindiği ü z e r e , 1867'de, Girit Adası Osmanlılara isyan etmişti. İmparatorluk h ü k ü m e t i isyanı bastırmak için çabucak oraya bir donanma g ö n d e r m i ş t i . Konstantinopol basınının savaşın gidişatıyla ilişkili haberleri halka g ü n ü g ü n ü n e iletmiş o l d u ğ u n u belirtmek gerek­ sizdir. T e m m u z ayının bir salı g ü n ü öğleden sonra saat d ö r t t e , ya­ ni kentin t ü m gazetelerinin çıkışından sonra, başkente, Ö m e r Paşa'nın birliklerinin Sphakia'yı (bkl.) zapt ettiğinin belirtildiği bir mesaj geldi. Savaş Bakanlığı bu m u t l u haberi, yayınlanması buyruğuyla, t ü m yerel basın organlarına iletti. T ü m gazeteler bu haberi ancak ertesi g ü n yayınlarken, Konstantinopol'daki Musevi gazetesi, aşırı bir gayret ya da yurtseverlikle bu haberi anında, b r m ı z ı Yérite S u p p l é m e n t baş­ lığı altında, ek baskı yaparak yayınladı. Musevi gazete satıcılarının sevinç çığlıklarının Rum halkın ü z e r i n d e yarattığı etki kolayca tahmin edilebilir. Rumlar, Muse­ vi gazetesinin bu aceleciliğinde, d o ğ r u ya da yanlış olarak, ken­ dilerine yönelik bir kasıt, hattâ bir saldırı g ö r d ü l e r ve ilk firsatta intikamını almaya yemin ettiler. Daha, Yérite S u p p l é m e n t ' i n yayınlandığı ilk g ü n bile, Ga­ lata'daki Havyar Han'da, ve Pera'nın bazı ücra sokaklarında, Rumlar ile Yahudiler arasında, kavgalar çıktı. B u Rum saldırısı­ nın ilk kurbanları Yahudi işportacıları ve ayakkabı boyacıları o l 1



2



1. Bu kararname Journal Israélite'de yayınlanmışur (14 Şubat 1867, s. 675). Her sinagoga bu gazeteden bir nüsha dağıtılmıştır. 2. Bu öykü, 1867'de çıkan, Viyana'daki "Nacional" adlı IspanyolYahudileri'nin gazetesinin bir kolleksiyonundan alıntılanmışür.



69



du. T ü m bunlar, yalnızca, bir süre sonra cereyan edecek olan esef verici sahnelerin başlangıcıydı. Gerçekten de, aradan iki hafta g e ç m e d e n , Haliç'in güney tarafındaki Yahudi gettosu olan Balat'da kanlı bir dram yaşandı. Söz konusu semtte oturan bir Musevi, k ü ç ü k bahçesinde birkaç kanatlı hayvan (tavuk, vb.) besliyordu. Çevrede bulunan sansarların yaptıkları zarar ziyanı önlemek amacıyla üzerlerinde eski pıhpırtılar bulunan iki sopayı haç biçiminde çarpaz olarak bir araya getirip bahçesine koydu. Balatin Rumları bu haç tak­ lidi nesnenin bahçeye konulmasını kendi dinlerine karşı bir sal­ dırı olarak kabul ettiler, itfaiyecilerin de desteğini almış olarak, kitle halinde zavallı Yahudi'nin evinin ö n ü n d e toplandılar. Ev­ deki Musevilerle bu R u m l a r i n arasında bir kavga başladı; iki ta­ raftan da çok kişi yaralandı. Polis geldi ve elebaşıların birkaçını g ö t ü r d ü . Bu arada, R u m ' u n biri u ğ u r s u z haçı aldı ve yakındaki kiliseye g ö t ü r d ü . Başkentteki bir Rum gazetesi, Harmonin, okurlarına Muse­ vilerin bu hoşgörülemeyecek hareketleriyle İsa'ya kasıtlı olarak saidırıda b u l u n m u ş olduklarını bildirdi. Bu d u r u m , Pera ve Galata Rumlarına, zavallı Yahudileri hır­ palamak için, bir bahane o l u ş t u r d u . Bu gelişmelerin üzerine b ü y ü k haham, sert ö n l e m l e r alınma­ sı için, Patrikliğe acele olarak bir yazı g ö n d e r d i . Sonra, Rum ahalinin infialini azaltmak için, rav Takir Gnéron, polisin tutuklamış o l d u ğ u R u m l a r i n bir kısmını serbest bıraktırdı. Buna kar­ şın, kavgayı kışkırtmış olmakla suçlanan birkaç Yahudi, b ü y ü k hahamlığın emriyle hapse atıldı. Harbi Préciado'mxn patriklik nezdindeki girişimleri s o n u ç ­ suz kaldı. Ertesi g ü n , patrik Grégoire, t ü m kiliselerde şu genel­ geyi o k u t t u : Yeni Roma ve Papalık patrikliği. Büyük Kilisemizin saygıdeğer dindarları, Tanrının sevgili kullan, Kadir-i Mutlak size hidayet ve barış ihsan etsin; Bir Musevinin bilinçsiz hareketi sonucunda, Balat'da cere­ yan etmiş olan esef verici olayları ö ğ r e n d i ğ i m i z d e ü z ü n t ü duy­ duk. Ancak, içlerinden birinin yapmış o l d u ğ u hatadan dolayı t ü m Musevileri suçlayamayız, suçlamamamız gerekir.



70



İnsanlık, akıl ve sorumluluk, tüm farklı ibadet tarzlarına karşı iyi anlayış içinde olmamızı gerektirir. Dolayısıyla, hiç kimsenin bunalıma yol açıcı davranışlarda bulunmasına artık izin verilemez. Bu buyrultu d o ğ r u l t u s u n d a , sizlere Musevilere karşı itidalli olmayı tavsiye ediyoruz, zaten bu tür düşmanlıklar inancımıza da kesinlikle ters düşer. i m p a r a t o r l u ğ u n t ü m tebalarına karşı, ayrım gözetmeksizin, ihtimam gösteren Osmanlı hükümeti böyle kargaşaları hoş g ö ­ remez. Size babaca bu tavsiyelerde bulunuyoruz, bunları dikkate alacağınızdan emin olarak, Tanrının hidayetinin ve barışın sizin­ le birlikte olmasını diliyoruz. GRÉGOIRE. Genelgenin yayınlanış tarihi 1867 yılı T e m m u z ' u n u n ilk haftaları." 1 Ağustos ayı Museviler için daha rahat geçti. Sultan Aziz de, 7 A ğ u s t o s ' t a , Paris seyahatinden Konstantinopol'a d ö n d ü . Ahali onu coşkuyla karşıladı. H ü k ü m e t de kar­ şılama törenleri için her cemaat liderine bir vapur tahsis etmişti. Rum ve Ermeni patriklikleri gibi, büyük haham da Konstantinopol'un saygın Yahudilerini ve duruma uygun marşların ö ğ r e ­ tilmiş o l d u ğ u bir çocuk korosunu vapuruna almıştı. T ü m resmî geçit boyunca Musevi çocuklar da, diğer azınlık çocukları gibi, Majestelerinin onuruna marşlar söylediler. Ertesi g ü n , impara­ torluktaki M ü s l ü m a n olmayan diğer cemaatlerin manevî liderle­ ri gibi, büyük haham da, Majestelerine hoş geldiniz ziyareti için huzura kabul edildi (Levant-Herald, 9 Ağustos 1867). Birkaç gün sonra, Valide Sultan, Musevi çocuklara dağıtıl­ mak üzere 3.250 kuruş (yaklaşık 700 frank) bahşetti. Ş u b a t 1867 tarihli Journal Israélite'e (Musevi Gazetesi) g ö ­ re, o zamanlar Konstantinopol'da -30.000'i ispanyol, diğerle­ ri ise (italyan, Aşkenazi, vd.) başka kökenlerden olmak üzere40.000 Yahudi bulunuyordu. • •. '



-;



1. Viyana'da çıkan "National* gazetesi, 1867, s. 263. 71



fimimw'M :



'"



Baron Reden'e göre (Levant-Herald, 9 mart 1867), t ü m T ü r k i y e ' d e 125.000 Yahudi vardı. Nihayet, bu gazete, m ü k e m ­ mel bir gözlemci olan M . Ficker'e g ö r e , söz konusu Yahudi sa­ yısının 200.000 o l d u ğ u n u ekliyor.



1868 yılının ocak ayından itibaren, Konstantinopol'un Ya­ hudi t o p l u l u ğ u Musevilikle yakından ilişkili çok önemli bir so­ run ile uğraşmak zorunda kaldı: Protestan misyonunun sürekli gelişiminden ve Meclisin bunların ö n ü n ü almak çabalarından söz etmek istiyoruz. Z a m a n ı n gazetelerine bakılacak olursa, Protestan misyonerler H a s k ö y semtinde istedikleri gibi bir ha­ reket alanı bulmuşlardı. Bu bağlamda sunulabilecek en iyi belge bir okul m ü d ü r ü ­ n ü n kurumun Londra'daki genel merkezine yollamış o l d u ğ u rapordur : . ., • 1



"Bu okulu k u r d u ğ u m d a Yahudi paskalyası zamanıydı; mües­ sese üç hafta süresince kapalı kaldı. Tekrar açıldığında, ilk g ü n , okula kabul edilmek için elli tane çocuk başvurdu. Ertesi g ü n , yetmiş iki çocuk daha başvurdu ve bu sayı giderek hep arttı. Ç o ­ ğ u n l u ğ u İspanyolca ve küçük bir azınlığı da Alman Yahudicesi konuşan öğrencilerime ingilizce öğretmeye başladım. Eski ve Ye­ ni A h i t ' i n ve de Hıristiyan inancıyla ilişkili yapıtların öğretilmesi eğitimin temelini oluşturuyor. Özellikle, Hıristiyan dualarını ö ğ ­ rencilerimin zihnine sokmak için çaba harcıyorum. Zira, bu ma­ sum yüreklere iman tohumlarının erken atılmasının gelecekte da­ ha iyi sonuçlara ulaşmayı m ü m k ü n kılacağına inanıyorum. Şu son aylarda öğretilmiş olan konular şunlardır: Saint Mathieu'den beş b ö l ü m , Saint Marc'tan altı b ö l ü m , saint Luc'ten sekiz b ö l ü m , Saint Jean Baptiste'in mektuplarından sekiz b ö ­ lüm. Çocuklar bu derslerden o denli hoşlanıyorlar k i , g e n ç kızlar İbranice'yi ö ğ r e n m e k istemiyorlar. Küçük Yahudiler Hıristiyan­ lık imanının on üç şartını biliyorlar ve Isa Peygambere olan 1. Bu rapor "Jeas Chronicle "in 675. sayısında da yayınlanmıştır.



72



bağlılıkları g ü n d e n g ü n e artıyor. Bunlara ilaveten erkek çocuk­ lar coğrafya ve aritmetik öğreniyorlar ve g e n ç kızlar da dikiş ve nakış öğreniyorlar. Müessesemizde herşeyin ücretsiz olması ça­ balarımızın olumlu s o n u ç vermesi açısından çok yararlı olacak." Bu raporun Journal Israélite' de yayınlanması, Osmanlı M u sevilerinin ulusal tutuculuk insiyakına uyarıcı etki yaptı; yardım parası toplayan bir komite bile kuruldu; otuz lira kadar bir para toplandı. Fakat, işler fazla ilerletilememişe benzemektedir. Zira, 1868 Kasım i n i n sonunda, alarma geçmiş olan, Ruhani Meclis (Gaschmi) Meclise tekrar bir bildiri sunarak, alınacak ciddi ö n ­ lemleri g ö r ü ş m e k ü z e r e , ortak bir genel kurulun toplanmasını rica etti. Z a m a n ı n belgelerinde bu girişimin sonuçlarına d e ğ g i n bir bilgiye rasdanılmamaktadır. . .



1869



•• .-rd^ :!



Le Journal Israélite'At, Meclislerin yasama çalışmalarıyla iliş­ kili olarak hiçbir ö n e m l i habere rasdanılmamaktadır. Buna karşın, D o ğ u Yahudiliğinde ender rasdanılan bir olay, Yahudi organı ile bir Hıristiyan yayınında aşağı yukarı aynı ifade­ lerle yer almışnr: Büyük haham R. Yakir G u é r o n ' u n Fransa Imparatoriçesi Eugénie ile yapmış o l d u ğ u söyleşiden söz ediyoruz. Bilindiği üzere, I I I . Napolyon'un hanımı Imparatoriçe E u g é n i e , 1869 ekiminde, Sultan Aziz'e iade-i ziyarette bulun­ m u ş t u . Imparatoriçe, 7 Ekim pazar g ü n ü , Katolik din adamları­ nı ve diğer cemaatlerin ruhanî önderlerini huzuruna kabul etti. Bu konuda s ö z ü Levant-Hérald'z. bırakalım: 1



"Büyük haham Yakir Efendi At yüce misafire takdim edil­ mek onuruna erdi. H u z u r a çıktığında İspanyolca olarak şunları söyledi: Majeste,







"•



Köleniz, imparator hazretleri tarafından atanmış olan Muse­ vi cemaati lideri olarak, israil'in Tanrısının babalarımız İbra1. Levant-Herald, 19 ekim 1869, ve Journal Israélite, 18 Ekim, sayı 877. 73



Iıim'c, lshak'a vc Yakub'a verdiği lütfü Majestelerinin pay-i ma­ line sermekten çok mutludur. Fransa'nın muzaffer tahtı mukaddes olsun, Majesteleri i m ­ parator I I I . Napolyon'un sayesinde şan ve şeref kazansın! " •. . . •



.,,



İFTİRALAR



(1861-1876)



.



..



Bu b ö l ü m d e , Musevilerin (azyme) ekmeklerinin yapımında Hıristiyan kanı kullandıkları şeklindeki saçma d ü ş ü n c e d e n kay­ naklanan yanlış suçlamaları (ve bu suçlamaların yol açtığı olayla­ rı), senesi senesine, sunacağız. Durumlara ve olaylara g ö r e değişiklik göstermesine r a ğ m e n bu suçlama temelde hep aynıdır; bir Hıristiyan, genel olarak da bir kız ya da erkek ç o c u ğ u bir Musevi tarafından kaçırılır. Bu sağduyuya aykırı suçlama, nelerden kaynaklanırsa kaynaklansın, Musevilerin değişmez biçimde aynı çok üzücü etkilere -anî ara­ ma taramalar, haksız tutuklamalar, yumruk y u m r u ğ a kavgalar, yaralamalar, malların yağmalanması, yangınlar ve kurbanlarmaruz kalmalarına yol açmıştır. Bu iftiraların en k ü ç ü ğ ü n ü bile niçin okuyucuya söylemeye­ lim? Bunların her birinin yol açmış o l d u ğ u zulümleri babalarımız çekmediler mi? Bu iftiralar her seferinde kan dökülmesine yol açmadı mı? Dolayısıyla, bu z u l ü m ü , atalarımızın ç o ğ u n u n eziyet g ö r m e ­ sine yol açmış olan bu suçlama dizisini, eksiksiz olarak anlatmak tarihsel olaylar yazarı için kutsal bir görevdir. :•>.



::.K'^:







1862



1



1862 yılının Şubat ayı Beyrut Musevilerine u ğ u r s u z geldi. Hıristiyan çocuklarını kaçırmış olmakla, üç kez, suçlandılar. Bu iftiraların birincisi 1 Ş u b a t ' t a yapıldı. Bu kentteki Fran­ sız tebalı bir genç Hıristiyan aniden kayboldu. Vali Ahmet Paşa bu kaybolan kişiyi sağ salim halde Ş a m ' d a buldurtmayı başardı.



1. Bkz. Journal Israelite, s. 62 ve 212.



m



11 Şubat'ta sıra, kaybolması Yahudiler'den bilinecek olan, küçük bir Hıristiyan kızındaydı. Beyrut'tan g e ç m e k t e olan Damas'lı Chcmnya Angel bu konuda bir araştırma yapılması için n ü f u z u n u kullandı ve sonuçta bu iftirayı yaratmış olanların k ö t ü niyetliliği ortaya çıktı. Ve 17 Şubat'ta da, bir cuma g ü n ü pazarda alışveriş yapmak­ ta olan bir Yahudi paltosunun eteğinin altına bir ç o c u ğ u sakla­ mış olmakla suçlandı. Ahmet Paşa tarafından hapse attırıldı. Chemaya Angel onu serbest bıraktırttı. „ . ., t



1864 yılının Paskalya bayramı yaklaştığı sıralarda (Konstantinopol'un kenar semti) Büyükdere'de ve İ z m i r ' d e karışıklıklar çıktı. Mart ayının sonlarına d o ğ r u , bir öğleden sonra, B ü y ü k d e ­ re'de bir Hıristiyan ç o c u ğ u kayboldu. Bunun üzerine Museviler arasında aramalar yapılmaya başlandı. Büyük haham Y. Gueron'un girişimleri üzerine, semtin polis komiseri saygın rumları topladı ve onlara, polis m ü d ü r ü Mehmet Paşa'nın, herhangi bir Museviye saldıracak olan bir Rum'un hemen tutuklanıp merkez hapishanesine atılacağına ilişkin, bir yazılı emrini okuttu. Bu sert ö n l e m huzurun sağlanması için yeterli oldu. Zaten, sözde kurban da birkaç g ü n sonra bulundu. 1 Nisan 1864 g ü n ü , İzmir'de, aşağı tabakadan birkaç Rum "kaçırdığınız ç o c u ğ u m u z u geri verin!" diye bağırarak Yahudile­ rin üzerine y ü r ü d ü . B u n u yapılan misillemeler izledi. Ancak, Musevilerin talebi üzerine yapılan aramalar, oyun oynarken, ev­ de oturanların haberi olmaksızın bir Musevi evinin kuyusuna d ü ş m ü ş olan söz konusu ç o c u ğ u n cesedinin bulunmasıyla so­ nuçlandı. Ancak, Musevi Dayanışma Komitelerinin gerek i z m i r Valisi Kabuli Paşa'nın nezdindeki, gerekse Konstantinopol Rum Pat­ riği Sophronius'un nezdinde, tekrar tekrar girişimlerde bulun­ malarının s o n u c u n d a d ı r k i , karışıklıklar sona erdi. Bu sonuncu i z m i r Metropoliteni Chrysantus'a Musevilerin korunmasını sağlamaya yönelik bir buyruk g ö n d e r d i . Bu buyrukta şunlar ifa­ de ediliyordu: " Piskoposluğunuzdaki Musevileri koruyup hima-



75



ye edin. H u z u r u sağlamak için t ü m olanaklan kullanın; bu bağ­ lamda kiliselere gerekli buyrukları g ö n d e r i n , v b . " 1



1866 1865 yılı Paskalyasında hiçbir suçlama yapılmadı. Ancak, Rumlar bunun acısını 1866 Şubatında çıkardılar. Kuzguncuk (Konstantinopol'un bir kenar semti) Musevileri, b u semtteki Hıristiyan ailelerinden birinin on-oniki yaşlarındaki ç o c u ğ u n u kaçırmış olmakla suçlandılar. Bu kaybolma olayı tartışmalara ve kanlı kavgalara yol açtı. Bunun üzerine, Sultan Abdülaziz neseplerimizin ö ğ r e n m e k ­ ten kuşkusuz h o ş n u t kalacakları bir ferman çıkardı. Ferman şöy­ leydi: " İ m p a r a t o r l u ğ u m u n , birinci sınıf Osmaniye ve Mecidiye l i yakaderine ve imtiyaz Nişanına sahip olup vezirlik derecesine yükseltilmiş olan polis m ü d ü r ü Mehmet E m i n Paşa'ya ve dinde ve ilimlerde ü n l ü ve değerli insan olan istanbul Kadısı'na! T o p l u m u n bazı kesimlerinde k ö k salmış olan, Musevilerin azyme ekmeklerinin yapımında insan kanı kullandıkları şeklin­ deki önyargıların her sene Musevilerin m a ğ d u r oldukları suçla­ malara yol açtığını biliniz. S ö z konusu kesimin b ü y ü k hahamlı­ ğı bize b u konuda birkaç sene ö n c e yayınlanmış olan, Musevi­ lerle ilişkili, fermanın yenilenmesinin talep edildiği bir rapor sunmuş bulunmaktadır. Devletin arşivlerini incelediğimizde, 1256 senesinin rama­ zan ayının ilk g ü n l e r i n d e , tuğrah bir imparatorluk b u y r u ğ u n u n yayınlanmış o l d u ğ u n u g ö r d ü k . B u buyrukta şu ifadeler yer al­ maktadır: "Söz konusu kesimin arif ve o ulusun dinsel öğretisine vakıf olan kişilerin kesin ve imanlı olarak belirttiklerine g ö r e , Musevi­ lerin yasası onların değil insan kanı, herhangi bir hayvan kanını bile kullanmalarını kesinlikle yasaklamıştır ve en sert cezalara tâbi kılmıştır. B u nedenle, b u konudaki, sık sık yinelenen, suçla­ malar tamamen birer iftiradır. Dolayısıyla, b u ulusa mensup i n ­ sanların b u denli tutarsız bir nedenle eziyet çekmeleri kesinlikle 1. Bkz. Journal Israelite, s. 212, 226 ve 220.



76



haksızlıktır. Museviler, egemenliğimiz altında yaşayan t ü m halklara asimile o l m u ş olmaları ve onlarla aynı avantajlardan ve imtiyazlardan yararlanmalarının gerekmesi nedeniyle, ihtiyaç hissedildiğinde onları k o r u m a m ı z gerekmektedir. Dolayısıyla, kimsenin ne onların kendi ibadetlerini ö z g ü r c e yapmalarına engel olmaya ne de onların güvenliğine zarar ver­ meye hakkı vardır. Egemenliğimiz altında yaşayan t ü m halkların aynı şekilde korunmaya haklarının olması nedeniyle, bu kesimle ilişkili ola­ rak, b ü y ü k hahamlıktan bu konuda bir dilekçe almış olan Ada­ let Bakanlığı'nın talebi üzerine eski fermanı teyid ediyoruz. Kendi payımıza, biz de, söz konusu fermana uygun olarak hareket edilmesini buyuruyoruz. İ m p a r a t o r l u k divanından gel­ me olan bu fermanı, size ulaştığı andan itibaren, yürürlüğe ge­ çiriniz. Nihayet, gelecekte de kimsenin bu d o ğ r u l t u n u n dışında ha­ reket etmemesi için bu iradeyi devlet kayıtlarına geçiriniz ve orijinal metnini, gerektiğinde kullanmaları için, Musevi cemaa­ tinin liderine veriniz. i ş b u fermanı noktası noktasına uygulamaya geçiriniz. Miladi 1866 senesinin Haziran ayının 2 4 ' ü n d e yazılmıştır." 1868



'



:



Geleneksel iftira, 1868 senesinde, (Konstantinopol'un kenar semti) Eyüp'te tekrar sergilendi. Ancak, b ü y ü k haham Yakir'in ve merkez haham kurulunun girişimleri sayesinde daha d o ğ a r d o ğ m a z önlendi. Annesinin, Pera'dan E y ü p ' e götürmesi için bir Musevi işportacıya emanet etmiş o l d u ğ u bir Hıristiyan be­ beği söz konusuydu. E y ü p ' t e , T ü r k bekçi halkı, bebeği kaçırıyor diye hamala karşı galeyana getirmişti. Suçlu bekçiye birçok ay sürecek bir hapis cezası verildi. -







' 1870



.



.j '



1870 senesinde, başkentin çeşitli yerlerinde iftiralar padak verdi. Yahudiler'in şikâyederi üzerine, t ü m Konstantinopol ba­ sım bir resmî bildiri yayınlamak zorunda kaldı. Bu bildiride,



77



1x



Mişon adlı zavallı bir Yahudi'nin küçük bir T ü r k kızının kanali­ zasyona düşmesini engellediği sırada yoldan g e ç m e k t e olan kö­ tü niyetli kişilerce, Musevilere zarar vermek amacıyla, bu olayın yanlış y o r u m l a n m ı ş o l d u ğ u belirtildi. Birkaç g ü n sonra, iki Yahudi hamal sırtlarında k u m a ş parçası dolu birer çuval taşıyarak çarşıdan geçerlerken, orada bulunan birkaç kişi çuvalların içinde kaçırılan bir insan bulunup bulun­ madığını ö ğ r e n m e y e kalktılar ve bu arada Yahudiler'i dövdüler. Ancak, çuvallarda kumaş parçalarından başka bir şey bulunma­ dığını görüklerinde, saldırganlar iki zavallı Yahudi'nin yakasını bıraktılar. Bunun üzerine, gazeteler, bu t ü r d e n saldırılarla ilişki­ li olarak, yeni bir resmî bildiri yayınladılar. 1



1872 Konstantinopol'dan sonra sıra taşraya geldi: 1872 senesin­ de, Edirne, i z m i r , Marmara ve Çanakkale Musevileri bu acıma­ sız iftiranın eziyetini çektiler. E D İ R N E ' D E K İ OLAY 8 Ocak 1872'de Konstantinopol büyük hahamı Yakir G u é ron şu telgrafi aldı: " D ö r t g ü n d e n beri Ermeniler Musevileri bir Ermeni'yi ka­ çırmış olmakla suçluyorlar. Yahudiler büyük tehlike içinde. B u durumu protesto ettik. Zat-ı âlinizin de Büyük Vezir nezdinde bu olayla ilgili olarak protestoda bulunmasını rica edivoruz. imzalayanlar: Yossef PAPO, Sam. D A N O N , E l i a ' C A N É T l , vd." 1972 Ocakinda, Konstantinopol'un üç tarafsız gazetesi, Le Courrier d'Orient, Levant Times ve Levant-Herald tarafın­ dan yayınlanmış olan bilgiler çerçevesinde olaylar şöyledir. 1872 senesinin başında Edirne Meriç, Tunca ve Arda nehir­ lerinin taşmasıyla o denli su baskınına uğradı k i , kentin t ü m al1. Bkz. "Stamboul"gazetesi, 1 mart 1870.



!



!:i|!'!^ll!'!!iH!'lt!tp!



çak bölgeleri tamamen su altında kaldı. Bu sıralarda, o t u z b e ş kırk yaşlarında ve herkes tarafından deli o l d u ğ u bilinen bir Er­ meni, dindaşlarının bazılarının da tanıklık ettikleri gibi, sulara kapılarak b o ğ u l d u . Bazı nüfuzlu Ermeniler'in şikâyetleri üzeri­ ne aramalar başladı. Görevlilerin işgüzarlığı o derecedeydi k i , Katalona, Pouille ve Aşkenazi sinagogları didik didik edildi. Suç izleri bulmak için kutsal eşyalar bile didiklendi. Valinin adı irfan Paşa i d i . Cemaatin saygın Musevileri onun huzuruna çık­ tılar ve imparatorluk fermanını onun gözlerinin ö n ü n e koyarak, "Yüce H ü k ü m d a r ı m ı z ı n bizim için çıkartmış o l d u ğ u ve bu t ü r suçlamalara inanılmasını yasaklayan şu fermanı okuyunuz" de­ diler. Vali, hör gören bir tavırla, "Okumama gerek yok, içinde ne yazılı o l d u ğ u n u iliyorum" diye yanıtladı. Bu olay Edir­ ne'deki Musevilerin pek çok hakaretlere uğramalarına yolaçtı. Konstantinopol'un büyük hahamına girişimleri sonucunda, Bü­ yük Vezirin bu konuda verdiği talimatlar, Valinin tarafgirliği nedeniyle, hiçbir olumlu s o n u ç s a ğ l a m a d ı . 1



İZMİR'DEKİ OLAYLAR i z m i r Musevileri, 1872 senesinin Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında gerçek bir işkence çektiler. Çatışmalar her zamanki gi­ bi g e n ç bir Rum'un kaybolmasıyla başladı (15 Nisan). Kayıp çocuk denizde b o ğ u l m u ş t u ve dalgalar da cesedini kıyıya sürük­ lemişti. Halkın saflığından yararlanıp infial uyandırmak amacıy­ la, birkaç Rum kurbanın kafasını kırarak beynini çıkarmayı d ü ­ ş ü n d ü l e r . Bunu yapaktan sonra cesedi otopsi yapılması için doktora gösterdiler. Yapılan otopside yalnızca kurbanın kanının alınmış o l d u ğ u n a ilişkin belirtinin b u l u n m a m a s ı bir yana, kafa­ sının kırılması (beyninin çıkarılması) olayının kurbanın cesedi­ nin b u l u n m a s ı n d a n sonra yapılmış o l d u ğ u belirlendi. Özellikle, belirtilmiş olan önyargının köksalmış o l d u ğ u aşağı tabakadan Rumlar doktorların ifadesine inanmadılar ve anlatıla­ maz taşkınlıklar yapmaya başladılar. Fanatik çeteler ellerinde bı­ çaklarla Musevi semtine saldırdılar. Zavallı Yahudiler üç ay deh­ şet içinde yaşadılar. Rumlar bir fırsatını bularak Musevi pazarın1. hraelite Gazetesi, 1246. sayı. 79



,»f W



\



da yangın çıkardılar ve altmış tane bina alevlerin kurbanı oldu. Vali H a m d i Paşa, t ü m bu olaylar sırasında b ü y ü k bir zayıflık sergiledi. Babiâli, düzeni tekrar kurmak için, İmparatorluk ko­ miseri ünvanıyla Konstantinopol'dan Sadık Paşa'yı g ö n d e r m e k zorunda kaldı. Bu olaylar Çiğli, Ç e ş m e , Urla ve Marmara Adası'na da sıçra­ dı. Buralarda da Museviler halk fanatizminin kurbanı oldular. Musevilerin mağduriyetine son verilmesi için yabancı güçlerin İzmir'deki temsilcileri, özellikle de Avusturya temsilcisi Scher¬ zer, m ü d a h a l e ettiler. Bu şahsiyetler hem Yahudiler'e yardımlarda bulundular, hem de sayıları kırka yakın olan suçluların tutuklanmasını sağla­ dılar. Mahkemeler sanıklar hakkında şu kararı verdiler: Aleksi ve D i m i t r i adındakilerin birincisi on sene, ikincisi de yedi sene z o r u n l u çalışmaya m a h k û m edildi; bunlar ağır hapis cezalarını Kıbrıs kalesinde çekeceklerdi. - Yorgi ve hamal L u ­ cas, sırasıyla beş ay ve üç ay kürek cezasına m a h k û m edildiler ve her birine 1.100 kuruş para cezası verildi. Nihayet, diğer otuzaltı suçlu da suçlarının derecesine g ö r e çeşitli cezalara çarptırıldılar. 1



MARMARA ADASI' NDAKİ OLAYLAR Marmara Adası'ndaki Yahudi t o p l u l u ğ u , 1872 senesinde, çok kasıtlı bir olayla rahatsız edildi. 4 Mayıs g ü n ü Konstantinopol'daki bir rum gazetesi, Byzantis, Marmara Adası 'ndan bir kayık ile gizlice gönderilmiş olan bir haberi yayınladı. Bu haberdeki olay şuydu: Mayıs ayının bir pazar akşamı on yaşındaki bir Hıristiyan ç o c u ğ u n u n kaybolduğu haberi Canee'de (bkl.) yayıldı. Bunun üzerine, Rum t o p l u l u ğ u Musevilerin sokağını basarak, özellikle Jacob Dalmedigo'nun ve Vitta Cohen'in evlerine girdi. Bu kentteki Fransa Konsolosu Patrimonio 'nun ve polisin araya gir­ mesiyle gece boyunca s ü k û n e t sağlandı. Ancak, t ü m adada araş­ tırmalar s ü r d ü r ü l d ü . Ertesi g ü n , ç o c u ğ u n kente iki saat uzaklık­ taki bir kasaba olan Şirukuri'de, canlı olarak b u l u n m u ş o l d u ğ u 1. "El Nacional" gazetesi, Ekim 1873.



öğrenildi. Ç o c u k , söz konusu skandala yol açmak amacıyla, an­ nesi tarafından orada saklı t u t u l m u ş t u . Kentteki hatırı sayılır k i ­ şilerce imzalanan bir dilekçenin verilmesinden sonra kırk Rum tutuklanarak yargı ö n ü n e çıkarıldı. İZMİR



(\H*



ingiltere Konsolosunun talebi üzerine bir ingiliz firkateyni­ nin, gerektiğinde yardımcı olmak üzere, kentin ö n ü n d e iki ay süreyle ( M a r t ve Nisan aylarında) kalması sayesinde i z m i r halkı geçen seneki karışıklıkları yaşamadı. Ayrıca, yine, yeni bir suçla­ mayla ilişkili emareler belirince valilik, Rum Metropoliteni'ne, yandaşlannı herhangi bir Yahudi'ye saldıranın tutuklanarak acı­ masızca polise teslim edileceği hususunda uyarmasının istenildi­ ği, sert bir bildiri g ö n d e r d i . 1



1874



1 1



' >



'



2



1873 senesini rahat geçiren Konstantinopol ve i z m i r , 1874'de yine aynı suçlamaya sahne oldular. Yahudi Paskalyasının, yalnızca hiçbir k ö t ü olay olmadan de­ ğil, aynı zamanda oldukça mutlu bir şekilde de geçmesine kar­ şın, 1874 Haziraninda, R u m l a r i n y o ğ u n olarak bulundukları bir semt olan, Fener'de geleneksel suçlama tekrar g ü n d e m e getirildi. Rum gazetesi Typos* bu suçlamanın s ö z c ü l ü ğ ü n ü yaptı. B u Yahudi-karşıtı yayın o r g a n ı n d a yer alan haber şöyleydi: 3



BALAT'TA TÜYLER ÜRPERTİCİ CİNAYET



5



" D ü n Balat sokağından geçerken, Bulgar Kilisesi SanStefanin yakınında, bir Hıristiyan evinin etrafındaki kalabalığı g ö r ü n c e durmak zorunda kaldık. Merak içinde kalarak, ne olup 1. 2. 3. 4. 5.



El Nacional, Mayıs 1873. Sözkonusu olan daha çok İzmir civarlarıdır. Bkz. Levant-Times (Stcımboul), 27 Mart 1874. Bu nüsha yokolmuştur. Olay Balat ile Fener semtlerinin arasında olmuştur. 81



;



! i:.; ,, .- ^ £ . . ; ;



> ''



bittiğini oradakilere s o r d u ğ u m u z d a , denizden sekiz yaşındaki, Antoine adlı, bir Rum ç o c u ğ u n u n cesedinin çıkarılmış o l d u ğ u ­ nu ö ğ r e n d i k . Ceset Haliç'in kıyısında, Yahudi evleriyle Bulgar Kilisesi arasında kalan kısımda, b u l u n m u ş t u . Söylenenlerin d o ğ ­ r u l u ğ u n d a n emin olmak için ç o c u ğ u n cesedinin b u l u n d u ğ u eve girip d u r u m u g ö r m e k istedik. Vahşi bir insanın aklına gele­ bilecek en büyük işkencelere maruz kalarak h e n ü z birkaç saat önce can vermiş olan bir ç o c u ğ u n , bir masanın üzerine yatırıl­ mış, çıplak hazin g ö r ü n t ü s ü ile karşılaşınca ne kadar şaşırdık! Şakaklarından kanların akmış o l d u ğ u n u g ö r d ü k . Elleri ve ayak­ ları tamamen delik deşik edilmişti, ellerinin tırnakları koparıl­ mıştı; dili kesilmişti ve gözlerinden biri çıkarılmıştı. Öyle k i , bu çocuk adeta Polinezya yamyamlarınınkine benzer bir vahşetin kurbanı o l m u ş t u . Bahtsız ana, olayın bir cinayet olup olmadığının belirlenmesi ve şayet cinayet ise s u ç l u n u n yakalanması için polis m ü d ü r ü n ü n bir tıbbî inceleme yaptırmasını istemiştir. Pazar g ü n ü n d e n beri kayıp olan ç o c u ğ u n cesedinin suyun y ü z ü n d e b u l u n m u ş olma­ sına r a ğ m e n , yapılan incelemelerde kurbanda suda b o ğ u l m u ş olanlarda görülen t ü r d e n hiçbir belirtiye rastlanılmamıştır. Polis bu olayda çok çaba sarfetmektedir; çok kuşkulu g ö r ü n e n birkaç kişi tutuklanmıştır. Yazımız baskıya girmek üzereyken bize gelen bir haberde Karatedori, Zografos, Mavroyani ve Naum adlı doktorların yap­ mış oldukları incelemelerden ç o c u ğ u n suda b o ğ u l m u ş o l d u ğ u kanaatine varmış oldukları bildirilmektedir. Silahlı kuvvetier d ü ­ zeni korumak için görev başındadırlar." Konstantinopol'daki Fransız ve ingiliz basını, özellikle Le­ van Herald (1874 Temmuz'undaki 6. sayısı) -Typhos'un varsa­ yımlarını saçma bulup, bunların rum t o p l u l u ğ u n u n önyargıla­ rından kaynaklandığını ifade ederek- bu öyküye, daha d o ğ r u s u bu katliam kışkırtıcılığına karşıt olan bir t u t u m takınmışlardır. ingiliz yayın organına ve genel kanaate g ö r e , çocuk, Izak Mizrahi adlı bir Yahudi kuyumcunun evinin yakınında oynar­ ken, kaza ile suya d ü ş m ü ş t ü r . imparatorluk h ü k ü m e t i n i n Karatedori Paşa, Mavroyeni Pa-



şa, Zograf Paşa ve Naıım Michailides adlı doktorların o denli bilimsel ve dürüst raporlarını olsun, polisin resmi raporunu ol­ sun, başkentin t ü m gazetelerinde yayınlattırmış olmasına rağ­ men; doktor Zograf Paşa'nın Neologos gazetesinde yayınlanan olumlu açıklamasına r a ğ m e n ; Rum t o p l u l u ğ u başkentin birçok semtinde Pera'da, Galata'da, Fener'de, H a s k ö y ' d e ve B o ğ a z i n kenar mahallelerinde dindaşlarımıza kinini kustu. Polis M ü d ü r ü H ü s n ü Paşa emniyet görevlilerini günlerce Yahudi semtlerinin civarında tuttu. Bu sahneler bir buçuk ay boyunca sürekli yine­ lendi. Musevi t o p l u l u ğ u n u n ileri gelenlerinin imparatorluk h ü ­ kümeti nezdindeki girişimleri olmasaydı bu olaylar çok daha uzun süre devam ederdi. Büyük haham M o ş e Halevy ve Isaie Aşkenazi, Abr. Romano, M o ş e Behar Ibaim ve Leon Farhi bey­ lerden oluşan bir heyet, sırasıyla, Büyük Vezir'e, Şeyhülîslâm'a, Papalık Patrikliğine ve Diyanet işleri Bakanlığı'na gitti­ ler. Musevi Birliği'mn temsilcisi Veneziani bu ü z ü c ü olaylar sı­ rasında özverilerini esirgemedi. Musevi t o p l u l u ğ u adına Typos gazetesinin sorumlu m ü d ü r ü n e karşı dava açan da o o l d u . 1



2



Z a m a n ı n gazeteleri herhangi bir R u m ' u n bir Yahudi'ye en ufak bir hakarette b u l u n d u ğ u n d a 220 kuruş para cezasına çarp­ tırıldığını ve on iki saat gözaltında t u t u l d u ğ u n u belirtmektedir­ ler. Ağır hakaret durumunda ise suçlu merkez hapishanesini boyluyordu. Balat'taki tüyler ürpertici cinayet konusunda, son olarak, mahkemenin Typos gazetesinin m ü d ü r ü n ü altı ay hapise mah­ k û m ettiğini ve gazetesinin de altı ay yayından men edilmiş o l ­ d u ğ u n u belirtelim . 3



İZMİR'DEKİ OLAYLAR 1874 Temmuz'unda, i z m i r civarındaki i k i yerde, Manisa'da ve Karataş'ta, birkaç g ü n arayla, Yahudiler'in çocuk kaçırdıkları-



1. "Le Neoegos", Konstantinopl'de çıkan Rum gazetesi, 11 Temmuz 1874 tarihli nüshası. 2. El Nacional, 310. sayısı. 3. A.jr.e., s. 362. ;' '



83



na ilişkin yaygaralar başladı. Manisa'da kaybolmuş olan çocuk M ü s l ü m a n d ı . Rumlar vc Ermeniler Türkler'le birleşerek vahşi hayvanlara saldırır gibi Yahudiler'e saldırdılar. Kurbanın cesedi b u l u n d u ğ u n d a uydurma bir Rum doktor k u r b a n ı n kanının alın­ mış o l d u ğ u n u ifade etti. i z m i r Valisi H a m d i Paşa, doktorluk diploması bile bulunmayan yaygaracıyı hapse a t t ı r d ı . 23 Temmuz'da, i z m i r ' i n banliyölerinden Karataş'ta, Maltalı bir kadın ç o c u ğ u n u kaçırmış olduklannı ö n e sürerek sandalcıla­ rı ve balıkçıları Yahudiler'e karşı ayaklandırdı. Kadının evinde yapılan bir aramada annesi tarafından bir sandığın içine kapatıl­ mış olan ç o c u k , gayet sağlıklı bir durumda b u l u n d u . 1



2



,:







v



1875 ••••



İZMİR'DEKİ OLAYLAR 1875 senesinde, yine i z m i r ' i n taşrasında, dindaşlarımız bir Hıristiyan ç o c u ğ u n u kaçırmış olmakla suçlandılar. Yaygara, bu kez, Melas'ta (bkl.) koptu; bununla ilişkili haberleri La Espe­ ranza gazetesinden ö ğ r e n i y o r u z . Bir Yahudi okulunun ö ğ r e n ­ cilerine ve ö ğ r e t m e n l e r i n e saldırılarda bulunuldu, sinagogdaki kutsal eşyalar kırılıp d ö k ü l d ü , parçalandı, üzerlerine t ü k ü r ü l d ü . Alışılmış t ü m saldırılar yapıldı. Birkaç g ü n sonra, kayıp çocuk bulundu ve suçlular cezalandırıldı. 3



HALEP'TEKİ OLAYLAR Ü ç b u ç u k asırdan beri O s m a n l ı egemenliği altında yaşayan Halep kentinde, ilk kez, 29 Nisan 1875 tarihinde (paskalyanın ertesi g ü n ü ) bu u ğ u r s u z kan alma iftirası sergilendi. Söz konu­ su g ü n ü n gecesi, bu kentteki bir Ermeni g ü r u h u , kırk jandarma ile bir subayın eşliğinde, "çocuğumuzu geri verin, yoksa Tahuiiler'in sonu çok kötü olacak'." diye bağırarak b ü y ü k haham i n evi-



1



1. El National, sayı 318. t 2. A.g.e., s. 322. 3. "La Esperanza", İzmir'de çıkan Musevi gazetesi.



84



ni bastılar. Jandarmalar ve Ermeniler evin t ü m odalarına girdi­ ler, dolapları ve sandıkları kırdılar, bodrumdan tavan arasına ka­ dar her yeri alt üst ettiler. Aynı gece, Museviler dindaşlarından birinin, Avusturya ve Almanya'nın Halep Konsolosu Picciotto'nun, evinde toplandı­ lar. Valiye verilmek üzere bir dilekçe hazırladılar. Bu dilekçede, Damas olayı vesilesiyle çıkarılmış olan 1840 fermanı hatırlatılı­ yor ve bu durumda kendisine düşen görevin ne olması gerektiği belirtiliyordu. Rastlantı sonucu olarak, kayıp çocuk, Halep'e on g ü n l ü k mesafedeki Kalez kasabasında sağlıklı olarak bulundu. Yahudiler'in s u ç s u z l u ğ u n u n ortaya çıkması üzerine, birçok Ermeni hapse atıldı, ve suçlulardan üçü Konstantinopol mahke­ melerinde yargılanarak ağır hapis cezalarına çarptırıldılar. 1



SONUÇ



' :



Sultan Aziz'in h ü k ü m d a r l ı ğ ı d ö n e m i n d e Yahudiler'e karşı yöneltilmiş olan suçlamaların öyküsü burada sona eriyor. Onaltı kez iftiraya maruz kalan, onaltı kez adalet tarafından aklanan Yahudiler bu k ö t ü günlerde ispanya'daki engizisyonu hiç de aratmayacak t ü r d e n işkencelere maruz kaldılar. İmpara­ torluk hükümeti-onları k o r u m a m ı ş olsaydı, dindaşlarımızın baş­ larına neler gelirdi? Tek bir Yahudi canlı kalır mıydı? Bundan kuşku duyulabilir. Ve buna rağmen, D o ğ u Hıristiyanlan Musevilerin kanı asla kullanmadıklarına, hele de azyme ekmeklerinin yapımında insan kanını hiç m i hiç kullanmadıklanna hâlâ daha hiç inanmamakta­ dırlar. Bu önyargı D o ğ u Hıristiyanlannda, ya da daha açıkçası Or­ todoks kilisesinin Hıristiyanlannda, varlığını hâlâ sürdürmektedir. Ç E Ş İ T L İ AFETLER-KOLERA S A L G I N L A R I - Y A N G I N I A R „•



•i-:.- ,:0.•>> :•«...



85



1865 senesinde baş gösterdi. Her zamanki gibi, salgını getiren­ ler Mekke'den d ö n e n M ü s l ü m a n hacılar oldular. Kolera hemencecik t ü m Osmanlı İ m p a r a t o r l u ğ u ' n a yayıldı: Konstantinopol'da Edirne'de, Filibe'de, T u n a ' n ı n iki kanadın­ da t ü m Balkan bölgelerinde, Anadolu'da ve Kuşadası'nda, İz­ mir'de, Beyrut'ta, Yafa'da, Halep'te, Girit'te, Rodos'ta, Diyar­ bakır'da, vd. kolera salgını çıktı. Her yerde, t ü m kentlerde Ya­ hudi toplulukları bu salgından çok zarar gördüler. Bu felâket­ ten yalnızca Selanik kurtuldu. Konstantinopol'da kolera salgını iki ay sürdü (15 Tem­ muz'dan Eylül'ün ortasına dek). Bu acımasız felâket istinasız t ü m Yahudi semtlerini (Hasköy, Balat, Cibali, Aksaray, Kuzguncuk, Ortaköy, Galata, vd.) silip s ü p ü r d ü , istanbul'un başlıca pazarları h ü k ü m e t i n emriyle kapa­ tılmışa; zira gelip geçenler hastalığın etkisiyle sık sık aniden ye­ re düşüyorlar ve sokaklar cesetlerle doluyordu. En çok afete uğrayan ve dolayısıyla, yüreklerin en çok yandı­ ğı yer başkentteki Musevilerin üçte ikisinin b u l u n d u ğ u Hasköy oldu. H a h a m l a r ı n emriyle H a s k ö y ' d e sinagoglar sabaha dek açık kaldı ve Tanrının bu afete uğramış olan Musevilere yardım etmesi için yüksek sesle bağırarak dualar (selihoth) o k u n d u . T ü m sinagoglardan kutsal borunun (schoffar) sesi yükselmiyordu; yaşlılar ve genç m ü m i n l e r haftada iki g ü n o r u ç tutuyor­ lardı ve t ü m sıddıklar her t ü r çileye giriyorlardı. Bir çok Yahudi grupları, hahamların ö n d e r l i ğ i n d e , mezarlık­ lara gidiyor ve orada mezarların üzerinde yuvarlanarak Tanrı­ dan merhamet dileniyorlardı. Tanrının himayesini elde etmek için topluluk eski bir âdete bile başvurdu: Bir inek kurban etti ve seremoni bir mezar taşı­ nın ü z e r i n d e cereyan etti. Birkaç g ü n sonra, daha da garip bir sahne cereyan etti. Dindaşlarımızın arasında yaygın olan bir halk inanışına uy­ gun olarak ve Kudüs'teki bir kutsal h a h a m ı n önerisi uyarınca, 1



2



1. Kiliselerde ve camilerde de dualar ediliyordu. 2. Journal Israelite, s. 343, 346 ve 347. Bu ayrıntıların birkaçını gör­ gü tanıklarıyla anlattırdık.



86



şayet mezarlıkta bir evlenme töreni yapılırsa -acayip bir kont­ rast!- afet duraklayacaktı. Dolayısıyla, çok yoksul bir genç kız arandı ve çok g e ç m e d e n de bulundu. Genç kız istesin ya da istemesin bu çılgınca fikrin uygulanmasına alet olmaya razı edildi. Kızın çeyizini hazırlama­ ya yetecek kadar para toplandı. Yeni çift, binlerce kişinin ve bir müzisyen grubunun eşliğinde -acayip bir şamata içinde!-, me­ zarlığa geldi. Ve orada, mezar taşlarının ve yarım yamalak kapa­ tılmış çukurların ortasında d ü ğ ü n merasimi yapıldı. B u seremoniden umulan sonuçların elde edilip edilmediğin­ den kuşku duyulabilir. Yadsınamayacak olan bir şey varsa, o da İmparatorluk H ü k ü ­ metinin felâketle m ü c a d e l e etmek için en sıkı önlemleri almış o l d u ğ u d u r . Özellikle Yahudilerin arasındaki kolera kurbanları­ nın eşyaları H a s k ö y ' ü n tepelerinde, Okmeydam'nda yaktırılarak yok edildi. H ü k ü m e t askerî hastaneleri halkın hizmetine tahsis etti ve bedava doktorlar sağladı. Üstelik, t ü m topluluklara paraca yar­ d ı m d a bulundu. Bir süre önce Konstantinopol'a gelmiş olan Mısır H i d i v i İsmail Paşa, diğer gayrı müslim topluluklarına yap­ tığı gibi, b ü y ü k hahamlığa da 15.000 kuruş para bağışında bu­ lundu. Ancak, bu salgın süresince özellikle belirtilmesi gereken bir şey varsa, o da, binlerce zavallıyı ö l ü m d e n kurtarmış olan, Ya­ hudi yardımseverliğidir. D o ğ u Musevilerinin tarihinde, bu kolera salgını süresince, kardeşleri için maddî ve manevî fedakârlıklarda b u l u n m u ş olan­ ların adlarından söz edilmesi gerekir. Zira, afet halkta öylesine bir panik yaratmıştı k i , ne zaman evlerin birinde bir kolera belirtisi ortaya çıksa insanlar çılgına d ö n m ü ş gibi kentin dışına kaçıyorlardı. Bu kaçan kurtulur man­ tığı zavallı halkta yalnızca büyük bir moral ç ö k ü n t ü s ü n e yol aç­ makla kalmıyor, fakat ç o ğ u n l u ğ u ancak sadakalarla yaşayabilen zavallıları t ü m yaşam kaynaklarından yoksun bırakıyordu. Bere1



1. Bugün hâlâ bu acayip seremoninin bir yığın tanığı vardır. Kaldı ki, söz konusu çift halen Hasköy'de yaşamaktadır.



87



ket versin k i , t ü m tehlikeleri g ö z e alarak, bunlara yalnızca sada­ ka ve ilaç dağıtmakla kalmayıp iyi k ö t ü bakımlannı da yapan ve cenaze taşıyıcılığı, ölü g ö m ü c ü l ü ğ ü işlerini de yerine getiren iyi kalpli insanlar da vardı. Bu muhterem ve sadık insanlar arasında öncelikle Camondo ailesini (Abraham Camondo), Emmanuel P. Veneziani'yi ve ce­ maatin muhterem papazı Rav Yakir Gueron'u saymak gerekir. i z m i r ' d e , zengin Musevi ailelerinin b u l u n d u ğ u Bornova ka­ sabasına çekilmiş olan b ü y ü k haham Abraham Palacci, kolera kurbanı olan ailelere yardım için, yaklaşık bin lira toplamayı ba­ şardı. B u yardımseverlerin arasında en c ö m e r t davranan Takov Ben Gabai adlı Museviydi. Z a m a n ı n belgelerinin, Osmanlı i m p a r a t o r l u ğ u ' n d a k i Musevilerden kolera salgını sırasında ölenlerin sayısına ilişkin olarak hiçbir bilgi içermemesi esef verici bir husustur. 1865 E y l ü l ' ü n ü n sonunda, R. Yakir Gueron çeşidi cemaatle­ r i n , imparatorluk H ü k ü m e t i n i n din ve mezhep ayrımı gözet­ meksizin t ü m topluluklara yapmış o l d u ğ u sayısız yardımlardan dolayı, Sultan Aziz'e minnederini sunmak için bir araya gelmiş olan ö n d e r l e r i n d e n oluşan heyetin içinde yer aldı. Bu aynı sene içinde, kolera salgını sırasında çıkan iki m ü t h i ş yangın sonunda Konstantinopol'daki iki Musevi semti yanıp kül oldu. B u yangınlar b u g ü n bile hâla hatırlanırlar ve Musevilerin yaşamlarında bir d ö n ü m noktası oluşturmuşlardır. Balat (25 Ağustos 1865) ve O r t a k ö y (3 Eylül) yangınların­ dan söz ediyoruz. Balat felâketi, mucize sonucu koleradan k u r t u l m u ş olan 1.500 bahtsızı sokağa d ö k t ü . Ortaköy yangını da aynı şekilde Musevilere b ü y ü k kayıplar verdirdi. Bölge Komitesinin başkanı Kont Abraham de Camondo, bu vesileyle, özellikle Avrupalı iyilikseverlerin katkılarıyla, 29.000 frank topladı ve para bu iki y a n g ı n d a n m a ğ d u r o l m u ş olanların arasında paylaştırıldı. (Journalİsı:, Eylül-Ekim 1865.) 1



1. Kudüs'te, kolera 301 Musevinin ölümüne yol açu (Traites de la Porte, par le baron J. de Testa, III. cilt, s. 638).



88



MM •!',•!•.



.,• •' i, ,



1871



i



: İM'. ' M M '> Ü | ' Hafifti ' M i •



Sultan Aziz'in hükümdarlığı sırasında Konstantinopol'da ikînci kez kolera salgını çıktı (1871). Afet yaklaşık üç ay s ü r d ü ( E k i m , Kasım, Aralık). En çok zarara, bilindiği üzere sakinleri­ nin hemen tamamını Musevilerin o l u ş t u r d u ğ u H a s k ö y ' d e yol a ç a . Bu semtteki evlerin ç o ğ u n a hastalık bulaşmış o l d u ğ u için, h ü k ü m e t tarafından Okmeydanı'nda k u r u l m u ş olan çadırlara nakledildiler. Hasköy semti denizden ve karadan bir askeri kordon içine alın­ dı: H ü k ü m e t salgının yayılmasını önlemek için önlem almışa. Koleranın yıkımlarına bir süre sonra ortaya çıkan sefalet de eklendi. Zira, belirtmiş o l d u ğ u m u z ü z e r e , varoşun kent ile olan bağlanası kesilmişti. Şayet, h ü k ü m e t salgın süresince her g ü n ekmek, pirinç, et, yağ, soğan ve tuz içeren gıda yardımında bulunmasaydı oniki bin felâketzede H a s k ö y ' d e açlıktan ölecekti. (Ekim-Kasım 1871.) D o k t o r l a r ı n çadırlarda tifüs ve başka hastalıkların ortaya çık­ tığını belirlemelerinin üzerine, polis, en a z ı n d a n iki vakanın or­ tayı çıkmış o l d u ğ u aileleri çadırlardan çıkarıp Rami-Çiftlik kış­ lasına nakletti. Kışlanın yöneticisi tarafından Sağlık Komisyonuna g ö n d e r i ­ len raporlarda buraya gönderilmiş olan ailelerin fevkalâde sağ­ lıklı oldukları belirtildi. H ü k ü m e t i n iyi bakımına ilâveten, b ü ­ yük hahamlık da bu dindaşlarımıza • kahve, şeker, t ü t ü n , m u m ve kibrit g ö n d e r e r e k rahat etmelerini sağladı. Dinsel hizmet olarak da, büyük hahamlık, Rami kışlasına sığınmış olanlara İn­ diler, ayin yönetecek bir papaz, sünnetçi, vb., g ö n d e r d i . Başkentteki zengin Museviler, 1865 salgını sırasında o l d u ğ u gibi, bu kez de felâketzede kardeşlerine yardımcı oldular. Nite­ k i m , bunlardan Samuel Molho, bir g ü n , kendi payına, felâket­ zedelere 500 okka ekmek, 200 okka et, 300 okka pirinç ve 3.000 kuruş d a ğ ı t a . Ayrıca, Ekim ayının ilk yarısı içinde, Tehazkel Efendi Gabaî ile haham Chabetay Fresco'nnn başkanlığında bir yardım ko­ misyonu kuruldu. 1



1. Bu kışla Eyüp semtine bakan tepenin üzerindedir. 89



Taşra kentlerinin kolera salgınına yakalanmamış o l d u ğ u d ü ­ şünülebilir; en azından, Journal Israélite'At bu konuda herhan­ gi bir haber yoktur.. 1872



:



i-sii--



..



" i







Kaymakam Moşe Halevy'nin atanmasından iki ay sonra, 7 Ağustos 1872'de, çıkan m ü t h i ş bir yangın Kuzguncuk semtini yakıp yıktı. Bir kuzey rüzgarının güçlendirdiği yangın yedi saat sürdü ve Rum ve Ermenilere ait olan binaları ve Musevilerin o t u r d u ğ u (145'i de Musevilere ait olan) 196 binayı yakıp küle çevirdi. B u binaların 56'sı mağaza, ikisi sinagog ve ikisi de okuldu. Yaklaşık olarak 1.740 kişilik bir nüfus oluşturan 435 aile bir g ü n içinde kendilerini küllerin ortasında buldu. Kurtarabildikle­ ri çok az eşya, yangından sıçrayarak her taraftan yağan yanar parçaların, kıvılcımların etkisiyle yanarak duman yığını haline geldi. Uğranılan felâket y e t m i y o r m u ş gibi, y a n g ı n d a n birkaç g ü n sonra, Konstantinopol'u y a ğ m u r seli bastı. B u 1.740 kişi­ nin içinde b u l u n m u ş oldukları hazin tabloyu tamamlamak için, kadınların ç o ğ u n u n sokaklarda yattıklarını, birçok hastanın üze­ rinde ö r t ü bile bulunmadığını ve nihayet bu felaketzedelerin aç­ lıktan ölme sınırına gelmiş olduklarını belirtmemiz yeterli ola­ caktır. Bunların yardımına ilk gelen İmparatorluk H ü k ü m e t i oldu: Büyük Vezir Mehmet Paşa zavallılara çadırlar g ö n d e r d i ve gün­ lük ekmek istihkakı çıkardı. Bir süre sonra, başkentin ö n d e gelen Yahudileri, Samuel Molho, Auguste de Castro ve Baruh Kohen'Aen o l u ş a n , bir Yar­ dım Komitesi kurdular. Bölgesel Musevi Yardımlaşma Komitesi'nin üyeleri, toplana­ cak paraları beklerken, kendi aralarında para topladılar ve yan­ gın felâketzedelerinin ilk gereksinimlerini karşıladılar. Yardım Komitesi, 1872 E y l ü T ü n ü n sonunda, 750 lira (yak­ laşık 17.000 frank) toplamayı başardı, ii , t



90



OSMANLI İMPARATORLUĞU DAHİLİNDE FAALİYET G Ö S T E R M İ Ş O L A N M U S E V İ GAZETELERİNİN KRONOLOJİSİ



l



1846 - Chaaré Mizmh o Puerto- del Oriente, "Doğu'nun Kapısı", i z m i r . Redaktör: R. Pincherle. Haham yazı­ sıyla çıkan, ispanyol Yahudileri'ne ait, gazete. 1853 - Or Israël ë la Luz de Israël, "israil'in N u r u " . Konstantinopol. Redaktör: Léon Haym de Castro, ispan­ yol Yahudisi gazetesi. 1860 - Journal Israélite. Konstantinopol. Yayın M ü d ü r ü : YéhazkeJ Gabaï. Önceleri haftada bir kez, sonraları haftada üç kez çıkan ispanyol Yahudisi gazetesi. 1864 - Ha Lébanon, " L ü b n a n " . K u d ü s . Yayın M ü d ü r l ü ğ ü : Anonim, ibrani gazetesi. 1865 - El-Lunar. "Ay Işığı". Selanik. Y. M ü d . : Juda Nehanıa. İspanyol Yahudisi gazetesi. 1867 - Sefath Emet o El Lusero, "Hakiki Söz ya da N u r " . Konstantinopol. Y. M . : M o i z Elie. ispanyol Yahudisi gazetesi. 1867 - Charkie, "Şark". Konstantinopol. Y. M . : A n o n i m . Türk dilinde, fakat ibrani karakterleriyle çıkan gazete. 1869 - Selanik . Y . M . : Anonim. İspanyol Yahudicesi, T ü r k ç e , Rumca ve Bulgarca olarak, d ö r t dilde çıkan gazete. 1871 - El Nacional. Konstantinopol. Sahibi: Marco Mayorkas. Y. M . : Sırasıyla, M o i z Dal Medico, David Fresco, vd. 1871 - El Tempio, "Zaman". Konstantinopol. Sahibi: Izak H . Carmona. Y. M . : Sırasıyla, Mercardo Fresco, Sami Alkabez ve David Fresco. Isp. Yahudisi gazetesi. 2



1 Osmanlılar'da yayınlanan ilk Fransız gazetesi Le Courrier d'Orient (Şark Kuryesi) İzmir'de çıktı. Kurucusu Blacque adlı bir Fransız'dır. 2 Doğu'da çıkan tüm Musevi gazeteleri haham karakterleriyle basıl­ mıştır. Yalnızca İbrani gazeteleri kare (dört köşeli) karakterle basıl­ mıştır.



91



1871 - El Progrcsso, "İlerleme". Konstantinopol. Y. M . : Behar M . M o l h o . Isp. Yahudisi gazetesi. 1871 - Habatzeletb, " G ü l " . Kudüs. Y. M . : Israel D o l Framken. Bir Aşkenazi tarafından yönetilen lbranice gazete. 1872 - El Telegraphe, daha sonra El Telégrafo oldu. Kons­ tantinopol. Sahibi Marco Mayorkas. Y. M ü d . : David Freisco, daha sonraları, M o i z Dalmedico ve Izak Gabai. le National'm yerini alan Isp.Yahudisi gazetesi. 1872 , Zeman, "Zaman". Konstantinopol. Y . M . : A n o n i m . T ü r k dilinde ve ibrani karakterleriyle çıkan bir gazete. 1874 - Le Esperanza, daha sonra, La Buena Esperanza, iz­ mir. Y . M . : Aaron de Joseph Hazan. Isp. Yahudisi ga­ zetesi. 1875 - La Epoca, "Devir". Selanik. Y. M . : Saadi ha-Levy. Isp. Yahudisi gazetesi. 1876 - Djeridie-Terdjoume, " T e r c ü m e Gazetesi". Konstan­ tinopol. Y. M . : Nissim Niego. T ü r k ç e olarak ve ha­ ham karakterleriyle çıkan Musevi gazetesi. 1882 - Carmi, Edirne. Y. M . : Baruch Mizrahi. Isp. Yahudicesi tercümesiyle ibrani gazetesi. 1884-La Verdad, "Hakikat". İzmir. Y. M . : Behor Ben Guiat, Da Ben Ezra ve Raphael Cori. Kare ( d ö r t köşeli) karakterli Isp. Yahudisi gazetesi. 1885 - El Radio de Lux., "Işın". Konstantinopol.Y.M.:Vic Levy. Haftalık bilimsel ve edebî dergi. 1886 - El Amigo de la Familia, "Ailenin D o s t u " . Konstanti­ nopol. Y. M . : David Fresco ve M o i z Dal Medico. Haftalık tarihsel, coğrafi ve edebî dergi. 1888 - El Instructor. Y. M . : David Fresco. Haftalık tarihsel, coğrafî, bilimsel ve edebî dergi. 1888 - TossefDaath o el Frogresso, "ilerleme". Edirne. Y. M . : A . Danon. D o ğ u Musevilerinin tarihiyle ilişkili yazıların yayınlandığı ibrani ve Isp. Yahudisi dergisi. 1889 - Oustad. izmir. Y. M . : M o i z Fresco, haham karakterle­ riyle Türkçe olarak çıkan gazete. 1891'de yayını durdu. 1890 - Le Nouvelliste. izmir. Y. M . : Leon Tedeslıi. Fransızca olarak çıkan Musevi gazetesi. Sonraları Isp. Yahudicesiyle çıkmıştır.



92



Bu saymış o l d u ğ u m u z gazetelerden başka, Viyana'daki İs­ panyol Yahudisi kolonisi de, 1864 senesinden itibaren, okuyu­ cularını Balkan yarımadası halklarının, özellikle de Bulgarlarin o l u ş t u r d u ğ u , çeşitli gazeteler çıkarmıştır. Bu gazeteler de is­ panyol Yahudice'siyle yazılmış ve haham karakterleriyle basıl­ mışlardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1856 - El Dragoman. Viyana, Y . M . : Joseph Calvo. ibrani karakterleriyle çıkan Isp. Yahudisi gazetesi. 1866 - El Nacional .Viyana. Y. M . J o s e f Kahvo. Isp. Yahu­ disi gazetesi. 1867 - Risi Bisi. Viyana. Y. M . : Joseph Calvo. Mızahlı Isp. Yahudisi gazetesi. 1870 - El Correo de Viena. "Viyana Kuryesi". Viyana. Y. M . : Adolfo Zemlinski. Isp. Yahudisi gazetesi. 1877 (?) - Illustra Guerta de Hestoria, "Tarihin Bahçesi". Viyana. Y. M . : A . Semo. Tarihsel ve edebî Isp. Yahu­ disi gazetesi La Politica. Viyana. Y. M . : Adolfo de Zemlinsky. Ya­ hudi gazetesi. Romanya'daki ispanyol Yahudileri de bir gazete çıkarıyorlar­ dı. Bu gazete, iki sene süren yayın yaşamı boyunca, 1878 T ü r k Rus savaşından sonra Romanya'ya sığınmış olan Eski Z a ğ r a ' h bir İspanyol hahamı tarafından yönetildi. O zaman dek, latin harfleriyle basılan ilk ispanyol Yahudisi gazetesiydi. Gazetenin yeterince muğlak olan ismi şöyleydi: El Lusero de la Paciencia, "Sabırın Işığı". Turnu-Severin (Romanya). Redaktör: Elia M . Crespin. 1886'da yayın yaşamına başlamış olan ispanyol Yahu­ disi gazetesi.



93



E K I I I



Türkiye'de Antisemitizm Neşe



Ozan*



Kamuoyunda yaygın olan görüşe göre ırkçılık gibi, onun bir tezahürü olan antisemitizm de Türkiye'de yoktur; hiç olmamıştır. Bunu söylerken ölçü eğer Yahudileri gaz odalarına göndermemek, sabun yapmaya kalkışmamak ise, doğrudur; Türkiye Yahudileri bü­ tün bunları yaşamadı. Buna hep birlikte sevinelim. Ancak "gaz oda­ larına gönderilmeyenler" bu ülkede sanıldığı gibi pek de toz pembe günler yaşamadı. 1920'lerde nüfusu 200 bin olan bir cemaatten, bu­ gün geriye 25 bin kişi kadar kaldıysa, bunun nedenlerini irdelemek zorundayız. Stella Ovadia'nın sözleriyle "Resmi tarihle yetinmek, arkasını araştırmamak egemen olanlarla hayırlı olmayan bir iş için işbirliği etmektir. Türkiye'nin %99'u Müslüman diye söze başlayan­ lar bu duruma zaman içinde nasıl ulaşıl, lığım bilmek ya da öğren­ mek, araştırmak ve duyurmakla yükümlüdürler." Yahudiler Cumhuriyetle birlikte başlayan ulus-devlet kurma sürecinde izlenen Türkleştirme politikasının doğrudan hedeflerin­ den biri oldular. Bu politikanın benimsettirilmesi ise, hükümetlerin tezgahlanmasına şu veya bu ölçüde bulaştığı antisemit kampanyalar atmosferinde ve fiili saldırılara varan girişimlerle gerçekleşti. Ulusdevlet kurma sürecinde Türk milliyetçiliği, genel olarak Müslüman olmayan azınlıkları, bir imparatorluğun yıkılmasının baş müsebbipw



İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon üyesi. Bu metin 26 Aralık 1998 tarihinde İnsan Hakları Derneği Gene! Merke­ zi'nde düzenlenen azınlık hakla. ına ilişkin toplantıya sunulmuştur.



95



•vv./



::



;



:



;ji:;! i|!;!:: ': IMV;



leri olarak hedef aldı ve ulus-devlete karşı komplo niyetleri besle­ yen düşmanlar olarak sundu. 1940'lardan günümüze dek antisemitizm milliyetçi-islamcı yazında ve siyasal hareketlerde geniş bir yer kapladı. İlginç olan, günümüzde oy potansiyelini neredeyse tek başına iktidara gelecek kadar artırmış olan islamcı hareketin antisemit yön­ lerinin, kamuoyunda neredeyse sessizlikle karşılanıyor olmasıdır. Hareketin demokrasi, hukuk, kadın hakları konusundaki görüşleri ve "varsayılan" emelleri üzerine laik ve sol kesimlerde bin bir tar­ tışma yürütülürken, ırkçı, özel olarak da antisemit anlayışına karşı tepkilere pek az rastlanmaktadır. Bu durumun, demokrat ve sol diye nitelenen kamuoyunun res­ mi tarihle, sonuçlarını gündelik politikaya taşıyacak bir hesaplaşma içine girmemiş oluşuna, ırkçılığı bir problem olarak algılamayışına bağlamak gerektiğini düşünüyorum. Sol yazında ve kamuoyunda Müslüman olmayan azınlıklar, özel olarak da Yahudiler "kapitalistkomprador", " A B D işbirlikçisi", "tefeci-bezirgan" gibi ırkçı klişe­ lerle anılabilmekte, üç ayrı kavram olan Yahudi, İsrail Devleti ve Si­ yonizm birbiri yerine kullanılabilmektedir/ 90'lı yıllardan bu yana resmi tarihi sorgulayan, ırkçı uygula­ malarını ortaya koyan, özel olarak da azınlık grupların gayri resmi tarihini irdeleyen önemli incelemeler yayınlanmaya başladı. Biz "resmi tarihin öğrencisi" kuşaklar için bu çok sevindirici. Dinledi­ ğiniz sunuş, bu anlamda özgün bir inceleme olmayıp, ilgili kaynak­ ların derlenmesi sonucunda hazırlanmıştır. Her birine teşekkür borçlu olduğumuz araştırmacı-yazarlann yararlandığım çalışmala­ rının listesi ilgilenenler için sona eklenmiştir. 21



Yahudi Cemaati Hakkında Kısa Bilgi



,



.



Yahudilerin Anadolu topraklarında bilinen yerleşimi M.Ö. 4. yüzyıla dek uzanır. 1492'de İspanya'dan kovulan Yahudi toplumu­ nun da (Sefaradlar) Osmanlı topraklarına göç etmesiyle, yerleşikler ve göçmenler kaynaşarak bugünkü Yahudi cemaatini oluşturmuştur.



96



Türkiye Yahudi cemaatinin büyük çoğunluğu Sefarad, küçük bir b ö ­ lümü ise Aşkenazdır. Ayrıca Karay olarak isimlendirilen küçük bir cemaat de mevcuttur. Cumhuriyetin kuruluş döneminde 150 ila 200 bin olarak tahmin edilen cemaat nüfusu, günümüzde en az 22 bini İstanbul'da olmak üzere 25 bin kadardır. Lozan Antlaşması ile azınlık hakları tanınan cemaatlerden b i ­ ri de Yahudilerdir. İstanbul'da halen 25 adet sinagog hizmettedir. Cemaatin İstanbul'da anaokul, ilk, orta ve liseyi kapsayan bir okul kompleksi mevcuttur. Cemaatin büyük bir bölümü tarafından bir zamanlar anadil olarak konuşulan Judeo-Espanyol, Yahudi İspanyolcası ya da halk arasındaki söylenişiyle Yahudice, artık hemen he­ men yalnızca orta yaşın üzerindeki kuşak tarafından bilinmektedir. Genç kuşak neredeyse tamamen Türkçe konuşmaktadır. Yahudi ce­ maati mensupları, haftalık Şalom, aylık Tiıyaki ve 2-3 ayda bir ya­ yımlanan Göztepe Kültür Derneği Dergisi olmak üzere üç ayrı ya­ yın organı çıkarmaktadır. Bu yayın organlarında ağırlıklı olarak Türkçe kullanılmakta, ayrıca Latin harfleriyle Judeo-Espanyol d i ­ linde hazırlanan sayfalar bulunmaktadır.' ' 3



Cumhuriyetin İlk On Yılında Türkleştirme Politikaları ve Yahudiler



ı



Nüfusu 200 bin civarında olan Yahudi cemaati en yoğun ola­ rak Trakya ve Batı Anadolu bölgelerinde yaşardı. İstanbul, İzmir, Edirne, Çanakkale, Aydın ve Bursa Yahudilerin en yoğun olduğu kentlerdi; 1922 yılında Anadolu topraklarında savaş sona erdiğinde, Ya­ hudi cemaati ileri gelenleri, yeni dönemi selamlar, Yahudi toplumu­ nun Türk devletine bağlılığını ilan eder. Bu bağlılık o denli ileridir k i , Lozan'da sürdürülen görüşmelerde Türk heyetinin danışmanı, eski Hahambaşı Haim Nahum'dur. Dönemin Vakit, ikdam gibi ga­ zeteleri de Yahudilerin sadakatini över, hatta İkdam gazetesi "Vata­ nın gözünde Ahmet, Mehmet' le Haim Nahum arasında hiç fark yok­ tur" diye yazar/ 41



97



Oysa Ahmet, Mehmet'le Haim Nahum arasında çok fark ola­ cağı kısa süre içinde anlaşılacaktır. Dönemin Türkleştirme politika­ ları her alanda, eğitimden sokakta konuşulan dile, ticaretten devlet personel rejimine, özel hukuktan vatandaşların belli yörelerde iskan edilmelerine kadar toplumsal hayatın her alanında Türk etnik kim­ liğinin her düzeyde ve tavizsiz ağırlığını koymasını sağlamaya yö­ neliktir. Yabancı şirketlerde çalışan yabancı uyruklu ve Müslüman olmayan personel işten çıkarılır. Müslüman olmayanlar devlet me­ muriyetinden ve İktisadi Devlet Teşekküllerinden atılır. Bir yasay­ la, berberlikten apartman bekçiliğine dek bir dizi mesleğin yalnızca Türk uyruklular tarafından icra edilebileceği hükme bağlanır/ ' 5



Haim Nahum'un Lozan'da Türk heyetine danışmanlık yaptığı tarihlerde, basında Yahudi düşmanı bir kampanya da boy gösterme­ ye başlar. 1922 Aralık ayında "Kanımızı Emenler" başlığıyla ileri gazetesi ilk adımı atar. Onu mizah dergisi Karagöz, Tasvir-i Efkar, Edine'de çıkan Paşaeli, İzmir'de Türk Sesi, Bursa'da Arkadaş, Samsun'da Piyasa izler. Yahudiler bu yayınlarda işgal esnasında düşmanla işbirliği yapmakla, haksız servet edinmekle, ülkenin eko­ nomisini elde tutmakla, Türk halkını ve Müslüman tüccarları sö­ mürmekle suçlanırlar.' 41



Kampanya etkisini göstermekte gecikmez. 1923 sonbaharında Tekirdağ ve Edirne'de Yahudi tüccarları kentten kovma girişimleri görülür. Uzunköprü' de Yahudilere ticari boykot uygulamaları olur. Yahudilerin kentten kovulmaları için gösteriler yapılır. Son anda kaymakam olaylara müdahale eder. Babaeski'de Yahudiler kenti terkedip İstanbul'a yerleşme kararı alırlar. 1923 Aralık ayında polis, İstanbul Çatalca'daki bütün Yahudi evlerine, Balkanlar'dan gelen Müslüman göçmenleri yerleştirmek üzere el koyar. Avner Levi o günlerde Çatalca'dan çıkarılan Yahudilerin Yafa'ya yerleştiklerini saptadığını belirtmektedir/ 41



Baskı en çok okullar sorununda hissediliri924'te Yahudi okullarında İstanbul'da 7 bin, İzmir'de 2 bin olmak üzere toplam 9 bin öğrenci öğrenim görmektedir. Fransızca eğitim yapan Yahudi okulları, Fransız uyruklu öğretmenlerin işine son verilmesiyle öğ­ retmensiz kalır. Maarif Vekaleti her azınlık okulunda haftada en az



98



5 saat Türkçe okutulmasını, ayrıca tarih, coğrafya ve yurt bilgisi derslerinin Türk öğretmenler tarafından verilmesini şart koşar; böy­ lece Yahudi öğretmenler işlerinden atılır. Öğretmenleri Maarif Ve­ kaleti kendisi atayacak, ancak ücretlerini cemaat ödeyecektir. Ata­ nan öğretmenler için normal ücretin üç katı miktarlar saptanır. Bü­ tün Yahudi okulların müdürleri Türk dili ve edebiyatından sınava girmeye mecbur edilir. Göreve devam için sınavda başarı şarttır. Hepsi başarısız olur ve görevden alınırlar. Maarif Vekaleti Yahudi okullarına bir genelge göndererek eğitim dilinin ya Türkçe, ya da İbranice olmasını ister. Oysa İbranice Türkiye Yahudilerinin anadi­ li değil, yalnızca din ve ibadet dilidir. Maarif de bu durumu pekala bilmektedir. Amaç Yahudileri Türkçe öğrenime zorlamaktı. Nite­ kim Yahudi okulları Türkçe öğrenime geçmeye mecbur oldular. Bir süre sonra okulların Yahudiliği, öğrencilerin Yahudi olmasından ve giderlerin Yahudi cemaatince karşılanmasından ibaret kaldı. Bütün bu süreç basının ırkçı kampanyası eşliğinde yürütüldü. Örneğin Va­ kit gazetesinden Yahya Halit, "Yahudiler bozuk bir lehçe veya tuhaf bir Fransızca konuşmayı devlet dilinde konuşmaya tercih ediyor­ lar" ' diye yazarak, Yahudilerin okullarını koruma girişimlerini kı­ nıyordu.. 1925 yılında da aynı atmosfer devam etti. Yahudiler başlıca Türkiye iktisadına hakim olmak ve Türkçe konuşmamak gibi gerek­ çelerle suçlanıyorlardı. Aynı yıl Medeni Kanun hazırlıkları başladı. Lozan Antlaşmasının 42.maddesi azınlıklara aile hukuku alanında serbestlik tanıyordu. Basında "azınlıklar kendi istekleriyle Lozan ayrıcalıklarından feragat etsin" yolunda propaganda başladı ve Ya­ hudi toplumu da sonunda ikdam'Aa. Ahmet Cevdet'in "Yahudiler en sonunda gerçek Türk oluyorlar" başlığıyla müjdelediği gibi, bunu yerine getirdi. Bu kampanya 1926'da Cumhuriyet'te Türkiye'den 300 Yahu­ di'nin İspanya'ya bağlılık telgrafı çektiği yolundaki bir yalan haber­ le başladı. "Nankör bezirganlar'in "hemen İspanya'ya def olmala­ rı" istendi. Vakit "Türkiye'de bu i k i yüzlülere yer yoktur" diye yaz­ dı. Milliyet'in başlığı "Nankörler" oldu. Yahudiler yetkilileri ziyaret ederek haberi yalanladılar. İsmet İnönü Yahudilerin sadakatinden



99



duyduğu memnuniyeti açıkladı, ikdam gazetesi Yahudilere "Hava Kuvvetleri için üç uçak alıp sadakatlerini kanıtlamalarını" tavsiye etti. Bu tamamen basın tarafından yürütülen bir kampanya i d i . A n ­ cak farklı yayın organlarında aynı anda başlaması, bir merkezden yönetildiği izlenimini veriyordu. Hükümetle görüşen Yahudi toplu­ mu heyeti Lozan haklarından kesinlikle ve resmen feragat etti. Hahambaşılığın Yahudi kurumları üzerindeki yetkilerinin iptalini ka­ bul etti. Her okul, yetimhane, hastahane hatta sinagog tamamen ba­ ğımsız hale geldi. Kurumlar arasında işbirliği, uyum ve eşgüdümü sağlayacak bir mekanizma kalmadı. Hahambaşılığa ve topluma ye­ ni ve modern bir cumhuriyete uygun bir nizamname hazırlanmadı. Yahudi toplumu parçalanmış, bölünmüş ve yöneticisiz bırakıldı. Lozan haklarından feragatten sonra, basındaki Yahudi karşıtı kam­ panya yavaş yavaş söndü/ ' 4



Avner Levi'ye göre Yahudi düşmanı kampanyanın doruk nok­ tası Elza Niyego olayıdır. Elsa Niyego 17 Ağustos 1927'de İstan­ bul'da Osman Ragıp adlı 45 yaşında bir Türk tarafından bıçaklana­ rak öldürüldü. Osman Ragıp uzun bir süredir, aşık olduğunu söyle­ diği Elza'nın peşindeydi. Katil derhal tutuklandı. Ertesi gün El­ za' nın cenazesi kaldırıldı. Gerek Türk, gerekse de Yahudi gazetele­ r i olayı ayrıntılarıyla verdi. Herkes pek üzgündü. Bir gün sonraki Türk gazetelerinde ise hava birdenbire değişti. Cumhuriyet, Son Sa­ at, Vakit ve diğer gazeteler cenazenin Türklüğe karşı bir gösteriye dönüştüğünü, Yahudilerin Türklüğe hakaret ettiklerini, polise karşı geldiklerini, trafiği durdurarak aşayişi ihlal ettiklerini yazdılar. Bu yayınların ardından Emniyet ve Adliye de harekete geçti ve birçok Yahudi tutuklandı. Bu ilk kez oluyordu. Dokuz kişi yargıç önüne çı­ karıldı. Dava sürerken Yahudi kurumlarına ve kişilere f i i l i saldırılar oldu. Türk Ocağı bir bildiri yayınlayarak Yahudi okullarının kapa­ tılmasını, Türkçeden başka dilde konuşmanın Türklüğe hakaret an­ lamına geldiğini, bu ülkede kendini Türk gibi hissetmeyen ve dav­ ranmayana yer olmadığını ilan etti. Dava süresince Yahudilerin se­ yahat özgürlüğü ellerinden alındı. 33 gün süren dava sonunda tutuk­ lananlar serbest bırakıldı. Olayın cenaze kalabalığını yarmaya çalı­ şan bir kamyon nedeniyle ortaya çıkan bir tartışmadan ibaret oldu­ 4



ğu anlaşıldı/ '



•:!'.!'M lıi,,,. i: ; t-.rı



100



Cumhuriyet'in ilk on yılı ülkeden yoğun bir Yahudi göçünün yaşandığı yıllardır. 1927 nüfus sayımında ülkede 80.000 kadar Ya­ hudi yaşadığı saptanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşunda 200.000 ola­ rak tahmin edilen Yahudi nüfusun yarısından fazlası demek k i bu dönemde göç etmiştir. Ha Menora adlı dergide 1926'da Y. Niego imzasıyla çıkan şu yazı Yahudi cemaatinin nasıl bir azınlık psikolo­ jisine sürüklendiğini çok i y i göstermektedir: "Büyük gösterilerle sı­ nırlarımızı aşar, imkanlarımızın fevkinde görkemli yaşam yüzünden etrafımızda yaşayan milletlerin kıskançlıklarını celbedersek, işte o zaman felaketler gelebilir başımıza. Atalarımız gibi davranalım, aşırı lüksten, yuvamızın dışında eğlenceden, dış dünya içinde gös­ terişten kaçınalım. Sevincimizi ve bayramlarımızı iç dünyamızda, aile ve tapınaklarımızda kutladığımız eski örf ve adetlerimize döne­ lim."' 61



Nazizm Yükselirken Nazilerin iktidara yürümesi ile birlikte, Türkiye'de de Nazi yanlısı kişi ve gruplar ortaya çıkmaya başlar. Bu eğilimin önde ge­ len kişisi Cevat Rıfat Atilhandı. Atilhan İstanbul doğumlu olup, B i ­ rinci Dünya Savaşı sırasında Sina cephesinde Teşkilat-ı Mahsusa'da yüzbaşı olarak görev yapmıştı.Önceleri İzmir'de çıkardığı Anadolu adlı gazete ile antisemitizmi yaymaya çalıştı. Nazilerle doğrudan ilişki kurdu. İstanbul'da antisemit Milli İnkilap dergisini çıkarmaya başladı. Derginin adının hemen altında "taşkın milliyetçi, siyasi mecmua" ibaresi bulunuyor, Yahudilerden ve Yahudi kurumların­ dan reklam kabul edilmeyeceği ilan ediliyordu. Hüseyin Nihal A t ­ sız gibi tanınmış ırkçılar da bu dergide yazı yazıyordu. "Siyon Ön­ derlerinin Protokolleri" adlı düzmece kitap ve Henry Ford'un "Bey­ nelmilel Yahudi"si dergide tefrika edildi. Antisemit deyim ve slo­ ganlar, fotoğraflar ve özellikle karikatürlerin hepsi, Alman Nazile­ rinin dergisi Der S tür mer'in özgün klişeleri kullanılarak basılmıştı. Atilhan Yahudilerden "bir hastalık, sosyal yapımıza ve dünyanın sosyal yapısına musallat olmuş bir mikrop" diye sözediyor-



101



du.l934'te Orhun dergisinde Hüseyin Nihal Atsız Yahudilere bir ih­ tar yayınladı: "Musa'nın Necip (!) Evlatları Bilsinler ki... Yahudi denen mahluku dünyada Yahudi'den ve sütü bozuklar­ dan başka kimse sevmez. Çünkü insanlık daima kuvvete, kahraman­ lığa ve iyiliğe tapındığı halde, Yahudi zilletin, korkaklığın,kötülü­ ğün ve seciyesizliğin örneği olmuştur. Dilimizdeki 'Yahudi gibi', 'çıfıtlık etme', 'çıfıt çarşısı', 'havra­ ya benzetmek', 'Yahudi'den yumurta alan içinde sarısını bulamaz gibi sözler bu alçak millete ırkımızın verdiği değeri gösterir...''diye başlayan yazı, Yahudilerin asla Türk olamayacağını, Türklüğün Ya­ hudi türü kullara nasip olmayacak bir imtiyaz olduğunu belirterek bitiyordu. Bu antisemit çevrelerin tahrikleriyle, yoğun bir Yahudi nüfu­ sun yaşadığı Trakya'da kaynaşma başladı. Aynı günlerde Meclis'te Mecburi İskan Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla Türkiye üç bölgeye ayrılıyordu: 1) Türklük bilincine sahip vatandaşların sayısının artı­ rılması gereken bölge 2) Yoğunlukla Türklerin oturduğu bölge; Türk olmayan azınlıklar bu bölgelere yerleştirilebilecekti. 3) Hükü­ metin boşaltabileceği bölgeler. Boşaltma nedeni güvenlik, iktisadi veya kültürel olabilecekti. Bu yasayla 1934 Haziranındaki antisemit kampanya çakışınca, Trakya'da "hükümet bütün Yahudilerin bölge­ den sürülmelerini istiyor" söylentileri yayılmaya başladı. Olaylar başlamadan önce Kırklareli, Edirne, Lüleburgaz'da Yahudi aleyhta­ rı bildiriler dağıtıldı. Yahudi mağazalarına boykot uygulandı. Trak­ ya'nın birçok kentinde hemen hemen aynı günde Yahudilerin evle­ rine, işyerlerine ve ibadethanelerine saldırılar başladı. Evler yağma­ landı, tahrip edildi, insanlar dövüldü, kadınlara tecavüz edildi. Olaylar sonucunda çok sayıda Yahudi her şeyini terk ederek İstan­ bul'a kaçmak zorunda kaldı. Böylece Trakya gibi sınıra yakın ve as­ keri sayılabilecek bir bölgede, antisemitlerin tahrikiyle iskan kanu­ nunun gerekleri Yahudilere uygulanmış oldu. İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki, Müslüman olmayan azınlık­ lara karşı ırkçı ve ayrımcı uygulamaların doruk noktası ise 1942'deki Varlık Vergisi'dir. Bu vergiyle Yahudiler kadar, diğer Müslüman (7)



102



olmayan azınlıkları da piyasadan silmek, kendilerine bu ülkede bir gelecek görmelerini önlemek istendi. 1944 yılında Cumhuriyet Halk Partisi 9. Bürosu tarafından hazırlandığı tahmin edilen Milli­ yetler Raporu'nda Yahudiler üzerine yazılanlar, niyetleri de açığa vuruyor: "İki bin yıldan beri vatan ve toprak bağlılığı gibi bir mil­ lete yüksek gurur ve şeref veren hislerden mahrum yaşayan Yahudi, dünyada para kuvvetini kendisine tek hedef bilmiştir." Peki Yahudi­ lere ne yapmalı? Rapor şöyle devam ediyor: "Evvela bunların dışa­ rıdan gelme suretiyle memlekette çoğalmalarına müsaade etmemek, imkan buldukça memleketten çıkmalarında her türlü kolaylığı gös­ termek suretiyle mevcutlarını azaltmak ve iktisadi menfaat kaynak­ larından bunları uzaklaştırmak için devlet teşebbüslerinde ve taah­ hütlerde yer vermemek." (8)



Nitekim 1948'de İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte Türki­ ye Yahudilerinin ikinci büyük göçü başladı. Dört yıl içinde büyük çoğunluk bu toprakları terk etti. Günümüzde resmi çevrelerden medyaya dek uzanan geniş bir yelpazede kendini gösteren, ama özellikle milliyetçi ve İslamcı si­ yasal akımlarda ve bunların yayın organlarında, antisiyonizm kılıfı altında yürütülen ırkçı kampanyalar, Yahudilere ve kurumlarına kar­ şı bazen eyleme dönüşen saldırı ve tehditler, ya da alışveriş boykot­ larında somutlaşan antisemitizm, geride kalanlar için de bu toprak­ ları bir yaşam alanı olmaktan giderek çıkarmaktadır. Antisemitizmin temel klasiği olan Siyon Önderlerinin Proto­ kolleri'nin bu ülkedeki yayın serüvenine bir göz atmak bile bu ko­ nuda fikir vermeye yeter. Yahudilerin cihan hakimiyeti taktiklerini içerdiği iddia edilen düzmece kitap Siyon Önderlerinin Protokolle­ ri ilk kez 1934'te Cevat Rıfat Atilhan tarafından yayınlandı. 1943'te baskı tekrarlandı. 1948-1960 yılları arasında tam 9 kez, 1961-1970 yılları arasında 17 kez, 1971-1980 yılları arasında 27 kez, 1981¬ 1990 döneminde 8 kez, 1991-1997 yılları arasında ise 22 kez ya­ yımlandı. Antisemitizmin yeni eğilimi bilindiği gibi Yahudi soykırımını inkardır. Nazilerin soykırımının bir Yahudi yalanı olduğunu ileri sürmektedirler. Bu konuda Türkçede ilk kitap Harun Yahya takma



103



adıyla 1995'de Soykırım Yalanı ismiyle yayımlandı. Yine 1995 ve 1996'da Roger Garaudy'nin soykırımı inkar eden kitabı i k i ayrı ya­ yınevi tarafından Türkçeye çevrildi. Bildiğiniz gibi Garaudy'nin k i ­ tabı Fransa'da yasaklanmıştı, çünkü soykırımı inkar etmek suçtur. Ancak Türkiye'de soykırım inkarı bir yana, ırkçılık bir suç değildir, dahası ırkçılığın önlenmesini talep eden bir kamuoyu, ya da muha­ liflik biçimi mevcut değildir/ ' Oysa ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı mücadele, bu baskıya maruz kalan azınlıktakilerden çok, çoğunluk mensuplarının görevidir: "Ve Yahudi, yani azınlık, yani senden farklı olduğumu baskı yaparak hatırlatmak isteyenler olursa yeniden, bu ülkede, bana bı­ rakma mücadeleyi. Çünkü, ırkçılık bu denli yaygın ve bulaşıcı oldu­ ğu sürece ırkçılıkla mücadele yalnızca azınlıklara bırakılamaz." 9



::



[:



^^â'lw^: