MEB İslam Ansiklopedisi 5/2 [5/2] [PDF]

  • Author / Uploaded
  • MEB
  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

İSLÂM ÂLEMİ TARİH, COĞRAFYA, ETNOGRAFYA VE BİYOGRAFYA LÜGATİ



MÎLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞININ KARARI ÜZERİNE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİNDE KURULAN BİR HEYET TARAFINDAN LEYDEN T A B ’İ ESAS TUTULARAK TELİF, TÂDİL, İKMÂL ve TERCÜME SURETİ İLE



NEŞREDİLMİŞTİR



a / s .



O



Î I V T



İNAL — ÎZZÜDDEVLE



DEVLET KİTAPLARI



İSTANBUL MİLLÎ EĞİTİM BASIMEVİ



I.



İNAL* r Bk. İnal .] IR A K . İR A K ( arapçada harf-i tarif ile alİrak denilir. Batı transkripsiyonu: Iraq ), orta şarkta F ı r a t v e D i c l e n e h i r l e r i n i n a şağE m e c r a l a r ı b o y u n d a u z a n a n memleketin ve şimdi esâs topraklan bu memle­ kete tekabül eden k ı r a l l ı ğ ı n a d ı . Irak memleketine, Zagros dağlarının şarkında uzanan Irak-i Acem Ç Irak al- acami) Men ayırmak üzere, Irak-i Arab ( s. ıö8; Yâküt, IV, 317). Kuşa Rabbâ'dan başka bir Küsâ al-Tarik ( araplaştırılmış ârâmîce ? ) 'tan bahsediliyor kî, İbrahim orada doğmuş ve ora­ da defnolunmuştur ; Küsâ Rabbâ 'yi harita üze­ rinde belki de Teli İbrahim 'de ( tam Musayyib 'in şarkında i aramak icâp eder. Fırat ile alâ­ kası olmayan Dicle kanallarından birisi olan Nahr Dncayl ( bk, s. S9a ) hakkında yukarıda bîr kaç söz söylenmişti; Balhİ (İştahri, s. 77 v.d.; İbn Havkal, s. ı$ 6 )'y e göre, bu kanalın kapısı ( fü h a ) Takrıt'in bir az aşağısındadır; bu şehrin semtlerini ve sonra Bagdad civârma kadar Sâmarrâ Savâd 'ını feyizlendırir ( İştahri: »Bagdad Savâd 'mm büyük bir kısmı onun sâyesinde mahsuldar olmuştur" ). Orada eski vaziyet bu şekildedir; daha sonra kanalın cenup kısmına, daha doğrusu Dicle 'nin koluna bu isim tatbik edilmiştir; Yâküt (II, 555) 'un tasvirinden anlaşıldığına göre, bu kanal Sâmarrâ aşağı­ sında Takrit ile Bagdad arasından doğa­ rak, büyük bir sahayı geçtikten sonra, tekrar Dicle'ye döner, Tenâkuzlardan dolayı hiç bir endîşe duymadan malumat toplayan Abu 'UFİdâ* (s, 56,3) Yakut'un Muştarik ( s. 289}'ine göre ve İbn Havkal 'e göre, iki türlü tasvirde bulunur. Ancak Abu '1-Fİdâ', İbn Havkal 'in ri­ vayetini, Nahr al-İshâlfi *yi T a k r it’İn garbın­ da, cenûb-i şarkîde olduğunu söyleyen İbn Sa‘id 'in verdiği mâlûmat ile karıştırmıştır ; kanal İbn Serapion (s. 18 v.d., ire. ve şerh, s. 265 v.d.) tarafından, tafsilâtlı olarak, tetkik olun­ muştur ; her ne kadar İbn Serapion 'un el-yazmasında Abu 'İ-FidS‘ 'da ( yahut İbn Sa'id 'de ) olduğu gibi „şarkta“ deniliyor ise de, elbette bunu „garpta“ okumak lâzımdır. Bu kayıtlar arasındaki farklar muhtelif devirlerin mevcudi­ yeti ile izah olunabilir: Önceleri Fırat'ın bü­ yük bir kanalı ( kolu ) var idi ki, ona bâzan ba­ nisinin ismine izafeten İshâki, bâzan da tasgîren Ducayl derlerdi. Sâmarrâ hakikî felâketle­ re sebep oldu: ziynet ve sefahat arzusunu tat­ min için, göze alınan israf ât memleketin serve­ tini tüketiyordu; bu ihtişam devri geçtikten sonra eski zamanların ibyâ etmiş olduğu bir çok eserler harap oldular; Ishâki-Ducayl ka­ nalının şimal kısmı da bu arada idi; artık onu arkeologlar biliyordu; onlardan başka bütün âlemce mârûf olan ancak DueayI 'dir ki, Sâ­ marrâ 'nm isrâfâtı bile onu öldürmemişti ve hâlâ bugün mevcut olduğu görülüyor ( Oppenheim-Kiepert haritası üzerinde de gösterilmiş­ tir ). Fırat'ın bugün Gurmat ‘A li yakınında ( Basra 'nm 15 km. şimalinde) Dicle 'ye kavuştuğu latam A nsiklopedisi



6^3



yer ile IÇorna arasındaki aşağı mecrası, ev­ velce Mohammera 'ya kadar uzanmış olması muhtemel, bataklık bir mıntakadır [ BaÇiha, b. bk,]. Bu mmtakanm kapladığı saha hakkın­ da arap coğrafyacılarının verdikleri mâlûmâta bakılırsa, bataklıkların şimdikinden daha geniş olduğu tahmin edilebilir ( İÇııdâma 'deki 13.27.0 km.2 (?) doğru değildir; orada bataklık sâhanıo yalnız uzunluğuna âit bir ölçü verilmiş bu­ lunuyor, Sprenger 'in, Mas'üdi 'ye istinaden, yap­ tığı hesap ( Babyîonien, s, 47 ) yanlıştır ( bk. Wagner, Nackr. Goît. Ges, Wiss,f 1902,3.239). Bataklıklar o zaman daha Küfe civarında baş­ lıyorlardı. Bataklıkların şimdiki sahası takriben 4.500 km2,'d ır (böyle olmakla beraber, Batiha 'nın şimalinde, Şatt aî-Hayy ile Dicle arasında kâin mmtaka henüz tetkik olunmamıştır; bugün dahi bataklık mmtakasmda bîr çok havr, yâni su baskınından hâsıl olan göller vardır — avam lisanında bu kelime hör yahut havr 'dır — bu kelime hakkmdaki bâzı işâretler hususunda bk. Lidzbarskî, Jökannesbuch, s. 144, not 5 ) ; İngiliz haritası üzerinde Hör Cazâ'ir ve Hör Abu Kalâm 'dan başka büyük bir su deposu otan Hör al-Hamar bulunmaktadır. Bundan başka Hındiya kolu ile Şatt al-Hay arasında bulunan bütün mmtaka dâhilinde dahi tuğyan­ lardan hâsıl olan göller vardır; bunları Bahr Nacaf ve Bahr al-Şinâfiya gibi bahr ismi ile gösterilen sulardan ayırmak lâzım dır; Bati ha *nm ve havr 'iarm kenarlarından seyr ü se­ fere müsâit kanallar geçer. Hor Huvayza yahut Hör al-A'zam dahi Irak 'a raptedilmiştir ki, Karha suyu, Dicle 'ye munsap olmak üzere, bu Hor 'un içinden geçer. Bundan başka, Hör kelimesi tuğyan sularından hâsıl olan göllerin mümeyyiz evsâfım hâiz bulunmayan Şatt al-*Ar ab deltasının mecralarına dahi de­ lâlet eder. T a r i h . Bu memleketin mahsuldar arazisi en iyİ cinsten bol hububat yetiştirirdi. Eski zaman­ da onun şöhreti Arabistan dâhilinde yayılmış idi. Arabistan 'm bedevileri, bu zengin mem­ leketin kenarında bulunduğu için iki tarafa da nezâreti olan al-Hira emareti ile münâ­ sebette idiler. Arabistan 'da yükselen her si­ yâsî hâkimiyetin kendisinde kâfî kuvvet hissT eder-etmez ilk taarruzlarını zengin Irak top­ raklarına tevcih etmesi zarûri idi. Fütuhata teşebbüs etmek isteyen bir hükümet, bu mak­ satları için, maddî temeli ancak orada bulabi­ lirdi; »din yolunda" mücâhidlerin cennette ka­ vuşacakları hazlara tercih edecekleri bir gani­ met ancak bu zengin memleketin fethi ile elde edilebilirdi. Fakat Irak aynı zamanda, İran imparatorluğu için de açık bir istilâ kapısı I İdi. Siyâsî basîret sahibi olan Peygamber, ken43



674



IRAK,



di zamanında iki büyük devlet arasında şid­ detli bir cidal devam etmekte olduğunu sezmemezlik edemezdi; bu cidalin neticesi o zen­ gin toprakların üçüncü bir kuvvetin eline geç­ mesi oldu. Iran 'm zaafa uğraması arapların 'Oraar 'in daha bidayetten beri iervİcettiği fü­ tuhat politikasına uygun düşüyordu. İki cep­ he üzerinde öyle bir cur’etle mücâdeleye giri­ şildi ki, ne derece hayranlık duyu İsa azdır, Su­ riye ile Irak *m fethi o kadar sağlam bir su­ rette tamamlandı kİ, Peygamberin vefatından 25 yd sonra zuhur eden ilk dahilî harp buh­ ranı hârîcden vahim neticelere sebep olmadan geçirildi. Fatihler bütün kuvvetleri ile Irak top­ raklarına saldırdılar ve ilk büyük muvaffaki­ yetlerini orada kazandılar. Serî ve şiddetli dar­ beler İle iranhların Fırat üzerindeki ileri mev­ zilerini ele geçirdiler ve bu ileri yürüyüş, Sâsânî hâkimiyetine son veren Nahâvand mey­ dan muharebesine kadar (21 = 642 ), fasılasız devam etti, Arap emirleri büyük bir mahâretle takriben 600 km. boyunda ve şarkta ve garpta son noktaları Basra ve Küfe ( bu iki şehrin te'sisine dâir bütün tarihî malûmat Caetani'de bulunur, i ğ ; yıl, s. 238 v.dd.; 17. yıl, s. 13 v.dd.) olmak üzere, kuvvetli bir hareket üssü vücûda getirdiler; ülkenin, bir şehirler gurubunup or­ tasında kâin zengin merkezi Ktesiphon, müt­ hiş bir yağmaya uğradı ve tahrip edildi; ye­ rine yeni bir kale bina edilmedi; ancak yıkılan şehrin harabeleri üzerine ehemmiyetsiz bir şe­ hir olan Madâ’in ( bk. Nöldeke, s. IĞ, not 1; Streck, s. 246— 279) inşa olundu ve Bagdad gelişip büyüyünceye kadar, Mada'in 'in fakır ve sefil hayatı devam etti. Genç İslâm devletinin bu kısmının idaresi için basiret sahibi ‘Omar büyük bir himmet gösterdi. Küfe ve Basra şehirlerine ayrı-ayrı valiler tâyin edildi : Küfe 'de önce Sa'd b. A bi Vakkâş 'ın yerine, dâimâ hoşnutsuzluk gösteren halkın arzusu üzerine, ‘Ammâr b. Yasir [ b. bk.] vâti tâyin olunmuş id !; mevkiinin ehli olmayan bu adamın yerine de, ortaya çıkan bir rezalet üzerine, Basra 'dan uzaklaştırılmış olan Muğira b. Şu'ba gönderil­ miş ve bu tebeddüller Sa‘d 'ın tekrar tâyinine kadar (25 = 646) devam etmiştir; ondan son­ ra da al-Valid b. ‘Ukbâ (25— 30 = 646— 650) ve Sa'id b. al-'Aşi (30— 33 = 651— 654) gel­ mişlerdi, Basra Ma vaziyet daha istikrarlı ol­ d u ; Şîffin muharebesinden sonra ‘A li ile Mu‘âviya arasındaki İhtilâfın sulhen tesviyesine fi'ien iştirak etmiş olan Abü Müsâ al-Aş^arİ [ b. bk.] orada vali idi (17 — 29 = 638— 650). Onun halefi, ‘Osman 'ın imdadına gitmek için, acele yola çıkmış, fakat vaktinde yetİşememiş olan Emevî ibn :Amir [b. bk.] oldu. ‘Alı 35 ( 655) yılında B asra’ya ‘Osman b. Hunayn'i,



Küfe 'ye ‘Ammâr b. Şihâb ’ı gönderdi, 45 ( 665 ) yılında Mu'âviya tarafından Basra'ya vali gön­ derilmiş olan Ziyâd Ibn Abihi (krş. Lam men s monografisi), 50 (670) Me, bütün Irak'ın hâ­ kimi oldu ve mâkul bir şiddetle hareket ederek, bu istikrarsız memleket içinde emniyet ve âsâyîşi ie'sis e tti; 53 (673 ) yılında, ,,kardeşiK Mu‘âviya Men evvel, Küfe Me öldü ; oğlu ‘Ubayd Allah 55 ( 675 ) 'te Basra ve Küfe valisi oldu. Husayn b. ‘A li [ b. bk.] bunun vâlîliği zama­ nmda katledildiği gibi, şı*a da onun zulmüne uğradı, Yazid 'in vefatını ( 64 = 683 ) tâkip eden kargaşalık devrinde Basra şimalindeki Tamim araplannm ‘Abd AHâh b. al-Zubayr [ b. bk.] tarafına geçmeleri ile Basra ’nm vazi­ yetinde büyük bir tebeddül vâkî oldu; Küfe ahâlisi de aynı suretle hareket etmişlerdi. Bîr müddet için Irak Emevîlerin elinden çılcmış gibi ıdİ. Mekke Me sağlam bîr hâ­ kimiyet kurmuş olan ‘Abd Allah b. Zubayr, mâhirâne hareket ederek, kendi adamlarını Irak 'a yerleştirdi; ancak Basra 'ya göndermiş oldu­ ğu me'mnr hîlekâr ve cür'etkâr bir çete reisi olan Muhtar taraf mdan tardolundu ( 66 = 686). Fakat bu çete reisi 67 (687) yılında Küfe civarında Har ura1 muharebesinde maktul düş­ tü. Muş'ab b. al-Zubayr'in ölümü vaziyeti esaslı bir surette değiştirdi : onun en iyi kuman­ danı olan al-Muhali ab, ‘Abd al-Malik (b. bk.] tarafına geçti ve Şam hükümetinin valisi olarak, tekrar Basra 'ya geldi ( 72=694 ). Irak ve onun­ la hem-hudut Hüzistan dâhiline dağılmış olan Haricîler sürekli bir iğtişaş sebebi oldular. Bunlar hiç bir vakit devamlı ve hâkim bîr mevkî işgal etmediler ve diğer fırkalar tara­ fından mağlûp edildiler. Küfe vilâyeti bâzan Basra vilâyeti ile birleştirilmiştir. Fakat bu gibi ahvâlde vâlı-i umûmînin emri altında madun valiler bulunurdu. Küfe valileri olarak şunları tanıyoruz; 53— 55 (673 — 675) ‘Abd Allah b. Hâlid, 55— 58 (Ğ75— 678) al-Zahhâk: b. Kays, 58/59 (678/679) İbn Umm aî-Hakam, 59/60 (679/680) al*Nu‘mân b. Başir; 64 ( 684 ) 'te, ‘Ubayd Allah b, Ziyad 'in mü­ messili ( kalifa ) olarak, Küfe Me ‘Amir b, Hurayş ( İbn al*Asir, IV, 109 ) ' i buluyoruz ; aynı yılda ‘Abd Allah b. al-Zubayr tarafından bir me'mûr ikame edilmiş olan Küfe'de, Muh­ tar muhalefete kıyam etmişti, ‘Abd al-Malik tarafından bütün Irak 'a vali tâyin edilen ve âkilâne ve azimli idaresi sayesinde bütün isyan­ ları tenkil eden HaccSc b. Yusuf 'un Küfe 'deki faaliyeti 75 (694) yılında başladı. Saltanat dâvası ile kıyam etmiş olan Abd al-Rahman b. Muhammed b. a!-Aş‘aş ( b. bk. ]'a iltihak eden Basra ahâlisinin isyanı Dayr al-Camâcim ve Maskin (83 = 702) muharebelerin-



IRAK. de tenkil edildi. Haccâc, Küfe ve Basra şehir lefinin mukavemetini kırmak için, mükemmel bîr çâre buldu : Dicle ( Şatt al*Hayy ) üzerinde Vâsit şehrini, Irak için yeni bir İktisadî ve fikrî merkez olarak, vücûda getirdi ki, bu şe­ hir çok uzak olmayan Küfe ve Basra ( Küfe 200 km., Basra 300 km, ) 'ya hâkim olmağa müsâit bir vaziyette idi. ‘Abd al-Malik 'in büyük İdarî İslâhatı sayesinde Irak için dahi pek iyi neticeler elde edilmiştir. Bu İslâhatın te­ melini işte bu birleştirme teşkil ediyordu kİ, Irak 'ta her bakımdan mes *ut bir inkişâf için buna lüzûm var idi,* ilk olarak, 75 (694 ) yılında başlayan sikke İslâhatı ile İmparatorluk dâhi­ linde tedâyül etmekte bulunan Iran ve Bizans sikkeleri yerine üzerlerinde arapça ibare bulu­ nanlar ikame olundu (bakır sikkeler üzerindeki eski alâmetler kısmen ipka olundu; gümüş pa­ ralar Üzerindeki, imparatorluğun bâzı akşamın­ da, Kayhusrav ve âteşgede tasvirleri muhafaza edilerek, kenarlara keiime-i şehâdet hakkedilmekle İktifa olundu). ‘Abd al-Malik 'in muvaf­ fakiyetlerinden bir diğeri de, posta hidemâtının tanzimi olmuştur; hakikatte hizmetleri ancak devlet menfaatlerine taallûk eden ve yahut resmî bîr mâhiyeti hâiz olan haberle­ rin ve eşhasın nakline yaramakta idi. En son olarak da, arapça resmî dîl ilân edilmişti; o zamana kadar resmî evrak yalnız muhtelif yerli lisanlar ile ve yahut arapça He beraber ola­ rak yazılmakta idi, al-V alid'in saltanatı zama­ nında daM (86— 96 = 705— 715) Haccâc hu­ susî vaziyetini muhafaza etmiştir. Arap vak ’anüvislerinin umumiyet itibârı ile aleyhinde ol­ mak üzere, birbirini mütenakıs kayıtlarına, rağ­ men, bu adamın siması bize vuzuh ile görünüyor. Biliyoruz ki, Emevîlerin bütün icrâatını ve on­ ların devlet adamları tarafından yapılan bütün işleri kötü göstermeği âdeta kendilerine mes­ lek edinmiş bîr zümre var İd i: ‘Irâlciyün adı ile mâruf olan bu meslek mesûplarımn başlıca mümessili Wellhausen tarafından kuvvetli bir suretle tebarüz ettirilmiş olan (krş. Caetanî, 21i sene, s. 305 ) Sayf b. ‘Omar 'dîr. Bî-taraf tarih, Haccâc'm muvaffakiyetli icrâatını haklı göste­ rir ; fakat ay m tarih, onun idaresinde impara­ torluğun inkişâfı üzerine müessif bir tes sir icrâ etmiş olan tarafgirliği, yâni vatandaşları olan şimâlî arabistanlı Kaysi 'İeri başkalarına tercih etmiş olduğunu kayda mecburdur. Bun­ dan dolayıdır kİ, ordu ve idarede bulunan bütün yemenîiler ve Yemen ahâlisine tarafdar olan bütün halk ve hilâfet üzerindeki iddiaları için korkunç bir hasım telâkkî eden ‘A li ahfa­ dı onun aleyhinde idi. Kendisi için bîr men­ faat ümit ettikçe her fırkanın müzaheretin­ den istifâde eden al-Muhallab gibi husûsî men­



675



faatleri uğrunda mücâdele edenlerin hepsine karşı Haccâc şiddetli davranmıştır. Haccâc ’m uzlaşma-bilmez tavrından doğan gerginlik ifrata varm adı; çünkü babasına hakkiyle lâyık büyük bîr oğul olan al-Valid, Kaysi '1er ile yemenîiler arasında mevcut zıddiyetten doğan baş ihtilâ­ fın meş'ûm infilâkını âkilâne tedbirleri ile karşılayabîlmîştİ. al-Valid gözlerini kapar-kapamaz ihtilâf patlak verdi. Ona halef olan karde­ şi Sulaymân (96— 99 = 715— 717) Haccâc'a düşman olanların ve husûsiyle dargın yemenlilerin te'şirine kapıldı. Haccâc talihin bu de­ ğişikliğini göremedi; çünkü Vali d'den altı ay avvel ölmüştü. Sulaymân ile başlayan yeni devir, önce pek tehlikeli bir entirikacı ve fe­ satçı olan Yazid b. al-Muhallab 'in Irak valili­ ğine tâyini ile kendisini hissettirmiştir (95 = 714). Memleketin bu yeni hâkimi tethiş usu­ lünü devam ettirdi: şİmâl araplan fırkasının en muteber erkânı tâkibâta ve harekete mâruz kaldılar, Sulaymân 'in ölümü fırkaların eline düşmüş bir saltanatın başlangıcı oldu ve bu devir esnasında her saltanat tebeddülü emni­ yetsizlik ve tahammül edilmez tehlikeler ile birlikte vâkî oluyordu. ‘Abd al-'Aziz b. Mar­ vân'm oğlu ‘Omar II., Yazid b. al-Muhallab'i Haleb kalesine hapsederek ( İbn al-Aşir, V, 36 ), onun fesatlarını durdurmuş idî ; fakat bu hükümdar vefat edince ( 101 = 720 ), kaçtı ; hemen akabinde Basra 'da vücûda getirdiği kı­ yam Maslama b. ‘Abd al-Malik tarafından ten­ kil edilebildi ( 102 — 721 ) ; buna mükâfâten bu zât kardeşi Yazid II. ( 101— 105 = 720— 724 ) tarafından Horasan, Basra ve Küfe valisi tâ­ yin edildi; Maslama de bu memleketlere ayrı vali naipleri tâyin etti. Hişâm (105— 125 «= 724 — 743 ) tarafından Halid b. ‘Abd Allâh al-Kas­ rı 'nin Irak 'a vali tâyin edilmesi pek iyi bîr te 'sir busûle getirdi. Hişâm 'm vefatında im­ paratorluğu tam bir İğtişaş kapladı: hiç bir mâni kalmadığı için, ihtiraslar alabildiğine mey­ dan aldı ve aradaki ihtilâflar her şeye hâkim olduğundan bütün zıddiyetler bir araya toplan­ dı; şİmâl arapları ile cenup araplan didîşip-durduîar. Kaysi 'lerin mutaassıp bir taraf dan olan Hişâm’m halefi al-Valid II., al-Kasri'yi, gaddarca, idam ettirdi. Marvân II. (127— 132 = 744— 750 ), bir marvân i hükümdarın isyanlara karşı kendi­ sini şiddetle müdâfaa etmeğe muktedir oldu­ ğunu, bİr kere daha, gösterdi; Irak 'ta Haricî­ lerin sebep olduğu kıyamları dahi tenkil etti. Fakat Abbasî tahrikçileri Abu 'İ-‘Abbâs (aîSaffâh ) ile Abü Ca'far ( at- Manşür ) 'in Hora­ san 'da tutuşturdukları yangını söndürmeğe artık çâre kalmamış idi; bunların kumandam Abü Müslim 130 (748) yılında Marvân'm vâlisi Naşr b. Say yâr 'a karşı kat'î bir zafer



Ğ76



IRAK.



kazandı. Irak valisi îbn Hubayra felâketin önü­ ne geçemedi. Küfe'deki yemenliler kıyâm ettiler ve şehri düşmana teslim ettiler. Bu şehir Abbâsîlerin ilk 'makarrı oldu. Bizzat Marvân da 132 ( 750 ) 'de, Büyük Zâb nehri kenarında tama­ men mağlup oldu. Bunun üzerine Abbasî ha­ nedanı Emevîîerin yerine geçti. Geriye doğru bakarsak, Mu'âviya tarafından konulmuş ve on­ dan sonra da bir ana kaide olarak muhâfaza edilmiş siyâsî bîr prensibi zîkreylemek icâp eder kİ, bu prensibe riayet edilmeseydi, Emevîîerin hâkimiyeti elbette daha sur’atle yıkılırdı. Mu'âviya Irak 'ta hâkimiyetini te’sis ve memle­ keti nisbeten kısa bir zamanda İslamlaştırmağa, mutedil ve hakimane siyâseti sayesinde, mu­ vaffak olmuş ve bu siyâset, her şeyden ziyâde, halkın temâyüilerini hesaba almak suretinde tezahür etmişti; Mu'âviya askerlik hizmeti­ nin mıntakalara göre, ifâsı usûlünü vaz'etmişti. Her ne kadar bidayette Irak 'ta bulunan aske­ rî kıt'alar yabancılardan mürekkep ve sayıca mahdut garnizonlardan ibaret idî ise de, halkın fevc-fevc İslâmiyet! kabul etmesi Üzerine, çok geçmeden yerlilerden askerî kıt'alar tertibi için kâfî efrâd bulunuyordu. Bu askerlerin memle­ ket hâricinde kullanılmaması ve yahut ancak şarka yapılan seferlerde kullanılmış olmasın­ dan doğan bir mahzuru var îdi kî, o da Emevîlerin düşmanlarının bu asker arasında kendile­ rine metin bir istinat noktası te'sisine muvaffak olmaları idi. Abü Müslim, kendilerine tarafdar Suriye askerinden başka kuvvetleri kalmayan Emevîlere karşı Irak halkı ve iranhlar ile harp etti. Mu'âviya ile halefleri devletin sîvîl idaresin­ de dahi basiretli siyâset adamları olduklarım göstermişlerdir : gerçi İraklıların kendi valilerini kendilerinin tâyinine müsâade etmezler ve tâyin hakkım kendi ellerinde tutarlardı; fakat vâkî olan şikâyetleri dirayetle telâkki ederler ve bu sistemin hiç bir suretle tâdilini mûcip olmayan ehemmiyetsiz bir müsâadekârlık olmak üzere, İdâre başında bulunanları tebdil ederlerdi. Emevîlerîn hâkimiyeti Irak için başka bir surette dahi menfâati mûcip oldu. Muayyen işletme usûllerine tabî olan zirâati île bu vilâyetin hu­ sûsî bir idâre altında bulunması ihtiyâcım bu hükümdarlar anlamışlardı. Orada ne müstebidâne müdâhalelerde bulunurlar, ne de tam bir lâkaydı gösterirlerdi. Bir çok ahvâlde mer­ kezî hükümeti temsil eden zât halkın istediği İslâhatı vücûda getirmeğe himmet etmiştir. Meselâ halifenin kardeşi Maslama bir kanal inşa etmiştir. Bidayette, halkın husûmetini (Küfe şi'îlerin, Basra da Haricîlerin elinde idi) göz önünde tutmağa mecbur olan İlk Emevî hükümdarlarının Irak 'in dâhili idârestndekî muvaffakiyetleri bundan dolayı daha zîyââe



takdire şâyândtr. Emevîler zamanında Suriye île Irak arasındaki büyük tezat, bir tarafta vahdet ve harekette birlik, diğer tarafta ise mütemâdi ihtilâflar şeklinde görülür. Şi'îler ile Haricîlerin sebep oldukları kargaşalıkları ve kezâ Irak 'ta »Tamım" ve „Azd" adları altında birbirlerine karşı muhalif fırkalar teşkil eden şlmâl arapları ile cenûp arapları arasındaki ci­ dalleri evvelce zikreyledik; bu inkısamlara rağ­ men, büyük Marvâni hükümdar, muhalefetleri yumuşatmağa ve bütün imparatorluk dâhilinde, bir dereceye kadar, hareket vahdeti te'sisine muvaffak olmuş idî, Abbâsîlerın muzafferiyeti Üzerine, İslâm devleti dâhilinde ahvâlin bu su­ retle almış olduğu cereyan devamlı bir vahdeti te'sis edecek bir mâhiyette sanıldı. Yeniden vücuda getirilen Bagdad şehrinde halifeler ika­ metgâhının nakli, ülkenin orta mut takasında bulunan memleketler arasında karşılıklı münâ­ sebeti te’yît etti. Bunun aksine olarak, bu ted­ bir Garp Bagdad hâkimiyetine boyun eğmediği gibi, hilafet merkezinin bu tedbîri şark mmtakaları üzerinde daha kuvvetli bir hüküm ve aufuz te’min eylemediğinden harâbînia tohum­ larını kendi içinde taşımakta idi. Böyle ol­ makla berâber, o zamanlar, . doğrudan-doğru­ ya hilâfetin nufûz dâiresi dâhilinde bulunan Mısır, Suriye, Mezopotamya, Irak ve İran île berâber bütün ülke, Abbâsîler ile onların devlet ricali tarafından siyâsî bir kudret ve metin bir İktisadî refah ile devamlı bir küll teşkil edebilmek İçin, gerek vüs’at ciheti ile ve gerek islamîyetin evvelki devirden İntikal etmiş olan menâbiı ciheti ile kâfî derecede ehemmi­ yeti hâiz idi. al-Manşür'un ve al-Ma’mûn’a kadar ilk halifelerin saltanatı zamanında hu kudretli imparatorluk öyle bir siyâsî azamet arzeyler kî, başka bir yerde misline güç tesa­ düf olunur ve ancak imparator Hadrianus zama­ nındaki Roma imparatorluğa ile kıyas edilebi­ lir. Roma İmparatorluğu ve ilk Abbâsîlerin hi­ lâfeti tabi'î haddinden fazla büyümüş, fakat ayağı küden olan büyük heykellerdir. Muhak­ kak olan musibet onların alın yazıları idi. Y ı­ kılışlarının sebeplerinde müşterek noktalar çok­ tur; fakat her devletin kendine mahsus şart­ ları vardır. Hilâfetin bünyesinde meveut ve ken­ disi için meş'ûm olan kusur, hanedanın hüküm ve nufûzunun seciyesi itibârı ile dinî ve îrsî bîr asâlet sınıfına dayanmakta olması idi. Bu asiller sınıfını temsil eden yârân takımının yam-başında, mütemadiyen kendi dâvasını ileri süren ve muzaffer zümreyi hâkimiyetten uzak­ laştırmağa çalışan aym neviden başka bir züm­ re mevcut idi. Banlar da gayretkeşleri tara­ fından dinî-siyâsî bir fırka şekline sokulmuş olan ‘Ali [ b.bk.] ve Fâtima [ b.bk.j ahfadı îdi-



IRAK. ler ve sayılarının çokluğundan değil { çünkü şimdi olduğu gibi o Kaman da İslâm dinine sâlik olanların umûmî heybeti içinde nüfusun on­ da birini teşkil ediyorlardı)> fakat İslâm ümme­ tinin en zekî ve en çalışkan kısmı oldukları için pek tehlikeli idiler. Aile gayreti ve mez­ hebi fikirler neticesi olan bu inkısam unsurları üçüncü, yâni millî, bir unsurun iltihakı üe büyüdü. Hâkim olan kütle arap idi. Bu arap» lar İrânîlerİ hakir görürlerdi; bundan başka irânîler arap ailelerden birisine yanaşma olma­ ğa mecbûr idiler. Mâruz kaldıkları kötü mua­ mele onları hâkim fırkanın ve hükümetinin ağır bîr surette gadrine dûçâşr olan Şi'at ‘A li 'ye, yâni ,,*AIi fırkası" na yaklaştırmış idi. Her iki tarafın dûçâr olduğu müşterek ezâ onların vahdetini kuvvetle tahkim etti. Bidayette mün­ hasıran arap olan Ş i‘at ‘A lı millî ve dinî bîr fırka oldu. Yavaş-yavaş »İram" ile „şİ'î" müteradif kelimeler hâlini aldı. Önce bu tehli­ kenin istikameti değiştirildi; 40 sene kadar bîr müddet, mâhirâne bir siyâset sayesinde, gö­ rüş ihtilâfları uyuşturuldu. Abbasî hanedanı­ nın ikinci halifesi al-Manşür ( 136— 1585=734 — 775 )j feski kırallar ailesine mensup olduğunu İddia eden Barmak ailesinden Hâlid isminde bir asıl iranlıyı devlet idaresinde yüksek bir mevkie tâyin etti. Son derece mahir ve zekî adamlar olan ahfadı, müteakip halifeler zama­ nında, hemen müstakil denecek bir mevkî iş­ galine muvaffak oldular. Bu devirde hilâfet siyâsî kudret ve iktisâdı ümranca ikbalinin en yüksek noktasına ermiştir; fakat bu inki­ şâf ile müterâfİk olan kültür arap fatihlerin Suriye ve Bâbiliye 'de buldukları büyük -mede­ niyet mahsûllerini, tamamen sathî ve mahdut bir surette, kabullenmelerinden ibaret kalmış­ tır, Mes'ud bir inkişafın temeli kurulmamış idi. Başka türlü de olamazdı; çünkü Emevî devrinin başlangıcından İtibaren, ilk demok­ ratik sistem yerine kaim olan hükümet siste­ mi, İslâm camiasının iyiliği hu camiayı en bü­ yük liyâkat ile idâre edecek adamdan hükü­ metin de doğacağı fikri üzerine bina edilmiş idi. Bu vazifeyi tam bir surette ifâ edebil­ mek için, onun mutlak bir hâkimiyete sahip olması icâp ediyordu ve halifenin bu vasıf İle telâkkisi zihinlere o kadar sür'at ve kuv­ vetle yerleşti kİ, halife sarahaten »Allahın gölgesi" addedilir oldu. Hakikatte ise, bu mut­ lak hükümdar, çok defa, en liyakatli olan de­ ğil, ahlaken en vahim nakısalar ile mâlûl olan adam İdî ve bundan fazla olarak, kendi nâmına o camiayı istismar eden mukarriplerinîn elinde oyuncak da oluyordu. Bu hükümet şekli son derece meş’um iki temayül hu­ sule getirmiştir: cesim servetlerin teessüsü



677



ve muayyen mezhebî bir meyil gösteren »ule­ mâ" sınıfının tefevvuku. Bir taraftan da, hi­ lâfet tahtında oturan fevkalbeşer zâta pek az ehemmiyet veren bir çok maceraperest de türemekte idi. Bu hilâfet ülkesi, hemen müs­ takil deneeek tarzda, yan-yana mevcudiyetleri­ ni idâme eden ayrı-ayrı bir çok camialara İn­ kısam etti. Bu camialardan her birinde işlerin gidişi mahallî şeraite göre tanzim edilmişti. İrak 'm da kendisine has bir mevcudiyeti var idi. Büveyhî hâkimiyetinin başından Selçuklu hâkimiyetinin sonuna kadar, İdâre merkezi Irak-ı Acem 'de bulunan bir devletin vilâyeti olmuş id i; fakat metbular memleketin idâresine asla karışmadılar; ahâlî yabancı efendilerin lafzî nuf uzuna saburâne tahammül ettikçe ve bunların halk üzerine yüklediği ağır para tekâlifini ifâ eyledikçe, istedikleri gibi yaşa­ makta serbest idiler, Faal halife al-Naşir za­ manında halifelerin hâkimiyetinin yeniden tak­ viye edilmesi bu vaziyette esaslı bîr değişik­ lik vücûda getirmedi ve bu devir de moğuî istilâsı üzerine, az müddet sonra, sona erdi. Uzun süren Abbâsîler hâkimiyeti devrinin imtidadınca Irak 'in mukadderatı birbirine ben­ zemedi. Halifeler kuvvetli iken, muhtelif halk anâsırı arasındaki çekişmeler ve maceraperest­ lerin çıkardıkları fesatlar sür’atle tenkil olun­ du. Aksi hâlde memleket vahim iğtişaşlara mâruz kalırd ı; çünkü Küfe ve Basra ahâlisinin tabiatlarında isİâh olunmaz nakısalar var idi i yeni saltanat merkezi, en kötü tanınmış anâ­ sırı kendine ceibetmişti; Bundan başka ikti­ sâdı inkişâf memlekete, fesatçılar tarafından istendiği zaman taassubu tahrik edilmeğe ama­ de İnsan yığınları getirm işti; nasıl ki, şarkî A frika'dan getirilmiş olan Zanc'lerin kıyamı zamanında böyle olmuş idi. Hulâsa küİler al­ tında gizlenen ateş dâima yakıcı ve im­ ha ediei yeni alevler canlandırmış idi, Bermekîlerin ve onların idaresi altında üç halifenin arap kısmı ile Iram kısmı arasında son derece maharetle tatbik ettikleri baskül politikası Bermekî ailesinin beli kırıldıktan sonra, orta­ dan kalktı. Irak 'ta millî kuvvetler münâsebâtım tamâmiyle alt-üst eden Bermekîler âilesinin imhası vak'ası, başlıca iki unsur olan araplar ve kanlılar arasında tavassut ve uz­ laştırma politikasının nihayetini gösterir. Mu­ vâzenenin bozulmuş olduğu en önce ‘A lî tarafdarlarınm çıkarmış olduğu bir sıra iğtişaşlar ile kendisini hissettirmiştir ki, İbn TabStaba ’nın kıyamı bunların mukaddimesi sayılır ( 1 9 9 = 8 1 5 ) . Halîfe, idamesi kabil olmayan bir uzlaşma tariki takip ederek, kendi kızının zevci olmak sıfatı ile, ‘A li evlâdından j imam al-Rizâ 'yı tahtın vârisi göstererek ve



678



IRAK.



*AIi evlâdına mahsus yeşil rengi kabul ederek» yanlış bir yola girdiği zaman saltanat merkezi sunnî hilâfet tarafım tutmuş ve bizzat halifeye karşı muhalefet eylemiştir. Kendi batasım anJar*anlamaz halife her şeyi yoluna koydu; fakat şiddete müracaata mecbur oldu. Bermekîlerm bu imhası Irak dâhilinde araplann siyâsî kud­ retlerini asla tahkim etmedi; daha ziyâde on­ ların harâbîlerinin başlangıcı oldu; zîra vi­ lâyet merkezindeki dahilî münâsebetlerin bu suretle aît> üst olması sarayın hizmetine yeni bir unsurun davetini mucip olmuş idi ki, o un­ sur bu suretle siyâsî hayata dâhil oldu: alMu'taşim kendisine türklerden bir muhafız hassa kuvveti edindi ve onların himâyesi al­ tında te'sis eylemiş olduğu Samarrâ şehrinde yaşadı. Halifelerin etraflarına topladıkları türk askerleri her keşten ayrı ve uzak tutulmuştur ve diğer arap kıtaatı ikinci plâna atılmıştır. Çünkü bu hassa askerinin daha büyük kudreti ve askerî ruhu var idi. Bu suretle halk silâh taşımak kabiliyetini kaybetti ve gerek halifeler tarafından sûret-i resmiyede murahhas ve ge­ rekse memleket dâhilinde zorbalık He yerleş­ miş olan yabancı askerler sayesinde kendilerine bir hâkîm mevki te’mia edenlerin eline, müdâ faasız bir hâlde, terkoluadular. Bu yabancı asker kınaları diğer vilâyetlere de yayılmağa gayret ettiler. Türk âilelerin M ısır’da v e ’ doiayısı ile Suriye 'de iktidar mevkilerine çıktıkları görül­ müş ise de, bu memleketler zikre değmeyecek kadar askerî kuvvetler çıkardıkları hâlde bile bu keyfiyet mıntakavî idare usûlünün yıkılması demek değildir. Irak 'ta ondan sonra al-Mutavakkil zamanında hâkimiyet, her türlü normal hükümeti gayr-i mümkün bir hâle koyan türk hassa askerinin eline geçiyor, halifeler, pek azı istisna edilmek üzere ( al-Mu'tazid: 892— 902 ve al-Muktafi: 902— 908 ), tamamen ehliyet­ siz adamlardır. Bâzan da mücrimce hodbinlik göstermişlerdir. Halifenin etrafında olanlar ara­ sında iktidar mevkii, yâni baş kumandanlık (am ir al-um arâ'} makamı için rekabetler, her iki Irak 'ta, Babiloaya ve Medya { yk. bk.) 'da hâkim olan Buveyhıîerin saltanat makamına geçmesi ile (334 = 94$ )» bir müddet için, ni­ hayete ermiştir. İnhitat hâlinde bulunan Büveyhîler ailesinin tam muvaffakİyetsizlikleri, kuv­ vetli türk ve Selçuklular neslinin saltanata geçmesi ile ( 447 *=» 1055 ) müterâfik olan va­ him kargaşalık esnasında acîp bir terkip hâ­ sıl olmuştur; Büveyhîler ordusunda türk bir kumandan olan Arslân al-Basasiri [ b. bk.] bir müddet Irak'ta Fâtİmî al-Mustanşir (451 = 1059) nâmına icrây-i hükümet ediyor. Fakat Mısır 'da ( içinde banoıîmast mümkün olmayan Suriye çölü şimalî Suriye 'den dolanmak mec*



bûriyeti hâsıl ettiğinden dolayı)» hattâ cenûbî Suriye ile Irak arasındaki azîm mesafeden do­ laylı Fâtımîlerin Irak 'ta fi'lî hâkimiyeti bahis mevzuu olamazdı. sI-Basisiri 'nin bu cephe değiştirme hareket» çabuk geçen vak'adan başka bir şey olmadı. Türk ırkının başlıca kahramanlan olarak sahneye dâhil olan ve halifeler üzerinde her türlü kudrete sâhip bu­ lunan Selçuklular İslâm akidesinin muhafızı olarak telâkki ediliyorlar ve şi'îîer Irak dâhi­ linde baş kaldırınca onlara ezâ ediyorlardı. Her ne kadar kendileri de fars harsını tercih et­ mekte iseler de ( hattâ büyük Selçuklular Bagdad 'da değil, İsfahan 'da ikamet ediyorlardı), Irak arapîanm rahatsız etmiyorlardı. al-Naşir (li-D in A lla h ) zamanında hilâfet hâkimiyeti­ nin muvakkat bir surette kesb-i kuvvet eyle­ mesi siyâsî ve dînî vaziyette ancak az bir de­ ğişiklik husule getirdi. Irak, moğul fâtihi Hulagu için, kolay bir şikâr oldu ( 6 5 6 = 1 2 5 8 ); onun saltanat merkezi olan Bagdad, hilâfetin suku­ tundan sonra, küçük bir vilâyet şehri manzarasına düştü. Su isâlesi ameliyâtının tamâmen terki üze­ rine, X. asır iptidasında başlamış olan memleketin zaafı gittikçe arttı; Irak, az*çok ehemmiyetli olan bâzı nâdir mevkiler ve bîr dereceye kadar faal kalan hurma zer’iyâtı dâhil olmak üzere, hafif bir zirâat ile berâber, bir çöl olda. Kudretli Safevî hükümdarı Şah İsma il tarafından Irak 'ın İran'a İlhakı uzun sürmedi ( 6 15 = 1509}. Memleket osmanlt imparatorluğunun eline ge­ çerek (941 = 1534), burada Bagdad eyâleti kuruldu £ bk. mad, BAGDAD ]. Osmanh hâkimiye­ ti birinci cihan harbi sonuna kadar devam etti. £Birinci cihan harbî esnasında Irak toprakları Basra körfezi kıyılarında ve bilâhare aynı za­ manda İran hududundan taarruz eden kuvvet­ lere karşı osmanlı ordusu tarafından şiddetle müdâfaa edildi. Osmanlı devletinin harbe gir­ mesi üzerine, ingUizîer, türk kuvvetlerinin ye­ tişmesinden evvel, Şatt aî-'Arab 'dan asker çı­ kartarak ( 7 teşrin II, *914 ), Basra 'yı ( 20 teş­ rin II.) ve Korna'yi (9 kânun I.) işgal ettiler­ se de, taarruzları, gerekli müdâfaa tertibatı alınmak suretiyle, daha fazla İnkişâf edemedi. İngiliz taarruzundan ertesi yaz ancak Muntefik istikametinde bâzı gelişmeler kaydedildi ( Sük al-Şiyüh 'un ingUizîer eline düşmesi 6 tem­ muz 1915). Dicle boyunda sür'atle ilerileyen 12.000 kişilik İngiliz kıt'ası (general Tavvnsend kumandasında } 28 eylül 1915 'te Kütal-'Amâra ’yî ele geçirebildi ise de, türk kuvvetleri tara­ fından muhasara edilerek, çok şiddetli savaşlardan sonra, ingllizlerin bütün kurtarma gayretleri boşa çıkartılarak, 29 nisan 1916 'da esir edildi. 1916 yılında muhârebeîer daha ziyâde türkierin lehine cereyan etti. Icgilizler, büyük kuvvetler



İRAK — İRZ. toplayarak, 1917 yılı başlarından İtibaren, bu sefer hem Dicle ve Fırat boyundan, hem de bir az sonra İran hududu üzerinde Diyala va­ disinden, taarruza geçtiler: 25 şubatta Küt al-'Amâra düştü; Fırat boyunda ilerileyen mgilizler mart ortalarında Kerbelâ, Neeef ve Divâniye 'yi ele geçirdiler, 24 martta da Bag­ dad ’a girdiler. Diyala cephesinde taarruza geçmiş olan ingUizîer 14 nisanda Hânikin 'i ele geçirmiş İken, 1 temmuzda geriye atıldılar ve ancak teşrin İL başlarında bu mevkie tekrar girebildiler. Daha evvel Musul vilâyetinin dağlık arazisi üzerinde İran 'dan gelen bir düşman kuvveti 1916 mayısında Revandız'a kadar ilerilemİş, fakat aynı senenin temmuz ortalarında buradan geri atılmış idi. Ingİlizierin 1917 taarruzları, muharebe cephe­ sinin Bagdad şimalinde tesbit edilmesi ile, sona ermişti. 1918 senesi baharında Musul istikame­ tinde yapılan bîr taarruz Kerkük 'e kadar uzan­ dı ise de, bu taarruz türk kuvvetleri tarafından muvaffakiyetle durduruldu. İngiHzler Musul vi­ lâyeti topraklarım harbin son safhalarında ele geçirebildi ve ancak 21 teşrin II. 1918'de, yâni mütâreke İmzalandıktan sonra, Musul 'a girdiler. f Birinci cihan harbinin sona ermesi üzerine Irak, 1920 'de Milletler cemiyeti tarafından bü­ yük BriîanyînföWdIîff^^ frak: '1 tedricen müstâkil bîr "devîet Kâlİne gele­ cek şekilde idare ettiler; 33 ağustos 1921 'de emîr Faysal Irak kırailığına getirildi. Meşrutî kîralTığm ilk kanun* f esasi si 1924 'te isdar edil­ di ve 1925 ’te parlemento toplandı. Lausanne muahedesi müzâkereleri sırasında kâi'î karara bağlanmamış olan Turkiye-Irak hududu, 1926 Ankara itilâfı ile tesbit edildi. İlk yıllarda Irak toprakladı Vehhâbî tecâvüzlerine uğradı yejşimâl-T şafîti dağlarındaki kürtîerin isyanını ya­ tıştırmak lâzım geldi. Bu bölgede yaşayan Asûrîlerin büyük kısmı, 1937'de, Suriye'ye nakle'dıîâiîerT İngiltere himâyesi 1932 ’de sona erdi^ ve o tarihten İtibaren Irak tamâmiyle müstakil bîr devlet şeklini aldı. İkinci cihan harbî sıra­ sında alınanlardan teşvik gören Râşid Ali ’nîn isyanı, İngiliz kuvvetlerinin vaktinde müdâha­ lesi ile yatıştırılabildi. Harbin neticelenmesin­ den sonra. Irak, kısmen de kendisini diğer arap memleketlerinden tecrit eden coğrafî mevkii­ nin tesiri ile, Şarkî Akdeniz çevresindeki mem­ leketlerin faal olarak katıldıkları arap*İsrail ihtilâflarından az* çok nzak kaldı. B. D.]. B i b l i y o g r a f y a ' , Bibi. Geogr. Arab. ( nşr. de Goje ), I ; G. Ie Strange, The Lands of the Easiern Caliphate, s. 24— 85; Ibn Serapion, Descripiion o f Mesopoiamia and Baghdad (nşr. ve trc. G . le Strange, J R A S , 1895); Yâljıüt, Mu cam, al-'îrâlf mad-



679



desı ve diğer maddeler; Rİtter, Erdkande von Asıen, X— XI; J. F. Jones, Memoire on the province o f Baghdad ( Selections from the Records o f the Bombay Go­ vernment, nr. 43, New Series }; M. Streck, Die alte Landschaft Babylonien nack den arabischen Geographen ( Leiden, 1900/1901 ) ; Petermann, Riesen im Orienf, II; Cuinet, la Turçaîe d’Asie, III; Oppenheim, Vom Mittelmeer zum Persischen G o lf (Berlin, 1899— 1900), II, 192— 305; Sprenger, Babylonica; Willcocks, The irrigation of Mesopotamia (Kahire, 1905); Sarre ve Herzfeîd, Archaeologiscke Reise im Euphrat- und Tigris-Gebiei; M. Hartmann, Aus Nadsc,hd und dem Irak ( Welt des Islams, II, 24— 54, 297— 308 ve III, 38— 48 ) ; Stuhîlman, Der Kampf um Arabien (Hamburg, 1916). ( M. H a r t m a n n .)



IRT1Ş. [Bk. îRTiş] IRZ. ‘ IRZ, bir çok arapça kelimeler gibi, ilk bakışta mânası olmayan vuzuhsuz bir kelimedir [bk. mad- MURÎPa ]. îbn K utayba'ye göre, "vü« cud„kelimesîsinîn müteradifidir. al-K ili bu fik­ re, haklı olarak, itiraz etmiştir (Amali, Kahire, 1323, I» 118 }. Kuvvetli ordu, hurma ağaçları ile kaplı vâdi v,b. ( bk. bilhassa Titc öl-'arüs, V, 45 ) gibi maddî karşılıkları bir tarafa bırakılırsa, ‘İrz „atalarm mefahiri" ( hasab ), „fıtrat-İ hami­ de" ( al-Halika al-mahmnda ) yahut rûh ( nafs ) mânasına gelir. „ırza tecâvüz" ( şatama ve müteradifi) tâbiri çok kullanılmaktadır. Bunun­ la beraber, metafizik bir cevher olmak itibâ­ rı İle, rûha tecâvüz edilemiyeeeği gibi, fıtrat-i hamîde esasen medh ü senayı istilzam ettiği ve rûh ise hadis âlemin dışında bulunduğu için, fıtrat-i hamîdeye tecâvüz edilemez, ffasab 'i 'irz ile bir tutmak meselesine gelince, bu, son derece yerinde bir şeydir. Buna rağmen, 'İrz hasab'deu daha fazla bir şeydir; çünkü, hasab ‘irz’ın tezahürlerinden birini teşkil etmektedir ( Lisân al-*arab, IX, 32, 629 ). Gerek islâmiyetten önceki devirlere, gerek hicretin I. asrına âît metinlere bakılırsa, 'İrz'm ( cem'İ a 'râ z) umumiyetle kabûl edilmiş bulunan ş e r e f fikrine tekabül ettiği görülür. Kelimenin morfolojisine bakılırsa, bu tarif daha ziyade sarahat kazanır: 'arz cömertlik ifâde eder. Kökün bir çok müştakları ( ı taraza ve idarraza ( lahü) fillerinde olduğu g ib i) açıkça bir taraf­ tan diğer bîr tarafa konmuş bir şeyi düşündürür; bundan başka, 'arz ( „ufku kaplıyan bulut" ) keli­ mesi gibi bir mania fikri uyundıran diğer bâzı müştaklar da var. ‘Irz, etimolojik bakımdan, ona sahip olan kimseyi, diğer insanlardan ayıran bir bölme mânasına gelmektedir. Bu bölme, kolayca tahrip edilebileceği için, şüphesiz ki,



68ö



IRZ.



dayanıksızdır. Zâten meşhur hataka ‘ir i ahu dedikleri bir hayat prensibine tâbi olan araplar tâbiri de bunu gösteriyor; kaili, öte yandan anarşik bir millet olmadıkları gibi, ne tamamen bir şeyi meydana çıkarmak için, bir tülü yırt­ ferdiyetçi, ne iptidaî, ne de tabıaten maddiyat­ mak demektir. Bundan başka, hatîka müştakı, çıdırlar. A yrıca,‘iri (manevî bir prensip olmak ş e r e f s i z l i k mânasına gelir ( Tâc al-arüs, VH, dolayısı İle), manevî hayatın bütün veçheleri­ 193). Bütün bunlardan şu netice çıkıyor: ‘ırz, ne, örf ve âdetlere ve ictimâî müesseseîere ferdi veya zümreyi dış âlemin tecâvüzlerinden hâkim bulunuyordu. Nihayet, 'İrz ictimâî mekoruyan bir çeşit maniadır î bu mania yanlınca, râtibin yahut müsavatsızlığın temeli id i: şâ­ şerefsizliği doğuran şeylere (tecâvüze ve bil­ ir, hatîp ve bâzı bakımlardan s ayy id hususî hassa hicü’ ’ya ) yol açılır. Filhakika, araplar bir itibâra sahip id iler: oğlan kıza, erkek ka­ hür insan köleye, kuvvetli «filânın ırzı bütündür" dedikleri zaman, bununla dına, şarîf vazı her türlü tezyîfden masun kaldığını kasdeder- kabîie zayıf kabîleye üstün idi. Tetkik etmekte olduğumuz 'İrz ’ın câhilİye ler ( Lisan al- arab ; al-Mişbâh al-m unîr; Tâc al-araş, bk. mad. İrz; Am ali, I. 118 ). Araplar devri i)e de münâsebetleri vardır. Bununla bebirisinin şerefine tecâvüz etmek istedikleri za­ râber, Peygamber nazarında mukaddestir; hat­ man, ırzına söverler. Bu sebepten, 'ırz ile tahkir tâ din ile aynı mertebededir. Zaten İslâmiyet, arasında sıkı bir münâsebet vardır ( Lisân al- vecîbeler şeklinde yerleşmiş olan bir çok un­ suru muhafaza etmiştir: himaye, cömertlik, *arab ; al-Mişbâh, bk. 'A r ). 'İrz ’m unsurları 3 fasılda toplanır : zümre, aile cesâret v.b, müslüman âdetlerine dâhildir. Bu ve ferd. Zümreye adet, şâir ve hatip, zaferler unsurlar esâs vasıflarını kaybetmişlerdir ( İslâ­ ve istiklâl; Şileye erkek evlâtlar; ferde de miyet takva fyı hamiya ’ye karşı koyduğu için ); zümre girer. Diğer unsurlar ( baş kaldırma, bunlar, artık tefahüre temel teşkil etmeyebi­ cesâret, hürriyet, Öç, kadının iffeti, cömertlik, lirler ; daha ziyâde dîne ve menşe’ini dînden verilen söze sadâkat, hur kadının esir olamayışı, alan bir ahlâka bağlanmışlardı, İslâmiyet (£ahasab, himaye, misâfir-severlık, mesken masu­ $ab, şa ta f g ib i) diğer unsurları atmıştır. niyeti ) bâzan aynı zamanda zümre ile ferde, Çünkü, bunlar isiâmiyetin ruhu ile uzlaşamazbâzan aile ile ferde, bâzan da ayn-ayrı züm­ dı. Buna rağmen, bu unsurlardan bâzdan hâlâ kuvvetle devam etmektedir. Bugünkü Bedevi­ reye, ferde ve aileye aittir. Irz ’m unsurlarının izahını eski araplarm harp lerde, 'ir i '1 hemen İslâmiyetten Önceki kuvveti hayatlarında bulmak mümkündür. Filhakika, He bulmaktayız ( Mâverây-i Ürdün ve Moab harpte her türlü başarısızlık veya boyunduruk araplarmın hukuk ’u ). Daha sonraları, bu unsurlar bir çok deği­ alâmetleri bir arap için zillettir, şerefsizliktir. Zillet ( z illa ), zaâfa delâlet ettiği için, kudre­ şikliklere uğradılar ve bilhassa şehirlerde tin zıddı dır ( cizza ). Bu sebepten, zaaf şerefsiz­ sönüp-gittiler. Fakat ‘ir i kelimesi, bilhassa liğin şartı oluyor. Diğer tâbir He, kaynağını Emevîler devrinde, muhtevaca, git-gide, fa­ kudretten alan her şey bir şeref unsuru olmak­ kirleşmiştir. Bugün ilk mânasında hâlâ kulla­ tadır. Hâlbuki, kaynağım zaaftan alan her şey, nılmaktadır. Fakat kudsiyetini ve tecâvüz He bir şerefsizlik unsurudur. Bütün delillerden, olan münâsebetini muhafaza etmemektedir ( msl. ‘irz^n. aslında harp ile ilgili olduğu neticesi Camkara, Bulak, s. 166; Ağânî, X 1, 49; İbn çıkıyor. al-Mukaffa', al-Adab al-kabir, nşr. Ahmed Diğer taraftan, 'İrz ’m mühim bir içtimâi rolü Zaki Paşa, İskenderiye, 1912, s. 42; İbn Kude vard ır: eski araplarm dini zayıf, te Pirsiz tayba, 'Uyun al-ahbâr, Kahire, 1925, I, 293; idi; âlemşumûl değil idi. Buna karşılık, 'irâ kuv­ al-Ş'âlabi, Mir ât al-murü'âi, Kahire, 1898, vetli ve te’sir bakımından mühîm idi; Yemen s. 22, 3 1; Abü Tammâro, D îvân, Kahire 1875, arap lan da dâhil olmak üzere, bütün araplarm s, 93; al-Buhturi, Beyrut, 1 9 u , s. 441, 442, fi’il ve hareketlerine hâkim idi. BÖyiece, ‘İrz, 449, 652; al-Mutanabbi 'nin Dîvân ’ı, nşr. mufâharât veya munâfarât meziyetler ile ku­ Dİeterici, s. 416; MihySr al-Daylam i’nin D î­ surların sayılıp döküldüğü toplantılarda dinîn v â n ’ı, Kahire, 1929, II, 4 ). Bununla beraber yerini alırdı. Bu toplantıların gayesi, araplar a, ( islâmiyetten önce de, sonra da asalet ve soy­ hislerin şekil değiştirdiği topluluk hayatım ca yükseklik ifâde eden ) şar a f ( eşraf sınıfı bütün kuvvetiyle tekrar yaşatmak idi [ bk. mad. bundan gelir) ferdî kıymet Ölçülerine bürüne­ MUFÂHARA ]. 'İrz, mukaddes sayıldığı için, âdeta rek inhiraf gösterip vuzuhsuz bir şekil île ‘İrz meşru olarak, dinîn yerini tutmakta id i; arap­ kelimesi ile rekabete geçecek ve câhiliyen’m lar, 'ırz ’ı her şeyin üstünde tutar, onu silâhla mûdii şerefi yerine alelade şerefi ifâde ede­ müdâfaa ederlerdi. cektir (msl. Ya'kübi, nşr. Houtsma, II, 3x4; Yukarıda söylediklerimizden şu neticeyi çı­ ‘ Uyun al-ahbâr, î, 346; al-Mutanabbi, D ivân, karabiliriz: fiil ve hareketlerinde şeref ( ‘İrz ) s. 342; İbn Haldun, Mulçaddima, Beyrut, 1900,



İRZ — İSPARTA.



68ı



s. 396; krş. al-Huşri, Zakr al-âdâb, nşr. Zaki şen İsparta, Hamıd-oğullarının Eğridir kolundan ve son hükümdar Hüseyin Bey 'in vefatı ( 1319) Mu barak, I, 135 ve lügatler). Bugün, *irz keîiraesinin mânası daralmıştır, üzerine osmanlı mülküne katıldı. Osmanlı hâki­ Kadın mefhûmu ile alâkası bulunmaktadır. miyeti altında İsparta, Anadolu eyâletinin Ha­ Ürdün'de 'İrz, kadmın fazileti, hattâ güzelliği mîd livasına merkez oldu. Daha yakın devir­ İle birdir (Salman, Fünf Jahre in Transjor- lerde K onya'ya bağlanan İsparta, bir aralık danien, Harışa, Lübnan, 1929, s. 144), Mısır 'da kazâ hâline konulmuş, 1867 'de yeniden sancak bîr erkeğin ırzı, umumiyetle karısının ve bütün hâline getirilerek, 1891 'de Hamidabâd adı ve­ kadm akrabalarının şöhretine bağlıdır. Suriye rilmiş, nihayet cumhuriyet devrinde İsparta 'de, kabileye mensup her kadının şöhreti, erke­ san cağıb ir vilâyet hâline konulmuştur. İsparta ’mn bölge merkezi olarak ehemmiyet ğin ırzına te'sir eder. Bugün, Ürdün ( Salman, s. 107 ) 'de, Naed kazanması orta çağdan sonradır. Daha evvel (Riljâni, Mulâk al* arab, s. 41, 6 0 )'de, Mısır bu havâlide — İsparta 'nın cenubunda, şimdiki ve Suriye 'de şaraf kelimesi 'İrz mânasında kul­ Ağlasun köyü yakınında — P. Lucas tarafın­ lanılmaktadır, Cezayir'de ise, n if yahut lıur- dan hayranlıkla tasvir edilmiş bulunan Sagalassus merkez rolünü oynayordu. Gerek burası­ ma kelimesini kullanıyorlar. B i b l i y o g r a f y a * . B. Fares, Vhonneur nın, gerekse daha sonra Hamîd-oğullarına baş­ chez les A r ahes avant VIslâm (Paris, 1932) şehir olan Eğridir 'in üstün durumunu izah içîn, adı geçen şehirlerin daha kolay müdâfaa edi» (B ichr F a r e s .) IS P A R T A . İ ç A n a d o l u i l e A k d e n i z lebüebüecek bir vaziyette bulunmalarını hatır­ m ı n t a k a s ı a r a s ı n d a intikal sahası teşkil lamak icâp eder. Diğer taraftan, ovanın şimâl eden „ g ö l l e r b ö l g e s i " ni n b a ş l ı c a ş e h r î kenarında bir sıra şehir var idi ki, bunlar da olup, Akdağ kütlesinden ayrılan tepelerin şimâl evvelce İsparta ile rekabet hâlinde id iler: şim­ eteğinde, kendi İsmi ile yadedilen ova kenarında di Atabey denilen büyük köyün yerinde bulu­ Antalya körfezine, Aksu adı ile, dökülen İsparta nan Agrae ( Ağrus veya A ğ r a ş ), Baya köyü çayının ( eski Cestrus ) yukarı mecrası üzerinde yanında bîr tepe üzerinde bakiyelerine rastla­ bulunur, İsparta '»m deniz seviyesinden irtifâı nan Seleucİa Sidera ve Gönen köyü yerindeki demir yol İstasyonunda, 1024 m. olup, şehir bu­ kadîm Conane, Bunlar sonradan zelzeleler, isti­ radan itibaren yukarıdaki mahallelere doğru lâlar veya şakavet yüzünden harap olmuş, bazı­ larında nüfusun bir kısmı — yer darlığı sebe­ yükselir. Bugünkü İsparta 'da ilk çağa âıt iskân izleri biyle — başka yerlere göçüp gitmişlerdir. İspar­ bulunmamakla beraber, buranın Pİsidîa şehir­ ta, Ağlasun 'un inhitatından sonra, Pisidia pis­ lerinden Baris ( fid{Hç;) yerine kaim olduğu ka­ koposluğuna ( daha sonra rûm metropoHtliğine ) bul edilmektedir. Ruge 'ye göre, sanskrîtçe su merkez oldu ve gerçekten idare merkezi rolü­ mânasında Vâri kelimesi ile münâsebetlİ Oldu­ nü de, osmanlı devrinde oynamağa başladı. ğu isbat edilen Baris 'in adı bâzı ilk çağ kay­ Ehemmiyetini, çevresinin ziraî mahsûlleri ve naklarında (Plinıus, Hist. n a i V, 147; Pto* sınâî faaliyeti ile, sonradan kazandı. XIV. asır başında burayı ziyaret eden sey­ lemaeus, V, 5, § S ) geçmekte ise de, bu sıra­ da ehemmiyetli bîr şehir vasfım hâiz olmadığı yah îbn Battüta, İsparta'yı medheder. Kâtib tahmin edilir. İznik konsül sırasında ( 325) bu­ Çelebi 'nin XVII. asrm ikinci yarısına âit tas­ radan Heraclius Barensis Pisidîae adı İle bahse­ virine göre, burası havası güzel, kalesiz, ticâdilir; daha sonra bizansh Stephan ve Hierodes retgâh, meyvası bol büyük bir şehir idi ve İspar­ tarafından zikrolvmur. Bizans devrinde burada ta 'da azîm boyahaneler var idi. XVIII. asrm ilk bâzı sikkeler de basılmıştır. Şehrin adı ibn Bat- yıllarında buraya uğramış olan fransız seyyahı tuta'da Sabarta ve Act. Ap. XXI, I'in arapça Paul Lucas (1706), İsparta'yı yün, afyon v.b. tercümesinde — yunanca Patara karşılığı ola­ gibi iptidaî maddeler ticâreti bakımından faal rak — Sabarta şeklînde gösterilmektedir ( krş. olmakla beraber, evleri harap küçük bir yer ZD M G , IX, 731 ). Kamus aValâm ’âa ise „ism-İ gibi gösterir. Buna mukabil, XIII. asrın ilk ya­ kadîmi Baris olmakla, rumca ise edat-i zarfı rısında İsparta 'yı ziyaret etmiş bulunan sey­ ile terkibinde îsbarila olduğundan bundan galat yahlar — bu arada Arundell, Hamilton, Tchîhatcheff, Texier — şehri medhederek, ehemmi­ olarak İsparta denmiştir" kaydına rastlanır. İsparta XIII. asır başında Selçuklu hüküm­ yetli bir ticâret merkezi gibi gösterirler. So­ darı Kılıç Arslan III. zamanında (600— 6ot = nuncuya göre İsparta, eski çağa âit her hangi 1203— 1204) bizanslılardan alındı ( Houtsma, bir âbide, hattâ kayda değer yeni bir yapı ih­ Rec. de Textes rel. a Vhist. les Seldj,, III, 62= tiva etmemekle beraber, mevkii ve ticarî faâliIV, 26). Konya imparatorluğunun dağılışı sıra­ yeti bakımından, bu havâimin en büyük ve en sında Hamîd-oğulları [b.bk,]'mn hissesine dü­ güzel şehridir. Güzel ağaçlar ile süslenen bîr



68i



İSPARTA*



yamaca yaslanmış olan İsparta, bu seyyahlar tarafından, Bursa 'ya benzetilir: Sarre ( 1895 } 'ye göre, Toros dallarının Öncü tepeleri ete­ ğinde İsparta, gür yeşilliği ye bol suyu ile, gerçekten Uludağ yamaçlarına yaslanan Bursa 'ya benzemektedir. Şehrin nüfusuna dâir verilen malumat, birbi­ rinden oldukça farklıdır. E. Reclus tarafından XIX. asrın ikinci yansında 30.000 nüfuslu ola­ rak gösterilen şehrin nüfusu Lûgat-i tarihiye, ve coğrafiye sâhibî Ahmed Rıfat 'a göre ( b. 1299 'da ), 12.000, Kamus al-alâm ’da 17.000 ( 4500 hıristiyan, gerisi müslüman ), Cuinet 'ye göre 20.000 (13 bin, müslüman, 7.000 rûm), Sarre'ye göre 18—-20.000 {şehrin 4.000 evinden 800'ü tûiu, 120 kadarı ermeni, gerisi türk) olarak göste­ rilmiştir. XX, asrın ilk yıllarına âît tahminler bu rakamları aşıyor : Bansey 'ye göre, 26.000, İslam Ansiklopedisinin Leiden nüshasında, J. H. Mordimann 'a göre, 30.000 ( 6,000 rûm, 500 er­ meni, geri kalanı türk ). Şehrin nüfusuna dâir ilk doğru rakam 1927 sayımı sırasında elde edilmiş, buna nazaran 15.976 olan nüfusu 1935 'te 18.433'e yükselmiş ise de, 1945'te hafif bir azalma ile 17.292 olmuştur; İsparta ’mn rûm nü­ fusu, birinci cihan harbinden sonra mübadele ile ayrılmışlardır: bunlar umumiyetle unutmuş olup, türkçe konuşurlardı. 1305 (1887/1888) Konya salnamesine göre, İsparta 'da yedisi minareli, yedisi minaresiz 14 cami ve 64 mescıd, 8 med­ rese, 1 kütüphane, 8 rûm ve 1 ermeni ^.’isesi var İdi, İsparta camilerinin en büyüğü ve eskisi çarşı camii olup, Kutlu Bey tarafından yaptırıl­ mış, sonraları bir kaç defa tamir ve tâdile uğra­ mıştır. Güzel bir yapı olan Firdevs Bey ca­ mii Mimar Sinan 'in eseridir. Agrus ( At a B e y ) 'da da yine aym mimarın yaptığı Burhan Paşa camii bulunur. 1197 ’de sadâret makamı­ na yükselen Halîl Hâmid Paşa Hacı Abdî ca­ miini yeni baştan yaptırmış ve bunun yanında bîr de küiüphâne inşa ettirmişti ki, şimdi bu câmî harap bir hâlde olup, kütüphaneden kalan bâzı kitaplar halkevİnde saklanmaktadır. İsparta 'nm eski bedesteni de haraptır. Şehrin harâbî» sîne, vakit-vakit uğradığı sarsıntılar müessir olmuş, bu sarsıntılardan biri 1899 yılı kânun II. 'da epeyce hasara sebebiyet vermiştir, İsparta çayının taşmaları da vakit-vakit bâzı mahal­ lelere zarar vermekte İdi. İsparta şehrî, cenûb-i garbide dağlık sahaya doğru sokulmakta olup, şehrin cenubundaki Hisar dağı üstünde eski bîr kale bakiyesine rastlanır. Evlerinin çoğu yeni olan bahçeli ma­ halleler, çay boyunda ovaya yayılmaktadır. Şehri Eğridir— Kara-kuyu demir yoluna bağla­ yan 13 km .'lik İsparta — BozanÖnü şûbe hattı 26 mart 1936'da işletmeye açılmıştır*



a>\



İktisadî bakımdan İsparta, balı dokuma ve ticâret merkezi olarak tandır. Bununla beraber, İsparta 'da halıcılığın, doğması değilse bile, inkişâfı, oldukça yeni bir hâdisedir. Eski kaynaklar, hattâ b. 305 sâlnâmesi, mahallî san'atlar olarak, bez, havlu, alaca ve ipek do­ kumaları ile deri İşleri üzerinde dururlar. Ha­ lıcılık takriben 80 sene kadar evvel İsparta'da türkler tarafından geliştirilmiş, türk ve rûm işçilerin çalışması ile iler ilemiş, İzmir haİıîhrâcât şirketlerinin teşvikinden faydalanmış ve şehrin inkişâfı da bu faaliyet ile beraber yü­ rümüştür. Bugün İsparta halıcılığında, kemmıyet itibârı ile, büyük bir gerileme görülmemekle beraber, motif, boya ve dokuma bakımından bir keyfiyet düşüklüğü kaydedilmekte, >gerçek­ ten güzel halılar az dokunmaktadır. Hah tez­ gâhları İsparta şehri İle berâber, civar köyler­ de ( msl. A ta B e y ) ve kasabalarda başta Eğridir bulunur. Son yıllarda İsparta 'da 2.500, civar köy ve kasabalarda ise, 2.000 kadar halı tezgâhı bulunduğu talimin ediliyordu. Şehir dışında dokunan halılar yıkanmak ve satılmak için İsparta'ya getirilir.Tezgâhlarda en ziyâde kadınlar ve onlarla berâber çocuklar çalışır. Bîr İşçi günde en fazla 8— 10 bin düğüm yaptığı­ na göre, 400.000 düğümden meydana gelen bü­ yücek bir halının dokunması, 2 veya 3 kişi çalışmak suretiyle, 40 gün kadar zaman ister. İsparta ’nın gül bahçeleri de meşhurdur. Bu­ rada elde edilen güllerden gül yağı çıkartılır. Bununla berâber, uzun harp yıllan sırasında bakımsızlık yüzünden gül yağcılığı eski ehem­ miyetini bulamamış ve Bulgaristan 'm rekabe­ tinden zarar görmüştür, İsparta vilâyetinin 8.311 km. murabbaı ara­ zisi üzerinde yaşayan nüfus, 1945 sayımına göre 172.543 'tür. Vilâyetin kuzâları İsparta ( 1753 km. murabbaı, 51.000 v fus, 46 köy), Eğridir, Uluborlu, Yalvaç, Şar!’ Kara-ağaç ve Sütçüler 'dır. B i b l i y o g r a f y 0 : Pau y-Wİssowa, Realencyclopadie . . , , III, 17 v.d. ( Ruge tara­ fından yazılmış BARİS m addesi); K. Ritter, Erdkun.de, XIX, 539 v.d.; Elisee Reclur Nouvelle geographie üniverselle, IX, 651, 660; îbn BattSta, Seyahatname, ( trc. Mehmed Şerîf), II, 315; Kâtib Çelebi, Cîhannümö, ( nşr. İbrahim Müteferrika ), s. 639 v.d.; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IX, 283; Paul Lucas, Voyage dans la Grece, VAsİe Mineure . . . , I, 246 v.d .; ArundeiJ, A Visit to tke seven Churches o f ^4 sia,®I, 346 v.d.; aya, mil., Discoveries in Asta Minör, I, 346 v.d., II, 1— 22; W. J. Hamilton, Researches in Asîa Minör . . . , I, 483 ; Ch. Tezter, A si e Mineure, s. 715; F, Sarre, Reisen in Kleinasien, s. 167



İSPARTA — 168; W, M. Ramsay, The Historical Ceography o f Asia Mınor, s. 382 v.d.,* E. Banse, Die Türkei, s. 120; Ahmed Rıfat, L ü g a ti tarihîye ve coğrafiye, î, 144; Şe mşeddin Sâtiıî, Kamus aLcılam, Iî, 857 v.d.; Konya vilâyeti salnâmesi (h. 1305), s. 145, ( BESİM Da r k o t .) ISSIK-KÖL. İSS1K-KÖL, Türkistan 'da Tanrı dağlanma orta kısmında ( orta Tiyanşan 'm Han-Tengri bölgesinde), 42° 10'— 420 59' şimal arz dâireleri ile 76° 14'— 78° 30' şark tûl dâire­ leri arasında, 1579 m. yükseklikte kâin b ir g o l ve bugünkü Kırgızistan 'da, idâri bir bölgedir. Türklüğün ilk beşiği sayılması ve tarihî hare­ ketlere sahne olması dolayısı ile mîllî türk destanlarında ve türk tarihinde sık-sık adı geçen Issık-Köl, Türkistan dağlarındaki gölle­ rin en mühimi ve dünyadaki dağ göllerinin en büyüklerinden bîridir. G Ö1 e I s s 1 k-K ö 1 a d ı v e r i l m e s i n i n s e b e b i deniz seviyesinden çok yüksekte olmasmarağmen,k ışm hiçdonmamasıdır.Filhakika Issık-Köi hakkında ilk malumatı veren II. ( m. ö.) asır çin kaynaklan gölün adını Jo-hay ( sıcak de­ niz ) şeklinde tesbit etmişlerdir. Müslüman müel­ liflerinden R’udâma 'de adı tasrih edilmeden ken­ disinden ve etrafındaki bîr çok şehirlerden bahsedilen Issık-Köi, Hudüd al-âlam’ de Iskük ve îskül, Gardizi 'de jsığ-Küî, al-Haraki'de „kf£ harfinin teşdidi ile îskûl, Şaraf al-Din Yazdi ve îbn ‘A rabşah‘ta İsi-Küî olarak zikredilmiş­ tir. Göl hakkında en son ve en etraflı mâlurru.t veren ve adını İsiğ Kül olarak kaydeden Târih-i Raşidi müellifi Haydar Mirza Düğlat gölün suyunun yıkamak için bile kullanılmaya­ cak derecede, tuzlu olduğunu yazmaktadır. Hâl­ buki insan ve hayvanlar tarafından içilememekîe berâber, golün suyundaki tuz mıkdart pek eüz'îdîr, MantkfİK Îsssk-Köl 'e, tuzlu gol mâ­ nasında Tuskebfjdenildiği de vâkidir. Herhalde Unkovskiy i7,!.2'de golü haritaya bu ad ile almıştır, Issık-Kol 'e dökülen ırmakların bir çoğu ve bilbasba şark sahillerinde gölün dibi demirli kumu ihtiva etmektedir. Bunlardan başka gol sâhillerinde demir ihtiva eden mâden su­ lan ve bâzı yerlerde kırmızı demir mâdenleri bulıinur. Kırgızların, iptidaî usûller ile, İstih­ sâl ettikleri ve küçük bıçaklar İmâl etmelerine yarayan bu demirler sayesinde moğullar bu göle Temurtu-Nor ( „Demirli-Göl£