110 50 43 MB
Turkish Pages [239]
Table of contents :
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_001
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_002
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_003
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_004
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_005
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_006
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_007
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_008
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_009
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_010
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_011
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_012
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_013
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_014
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_015
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_016
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_017
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_018
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_019
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_020
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_021
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_022
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_023
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_024
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_025
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_026
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_027
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_028
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_029
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_030
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_031
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_032
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_033
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_034
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_035
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_036
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_037
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_038
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_039
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_040
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_041
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_042
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_043
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_044
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_045
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_046
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_047
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_048
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_049
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_050
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_051
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_052
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_053
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_054
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_055
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_056
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_057
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_058
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_059
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_060
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_061
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_062
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_063
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_064
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_065
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_066
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_067
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_068
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_069
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_070
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_071
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_072
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_073
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_074
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_075
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_076
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_077
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_078
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_079
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_080
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_081
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_082
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_083
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_084
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_085
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_086
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_087
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_088
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_089
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_090
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_091
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_092
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_093
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_094
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_095
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_096
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_097
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_098
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_099
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_100
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_101
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_102
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_103
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_104
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_105
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_106
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_107
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_108
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_109
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_110
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_111
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_112
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_113
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_114
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_115
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_116
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_117
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_118
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_119
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_120
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_121
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_122
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_123
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_124
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_125
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_126
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_127
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_128
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_129
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_130
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_131
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_132
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_133
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_134
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_135
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_136
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_137
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_138
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_139
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_140
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_141
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_142
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_143
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_144
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_145
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_146
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_147
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_148
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_149
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_150
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_151
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_152
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_153
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_154
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_155
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_156
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_157
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_158
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_159
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_160
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_161
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_162
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_163
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_164
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_165
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_166
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_167
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_168
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_169
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_170
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_171
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_172
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_173
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_174
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_175
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_176
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_177
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_178
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_179
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_180
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_181
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_182
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_183
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_184
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_185
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_186
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_187
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_188
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_189
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_190
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_191
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_192
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_193
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_194
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_195
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_196
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_197
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_198
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_199
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_200
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_201
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_202
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_203
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_204
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_205
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_206
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_207
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_208
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_209
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_210
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_211
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_212
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_213
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_214
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_215
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_216
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_217
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_218
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_219
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_220
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_221
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_222
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_223
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_224
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_225
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_226
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_227
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_228
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_229
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_230
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_231
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_232
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_233
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_234
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_235
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_236
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_237
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_238
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_239
Medeniyet ve Kapitalizm ------
Fernand Braudel
�
İçindekiler
Sunuş: Braudel'i Niçin Okumalıyız?/Mustafa Özel Birinci Bölüm
Maddi Medeniyet ve Kapitalizm Üzerine Düşünceler 1. Maddi Hayat Üzerine Düşünceler 21 2.
Piyasa Ekonomisi ve Kapitalizm 45
3. Kapitalizm ve
Dünyayı Taksim Etmek
78
İkinci Bölüm
Medeniyet ve Kapitalizm 4. Sayılann Ağırlığı 5. Para 6. Borsa
108
109 115
7. Piyasa ve Kapit alizm
128-
8. Üç Kelimenin Serüveni: Kapital,
Kapitalist, Kapitalizm
185
9. Medeniyetler Sadece Savaşmazlar
155 -
7
10. Hıristiyanlık ve Ticaret: Riba Üzeri ndeki Kavga 163 ll. Püritanizm Eşittir Kapitalizm mi?
169
12. Tatminkar Bir izah: Geriyedönük Co�fya 13. Kapitalizm Eşittir Rasyonalizm mi?
181
14. Quattrocento Floransa'sı:
Yeni bir Yaşama Sanatı 191 15. Avrupa Dışmda Kapitalizm:
Çin ve Japonya
197
16. Sanayi Devrimi ve Büyüme
213
Üçüncü Bölüm
Braudel Üzerine 17. Braudel ve Yeni TarihiPeter Burke
223
18. Braudel'in Kapitalizm Tahlili: Herşey
Tepetaklakllmmanuel Wallerstein 236
176
� Sunuş
Braudel'i Niçin Okumalıyız? MUSTAFA ÖZEL
Akdeniz'i ilitirasla seven bir köylü, şair ve tarihçi. Adı Cemil Meriç'ten duymuştum önce; Umrandan Uygarlı ğa'nın "Medeniyetlerin Ölümü" bahsi onunla taçlanıyordu. Sonra Ömer Lütfi Barkan'ın Boğaziçi'ndeki dersleri (197778). Lüks karton kapak içindeki iki ciltlik Akdeniz'i satın alamamıştun. Meriç'in Fransız Ansiklopedisi'nden aktar dığı sekiz sayfalık metin medeniyetler tarihine, dolayısıy la insanlığın geleceğine ışık tutan bir evrak-ı metruke. Ya zıda dikkatimi ilk çeken nokta, üstadın "'topyekUn. tarih" anlayışıydı: nı
İster medeniyet veya medeniyetler, ister kültür veya kül türler tarihi diyelim, bu özel tarih bir özel tarihler korteji veya orkestrası: Dil, edebiyat, ilim ler, sanat, hukuk, mües seseler, hassasiyet, ıidetler, teknikler, batı] inançlar, iti katlar, dinler, gündelik hayat ve bunlann tarihi. Bu alt bölgelerden her birinin kuraJlan, hedefleri, dili, akışı var kendine göre. Bunlan umumi tarihle nasıl uzlaştıracatız? Ritimleri farklı, ama hepsi de birbirine bqh. Medeniyet 7
başka bir tabirle, topyek1ln ta ayınnak mümkün mü? Medeniyet tarihi, sahnenin önüne reelin bazı cephelerini yani bazı hakikatlan iterek, bütünü izah etmek istiyor. Yani daima bütün söz konusu, derinliki ve her cephesiyle bütün. ı tarihini umumi tarihten, rihten
Braudel, Annales Iancasının diğer iki üstadından (Bloch ve Febvre) daha sistemli b içimde, geleneksel anla yışla siyasi, iktisadi, kültürel... alt-bölümlere ayn l an tari hi 'topyekün' bir toplum t arihi ne dönüştünDe peşindeydi. Hedefi, insanoğlunun geçmişinin bütün veçhelerini biribir leriyle bütünleştinnekti: ağırl ığı sıradan insanın ve bir bü tün olarak toplumun değişen çevresine ve hayat tarzına kaydıran bir entegrasyon. Histoire euenementielle ile, siya si hadi seleri onlan kuşatan ve şartıandıran fiziksel ve top lumsal çevreden soyutlanmış olarak ele alan tarihle ilgi lenmiyordu. Bu, Annales oku l unun temel yaklaşımıydı as lında. "Hiç kuşkusuz, siyasetle, sanatla ve fikirlerle ilgile niyorlardı, zira bunlar önemli beşeri faaliyetlerdir ve tarih her şeyden önce bir beşeriyet (insanlık) bilimi dir Ancak bu faali yetl er, bütün diğer beşeri faaliyetler gibi, zaman ve mekan taraôndan şartlandınlmaktadır. Bir çağda ve yer de düşünülebilir olan bir düşünce, bir diğer çağ ve yerde düşünülemezdir ve tarihçinin (tarihçi sıfatıyla) iş levi böy le bir düşün ce nin nesnel doğruluğunu veya yanlışlığını ilan etmek değil {zira tarihsel terimler her zaman için mutlak değil, görelidirler), aksine, be lirli bir çağda onlan d üş ünülebilir kılan şartlan belirtmek veya önermektir". 2 .
Bir çeşit topl umsal determinizm karşısındaymışız gibi geliyor insana. Ama beşeri hayatiyeti (vitality) tamamen kabul eden ve toplumsal determinizmi onunla sınırlayan bir anlayıştır bu. Kökenieri ve ilham kaynaklanyla Fran� sız olan bu tarihçiler, Trevor-Roper'in yerinde tesbitiyle, 8
şimdi artık uluslararası bir elit meydana getirmektedirler: Ayn ve belirgin bir felsefe, ortak bir sadakat, edebi bir \is lup. (Braudel'in kitaplannı -ne yazık ki İngilizce çevirile rinden- okuyuncaya kadar, ifadesindeki şiiriyeti Cemil Meriç'e atfediyordum. Okudu� metin iki şairin vusla tıymış meğer.) Annales lonc asını n sadakati, birbirinin ha lefi olan üç kurucu 'baba'yadır: Marc Bloch, Lucien F�bv re, Fern an d Braudel. Bu üçlünün arkasında ise onlan et kileyen veya yol gösteren daha eski hocal ar : Kurumsal ta rihte Fustel de Coulanges , iktisadi tarihte François Simi and, sosyolojide Emile Durkheim, coğrafyada Vidal la Blache ve pek azı tariçi o la n daha birçoklan. Çünkü Anna les zanaatçılan ilhamlanm tarihçiler kadar tarihçi olma yan düşünürlerden de alageldiler; onlannki bütün sınırla n çiğneyen ve bütün teknikleri kullanan bir tarih türüdür. Ama hangi tarih-dışı kaynaklar onu beslemiş olursa olsun, okulun kendisi es as olarak tarihseldir. Kurucu babalann başansı coğrafya, sosyoloji, hukuk ve fikirleri geniş tarih ırmağına katmış ve böyle yapmakla -en azından bazı ba Jomlardan tehlikeli biçimde kurumakta olan- ınnağın su yunu tazelemiş, beslemiş ve güçlen� olmaktır. 3 Üç Katlı Tarih Köşkü Braudel'e göre, dün, bugün ve yann birarada ele alın madıkça anlaşılamazlar. "Bugünü anlamak için bütün ta rihi seferber etmek zorundayız". Bu seferberlik sürecinde tarihi, farklı kademelerde oldukça farklı hızlada ilerleyen eşzamanlı süreçlere göre yeniden tasnif ediyordu. Bu çeşit li yönelimler üç ana kadernede meydana geliyor, tarihsel değişim süreçleri adeta üç katb bir binaya benziyordu: En alt katta, insanoğlunun tanmsal, 'denizsel' ve demografik çevresindeki ağır, uzun-vadeli değişmeler yer alıyordu. Ara katta, binlerce yıl boyunca değil de bir veya iki yüzyıl 9
içinde vuku bulan orta-vadeli iktisadi ve kültürel kayma lar bulunuyordu. Üst kata ise bütün kısa-vadeli dalgalan malar ve geleneksel anlamdaki 'hadiseler' yerleşiyordu. "Tarihe bu nevzuhur yaklaşım Braudel'in ikinci büyük eserinde daha da geliştirildi. Maddi Medeniyet ue Kapita lizm, genel ol arak Orta Çağiann sonlanndan Sanayi Dev rimine kadar dünya ekonomisi ve dünya to pl umunun evri mini ele alan bir ş aheserdi r. To plu msal de ğişmenin belirle yicileri olarak maddi faktörler üzerindeki ısranna ve Marx' tan ödünç kavramlar almadaki rahatlığına rağmen, Braudel'in sistemi -sınıf çatışmasına hiçbir merkezi rol vennediği için- esas olarak Marxist geleneğin o l dukça dı şında kalmaktadır." "
Braudel'in dili, tıpkı muhayyilesi gibi, özel liği olan bir dildir. Akdeniz'in iki cildi içinde zavallı Il. Filip'e ancak sı nırlı bir rol verilirken, Maddi Medeniyet ve Kapitalizm'de neredeyse gerçek ki şil er yoktur. Dramm kahramanlan
buğday, pirinç, veba, para,· kambiyo senedi, teknoloji ve ta bannma, giyim eşyası, vesairedir: "Buğdayın af
şımacılık,
fedilmez kusuru, düşük verimiydi"; "Pirinç gaddar ve insa nı kö lele ştiren bir üründür". 15 Braudel, her şeyden önce tarihle sos;Yolojiyi birl eştirip bir tek düşünsel serüvene dönüştürmek istiyordu; bunlar "'aynı kumaşın tersi ve yüzü deği l , bizzat o kuma'ın mad desi, ipliğinin tüm cevheri" idiler. Böyle bir iddia tartışma lı ve söze sığmaz olsa bile, bir a rzuy u , değişik beşeri bilim ler arasındaki birliği gözl eyen mütehakkim bir arzuyu ye rine getirmekle, bu bilimlerin kendilerini ortak bir pazar dan ziyade ortak bir sonınsala arz etmelerini sağlamakta , onları sahte meselelerden ve işe yaramaz bilgi yılınlann
dan kurtarmaktadır.6
10
Tefekkür
Kaynağı Akdeniz
Braudel'in ilk aşkı, Akdeniz.
Karşı
kıyıdan (Ceza
yir'den), tepetaklak seyredilen Akdeniz. "Ömrümün o yıl
iannda (1930 dolaylan) gözlerimin önündeki toplumsal, si yasal ve kolonyal dramı anlamıyordum. Vicdan azabı ora ya yirmi yıl sonra gelecekti. 1930 dolayında, Benjamin Cremieux ders vermek için Cezayir'e ayak bastığında, Rudyard Kipling'e telgraf çekiyordu: "Cezayir'e vasıl ol makla, Fransa'yı anlamaya başladım". Kipiing ve İngilte re Hi ndistan'a sahiptiler ve duru bir vicdana. Ve İngilte re için varlığının izahıydı Hindistan.''7 -
Akdeniz'i esir kam pın da yazar Braudel; önce Mainz'de dir (1940-42), sonra Lübeck'te özel bir kam pta (1942-45). İspanyol arşivlerinde otuzlu yıllar boyunca "kilometrelerce mikrofilm çekmiş" ve bunl an zihnine kazımıştır. "Hapis hane iyi bir okul olabilir; sabır ve hoşgörü öğreten bir okul." O uzun yıllar boyunca Braudel'e yoldaşlık eden, "ke limenin hakiki e ti moloji k anlamıyla, zihnini başka şeylere vermekten alıkoyan", Akdeniz olmuş. Defter üstüne defter doldurup Lu ci e n nbvre'e göndermiş. "Eğer mahpusluğum olmasaydı, muhakkak ki çok değişik bir kitap yazmış olur dum•. Floransalı gen ç bir felsefeci Akdeniz'in yazdış hikAye sini öirenince şaşkınlığını gizleyememiş: "O kitabı hapis
hanede mi yazdınız? Ah, demek bu yüzden beni hep bir te fekkür kitabı olarak etkiliyordu.• Evet, diyor Braudel, "za man
ve
mekAnda benden çok uzaklarda da olsa, yıllar yılı
Akdeniz'i düşündüm, başbaşa yaşadım onunla. Tarih görü
şüm kesin biçimini ben tam anlamıyla farkında olmaksı
zın aldı: Kısmen, hakkındaki hiçbir geleneksel tarihi açık kuşatıcı görünmediii Akdeniz'e doğrudan düşünsel bir cevap olaM. kısmen de içinden geçmekte ol-
lamanın bana
ll
duğum trajik zamanlara doğrudan varolu1f8al bir cevap olarak.."B ll. Filip Döneminde Akdeniz
ve
Akdeniz Dünyası önce
1947 yılında doktora tezi olarak savunuldu ve iki yıl sonra yayımlanarak ya zanna kısa zamanda haklı bir şöhret ka zandırdı. Gözden geçiri lm iş ve önemli ölçüde genişletilmiş ikinci baskısı 1966'da yayımlanan bu m ua zzam. çalı ş ma da Braudel, Akdeniz top lumunun XVI. yüzyıldaki inhitatını ve bu gerneyişin sonuçlarım inceleyerek, iktisadi, demog rafik, kültürel ve siyasal v eril erin ve b unlann yorumunun eşsiz bir sentezini yaptı . Kırk yıl aradan sonra, Türkçeye kazandınlan bu abidevi esere (Barkan hocanın 195l'de yazdığı değerlendirmeyle beraber) sahip olduğumuz için9, sözü uzatınadan ikinci büyük çalışmaya geçiyorum.
Dünyayı Tartan Bir Kitap Maddi Medeniyet
re
ve
Kapitalizm, 1952'de Lucien Febv
tarafından Braudel'e •ısmarlanan' bir çalışma.
"Başlan
gıçta nasıl sonugelmez bir serüvene atılmakta oldu ğum a
bir fikrim yoktu. Benden beklenen, sanayi-öncesi Av rupa'nın i ktisadi tarihi üzerine yapılmış çalışmalann bir özetini sunmaktı. Ancak dönüp dönüp kaynaklara geri git me ihtiy acım duymakla kalmadım, itiraf ed erim ki ne ka dar arqtırdıysam, XV-XVUI. yüzyıllar arasınd aki iktisa di gerçeklikleri doğrudan gözlemekle o kadar canı sıkkın h8.le geldim. Sıkıntımın s ebebi , gözledi!im gerçekliklerin, olan biten hakkınd aki klasik ve geleneksel teorilere ya uy madıiı ya da onlara tamamen ten düş tüğüyd ü : S öz kon u su teoriler ister Werner Sombart'm, ister Jo se f Kulisc her'in olsun; hatta, ekonomiyi, bağiamından meşru biçim 'de kopaniabilen ve k endi başma ölç üle bilen (çünkü hiçbir şey istati stiğe dökülmeden anlaşılabilir dejildir!) homojen dair
12
bir gerçeklik o larak görmeye meyyal iktisatçılann görüşle
rine de ters düşüyordum. •ıo
1952'de tasari anınaya başlanan eser 1979'da tam amla rup yayımlanabildi. Çeyrek yüzyıllık disiplinlerarası yo
ğun bir ç abayla ortaya çıkan kitap üç
ciltten oluşuyor:
ı. Günlük Hayatın Yapıları: Mümk.ünün Sımrları; 2. Tica retin Tekerleri; 3.
Dünyanın
Görünüşü. Braudel'in ifade
az açık sözlüdürler
ve tematik araştırma adına layıktırlar.
siyle, üçüncü cilt uluslararası eko nominin biçiml eri
ve bir biri ardınca gelen üstünlük e ği liml erinin kronolojik ince lenm esidir. Tek kelimeyle, tarihtir. İlk iki cilt ise ç ok daha İlk cilt bir çeşit 'dünyanın tartılması'dır ( Pierre Chaunu): Sanayi-öncesi dünyada
mümkün olanın sımrlarının değer
lendirilmesi. Bu sınırlardan biri o çağlar boyunca 'maddi hayat' tarafından işgal edilen m uazzam mekAndır.
İkinci cilt piyasa ekonomisi ile kapitalizmi karşılaştırmaktadır. Bu iki üst katmanı birbirinden ayınnak ve onları biribirle riyle alakalan çerçevesinde, hem çakıştıkları hem de ayrıl dıkları yer lerde açıklamak
son derece önemlidir.
Eğer kapitalizm ile piyasa ekonomisi arasında umumiyet hiçbir aynm yapılmıyoras, bu her ikisinin de Ortaçağ lardan bugüne aynı hızla Ileri doğru gitmelllnden ve kapi talizmin çoğu kez iktiB&di ilerlemenin güdüleyici kuvveti yahut çiçeklenmesi olarak sunulmasındandır. Gerçekte, herşey maddi hayatın o geniş sırtı üzerinde duruyordu; maddi hayat genişlediği zaman. heı,ey ileri doğru gidiyor du, piyasa ekonomisi de hızla genitleyerek maddi hayat le
pahasına mesafe katediyordu. ıı
Braudel,
kapitalizmin
temel
niteliği
h u sus un d a
Schumpeter'in kanaatini paylaşmaktadır: o bir aile servet-
leri medeniyetidir. Kapitalizm, piyasa ekonomisi al eyhine 13
işleyen, rekabeti mümkün olduğunca ortadan kaldıran bir rejimdir. Bunu da, her zaman olmasa da, çoğu kez devletin katkısıyla başanr. "Kapitalizm ancak devlet ile özdeş hAle geldiği zaman, kendisi devlet olduğu zaman muzaffer olur."12 Max Weber kapitalizmin ruhunu Reformasyona ham lediyordu, Werner Sambart Rönes ansa. B raudel, bu tartış manın temelsizliğini ortaya ko yuy or. Max Weber için 1904'te ve Werner Sombart için 1912'de Avrupa'nın dünyanın, bilimin, aklın ve mantığın zorunlu
merkezi oldu�nu hissetmek tamamen normaldi. Ama biz o eski nefs emniyetini ve üstünlük kompleksini yitirdik.
Öyle ya, bir medeniyet bütün zamanlar için bir diğerinden
niçin
daha kavrayışh ve rasyonel olsun?ı3
Weber ve Sambart için, hemen hemen tü m Batılı çağ daşlan gibi, kapitalizmin tabiatma dair izahlar "Batı kafa sı"nm tartışılmaz yapısal üstünlüğü ile alakab olmak zo rundaydı. Weber için bir zirveydi kapitalizm, terakkinin son safhasıydı. Üçüncü dünyanın "Batıcı" aydınlan (İslam modemİstleri dahil) çoğunlukla Weber ile aynı çizgideydi ler; hem pi yasa ekonomisiyle kapitalizmi bir sayıyor, hem bu ikincisini hiçbir zaman nazik ve mu hte m el en geçici bir rejim ol arak gönnüyorlardı. Braudel ise son derece taraf sız ve soğukkanlıdır: Bugün kapitalizm dediğimiz ol guda ölüm ve her h alüklir
da dönüşüm serileri artık o kadar ihtimal dışı gözükmü yor. Onlann gözlerimizin önünde meydana gelmekte ol
duklannı görebiliyoruz. Kapitalizm her halükarda bize ta rihsel evrim içinde son söz olarak gözükmüyor artık. 14
14
Batımn
İslim'a Borcu
Braudel'e göre, medeniyet "biriken ve m iras bırakılan irfan•dır. Hem sürekli, hem detişmekte olanı bünyesinde banndınr; kültürel mallan hem ithal hem ihraç eder. Ve "'batı kapitalizminde ithal kökenli ne varsa, mahreci is lam'dır." Kambiyo senedi (süftece), commenda adıyla bili
nen sermaye ortaklığı (mudaraba), önden satış (m.ohatra); kAğı t, pamuk, Arap rakamları, abaküs, İsli.m vasıtasıyla keşfedilen Yunan bilimi, barut, pus ula...
piri n ç, ipek, şeker kamışı,
Bu ödünçlerin varlı� kabul etmek Batı tarihinin, Batımn rasyon aliteye doğru giden yolda tekbaşına yürü yen öncü dahi ve hocasız m uci t olduğu tarzındaki gel ene k sel izahlarma sırtımızı çevirmek demektir. İtalyan şehir devletlerinin modern ticaret hayatının araçl arını icat et
miş olduklan iddiasını reddetm ek demektir. Ve bu, mantı ken, Roma İmparatorluğu'nun ilerlemenin beşie-i olm a ro lünü reddetme nokta sına kadar gider·l6
İslam bir ticaret medeniyetiydi. "Müslüman tacirler en eski devrilerden itibaren, Avrupa'da nadiren görülen bir itibara sahiptiler." Ama İslam da, tıpkı Hıistiyanlık gibi, riba duvarına çarpıyordu: "Madeni paranın dol anımıyla
bulaşan ve her tarafa yayılan bir hastalık olan riba". İslam dünyası dinar (altın p ara) ve dirhem (gümüş para)leriyle üstün bir iktisadi konumdaydı ve adeta sonraki asırların Avrupa ekonQ.misini haber veriyordu. "Erken dönem Avru pa kapitalizminin uzu n mesafeli ticareti Roma İmparator lu ğu'n un mirası değildi. Onbir ve onikinci yüzyıllardaki büyük
İslam çağından devralmdı". Braudel, Avrupa'nın çı
raklıktan k urtu lma tarihi olarak 1252'yi veriyor: B atı'nın yeniden altın para dar betmeye
başladıA'ı yıl. 15
Hatime Braudel'in tarih yöntemi ne ölçüde ikna edicidir? J.l. Israel'in belirttiği gibi, ilk eserindeki bazı zaaflar ikinci eserinde daha da belirginleşmiş durumdadır. Aynntıların daha az emin şekilde kavranması, veri olarak kullanılan olgular ve bu ol gulan n yorumlannda düşülen sık hatalar ve genelde çok daha az ikna edici deA'erlendinneler ikinci eserin değerini ciddi ölçüde azaltmaktadır. Siyasetin, as keri gücün ve 'hadiseler'in sosyo-ekonomik gelişme üzerin deki etkileri bu derece küçümsenebilir mi? Bu küçümseme kaçınılmaz surette yanılgı ve çarpıtmalara yol açmaz mı? Braudel'in şakirtleri şimdi bu sorulara mümkün cevaplar bulma yolunda seferber olmuş durumdadırlar. Kulaklann da 'baba1annın unutulmaz öğüdü: "Tarihçiler için, bütün di�r sosyal
bilimciler için ve bütün nesnel bilimciler için
keşfedilecek yeni bir Amerika her zaman olacaktır".
1. Femand Braudel.
"Medeniyetler Tarihi:
Bugünü
Aydınlatan
Dün,• Fransız Anaiklopedisi, XX. cilt, V. bölüm. Aktaran: Cemi)
Meriç, Umrundan Uygarlıla, İstanbul, 1979
(3.
basla), a. 104·
112. 2. H.R. Trevor-Roper, MFemand Braudel, the Annales, and the Me· diterranean," JournaL
3. Ag.m.,
a.
of Mockrn History,
Vol. 44 (1972),
469.
468.
4. J.L Iarael, �emand Braudeı•, The
Social
Science
Ed. A and J. Kuper, RKP, London, 1984, s. 78-79. 5.
a.
En.cyclopedio.,
Braudel'den nakleden Olwen Huftoa, •Femand B raudel ," Past
and PresenJ, 112 (Auguat 1986),
s.
211.
6. Femand Braudel, On History, tr. S. Matthewa, University of Chi cago Press , 1980,
B.
69.
7.
Femand Braudel, "Personal Thstimony,• Journal ofMockrn Hu tory, Vol. 44 (1972), a. 451.
8.
A.g.m.,
16
B.
453-4.
9.
F.
Braudel, Akdeniz
ı.ıe
Aluleraiz
Darıyosı, Çev.
M. Ali Kılıçbay,
Eren Yay., İstanbul, 1989-90. 10.
F.
Braudel, Ciuilizotiorı and Copitolillm, tr. Sian Reynolds, Fon
tana,Londra, I981,ciltl,8.23.
ll. F.
Braudel, A{lertlwughts orı Moteritıl Ciuilizotiorı orıd Copito-
lism,
tr. P.M.
12. A.g.e., 8.
13. F.
Ranum, John Hopkin8 Unv. Preu, 1977,
8.
63.
M.
Braudel, Ciuilizotiorı, cilt Il,
8.
581.
14. Ag.e., 8. 581.
15. Ag.e., 8. 556.
17
BİRİNCİ BÖLÜM
Maddı Medeniyet ve Kapitalizm Üzerine Düşünceler
1 �
Maddi Hayat Üzerine Düşünceler
Bu uzun ve cüretkar görev üzerinde
ilk defa yıllar
ön
ce, 1950'de düşünmeye başladım. O zaman bu konuyu ba na, bir genel tarihi çalışmalar dizisi, Destins du Monde, tasariarnaya henüz başl amış olan Lucien Febvre önermiş, daha doğrusu yüklemişti ( editörünün 1956'da ölümüyle di
ziyi sürdürme zorlu görevi bana verildi). Lticien Febvre be
nim kitabıma eşlik etmek ve onu tamamlamak üzere Wes
tern Thought and Belief. 1400-1800 başlıklı bir kitap yaz mayı tasarlıyordu. Maalesef, kitabı hiçbir zaman yayun lanmayacak. Benim eserim ise böylece bu ilave boyuttan telafi
edilemez biçimde yoksun kaldı.
Bununla beraber esas olarak iktisadi tarihle sınırlı ol . sa da, Civilisation Materielle et Capitalisme bana birçok so runlar çıkardı. Gözden geçirilmesi ve anlqılması gereken muazzam miktarda belge vardı; kOnu tartışma doğuruyor, yavaş yavaş ve bazan loskanarak da olsa diğer sosyal bi limleri kendine eklernlemesi gereken sürekli gelişim halin deki tarihyazımı durmaksızın güçlükler çıkanyordu.
durmaksızın
Hiç
gelişen ve bir yıldan diğerine hiçbir zaman kalmayan bu tarihy a..zıımna anCak koşarak ve rutin görevlerimizi ihmal etme pahasına, kendimizi, iyi ya da köaynı
21
tü, sürekli değişen talep ve baştançıkannalara u y ariaya rak ayak uydurabiliriz. Sirenierin çağnama kulak verdi
ğim için çok mutluyum. Ve t>u minval üzere yıllar ge li p geç ti. Limana hiçbir zaman erişerneme umutsuzluğuna kapıl dım. La Mediterranee* üzerinde yirmi beş yıl çalıştım; bir
o kadar da Civilisation Matirielle et Capitalisme** üzerin de. Hiç şüphesiz çok uzun bir zaman bu. Henüz
gelişimini sürdüren
bir alan olan iktisadi tarih
paldır küldür önyargılara çarpmaktadır. Soylu yahut haki
mıine, yani haşmetli tarih değildir o. Soylu tarih Lucien Febvre'in inşa
etmekte
o ld ugu gemiydi: J aco b Fugger'in
değil, Martin Luther ve François fıa belais 'i n yer aldığı t a rih. İster soylu ister değil, yahut diğer tarih biçimlerinden daha az haltimane olsa da, iktisadi tarih gene de tarihçi nin zanaatında içkin sorunların tümünü içine almaktadır: Belirli bir görüş açısından görülen , insanoğlunun
topye
kün tarihi. Hem büyük aktörler -Jacque s Coeur veya John Law- diye gördüğümüz kişilerin, hem büyük hadi selerin tarihidir. ,.Conjonktürlerin"*** ve iktisadi krizierin {•) La M�diterranee et lee monde miditerram!en ci l'ipoque de Philip pe
ll.
!İkinci Filip Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası), 1949, Gözden geçiıilmiş ve genişletilmiş ikinci baskı, 1966. İngilizce çevıri, 1972 (Siin ReynoldsJ. Türkçe Çeviıi: Mehmet Ali Kıhçbay, Eren Yay. is tanbul, 1989-1990)
(Maddi Medeni Önceden 1967'de yayımlanan ve 1973'te Capitnli:ım and Mater�al Life, 1400-1800 başh!ıyla Miriam Koçhan tarafından İngili.zceye çevrilen eııerin tamamı 1981-84 ara suula Siin Reynolds tarafından Ciuili�ation and capilali.sm: 15th1Bth aıntury bqhğıyla ingilizeeye çevrildi (3 cilt). Civilization materielle et capitalisml!, 1400-1800 yet
ve
Kapitalizm, 1400-1800), 1979.
Bu terim
dine bakınız, 165-171.)
22
için,
s.
SiAn Reynold's'an Akdeniz çevirisinin
892-900.
(Kılıçbay'ın Türkçe çevirisinde,
ikinci cil cilt., s.
ll.
tarihidir, çok, birçok yıllar boyunca evrilen geniş ve yapı yüz
sal tarihtir. Hatta, mesele bundan ibarettir, zira dört yıl boyunca bütün
dünyayla uğraştığımız
zaman, böyle bir
olgular ve açıklamalar dosyasını nasıl düzenleyebiliriz? Seçmek zorundayız. Ben de uzun-vadeli dengeler ve den gesizliklerle uğraşmayı seçtim. Bana
göre,
sanayi-öncesi
e ko n om inin temel özelliği h8la ilkelliğini sürdüren
bir eko nominin karakteristiği olan esneksizlik, atalet ve ağır i şle yişin, modem büyümenin karakteristiği olan yönelimlerle -sınırlı ve azınlıkta da olsa, etkin ve güçlü yönelimlerle beraber yaşamasıdır. Bir
d eyse özerk bir biçimde,
yanda ,
köylüler köylerinde nere
hemen hemen
bir otarşi içinde ya
şarken, diğer yanda, piyasa-yönlü bir ekonomi ve genişle
m�kte olan bir kapitalizm yayılmaya başlıyordu; tedricen içinde yaşamakta olduğumuz dünyayı inşA eden ve o erken �hte bugünkü dünyamızı canlandıran bir ekonomi ve kapitalizm. Böylece iki evrene, biribirine yabancı, ama herbirinin
bütünü diğerini açıklayan iki
hayat biçimine
sahip olmaktayız. İşe ataletler (inertia) ile başlamak istiyordum -ilk
ba
kışta, bu oyunda bir aktör olmaktan çok figüran olan insa noğlunun açık biçimde farkedemeyeceği kadar gerilere gi den oldukça belirsiz bir tarih türü. 19()7'de yayı m l anan eserimin birinci cil di n d e açıklamaya giriştiğim buydu ; 1973'teki İngilizce baskının başlık sayfası altbaşlığı atla
"Mümkün ve Mümkün Olmayan: Günlük Hayatla nyla Yüzyüze İnsanlar." Öyle sanıyorum ki, "Günlük Ha yatın Yapılan" demem daha iyi olurdu. Önemli değil. Araş tırınanın ken d isi öngörülemez olduğunu, boşlukl ar, tuzak lar ve muhtemel yanlı ş anlamalarla dolu olduğunu ortaya koyuyorduysa da, araştırmarnın amacı açıktı. Hatta, kul landığım bütün anahtar kelimeler -yapı, şuursuzluk, mıştı:
günden-güne-lik, derinlik- bizzat belirsizdirler. Ve her ne 23
kadar psikanalitik şuursuzluk biçimi de devreye giriyor ve her ne kadar varlığı Cari Gustav Jung'a öylesine işkence çektiren kollektif şuursuzluk da tanımlanma, keşfedilme ve tamamlanma ihtiyacı gösteriyorsa da, psikanalizin "şu ursuzluk" kavramını kasdetmiyoruın. Ama bu muazzam genişlikteki konu bölük pörçük edilmeden nadiren ele alı nabilmektedir. HaJa tarihçisini bekliyor. Kendimi maddi (dokunulabilir) ölçütlerle sınırladım. Günlük hayatla, hayatın, varlıklannın farkında bile değil
ken bizi denetim altına alan veçheleriyle başladım: Alış kanlıklar yahut daha doğrusu rutin- kişinin bir karar bi le vermeden çiçeklenen ve olgunlaşan o binlerce eylem, tam anlamıyla farkında bile almadığımız eylemler. İnsa noğlunun günlük rutine belden yukan daldığını düşünü yorum. Tevarüs ettiğimiz sayısız eylemler, birikmiş ve bu güne değin birbiri ardınca tekrarlanmı ş öte-beri (fikir ve hareketler) alışkanlık haline gelirler: Yaşamaımza destek olan, bizi mahpus eden ve ömrümüz boyunca bizim namı mıza karar veren alışkanlıklar. Bu eylemler, düşünebilece ğimizden daha sık bir biçimde insanlık tarihinin başlangı cına geri giden teşvikler, genel eğilimler, modeller ve etki me ve tepkimelerdir. Kadim olmakla beraber haJa canlı olan bu yüzyıllar süren geçmiş, Amazon Nehri'nin dalgalı sulannın büyük selini Atiantik Okyanusu'na dökmesi gibi bugüne akmaktadır. Bütün bunlan uygun fakat kusurlu "maddi hayat" baş lığı altında zaptetmeye teşebbüs ettim (çok geniş bir anla ma sahip bütün kelimeler kusurludurlar). Şüphesiz bu, in sanın faal hayatının bir veçhesidir yalnızca, zira alışkanlı lım kölesi olduğu kadar derin biçimde yenilikçidir insan. Araştırmaının başlannda bu yaşanmaktan çok maruz ka lman hayatın nerede üstün geldiğini ve nerede gözden kaybolduğunu belirlemekle ilgilenmiyordum. Bu umum.i'24
yetle pek zayıf farkedilen kayıtsızca-yaşanan tarih kütle sini gönne k ve başkalannın görmesini sağlamak istiyor dum. Ona dalmak ve onunla aşina olmak istiyordum. Son ra, ve ancak sonra, sudan çıkma zamanım gelecekti. Bu çe
şit bir skuba-dalış seferini tamamladıktan hemen sonra, dalgıç kadim sularda olduğu derin izlenimini ediniyor: Bir anlamda yaşı olmayan bir tarihin ortasında sondaj yap maktadır, iki, üç, hatta on asır önce de karşılaşabileceği ve burada yinninci yüzyılda zaman zaman kısa aralıklarla gözüne ilişen bir tarih. Anladığım biçimiyle bu maddi ha yat, insanoğlunun önceki tarihinin seyri boyunca bizzat kendi varlığının bir parçası kıldıp, bir şekilde bedeninin içine aldığı, geçmişin deneylerini ve caniandıncı tecrübele rini günlük, banal zaruretlere dönüştüren hayattır. Onun için artık kimse onlara yakından dikkat etmemektedir. ı. Birinci
cildimin bölümlerinin temas1 budur.
başlıklan içeriklerini açığa vunn aktadır,
bütününü işleyen
Bölüm
maddi hayatm
ve ileri d� iten müphem kuvvetlerin
aynntıh bir listesi, ve maddi hayatın ötesinde yahut üs tünde, topyekün insanlık tarihi.
Birinci bölümün başlığı ..Sayılann Ağırbğı"dır. En ka tıksız biçimiyle biyolojik düıtü insanoğlunu diğer bütün canlı yaratıklar gibi (kendini) yeniden üretmeye mecbur etti - Georges Lefebvre'nin eskiden dedi� gibi, bahar doğrulumu (tropism). Ama başka doğrulumlar, başka de terminizm (belirleyicili.k)ier de vardır. Bireylerin kendileri olan-bitenin farkında olmasalar da, daimi hareket halin deki bu insanlık insanoğlunun kader yolunun büyük bir bölümünü kontrol etmektedir. Belirli genel şartlar verilin ce, ellerinde mevcut kaynaklara ve yapılacak iş miktanna göre, insanlar ya çok sayıya ulaşırlar veya yeterince sayı25.
da olmazlar: demografik mekanizm anın dengeele
kalması
gözetilir, ama denge nadiren başanhr. Avrupa'da
insania
nn sayısı 1450'den sonra hızla arttı, çünkü Kara Ölüm'ün (Veba) ardından insanlık biP önceki yüzyılda utradığı bü yük h ayat kayıplannı dengelerneye zorlandı ve buna güç yetirdi. Bu nekahet sonraki büyük düşüşe (c ezir) kadar de vam etti. Sanki planlanmış gibi -yahut tarihçitere öyle geli yor yek dilerini izl eyerek bu cezir ve medler onseki zinci yüzyıla kadar işlemelerini sürdüren uzun-vadeli yö nelimlerin kurallannı göstermektedirler. Onsekizinci yüz yıldan önce, imkinsızın sınırlan aşılmış ve o zamana ka dar aşılamaz olan nüfus tavanı delinmiş d eğildi O zaman dan beri, nüfus bir mola verme veya tırmanışte geriye dön -
.
me olmaksızın sürekli olarak yükseldi. Böyle bir ters dön menin gelecekte wku bulması mümkün olab ili r mi? Onsekizinci yüzyıla kadar nüfus neredeyse ele gelmez
bir d ai re içinde mahpustu. Ne zaman dairenin çevresine kadar genişlediyse, neredeyse derhal kısa keser ve sonra geri çekilirdi. Dengeyi d üzeltme yollan ve fırsatlan da ek sik değildi: aşın yoksulluk, kıtlık, açlık, her günkü zor ya şama şartlan, savaş ve son -ama en önemli- olarak da
sürekli bir hastalık akıntısı. Bu hastalıklara bugün de hA lA rastlanmaktadır, ama dün bunlar birer kıyamet alanıeti afet idiler: onsekizinci yüayıla kadar Avru pa yı yaygın (epi deınic) boyutlarda düzenli biçimde silip süpüren veba; Na· polyon ve ordusunu Rusya içlerinde felce uğratmak için kıt ile el ele veren tiflis; belirli bölgelerde her zaman görülen (endeınic) tifo ve çiçek; kırsal kesimlerde erken bir tarihte ortaya çıkan ve ondukuzuncu yüzyıl dalaylannda şe hirleri '
silip süpürerek seçkin
romantik
hastalık
haline gelen
ve
rem; ve zührevi (ciruıel i�kiyle bulaşan) hastalıklar, özel likle, Amerika'nın keffinden sonra yeniden dotan - daha dotrusu,
26
mikrobun çetiıleri bir araya gelince patlayan-
frengi (syphilis). Zayıfhıfzıssıhha ve mikrop bulaştıran iç me suyu her şeyin üstüne tüy dikiyordu. Doğduğu andan itibaren o kadar nazik olan insanoğlu bütün bu saldırılardan nasıl sakınabilirdi? Bugün ve dün belirli azgelişmiş ülkelerde olduğu gibi, çocuk ölümleri aşı rıydı ve genel olarak sağlık istikrarsızdı. Onaltıncı yüzyıla kadar uzanan yüzlerce otopsi kaydı bugüne ulaşmış bulu nuyor, dehşet veren otopsiler. Sakatlıklann, bünyeyi zaafa uğratan hastalıkların, deri hastalıklanmn, akciğer ve ba ğırsaklardaki anormal ölçüde geniş parazit kolonilerinin bu tasvirleri yinninci yüzyıl doktorunu hayrete düşürür. Böylece, yakın zamanlara kadar insanoğlunun tarihi amansız biçimde kötü sağlık şartlan tarafından idare edi le geldi. "Kaç insan vardı? Ne gibi hastalıkları vardı? Bu talihsizliklerden sa'kınabilirler miydi?" diye sorduğumuz zaman bunu aklımızda tutmalıyız. Maddi Hayat'm müteakip bölümlerinin ortaya attığı sorular arasında şunlar var: İnsanlar ne yiyorlardı? Ne içi
yorlardı? Nasıl giyiniyorlardı? Evleri neye benziyordu? Münasebetsiz sorular, zira homo historicus ne yer ne de içer. Ama, çok zaman önce birileri "Der Mensch ist was er isst; demişti: "İnsanoğlu ne yiyorsa odur." Belki aslında Alman sözdiziminin mümkün kıldığı cinas zevki için söy lenıniş bu söz. Ama gene de büyük bir sayıdaki yiyecekle rin ortaya çıkışım sadece menkıbe kabilinden tarih olarak t.elakki edebileceğimizi sanmı yorum. Şeker, kahve, çay ve alkolün her birinin tarih üzerinde uzun-vadeli ve çok önemli etkileri vard1. Her ışey bir yana, tahılın, geçmişte yiyecek sağlayan temel bitkilerin muazzam önemini &bart mak imkansızdır. Buğday, pirinç ve mısır çok uzun zaman önce yapılmış üç kesin seçimi göstermektedirler. Bir mede niyette bir tahılın üstünlüğü, yüzyıllar süren bir dönem boyunca meydana gelen "birikintilerin,. {Fransa'nm en bü27
yük coğrafyacısı Pierre Gourou'nun i fadesidir bu) sonu cunda bütün diker alternatifleri tedricen tasfiye eden sayı sız deneyierin peşpeşe gelmesinin neticesidir.
Avrupa, toprağı yutan ve onu düzenli biçimde dinleo meye zorlayan buğdayı seçti; bu seçim hayvancıhğı içer mekte ve
ona imkAn vermekteydi. İmdi, kim Avrupa tari
hini öküz, at, saban ve at arabasız tahayyül edebilir? Bu seçimin bir sonucu olarak Avrupa her zaman tanm ile hay vancılığı birleştirdi. Her zaman için et-obur idi. Pirinç bir
bahçecilik bi çimi nden gelişti, insanın hayvaniara hiç bir yer ayıramayacağı derecede yoğun hir tanm. Bu durum pi rinç-yetiştiren bölgelerde etin niçin günlük yiyeceAUı kü çük bir kısmını oluşturduğunu açıklamaktadır. Mısır eki mi insanın •günlük ekmeğini• elde etmesinin muhakkak ki en basit ve en uygun yoludur. Çok hızlı büyür ve pek az bakım is ter Tahıl olarak mısırın seçilmesi boş zaman ya rattı, cebri köylü emeğini ve muazzam Amerikan yerli ta pmaklannı mümkün kıldı. Thplum, toprağı sadece ara sı ra işleyen bir emek eücünü bu işe tahsis etti. .
Bu bitkilerin temsil
ettikleri k.alori sayısım ve çağlar
boyunca günlük besindeki yetersizlik ve de�şmeleri de tartışabiliriz. Bu sorular V. Charles'ın imparatorluğunun kaderi kadar yahut xıv. Louis saltanatı sırasındaki sözü mona Fransız üstünlükünün ömürsüz ve tartışmalı ihtişa mı kadar heyecan verici değil midirler? Bunlar muhakkak Iri geniş kapsamlı sonuçlan olan sorulardır. Eski uytıttu nıculann, alkol ve tütünün tarihi ve özellikle yıldınm hı zıyla yerküreyi dolaşma ve dünyayı fethetme tarzı , değişik ama efit ölçüde tehlikeli olan bugünün uyuşturuculan
hakkında bir uyarıcı hizmeti göremez mi?
Benzer gözlemler teknik hünerler için de geçerlidir. Ta
rihleri hakiketen hayret vericidir ve insanotlunun çalış-
28
ması ile, onun dış dünyaya karşı ve kendine
karşı günlük
mücadelesindeki a� ilerleme ile el ele gitmektedir.
Ta baş l angı çtan itibaren her şey teknik bilgi gerektire geldi: Hem insanoğlunun şiddetli gayreti hem onun sabır
ve tekdüze çabaları , alet veya silah yapmak için bir taşa, bir odun parçasına veya demire biçim vermesi hep teknik
bilgi içeren şeylerdi. Burada çok somut ve esas olarak mu hafazakAr bir faaliyet karşısındayız, a� a� değişen ve
üzerine yavaşça (bu teknik hünerlerin
olan)
geci kmiş
üstyapısı
bir b i li m tabakası konmaktadır, konuyars a eğer.
Bü
yük iktisadi temerküz, yoğun teknik hünerleri ve teknolo jinin gelişmesini gerektirir: onbeşinci yüzyıl Venedik'inde , onyedinci yüzyıl Hollanda'sında veya onsekizinci yüzyıl İn giltere'sinde Tophaneyi (veya askeri teçhizat deposunu) alalım. Her seferinde, ke ke me ve belirs i z olsa da, bilim çehresini göstermektedir. Oraya cebren götürülmüştür. En erken çağlardan beri, teknik hünerlerle bilim unsu ru biribirine kan.şa ve dünyaya yayıla geldiler; s ürekli bir
yayılım (diffusion) ola ge ldi . Ancak, yayılma birkaç birle şik teknik başarırnın özümsenmesini gerektirdiği zaman, zayıf kalıyord u . Açık denizlerdeki gemicil iği ve onu müm
kün kılan hünerleri alalım : Kıç düm eni , bindirmelerle in şa e dil en gemi teknesi , gemi bordasındaki top ve diğer si lahlar. Yahut, aynı zam anda kestirme yolların, prosedürle rin, alışkanlık ve başanmlann bir toplaını olan kapitaliz mi alalım. Avrupa'yı üstün kılan derin-su ıemiciliği miydi, yoksa kapitalizm mi? Zira her biri için, sadece birçok bile
tenlerinden bir kaçı yayılmış bulunuyordu.
Ama
soracaksınız, "Neden son iki bölümünüz para ve
vehirlerle ilgili?•
Bu
konulan bir sonraki ciltten önce yolu
rn un üstün d e n kaldırmak istediğimi inkar edemem, ama
bu onlan ilk cilde
koymarnın tek sebebi değildi ve olamaz
dı. Hakikat tu ki para ve şehirler her zaman günlük ruti29
nin bir parçası
ola geldiler, ama modern dünyada da mev
cutturlar. Eğer mübadeleyi }uzlandıran her aracı o isim al tında toplaraak,
para
çok eski bir icattır. Ve mübadele ol
madan hiçbir toplum olamaz. Şehirler de tarihöncesi çağ
lardan beri
varola geldiler. En olağan hayat biçiminin, öm
rü yüzyıllar süren yapılandır onlar. Ama aynı zamanda ço ğaltandırlar: Değişime
uyarianma
ve onu meydana getir
meye yardımcı olma istidadı olan çopitanlar. Şehirlerin
ve paranın modemliği yarattıtı söylenebilir; ama ters ta rafınd an , Georges Gurvitcb'in
karşılı.klJJ* (mütekabiliyet) hıiyatl anmn değiş (nüfuzunun) genişlemesini
yasasına göre, modemlik -insanlann
mekte olan kütlesi- paranın
teşvik ederek şehirlerin büyüyen tiranlığına yol açtı . Şe hirler ve para aynı anda hem motor hem göstergedirler; değişimi kışkırtır ve ona işaret ederler.
n.
Bütün bunlar alışılmışın, nıtinin geniş dünyasının -tarihteki o büyük absentee 'nin- sınırlarını tanımlama nın kolay olmadığı aniamma gelmektedir. Gerçekte, alı şı l
mış (Adet) insanoğl unun tüm hayatını kaplamakta, a k ş am gölgesinin manzarayı renklendirmesi gibi ona nüfuz et
mektedir. Bu gölge içinde, bu hafıza ve vu zu h yokluğu
için
de, bazıları diğerlerinden daha az bazılan daha fazla ışık almaktadır. Işıkla gölge, rutinle şuurlu kararlar arasın da
ki sının tarif edebilseydik çok önemli bir iş yapmış olur duk. Eğer bu sınırı işaretleyebilseydik, gözlemcinin sağına
yahut soluna, veya daha iyisi, altına ve üstüne düşen şey leri ayırdedebileeektik. O halde, verili bir bölgede bütün basit pazar-yerleri ta rafından, çoğu kez sadece mütevazi bir miktarda emtia içe ren dan
30
pazarlan
temsil eden küçük noktalar bulutu tarafın
oluşturulan
geniş tabakayı tahayyül edin.
Bu
sayısız
başlama noktalanyla bizim mübadele ekonomisi dediğimiz şey başlamaktadır: Bir yanda, üreticinin geniş dünyasıyla, diğer yanda tüketicinin aynı ölçüde muazzam dünyası ara sı n d a uzanan mübadele ekonomisi. Ancien �gime asırlan sırasında, 1400- 1800, bu mübadele ekonomisi hiilA eksik bir ekonomiydi. H�r ne kadar çok e�ki zamandan beri mev
cut idiyse de, toplant üretimle toplam tüketimi birleştirme de başanlı olam adığı muhakkaktı , zira üretimin muazzam bir böl üm ü kendine-yeterli aile veya köy tarafından masse diliyor ve piyas a çevrimine girmiyordu. Her ne ka da r mübadele ekonomisi biçimi kusurlu i diy se de, piyasa ekonomisi
sürekli ilerleme göstere rek , üreti
min örgütlenmesine ve tüketimin yönlen di ril me ve denet
verecek yeterlikte, pazar k as ab a ve kent lerini biribirine b ağla dı. Bu süreç hiç ku ş ltu yok yüzyıllar sürdü; ama bu iki dünya -her şeyin imal edildiği üretim ile her şeyin kullanıldığı tüketim- arasın d a piyasa ekono misi ba ğl an tı işlevini, itici kuvvet işlevini görüyordu: Teş vikin, eneıjinin, yeniliklerin, te�e bbüsün , yeni bilincin, bü yümenin ve hatta ilerlemenin kendi sinden aktığı sınırlı fa lenmesine imkAn
kat hayati bölge. Kendisiyle tam olarak uyuşmasam da, Cari Brinkman'ın gözle mine hayranım: İktisadi tarih, k�. kanl eri n den muhtemel akibetine kadar, piyasa ekonomisi ne indirgenebilir.
Onun için, e ri ş ebildiğim o basit piyasal an gözlemeye, tasvir etmeye ve onlara hayat vermeye ciddi zaman harca dım. Bir cephe oluşturur bunlar, alt bir ekonomi sımn. Pi yasanın dışındaki her şeyin sadece "kullanım değeri" var dır; pazar-yerine giden dar kapıdan geçen herhangi bir şey ise �übadele değeri"
kazanır. Ancak sının geçip basit pa
zara ayak attığı zaman birey, yahut mübadeleye dahil olan "fail", benim iktisadi hayat dediğim alandadır: bu ayınmı, iktisadi hayatın maddi hayatla karşıtlığını göstermek ve
31
aynca onu kapi talizm den ayırdetmek için yapıyorum (bu
nu ileride tartışacağız).
Çok mütevazi bir tüketici olmakla beraber, pazar kuru-
181)1 yerleri kasab a kasaba dolaşıp yetersiz
hizmetlerini
(koltuk ka pl ama yahut baca temizleme) sunan gezgin za piyasa dünyasına mensuptur; o dünyanın kendine günlük ekmeğini satlamasını beklemektedir.
naatçı gene de
Eğer kendi yerli
(kırsal) çevresiyle bağlannı sürdürüyorsa
hasat zamanı ve bağ bozumunda köyüne geri d ön üp tekrar
bir köylü olacaktır;
piyasa sınının bir kez daha geçec�ktir, ama bu sefer ters yönde. Köyl ün ün bizz at kendisi , hasadı nın bir kısmını düzenli ol arak satıp alet ve giysi aldığı za man, piyasanın bir parçası olmuştur zaten. Ama eter pa zar kasabasına, onunl a vergisini ödeyeceği veya saban de miri satınalac ağı bir kaç kuruş elde etmek için üç be ş par ça eşya yumurta ya da tavuk- satmak üzere geliyorsa, pazaryerinin penceresinden bumunu gösteriyordur sade ce. Kendine-yeterliğin geniş dünyasında ka lm aya devam -
etmektedir. Alıp sattığı şeyler ve yaptığı hesaplar ne kadar mütevazi olursa olsun, sokakta yahut köy köy d o l a şı p kü çük miktarlarda eşya s atan çerçi mübadele dünyasının, hesap dünyasının, borç-alacak dünyasının bir parçasıdır.
DükkAncı, piyasa ekonomisinin tam bir etkeni ( agent: fail) dir. Ya kendi imal ettiği şeyleri satar ve bir zanaatçı-dük·
k.Ancı k ab ul edilir, ya başkalannın ürünlerini satar ve bir tacir sayılır. Dükkin her zaman açık olu p m ü badele -ve dedikodu- için kesintisiz bir imkan sunmanın avan taj ını taşırken, pazar haftada ancak bir veya iki gün yapılmak
tadır.
1\vrıca, dükka n krediyle bağlantılı alı şveri ş sağla
maktadır, çünkü dülekAncı emtiasını ödünç alıp ödünç sat maktadır. Burada b ütün bir borç-alacak ar�ık.lığı müba deleye dahil olmaktadır. Pazarların ve mübadeleye katılan en
32
temel faillerin
üstündeki bir kade rn ed e daha önemli olgular olan borsa ve panayırlar vardı (birincisi hergün açık olur, diğeri ise be lirli tarihlerde bir kaç gün yapılır, u zun aralardan sonra tekrar edilirdi). Her ne kadar panayırlar genel bir durum olarak küçük satıcılara ve orta-çapiı tüccara açık idiyse de, tıpkı borsa ftibi onlara da, perakende satışla pek az alaka sı olan (ve kısa zaman sonra kendilerine toptancı denecek) büyük tacirler ege mendi .
Piyas a ekonomisi ve kapitalizmle uğraşan ikinci cildin ilk bölümlerinde, piyasa ekonomisinin bu çeşitli bileşenle
uzadıya tasvir ediyor, meselelere mümkün olan bi çim de bakmaya çalu;ıyorum. Bu ayn.ntı l ar dan fazlaca zevk almış olabili rim ve bazı okuyucular da be ni biraz Aydın-havası çalıyar bulabilirler. Ancak, tarihi n, daha önce benimsenmiş çok sayıda fikirlere kapılmadan, her ş eyden önce bir tasvir, basit bir gözlem, dikkatli bir araştırma, bir sınıflama olması kendisi için iyi bir şey de �� midir? Görmek ve göstermek tarihçinin görevinin yarı sıdır. Mümkünse, bi zzat ken d i gözleriyle görmek. Zi ra sizi temin ed ebilirim ki bugün Avrupa'da CABD'yi dahil etmi yorum burad a ) bir be l ediye semt pazamu gözlemekten, ya hut eski -tarz bir dükkAnı, bemencecik seyahatlerini anlat maya koyulan bir gezgin satıcıyı (çerçi ), yahut bir fuar ve ya borsayı gözlernekten daha kolay bir teY yoktur. Brezil ya'ya gidin, gerilerdeki B ahi a ülkesine, yahut Kabylia ve ya alt-Sahra Afrika'sına gidin, en eski piyasa biçimini bur nunuzun dibinde hAlA i ş liyor bulacakSinız. Dahası, eğer okuma zahmetine katlaruraanız dünün mübadelelerinden sözeden binlerce belge vardır: Belediye arşivleri, noterli k rini uzun
en ayn.ntıh
kayıtlan, idari nn
kayıtlar; ressamlar şöyle dursun, seyyahla
çok sayıdaki beyan ve izahatlan.
Örnek olarak Venedik'i alalım. Artiv ve müzelerdeki bir gezintinin ardından bu inanılmaz ölçüde bozulmamış
33
şehirde yürürseniz, kafan1zda geçJIÜ4ten
sa hne ler can lan·
dınn anız ın neredeyse mümkün oldu�nu görürsünüz. Ve
nedi k'te panayırlar, en a zın dan ticari olanlan , yoktu.
�
A�stos ortalannda Göğe Yükselme bayramı o arak kutla nan Sen s a , satıcı standlanmn Piazza di San Niccolo'da
ku·
rulduğu bir festivaldi: Maskeler, müzik ve Düka i le Kili· se'nin San Niceola ·civarındaki gözalıcı evlenme töreni. Pi
azza di San M area'da iki üç p azar kuruluyordu, özellikle kıymetli taşlar ve aynı derecede kıymetl i
k ürkl er için. An·
cak, dün olduğu gibi bugün de, en büyük ticari manzara,
bugün şehrin ana postanesi olan Fondaco dei Tedeschi ile Rialto Köprüsü'nün karşısındaki Rialto meydanında görü lüyordu. 1530 dolaylannda, evi Büyük Kanal'ın üzerinde
karpuz dağlanyla yük lü teknelerin lagoon adalanndan bu Venedik'in ..mide"sine gelişini seyretmekten zevk ahrdı; Rialto Nuovo ile Ri alto Veeebio'nun oluşturduğu çifte Rialto Meydanı büyük kü· olan Pietro Aretino, meyvelerle ve
çük bütün mü badelelerin, bütün işleri n "mide"si ve kalbiy di. Bu çifte m ey d anın gürültülü küçük dükk anianndan bir kaç a dı m ötede şehrin büyük toptaneılan 1455'te ku rulan Loca'lannda -handiyse Borsa'tannda diy eb il i ri z- bulu
şuyor, her sabah mahrem biçim de işlerini, deniz sigortala nnı ve yüklemelerini tartışıyorlardı. Mal alıyor, mal satı
yor ve bi ribi ri yle veya Venedik'in dışından gelen tacirlerle sözl�me)er yapıyorlardı . Biraz uzakta daracık dükkAnl a nndaki banchieri vardı: fınans işlemlerini bir
hesaptan di
ğerine yaptıkJan fo n transferleriyle hemencecik halletme
ye hazır bankerler. Yine pek yakmda -ki bugün
hili bu
lundukları yerdeler- Herberia ("sebze pazarı•), Pescheria ("balık pazarı•) ve birazcık daha ileride, yaşlı ca• Querini boyunca, San Matteo kasaplar kilisesi civarında (ondoku
zuncu yüzyıl sonlanna kadar tahrip edilmemişlerdi) Bec carie ("kasap dükkAnl an•) vardı. 34
Onyedinci-yüzyıl Amsterdam Borsası'nın gürültüsünde kendimizi biraz yabancı hissedebilirdik. ama Jose de la Ve. ga'nın hayret verici kitabını (Confusi6n de Confusiones, 1 688) tesadüfen okuyan günümüzün bir sarrafı, sahip olunmayan hisselerin satılması ve tekrar satılmasına da yanan modern vadeli yahut opsiyonlu satış prosedürlerinin kullanıldığı bu karmaşık ve ince oyunda, öyle sanıyorum ki, kendini evinde hissedecektir. Londra'ya yapılacak bir seyahat ve Change Alleyin meşhur kahvehanelerinde veri lecek bir mola aym dolap ve cambazlıklan ortaya koyar. Bu kadar tasvir yeter. Daha önce, piyasa ekonomisini meydana getiren kadernelerin şematik bir resmini çizmiş
tim : Pazarlar, dükkıinlar ve gezgin satıcılar (çerçiler} den oluşan bir alt kademe ve panayırlarla borsalan içine alan bir üst kademe. Şimdi ortaya iki soru atmak istiyorum. Mübadelenin kullandığı bu araçlar -pazarlar, dükkani ar, gezgin satıcılar, panayırlar, borsalar- Avrupa ekonomisi nin Ancien Regime sırasında, 1400'den 1800'e kadar, ma ruz kaldığı değişimierin genel bir açıkbunasını yapmada bize nasıl ya rdı m c ı olabilirler? Ve bu araçlar, ya benzerlik ler veya karşıtlıklar marifetiyle, ancak son yıllarda anla
maya başladığımız Avrupa-dışı ekonomilerio mekanizma lannı bize açıklayabilirler mi? Bu bölüm sona ermeden ele
almak istediğim bu iki sorudur. m.
İlk önce, onbeş, onaltı, onyedi ve onsekizinci yüzyıllar da Batı'daki gelişmeleri gözden geçinneme izin verin. Onbeşinci
yüzyıl, özellikle 1450'den sonra, ekonominin
şehirler lehine genel olarak iyileşmesine tanık oldu: "Ta nmsal" fiyatiann durgun veya düşmekte olduğu bir za
manda yükselen "endüstriyel" fiyatlar şehirlerin kırsal ke-
35
simden daha }uzlı büyümesine yardım etti.
O zaman dili dükkani annın veya, daha doğrusu, şehir pazarlannın itici kuvvet olduğuna hiç şüphe yok. Bu pa zarlar diğerlerine kendi anulannı empoze ediyorlardı. Bu bakı mdan iyileşme iktisadi hayatın "zemin katında" gözle nebilmektedir.
minde zanaatçı
Onaltıncı yüzyılda -onanlan mekanizm anın , sadece eski hızını tekrar kazanmış olm a sından
(Kara
Ölümden
önceki onüç ve andördüncü yüzyıllar serbest ruzlanm a dö nemleri olmuştu) ötürü değil , aynı zamanda Atıantik eko nomisi genişlediği için d� daha kannaşık hale geldiği za manda - itici kuvvet uluslararası fuarlar düzeyinde işli yord u : Antwerp, Bergen op Zoom, Frankfurt, Medina del Campo ve
-bir an
için Batı'nın tam merkezi ol an- Lyons
panayırtan ve daha sonralan Besançon fuarlan (bu sonun cular nihayette Piacenza'da kurulur oldular). Bunlar, para
ve kredi işlemleriyle sınırlı aşın ölçüde sofistike toplanma lardı . En az kırk yıl ( 1579-1621), uluslararası finansın tar tışılmaz ustalan olan_ Cenovahlann aleti olarak hizmet gördüler. Doğuştan ihtiyatlı ve kendini geneliemelere kap tınnoyan Raymond de Roover onaltıncı yüzyılı büyük pa nayırlann zirvesi olarak tavsif etmekte tereddüt göstenne di .
Son tahlilde, bu çok faal yüzyıl eanasındaki büyüme bi
naya bir çeşit çekme kat, bir üstyapı olarak, dolayısıyla bu üstyapıdan kaynaklanan şişme, tam da o zaman Ameri ka'dan değerli madenierin vanşı ve bir senetler ve borçlar kütlesinin }uzlı dolanımına yol açan change et rechange*
(•l B i r mali piyasa veya fuardan digerine baslt bir para transferi için kambiyo senedi kul lanmak yerine örtülü Lir kreda biçi mi lwJlanıl maktaydı-riba ithamından eakmabilmek için örtıi lü. Senet (mek tup) uç aylık bir dönem için geçerliydi, ilave bir üç ay için yapdan Jıer yenileme (faizi temsilen ) trir liat artaşı içeriyordu. S\ireç kesintiaiz olarak kredi mıktan ödeni neeye kadar devtim ederdi. Cİ.ng. Çev. ) 36
sistemi tarafından daha da şişirilmesi olarak görülebilir. Cenovalı bankacılann o nazik şaheseri Besançon fuarları 1620'lerde eşzamanlı o l ara k meydana çıkan çok sayıda se bep yüzünden çökecekti. Akdeniz egemenliğinden kurtulunca, onyerlinci yüzyı lın faal hayatı Allantik Okyanusu'nun geniş etki alanla n n d a gelişti . Onyedinci yüzyıl çoğu n l ukl a bir iktisadi geri lerne yah u t durgunluk dönemi olarak tanımlana ge l di ; an cak, bazı şartlar var sırada. Zira, her ne ka d ar onaltıncı yüzyılın hız kazandıncı kuvveti İ talya ve başka yerlerde inkar edilemez biçimde d u rd u ys a da, Amsterdam'ın acayip yükselişi bu i k ti sa d i durgunluğun bir parçası sayılamaz. Her halükarda, tari hçilerin hepsi bir hususta uyuşrnakta lar: Hangi ikti sadi faal i yet sürdürülürse sürdürülsün, mal mübadelesine kesin bir dönüşe, diğer bir deyişle, eleman ter bir mübadele bi ç imi n e dayanıyordu -hepsi de Hollan da'ya, donanmasına ve Amsterdarn'daki Borsaya yarayan mübadeleler. Aynı zamanda, panayırlar borsa ve ticaret merkezlerinin** gölgesinde kaldılar; şehir pazan sırad an bir dükkiina göre ne idiyse, bunlar da fuarlara kıyasla öy lesine üstündüler, aralıklarla m eyd an a gelen buluşmaia nn yerine geçen sürekli bir akım oluşturuyorlardı. Bu aşi na ve ge l enekse l tarihtir. Ama s adece borsa üzerinde du rup kalmamalıyız. Amsterdam'ın görkemi bizi daha sıra dan başanlara karşı kol ayca körleştirebilir. Hakikatte, on yedinci yüzyıl aynı zamanda mu azz am bir dükkan artışı meydana getirdi: sürekliliğin diğer bir zaferi. DükkAni arın ve mübadele merbzi, aanalla n, umumiyetle bir borsası oJaıı Amstel'dam veya Londra benzeri bir tehirdir. Kambiyo senetleri bu merkezlerin birin den dileri ne, bir fuardan digerine veya bir fuardan bir ticaret mer kuine, ticaret merkezinden de fuara göıı d erilebiliyordu_ Daha ltüçWı şehirler döviz loırlan belirleyemiyor, kaınblyo aeoedi (önderemiyor veya kabul edemiyorlanh. (İıı g. çev. )
(••) Place marcJı.ande veya ticaret para piyasalan
ve
37
sayısı bütün Avrupa'da çoğalarak sıkı ye nide n dağıtım al lan yarattı. Lope de Vega 1607'de Altın Çağ Madrid'inde "Todo se ha vuelto tiendas: olduğunu söylüyordu: "Herşey dükkAniara dönüştürüldü. • -
Genel bir ikttsadi hızl anm a çağı olan on s eki zinci yüz yılda, mübadelenin hizmetindeki tüm araçlar mantıki bir tarzda kull aruma sokuldular: Borsalar faaliyetlerini geniş letiyorlardı; Londra, o sıralarda büyük bir uluslararası sarraflık (ödünçverme) merkezi olarak. uzmaniaşmaya başlamakta olan Amsterdam'ı taklit edip onun yerine geç meye çalışıyordu ; Cenova ile Cenevre, Amsterdam'ın risk li oyunl anna iştirak ediyorlardı ; Paris uyanıp kendini ayarlamaya başlıyordu; para ve kredi bir ticaret merkezin den diğeri ne serbestçe akıyordu. Bu çevre içinde fuarl ar doğal olarak telef oldular. Geleneksel mübadele türünü, di ğer faydalan arasında, onlara vergi avantaj lan sağlamak suretiyle kolayl aştınnak için kurulan fuarlann, kolay bir mübadele ve kredi döneminde ' artık herhangi bir varlık se bepleri kalmıyordu. Bununla beraber, her ne kadar hayat akışının hızlandığı yerlerde çökmeye başladalarsa da , daha geleneksel ekonomi türünün halA görüldüğü yerlerde fuar lar yayıldı ve varlıklannı sürdürdüler. Bu bakımdan, onse kizinci yüzyıldaki faal fuarlannı sıralamak Avrupa ekon� misinin marj inal bölgelerine işaret etmekle eştir: Fran sa'da, Beaucaire fuarl an bölgesi; İtalya'da, Alplerin Bolza no bölgesi veya Mezzogiomo; ve özellikle de Balkanlar, Po lanya, Rusya ve batıya dotru , Adaritik'in ötesinde, Yeni Dünya. Belirtmeye gerek yok ki bu artan tüketim ve mübade· le dönemi sırasında, temel şehir pazarlan ve dükkanlan her zamankinden canhydılar. Her şey bir yana, düll Anl ar köylere kadar yayılmıyorl ar mıydı? Çerçiler bile daha faal oldular. Sonunda, İngiliz tarihyazımının öul piycıscı diye
38
adlandırdığı pazann gelişimi vuku buldu,
kamu piyasa
sı'nın a ks ine mağrur devlet memurl annı n gözetim veya
denetimine tabi ol mayan özel piyasa. Onsekizinci yüzyıl dan çok önce,
İngiltere'nin
her yanında özel piyasa, üreti
cilerden do�dan ve çoğu kez önceden ayarlanmış alımla n örgütlameye başl amıştı :
Yün, b uğday ve kum aş gibi mal
kalemlerini dolaysız olarak çiftçiden satınalıyorlardı. Di
ğer bir
deyişle, geleneksel denetim altındaki piyasaya
kar
şıt olarak, ö z el piyasa serbest hareket eden ve aynca bu
serbesti de n kazanç sağlam ak hakkında hiçbir şüpheye yer zi n cirler verimli oldukları, o.,..du, un yahut geniş b aşken tl erin i htiyaç duyduklan mua z z am iaşenin teminini mümkün kıldı klan için kabul görüyorlardı. Sözün kısası, Lond ra'nın "midesi" ve Paris'in "midesi" devrimciydiler. On se ki zinci yüzyıl Avrupa'sı karşıpiyaşa dahil herşeyi geliştirdi. Bütün bu gözlemler Avrupa için geçerlidir. Gerçekte şu
vermeyen çok uzun, ö z erk ticari zi n ci rl er tesis etti . Bu
ana kadar sadece Avrupa'yı ele aldı m . Her şeyi Avrupa'nın ke ndine özgü hayat biçimine göre, aşın basitleştirilmiş,
Avrupa-merkezli bir görüş açısından görmek istediğim için
deği l , sadece tarihçinin zanaatı Avrupa'da geliştirildiği ve tarihçi ler kendi geçm işlerine alak.a duydukları için (böyle
yapıyorum). Son bir kaç onyıl içinde bu durum değişti.
Hindistan, Japonya ve
Türkiye hakkı ndaki be lgel er sis bizler de bu ülkel erin tarihini
temli biçi mde incelendi ve
eski seyahatnamelerden veya Avrupalı tarihçi lerio yazdığı kitaplardan başka kaynakl ara dayan ara k öğ renmeye başlıyoruz. Şu soruyu sormak için yeterince şey alı şı l agelen
biliyoruz artık:
Eğer şu ana kadar Avrupa için tasvir etti
ğim mübadele mekanizmalan Avrupa dışında mevcut idiy
seler -nitekim Çin, Hindistan, Japonya ve İslam dünya
smda
mevcuttular-, karşılaştırmalı bir tabiilde kullanıla çalışmanın maksadı, eğer mümkün-
bilirler mi? Böyle bir
39
se, Avrupa-dışı ülkelerle Avrupa'nın kendisi arasında kaba
bir karşılaştırma yaparak bu iki d ünya araStnda on doku
zuncu yüzyılda açılan geniş uçurumun acaba Sanayi Dev riminden önce de görülebilir olu p ol m a d ı ğını ve Avrupa'nın gerçekte n dünyanın geriye k a l an bölümleri nin ilerisinde
olup olmadığını görm ekti r. Bir ilk gözl e m : Piya sal ara her yerde ra stl anı r,
Alt-Sah
ra Afrika'sı veya Amerikan kızılderililer medeniyeti gibi en ilkel toplu ml ard a bile. Bu bakımdan, daha karmaş ık ve gelişmiş t o plurolann küçük piyasatarla gerçekten muaın may a dönmeleri makul sebeplere dayanır. Pek az çaba ile onlan göz l eyeb ili r yahut ye n i de n kurabiliriz. İslam dünya
sınd a , tıpkı Avrupa'da olduğu gibi, şe hirle r tedricen kırsal kesimdeki pazarlan yutup köyl eri pazarlanndan mahrum
ettiler. Bu pazariann en büyüğü koca ınan şehir k apılan n dan başlayıp ne köy ne de şehir olan , şehirli ile köylünün tarafsız bir zeminde buluşabildikleri bir alan boyunca ya
yıhrdı . Civar pazarlar ne yapıp edip, daracık sokak ve mey danlanyla şehrin kendisine kapak
atmaya beceriyorlardı.
Orada müşteri taze ekmek, sınırlı bir miktarda ticaret eş yası ve, Avrupa adetlerinin hilafına, çok sayıda pişirilmiş yemek -köfteler, pişmiş koyun kel lesi, b öre k ve pasta
lar- bulabiüyordu.
Pazarlann, dükkaniann ve Avrupa'da
görüleniere b en zer kapalı çarşılann b i r kombinezonu olan ana ticaret merkezleri
bul'un
fondulelar ve bazaarlar idi, İstan
Bezistan'ı (Bedesten) gibi.
Hind pazarlannın ken d i l erine has bir özelliği vardı:
Tek
tek
her köyün kendi pazan bulunuyordu; bu durum
Büyük Hüküındara yahut sarayındaki beyl ere ödeme-}'a pabilmek için banyan tüccannı köy topluluğu içinde alınan
ayni ödemeleri paraya çevirecek bir aracı olarak kullanma zoruıiluluğundan kaynaklanıyordu. Hindistan'daki köy
40
pazarlannın bu
sürü halinde kaynaşmasım şehirlerin öne
geçmesini engelleyen bir çatlak olarak mı gönneliyiz? Ya hut, tam aksine, banyan taeirini üretimi kaynağında, biz zat k öyd e denetim altına alan bir çeşit "özel piyasa"da iş yapıyor olarak mı düşünmeliyiz?
Basit piyasamn en hayrete şayan örgütlenınesi mu hakkak ki Çin'inkiydi : Orada piyasa kesinlikle, nere deyse matematiksel olarak, coğrafyaya dayanıyordu. Bir pazar kasabası veya küçük şehir için, kağıt üzeri ne bir nokta ko yun. Bu noktanın çevresini köyleri temsilen altı d an ona kadar te krar noktalayın: Köylerin şehire uz akl ığı köylü nün aynı gün içinde şehire gidip dönmesine imkan verecek ö lç ü de olmalıdır. Ortada bir nokta ve çevresin d e on nokta dan oluşan bu geometrik gruplama, Fransa'da bizim kan ton diyebileceğimiz, bir pazar kasabasının nüfuz al anı dı r. Uygulamada bu pazar kasabanın sokak ve meydanlanna göre bölümlere aynlırdı: Heme n yanıbqımızda faizciler, katipler, ikinci el dük,kanlar, küçük lokantalar, çayhane ve birahaneler vardı. G. William Skinner haklı: Kırsal Çin'in dölyatağı köyün kendisi değil , bu k.antonal mekandı . Bu d uru m d a , pazar kasabasının da bir şehrin uydul arı oldu ğunu kabul etmek kolay olmalı : Şehri uygun bir mesafe den çevreleyen, ona yiyecek temin eden, ve onlann uzak ti caret yollanna ve o mahalde imal edi l meyen emtiaya bağ lantı larını saitlayan uydular. Hatta, pazar kasabaları ile şehirlerin bir tek sistem oluşturdukları, her birinin tak vimlerinin programda herhangi bir çatışmaya yer verme y ecek şekilde ha z ırl and ığı gerçeğiyle de kanıtl anın aktadır. Çerçi ve zanaatçılar bir pazardan di� pazara, bir pazar kasabasmdan diğerine mütemadiyen taşınıyorlardı , zira Çin'de zanaatçuu n dükkanı portatifti (taşınabilir) ve hiz metleri pazaryerinde sunuluyordu. Demirci yahut berber işlerini müşterinin evinde görürlerdi. Sözün k:ısası, devasa 41
Çin ülkesi, he psi bi rbi riyle bati antılı ve hepsi y akın dan gözeti m altında tutulan düzenli pazar zincirleriyle kaplı ve onlar tarafından canlı tutulmaktaydı. DükkAn ve çerÇiler de mebzuldu Çin'de; ama mekaniz manın en ince diş lileri olan fuar ve borsalar yoktu; bir k aç fuar mevcuttu, ama onlar da ikincil öne m deyd iler ve Mo ğolistan sınınnda yahut Kanton'da, bu yolla gözetim altm da tutu lan yabancı taeirierin fayd ası için kurulmaktaydı lar. Bu b akı m d a n , şu iki faktörden birinin s ö zko nu su olma sı lazım : Ya Çin hükümeti bu yüksek mübadele b içi m leri ne düşmandı, yahut da b as it (elemanter) p iyasa nı n ince sistemi yete rl iydi ve Çin ekonomisinin büyük ticaret ka n al l arı na ihtiyacı yo k tu . Bu iki sebepden biri veya he r iki si yüzü nden , Çin'de m ü ba d e l enin neredeyse boynu vurula rak kesildi; i l eriki bir bölümde bunun Çin kapitalizminin geli şmem e sinde çok çok öne mli bir faktör olduğunu göste receiim. Mübadel e nin yükse k b i ç i m leri , bir b üyük taeider ağı nın çok iyi örgütlendiği Ja ponya'd a daha ileri ölçüde geli ş ti l er. Bunlar, düzenli biçimde kurulan panayır ve borsala nyla eski bir tüccar kavşağı ol an Insulinde'de* ayrıca iyi gelişmişlerdi - eğer borsa terimi, �nbeş ve onaltıncı yüz yıl Avrupa'sında olduğu gibi, önemli taeirierin belirli bir yerdeki topl antı l an anlammda kullanılabilirse. Mesela, Java adasının uzun zamandan beri en faal şehri ol an Ban("'> lanaliade değişik biçimlerıle adlaodınlcb: Malezya. Malay 'nOO madalan, Hind 'Ialamadalan, Dotu Hindler veya Endonezya. Bu te rim Bunda Adalan'nı (en önemlileri Java, Borneo ve Sumatra), Ml) luldtılla r veya Baharat A.tala nnt, Yeni Gine ve Filipinleri içine al makta, ama Andaman-Nicobar grubunu dapnda bu-akmalrtadtr. (İng.çev ) 42
tam'da 1619'da, Batavia'nın kuruluşundan sonra bile, pa zann kapanınasına doğru taptancı tacirler şehir meydan lanndan birinde hergün toplanırlardı. Hindistan bir panayıtlar ülkesinin en iyi ömeğidir; her i kisi de genell ikle hac yerlerin de yapılmakta ol duğund an , dini ve ticari bu l u ş ma l a r orada birleştirilmekteydi. Bütün yanmada bu devasa topl anınalarla harekete geçiriliyordu. Her yerde mevcut olmalanna ve büyüklüklerine hayran olmamak elde d eği l ; ancak b unl ar bazı bakımlardan geç mişe od a k l an a n geleneksel bir ekonominin işaretleri d eğil ler miydi? Aksine, İslam dünyasının her yanı n da panayır lar mevcut olmakla beraber, Hindistan'dakiler kadar çok sayıda ve geniş deği ldiler. Mekke panayırtan gibi örnekler sadece kai deyi bozmayan istisnalardır. Hatta, aşıngelişkin ve aşındinamik Müslüman şehirleri yüksek mübadele dü zeyinin mekanizma ve araçlanna ağırlık veriyorlardı. Po liçeler Hindistan'da görülen yaygınlıkla dolanımdaydı ve nakit kullanımıyl a el ele gidiyorlardı. Tüm bir kred i ve ti cari organizasyon ağı Müslüman şehirlerin Uzak Dolu ile bağl antısını kuruyordu. Hindler'den 1759'da dönen ve Basra üzerinden İstanbul'a karayoluyla geçmek ü zere olan bir İngiliz seyyah parasını Surat'daki Doğu Hind Şirke ti'ne yatırmayı arzu etmezdi. İki bin lirasını ( piasters) na kit olarak Bı;ısra'daki bir bankere yatırarak ondan Ha lep'teki bir bankere hitaben "lingua Cranca" ile yazılmış bir mektup alırdı. Teorik olarak bir kir sağlaması gerekir di, ama olması gerektiği kadar kazanmazdı. Kimse her za man kazanmaz.
Hülasa, d ünyanı n diğer ülkelerinin ekonomileriyle karşılaştınldığında, üstün enstrüman ve araçlanndan -borsalar ve çe şitli kredi biçimleri- ötürü Avrupa ekono misi daha fazla gelişmiş gözükmektedir. Fakat mübadele nin tüm mekanizma ve kolaylıklan istisnasız olarak Avru43
pa dışında da görülebilir. Ancak, bu tür mekanizmalar de ğişen derecelerde geliştirip kullanıldı, öyle ki bir hiyerarşi görülebilsin: En tepede Japonya, belki Insulinde, ve İslam; çok gerilerde kalmayan ikinci kademede, banyan tüccan nın geliştirdiği kredi ağı , çok yüksek derecede spekülatif girişimler için ödünç verme uygulaması, ve deniz sigortası ile Hindistan; s on olarak, en altta, binlerce ilkel ekonomi nin hemen üzerindeki Çin. Dünya ekonomilerinin bu biribiriyle karşılaştırmalı sı
ralaması önemsiz değildir. Gelecek bölümde, piyasa ekono misi ile kapitalizmin işgal ettikleri konumlan değerlendir meye giriştiğimde bu hiyerarşiyi aklımda tutacağım. Hat ta, bu dikey sıralama analizimin sonuç vermesini
müm
kün kılacaktır. Muazzam günlük hayat kütlesinin üstün
de, piyasa ekonomisi ağlannı gerdi ve işleyişi canlı tuttu. Ve umumiyetle bizzat piyasa eko nomi sinin üstünde kapi
talizm serpilip gelişti . Diyebiliriz ki tüm dünyanın ekono misi, yii kseklikleri gösteren bir haritada olduğu gibi , deği şik irtifalann ardarda gelmesidir.
2 � Piyasa Ekonomisi
ve
Kapitalizm
Birinci bölümde geniş bir iktisadi sektörün plamm çı
kardım. Onbeşinci yüzyıldan onsekizinci yüzyıla kadar kendine yeterlik ile tavsif edilen bu sektör esas olarak mü badele ekonomisinin dışında
la ve
kalıyordu.
Onsekizinci yüzyı
ötesine kadar, Avrupa'mn en gelişmiş yöreleri bile
altkıtanın genel hayatına nadiren katılan ve soyutlanmış lıklan içi nde inatla kendi ayakları üstünde varlıkl arını sürdüren, hemen hemen tamamen kendi içlerine kapan
nu ş gediklerle muammaya dönmüştü. Şimdi hem piyasa ekonomisi hem de kapitalizm diye
adlandırdığım mübadele ilişkilerini tartışmak istiyorum. Bu i kili
isim
benim bu iki sektör
arasında
bir ayırım yap
makta o l d u ğumu göstennektedir ve ben bunların aynı şey ler olmadığına inanmaktayım. Tekrar etmeme müsaade
Onsekizinci yüzyıla kadar bu iki tip faaliyet -pi yasa ekonomisi ve kapitalizm- sadece bir azınlığı etkili yorrlu ve insanlık kütlesi maddi hayatın geniş alam içinde buyurun.
mahpustu. Her ne kadar piyasa ekonomisi genişliyor ve
her ne kadar daha o zamandan
geniş alanlan kapsıyor ve
zaman zamwı muazzam ölçüde başanlı oluyor idiyse de,
45
hAli
ç oğu durumda geni ş likten yoksundu. Ve benim doiru
kapitalizm adını verdiğim Ancien Re o ol gul an parlak, sofi stike ama sımrlı bir tabaka
veya yanlı ş biçim de
gime'in
mn ese riydi ; bu tabaka ikti sa di hayatı bütün olarak kap samıyar ve mu htem el en kendi tohumunu atan, ke n di ne ait bir "üretim biçiini" yaratmıyord u (burada istisnalar kuralı
bozmamakta, teyit etmektedir). Hatta, u mumiyetl e tüccar kapitalizmi denen bu kap i t ali zm piyasa ekonomisini (böy
le bir ekonomi
onun zorunlu önşartı o l s a da) bir bütün ola
rak ko ntro l etmek veya yönlendirmekten çok uzaktı.
Ama gen e de kapitalizmin ulusal, uluslararası ve dünya çapındaki rolü ş im diden açıktı .
ı. Tasvir edegeldiği m hAliyle piyasa ekonomisi b i rka ç mü phem l ik.le karşımı za çıkmaktadır. Hatta, tari hçi le r onu
sahnenin ortasına yerleştirdiler. Hepsi de onun birincil önemde olduğunu düşünmektedirler. Piyasa ekonomisine
kıyasla,
üretim ve tüketim nice} araştırmamn n a diren in
celediği dünyalar, ancak şim dil e rde gel işe n alanl ardır.
Bu
geniş alanlan anl am a k kol ay değildir. Aksine, piyasa ekonomisi
sürekli bir
sohbet konusu
dur. Şehir arşivlerinde, tüccar ailelerinin özel arşivlerinde,
mahkeme ve i dare arşivlerinde, ticaret odalan tartışmal a nnda ve noterlik kayıtlannda sayfa üstüne sayfa doldurur. Bu bakımdan, o na dikkat ve alaka göste rm ekt en kendimi zi nasıl alabiliriz ki? Her an için günd e mde dir o. TehJike, aşiltir olarak sadece
piyasa e konomisini gör
mekte, gerçekte onun geniş bir bütünün sadece bir bölüınü olduğu bir zamanda kuş atıcı, sürekli bir varlığı ol duğunu hatıra getiren bir ayrıntı
yatmaktadır. 46
Zira bizzat
bolluğu
ile onu tammlamakta
tabiatı gereği, piyasa ekonomisi
üretimle tüketim atas ınd a bir bağlantı rol ünü oynamaya indirgenmektedir; o nd oku zunc u yüzyıla kadar piyasa eko
nomisi, o n un altında uzayıp giden günlük hayat okyanusu ile on u bir de fa d a n fazla yukandan yönl en diren kapitalis tik mekanizma arasında -aşağı yukarı kalın ve esnek,
ama bazan da çok ince- bir tabakaydı sadece.
Hakiki rol ü bizzat bu sınırlama ile belirti len ve tamm lanan piya sa ekonomisinin bu sınırlı işlevini pek az tarih çi vazıh ol arak kavradı . Wıtold Kula, fiyat eğrilerinin üst ve alt noktalannın, krizl erin , uzak korelasyonlarm ve pi y as a nın birleştirici yönelimlerini n- ya ni , ticaret hacmin deki düzenli artış l an elle tutulabilir kılan her şeyin, gö rüşlerini bulanıklaştınnasına izin verm eye n birkaç ilima damı arasındadır. Onun mec a zl arın dan birini kullanırsak, aşağıya kuyunun içine, derin suya bakmalıyız: Piyasa fi yatl anyla alakah ol a n ama her zaman on l a r d an etkilan meyen veya onlar tarafından değiştirilmeyen maddi haya ta. Dolayısıyla, iki düzeyde -kuyunun kenan ve suyun derinlikleri düzeyinde- ya zıl m ay an herhangi bir iktisadi tarih dehşetli bi çimde eksik olm a riskini taşır.
Bununla beraber, onbeşinciden onsekizinci yüzyıla ka dar piyasa ekonomisinin canlı dünyasını olu şturan alanın sürekli olarak genişlediği açıktır. Bunun habercisi ve kanı tı dünya genelinde piyasa fiyatlanndaki domino taşı ben zeri değişmelerdir. Zira fiyatlar bütün dünyada dalgalan dı: J a p o nya ve Çin'de, Hindistan'da ve İslam dünyasın d a
(mesela Osmanlı
İmparatorluğu'nda), ve Amerika'nın al
bir rol oynadığı kısımla nnda - yani, Yem İs panya , Brezilya ve Peru' da. Bütün bu tın ile gümü.şün erken bir tarihte
fiy atl ar aşağı yukan biribirleriyle alakalıydı ve değişen za
man
aralık.lanyla birbiri ardınca değişiyorlardı. Bu za
biribirierine yakından bağ lantılı olduğu Avrup a 'd a nadiren hissedilebiliyordu, oysa
man-aralığı, ekonomilerinin
47
Hindistan'a en az yirmi yılda ulaşıyor, onaltıncı yüzyı l ı n sonlanyla onyedinci yüzyılın başianna kadar Qrtaya çık mıyordu . Sözün kısası, iyi yahut kötü, bir çe şit ek ono mi çeş i tli
dünya pazarlarını birbirine bağlamakta ve bu ekonomi pe şisıra pek az lüks emtia ve ayrıca kıymetli madenieri sü
rüklemektedir: Evvelce zaten düny a turlan
y a p m akta
olan birinci sınıf seyyahlara day ana n bir ekonomi. Ameri kan güm üş ün den darbedi len İspanyol do l arl an Akdeniz'i geçerek Osmanlı İ m paratorlu ğu ve İran ü zerin d en Hind ve Çin'e ulaştı . 15 7 2 'd e n itibaren de, Manila'daki bir fasıla d an sonra, Amerikan gümüşü Pasi fi k'i aşıp bu yeni yol üzerinden te krar Çin'e uzandı. Bu
bağlantılar, bu zincirler, bu mübadeleler, bu
elzem
geli ş ve gidişler tarihçileri n asıl olur da cezbetmezdi? Bu
tür görülmeye
d �ğe r m anzaral ar, çağlannın i nsanlannı
tarihçileri de büyülemektedir. Ancak, en erken dönemin iktisatçıları bil e , eğer piyasada ki arz ve talebi değilse, gerçe kte neyi ineeledil er? Eğer söz konusu şehirler piyasalannın denetim, depolama ve fiyat lanyla utraşmıyor i diyseler, iktis at politikalan ne idi? Ve hükümdarlann iradeleri (resmi emirleri) i kt i sat politika sıyla alakalanmaya b aş l a dığı nd a , bu alaka ul usal pazan -ve dolayısıyla ulusal bayrağı- korumak, iç ve dış piya satarla bağlantılı ul usal sanayileri teşvik etmek için değil miydi? Piyasanın bu sınırlı ve hassas alanı içindedir ki mantıksal eylem mümkün olmaktadır. Böylece işi n sonun· da insanlar, doğru veya yanlış, m üba de lelerin (piyasa ve borsalann) dengeteyiri bir güç olarak önemli bir rol oyna dığına, rekabet marifetiyle eşitsiz noktalan düzelttikleri ne ve piyasanın gizli ve cömert bir tann, Adam Smith'in "görünmeyen el"i olduğuna inandılar: Bu piyasa laissez frı· ire, laissez passer (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinbüyüledikleri gibi, modem
48
İer)e yapışıldığı sürece, ondokuzuncu yüzyılın kendi kendi ni d üzenleye n piyasasıydı ve ekonominin kilit taşıydı. Bunun böyl e olmasında bir hakikat
unsuru, bir bozuk ve bir nebze de kendi kendi ni aldatma var dır. Piyasamn kaç kez saptınldığım yahut çarpıtıldığını, fi yatların kaç kez fiili yahut kanuni tekellerce keyfi olarak belirlendiğini unutabilir miyi z? Her şey bir yana, rekabet çi piyasanın ( O skar Lange'ye göre, "insanın sahip ol duğu inanç unsuru
bu ilk biJgisayar"m) erdemlerini kabul etmek bile, bir de en azı ndan üre tim ile tüketim arasında kusurlu bir bağ ol duğu nu belirt mek zorundayız. Eksik (veya kusurl u) kelimesinin 8ıtım
receye kadar eksik kaldığından bile olsa,
çizmeme izin verin.
Gerçekte, piyasa ekonomisinin erdem
lerine ve önemine inanıyorum , ama bu ekonominin bütün diğer e ko nomi biçimlerini dışlarlığını sanmıyorum. Bunun
la beraber, çok
yakın zamanlara kadar
kemelerini yalnı zca
piyasa
iktisatçılar
muha
ekonomisinin model ve dersl e
rine dayandınyorlardı. 1\ırgot için, "dolaşım" iktisadi ha yatın tamamını oluşturuyordu. Aynı biçi m de , çok sonrala n David Ricardo piyasa ekonomisinin dar fl;lkat hızla akan ırmağı nı görebiliyordu sadece. Ve her ne kadar iktisatçılar,
elli yıldan fazla bi r zaman önce laissez (aire'in otomatik erdemlerini savunmaya son verdiyseler de, b u mit kamu oyundan veya çağdq si� tartışmalar tecrübenin ışığında ,
dan henüz tardediimiş değildir.
n. Nihayet, kapitalizm
kelimesini
ringe fırlatıp da onu,
onun bizzat mevcudiyetinin her zaman kabul edilmediği bir yüzyıla uyguladığım zaman, oldukça farklı iki faaliyeti isimlendirrne k için piyasa ekonomisı"nden ayn bir terime ihtiyaç duydujumdan böyle yaptım. Muhakkak ki kurdu koyun
sürüsünün üzerine saldırlmak niyetinde değildim. 49
Tartışmalı teri m kapitalizm'in müphem o l d uğunun , çağ
daş ve muhtemelen anakronistik çatı"ışımlarla yüklü oldu ğunun gayet iyi farkındayım (tarihçi l er haklı olarak bunu birçok kez tekrarladılar). Eğer ihtiyatı e l d en bırakıp keli meyi buyur ettiysem, bi r takım sebepleri vardı bunun. Herş eyd e n önce, onbeş ve onsekizinci
yüzyıllar arasm
da ortaya çıkan belirli mekanizmalar ken di l erin e ait bir
isim için haykırıp dunnaktalar. Onlara yak ın dan baktığı mızda, onlan olağan piyasa ekonomisi içinde bir deliğe uy durm anın hemen hemen abesle iştigal
ol d uğu n u görürüz.
Bir kelime kendiliğinden takılır aklımıza: Kapitalizm . İr ki l m i ş vaziyette onu k a pı dışan ederiz, ama h e m e n pence
reden içeri d al ar o. Bu kelimenin yerine ikame edilebilecek
hiçbir yeterli kelime yoktur ve b u gerçek tekb aşı n a araz
belirtisidir.
Amerikalı iktisatçı
Andrew Shonfıeld'in söyle
bu l u n u rs a bulunsun, kapita lizm kel imesini kullanmanın en iyi gerekçesi hiç kimsenin ondan daha iyi bir kelime bulamamış olmasıdır. Hiç şt.ıp hesiz sayısız ihtilaf ve tartışmalan peşi nden sürükleme diği gibi , kaç kişi aleyhinde
dezavantajına sahiptir. Ama ihtilaflar -kıymetleri ne o l urs a olsun- sakınılmaz
şeylerdir, tartıı,malan s ürd ürüp Daha da büyük bir de
i htilaf yokmuş gibi davranamayız.
z av a nt aj kelimenin günümüzde kazanılmış anlam larla
yüklü olduğudur. Çünkü en geniş anlamıyla kapitalizm
yirminci yüzyı lın başlanndan kalmadır. Biraz gelişigüzel bir tavırla bu k el i m en i n Werner Sombart'ın ünfü Der Mo
derne Kapitalismus'unu yayınladığı 1902 yılı n da kullanıl·
edebilirim. Marx kelimenin he men hemen farkında değildi hiç. Bu bakımdan dotnıdan
maya başlandığını ifade
doğruya
günahlarıo eo kötüsüne, anakronizm
günahına
s a pl aruna tehlikesi içindeyim. Sanayi Devrimi'nden öıice
kapitalizm yoktu, diye bağınyordu hilA genç bir tarihçi bir
gün : "Kapital , evet; kapitalizm, hayır!" 50
hatta çok uzak geçmiş ile kopuş, mutlak bir süreksizlik yahut, arzu ederseniz, hiç bul uşmama- hiçbir zaman ol m adı . Geçmiş tecrübeler bugüne devam ederek ona eklen mektedir. Onun içindir ki birçok tarihçiler -ve en iyile rin den birkaçı- şimdi Sanayi Devrimi'nin onsekizinci yüzyıl dan çok önce çehresini göstermekte olduğunu keşfetmekte ler. Bunun belki de en iyi kanıtı b ugün kendi Sanayi Dev Bununla beraber, geçmiş ile,
bugün
arasmda
tam bir
rimlerini gerçekleştirmeye teşebbüs eden belirli azgelişmiş ülkeler tarafından sunulmaktadır: Bizzat gözlerinin önün
d e başarılı l- i r modele s ahi p olmalaona rağmen, baş an sız olmaktadırlar. Sözün kısası, sürekli sorgulanagelen bu di yalektik -geçmiş, bugün; bugün, geçmiş- peka.Ia bizzat tarihin kalbi, tarihin varlık seb ebi olabilir. III. Kapitalizm kelimesi ancak ona anlamını veren iki ke lime (kapital ve kapitalist) arasına dikkatlice yerleştiril rnek suretiyle denetim altına alınabilir, tanı ml anabilir ve tarihsel araştırmalarda kullanılabilir. Kapital elle tutula bilir bir gerçekliktir, daima işler halde olan, kolayca teşhis edilebilir bir mali kaynaklar yıtını; kapitalist, her toplum için m u ka d d er olan fasılasız üretim s üre ci ne sermaye ek leme işine nezaret (veya riyaset) eden y ahut etme teşebbü sünde bulunan kişidir; kapitalizm ise, kabaca (ve sadece kabaca) üade edersek, um umiyetle pek diğergam (özgeci) sebeplerle yapılmayan bu sürekli ekleme faaliyetinin ya p ılm a tarzıdır. Anahtar kelime kapital (sennaye) dir. İktisatçtiann eserlerinde ona daha özgül olarak serm aye mallan anlamı verilegeldi; s ade ce
para birikimlerini değil, aynı zamanda daha �nce yapılmış bütün işlerin kull anılabilir ve kulla nıl mış ürünlerini de ifade etm ektedir. Bir ev sermayedir; de51
potanmış buA'cfay sennayedir; bir gemi yahut karayolu eer Ancak seı:m aye mallan sadece yenilenen üretim sürecinin bir parçası iseler o isme hak kazanırlar; kullanıl
mayedir.
mayan bir hazinedeki para artık sermaye değildir, işlen meyen bir orman da. Hal böyleyken, eşya biriktirmeyen,
sermaye m al l an biriktirmeyen, onlan düzenli olarak işle rinde k ul l anm ay an , onlan çalışma marifetiyle yeniden
ya p m ayan ve meyve vermelerini sağlamayan bir tek top lum adı söyleyebilir miyiz? O nb eş i n c i yüzyıl Batı dünya sındaki en küçük köyün yollan , taşl ardan temizlenmiş tar l a l an , sürül m üş topraklan , sistemli biçi mde idare edilen
or m a nl an , çitleri, meyve b a hçel eri , değirmen çarkl an ve
Ancien Regime* iktisatı için y apı la n hesaplamalar bir yıllık gayn safi milli hasıla ile (Fransız lann patrimoine dedikleri) topl am sermaye mal l an arasın da bire üç veya dört bir oran göstermektedir. Bu, Keyn es 'i n ta hı l ambarlan vardı.
yirminci yüzyıl toplumlan için kabul
hemen aynısıdır.
ettiği oranın hemen
O halde, her toplum bir araya getirilmiş
bir rezerv sürdürebil·
çalışmalannın üç veya dört yıllık değerine eşit arzıyla desteklenmekte ve üretimini başaoyla
rnek için bu rezervleri kullanmaktaydı ; çünkü "patrimony"
bu maksatla sadece kısmen -hiçbir zaman tamamen de
ğil, kısmen- kullanılmaktaydı pek tabii. Sizin de benim kadar aşinası olduğunuz
bu sorunlar
dan gelin uzaklaşahm . Gerçekte okuyucuianma s adece bir açıklama boreuro var:
kapitalizmi, piyasa ekonomisinden
itibar edilecek bir tarzda n ası l ayırdedebiliyorum? Ve piya sa ekonomisini de
kapitalizmden? Lütfen suyun altta kal
dığı, y$n ise yü z eye çıktı� biçimde açık bir ayırım yap (fiili) iktisadi durum hiçbir za
mamı beklemeyin. Gerçek
man basit temeller üzerine kurulmaz. Ancak, piyasa
(•) 52
1789 öncesi,
Kadim Rejim.
eko-
nomisi denen olgunun en az iki mümkün biçimini n (A ve B) olduğu yolundaki ifadenin kabul edilmesi çok zor olma malı: Meydana getirdikleri beşeri, iktisadi ve toplumsal ilişkiler aracılığıyla da olsa, biraz dikkat ile farkedilebile cek iki biçim.
A kategorisine hemen günlük piyasa mübadelelerini ve ya kı n d aki bir kente gönderilen buğday ve odun gibi yerel
veya görece yerel örnekleri koyuyorum. Düzenli, öngörüle bilir,
rutin
ve hem küçük hem büyük taeiriere açık olduğu
m üddetçe daha geniş bir ölçekteki ticareti bile buna dahil
ediyorum; mesela , o nyedinci yüzyı l d a Baltık
tahılının
Danziç'ten Amsterdam'a ge miyle yollanması veya güney ve kuzey Avru pa a ras ınd aki yağ ve ş arap ticareti (bu ör nekte her yıl Istria'dan b ey a z şarap getirmek üzere Al
m a nya 'dan yo l a
çıkan at
arabası konvoylannı düşünüyo
rum). Hiçbir sürpriz i çenneyen , tarafi a nn kuralları ve elde
edecekleri sonucu ön ce de n
bildikleri
ve her biri için mute
dil karlann önceden kabaca hesaplanabil di� bu •sayd am• mübadele yerlerinin iyi bir örne� küçük bir kasahada ku rulan pazardır. Böyle bir pazar esas olarak -köyl ü erkek
kadınlarla zanaatkarlardan oJufan- üreticilerle, bazı lan bizzat paz arı n kurulduğu kasabadan bazılan da civar ve
köylerden gelen müşterileri biraraya getirmektedir. Za
man zaman
fazla üç klşi işin içine girmektedir; yani müşteri ile üreticinin arasında üçüncü adam olarak bir en
aracı görünmektedir. Bu aracı yeri geldiğinde mal
yığarak
piyasayı bozabi lir, piyasaya hakim olabilir veya fiyatlan
bir perakendeci bile yasayı dele gi rme k üzere iken köylülerin mallannı ueuı bir fiyattan kapatıp, sonra onları p azard a satabilir. Yasa çiğnemenin basit biçimi olan mal kapatmaya her kasaba etkileyebilir; h atta küçük rek kas ahaya
pazarının çevresinde ve hatta daha ileri bir ölçüde şehir
53
çevrelerinde rastlanınaktadır; ve eğer sözkonusu taraflar anlaşmalı iseler fiyatıann yükselmesine sebep olabilirler. Bu bakımdan resmetmekte oldufum, ticaretin denet lendiği, yasaya bağlandığı, saydam oldugu -"göz göze ve el ele," diyor Almanlar- pi yasa kasabası mode lin de bile, saydamlık ve den eti m den kaçan B kategorisine ait müba deleler tamamen yok değildir. Aynı şe kil de , Baltık'tan ge miyle yapılan büyük buğday yükl em eleri n den doğan dü zenli ticaret de s ay dam ticaretti: Kalkış noktasındaki (Danzig) fiyat eğrileriyle vanş noktasındakiler (Amster dam ) eşanlıydı, karlar ise hem kesin hem mutedil (orta öl çüde) idiler. Ama Akdeniz'de bir kıtlık ol m ay a görsün mesela 1 590'lardaki gibi bir kıtlık,- başlıca m üşterileri temsil ed e n uluslararası tacirler bütün gemilerin rotala n nı değiştirip yüklerini nonnal fiyatın üç veya dört misline satılmak üzere Livomo veya Canova'ya taşıtırlardı . Bunda da gene A ekonomisi B ekonomisinin ön ü n de dize gelebilir di.
Ancak, bir kez mübadele hiyerarşisini yukan do� it tipi ekonomi egemen olur ve gözlerimizin önünde A kategorisinin ol uştu rm uş oldu ğundan açıkça farklı bir "dolaşım alanı" oluşturur. Bir İn giliz tarihçi onbeşinci yü zyıld a geleneksel h a l k pazanna meye başl a dı k mı, ikinci yahut B
özel pazar diye adlandınlan bir olgunun eşlik ettiğini gös terdi. ( Ben, aradaki farkiann altını çizmeyi ve bu ikinciye karşıpazar demeyi tercih ediyorum). Zira, bu özel piyaaa kendini geleneksel piyasaya empoze edilen kurallardan kurtarmaya
ça lışmıy or muydu? (Aşınhklan yüzünden ço
fu kez felce uğratan kurallar). Emtiayı toplayıp biraraya getiren seyyar satıcılar üreticilerin evlerine giderlerdi. Köylüden yün, kenevir,
canlı hayvan, deri, arpa veya bq·
day ve kümes hayvanları, yahut bunlan, kırkılmamıt yün
ve toplanmamış 54
buğd ay olarak, daha elde edilmeden bile
satın alabiliyorlardı. Köydeki handa veya bizzat çiftlikte imzalanan basit bir kAğıt pazarlığı mühürlüyordu. Ondan sonra satınaldıklan mallan atlı yük arabası, at sırtında veya küçük gemilerle başlıca büyük şehirlere yahut sahil limanianna yollarlard.ı . Bu tür faaliyetin örnekleri dünya nın her yanında göze çarpıyordu, Paris ve Londra civann da, Segovia'da (yün), Napoli civannda (bu�day), Apulia (ya�) ve Insulinde'de (karabiber). Bizzat çiftli�e gitmed.iği zaman, aracı tacir pazaryerinin dışında, pazann kuruldu ğu meydanın dış sınırlannda buluşmalan ayarlar veya ço ğu zaman bir handa işini görürdü, çünkü hanlar posta du rağı ve nakliye bürolan vazifesini görürlerdi. Bu mübadele tipi normal kollektif piyasanın yerine geçti ve onun yerine işe dahil olan bireylerin karşılıklı du nımlanna göre değişen gelişigüzel mali düzenlemelere da yanan bireysel işlemleri ikame etti. Bu olgu satıcılann im zaladığı kıiğıtlann yorumu üzerine İngiltere'de sık sık ya pılan davalarda açık biçimde görülmektedir. AşikArdır ki burada rekabetin -sözümona piyasa ekonomisinin bu te mel yasasının- pek az yer tuttuğu eşitsiz mübadelelerle uğra.şmaktayız; aracının iki kozu vardır burada: Üretici ile son kertede emtiayı teslim alan kişi arasındaki ilişkileri kesmiştir (zincirin her iki ucundaki piyasa şartlannı ve dolayısıyla beklenen kii n sadece aracı biliyordu), ve onun başlıca müttefiki olan nakit parası vardır. Böylece, üretim ile tüketim arasında uzun tüccar zincirleri yer alıyordu ve -özellikle büyük şehirlere mal tedarikinde- kabul gör melerine sebep olan ve otoriteterin gözlerini yumma lanna yahut en azından denetimleri gevtetmelerine vol 1!-,Ç� şey muhakkak ki bunlann etkin oluşlanydı.
İmdi, bu zincirler ne kadar uzarsa, kendilerini alışala
ve denetimlerden kurtarmada o kadar başantı olmaktadırlar ve kapitalistik süreç o ölçüde vu-
gelen düzenleme
55
zuhla ortaya çıkmaktadır. Uzun-mesafeli ticarette,
onu en
üstün ticari faa liyet saymada Alman tarihçilerinin yalnız kalm adı klan Fernhandelde bu süreç çarpıcı biçim de aşi kar olmaktadır. Fernhandel serbest i şle m l eri n en mükem mel olduğu bir al a n dı : Alışılmış gözetim d e n onu koruyan veya onun bu tür gözeti mleri yönlendirmesine fırsat veren mesafeler üzerin den iş y a pan bir alan; Coromandel S a lı i li'nden veya Bengal kıyı l an n dan Amsterdam'a ve AIDster dam'dan İran, Çin veya Japonya'daki perakendecilere ka dar uzanıyor olabil irdi . Bu devasa işlemler bö l ge si nd e Fernhandler (tacir) seçmeye m uktedi rdi ve kannı en yük sek düzeye çıkaracak olanı seçiyordu o da: Antiller'le tica ret mütevazi karların ü s t ün de bir kazancı sona mı erdirdi? Dert etme, b u arada böl ges el ticaret• yahut Çin ticare ti iki misli daha karlı hale gelmiştir. Sadece gernilerin kaptania nna rotalannı aksi yöne çevirmelerini buyurmak zorunda sınız, o kadar. _
Özellikle uzun mesafeli ticaret sadece bir avuç i�san tarafı nd an yapıldığı içi n, böylesi büyük karl ar muazzam sermaye birikimleriyle sonuçlandı. Öyle herhangi bir kim se grub a dahil olamazdı. Bunun a ksi n e , yerel a l
ı şveri ş çok
s ayıda insan arasında bölünmekteydi. Mesela,
onaltıncı yüzyıl da Portekiz iç ticaretinin topla m tahmini parasal de ğeri, bir bütün o l arak alındığında , karabiber, baharat ve uyuşturucu ticaretinden kat kat yüksekti. Ama bu iç tica ret çoğu kez takas biçimini, kull anım değeri biçimini a l ı yordu. Baharat ti careti parasal ekonominin ana hattının bir bölümünü oluşturuyordu. Ve ancak büyük tacirler bu
tür ticareti yürütebilİyor ve bu ticaretten ellerine anormal
(•) -ı.e commerce d'lnde en Inde", onsekizinci yüzyıl ingiliıtce terimi karışıbtulır. Uuk Doaıı'daki yenıl ticaret anlamına gelmektedir, mesela Malabar Sahih ile Benp.l ve Hind ile Çin arasında (İng. Çev.J
olan country ıra� in Fransızca
56
ö l çü de büyük kArlar geçerek temerküz ediyordu . Aynı şey D ani e l Defoe'nun çağı olan erken onseki zinci yüzyılda İn giltere için de geçerlidir.
Bütün dünyada, büyük taeirierden oluşan bir grubun sıradan satıcılar kitlesin de n açık biçimde ayrılıp göze çarptığı ve bu grubun bir yandan çok küçük ol du ğu , diğer yandan da -b a ş k a faaliyetleri arasında- her zaman için uzun mesafeli ticareıle bağlantılı ol duğu rastlantı değildir. Bu olgu ondördüncü yılzyıla doğru Almanya'da, onüçüncü yüzyıla doğru Paris'te ve onikinci yüzyıla doğru ve hatta muhtemelen d aha önce İtalyan şehirlerinde görülebilmek tedir. Hatta i l k taeirierin Batı'da ort aya çıkmasından önce, İ slam dünyasında bir ithalatçı-ihracatçı ol an ve acentalar la faktörleri evinden yöneten tayir vardı (burada daha o zamandan sabit bir mekanda iş yapmayı görüyoruz). Bu nun, pazar yerinde (suk/çarşı) iş yapan dükk4ncı (hawan ti) ile hiçbir ortak yanı yoktu. 1 640 dolaylarında halil bü yük bir şehir olan Hindistan'ın Agra şehrinde bir seyyah Sogador ünvanının "İspanya'da mercader denen" kişilere verildiğine
dikkat çekiyordu, "ama bazılan özel
olan Katari
bir ünvan
ile böbürleniyorlar; ülkede ticaret sanatına
hak iddia edenler arasındaki
en
yüksek ünyandır bu ve
'büyük krediye (itibara) sahi p en zengin tacir' anlamına gelmektedir." Batı'da kullamlan
lar
sözlük de benzer farklılık
göstermektedir. Negocuınt yahut
taptancı tacir Fran
sa'run Katari'si idi; negociant kelimesi onyedinci yüzyılda ortaya çıktı. İtalya'da mercante a taglio ile negociante ara smda büyük bir fark vardı; İ n gi l tere 'de tradesman yahut satıcı ile İngiliz limanlannda oturan ve esas olarak ihracat ve uzun-mesafeli
ticareıle uğraşan merchant arasında, Al
manya'da bir yanda Kramer ve diier yanda Kau{man veya Kau(herr arasında benzer farklar vardı. Bu kapitalistlerin, hem İslam hem de Hnstiyanlık ille-
57
minde, hüküındann dostlan
ve devletin deste kçi yahut is
tismarcılan (onu kullananlar) olduğunu belirtmeme bil
mem i htiyaç var mı? Çok erken bir tarihte , itin ta başın dan b aş l ayarak, "ulusal" sırurlann ötesine taşıyor
ve ya
bancı ticaret merkezlerindeki tacirlerle temasa geçiyorlar
dı. Bu adamlar i şl e ri
kendi l ahl e ri ne
çevirmenin binbir yo
lunu biliyorlardı : Kredi manipülasyonu ve karlı para oyun lan , iyt ve kötü paraJann yerin e göre kull anılması:
"iyi"
gümüş veya altın paralann Sermaye yığmak için büyük iş l e m l erd e , "kötü" bakır pa ra l a n n ise en düşük maaşl arda bir deyişle Emek karşılığı ola rak kull anılm ası . Üstün bir bilgi, zeki ve kültüre sahi pti ler. Ve çevrelerinde almaya değ'er ne varsa e l e geçiriyorlar dı - toprak, arsa ve toprak kiraJan. Bu kapitalistlerin emirlerinde tekeller olduğundan yahut on seferin doku zunda rekabeti aradan çıkarmak için gerekli güce sahip ol duklanndan kimin şüphesi ol ab i lird i? Bordeaux'daki tica ve günlük ücretlerde,
başka
ri müttefiklerinden birine yazarken, bir Felemenk taeiri
planlarının gizli tutolmasını öğütlüyordu; aksi ha lde , diye
i l ave ediyordu, "bu iş de diğer birçoklan gibi tersine döne cek, bir kez işe rekabet kanştı mı, kar yapm a k için hiçbir ,ans kalmayacaktı . • Son olarak, sa dec e sermayelerinin bü yüklüğü kapitalistlere aync al ık lı konumlannı koruma ve zamanın büyük ul uslararası işlemlerini kendilerine ayır
yandan, bu du rum şu sebeple aşın derecede atır taşımacılık döneminde,
ma imkAnı veriyordu. Bir mümkündü: o
büyük-ölçekli ticaret, sermayenin geridönüşünde uzun ge cikmeler gerektiriyordu; yatınlan paranın kinyla artm.ıt
olarak
geri dönmesi aylar, bazan da yıllar alıyordu. Diğer
yandan, büyük tacir genellikle kendini sadece sennayeaiy
le sınırlamıyordu; krediye, bqka inaaniann parasına baş- vuruyordu . .Aynca, sermaye meye 58 .
ve
kredi çevrede hareket et
muk.tedirdiler. Floransa civarındaki
Prato'nun
bir
taeiri olan Francesko di Marco Daıini'nin evrakı andör
düncü yüzyılın sonlanna doğru kambiyo se netlerinin
İtal
yan şehirleriyle Avrupa kapitalizminin en aktif merkezle
ri · arasmda gidip geldiklerini göstennektedir: Barcelona, Montpelier, Avignon , Paris, Londra ve Bnıges. Ama bu tür
m an i pül asyonl ar sıradan ölürnlülere, Basel'in Banque des Reglements lnternationaux 'ımn süpergizli ince h es apl an bugün sokaktaki insana ne kadar yabancıysa o kadar ya bancıydılar. Bu bakımdan, ticaret yahut mübadele dünyası bir hi
dünyasıydı, en mütevazi görevlerden -hamal lar, istifçiler, arabacılar, ve gemiciler- b aşlayarak kasa
yerarşiler
dar, dük.kancı, çeşitli simsarlar ve tefeci lere doğru yükse lerek nihayet taeiriere
ulaşırdı. İlk b a kı şta şu ol gu şaşırtır
bizi : Piyasa eko nomi si nin getirdiği terakki ticaret toplu munu
bir bütün olarak etkiledikçe, uzmaniaşma ve iş bö
lümü artmakta, sadece zirve, tüccar-kapitalistler ka de me
si bunun dışında kalmaktadır. Ve böylece bu, işlevleri bir kaç küçük parçaya ayınna süreci, bu modernleşme süreci ilk önce sadece piramidin tabanmda görülmekteydi: Dük kAnlar ve gezgin satıcılar uzmanlaşmaya başlıyorlardı. Uzmaniaşma piramidin tepesinde meydana gelmedi, zira ondokuzuncu
yüzyıla kadar
üst-düzey tacir hemen hemen
hiçbir zaman kendini bir tek faaliyetle sınırlamıyordu. Ta bii ki, bir taeird i o, ama hiçbir zaman sadece bir mal ile uğ
şartlar yönlendirdiğinde aynı şekilde gemi lere erzak tedarikçisi, sigortacı, kreditör, kredi müşterisi, fınansör, bankacı vey a hatta "'imalatçı" yahut çifı.lik yöne ticisi ol a bilirdi Onsekizinci yüzyıl Barcelona'smda pera kende san, yapan dültkincı yahut botiquer her zaman bir raşmıyordu ve
.
uzmanlığa
sahipti; ya keten (çamaşır/kumaş) veya yünlü
giysiler veya baharat, v.s. satardı. 'Thptancı olabilmeye ye
Uırli serveti
biriktirdiği gün, hemen uzmanlıktan uzman59
O andan itibaren "uzmanlığını• ol uştururdu.
olmamaya (nonspecialization) geçerdi. elinin erdi4i her kazançlı işlem
Bu a norm alli k üzerine sık sık yorumlar yapılageldi, ama kulağımızın alıştığı açıklama yetersizdir. D e niyor ki, tacir risklerini s ını rl am ak için faaliyetlerini çeşitli sektörlere bölmekteydi ; . eğer kırmız i ş i n de kaybettiyse, baharattan kazanabilirdi. Eğer bir ticaret işini bozmuşsa, döviz hadle rinden yararlanarak veya bir köylüye yıllık gelir sağlamak
üzere borç vererek başabaş gelebilirdi . Sözün kısası, bütün
yumurtalannı bir sepete koymamasını öğütleyen atasözü nü taki p ederdi . inanıyorum ki, evvel emirde, tacir, yapması mümkü n ticaret dallarından hiçbiri onun tüm
eneıjisini massedecek
kadar gelişmiş olmadığı için uzmanlaşmıyordu. Geçmişin
kapitalizminin sermayeden yoksun oldu� için küçük kal dığı öteden
açması
beri
kabul edile gelmiştir; kapitalizmin
çiçek
için yeterli sermayeyi biriktirnıek uzun bir zaman
almıştır. Gerçekteyse, taeirierin mektuplan
ve
oda· gözleyen
ticaret
lannın muhtıralan yatınlmak için beyhude yol
muazzam sermaye yek\lnlannı açığa çıkarmaktadır. Yatı
nm için başka ve daha ki.rlı yerlere sahip olmayan kapita list toprak almaya teşvik edilmiş olurdu; bu
lumsal itibar sağlayan
bir
emin
ve top
yatınmdı , ama bazan modern
tarzda işlenebilecek ve iyi bir gelir kaynağı olabilecek top
ve başka arsa spekü
raklan da satın alırdı, İngiltere, Venedik devleti yerlerde olduğu gibi. Yah ut tacir, şehirl erdeki lasyonuna kaptınrdı kendini.
Yahut, sanayi
sektörüne ba
siretli ve tekrarlanan dalışlar yapardı; mesela onbeş onaltıncı yüzyıllardaki madencilik muhtemel
istisna
işi
ve
gibi. Ancak, bir iki
ile, tacirin (kapitalistin)
üretim sistemi·
ne hiçbir alaka göstermettiği ve, putting-out sistemi aracılt· ğlyla, zanaata dayalı
üretimi (bu üretimin ticarileşmesini
satlamak için) denetlemekle yetindiği önemlidir. Zanaat ve
60
putting-out (fason i mal at ) sistemi ile karşılaştınldığında, mamul mallar ondokuzuncu yüzyıla kadar toplam üreti min sadece çok küçük bir bölümünü temsil etmekteydiler.
İkinci ol arak , eğer büyük tacir faaliyetl erini o kadar sık deği.� tiriyor idiyse, bunun sebebi yüksek k Arl arı n bir se ktörden diğerine sürekli olarak kayıyor olm asıydı . Ka pi talizm esas olarak konjonktüreldir, yani iktisadi d uru m d a ki değişmalerin buyruklarına göre serpili p ge li şir. Bugün bile kapitalizmin en büyük kuvvetlerinden biri uyarianma ve değişme yeteneğidir.
Üçüncü olarak, ticaret h ay atında bir uzmaniaşma türü bazan gel işme istidadı gö steriyord u : para ticareti . Ama ha
şansı hiçbir zaman uzun s ünn üyord u , iktisadi yapı ekono minin bu yüksek noktasına yeterli besin pompalayamıyor
du sanki. Kısa süren ihtişamım takiben, Floransa bank.a cıhğı, Bardi ve Peru zzi aileleriyle beraber andördüncü yüz yılda ve tekrar Medicilerle onbeşinci yüzyılda çöktü. 1579'dan sonra Canova'nın Piacenza fuarları hemen he
men tüm Avrupa ödemeleri için takas (kliring) sistemi ha line geldi, ama bu Cenovalı bankerterin olağanüstü serü veni elli yıldan az sürdü, 162l'e ka d ar. Onyedinci yüzyıl da Avrupa kredi ağına parlak biçimde egemen olma sırast
bu tecrübe de takibeden yüzyılda ba sona erdi . Mali kapitalizm ancak ondokuzuncu yüzyılda, 1830-60 döneminde, bankaların sanayi ve ticaret dahil herşeyi ele geçirdiği ve ekonominin genelde bu yapı yı sürekli olarak destekleyecek kadar güçlü ol du ğu bir u manda başarılı oldu . Amsterdam'a geldi ;
şansızlıkla
Özetlersek, i ki tür mübadele vardır: Biri makul, reka bete dayalı ve hemen hemen saydam olandır; daha yüksek
bir biçim olan diğeri ise ineeliidi ve tahakkümcüdür. Bu iki tür faaliyeti ne aynı mekanizmalar ne de · aynı fall ler (agents ) yönetmektedir, ·kapitalist alan ise yüksek biçim
61
içinde yer almaktadır. Becerikli ve yaman bir takunyalı
köy kapitalistinin muhtemel varlığım inkAr ediyor deği lim. Moskova'dan Profesör Vıktor Dalin'in bana söylediği
ne göre, Lenin sosyalist dünya içinde bile köy pazannın, bir kez özgürlüğünü y e niden kazanınca, eksiksiz kapita lizm ağacını p ek alii yeniden yeşertebileceğini ifade etmiş
ti. Aynı zamanda, dükluin sahipleri arasında bir mikroka pitalizm mevcut olduğunu da inkar etmiyorum; Alexander Gerschenkron hakiki kapitalizmin ora d a doğduğunu dü şünmektedir. Kapitalisti k sürecin altında yatan, partner
Ierin temel eşitsizliği toplumsal hayatın her kademesinde görülebilmektedir. Ama sonunda, kapitali zm toplumun ta
zirv!!sinde i l k defa yayıldı , gücünü kanıtiadı ve kendi ni açığa vurd u . Araştırmamızı sürdürmemiz gereken ve kapi
talizmi keşfetme· şansımızın olduğu düzey Bardi1er, Jac ques Coeur'lar, Jacob Fugger1er, John Law1ar veya Nec
ker'ler düzeyidir.
Eğer kapitalizm
ile piyasa ekonomisi arasında umumi
yetle hiçbir ayınm yapılmıyorsa, bu her ikisinin
de
Orta
çağlardan bugüne aynı hızla ileri doğru gitmesinden ve ka
pitalizmin çoğu kez iktisadi ilerlemenin güdüleyici kuvve
ti yahut
çiçeklenmesi olarak sunulmasındandır. Gerçekte,
her şey maddi hayatın o çok geniş
sırtı
üzerinde duruyor
d u ; maddi hayat genişlediği zaman, her şey ileri doğru gi
diyordu, piyas a ekonomisi de hızla genişleyerek maddi ha
yat
pahasına mesafe katediyordu. imdi , kapitalizm bu tür
genişlemeden her zaman yararlanır. Joseph Schumpeter'in müteşebbisi bir çeşit
haklı
ckus
ex
machina
telakki ederken
olduğuna in anmıyorum. Belirleyici faktörün bir bü
tün olarak hareketin kendisi olduğu ve herhangi bir kapi talizmin genişliğinin temeldeki ekonomi ile doğru oranbit olduğu yolundaki inancımda ısrar ediyorum.
62
ıv.
Küçük azınlığın koroluğu olan kapitalizm, toplumun aktif s u ç ortaklığı ol m aksı zı n düşünülemez. Zorunlu ol a
rak toplumsal düzenin bir gerçekl iği, siyasal düzenin bir gerçekliği ve hatta m e deniyetin bir gerçekliğidir. Çünkü belirli bir tarzda, toplum bir bütün o l a rak aşağı yukan bi linç l e kapitalizmin d eğe rl erini kabul etmek zorundadır. Ama bu her z am an vuku bulmaz. Herhangi bir fazlaca gelişmiş
toplum b irka ç " p arçaya"
bölünebilir: Eko n omi, siyaset, kültür ve toplumsal hiyerar ş i . Ekonomi ancak d iğe r "parça l ar a " dayanarak anlaşılabi lir, zira hem kendini çevreye yayar hem de kendi kapılan nı komşu lan na açar. Eyl e m ve etkileşim vardır ortada. Ka p italiz m denen, ekonominin o b i ra z özel ve kısmi biçimi ancak bu bitişik "parçalann" ve onlann uzanımlannın ışı ğı n da tam olarak açıklanabilir; ancak o zaman h a kiki çeh resini gösterir;
Bu bakımdan, kapitalizmi yaratmayan ama o n u teva rüs eden (miras alan) modern devlet bazan onun lehine ba zan da aleyhine hareket eder; bazan kapitalizmin ge ni ş l e mesiıle fırsat verir, b aş ka zamanlarda da onun ana kayna-
. ğını yokeder. Kapitalizm a ncak devlet ile özdeş h8le geldi ği zaman, kendisi d evl et olduğu zaman muzaffer olur. İlk büyük merhalesi olan İtalyan 'ehiMievletleri (Venedik,
Cenova ve Floransa) merhalesinde, iktidar paralı seçkinle rin ellerindeydi. Onyedinci yüzyıl Hollanda'sında Nai bler aristokrasisi ülkeyi işadam l annın, tüccar ve tefeciterin çı karlarına, hatta buyruklarına göre yönetiyordu. J\ynı şe kilde, İngiltere'de Muhteşem 1688 Devrimi U, çevrelerinin Hollanda'dakine benzer yükselişine işaret ediyord u . Fran sa yüzyıldan fazla bir zaman geride kaldı; ancak 1830 Ha ziran Devrimi ile ticaret bwjuvazisi rahat bir biçi md e yö netime yerleşti. 63
O halde devlet kendi dengesine ve ayaklan
üstünde
du rabil me kabiliyetine göre finans dünyasının ya lehin
deydi veya ona düşmandı. Aynı şey kültür
ve din için de ge
ç er liydi. Kuramsal olarak, muhafazakar bir kuvvet olan
din piyasa, para, spekülasyon ve riba ihtiva eden yenilik lere hayır diyordu. Ama Kilise finans dünyasıyla bir anlaş
maya vardı. Hayır d em eye devam ediyordu, ama nihayet te asnn karşıkonulmaz zaruretlerine boyun eğdi. Uzun sö Vatikan'dan sonra uydurulan bir ifadeyi kul lanacak olursak, bir aggiornamento veya eskiden "modern lik" denen şeyi kabul etti. (Augustin Renaudet, Saint Tho zün kısası, II.
mas Aquinas ( 1 225-74 )nın bir gün başanya ermesi mukad der olan ilk modernizmi nasıl formüle ettiğini anlatıp dur du.)
Ancak, her ne kadar din, ve dolayısıyla kültür, bu tür nispeten erken bir tarihte aradan çıkardıysa da,
engelleri
Kilise bu işlere ilke olarak muhalafet etmeye devam etti, özellikle riba olarak
suçlanan faizli borçlar sözkonusu ol
duğunda. Hatta, biraz aceleci bir tavırla, bu tereddütler
ancak Reformasyon tarafından giderildi ve bu kapitaliz
min kuzey Avru pa ülkelerindeki gelişiminin hakiki açıkl a masıdır. Max Weber için, kelimenin modern anlamıyla ka pitalizm Protestanlığın yahut,
daha kesin söylersek, Püri
tenciliğin l!serinden başka bir şey değildir. Bütün tarihçiler, her ne kadar ondan nihai olarak ku.-. tulmayı becerame se l er de, bu ince (yüzeysel?) teoriye kar şı çıktılar. Ancak açık biçimde yanlış bir teoridir bu. Kuzey ülkeleri, daha önce Akdeniz'in eski kapitalist merkezleri nin o kadar uzun zaman ve o kadar parlak biçimde işgal ettikleri yeri ele geçirdiler. Ne teknolojiele ne de iş idare
si nde hiçbir şey icat etmediler. Amaterdam Venedik'i taklit etti, sonradan Londra'nın Amsterdam'ı taklit ettiği ve New York'un bir gün gelip de Londra'yı
taklit edeceği (ettiği) gi·
bi. Her seferinde vuku bulan, dünya ekonomisinin yerçe-
64
kim merke zini n kayışıydı: Kapitalizmin temel yahut gizli tabiatıyla hiçbir alakası olmayan iktisadi sebeplere daya nan bir kayış. Onaltıncı yüzyılın sonlannda Akdeniz'den Kuzey Denizi'ne doğru kesin kayış yeni bir bö lgen in eski bir bölge üzerindeki z aferi ni gösteriyordu. Atiantik'in yeni yükselişinin verdiği destekle ge nel ekonomi, ticaret ve hat· ta para arzı genişledi. Ve bir kez daha -Amsterdam'daki randevusuna sadık kalan- piyasa ekonomisinin hızlı bü yümesi kapitalizmin genişleyen yapılarını o geniş sırtı üzerinde taşıdı. Her şey göz önüne alındığında, Max Wa. her'in hatasının esas olarak onun kapitalizmin modern dünyanın teşvi kçisi olmadaki rol ünü abartmasından kay· naklandığına inanıyorum . ·
Ancak temel sorun orada yatmamaktadır. Hatta, kapi talizmin gerçek kaderi onun toplumsal hiyerarşilerle çar pışması tarafından belirlendi. Gelişen her toplum bir
kaç hiyerarşiyi birleştirir, bun
lara nüfus kütlesinin -Werner Bombart'ın Grundvolk'u bitedurduğu zemin kattan çıkışı sağlayan merdivenler di·
yelim: Dini bir hiyerarşi , askeri bir hiyerarşi ve çeşitli ma· li hiyerarşiler. Yüzyıla ve bul unulan mekAna b ağlı olarak, aralannda muhalefetler, uzlaşma ve ittifaklar ge li şme kte ve zaman zaman bi rleşiyor gibi bi l e gözükmektedirler.
ünüçüncü yüzyıl Roma'sında siyasi ve dini hiyerarşiler
birleşti , ama şehir çevresinde toprak ve hayvancılık büyük soylulardan ol uşan
tehlikeli biT sımf yaratıyor, Kilise hü kümetinin Sienalı bankacılan çok yükseklere tırmanışla· ' rım sürdürüyorlardı. Geç-ondördüncü-yüzyıl Floransa'sında, eski feodal soy burjuvazi bir olarak, mantıklı bir tarzda siyasi denetimi ele geçirmeye girişen para babası bir elit ohışturdular. Ancak, başka toplumsal bağlamlarda, siyasi bir hiyerarşi bütün diğer hiyerarşileri ezmek zoru n lularla yeni tüccar üst
-
65
daydı;
Ming ve Mançu Çin'inde durum b uyd u . Biraz daha
tarzda olsa da, Ancien Regi.me'in monarşik Fransa'sı için de durum buydu: Ehem az doğrudan ve daha az tutarlı bir
miyetli s oyl ul ar hiyerarşisini ön sıraya i terken uzun za man tacirleri, zengin olanlannı bile, itibardan yoksun bir rol oynamaya zorluyord u . ünüçüncü Louis idaresindeki Fransa'da i ktidara giden yol krala ve saraya yakın olmak tan geçiyordu. Luçon'un önemsiz piskoposluk rütbesine sa
hip Richelieu'nün kariyerinde yukan doğru ilk gerçek adım ana Kraliçe M ari e de Medicis'in yardım d�ğıtan me m uru olması ve bu suretle saraya kabul edilip id a rec i leri n
sınırlı çevresine ginnesi idi.
Her toplum, bireyse l tutkulann b aş anya ul aş a bi l eceği kendi öz kanal lanna sahiptir. Her toplumun kendi başan
türü
vardır. Batı'da, her ne kadar bireysel başanlar end er
değiidiyse de, tarih mükerrer biçimde 'u dersi
tür başanlar hemen hemen her
zaman,
öğretti:
Bu
servet ve nüfuzla
veren uyanık, dikkatli ailelerce yığılan mal varlığı na (aktiflere) atfedilmelidir. Tutkulan sabır ile elele gidiyordu; uzun-vadeli bir tutku
nru azar azar arttırma mücadelesi
çeşidiydi. O
halde uzun zaman yaşayan ailelerin, silsilele
rin faziletlerine övgüler mi dizmeliyi z? Böyle yapmak, Ba tı
sözkonusu
o ld u � n d a, gevşek
bir dönemde kullaruma juvazi tarihi
vazi, yani
bir şe ki l d e -oldukça geç giren bir terimi kullarursak- bur
d enen şeye yıldızlık tevcih etmek
olur; buıj u
kapitalistik süreci sırtlananlar, kapitalizmin
belkemiğini oluşturacak olan katı bir h iye rarşi yi yaratan
veya kullananlar. Zira servet ve gücünün temellerini sağ
lam atmak için, kapitalizm peşpeşe veya esaslı olarak ye rel ticarete, ribaya, uzun-mesafeli ticarete, rüşvetle satı nalınabilir idareye, toprağa �min bir yatınmdı to prak ve
aşikir bir itibar, düşünebileceğimizden daha fazla itibar sağlıyordu- ve bizzat toplumun ken dine bağımlıyayrıca
66
dı. Eğer bu uzun aile zincirlerine ve mülklerle teriiierin ağır ağır birikmesine yakından bakacak olursak, Avru p a'da feodal rejimden kapitalist rejime geçiş hemen hemen anlaşılır olur. Feodal rejimden senyör aileleri yararlaru yordu , zira temel servet olan toprağı dağıtan sağlam bir bi çim idi feodalizm. Diğer bir deyişle, e s asta istikrarlı bir toplumsal rejim yaratıyordu. Yüzyıllar boyunca "buıjuva zi" bu ayncalıklı sınıfa yapışan bir parazitti, onunla yanalt ya n ağa yaşıyor, onun hatalarından, lüks aşkından, tem beJliğinden ve ihtiyatsızlığından yararl anara k sahip o l du ğu şeyleri -çoğu zaman riba sayesinde- ele geçiriyor ve ni hayette asalet s afl a n n a kayıyordu. Ancak, saldınyı ye ni lemek ve eski mücadeleye yeni baştan başlamak için b a şk a buıjuvalar da va rdı. Tek kelimeyle, u z u n vadeli bir asalaklıktı bu : Buıjuvazi kendi iştihasım tatmin için yöne tici sınıfa durmaksı zın tahrip ediyordu . Ama buıjuvazinin yükselişi y a v a ş ve sabırlıydı ve tutkusu sürekli ola r ak ço cuklanna ve torunlanna geçiyordu. Ve bu durum tekrarl a rup duruyordu. Feodal to pl u mdan türeyen ve kendisi hAla yarı feodal olan b u toplum tipi, mülkiyet ve toplumsal ayncalıkların görece korunduğu , ailelerin -mülkiyet k utsal olduğundan veya öyle olması istendiğinden- göreli sükünete sahip olabildikleri, ve her bireyin aşağı yukarı kendi yerinde kal dığı bir toplumdur. imdi, eğer birikim meydan a gelecekse, eğer aile silsiteleri büyüyüp sürdürülecekse, eğer para eko nomisi sonunda kapitalizmin dotıDasına yardımcı ol acak sa, sakin yahut nispeten sakin toplumsal sulara . ihtiyaç vardır. Süreç içinde, kapitalizm üst tOplumun bel i rli tab yalannı tahrip eder, ama bunu kendi yaranna eşit d erece de sağlam ve dayanıklı tabyalar inşa etmek için yapar.
Aile servetlerinin, bir gün parl ak bir ba şanyla sona eren bu uzun ge bel i k dönemleri hem geçmişte hem de bu-
67
gün
bize o denli
aş m adı rl ar
temel bir özelliği olduğunu
ki bunun B atı topluml annın
farketmek
bizim için güç ol
maktadır. Bu olguyu ancak Batı'dan ayrılıp Avrupalı olma
to p l um lan n sunduğu değişik m anzarayı gözledi�miz zaman hakikaten farke deri z . Bu toplumlarda, benim kapi talizm dediğim -yahut demek istediğim- olgu a tlan m ası güç veya imkansız topl u msa l engel l erl e karşılaşmaktadır. iro n i k olarak, bizzat bu engeller genel bir a çıkl ama i çin
yan
ipuçlan
sağlaınakta'dır.
J a pon toplumu bu b ak ı m d an ati piktir, zira orada süreç kabaca Avrupa'da olduğu gi biydi : F e od a l b ir topl u m yavaş yavaş b o z ul d u ve k a pi ta l i zm sonunda fışkı nverdi (J apon ya tüccar haneqanlannın en uz u n ömürlü oldu klan ülkey di , zira o nyed inc i yüzyıl a kadar uzanan bazı a i l ele r bugün hala gelişmektedir). Fakat m ukayes e li toplumsal tarih ça lışmalan feodal düzenden parasal düzene hemen hemen kendi momentumlanyla geçen toplurolara örnek olarak
y a l nız ca bu iki toplumu
-Batı ve
Japon- sunabilmekte
dir. Başka yerlerde devl etin , mertebeye d ay a l ı imtiyazın ve
servete dayalı i mtiyazın kon uml a n
çok farklıydı ve ben
bu farklardan bir ders çıkarmaya çalışacağım.
Çin'i veya İ s l a m 'ı gö z önüne alın. Ç i n ' de eldeki eksik is tatistik ler di key toplumsal hareketliliğin (mobility) orada Avru pa 'da n daha fazla ol d u ğu izlenimini vermektedir. Ay ncal ı kh kişilerin sayısı görece daha fazla d e ğil di , sadece Çin top l u mu Avrupa toplumundan çok d aha az istikrarhy dı . Açık ka pı , açık hiyerarşi ma ndarin rütbesi için sınav biçimini alıyordu. Her ne kadar bu ttir sınavlar her zaman mutlak dürüstlük içinde yapılmıyorduysa d a , kuramsal olarak bütün toplumsal gru plar için gi rilebilir idiler: Her hal ükıirda ondokuzuncu yüzyılda Batı'nın büyük üniversi
telerinde olduğundan sonsu zca daha ileri bir ulaşılabilir lik. Mandarinin yüksek rütbelerine ulaşmayı sağlayan sı-
68
navlar fiiliyatta toplumsal oyunda kullanılan kAğıtlann yeniden kanştınlmasına, sürüp giden bir "yeni anlaş ma"ya baliğ oluyordu. Ne var ki, zirveye ulaşanlar b u nu ancak güvensi z bir tarzda yapıyor, bir çeşit ömürboyu-sü recek ünvan kazanıyorlardı. Ve bu vesilelerle biriktirdikle ri servetler Avrupa'da grandes familles ("büyük a i l e l er" ) diye bilinen ol gun u n temellerini atmaya p e k az yanyord u. Ayrıca , çok zengin ve çok güçlü aileler il ke olarak devletin şüphesini çekiyorlardı; d evlet tekbaşına toprağa sahipol ma ve köylüleri vergiye bağlama hakkına sahipti; maden cilik, sanayi ve ticaret işletmelerini yak ı n d an gözetim al tında tu t uy ordu . Taeirierin yerel düzey d eki su ç ortaklığına ve yolsuzluk yapan mandariniere rağme n , Çin devleti ka pitalizmin yayılmasına sürekli düşmanlık gösterdi . Kapi talizmin elverişli ş a rtl ar yüzünden genişlediği her sefe rde , hem en hemen totaliter (bu kelimenin gün ü m ü z d e ki tüm küçültücü anl a mlannı bir yana koyuyorum) bir devlet ta
rafından n ihayette deneti m al tına al ınıyordu. Hakiki Çin li kapitalizmi anca k Çin dışında mevcut oldu-mesela, Çin
lüccannın tam bir özgürlük içi nde işini sürdürdüğü ve kendi alanını tesis ettiği Insulinde'de olduğu gibi.
İslam'ın
de onsekizinci yüzyı l öncesinde, toprak sahipliği geçiciydi, çünkü ora d a, Çin'de olduğu gibi, toprak huku ken hükümdara aitti. Av ru pa Ancien Regime'nin terminol ojisini kullarursak, tarih çiler bu tür m ü l kle re , ail e fieflerine karşıt olarak, Mnefice lar (yani, birine ömürboyu tahsis edilen m ül k ) diyebilirler. Başka bir deyişle, senyörlükler -yani araziler, köyler ve toprak kiralan- (eski Karolenj devletinin uyguladığı usu lü hatırlatan bir tarzda) devlet tarafından dağıtılıyorrlu ve bundan faydalanan öldüğü zaman bir kez daha (başkası na) verilme imkAnı hasıl ol uyord u . Hükümdar için bu du rum piyade ve süvarilere hizmetlerinin karşılığını ödemeengin d ü nyası nda, özellikle
69
yi ve onlann gelecekteki sadakatierinden
emin olmayı sai lıyordu. Bey öldüğü zaman, senyörlüğü ve sahip olduğu her şey İstanbul Sultanı'na yahut Delhi'nin Büyük Hü kümdan 'na iade olunuyordu . Şu hususa i şare t edilmelidir ki, otoriteleri sürdüğü müddetçe bu büyük hükümdarlar yönetici topl umun, se ç kinl er sınıfının bi l eş i mi ni -gömlek lerini değiştirir gibi- değiştirebiliyorlardı ve bunu yap mada da tereddüt göstermiyorlardı. Böylece, toplumun zir vesi sık sık yenileniyor ve aileler sağlam biçi mde kök sal maya muktedi r olamıyorlardı. Andre Rayni.ond'un onseki zinci yü zyı l Kahire'sine dair yakın zamanlardaki çalı şm a sı oradaki büyük taeirierin konumlannı bir ne sil d e n fazla sürdürmeye nadiren muktedir ol duklannı göstermektedir. Siyasi toplum tarafından yutuluyorlardı. Eğer Hind tücca nnın hayatı biraz daha emniyetli idiyse, piramidin tepe sindeki istikrarsız toplumun içinde deği l de, tüccar ve ban kacılık kastlannın koruması d ahi l i n de geliştiği içindi. Önerdiğim gayet basit, imkan d ahi li ndeki teorini n şu ana kadar anlaşılmasının kolayiaşmış ol m as ı lazım: Kapi talizmin büyüme ve başansı belirli toplumsal şartlar ge rektirmektedir. Toplumsal düzende beli rli bir süku net (is tikrar) ve devlet tarafından belirli bir nötrlük (tarafsızlık) veya zayıflık veya lütufkirlık gerektirmektedir. B atı 'da da değişen derecelerde ortay a çıktı; esas ol arak toplumsal ned'enlerden, kökü geçmişin derinliklerinde ya tan nedenlerden ötürüydü ki Fransız ulusu her zaman için kapitalizme, diyelim İngi ltere'nin olduğundan, daha az müsait olmuştu. lütufkarlık
Bu hususta ciddi itirazlann olmayacağını sanıyorum. Ama şimdi yeni bir sorun ortaya çıkmaktadır. Ka pitaliz. min hiyerarşiye ihtiyacı vardır. Ama, hepsi de hiyerarşile
de zirvelerinde iktidar sahibi bir avuç ayrıcalıklı birey bulunan yüzlerce toplumun oluşu-
re sahip ol a n , hepsinin
70
munu zihninde canlandırabilen bir tarihçi için hiyerarşi . tek başına ne ifade eder? Hiyerarşiler geçmişte mevcuttu, onüçüncü yüzyıl Venedik'inde , Ancien R�gime sırasında Avru p a'da, Thi ers Fr ansa's ın d a yahut pop ül er sloganiann iktidardaki "200 aile"yi itharn ettikleri 1936 F ransa'sı nda . Ama hi yerarş iler aynı z am anda Japonya'da, Çin'de, Os manlı'da ve Hindistan'da da mevcuttu. Ve bugün hala mevcutturlar,
Amerika Birleşik
Devletleri'nde
bile.
Kapi
talizm piyasayı, üretimi yahut tüketimi i c at etm ediği gibi, h iyerarş i l eri de icat et m e z ; sadece kullamr onlan. Tarihin uzun oluşumunda, ka p i tal i z m geç gelen bir olgu dur. Her şeyin hazır olduğu bir anda gelmektedir. Diğer bir deyişle, ö zgül hiyera rş i s orun u
kapi t ali z m i n
ötesine gitmekte, onu aş m akta , onu önceden (a priori)
kontrol etmektedir. H eyh at , ka pital ist olmayan toplumlar
da hiyerarşileri bastıramadılar. Kitabıma dahil ettiğim uzun ayrıntılara kapı açan, ancak hiçbir sonuca varmayan
topl u m l ar. Bu muhakkak ki anahtar m esel ed i r, meselele rio meselesidir. Hiyerarşi , bi r i nsanın di ğeri n e b ağı m l ı l ı ğı , yok 'edilmeli m i dir? "E vet, " diyordu Jean-Paul Sartre 1968'de. Ama böyle bir şey gerçekten mümkün müdür?
7ı
3 � Kapitalizm
ve
Dünyayı Taksim Etmek
İlk iki bölümde bilmecenin tüm parçalannı önünüze yaydım, bazan ayn ayn, bazan gelişigüzel bir tarzda grup l an mı ş olarak, yapmakta olduğum açıklamaya en uygunu
hangisi görünüyorsa öyle. Başlığı tam da maksadımı açığa vuran bu bölümde bilmeceyi çözmeye çahşacağıın : Maksa
dım kapitalizm, kapitali zmin geli şmesi ve hareket tarzı ile genel bir dünya tarihi arasındaki bağiantıyı kurmak. Bir tarih : Biçim
ve
deneyimlerin kronolojik ardışıklığı.
Bütün dünya : onbeş ve onsekizinci yüzyıllar arasında bi çimlenen ve müterakki şekilde ağırlığını beşer hayatının her veçhesinde ve yerkürenin her toplum , ekonomi ve me deniyetinde hissettiren birlik. Bu dünya kendini bir eşitsizlik atmosferinde açığa rur. ·Bugünkü imaj
-
vu
zengi n ulusl ara karşı azgelişmiş
olanlar- onbeşinciden onsekizinci yüzyıla kadar, mutadis mutandis, vukubulan durumdu zaten. Şüphesiz Jacques Coeur'un zamanından Jean Bodi n'e, Adam Smith'e ve ta
Keynes'e kadar uzanan zaman diliminde zengin ve yoksul ülkeler sürekli olarak aynı ülkeler değildi; tekerlek dönü yordu. Fakat dünyayı idare eden yasa pek az değişti; dün73
ya yapısal olarak varlıklı olanlarla ol mayanlar arasında taksim edilmeye devam ediyor. Bir çeşit dünya toplumu
mevcuttur, olağan hiyerarşileştirilmiş topl um u n çok geniş l etil mi ş ama hala tanınabilen bir versiyonu. Mikrokozm ve makrokozm, ama ikisi de aynı ku maştan kesi l me . Ni çi n?
Bunu ce va pl an dırm aya çalış acağı m, ama başaramayabili rim. Tarihçi nasıllan görmekte niçinleri gö rm ekten daha az gü çl ük çeker ve b üyük m esel el eri o so nu çl anın kökenie
rinden dah a vazıh olarak ayı rdedebi li r. Hele hele, o nu bu denli rutin tarzda yanıltan, ona mütemadiyen nanik ya pan bu kökenieri ke ş fetm e hususunda h eyeca nlanm a s ı ye ri n d ed ir. I.
Bir kez daha i şe yarar bi r sözlük geliştinneliyiz. Haki katte, iki teri m kullanılmalıdır: ikincisi daha önem l i ol mak ü zere, dünya ekonomisi ve dünya-ekonomi. Dü nya ekonomisinden (economy of the world) bir b ü tü n olarak dünya ekonomisi ni kasdediyorum, Sismondi'nin ifad esiyle "kainat piyasası"nı. Dünya-ekonomi ( world-economy)
-
Weltwirtschaft kelimesini örnek alarak benim uy durduğum bir kelime- ile de, ekonomik bir bütün ol u ştur duğu ölçüde, ge ze ge ni m i z i n sadece bir bölümünün ekano
Alman
mui ni k as d ediyo ru m . Çok önceleri onaltıncı yüzyıl Akde
Welıwirtschaft, bir d ünya-ekono mi, yahut başka bir Almanca ifadeyi kullanırsak, "eine "elt {ür sich, kendi içi n bir dünya olduğunu yazmıştım.
niz'inin kendi içinde bir
•
Bir düny a-e konomi üç yönlü o larak tasvir edilebilir:
1. Veri bir co�afi
mekAnı işgal
etmektedir; bu bakım
dan onu ayıran sınırları vardır ve bu sınırlar, biraz yavaş
olmakla
beraber,
değişmektedir. Kopuşlar zam an zaman
kaçınılmaz olarak.
74
görülmektedir,
ama
uzun aralıklarla;
mesela, geç o nbeşinci yüzyılın Keşifler Çağı'm takiben, ya h ut 1689'da Büyük Petro Rusya'yı Avrupa ekonomisine aç tığı zaman. Sovyet ve Çin ekonomisinin serbest, topyekün
ve kesin bir dışa açılışı vuku bulursa, bugün tanıdığımız haliyle Batı'da görülecek kopuşu vann tahayyül edin.
2. Bir dünya-ekonominin her
zaman, başat
bir şe hirle
temsil ed i l en , bir kutbu veya merkezi vardır: geçmişte bir
şehir-devlet, gü n ümü zde büyük bir şehir-yani, iktis adi bir b aş ke nt , Washington D.C.'den ziya de New York. Daha sı, bir tek d ünya-ekono mi içinde iki merkez e ş anh olarak ve uzunca bir dönem varolabilirler, Kayzer Augustus, Ant· hony ve Kl eop atra yönetimindeki Roma ve İskenderiye gi bi; C hi oggi a savaşında n ( 1 378-8 1 ) önceki Vene d i k ve Ceno va gibi; y a h u t onsekizinci yüzyılda, Holl anda'nın kesin ol a rak dıştanması ndan önceki Londra ve Amsterdam gibi. Zi ra bu iki merkezden biri her zaman sonuçta tasfiye edil mektedir. Bu bakımdandır ki 1 929'da, biraz tered d ütte n sonra , dünyanı n merkezi su götürmez şekilde Londra'dan New York'a kaydı.
Her dü nya-ekonomi birbiri peşi nden gelen bölgelere taksim edilmektedir. Ortada kalp vardır, yani merkezin 3.
çevresindeki ( yakınındaki } bölge - onyedinci yüzyıl d a Arneterdam dü nyaya egemen iken Birleşi k Eyaletler (ama hepsi deği l >; yahut 17801erden sonra Londra kesin ol arak Amsterdam'ın yerine geçtiği zaman İngiltere (ama İngilte re'nin de bütünü değil ). Son olarak, çok geniş periferyal (çevresel) al a nlar vardı: dünya-ekonominin vasfı ol an iş böl ılınünde hakiki katılımcilar
deAü de tabi
olanlar. Bu pe
riferyal b ö lge l e r dahilinde hayat çop z am a n Arata, hatta cehenneme
be n ze mekte dir. Oolann yal nızca coğrafi ko
numları bunu yeterince açıklama.ktadır.
.
.
Bu aceleye gelmiş gözlemler, yonını ve kamtl arla des
teklenmelidir; bunları Maddi Medeniyel
ve
Kapitalizm'in 75
3. cildinde sunacağız. Meselenin güzel bir tasviri Immanu el Wallerstein'in yakınlarda
Mockrn World-System)
yayımlanan ki tabı nda (The hususlarda ve
bulunabilir. Belirli
bir veya iki gene konum hakkında yazarla uyuşmadığım önemli
değildir. Görüş
açılanmız temelde özdeştir: Wal
lerstein sanki biricik dünya-ekonominin, onaltıncı yü zyı l a
kadar kurulmamış olan Avrupa ekonomisi olduğuna ina
nı rken , ben Orta Çağiara
kadar
ve hatta antik d ünyada ,
Avrupaltiann dünyayı topyekun tanımalanndan çok çok
önce , yerkürenin aşağı yukan merkezileşmiş ve aşağı yu
kan iç tutarWığı olan iktisadi bölgelere, yani , yanyana
mevcut o l an birkaç dünya-ekonomiye bölünmüş o l d u ğu na inanıyorum. Kendi aralannda çok çok sınırlı sayıda mübadele ger çekleştiren bu yanyana yaşayan ekonomiler, gezegenin
m eskıln alanlannı taksim ederek oldukça geniş sınır (ser
hat) bölgeleri meydana getiriyorlardı : bir kaç istisna ile, ti
caretin onlan aşmada pek az yarar gördüğü sınır bölgele
ri. Büyük Petro'ya
kadar Rusya (kesin söylersek, Moskova)
esas olarak kendi kendine ve kendi i çi n yaşayan bu kendi
ne-yeterli dünya-ekonomilerden biriydi. Muazzam Os m an h İmparatorluğu da, onsekizinci yüzyılın sonlanna kadar,
bir dünya-ekonomiydi .
ne rağmen,
Diğer yand an ,
muazzam genişliği
V. Charles veya ll Philip'in İmparatorluğu
böyle değildi; başlangıcından itibaren e8ki ve
faal bir Avru ağın parçasıydı . Zira , Kristof Kol nmb'un 1492'deki seyahatinden çok önceleri, Avrupa ile ( aitte nleri Uzak Doğu'ya yönelmiş) Akdeniz bir dünya-ekonomi olu ş
pa-tem elli
turuyorlardı: o çağda Venectik'in ihtişamı çevresinde dön mekte olan bir dünya.akonomi. Bu dünya-ekonomi Keşif ler Çağı sı ra sı nda genişledi . Atlantik'i, Atıantik ada ve sa hil şeritlerini ve nihayet Amerikan kıtasının iç bölgelerini içine ald1 ; bu iç bölgeler ancak çok sonralan ele geçirildi. 76
Bu dünya-ekonomi aynı zamanda diğer hAlA-özerk dünya ekonomilerle bağlannı sıklaştırdı: Hind-Insulinde ve Çin. Bu arada, (bu dünya-ekonominin) yerçekim merkezi Avru pa içinde güneyden kuzeye kaydı , önce Antwerp'e ve sonra Amsterdam'a; İspanyol ve Portekiz imparatorluklannın merkezleri olan Seville yahut Lizbon'a değil. Bu bakımdan dünya tarih harit asının üzerine b i r kop
ya kağıdı koyup herhangi bir veri dönemde görülebilecek
dünya-ekonomilerio kabaca anahatlanru çizmek müm kündür. Bu ekonomiler ağır ağır değiştiklerinden, dünya da her zaman onlan incelemek, onlan hareket halinde gözlernek ve etkilerini tartmak zorundayız. Dış hatlanm değiştirmede yavaş davranan bu ekonomiler temelde ya tan bir dünya tarihinin varlığını izhar ederler. Bu çok de rin tarihi ancak hissettirebilirim, zira buradaki biricik amacım peşpeşe gelen Avrupa-temelli dünya-ekonomilerin nasıl kapitalist süreci ve genişlemesini izah ettiklerini ya hut edemediklerini göstermektir. Bu tipik dünya-ekonomi lerin Avrupa ve a k a bi nde düny a kapitalizmini doğuran rabimler olduğunu işin başında dile getirmekte tereddüt etmiyorum. Her halükarda, kendisine doğru dikkatle ve ağır ağır ileriediğim izah budur. IL
Derin, dipsiz bir tarih. Bu tarihi ben keşfetmedim; sa dece önemini belirtmek ve Lucien Febvre'in diline yakışır bir ifadeyle "onu şerefyılb kılmak" istiyorum. Bu kadan büyük bir iştir zaten. Dünya-ekonomilerio merkezinde -merkezsizleşmelerind� görülen değişimler üzerinde ve ardından her dünya-ekonominin bir-ortak-merkezli (con centrik) alanlara bölünmesi üzerinde biraz uzunca dunır ken sizi ikna edeceğimi um uyorum. 77
Merkezsizleşmenin vuku buldultı her defasında bir ye nimerkezleşme meydana gelir, sanki dünya-ekonomi bir yerçekim merkezi, bir kutup olmadan yaş ay aın azm 14 gibi .
Bu merkezsizleşme ve yenimerkezleşmeler (decenterings and rece nterin gs) çok sık meyd an a gelmediklerinden, öne m l eri daha da artmaktadır. Avrupa ve ele geçirdiği böl
gel er bahsinde, 1 380'de bir merkezl e ş m e görüldü ve Vene
dik'e avantaj s a ğl a dı . 1500 dal ay l ann da Venedik'ten Ant werp'e ani ve devasa bir k.ayış ol d u ; sonra 1 550-60 dönemi Akdeniz'e bir dönüş geti rdi , ama bu sefer Cenova lehine; ve nihayet 1590- 1 6 1 0 dalayl annda merkez Amsterdam'a kaydı ve Avrupa bölgesinin i ktis a di merkezi orada hemen hemen iki yüzyıl sabit kaldı. 1 780 ile 1 8 1 5 ara sı nda Lond ra'ya geçti ve 1 92 9'd a Atlantik'i aşarak New York C i ty'ye
yerleşti. Böylece Avrupa saati mukadder vakti beş d e ği ş ik vesi leyle çaldı ve her defasında kayma mücadeleler, çarpışma
lar
iktisadi bunalımlar arasında vuku bu l d u . Bir el verişsiz i ktiaadt şartlar son u n d a , zaten tehlikeli bir konu ma yuvarlanmış ol an eski merkezi n ölüm ve ciddi
çok durumda
çanını çalıyor ve yeni bir merkezin doğuşunu teyit ediyor du. Doğallıkla, büt ün bunlar herhangi bir m ate ma t iks el düzenlilikten yoksun olarak meydana geliyordu; uzun sü
ren bir iktisadi bu nalım bir sınav ol m a kta d ı r: Güçlüler
ayakta kalır,
zayıflar batar. Bu bakımdan, iktisadi güçlük
Ierin ortaya çıktığı her seferde merkez çökmez. Aksine , on yedinci yüzyılın bunalunlan genellikle Amste rdam 'a yara
dı. Son bir kaç yı ldır biz de, ciddi
ve uzun ömürlü
ol du ğu
her bilinden belli olan bir dünya bunalımından geçmekte yiz. Sanmıyorum ama, eRer New York b atacak olsaydı, dünya yeni bir me rkez bulmak veya yaratmak zorunda ka lacaktı; eğer, muhtemel olduğu üzere, Amerika Birleşik Devletleri direnebilirse, sınavı geçtiği için daha d a güçle78
nebilir, zira diğer ekonomiler yaşamakta olduttımuz elve rişsiz iktisadi durumun sonucunda Amerika'dan daha faz la zarara uğrayabilirler. Her halükarda, merkezleşıne, merkezsizleşme ve yeni denmerkezleşme bir bütün halinde değerlendirildiğinde genel ekonomideki uzun bunahmlarla b ağla ntı l ı gözük mektedir. Bu bakımdan, dünya tarihini tersi� çeviren bu mekanizmalann zor olan incelemesinde bu iktisadi bula mmlann hareket noktamız olması gerektiği aşikAr görün mektedir. Bir örneğe yakı ndan bakış bu hususta aşın tar tışm alardan sakınınama imkan verecektir. Bir dizi çalkan tıdan, siyasi kazalardan sonra, ve dünyanın merkezinin Antwerp'te sabitleşememesinin sonucu olarak. tüm Akde niz onaltıncı yüzyılın ikinci yansında intikamını aldı. Amerikan maden ocaklanndan devasa miktarlarda gümüş geliyordu. O zamana kadar gümüf Atiantik yolunu izleye rek İspanya'dan Fl«tnders'e vanyordu; ama U568'den son ra, Akdeniz'e doğru çarketmeye bqladı ve Cenova on\ln yeniden dağıtıldağı merkez ol du. O noktada Akdeniz, Cebe litank Bağazı'ndan Levant sulanna (Doğu Akdeniz) kadar, bir çeşit iktisadi rönesans yaşadı. Ama bu -Cenova Yüzyı lı u zun sürmedi. Durum bozuldu ve neredeyse elli yıldır Avrupa iş hayatının büyük kJiring sistemi olagelen Ceno va'nın Piacenza fuarlan 162 1'den sonra artık öııcü rolünü oynamayamaz oldu. Bu Keşifler-ıiollJ'ası dönem sırasında, umu.lacağı üzere, Akdeniz bir defa daha ikinci dereceden bir bölge oldu ve istikbalde mun zaman öyle kaldı. ..
Kolomb'dan bir asır sonra, dolayısıyla müthiş ve hay ret verici bir ümit döneminin sonunda Akdeniz'in çöküşü yıllar önce yayınladığım ve Akdeniz mek!nıyla alakah ko caman ciltlerin ortaya attığı çetin meselelerden biriydi. Bu gerile m e için hangi tarihi belirlemeliyiz: 1610, 1620, 1650? Herşeyden önce, hangi süreçte kabahat aran.malı? Bu ikin79
ci ve daha önemli soru çok yakınlarda parlak bir bi çi mde -ve bana göre doğru olarak- cevaplandınldı {Richard T. Rapp tarafından, 1975 yılında yazılan bir makaleyle). Bu yazıya son on yılda okudukum en güzel makalelerden biri demekte tereddüt
etmiyorum. Makale 1570'den
sonra Ak
deni z dünyasının kuzeyli gem il er ve tacirler tarafından bi zar edildiğini, zorbalığa uğradığını ve . yağm ala n d ı ğı m ve bu taeirierin başlangıç serm aye l eri ni Hind şirketlerinden yahut Yedi Denizler'deki riskli gi ri şi m l erde n kazanmadık lannı i s p at etmektedir. Akdeniz çevresinde hazır bul u n an
servetin üzerine kondular ve, s aygı n yahut rezil,
kıvırabil
dikleri her yolla onu ele geçirdiler. M ü kemm e l güney ku
maşlannın ustaca taklitleriyle bö l geyi istila ettiler, o ka dar ki alışılagelen Vened i k pazarlannda o " etiket" altında satmak için Jru maşlannı
dünyaca
ünlü Venedik mühürle
riyle işaretlediler. Sonuçta :Akdeni z sanayii hem
müşteri
şöhretini yitirdi. Yeni ulusl ann yirmi, otuz l veya kırk yıl ık bir dönem iç inde, ürünlerini "M ade in lerini hem de
U.S.A"
etiketi altında satmak suretiyle, Birleşik Devletle
rin dış -hatta iç- pazarlannı ,
malan
düzenli
biçi mde baltala
durumunda ne olacağını bir ta h ayyül edin. Uzun
sözün kısası , kuzeyliler üstün
ticari dir ay e tl eri
yüzünden
veya doğal endüstriyel rekabet süreci sonucu olarak zafe
re ulaşmadılar (gerçi Ku zey'deki d ü şük ücret ödemeleri muhakk ak ki faktörlerden biriydi ); zaferleri Reformas
yon'dan yana olmalannın bir ürünü de değildi. Politikala rı sadeee önceki galiplerin yerini almakb ve şiddet bu oyunda herşey d i . Bu oyun kuralının hdlA yürürlükte oldu
ğunu belirtmeye gerek var mı? Dünyanın 1. Düny a Savaşı
sırasındaki, Lenin'in haber verdiği şiddetli bölünümü,
onun du şundüğü kadar yeni değildi. Bugün hala hayatı n bir gerçe� değil mi o? Merkezde bulunan yahut merkeze yakın
80
olanlar o payeyi başkalanna verebil irler.
Bu bizi benim ikinci noktama götürür: her dünya-eko nominin
birleşikmerkezli alanlara bölünmesi.
İhtişam, servet ve z evk içinde yaşama dünya-ekonomi nin merkezi ci vannda , onun tam kalbinde toplanır. Oraya
tarihin günışığı parlak renkleri taşır; orada yüksek fiyat lar, bankacılık, lüks emtia, kirlı sanayi ler ve kapitalist ta nm aşikardır; uzun-mesafeli ticaretin çıkış ve vanş nokta lan ,
değeıli madenierin akışı, m uteber paralar ve kredi mektuplan orada görülür. Orada ekonomik modernliğin erken gelişmiş her biçimi uygulanır; onbeşinci-yüzyıl Ve nedik'ini veya onyedinci-yüzyıl Arnsterdam'ını veya onse ki nci-yüzyı l Londra'sını yahut yirminci -yüzyıl New York'unu gözleyen yolcu bu gerçeği n farkındadır. En son teknik hün erl er ve onlara eşlik eden temel bilimsel b ilgil e r de umumiyetle o rad a görülebilir. Orada '1ıürriyetler" kök salar ve her ne kad ar tamamen mitik (efsanevi) d eği l seler de, tamamen gerçek de değildirler. "Venedik'te hayat hür riyeti: veya Felemenk h ürriyetleri , veya İııgilı4- !ıürri.>·��o lcri ile ne kasdedildiğini bir düşünün. Ara ül kelere , merkezi ,; ı�.-..... �ııı:ıı ı . haıımı ve rakibi olan
ülkelere vard ığı mı z da, bu hayat standardı bir gömlek aşa
ğl iner. Orada azsayıda hür köylü, azsayıda hür insan, iyi
iJilemeyen borsalar, kusu rl u bankacılık, çoğun l u kl a dışan dan idare edilen finans kuruluşlan ve görece geleneksel sanayiler görürüz. Onsekizinci-yüzyıl Fransa'sı zarif görü nebilse de, hayat standardı İngiltere'ninkiyle kabil-i kıyas değildir. O şişko et-obur John Bull ayakkabı giye rdi ; ama onun Fransız taydaşı (counterpart) Jacques Bonhomme çelimsiz,
soluk beniıli, erken yaşianan bir
reneli ve ayaklanna takunyalar
ekmek-kemi
geçirirdi .
Ama çevre bölgelere ulaştığımız zaman Fransa ne ka dar uzak görünür. 1650'yi örnek alahm : dünyanın merkezi minnacı k Hollanda'ydı, yahut daha kesin olursak, Amster81
dam. Ara yahut ikincil alanlar Avrupa'nın geriyekalan o faal bölümüydü, yani, Baltık ve Kuzey Denizi devletle ri, İngiltere, Almanya'nın Ren ve Elbe bölgeleri, Fransa, çok
Portekiz, İs pa nya ve Roma'nın kuzeyindeki İtalya. Çevre ülkeler ise şunlardı: İskoçya, İrlanda ve kuzeye doğru İs kandinavya; artı Hamburg'tan Venedik'e uzanan hattın doğusunda kalan tüm Avrupa; Rom a 'n ı n güneyindeki İtal ya (Nopoli ve Sicilya); ve son olarak Atiantik'in ötesi, Av rupahlaş(tınl)mış Amerika, periferilerin en ş a ha nesi . Ka n ada ile Amerika'daki genç İngiliz kolonileri bi r yana, tüm Yeni Dünya kölelik üzerine kurulmuş bir dünyaydı. Aynı şekilde, Orta Avrupa'nın Polanya ve ötesine uzanan dış alanlan bir ikinc� serflik bölgesiydi ; serfli k, Batı'da olduğu
gibi orada da hemen hemen ortadan kalknuşken, onaltın cı
yüzyılda yeni den tesis edildi . Kısacası , 1650'de Avrupa dünya-ekonomi toplumlann
bir yanyanalığı, daha o zamandan kapitalist Hollanda'dan
merdivenin alt basama�nda sertlik yahut köleliğe daya nanlara kadar uzanan toplurolann bir birarada mevcutlu
ğu idi. Bu {'lfZamanlılık, bu senkroniım bir kez daha bütün meseleleri tartı şma alaruna çeker. Çünkü bu katmanlaş ma kapitali zme hayat vermektedir: Dış alanlar, arada
olanlan ve hepsinden önce merkezi beslemektedir. Ve mer kez eğer zirve değilse, tüm binanm kapitalist üstyapısı de ğilse, nedi r peki? Görüş açılan mütekabil olduğundan,
eğer merkez yiyecek arzı için çevreye ba�mlıysa, çevre de merkezin onu denetleyen ihtiyaçlanna bağı mlı dır. Ne de olsa, Batı Avrupa kadim kölelik uygulama5ını Yeni Dün ya'ya nakletti -hak.i katte onu ye nide n ic:at etti- ve yeni serfli4i iktisa·�i zorun luluklann bir sonucu olarak Doğu Avrupa'da "te�k etti". Bu durum WaBerstein'ın i ddiası na ağırlık kazandırmaktadır: Kapitalizm dünya eşitsizliğinin bir eseridir; gelif!Oesi için uluslararası ekonominin suç or82
taklığına ihtiyacı vardı . Kapitali z m çok geniş bir bölgenin otoriter örgütlenmesinden doğdu . Sınırlı bir iktisadi alan
da bu kadar sağlam bünyeli ol am azdı ve eğer ucuz emek mevcut olmasaydı hiç gel�meyebilirdi. Bu teori kullanılagelen ardı şı k modelden çok farklı bir açıklama sunmaktadır: Kölelik, feodalizm , ka pitaliz m . ka d ar alışılmamış bir eşzamanlılık,
bir
O
se nkronizm öner
m ektedir ki çok büyük ö nem e sahip olsa gerek. Fakat her şeyi açıklamamaktadır; her şeyi açıklayamaz. Herş eyden önce, m ode rn kapitalizmin kökeni için asli öneme sahip oi d u ğun a inand ığım bir hususu açı kl ayamamaktadır; bu nunla, Avrupa dünya-ekonominin sınırlannın ötesinde ne lerin vuk u bu lduğunu kasded.iyoru m.
Gerçekte, on s ekizinci yüzyı lın so nun a ve · hakiki bir dünya-çapında ekonominin zuhuruna kadar, Asya iyi-ör
gtitlenmiş ve etkin dünya-ekonoiJlilere sahip olagclmişti: Çin, J a pony a , H ind-Insul i n de bloku ve İslam dünyası. Bu ekonomi lerle Avru pa ekonomileri arasındaki ticaret ilişki
lerinin yüzeysel olduğunu, maderü para karşılığı m übad e le edi len bir kaç lüks m addeyi -karabiber, baharat ve özellikle de i pek- içerdiğini, ve bir bütün o l arak o ekono milerle karşılaştınldığında tüm bunların pek az öneme sa
hip olduğunu söylemek mutat -ve doğru - bir tavırdır. Bu hiç şüphesiz doğrudur, ama Avru pa'da, aynı şe ki l d e As ya' da, zengin kapitalistler bu birkaç sözümona yü zeysel
mübadele üzerinde tekbaşianna kontrol sağladılar; bu bir tesadüf değildir ve olamaz. Hatta şuna inanm a noktasına
ge l di m ki, her dünya-ekonomi birçok durumda dışandan yönlendirilmektedir. Avrupa'nın büyük tarihi hadiseleri bunu ısrarl a İffa eder ve hiçkimse Vasco da Gama'mn 1498'de Kalküta'ya vanpna, Comelis de Houtman'ın bü yük Java (Endonezya) kenti Bantarn Jimanına girişine ve Robert Clive'in Bengal'i İngil tere'ye kazandıran 1757'deki 83
Plessey zaferine beş yıldız vermekte bir yanlışlık görmez. Kader yedi fersahlık pabuçlar giyer ve çok uzun adımlar atabilir.
D.
Dünya-ekonomileri yaratan ve onlara hayat veren, bi ri dikerinin yerine geçen merkezleri tartışırken Avrupa'da ki dünya-ekonomilerio peşpeşe gelişlerine atıfta bulun dum. 1 750 dolayianna kadar egemen merkezlerin her za m a n şehirler, şehir-devletler olduğuna işaret edilmelidir. Zira, onseki zi nci yüzyıl ortalan nda iktisadi dünyaya .hala egemen olan Arn s te rd a m 'a haklı olarak şehir-devletlerin sonuncusu, tarihin son polis'i denebilir. Onun arka sın d a , Birleşik Eyaletler bir gölge hükümetten başka bir şey de ğildi. Amsterdam tek başına h ü kümrandı , Karaibierden Japon sahillerine kadar bütün dünyaca görülebilen parlak bir projektör ışığı. Ne var ki , Aydınlanma asnnın ortalan
doğru yenı bir devir başladı . Yeni hükümran Lond ra bir şehir-devlet değil , İngiliz Adalan 'n ı n başkentiydi : Ona bir ulu sal pa zar'ın karşıkonulmaz glic\inü veren bir konum. O halde iki aşamadan söz ed iyoruz: Şehir dünyaları ve dominyonları ve "'u lusal " dünya ııe dominyontar. Tüm b u n lara burada sadtıce öylesine bir bakış atacağız.; bu ü nlü gerçekl erin bildik olmasından veya onları zaten tartışmış ol mamdan ötü iii deği l , bu bi ldik gerçekleri n ancak bir bü tün halinde ele alındıklan zaman önemli olduklannı dü na
şündüğümden ötürü. Zira kapitalizm meselesi ancak bü tün le alakası bakımından ortaya kanabilir ve üzerine yeni bir ışık serpilebilir. O
hal de, 1 750'ye kadar Avrupa, oynadıklan rolün bir
sonucu olarak kendilerine yıldız konumu verilen bir dizi önemli şehir etrafında dönüp durdu: Venedik, Antwerp, 84
Cenova ve Amsterdam. Oysa, onüçüncü yüzyılda,
bu
ç�it
hiçbir ş e hi r iktisadi hayata egemen deği l di henüz. Bu, Av rupa'nın he nü z planlı ve örgütlü bir dünya-ekonomi olma dı ğın dan ötürü
deği l d i . Bir Müslüman egemenliği d öne bir kez daha Hnstiyandı ve Levant
minden sonra, Akde ni z
(Doğu Akdeni z ) ticareti Batı'ya, onsuz dünya-ekonomi ad ı
hiçbir ek on omi nin mevcut ola m ayacağı o uzun ve muteber a nteni sunuyordu. İki öncü bölge açık biçimde diğerlerinden ayrı duruyordu: Güneye doğru İtal ya ve kuzeye doğru Hollanda. Ve bütünün yerÇ e ki m mer kezi ikisi nin ortası n d a bir yerde, Champagne fu arl an nd a na layık roenzilli
kuruldu: h e men
ikinci
dereceden
hemen büyük bir şehir -Troyes- ile üç kente -Provi ns, Bar-sur-Aube,
eklenen yapay şehirlerin meydana getirdiği fuar lar. Bu yerçekim merkezinin bir boş luğa (vakuma) yerleş tirildiğini söylemek meseleyi fazla zorlamak o lur, zira Pa ris'ten fazl a uzak değildi: IX. Louis saltanatnun ihtişamı Lagny-
nın ve üniversitesinin
olağanüstü şöhretinin t adı nı çıka
bir ticaret merkezi olan Paris. Hümanizm tarihçisi Gi useppe Tofl'anin, davetkAr Il seeola senza Roma (Roma'sız ran
asır) başlığını taşıya n ki ta bınd a bu gerçeğin farkındadır; Roma'sız asır,
yani
Paris tarafından el e
Roma'nın
kültürel hükümranlığının
geçirildiği
onüçüncü
dönemde Paris'in i h tişamımn,
yüz)rıl. Ancak, o
neredeyse kesintisiz
faali
yet içindeki uluslararası bir buluşma yeri olan, gürültü ve
telaş dol u Cham pagne fuarlanyla bir ölçüde bağl antı lı ol duğu aşikardır. Kuzeyden - kelimenin geniş anlamıyla
Hollanda'dan, Marne ile Zuider Zee ara sı ndaki nehir boy lannda yün, kenevir ve keten imal eden aile atölyelerinin oluşturduğu ge ni ş bir nebula olan Hollanda'dan- gelen
yünlü k u m aş
ve ketenler; karabiber, baharat ve İtalyan ta
cir ve tefecilerinin paralanyla müb adel e ediliyordu. Lüks
mamüllerin bu sınırlı değiş-tokuşu gene de ticaret, sanayi, 85
taşımacılık ve krediyi ihtiva eden muazzam bir aygıtı
ha
rekete geçinn eye ve bu fuarlan o günün Avrupa'sının ikti
sadi merkezi yapmaya yetiyordu. Champagne onüçüncü yüzyılın sonlannda çeşitli se beplerle çöktü: 1297'de Akdeniz ile Bruges arasında dojnı dan bir
denizcilik bağının kurulmasıyla deniz karaya üs
tün geldi; Simplan
ve Saint Gotthard geçitleri üzeri n den
Alman şehirlerini kuzeyden-güneye geçen yolun geliştiril mesi ve şimdi artık k u z ey d e n ithal edilen ham yünlüleri
boyarnakla yetinmeyi p kendi yünlerini e�ren, böylece Flo
ransa'da arte della lana'ya hız kazandıran İtalyan şehirle rinin sanayileşrnesi. Fakat hepsinden öte, kısa zaman son ra Kara Ölüm
trajedisinin
iştirak edeceAJ Champagne
pa
olan İtalya bu sın avdan mu İtalya, Avrupa iktisadi hayatının tartışılmaz
zarlanndaki en güçlü partner zaffer çıktı.
merkezi oldu , daha do�su bir kez daha bu konumu ele geçirdi . Kuzey ile güney arası ndaki tüm mübadeleler İtal
ya'nın denetimine girdi; aynca, Basra Körfezi, Kı zı l Deniz
ve Doau Akdeniz kervanlan üzerinden
Uzak
Doğu'dan
İtalya'ya ulaşan ticari emtia İtalya'ya tüm Avrupa pazar lanfta otomatik olarak ulaşma imkiuu veriyordu.
Fiiliyatta bu İtalyan üstünlüğü uzun
güçlü tehir arasında
bir
zaman
dört
bölünecekti: Venedi k, Milan, Fl oran
sa ve Cenova. Ancak Cenova'mn 1382'deki yenilgisinden
sonradı r ki Venedik'in uzun, ama her z am a n aükılnet için de geçmeyen hükümranlığı başladı. Ne var ki, bir asırdan
fazla . sürec:ekti bu hükümranhk; Venedik. Doğu Ak.deniz"in ticaret merkezlerine ürünlerinin birinci el dağıtıcısı olma yı sürdürdükçe bu hükümranlık devam edecekti. Onaltın cı yüzyılda
Antwerp, Azjz Mark'ın
şehrinin yerine geçti, zi
ra Portelti�'in Atıantik üzerinden ithal ettlği büyük mik tarlardaki karabiber için depo oldu, öyle ki Escaut'daki li man Atiantik ve Kuzey Avrupa ticaretine egemen devasa 86
bir
merkez haline geldi. Sonra, burada açıklanamayacak çok kann aş ık ve İspanyolların Hollanda 'da· sürdür
kadar
dukleri savaştarla alakah çeşitli siyasi sebeplerle egemen
şehir konumu Cenova'ya geçti. Aziz _ George'un şehrinin zenginliği Doğu Akdeniz1e ticarete değil, Yeni Dünya ile ti carete dayanıyordu , Seville ile ticarete ve Cenova'mn Av ru pa dağıtıcısı olduğu Amerikan ocaklanndan akan gü
müş seline d ay anıyord u . Amaterdam sonunda tilrtışmaya ımn verdi ve yü zelli yıldan fazla bir zaman kendi üstünlü ğtinün Baltık'tan Levant'a, oradan Moluccas'a kad� hisse dilmesini s ağl adı . Bu durum esas olarak onun bir yandan kuzeyin ticari emtiası üzerinde, diğer yandan tarçın ve ka ranfil gibi "saf baharatlar" üzerindeki tartışmasız deneti minden kaynaklanıyordu, zira Amsterdam bu baharatıa nn Uzak Doğu kaynakl anm hızla kapıvermişti Bu yarı tekeller ona hemen hemen her yerde başarılı olma (yol unu
bulma) imkanı
veriyordu.
Ama gelin bu şehir-imparatorluklan ardımızda bırakıp büyük meseleye geçelim:
miler meselesine.
Ulusal pazarlar ve ul usal ekono
Ulusal ekonomi, iktisadi: hayatın ihtiyaç ve yenilikleri
nin bir sonucu olarak devlet tarafından , kombine faaliyet leri aynı yöne yönelebilen ahenkli , birleşik bir iktisadi: me
mekAndır. Bu kullanımı er ken bir tarihte sadece İngiltere başarabildi. Devrim (revo lution) terimi İngil tere'ye atıfta tekrar tekrar karşımıza çı kar: tanmsal, siyasal, finansal ve endüstriyel devrimler. Bu listeye -o na dilediğiniz adı verebileceğiniz- İngilte re'nin ulusal p azarını yaratan devrim ilave edilmelidir. Ot kAna dönüştürüten siyasi bir
to Hintze, Sombart'ı elettirirken, bu c:Wnüşümün önemini vurgulayan ilk dlifünürlerden biriydi; dönüşüm ol dukça sınırlı bir bölge içindeki ta.ıpma araçl anru n görece bollu ğundan kaynaklanıyordu: Nehir ve kanallann yolun aiJy-
87
la, sayısız araba ve yük atlannın yerine geçen sahil gemi Londra ortada ( arabul ucu) olmak üzere, İngiliz kent leri, özellikle İngiltere iç gümrükleri çok erken bir tarihte kaldırdığı için, ürünlerini mübadele ve ihraç ediyorl ardı . İlave olarak, İngiltere 1707'de İskoçya ve 180l'de İrlan da
ciliği.
ile
birleşmeyi baş ardı .
Birle şik EyaJetler (United Provinces) tarafından da sağlanmış olduğu düşünülebilir, ama onlar kendi nüfusunu besleme ye yeterli olmayan çok küçük bir toprak parçasını işgal edebilmişlerdi . Bu iç piyaaa, sadece dış piyasaya alaka du yan Hollanda kapitalistlerinin tasanlannda küçük bir yer tutuyordu.
Öbür yandan,
Bu
istifadenin dah a önceleri
çok sayıda engelle karşılaşıyor du� iktisadi yavaşlığı, görece geniş alam, düşük kişi b aşı n a geliri ve ülke dahilinde haberleşme ve ulaştırmanın güçlü ğü. Bu bakım da n Fransa o günün taşımacılığı i çi n çok bü y\ik geliyordu, çok çeşitli ve çok örgütsüz. Yakın zamanda yayı nlanan ve çok tartı şi lan kitabmda, Edward Fox ortada iki Fransa 'nın olduğunu göstermekte zorlarupıyordu : Can h, esnek, onsekizinci yüzyılın iktisadi büyümesine yetişen, hinteriandı (anakarası) ile pek az bağlantılı ve s a dece sı nırlannm ötesine bakan denizcilik Fransa'sı; bir de top rak-yönlü, muhafazakar, yerel ufuklanna abşkın ve ulus lararası ·kapitalizmin iktisadi avantajlanndan bihaber kı ta Fransa'sı. Bn ikinci Fransa devamlı ve tutarlı b i çi md e siyasi iktidan kontrol ediyordu . Paris her ne kadar Fran sa'nın yönetim merkezi idiyse de, bir bütün olarak ülkenin iktisadi başkenti değildi; fuarlannın 146 l'de kurulmasın dan sonra. o rol uzun zaman Lyons tarafından oynandı. Onaltmcı yüzyılın sonlannda, Paris lehine bir kayma vaki olacak göründü, ama hiçbir zamao gerçekleşmedi. Ancak Samuel Bemard'm 1 709'daki ifl�ı ndan sonra Paris Fran sız piyasasının iktisadi merkezi oldu ve ancak Paris Borsa88
Fransa
sı'run 1 724'teki reorganizasyonundan sonra bu piyasa ro
lünü ifa etmeye başladı. Ama o zamana kadar i'
işten geç
mişti, ve her ne kadar XVI. Louis saltanatı sırasında mo
tor yanşa başladıysa da, tüm Fransız topraklarım teşvik etmeyi ve denetim altına alınayı başaramadı. İngiltere'nin kader yolu çok daha basitti. Orada bir merkez -Londra-
vardı sadece: ta onbeşinci yüzyılda ik tisadi ve siyasi merkez konumunu hızla kazanan, İngiliz pazannı o arada Londra'nın ihtiyaçlann a, yani, büyük ye rel taeiri eri n çıkarianna göre biçimlendiren bir merkez. Aynca, İngiltere'nin bir ada oluşu da bağımsız kalma
sına ve yabancı kapitalistlerin mübahelesinin engellenme sine yardımcı oldu. Thomas Gresham 1558'de Kraliyet
Borsası'nı (Royal Exchange) kurduğu zaman Antwerp bir (ait accompli (emrivaki , oldubitti) karşısında kaldı. Stalhof 1 597'de kapatılıp da önceki "konuklanrun• ayncalıklan ortadan kaldınldığında Hansa şehirleri bir (ait accompli karşısında kaldtll\f. Ve Amaterdam 1 6 5 1 'de ilk Denizcilik Kanunu'n da bir (ait accompli ile karşılaştı . O sıralarda Amaterdam Avrupa ticaretinin büyük kısmına egemendi. Ancak İngiltere bir baskı uygulama aracına sahipti: hü küm süren rüzgar şartl annda, Hollanda gemileri çoğu kez İngiliz limanianna ginneye mecburdular. Bu durum Hol land a'nın, başka
ülkelerden kabul etmediği
korumacı ted
birleri niçin İngiltere yaptığında .kabul ettiğini açıklayabi lir. Her hal ükirda, İngiltere ulusal pazanru ve yeni geli
bir Avrupa ülkesinden daha ba bir şekilde korumayı becerdi. Kendini hissettirmede yavaş olsa da, İngiltere'nin Fran8a üzerindeki zaferi erken (fikrime göre 1 7 13'teki Utrecht Antiaşması'na uzanacak kadar erken bir tarihte) başladı, Eden [Aucklandl tarafın şen sanayileri ni herhangi şanh
dan 1 786'da müzakere edilen antl aşma ile dışanya fışkır
dı ve 1 8 15'te kesinleşti.
89
Londra'mn iktidara yükselmesiyle, Avrupa ve dünya
tarihinde
bir
yaprak
kapandı,
ma İngiltere'nin iktisadi
üstünlükünün tesisi ve ardından
onun siyasi liderlikteki
üatünlüğü yüzyıllar süren bir devrin sonunu işaret ediyor du� bir şehir-yönlü ekonomiler devri olduğu kadar, aynı za manda, Avrupa'nın eneıji ve açgözlülüğüne ratmen, yer kürenin geriyekalan bölümlerini kendi sınırlan dahilinde denetleyemeyen
bir
dünya-ekonomiler devri. İnglitere'nin
Amsterdam aleyhine baş annayı becerdiği
miş başanlan te krarl a m ayı
şey
sadece geç
içermiyordu; onl an aşmak
m inasına geliyordu. Yerkürenin bu şekilde fethi zordu ve olaylarla, trajik hadiselerle kesiliyordu , fakat İngiltere üstünlüğünü sür
dürdü ve y ol u nu n üzerindeki engelleri aştı . İlk defa olarak
-bütün dünyaya yayılan ve
diğer
ekonomileri bir yana
iten- Avrupa ekonomisi tüm dünyanın ekonomisini kont rol etmeye ve ônun yerküre üzerindeki tecessümü olmaya
göz
dikti�
İngilizler, sonra da Avru aşama. Bu 19 14'e kadar do�
Bütün engellerin önce
palılar önünde çöktüğü bir
çıktı. 1875'te doğan Aneiri Siegfried yinn i nci yü zyıl .başla dığında yirmibe' yaşındaydı. Çok sonralan, sınır engelle riyle kaplanan
bir
dünyada, bir zamanlar s adece bir kim
lik parças1yla, yani kartvizitiyle! dünyayı dolqtığım zevk le hatırlardı. Pru Britannica'nın bir mucizesi. Aşikar ki,
belirli bir sayıda
insan da bu banşm bedelini ödemek
zo
rundaydılar. ıv. Henüz şu ana kad� tartışmadığım İngiliz Sanayi Dev rimi adamn üstünl üğüne yeni bir hayat kazandırdı; İngil
tere ile iktidar arasında akdedilen bir sözleıı me oldu. Me
rak
etmeyin: gerçekte bugün bile devam etmekte ve bizi
kuşatmakta ol an bu muazzam tarihi meseleye başaşağı
90
dalacak değilim. Hill devrimci ve hAlA tehditkAr olan sa bizi her yandan kuşatmaktadır hAlA. Meraklanma yın: sizlere sadece bu muazzam hareketin bqlangıcından b a hsedecek ve önce Anglo-Saxon tarihçilerinin daldığı, sonra diğer tarihçileri de yanian n a çektikleri o canlı tar tışmalara boğulmamaya özen göstereceğim. Ayrıca, benim nayi
ki sınırlı bir meseledir: İngiliz sanayileşmesinin sundo
ğum örnek ve model i ere ne ölçüde uydu ğun u ve o zamana kadar bir çok sansasyonel gelişmelere tanık ola n kapitaliz
min genel tarihinin hangi öl çüde bir parçası o ld uğunu gös
termek istiyorum.
işaret etmeme izin verin: Devrim kelimesi her zaman
gibi burada da bir y anl ı ş adlandınnadır. Etimotojik olarak söylersek, devrim dönmekte olan bir tekerleğin ve ya dönen bir gezege ni n yaptığı harekettir; hızlı bir hare ket, bir kere başladı mı muhakkak ki gayet çab u k bir şe ki ld e durur. Ancak Sanayi Devri mi başlangıçta pek az dik kat çeken yavaş bir hare ketin mükemmel ömeğidir. Adam Smith bu devrimin ilk harikalan (veya acibeleri) ortası nd a olduğu
yaşadı
ama
onu farketmedi. Bugünün tecrübesi devrimin
çok yava,, dolayısıyla güç, dolayısıyla karmaşık olduğunu ifşa etmiyor mu? Bizzat gözlerimizin önünde, Üçüncü Dünya'nın bir parçası sanayileşmekte, ancak den
ünce anormal
b aş a gelm e sa
gözüken duyulmadık güçlüklerle ve
yısız başansızhklarla karşılaşmaktadır. B8Z1 durumlarda
tanm modernleş.meye ayak uyduramamakta, vasıflı emek bulunmamakta yahut iç pazann talebi yetersiz kalmakta
dır; b� ka durumlarda yerel kapitalistler kArlı dış yatınm lan yerel olanlaJ:ına tercih etmekte, devl et müsrif veya sahteluir çıkmakta, ithal
teknolojinin ya uygonsuz
veya
çok maliyetli olduğu ve üretim maliyetlerini yükselttiği or
taya çıkmakta , ihracat
zorunl u ithalatı ka.rşılamamakta,
yahut fU veya bu sebeple
uluslararası
pi)'aaa �üşman çık91
makta ve bu düşmanlık son sözü söyleme ktedir. İmdi, bu avatarlar devrimin çoktan icat edilmiş olduğu, modellerin herkesin elinde bul un du ğu bir zamanda vuku bulmakta
dır. A priori olarak herşeyin kolay olması
bir şey yolunda gitmemektedir.
Fiili ol arak,
gerekirken,
hiç
bütün bu ülkelerdeki durum İngiliz tecrü
besi nden önce meydana gelenleri, yani, teknoloji sözkonu su
olduğu
kadanyla, potansiyel olarak gerçekleşebilir
k adar çok sayıda
önceki
l ann ı akla geti rm iyor mu? Batlamyus'un
gücünü biliyor ama onu sadece
yordu Roma dünyası büyük bir .
ne
o
devrimierin başansı zh ta uğrama Munrı
buhar
eğlence niyeti ne kul lanı
hüner ve teknoloji bütünü
sahipti ve birden çok kere erken Orta Ç ağlar boyunca
varlığını sıkıntısızca sürdürdü ve onikinci, onüçüncü yüz yıllarda ye ni d en kullanıma sokuldu . Bu yenidendoğuş asırl annda, Avrupa enerji kaynaklannı fa ntastik derecele re çıkardı ve kadim Roma'da kullanılanlara benzer bir çok su dol aplan ve yel değirmenleri i�a etti: bu bir sanayi devrimi teşkil ediyordu zaten. Çin kok kömürü ile maden eritmeyi andördüncü yüzyılda keşfetmiş gözüküyor, ama
bu potansiyel devri m i n
arkası gelmed i . Onaltı ncı yü zyı l da
derin maden ocakl an için çekme , pompalama ve altıtma mn
tüm bi r sistemi geliştirildi,
ama btiyıtk
mi ktarda ser
maye yatınmı nı gerektiren bu ilk modern manüfaktürler, bu olgunlaşmamış fabrikalar kısa zaman içinde az al a n ge
tiriler yasasırun kurbanı oldular. Onyedinci yü zyı l d a İngil
tere'de odunkömürü kullanımı arttı ; yayı lma ve büyük ka nşıklıklara yol açma ilıtidadı gösteremeyen bir d evri m ol makla beraber, J.U. Nef buna ilk İngiliz sanayi devrimi de mekte hakhydı. Fransa'da, endüstriyel ilerlemenin işaret leri onsekizinci yüzyılda belirgindi, teknolojik icatlar biri birini kovalıyordu ve temel bilimler orada da en az Kanal boyunca olduğu kadar parlaktı. Fakat sonunda İngiltere 92
önemli (gidişatı belirleyen) adımlan attı. Herşey orada oto m ati k olarak, doğal olarak vuku bulmuş gözükmekte dir; ve b ura d a dünyadaki ilk sanayi devriminin, modem tarihteki bu en büyük kopuşun ortaya çıkardığı heyecan verici me sel eyl e karşılaşmaktayız. Niçin İngiltere? İngiliz
tarihçiler bu meseleleri o k adar aynntılı incele
yegeldiler ki başka u lu s lara mensup tarihçiler, ayn ayn anladıklan ama bi ra raya getirilince açıklamayı b a sit l eş tirmede işe yaramayan mün ak aşal ar a rasın d a yo l l an nı kolayca kaybetmektedirler. Tek muhakkak şey ş u dur ki ko la y ve ge l en e k se l izahlar bir yana atıldı. Sanayi Devri mini kapsam l ı bir olgu olarak, sonuçta uzak
ve derin kö
ke n l er i çeren ağır ağır ge l i ş en bir olgu olarak görme eğili mi
giderek yayı lmaktadır. Çağdaş d ü nyamızın
hAla azgelişmiş bölge l erini n yaşa
dığı büyüyen zorl u ve kaotik acılarla karşılaştınldığında, İngiliz teknolojik d evri mi n i n bir parçası ol an "(iktisadi) patl ama"nın, dünyanın ilk kütlesel üretimini oluşturan "boom"un, onsekizinci yüzyılın sonlanndan ondokuzuncu yüzyıla doğru gelişebi l mesi , motorun hiçbi r yere bağlı ol madan, hiçbir yerde darboğazlar ortaya çı kmadan çarpıcı bir ulusal b üyüme olarak gel işebilmesi daha da şaşırtıcı deği l midir? İngiliz kırsal kesi mi nin insangücü kurutuldu, ama buna rağmen üretken kapasitelerini devam ettirdi; yeni sanayiciler, vasıflı ya da vasıfsız, gerekli insangücünü b u l dul a r; iç pazar yükselmekte olan fiyatl ara rağmen ge lişmesi ni sürdürdü; teknoloji yakından i zl e n d i ve gerekti ği zaman hizmetlerini sundu; dış pazarlar bir zi ncir misa li birbiri ardından açıldı. Öyle ki azalan karl ar -mesela, ilk patlamanın ardından pamukin sanayide meydana ge len büyük kAr düşüşleri- bir bunal ı m a yol açmadı. Birik miş büyük s erm ayele r başka yerlere kaydı ve dem iryol lan pamuğun yerini aldı.
93
Tek kelimeyle, İngiliz ekonomisinin her sektörü bu ani p atl am asını n gereklerini bir darbotaza veya kopu şa mahal vermeden karşıladı. Aynca, İngiltere'de pamuk devrimi alt kademe den , olağan hayat kademesinden filiz verdi. İcatlan genellikle zanaatçılann eseriydi . Sanayici ler çoğunlukla mütevazi kökenliydiler. B aş la ngı çta , pek az güçlükle ö dün ç alınan yatınm serm aye sinin hacmi küçük tü. Şaşırtıcı de ği ş m eyi teşvik eden, Londra'nın k az anı l mı ş serveti, onun tü cc ar ve finans kapitalizmi değildi; Londra ancak 18301ardan sonra sanayinin den e ti mi ni ele geçirdi . Bu b a kı m dan burada h ayranl ı k ve takdirle görüyoruz ki , sanayi kapitalizmi diye adlandınlacak o l a n olgu piyas a ekonomisinin kuvvet ve hayatiyetinden doğdu, ve on u n ar kasındaki eko n o m ide n : Küçük ve yenilikçi ( i n nov ative ) sa nayinin kuvvet ve hayatiyetinden ve, dnha az ön em l i ol mayarak, tüm üreti m ve mübadele sürecinden. Bu ka pi ta lizm ancak altında yatan e konomi n in elverdıği öl ç üde bü üretim
yüyebilir, biçimlenip kuvvet kazanahilird i
Bununla beraber, İngiltere'yi o çağda bütün d ünyan ın hemen h e m en tartışmasız metresi yapan şartlar olmadan İngiliz devrimi muha kkak ki başka türlü ol urd u . Fransız Devrimi ile N apoiyon savaşlannın büyük ölçüde bunun so rumlusu o l du� herkesçe bilinmektedir. Ve eğer p am u k patlaması geniş bir alanda ge li ş i p uzun bir dön e m sürdüy se, motorun sürekli o l ara k yeni pazari ann a çı l m ası sure tiyle yakıt doldunnasındandı b u : Yeni D üny a d aki Porte kiz ve İ sp a ny o l sömürgeleri, Osmanlı İrnparatorluğu, Hindler. Dünya, İngiliz Sanayi Devriminin, kasıtsız da ol '
sa, becerikti suç
ortağıyclı.
Bu bakımdan, kapitalizmin ve Sanayi Devriininin sa
dece dahili bir izahını kabul edip onlan sosyo ekonomi k ya pılann vaka yerindeki (on-the-spot) dönüşümünün bir so nucu olarak görenlerle, sadece harici bir izahı (başka bi r
94
deyi ş le, dünyanın emperyalist sömürüsünü) göz önüne arasındaki gayet sert tartışma bana önemsiz gö zükmektedir. Hiç kimse dünyayı sadece sömürmek istedi ği i çi n sömüremez. Önce gücünü geliştirmek ve onu ağır ağır pekiştirrnek zorundadır. Ancak, her ne kadar bu güç ağır ilerleyen dahili bir süreç aracılığıyla gelişiyors a da, dünyanın d i ğer kısıml arını sömürmek s u retiyle kuvvetlen m ekte ve bu ikili sürecin seyri içinde, sömürücüyü sö mü rülenden ayıran uçurumun s ürekl i olarak derinleşmekte alanlar
olduğu muhakkaktır. İki izah -dahili ve harici- biri bi rinden ayrılamaz şekilde birleşmişlerdir.
vasıl olduk. Yol boyunca okuyu birini ikna edip edemediğİrnden emin değilim. Ancak şimdi, günümüzün d ünyası ve kapi talizmi hakkındaki görüşümü, onlan anladığım ve tasvir etmeğe çalıştığım haliyle dünün dünya ve kapitalizminin ışığında si zlere sunarak açı klamarnı b itirirken daha az emniyet içindeyim. Ama tarihsel bir açıklama bugün için de geçerli olamaz mı? Şimdiki zaman bu açıklamayı doğru İşte bilmecenin
sonuna
culanmdan herhangi
layamaz mı?
bugün cesamet ve boyutla nnı acayip ölçüde d eğiştirmiş o ld uğu aşikirdır. Ka pita lizm, aynı aşın ölçüler içinde büyüyen temel mübadeleler ve mali kaynaklar ile aynı kefede kalabilmek için genişle di. Ancak, mutadis mutandis, kapitalizmin tabiatında te peden tırnağa tam bir değişme meydana geldiğini sanmı yorum. Üç kanıt beni desteklemektedir: Doğal olarak, kapitalizmin
1. Kapitalizm ha.la uluslararası kaynak ve fırsatlan
sömürmeye) dayanmaktadır; diğer bir dünya-çapında bir ölçek üzerinde mevcuttur, ya azmdan bütün dünyaya ulaşabilmektedir. Kapita-
kullanmaya (onlan
deyişle, hut en
95
lizmin bugünkü başlıca uğraşı bu evrenselliği yeniden kur maktır. 2. Kendisine
bu bakımdan yağdınlan lAnetiere rağ
men, kapitalizm hala inatla yasal veya fiil i tekellere da
yanmaktadır. Bugün söylenildiği gibi , "organizasyon", pi yasayı tuzağa düşünneyi devam ettinnektedir. Ama bu nun gerçekten yeni bir şey olduğuna inanmak yanlıştır.
3. Aynca, umumiyetle söylenilenin aksine, kapitalizm tüm ekonomiyi ve tüm çalışan toplumu kaplamaz: Bunla nn ikisini birden hiçbir zaman kendi ayaklan üstünde du ran bir tek mükemmel sistem içinde kuşatmaz. Kapitalizm bugün al an bakımından genişlemiş olsa bile, tasvir ettiğim üç kanath resim -maddi hayat, piyasa ekonomisi, ve ka pitalist ekonomi- hala hayrete düşürecek derecede geçer li bir açıklamadır. Bu hususta ikna olabilmek için, bu muhtelif kadernelerin vasfı olan günümüzdeki bir iki faa liyet hakkında bir miktar dahi1i bi lgiye ihtiyacımız vardır. En alt kademede, Avrupa'da bile, hdla büyük bir kendine yeterlik, milli muhasebe sistemine dahil olmayan bir çok hizmetler ve bi rçok zanaatçı atölyeleri gönnekteyiz. Orta kademede, hazır giyim imalatçısını alalım: üretim ve pa ıarlamasında katı ve hatta vahşi rekabet yasasına tabidir, bir anlık dikkatsizl ik yahut zayıflı ğı onu yıkıma götürebi l ir. En üst kademede, başka fi nn alann yanısıra, iyi tanıdı ğım i ki devasa firmayı , sözde biribirine rakip olan bir Fransız ve bir Alman firmasını gösterebilirim (Avrupa pi yasasında biricik ra kiplerdir bunlar). İkisinden hangisine bir sipariş veri l diği ne aldırmazlar, zira çıkarlan biribiri nin i çine geçmiştir ve bu çıkariara hizmet etmenin özgül biçimi pek az önem tWiımaktadır. Böylece, benim görüşüm (ağır ağır benimaediğim bir görüş) teyit edilmektedir: Kapitalizm zirvede yürütülen yahut zirveye çıkmaya uğraşan iktisadi faaliyetleri tanım-
96
lamak için m üke m m e l bir terimdir. Sonuç olarak, büyük ölçekli kapitalizm, altındaki (maddi hayat ve
sa
ahenkli piya
ekonomisinden oluşan) ikili tabakaya dayanmaktadır;
yüksek-kar bölgesini temsil etmektedir. Bu bakımdan onu en yüksek yere koydum. Bunun için eleştirilebilirim, ama bu görüşte olan tek kişi ben değilim. 191 Tde yazılan "'Em peryalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması" başlıklı bro şüründe Lenin, "kapitalizmin, en yüksek gelişmt: düzeyin· deki ticari üretim olduğunu" ve "onbinlerce büyük işlet· menin herşey olduğunu, milyonlarca küçük i ş le tmeninse hiçbir şey olmadığını" ileri sürüyordu. Ama 191 7'nin bu kendiliğinden aşikar hakikati eski, çok eski bir hakikattı. Gazeteciler, iktisatçılar ve sosyologlar eserlerinde çoğu kez tarihsel boyut ve perspektifleri hesaba kat amıyorl ar Ve 'bir çok tarihçiler de, sanki ince l edi kleri dönem bir vakum içinde mevcutmuş yahut hem bir başlangıç hem de bir son muş gibi, aynı şeyi yapmıyorlar mı? Bu yüzdendir ki, kes kin bir zekası olan Lenin aynı broşürde şunları yazıyordu: "Serbest rekabetin hüküm sürdüğü eski kapitalizm emtia ihracı ile temayüz ediyordu. Tekellerin mutlak egemen ol dukları bugünün kapitalizmi ise sermaye ihracı ile tema yüz etmektedir. • Bu iddialar tartışılabilir olmanın da öte Bine geçmektedir: Kapitalizm her zaman tekelci olageldi, emtia ve sermaye her zaman eşanlı olarak dolanıma girdi ler, zira s ennaye ve kredi yabancı bir pazan ele geçirip kontrol etm eni n her zaman için en e mi n yolu idiler. Yir· minci yüzyıldan çok önceleri sennaye ihracı günlük h aya tın bir gerçeğiydi, Floransa için ta onüçüncü yüzyılda, Augsburg, Antwerp ve Cenova için onaltıncı yüzyı l d a On sekizinci yüzyılda Avnıpa'da ve dünyada sennaye akıyor:. du. Finans dünyasının tüm yöntemlerinin, işlem ve hilele rinin 1900'da yahu t 19 14'te doğmadığuu belirtmeme gerek var mı? Kapitalizm bunların hepsine aşinaydı ve bugün ol· .
.
97
duju gibi dün de onun eşsizlik ve kudreti -bir hileden di ğerine, bir iş yapma biçiminden diğerine geçme, iktisadi konjonktürler gerektirdikçe planlanm on kez değiştirme ve, so nuç olarak, kendine görece sadık, ken diyl e görece tu tarlı kalma kabiliyetinde yatmaktadır. Şahsen üzüldütürn, bir tarihçi olarak o kadar değil de çağıının bir insanı olarak üzüldüğüm teY. hem kapitalist hem
de sosyalis� dünyada kapitalizm ile piyasa ekonomisi
arasında
bir
aynm
yapılmasınm reddedilmesidir. Batı'da
kapitalizmin kötülüklerine saldıranlara politikacı ve ikti
satçılann cevabı bu yanlış işlerin ehven-i şer olduğu, ser best-teşebbüs-ve-piyasa-ekonomisinin zorunlu diğer yüzü olduğu 11eklindedir. Buna inanmıyorum. S.S.C.B.'de bile farkedilebilen bir fıkir hareketinin parçası olarak, sosya list ekonominin hantallığından endişe duyan ve onun da ha "spontane" ( kendiliğinden; buna "daha serbest" anlamı m veriyorum) olmasım isteyenlere verilen cevap ise apon taneliğin olmaması mn ehven-i şer olduju, kapitalist-musi bete-son-vermenin zorunlu diğer yüzü olduğudur. Buna da inanmıyorum. Ancak, benim ideal toplum kavramım ger çekleşebilir bir kavram mıdır? Her halükarda, dünya çev resinde çok sayıda yandaşırnın olduğunu s anmıyorum. Ha time
Bir tarihçi olarak son bi r öğüdüm olmasaydı açıklama lanma burada son verecektim. Tarih her zaman yenibaştan başlamadır; her zaman kendi yerinden çıkma, kendini
aşmaya çalı11madır.
Tarihin
kaderi bütün so sy a l bilimlerce paylafılmaktadır. Bu ba kımdan yazmakta olduğum tarih kitaplanmn gelecek on yıllar için geçerli olacağına inanmıyorum. Hepimiz biliyo ruz ki hiçbir kitap ilk ve son kitap olarak yazılınıli değildir.
98
Benim kapitalizm ve ekonomi yorumuro ,a.rşivlerde harcanan sayısız saatiere ve kitaplan incelemekle geçen uzun zamana dayanmaktadır, ama sonunda istatistiki ve riler yetersizdir ve (hakikatleri) yeterince tutmamaktadır lar; nicel mainmattan çok nitel malumatta çalışm aya zor l anm aktayız. Üretim eÇilerini, kir hadlerini, yatırım oranlanru, işletmeler için özenli bilançolan, yahut sabit sermayedeki yı pranmanm yaklaşık bir tahminini veren monograflar çok çok azdır. Bu çeşitli meselel�r hakkı nda meslektaş ve dostlanmdan boş yere daha kesin malumat sorup soruşturdum. Pek az başan sağlayabildim. - Ne var ki, özellikle bu tür yaklaşımın önerdiğim açık lamalardan hareketle daha iyi bir noktaya yol bulabilece ğine inanıyorum. Daha iyi anlaşılması için meseleyi parça lara ayırmak, onu üç kademe yahut aşamaya bölmek, çok daha karmaşık bir iktisadi ve toplumsal ge rçekliği kötü rümleştinnek ve manipüle etmek olur. Hakikatte, makine lcşmeyle beraber eşzaınanh olarak görülen büyüme oran lanndaki değişmenin sebeplerini de kavramak için bütünü kavramak zorundayız. Geçmişin iktisadi tarihi sözkonusu old uğu kadanyla , bir çeşit milli muhasebe modem yön temlerini, bir çeıtit makroiktisatı uygu lamakta başantı olabilirsek topyekön, gl obal bir tarih mümkün olur. �nç tarihçiterin önüne aşağıdaki görevleri koyuyorum: Milli gel i rlerdeki ve kişi başına milli gelirdeki değişm eleri takip etmek ; Rene Baehrel'in o nyedinci ve onsekizinci yüzyıl lar daki Proveoce üzerine yaptığı öncü t.alışmayı yeniden de ğerlendirmek; 1 976'da Prato (İtalya)daki kolokyumda ya pıl dığı gibi "bütçe ile milli gelir" arasındaki karşılıklı iliş ki leri belirlemek; yahut Simon Kuznets'in, bu mesele hak kındaki hipotezi modem büyümenin anlaşılması bakımın dan bana birincil ö nem de gözüken iktisatçımn öğüdü ne uyarak, her dönem için değişi k olan gayn safi hasıla ile
99
net hasıla arasındaki farkı ölçmeye teşebbüs etmek.
Kitap
lanmda, ancak bulanıkça görülebile n manzaralara şurada
bir pencere açtım; ama bir tek pencere yetmez. Kollek ti f değilse bile, koordineli (eşgüdümlü) bir çalışma
burada
zorunludur.
Pek tabii, bu söylediklerimiz yanmn tari hi ni n ne varl etur iktisadi tarih olacağı manAsına gelmez. i ktisadi mu hasebe olsa olsa milli gel irdeki akış ve değişmeterin ince l e nm es i di r; patrimoniler kütlesinin ve milli s erve ti n bir öl
çümü değildir. Ancak, bu kütle de bulunabilirdir ve ince lenmelidir. Tarihçiler için, b ütün diğer sosyal bilimciler için ve bü tün nesnel bilimciler i çi n keşfedilecek yeni bir
Amerika her zaman olacaktır.
100
İ Kİ N C İ B Ö LÜM
Medeniyet ve Kapitalizm
4 � Sayılann Ağırlığı
Maddi hayat insanlardan ve eşyadan m eydana gel mektedir. Eşyanın, insanoğlunun yaptığı veya kullandığı herşeyin -yiyecek, b an nma, giyinme, lüks aletler, made ni para veya onun yerine geçen şeyl er, köy ve kent çevre si- incelenmesi günlük hayatı çözümlemenin tek yolu de ğildir. Aynı zaman da, dünyanın z en gi n l iğini paylaşan in ı:: ::.u !:..:-ı " ö[.j�E: clq önemlidir. Bugünün dünyasını 1800'den önceki insanlıktan hemen ayıran dış özellik, insaniann sa yısında yakın zamanlarda meydana gelen tuayr et verici ar tıştır. Bu kitabın kapsadığı dl'rt yüzyıl süresince (14001800) d ünya nüfusu ikiye katlandı; şimdilerde ise he .. otuz veya kı rk yılda iki katına çıkıyor. Bu açık biçimde maddi ile rlemeni n sonucudur. Fakat insaniann sayısı bu ilerle menin sonucu olduğu kadar bizzat sebebidir de. Sayı b ehem eh , l birinci sırui bir g\ir.tergeili�� bir başan ve başansıdık endeksi sa!lar. Bir yanda seyrek nüfusiu
kıtalan ve diğer yan da aşırınüfuslu bölgeleri olmak üzere, hill ilkel hayat biçimleriyle yüzyüze ol duklan dünyanın diferansiyel (farklılıklan gösteren) coğ rafyasının anahatlannı çıkanr. Çeşitli insan kitleleri ara sındaki kesi n ili şkilere delalet eder. İ.fin garibi, bu diferan siyel coğrafya çoğu kez yüzyıllar boyunca en az deği şege len şeydir. medeniyetlerin
103
Tamamen değişegelen şey ise nüfus artışımn ritmidir.
Bugünkü durumda süre kli bir yükseliş kaydetmektedir, toplum ve ekonomiye göre aşağı yukan luzh ama her za
man sürekli. Daha önceleri b i r gelgit dizisi gibi yükselir ve ce
sonra alçalırdı. Bu biribirini izleyen demografik med ve
birincinin ikinciyi tamamen değilse hemen hemen sildiği (hüküınsüz bıraktığı) aşağı ve yu
zir, ardarda gelen ve de
kan-doğru hareketlerden oluşan eski çağlardaki hay atı
karakterize e diyordu .
Bu
temel gerçekler hemen hemen
başka her şeyi ikincil öneme sahip kılmaktadır. Açıkçası, başlangıç n okta mı z dünyanın insanlan olmalıdır. Ancak
ondan sonra eşya hakkında konuşabiliriz.
Dünya Nüfusunu Tahmin Etmek Güçlük şudur ki eğer dünya
nüfusu bugün bile ancak önceki nüfuslarla
% 10 hata marjı içinde biliniyorsa , da h a
ilgili malumatımız daha da eksiktir. Gene de, hem kısa hem uzun vadede, yerel hadiseler düzeyi nde o l d uğu kadar dünya
hadiselerinin büyük ölçeğinde
de,
herşey
halk kitle
lerinin sayılanna ve dalgal anm alanna bağlıdır.
Med
ve Cezir
Onbeş ve
onsekizinci yüzyıl arasında, nüfusun yüksel herii ey de değişikliğe uğradı.
mesi veya düşmesi gibi başka
İnsanların sayısı artmca, üretim
ve ticaret de
arttı . Ç orak
ve ormanlık ara zil er, bataklıklar ve tepeler eki l m eye baş landı; (sınai) mamuller yaygınlaştı, köy ve kasab al ar ge nişledi, hareket hal in deki insaniann sayısı çoğaldı; ve nü fus-artışı baskısının ortaya çıkardılı meseleye bir çok baş ka olumlu tepkiler de meydana geldi. Şüphesiz, s avaş ve anlaşmazlık; korsanlık ve haydutluk mütenasip olarak bü yüdü; aynı zamanda ordular ve silahlı çeteler de gelişti;
104
toplumlar alışılmadık büyük bir ölçekte yeni zenginler
(rwuueaux riches) yahut yeni imtiyazlı sımflar yarattılar; devletler refaha kavuştu
mümkünün
-
hem bir ş er hem de bir
nimet;
sınınna olağ'an şartlarda olduğ'undan daha
Alışılmış belirtilerdi bunlar. Fakat demog nimet değildir. B azan faydalıdır, ba zan da zararlı. Nüfus büyüdüğ'ünde, i şgal ettiğ'i mekan ve tasarrufundaki servet ile ilişkisi değ'işmektedir. 'Kritik eşiklerden' geçer n üfu s ve her eşikte tüm yapı sı yeni baş tan sorgulanır. Mesele hiçbir zaman basit ve sarih deği ldir. kolay ulaşıldı.
rafik büyüme a z bir
insaniann
sayısında büyümekte olan bir artış çoğ'u kez
sözkonusu toplumun onlan besleme kapasitesini aşmakla sonuçlanır ve geçmişte hep b öyle sonuçlanmıştır. Onseki zinci yüzyıl öncesi nde heryerde rastlanan ve bugün haia bazı gerikalmış
ülkelerde geçerli olan bu
olgu şartlarda da
ha ileri gelişmelere aşılmaz bir sınır koyar. Zira aşınya ka çınca , demografik artışlar hayat standard ında bir bozol maya yol açarlar; azbeslenmiş, yoksul ve yurtsuzlann o
herzaman dehşet veren yekünunu ge ni şletirl er. Bestene cek midelerle onlan be sl em edeki zorluklar, insangücü ile
işler
arasındaki denge salgın hastalık ve kı tlıkt arla yeni
den kurulur C i kineisi birincisini ön cel er veya ona eşlik eder). Bu çok kaba ayarlamalar ancien regime 'de n önceki ( 1 789 öncesi) yüıyıl lann başat özelliğ'iydi.
Batı Avrupa'ya daha
yakından
b akı l dığı n d a , 1100 i le
1350 arasında sürekli bir nüfus artışının ol duğu görülür, bir diğeri 1450 ile 1 650 arasında,
ve bir ücüncüsü 1750'den
sonra; sadece sonuncusunu bir gerileme takip etmedi. Bu rada üç geniş ve kıyaslanabilir biyolojik genişleme dönemi karşısındayız. İlgi sahamı zdak.i döneme gire n ilk ikisini
gerilemeler
biri ( 1 350- 1450 arası) ol dukça keskin. bir gerilemeden çok bir yavaşlama olarak tanımlanması daha iyi olan ikincisi ( 1650- 1 750 arası) biraz daha hafif. i zledi,
105
Bugün, gerikalmış ülkelerdeki herhangi bir nüfus büyü mesi hayat standardında bir düşüş meydana getirmekte, fakat şükür ki insan sayısında öyle trıijik bir azalmaya yol açmamaktadır (en azından 1945'ten bu yana). Her gerileme belirli sayıda sorunu çözer, baskı l an gi derir ve hayatta kalanlara yarar. O l duk ça şiddetlidir, am a gene de bir çaredir. Ondördüncü yüzyılın ortalanndaki Ka ra Ö lüm ve onu i zl eyip etkisini şiddetlendiren salgın has talıklardan hemen sonra , tevarüs eden mülk az sayıda in sanın eli n de temerküz etti. Sadece nitelikli toprağın eki mine devam edildi (daha çok mahsule daha az emek). Ha yatta kalanların hayat standardı ve gerçek kazançlan yükseldi.
Böylece Languedoc'ta 1350 ile 1450 arasında
köylü ve onun babserkil (patriyarkaJ ) ailesi metnık bir kırsalkesimin efendisiydiler. Ağaçlar ve vahşi hayvanlar bir zamanlar serpilip gelişmiş tarlalan istila ettiler. Fakat 1-.ıs:ı �i!' :raman sonra nüfus gene arttı ve hayvanların ve yaban otlanrun eline geçen toprağı geri almak, tarlalan
taşlardan temizlemek, ağaç ve çahlan sökmek zorunda kaldı. İnsanın çoğalması bizzat bir yük oldu ve gene onun yoksu l l aşm asına yol açtı. 1560 veya 1580'den itibaren Fransa,
İspanya, İtalya ve
sında nüfus
tan başlar
muhtemelen tüm Batı dünya
gene çok yoğun ol du . Monoton hikAye yenibaş
İnsanoğlu ancak kısa aralıklar refaha kaVUftu ve 'artı k çok geç' olm a d an da bu ve süreç tersine döner.
nu n farkına varmadı.
Fakat bu uzun dalgalanmalar Avrupa dışında da bulu nabilir. Yaklaşık olarak ayıu zamanlarda, Çin ve Hind muhtemelen Batı ile aynı ritm içinde ilerleyip gerilediler, sanki tüm insanlık, insanati unun geriyekalan tarihini (gö
rece) ikincil öneme sahipmit gibi gösteren ezeli bir kozmik kaderin pençesindeymiş gibi. iktisatçı ve nüfusbilimci Ern.st Wagemann bu görüfteydi. Senkronizm (eşzamanlı106
lık) onse kizinci yüzyılda aşikArdır ve onaltıncı yüzyılda kinden daha muhtemeldir. Bunun aynı zamanda onüçün cü yüzyıla da uygulandığı ve St Louis'nin Fransa'sından
Moğollann uzak Çin'ine ka da r uzandığı varsayılabilir. Böyleyse eğer, bu durum problemi hem kaydınr hem de
basitleştirir. Wa gem ann ın ulaştığı sonuca gö re , nüfusun '
gelişmesi iktisadi, te knik ve tıbbi ilerlemeye yol açan se
beplerden çok farklı sebepl ere atfedilmelidir. ·
Her h a lükard a , meskün dünyanın bir ucundan diğeri
ne aşağı yukan eşanlı görünen bunun gibi dalgalanmalar, çağl a r boyunca nispeten s abit
kalan değişik insan kitleleri
arasındaki ra kam s a l ili ş kilerin varlığını tasavvur etmeyi daha kolaylaştınnaktadır: biri diğerine eşit veya bir üçün
eünün iki misli
. . .
Biri
bilini nce, diğeri halledilebilir; do l a
yısıyla sonuçta, böyle bir talıminde içkin bütün hatalara
rağmen, insaniann tüm kitlesinin toplam sayısı tahmin edilebilir. Bu global rakamın fayda sı aşikardır. Doğru l u k
ve kesinlikten, kaçınılmaz surette, ne kadar uzak olursa olsun, bir tek varlık (istatistikçilerin i fadesiyle tek bir soy) olarak telakki edilen insanlığın biyolojik evriminin belir
lenmesine yardı m cı olur.
107
5 'i Para
Para arzının işleyişi orta öl çüde geliş mi ş herhangi bir ticari hayatın bir aleti, bir yapısı, temel ve düzenli bir ol gusu olarak görülebilir. Her şeyden önce, para her yerde kendini bütün iktisadi ve toplumsal i l işkilere sokm anın bir yolunu bulur. Bu onu mükemmel bir gösterge yapm ak tadır: Onun ne kadar hızla dolandığıru veya ne zaman tü kendiğini, aktığı kanallann ne kadar karınaşık olduğunu veya arzının ne kadar az olduğunu gözlernek suretiyle, bü tün beşeri faaliyetlerin (en mütevazi olanlarının bile) ol dukça doğru bir değerlendirilmesi yapılabilir. Hayatın kadim bir gerçeği, yahut daha doğrusu kadim
bir tekniği olmakla beraber para insanlı� şaşırtmaktan hiçbir zaman geri kalmadı. Esrarlı ve rahatsız edici bir gö rünüşü vardır. Evvel emirde, paranın bizzat kendisi kar
maşık görünüyor olmalı, zira parayla yürüyen parasal eko nomi hiçbir yerde tam geli şmi ş değildi; onaltı ve onyedinci (hatta onsekizinci) yüzyıllarda Fransa gibi bir ülkede bile. Sadece belirli bölgelere ve belirli sektörlere giriyor, diğer lerini ise rahatsız etmeye devam ediyordu. Bizzat ne oldu ğundan çok ne getirdiği yüzünden bir yenilikti o. Neyi ge tiriyordu gerçekte? Zaruri yiyecek maddelerinin fiyatların109
da keskin değişmeler; insanın artık ne kendini, ne adet lerini. ne de kadim değerlerini tanımadığı anlaşılmaz iliş
kiler. Çalışması bir meta, kendisi bir 'eşya' oluyordu para sayesinde.
bir ya pıya dayalı olup da kapılarını paraya herhangi bir toplum kazandığı dengeleri er ve ya geç kaybeder, ondan sonra artık asla yeterince den e t leneme ye cek olan kuvvetleri serbe st bırakır. Yen i değiş-tokuş biçi mi eski düzeni bozar, bir iki imtiyazh bireye çıkar sa ğlar ve başka herkesi incitir. Bu etki al t ı n da her topl u m , (hayatın Kadim
açan
da) yeni bir yaprak çevirmek zorundadır. Son uç olarak, para ekonomisin i n yayılması onun varlı
ğına alışmış toplumlarda olduğu ka d ar, kendileri farket meden onlara ulaştığı toplumlarda da tekrar tekrar görü len bir draınd.ı; onaltıncı yüzyılın sonlanna doğru Osman lıların yönetimindeki Türkiye (sipahikre verilen tirnar ya hut geri al ınabilir fiefl�ri n yerlerini tam özel mülkiyete bı raktıkları zaman); yahut Tokugawa yönetimi altındaki Ja ponya, ki aşağı yukarı ayru zamanlarda şehirleri ve burju vaziyi etkileyen ti pik bir bunalımın perçesi ndeydi. Bugün belirli azgelişmiş ülkelerde hıll a gözlerimizin ö n ün de mey dana gelme k te olanlan incelemek suretiy le bu temel s ü reçlerin gılzel bir tasvirine sahip ol abiliri z : Mesela, i ş l em lerin % 60 ve hatta bazı yerlerde % 70'inden fazlasının p a ra el değiştirmeksizin tamamlandığı Mrika'da o l d u ğu gi bi . İnsanoğl u yerkürenin bazı yerlerinde, 'kabuğunun için deki salyangaz rnisali', hal� piyasa ekonomisi nin dışında yaşayabi l ir. Ama cezası geçici olarak ertelenen bir mah kümdur
o.
Tarih bize bu mahkum insaniann s onuge l me z bir . al ay haU nde meydana çıkışlannı gösteriyor - ka d erlerinden kaçamamaya mahkfim insanlar. Saf ve şaşırtıcı bir sabır la, nereden geldiğini gerçekte p ık anlama d an hayatın sil-
1 10
lesini yiye geldile r. Çift.lik ve evlerin
kiralan vardı, geçiş kasaba pazanndan yapılın ası zorun lu a lıml ar, ve pek tabii vergiler. Şu veya bu şekilde bu ta lepler nakitle karşılanmak zorundaydı; gümüş para yoksa, bakır paralarla. paraları, tuz vergisi,
'Madeni para şıngırtısı ' böyl ece binbir yoldan günlük
hayata giriverdi. Modem devlet bu
transferierin büyük ya
pıcısı ve alıcısıydı (vergi, paralı asker ücretleri, memur
maaşlan); ama bu konuda tek deği ldi. Birçok in s an bu ara da yükünü tutuyordu : Vergi to playıcısı tuz-vergisi mülte ,
ziıni , tefeci-rehinci , topraksahibi, büyük tü ccar girişimci
bir yana u z anıyordu . Ve do gibi, sempati doğunnuyorlardı. Finansörlerin yüz leri bizi hor ve 'finansör'. Bunlann ağı dört
ğal olarak bu yeni zengin sınıf, bugünkü denkleri
Bir çok vesileyle ressamlar sokak taki insanın ne fret ve güvensizliğini dile geti r di ler. Ancak bu tür duygular -halkın ve bir dereceye k adar da i l k dö görür gibidir m üz elerde .
nem iktisatçıların paraya
karşı güvensizliğini
besleyen bu
açık ve gizli kederlenmeler- hadiselerin n ih ai akışı üze
Bütün dünya üzerinde, büyük pa ra çevreleri transfer yaliarım ve para i l e 'şahane meta lar'ın zengin ticareti arasın da karlı randevoların ayarla nabileceği merkezleri örgü tled il er. Macellan ve del Cano zor ve tehlikeli şartlar içi nde dünyanın çevresini dolaştı
ri nde pek az etkili o l d u .
ve Gemelli Careri, biri 1590 diğeri 1 693'te, çantalannda İspanyol dolarlan ve gümüş paralar
lar. Francesco Carietti
la, ve seçi l miş emtia sepetl eriy le, dünyanın
çevresini tur
ladı lar. Dahası , çıkış noktalarına geri döndüler.
Para pek tabii para ekonomisindeki değişim ve devrim lerin -se bebi oldu ğu kadar- belirtisidir. Onu getiren ve yaratan hareketlerden
aynlamaz. Ama geçmişte Batılı izahlar çoğu kez parayı tek başın a soyutlanmı ş olarak ele alıyo r ve mecazi benzetmelere baş-
gözlemcilerin yaptı kları
111
vuruyordu.
Para 'toplumsal bedenin kanı' idi (Harvey'in ketfinden çok önce heryerde rastlanan bir tasavvur); bir 'meta' idi (yüzyıllar boyunca tekrarlana gelen bir görüş). William Petty'ye göre ( 1 655), •para, siyasi toplu l uAu n yağı dır, fazlası çevikliğini önler, azı ise hastalığa yol açar.' Bir Fransız işadamı 1820'de şu açıklamayı yapıyordu: �para, bizim toprağı sürüp ürün hasıl ettiğimiz saban değildir; sadece maliann dolanımına yardımcı olur, tıpkı yağın bir makinayı daha rahat hareket ettirmesi gibi ; tekerler ye terli miktar da yağlandıklan zaman, daha fazla bir miktar ona sadece zarar verir.' Bu tasavvurlar bile, filozofluAu ik tisatçılığtndan önde gelen John Locke'ın şüphe götürür önermesinden, 169l'de yayımladıA"ı bir kitapta parayı ser maye ile özdeşlemesinden dah a iyidir. Bu, parayı servet ile veya ölçüyü ölçülen miktar ile kanftırmak demektir. Bütün bu tanımlar esas noktayı dışanda bırakmakta dır-parasal ekonominin kendisini, paranın mevcudiyeti nin gerçek sebebini. Para, ancak i nsaniann on a ihtiyaç duydukları ve maliyetine katlanabildikleri yerde kurumla şır. Paranın esneklik ve karmaşıklığı onun vücuda getirdi ği ekonominin esneklik ve karmaşıklıtının fonksiyonudur. Ne kadar ekonomik ritmler, sistem ve durumlar varsa son kertede o kadar para türleri ve parasal sistemler vardır. Tüm bunlar yine de pek o kadar gizemli olmayan bir süreç içinde bağlantılanmaktadır; anci�n regime sırasında para sal bir ekonomi olduğunu keşke sık stk kendimize hatır latsak: Bugünkünün aksine, çok eksik bir tekilde farkedi len, bir kaç kademede mevcut olan ve hiçbir tekilde tüm insanlara yayılmış olmayan bir ekonomi.
Onbeş ve onsekizinci yüzyıllar arasında takas muaz zam genişlikteki alanlarda genel kural olarak kaldı. Ama ne zaman durum gerektirdiyse, paraya dotru bir çeşit ilk adım olarak, salyanguz kabutu gibi ilkel veya •eksik' para112
lann dolanıma girmesiyle takviye edildi. Bu paralar sade bizim gözümüzde eksiktirler: Onlara başvuran ekono miler başkal an na zor güç getirebilirlerdi. Avrupa'nın ma deni parası (bile) çoğu kez çok yetersi z kalıyord u . Takas gi bi, madenin de kusurlan vardı; her zaman bu iş için yeter li miktarda bulunmuyordu. Böyle durumlarda ka�t, ya ce
hut kredi (onyedinci yüzyılda Almanya'da alaylı bir ifade ye konu olan Herr Credit), iyi veya kötü; aynı hizmeti gö
rüyorlardı . Esasen bu, deii şik bir kademedeki aynı süreç tir, kesinlikle. Herhangi
bir faal ekonomi gerçekte
parasal
ve biz z at faalliğinden ötürü yenilikler ya par: bu tür bütün yenilikler on d an sonra sözkonusu e kono minin durumunu gösteren işaretler olarak değer kazanır lar. Law sistemi ve o ça� İngiltere'sindeki Güney Denizi Kabarca� skandalı savq-sonrası mali çarelerden, aman sız spekülasyondan veya 'baskı gruplan' arasındaki p ayla di linden kopar
şunlardan oldukça farklı şeylerdi. Frarı&A't b yer.ilik, kre dini n karmakanşık ve etkisiz
ama inkAr edilmez doğumu
bir doğum üstelik. Bu iğrenç sistemden anlamadı�nı ileri süren Prenses Palatine, 'ce
biçi mini alda, zor
hiçbir şey
hennem ateşinin tüm bu senetleri yakmasını sık sık arzu
ettim,' diyerek öfkesini dile getiriyordu . Bu rahatsızlık ye ni bir dili farketmenin başlangıcıydı. Zira (e!er benim de bir mecaz ku l l a nmaını bağışlarsanız) paralar birer dildir:
diyaloğu zorunlu ve mümkün kılarlar ve ancak bizzat di yalog mevcut ise mevcut olurlar. Eğer
Çin (kağıt parasının uzun ve acayip 'ara faslı' bir
yana) karmaşık bir parasal sisteme sahip olmadıysa, sö
mürdüğü civar bölgelerle (Motolistan, Tibet, Doğu Hindler
ve Japonya) ilişkilerinde böyle bir teye ihtiyaç duymadı
ğındandı. Eğer ortaçağ
İalam'ı,
Eski Kıta üzerinde Atian
tik'ten Pasifik'e kadar uzanan ve yüzyıllar süren bir üs tünlük kurduysa, (Bizans hariç) hiçbir devleti n onun altın l l3
(di'nar)
ve
gümüş (dirhem)
paralanyla rekabet edememe
sindendi. Gücünün araçlanydı bunlar. Eğer ortaçağ Avru pa'sı sonunda p aras ını adam ettiyse, düşman İslam dünya sının m eyd an okumasını karşılamak zorunda olduğu için di. Aynı şekilde, onaltıncı yüzyılda Osmanlı İmparatorlu
ğu'nu tedricen i sti l a e d e n para sal devrim onu n Avrupa konserine mec b uri girişinin bi r sonucuydu. Japonya 1638'den sonra kapılannı dış dünyaya kapattı, ama ancak
şöyle böyle: Çin yel kenl eriy le Felemenk hürriyet gemileri ne açı k k al dılar. Yarık, para ve ticaret ı'll allannın ülkeye
girip onu
gerekli tepkiye, yani gümüş ve bakır maden
ocaklanm
genişlikteydi . Bu çaba o ny edi n ci yüzyıl
kull anm aya zorlayacak
aym zamanda Japonya şehir bayatının
daki ilerlemesiyle ve ayncalıklı kasabalarda 'hakiki bir burj uva medeniyeti'ni n gelişmesiyle
biribiriyle
bağlantılıydı.
Bu tür kanıtlar
b ir çeşit
parasal
bağlantılıydı.
Herşey
dış politikayı açığa çı
karmaktadır: Yabancılann, hem kuvveti hem de zayıflığı yüzünden, bazan şartlan dikte ettirdiği bir dış politika. Konuşabilmek için ortak bir dil, ortak bir zemi n bulunmak zorundadır. Uzun-mesafeli ticaretin, büyük-ölçekli ticaret
kapitalizminin önemi onun dünya tic aret dilini konuş ma kabiliyetiydi. Bu ticaret hacım olarak en önemli ticaret de
ğildiyse de (baharat ticareti -değer ol arak bile- Avru etkinliği ve ge tirdiği yapıcı değişim yü z ün de n önemliydi. Uzun-mesafeli ticaret tüm hızlı 'birikim'in kaynağıydı. Ancien regim.e dünya sı nı kontrol ediyordu ve para onun emrindeydi. Tica ret, ekonomilere yön veriyordu. pa'da tahıl tic aretin de n çok çok düşüktü),
114
6 � Borsa
Samuel Richard'ın 168 1'de yayımlanan Le Nouveau Negociant (Yeni İş adamı) adlı eseri Borsa (bourse)yı şöyle tanımlıyor: "Bankacı, tüccar ve i ş ad a m l arı , döviz iş lemcileri ve banka aj anl arı , komisyonc u ve diğer kişilerin bulu şma yerleri . • Bow se adı bi zzat Bruges'den kaynaklanıyor, bu
tür toplantılar "Hôtel des Bourses yakınında" yapılıyordu.
Lyon 'd a , Borsa'ya "P1ace des Changes" deniyordu, Hanae
�ge", Barse tacirler her gün
tik kentlerde "Tacirler Heyeti"; Marsilya'da
lon a ve Valencia'da "Lonja". Seville'de gradas (katedral merdi venleri) üzerinde toplanıyorlardı, Lizbon'da Rua Nova üzerinde (kentin caddesi).
en geniş ve en uzun
Frankurt-am-Main'de tüccar toplantıları aynı za Dunker
manda açık havada (balık pazannd al yapılıyordu:
que'de "bütün işadamJan (hergün) öğle saatlerinde beledi
ye binasının önündeki meydanda biraraya geliyorl ardı . orada, herk esi n görebileceği
kodamanlar (gros bonnets)
ve
Ve
işitabiieceği bir alanda bu
kavgaya tutuşuyor. birbirleri
ne hakaretler yağdınyorlardı.
Paris Borsası eski Place aux
Changes'den 1724'te Vivienne caddesindeki Palais de Ne vers'e 184ındı.
Londra•da Thomas Gresham•ın kurdu� 115
"Burse" sonralan Royal Exchange adını aldı. Kentin tam
m erke zine öylesine yerleştirilmi şti
ki, yabancı bir muhabi
re göre 1760'ta Quakerlara karşı harekete geçildiğinde hü
kümet askerleri her yana en hızlı bi çi m d e yetişebilmek
için buraya yerleştirilmişlerdi. İlk b ors al ar hangi t arihte n itibaren kuruldular? Bu hususta kronoloj iler yanıltıcı olabilir: binanın inşa tarihi
kurumun tesis tarihiyle aynı ol m ayab ilir. Amsterdam'daki binanın tarihi 1 63 1 , ama Yeni B ors a 1608'de kuruldu, es kisi ise ta 1 530'a uzanıyor. Onun için çoğunlukla faz l a gü
venilir ol mayabil en ge le neks e l tarihlerle yetineceği z;
ama
ilk B ors a l an n ku zeyde ortaya çı ktığını gösteren yanıltıcı
kro n olojiye de bağlı kalamayız :
Bnıges
1409, Antwerp
1460 (bina 1 5 1 8 'de i n ş a edildi ), Lyon 1 4 62, Thulouse 1469,
Amsterdam 1 530, Londra 1 5 54, Rouen 1556, Hamburg 1 558, Paris 1563, Bourdeaux 1 5 6 4, Berlin 1566, D an zi g
1593, Lei pzig 1 635, Berlin 1 7 16, La Rochelle 176 1 (bina), Viyana 1 77 1 , New York 1772.
Görünüşe rağmen , yu k a n d ak i liste gerçekte Ku z ey Av rupa'nın üstünlüğünü göstennez. Borsalar h a ki k atte Ak deniz ülkeleri nde en a z andördüncü
yüzyıldan
beri mev
euttular: Piza, Venedik, Floran s a , Cenova, Va l e n cia , Bar
selona . . . "Her AJlahın günü, B ars el on a taeiri k atı n nı Lan
ca'ya sürer, i şlerini halleder, sonra bir dostoyl a bahçesine
çekilip zevkle dinlenirdi." Akdeniz Avrupası'ndaki bu er ken B orsa faaliyeti ex nilıilio (yoktan) meydana gelmi ş de
ğildi. Kelimenin kendisi değilse bile,
realite hakikaten çok
eski d öne mle re u zanıyordu: Doğu'nun ve Akdeniz'in büyük merkezlerinde çok eski zamanlarda tücc� toplantılan vu ku bulmaktaydı ve Roma'da M.S. ikinci yüzyılın sonlarına
ilgili kanıtlar görmek mümkündür. AıDsterdam Borsası'nın büyük binaBI 163 l'de tamam
doğnı bu hususla
landı. Damplatz üzerinde, Bankanın ve Oost Indische 1 16
Compangnie (Doğu H in d Şirketi ) binasının tam karşısı n da. Jean - Pierre Richard'ın döneminde (1 722}, her gün öğ le va kti ile saat iki arasında yaklaşık 4500 kişinin b inayı dol durduğu söylenmektedir. Yah udil e r uğramadığı için C u martes i günleri daha az kalabalık olurdu. Çok sıkı ku rall ar uygulanıyordu: Her ticaret d al ı nın numaralı bi r ye ri vardı ve borsada, yeminli veya yeminsiz, bin kadar ko misyoncu mevcuttu. Önemli işadamları ve çok sayıda aracı b ura da biraraya geldiklerinden, her çeşit iş görülebilirdi: Emtia operasyon
lan , döviz mübadelesi, hi s se darlı k, riskin birkaç garantör arası nda yaydınldığı deniz sigortası. Aynı zamanda
bir pa
ra p iy as a s ıy dı borsa, bir finans piyasası ve bir hisse sene di piyasası . Bu tür faaliyetlerin bağımsız ol arak
organize
edilmeye meyletmesi doğaldı.
Amsterdam Hisse Senedi Borsası Onyedinci
yüzyılın başındaki yenilik Amsterdam'da
bir hisse sene di piyasasının ortaya çıkmasıdır. Hazine se netleri (government stocks) ve Hollanda Doğu Hind Şirke ti'ndeki muteber hisseler tamamen modem bir tarzda spe külasyon nesnesi haline geldiler. Buna, çoğu kez yapıldı!ı gibi, ilk hisse senedi piyasası deme k pek doğnı d.eğil . Dev
let borçlanma senetleri Venedik'te çok erken bir tarihten beri ciro edilebiliyordu, Floransa'da 1328'den önce, Ceno va'da, vs . . . Alman maden ocaklannın (Kuxen) hisseleri ta onbeşinci yüzyıl da Leipzig fuarlannda satılıyordu; aynı şe kilde İspanya'nınjuroları, Fransız rentes sur l'Hotel de Vıl le (belediye senetleri) ( 1522), veya onbeşinci yüzyıldan iti baren Hanaetik kentlerin hisse sened,i piyasaları. Vero
na'mn 13 18 tarihli nizamnameleri bir forward piyasa8ının (mercato a termine) varlığını teyit etmektedir; 1428'de hu kukçu Bartolomeo de Bosco Cenova'da bir forward loca'nın
117
satışına k8l'fl
çıkmıştı. Bütün bunlar Akdeniz'in hisse se beşiği olduğuna işaret eden kanıtlardır.
nedi piyasasının
Amsterdam'da yeni ol an, piyasanın hacmi, akışkanlığı bilinmesi) ile İilemlerin spekülatif özgürlüğü idi. Coşkun kumar hüküm sürüyordu burada - oyun için oyun: 1634 delaylannda Hollanda'yı kasıp ka vuran HUe çı l gınl ığı nı n , "hiçbir içkin değeri olmayan" bir lale soğammn "yeni bir araba, iki kır at ve eksiksiz bir ko şum" ile mübadele edilebilirliği anlamına geldiğini unut m ayal ı m . Ancak, u zman e ll er d e bel irli hisselere oynama iyi bir gelir sağlayabilirdi Mütecessis bir Yahudi tacir, Jo seph de la Vega, 1688'de Amsterdam'da Confusion de con· ve aleniyeti (herkesçe
fu.siones başlığıyla garip bir kitap yayıml adı ; okunınası zor bir İ s p anyol üslubu ile yazı lan eser ayrıntıl arla do l u , sevimli ve türünde eşsiz bir kitaptır. Yazar bu �ehennemi oyunda üstüste beş kez mahvo) duğunu s öy l erke n veya o zamana göre çok önceden varolan şeylere gülerken, sözle
rinin zahirine göre anlaşılmamalıdır: 1688'den çok önce "yakalanmadan önce rin ga
balığımn ve hasattan yahut teslim alınmadan önce buğday ve diğer mallann forward · (önden) alımı yapılmaktaydı": Jsaac Le Maire'in Hi n distan hisselerinde onyedinci yü zyılın hemen başlarındaki skan dal spekülasyonu çok sayıda (suç teşki l eden d em e se k bile) karmaşı k işlemlerin bir işA.retiydi: ve komisyoncular daha o günler gelmeden Bors a ile oynayıp zenginieşirken taeir ler daha da yoks ullaştıklannı söylüyorlardı . Marsilya ve ya Londra , Paris veya Lizbon, Nantes veya Aınsterdam, her merkezde, düzeniemelerin pek az engel lediği komis yoncular
birçok h ürriyetlere {ayncalıklara) sahiptiler.
Amsterdam Hisse Senedi Borsası'nda s p e külasyon öy le bir karmaşıklık ve soyutluk düzeyine ulaştı ki, bu du
bir ticaret merke haline getirdi; insanların sadece hisse alım satımı yap-
nım
zi
118
onu
uzun yıllar Avrupa'nın çok özel
makla, onlann muhtemel yükseliş veya düşüşleriyle tat min olmadıklan, çeşitli ustaca kombine zonl arl a hiç parası veya hisse senedi olmadan bile spekülasyon yapabildikle ri, bro kerle rin layık ol du kl an yere geldikleri bir merkez. Fırkalara (rotterU!s) bölünmüştü brokerler: bir grup fiyat lan yukan ite rken, diğerleri, "düşürücüler" (veya Lond ra'da adlandınlacaklan ü z ere , "ayılar"), fiyat düzeyini aşa kı çekmeye çalışırdı. Mütereddit s pek ülatörler kitlesini şu veya bu yana çekmek için birbitleriyle y.an şı rl ar dı . Bir broker için kam p değiştinnek, ki zaman zaman ol uyordu , neredeyse i h a n e t de mekti . Ancak, bütün hisseler nama yazılıydı ve sertifikalar
Şirketi'nde b ul unuyordu ; bir alıcı ancak adının bu m aksatla tu tul a n bir deftere kayde di lm esi suretiyle hisse sahibi olabiliyordu. Şirket başlangıçta bu yolla spe külasyonu ö n l ern eyi d üşünüyordu (hamiline yazılı tahvil D oğu Hind
ler sonra çıktı ortaya) ama spekülasyon mülkiyet olmadan da işleyebiliyordu. Spekülatör gerçekte sahip ol mad ı ğı bir şeyi satıyor ve hiçbir zaman sahip olamayacağı bir şeyi sa
tın alıyordu: "Açık" alım
diye
bilinen şeydi- yapılan. Ope rasyon bir zarar veya kazançla sonuçl anır, fark şu veya bu şekildeki bir ödemeyle hal ledilir ve oyun d evam ederdi. Di ğer bir oyun olan premium ise s�dece biraz daha karma şıktı. Gerçekte hisselerin fiyatlan uzun vadede hep yüksel e meyece�nden , spekülasyon zorunlu olarak kısa va deyle sınırlıydı. Geçici dalgalanm�lann gözetierne yerind eydi spekülasyon - doğru veya yar$ş bir haberle �olayca tah rik edilirdi . Ondördüncü Lui'nin B irl eşi k EyaJetler temsil cisi 1687'de Java'daki Bantarn'ın d üşüşüne dair yaygal ara lar b aş l ayi nc a önce çok şaşırmıştı , çünkü y aygara biter bit mez, sanki haber doğru değilmiş gib\., herşey unutulup git mişti. "Ama olayiann böyle gelişmesine şimdi o kadar şa-
1 19
şımıı ş defilim", diye yazıyordu ll Atustos'ta, "Aınster dam'da hisse sen e di fiyatlannı n düşmesine s eb ep oldu bu, ve bazılan bu işten kazançlı çıktı." Yaklaşık on yıl sonra, başka bir büyükelçi şunu kaydediyordu: "Hague'in çok
z e ngin bir Yahudisi olan baron Jouasso, bir günde yüzbin kron kazanabileceğini" söyleyerek hava atıyordu, " . . . eğer İ s p anya kralının ölümünü ( ki zavallı II. Charles ölüm dö şeğin d ey di) Aınsterdam'da ö l üm haberi yayılmadan b eş - al. tı saat önce öğrenebilse•. "Bunun böyle olduğuna i nanıyo rum" diye devam ediyordu büyükelçi, "çünkü o ve diğer iki Yahudi, Texeira ile Pinto, hisse senedi piyasasındaki en güçl ü kişiler arasındadırlar." Aınsterdam'daki spekülasyonun hacim ve (kötü) şöhre
tinin açı kl am a sı şuydu: Orada sadece b üyük sermaye sa hipleri değil, küçük hisse sahipleri de cirit atıyordu. Hatta zaman zaman insanın h ata nn a bugünün bahis-evleri (bet ting-shops) veya Fransa'daki tierce geliyor. "Bizim spekü latörlerimiz" diyor Joseph de la Vega 1688'de, "içinde Hol landahlann coffy, Levantenlerin (Akdenizli ) caffe dedikle ri bir içki satılan belirli evlere sıkça uğrarlar." Bu coffy hu isen "h•>Ş karşılayan sobalan ve kışkırtıcı eğlenceleriyle kı şın çok işe yarar: Bazılan okumak için kitap verir, diğer leri oyun tablalan ve h epsinde birbiriyle konuşan insanlar vardır; biri çikolota içer, diğeri kahve, biri süt, diğeri çay ve hemen hemen hepsi tütün çeker. . . Böylelikle ısınır, az bir masrafla dinlenir ve eğlenirler, haberleri dinlerier. . . Derken, Borsa'nın açılış saatlerinde b u hanelerden birine "'boğalar"dan biri geliverir. Ona hisael4!rin fiyatlannı so rarlar, o da o anki fiyata yüzde bir veya iki ilave eder, kü çük not defterini eline alır ve önceden aklıılda kurmuş ol duğu şeyleri güya yazar, böylece herkesin onun sahici dav randı�na inanmasım satlar ve hisselerin tekrar yüksele ceği korkusunu vererek herkesin kalbinde biraz hisse sa120
tın almak arzusunu tutuşturmak üzere numarasını sürdü rür".
Bu sahne, eter fazla ya nıl mıyorsa m·, Borsa'nın küçük tasarrufçu ve küçük spekülatörterin ceplerinden nasıl pa
ra sızdınldığını tasvir eder. Operasyonun başansı şöyle mümkün oluyor : ( 1) O zama ıl.ı ar, i nsani ann piyasanın yükseliş ve düşüşlerini takip etmelerine yardım cı olacak, fiyatların resmi kotasyonu yoktur henüz; (2) kaçınılmaz aracı olan broker, Borsa'nın (tüccar ve brokerlere aynl an ) iç kısmına girme hakları b ulunm ayan küçük sermaye sa hiplerine hitap etmektedir (Borsa söz konusu bütün kah vehanelere iki adım uzaklıktaydı oysa).
121
7 � Piyasa
ve
Kapit�lizm
Muğlak bir kelimedir "piya s a ". Bir yand a , oldukça
gev
şek bir anlamda, kendine yeterliğin ötesine giden bütün mübadel� türleri için, ticaretin büyük küçük bütün türleri için, alı şveriş alanlanyla (şehir pazan, ulusal pazar) veya beli rli bir ürünle (şeker, kıymetli m aden , baharat, vs . piya sası ) alakah bütün "kategoriler için kullanılmaktadır. Bu anlamda kelime m ü ba de l e , dolaşım ve böl üş üm ile eşde kelimesi çoğu kez, aynı za
ğerdir. Diğer yan da , "piyasa"
ma nda piyasa ekonomisi adıyla da bilinen o ldu kça geniş bir mübadele biçimine, yani bir sisteme atfedilmektedir.
Güçlük evvel em irde şurada yatmaktadır: Piyasa
kompleksi , yıllar boyunca değişen bir iktisadi hayat ve ( on dan daha az ön em de olmayar,ak) bir toplumsal hayat bağ Iamma yerleştirildiği zaman anlaşılabilir ai:ıc ak ; ikincisi,
bu komple.ksin ke n d i s i
durmaksızın evrilmekte ve değiş mektedir; bir dakikadan diğerine hiçbir zaman aynı anlam veya öneme
sahip deği ldir.
Bu nosyonu somut gerçekliği içinde kavramaya çalış mak ü zere, ona üç yol la· yaklaşmaya niyetim var: iktisatçı Iann basitleştinci teorileri vasıtasıyla; geniş !ifl-lamda, ya
ni uzun vadede tarihin sunduğu kanıtl arla; bugünkü dün yanın karmakanşık ama muhtemelen yararlı derslerini kullanarak.
123
Kendi kendini ayarlayan piyasa iktisatçılar piyasaya büyiik ön em veregeldile r. Adşm Smith piy asayı iş bölümünün düzenleyicisi sayıyordu . Pi yas anın hacmi , üretimi hızlandıran süreç olarak iş bölümü marifetiyle ulaşılabilecek düzeyi belirlemektedir. Da ha önemlisi , piyasa 'gizli el'i temsil etm ekte d i r : arz ve talebi bir araya getiren, fiyat m ekaniz m ası marifetiyle onlan bi ribirleriyle otomatik olarak eşleştiren gizli el. Oskar Lan ge m ese leyi daha çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır: pi yasa, insaniann o gü ne kadar sahip olduklan i l k bilgisa yardı, ik ti s a di faaliyetlerin den ge s i ni bizzat te m in at altına alan bir kendi-kendini ayarl ay an makine. D'Avenel kendi ni çağının diliyle , kendinden memnun liberalizmin kelime leriyle i fade ediyordu : Bir devlette b aşka hi çbir şey serbest olmasaydı bile , eşyanın fiyatı serbest olurdu ve kendini as la başkalannın boyunduruğu altına sokm az dı . Gümüşün fiyatı , toprağın, emeğin , tüm yiyeceklerin ve ticaret eşya sının fiyatı hiçbir zaman serbestlikten b aş k a bir durumda olmadı: bu güne kadar hiçbir yasal sınırlama, hiçbir özel anlaşma onlan köleleştirmeye muvaffak olamamıştır.
Bu türden görüşler hiç kimsenin denetiminde bulun piyasanın tüm ekon om inin motor mekanizması ol duğunu örtük biçimde k a b ul etmektedir. Bu görüş açısm dan Avrupa'nın ve hatta dünyanın büyümesi, durmaksızın alanını genişleten ve kendi rasyon el dW:enine her gün da ha fazla sayıda insanı, daha fazla çefitte yerel veya uzak
mayan
mesafeli alışverişi çeken bir piyasa ekonomisini temsil edi
yordu (bu sonuçl� yani yerel ve uluslararası ticaretin bileşimi dünyayı iktisadi bir birime dönüştürüyordu). Mü badele istisnası.z olarak bem'1l!'zı hem de talebi hare kete geçiriyordu; bunlar da üretime yol gösteriyor, devas a ikti sadi bölgelerin uzmanl8f1Dasma yol açıyorlardı . Sözkonu124
su bölgeler, kendi h ayati yetlerini teminat altına almada bir zorunluk ol ara k , kendilerini mübadeleye a dı yorl ardı.
Örnek
mi? Aquitaine'de şarap imali, Çin'de çay, Polonya,
Sicilya vey a Ukrayna'da hububat, sömürgeleştirilen Bre zi lya 'nı n peşpeşe gelen iktisadi uyarlamalan cboya ağaçla n, şeker, altın, kahve). Sözün kısası, mübadele, ekonomile ri biribirine bağlamaktadır. Hem kuşatıcı bir daire, hem de dönd ürü c ü bir menleşedir o. Fiyat, alıcı ile sa tıcı ara sındaki çöpçatandır. Eğer Londra Hisse Senedi Borsa sı'nda fiyat yukan veya aş a ğı doğru giderse, boğalan ayı tara veya ayıl an boğalara çevirebilir (Borsa argosunda ayı
lar fiy :ıUan aşağı çeker, b oğa l ar ise yukarı ).
Faal ekonomil erio sınırlannda ve hatta göbe ği n de, pi yasa hareketi nin neredeyse temas etmediği büyük ve kü çük gedikler ol abil i r hala. Sadece bir iki işaret (para, bazı nadir yabancı ürün l erin gelişi ) bu küçük dünyaların tama men ke s i l i p atılmış olmadıkl arını göstermektedir. Bu gibi atalet veya hareketsizlik gedikleri George'lar İngiltere'sin de veya XVI. Louis'nin aşın faal Fransa'sında hala görü l e cekti . Ancak i ktisadi büyüme kesin olarak bu gibi tererit edilmiş a l a nl arı n azaltılması demekti , nitekim müterakki biçimde topyekün üretim ve tüketime katılmaya çağnlı yorl ardı . Sonunda sanayi devrimi piyasa mekanizmasını genelleştirdi.
Tüm ekonomiyi baştan sona fetbeden ve rasyonelleşti ren kendi-kendini ayarlayan piyasa, bu görüşe göre, esas
olarak büyümenin tarihi
ile kasdediten şeydir Cari Brink .
mann bir defasında iktisat tarihinin, piyasa ekonomisinin kökenlerinin, ge l i ş i m i nin ve çağmuzdaki bozuluşunun in celenmesi olduğunu y azıyordu Böyle bir basitleştinDe ik .
tisatçı nesill erin öğretileriyle uyum içindedir. Ama, piyasa yı sadece dıştan belirlenen bir olgu ol ara k görmeyen tarih çiyi tatmin e tme z Piyasa ne çeşitli iktisadi faaliyetlerin .
125
sadece bir tqplamıdır, kesin
ne de onlann
geli ş mesi ndeki belirli
bir merhale.
Çaglar Boyunca Piyasa Mübad el e başer tarihi
kadar eski olduğundan piyasa
mn tarihsel
bir incelemesi i n san oğl unu n yaşadıiı bütün bilinen çağlan i çi ne alacak şeki l de genişletilmeli ve diğer sosyal bilimlerden yardım istemelidir: onlann sunduğu mümkün açıklamalan dikkate almalıdır; onlarsız uzun va deli gelişme ve y apıl a n ve yeni hayat yaratan bi leşim l eri kavramak imkansız olur. Ama alanın böylesine genişletit mesini kabul edecek olursak, başı ve sonu olmayan devasa bir serüvene b aş aşağı d al m ı ş oluruz. Bütün pi y a s a l ar bi ze birş eyler söyleyebilir: akla ilk gele n hili ş ura da burada görüleb il en arkaik mübadele sahneleridir; bunlar, tıpkı tu fan öncesi dünyadan kalan türler gibi , kadim gerçeklikie rin gölgeleridir. Çevredeki tepelere kondurolmuş köylerin aşa�tsındaki boş bir alanda düzenli biçimde ku rul an bugü nün Kabylia pazarlannın zayıflığını teyit e tmeli yi m ; ya hut, aym zamanda köylerin dışında da kurulan o parlak renkli Dahoma p az arl an m n ; hayut, Pierre Courou'nun in ceden i n eeye gözlediği, Kızıl Nehir del tası ndaki i p ti d ai pa ıarlann. Daha başka bir çok ömek var. O l dukça yakın za m an l arda Bahia'nın orta bölgelerinde, içeri l erden çobania nn yanvahşi sürüleriyle gelip katıldıklan pa zarlar vardı. Daha da arkaik olanları, Malinowski'nin gö zl e di ği , Yeni Gine'nin güney doğusun da 'lrobriand adalanndaki tören sel mübadelelerdi. Bu tür pazarlarda, kadim geçm i ş ile bu gün el el e vennektedirler. ,
-
Karl Polanyi, tal ebe l en ve şakirtleri bu değişik kanıt lar kütlesinin sunduğu meydan okumaya cevap verdiler. Ellerinden geleni yaparak tüm bu kanıtlan incelediler ve bir açıklama, neredeyse bir teori önermeye çalıştılar: Eko126
nomi, toplumsal hayatın sadece bir
alt-bölümüdür, top
l u msal gerçekiitin ağlan ve sınırlamalanyla sanlı olan ve kendini b u ço k sayıda batd an ancak yakın zamanlarda
k urtarabilen (bazan o nu da yapamayan) bir alt-bölüm. Po
lanyi'ye inanscak olursak, ondokuzuncu yüzyılda kapita
lizm d ünya üzerine tam anlamıyla fişkınncaya kadar ger
çekte ' 'büyük dönüşüm' m ey dan a ayarlayan' piyasa
hakiki
gelmiş, ' ke ndi kendini
boyutlanna ulaşmış ve o zam an a
kadar ege men olan toplumsal faktörleri emrine ram etmiş değildi.
Bu d eğişim de n önce, ancak denetim altındaki veya
sahte piy a s al an n , veya piyasa ol m ay an düzenlernelerin (non-markets) mevcu t oldu� söylenebilir.
İktisadi davranışla uyuşmayan m üba de l e örnekleri olarak, Polanyi karşılıklılık (reciprocity 1 mütekabiliyet) il
kesinin yönettiği
törensel mübadeleyi zik.retmektedir; ve
ya tüm üretimi m üs ad e re eden ( kam uya m al eden) ilkel bir
devletin mall an yeniden bölüştürmesini (redistribution),
veyahut da 'ticaret limanlan'nı : tacirin şartlan dikte ettir
mediği iyi
o
nötr (tarafsız) mübadele noktalan. Bunlann
örnekleri Fenikelll e rin Akdeniz sahilleri boyunca
en sö
mürgeleştirdikleri ve ticaretin belirlenen bir alanda yapıl dığı J i m anl a rdır. Sözün kısası, ticaret (alışveriş, mübadele) ile piyasa (kendi kendini ayarlayan fiyat mekanizması)
arasında bir ayınm yapılmalıdır; b u ikincinin geçe n yüz yıldaki ortaya çıkışı birinci dereceden öneme
sahip bir top
lumsal kanşı klık oluştunnaktaydı. Bu teorinin
ortaya çıkardığı zorluk, bütünüyle bir ta
kım heterojen örneklere dayandınlan (buna dayandınn ak denebilirse) bir ayınm üzerine kuruluyor olmasıdır. Ondo
kuzuncu yüzyılın 'büyük dönü.şüm'ü tartışmasında (diye lim ki onyedinc:i ve onsekizinci yüzyıll ann o çok çeşitlen miş ticaret organizasyonunu değil de) potlach veya kula gi
bi
olgulan gündeme getirmeyi yasaldayacak hiçbir yasa
127
Ama bu, Viktorya İngiltere'sinde evlili� düzen leyen kurallan açıklamak için Levi-Strauss'un kanakraba lığı bağianna dair yaptığı açıklamalara dayanmak gibidir.
yok ta b ii.
Somut ve çeşitli tarih gerçekliğini ele almak ve onu bir ha reket-noktası olarak kullanmak yol u n d a en küçük bir ç a ba gösterilmemektedir: Emest Labrousse veya Wilhem Abel'den, yahut fiyat tarihininin klasik ve s ayısız incele melerinden hiç söz edilmemektedir. 'Merkantilist' dö n em deki piyasa meselesi yirmi satırla geçiştirilmektedir. Geç mişte sosyolog ve iktisatçılar, bugünse antropoglar maale sef bizi tarihe neredeyse topyekün kayıtsızlıkianna aşina kıldılar. Bu, görevlerini basitleştirmektedir şüphesiz. Üsteli k, bu araştırmada 'kendi kendini ayarlayan piya sa'nı n hareketi hemen hemen teknolojik bir tan ım lam a yatkınlığının ürünü gibi gözükmektedir: şu veya bu'dur', diğeri 'değildir', şöyle şöyle bir bozulmayı 'temin edem e z' . İçindeki biricik unsurl an , talep, arz faaliyeti ve k arşıl ı kl ı anlaşmadan doğan fiyatlar olan bu piyasa bir hayal ürü nüdür. Bir
mübadele biçi mini iktisadi, diğerini toplumsal iştir. Gerçek hayatta, bü
diye adlandırmak çok kolay bir
tün biçimler hem i ktisadi hem toplumsaldır. Yüzyıllar bo
yunca, çeşitlilikleri ne
rağmen -yah ut o yüzden- bir ara
da varolagelen çok çeşitli sosyo-ekonomik mübade le türle ri var oldu . Karşılı klılık ve yeniden-bölüşüm de mübadele türleridir (D.C. North bu hususta gayet ha klı dı r ) ve, çok erken bir z am a nd a ortaya çıka n , paranın el değiştirdiği pi yasa da hem toplumsal hem de ekonomik bir gerçekliktir. Mübadele her zaman için bir diyalogdur ve fiyat her za man değişime tabidir. Baskılara maruz kalabilir (yönetici nin, şehir veya k a pita l isti n v.s. baskılan), ama aynı za manda, bol veya az olabilen arım ve talebin buyruklanna da uymak zorundadır. Ondokuzuncu yüzyıldan önce 'haki ki' kendi kendini ayarlayan piyas anın ortaya çıkmasını red k on u s unda anahtar bir delil olarak kull anılan fiyat de128
netimi her zaman
mevcuttu ve bugün de h414 mevcuttur. Ama sanayi-öncesi dünyadan söz ettiğimiz zaman, piyasa Iann fiyat listelerinin arz ve talebin rolünü bastırdığını düşünmek yanlış olur. Teoride, piyasamn katı de netimi tü keticiyi, yani rekabe ti korumak demekti. Hem denetimi hem de rekabeti orta dan kaldırmaya yö nel e n şeyin, İngil tere'deki 'özel pazarlama' olgusundaki gibi, 'serbest' piya sa ol d u ğu nu söyleyecek kadar ileri gidebiliriz. Tarihsel olarak, benim görüşüme göre, verili bir alamn
piyasalanndaki fiyatlar beraberce dalgalandıklan zaman
piyasa ekonomisinden söz edebiliriz : bir takım farklı hü veya egemenlik alanlannda görülebildiğinden, da ha karakteri sti k olan bir olgu . Bu anlamda, ondokuz ve yirminci yü zyıll ardan çok önce bir piyasa ekonomisi vardı (Polanyi'nin meslekdaşı W.C. Neale' göre, bütün tarih bo yunca kendi kendini ayarlayan piyasayı tecrübe etmede ilk olan dönemierdi bunlar! ) Fiyatlar kadim çağlardan bu yana dalgalanıyordu; onikinci yüzyıla doğru Avrupa'nın her yaronda beraberce dalgalanıyorlardı . Sonralan, bu im tizaç katı sımrlar dahilinde daha kesin hale geldi . Onseki kümet
zinci yüzyıl Savoy'unda, ulaşunı güç bir dağlık bölge olan
küçücük köyleri bile bö lged e ki tüm pazarlar deyişle arz ve talebe göre h afta d a n haftaya yükselip alçaldığına şahit Faucigny'nin
da fiyatiann hMat ve ihtiyaçlara göre, diğer bir
oluyordu. Bunlan ifade
ettikten
sonra. makul şekilde
a di l reka
bete yaklaşmakta olan bu piyasa ekonomisinin tüm eko no
miyi içine aldığım ileri sürmüyorum;
bundan çok uzaktı.
Ölçek şimdi farklı ve oldukça değişik
sebepler d urumdan sorumlu i se ler de, piyasa bugün de tüm eko nomiyi dün ol duğu ndan daha fazla kapsıyor detil dir Piyasa ekonomisi .
nin eksik (tamamlanmamış) tabiatı özerk sektörün büyük
lüğüyle, üretimin bir bölümünü normal dolaşımın dışına
129
çıkaran devletin müdah'ilesiyle bağlantılı olabilir; yahut eşit derecede ve hatta bazan daha ileri ölçüde olmak üze re, fiyat tesbitine yapay biçimde binbir yolla kanşan para
arzıyla alakah ol abilir O halde piyasa ekonomisinin, hem .
gerikalmış hem de ileri ekonomilerde, aşağıdan veya yuka
ndan doğru tak ati kesilebilir. Muhakkak olan, Polanyi'nin aşık olduğu ' piyasa-olma yan olgular'ın yanİsıra, ne denli küçük olursa olsun, sade ce para karşılığında yapılan mübadelelerin her zaman için varol ageldiğidir. Muhtemelen küçücük birimler içi n d e de ol sa , piyasalar yine de çok kadim çağlarda bir tek köy ve ya köy grubu dahilinde mevcuttutar -fuann bir çeşit se yahat etmekte olan kasaba olması gibi, pazar da bir çeşit gezgin köy idi. Ancak bu uzun
tarih
içinde önemli adım,
kasaba o güne kadarki m üteva zi küçük pazarlan içine al
dığı zaman
atılmış oldu. Pa zariann onun nezdindeki ta
leplerini kabul etme karşılığında, kasaba da onlan yuttu ve kendi boyutlanna göre genişletti . Önemli gelişme mu hakk ak ki kasabal ann ağır birimler olarak iktisadi çev rimiere açılmasıydı.
Şehir
pazarı Fenikeliler tarafından
icat edilmiş ol abi lir. Muhakka k olan şu ki, hemen hemen aynı dönemin Yu n an şehir-devletlerinin hepsinin agorada
(şehir meydam ) birer pazarlan vardı, aynca parayı da icat ettiler veya en azından daha fazla tanınmasım sağladılar
(piyasanın varoluşunun olmaz sa olmaz şartı değiidiyse de, onun bızım açık biçimde arttıran para). Yunan tehri, geniş bir teçhizat)
çeken
alandan
yiyecek maddesi {ve
büyük-ölçekli şehir pazan tecrübesine bile
sahipti. Hatta böyle bir pazara sahip olmadan nasıl var olabilirdi? Belirli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra, bir şehir umumiyetle kurak, taşlı ve verimsiz olan yakın çevresine dayanarak yiyecek maddesi
rievletlerinin daha onikinci 130
sağlayamazdı. İtalyan şehir yüzyıla doğru ve hatta daha
önce ya pm akta olduklan gibi, daha ilerideki alanlara yö nelme zorunlu hale geldi. Şehir hiçbir zaman kum ve çakıl dan temizlenmiş birkaç verimsiz b ahçed en daha fazlasına sahip değilken, Venedik'i kim besleyecekti? Sonralan, uzun-mesafeli ticaretin ge ni ş ç evrim l eri n e egemen olmak için İtalya'nın tüccar şehirleri büyük piyasa marhalesinin ötesi ne geçerek yeni ve etkin bir me kani z m a geliştirdiler: Zengin taeirierin heme n hemen hergün buluşmalan. Atina ve Roma zaten bankacılığın üst katmanını icat etmişlerdi, tüccar bul uşmal annın form ülü olan, oğulcuk halindeki Hisse Senedi Borsasını da.
O halde toparlarsak, piyasa ekonomisinin a dım adım k u ru l d uğu nu düşünmek daha doğru olur. Mareel Ma uss'un eskiden söylediği gibi, 'insanoğlunu çok yakın za manlarda iktisadi bir hayvana dönüştüren batı dünyası n ı n topl u m l an oldu. ' Bu 'yakın zamanlar'ın kesin anlamı üzerinde henüz herkes uyuşmuş değil tabii.
Şimdiki
zaman
bize birşey
öğretebilir mi?
Piyasa gelişmesi geçen yüzyılda, kendi kendini ayarla
yan piyasanın hey h ey li
günlerinde
sona
ennedi. Mi lyon
larca insanın meskiın olduğu gezegenimizin muazzam alanlannda, otoriter fiyat denetimleriyle sosyalist ekono mik sistemler piyasa ekonomisine son verdiler. Bu tür ül kelerde hala
varlığını
sü rdür d üğü yerlerde ise, uzl aşm ak:
\'e kendini küçük-ölçekli faaliyetlerle sını rlamak zorun da kaldı. Bu tecrübeler Cari Brinkmann ' ın tasavvur ettiği eğ riye her haliıkarda bir sonuç teın.ln etmektedir, tek müm kün sonuç değil tabii. Tek sonuç deği l , çünkü günümüzde
bazı iktisatçılann görüşüne göre, 1ıür' dünya d a müstesna
bir dönüşümden belirli
büyük
geçmektedir. Artan üretim
potansiyeli,
ülkelerin -hepsinin değil tabii-
insanlan
nın şimdi kıtlık ve zahmet marhalesinin ötesine geçtikleri
13 1
ve gündelik geçimlerini teminat altına almada ciddi güç lük i çi n de olmadıklan gerçeği , dev ve çoğunlukl a çokul us lu şirketlerin mantar gibi büyümesi- bütün bu dönüşüm . ler h erşeye gücü yeten piyasanın, m ü ş te ri ni n ve piyasa ekonomisinin eski düzenini tersine çevirdi . Piyas a kanun lan , çok e tki l i rek.lamlanyla talebi etkileyebilen ve fıyatl a
� Çerli değildir. J.K.
n dile i k.Ieri gibi belirleyebi len dev şirketler
için artık ge
Galbraith 'sanayi sis te mi ' adını verdi'ği olguyu çok açık terimlerle tasvir etti . Fransız iktisatçılar
'örgüt'ten (organi zasyon ) söz etmeye daha eğilimlidirler.
Le Monde'da (29 Mart 1975) y ayı m l anan bir makalede François Perroux p iyas a d an çok daha önemli bir model
ol an organizasyon'& bile atıfta bulunmaktadı r. Ancak piya sa her şeye rağmen varlığını sürdürmektedir.
Müşteri
ve
tüketici olarak mütevazi gücümü sınama k için bir dükka na uğrayabilir, sıradan bir semt pazanna gidebilirim. Kü çük imalatçı içinse, eğer kl asik hazırgiyim ticareti örneği
ni alı rsak -zorunlu olarak çok rekabetçi bir dünyada
yaptığından-
iş
piyasa k a nu nl an hala geçerlidir. Atıfta bu
lunduğum kitapta, Galbraith ekonominin iki parçasından
söz etmektedir, 'binlerce küçük lerini n' dünyası ( piyasa sistemi)
ve geleneksel mülk sahip
ve 'bi r-iki yüz . . .
ileri dere
cede örgütlü şirketin' dünyası (sanayi sistemi). Lenin çok
benıer terimlerle 'emperyal izm' (veya erken yirminci yüz yıhn yeni tekelci kapitali zm i) d iye adlan dırdığı olguyla, re
kabete dayanan ve işe y ar a dı ğı hususlar bu l una n olağan kapitaJiz.min birarada m evcudi yeti hakkın da yazıyordu.
Bu hususta
hem Galbraith hem Lenin
ile
aynı fık.irde
yim, şu farkla ki, be n im 'ekonomi' (yahut piyas a ekonomi
si ) dedi�m olguyla 'kapitalizm' arasındaki sektör farklılı ğı yeni bir şey de�l. aksine Avrupa'da Orta Ça�lardan bu yana sürekli olagelen bir şeydi. Başka bir fark da şu: s ana
yi-öncesi modele üçüncü bir sektör ilave 132
edi lm esi
gerekti-
ğini
il eri · sürüyorum -gayr-ı ekonominin (ekonomisizli
ğin) o en aşağı katmanı, kapitalizmin kö kl eri ni uzattığı ama hiçbir zaman ge rçekte nüfuz edemediği aşağı
toprak. Bu en
kısım muazzam bir tabaka olarak kalmaktadır.
Onun üzerinde, değişik piyasalar arasındaki bir çok yatay ileti şi mleriyle piyasa ekonomisinin kayınlan alanı gel
mektedir: İşte umumiyetle arz, talep ve fiy atl arı biribirie rine bağlayan bir dereceye kadar otomatik koordinasyon.
Sonra bu tabakanın ya:msıra veya daha doğrusu onun üze
ri n d e anti-piyasa alanı gelgıektedir: büyük yağmacılann hornurdandığı ve orman kanunun geçerli olduğu karşı-pi yasa. Bu, dün olduğu gibi bugün de, sanayi devri minden önce olduğu gibi şonra da, kapitali z mi n gerçe k yurdu d ur .
133
8 � Üç Kelimenin Serüveni:
Kapital, Kapitalist, Kapitalizm
Müphem, pek bilimsel olmayan, çoğunlukla gelişigüzel kullanılmış bir kelime olarak kapitalizm -her şeyden ön ce- sanayi dönemi öncesindeki çağlar için anakronizm it hamıoa maruz kahnmadan kullanılamayan bir kelimedir. Uzun bir mücadeleden sonra, şahsen bu başbehisı da vetsiz misafirden kurtulmaya çalışmayı bir yana bıraktım. Sonuçta karar verdim ki, kelimeyle beraber, onun sebep ol duğu ve bugünkü d üny ay la bir miktar alakası ol an tartış ma l an sokağa atmakla kazanılacak hiç bir şey yoktur. Ta rihçi için, geçmişi anlamakla bugün ü anlamak aynı şeydir. Tarih tutkusunun, bu günden saygılı bir mesafede birden bire durup, bir adım daha atmanın yakışıksız, hatta tehli keli olduğunu rica yo ll u dile getirmesi pek beklenemez. Her halükarda bu tür tedbirler aldatıcıdır: kapitalizm ka pıdan atılırsa eğer, pencereden geri gelir. Çünkü hoşumu za gitsede gitmese de, sanayii-öncesi dönemde bile, başka sını d e ği l bu kelimeyi karşıkonulmaz bir surette aklımıza getiren bir iktisadi faaliyet biçimi mevcut idi. Bu tür faali yet her ne kadar henüz sinsi 'üretim tarzını' (ki bence ka pitalizmin başı ve sonu de tildir) kullanmıyorduysa da, ge ne de piyasa işlemleriyle hiç bir şekilde karıştınlamaz. 135
Kelime
bu kadar tartışmalı
olduğundan, ge l i n ka pi tal ,
kapitalist, kapitalizm kelimelerinin, biribiriyle b�lantılı ve hatta aynlamaz olan bu üç
terimin, tarihi gelişmelerini
izleyen bir sözlük çalışmasıyla başlayalım. Bu, bazı belir sizlikleri işin baışında tasfiye etmemize yardımcı olabilir.
Yatınmın ve yüksek oranlı bir sermaye oluşumunun yurdu olarak tanımlanan kapitalizm, ondan sonra, bütü nüyle sınır�aş ol m adığı iktisadi hayatla ilişkilendirilmek
tedir. Böylece içine yerleştirilebilece� iki bölge bulunmak tadır: Onun deyim yerindeyse yerli topra�. tamamen
ken
di evinde olduğu sektör; ve sadece dolambaçlı olarak ya vaşça girdiği, hiç bir zaman tamamen egemen olmadığı di ğer sektör. Sermayenin endüstriyel üretime kayıp büyük
kArlar sal'layan bir � amaya geldiği ondokuzuncu yüzyılın . sanayii devrimine kadar, dolaşım, ticaret ve p azarl am a alanianndadır ki kapitalizm kendi evindedir; zaman za m an
diğer bölgelere
kısa ömürlü olmayan akınlar yapıyor
ve hatta dolaşımın bütün yönleriyle ilgili olmuyorduysa da (durum buydu ), zira sadece ticareti n belirli kanallannı de
netliyor veya denetlerneye çabalayordu .Bu bölümde farkla üretim sektörlerini , kapitalizmin ara sıra girdiği bölgeler olarak inceleyecek, diğer bölüm d e onun gerçek anlamıyla evinde olduğu
tercilıli alanlan ele
alacağız.
Önce sözlüğe başvurahm. Henri Berr ve ı:.ucien Febv re'nin bir öğüdü: Tarih lügatinin anahtar kelimeleri ancak bir takım aualler sorulduktan sonra kull anı lmalıdır. Nere
geliyorlar? Bize nasıl ulaştılar? Bizi yanıltına ihtimal leri var mı? Kapital, kapitaliet ve kapitalizmi - burada den
Yi - irdeler
verilen sıralama içinde oıtay4 çıkan üç kelime
ken bu uyanyı dikkate almaya çalıştım. Kabul ederim ki biraz sıkıcı fakat 136
kaçınılmaz bir prosedür.
Aşağıdaki özeti n , hakkım sadece çok az verebildiği bu alanın, karmaşık bir araştırma alanı olduğu konusunda okuyucuyu uyannam gerek. Her medeniyet - Babil, Yu nan, Rom a ve mübadele, üretim ve tüketimin gereklilik ve tartışmalanyla uğraşmak zorun da kalan herhangi bir baş ka medeniyet - mAnAlan zaman i çi nde sürekli ol arak bo zulan özel bir vokabüler m eyda n a getirmek zorun d a kal mıştır. Bizim üç keli me mi z de istisna d eği l . Üçünün en yaşlısı olan kapi tal kelimesi bile, ona ( Richard Jone s , Ri cardo, Sismondi, Rod b ertu s ve hepsinden çok Marx'ın ya zılanndan hareketle) ş i m di ve rdiği mi z manayı 1 770'lerde 1\ırgot'nun, onsekizinci yüzyılın bu en büyük Fransız ikti satçısının, eserlerine kadar a l a b i l mi ş değildi.
Capitale (caput = baş, geç dönem bir Latince kelime) em ti a stoku , p ara yekünu veya faizli para a nl am ında XII . yüzyıla doğru ortaya çıkmıştır. Kapitalizm kelimesi, önce leri katı bir şekilde tanımlanmış değildi, çağın tartışmala n öncelikle faiz ve tefecilik üstünde odaklaşmıştı (ödünç verenin taşıdığı riskten ötürü, skolasti klerin , ahlakçı ve hukukçulann sonuçta vicdanen kapı açtıklan tefecilik). B u bakımdan modernliğin öncüsü olan İtalya bu tür tartış: malann merkezinde bul unuyordu. Kelime ilk olarak b u ra da icat edildi, aşinalık kazandı ve bir dereceye kadar ol gunlaştı. Tartışmasız bir biçimde 12ll'de ortaya çıkmakta ve 1283 yılında bir ticaret şirketinin sermaye değe rl eri (aktifleri) anl am ın d a ku llanıldığı bilinmektedir. XIV. yüz yılda, pratik olarak her yerde karşılaşılabilmektedir. Gio vanni Villani'de, Boccaccio'da, Donato Velluti'de. 20 Şubat 1399'da, Francesko di Marco Datini, Prato'dan bir m e ktup arkadaşına şöyle yazıyordu: "Şü phesiz eğer kadife veya yünlü giyecek satı n alacak olursan, sermayeyi (il chapita le) ve (yapılacak) kAn sigorta ettinneni istiyorum; ondan sonra, keyfine göre davran." Kelime ve ifade ettiği gerçek137
lik Siena'lı St. Bemardino'nun ( 1380-1444 ) vaazlannda da
görülmektedir: "ÇoiunJulda sermaye diye adlandırdığı mız, servetin o doğurgan sebebi." Kelime
tedricen bir şirketin veya bir t ücc ann
mayesi anlamına gelmeye corpo, Lyon'da
başladı:
para ser
İtalya'da çoğunlukla il
XVIII. yüzyılda bi l e le corps diye adlandınl
dı. Fakat, Avrupa'nın her yamnda uzun b i r belirsiz kulla mm d ön e mi n d en sonra "baş" imajı sonuçta gövdeninkim altetti
.
Muhtemelen ke l i m e İ talya'dan ge l i p Almanya ve
Hollanda'da yayıldı. Nihayet caput'un diter türevlerine
karşı
geldiği
Fransa'ya ulaştı : cha tel, clu!ptel, cabal; so
nuncusu Rahelsis'de görülmektedir.
Kapital (sermaye ) kelimesi Jean Nicot'nun Thresor de la Langue Francois ( 1 606)'sı nda boy göstermektedir. An cak, o gün de n itibaren mAnasının yerleştiği sonucuna var mamahyız. Hem İngilizce, hem de Fransızcada, bir rakip ler kümesiyle kuşatılmıştı : servet, para, fonlar, emtia, ak· tifler, mülkiyet, principal, pa trimony , Bulmayı umacağı mız yerlerde sıkça kullanılan kelimeler. . .
Fonlar kelimesi uzun zaman sahanın l i derli ğini yaptı : Marsi lya'dan kalkan bir gemi Levant'a gitmek için Ceno va'ya
uğrayıp piastre cinsinden 'fonlanm' topluyordu.
( 171 3); bir işi kıvınnak isteyen bir tüccann s ad ece 'fonlan nı' ortaya koyması yettrrdi . Diğer ifadeler de oldukça şaşır
tıcı: İngiltere ile ilgili bir belgede ( 1696) şu tahmin yer al maktadır: 'Bu ülkenin hala gerçek değeri altı yüz milyon ol an topralt ve her çeşitten fonları vardır'. '1\ırgot, 'değiş ken' veya 'dolqan' sermaye terimlerini otom a ti k olarak kullanabileceğimiz 1757 yılında, 'her türden teşebbüs için de devera n eden avanslar'da n söz etmektedir. Onun voka· bülerinde 'avans' sözcüğü yatınm anlamına gelmektedir: Gerçekte o Savary'nin sözlüğündeki modem kavramı tica· ret 'irketleriyle ilgili olarak kullanmaktadır: 'sermaye fon-
138
lan' ((onds capitaux). Kelime şimdi bir sıfat olmuştur. Ta· bü, Savary terimi icat e tm edi . Kırk yıl kadar önce Ticaret Konseyi'nin bir belgesi 'Fransız Hind şirketinin sermaye fonlannın 143 milyon liraya (livres) baliğ olduğunu' rapor ediyordu. Fakat, aşağı yukan aynı tarihte ( 1 722), Abbevil· le'li imalatçı yaşlı Van Robais'in bir mektubu, gemisinin (Charles de Lorraine) batışı n dan şikayetle zarann 'serma· yenin yansından daha fazla' olduğunu ifade etme ktedir
(plus de moitie du capital). Kendileri yavaş yavaş aşınıncaya kadar sermaye keli· mesi rakiplerine üstünlük sağlamadı, yeni kavramiann ortaya
çıktığı
manasma gel mesi gereken bir süreç (Michel
Foucault olsa 'epistemolojik bir kopuş' derdi ).Condillac
1782 yıhnda daha basit bir ifade kull anmaktadır: "Her bi· lim özel bir dil gerektirir, çü.nkü her bilimin bi zzat kendi idealan vardır. Öyle görünüyor ki, bu dili oluştunnakla baş lamulı, ama insanlar konuşup, yazarak başlıyorlar ve dilin oluşumu bir kenarda bekliyor." Klasik iktisatçtiann kendiliğinden-ku l lanılan (s pon tane ) dilleri gerçekte ölüm·
lerinden çok sonra hala konuşuluyordu. J.B . Say (1828),
riclu!sse (servet )
keli mesinin o gün 'hala çok zayıf tanım
l andığını' kabul ediyor fakat kullanmaya da devam ediyor du. Sismondi seve seve 'bölgesel servet' (yani gayrimen
kul), milli servet, ticari servet -her durumda riclu!sse ten sözediyor ve hatta son ifadeyi ilk denemesinin başlığı olarak kullanıyordu. ( 1803). Bu arada "kapital" kelimesi tedricen rakiplerini devre
dı şı bırakıyordu. Artık
"üretken sennaye"den söz eden
..tüm sermaye, üretimin bir aracıdır" diyen Quesnay'de terimi bulabilmekteyiz. "Atıl sermaye" ile "ak Forbonnais
ve
tif sermaye• arası nda bir aynm yapan Morellet'de (1764) ve daha açık olarak, sermayenin kendisi için artık sadece para de m ek olmadığı '1\ırgot'da kelimenin modem anlam-
139
lan görülmektedir. "Marx'ın kelimeye sarih olarak (ve verdiği anlama• (bir üretim aracı) ulaşmak için sadece bir kaç rötuşa ihtiyaç vardı. münhasıran)
Kapitalist kelimesi, muhtemelen onyedinci yüzyılın or talanndan kalmadır. Hollandische Mercurius kelimeyi bir ke z 1633'te, sonra 1 654'te kullanır; 1699 yılına ait bir Fransız muhtırası Bi rl eşi k EyaJetler Ge n el Valisinin ihdas ettiği yeni bir -.erginin 3 florin ödeyecek o l a n "kapitalist ler" ile 30 sol ödeyecek olan diğer in s a nl an ayırdığını be lirtmektedir. Dolayısıyla kelime 1759'da Jean-Jacques Ro usseau'nun arkadaşlanndan birine yazdıklanndan önce zaten kullanılıyordu: "Ne büyük bir Lord, ne de bir ka pita listim; yoksul ve mutluyum." Fakat kelime ünlü Ansiklo pedi'de sadece bir stfat olarak görünür. Doğru, ismin bir çok rakipleri, zengini betimlemenin bir çok yolu vardı : Var lıklı insanlar, ınilyonerler, nouvea� riches , para keseleri, fortunes (puristlerin sevmediği bir kelime), vb. Kraliçe
Anne zamanında İngiltere'd e , isti snasız zengin olan Whig'ler 'para babalan' olarak vasıflandınlıyordu. Ve bü
bu kelimelerin pecoratif (alçaltıcı , küçük dürücü ) bir 1759 yılında Quesnay bu 'parasal servetierin sahipleri'nden 'ne kralı ne de ülkeyi tanıyanlar diye söz ediyordu. Morellet, kapitalistlerin bir grup veya kategori ol uşturduklannı düşünüyordu, toptum içinde ayri bir sınıf tün
tonu vardı :
gibi.
'Parasal servetlerin' sahipleri: bu,
onsekizinci yüzyılın
ikinci yanaında yatınm için devlet tahvili, hisse senedi ve
likit para sahibi olanlan betimlemek için kullanılan kapi talist kelimesinin dar anlamıydı. 1 768 yı lın d a , büyük öl çüde Paris'ten finanse edilen bir gemicilik ş irke ti ana ofi sini Fransız ba ş kentinde Coqueron caddesinde kurmuştu; çünkü, 'Pa.ris'te yaşaya n kapitalistler yatırımianna yakın bulunmaktan ve onlano terakkisini sürekli izlemekten
140
hoşlanırlar'dı. 1775'te Guiana'da, Hollanda'nın Surinam kolonisinin tesisini hatırlatan Fransız Malouet
müteşeb
bi.sler ile kapitalistleri ayırmaktaydı: müşetebbisler plan tasyonlan ve su kanallan projelerini tasaı-lıyor, 'sonra fon için Avrupalı kapitaliatiere başvurarak onlan teşebbüsle ri ne ortak ediyorlardı . 'Kapitalistler her geçen gün daha
çok yatınm için para temin edenler
anlamına ge lm eye
başlıyordu. 1776 tarihli bir Fransız nsalesi şu başlığı taşı
yordu: Un mot aux capitali.stes sur la dette d'Angleterre
ulu s al borç öncl!likle kapitalistleri ilgi lendiren bir şey de ğil mi? M il an'da 1 799 yılında yayımlanan bir kitapçık mülk (arazi) sa hi pleri ile akışkan servet sahiplerini (pos sessori di ricchezze mobüi, ossia i capitali.sti) ayırmaktay dı . 1783 Temmuzunda Fransa'da sı ra d an taeiriere to pta n
cı ol mal an için izin verileceğine
dair bir'söylenti çıktı. Em
niyet mü d ür muavi ni Sartine'in m üdahelesi sonucu Paris bu karardan muaf tutuldu. Öyle olmasaydı, şehir, gıda m ad de lerini stoklayarak şehrin yiyecek ihtiyacını idare den sorumlu polis şefi için büyük güçlükler yaratacak olan çok sayıdaki kapitalistin bırsına m anı z
kalacaktı. Burada ,
zaten kötü bir şöhreti olan kelime açıkça
parası olan ve
daha fazla elde etmek için onu kullanmaya hazırlanan in
sanlara işaret etmektedir. 1 789'da Dragııigan bölgesine ait
bazı şikayet kayıtlan, 'servetleri cü zdanl ann da olan ve böylece vergi ödemeyen' diye betimlenen kapitalistlerden şikayet etmektedir.
Sonuç
olarak, bu eysietin büyük top
rak sahi pleri sermaye kazanmak ve taşınmaz mülkün tA
bi olduğu aşın vergilerneye karşı kendi lerini koruyarak paralarını serbestçe % 5 üzerinden yatırıma yöneltmek için mülklerini satıyorlardı. 1 790'da Lorraine'de bunun tersi geçerliydi : 'bu yöredeki en dikk ate değer araziler' di ye yazıyor bir gözlemci, 'Paris'te oturan insanların mülkü dür: bir kaç tanesi kısa zaman önce kapitalistler tarafın-
141
dan satın alındı : spekülasyonlannı bu eyalete yön e lttiler
çünkü gelirine göre toprağın en ucuz oldulu yerdir burası.' Okuyucunun dikkat edel"eği gibi kelime hiçbir zaman
dostça
bir
anlamda kullamlmamaktadır. Daha ı 77 4 yılın
da şiddetli bir ton kullanan Marat şunlan bile yazı yordu :
'Tüccar milletler içinde, kapitalistleri n ve rantiye lerin (irat sahipleri) hemen hepsi vergi ödeyen çiftçi , finansör ve spekülatörlerle aynı kaderi paylaşmaktadırlar.' D evrim ile beraber eleştiri tonu daha da şiddetlenir.
25 Kasım ı 790'da Custine kon tu Mi llet Meclisi kürsüsünden adeta
ateş püskürüyord u : 'Aristokrasinin her çeşi dini yok eden bu Meclis: kapitalistlerin aristokrasisi önünde, biricik va tanlan servetlerini üst üste yığabileceklcri b i r yer olan bu kozmopolitlerin önünde gerileyecek midh·?' 2� Ağustos 1 793'te Konvansiyon'da konuşan Cambon, daha kesin söz lüydü : "Bugün bütün
para
tacirleri ile Cumhuriyet'in güç
lendirilmesi arasında ölümüne bir savaş vardır. Eğer b ir
hürriyet rejimi tesis etmeyi arzu ediyorsak, kamu itibarı nı zcde]eyen bu ortaklıklar ortadan kaldınlmalıdır.' E ğer burada kapitalist kelimesi gerçekte görürunüyorsa, şüphe siz bu Camhan'un daha ağır bir sı fat kullanmak iste m es i n dendi : para tacirleri. İyi biliniyor ki, ilk d evri m c i hareket leri teşvik eden, ancak Devrim tarafından gafil avianan
büyük mali güçler (high finance) sonuçta yara al m a d an
sıynlabildi.
İşte 1ürgünden tereddütsüz yazan Rivarol'un seyrine altmış bin kapitalist ve bir spe
acı hğı: Devrimin
külatörler yığım karar verdi. ı 789'un muhtemelen biraz aceleci bir izahı . Fakat kapitalist henüz
yatınmcı, müte kapital gi
şebbis anlamına gelmemektedir. Kelime, ortağı
bi, para düşüncesine, servet için servet düşüncesine bağlı bulunmaktadır. Kapitalizm ise çok yeni bir kelimedir. Dauzat'ya göre 1 753'te Ansiklopedi'de yer almaktadır, fakat çok özel bir
142
anlam ile: •zengin olan birinin durumu . " Maalesef bu ifa de yanlış gözükmekte; alıntılanan metnin izi
bulunama maktadır. 1842'de J. B. Richard'ın Enrichissements ek la langue Française'Binde ortaya çıkmaktadır. Fakat, 1850 yı lında Bastiat ile po l e miğin de k e l im eye yeni m an asını ve ren muhtemelen Louis Blanc oldu: ". . . Benim "kapitalizm" dediğim (tırnak işareti ona aittir), kapitalin başkalannı yoksun bırakarak bazı insanlara tahsis edilmesidir." Fa kat kelime hala n a di re n gözükmektedir. Proudhon arasıra kuBanmaktadır onu, doğru olarak: "Emlak hı'ila kapitaliz min kalesidir" diye yazar; bu gerçekte onun b aş l ıc a tezle
rinden biridir. Kapitalizmi çok iyi betimler: "Gelirin kay nağı ol an kapitalin genellikle onu emekleriy le ortaya çıka ranlara ait olmadığı iktisadi ve sosyal rejim." Ne var ki, al tı yıl
tedir.
sonra
bile kelime Marx tarafindan halil bilinmemek
Gerçekten bu yüzyılın başianna kadar, sosyalizmin do
ğal karşıtı olarak kapitalizm, siyasi tartışma alanına
gir
miş değildi. Akademik çevre le rde , tartışmalar Werner Sambart'ın bomba kita b ı Der Mod.erne Kapitalismus (bi rinci baskı 1 902 ) tarafindan başlatılacaktı. Doğal olarak, Marx'ın hiçbir zaman kullanmadığı bu kelime Marxist mo dele dahil edildi ; o kadar ki, kölelik, feodalizm ve kapita
lizm, Das Kapital yazannın tanımladı� geli şm eni n üç te mel aşaması olarak yaygınca kullanılmaktadır. O halde, kapitalizm politik bir kelimedir; muhtemelen kariyennin müphem tarafı buradan kaynaklanmaktadır. A:ınn ilk yıll annı n iktisatçılan -Charles Gi de , Canwas,
Marshall, Seligman, Cassel- tarafindan uzun zaman ya Siyasi İlimler Ansiklopedisi'nde ancak I. Dün ya Savaşı'ndan sonra görüldü; 1926 baskıama kadar Bri tanni c a Ansiklopedisi'ne kabul edilmedi ve Fransız Akade misi Sözlüğü'nde ancak 1936 yılı n d a şu gülünç tanırola or-
saklandı ve
143
taya çıktı: "Kapitalizm, kapitalistlerin toplamıdır. (Capita lisme: ensemble des capitalistes)." 1958'deki yeni tanımı çok daha iyi değil: "Üretim mn•
nesi
eksik?)
mallannın (''Üretim araçlan
özel kişilere veya şirketlere ait olduğu ik
tisadi rejim."
Gerçe kte , bu asnn başlanndan ve özellikle 1 9 1 7 Rus bu yan a anlam kazanan bu kelime bir çok insanı açıkça sıkıntıya sokmaktadır. Ünlü bir tarihçi, Her bert Heaton, onu keli me hazinemizden silmeyi önermekte Devrimi'nden
dir: "'(Bütün) 'İzmler' içinde eo çok gürültü çıkaranı k api
talizm
oldu. Bu kelime maalesef öyle birbirine benzemez
emperyalizm bilginierin vokabülerle rinden tardetmeyi önermek haksızlık olmaz." L u ci e n Febv re, aşın derecede kullanılmış olduğundan, kelimeden vaz anlamlar ve tanımlar kazandı ki, onu tıpkı
gibi ,
k e ndi si n e
saygı d uy an bütün
geçilebileceğini hissediyordu. Fakat eğer bu öğüdü dinle y ece k olsaydık, terimi hemen ö ı.le m eye başlardık. Andrew Shonfield'in dediği gibi, "kapitalizm kelimesinin süregelen k ull amm ı nı haklı çıkaran bir neden, en şiddetli eleştirici leri de dahil hi ç kimsenin onun yerini tutacak daha iyi bir
kel ime önerememesidir." Eski
rejim (ancien.
regime, yani 1 789 öncesi ) to p lumla
nnı ve daha ziya d e k adi m medeniyetleri inceleyen tarihçi teri n , kapitalizm kelimesini kullanırken Alexander Ge rs
chenkron'un bize sunduğu tanımı hiçbi r zam an kasdetm e diklerini beli rtmeye gerek duymuyorum :
"'Kapitalizm , ya
ni modern sanayi sistemi". Geçmişte kapitalizmin (bugün kü kapitalizmden farklı olarak) iktisadi h ay atın sadece
bir platformunu işgal etti�ni hatırlamalıyız. O halde, bütün to p lu m u ku,atao bir "sistem" anlammda kapitalizm nasıl kullarulabilirdi? Ayn bir dünyaydı o, kendisini kuş a
dar
tan sosyal ve ekonomik çerçeveden farklı ve hatta ona ya bancı . Ve
144
bu çerçeveyl e münasebeti içindedir ki, "k apita-
lizm • olarak tanımlanmaktadır; sadece, daha sonra zaman
yeni kapitalis t formlarla münasebe muazzam boyutlarda ki bir 'non-capitalism' (gayr-ı kapitalizm) ile münasebeti içindeki bir olguydu. "Gerçek " kapitalizmin XIX. yüzyıldan başladığı sözde gerekçesiyle, geçmişin ekonomisi içindeki bu ikilemi kabule yanaşmamak, kapitalizmin daha önceki topolojisi olarak tanımlanabilecek -ve o e konomi ni n tah lili için çok önemli olan- olgunun ehemmiyetini kavrama çabasını terketmek olacaktır. içinde ortaya çıkacak
ti içinde değil. Hakikat, ka pi talizm
Kapitalizm
ve Sanayi Devrimi
gerçek anlamıyla kapitalizm sanayii devrimi ile mı ort aya çıkmıştır? Kapital kelimesinin daha önceki olgulara tatbiki mümkün değil midir? İngiliz tarihçileri sanayii devriınini, yüz yıl daha öncesine gitme selerde, 1 7501ere kadar geri götü.rmektedirler. Marx, 'sa nayii çağının' başlangıcını onaltıncı yüzyıla yerleştirdi fakat 'kapitalist üretim için i l k giri,imlerin' vaktinden er ken gelişerek İtalyan şehir-devletlerinde Orta Çağlarda görüldüğünü de kabul ederek. ( Üretim kelimesine dikkat, sadece sermaye birikiminden söz etmiyor Marx.) DoAm. ak ta olan her organizma, nihai özel li klerini henüz tümüyle geliştirmiş olmaktan uzak olsa da, böyle bir gelişme için gerekli potansiyeli içinde taşır ve bir isme hak kazanır. Bütün bunlan göz önüne alarak 15-18. yüzyıllar arasında ki dönemi anlamak için bu yeni sermaye nosyonunu kaçı nılmaz bir teorik kavram olarak kabul edebiliriz. Acaba
aynı zamanda
Elli yıl önce kapital, sermaye mallannın toplamı ola rak tanımlanmıştı- artık rağbet bulmayan fakat avant�lan olan bir
ifade.
bazı
sermaye malı ne de olsa tu tulabilir, dokunulabilir ve sarih bir biçimde tanımlanabi lir. Her feyden önce, 'daha önceki b ir emeğin sonucudur' o; Bir
145
gerçekte 'birikıniş emek'tir. Köy BlDlrlan için de çok zaman önce taşlardan temizlenmiş bir tarla olabilir o; hatırlana mayacak kadar uzun zaman önce kurulmuş bir değirmen çarkı . v.s. B öylesi sermaye mallan miras olarak devralı nır; insaniann inşA ettiği aşait yukan dayanıklı yapılardır onlar. .
.
İkinci olarak, sermaye mallan üretim sürecine tekrar zorunlu olarak dahil edilirler: böyle tanımlanabilmek için, hare kete geçirdikleri veya en azından kolaylaştırdıklan insan emeği ne katkıda bulunm al an şarttı r.
Sermaye mallannın katkısı onlann yenilenmesine, ye niden k u rul up gelişerek bir gelir üretmelerine imklin ve rir. Ektiğim tahıl bir sermaye malıdır: filiz verecektir. Newcomen'in buhar motoruna atılan kömür bir sermaye malıdır; sağlayacağı enerji ürün verecektir. Fakat ekmek biçimi nde yediğim tahıl veya sobada yaktığım kömür, doğ rudan tüketilmiş mallar olarak, hemen üretim sürecinin dışına çıkarlar. Benzer biçimde, insanlar tarafindan kulla nılmayan bir orman veya bir cimrinin kö ş ey e yığdıit pata üretimin dışındadırlar ve sermaye malı ol arak kabul edile mez) er. Elden ele geçen, ticareti kamçılayan veya kirala nn, gelirlerin, kAr ve ücretierin ödenmesi için kullanılan para yani başka bir deyi,Ie, ticaret devrelerine açılan, kapılan açılmaya zorlayan ve akışın hızını di kte eden pa ra bir sermaye malıdır. Başlangıç noktasını, sad ece oraya dönmek için terkeder. David Hume, para 'emek ve metanın temsilinden başka bir şey değildir' derken doğru söylüyor du. Villalon ta 1564 yılında bazı tüccarlann parayla para -
kazandıklannı
dile getiriyordu .
Binaenaleyh, herhangi bir nesne veya mülkün serma ye malı ohıp olmadığı bir akademik bilmeceye dönüyor. Bir gemi ipso facıo (fiilen) bir senneye malıdır. St Petersburg'a 170l'de gelen ilk gemiye (bir Hollanda gemisiydi bu) Deli 146
Petro tarafından fiziki ömrünün sonuna kadar gümrük ödememe imtiyazı veril di -geminin ömrünün, normalin üç dört katına çıkılarak, 100 yıl uzatilm asma sebep olan
bir
ayncalık. Çok faydalı
bir
sennaye malı ! 1
Sabit sermaye, dolaşan sermaye Sennaye veya aynı
anlama gele n
sermaye malları iki
k atego riye bölünebilir: uzun veya oldukça uzun bir
fiziki
ömrü olan ve insan emeği için gerekli altyapıyı sağlayan s a bit sermaye : köprüler, kan al lar, su kemerleri, gemiler, alet ve makineler; ve emilerek üretim süreci i çin de bütü
n üyle yutul an değişken, işleyen veya dolaşan senn aye (es kiden 'yuvarlanan' sermaye denirdi ): tohumluk tahıl, ham maddeler, yan-mamul maddeler, çeşitli hesapiann (ge l ir,
kAr, kira, ücret) görülmesini sağl ay an para ve hepsi n den öte ücretler i l e emek. Bütün i ktisatçılar bu aynmı yap maktadırlar; Adam Smith, ('ilk avanslar' ve 'yıllık avans lar'dan söz eden) '1\ırgot, (sabit sennaye ve değişken ser maye ifadelerini kullanan ) Marx.
Üretim süreci iki ye, sadece
vitesli motor
gibidir:
dolaşan serma
yeniden üretilrnek hatta arttınlmak
için çabu
cak yok edilir. Sabit sermayeye gelince onun imhası uzun sürer, fakat sonunda o da aşınır: yol bozulur, köprü çöker, denizde seyreden gemi bir gün bir Venedik manastın için yakacak odun olmaktan başka işe yaramaz, makinelerin tahta vitesleri aşınır, saban demiri kınhr. Bu teçhizatm yerine yenisinin konulması gerekir: sabit sermayenin bo zulması, ertel enm e imkAnı olmayan habis bir iktisadi has talıktır.
Geçmişte sermayeyi hesaplama giritimleri Günümüzde sermaye en doğru olarak, herşeyi ölçen
milli muhasebe ile tahmin edilmektedir: (brüt veya net) 147
milli hasıladaki, kişi başına gelirdeki, tasarnıflardaki, se r mayenin yeniden üretim oranın daki, demografik deği ş i m deki, v.s. dönüiiümler - iktisadi büyürneyi ölçmek amacıy la bunlann hepsi toplanır. Tarihçiler açıkçası bu istatistiki çerçeveyi ancien regime ekonomisine uygulamanın araçla ona sahip değil lerdir. Fakat rakamlanmı z eksik olsada, geçmişi bugünün teorik kategorileriyle tasavvur etme giri şimi onu anlama ve açıklama yoll anmızı kaçınılmaz ola rak değiştirir. Böyle değiştiTilmiş bir perspektif, ölçüm ve geriye doğ
hesaplama konusunda gerçekleştirilen i ki üç girişimde görülmektedir - tarihçilerden çok iktisatçılar tara fı n da n . Örneğin, yakın zamanl ardaki bir makal� ve kitapta, Alice Hanson Jones 1 774 yılında New Jersey, Pennsylvania ve Delaware'deki özel se rveti veya, öyle ifade etmeY,i tercih ediyorsanız, sahip olunan semıayeyi oldukça tatmin edici biçimde hesaplam ayı başardı. Jones, vasiyetnameleri top layı p onlann gösterdiği serveti inceleyerek işe koyuldu, sonra vasiyetname b u l u nm ayan duruml arda tevarüs edi len mal varlığı için tahminde bulundu. Sonu çl ar oldukça dikkat çekiciydi: sermaye mallan toplamı (C) milli gelirin ( 1 ) üç v eya dört misliydi . Öyle görünüyorki Keynes 1930'lar için hesaplamalarında hep C=4J temel eşitliğini kullanıyordu: geçmişle bugün arasında belirli bir karşıhk lıl ıbn (mütekabi liyetin) belirtisi gibi görünen bir durum. Bağımsızlığın ilk günlerindeki 'Amerikan' ekonomisinin, sadece yüksek emek verimliliği ve muhtemelen Avrupa'da kinden (hatta İngiltere'dekinden) daha yüksek bir ortala ma hayat standardı (kişi başına gelir) ile de olsa, daha o zamandan istisnai olma i zleni mini verdiği doğrudur. ru
Bu beklenmeyen çakışma, ondoku z un cu yüzyılın so nundan günümüze kadar milli ekonomilerio büyümesi üzerinde özel bir inceleme yapan Amerikalı iktisatçı Si148
mon Kuznets'in hesaplama ve yorumlanyla da uyumludur. Kuznets, ondokuzuncu yüzyıldan öncesine bakıp, Phyllis Deane ve W.A. Cole'un İngiliz büyümesi hakkındaki ger çek grafiklerini kullanarak onsekizinci yüzyılın muhtemel gelişmelerini bulmak veya tahmin etmek konusunda ayar tıldı ve şükürler olsunki o da bu ayartılmaya uydu; ve ora dan 1500'lere, ha tta daha öncesine gidebilmesi imkan da hiline girdi.
Kuznets'in vardığı son u ç l ar ancien regime e konomisine daha önce yapılan tüm yaklaşırnl ara bir meydan okum a teşkil etmektedir. Ö n ü mü z de ki büyük resimde, . bakışlan mızı sermaye üzerinde yoğunlaştıraca�z biz de.
Simon Ku:znets, (on dol ayı nd a ülkede geçen yüzyılın sonlanndan itibaren çok iyi belgelenmiş sekiz-on onyılın hareket ve gel işmelerini incelediği) bugünün korelasyonla n m n , mutadis mutandi8, tarihte geriye doğru yürü m eyi mümkün kıldığına kani olmuştur: en a zın d an onun gözün ile bugün arasında benzerlikler, bağlar ve sü reklilikler vardır - bir dönemden diğerine ko pmal ar ve süreksizlikler ol sa da. Özellikle. A. Lewis ve W. Rostow'un modem büyümenin kökeni olarak ileri sürdükleri tasarruf haddinde ani bir deği,imin meydana gelmiş oldu ğuna inanmamaktadır. Kuznets tasarruflar üzerindeki tavana dikkat çekmektedir, gelir düzeyi çok yüksek ülkelerde bile tasarruf haddinin biç bir zaman aşmaz göründüğü üst sı
de uzak geçmiş
nıra.
İster tasarrufl ar ister sermaye olu.şumu diye adlandı nlsın, aynı tartışmadır &öz k.onusu olan. Eğer tüketim üre timin % 85'ine vanyorsa, % 15 tasarruf ve dolayısıyle yeni den üretilebilir sermayenin oluşumu olarak kabul edilebi lir. (Bunlar hipotetik rakamlardır.) Biraz mübalağa ile, hiç bir toplumun hiç bir zaman üretimin % 20'sinden fazlasını tasarruf edemediği veya geçmiş tophimlar için tipik olma149
yan etkin baskı şartlan altında ancak çok kısa bir zaman böyle ya pabi l diği iddia edilebilir. Bunu söyledikten sonra, Marx'ın 'hiç bir toplum üret meden ve tüketmeden yapamaz' ifadesi, 've tasarruf etme den' diye genişletilmelidir. Bu gizli yapısal görev söz konu su toplumdaki bireylerin sayısına, teknik ilerl em e düzeyi ne ve hayat standartianna bağlıdır - ve aynı derecede toplum içinde gelir dağılımını belirleyen sosyal hiyerarşi ye. Simon Kumeta'in tasavvur ettiği , 1688 İngiltere'si ve ya onbeş ve onaltıncı yüzyıllardaki Alman şehi rl erini n sos yal hiyerarşilerine daya nan hipotetik bir mo d e l , nüfusun ( muhtemelen en çok) % 5'ini oluşturan bir seçkinler grubu nun milli gelirin yüzde 25'ine sahip olduğunu göstermek tedir. Bu durum nüfusun büyük çoğunluğunu (% 95) milli gelirin s ade ce % 75'i ve dolayısıyla 'ülke ortalamasının çok altında. . . bir kişi b aşın a gelir' ile başbaşa bırakmaktadır. Böy l ece bu çoğunluk, im tiy a zl ıl an n sömürüsü tarafından açıkça kısıtlayıcı bir rejime mahkürn edilmektedir. Kısaca sı , tasarruflar sa dece toplumun imtiyazlı kesimi tarafin dan biriktirilebilmektedi r. İmtiyazh lann tüketiminin sıra dan insaniannkinin üç veya beş katı olduğunu varsayalım: Tas arru fl arı birinci durumda milli gel i rin % 1 3'ü, ikinci si nde % 5'i olacaktır. O halde, kişi başına gelirin d ü şü k ol masına rajmen, geçmişin toplumlannda tasarruf etmek mümkün idi ve gerçekte onlar da tasarruf etmişlerdi; sos yal hiyerarşi bunu önlememiş , hatta şöy le böyle ona katkı da b ul u n muştu .
Bu hesaplamada iki
esas
değişken vardır: nüfusun bü
yüklüğü ve h aya t standardı. Avru pa'nın bütününde 1 500 ila 1 750 arasında nüfusun büyüme oraru yıl da % 0 . 1 7 ola rak tahmin edilebil ir ( l 7 50'den g\ınümüze ise % 0.95). Uzun dönemde, kişi başma hasılanın büyümesi % 0.2 veya % 0.3 dolayında seyretmiştir. 150
Bunlar kuşkusuz tahmini rakamlarci.u � n;.&A., 1750öncesi Avrupa'sında sermayenin yeniden üretim oranının çok mütevazi düzeylerde kaldıiı gayet açıktır. Fakat ser mayenin bu durumunun, bana maselenin kökü gibi görü nen bir özelliği vardı . Her yıl, toplum belirli bir miktar ser maye, yani brüt sermaye, üretirdi; bunun bir bölümü faal iktisadi hayat s üreci n de kull an ılmakla aşınan s abit ser mayenin yerine konulmak zorundaydı. Böylece net serma ye, geni ş bir ifadeyl e , brüt sermaye eksi bakım için ayrılan miktardır. Ku mets hipotezi, yani brüt sermaye ol u şumu ile net sermaye oluşumu arasındaki farkın eski toplumlar da modem toplumlarda ol duiun dan çok daha büyük ol du ğu, onu destekleyen bol miktarda belge niceliksel olm ak tan çok niteliksel olsa bile, bana temel ve itiraz kabul et mez bir nokta olarak görünmektedir.
Gayet açık olarak, geçmişin
ekonomileri öne mli mik
tarlarda brüt sermaye üretmişlerdi, fakat bu brüt serma ye bazı sektörlerde eriyip gidivermişti. Başka bir ifadeyle,
üretimin temel donatımında, daha büyük bir emek harca ması ile karşılanmak zorunda olan çeşitli ku su rlara yol açan doğal bir zaaf vardı. Toprağın bizzat kendis i çok na zik bir sermaye türüydü, Verimliliği yıldan yıla düşürülü yordu : bu sürekli devam eden bir ürün rota syo nun a ; güb re ihtiyacına C fakat yeteri kadar nasıl üretilebilirdi?); köy lünün toprağı defalarca sürmesine - bazı bölgelerde beş veya alti defa ve hatta Quiqueran de Beaujeu'ya göre Pro vence'de ondört defa; nüfusun yüksek bir oranının tarla larda çalışmaya mecbur olmasına yol açıyordu iktisadi büyümeye karşı bir faktör oldutunu zaten bilditimiz bir mecburiyet. Evler, gemiler, köprüler, sulama kanallan, aletler ve insanoğlunun kendi işini kolaylaştırmak ve mev cu t eneıji biçimlerini çabıpr d urum a getirmek için icat et tiği makineler-hepsi çürümeye mahkômdular. Görünüşte -
151
önemsiz
gi bi olan, Bruges şehir kapısının 13 37- 133 8'de
onanlması, 1367 - 1 3 68 'd e yeniden yapılması, 1385, 1392 ve
1433'de kısmen d eği ş tirHip 1615'te tekrar ye ni de n inşAsı
gerçeği b a n a tümüyle
önemsiz görünmemektedir: bu kü çük ayrı ntı l ar günlük hayatın tümünü kaplıyor ve pl anlı yordu. Çağın gazetelerini o k uy an biri sonugelmez biçimde birbiri. ardınca yanan şehirler ve köyler bulacaktır: 1 547'de Troyes, 1666'da Lo ndra , 1701 'de Nijni Novgorod , 28 ve 29 Eylül 1 755 'de istanbul - yangınm 'çarşı veya iki fersah (yaklaşık 10 km) çapındaki iş m ah alli nde n geriye boş bir alan bıraktığı' İstanbul; binlerce örne kten sadece bir k açı bunlar. Kısaca, Si mon Kuznets'in şunu söylerken haklı olduğunu düşünüyorum : Sabit sermaye kavramının tümü, modern iktisadt dönemin ve modem teknolojinin benzersiz bir ürünü ol abi lir. Bu, biraz müb alağa ile, sana yii devriminin her şeyden önce bir sabit serm aye dönüŞü mü olduğunu söylemektir: Bundan böy l e , daha maliyetli fakat daha dayanıklı olacaktır: niteliği geliştirilecek ve o da üretkenlik (productiuity) oranlannı köktenci biçimde deeiştirecektir.
Sektör analizinin değ'eri Konuşageldiğimiz teYler ekonominin tümünü etkili yordu kuşkusuz. Fakat, örneğin Münih'te Germatıischa
Museu m'da dolaşıp m otorl an olan
iki yüzyı\ öncesinin eneıjiyle çalışan
makinelerin yeni den yapılmış (bazan çalış!
makta olan) modellerini, su. rüzgAr ve hayvan eneıjilerini nakletmede kullanılan olağanüstü derecede karmaşık ve
ustaca birbirine kenetli dişlileriyle beraber görmek, hangi
sektörün di lerl erin e nazaran teçhizatın aşınıp esitimesine daha duyarlı olduğunu anlamak için yeterlidir: bu sektör üretimdir, özellikle herhangi bir anlamda 'endüstriyel' ola
rak. tanımlanabileceği yerlerde. Bu d urumda, baz ı sektör152
leri - bilhassa 'endüstriyel ' ve tanmsal üretimi - a� (yavaş) sennaye oluşumuna mahkiim eden, yüksek gelirle ri ve tasarru f imkAnını daha önce anılan imtiyazlı % 5'le sınırlayan sosyal hiyerarşi değildir sadece. O halde geçmi şin kapitalizminin esas olarak ticaret sektöründe bulun duğu, en büyük çaba ve yatınmlann 'dolaşım alanına' git tiği şaşırtıcı mıdır? Bu bölümün başında çerçevesi çizilen yaklaşım - i ktisadi hayatın sektörlerine göre bir analiz kapitalizmin yapmı ş old1,1ğu seçimi ve o seçi min gerekçele rini ke sin olarak açıklamaktadır. Aynı z am a n da , geçmişin ekonomilerindeki bariz bir çe lişkiyi de açığa çıkarmaktadır: ekonom inin korunan ve im tiyazlı sektörlerinde kolayca biriken net sennaye, görüne bilir bi çi mde az-gelişmiş ülke l erde bazen çok boldu ve hep si verimli tarzda yatınma yöneltilemiyordu. Her zaman güçlü bir istifçilik geleneği vardı. Para atıl ve durgun tutu luyordu : sermayenin eksik-kullanımı söz konusuydu. Bel ki kızgmlığa yol açacak kadar paradoksal olan bir olgu: her şeyin arzı eksik olsa da, paramnki eksik değildi . Fa kat, bir dizi sebepten ötürü, eksik olan, onu gerçekten kir lı bir teşebbüae yatınna fırsab.ydı. Onaltıncı yüzyılın son lannd a hi.li parlak günlerini yaşayan İtalya'da durum buydu. Büyük bir faaliyet döneminden sonra, İtalya aşın bir kıymetli maden bolluğunun yıkıcı etkisi olan bir gümüş 'lo.rguzo'sunun sıkıntısı içindeydi; sanki ülke, ekonomisi nin tüketebileceğinden çok fazla miktarda semiaye malı �·e para elde· etmişti. Sonuçta, verimsiz toprağın sab.n alı narak görkemli konakların yapıldığı. büyük anıtlBl)ll di kildiği ve kültürel israfın finanse edildiği bir çağdı o. Eğer bu açıklama geçerli ise, Roberto Lopez ile H. A Miski min'in itaret ettikleri, Muhteşem Lorenzo dönemindeki bastınlmış iktisadi ortam ile Floransa'nın ihtişamı arasm daki çelişkiyi çözmeye_ katkıda bulunabilir belki.
153
Anahtar sorun, benim kapitalist diye adlandırmakta tereddüt etmedi ğim , geçmişin toplumunun o sektörünün nasıl oluyor da sanki bir kavanoz içinde, diferlerinden ay nlmış olarak varlığını sürdürmüş oldu tu nu bulmaktır; ne den genişleyip toplumun tümünü fethetmeye m uktedir de ği ld i? Belki bu, gerçekte onun varl ığını sürdürebilmesinin şartıydı, çünkü dünün toplumlannda dikkate d eğer bir sernıaye oluşum oranı çağın piyasa ekonomisinin tüm ün de değil s ade ce belirli sektörlerinde mümkündü. Bu gö z de alanın dışına maceracı bir ruhla yatınlan sennaye , ardın da iz bırakmayacak biçi m de yutulmamışsa e ğer, çok az meyve veriyord u . B öyl ec e , kapitalizmin nerede yerl e ş ti ği ni kesin olarak bulmanın tarihçi için belirli bir ilginçliği var, çünkü senna
topolojisi bi ze önceki topl umların zaaflarının ve kAr h ol mayan sektörlerinin ters bir topolojisini vermektedir. Fakat, kapitalizmi gerçekten kendi evinde olduğu sektör lerde teşhise çalışmadan önce, onun dolaylı ol arak ve çok sınırlı bir dereceye kadar nüfuz ettiği sektörleri inceleme ye çalışacağız : ta rı m, sanayii ve taşımacılık . Kapitalizm sık sık bu yabancı böl gelere akınlar yaptı, fakat çoğunluk la hemen geri çeki ldi ve her durumda geriçe ki l iş önemliy di. Örneğin, Kastilya şehi rl eri onaltıncı yüzyılın orta l arın dan sonra ni çi n yanıbaşlarındaki kırsal kesim tarımına yatınm yapmaktan vazgeçiyorlardı da elli yıl sonra Vene yenin
dik'in tüccar kapitalizmi aksine kırsal kesime
Güney
kayıyor ve
Bohemia'run girişimci toprak. ııahipleri aynı zaman
dilimin de arazilerinde çavdar yerine sazan yetiştirmek için büyük havuzlar kuruyorlardı. Neden Fransız buıjuva zisi 1550'den sonra köy l ülere avans vermeyi bı rakı p soylu lara veya krala borç vermeyi tercih ediyordu? Bir tüccann ifade ettiği gibi , 'bafiuna çaba harcamaktansa, işlem ed e n dunnak iyidir'. Kir avı ve maksimizasyonu dah a o zaman dan kapitalizmin zimni kurallan olmuşlardı bile. 154
9 � Medeniyetler
Sadece Savaşmazlar
Medeniyet veya kültürler -her iki kelimenin de kulla
bu bağl am da yeri nde dir- bireylere kişisel ve kendi l iğinde n (spontane) gözüken a m a gerç�kte büyük bir uzak lıktan nesilden nesile d evredi l en alışkanlıklann, sınırla malann, birikmiş irfanın, kabul görmüş uygulama ve ira delerin oluşturduğu büyük havzalardır. Konuştuğumuz dil kadar bize miras k a l mı şl ardır. Ne zaman bir toplumda bö nımı
l ünm e ve dar boğazlar açılmaya başlarsa, bizi görevlerimi zi n b aş ı n d a tutarak onları dolduran veya örten daima
mevcut kültürdür. Necker'in din için söylediği -medeniye
tin kalbi: yoksu ll ar içi n 'ağır bir zincir ve günlük teselli' aynı m akuliyetle
medeniyet için
de söylenebilir
ve bütün
i nsanlığa uygul anabilir.
Avrupa onbirinci yüzyılda yeniden hayata dön ünce , pi
ekonomisi ve parasal incelikler 'rezillıne' yenili kler Kadim geleneği n yerine geçen medeniyet tanım gereği yeniliğe düşmandı . Onun için piyasaya, kar etmeye, ser mayeye hayır diyordu . Kuşkulu ve ketumdu, olsa olsa.
yasa
di .
Sonra yıllar geçtikçe, günlük hayatın talep ve baskılan
aciliyet kazandı. Avrupa nıedeniyeti, onu dört' bir yandan
155
çekip ayınn akta olan kesintisiz bir çatışmaya yakalandı. Böylece isteksiz bir kabalıkla, deği şimin kapılan zorlama
i
sına zi n verdi. Ve bu tecrübe Batı'ya özgü de değildi.
Kültür Aktanmı:
İslam Modeli
Bir m edeniye t hem sürekli hem d eği şm e kt e olanı bün yesinde barındırır. Bir yere kök salmıştır ve toprağına tu
tunarak yüzyıll arca yaşayabilir. Bununla beraber, aynı za manda yakın veya uzak medeniyetlerden belirli ö d ü nçleri
kabul eder ve kendi kültürel m aUanm da i hraç lit ve etkileme adet, gelenek ve
a,inahğa karşı
ed er
.
Tak
işleyen be
lirli iç baskıların yanısıra i şl e r dururlar. Kapitalizm tam a nl a mıyla aynı kuraHarca yönetilmek
tedir. Tari hi n de ki her no kta da , belirli yöntemlerin, araçla no, uygulamalann, zihni ahşkanhklann, hepsi de itiraz
kabul etmez şekilde dele
edilen) kültürel
(diğer
metalar
gibi
dolaşan ve müba
m a l l ar olan bu feylerin topl a mı ola
geldi . Luca Pacioli 1496 yılında
Venedik� Di Arithmeti
co'sını yayımladığmda, çift-yönlü-defter-tutma hakkında uzun zamandan beri bilinmeltte olanlan özetliyordu, (Flo ransa'da geç onüçüncü yüzyıldan beri kullamlmaktaydı).
Jacob Fugger Venedik'i ziyaret ettiğinde, çift-yönlü-defter
tutma üzerinde orada çalı,arak, tekniği alıp Augsburg'a getirdi . Şu veya bu yolla, ticaretle
iştigal
e d en
Avrupa'nın
büyük bir bölümüne yayıldı.
Kambiyo s en e di
de ilk
elde İtalyan şehirlerinin etkisi
altında birçok.yere yayıldı. Ama
acaba daha da gerilerden İ mi geliyordu' E. Ashtor'a göre, slami süftece batılı kambi
yapısı balwi:nndan büyük farklıdır. Öyledir belki. Ama muhakkak ki Avrupa
yo seneeline benzemez, hukuki
ölçüde
idi. Çok erken tarihler İslam dünyasının liman ve pazarianna seyahat
kambiyo senedinden önce mevcut
den beri 156
etmekte
olan İtalyan tacirleri, bir miktar parayı sadece bir yerlere transfer etmenin bu uygun yöntemi ne nasıl dikkat etmemiş olabilirler? Bir İtalyan icadı o l duğu varsayılan k a m biyo senedinin, her ne kadar İslam'da mevcut ol m ayan (Kilise'nin faizle borç verme ya-· sağı gibi ) şartlara uyarlanmak zorunda o lduğu bir hakikat ise de, Avrupa'da kesinlikle aynı sorunu çözm ek için kulla ml dı . Kambiyo senedinin İsl am 'd an gelen bir ödünç olduğu bana mu htem e l görünüyor. kağıt parçasıyla uzak
Aynı şey commenda diye bi l i nen tacirler arası birlik
(mudarabe) için de pe ka l a geçerl i olabilir: İslam'da uzun bir geçmişi olan bu kurum (Peygamberin kendisi ve zen
gin bir dul olan hanımı bir commencia kurmuşlardı ), Hin distan, Doğu Hi ndler ve Çi n'e uzun-mesafeli ticareti örgüt l emenin alışılmış tarzıydı mudarabe. İster ödünç alınmış i ster yeni bi rşey olsun, commenda muhakkak ki İtalya'da a n ca k onbir, onikinci yüzyıllarda ortaya çıktı. Ondan son ra şehirden şehire yayıldı ve onu andördüncü yüzyılda (ye rel etkiyle birazc-ık değiştiTilmiş olarak) Hansa li m anl ann da görmekle şaşırmıyoruz . İtalya'da, mallara e şli k eden gezgin ortak çoğunl ukla işin kArını paylaşıyordu. Ama Hanseti k sözleşmeda Diener norma lde sermayeyi koyan
ortaktan sabit bir meblağ alıyord u : Bu bakırÔ d an gerçekte maaşlı biriydi . Ama kar-paylaşımı örnekleri de mevcuttur.
Ve bazan aynı çözümün deği şi k yerlerde eşzamanlı ol ara k benimsenmesi vuku bul uyordu . Erken orta çağiann hi.la nispeten meçhul tarihi kesin konuşmayı zorlaştırmaktadır. Ama ortaçağ tüccanrun gezgincilik alışkanlığı ve mallannın katettiği malum yollan göz önüne aldığımızda, en azından bazı tica ret uygulamalan başka yerlerden ödünç alınmış olmalıdır. Batının kelime hazinesine geçmiş İslami keli meler bunu akla getirmektedir: do u ane = gümrük resmi, fonduk, maModel sonradan değiştiTilmiş olabilir.
157
mohatra (ön den satış ; hemen tekrar s atı ş tarafın dan izl enen ve rib ayl a ilgili andördüncü yüzyıl Latin me tinlerinin contractus mohatrae dedikleri forward selling.) Diğer kamtlar Avrupa'nın Doğu'dan aldığı armağanlardan gelmektedir: ipek, pirinç, şe ke r kamışı, kAğıt, pamuk, Arap rakamları, abaküs, İslam va s ıtas ıyl a yeniden keşfe dilen Yunan bilimi, barut, pusul a - hepsi de Avrupa'nın sırası geldiğinde başkSianna akt ardı ğı değerli mallar.
gasin,
Bu ö dün çterin varlığını kabul etmek Batı tarihi nin, Batını n rasyonaliteye doğru giden yolda tekb aş ı na yürü yen öncü dahi ve ke n di l iği n d en mucit olduğu ş ekli n de ki geleneksel izahiann a arkamı zı dönmek demektir. İtalyan şehir-devletlerinin modem t i ca ret hayatının ara ç l arı nı icat etmiş olduklan iddiasını re d det m ek demektir. Ve bu, m antıken, Roma İ mparatorluğu'nun il erl e m en i n beşiği ol ma rolünü redd etm e noktasına kadar gi der. Zira, o ço k övülen - ktadır. Sonuçlan itibariyle ras yon e l ama kökenieri bakımı ndan irrasyonel olan kapİta
lızm,
modern h ayat
ile Püriten ahlak arasındaki bu bek·
lenmeyen karşılaşmanın meyvesidir.
düşünce çizgisini çok hızlı ve biçimde özetleyi p, ince ve kafa karıştıncı bir argü man yöntemini - okuyucuya itiraf etmem gerekir ki, Lu Gelişmelerle dopdolu bir
yetersiz
cien Febvre'in duyduğu kadar all eıji duyduğum bu yönte mi
-
aşın ölçüde basitleştiriverdim. Ama bu Weber'e söy
lemediği bir ş eyi söyletmenin gerekçesi o lama z . Onun sa dece çakışma (rastlantı ) ve ortak zemin gördüğü yerde , Protestanlığın kapitalizmin kaynağı o l du ğu nu ilan etmiş olmakla itharn e di l di . Werner Som b art , Weber'in düşünce sini -davasını yıkmak için daha iyi bir yol olarak- abar tacak olan ilk. tarihçilerden biriydi. Sambart al aylı bir dil le Protestanlığın başlangıçtan beri Abd-ı Cedid'in yoksul lu�& geri dönme girişimi olduğunu ve ekonominin yapı lanyla ileri gelişimi için gerçe k bir tehlike o luşturduğunu ileri sünnektedir. A.!ketik hayatın kurallanna gelince, bunlar da Aquinas'm ve skolastiklerin eserlerinde buluna171
Püritanizm, küçük d ükk.8ncıl ara yaraşır bayağı ve Çoğu poJemiklerde olduğu gi bi bu da gülünçtür pek tabii. Max Weber'in argümanını di ğer uçtan, onsekizinci yüzyılda Batavia'da Hollandalılann müsrifçe h arcam al an nı veya ondan bir asır önce Deshi ma'da (Japonlann ihtimarola faaliyetlerini sınırlaınış ol dukları adanın can sıkıntısını gidermek için) düzenledikle ri p artil eri anarak geçersiz kı lm aya çalışmak da aynı dere bilir.
cimrice bir öğretidir sadece!
cede
gülünçtür.
Eğer kapitali zmin doğuşu açıkça Calvin'in riba hak kında mektubundan ( 1545 dol ayl an ) başlamış olsaydı her şey çok kolay olacaktı. Bu bize bir dönüm-noktası vermiş ol urdu . İktisadi hayat hakkında yeterince bilgili güçlü bir zihnin, ri b a nın doğurduğu sorunlara dair bu keskin-gözlü tahlili, vuzuhun ke ndi s id i r. Calvin'e göre, bir çeşit bo zu l maz manevi altyapı olan il ahiyat (teoloji) ile beşeri kanun lar, yargıç, hukukçu ve hu ku k i l m i arasında bir ayınm ya pılmalıdır. Riba tacirler arasında (faiz h a dl eri n in % 5 gibi mütevazi olması şartıyla) m e ş ru du r ; yardımseverliğin kar şısına dikildiği zaman meşru d eği l dir. 'Tann , insanın hiç bir şey kazanamayacağı ııekilde bütün karları yasaklamış değildir. Öyle olsaydı sonuç ne olurdu? Bütün mal ticare tini terketmek zorunda kalırdık.' Aristocu ilke ş ü phe siz yerindedir: 'Bir çocuğun görebileceği şeyi söylüyorum , eğer parayı bir sandığa k.ilitlerseniz, hiçbir meyve vermez.' Ama para ile 'bir tarla satınalabiliriz . . . [bu s efer] paranın para doğurmadığı söylenemez'. 'Kelimelere takılıp kal m a nın' bir anlamı yok, 'gerçeklere bakmalı'yız. Calvin'in dü
alıntılarını kendisinden al dığım Hauser, Protestan ülkelerin iktisadi gelişmişliğinin
tüncesi nin bu iyi seçilmiş Henri
kolay ve dolayısıyla ucuz kredinin
sonucu olması gerekti 'Hollanda gibi ülkelerde veya Cenev re'de kredinin gelişmesinin izam budur. Bunu, farkında ol-
ğini söylemektedir.
172
mayarak, mümkün kılan Calvin idi.' Max Webetle manın diğer
bir yolu bu da.
uyuş
Evet, böyle diyebiliriz, ama ya Cenova'yı ne yapacağız? Bir Katalik şehri olmakla beraber daha o zamandan dün ya çapmda
boyutlara
ulaşmış bir kapitalizmin çarpan kal
bi olan, faiz hadlerinin ise % 1.2 olduğu Cenova? Daha dü şüğünü nerede bulabiliriz? Yoksa kapitalizm, gelişmesini sürdürdükçe, onlar tarafından meydana getirildiği kadar düşük fai z hadlerine yol mu açıyordu? Belki. Her halüka.r da, riba
bahsinde
Calvin gerçekte herhangi bir tabuyu yı
kıyor değildi: çoktan
beri
altedilmişti onlar.
173
12 �
Tatminkar Bir izah: Geriyedönük Coğrafya
Fazla uzatmamızda yarar olmayan bu tartışmadan ya kamızı kurtarm ak için, bazı daha basit genel
izahların
olup olmadığına bir göz atmak zahmete değer: bu biraz ya retrospektif (geriye dönük) sosyolojiden daha az Bi zansyen ve desteksiz izahlar. Kurt Samuelson'un ( 1957) ve benim H963) ileri sürmeye çalıştığlm, ama birbirinin aynı
nıltıcı
olmayan argümanlar. Reformasyon Avrupa'suu n
bir bütün
olarak, parlak ve
kapitali zm yolunda epey mesafe katetmiş Akdeniz ekono
İtalya'yı kasdediyorum) galebe çaldığı in Ama bu tür transferler tarihin genel özelliği
misine (özellikle
kir edilemez. dir;
İslam
yükseldikçe Bizans geriledi; sonra İslam Hnsti
yan Avrupa'ya doğru ilerledi; Akdeniz Hnstiyanhğı Yedi
Denizleri fethetmek için ilk y�ı kazandı, fakat 1690 do laylarında Avrupa'nın yerçekim merkezi Protestan Kuzey'e kaydı ve orası en müreffeh bölge oldu. O zamana kadar ve belki 16 10-201ere kadar bile kapitalizm kelimesi, Roma'ya
ve Kilise'ye rağmen, esas olarak Güney'e taalluk etmekte dir. Amaterdam bu
sıralarda ancak önem kazanmaya baş175
Ku zey'in hiçbir keşif yapmamış oldultına Ümit Burnu'nu dolqan yolu, ne de dünyanın b üyük seyahat y ol lan nı. Dolu Hind, Çin ve J a po nya'ya ilk ul qanl ar Porte kizliler idi: Bu göz k am aştın cı başanlar 'tembel' güney Av rup a'nı n hAnesine yazılmalıdır. Kuzey, kapitalizmin araç lanndan herhangi birini de icat etmiş de�ldir: Hepsi de l ıyordu . Aynca
d a dikkat çekmeliyi z: ne Amerika'yı keşfettiler, ne
Güney'den geldiler. Amater d am Bankası bile Venedi k'in
Rialt.o B ank ası model alınarak kuruldu . Ve Kuzey'in b üyük tüccar şirketleri güney ülkelerinin
-İ s panya ve Portekiz devlet tekelleriyle rekabet sayesinde geliştiler.
imd i, eğer bir Avrup a haritasım önümüze koyup özel
haritaya bakar ve bir için Romalıların o epi sod i k İ ngiltere işgalini unutursak,
l ikle Ren ve Tuna nehirleri boyunca an
kıta iki parçaya bölünebilir: bir yanda, insanlar ve tarih tarafı n da n u zun zaman kul lanılmış ve tarihin ç ab al arıyla zenginleştirilmiş kadim bir bölge; diğer yanda, u zu n asır lar boyu me de nil e şm emi ş yeni bir Avrupa. Orta Çağların büyük başansı bu işlenınemiş (kültürsüz) Avrupa'nın (ta Elbe'ye, Oder ve Vıstül'e, İngiltere'ye, İrlanda, İskoçya ve İ s k a ndi nav ülkelerine kadar) sömürgeleştirilmesi, e�til mesi, geliştirilip şehirlileştirilmesi i di . Sömürge ve sö mürgecilik kelimelerini biraz açmak ge re kir belki, ama ka b aca ifade edersek kuzey Avrupa eski Latin kültürü, Kili se ve Roma tarafindan biçimlendirilen, temel dini b i l gileri verilen ve sömürülen kolonyal bir alandı - tıpkı d aha son raları J esui t l e rin Paraguay'daki aynitılmış bölgelerinde, ama başansız bir şe kil de , kendi modellerini empoze etme ye çalıştıklan gibi. Kuzey Denizi ile Baltık'ta sının olan ül keler için Reformasyon, başka seylerin yamsıra, cili�n sonu idi.
Hansetik
kasabalann
ve
Kuzey Denizi gemicilerinin
yi�tliklerine rağmen, �u yoksul ülkelere 176
sömürge
bütün tatsız gö-
revler bırakıldı, yani ham maddelerin dağıtımı:
İngiliz yü
nü, Norveç kerestesi, Baltık çavdan. Bruges ve Ant werp'te, güneyli bankacı ve tacirler iş düzenini sa�lıyorlar
dr: onlann borusu ötüyor, zenginle yoksulu aynı şekilde çi leden çık.anyorlardı. Protestan devriminin denizde,
kara
da olandan ço k daha tehlikeli bir biçim aldığım hatırlaya lım: Atlantik,
tarihçilerio çoğu kez unuttuklan
şiddetli di
ni ve maddi mücadelelerin muharebe meydanı olmadan
önce, Avrupalılar tarafından fethedilmiş değildi. Denge ni hayet, düşük ücretleri , giderek üstün duruma geçen sana yisi, ucuz taşımaCl h ğı , deniz seferlerini düşük maliy etl e gerçekleştirebilen koster ve küçük gemi filolan ile K.u zey'in lehine döndüğü zaman, bu bir lira ve ku ru ş , bir re kabetçi maliyetler meselesiydi . Kuzey'de her şey . daha
ucuz üretilebiliyordu: tahıl, çadır bezi, yünlüler, gemiler,
v.s. Kuzey'in zaferi hiç şüphesiz bir bakıma prole teryanın, haksrzhga m aruz ka.lanlann, güneylilerden daha
kereste,
az değilse bile daha
kötü beslenen lerin zaferiydi. Buna
1 590 dolayianndaki iktisadi inkıraz ilave edilmelidir: bu
gün olduğu gibi geçmişte de. ilkönce karmaşık makinele riyle en ileri ülkeleri çarpan bunalım. Bu durum Kuzey için ve
bir
di zi güzel frrsaUar doğurdu : ve Almanya, Fransa
hatta Antwerp'ten Hol l anda'ya akın eden iş adamlan
meseleyi
böylece kavrayıp fırsatı değerlendirmeye koyul
dular. Sonuç Amsterdam'ın, kendisiyle beraber Protestan
ülkelere iyi şans getiren güçlü yükselişi oldu. Kuzey'in za feri (önceki) vam.piyonlardan daha alçakgönüllü ihtiyaçla
n
olan meydanokuyucu ların zaferiydi
-
günü gelince, bü
sefer zenginliğin Irib geliştirdiler; iş ağları her yanı kuşatıp, her yer de, pek tabii Almanya'da ama aynı zamanda Bordeaux ve diğer yerlerde, Protestan cemaatleri yerel tüccardan daha zengin, daha serüvenci ve ateşli kıldığı gün (zenginliğin
tün rakiplerini altettikleri zaman, bu rini onlar
177
sefasını sürmeye başladılar) -tıpkı bir zamanlar Cham p agne'de , Lyon, Bruges ve Antwerp'te, İtalyanlar Kuzey ülkelerine ticaret ve bankacıhkta nası l rakipsiz uzmanlar ol arak gözüküyorduysalar, öyle. Bunu inandıncı bir açıklama kabul ediyorum. Dünya da Prote s tan ahlakmdan baş ka birçok şey var. Ve geçmiş te o kadar sık oynanıp işi biten aynı hikaye o nseki zi nci yüzyılda tekrar vuku bulacaktı. Eğer sanayi devrimi Ha noveryen İngiltere'sine yeni bir çıkış getirmemiş olsaydı, dünya alternatif olarak hızla-genişiernekte olan Rusya'ya doğru, yahut daha muhtemel olarak, kendini -mutadis mutandis- zorlu kl a da olsa bir çeşit Birleşik EyaJetler Cumhuriyeti'ne dönüştüren, pro leter gemileri onaltıncı yüzyılm
Deniz
Dilencilerine benzeyen Amerika Birleşik
Devletleri'ne doğru kayabilirdi. Ama bunlann yeri ne , elve rişli iktisadi şartiann eşl iğindeki teknolojik ve siya si tesa düfierin sonucu ol ara k makine devrimi m ey dan a geldi, bu har gemisi (buhar gücünün hareket ettirdiği demir tekne) sayesinde Atıantik ondokuzuncu yü zyılda İngilizler tara fından yeniden fethedildi. Bu, biçimli ahşap tekneleriyle zarif Beston gemileriniu sonu demekti. Ve bu aynı z aman da Amerika'nın denize yüz çevirip kendini Yerleşilmemiş Bölge'nin fethine adayarak batıya gittiği andı. PtJti bütün bunlar
RefL.masyonun iş adamlannın
dav
ranış ve tavırlarını büyük ölçüde etkilemediği ve maddi hayatm tümü üzerinde aşikar akislere
sebep olmadığı an
geliyor? Reformasyanun bunlann meydana gel mesine etki ettiğini inkAr etmek s aç ma olur. Evvel emirde, Reformasyon kuzey ülkelerinin uyumunu sağladı. Güneyl i rakipleri karşısmda birleşik bir grup olarak dur malannı mümkün kıldı. Bu küçümsenecek bir avantaj de lildi. Ve Din Savaşlan inanç topluluğundan doğan, Protes tan ağlan arasındaki dayanışmadan doğan bir miras bılamına mı
17'j
raktı: ticarette en azından bir süre için, ulusal duygulann tüm diğer mülahazalan altetmesine kadar, rolünü yerine getiren bir miras.
Dahası, eğer yarulmıyorsam, Kilise, muhafaza edildiği ve hatta güçlendirildiği Karşı-Reformasyonun Katolik Av rupa'sında, geleneksel toplumu birarada tutan bir çeşit çi mentoydu. Kilise hiyerarşisinin çeşitli kademeleri, bir tür toplumsal itibar sağlayan memuriyetleri , geçmişin yapıla ve diğer hiyerarşileri yüceltiyordu. Daha esnek, ken dinden daha az emin Protestan ülkelerininkine benzerne
nru
yen bir toplumsal düzeni pekiştirdiler. Kapitalizm de bir anlamda onun genişlemesine elverişli bir tarzda gelişebile
cek bir topluma ihtiyaç duyuyordu. Bu bakımdan Refor masyon ve kapitalizm dosyası muhakkak ki kapatılamaz.
179
13 � Kapitalizm Eşittir
Rasyonalizm mi?
Bazan ileri sürülen di ğer bir genel izah,
b ilimsel
tavır··
ve rasyonalizmin Batı'da yaptıklan ilerlemedir: bunun
ka
pitalizmi veya daha doğrusu kapitali st zekayı (anlayışı) ve onu n yap ıcı hamlesini ileri
götürmek suretiyle Avrupa'nın
s öylenm e kte dir ekonom i ni n öncüleri
genel iktisadi ilerlemesini hızlandırdığı
Bu argüman
da bir ahlak veya ruha,
.
olarak mü te şe bbi s l e ri n icatçı z ekAlanna ve kapitali zmin hakhlaştınlması na h a d di n den
Maurice
Dobb'un yaptığı gibi
fazla
'eğer k
d eğer biçmektedir.
a pitalist
zi hni yet ka
pitalizmi hasıl ettiyse, bu kapitalist zihniyet nereden çık
tı?' demesek bile, bu
o l du kça tartışmalı
bir tezdir. Mesele
yi Dobb gibi ortaya koymak zorunda değiliz: gerçeklikler
kütlesiyle onlan gözleyen
ve yönlendiren ruh arasında
aye t müm
karşılıklı çift yönl ü bir ilişki tahayyül etmek g
kündür.
Bu tezin
en sözünü
sakınmaz savunucusu, bunu ta
vırlann diğer faktörler karşısında önemini vurgulama fır
satı
Fakat onun ileri fazla önem taşımaz. Mesela (tanımım
olaPak gören Werner Sombart'dır.
sürdüğü görüşler
yapmadığı) rasyonalitenin batı
gelifiDesinin (veya Otto
181
Bruner'in tercih ettiği üadeyle, tarihi kaderinin) altın da yönelim, bugünkü dille mültiseküler trend olduğu; onun bize modem devleti, modem şehiri, bilimi, buıjuva
yatan
ziyi ve nihayet bizzat kapitalizmi getirdiği
yo lun daki dra
matik i ddi ası , sözün losası kapitalist ahlak ve akim bir ve aynı
şey ol dukl an görüşü
ne
i şi mize yarar?
Sambart'ın fikrine göre, sözkonusu özel akıl ( m uh ake me), mübadele alet ve araçlannın rasyonelliğiydi. Mese la VbPr Abaci'den, 1 202'de Piza'h Leonarda Fibonacci'nin yazdığı abaküs kitabından söz eder. Bu çok iyi seçilmiş
bir
başlangıç noktası değil dir, çünkü abaküs bir Arap i c adı idi; Fibonacci babasının bir tacir olduğu Bougie'de (Kuzey M rika) o n u kullanmayı öğrendi - onunla be ra b er Arap ra kamlarını, ihtiva ettiği saf maden miktanndan bir paranın değerinin nasıl takdir e di le ceğini ve yükseklik ve arz dere celerini (boylam, eylem ), v.s. öğrendi. Fibonacci'nin Arap I ann bilimsel rasyonellijtinin kanıtı olarak zikredilmesi daha yerinde olurdu. Erken döneme ait diğer bir kanıt mu hasebe deft.erl eri dir. Bili nen ilk örneğin tarihi 1 211'dir < Floransa). Holzschuher'in ( 1304- 1307) Latince tutulan Handlungsbuch'una göre , ilk muhasebe-defterlerini ilham eden soyut bir düzen aşkı deği l , kredi ile satılan maliann kaydmı tutma ihtiyacıydı. Her halüklirda, muhasebenin işlemlerin tam kaydı olmasına daha çok zaman vardı. Fug gerlerin 1517'den itibaren çok güncel muhasebeciliğini ya pan Matthaus Schwarz, taeirierin çoğu kez 'i şlerini duva ra iliştirdilden kağıt parçacıkianna not etmekle' yetindik lf.lrini kaydetmektedir. Hulb uki bu tarihe kadar, çift.-yönh ı muhasebeni n tam tekni� u z u n zamandan beri Rahi p Lu ca di Borgo (gerçek adı Lur.a Pacioli) tarafından Summa di aritlı met ica, geonıetria, proportion i e proportionalita ( 1494 ) başlıklı kitabının XI. bölümünde gösterilmiş bulu nuyordu. Hesap tutma için gerekl i iki esas kayıt defterin182
göre kaydedildi� Manuale Giornale ile her işlemin iki kez (ikincisi çift giriş ola rak) kaydedildi� ana defter (Quademo) birer yenilikti. Ta den, işlemlerin zaman sırasına
veya
cirin her hangi bir anda mal varlığı ve borçlan hakkında kesin bir fikre sahip olmasım sağlıyordu. Eter defterlerin Jengesi tutmuyorduysa, bir hata yapılmış demekti bu ve hemen tesbit edilebilirdi
. Partita doppia'nm yararhh ğı aşikardır. Bombart konu
ü ze ri n d e kendi ni bir lirizm uçuşuna kaptınr: 'Kapi tali zmi çitf-yönlü muhasebesiz tahayyül etmek imkansızdır,' diye
biçim ve içerik gibidirler' (wie Form und In 'Çift-yönlü muhasebe Galileo ve Newton'un sistem
yazar, 'bunlar
halt).
leriyle, modem fizik ve kimya okullanyla aynı ruhtan (ita
lik Braudel'in)
doğdu . . . Çok yakından bakmadan bile çift
yönlü muhasebede yerçekim.i , n ı mı fikirlerini
bir
kan
dolaşımı ve enerj i sakı
an için görebiliriz.' Kierkegaard'm dü
şüncesini hatırlıyoruz : 'Her hakikat ancak belirli bir nok taya kadar haki katti r. Sı nın aştıruz mı, artık bir hata (non-truth) karşısmdasınız.' Sombart gerçekten de sınırı aşıyor, diğerleri ise alıartıyla onu takip ettiler. Spengler, Luca
Pacioli'yi Kristof
Kolomb ve Kopernik'e benzetiyor.
C.A. Cooke ( 1950) bi ze 'çift-yönl ü defter tutmanın önemi nin aritmetiğinde değil metafiziğinde yattığını' söylüyor. Şöhretli bir iktisatçı olan Walter Eucken ( 1950) hiç tered düt e tme d e n ilan ediyor: e�er Hansa Birliği Almanya'sı
büyük olmayı başaramadıysa, bu durum Buclıhaltun.g'un (refahla beraber, Augsburg tüc
onaltıncı yüzyılda
doppelte
carının defterlerine buyur edilen çift-yönlü muhasebenin)
eksikliği yüzündendi. Bu görüşlere dilediğimiz sayıda
itiraz kaydı koyabili
riz. Er küçüklerine öncelik verirsek, Luca Pacioli'yi kü çumsemeyi aı zu etmeksizin, onun bu alanda ilk kişi olma dığı na dikkat çekilmelidir. Bombart'ın kendisi Ragusan 183
Cotrugli'nin yazdığı ticaret kitabını (Della Mercatura) zi k rediyor; her ne kadar 1573 tarihli ikinci baskısı dah a iyi biliniyorsa da bu
kitabın
ilk baskı tarihi 1458'dir. İkinci
baskının yüz şu kadar yıl sonra değişmemi ş olarak y a pı l
ması, bu aradaki dikkate değer iktisa di il erl em ey e rağmen iş yapma yöntem l erinin ne ka d ar az değişmiş old u ğunu ayrıca göstermektedir. Bu el kitabının Birinci Kitap, XIII. Bölümünde bir kaç sayfa, al a cak ve bo rçları dengede tu t mamızı sağlayan düze nli defter-tutmanın yararianna ay n l mıştı r. Yüzlerce t ü c c a r kayı tl arını (sici llerini ) ok uyan Frederigo Melis
partila
doppia 'mn Floransa'da çok erken
tari hlerde, onüçüncü yü zyılın sonl anna doğru Compagnia
Farolfi'nin muhasebe olduğunu söylemektedir.
dei Fini ve Compagnia
de görülmekte
defterlerin
Ge rçe k itirazlara geçecek olursak, bu ünlü çift-yönlü
muhasebe
evrensel
hızlı bir
yayılma göstennedi ve hiçbir şekil de
bir kabul gönnedi.
Luca Pacioli'nin
kitabını
taki
beden üçyüz yılda, zafere ulaşmış bir devrim olarak gö zük
mediği muhakkaktır. Ticaret el kitaplan ( manüell er)
on
dan söz etmekte, ama tacirler her zaman uygulamamakta
firmalar uzu n zaman onsuz işlerini sür dürdüler - 1 602'de kurulan Hollanda Doğu Hind Şirketi
dırl ar. Bazı dev
gibi
sedi
Londra'nın Sun Fire losu çift-yönlü muhasebeyi ancak 1 890'd a benim
en büyüklerinden bazılan;
rance Office'i
(yanlış okumadınız, 1890). Raymond de Roover, Basil
S. Yarney ve Federigo Melis
gibi eski-tarz
defter tutmaya
a.şina tarihçiler çift-yönlü defter tutmayı bazen veri msiz • sayılan önceki
muhasebe yöntemlerinin zorunlu bir
ika-
mesi olarak görmemektedirler. Tek-yönlü muhasebe günle . rinde, cliye yazıyor Raymond de Roover, 'ortaçağ tacirl e ri
bu kusurlu aleti kendi işlerinin ihtiyaçlanna nasıl uyarla yacak.larımn yolunu buluyor ve bazan dolambaçh yoll arla da o lsa amaçlanna uıa,ıyorlardı... Esneklikleri ve olağa184
nüstü farklılıklan ile bizi bugün şaşkınlığa düşüren çö zümler buluyorlardı. Hiçbir şey Sambart'ın ortaçağ tacirl� rinin hesaplannın deşifre edilmesi imkinsız kanşık bir yumalt ol d uğu yolundaki i dd ia sı kadar hakikatten uzak olamaz.' Basil Yamey'e göre ( 1962), Sombart h er halükArda mu hasebenin önemini abartıyordu. Hesaplamanın soyut me kani zması her işte önemli bir rol oynar, ama şirket reisinin aldığı kararlan dikte etmez. Hatta aynntılı cetveller (d � netleme ra porl an ) ve (çıkanlmalan
çift-yönlü defter tut
mada tek-yönlü olandan daha ko l ay olmayan ve her halü karda iş dünyasmda ender rastlanan) bilançolar karar-ver
unsurlan değildi ve netice de kapitaliz min operasyonlannda merkezi bir yer tutmuyorlardı. Bi l an çol ar bir işletmenin günlük işleyişi içinde değil de, u mu miyctle işletme tasfiyeye uğradığı zaman görülüyordu. Ve me sürecinin ana
çıkanlmalan da zordu:
gerçekleşmeme ihtimali
olan var
lıklan ne yapmalıydılar? Ve bir tek muhasebe parası kull a nılmakta olduğundan , döviz hadierindeki �ok önemli ola bilecek- farklılıklan r:asıl kaydedebi lirlerdi? Onsekizinci yüzyıldaki iflas yasalan o zaman bile bu tür zorl ukların gerçek anlamda aşılamamış olduğunu göstermektedir. Dü zensiz aralıklarla yapılan denetimler ( murakebe} sadece bir önceki denetlerneye göre bir teY ifade ediyordu. Mesela Fuggerler 151l'deki denetimden sonra ancak 152Tde fir malannın sennayo ve karlannı değerlendinn eye muva.ffalç
bu iki tarih arasında, hiç şüphesiz işlerini denetimine dayanarak yürütmediler.
olabi ldi ler. Ama
1511
Son olarak, kapitalizmin
rasyonel aletlerini dikkate
tutmanın yanısıra başka aletiere de yer ayırmalı delil miyiz: kambiyo senetleri, bankacılık, hisse senedi borsalan, piyasalar, cirolar (endorsements), iskontolar (senet larmalan), v.s.? Ama pek tabii bütün alırken, çift-yönlü defter
185
bunlar batı dünyasının ve onun kutsal rasyonalitesinin dı
şında da bulunabilecek şeylerdi. Ve bunlar her halükirda bir mirastı, iktisadi hayatın gün d eli k faaliyetleri tarafın dan basitleştirilip mükemmelleştirile gelen, yavaş yavaş biriken bir uygulamalar. kütlesiydi. Müteşebbisliğin yeni
likçi (icatçı ) ruhundan daha önemli ol a n, artan ticaret hac mi, para arzının sıkça gözlenen yetersizliği, v.s . gibi olgu
lardı.
Ancak, tarihçilerio kap i tal i zmi rasyonalite ile eşitle rneye can atmalan modern ticaret tekniklerine duydukla
kayn a kl a nıyor acaba? Aksine, k apita ol d uğu yol un daki bir duygudan -ar güman kelimesi pek uygun gitmez bura d a- kapitali zmin
n hayranlıktan
mı
li zmin büyümeye eş
birçok teşvik ediciden hiri d e�l , tek
teşvik edici, tanktaki
ka plan , ilerlemenin esas hareket etti ricisi olduğu duygu
sun dan doğmakta değil midir? Bu, bir kez daha, k api tal iz mi piyasa ekonomisiyle çok yakından özdeşleştirmektir daha önce
izah ettiğim gibi, bana
göre gelişigüzel bir
mevcut oldu klanndan her biri diğeri yüzünden - geliş
eşitlik bu, ama her iki şey bi rarada
ve eşzamanh olarak
-
tikierinden ötürü, anJ aşı l abilir bir eşitleme. İnsanlar bir
adım daha atıp, piyasa de n gesi nde , piyasa sisteminin işle yişi nde gördükleri 'rasyonaliteyi' kapitali zmin hesabına yazma aceleciliğine düştüler. Ancak burada bir yerlerde bir çelişki yok mudu r'! Zi ra hakkında o kadar çok şey yazı
lan ünlü rasyonel piyasft süreci kesi nJ i kl e spontane m üba del e aracılığıyla, her şeyden önce serbest, rekabetçi ve hiç bir şekilde yö nlen di rilm eyen ticaret aracılığıyla i ş l e m e k
tedir: ister gizli el (Adam Smith), ister doAal bilgisoyar ( Oscar Lange) olarak tavaif edilsin, bi reys e l hesaplamala nn çok ötesi ne giden bir 'doğal dü zen'den, kollektif arz ve talebin bu l uşm asından doğm aktadır. A priori ol arak, bu durum kendine maksi mum kar yolunu arayan bireysel 186
müteşebbisin rasyonel davranışı ile aynı şey olamaz. Adam Smith'e göre, müte,ebbis, otomatik olarak garanti
edilen tüm ekonominin uygun işleyişinden (devletten daha
fazla) endişe etmek i htiya cını
veya beşeri bilgi' muhtemelen
duymaz. Zira 'hiçbir hikmet bu görevi yüklenemez. Ka
pitalizmin rasyonalite olmadan, yani araçlann amaçlara sürekli olarak uydurulması, ihtimall erio zekice hesaplan
ması olmadan var olamayacaı}mı kolayca kabul ederim.
Ama bu da bi zi rasyonelden ne anladı!umza dair göreli ta
nımlara geri götürür. Rasyonel, her seferinde amaç ve araçlara bağlı olarak, sadece bir kültürden diğerine de�l ,
bir şartlar kümesinden diğerine, bir toplumsal gruptan di ğerine değişebilir. Bir tek ekonomi içinde rasyonelliğin de
ğişik biçimleri varolabilir. Rekabetin (belirli bir) mantığı vardır; ama tek elin , s pekülasyon ve iktidarın da (bir) man tığı var. Sombart ömrünün sonlarına doğru ( 1934) ekonominin kurallanyla kapitalistlerin eylemleri arasında belirli bir çelişkinin farkına vardı mı? İktisadi hesaplama ile spekü lasyon arasında, rasyonellikle irrasyonellik arasında par çalanan müteşebbisin garip bir resmini sunduğu muhak kaktır. Böylece neredeyse kapitalizmi - benim bu kitapta yapmaya yöneldiğimi gibi - 'irrasyonel' spekülasyon dav ranışı ile aynı kaba koyma nokta:;ına gitmektedir. Ancak ben burada piyasa ekonomisiyle kapitalizm arasındaki
ayınmın önemli olduğuna ciddiyetle inanıyorum. Bizzat piyasa ekonomisinin erdem \'e 'rasyonalitelerini' kapitaliz
me atfetmemek önemlidir - Marx ile Lenin bile, örtük ve ya açık biçimde , tekellerin gelişmesini kapitalizmin kaçı nılmaz fakat geç bi r goliljimi saymak suretiyle, bu hataya düşmekt.edirler. Marx i çi n , 'kapitalist sistem', feodal siste min yerini aldığında 'medenileştirici' bir kuvvet idi: çünkü, ilerlemeyi mümkün kı lan 'üretim güçleı;nin ve toplumsal 187
ilişkilerin geliş m esin e
daha elverişliydi' ve şiddetin ve bir
toplumsal sınıfın diğeri aleyhine toplumsal ilerlemenin
(maddi ve düşü nsel
avantajlarıyla beraber)
tekelini ele ge
çirmesinin olmadıg-ı bir gelişme aşaması na yol açıyordu'. Eğer Marx başka bir yerde 'rekabeti n illüzyonl annı (yanıl sama)annı)' suçluyorsa, bunu
kapitalistlerin
davramşını
eleştiren bir pasajda değil, bizzat ondokuzuncu-yüzyıl üre
tim sistemini tahlil
ederken yapmaktadır. Çünkü kapita
listler 'haşin yönetim otoritelerini' tamamen üretici olm ak tan kaynaklanan topl umsal işlevlerinden alıyorlar, ge ç
mişte olduğu gibi onlan 'politik
y a teokratik efendiler'
ve
yapan bir hiyerarşiden değil . Şimdi 'bireysel keyfi l i k husu
sunda doğal ve her şeye gücü yeten bir kanun olarak' gö
z ü ken 'üretimin toplumsal ,
ahengi'dir. Benim
kendi görü
şüm şudur ki kapitali zmin 'harici' tabiatı için (benzer) bir
iddia hem ondokuzu ncu yü zyıl öncesi hem de sonrası için ileri sürülebilir.
Lenin 1 9 16'da yazı lan ünlü bir yazıda kapitalizmin an cak 'gelişmesinin beli rli ve çok yüksek bir aşamasında, te mel vasıflanndan belirli olanlannın kendi karşıtıanna dö nü ş m eye başladıklan
zaman' kara k terini değiştirdiğini
(böylece yirminci yüzyı lı n başlannda 'emperyalizm' haline
geldiğini ) ileri sürmektedir İktisaden, bu süreçte esas şey genel ol arak kapitalizmin ve me ta üretiminin tem e l . . .
vasfı ola gelen kapitalist serbest rekabetin yerine kapita
list tekellerin ikamesidir.' Bu hususu tabii ki k ab ul etmi ediyor Lenin, 'aynı zamanda,
yorum . Ancak, diye devam
serbest rekab ette n doğan tekel , serbest rekabeti ortadan
kaldırmaz,
dürür.'
onun üstünde ve onunla beraber
varlığını sür
Ve burada onunla tamamen uyuşuyorum. Kendi
kelimelerimle ifade
edecek olsaydım şöyle
derdim: '(Çok veya az bir dereceye kadar tekelci olan aşamalanyla, hem dünkü 188
hem bugünkü) kapitalizm,
kendisinden doğduğu
(ve hala kaynak olarak kullandığı) serbest rekabeti ve pi yasa
e kono mi si ni
hiçbir zaman tamamen tasfiye etmez,
onlann üstünde ve onlann yanısıra varolmaya devam eder.' Yani, şunu öne sürüyorum : esas olarak, uzun zaman içinde atılan belirli 'temeller'den hareketle, geniş bir ala· nın gelişmekte olan bir müb a d el e ve pazar ekonomisi tara fından fethedilmesinden o l uş an onbeş ve onsekizinci yüz yıllar arasındaki ekonominin de, Lenin tarafından onun ondokuzuncu-yüzyıl 'emperyalizmi' tahlilinde ayırdedilen iki kadernesi v ard ı : açık veya gi zl i tekeller, ve serbest re
kabet; başka bir deyişle, tanım lamaya çalışageldiğim hA
liyle kapitalizm ve gelişmekte olan piyasa ekonomisi.
Eğer Sambart'ın sistemli
olan gelişmede çok
ve topyekün iza\ı}ara
düşkünlüğü bende de olsaydı, kapitalist
unsurun risk-yüklenme ve spekül asyon tutkusu meyledebilirdim. Bu k i ta p boyu n ca, okuyucu kumar, risk-yüklenme, al d a tm a gibi alt pl an da yatan nosyonlara sık sık atıfta bulunulduğuna dikkat e dece k ti r ; oyunun kuralı bir karş ı - oyu n geliştirmek, onun ters yönde deği l se bile farklı biçimde işlemesini sa�lamak için piyasanın düzenli mekanizma ve a letle ri ne karşı çık maktı . Kapitalizmin tarihini oyun teorisinin özel bir versi yonunun parametreleri dahilinde yazmayı de ne mek eğlen celi olabi li rdi. Ancak (o zaman) oyun kelimesinin (oyna önemli bir
olduğunu
ileri sürmeye
mak, kumar) görünürdeki
basitliğinin,
çok sayıda değişik
ve çelişkili gerçeklikleri kapsamak üzere hcmencecik ters yüz olduğu görülürdü: peşin (forward) kumar, kurallarl a oynama, yasal kumar, ters kumar, hileli zarla oynama. Bü tün bunlan bir tek teoriye uydurmak pek kolay olmazdı.
189
14 � Quattrocento* Floransa'sı:
Yeni Bir Yaşama Sanatı
Bugünden geriye doğru bakacak olurs ak , bat ı ka pita lizminin uzun dönemde yeni bir yaşama sanatı, yeni dü şünm e tarzlan yarattığı inidir edilemez: Onlarla yanyana gelişti. Buna yeni bir medeniyet diyebilir miyiz? Sanın m bu fazla ileri gitmek olur: bir medeniyet daha uzun bir za man ölçe�nde birikimini tamamlar. Ancak, eğer bir değişme olduysa, bu ne zaman vuku buldu? Max Weber önemli dönüm noktasımn Protestanlık ile geldi�ni düşünür - demek ki onaltıncı yüzyıla kadar daha o rt a da bir şey yoktur; Werner So m bart ise de�şimi onbeşinci-yüzyıl Floransa'sına yerleştirir. Otto Hinze 'nin ifadesiyle Weber'in gözdesi Reformasyon, Sombart'ınki Rö nesanstır. Zihnimde hiçbir şüphe yok: bu hususta So mbart haklı
dır. ünüçüncü yüzyıl
-
ve a
fortiori andördüncü yüzyıl
Floran.sa'sı, ke l i m eye hangi anlamı verirsek verelim, kapi
talist bir şehirdi. Sunduğu erken gelişmiş ve anormal tas{*) Quattrocento: Onbetinci yüzyil {özellikle o devrin İtalyan edebiyatı)
BBnat ve
191
vir gayet makul bir tarzda Sombart'ı çarptı. Daha az ma kul olan şey, onun tüm tahlilini bir tek şehire (Floransa) ve çok ünlü biri olduğuna şüphe olmay an - bir tek ta mğa dayandınnası dır. Mimar, heykeltraş, hümanist Leon Battista Alberti ( 1404-1472) hadiselerle dolu bir tarihe sa hip, uzun zamandan beri güçlü olagelen bir ailenin çocu ğuydu: Alberti ai l esi n i n üyeleri İngiltere'yi andördüncü yüzyılda iktisaden sömürgeleştirmişlerdi; hatta o k a d ar yaygın, her yerde o kadar hazır ve nazır idiler ki İngiliz ve si kalan çoğu kez onlan -sanki Luccahlar veya hatta Flo ransal ılar gibi kendi başianna bir ulusmuşlar gibi- Al bertililer diye anmaktadır. Leon Battista ömrünün birçok yılını sürgünde geçirdi ve d ünyanın derd ü gam ı n da n kur tulmak niyetiyle kutsal örgütlere (tarikatlara) girdi . İlk üç Libri della Famiglia"yı 1433-34 dalaylannda Roma'da y az dı; dördüncüsü 1441'de Floransa'da tamamlandı. Sambart bu kitaplarda yeni bir iklim bulmaktadır: paraya övgü, za manın değerinin kabul edilmesi , tutumluca yaşsına ger eği - çiçeği burnunda tüm güzel buıjuva ilkeleri. Ve bu rahi bin, imanlanndan ötürü kendilerine saygı d uyul an uzun bir tüccar silsitesinden geliyor olduğu gerçeği , yazdıklan mn önemini arttırmaktadır. Para •her şeyin kökü'dür; •pa ra sayesinde bir kasaba evi veya villamız olabilir; ve tüm tacir ve zanatçılar parası olan için hizmetçiler gibi z a hın e te koşarlar. Parası ol m ay anın hiçbir şeyi olmaz ve para her maksat için gereklidir.' Servete karşı yeni bir tavırdı bu: Önceleri selanıet ( kurtuluş) yolunda bir çeşit engel sayılı yordu. Aynı şey zaman için de geçerliydi : Geçmişte. zama mn yalmzca Tann'ya ait olduğu kabul ediliyordu; onu (fa iz biçiminde ) satmak, kişiye ait olmayan bir şeyi (non su um) satmaktı. Fa kat şimdi zaman bir kez daha insan ha yatının bir boyutu, insanın israf etmekle iyi etmeyeceği servetinin bir parçası olmaktaydı. Lükse karşı da yeni bir -
192
yaklalJlll söz konusuydu:
'Otull anın , hiç ak.lmııdan çıkar
mayın,' .:iye yazar Alberti, 'masrafuuz asla gelirinizi aş mamalıdır' - soylulann gösterişli lüksünü mahküm eden yeni bir kural. Sombaıt'm söylediği gibi, 'bu, kendini zar zor dayurabilen :ıciz insaniann lanetolası ey bi.!��l�ri!le değil, zenginlerin kaşanelerine tutumluluk ruhunun so kulmasıydı.' Diğer bir deyiı,le, kapitalizm ruh unun. Max Weber, zekice ve mantıklı biçimde düştüğü bir
dipnotta , öyle değil
diyor. Alberti sadece antikite bilgeliği
nin i l ke l e rin i tekrarlamaktaydı : Sombaıt'ın , ü z eri n de _yo rum yapmak için seçtiği alı ntılann ba zıları neredeyse ke limesi kelimesine Cicero'da bulunabi lir. Ve gerçekten de Alberti'nin krematistik 'ten (siyasal iktisat yahu t piy as a d a ki servet akıŞından) değil d e sadece hanehalkı i daresin den (kelimenin etimolojik anlamıyla ekonomi'den) söz etmekte
olduğunu söylemek insana çekici geliyor. Bu, Al b erti 'yi Hau.•wltterliteratur (onsekizinci yüzyıla kadar çok sayıda
liyakatJi Alman uzmanın kullandığı iyi evidaresi elkitap lan) geleneğinin içine sağlam biçimde yerleştirir: bazan büyüleyici karakterde ama ticaret dünyasıyla ancak dotay lı biçimde bağlantılı bol miktarda öğüt içeren manüeller. Bununla beraber, bu sefer yanhş tarafta olan Max We ber'dir. Hatasını �rketmesi için. Sombart'm alıntılannın çok amtl'lı bir fikir verdiği Libri della Famiglia'yı ok u m a k zorundaydı sadece. Yahut, Floransa hayatımn �er göz
lemcilerine, özellikle -onu muhakk ak ikna edece k olan Certaldo'ya kulak verebilirdi. 'EA'er paran varsa, bekleme, onu evde atıl tutma, zira atıl durmaktansa bey buda çalışmak yetdir: çalışmakla hiçbir kazanç el de etme seniz bile, en a zından i' yapma alışkanlığını kaybetmez ainiz.' Veya şu: 'Her zaman zahmet çek ve kazanç sağlama ya çalıf'; yahut 'Nasıl para kaıanılacatım bilmek güzel bir şey ve büyük bir bilimdir, ama onu makul şekilde ve Paola
193
doÇ\1 yerde harcamasını bilmek daha üstündür.' Ve Albe� ti'nin yazdığı bir diyalogdaki konuŞmacılardan biri 'Vakit nakittir' demenin eşi�e gelir. Eğer kapitalizm bir 'zihni yet' sayılıp kelimelerle ölçülebilirse, o zaman Weber mu ı. _ ı. , , --VAnt h vor ol mah .6w....- ,. .. � , onun cevabını da uiUUUiK sureit" ı.o;; " �·· • • •..� - __
�·
- - ·--·• •
tahayyül ed ebiliri z : tüm bunlar olsa ol s a sadece bir zen-
gi nleşm e arzusudur. Kapitalizm başka bir şeydir gene; hatta bunun a ksi di r : bir iç denetimdir o, 'bir fren, bir sı nırlama, yahut en azından servete doğru irrasyonel tah rikin rasyonel biçimde
sınırlanması
girişimidir.' Birinci
k a reye geri döndük gene ! Bugünün tarihçisi kapitalizmin özüne bu tür yer ta yin etme girişimlerinin ilginç ve bir ölçüde işe yarar o l d u ğunu düşünebilir, ama bunlar hiç bir surette soruyu ce vaplandırmaya yetmez. Eğer
kapitalist
zihniyetin köken
lerini gerçekten k e şfe tm e k i stiyorsak, kelimelerin büyüle yen çe mberi n d e n çıkıp gerçek hayata bakmalıyız. Başka bir deyişle, Marx'ın bizzat önerdiği gibi, orta çağ İ taly an şehirlerini özenle incelemeliyi z. Batka Zamanlar, Başka Dünya Görüşleri Sombart-Weber tartışmasının bir gerçeksizlik anla mı taşıdığını hissetmernek bu gü n imkansızdır artık:
hayali
bir r aki ple oynamaktan fazla bir şey gibi görünmemekte dir. Belki de onu bize uzak ve yabancı gösteren şey bizim
kendi
tariht tecrübem i zdir. Max Weber için
1904'te ve Wer
ner Sambart içi n 1 9 12'de Avrupa'nın dünyanın, bilimin, akim ve mantığın zo runl u merkezi olduğunu hissetmek ta
eski nefs-emniyetini ve üstün lük kompleksini yitirdik. Öyle ya, bir medeniyet bütün za mamen normaldi. Ama biz o
manlar için bir diğerinden niçin daha kavrayışlı ve rasyo nel olsun? 194
Max Weber bu soruyu göz önüne aldı, ama biraz tered dütte n sonra ilk konumunda diretti. Hem on un hem Sorn bart için, kapitalizmin herhangi bir izahı batı 'kafa'sının tartışılmaz yapısa l üs tünl ü ğüyl e alakah olmak zorunday dı - bu üstünlüğün kendisi ise tarihin rastlantı ve karga şalıklannın, dünyanı n oyun kıifıtlarını dafı tm a tarzının sonucuydu . Dünya tarihini, bir izahı desteklemek bir ya na, b ir d avayı desteklemek için yeniden yazmaya giri şrnek boşu n a dır. Ama eğer Çin yelkenlileri Ümit Burnu'nu 14İ9'da , bizim Yüz Yıl Savaşlan diye an dıfı m ı z Avrupa geri l em es ini n ortasında dol aşmı ş olsalardı ve dünya ege menliği o dev ve uzak ülkenin, meskiin dünyanın o diğer kutbunun şansına düşmüş olsaydı, n e olurdu acaba? Weber-Sombart tartışması çağlannın başka bir işareti
ni de taşmaktadır: Max Weber için, kapitali zm bir doruk olarak gözükmekteydi, vaadedilmiş iktisadi gelişme ülke si, i l erl em e (terakki ) nin son aşaması. Eserlerinde gözüm den kaçan bir şey yoksa, kapitalizmi hiçbir zaman nazik ve m uhte m el en geçici bir rejim olarak görmedi. Bugün ka pi talizm dediğimiz olguda ölüm veya her halükirda dönü şüm ( m u tasyon ) serileri artık o kadar gayrı muhtemel gö ZÜkmüyor. O nl an n gö zlerim izin önünde meydana gelmek te olduklarını görebiliyoruz. Kapitalizm her halükirda bi ze tarihsel evrim içinde son söz olarak gözükmüyor artık.
195
15
·� Avrupa Dışında Kapitalizm:
Çin ve Japonya
Avrupa gibi, dünyanın geriye kalan bölümü de yüzyı l lar boyu üretim gerekleri, ticaret yasalan ve para hareket..
leri tecrübesine sahip olmuştu. Bütün mümkün kombine
zonlar arasında, belirli bir kapitalizm biçimini müjdeleyen veya belirten işaretleri aramak saçma mıdır? Ben, Deleu ze ve Guttari ile aynı kanaate meyyalim: "Ka pit ali zm aşa tl yukan her toplum biçimine görünen bir hayal ettir." Ama şu gerçek de akılda tutulmalıdır: kapitalizmin ihdası Avrupa'da başan lı olmuş, Japonya'da bir başlangıç yapmış ve (kaideyi bozmayan bazı istisnalarla) hemen hemen baş ka heryerde b aşansı zlığa uğramıştır-yahut kemale erme de başansız olmuştur demeliydim. Bunun, biri iktisat ve co�afyayla, diğeri siyaset ve · toplumla ilgili başlıca iki izahı vardır. Bu izahiann ana hatlarını çizır.ekten öteye gidemiyoruz. Bu gibi bir araştır ma ne kadar eksik ve sonuçta olumsuz olursa olsun, Avru palı ve Avrupalı olmayan tarihçiler tarafından henüz sade
ce kısmen araştınlmış ve derlenmiş olan kanıtlan incele dikçe, başansızlık veya yan-başarının açık vakalan bize 197
bir dünya meselesi olduğu kadar Avrupa'ya özgü bir mese le olarak da kapitali z m hakkınd a birşeyler söyleyebilir. Uzun Mesafeli Ticaretin Mucizeleri Kapitalizmin herhangi bir biçiminin ö n-şartl an
şıml a bağl an tılı olmak zorundadır; hatta
dola
ilk bakışta tam a
men bu tek faktör tarafından belirlenmiş olduklan bile dü şünülebilir. Dolaşım, ağını ne kadar geniş gererse, o kadar daha fazla karlı ol uyo rdu . Bu b asi t belirleyicilik her yerde geçerliydi. Evelyn Sakakids
Pawski'nin yakın. zamanlar
daki araştırmalan gösteriyor ki onaltıncı yüzyıl da Fukien
ve onsekizinci yüzyılda Hunan, denizin ni metlerinden n a
sibini alan ve ti c arete açık bu iki Çin eyaJetinin sahil şe ri di yoğun bir n üfu sa sahipti ve sürekli ilerliyordu, köy l ül e ri görünürde gay et iyi durumdaydılar; aynı çeltik tarlalan ve aynı insanlarla iç bölgeler ise içe dönük ve görece yok suldu lar. Bir yanda gelişen bir ekonomi , diğer yanda dur gunluk: ku ral her d uzey de ve dünyanın her bölgesi nd e ge çerli görünüyor. Ve eğer bu te m el karşıtlık, bu çok uzak a sırl ard a Çin Asya'da özellikle çarpıcı ise, bunun nedeni burada me safeleri n çok uzak o lm as ıydı ; kara seyahatleri, deniz sefer leri ve az-gelişmenin yan-vahşi böl ge leri hep mübalağalı nispetlerdeydi . Farklı lıkl ar Avrupa'dakinden çok ayn bir ölçek le gösteriliyordu. B üyük çöllere kıyasla, geli şen bölge ler daha dar görünüyor, gemilerin, ticaret mallanmn ve in sanlann seyahat ettiği yol lar boyunca yayıhyordu. Bunun için, şayet Japonya doğu Asya'nın geriye kalan bölümün den o l d ukça farklı görünüyorsa, bu herş eyd en önce ulaşı mı kolaylaştıran deniz tarafından kuşatı lm ı ş olmasından dı; Seto no Uchi minn acık bir Japon Akd eniziydi , sevimli bir Akd eni z . (lô'oı:ı ile Paris arasmda bir iç d eniz tahayyül edin). Japonya'nın tüm gelitmesini tuzlu suyun erdemleve
198
detilim, ama onlar olmadan bu şa süreç ve sırasım tahayyül etmek hemen hemen imkAnsız olacaktı. Ve aynı şey Fu Chu ve Am oy'd an Canton'a kadar sahil şeridine nüfuz eden deniz kol l an (rialar) ile Çin'in güney kıyılari için de kuşkus uz geçerliydi. B u r ad a açık denizlere açılma serüve ni, gerçek boyutl ann a Çin anakarasımn katı denetimin den kaçabilme halinde ulaşabilen belirli bir Çin kapitaliz mi biçimiyle gücünü birleştiriyordu. Çin'in bu sevimli dışa bakan tarafı, 1638'de Japonya dış ticaretten hemen hemen tamamen çekildikten sonra b i l e , tıpkı Hollandalılar gib i ve belkide daha etkin b içimde, J apon takımadalanndan gelen bakır ve gümüş piyasasındaki egemenliğini sürdürm e ni n bir çaresini buldu; Ac a p ul co kalyonundan gümüşleri al mak için Manila'ya ge mi ler gönderiyor, hatırlanamayacak kadar uzak zamanlardan beri Doğu Hindlerin he r yaruna insanlan nı, çeşitli mal1 annı, zanaatçılanm ve rakipsiz ta riyle açıklama peşinde
yanı dildcat tarihteki olayiann
cjrlerini gönderiyordu . Sonralan, Avrupa'mn "Çin ticareti"
için duyduğu coşku Kanton'u merkezi bir piyasa ş ehrine ticareti teşvik ve da vet eden, daha yüksek bir düzlemde ise bankacıl anm n, fi nansör ve tefecilerinin hünerlerini özendiren bir şehirdi. Peki n hükümetinin Avnıpalılarla rekabet amacıyla yetki verdiği, 1720'de k uru l u p 1 7 7 1 'e kadar faaliyet gösteren Co-Hong adlı tüccar grubu Indies Company'nin rakibi ve muazzam Çin servetinin ka�ydı. dönüştürecekti; Çin'in her yanından
Diğer gözlemler
şehirleri için de çok benzer yapılabilir; örneğin 1510'dan yani Portekizliler
o l d uk ç a faal tiC3l'et
tarafından fethedilmeden onceki Ma lacca ; veya 1600 do
laylannda Sumatra'daki Açe (Achem/Aijeh); veya 1683'te Hollandalılann yıkıcı gelişlerinden önceki Bantam-tro piklerin Venedik veya Bruges'ü olan Bantanıt yahut Hind
ve
İslam'ın uzuo zaman önce kurulmuş ticaret şehirleri.
İçlerinden seçmek için gereğinden fazla yere
sa!ıibiz. ( .. . )
199
Hindistan ve Batı Hind sahillerinde b i nl erce tacir, müte şebbis, taşımacı, komisyoncn (broker), banker ve imalatçı sıyla, Surat kadar faal düzinelerce şehir tahayyül etmeli yiz. Hiçbir k apitalist ol m as aydı , kap it aliz m de mevcut ol mayacak mıydı? Hayır demekte tere dd üt ediyor insan. Av rupa'nın tüm
tipik
veçheleri ayru anda mevcuttular: Ser
maye , emtia, komisyoncular, taptancı tacirler, bankacılık,
iş hayatıyla ilgili araçlar, hatta zanaatçı proleterya , hatta Ahın edab ad gibi büyük
tekstil
merkezlerinde fabrikalara
çok ben zeyen atölyeler, h a tta özel komisyonculann ayarla dığı, tacirler için yerel iş yapma-ve uzun mesafeli ticaret. Ama gerçek
h att a, son olarak,
şu ki bu yüks ek tansi
yonlu ticaret fa a l i y e ti sadece belirli ye r lerd e mevcuttu : De vasa bölgele r oldukça dokunulmamış durumdaydılar. Ünü
çüncü ve andördüncü yüzyıllardaki Avrupa'ya benzetilebi lir be l ki .
Nonnan Jacobs'un Fikirleri N. Jacobs'un 1958'de Hong
Kong'da y ayı ml a n an The
Ori.gin of Modern Capitalism in Eastern Asia
(Doğu As
ya'd a Modern Ka pi ta li z mi n Kökeni) adlı e seri ndeki tezi ilk bakışta bas it bir tezdir. Doğu Asya'da, diyor, sadece Japon ya kapitalist bir ülkedir bugün. Japon sanayi kapitali zmi nin s adece Avrupa sanayil eşmesini taklit ettiğini söylemek yeterli açıklama de ğil dir. Eğer cevap bu olsaydı, Uzak Do ğu'daki diğer ül ke l er niçin ayru taklide yete ne kli olmasın lardı? Dolayısıyla, bir takım uzun zaman içinde kurulan yapı lan n kapitalizmi benimseyen b u eği timden, veya eği limsizlikten, sorumlu olduğu muhtemel görünüyor. Bu ba kımdan cevabı pre-kapitalist y apıl arda aramalı, bugünü geçmiş ile · açı kl a m ay a çalışmalıyız. Bu düşünceden hare ketle, kadim Japonya'yı 1) yan ıb aşındaki , kültürel bakım dan yakın fakat
200
çok
farklı
Çin
ile; Il) kültürel bakımdan
Japonya'dan çok uzak, fakat belirli benzerlikler
gösteren
Avrupa ile karşılaştınnalıyız. Eğer Japonya ile Çin arasın daki fark kültürel bir fark deği l
de, bir toplum,
toplumsal
örgütlenme ve siyasi yapılar farkı ise, o zaman Ja pon ya'nın Avrupa'ya benzerliği önemli boyutlar kazanır. Bu
genel de kapitalizm ve o nun geniş anlamda toplumsal kö kenleri üzerine yeni bir ışık serpebilir.
Jacobs'un kitabı yanlış bir tutumla Avrupa pre-kapita lizminin asli özelliklerini zaten biliniyor saymaktadır; on dan sonra Çin ile Japonya aras ı nd a özenli ve ayrıntılı bir karşılaştırma yapmaya geçer, yine ( ve bu çok tartı ş malı dır) kapitalist-olmayan modeli temsil eden Çin vakasının aynı zamanda mutadis mutandis Hi nd için de geçerli oldu g-unu varsayar. İslam'dan hiç söz etmez ve bu hemen göze ç arpan bir ihmaldir. Fakat bu "iki terime indirgeme"nin en önemli kusuru Çin i l e Japonya arası ndaki karşıtl ıklan çok abartma eğilimidir belki . Tersine çevrilmiş bir siyah beyaz imaja ulaşınz ve tehlike bunun bizi keyfi basitleştir melere götiir dtiğüdür. Buna rağmen, karşılaştırmayı baş tan sona takip et m e k ilginç ve öğreticidir.
Karşılaştınnayı yaparken Jacobs tüm
Çin
ve Japonya'nın
tarihini yanyana koymada tereddüt etmez-ve onu al
kışlayabilirim sadece, zira Avrupa için aynı şeyi yaptım
ben de, modem ç ağlardaki gelişmeleri açıklamak için sık sık onbirinci yüzyılın büyük dönüm noktasına, hatta daha öncelere dönüp başvurdum. Jacobs da benzer bir prosedür
izliyor, diye l im Han hanedanının (İ.Ö. üçüncü yüzyıl) Çin'de özel mülkiyet hakkındaki karannı, veya -Japon feodalizminin temeli olan- belirli toplumsal kategorileri toprak vergisinden m uaf tutan yedinci yüzyıl Japon fer manlannı veya Japonya'nın Ashikaga döneminde ( 13681573) nasıl bir deniz gücü haline geldiğini gösteren olayla n zikrediyor. Bu dönemde Japon korsanları Uzak Doğu de201
nizlerini kasıp kavunırken, ekonomi de başanlı biçimde hürriyetl e rini' (yani imtiyazlannı) elde ediyordu. Zımnt veya açık olarak , Nonnan Jacob s böylelikle kapitalizmin önşartlannı bir çok yüzyıla yayılan çok uzun vadeli bir ev rime bağlamakta, tarihsel kanıtlan biriktirme yo luyl a çö '
zümün ortaya çıkmasını tercih etmektedir. Bir sosyologun tarihe alışılmamış derecede iman etm es i dir bu. Jac ob s böy l ec e Ja po ny a ve Çin'in toplum, ekonomi, hü kümet politikalan ve dini kurumlannın çe şi tli fonksiyonel faaliyetlerinin yüzyıl lar süren bir z am an diliminde izlerini sürmektedir. Her
şeyi ele almaktadır:
Ticaret, mülkiyet,
siyasi otorite, işbölümü, sosyal tabskalaşma
lik
ve
hareketli
(mobility), kanbağı, m i r as sistemleri, dinin rolü-her
durumda bu uzun-ömürlü ol gu l a rda Avrupa tarihine benzeyen ve bu sebeple kapitali st bir geleceğin tohumlan nı gösteriyor telakki edileb i l e n herhangi bir özelliği gözle· mektedir. Sonuç, benim biraz öznel bir yoll a özetleyece ğim, yol alırken kendi şerh ve yorumlanını
ilave edeceğim
uzun ve özgün bir kitaptır.
Çin'de başlıca en gel sıkı bürokrasisiyle devlet idi-bu na, ender aralıklarla çökebilse bile her zaman daha önc eki
kudretine kavuşturulan devletin uzun ömürlülüğünü ila ve e de l im : büyük öl ç ü de merkezileşmiş, çok ahlaki, Kon füçyen maneviyatın sıkı geleneğini muhafaza eden, sık
sık
ıslah edilen ama genelde (kültür, ideoloji ve dini ken di hiz meti ne alan) yönverici ilkelerine sadı k k al an d evlet; ve
devleti , yani her dereceden mandarinleri, kamu yaranrun
hizmetine sokan devlet. Kamu işleri, sulama, yollar, ka nall ar, kentlerin güvenlik ve yönetimi, dış tehditlere karşı tururlann korunması-bütün bunlara devlet bakıyordu·. Aynı şekilde kıtlığa (genel açlığa) karşı önlemler almak da d evl eti n göreviydi; devlet tüm ekonominin köşetaşı olan tanmsal üretimi kollamak ve teminat a l tına almak zorun202
daydı; gereğinde çiftçi, ipek-üreticisi ve girişimcilere avans ödemeleri yapılmak zorundaydı; kamuya ait zahire ambar lan olağanüstü durumlar için dolu tutulmalıydı; ve bu her yerde mevcut müdahalenin zorunlu bir sonucu olarak, sa de ce devlet vergi koymak hakkına sahip bulunmalıydı. Eğer imparator ahlak (morality) yolundan aynlacak olur sa, tann onu terkeder ve hükümdar otoritesini yitirir. Fa kat normalde bu otorite kÜlü ve itiraz kabul etmez idi ve teorik olarak evrensel haklara sahipti. Ö zel toprak mülki ye tini n Han dö n emine kadar u z an dı ğı doğrudur, fakat hü kümet teori de tüm toprağın mülkiyetini kendi e li n de tutu yordu. Köylüler ve hatta önemli toprak sahipleri, yine ka mu çıkan ve tanmsal kolanizasyon adına, imparatorluğun bir bölümünden diğerine gelişigüzel gönderilebilirdi. Bü yük-ölçekli girişimci olarak dev l et aynı zamanda köylüleri angarya çalıştırmak hakkını elinde tutuyordu. Bir toprak aristokrasisinin köylülerin sırtında kendini inşa ettiği ve onlann emeğinden yararlandığı doğrudur, ama bun u hiç bir meşru hak iddiasında bulunmadan ve sadece doğru dan gözetim yapan devlet memurlannın bul unmadığı köyl e rde devleti temsil etmek ve özellikle devl et naroma vergi top lamak üzere ya pıy ord u Bu bakımdan soylular bile devle tin iyi niyetine b a ğı m h ydıl ar .
.
Aynı şey keskin bakışlı yönetimin her zam an hizaya sokup faaliyetlerini d e netleyi p sınırladığı iş (ticaret) adamlan ve imalatçıl ar için de doğruydu. LimanJarda, bü tün gemiler giriş veya çıkışta yerel mandarinden yetki al mak zorundaydılar. Bazı tarihçiler erken onbeşinci yüzyı lın devasa denizcilik operasyonlarının devletin dış ticare tin kazançlan nı denetlemesinin bir yolu ol d u ğunu bile dü şünmektedirler; bu mümkün fakat keiıin değildir. Her kent aynı şekilde devriye geziliyor, gözetleniyor, kapılan geceleri kapatılan mahalle ve sokaklara bölünüyordu. 203
Böylesi fartlar altında, ne tüccar, faizci ve sarrafl ann, ne
de devl etin bazan şu veya bu maksatla sübvanse ettiği imalatçılann fazla iktidar fanslan vardı. Hükümet, bir bi
reyin aşın servete sahip olmasını hem gaynahlaki hem gayr-ı adil sayarak kınamak, kamu yaran adına uygun görd üğü herhangi bir kimseyi cezalandırmak yahut vergi lendirrnek hakkına sahipti. Bu şekilde ıslah edi l e n suçlu şikAyet edemezdi : kamu ahlikı tarafından cezalandınlı
yordu. Sadece mandarinler, bürokratlar ve bu k ud re t li in sanlann himaye ettiği bireyler kanunun üstündeydi-fa kat onlann ayncahklan d a hiçbir zaman hakiki sayılma
m a h dı r. Bir tek
m i s a l den
belki , fakat imparator
birçok sonuçlar çıkarmamalıyız
Qianlong'un
gözde bakanı Hes
h e n in vakasını alalım : İ mparator 1 799'da ölünce, Heshen '
imparatorun halefi tarafından idam edildi, servetine de el kondu . Açgözlü, suisti m alci ve çok nefret edilen bir adam dı, ama başlıca suçu çok fazl a mal varlığının olmasıydı bir üstat ressamlar kol leksiyonu , birkaç köşk ve rehin mülkler, muazzam bir altı n ve mücevher stoku; k.ısacasa, çok zengindi ve aynca artık yönetirn de deği ldi . . .
haklan arasmda zayıf ( noksan, kurşun kanşımı ağır caixalar) paralar sık sık kalpazanlarca taklit
Devletin başkaca özel
değeri az) p arala r (bakır ve darbetmek vard ı; bu
edilirdi ( fakat hakikisi gibi tedavül ederdi) ve üzerindeki damga aşındı yahut kaldırıldı mı değerinden kaybe derdi ; devlet aynı zam�da kAğıt para basma imtiyazına sahipti ve bu paralan taşıyanlar daha sonraki bir tarihte kendileri ne ödeme yapılacağından her zaman emin değil
resmi
di l e r Tacirler, sayısız faizci ve .
sarraflar, çoğıın lukla devlet
vergilerini toplamak suretiyle kendilerine
geçim sağlayan bu ne
kimseler, en
kıt
kanaat bir
küçük bir servet nişanesi
kat.kılan yüzünden üstlerine çullanılacağı yahut devle
tin eşitlikçi öfkesini onlara çevirtmek isteyen bir rakip
rafından ele verilecekleri korkusu içinde
204
yaşıyorlardı.
ta
Bunun gibi bir sistemde, birikim sadece devlet taraftn dan
ve
devlet aygıtı içinde
bqanlabilirdi. Sonuç
olarak
Çin'in "totaliter'" bir rejim altmda yaşadıjı söylenebi lir (kelimenin yakın zamanlardaki tüm korkunç çağnşımlan olmaksızın) ve Çin örneği en uygun biçimde benim piyasa ekonomisi ile kapitalizmi ayırma hususundaki ısranmı desteklemektedir. Zira, J aco bs tarafından biraz a priori bir argüman halinde önerilenin-yani kapitalizmin de, piyasa ekonomisinin de yokluğunun-aksine, Çin benim bir kaç ke z zikrettiğim, yerel piyasalar zincirine, giderek şişe n kü çük zanaatkarlar ve gezgin tacirler nüfusuna, kalabalık al ı şve riş caddeleri ve kent merkezleri ile sağiamca kurul muş bir piyasa ekonomisine sahipti. Dolayısıyla temelde ticaret canhydı ve gerekli tedbirler gayet iyi alınmıştı; esas olarak tarunsal üretimle ilgilenen hükümet ticareti teşvik ediyordu ; fakat üst kademelerde devlet uzlaşmaz biçi m de her şeyi denetliyor ve kendini "anormal olarak" ze n ginleş tiren bireylere karşı qikitr bir düşmanlık gösteriyordu Hatta o kadar ki ke ntl ere yakın araziler (Avrupa'da bu topraklara yüksek ücretler ödeyen şehir sakinleri için baş lıca ge l ir ve rant kaynağı idi) Çin'de, tehir pazann a yakın lığın verdiği avantajı dengelemek m aksadıyla yüksek oranda vergilendiriliyordu. Dolayısıyla, onü �cü yüzyılın tuz-tacirleri veya Kanton'daki Co-Hong gibi devletin des teklediği, devleti n gözetiminde ve her zaman aşağı yukarı onun merhametine bağlı belirl i açıkça-tanımlanan gruplar dışında, kapitalizm olamazdı Çin'de. En fazla, Ming Hane danı egemenliğinde yarım yamalak bir buıjuvazinin ve .
göçmen Çinliler araSında, özellikle Dotu Hind'de, bugüne yaşayagel en bir çeşit kolonyal kapitalizmin varlı ğından sôz edebiliriz. kadar
Japonya'da kapitalizmin tohumları
Ashikaga
döne
minde ( 1368-1573) devletten bağımsız iktisadi ve BOSyal
205
güçlerin vüc:uda gelmesiyle atılmıştı (hiç kimseye kiUll so rumlu olm ay an loncalar, uzun•mesafeli ticaret, özgür
kentler ve tüccar grup l an ). Devlet otoritesinin nispi yoklu Aunun ilk işaretleri hatta daha önce, katı bir feodal sistem kurulur kurulmaz ortaya çıkmıştı. Fakat erken tarihierne bir problemdir: feodal sistemin tanınabilecek biçimde 1270'de d oğdu ğu n u söyl e me k , aşın kes i n tarihiernenin ya nıltıcı ol abileceği bir alanda çok faz la kategorik olm aktır; aynı zamanda bu gelişmenin erken d önem inin, yani impa ratorluk al anlan pahasına geniş bireysel-mülk halindeki arazilerin te si si nin üzerine bir örtü çekmek demektir. Bu tür arazilerin oluştuğu yörel er, arazi lerin babadan oğu l a geçer hale gelmesinden önce bil e , onlan koruyacak ve öz el liklerini savunacak ord u l ar kuruyorlardı. Nihai sonuç er veya geç güçlü, kendi kentlerini, tacirlerini , zanaatçılanm ve özel çıkarlanm koruyan bir dizi yan-bağımsız eyal e t olacaktı .
Moğol fethinin ( 1644-1 680 ) felaketlerinin, bir çeşit sü
ve normale dönme ihtimalini muhafaza eden bü yük bir nüfusun daimi varlığı olması dunımuna rağmen, Ming dönemi nde ( 1368-1 644) ve hatta daha SOY!rasında Çin'i feodal rejimden kurtarabilirdi k . Şunu düşünmeye meyyalim: feodal bir sistem bir sı fı r duru mundan z uhur eder; ister kaza, katastrof veya nüfusboşalbmı son u cu ol sun , nüfusun ş id de tl e az olduğu zamanlarda yahut, belirli d urum larda, nispeten yeni bir ülkenin ilk adı mlanm at makta olduğu zamanlarda. İlk dönem Japony a 's ı üçte iki si boş bir takımada idi. "Batat özelliği" diyor M i che l Vie, "anakıtaya kıyasla gerikalmışlığı idi" (anakıtaya, yani Ko re ve herşeyden önce Çin'e kıyasla ). O uzak asırlarda Ja ponya, Çin m e de ni yetinin yansısımn peşi nden gidiy'!lrdu, fakat ona yetişrnek için gerekli nüfus ağırlığından yoksun du. Küçük gruplann bir veya birkaç dtifmanlarına güçlükrek l i l iği
206
le boyun eğdirdilderi o sonugelmez vahşi s avaşl an
yüzün
den müzmin bir az-gelişme hali sürdürüldü; ve takımada,
tazyik altında huzursuz ittifaklar içinde b irarada oturan, birbirinden aynlan özerk birimlere bö lünmüş olarak kaldı. Bu biçimde oluşturulan çeşitli Japon toplumlan kaotik, uyuşmaz ve biribirlerinden kopuk idi ler. Birliklerinin olmamasma karşı, Tenno'nun (Kyoto'da yaşayan imparatorun) otoritesinin olduğu doArudur, fakat bu dünyevi olmaktan çok kuramsal ve manevi idi; ve aynı zamanda peşpeşe sıralanan çeşitli büyük şehirlerde uzun veya kısa ömürlü, şogun'un acımasız ve nefret- duyu l an otoritesi vardı. Sonuçta bakufu hükümetini kuran ve bu nu Hideyoshi'nin hükümranlığında Japonya'nın tümüne fakat ilk fırsatta
genişleten şogunlar oldu. Hideyoshi , ülkeyi Meiji devrimi ne kadar yönetecek olan Tokugawa hanedanının (1601-
1 868) kunıcusuydu .
BasitleŞtirirsek, denebilir ki Avrupa Orta Çağlannda· kine benzer bir çeşit anarşi içinde, ülke ken dini çağlar bo yunca tedricen kurarken Japonya'nın çeşitlenen arenasın da her şey eşzamanlı olarak gelişiyordu: merkezi bir hükü met, feodal beyler, kentler, köylüler, bir zanaatçılar sınıfı, taci rl er Japon toplumu, ortaçağ Avrupa'sının hürriyetleri .
(Liberties : imtiyazlar) gibi "hürriyetl er"le kaplıydı , arka sı nda kişilerin kendilerini korumak ve yaşamak için siper lenebilecekleri ayncahkl ar. Ve kanşım hiçbir zaman tarna miyle halledi l medi, hiçbir te kyanh çözüm b aş anyl a empo ze edilemedi. Bu da, çatışma ve hareket doğuran, Avru pa'nın "feodal" toplumlannın çoğulculuğunu mu habrlatı yor? Tokugawa'mn neticede iktidara gelmesiyle, unsurlan m daimi olarak ayarl am ak zorunda kalan huzursuz bir denge tahayyül etmeliyiz, Çin'de old ugu gib i 'totaliter' çiz gi de örgütlenen bir rejim değil. Tarihçi lerin abartma eğili mine sahi p olduklan 'lbkugawa zaferi sadece bir yan-zafer
207
olabilirdi, gerçek fakat tamamlanmamış, tıpkı Avrupa mo narşilerininki
gibi.
Bu zaferin piyadeler ve Avrupa'dan gelen ateşli silah larla kazanıldığı doğrudur (özellikle "arquebus"larla, zira Japon toplan tahrip etmekten çok gürültü çıkanyorlardı) . Er vey a geç, dı:ıimyo (feodal beyler) teslim o lma k ve hızlı d üşünen hükümetin otoritesini kabul etmek zorundaydı; bu hükümet sağlam ı.ir o rd uyu beslemek, ge reken yerler de gözetim ve müd ahel eyi kolaylaştıracak organize konak yerleri bulunan bir ana yollar ağını denetlernek zorunday dı. Daimyalar iki yıldan birini Edo (Tokyo)'da, şogun'un merkez-dışındaki ba şkenti n de geçinneye ve orada
yeni,
bir tür
ev-hapsinde (sankin-kotai)
kalmaya
razı
ol m ak,
tı
marlarına geri döndüklerinde ise kadın ve çocuklarını ge ride rehin bırakmak zonındaydılar. Thnno (imparator)nun
biz z at bir yakını da Edo'da reh i n olarak yaşı yordu . Karşı laştırma yaparsak, Fransız soylulannın Louvre veya Ver sailles'da hapsedildikleri yaldızlı kafes, öz gürl ü ğün zirve si gibi görünmeye başlamaktadır. Böylece güç dengesi şogun'un lehine değişti. Gerginlik
kaldı ama, ve şiddet ol ağa n bir ş eydi . Şogun Iemitsu hadi
sesini alalım mesel a; 1632'de babasının yerine geçtiğinde çok genç olan
Iemitsu herkese kimin efendi (hükümran) ol
duğunu göstermenin gerekli olduğunu düşündü. Daim yo1an topladı . Saraya va np her zaman olduğu gibi son iço dada toptandıklan zaman, orada başka hiç kimseyi bula ma dılar. Beklediler; içeride hava çok soğudu; kendilerine yiyecek de ikram edilmedi, ve gece oldu. Aniden perdeler çekildi
ve şogun
meşaleler altında göründü. Onlara efendi
leri gibi hitap etti: "'Tüm b ey l ere, en büyüklerine bile, te
olarak davranmak niyetindeyim. Eğer aranızd a bu inkiyada itirazı olanlar varsa, tımarianna geri dönüp sa vq için hazırlansınlar; onlarla aramı zd a muharebe karar bam
208
verecektir." Bu, 1635'te sankin'i ihdas
eden ve hemen aka
bin d e Japonya'yı, bir kaç Hollanda gemisi ve Çin yelkenli
si dışında, tüm dış ticarete kapatan IJOgundu. Taeirierini de soylulan kadar sıkı bir egemenlik altında tutmaya ni
yetliydi. Feodal beyler sindirildi , ama tımarianna dokunulma
dı. Şogun belirli tırnarlan müsadere etmeye devam etti, fa kat aynı zamanda bir miktar yeniden dağıtım da yapılıyor du. Ve feodal aileler günümüze kadBl" varlıklanru sürdür düler-uzunömürlülüğün dikkate şayan bir örneği . Hane dan (sülale)lerin varlığını s ürdürm e si gerçekte teşvik edil di. "lil hassa primogeniture (büyük erkek kardeşin üstünlü
ğü) sistemi sayesinde; Çin'de ise miras
bütün erkek çocuk
lar arasında taksim ediliyordu. (Bazıları sanayi kapitaliz
mine girişlerini başarıyla müzakere eden) bu güçlü ailele rin gölgesi nde daha düşük dereceli bir aristokrasi, Meiji'yi takibeden sanayi devriminde de rol alacak olan samuray aristokrasisi uzun zaman varlığını sürdürdü. Ne var ki,
bizim bakışaçımızdan
en önemli şey, serbest
pazartann ve özgür kentlerin gecik.rnif fakat hızla etkin olan kuruluşu idi-kurulan ilk özgür kent (town) 1573'te
ki Sakai limanıydı. Güçlü meslek loncalan iş ağlarını ve ı .... : : J i erini nı
bir keııtt.m diğerine genişletiyor, loncalarla ay
il keler üzerinde onyed:� ıd yüzyJm s:>"l!anndan itibaren
kurulup 1 72l'de resmen tanınan tüccar birlikleri arasn'a
Batı'n�nkiler
gibi imtiyazlı ticaret şirketlerine benzerneye
başlıyor la.. �1 . �':!;., bir r.P.o;:ııcı özellik, bazı felaketiere
rağ
men Henri Pirenne'nin ileri sürd� "?Aman fasılalan"nm
çok ötesinde, bazan tüccar hanedanlan
yüıyılar boyu varlıklarını ;.u -,Jüren idi : mesela, Konoike, Somitomo · ·�
Mitsui aileleri. Bugün bile aşın ölçüde güçlü bir aile olan Mitsui'nin kurucusu, " 1620'de Ise eyaletine yerleşan bir sake ( Ja pon
içkisi)
imalatçısı" idi; o!lu ise 1690'da Edo
209
(Tokyo)'da "hem şogun'un
hem de imparator ailesinin ma
liye vekili• oldu. Bunlar böylece varlıklannı sürdüren ve daimyo'yu (fe odal
beyleri), ba.kufu'yu (hükümeti) ve hatta 7enno'yu (im
paratoru) kullanan, onlardan yararlanan tacirlerdi; mo dem birikimin çoğaltıcısı ve vazgeçilmez
aracı olan parayı
kullanmaktan nasıl yarar sat}ayacaklanm çok kısa za
man içinde öğrenen iyi etitilmit taeirierdi bunlar. Onye dinci yüzyıl sonlannda hükümet kendi amaçlan için deva lüasyon yoluyla parayı manipule etme peşine düşünce, öy le
kararlı
bir muhalefetle
karşıl� ki
bir iki yıl sonra bu
politikasını tersine çevirdi . Ve tacirler her zaman nüfusun geri kalan bölümünün pahasına, zarar gönneden yollarına devam ettiler. Ancak, toplum tacirleri sistemli biçimde hoşgörüyor
İlk Japon ikti satçısı Kumazawa Banzan ( 1 6 19-169 1 ) onlardan çok aı hoştanıyor ve, manidar olarak, Çin toplumunu bir ideal ol arak görüyord u . Gene de, aşikar biçimde kendi kendini geliştiren ve ü l keye özgü Japon kapitalizminin bir ilk biçi mi kendiliğinden ortaya çıktı. Onlara ya daimyo veya da · değildi , tersine, hiçbir özel statüleri yoktu.
imya hizmetli1eri tarafından sağlanan pi ri nci satınalınala n sayesi nde tacirler Japon ekonomisinin h ayati yol kav
şaklannda bulunuyorlardı, pirincin-eski para birimi
nin-gerçek paraya çevrildiği önemli hat üzerinde. Pirin cin fiyatı hasada bağlıydı kuşkusuz, ama ay nı zamanda fi ili üretim fazlasına denetleyen tacirlere de bağlıydı. Yine tacirler üretim merkezi olan Osaka ile, bir milyondan faz· la nüfuslu asalak bir başkent olan tüketim merkezi Edo'yu (Tokyo) birbirine bağlayan hayati ekseni denetim altında tutuyordu. Ve nihayet, eski bakır paralan kullanan ahali yi istismar edi p . birbirleriyle kap�an gümü.f merkezi (Osaka} ile altın merkezi (Edo) arasındaki aracılardı bun-
210
lar. Ü ç madenden yapılan madeni parayla beraber, kambi yo senetleri, çekler, kağıt paralar, düzenli ve debdebeli bir Hisse Senedi Borsası . . . ve zanaatçı üretiminin devasa dün yasından doğan atölyeler (manufactories). Dolayısıyla, bir çeşit erken kapitalizm hasıl etmek için her şey sözbirliği etmişti; ne yabancılan taklit etmenin, ne herh angi bir di ni topluluğun önayak olmasının ürünü olmayan bir kapi talizm.
Sonuç: Japonya, batı modeline dayalı endüstriyel kal
kışım (takeoff), uzun yıllar devam eden ve kendi sabırlı ça basıyla kurduğu bir ticaret kapitalizmine dayandırdığı için 'başanh' oldu. "Buğday, kann altında büyüdü• uzun zaman.
211
16 � Sanayi Devrimi ve Büyüme
İngiltere'de 1750 veya 60'larda b a şl ayan yahut daha doğrusu görünür hale gelen Sanayi Devrimi aşın derecede karmaşık bir süreç olarak araştınnacılan çarpmaktadır. Evvel emirde asırlarca · önce başlamış olan 'sanayileş me'nin zirveye ulaşmasıydı o. Ve sürekli olar ak yenidenü retilmekte
olduğu için, bugün de hil! bizimle olduğu söy
lenebilir. Geçmi şte yeni bir çağın başlangıcı ol arak teşhis edilen sanayi devriminin, istikbali daha bir çok yıl boyun ca etkiteyeceği muhtemeldir. Ama muazzam, herşeye nü fuz edici ve yenil i kçi olsa da, modern dünya hikayesinin tümünü anlatmaz ve anlatamaz.
Takibeden sayfalarda elimden geleni yaparak iletıneye çalışacağım bu olacak; amacım bu olağanüstü olguyu ta nımlamak ve, mümkünse e�er, onu uygun bağlarnma yer leştirmektir. Bazı
Uygun Karşilaştırmalar
İlk adımda bazı tanımlamalar ve özellilde birtakım ha zırlayıcı karşılaştırmalar uygun olabilir. Evvel emirde, İn giltere•deki ilk ortaya çıkışından beri �anayi devrimi bir
213
dizi
başka devrimler doğurd u
ve hAlA
gö zl erimizi n önünde
gelişmekte, hAlA yeni ufu kl ara doğru gitmektedir; hasıl et
geriye doğru İngiliz 'takeotru hakkında bir şeyler söyleyeb ili r. Diğer yan d a n, İngiliz sanayi devri minden önceki günlere geri gide bil ir ve (beşer to p l um l an n da her zaman mevcut b ir şey olan) sanayileşmenin bir çok örneği ni bu la bi liri z ; nih ayette hiçbiri işe yarar noktaya va tiği devrimler bize
ramasa da, geçmiş tecrübelerden bazılan gelişkin ve ileri ye dönüktü . Başansızlı�n incelenmesi bazan başanrun
anlaşılması
için uygun olabilir.
Devrim: Karmaşık
ve
Müphem Bir Terim
Astronoıni sözlüğünden ödünç alınan devrim (revoluti on) kelimesinin m evc:ııt bir toplumun kargaş a
veya yıkımı dilinde 1688'de boy göster diği sanılmaktadır. Engels tarafı n dan 1 845'te değil de, muhtemelen 1837'de Fransız i ktisatçı Adolphe Blanqui (devrilmesi) anl�ında İngiliz
( daha ünlü, devrimci August'ün kardeşi ) tarafından yerin de uydurulmuşa benzeyen sanayi devrimi ifade s ini hem bu
anlamda, hem de aynı za m and a bunun karşıtı olan yenide inşa manasıyla anlamamız gerekir (daha önceleri, 1820 dalaylannda çe şi tl i Fransız yazarlan arası ndaki tartışma n
larda ortaya çıktığını dikkate Arnold
Sosyal reformcu
Toynbee'nin
münden Devrimi terirn
almazsak).
sonra
Oxford'da 1880-8l 'de verdiği ve ölü ötı"encileri tarafın d an yayımlanan Sanayi
OzeriM Dersler'in
1884'deki baskısından önce bu
muhakkak ki tarihçiler arasın da standart kullanım
içinde olmuta benzemiyor.
Tarihçiler, sadece şiddetli ve hızlı de�şime
atıfta bulu
nan ilk (özgün) anlamı içinde knllanılınası gereken devrim
kelimesini yaıılı.t kull andıklan gerekçesiyle sık sık eleşti rilmektedirler. Ancak, toplumsal olgulardan söz etmekte olduAıımuz zaman, hızlı ve yavaş delişme biribirlerinden
2 14
ayırdedilemezler. Zira, onu muhafaza etmeye çalışan kuv onu za yıflatmaya çalışan kuvvetler arasmda sürekli olarak par çalanmayan hiçbir toplum mevcut değildir. Devrimci pat lamalar bu örtük (latent) ve uron-vadeli çatışm anın ini ve kısa-ömürlü volkanik fışkırmalanndan başka biı: şey de ğildir. Devrimci süreci tahlil için yapılan herhangi bir giri şimde her zaman en zor kısım uzun vade ile kısa vade ara sındaki bağiantıyı kurmak, ilişkilerini ve aralarındaki bağlan tanımaktır. Onsekizinci yüzyılın sonunda İngilte re'deki sanayi devrimi istisna değildir. Hem hadiselerin hızla biribirlerini takip etmesinden, hem de uzun-vadeli bir süreç olduğu aşikAr bir şeyden oluşuyordu : iki değişik vetlerle, (böyle algılansalar da algılanmasalar da)
ritm eşzaınanlı olarak çarpıyordu. O halde, hoşumuza gitse de gitmese de, �un ve kısa vade arasındaki bir diyalektik karşısandayız. Mesela, W. W. Rostow'a göre, İngiliz ekonomisi 1783 ile 1802 arasında, kritik bir yatınm eşiği geçildiili için, 'havalandı'. (Rostow, 'take-off ifadesini kull anıyor.} Rakamlan değişik bir hill
ye anlatan Simon Kuznets bu izaha karşı çıktıysa da, zil man içinde kesin biçimde yerini alan bir hadisedir o ve pistten aynlıp havalanan açak tasavvurunda varlığını sürdürmektedir hala. Ancak, her şeyden önce bir havalan ma olabilmesi için, uçak (İngiltere) inşa edilmeli ve uçuş için yeterli şartlar hazırlanmahyd.ı. Her halük4rda, hiçbir toplum, Arthur Lewis'in ileri sürdüğü gibi, sırf tasarruf haddi yübeldi diye 'tavırlarım, kurum ve te kniklerini' bir çırpıda değiftinneye muktedir değildir. Ortada her zaman için daha önceki bazı tecrübeler, ilerleme ve uyarianma qamalsn ol acaktır. Phillis Deane, İngiliz vakasında, geç onsekizinci yüzyılın bütün yenilik ve kopUflarının, geçmi şe dolru u zanan, bugünü kucaklayan ve geleceğe erişen 'tarihsel"' bir süreklilik' içinde yer aldığım bize hatırlatır215
ken tam am en haklıdır: kopuş ve süreksizliklerin emsalsiz veya çok önemli hadi sel er olma hüviyetlerini kaybettikleri
bir süreklilik. David Landes sanayi devrimini, sonunda devrimci bir patl a m a hasıl eden kritik bir kütlenin oluşu mu olarak tanımladı�Jnda, tasavvuru uygun bir tasavvur dur, ama kütlenin ancak bütün gerekli unaurlann a� ağır birikimi ile oluşturulabildiği akılda tutulmalıdır. Di- · yebiliriz ki, uzun vade her zaman için hakkını ister. Bu bakım da n sanayi devrimi en azından · iki katlıydı. Kelimenin alışılagelen anl a mıy l a bir devri m di o, görüle bi
lir değişimlerini kısa-vadeli hadi s e l erin peşpeşe meyd a na
gelmesiyle ortaya koyan bir devrim; ama aynı zamanda uzun-vadeli bir süreçti : farklı ve sakin adımlarla ilerleyen,
hazan neredeyse hiç farkedilmeyen ve, Rostow'un aksine
sürekiiiiii vurgulayan Claude Fohlen'e göre, 'tasavvur edi lebilecek herhangi bir şey kadar devrime b e n z emeye n' bir süreç.
O halde görünürde
en portadığı dönemde (diyelim
ki
kabaca 1 760'dan sonra} bile bu hayati olgu çağın en ünlü az etki uyandırdı. Adam Smith , 1 790'a kadar yaşadığı haJde, verdiği o küçük lskoç toplu·
gözl emcileri üzerinde pe k
i�e
fabrikası öm e ğiyl e , geriyedönük olarak çağının ol dukça zayıf bir tanığı gibi gözükmektedir. S mith 'den daha genç ve dolayısıyla daha az mazeret sahibi olan Ricardo ( 1772- 1823), kuramsal yazılannda maki neye neredeyse hiç yer vermemektedir. Ve Jean Baptiste Say, 1828'de İn giliz 'buharh arabalannı' tasvir ettikten sonra, şu dar-gö rüştü kehanette bulunmaktadır: 'B un u nl a beraber. . . hiçbir makine en kötü atiann bile yapabildiğini -büyük bir ş eh rin hayhuyu içinde insanlan ve mall an taşıma hizmeti ni- hiçbir zam an yapamayacaktır.' Ancak o çağın büyük adamlannın ---eje r Say onlardan biri sayılabilirse- keha net sanatmda hüner sahibi olmalarını beklemek adilane •
216
değildir. Marx veya Weber'i, hatta Werner Bombart gibi d ah a sonraki bir yazan bile, uzun sanayileşme sürecini yanlış anlamakla -yani bizlerden farldı anlamakla- it h am etmemiz kolaycılıktır sadece. Birço� sanayi devrimini incelemekte olan günümüz tarihçileri yargılannda daha mı isabetlidirler? Bazılan sü reci onyedinci yüzyıldan önce başlıyor olarak görmekte; bazılan Muhteşem 1688 Devrimi'ni anahtar bir uğrak say makta; yine bazılan İngiltere'nin köktenci dönüşümünü onsekizinci yüzyılın ikinci yansımn geniş iktisadi canlanı şına tekabül ettinnektedirler. Vurgunun tanma, nüfusa, dış ticarete, sanayi tekniklerine veya kredi biçimlerine korunasına bağlı olarak, hepsi de görüşlerini savunabil mektedirler. Ancak, acaba sanayi devrimi bir sektörel mo dernizasyonlar dizisi; bir gelişme merhaleleri ardışıklığı; yahut, 'büyüme' kelimesini en geniş anlamda kullanarak, bütün cephelerdeki eşzamanh bir büyüme olgusu olarak mı anlaşılmalıdır? Eğer onsekizi nci yüzyılın sonlanna ka dar İngiliz büyümesi geri dönülemez hAle gelmiş ve şimdi Rostow'un deyişiyle İngiltere'nin 'normal durumu' olmuş sa, muhakkak ki bu (tasarruf veya yatınm haddi gibi) be lirli bazı sektörlerdeki ilerleme yüzünden de�, aksine tüm ve bölönmez bir sürecin sonucu olarak, tek tek her sektörün geliştik.çe, er veya geç, tesadüfen veya tasarlana rak., diğer sektörlerin büyük menfaati utruna meydana gelmesine katkıda bulunduğu karşılıklı bağımlılık ve öz gürlük ilişkilerinin toplamı yüzünden böyle olmuştu. 'Ha kiki' büyüme (veya bazılannın dediği gibi, hakiki gelişme - kelimelerin fazla önemi yok) birkaç cephedeki ilerleme leri bir anda, geridönülmez tarzda birbirine bağlayan, kar şılıklı olarak biribirini destekleyen bir bütün meydana ge tirip sonra onu daha büyük hedeflere doğru ateşleyen bü yümeden başka bir şey olabilir mi? 217
İngiltere'deki sanayi devrimi, onun dalrtıdan soyun
dan ge len bir
dizi devrime kapı açtı: b a zıl an başarılı ol du, bazılan başansız. Sanayi devriminin bizzat kendisi aynı dereceden bir kaç devrim tarafından öncelenmişti, b azı l a n ancak gün yüzüne çıkabilen, dil'er b azıl an gayet ciddi yetle takip edilen, ama eninde sonunda hiç biri sadra ş ifa ol m ay an devrimler. O halde bu tarihi üstünlük noktasın dan, iki yöne doÇu - geçmişe ve bugüne - bakabilir ve her biri konuya mukayeseli tarihin paha biçi lmez i ç görüle rine d aya n a n birer yakl aş ım sunan iki tür tarihi yolculuğa çıkabiliriz.
Eter tarihin akışı içinden bugüne bakacak olursak, İn bir adı m arkadan takip eden Avru p a ve Amerika Birleşik Devletleri'nde'ki sanayi devrimleri örne lini incele mekte fazla bir yarar yoktur. Ama hila sanayi le ş m e kte olan bugünün Üçüncü Dünya'sı tarihçiye hare ket halindeki bir şeyi, görülebilir, işitilebilir, dakunulabilir bir şeyi gözleme hususunda her zaman ele geçmez b ir fırsat sunmaktadır. Hiç şüphesiz bir b aş an hikAyesi deği l di r bu. Son otuz, kırk, elli yıl boYwıca Üçüncü Dünya'nın bir bü tün olarak muntazam i l e rl e me gösterdiği söy l enemez . Ça ba ve umutlan sı k sı k acı hayalkırıklı!ına yol aç age l di . Bu tecrübeleri n başansı zlığı, y ahu t nispi başansızlı!ı, a cont . rario İngiltere'deki sanayi devriminin istisnai başansını meydana getiren şartları tanımlamamıza yardımcı olabilir
giliz modelini
mi?
iktisatçılar ve özellikle d e tarihçiler, geçmişi anlamak � bugünün bilinenlerine dayalı tahminde bulunm a pro sedürüne karşı bizi muhakkak ki uyaracaklardır. Büsbü tün yersiz olmayan bir 'ekilde, 'aanayiletmit ülkeler tara fından daha önce alınan yolun tekrannı dotnılayan taklit çi modelin gününün geçmif ol du ğunu' ileri süreceklerdir. Bağlam tamamen delişıniştir ve bugün bir Üçüncü Dünya
218
ülkesinin sanayileşmesi için Japonya'da görülen otoriter devlet mo delini veya llL George
İngiltere'sinin kendiliğin
den büyümesini takip etmek imk4nsız4ır. Kabul; ama eter Ignacy Sach'ın dediği gibi, 'gelişmedeki bunalım aynı za . manda gelişme teorisindeki bir bunalım ise', teorideki ha tanın ne olduğunu ve l960'lann o coşkulu plancılannın gö revin zorluklannı niçin bu kada r vahimce gözden kaçırdık lannı kendimize sormamız hAlinde gelişme sürecinin ken disi �nsekizinci yüzyıldaki İngiltere vakası dahil- çok daha anlaşılır olmaz mı?
Bize
hemen denecek ki, başanlı bir devrim genel bir
büyüme sürecini ve
dolayısıyla 'son tahlilde iktisadi,
içti
mai, siyasi ve kültürel kururolann dönüşüm �oüreci biçimi
ni alan' topyekun bir gelişme sürecini gerektirmektedir.
B ir toplum ve ekonominin bütün kesimleri bu süreçle ala kahdır ve değişi me eşlik etmek, değişimi sürdürmek ve fi ilen değişime uğramak yeteneğinde olmalıdırlar. Tüm ma kinenin durm a noktasına gelmesi, hareketinin kesilmesi veya hatta tersine dönmesi için, süreçte bir noktada sade ce bir tek engel , bugünkü dille bir darbo�z yeterlidir. Bu gün dünyanın ileri ulusl annı yakalamaya çalışan ülkele rin liderleri bunu -maliyetini ödeyerek- öğrendiler ve gelişme stratejisi şimdi karmaşık olduğu kadar basiretli ha.Ie geldi. O halde, lgnacy SachB
şartlarda vereceği nasihat a priori planlama
gibi bilgili bir iktisatçının bu
ne olacaktır?
modelinin
Esas olarak hiçbir
uygulanamayacağı: her eko
biribirine benziyor görünse de ancak yaklaşık olarak yapılar bileşimini temsil etti tinden, tekbaşına hiçbir model işe yaramaz. Bugünün bqansızlıklan hayırlı bir uyandır: her sana yi devrimi bir unsurlar bileşimidir, bir 'aile kompleksi', bir nomi,
öyle olan, kendine özgü bir
d�şik faktörler dizisi. 'Ön-devrimlerin', İngiliz devrimini
219
öneeleyen hareketlerin önemi bu faktör çoklutuna nispet. ledir. Onlann durumunda, her zaman eksik (gözden kaçı· nlan) bir şey vardır, onun için bir çeşit başansızlık veya kaçınlan fırsat tipolojisine baliğ olmaktadırlar. Bazan bir icat tecrit edilmiş ol arak görünür, parlak ama işe yaram az , verimli bir beyni n kısır meyvesi; duyan bilen olmaz. Bazan bir çeşit havalanma vuku bulur, belki eneıji al anın daki bir devrimin, tanm veya z ana at teknolojisindeki Ani bir ilerle menin, pazarlamadaki bir sıçramanın veya nüfus artışının sonucu olan bir 'takeofT: bir ilerleme fi ş kırm as ı olur, motor başlama noktasındaymış gibi görünür - sonra her şey durma noktasına gelir. Sebepleri hiçbir zaman tamamen aynı olmayan bu akim kalmış devrimler dizisini aynı baş lık altında toplamak dotr"u mudur? En azından ritimleri bakımından benzerdirler: bir çöküş tarafından takip edi len ilerleme patlaması . Biribirlerinin eksik tekrarlan olsa lar bile, ne de ols a birer tekrardırlar ve aşikAr karşılaştır m al ar pratikte i ster istemez yapılmak durumundadır. tnaştığım sonuç hiç kimseyi, hele hele iktisatçılan ş a şırtmayacaktır: hiçbir sanayi devrimi, hatta daha geniş anlamda üretim ve mübadelede hiçbir ilerleme tam olarak iktisadi bir süreç sayılamaz. Ekonomi ins an hayatının di ğer kesimlerinden tecrit edilmiş halde mevcut olmıaz; o onlara, onlar da ona bağlıdırlar.
220
ÜÇÜNCÜ B Ö LÜM
Braudel Üzerine
1 7 'i Braudel
ve
Yeni Tarih
P E T E R B UR K E
Yınninci yüzyılın en yenilikçi ve en önemli tarih eser lerinin dikkate şayan bir kısmı Fransa'da yazıldı. Yeni ta
rih {la nouvelle histoire) en a z Fransızca kadar meşhur ve en az yeni mutfak (la nouveUe cu�ine) kadar ihtilaflıdır. Bu yeni tarihin büyük kısmı ise, 1 929'da kurulan ve Anna
les adıyla bilinen dergide boy göstermiş belirli bir grubu n eseridir. Bunlann ortak yanlanm öne çıkaran yabancılar umumiyetle bu gruba 'Amıales okulu' adını verirken, grup içindeki bireyse l yaklaşımların altmı çizen
d ahil dekilerse
böyle bir okulun varlığını kabul etmemektedirler.
Grubun merkezinde Lucien Febvre, Marc Bloch, Fer
na n d Braudel, Georges Duby, Jacques Le Goff ve Emına nuel Le Roy Ladurie yer almaktadır. Çepere yalan mevzi leneo Ernest Labrousse, Pierre Vilar, Maurice Agulhon ve Michel Vovelle gibi dört mümtaz tarihçiyi bu iç daireden
ayıran, onlann Marksist bir tarih yaklaşımına bağlılıkla ndır (bu husus bilhassa Vilai'da keskindir). Saçağın üze
rinde veya biraz ötesinde Roland Mousnier ile Michel Fo ucault durmaktadırlar.
Şimdi artık altmış
yaşını
gerilerde btrakmı4 olan der
-
223
gi , yeni bir tarih türünü
teşvik etmek maksadıyla kuruldu
ve yenili kleri teşvike devam etmektedir.
Anrıcıles akımının
arkasındaki öncü fikirleri kısaca şöyle özetlemek müm kündür: Her şeyden önce, geleneksel hadise naklinin yeri ne meseleci analitik bir tarihi ikame etmek. İkinci olarak,
temelde siyasi ol a n bir tarihin yerine bütün beşeri faali
yetleri kucaklayan bir tarihi koymak.
Üçüncüsü, ilk- iki he
defe u laşabilmek için, diğer disipli nlerle işbirliği etmek: cotra fya, sosyoloj i ,
p oloji,
psikoloji, i ktisat,
antro· has emir sigası ile,
dilbilim, s osya l
vesaire . Lucien Febvre, kendine
"Tarihçiler, diyordu, coğrafyacı olun. Hukukçu , sosyolog ve psikolog da olun." Kompartmanlan o rt ada n kaldırma ve dar uzmaniaşma ile boğazlaşma hususlarında taydı . Aıfnı şekilde , Braudel de
her an ales
Akdeniz'i, "tarihin
duvar·
larl a çevrili bahçeleri incelemekten daha fazla şeyler yapa
bileceğini ispat etmek için" o şekilde yazdı.
Annales 1929 yılında kurulduğunda, Braudel yirmiye di yaşındaydı. Sorbonne'c!e tarih okumuştu ;
Cezayir'de bir
okulda ders veriyor ve tezi üzerinde çalışıyordu. Tezi dip lomatik tarihle alakalıydı. İkinci Filip ve Akdeniz'in bir etüdü olarak planlanmıştı; daha do�su. kralın w� p u:�ı..
kasının tahlili. Uzun gebelik döneminde, tezin alanı genişledikçe
ge
nişledi. Fra nsız akademik tarihçileri tezlerini yazarken bir
yandan da o kul l a rd a ders verirler. Mesela, Lucien Febvre kısa bir zaman Besançon'da ders vermişti; Braudel tam on yılım ( 1923-32) Cezayir'de akutmanlık yaparak geçirdi . Bu tecrübe tarihçimi zin ufuk.lannı genişletmilje benziyor. Behemehal ,
bu
d önem de yayınlanan ilk önemli yazısı
onaltıncı yüzyılda Ku z ey Mrika'daki İspanyollarla ilgiliydi.
Hakikatta küçük bir kitap ebadında
ketmedili
olan bu
gözdenıraklıktan kurtanlmaya lAyıktır. Hem se
lefterinin savaşlara ve büyük adamlara fazla
224
çalıljma, hak
ağırlık venn e-
lerini eleştiriyor, hem İ s p anyol garnizonlannın 'günlük h a yatlanm' ince liyor, hem de Afrika ve Avrupa tarihleri ara sı ndaki (ters bile ol s a ) yakın ilişkiyi gösteriyordu. B r a u del te zi i ç i n temel
araştırmasının büyü.ın bölümü nü 1930'lann başlannda, İspanyol devlet evrakının muha faza edildiki Si m an ca s'd a ve Hnstiyan Akdeniz'in ön de ge l e n şehirlerinin (Cenova, Floransa, Palermo, Venedik, Marsilya ve Dubrovnik) arşivlerinde yaptı. Buralarda, izin alabildiği ölçüde, Amerikan yapımı bir sine-kamera ile bel geleri filme çekerek va kit tasarrufu sa�ladı. Bu araştınna Sao Paulo Üniversitesi'nde öğrencileri büyü leyen bir öğretirole bir müddet
için kesildi
( 1935-37);
Braudel sonradan bu yıllan hayatının en mutl u dönemi olarak tanımlayacaktır. Brezilya'dan dönerken yol da ta nıştığı Lucien Febvre onu kendine fikri evlat (un enfant c:k la maison) edindi ve tezinin başlığını deki ştirm e hususun
da onu ikna etti, tabii Braudel'in halA ikna olmaya ihtiya var i diys e : "İkinci Filip ve Akdeniz" yerine , ..Akdeniz ve İkinci Filip".
cı
ironik olarak, Braudel'e tezini yazma fırsatını veren, İkinci Dünya Savaşı old u . Savaş yıllannı n ço�nu Lü beck civarındaki bir esir kampında geçirdi. Harikulade hafızası kütü phanelerden u zak kalmasını bir ölçüde dengeledi ve Akdeniz'in ilk taslağı:u ely a zı sıyl a defterlere yazarak Febvre'e postal adı. Braudel'in 1947 yıl ı n da savunduğıı tez, iki yıl son ra "bir oğıılun sevgisiyle" Fe bvre 'e ithaf edilmiş olarak yayımland ı .
Geleneksel Fransız doktora tezlerini ölçü aldı�z za kocaman bir kitaptır Akdeniz. İlk haslosmda 600.000 kelime yer almaktadır ki, sıradan bir kitabm altı misli uzunluktur bu. Her biri geçmişe farklı bir yaklaşımı örnekleyen üç bölüme aynlmaktadır kitap. Evvela, 'insan' ile 'çevre' ar881ndaki ilişkinin 'neredeyse zamarunz' tarihi
man bile,
225
ele alınmaktadır; sonra iktisadi, içtimai ve siyasi yapılann tedricen de�şmekte olan tarihi; en son olarak da hadisele rin
koşar
adım ilerleyen tarihi. B u üç bölümü tersinden
başlayarak tartışmak yararlı olabilir.
En
geleneksel olan üçüncü bölüm, muhtemelen B ra
udel'in İkinci Filip'in dış politikasma dair tezindeki ilk fik re tekabül etmektedir. Braudel okuyucuianna so n derece profesyonel bir siyasi ve askeri tarih makalesi sunmakta
dır. Tarih sahnesindeki
önt:ü
şahsiyetlerin kısa fakat kes
kin tarzda hususiyatlerini vermektedir: 'Dar kafalı ve si yasette kısa
görüşlü' Alba Dükü'nden, ağırkanlı, ' m ün zevi
ve ketum', ihtiyatlı, gayretkeş , 'vazifesini son u gelme z kü çük aynntılann peşpeşe sıralanması' ol arak gören fakat
vizyonu olmayan efendisi İkinci Filip'e ka dar birçok şahsiyet. İneb ah tı muharebesini, Malta'nın ku bütüne dair bir
şatılıp kurtarılmasını ve 15701erin sonlanndaki banş m ü
zakerelerini epey uz unca bir şekilde tasvir etmektedir.
Ne
var ki, hadiselerin bu şekilde nakli
gel e neks el
'gü
rültülü' tarihten uzak bir tarzda ele alınmaktadır. Yazar sayısız defalar konuyu kesip hadiselerin ehemmiyetsi zliği
ni ve bireylerin n
hareket özgürlüğü üzerindeki sınırlamala
vurgulamaktadır. Mesela, 1 565 yı lı nda Akdeniz'deki İs
p anyol amiral Don Garcia de Toledo, Malta'yı Türklerin elinden kurtarmada yavat davrandı . 'Tarihçiler geç kal masından ötürü Garcia'yı suçladılar', diye y a zıyor Braudel, 'fakat hangi ş a rt l ar altında hareket etmek zorunda oldu ğunu hiç tam ol arak göz önüne aldılar mı?' Gene, İkinci Fi
lip'in hadiseler karşısındaki meşhur ve çoğuıılukla kına
nan yavaşlığmın tamamen onun mizacıyla açıklanmama sı, İspanya'nın mali bakımdan tükenişi ve böylesine geniş bir imparatorluktaki haberleşme problemleri göz önünde
bulundurularak anlaşılması gerektiği hus u sund a ısrar et
mektedir. 226
Aynı şekilde, Braudel, Don Juan'ın İnebahtı'daki başa kişisel terimlerle açıkl am aya yanaşmamaktadır.
nsını
Don Juan 'kaderin aletiydi' sadece; zaferi, kendisinin far
kında b il e olmadığı faktörlere dayanıyordu. Her halükAr da, sadece bi• deniz zaferiydi
İnebahtı
ve Osmanlı'nın kı
tanın derinliklerine doüu giden köklerini tahrip edebil mekten u zaktı . Bir hadiseydi s ad ece . Yme, Don Juan'ın
Tunus'u ele geçirmeasi 'hiçbir yere varmayan diA"er bir za fer' olarak tasvir edilmektedir. Braudel'i ilgilendiren şey, bireyleri ve hadiseleri baA" �amlanna, ait olduklan ortama yerleştinnektir; fakat bun lan , temel ehemmiyetsizliklerini açığa vurma pahasına anlaşılır kılmaktadır. Hadise lerin tarihi, 'insanların ilgisi ba kımından en zengini' olmakla beraber, aynı zamanda en yapayıdır. 'Fosforlu ateşböcekJerinin ortasında kaldığım Bahia civarındaki bir geceyi hatırlıyorum; solgun ışıkları parlıyor, sönüyor, tekrar parlıyor ve bütün bunlar
bir anda
geceyi hakiki manada aydınlatmaktan uzak kalıyordu.
Hadiseler de böyledir; parlamalannın ötesinde, karanlık hüküm sünnektedir.' Başka bir şairine tasvirde, Braudel
kargaşalık.lar, tarihin med ve cezir lerinin güçlü sırtında taşınan köpilk dağlan' diye nitele mcktedir. 'Onlara güvenmemeyi öğrenmeliyiz.' Geçmişi haadiseleri 'yüzeydeki
anlamak için, dalgalann altına dalınak zorund.ıyız.
Daha deri n lerden akan durgun sular ise Akdeniz'in 'Kollektif Kaderler ve Genel Yönelişler' başlıkılı ve y apıla nn (iktisadi sistemler, devletler, toplumlar ve detişmekte olan savaş biçimleri}
tarihiyle uğraşan
ikinci bölümünün
konusudur. Bu tarih hadiselerin tarihinden daha yavaş bir hızla ilerler. Nesiller veya hatta asırlar sürer, öyle ki çat dqlar bu tarihin nadiren farkına vanrlar. Bununla bera ber, akış onları da alıp götürür. En ünlü tahlillerinden bi rinde, Braudel , İkinci Filip..m imparatorluA"unu 'geni.şliği-
227
nin kurbam olan, devasa bir kara ve deniz nakliye işletme si' olarak inceler; bu mecburen böyledir, çünkü o çağda 'Kuzeyden Güneye- Akdeniz'i geçmenin bir vey a iki hafta alması beklenebilirdi', Doğudan Batıya gidl� ise 'iki veya üç ay' alı;rordu. Hemen ak.lımıza Gibbon'vı Roma İmpara torluğu'nun kendi ağırlığı altında ezildiğine dair hükmü ve eserinin (Roma. İmparatorlulu'nun Çözülüş ve Düşüşü) ilk bölümündeki cotrafya ve haberleşmeye dair görüşleri geliyor. HAli dibe ulaşmış deA"ili z. Toplumsal yönelişterin altın da başka bir tarih uzanmaktadır, 'gelip geçişi neredeyse hissedilmez olan bir tarih . . . bütün değişimin yavaş olduğu bir tarih, sürekli yinelenişin , tekrarlanan çevrimierin tari hi'. Çalışmasının hakiki belkemiği bu tarihtir, 'insanın kendi çevresiyle ilişkisinin' tarihi, bir tür tarihsel coğrafya veya Braudel'in tercih ettiği bir deyişle, �eo-tarih'. Jeo-ta rih, Akdeniz'in datlara ve ovalara, sahil ve adalara, iklim, kara yolu ve deniz yoUanna 300 sayfa kadar ayıran Birin ci Bölümü'nün konusudur. bu bölümü varlığını hiç şüphesiz Braudel'in daha ilk cümlede kendini ele veren bölge aşiona borçludur: 'Kuzeyden (Lorraine) geldiğim için, Akdeniz'i ihtiras)a sev dim'. Bununla beraber, onun da planda bir yeri vardır. Amaç, bütün bu coğrafi veçhelerin tarihlerinin olduğunu, daha doğrusu, bütün bunlann tarihin parçalan olduA"unu ve ne hadiselerin tarihinin ne de genel yönelişlerin aniar sız anlaşılamayacagını göstermektir. Mesela, dağlarla ilgi li kısım daA'lık bölgelerin kültür ve toplumunu tartışmak tadır; dağhlann kültürel muhafazakArhğını, dağlılada ovalılar arasındaki toplumsal ve kültürel engelleri ve genç dağlılardan birçoğunun göç ederek paralı asker olma ihti Kitabın
yaçlanm.
Braudel, kitabın ikinci baskısmda, çokça övülüp pek az 228
el eştiril mekten şikayet etmektedir. Ancak, ABD ve başka yerlerden, bazılan ikna edici olan eleştiriler eksik olmadı. Akdeniz'deki fazla dikkat çekmeyen bir boşl�n altını çizmek istiyorum . 'Topyekun tarih' dediği şeyin peşin de ol masına rağmen, 'Medeniyetlere' ayırdığı bölümde bile ta vırlar, değerler veya kollektif ziihniyet le r hakkında dikka te şayan derecede az şey söylemektedir. Febvre'in İnanç· sızlık Sorunu başlıklı eserini göklere çıkann asına rağmen, bu hususta on dan çok farklı davranmaktadır.
Mesela, Braudel şeref, haya ve erkeklik gibi konularda neredeyse hiç yorum yapmamaktadır; ·oysa, bir takım ant ropologlann gösterdikleri gibi, bu dekerler sistemi hem
Hnstiyan hem de Müslüman Akdeniz dünyasında büyük öyledi r ). Katolik ve İslami dini inançlar İkinci Filip çağının Akdeniz d ünyasında aşikar bir önemde olmalanna rağmen, Braudel b un l an pek � tışmamaktadır. Kültürel cephelere (sınır bölgelerine) d uy duğu alak aya rağnıcn, bu dönemde Hnstiyanlarla Müslü manlar arasındaki ilişkiler hakkın da şaşılacak kadar az öneme sahipti (ve hala
şey söylemektedir.
Akdeniz'in daha radikal eleştirileri de var. Amerikalı
bir ele,tirmen (Bailyn), Braudel'in 'tarihi bir meseleyi çöz me yerine geçmişe şairane bir cevap verme' hatasına düş tüğünü, binaenaleyh kitabının bir odaktan yoksun olduğu nu ve kitabın organizasyonunun hadiseleri onlan açıkla makta olan cografi ve sosyal faktörlerden kopardığını dile getiriyordu.
Kitabın bir meselesinin olmadığı iddiası iyi
bir temel e
sahip olsa da ironik gözükmektedir, zira Febvre ve Bloch mesele-yönlü tarihe o kadar önem verdiler ki, böyle bir id diayı anlamak gü.çleşmektedir. Braudel bizsat başka bir yerde şunlan yazıyordu : 'Bölge, ara.ştırmanm çerçevesi de
ğildir. Araştırmanın çerçevesi, meseledir.' Kendi öz nasiha-
229
tım gözardı etmiş ol a bi li r mi? Braudel ile 1977 yılında yap tığım bir mülakatta kendisine bu soruyu yönelttilimde, te reddütsüz cevap verdi : 'Benim büyük meselem, çözmek zo. runda olduğum biricik mesele, z am anın farklı hızlarta iler lemekte olduğunu göstennekti.' Ancak, bu devasa eserin büyük kısmı bu meseleyle, en azından doğrudan "do�ya, alakah değildir.
Akdeniz'in diğer bir radikal eleştirisi Braudel'in deter minizmiyle alakalıdır. Bir İngiliz eleş tirme n (J. H. Elliott), 'Braudel'in Akden iz'i beşeri denetimden etkilenmeyen bir dünyadır' diyordu. Braudel'in hapishane mecazını eserle rinde birkaç defa k u l lanıyor ve insanı sadece fiziksel çevre sinin değil, aynı zamanda zihinsel çerçevesinin de 'mahpu su' olarak tasvir ediyor olması bu husustaki tavnnı muhte meleaı ele vermektedir. Febvre'in aksine, yapılan aynı an da hem muktedir kılıcı hem de sınırlayıcı olarak görme mektedir. 'Bireyi düşündüğüm zaman', diye yazıyordu bir ara, 'onu , pek etki edemediği bir kader içinde mahpus (en ferme dans un destin ) olarak görmeye meyyalim hep.' Ne var ki, Braudel'in detenninizmi basite kaçan bir de terminizm değildi; çoğulcu açıklamalar yapma i htiyacını hep dile geti riyordu. Onu eleştirenler de umumiyetle kesin veya yapıcı eleştiriler sunmadan bu determinist tarih gö rüşiil'lü reddediyorlardı. Özgürlük ile determinizmin sınır Ianna dair i htilaf muhtemelen tarih yazıldıkça devam ede cek bir i hti l aftı r. Filozoflar ne derlerse desinler, tarihçiie rin kendi konumlanru öne çıkarmaktan öte birşey yapabil
meleri çok zordur. Braudel'i eleştirenierin de üzerinde ittifak ettikleri hu sus, Akdeniz'in ( eleştirilen noktalara rağmen) bir tarih şa beaeri olduğudur. Braudel'in en büyük başansı, mekan ve zaman nosyonlanmızı detiştinne hususunda bu çaldaki her hangi bir tarihçiden çok daha fazla şeyler yapmış ol230
masıdır. Akdeniz'in, daha önce (varsa eter) pek az kitabın
yapmış olduğu bir tarzda, tarihte mek.inın önemi husu sunda okuyuculanru şuurlandmyor olmasıdır. Braudel bu etkiyi, İkinci Filip gibi bir birey şöyle dursun, İspanyol İm paratorluğu nı
gibi siyasi bir birimi bile destanının kahrama
ya pmak yerine, bizzat denizi kahraman yapm ak ve ay
nca
m esafenin, haberleşmenin önemini tekrar tekrar vur
gulamak suretiyle sağladı.
Tarihçiler için b u n dan daha mühimi, Braudel'in özgün zaman telakkisidir; onun 'tarihi
toplumsal
zaman ve
zamanı
cotrafi zaman,
bireysel zamana ayırma' ve
uzun va
de (la longue duree ) adını verdi� zaman diliminin önemi ni vurgulama teşebbüsüdür. Braudel'in uzun vadesi jeolog lann ölçülerine göre kısa olabilir, ama onun bilhassa 'coğ
birçok tarihçinin gözünü açmış tır. Tarihçiler belki kısa vade ile uzun vade arasındaki ayı rafi zaman'a verdiği önem
nma yabancı değildiler, fakat uzun vade etudünü çevre, ekonomi, toplum, siyaset, kültür ve hadiseler arasındaki karmaşık etkileşimle nsı
birleştirmek, Braudel'in şahsi başa
olarak kalmaktadır.
.
Braudel'e göre, tarihçinin sosyal bilimiere özel katkısı, 'yapılann' (ne denli yavaş olursa olsun) detifime tAbi ol duklanna dair bilinçtir. İster bölgeleri, ister disiplinleri aymyor olsunlar, sınırlara pek tahammül ü yoktur. Eşyayı her zaman bütün halinde görmek, ekonomik, toplum sal, siyasal ve kültürel tarihi bir 'topyekan' tarih içinde bütün
leştirrne k istiyordu. 'Lucien Febvre ile Mareel M auss'u n öğretilerine sadık bir tarihçi her zaman için lumsaim toplamını görmek ister.'
bütünü, top
Braudel'in ikinci hüyük projesi; Lncien Febvre'in dave üzerine başladı. İki tarihçi Avrupa'nın 1400'den 1800'e iki ciltlik bir tarihini yazacaklardı. Febvre'in payına 'dü IJiince ve inanç', Braudel'in payına ise maddi hayat dü.şüti
231
yordu. Febvre 1956'da ölünce onun cildi yazılamadı; Bra udel ise kendine düşen nan
kısmı 1967-79
arasında yayımla
üç cilt halinde yazmış oldu: Civilisation materielle et
capitalisme. Braudel'in üç cildi
aşaiJ yukarı iktisatçılann tüketim,
daiJtım (bölüşüm ) ve üretim kategorileriyle (bu sıra için de) ilgilidir, fakat o bun l an farklı bir şekilde tavs if etmeyi
tercih etmektedir. Birinci cildin tak.dimi i kti s at tarihini üç katlı bir ev olarak tanımlamaktadır. Zemin katında (bu mecaz, Marx'ın 'temel'inden çok uzak düşmemektedir), maddi medeniyet oturmaktadır: 'zaman-ı kadimden
beri
tevarüs edilegelen mükerrer eylemler, deney ve gözleme
dayalı süreçler, eski yöntem ve çözümler'. Orta katta ikti sadi hayat (vi.e economique) yer almaktadır: 'Hesaplanan, incede n ineeye i şlenen, bir kurallar ve neredeyse doğal ih tiyaçlar sistemi halinde ortaya çıkan' hayat. Tepede, 'üst yapı' demesek de, hepsi nden daha incelikli ve karmaşık
olan 'kapitalist mekanizma' bul unm aktadır. Braudel , kapitalizm tahlilinde
Marx
ve daha da çok
Marksi zm ile kendi arasına belirli bir entellektüel mesafe koyma, fazl aca katı telakki ettiği bu entellektüel çerçeve
nin tuzağına düşmeme ihtiyacım hissediyordu. Şöyle yazı yordu: 'Marx'm debası, onun uzun ömürlü hakimiyetinin sım, tari hsel bir uzun vade temelinde, hakiki toplumsal modeller inşa eden ilk düşünür olduğu gerçeğinde yatmak tadır. Bu modellere birer kanun statüsü verilmek suretiy le bütün basitlikleri içinde donduruldular.'
Maddi Medeniyet ve Kapitalizm'in ilk cildi günlük ha yatla alakalıydı, ikinci cildi yapılarla.
leri
Üçüncü cilt, dikkat
yapılardan sürece kaydıl'Cb, kapitalizmin
yükseliş sü
recine. Bu son ciltte Braudel eklektik yaklaşımım terkede
rek, büyük
ölçüde bir tek adamın fikirlerine dayandı, Im manuel Wallerstein'ın. Wallerstein, neredeyse Polanyi ka-
232
dar tasnif edil me si zor bir dü.şünürdür. Sosyol oj i okudu, Mrika üzerine araştmDalar yaptı. Kapitalizmi tahlil etme den Afrika'yı anlayamayacağına inanınca, iktisata döndü. Kökenierine geri gi tm ed en kapitalizmi anlayamayacağını keşfetmesi üzerine, iktisat tarihçisi olmaya karar verdi. Brau del üzerindeki etkisine mukabil, henüz tamamlama dığı 1 500'den b u yana 'dünya e konomi ' tarihini Bra u del'e borçludur (Şimdiye kadar üç cildi yayıml anan Modem Dünya-Sistem'in ikinci cildi Braud e l 'e ithaf edilmiştir). Femand Braudel,
yirminci yüzyıl d ünya sı nı n ağı rsı k
let tarihçisidir. Le o pol d von Ranke, ilerlemiş yaşında dün ya tarihine
dönmüştü. B raudel seksenine doğru kendi mil
Jetini n topyekun tarihini yazmaya kalktı. Tarihçi 1985 yı
l ın d a ö l düğü zaman sadece coğrafi, demogra fik ve
bölümler yazılmıştı, fa ka t
Kimliği
iktisadi
sonradan bunlar Fransa'nın
başlığı altında yayımlandı.
Braudel'in eserlerindeki son bir tema da tartışmaya değer: istatistik . Braudel, meslektaş ve taiebeleri tarafın- ·
dan ku llanılan nicel yöntem leri tncak karşıladı. Yeri geldi ğinde istatistik kullanmaktan geri ka lm a dı , bilhassa 1 9 66' da yayımlanan Akdeniz'in genişletilmiş ikinci baskı sında. Ancak, rakamiann Braudel'in tarih binasının yapı
sının değil de, dekorasyonunun bir parçasım olu.şturduğu� nu söylemek haksızlık olmaz. Bir bakıma, çoğu . kültürel tarih türlerine nBBıl direnmişse (mesela , Burckhardt'ın
ünlü İtalya'da Rönesans Medeniyeti'ni 'havada kaldığı' ge re k çe siyle hafifsiyordu ), nicel yöntemlere de öylesine dire
niyord u . Bu yönüyle, Annates
tarihi içindeki
lifmeye de yabancı kalıyordu: nicel tarih
iki büyük ge
ve zihniyet tari
hi. Annales akımının ilk nesli için Braudel'in değerlendir mesi yerindedir: 'Münferit olarak, ne Bloch ne de Febvre yaşadıklan devrin en büyük Fransız tarihçisidirler; fakat 233
ikisi birden öyledirler.' İkinci nesile gelince, Braudel kıra tında bir yirminci yüzyıl ortalan tarihçisi tasavvur etmek zordur. Bugün üçüncü nesil Paris'te çslışmalan sürdür
mektedir. Başlangıçtaki yargıya ş i m di daha rahat dönebi liriz: "Y'ırminci yüzyılın en yenilikçi ve en önemli tarih. eserlerinin dikkate şayan bir kısmı Fransa'da yazıldı."
Kaynak: Peter Burke, The French Histarical Reuolution: The Anna
les School 1929-89, Cambridge: Polity Press, 1990.
234
18 'i' Braudel'in Kapitalizm Tahlili:
Herşey Tepetaklak I M MAN U E L WA L L E R S T E I N
Femand Braudel modem dünya tarihini (en azın d an onbeşinci yüzyıldan b u yana) düzenleme ve tahlil etme
tarzı olarak kapitalizm kavrarnma ciddiye almamızı isti yordu. Bu görüşü taşıyan tek kişi o değildi, pek tabii. Ama yakla,ımının alışılmadık bir yaklaşım ol duğun u belirtmek zorundayız, zira ondokuzuncu yüzyılın çatışma halindeki her iki büyük dünya görüşünün ( klasik l i berali z m ve kla sik Marksizm) yaklaşımiann a merkez kabul ettikleri iki
teze karşı çıkan
teorik bir çerçeve
gelittirdi.
Evvela, çoğu
liberaller ve çoğu Marksistler kapitalizmin her şeyden ön ce serbest, rekabetçi bir piyasamn tesisini gerektirdiğini (ihtiva ettiğini) ileri sürdüler. Braudel aksine k ap italizmi anti-piyasa (contra-marche) sistemi olarak görüyordu.
İkinci olarak, liberaller ve çoğu Marksistler kapitalistlerin iktisadi tama.ıılqm anın büyük uygulayıcılan olduklannı ileri sürüyorlardı. Braudel ise aksine bqanlı kapitalistle
rin esas vasıflarınan uzma.nlaıımayı reddetmeleri olduğuna inanıyordu.
235
Bu bakımdan, Braudel k apitaliz mi meslektaşianndan çoğunun gözünde ancak onu "tepetaklak" görüyor denebi lecek bir tarzda ele alıyordu. Bu yazıda Braudel'in merke zi görü şleri saydığım görüşleri vuzuhla açıklamaya, sonra bugünün ve geleceğin çalışmalan için bu yeniden kavram sallaştınnanın i çe ri m lerini çözümlerneye ve önemini de ğerlendirmeye çalışacağım.
ı. Braudel, tahliline üç katl ı bir ev benzetmesiyle b a ş lı yor: "aşın ölçüde basit bir ekonomi anlamında" maddi ha yatın zemin katı ( Cilt 2 , 2 1 ), u m u miyetle "iktisadi h ayat" dediği ikinci bi r kat ve "kapitalizm" yahut "hakiki kapita lizm" diye nite l ed iği üçüncü yahut üst kat. Böylece burada ilk s ü rpri z le karşılaşıyoruz. Üstteki iki katta, bir yanda "iktisadi hayat" (yahut '"piyasa") i le diğer y a n d a "kapita lizm" arasmda bir ayınm yapılmaktadır. Bu durum gerçek hayatta muhtemelen ne anlama gelebilir? B rau d el bu ayı nmda altı unsurun bulunduğunu one sürüyor. -
1 . Iktisadi hayatı zemin kattan ayırdetmekle i şe başlı yor. İktisadi hayat, maddi hayatm "rutin akışının, bi linçsiz günlük çevriminin dışı n a" çıktı . Bununla beraber 'intiza ma' garkolmuştu, ama bunlar ..aktif ve bilinçli" bir iş bölü münün örgütlenmesine ve yeni den i hdasına yard ım eden
piyasa süreçlerinden çıkanlmaktaydı . (Cilt. 1, 562). Bu pi yasalann dünyası o halde "ortak tecrübeden fayd al an arak, mübadele süreçlerinin nasıl i şl eye ce ti hakkı nda herkesin önceden emin olduğu" bir düny aydı (Cilt 2, 455). Böylece kendinin bilincindeki açık faaliyet iktisadi hayatı maddi hayattan, tüketimin ve hemen tüketmek için yapılan üre t\min alanından ayırdediyordu. Kapitalizm tabii ki maddi hayattan farklıydı, ama o aynı zamanda iktisadi hayatın 236
intizaınmdan da farklıydı . "Kapitalist oyun sad ece
alışıl
m adı k, çok özel , yahut çok uzun mesafeli bağlantıyla ala kahydı . . . . Bir 'spekülasyon' dünyasıydı o." (Cilt 2, 456). Bu son tasvirin, onbeşten onsekizinci yüzyıla kadar geçetli ol sa bile, bugün artık
doğru
olmadığı düşünülebilir. Bu me
seleye tekrar döneceğiz.
2. Piyasa ekonomi s i bir " 'saydam', görülebilir gerçek likler" dünyasıydı ve
"onlann dahilinde meydana gele n o
kolayca gözlemlenen süreçlere dayanmak suretiyledir ki
iktisat biliminin
dili ilk olarak tesis edildi." Bunun aksine, piyasanın altında ve üstünde, bölgeler "gölgeli" yahut opak (kesif) idiler. Alttaki bölge, maddi hayat böl gesi , "tarihsel belgelerin yetersizliğinden ötürü çoğu z am an zor görül mektedir." Opaklığı tahlilcini n gözlem yapmasını zorl aş tırmaktadır. Üstteki bölgeye (kapitalizm) gelince, o da opaktı, ama bu sefer kapitalistler öyle olmasını istedikleri
için öyleydi . Bu içi nde " belirli imtiyazlı oyuncu gruplan mn,
sıradan insaniann bihaber olduklan dolaplar
s ap l arla meşgul
olduklan" bölgeydi.
ve
he
Bunlar "olsa olsa an
cak üç beş kişiye açık olan incelikli bir sanat" uyguluyor lardı. "Piyasa
ekonomisinin güneş ışığı altındaki dünyası
mn üzerinde" mevcut ol an
bu
bölge olmadan kapitalizm
(yani "gerçek kapitalizm•) "tasavvur edilebilir değildi." (Cilt ı, 23-24 ).
3. Braudel'in yeri geldiğinde "mikro-kapitalizm" dediği piyasa bölgesi bir "küçük karlar " bölgesiydi. " Ç ehresi ka bul edi lemez
pek
değildi." Oradaki faaliyetler "olağan iş lerden
ayırdedilemezd i . " Bu , "güçlü ağlan, sıradan fanilere daha o zamandan ş eyt anca gözüken işlemleriyle" gerçek
kapitalizmden ne kadar farklıydı (Cilt ı, 562) . Kapitalizm
bölgesi "yattnm ve yüksek bir sennaye ol uşum alanıydı" (Cilt 2,23 1 ) , "istisnat karlar" alanı (Ci lt 2,. 428). "Dün oldu ğu gibi bugün de, kinn yüksek voltajlara ulaştığı yerlerde 237
mevcuttur."! Ancak her ne kadar kapitalistlerin kirlan çok yüksek idiyse de, tıpkı yıllık hasatlar gibi, düzenli değildiler. "'Kir hadleri her za ve sadece oralarda, kapitalizm
man
değiş iyordu" (Cilt 2, 430).
Gene de, bu sadece bir tercih meselesi , küçük ama sü
re kli karlara fit olanlara karşı, daha serüvenci ol dukl ann dan istisnai ama değişken karlann riskini yüklenmeye ha zır olanlar meselesi değil di . Bu ikinci tercihe herkes sahip değildi. "Aşikar olan .. ge rçe kten büyük kil'lara ancak bü yük miktarlard a para çeviren kapitalistlerin erişebiliyor olduğuydu-kendi paralarını yahut başkalannın paralan nı . . . . Paraya, çok
çok paraya i h tiyaç vardı: uzun be kleyiş
leri, işlerin ters gitmesini, şok ve gecikmeleri telafi edecek p araya ( Cilt 2, 432).2
4. "Piyas a n ı n vird-i zebanı serbestidir, açıkhktır, başka dünyaya ulaşabilmektir. Açık havaya çıkın 'lk demektir
bir bu" ( Cilt 2, 26). Bu tasvir ihtimal geç Orta Çağiara uymak tadır. Kültür Devrimi-sonrası Çin'in duygularını da yan
sıttığı söylenebilir. Buna karşıt olarak, anti-piyasa bölgesi "büyük yağınacılann hornurdandığı V4t orman kanununun yürürlükte oldu ğu yer" dir (Cilt 2, 230). İlk elde, anti-piyasa özell i kle uzun-mesafeli ticarette boy attı . Ancak, yüks ek karlann sebebi mesafenin ke nd is i değildi. "Uzun-mesafeli ticaretin (Fernltandel) su götür mez üstünlüğü, onun imkan dahiline soktuğu tamerküz lerde idi ; serm ayenin hızla yeniden üretilmesi ve çoğaltıl ması
için rakipsiz bir makine idi Fernhandel" (Cilt �.408).
Sözün kısası, Braudel iktisadr hayatı hakiki anlamda
re
kabetçi faaliyetler olarak tanımlamaktadır. Kapitalizmi ise temerküz bölgesi, nispeten yüksek bir tekelleşme böl gesi. yani bir anti-piyasa olarak. 5. Piyasa ekonomisi bölgesi bir •değişik piyasalar"3 238
arası yatay iletişim obölgesiydi:
burada bir ölçüde
otomatik
eşgüdüm umuıniyetle arz, talep ve fiyatlan birbirine bağ
lamaktadır (Cilt 2,230). Kapitalizm bölgesi temelden fark
lıydı. "TekeJJer güç, hilekarlık ve zekanın eseriydiler " (Cilt 2, 4 1 8). Ama hepsinden önce gücün (iktidann) eseri. "Sö m ürüyü , yani eşitsiz yahut cebri mübadeleyi• tasvir eder ken, Braudel şunu ileri sürüyor: "Bu tür bir kuvvet ilişki
si mevcut o l d u ğu zaman, gel ir? (Kim takar arz
arz ve
talep terimleri ne anlama
ve talebi , Cilt 2, 1 7 6).4
6. Güç meselesi bizi devletin rol üne getirir. B urad a Braudel iki h u susa
leyicilik rolüyle,
işaret etmektedir, biri devletin
diğeri ise devletin garantörlük
düzen
rolüyle
alakah iki husus. Ve argümanı paradoksaldır, Düz enl eyici
olarak, d evlet özgürlüğü muhafaza eder; garantör olarak sa, onu
yok eder. Braudel'in mantığı töyle itliyor:
Düzenle
yici olarak devlet fiyat denetimi demektir. Her zaman için tekelcilerin işine yaramış
bir ideoloji olan serbest teşebbüs denetimleri nin her zaman aleyhi nde olm uştur. Ancak Braudel'e göre, fiyat de netimi rekabeti teminat altına alıyordu: ideolojisi,
binbir
kisve.y e bürünen resmi fiyat
Ondokuzuncu yüzyıldan önce "hakiki" kendi-kendini-dü zenleyen piyasanın o rtaya
çıkt1ğmı reddetmek i çi n anah tar bir argüman olarak kullanılan fiyat denetimi her za man mevcut idi ve bugün hAlA mevcutttur. Ancak sanayi
öncesi dünyadan söz ettiAimiz zaman, P.iyaaalann fiyat l istelerinin arz ve talebin rolünü bastırdıklannı düşün
Teoride, piyasanın ' iddetli denetimi tüke ticiyi, yani rekabeti korumaya matuftu. Hatta hem dene timi hem de rekabeti ortadan kaldırmaya meyleden şeyin, ' İngiltere'deki •özel pazarlama" olgusunda olduğu gibi, •serbest" piyasa olduğunu söyleyecek kadar ileri gidebili riz (Cilt 2, 227). mek yanlış olur.
239
Burada devletin rolü anti-piyasa kuvvetlerini za ptü rapt altına almaktı. Zira öz el piyasalar sadece verimliliği
arttırmak
için değil, aynı zam an d a "rekabeti tasfiye et
mek" için ortaya çıkıyordular {Cilt 2, 413}.
Am a devlet bir garantör i d i de, tekelin garantörü, hat ta onun yaratıcısı . Bu her devlet için doğru deği l di tabii; s ad ece bazı devletler bunu yapabiliyorlardı . En büyük te keller, büyük tüccar şirketler (merchant companies) " dev letin düzenli işbirliğiyle kuruluyor" değil di s ade ce {Cilt 2,
42 1 ). "Onlan kullananlara görünmeyecek kadar mu h ak kak addedilen" birçok tekeller
de vardı (Cilt 2, 423). Bra
udel , böyle muhakkak sayı l an bir tekel
için
te d avül de ki
nakit para örneğini veriyor. Ort� Çağlarda, tekelciler altın
ve gümüşe sahiptiler, çoğu insanlara ise sadece bakır kalı yordu; günümüzde, te ke ller güçlü parabirimlerini kulla
nırken, insani ann çoğu "zayıf" parabirimlerini kullanmak tatar. Fakat bütün tekellerin en
büyüğü,
bütün sistemin
garantörü olan hegemonik gücün sahip oldoku tekel idi.
"Amsterdwn'm konumu tamamiyle kendi içinde bir tekel ol uftu ruyordu ve o tekel güvenlik peşinde değil , hakimiyet
peşinde koş maktı" (Cilt 2, 423).
İşte size resmimiz o h al de : iktisadi hayat düzenli, alı
şılagelen usul l ere uygun; kapitalizm ise nevzuhur, görül medik bir olgudur. İktisadi hayat kişinin olacaklan önce den
bildiği
bir alandır, k a pi talizm ise spekülatiftir. İktisa
di hayat saydamdır, kapitalizm gölgeli yahut opak (kesiO.
İktisadi
h ayat küçük kirlar ihtiva eder, kapitalizm istis
nai karlar.
İktisadi
gıt. İktisadi hayat
h ayat özgürleşmedir, kapitalizm can
hakiki arz ve talebin otomatik. fiyatlan
masıdır, kapitalizmde ise fiyatlar güç ve kurnazlık (hile karlı.k) tarafından empoze edilir. İktisadi hayat denetimli rekabeti içerir, kapitalizm
hem denetimi hem
de rekabeti
ortadan kaldırmayı. İktisadi hayat sıradan insaniann ala-
240
rudır; kapitalizmin teminatı hegemonik güçtür ve
kapita
lizm o güçte mücessemdir.
n.
Tüccar, sanayici ve bankacılar arasındaki ayının ka dim ve aşikAr bir ayın m dı r. Müteş ebbi slerin kir elde ede bilecekleri şu üç ana iktisadi fa�iyetin uygulayıcılandır bunlar: ticaret , imalat (yahut, daha genel olarak, üretken faa li yetler) ve parayla iştigal (borç verme, emanet, yatı nm). Normal olarak bunlann farklılaşmış mesleki yahut kurumsal roller olduğu d üşünülmekte ve çoğu zaman üç ayn sosyal grup halinde somutlaştınlmaktadır: mesela, tüccar sermaye, sınai sermaye ve mali sermaye üçlemesin de olduğu gibi.
Gerçekten de birçok tahlil ciler kapitalizmin kategorik kronolojisini inşa etmek için bu tür kategoriler lrullan maktadırlar: önce tüccar sermaye evresi, sonra smai ser bir
maye evresi ve nihayet mali sermaye (finans k�pital ) evre si. Ayrıca, hem liberal hem de Marksist geleneklerde, tic a
ri faaliyetleri n , sınai üretimden hem ah.Wten daha şüphe li hem de daha az "kapitalist" olduğu yolunda bir düşünce
vardır. Bu herşeyden önce . Saint-Simon'un ve onun (Fiz yokraUardan devşiri len ) üretken ve üretken olm ay an emek arasınd a ayınm yapmaya dayanan anlayışmm bize devrettiği mirastır. Her halükArda, sanayi devrimi diye etiketleneo farazi tarihsel dönüşüm uğrağının merkeziliği b u ayınmlara ve onlann ontolojik gerçekli�e bağlıdır
Braudel kemal-i s elahiyetle bu ayınınlara kökten hü cum etmektedir:
O halde �le bir izlenime (kanıtlann enderliti yüzünden, bütün sahip olduğumuz teY izlenimlerdir çünkü) sahip oluruz: İktisadi hayatta yüksek kArlann elde edilebileceği 241
sektörler vardı her zaman, ama bu sektörl er deA'işmekte idiler. İktisadi gelişmenin baskısı altında, ne zaman bu kaymalardan biri meydana gelse, sermaye
bunun kokusu
nu almada ve o yeni sektöre girip bollaşmada gecikmezdi.
Kural olarak sermayenin bu tür kaymalan h ı z land ınp vaktinden önce meydana getirmediğine d ikka t edelim. Bu diferansiyel kAr c:otrafyası kap i talizm in kı8a-vade dalga lanmalannın ana htandı r: Levant (Doğu Akdeniz), Ameri
ka, Doğu Hindler, Çin, köle ticareti, v.s. arasında, yahut ti caret, bankacılık, sanayi veya toprak. .. arasında m ekik do
kuyan kapitalizm.
O halde, tanmdan, sanayi ve ticaretten Bağlanan kArlar her zaman için geçerli olabilecek bir tas n i f tesis etmek zordur. Kabaca ifade edersek, yukandan aşatıya dotnJ sıralanmaya dayanan standart tasnü(ticaret, san a yi, tanm) belirli bir gerçekliğe tekabül etmektedir, ancak bir sektörden diğerine kaymalan haklı çıkaran birtakım istisnalar da mevcuttu. arasında,
Bana genel kapital izm tarihinin asli bir özelliti gibi gözü
ken niteli�n altını çizmeme izin veri n: onun sınırsız es ve uyarianma yeteneği. Öyle ina n ıyorum ki, eter onüçüncü yüzyıl İtalya'sından bugünkü Ba tı ya kadar, kapitalizmde belirli bir birlik var ise, böyle bir bir
nekliği , değişme
'
l iğin yerleştirileceği
ve
mütahede edileceği yer her teYden
önce burasıdır ( yani onun esneme, detişme ve uyarianma kapasitesi). (Cilt 2, 432..SS).
KAr fırsatlannın, kapitalistin serm aye devresi içinde kaymatta olan mahallini belirlediği bir kez tesbit edildi mi, kapitalistin bu "sınırsız esnekliği• nasıl kazandılun göstermeye gelir sıra. Braudel için bunun cevabı basittir. Gerçek kapitalist her zaman için uzmanlafmaya, böylece geçmişteki yabnmlar, if atlan ve hünerler yüzünden bir alana
bkıhp kalmaya direnmiştir. Uzmaniaşma mevcuttur �· aşatı katıann işidir bu.
tabii, fakat Braudel'e
242
Uzmanlaşma ve iş bölümü umumiyetle aşağıdan yuka nya işliyordu. E�er modernleşme yahut rasyonelleşme, de ğişik görevlerin tefrik edildiği ve işievlerin alt losunlara bölündüğü süreçlerden oluşuyorsa, böylesi modernleşme e konominin alt tabakasından başlıyordu. Ticaretteki her canlanma, mağazalann daha çok uzmanlaşmasına ve tica re t dünyasının birçok tu feylisi arasında yeni mesleklerin
ortaya çıkmasına yol açıyordu. Ne gariptir ki, toptancı [le negociant] gerçekte bu kura
h dikkate almıyor ve ancak nadiren uzmanlaşıyordu. Yü künü tutup tüccar haline gelen bir dükkAncı bile hemen uzmaniaşmadan uzmaniaşmamaya kayıyordu . (Cilt 2,
378-79). Kapitalistin tavrı, dü kkan cının tavrından oldukça
farklıdır: Bugün oldulu gibi, (ondördüncü yüzyılın nüfuzlu İIJadamı) Jacques Coeur'ün zamanında da, ekonominin hAkim tepe lerinde bulunuyor olmanın karakteristik avantajı, kendini bir tek seçimle smırlamamak, gelişmelere ziyadesiyle ayak uydurabilir olmak, dolayısıyla uzmanlaşmamıiJ ol
maktan ibaretti. (Cilt 2, 381). m.
Kapitalizmi bu tarzda "tepetaklak"' gönnenin ne gibi içerimleri var? Bir kere, tarih yazımının gündemini değiş tinnektedir. İkincisi, mn
Aydınlanmanın
ilerleme kuramian
zunni bir eleştirisini ihtiva etmektedir. Üçüncüsü, �
daş dünyaya çok değişik bir politika mesajı vermektedir. Bunlar, Braudel'in açıklıp kavuşturdu� içerimler d�. AlimAne eserinin içerimlerini alimAne eserinde açıklamak onun huyu değildi. Eğer mülakatlarda z