119 98 18 MB
Turkish Pages [167] Year 1974
Birinci Baskı:
Aralık 1974
KÖZ YAYINLARI: Başmusaip Sok. Tan Ap. Cağaloğlu İstanbul P.K. 40 - BEYAZIT
1i Bu kitap Murat Matbaacılık Kol!. Şti.'de basılmıştır. Numune Mücellithanesinde ciltlenmiştir. Kapak baskı : Kelebek Matbaası.
1i
MİLLİ Mİ
Tevfik ÇAVDAR
1 1 1 1 11111 11 11111 1 11 1 11 111 ;! Bogazici University Library
39001100207490
* KÖZ YAYINLARI
i L
i
l'
, Ji
ı l
ı
1
1
l'
i
ı l
ı
J
1
1
İÇİNDEKİLER 7 9
ÖNSÖZ GİRİŞ 1 - BATIDA KAPİTALİZMİN GELİŞMESİ
A - Sanayi Devrimi . . . . . B - Tekelci Kapitalizmin Oluşumu C - Yirminci Yüzyılın Başında Batı Ekonomilerinin Yapıya İlişkin Nitelikleri H - OSMANLI EKONOMİK YAPISI ve DEGİŞİMİ
A - Osmanlı Ekonomik Yapısının Temel Öğeleri . . . . . . . . . . B - 19 cu Yüzyılda Osmanlı Ekonomisinin Bcızı Ögelerine Dair . . . C - Osmanlı Ekonomisi Üzerindeki Emperyalist Etkiler . . . .
19 19 24 39 47 47 67 70
m � OSMANLI DEVLETİNİN EKONOMİK ve, TOPLUMSAL GELİŞME DÜZEYİ . . A - Milli Gelirin Düzeyi B - Toplumsal Yapının Yeni Biçimi tV - MEŞRUTİYET ve PROGRAM ÖNERİLERİ
. . . . . . A - 1908 Meşrutiyeti . . . . . . B - 31 Mart Olayı C - Meşrutiyeti Oluşturan ve Sürdüren Düşün Hayatı . . . . . . . D - Siyasi Partiler ve Program Önerileri . SONUÇ
.
.
.
.
�;! fl\ � �J 6 l'-�--#
,,
.
115 116 121 133 133 139 141 147 155
ÖN SÖZ Ulusal Egemenlik Savaşını, Osmanlı döneminden so yutlayarak inceleme bir zamanlar geçerli bir yöntem ola rak kullanılmaktaydı. İktisadı ve toplumsal kalıtımın bir anlamda «inkôrı» demek olan böyle bir yaklaşımın, araş tırmalar açısından, geçerli sonuçlar verebileceğini kabul etmek· peşin bir yanılgıyı incelemeye sokmak demektir. Bu savaşın liderlerinden biri, belki de en önemlisi, Baş kumandanlık savaşının ellinci yıldönümü nedeniyle Tele vizyonda yaptığı bir konuşmada «Bu meydan muharebe si 1914'de girdiğimiz cihan harbinin son muharebesidir)) demek suretiyle yapılan mücadelenin, 1908'lerden, hatta daha öncelerden beri sürdürülmekte olan bir «devleti kur tarma» çabasının bir dönemeci olduğunu kabul etmiştir. Ulusal Egemenlik Savaşı sadece bir sonuçtur, bir noktalamadır. Konuyu daha iyi bir deyimle sorunu bu yak laşımdan ele alınca savaşın kendisinden ziyade onu ha zırlayıcı nedenler önemli olmaktadır. Bizde aynı yaklaşı mı uyguladık. Soyut bir genelleme olan giriş bölümünden sonra, bu ulusal egemenlik savaşını hazırlayan, adeta ge rekli ve zorunlu hale koyan nedenler üzerinde durduk. Son bölümde ise tüm anlattıklarımızı «Toplumsal evrim» modeli haline getirip getiremeyeceğimizi denedik. 7
GİRİŞ
Günümüzde, «Azgelişmiş ülkeler)} ya da «Üçüncii Dünya» adını verdiğimiz toplumların gelişme süreçleri bir çok iktisatçının ilgisini çekmektedir. Böyle bir sorunun tüm boyutları ile incelenebilmesi için tarihin bir yöntem olarak kullanılması zon,ınludur. Özellikle «İktisat Tarihi», iktisadi gelişme modellerinin, daha doğru bir deyimle ku ramlarının ortaya konmasında zengin bir kaynak teşkil eder. Ne var ki «İktisat Tarihi» nin bu yaklaşımla ele alın ması yaygınlaşmamıştır. İktisadı gelişme ve büyümeye iliş kin . sorunlar tarihsel gelişim doğrultusundan soyutlana rak ele alınmaktadır.__TJJrJs_ fY.li_llı Mücadelesinin, Türk top lumunun genel gelişme modeli içersinde yerine oturtula bilmesi de ayrıntılı, ve köklü bir iktisat tarihi araştırması na bağlıdır. Bir önce söylediğimiz yargıya dönersek açık tır ki ne «Millı Mücadele» yi, ne de ondan sonraki «ikti Türk toplumunun tarihsel ev sadı Gelişme» aşamalarını, _ rimine ilişkin süreçten soyutlayabiliriz. Marx ve Weber'den bu yana iktisadı gelişme sorun larının derinliğine anlaşılabilmesi için, «Tarihsel çözüm leme» yönteminin ya da yaklaşımının önemi daha da art mıştır. Bizim yaptığımız araştırma da bu yaklaşımın geniş ölçüde kullanılmaya çalışıldığı bir incelemedir. iktisat Tarihi toplumun yapısal görünümünü ve bu yapının evrimini ortaya koyar. Toplumun evrimini belirle yen bu yaklaşım beJli tarih dönemleri içersinde geçerli 9
olan iktisadi ve sosyal yasaları da anlamamıza yardımcı olur. Toplumun belli gelişme düzeylerinde sahip olduğu nitelikleri bilmemiz, tarih doğrultusu içersinde bir sonra ki dönemde vanlacak aşamaya ilişkin öngörmelerde bu lunmamıza da yardımcı olur. Böylece toplumların evrimi ne ya da iktisadı gelişme aşamalarına ilişkin genel ve özel modeller kurulur. Unutmamamız gerekir ki toplumun ta rihin bir döneminde sahip olduğu gelişme düzeyi, kişi dav ranışları ile toplumsal yapıya ilişkin kurumlan da belirler. Bilim, edebiyat ya da felsefe bu yapıdan geniş ölçüde et kilenir, ve de bu etkiye göre biçimlenir. Sorun böylesine açıklanınca, iktisadı ve toplumsal kavranılan da bu dü zeyden soyultayamayacağımız ortadadır. Yani kişi düşün cesinin ürünü olan bir çok kavram ve yargılar dahi tarih sel gel!şIT}e süreçleri içersinde daha bir ayaklan yere ba sacak biçimde anlamlanmaktadır (1). Sorunu bu genel yaklaşımdan ele aldığımızda Os manlı toplumunun gelişimini tarih doğrultusu içersinde belli dönemlere ayırmak çok güç olmakta,. tartışmalı ba zı sonuçlara ulaşılmaktadır. Çağdaş incelemelerde Os( 1) Bu yaklaşım son yıllarda toplum bilimciler tarafından daha etkin bir biçimde kullanılmaktadıır. özellikle aşağıdak� yapıt lara değinmemiz yerinde olacaktır: C. W. Mills; Images. of Man: 'Ilhe Ciassic Tradition in SociolL gical Thinking, N.Y. 1960 C. W. Mills; Uses of Hisıtory, «The Sociological Imagination, N,Y. 1959» adlı toplu yapıtta, Say: 143-164. C.W. Mills,; 'Ilhe Marxists, N.Y.. 1961 M. Stein ve A. Vidich; ıSociology on Trisl, N.Y. 1964 M. Weber; Methodology of the Social Scienoes, N,Y. 1949 Diğer yandan O. Kussinen «Fundamentals of Marxism-Leni. nism» London 1961, say: 15'3 de «Tüım insanlar temelde aynı aşamalardan geçmişlerdir. Toplumun geUşimi, belli bir süs. yo.ekonom:Lk biçiımden diğerine geçerek belirli kanunlarla olu_ şur» şeklinde dana kesin bir ya:ı:ıgıya sahip olabilmektedir.
10
rnanlı toplumunun tarihsel evrımının açıklanması yönün den şu temel yaklaşımları görmekteyiz. i - Osmanlı - Türk toplumu da diğer toplumlar gibi dört ana aşamadan geçmiştir : İlkel komün, Köleci top lum, Feodalizm, ve Burjuva toplumu. Dört aşamanın ke sin çizgilerle ayrılmış dönemler içersinde varolmaktan zi yade, birbirinin içine girmiş bir biçimde görünmesi söz konusudur. Özellikle Selçuklu dönemi Feodalizmin büyü düğü dönem olarak ele alınmaktadır. Toplumların evrimi ni bu dört aşama içersinde ele almak bir yerde Sovyet tarihçilerinin resmi görüşü de olmaktadır (2). Ne var ki Osmanlı toplumunda köleci ve feodal dönemin örnekleri ni bulmak sanıldığı kadar kolay olmamaktadır. Sovyet res mi görüşünü yansıtan tarihçiler Osmanlı toplumunun, doğ ruscıl gelişme aşamalarına pek uygun olmayan evrimini izah edebilmekten uzaktırlar. I! - Bu yaklaşımda batı ve doğu feodalitesi arasın da temel bir farkın olmadığı esasına dayanılmaktadır. Dik kat edilirse bu yaklaşımla Sovyet tarihçilerinin doğrusal ,gelişme aşamalarının yakın doğu toplumları için de ge çerli o!duğu varsayımı arasında önemli bir yakınlık mev cuttur. ili - Bu yaklaşımda yakın doğu, özellikle Osmanlı Feodalitesi ile batıdaki feodal düzen arasında bazı fark ların mevcut olduğu örneklerle ileri sürülmektedir. Batı (2) N.V. -pigulevskaya, A.U. Yakupovsky, I.P, Petrushewsky, L. V. Striyeıva, A.M. Belnitsky, LM. Diakonov yakın doğu üzerine çalışan Sovyet tarihçilerinin başlıcalarıdır. Bunların dışında göçebe feodalizmi konusunda aşağıdaki iki yapıt bulguları açısından ilginçtir. B. Vladimirtsov; Le regime Social des Mongols, Le Feoda_ lism Nomade, Par.is, 1934. V.V. Barthold, Turkestan down to the Mongol Invasion, Lon_ dmon, 1928. 1
11
Avrupa ile Osmanlı kırsal alanının yapısal farklılığı yukar da değinilen değişimi açıklamada kullanılmaktadır. Bu farklılık bir yerde ticaretin ve para ekonomisinin geliştiği bir kırsal olanla; toprak kullanımının bürokratik yapısının ve buna dayanan bürokratik elemanların artan öneme sa hip olduğu kırsal alan arasındaki farklılığa dayanmakta dır. Bu yaklaşım «Asya Feodalitesi» konusundaki Wittfo gel, Marx ve Weber'in kuramlarına bir yerde benzemek tedir {3). iV - Dördüncü yaklaşımının temelinde Marx'ın As ya Tipi Üretim tarzı kavramı yatmaktadır. Daha doğru bir deyimle, Osmanlının iktisadı ve sosyal yapısının açıklan ması açısından bu kuram ya da kavram yeniden canlan dırılmak istenmektedir. Asya Tipi üretim tarzı yaklaşımı na göre Asya toplumları kendilerine özgü bir üretim tar·· zına sahiptirler. «Asya toplumlan farklılaşmamış bir ka saba ve köy birliğine sahiptir. (Bu toplumiann bünyesin de oluşan büyük şehirlere gerçek ekonomik yapıya dı-· şardan empoze edilmiş başkentler ya da bürokratik mer kezler nazarı ile bakılabilir)» (4). Diğer yandan, doğu top lumlannm yaşadıkları geniş ve kurak alanlarda sulama sistemleri vb. sahalara büyük kamusal yatınmlann yapıl ma zorunluluğu merkezi bir örgütün güçlenmesi gereğini (3) Bu yaklaşıma sahip yapıtlardan bazılarına burada değinmek istiyorum: C. Cahen; L'evoluiton de l'iqta du L""C au XIII siecle, iınnales (E'conomies-Societes-Civilisation), 1953 A. Ben Shemesh, Taxation in Islam, Leiden 1958, Say: 62--64 A, Poliaık, La Feodalite Islamique, Revue des Studes Islam.L ques, 1936. Say: 247-65 Fr. Lokkeguard, İslamic Taxation in the Classic Period, Copenhagen, 1950 ....., Feudalism in History, Princeton, 1956. (4) K. Marx; Pre-Capitalist Economic Formations,, edited with an introduction by. E. Hobsbawn, N.Y. 1964 Say: 78 12
de ortaya çıkarmıştır. Bu merkezı örgüt toplumu meyda na getiren komünierin üstünde oluşan bir örgüttür. Bu gelişimin doğal bir sonucu olarak da Asya Toplumlarında üretim araçları üzerinde özel mülkiyet ilişkilerine pek rast lanmaz, en azından bu ilişkiler etkin bir biçimde yaygın laşmamıştır (5).
Wittfogel ise
konuyu doğu toplumlarının su sorunu üzerine bina etmek çabasındadır (6). Wittfogel'in yakla şımında iki temel çıkış noktası vardır: Marx'ın Asya Top lumlarına ilişkin kuramı ve Max Weber'in Doğu «Patri monializm» ine ilişkin ideal tipiği. Böylece Asya toplumla rına ait üç temel aşama bu yazarca geliştirilmiştir. Bu aşamalar; 1 - Sulama (Hidrolik) uygarlığı, 2 - Tanmsal Toplum, 3 - Doğu despotizmi. Ne var ki Wittfogel'in bu aşamalara örnek gösterdiği bulgular kuramını kanıtlaya
cak güçte değildir. Bu yaklaşımların amacı bir yerde günümüz Türkiye sini hazırlayan ekonomik ve toplumsal koşullarla, çağdaş batının temeli olan yapı arasındaki farkları ortaya koymak ve
açıklamak biçiminde özetlenebilir. Sorun bir yerde modern burjuvazinin Türkiye'deki gelişimi şeklinde de ele almabilir. Gerçekte böyle bir dönüşüm ekonomik ve toplumsal yapının tarih doğrultusundaki değişim sürecini ortaya koyma 'yönünden daha bir geçerliliğe , sahiptir. Marx ve Weber de temelde bu soruna eğilmişlerdir. Marx'a göre «Asyaı biçim uzun bir süre ve inatçı bir şekilde niteliklerini aynen koruyarak devam etmiştir. Bunun başlıca nedeni topluluğun kendine yeterli bir tarım ve zanaata sahip olan birlikler halinde yaşamlarını sürdürmesi; bireyin bu topluluk içinde bağımsız hale gelememesi-
(5) K. 1\/Iarx; «British Rule in India», New York Daily Tribune, 15 Haziran, 25 Haziran, ve 8 Ağustos 1853 sayıları. (6) K, Wittfogel; Oriental Despotizm, Ne.w Haıven, 1957 13
din> (7). Bu Asyai düzen «merkezi veya ademi merkezı», «ceberut ya da demokratik)> biçimlerde değişik örgütler halinde karşımıza çıkabilir. Fakat hemen hepsinin teme linde, küçük toplulukların artık - değerlerinin büyük bir bö lümünün bağlı olduklan birliğe, o birliğin savas, din, su lama, ulaşım vb. gibi çalısmalarına iliskin har�amalarını karşılamak amacıyla devr�dilmesi düşüncesi ve eğilimi hakimdir (8). Tarımrn ve zanaatın farklılaşmamış, kapalı bir ekonomik yapıya sahip oluşu Asyai biçimin hakim ol duğu dönemlerde şehirlerin yapısını da etkilemiştir. Se hirler egemen gücün ve ona bağlı bürokrat kesimlerin ge lirlerini harcadıkları, tüketim mallarının kolaylıkla temin edilebildiği, ic ve dış ticarete uygun olanaklara sahip yer lerde kurulmuş ve Oluşmuşlardır (9). Böyle bir niteliği gös teren Asya üretim biçimine sahip toplumlarda merkezı otoritenin sarsılması ve ekonomik anlamda bir evrimin gerçekleşmesi zor olmakta, bu gibi değisimler ancak dıs etkenlerle özellikle kapitalizmin oluşturd�ğu dış etkenle� rin sonucunda görülebilmektedir (10). Weber'in patrimonialist yaklaşımında ise doğu top lumlarının batının yalın feodalizminden bazı noktalarda farklılıklar gösterdiği karntlanmağa çalışılmaktadır. «Pat rimonial devlette reis ya da hükümdar ile tebosı arasında ataerkil bir ailedeki baba ve çocukları arasındaki iliskiler belirli· bir değişiklikle mevcuttur. Feodal devlette ise' ata erkil ailede görülen ilişkiler yerlerini şövalye militarizmine dayanan bir (silsile-i meratibe) bırakmışlardır» (11). Konu ya bu açıdan bakınca Weber'in «maaslı , tımar» ve «maas' (7) K. Marx; Pre-Capitalist... say: 77-78 (8) K Marx; a.g.e. say: 33-34 (9) K. Marx; a,g.e. Say: 71 ( 10) K. Marx; a.g.e. say: 38 (11) R. Bendix; Max Webe:r: an Intellectual 'Po:rıtrait, N.Y. 1960, say: 359
14
sız tıman> arasında kesin bir ayırım getirdiği ortaya çık maktadır. Feodalizm tımar sahipleri arasında bir asalet 'bileşiminin ortaya çıkması ve genişlemesini yaratmıştır. Doğ�da görülen patrimonializm'de ise tımar sahiple rinin batıdaki gibi bir toplumsal sımf olarak oluşma im kônları yoktur. Feodal yönetici asaletin ve sosyal bir sı nıf olmanın yapısı içersinde geleneklere, belirli kurallara bağlı karar verme yetkisine sahipken, doğudaki patrimo nial reisler (ceberut) !uğun sonucu tamamen kendi ar zu ve iradeleri istikametinde karar alabilmektedirler. We ber ve Marx'm birleştiği bir nokta vardır: Burjuvazinin or taya çıkması ve kapitalizmin gelişimi, ticarete dayanan merkez, bir yönetime sahip patrimonial doğu toplumların da bile güçlü bir dirençle karşılaşmıştır. Bunun temelde ki en önemli nedeni «kar getirme olanaklarının başka bir deyimle sermaye birikiminin, reis ve yöneticiler elinde toplanmış oluşudur» (12). Bunun sonucu patrimonial dü zenin dominant niteliği ancak belirli bir kapitalizmin geli- şimine müsaade etmektedir. Örneğin bu düzende bir öl çüde ticari kapitalizme, vergilendirilmiş büyük çiftliklerin gelişimine, gayri menkul alım ve satımına, devletin ihti yaçlarının karşılanmasına ilişkin resmi taahüt işlerine, sa vaş vb. koşullarda zorunlu mali ve maddi olanakları ya ratacak işletmelerin büyümesine göz yumulmakta, hatta bir ölçüde teşvik edilmektedir (13). Weber'in de belirttiği gibi patrimonial toplum düzeninde burjuvazinin gelişimi ni engelleyen temel nedenler, «iktisadi faaliyetlere hakim olan geleneksel davranışlar», malı eylemlerdeki keyfi ka rarlar alma tutumu», ve de «özel girişimlere güven vere cek bireysel özgürlüğün var olmamasıdır» (14). (12) M. Weber; The Thıeory of Social and Ecoınomic O:rganisation, N,Y., 1947, Say: 355 (13) Max Weber; a.g.e., Say: 357 (14) Max Weber; a.g.e., say: 355-357
15
Diğer yandan kôrlılığı söz götürmeyen işletmelerin reise bağlı bürokratlar tarafından yönetilmesi de burju vazinin ve kapitalizmin gelişmesine doğrudan doğruya et ki yapan bir faktördür. Bu özellikle yakın doğuda Osman lı ve İran toplumlarında açıkça gözlenebilen bir olgu� dur (15). Genel anlamlı ve soyut kuramların tekrarı olan bu değindiklerimize dayanarak Osmanlı - Türk toplumunun tarihi niteliklerini belirleyen yorumlayıcı bir modelin ana varsayımları üzerinde biraz durabiliriz. Sözünü ettiğimiz tarihi nitelikleri içeren varsayımlar şöyle sıralanabilir: i - Asya toplumlarının geleneksel bürokratik meka nizması şehir, kır ve gezginci toplulukların iktisadi yapısı üzerinde üstün bir etkiye sahiptir. Bu etkinin eylem mer kezi Asyalı patrimonial reisin «kampı» demek olan baş kent'tir. ii - Birinci varsayımın doğal · bir sonucu olarak bü rokratik kapitalizm ve toprak ağalığı gelişmiştir ya da ge lişme imkanına sahiptir. iii - Kent, kır ve gezginci toplulukların birlikte var oluşları bu toplulukların herbiri ve düzenin bütünü açı sından gözden ırak tutulamayan bir etkiye sahiptir. iv - Toplumsal düzenin bütünü «merkeziyet» ve «ademi merkeziyet» arasında dalgalanma halindedir. Güçlü bir merkeziyetçilik daima padişah ya da lider (reis) ve onun çevresinde oluşan bürokratlar tarafından savunulup idealize edilmektedir. Merkezi yönetimin güç lü olduğu dönemlerde kamu yatırımlarına girişilmiştir. Ör neğin Cami, Medrese, Hastahane, Sulama yollan, Ker vansaraylar vb. leri gibi. Bunların yanısıra hazine arazisi(15) A. Asıhraf, «Jami'eshi:ı;ıasLyi siyasLyi Max Weber, Sukhan no: 10-1L12, 1346/1968
16
nin genişletilmesi (savaş vb. yollarla} ve bürokratik k� pitalizmin gelişmesine yönelik eğilimler de gene bu do nemlerde güç kazanmaktadır. v - Batı biçiminde bir aristokrasi mevcut değildir. vi - Ceberut yöneticinin keyfi yönetim ve kararla n bütün toplumsal gruplar üzerinde etkisini gösterir. vii - Kendine özge bir toplumsal yapıya sahip şehir toplumlarının varlığı; para ekonomisi ile geleneksel kapi talizmin mevcut oluşu. Bu varsayımları gözönünde tuttuğumuzda batı anla mında bir burjuvazinin Osmanlı toplumunda gelişememe sinin nedenlerini üç ana grupta toplayarak açıklayabiliriz (16) : ı - Kuvvetli bir merkeziyetçiliğe dayanan, kapita list faaliyetleri devlet ya' da egemen bürokrat gruplara ba ğımlı kılan toplum düzeninin varlığı. ıı - Güçlü aşiret ve yöresel toplulukların merkez, otoritenin zayıfladığı anlarda başkaldırıp, yarı bağımsız yönetimler kurarak mevcut ticarı ve iktisadi faaliyetleri de sekteye uğratması. ııı - Geleneksel burjuvazi ve küçük zanaatın (Esnaf olarak nitelendirilebilir} batının sömürgeci politikasının et kisiyle zayıflayıp, yıkılması; bunların yerini dışarıya1 bağlı bir burjuvazinin alması. Bu engeller bir tarihi gelişim ·süreci icersinde Osman lı - Türk burjuvazisinin doğup güç_lenmesine mani olmuş lardır. Özellikle 19 cu yüzyılın başından beri Osmanlı eko nomik ve toplumsal yapının çıkmazı (dar boğazı) daha bir belirli hale gelmiştir. Scıvaş alanlarındaki yenilgiler dar (16) A. Ashraf; Historical Obstacles to the Development of a Bourgeosie in İran, N.Y, 1970. (iStudies 1n the Economic History · of the · Miid.dle East) den ayrı basım.
17
boğazın hissedilmesine yardımcı olmuştur. Bu· dar boğa
zın geçiştiirlmesi için alınan tedbirler ise (ıslahat) deyi
minin anlamı ve kapsamı içersinde kalacak nitelikte oldu ğu için sorun bir «kısır döngü» örneğine dönüşmek (isti dadını) göstermiştir. Bir noktadan sonra «ıslahat» hare ketlerinin dar boğazı geçistirebilmek acısından yetersiz liği ortaya cıkmıştır. Özellikle (Muharrem Kararnamesi) nden sonra dar boğazı aşmak, geri kalmışlığı yenmek çabaları iki düşün ce çevresinde toplanmıştır. Bir grup kuvvetli bir merkezi yetçiliğe dayanan, kapitalist faaliyetleri devlete ya do onun çevresindeki egemen bürokrat gruplara bağımlı kı lan, böylece hızlı kalkınmayı gerçel i kurma çabasında iken, diğer bir akım da merkezi otoritenin burjuvazi lehine zayıflatılması, bir anlamda burjuvazinin gelişmesini engelleyen maniala rın ortadan kaldırılması biçiminde özetlenebilecek bir yak laşımla soruna eğiimekteydi. Özellikle 1908'den sonra bu iki akımın etkisi Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal ha yatında olanca gücüyle görülmüştür. (Merkeziyetçi} ve de (Ademi Merkeziyetçi) düşünü ve eylemler arasındaki dal galanma adeta bir salınım halini aldı. Politik kurumlarda bu salınım uyarınca oluştular. Tarihin genel gelişim süreci içersinde, Türk toplumu nun geçirmekte olduğu tüm evreleri bu yaklaşıma göre değerlendirmek gerekir. BağımsızJık savaşını da bu yargı nın dışında tutamayız. Bu savaşın kökenini toplumumuzun ekonomik ve toplumsal yapısının genel gelişim modeli içersinde aramak, yerine oturtmak; hem bu savasın so nuç ve nedenleri arasındaki ilintileri ortaya çıkara;ak de ğerlendirilmesini sağlayacak, hem de savaş sonrası· elli yılının gelişiminin gerçek bir hesaplaşmasını ortaya ko yacaktır. 18
1 - BATIDA KAPİTALİZMİN GELiŞMESİ A - SANAYİ DEVRİMİ Sanayi Devrimi Batı Avrupa ülkelerinin ekonomik ve toplumsai yapılarını temelinden sarsan ve kapitalist aşa manın tüm gereklerini su yüzüne çıkaran bir teknoloji ha reketi ya da sıçramasıdır. Bu devinimin temelinde tekno lojik buluşlar yatmaktadır. Aşağıda sıraladığımız on asır lık süre içersindeki büyük sanayi buluşları sıçramanın ta rih boyutu içersindeki genişlik ve yoğunluğunu göstere cek niteliktedir. Büy_üılc Sanayi Bu'lu§laırvn-ın Yüzyıllaıra göre 8aryı.saı dağılımı. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18, 19.
Yüzyıl Yüzyıl Yüzyıl Yüzyıl Yüzyıl Yüzyıl Yüzyıl Yüzyıl Yüzyıl Yüzytl
............... ............... ....... . ..... . . ...... . ....... . ............... ............. . . .. . ........ . ... ............... ............... . . . ... . . ... . . . .
6 4 10 12 17 50 15 17, 43 108
Buluş Buluş Buluş Buluş Buluş '" BUluş Buluş Buluş Buluş Buluş
On dokuzuncu yüzyıl sanayideki teknolojik buluşların ve bunların pratik alanlarda uygulanmasının en yoğun dü zeye ulaştığı bir çağdır. Bu yargıyı ileri sürerken yirminci 19
yüzyılı kapsam dışı tutmaktayız. Kapitalizmin gelişimini ve emperyalist aşamaya geçişini belirleyebilmek için sanayi devrimini ana hatlarıyla gözden geçirmemizde yarar var dır. Sanayi devrimini 15 ci yüzyıldan bu yana batı Avrupa ülkelerinin merkantilist ticari politikaları sonucunda oluş turdukları «sermaye birikiminden)) ötürü gerçekleşme dü zeyine ulaşmış bir aşamadır biçiminde tanımlamamız da mümkündür. 18 ci yüzyıldan itibaren sanayi kesimine, ön ceki dönemde ticaret kesiminde görülene benzer bir ya tınm eğilimi doğmuştur. Sanayi teknolojisindeki hızlı ge lişme, kitle üretiminin baslaması ulasım olanaklarının ön.:. ceki dönemlere kıyaslanmayacak bir biçimde artmıs oluşu ekonomik ve toplumsal yapıyı da köklü değişiklikleri doğuracak bir biçimde etkilemiştir. Bu nedenden ötürü de önceleri Fransızlardan gelen bir niteleme ile bu dönü şüm Sanayi devrimi olarak adlandırılmıştır (17). Sanayi devriminin genel bir tanımını şöyle yapabiliriz : Sanayi devrimi, insanları çoğunlukla kırsal alanda yaşayıp, ma halli piyasaların olanakları ile yetinen bir topluluk halin de bulunmaktan çıkarıp, uluslararası ilişkilerin hızla art tığı bir sanayi toplumu biçimine dönüştüren olgudur. '
I
,
Sözünü ettiğimiz bu olgu değişik yer ve zamanlarda meydana gelmiştir. Mamafih öncülüğünün İngiltere'ye ait olduğunu söylemede hiç bir sakınca yoktur. Sanayi devriminin İngiltere'de diğer toplumlardan daha önce meydana gelmesinin temel nedeni, bu ülkede burjuvazinin gelişmesi�i engelleyen kurumların pek az oluşuna bağla nabilir. Ozellikle «Magna Charta» dan bu yana gelişen politik kuruluşları, özgür ticaret imkônları, yeni dünya ile olan (ekonomik anlamlı) olumJu ilişkileri, dış ticaretteki ( 17) Arnold Toynbee; Lectures on the Industrial Revolution of the Ei'ghteenth Century in England, Landon, 1908.
20
r
tı
r
tı
engin tecrübesi, banka vb. mali kuruluşların ileri düzeyde gelişmiş bulunması bu ülkeyi sanayi atılımına hazır bir hale getirmişti (18). Diğer yandan İngiliz adasının kömür kaynaklarının bolluğu ve kolay işlenilebilirliği yakıt soru nunu da çözümü kolay bir biçime dönüştürmüştü (19). Kö mürün önemini açıklamak amacıyla şu örneği belirtmek durumundayız : Tekstil sanayiindeki ilk mekanik buluşlar da çevirici güç oiarak su kullanılmaktaydı. Fransa bu gü cü kullanarak 18 ci yüzyılın ilk çeyreğinden sonra dünya nın en ileri sanayi ülkesi haline gelmişti. Bunun sonucu dış ticarette de İngiltere'nin önüne geçmişti. Ne var ki kömürün yakıt olarak kullanıldığı buhar makinalannın ica- dı ve yayılması Fransa'mn bu üstünlüğünü sarstı. Nitekim Fransa 1847'Ierde 5 milyon ton kömür üretirken 1845'de ingiltere'nin kömür üretimi 34 milyon tondu. Kömürün bu önemi Abraham Darbys ve Henry Cort' un bulmuş olduğu yöntemler uyarınca, çelik üretiminde yüksek fırınlarda kullanılmasıyla daha, da artmıştır (20). Veni yöntemler sonucu İngiltere'nin pig demir üretimi 1788 - 1839 yılları arasında 68 bin tondan 1 347 000 tona yükselmiştir. İngilizlerin deyimi ile kömür'ün sanayie gi rişi bir kara ülkenin doğumuna sebeb olmuştur (21). De mir üretimindeki yeni yöntemlerin uygulama imkönma ka vuşmaşı yanı sıra, tekstil sanayiinde de hızlı teknolojik sıçramalar görülmekteydi. Fakat bu buluşların da ötesin
de, yeni bir çevirici gücün, buhar makinasının sanayi ke(18) Arnold Toynbee, a.g.e. ( 19) P. Mantoux, The Industrial Revolution in 18 th. Century, N.Y.,1928,ıSay: 25 ve sonrası (20) T.S. Ashton, Iron and ıSteel in the Industria1 Revoluth::m, Lon� don, 1948, say: 163 (21) G.C. Allen; Industrial Development in Birmıngham and the Black Country, 1860-1927, London, 1951, say: 115--119 1
1
21
simine girişi ve gelişmesi sanayi devrimini hızlandıran en önemli etkendir. Buhar makinasından çevirici güç olarak yararlanma fikrini gerçekleştirmeye çalışan ilk öncüler Thomas Sa very ve Thomas Newcomen'dir (22). Watt bu araştırma ları daha da geliştirdi, yeni tipte bir buhar makinası icat ederek bunun patentini 1769'da aldı. Yeni makina başlan gıçta maden ocaklarında hava ve su pompalama işlerin de kullanıldı. Tekstil sanayiinde kullanılması 1785 sırala
rına rastlar.
İngiliz ıpamuklu dokuma sanayii buharın bu imalat ke akıl almayacak bir tempoda gelişti. 1830'!a-rda dünyanın pamuklu dokuma tüketiminin % 60 dan fazlası İngiltere tarafından karşılanıyordu. , «insan oğlunun bu yeni hizmetkôrı» nm ulaşım alanı na girmesi ise başlı başına bir devrim·· olarak nitelendiri lebilinir. Demiryolunun bir kara taşıt aracı olarak kullanıl ması, ya da daha doğru bir deyimle denenmesi 19 cu yüz yılın iik yıllarında Merthyr Tydfyl tarafından gerçekleşti riimiştir. Fakat İngiliz demiryolu sisteminin ilk adımını ise George Stephenson atmıştır. Stockton - Darlington de miryoiu hattı 1825 yılında işletmeye girmiştir (23). 1848'de
simine girmesiyle
sadece İngiltere'de 5000 milin üzerinde demiryolu hattı ırnrulmuş, işletiliyordu. İlk buharlı geminin Atlas Okyanusunu geçtiği yıl 1819 dur. 1850'de ise yıllık buharlı gemi yapımı 70'e ulaşmıştı. Yeni ve kullanma olanakları daha geniş bir çevirici gücün sanayi alanına girmesi sonucu, 19 cu yüzyıl tam anlamıy la bir sanayileşme çağı halini almıştır. Sanayi devriminin me,ydana koyduğu dönüşümün ( 22) Industrial Revolution, Encyclopedia Britannica, Vol: 12 (23) J.H. Claphan; An Economic History of Modern Britain, N.Y. 1932, say: 33-175
22
özünde üretimin niteliğinin (karekteri anlamında) değiş mesi vardır. «Çıkrık» lor insan ve hayvan gücü kullanıl madan dönmeğe başlamıştı. Marx'ın da belirttiği gibi ön celeri insan elinin kullandığı aletler şimdi belirli mekaniz malara bağlanmıştı (24). Durum ne şekilde açıklanırsa açıklansın, temelde oluşagelen hadise üretim sürecinin radikal bir dönüşüme uğramış olmasıydı. Manüfaktürde (Bir önceki sanayi aşamasına ait bir olgudur bu) emek çinin işin ya da üretimin belli bir bölümü üzerine eğilme si istenmekteydi; sanayi devrimiyle ortaya çıkan yeni üre tim sürecinde ise insan ve makinanın birlikte kollektif bir üretim çabasına girişmesi söz konusudur. Bu nitelikteki üretim faaliyetini, yan makina - yan insan gruplarının yap-· tığı �ir faaliyet. şeklinde belirlememiz mümkündür. Bu grup çalışmasının bazı nitelikleri mevcuttur. Bir kere böy le· bir üretim süreci içersinde iş bölümü, o güne kadar görülmemiş bir düzeye ulaşmaktadır. Bu iş bölümü fonk siyonel ve yöresel olmadan tek bir üretim ünitesine ka dar görülmemiş bir düzeye ulaşmaktadır. Bu iş bölümü fon!,zsiyonel ve yöresel olmadan tel< bir üretim . ünitesine kadar uzanan geniş bir kapsama sahiptir. Diğer yandan insan gücünün makina ritmine uygun, döngüsel bir tem poya ulaşmasının sağlanması da zorunludur. Bu nitelik, belli bir aşamadan sonra emeğin sermayeye bağımlı bir hale gelmesi sonucunu da vermektedir. İşyeri sahipleri emekçilerin üretime yönelik eylemlerini disiplin altına al
mada bu karakterin büyük etkisi vardır. Ardrew Ure'un belirttiği gibi «büyük amaç» «emeğin eşitlendirilmesi dir» (25). Eski üretimin bireyselliğinin terkedildiği bu aşa( 24) Burada çıkrık terimi ilkel çevirici gücü sembolize etmek için kullanılmıştır, ( 25) Andrew Ure; The Philosophy of Manufactures, London, 1835, say: · 20
23
mada yeni tipteki üretim birimlerinin gereksindiğ araçla rın sağlanabilmesi için sanayiciler artan oranda serma yeye ihtiyaç duyuyorlardı. Böylece gelişen sanayi ve ser maye kaynakları ilişkisi 19 cu yüzyıldan itibaren yepyeni bir kavramı da peşi sıra getirecektir: «Finans - Kapital)) Burjuvazi ve sanayileşme ile oluşan yeni sınıf : Proletar ya 19 cu yüzyıl ve sonrasının temel çelişkisini ortaya ko yacak, ve de dünya sanayi devrimi ile birlikte yeni bir üre tim biçimi aşamasına gelecektir (26).
B - TEKELCİ KAPİTALİZMİN OLUŞUMU Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren kapi talizmin ge!işmesi hızlanmış ve tekelci kapitalizm önce mim ekonomiler, sonra da uluslararası çapta kendini gös termeğe başlamıştır. Bu yüzyılın son çeyreğinde, yani Os manlı devletinin Abdülhamit il döneminde dünya ekono misinin belirleyen genel nitelikleri şöyle sıralayabiliriz : i - Ülke çapında geJişen ve ayrıntılaşan toplumsal iş bölümü, uluslararası iş bölümüne dönüşme aşamasına gelmiştir. ( 26) Konumuz gereği sıanayi devrim:i:ıiin üretim biçimi açısından geniş kapsamlı bir analizini ortaya koyamadrk. Sorunun bu yönünü derfu:ıleştiırmekı yöınünden aşağıdakıi eserler1e atıfta bulunmakta yarar vardır: K. Marx Capital, Vol I E1 Roll; An Early Experiment in Industrial Organisation, say: 1-30 M. Dobb; Studies ,i n the Development of Capitalism, Say: 255 ve sonrası. Engels; Condition of the Working Class in Etngland in 1844, Say: 3-40 L.C.A. Knowles1 The Industrial and · Commercial Revolutions in Great Britain during the 19 ths. Century, N.Y., 1924. •
;
24
ii - Uluslararası iş bölümünü oluşturacak doğal ve toplumsal koşulların tümü meydana. çıkmıştır. iii - Uluslararası mal akımı bir önceki dönemlere oranla hızlı bir artış göstermiş; mallar ve parasal serma ye için dünya piyasaları meydana gelmiştir. iv - Emperyalizm dünyanın en önemli bir sorunu olarak görülmeğe başlanmıştır. Dünya ekonomisinin büyümesi iki yönden ele alına bilir : yaygın ve yoğun büyüme. BeJli merkezlerde ve yö relerde meydana gelen sanayileşme piyasa açısından tüm dünyaya yayılmak eğilimini göstermiştir. Dünyanın önde gelen kapitalist ekonomileri 19 cu yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha güçlü bir teknolo jik ilerlemenin içersine girmişlerdir. Elimizdeki bilgilere göre 1850'!erde yeni buluşlara verilen patent sayısı (Her türlü buluş için alınan patentler bu sayının içersindedir).
A.B.D. 4778 İ:ngilıtere 21910 1687 Fransa A.B.D. 36620 İngiltere 16284 Fransa 12680
İken; ayn.i sayı 1910 yılında
e yükselmiştir. Gene ayni dönem içersinde Almanya da her nev'i buluşlar için 13080 patent vermiştir. Buluşların nitelikleri ve etkileri arasında büyük farklılıklar olduğu için kesin bir karşılaştırma yapmak mümkün olamazsa da, yıldan yıla artan oranda yeni buluşların piyasa yan sıtılmaya çalışıldığını ileri sürmek de yanlış olmaz. Dünya ekonomisinin içersinde bulunduğu dinamizm, kişileri yeni teknolojilere, yeni ürün çeşitlerinin bulunmasına doğru it mektedir. Belirli maddelerin üretimine bakıldığında bu büyüme-
25
yi daha somut olarak görebilrriz. 19 cu yüzyılın yarısı ile Birinci Dünya Savaşı arasındaki altmış yıllık dönem içer sinde kömür üretimi % 1330, demir üretimi % 1113, ba kır üretimi % 1834 ve altın üretimi de % 1218 artmıstır. Resmin öteki yüzüne, yani tüketim mallan üretimindeki artışiara baktığımızda aynı hızlı gelişmeyi görememekte yiz. Şöyle ki 1880 - 1914 yılları arasındaki otuz yıllık dö nem içersinde Buğday üretimi % 67, pamuk üretimi % 127, şeker üretimi de % 261 oranında bir gelişme göster miştir. Bu sayıların belli oranda'ki yetersiziklerine rağmen ortaya çıkardıkları gerçek şudur: eski piyasaların hemen hemen yüz misline yakın oranda genişleyen bir piyasa oluşmuştur. Buna rağmen mevcut üretimin yoğaltılması için her an yeni olanakların bulunması, yani yeni piyasa ların açılması zorunlu bir haldir. Hızlı gelişen ulaşım olanakları maham piyasaları bir birine yaklaştırmış, dünya ekonomisinin üretimi tek bir birim niteliğine bürünerek genişlemişitr. Özellikle demir yolu yapımı ve buharlı gemi alanında büyük ilerlemeler görülmüştür. 1850 yılında dünyadaki demiryolu hattının uzunluğu 38 600 km. idi. 1880'de bu uzunluk 372 000 km. ye ulaşmıştır. Bu tarihten sonraki gelismeler ise şu görünümdedir : DünyadaJ.e-i, Demiryolu Haillannın Uzunluğu (km.) 1890
Avrupa A.B.D. Asya Avustralya To planı
223 869
331 417
33 724
18 889 607 899
1911
-----
338 880
541 028
105 011 32 401 1 017 320
Bu iki yıl arasındaki artış oranı % 71'dir. Diğer yan dan deniz ulaşımının değişik ülkeler açısından artıs ora nı ise (1872 - 1907) dönemi içersinde İngiltere'de % 184, Almanya'da % 281, Fransa'da % 70, Norveç'te % 64, Ja26
ponya'da ise % 1077'dir. Bütün dünyadaki ticari gemile rin tonajı 1899 - 1909 arasında % 15"6 artmıştır. Ulaşım imkônlarının artışı dış ticaret olanaklarını ge liştirmiştir. Yirminci yüzyılın ilk on yılı içersinde dünya toplam dış ·ticaret hacminin gelişimi şöyledir: Dünya, Dı,ş Ticaret Hacminiın Geli§imi (Milyon Mark olarak) Yıllar
Dış. Ticaret Hacm'i! 101 104 113 124 133 124 132' 146 153
1903 1904 1905 1906
1907 1908 1909 1910 1911
944.0 9fü�9 100.6 699.6 943.5 345.4 515.0 800.3 870.0
Toplam dış ticaret hacminin bu gelişiminden en bü yük payı gelişmiş kapitalist ülkeler almışlardır. Dünya eko nomisinin oluşumunda önemli bir etken olan dış ticaretin ülkeler acısından gelişimi oransal olarak aşağıdaki tablo dan izlenebilir. Dı.ş Ticaretin Ülkeler itibariyle 1891-1910
yıll-arı ar(l)Sındaki a,rtış oranı (Yiizde ola,rak) Ülkeler
A.B.D. İngiltere Almanya ·Fransa Rusya Hollanda Belçika Avustralya Çin Ja.ponya
İthalat 78 43 105 25
100 110
105 35 64
300
İhra;cat 77 52 107
54
85
90 84 74 79
233
27
Görüldüğü gibi sanayileşme sürecine 1850 - 60 yılla rında giren Japonya gerek ithalôt, gerekse ihracat açısın dan çok hızlı bir dış ticaret faaliyeti gösteren bir ülke olmak niteliğindedir. Ne var ki artışa temel olan 1891 yılı ithalat ve ihracat değerierini mutlak olarak bilmediğimiz için bu ülkelerin dünya dış ticareti içersindeki yerlerini bu verilere dayanarak saptayamamaktayız. Fakat elimiz deki bir başka tablo bu konuda bize yardımcı olabilecek niteliktedir. Gerçi iki tablonun kapsadığı dönem tam ola rak birbirine uymuyorsa da, aradaki yıl farkları analizi mizi saptıracak ölçüde bir etkinliğe sahip değildir. Başlıca
Ülkelerin Ortala,ma Dış Ticaıreıt Değerleri (27) (müyon -E olaırak) Orta.lama, İthalat
Ülke
İngiltere İsveç Hollanda Fransa Belçika Almanya İtalya Avs-Mac, Rusya Yunanistan Romanya Osmanlı D. Mısır Çin Japonya A.B.D ..
1892-96 4191
w
119
200
112
215 48 59 5ı1
4.4
1892-96
1.902-06
559 321
285 18 98 180 102 173
390
199 240 185 346 83
87 71
5.6
151
13
9
20 56
21
29 12 161
Ortalama, İhracat
1902-06
2'6
39
219
43 67,
62 3.1 12 13 13 22 13 184
24
164 235
162 284 68 96 106
3.7 16 16 21 35
35 3,11
(27) Bu tablo İngiliz Dış Ticaret İstatistiklerinden yararlanarak hazırlanmıştır, diğer ü1kelerin resmİ yayınlarıyla karşılaştır_ ma olanağı bulunamamıştır.
28
Görüldüğü gibi İngiltere dünya ticaretinin en «domi nant» bireyi olarak belirmektedir. Sanayileşme sürecinin öncülüğünü yapan bu üUcenin yanısıra Hollanda, Fransa, Belçika, Almanya ve A.B.D.'de dünya ticaretinde önemli yerlere sahip bulunmaktadır. Ülkelerin nüfuslarına göre per - capita dış ticaret de aşağerleri ise aynı dönemin son yılı, yani 1906 yılı için ğıdaki gibidir : 1906 yılına gör.e bazı 'Ülkelerin Per_Ca,pita dış tica(l'eıtiı (f!, olarak,) Ülke Adı Avus_.Mac. Belçika Bulgaristan Çin Mısır Fransa Almanya Yunanistan İtalya ·Japonya Hollanda İran İsveç Rusya
Osmanlı D. İngiltere
A.B.D.
İthalat
2.0 19,1 1.1 0.2 2.5
5.3
6.6 2.3 3.0
0.9 37.0 0.7 6.5
İhracat 2.1
15.5 1.2: 0.1 2.6 5.1 5.2 1.9 2.4 0.9 1
30.9'
0.5
5.2
0.5,
0.8
3.5
8.7 4.5
1.1 14,1
0.7
Bu tabloda özellikle nüfusu az olan ülkelerin (Belçi ka, Hollanda gibi} ticaret değerlerindeki vaki yükseklikle rin dışında, bundan önce sunduğumuz bulguları teyit etmektedir. Dış ticaretin önceki yıllara oranla daha hızlı bir gelişim gösterdiği bu dönemde dünya ticaretinin en büyük payına sahip ülkeler kendi sanayilerini de yüksek gümrük
29
duvarları ile korumaktan geri kalmıyorlardı. Bunu kanıtla yacak geniş kapsamlı sayısal bilgilere sahip olmamamıza rağmen bazı ülkelerin İngiltere mahreçli sanayi ürünleri ne uyguladıkfarı (ad volorem) gümrük resimlerine ait or talamalar sınırlı da olsa bir fikir verebilecek niteliktedir. Bazı Ü,lkeleriırı, İngiliz sanaıyi üriiınlerme uygulad,ıklarrı gümrük resmi oranı Gümrük Resmi, Oram(%)
Rusya A.B.D. Fransa İtalya Almanya İsveç Yunanistan Türkiy:e Çin
131
73 34 27 25 23
19 8
5
Türkiye ve Cin'in nasıl bi r piyasa oluşumu içersinde ol�ukl�rın� bu gümrük resmi oranlarından da görmek �umkundur. Sorunun Türkiye'ye ilişkin yanı geleceJ< · bö lumle rde incelenecekti r. san�yileşme, ekonomilerin tahminleri aşan bi r hızla .. .. uy sı, Fransız dev rimiyle somutlaşan burjuva hak ve � �m� ozgurluklerinin gittikçe yaygınlaşması dünyadaki emek ve sermaye akımla rı'nı da etkiledi, geni:şleyip büyümelerine yol açtı. Kapitalist yeni dünyanın dev ü retim mekanizması, Avrupa ve Asya'nın nüfus fazlalarını (buna emek fazlası d�mek ��ha doğru olacak) yedek işçi ordusu görevini· germek uz��e kendine çektj. 1880 ile 1914 arasında O gü .. _ ne ka�ar g�rulmemış bi r insan göçü AB.O. ve Almanya'_ ya d�gm yoneldi. Birinci Dünya Savaşından önceki on yıl ı�� r�ı� de A.B.D.'ye giren göçmen sayısı bazı yıllG1r için şu - _ gorunumdeydi
30
1904 1905 1906· 1907 1914
812 870
kişi
1 026 499 kişi 1 100 735 kişi 1 285 349 kişi 1 2:18 480 kişi
Almanya da aynı yılla rda sanayi vb. gibi alanlarda çalış tırmak üzere yabancı işçi ithal ediyordu. Almanya'ya gi ren yabancı işçi sayısı da 1880 ile 1910 arasında şu eği limi göstermekteydi : 1880 1900 · 1910
276 057 778 737 1 259 873
işçi işçi işçi
Kapitalist anlamda dış ekonomik ilişkilerin bir kutbu nu emek göçü teşkil ederse, diğer kutbunu da uluslara rası sermaye hareketi meydana getirir. Bu dönemlerde uluslararası piyasaya sermaye ih racı iki ana kategori içer� sinde ele alınabilir : Faiz elde etmek için sermaye ihra cı ve de kôr elde etmek için yapılan sermaye ihracı. Tür kiye açısından önemli olan üç ülkenin, Fransa, İngiltere ve Almanya'nın dış ülkelere yönelik sermaye akımlarını sayısal olarak inceleyelim. Aşağıdaki bilgiler bu üç ülke nin 1910'Iardaki sermaye ihracının kamülatif düzeyini yansıtmaktadır.
a,) Yaıba,ncı Ülkelerdeki, Fraınsız Sermayesi (Milyar Frank olarrak) Rusya İngiltere 'l'\ürkiye Balkan Ülke .. Avus-Mac. İberik Y. Adası Kuzey Amerika Latin Amerika Mısır Tunus, Cezayir.
9 - 10.0 0.5 O.fi
3- 4.0
2.0 3.5 0.5 2,3 - 3.0 4.0 3 3.0 2
-
31
Fransa'nın yabancı ülkelerdeki toplam sermayesi aynı dö nem içersinde 30 ilô 35.5 milyar Frangı bulmaktaydı. b) Yabancı ülkelerdeki İngiliz Sermayesi, (fı olarak) İng.iliz Kolonileri A.B.D. Küba Meksika Brezilya Şili Uruguay Peru Diğer Latin Ülkeleri Rusya Osmanlı D. Mısır Japonya Çin
1 5'54 688 22 87 94 46 35 31 2,2 38 18 43 53 26
152 078 700 334 330 375 2:55 896 517 388 320 75':�
000 000 000 000 000 000 000 000 000 000 000 000
705,000
805 000
ingiltere'nin yabancı ülkelerdeki toplam sermayesi 3 191 836 000 f dur. İngiliz kolonilerine yapılan yatırımlar bu toplamdan çıkartıldığında, diğer ülkelere yapılan İn· giliz yatırımının (ya da sermaye ihracatının) toplamı 1 637 684 000 İngiliz lirası olmaktadır. c) Yabaınc1ı ülkelerdek� Almamı Sermayesj (mi,lyon, ma,rk ola.rak) Arjantin Belçika Bosna-Hersek Brezilya Bulgaristan Şili
Danimarka Çin
Finlandiya
32
9·2.1
2.4
85,0 77.5 114.3
75.8 595.4 356.6
46.1
İngiltere
İtalya Japonya Kanada Küba Meksika Hollanda Norveç Avusturya Portekiz Romany:a Rusya Sırbistan İsveç İspanya Osmanlı D. Macaristan
7.6 141.9 1290.4 152,9 147.0 1039.0 81.9 60.3 4021.6 700.7 948.9 3453.9 152.0 437.6
11.2
978.1 1506.3
Birinci Dünya Savaşı başlarken Lloyd George'un Avam kamarasında verdiği bir demece göre İngiliz Koloni leri de dahil olmak üzere İngiltere Dış ülkelere 4 milyar İngiliz liralık yatırım yapmıştı. Aynı tarihte dış ülkelerdeki Alman sermayesi de 35 milyar Mark düzeyine ulaşmıştı. Bu arada, günümüzün en büyük sermaye ihracatçı ülke si olan A.B.D. de özellikle Lôtin Amerika'ya bilhassa Mek"sil
C - YİRMİNCİ VÜZVIUN BAŞINDA BATI EKONOMİLERİNİN VAPIVA İLİŞKİN NİTELİKLERİ Gelişimini özet olarak incelediğimiz dünya ekonomi·· sinin değindiğimiz zaman aralığı içersindeki örgütlenme sinin dominant ögeleri şöyle sıralanabilir: Uluslararası Sendika ve Karteller, i il - Uluslararası Tröstler, iii - Uluslararası Banka Sendikaları.Görüldüğü gibi bütün bu örgütler. uluslararası nite liktedir. Dünya ekonomisinin gelişme ve yayılmasına pa ralel bir biçimde iş hayatı da «Enternasyonal» bir karak tere bürünmüştür. Gerçekte iş hayatının bu uluslararası karekteri kapitalist ekonominin doğal bir sonucudur (32). Kapitalist ekonomi tekelleşme sürecine paralel bir biçim de uluslararası iktisadı da oluşturmuştur. Batı ekonomi lerinin tekelleşmesi özellikle 1890'Iardan sonra hızlı bir şekilde artmıştır. 1910'da değişik iktisadı faaliyet kolla rındaki tekelleşme durumu şu görünümdeydi : Maden v e Metal Sanayiinde Kimya sanayiinde Tekstil Sanayiinde Kağıt Sanayiinde Ulaştırma Kesimiınde Elektrik Kesiminde
12 14 12 7 6 3
Kartel Kartel Kartel Kartel Kartel Kartel
Bu kartellerin dışında, aynı dönem içersincle, değişik iktisadi faaliyet kesimlerinde çalışan 100'0 aşkın tröst de bulunmaktaydı. Dünya Ekonomisindeki gelişmenin daha iyi anlaşıla(32) Leonard, Woolf; Economic İmperialism, London, 19'20
39
bilmesi için Kapitalizmin aynı dönemdeki temel eğilimle ri üzerinde bir çözümleme çalışması yapmak zorunludur. Kapitalist ilgi ve yararların uluslararası bir görünüm al ması, iktisadı hayatın enternasyonalleşmesinin bir yanıdır. Sorunun öteki yüzünde ise kapitalist ilgi ve yararların mil lileşmesi meselesi yatmaktadır (33). Bu son olgu dünya ekonomisinin sınırlan içersindeki kapitalist rekabetin ya rattığı anarşinin de temel nedeni olmaktadır. Bunun so nucu insan enerjisinin ve üretim güçlerinin adeta «bir mi rasyedi tavrı içersinde» harcanması gibi ilginç bir sorun da ortaya çıkmaktadır. Bütün bunların dışında, kapitalist ekonominin gelişiminin yarattığı ve bizim de değindiği miz çift olgudan «sermayenin mrnileşmesi)) sorunu bü yük tekeller arasındaki rekabetin savaşa dönüşmesinde de adeta ilk «impuls» rolünü oynamaktadır {34). rvnm ekonomilerin iç yapılarına ilişkin şu noktalara kısaca değinmekte büyük yarar vardır : i - Millı ekonomiler, dünya iktisadı ilişkilerinin bir arakesiti biçiminde oluşmuşlardır. ii - Tekelci örgütler başlangıçta (kartel, tröst ya da başka bir adla) ilk defa milli ekonomilerin sınırları içer sinde meydana çıkmakta;·. yaşama olanağına kavuşacak güce eriştikten sonra uluslararası niteliğe bürünmekte dir. lii - İşletmeierin dikey birleşimleri de kolaylıkla mil li ekonomiler içersinde gerçekleşebilmektedir. iv - Milli ekonomi içersindeki bankalar kesimler arası sermaye transferlerini gerçekleştirebildikleri gibi, dikey birleşimlerde de yapıcı bir roJ oynamak olanağına sahiptirler. (33) Nikola-i Bukharin; İmpBrialism a.ad World E,conomy, London, 1917, Say: 53 (34) Willi.ıam, Langer The diplomacy of Imperialism 1890 _ 1902, London, 19 (42). Yani göçebe toplumlarda üstün devlet otorite sinin menşei bir kamu hizmeti niteliğini taşıyan yağma akınlarını örgütleme fonksiyonudur. Bu yağma akınlarının sonucunda elde edilen mallar (tüketim malı ve üretim aracı) başbuğ ve ailesinin malı sayılmış, başbuğun vasıtasıyla topluluğu meydana geti( 41) N.H. Orkun; Esk , i Türk Yazıtları, Türk Dil Kurumu yayını 1938-41. Cilt: 2, Say: 86 ve sonrası., T. Yılmaz öztuna, Türkiye Tarihi, Cilt: 1; İstanbul, 1963 say: 143-160 ( 42) M. Sencer; Osmanlı Toplum Yapısı, İstanbul, 1969 say: 205 - 206
48
ren kabileler arasında dağıtılmıştır (43). Orta Asya ve çev resinde örgütlenen merkezi imparatorlukların dağılması sonucu bağımsız hale gelen göçebe kabileler, yaşama ko sullarının daha müsait olduğu batı yörelerine doğru göç �tmişler, İran ve Anadolu yaylalarına kadar uzanan göç dalgaları bu yörelerde «Selçuklu)} İmparatorluğunun te melini meydana getirmişlerdir. Elimizdeki bilgilere göre Oğuzların egemenliğinin sarsıldığı bir dönemde Subaşı olan Selçuk bey, kabilesiyle birlikte Sir'i Derya kıyıların daki Cent şehri çevresine yerleşmiştir. Zamanla İslam di nini kabul ederek güçlenmişler nihayet Tuğrul Beyin 1038' de Nişabur'da kendi adına Hutbe okutmasıyla Selçuk dev leti kuruldu. Orta Asyalı göçebe Türk toplumlarının yer leşik bir hayata geçerek şehirleşmesi ve tarımcılığa baş laması X ve XI inci yüzyıllara rastlamaktadır. Nitekim (Di van-ı Lügat-ı Türk) de «Ekinlik», «boyunduruk», «orak>> vb. yerleşik tarım üretiminde kullanılan araç isimle�inin bulunması da bu yargıyı kanıtlayan bir husustur. Osmanlı İmparatorluğunun ekonomik yapısını belirle yen bir çok kurumun kökeni «Selçuk» uygarlığına dayanır Selçuklu devletinin iktisadı ve toplumsal yapısını nitele yen kurumların büyük bir bölümü İslam kurumlarının bir anlamda sentezi biçimindedir. Özellikle toprak düzenindE. böyle bir sentezin ağır bastığı açıktır. «Despotik bir baş b4ğun' yönetiminde (ordu) biçiminde örgütlenmiş olan Sel çuklu toplumsal yapısı, (İkta) sistemine askeri bir karak ter kazandırarak Selçuklu iktamı hazırlamıştır» (44). İslam imparatorluklarındaki askeri ikta'lar, istenilen ya da beklenilen hazine gelirinin alınmasından sonra ge riye kalan vergi gelirinin ikta sahibine bırakılması biçimin-(43) F. Sümer, X uncu Yüzyılda Oğuzlar, Ankara, D.T.C.F. Der gisi, Cilt: 16, 1958) say: 139-146. (44) M. Turhan; dkta» maddesi, İslam Ansiklopedisi.
de oluşmaktaydı. Türk devlet ve imparatorluklarında ise (İkta) başbuğun askeri görevlerdeki başarı karşılığında topluluğa bağlı kabile reislerine «yurtluk» bağışlaması seklinde toırif edilebilir. Selçuklu devletinde ise bu iki ayrı (ikta) yaklaşımının bir sentezini bulmaktayız. Şöyle ki Sel çuklu iktasında yurtluk bağışlama yerini belli bir yörenin vergisini bağışlamaya bırakmıştır. Orta Asya steplerinde merkezi otoriteyi temsil eden başbuğ gücünü ya da varlı!< nedenini, beslenme sorunu nu çözümlemek için yağma akınlarını ve savaşları yürüt mek amacıyla göçebe toplulukları bir ordu biçiminde ör gütleme fonksiyonundan alıyordu. «Selçuklularda ise baş buğ yine artan nüfusun doğurduğu tüketim sorununu çöz mek için egemenliği altında bulunan halkın üretim güçle-, rini merkez1 bir yönetim altında örgütlüyor ve otoritesini bu yolla sağlıyordu» (45). Böyle bir örgütün temelinde baş buğun (Sultanın) kabilelere bir yeri mülk olarak değil ge lirinden yararlanmak üzere vermesi (ikta etmesi) fikri ya tar. Fakat zamanla artan nüfusun tüketim sorununu çöz mekte ülkedE:}ki üretim güçleri yetersiz kalınca (ikta) dü zenine askeri bir yön verme zorunluluğu da ortaya çık mıştır. Savaş ve fetihler bir ordunun örgütlenmesini ya da toplumun ordu gibi örgütlenmesini gerekli kılmıştır. Selçuklular geleneksel toplum yapılarının gereği ikinci yo lu secmisler ve de {ikta) dağılımı askeri hizmetlere bağ lanmış, u'mar sahiplerinden belli sayıda askerle sefere ka tılmaları istenmiştir. Göçebe Oğuz kabilelerinin Horasan'da temelini attı ğı Selçuklu Devleti, Orta Asya'dan sürekli bir biçimde göç eden diğer kabilelerin de yerleştirilmesi görevini yüklen mişti. Horasan ve iran'ın kuzey doğu yaylaları bu yerleş me için yeterli olmadığından, kısa zamanda batıya doğru (45) M· Sencer; a,g.e., Say: .221
50
yeni istila hareketleri başlamıştır. Anadolunun fethi ve Türkleşmesi bu hareketin sonucudur. «Böylece Türk ka bileleri kısmen eski şehirlere. yerleşerek, kısmen de yeni köyler kurarak toprağa yerleşmeye ve göçebe hayatından çıkmağa başlamışlardır» (46). Selçuklu Devletlerinin yıkılışına kadar uygulanan ve Osmanlı Devletinin süresince de bazı değişikliklerle uy gulanması devam eden toprak düzeninin en belirgin bi çimini aldığı dönem Melikşah ve Nizam-ül Mülk dönemi dir. «Askeri İkta» bu dönemde bütun nitelikleriyle oluş muştur. «Has» adı verilen ve de Sultanın şahsına ait olan topraklar dışındaki bütün topraklar küçük parçalara ay rılarak askeri yükümlülük ve görevler karşılığında asker ve kumandanlara tahsis · edilmiştir. Bu düzen devlete iki önemli avantaj sağlamıştır. Bir kere devletin elinde her an sefere hazır olabilecek, hazineye yük olmayan bir or du örgütü ortaya çıkmış; diğer yandan da sefer dışında ordu mensupları daha doğrusu «ikta» sahipleri iktalarının geliriyle geçindikleri için toprakla yakından ilgilenmişler dir. Nizam-ül-Mülk, «Siyasetname» adlı yapıtında bu sis temin tüm ayrıntılarını gözler önüne sermektedir. ·selçuk lularda toprak bütünüyle Sultanın malı sayılmaktadır. Top raklar kendi içlerinde üç gruba ayrılmışlardı. Has, ikta ve haraci topraklar. Has topraklar sultanın şahsına ait topa raklcırdır. Bu topraklardan halkın işlediği bölümler için alı nan vergiler «ihtiyat hazine» ye yatmaktadır. İkta toprak lar ise savaş gücününü yoğunluk merkezini teşkil eden «hassa ordusunun» üyelerine ülkenin çeşitli yerlerinde verilen ve bunları işletip sefere askerle katılmayı kabuf edenlere dağıtılan topraklardır. İktada veraset söz konu su değildir, yalnız bunun iki küçük istisnası vardır. Şöyle ( 46) Fuat Köprülü; «B:izan,s'ın: Osmanlı Müesseselerine
Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, Sayı:
·ı
' tesiri>-�·,
51
ki, fiilen askerlik görevini yaparken üstün yararlık göste ren askerlere, Sultan, mülkiyeti kendisine ait topraklar dan küçük askeri mukatta'lar verebilir, Bu mukattalar ba badan oğula devredilebilir. Diğer yandan hanedan'dan olanlara, emirlere ve devlet büyüklerine askeri bir kuvve ti beslemek ve harbe hazır kılmak şartıyla verilen muJ> maddesi, a.g.a. (48) Nizam.üLMillk; Siyasetname, İstanbul 'On. Hukuk Fak. 1945 Bölüm: 4
52
mini uygulayarak tarım topraklarını devletin malı saymış tır. X!II cü yüzyılda batı uçlarında, güney ve doğu Anado luya yerleşen Türkler, bu topraklarda devletin kiracısı ve ya yancısı sayılmışlardır. Anadolu'nun tanmcı eski hıris tiyan halkı da ayni kurala bağlanmıştır. Devlet kendi hiz metinde bulunan kumandanlara ve Türkmenlerden tutu lan atlı askerlerine nakdi ücret yerine miri topraklardan alacağı vergileri «ikta» olarak bıraktığı için, «raiyet» adını taşıyan köylüler ikta sahibine hukuken bağlıdır. Mamafih
eğer bu topluluk aşiret niteliğini koruyorsa, başlarındaki beylerin yönetiminde belli bir oranda özerkliğe sahiptir. Böyle durumlarda söz konusu topluluklar devlet ya da ik ta sahibine kanunnamede belirlenen vergileri değil anca!, yıllık belirli miktarda bir «mukarrerat» ı vermektedir (49).
Anadolu Selçuklularının dayandıkları güç miri sayılan fethedilmiş toprakların askerlere maaş olarak bağlanma sından oluşan ordudur. «Sipahi» adını taşıyan bu. asker
ler, gelirleri kendilerine bırakılan köylerde oturmakta, sa vaş sırasında çağrıldıkları zamanda Sultanın hizmetine gir mekteydiler Sipahiler öldüklerinde çocuklarına ancak ka- zandıklan ilk ikta'lar geçmekte, sonradan kazandıkları ya miri araziye intikal etmekte, ya da bu görevlere yeni ta yin edilenlere verilmekteydi. Bu durum sipahilerin, sağken kazandıkları topraklan vakıfa bağlamaya doğru itmiş, böy lece hem hayır işlemiş oluyor hem de çocuklarına bir ge lir bırakmış oluyorlardı. Miri arazinin vakıfa bağlanması ikta sisteminin değişmesine yol açmıştır. Örneğin Köse dağ davaşındaki Selçuklu ordusu Sultanın ve Emirlerin masraflarıyla beslenen dedenmiş, ücretli askerlerden mey dana gelmiştir (50).
Anadolu toprağında kurulan Osmanlı Beyliği, Söğüt ( 49) M. Sencer; a,g.e., Say: 226 (5p) M. Sencer, a. .e. Say: 22,7 1g
53
Domaniç bölgelerini kapsayan ve Anadolu Selçuklu Sul tanı tarafından Osman Gaziye verilen «İkta» nedeniyle meydana çıkmıştır. Osmanlı toprak mülkiyetinin yapısını şu satırlar türr. açıklığı ile belirlemektedir: «Osmanlı Devletinin Anadolu ve Rumeli bölgelerindeki topraklarına arz-ı memleket der ler, reayanın mülkü değildir. Bu toprakların rekabesi Bey tülmale yani devlete aittir. Osmanlı ülkesinde sapan girip zıraat yapılan yerler mülk olamaz» (51). Osmanlı Devleti de Selçuklu ikta düzenini ana hat larıyla devir almış, kendi gereklerine uygun ilôve ve de ğişiklikleri yapmıştır. Osman Gazi zamanında uygulanan Tımar sisteminin ana ilkeleri şöyle sıralanabilir : i - Tımar sahibinin elinden tımar'ı gerekçesiz alı namazdı, ii - Tımar sahibi ölünce tımarı oğluna verilirdi. iii - Oğlu ergin yaşa gelmemişse, sefer zamanı yar dımcıları sefere gidebilirdi (52). Görüldüğü gibi başlangıç ta Osmanlı Tımarı, Selçuklu ikta'sı gibi askeri gerekler · için kullanılan bir düzendir. Tımar'ın erkek çocuğa geç mesi ise onun askeri karakterini belirleyen bir özelliktir. Hükümdarın şahsi mülkü olan hassa toprakları öldüğü za
man kendi sülôlesine intikal etmektedir. Ne var ki hüküm darlığın ailede kime geçeceği konusunda kesin bir kural mevcut değildir. Osmanlı devletinde önemli olan, Devletle özdeş olan Sultanın ölümü ile toprak üzerindeki hakları nın gene devlet ile özdeş olan yeni varise geçmesidir. Os manlı Hükümdarları miri topraklarından elde edilen rant'ı değişik amaçlarla hükümdar ailesi, askeri kişiler ve din adamları arasında eşit olmayan bir biçimde dağıtmışlardır.
( 51) Sen,cer Diıvitçioğlu; Asya üretim Tarzı ve Osmanlı Top� lumu, İstanbul Ün. İktisat Fak., 1967, say: 27 (52) Aşık Paşazade; Tevarih.i Ali-i Osman, İstanbul, 1949 bab: 15
54
Devletin kuruluş yıllarında miri toprakların ve fethedilen _yerlerin hükümdar ailesinin ileri gelen kişileri arasında «üleşildiği» görülmüştür. Fakat bu tarz paylaşım uzun sür memiş Mehmet I zamanında amca ve oğuUarın yurtluk alma usulüne son verilmiştir. Sancaklara gönderilen şeh zadelerin sadece tımar üzerinde hakları bırakılmış, bu yö relerdeki yönetim yetkisi şehzade ile birlikte bulunan ve aslen bir kapıkulu olan Lala'lara verilmiştir. Bu olay Os manlı devletinde kapıkulu etkinliğinin belki de ilk adım
larından biridir. Dirlik denilen iktalarm özellikle askeri ikta'lar olarak kullanılışı Osmanlı Devletinin önemli bir kurumu olan si pahi tımarını meydana çıkarmıştır. Osmanlı Tımarı, büyüklüğü acısından üçe ayrılmak tadır : Has, tımar ve zaamet. Bunların dışında askeri ihti yaçları karşılamak amacıyla bazı bölgelerde yurtluk, ocak lık adlarıyla verilmiş tımarlara da rastlanılmaktadır. Bütün tımarların (Padişah haslan dışındakiler} ortak niteliği, re aya'dan toplanılan vergilere karşılık devJetten hiç bir nak di ödün almadan askeri bir hizmeti yerine getirme görevi ile yükümlü olmak durumudur. Tımar sahibi, sayısı önce den belirtilmiş bir miktar askeri seferde Sultanın emrine vermek zorunluluğundadır. Tımar sahipleri tımar'ın ma liki olmadıkları gibi, toprakları sınırsız tasarruf etme hak kına da sahip değildi. Osmanlı toplumunda toprakların rekabesi devlete aitti. Tımar sahibi devletin memuru ve temsilcisi olma özelliğinden ileri gelen bazı yetkilere sa hipti. Aynca bütün tımarlar sultanın iradesi ile dağıtıldı ğından ötürü tımar sahiplerinin kendilerine ait orduları ile bir nev'i senyör haline gelmeleri imkônsızdı. Osmanlı Türk toplumunundaki mülkiyet ilişkilerini, açıkladığımız dirlik düzenini göz önünde tutarak şöyle özetleyebiliriz : Osmanlı devletinde toprakların rekabesi devlete aittir, sipahi tımarının varlığı miri toprak düzeni55
ni aksatmaz; vakıflar, asker ve ulemanın malikôneleri hem ayrıcalık gösteren bir mülkiyet rejimidir, hem de $Ürekli bir biçimde devletin denetimi altındadır. Bu bakımdan Os manlı toplumunda hakim mülkiyet biçimi miri toprak sis temidir, bu toplumda ekonomik yapının bir gereği olarak artık değerin sarfını elinde tutan saray ve çevresindeki asker ve ulema devleti temsil etmektedir. Bu egemen grup ların dışında ise köylü, ve de esnaf (53) kalmaktadır. Şim di de, düzeyde de kalsa bu iki grubu inceleyelim. Köylü devletin rekabesi altındaki toprakları kullanma hakkında sahiptir. Bu kullanma hakkı babadan oğula geç mektedir. Köylüler bu kullanma haklarına karşılık devlete toprak kirasını ödemek durumundadırlar. ·Temelde toprak kirası olarak devletin el koyduğu bölüm, köylünün üreti minin artık değeridir. Bu artık değere devlet adına el ko yan tımarlı sipahidir. Çünkü devlet de bu tımarh sipahiye hizmetinden ötürü borçludur. Köylüden devlet adına tı marlı sipahi tarafından alınan artık - değer, köylü eğer müslümansa «şer'i öşür», değilse «şer'i cizye» adı altın da alınmaktadır. Bunların dışında «örfi vergiler)) de ayni biçimde köylü tarafından ödenmekteydi.
«Reaya daima reaya olarak kalacaktır. Osmanlı ya zarları bunu, (Reaya oğiu reaydır) sözüyle belirtirler di» (54). Reya hiç bir şekilde artık - değerin sahibi olup, onu yeniden üretime sokarak istihsalini genişletme ola nağına malik değildi. Bu nedenden ötürü Osmanlı tarı mında kapitalist üretim ilişkilerine dönüşülmesi söz ko nusu olmamıştır. Bu üretim şeklinin gelişmesinin temel nedeni olan toprak mülkiyeti Osmanlı tarım düzeninde (53) E,snaf deyimi burada geni§ kapsamlı olarak kullanılml§tır. İlerde de değinilecektir bu grubun i:çeriğine. (54) Niyazıi Berkes; 100 soruda Türkıye İktisat Tarihi, cilt: 1 İstanbul, 1969 say: 49
56
yoktu. Prof. Niyazi Berkes'in de belirttiği gibi Osmanlılar da tarım geleneksel usullere göre devam edecek, tekno lojik açıdan devrimsel değişmeler olmayacak... «Köylü öyle mukannen bir şekilde çalışacak ki, devlete (yani onun temsilcisine) mukann'en olarak umulan vergiyi verecek tin> (55). Köylünün yanında doğrudan doğruya üretimde bulu narak mim ekonomi açısından ikinci önemli yere sahip olan sınıf «Esnaf» dı. Niyazi Berkes'in de işaret ettiği gi bi «esnaf» tüm zanaatkôrları içersine alan geniş bir sı nıftı. Zaiıaatkörlar köylü gibi hiç bir kalifikasyonu olma yan düz emekçiler yığını değildi. Sayıları çok azdı, ve ken di içlerinde etkin bir işbölümü vardı. Zanaatkfülann kendi aralarında güçlü bir örgüte sahip olmaları, devletin oto ritesi yönünden dikkati çeken bir konu olduğu için, Os manlı döneminde «Esnafın zapt-Ü rapt» altına alınması için sık sık tedbirlere baş vurulmuştur. Osmanlı Devletin de Esnaf, devletin ekonomi üzerindeki baskısına karşı koymaktaydı. Bu karşı koymaların bozan açığa çıktığı da olurdu. «örneğin gizli İdris diye tanınan ihtilôlci bir doku ma ustasının yerini o ölünceye _ kadar polis bulamamış tır>> (56). Zanaatkôrlar arasında, şeriatla başı boş olma yan tasavvuf ahımları da yayılmıştı : «Batınilik» bunlarm en kuvvetlisiydi. Osmanlı Devletinin kuruluş ve yayılma dönemlerinde köy ve şehir topluluklarının yönetiminde bu
toplulukların ekonomik yapısının gereklerine paralel bir biçimde ayn ayrı yönetim biçimleri uygulanmıştır (57). O dönemlerde Türk şehir topluluğunun sosyo - ekonomik kademeleşmesi aşağıdaki gibiydi {58) :
(55) Niyazi Herkes; a,g.e. say: 49 (56) Niyazi Berkes; a.g ..e., say: 60 (57) M. Akdağ; Türıkiyenin İl{tisadi ve İçtimai Tarihi, cilt: n Ankara, 1971, say: 30 (58) M. Akdağ; a.g.e., say: 30
57
1) Padişah ve Ailesi 2) Vezir, Beylerbeyi, Sancakbeyi vb. 3) Ayan, Esnaf, Tüccar ve Alt kademedeki ida.reciler 4) Esna.flar 5) Çırak, İşçiler ve diğer halk. Osmanlı şehirlerinin bu sınıfsal yapısı düzenin yoz laşması süresince de devam etti. Özellikle batıda manü faktürün, sonra da sanayinin gelişmesiyle zayıflayan es naf, kullaşma çabası içersine girmiş ve Osmanlı şehirleri bir anlama kul şehirleri haline dönüşmüştü. Mamafih şe hirlerimizin özellikle yönetim merkezi olan şehirlerimizin bu niteliği belli ölçülerde bugün de devam etmektedir. Görüldüğü gibi Osmanlı düzeninin temelinde denge (statüko) kavramı yatar, Altı yüzyıl süren Osmanlı yöne timi toplumsal ve ekonomik hayatta dengenin sağlanma sı ve de sağlanan dengenin yitirilmemesi çabaları ile do ludur. Devlet adamlığı ya da yöneticilik bir nev'i «denge uzmanlığı» haline getirilmiştir. Zaten toplumun üretim bi çimi böyle bir statükocu yaklaşımı zorunlu kılmaktaydı. Devletin sağlamayı amaç olarak aldığı statüko_ ya da den geyi bir «optimalite» sorunu şeklinde de belirleyebiliriz.
Devlet örgüt olarak böyle bir optimalite'yi sürekli olarak aramış, bulduğu anlarda da muhafazaya çalışmıştır. Bu optimalitenin sağlanamadığı anda ise Osmanlının düzeni önce sarsılmış, sonra da bozulmuştur (59). Osmanlı devleti varlığının temeli olan dengeyi sağla mak için iktisadı ve sosyal hayatın hemen her noktasına müdahale etmek zorunluluğundaydı. Yönetimindeki temel ilke «� .. devamlı olsun, mevcudu korumak için yeterli ol( 59) Bu optimalitedıe amaç; ülke .içerainde toplumsal ve ekono. mik bir den1geyi muhafaza etmektir. Bu dengede devl-et ken. di yararını optimalize etmi§ şayılmaktadır,
58
sun» biçiminde özetlenebilirdi (60). Bu ilkenin en etkin uy gulamasını iktisadı hayatta görürüz. Devlet ekonomik ha yatı, bu hayatı belirleyen ilişkileri tam bir askeri disiplinle «zapt-Ü rapt» altına almıştır. Mükellefiyetler yoluyla - ikti sadı hayatın her anına ve köşesine müdahale etmektedir. Bu müdahal.e öylesine kapsamlıydı ki hangi yörelerin ürünlerinin hangi bölge ya da şehirde pazarlanacağına bile devlet karar veriyordu (61). Savaşta orduların ikmali için konulan mükellefiyetler barışta da şehirlerin beslenm,esi için sürdürülüyordu. Ti caret adeta devletleştirilmiş. Devletin verdiği yetkilerle kurulan ve çalışan tekeller (Yed-i Vahit) ekonominin tüm kesimlerinde önemli rollere sahipti (62). Üretici zanaat kôrlar kendi aralannda örgütlenmiş, ticaret Yed-i Va hit'lerin aracılığı ile düzenlenmiş, böylece devlet iktisadi hayatta, kendi açısından optimal dengeyi sağlamak için her kesime el atmıştı. Devletin amacı, yukarda da belirt tiğimiz gibi sürekli ve yeterli bir dağılımın sağlanmasıydı. Bilgilerimize dayanarak böyle bir «Statüko» nun top lumun gelişimini sağlayan gelişmeleri oluşturmayacağı, iktisadı' yaşamı durgun ve de tek düze bir ortamda tuta cağını söyleyebiliriz. Kısacası ·denge sağlanırken üretim güçlerinin {özgür) gelişimi de kısıtlanmaktadır. Bu olgu, yani üretim güçlerinin statH< hali ancak bir ölçüde sağ lanmakta, mevcut dengenin ortadan kalkmasıyla düzen bozulmakta; bu optimum düzene yeniden erişmek için ( 60) Ö.L. Berkan'ın bir konferansında altını çizdiği bir yargıdır bu. iaşesi (61) Lütfi Güçer; 18'.inci Yüzyıl ortalarında İstanbul'un için lüzumlu hububatın temini meselesi. İ.Ü.İ.F. dergisi Cilt: 11, sayı: 1-4, ( 62) Ö.L. Baarkan; Osmanlı İmparatorluğu Tarihi üzerin.e Dene� meler, Hacettepe Seri Konferansları, 1970 yılı.
59
dengeyi bulma ya da arama çabaları hızlanmaktadır. Os manlı tarihi, özellikle 1550'1erden sonra bu arayışların bir hikôyesinden başka birşey değildir. Osmanlı Devletinin statik dengesinin bozulması iç çe lişkilerden çok dış çelişkilerden ileri gelmiştir. Batıda sö mürge ticaretinin uzak deniz yollarını kullanarak geliş mesi, Avrupa'ya giren altın ve gümüşün merkantilist eko nomik güçleri yaratması, sonra da sanayi devrimine temel olan manüfaktürün yeni buluşlarla yaygınlaşması, kısaca sı kapitalizmin doğuşu Osmanlı düzenini sarsan neden leri yaratmıştır. Osmanlı toplumunun batıdaki bu dönü şümün etkisinden kaçması söz konusu olamazdı. "Çünkü Osmanlı Devleti Bizans ve Sasani monarşilerinin Ortaça ğını sürdürme çabası içinde iken batı Avrupa onu aşacak bir evrimin süreci içine girmişti (63). Osmanlı iktisadi ve toplumsal yapısını sarsan, yozlaş manın su yüzüne çıkıp, hızlanmasını sağlayan etkenler den biri de «büyük buhran» diye adlandırdığımız fiat ha reketleridir. Bu buhran bütün Avrupayı saran bir buna lımdır. Temelinde Amerika kıtasından gelen altın ve gü müş bolluğu yatar. Amerika'nın keşfinden sonraki yüzyıl içersinde Avru pa'da altın ve gümüş varlığı yedi misli artmıştı, bunun et kisi simültane diyebileceğimiz kısa bir dönem içersinde Osmanlı toplumunda da görüldü. Ömer Lütfi Barkanın Sul tan imaretlerinin muhasebe defterlerine dayanarak düzen lemiş .olduğu indekste 16 cı yüzyıldaki fiyat yükselişi tüm açıklığı ile görülmektedir. Altın ve gümüş bolluğu ve bu nu izleyen fiat hareketleri Osmanlı parasının değerini de etkilemiştir (64). (63) F. Köprülü; a.g.m. say: 227-�28, (64) Ö.L. Barkan; a.g, Konferans
60
Osmanlı Devletinin denge dönemi diyebileceğimiz XV inci yüzyılda bir akçe 731 mgr gümüş ihtiva ediyordu. 60 akçe de bir altına eşitti. Batıdan gelen buhranın etkisiy le 1560'den sonra 100 akçe 1 altın olmuş, ve akçe ile altın arasında adeta bir nev'i karaborsa değişim haddi or taya çıkmıştır. Para bunalımı doruk noktasına 1584 - 86' da erişmiş bulunmaktadır. Bu yıllarda bir akçe = 384 mgr ve 120 akçe = 1 altın biçiminde kararlaştırılan bir deve luasyon kanlı olaylarla gerçekleştirilebilmiştir. Osmanlı devleti 1590'dan sonra sık sık develuasyon yapmıştır. 17 ci yüzyılın sonlanndan itibaren Avrupa menşeli kalp pa ralar da Osmanlı ülkesini isti!a edince para işlemleri çığ rından çıkmıştır. Her para «maniplasyonunun» arkasından da piyasayı düzenlemeyi amaç edinen «narh defterleri» ılôn edilmiştir (65).
=
Para değerindeki bu hızlı değişimin yani enflôsyonun Osmanlı ekonomisinin üzerindeki etkilerini üç ana grup ta toplayabiliriz (66) : i - Yerli küçük sanayinin kullandığı hammaddeler ucuz oldukları için Avrupa tarafından satın alınmağa baş lamış ve yerli küçük sanayi büyük çapta bir hammadde bunalımının içine girmiştir. ii - Büyük paralar mahdut ellerde toplanmağa baş lamıştır. iii - Batıda manüfaktürün gelişmesi o ülkelerden gelen mamül eşyanın miktarını artırmış. Küçük sanayi bu ürünlerle rekabet edemez hale gelmiştir. İktisat alanında meydana gelen bu olaylar ülkede bir (65) Niyazi Berkes; 100 sıoru,de. Türkiye tkti:saf Tarihi,, cilt: İstanbul 1970, .say: 141-191 (66) Ö.L. Barkan; değinilen konferans ..
n
61
çok toplumsal patlamaların da sebebi olmuştur (67). Top lumsal kurumlar yozlaşmış, bazı yeni davranışlar (düzene yabancı olan) · güçlenmiştir. Osmanlı düzeninin klôsik op timal dengesi bozulmuştur. Bu bozukluğu teşhis etmemi ze yarayan bulguların başlıcaları şunlardır: i - Ülkenin birçok yörelerinde, özellikle Anadolu' da çıkan isyanlar, ii - Faizci sermayedarlığın bir çığ gibi büyümesi, iii - Tımarlı sipahi sınıfının tasfiyeye başlanması, iv - Vergi sisteminin adeta çöküşü, v - Yeni bir toplum katının, «Mültezim» !erin güç lenmesi. «Timarlı sipahi» kurumunun çöküşü, geleneksel Os manlı düzenini belirleyen unsurlardan birinin yitirilmesi yönünden çok önemlidir (68). ( 67) Osmanlı döneminde, özellikle Anadoludaki toplumsal buna. lımlar üzerindeki §U am§tırmalara değinmekte yarar varoır: M. Akd:ağ; Celali İsyanlarının Başlaması, D.İ.,C.F. dergisi Cilt: 4, sayı: 1 Ankara, 1945 M. Akdağ; Türkiye · Tarfüinde İçtimai Buhranlar serisinden Medr,eseli İsya, nlan, İ.F. Dergisi!, Cilt: 11, 1952 M, Akdağ; Celali isyanları, Ankara, 1968 Ö.L.: Barkan; 16 cı asrın ikinci yarısında Türkiyenin geçir. tesir1eri diği iktisadi buhranların sosyal yapı üzerindeki (iktisadi ıkalkınmanm sosyal meseleleri adlı kitapta) lstaın. bul, 1964. C, Bardakçı; Anadolu isyanları, İstanbul, 1940 Cengiz Ulusoy; 17 ve 19 cu yüzyıllarda Saruhanda Eşkiya_ . lık v,e halk har,eketleri, Cilt: 1-2, İstanbul, 1955 ( 68) Timar düzeni ve bozulu§Una iltşkin ayrıntılı bilgiler aşağı_ daki eserlerde bulunabilir: M. Akdağ; Timar Rejiminin Bozuluşu, D.T.C.F. dergisi oilt: 3, Sayı: 3, 1945. Hüseyin Avni; Reaya ve Köylü, İstanbul, 1941 ô.L, Barkan; Türkiyede Toprak Meselesintn Tarihiı Esasları.
62
Bu kurumun yerine dengeyi sağlayacak bir baska un surun sisteme gireceği şüphesizdir. Bu nokta ko�umuzu ilgilendirmediği için üzerinde durmayacağız, yalnız bu yoz laşmanın başladığı noktadan sonra oluşacak Osmanlı devletinin yeni dengesini belirliyebilmek için sistemin ba zı ögeleri üzerine kısa da olsa eğileceğiz. Osmanlı Beyliği, öncede değindiğimiz gibi bir Selçuk lu uç beyi olarak oluşmuştur. İlk atılımlarını da kendi gi bi beyliklerle ortaklaşa gerçekleştirmiştir. Tarihin gelişi mi . içersinde, diğer Doğu monarşilerinde görüldüğü gibi Osmanlı Beyliğinin de gücünü yitirmiş olan Konya Salta natını devirerek yerine geçmesi beklenirdi. Bu olmamıstır. Nedenleri bugün de tartışılmaktadır. Osman Bey diğer savaş ortaklarıyla birlikte beyliğini kurduktan sonra ortaklarını da uc beyi vb. gibi mansıp lorla genel egemenliğin ganimetlerinden paylar vermiştir. Merkezde Sultan ve çevresinde Beyler (Dirlik Sahipleri) ile meydana gelen bu ortaklığın temel uğraşı savaştır. Ka zanılan arazi belli paylarla dağıtılacaktır. «Timarlı Sipahi>) kurumunun ana ilkesi bu dağıtımdır. Timarlı Sipahi her ortak gibi yönettiği yerin vergisini alacak, savaşta devle tin karşılaştığı uğraşa öngörülen bir oran içersinde as ker ve de silôhla katılacaktır. Bütün ortaklar Devlet deni1Jlkü, Sayı: 60-63-64, 1938 Ö.L. Barkan; Osmanlı İmparatorluğundanı çiftçi sınıflarının Hukuki Statüsü, llikü, Sayı: 49�50-53-58 1937-38 ÖL. Barkan; 15 ve 16 cı Asrılard:a Osmanh İmparatorluğun_ ela Zırai Ekonomini,n; Hukuki ve Mali Esasıarı, 1staınbul 1943. İ. Hüsrev (Tökin); Türkiye Köy İkti:sad:iyatı, Ankara, Kad_ ro yayını, 1934 Hadiye Tuncer; Osmanlı İmparatorluğunda Toprak taksimi ve a§ar, Ankara, 1948 H,F. Y:avuz; Köyleri.""nizdn Tarihi, İst'aııbul, 1931 F. Köprülü; Orta Zaman Türk.İslam Feodalizmi, Belleten, cilt: 5, Sayı: 19, Ankara, 1941
63
len kuşun gölgesi altındadırlar. Devlet varlık, servet de mektir. Devlet kuşunu elinde tutan Sultan bu varlığı ko ruyabildiği sürece ortakları ona biat edeceklerdir. Düzen en küçük bir zayıflığı affetmeyecek kadar acımasızdır. Sultan devlet kuşunu savunamayacak kadar güçsüzleşü� se, bir bey yani ortaklardan biri onu devirerek yerine ge çecektir (69). Sistemin işleyişi bunu gerektirir. Çoğu kere öyle bir değişim için Sultanın güçsüz olması da gerek mez. Ortaklardan biri ondan güçlü ise pekôlô yerini ala bilir. Tabii bu alış zorla, devirme ile olacaktır. 'Böyle bir gelişim Sultan ve Timarlı sıpahi arasındaki zıtlığı da be raberinde getirmektedir. Nitekim daha Orhan Gazi'den iti baren, özellikle birinci Murat döneminde Devlet Kuşuna sahip olan Sultan kendini ve de hanedanını ortaklarından gelebilecek tehlikelerden korumak için onların gücünü kır ma yolunda tedbirler almaya başlamıştır. Bir yandan dir likleri küçültür ve sayılarını çoğaltırken, diğer yandan da kendine bağlı, toplum katma yabancılaştırılmış (devşiril miş) bir ordu derlemiş; böylece kendi egemenliklerini sür dürecek dengeyi elde etmişlerdir. 16 cı yüzyıl başında 537 milyon akçelik vergi gelirinin % 50'den biraz fazlası Sultanın, % 12'si vakıfların geriye kalan bölümü de sayılan 37 000 ulaşan Timariı sipahile rindi. Timarlı sipahilere kalan vergi gelirleri bölgelere gö re değişmekteydi. Örneğin batı Anadolu'da 19 şehir, 49 kasaba, 4000 köy ve 590 cemaatın geliri Timarlılara aitti. Ayni bölgede gelirini padişahın aldığı 19 şehir, 9 kasaba 615 köy vardı. Bu 37 bin timarlı sipahi seferde 70 - 80 000 lik bir ordu teşkil ediyorlardı. 16 cı yüzyıl sonlarına doğru · devlet gelirleri 2.5 milyar akçeye ulaşmasına rağmen bu( 69) Doğu despotizmind:eki «Sultan» değişimi olayını İbni Haldun· Muk,addeme'sinde yukarda özetlendiği biçimde anlatmakta. dır.,
64
nun ancak 0.25'i istanbul'daki yönetime kalmaktaydı. Kı sacası toprak genişlemiş, fakat merkezi yönetime kalan gelir pay olarak azalmaya başlamıştı. Bunun anlamı Fü tühtm optimum noktasının aşıldığıdır. Bundan sonra sa vasın Osmanlı Devlet örgütü açısından rantabl olduğu söylenemez. Herhangi bir işletmenin ekonomik durumu sarsılırsa bundan ilk önce zarar görecekler küçük ve de güçsüz ortaklar olacaktır. Nitekim 1580'1erden sonra Ti marlı sipahinin yitikliği başlamıştır. Bir yandan Sultanın güç kırmayı öngören politikası yönünden dirlikler küçül müş, sipahiyi besleyemez hale gelmiş, diğer yandan eko nomik durumun bozulması bu kurumu adeta ölüme ter ketmistir. Timarlı siıpahiler yerlerini ağır ağır yozlaşan deng�nin önemli bir ögesi olan «mül,tezim» !ere bırakmış lardır. Sultan kendi egemenliğinin sürdürülmesi açısından; bir yandan yeniçeri ordusuyla tabandan gelen askerler den oluşan ordu arasında denge kurarken, diğer yandan da devsirme enderunların çoğunlukta olduğu kapıkulları ile değişik toplum katlarından gelen ulema arasında bir denge kurmaya çalışıyordu. Osmanlı devletinin kuruluş döneminde ordular arasındaki denge önemli iken, 16 cı yüzyıldan sonra sözünü ettiğimiz denge daha bir öncelik kazanmıştır. 16 cı yüzyıldan bu yana ulema ve kapıkulla rı arasındaki çelişme de sivriliklerle büyümüştür. Gruplar dem biri zaman zaman diğerini güçsüz kılarak iktidara or tak olmuştur. İktidara. ortak olmada kalıcılık 17 nci yüz yıldan sonra kapıkullarına aittir. Köprülülerin kurup sür dürdüğü kapıkulu diktatoryası yüzyıla yakın bir süre dev leti elinde tutmuş, yönetmiştir. Köprülülerden sonra ule manın iktidara ortak o.iması geçici ve çok kısa sürelere münhasır kalmıştır. Kapıkulları ve de sonradan kölelerin iktidara ortak olması zaten yapısı itibarıyla topluma ya bancı düşmüş olan devlet örgütünün daha da yabancılaş-
65
masını sağlamıştır. 18 inci yüzyılın ikinci yarısından son ra toprak düzenindeki yozlaşmaların sonucunda güçlenen derebeyi ve ayanlar da iktidara ortak olma yarışına gir mişlerdir. Selim lll'ün dönemi iktidara ortak olmak isteyen ordu, kapıkulu ve ayan arasındaki çatışmaların doruğuna eriştiği noktadır. «lplahat» ın şu üç devre içersinde ele alınmasında yarar vardır: i - 1789 - 1808 (Nizam-ı Cedit dönemi), ii - 1808 - 1839 (Usulü Nizam-ı Müstahzene dönemi) iii - 1839 - 1879 (Tanzimat Dönemi). İlk iki aşama ordunun iktidar kavgası dışına itilmesi savasıdir. Padisah bu savası verirken kendine doğal bir mütt�fik olarak' sivil kapıkuİıarını bulmuştur. Fakat ordu nun silôhına karşılık silôhlı bir güce ihtiyaç duyunca da Ayanlarla işbirliği yapmaktan çekinmemiştir (70). Öyle ki Alemdar Mustafa Paşa ve Rusçuk yaranı işbaşına geç tiklerinde ülke adeta parçalanmış otonom beyliklere bö-, iünmüş bir görünümdeydi. Mahmut il döneminde «sened-i ittifak» imzalandığı sıralarda ayanların büyük bir bölümü kendi bölgelerinde egemendiler (71). Ordu iktidardan bir pay alma ocağı olmaktan geçici blr süre için çıkarıldıktan sonra Ayanın da siyasi gücü kı rıldı. Bunun sonucu bazı yörelerde milliyetçi akımlar kuv(70) M. Akdeğ; Yeniçeri Ocak Nizamının Bozuluşu, D.T.C.F der. gisi, Cilt: 5, Sayı: 3, Ankara, 1947 Enver Ziya Karal; Nizamı Cediıt..e Dair Layihalar, tarihi ve. · sikeJ.arı, Cilt: 2, 8, yı: 11, Ankara, 19 3 Enver Ziıya Karal; Tanzimaıttan Ev,vel Garplılaşma Hareket. leri, Maarif Matbaası, İstanbul, 1940 Talat Mimtaz Yaman, Nizamı Cedidin La.ğvına Dair bir Va. s ika, Tarih Vesikaları, Cilt: 2, Sayı: 12, 19'43 (71) İsmail Hakkı Uzunçarşılı; Meşhur Rumeli Ayanmdan TirsL nikli İsmail, Yılıkoğlu Süleyman Ağalar, ve Alemdar Mus. tafa Paşa, Maarif Matbaası, İstanbul, 1942 14
66
vetlendi, bazı yörelerde ise merkezi hükümetten tavizler koparılmakla yetinildi. Ayanlar ile merkezi hükümet ara sındaki dengede dış emperyalist güçlerin de önemli rolle ri olmuştur (72). Özellikle İngiltere zaman zaman tdtaflor dan bi'rini arkalayarak kendi çıkarlarını sürdürmüstür. So nuçta 1'820'Ierde Ayanlar yöresel bir ekonomik gü,ç olarak kalmışlar, merkezi hükümeti meydatıd getiren egemen güçler koalisyonuna da değişik oranlarla katılmışlardır. 1839 Tanzimat Fermanıyla kapıkulu aydınlar (sivil ve asker olarak) iktidarla olan ortaklıklarını perçinlemisler dir. Bundan sonra merkezi yönetimi temsil eden padişa- hın çevresinde batıcı ve de laik asker sivil aydın kapıkul ları kendi içlerinde iktidar kavgasını sürdürerek hükürnet etmişlerdir. Kısacası egemenlik açıkça kapıkullarına ait ti, bunlar kendi aralarındaki çekismelerle iktidarı belirli yorlardı. Son yüzyıl içersinde, O�manlı Devletinde ege- menlik iki başlı bir ejderhaya benzetilebilir. Soslardan bi- ri gücünü hayli yitirmiş olan padişah, diğeri d� Köprülü- lerden bu yana iktidara ortak olma yolunda çok ilerlemis· olan asker � sivil kapıkullarıdır. Ordu bu iktidarın güçlü· bir yardımcısıdır. Buna rağmen bu iktidarlar sık sık ayan ve ulema orasından da müttefikler arama durumunda kal-
mışlardır.
Kendi toplumuna
yabancılaşmış bir grubun iktidarı:
sürdürmesi hiç bir zaman kolay olmamıştır.
B - 19.CU YÜZYILDA OSMANU EKONOMİSİNİN BAZI, ÖGELERİNE DAİR 19 cu yüzyıl Osmanlı Devletinin parçalanma ve çökü(72) İsmail Hakkı Uzunçarşılı; 19'cu yüzyıl başlarında Türk-İn_ gillz Müna;sebetlerıine dair Vesikalar, Belleten Cilt: 13, Sayı: 51, Ankara, 1949
67
şünde yeni boyutların ortaya çıktığı, ve de olayların git tikçe artan bir hıza kavuştuğu dönemdir. Sorunun iktisa di yönüyle ilgilendiğimiz için olayların ayrınıtları üzerinde durmayacağız (73). Önce de belirttiğimiz gibi Osmanlı Hü kümeti ülkenin iktisadi hayatı üzerinde etkin bir role sa hipti. Bir yandan küçük zanaatkôrın çalışma kurallarını tesbit ederken diğer yandan da üretici ve tüketicinin ko runmasına· yönelik çeşitli tedbirler almaktaydı. Uydukları sistem çok karmaşıktı. Zaman zaman bir malın satışı, ül ke içersinde bir yerden diğer bir yere nakli ve bu gibi ko nularda özel izinlerin çıkartılması gerekmeketydi. Örneğin
1823'de yayınlanan bir kararname ile Mohair kıllarının An kara çevresinde mohair şal kumaş ve hırka dokuyanlar Osmanlı hüküsatılmaması emredilmisti. dan baskasına ' , meti bu tarz direkt müdahaleleri, Tanzimat Fermanından, hattô Meşrutiyetin ilônmdan sonra da sık sık tekrarla mıştır. 1845'te yayınlanan bir irade ile hazine toptan hay van satışı yapan celeplere, kasaplar adına 738 000 kuruş ödemiştir. Sonra da bu parayı kasaplardan toplamıştır. Ayr;ı sekilde Amasya Halkının bir Fransız Tüccara olan borcu�u da hükümet ödedikte·n sonra bu bölge halkından toplamıştır. Fiyatla( genetlikle kadılar tarafından tesbit edilirdi. Kadıtar bu tesbit işleminden önce bölge tüccarlarıyla ko· nuşur, bazı hallerde maliyet hesapları da yaparlardı. is tanbul'un iaşesi de Osmanlı Hükümetlerinin en önemli so-
(73) 19'cu yüzyılda Osmanlı ülkesinde milliyetçilik akımları ve de ekonomi yeni boyutlar olarak genel gerileme içersine yer_ lerini almışlar, ve etkilerini artırmı§llardır. Bu yüzyıl bab düınyasında olduğu gibi Osmanlı ülkesi için de olaylarla geç. miştir� Yüzyılın hemen ilk yarısında güçlenen milliyetçilik akımları nedeniyl,e Karadağ (1719), 8ırbıstan (1830), Yu. nanistan (1832), Elflak.Buğdan ( 1829) ya bağımsızlıklarını, ya da otonomilerini kazanmı§llardırr
68
runlarından biriydi. Ülkenin bir çok bölgesinde üretiJen mallan�. yalnız istanbul'a gönderilmesi planlanıp, emre dilirdi. Oyle ki 1801'de Bursa Valisine gönderilen bir emir de, Bursa'dan izmir'e gönderilen ipekli kumaşın niçin gön derildiği sorulmuş, ve bundan böyle bütün ipekli kumas !ann istanbul'a gönderilmesi emredilmişti. istanbul'a gü� lük tüketim için genel malların (çoğunlukla gıda malları dır bunlar) önce saray tarafından kontrolu zorunluydu. Saray yetkilileri sarayın ihtiyacı için gerekli olanları sa tın aldıktan sonra, geriye kalan malın piyasaya çıkması na izin verirlerdi. O dönemde 6 OOO'ni aşkın insan saray da yaşardı. Bir Amerikan tahminine göre sarayın yıllık gı da tüketimi beş milyon doları geçmekteydi. Yıllık toplam harcama ise 41 974 000 dilara ulaşıyordu (74). Gümrük resimleri bölgelerin önemli bir gelir kaynağı olduğu için bölgeden bölgeye büyük değişiklikler göster mekteydi. Transit niteliğinde olan yerlerin gelirleri bu yüz den artıyordu. Bu bakımdan tüccarların yol değiştirmeleri ilfer arasında, sırasında Sultana kadar yansıyan tartısma ların çıkmasına sebeb oluyordu. Bir nev'i Hükümet t�kelr olan «Yed-i Vahit» sistemi 19 cu .yüzyılda da geniş ölçü de geçerliydi. «Yed-i Vahib ler korunma vb. gibi her türlü ·imtiyazlardan yararlanmaktaydılar. Osmanlı Devletinin 19 cu yüzyıldaki önemli gelir kaynaklarını şöyle sıralamamız mümkündür : i - Müslümanlardan, üretimlerinin 1/lO'u oranında alınan hayvan vergisi, ii - Hıristiyan vatandaşlardan alınan vergiler, iii - Gümrük, maden ve orman rüsumatı, iv - Otonom bölgelerin gönderdikleri vergi hediye ler,
( 74) Leeds Evening Expres�'in 21. Ağustos. 1888'de verdiği bir haber. (Oya Köymen Zikrediyor)'
69
v - Topraktan alman aşar vergisi. Bu vergilerin büyük çoğunluğu hükümet adına «mül . tezim» !er tarafından toplanmaktaydı. Özetlersek, Batı Avrupo'nın eriştiği ekonomik düze·ye karşın Osmanlı Devleti sanayileşmeye başlayamamış, kaynaklarını kullanma olanağı kendine verilmeyen, so runlarına geçerli çözüm yolları arama fırsatına kavuşama mış, sürekli olarak geride kalan bir toplum görünümün
deydi. Özellikle 1840'dan sonra Batı emperyalizmi, Os manlı Devletini tümüyle avucunun içine alma çabasını ge liştirmişti. C - OSMANLI EKONOMİSİ ÜZERİNDEKİ EMPERYALİST ETKİLER
a - Dış Ticaret, Batı Dünyasının (Kapitalist evrenin) Osmanlı ülkesin de kurduğu ilk köprübaşı 1838 İngiliz Ticaret andlaşma sıdır. Bu ticaret andlaşması İngiliz mallarına o güne kadar tahmin edilemeyen bir kolaylıkla, bütün Osmanlı pazarını açıyordu. 1838'den sonra diğer «düvel-i Muazzama» da benzeri ticaret andlaşmalannı Osmanlı hükümeti ile im zaladılar. 1838'- 1864 dönemi, Osmanlı ekonomisinin tica ret andlaşmalan ile dış etkilere açıldığı iktisadı emperya lizmin. tüm boyutlarıyla kendisini hissettirdiği dönemdir. Bütün bu andlaşmalar ülkelerine, yani batılı kapitalist ül kelere çeşitli iktisadi ayrıcalıklar sağlıyordu. Fakat hep-. sinin ötesinde o ülkelerin tüccar ve sanayicilerine kendi ülkelerinde göremedikleri ölçüde liberal, özgür bir iş orta mı yaratmaktaydılar. Böylece 19 cu yüzyılın sonuna ge li!]diğinde Osmanlı ülkesi, yabancı mallan ile dolu, tüke tim kalıplan batılı sanayicilerin ürünlerine göre oluşmaya 70
başlamış bir duruma gelmişti. 20 nci yüzyılın başında, Os manlı dış ticaretinin analizi bize şu görünümü vermektey di. Cağının ekonomik gelişimine yenik düşmüş her ülke gibi Osmanlı devletinin dış ticareti de acık vermekteydi. Dış ticaret dengesindeki aleyhe olan bu açığın 1900 yı lından sonraki gelişimi şu görünümdedir: Osmarrılı Devletinin Dış Ticaret Aç1ığt (15) (Mily01i KUrW} olarak.) Yıllar 1900 1901 1902 1903 1904 1905 . 1906 1907 1908 1909 1910 1911 1912 1913
Açık 89� 918 747 685 1089 1169 1279 1155 1299 1630 2048 2015 1963 2024
İndeks (1900-100J
100.0 102.6 83.5 76.6 121.8 130.7 143.0 173.1 145.3 182.3 229.1 225.3
219.3
226.1
1902 - 1904 yıllarındaki daralma dısında dıs ticaret açığı devamlı olarak büyümüştür. 1908 · yılında ihtilôlden ötürü, 1912 - 1913 yıllarında da savaştan ileri gelen kü çük daralmalar bu genel eğilimi bozacak nitelikte değil dir. Dış Ticaretin ülke aleyhine sürekli ve artan oranlar da açık vermesi iktisaden az gelişmişliğin en belirgin özel liklerindendir. Diğer yandan ithalat ve ihracatın bileşimi ( 75) İhrac edilen, tütün, tuz, Şarap gibi maddeler Düyunu umu. :11iiye yönetimfuıe tabi maddeler oldukları için Dış Ticaret Istatistikleri tarafından kapsanmamaktadır.
71
de bu yönde bize yeni kanıtlar verebilecektir. 1914 dış ticaret istatistiklerine göre Osmanlı dış ticaretinin bile şöyledir: İhracat
İthalat Sanayi Ürünleri Ta:hıllar Bazı Ham Maddeler Diğerleri
0.594 0.250 0,0/70 0.086
Tahıllar Ham Ma.ddeler Bazı Mamül Mad. Diğerleri
0.450 0.384 0.130 0.036
İthalatın % 59.4'ünü teşkil eden mamül maddelerin çoğunluğu tüketim maddeleridir. Örneğin giyim madde lerinin ithalat içersindeki payı % 31.1 'dir. Yatırım malla rırnn ithalattaki payı hiç bir zaman % 10'u geçmemiştir. lthalôtta mamul maddelerin önemli bir yoğunluğa sa� hip oluşu ve bu maddelerin tüketim mallarından terekküp etmesi ülkenin dışa bağımlılığını kanıtlayan bir başka bul gudur. Ülkelerin Osmanlı Dış Ticareti içersindeki paylan ise şu eğrlimi göstermektedir. Osmaınlı Dış Ticaretinde Başlıca Ülkeıleriın Payları. (1000 Dolar olarak)
ithalat Ülkeı !ngilter-e AVUS-Mac Almanya Fransa İtalya A.B.D
72
1894
1900
1906
191'2
39842 22720 1239 12061 2748 90
36564 21129 2143 13066 5844 136
48366 28671 5831 11743 10763 1265
43762 30027
22915
17331 10812 5393
İhracat İngiltere Avus-Mac. Almanya Fransa İtalya
A.B.D
25238 5846 1297 15656 2067 661
24264
27851
6520
9409
1988 20954 3120 2517
5402 21168
4382 2165
20506
9&17 5400 18873 6066
Veriler incelendiğinde görüleceği gibi iki ülkenin Os. manlı Devleti ile olan dış ticaret ilişkileri hızla artmakta dır. Nitekim bu iki ülke (Almanya ve Türk dıs ti caretinde daima baskın (dominant} bir role sahip ola�ak lardır (76). b Tanzimat ve onu takip eden diğer ıslahat hareketleri batı kapitalizminin ileri karakollarını Türkiye'ye getirmiş ti (77). Kapitülasyonlar ve ticari imtiyazlar Osmanlı (76) ........., «ihsaiyatı Maliye», Maliye Nezareti, İstanbul 13251334. Celal Aybar, Osmanlı İmparatorluğu Ticaret Müvazenesi, İst. Umum. Md. Ankara, 1939. E.G. Mears; Modern Turkey, A. Politico.Economic tation, N.Y. 1927. (77) Tanzimat ve Islahat ÜZBrine şu yapıtlara değinmeyi gerek_ li buluyoruz: Tanzimat (1940), İstanbul, adlı kitabın içersindeki şu icne_ lemeler konumuza ışık tutacak niteliktedir:
Yavuz A:badan; Tanzimat Fermanının Tahlili Z.F. Fındıkoğlu; Tanzimatta İçtimai Hayat, H.V. Vel'idedeoğlu; Kamulaştırma Hareketi� ve Tanzimat, H.Z. ttlken; Tanzlınattan. sonra Fikir Hareketleri R.. SUıv1a; Tanzimat Devrinde İstikrazlar Halil. İnalcık; Tanzimat Nediır. Tarih ara,ışı;n·mfuaırı, Ankara, 194:1.
M.Z. Pakalın, Tanzıimat Maliye Nazırları, 2 cilt., 1939-40
73
ratorluğunun ekonomik teslimi için atılan ilk adımlardı. Bu adımların daha etkili, dış müdahaleye olan direnci kı racak tedbirlerle pekiştirilmesi gerekiyordu. Bu yeni ted birlerin basında borçlandırma gelmektedir. Borçlandırma hiç bir za�on eskimeyen bir müdahale aracı olmuştur. Osmanlı padişahlarının ve de bunlara bağlı yöneticil�rin asın lükse ve safahata düşkün, kendilerinden başka kım·· s�!eri düşünmeyen kişiler oldukları üzerine söylenen ve de yazılan yargılan koyalım bir kenara. Borçlandırma ola yını böylesine tek kişinin ya da bir grubun �av�anı�ına . bağlamak bizi olumlu sonuçlara götürmez. Kışılerın bırey olarak bu işteki etkisi sınırlı. Osmanlı sarayı ve bürokratı batılılaştıkça ya da bu ögenin içine girdikçe tüketici olmuşlardır. Bu onların da ha öncede üleştikleri artık - değeri tüketime harcamayan kisiler olduğunu söylemek anlamına gelmez. Osmanlı ka-. pıkulunun tüketim kalıpları kendi ekonomik l�?şu�l,�rı_ v�çin _ de biçimlenmişti Yeni Osmanlı bürokratının tuketıcılıgı ıse toplumun üretim imkônlarını aşan bir eğilime sahiptir. �u eğilim batılı burjuvazinin eğitim ve kültür . kur�mı_?r.� .,e desteklenmiş, yönetici - bürokratın ekonomık somuruden cıidığı payların artışı oranında da doruk noktasına erişmiştir. Batıdan borç alma kolay olmamıştır. Zorluk borç ve ren kaynaklardan ziyade alan grubun isteksizliğinden ile ri gelmekteydi. İmparatorluğun ekonomik dar boğazlar dan bir türlü kurtulamamasına rağmen sultan ve yöne. ticiier batı ülkelerinden borç almaya yanaşmıyorlardı. Kı sıcası, öğrenegeldiğimiz gibi Türk Devlet adamları ilk fır satta batıya el açmadılar, batı onlara bir anlama zorla borç verdi. Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu ekonomik bu nalım doruk noktasına 1846 yıllarında ulaştı. Batıya açık 74
devlet ricalinin (Ali paşa vb. gibi} borç aJma arzusuna rağmen, Abdülmecit böyle bir çözüme yanaşmamaktaydı. İngilterenin Osmanlı Devleti nezdindeki elçisi Sir St ratford Canning 22.Ağustos.1850'de Sultan Abdülmecid'e bir rapor sunarak Osmanlıların yapması gereken ıslahat {reformlar} konusunda önerilerde bulunmuştur. Bu" re formların gerçekleştirilebilmesi için Bab-ı Ali'nin batı ül kelerinden borç alması da ısrarla belirtilmişti. Canning'in raporunda bu borç teklifinin müsait karşılanması için ca zip ödeme koşullarır:ıdan da söz edilmekteydi (78).
Abdülmecit bu teklifi Osmanlı Sarayının bir onur so runu yaparak redetmiştir. Batılı çevrelere yakın paşa v�· yöneticilerin ısrarları sürüp giderken Abdülmecit'in kayın. biraderi Mehmet Ali Paşanın liderlik e�tiği bir grup devle tin ekonomik sorununa bir çözüm yolu olarak kendi ara larında para toplamaya karar verdiler. İktisadi bunalımın (ki nedenleri hepimiz için açık ve seçiktir) giderilmesini iane iie çözümleme fikri o dönem Osmanlı aydının İktisat bilgisi hakkında iyi bir fikir vermektedir. Mamafih aynı örnek Osmanlı Devlet yöneticilerinin devleti kurtarma ar zulanndaki iyi niyeti de gösterir. İlk anda Sadrazam ve Kardiyalı Mustafa paşaların herbiri 12 000 İngiliz lirası ve rlyor!ar. Onları diğer devlet erkanı takip ediyor. Örneğin Fuat efendi 5 000 İngiliz lirası veriyor. Topçu Halil paşa gümüş tabaklarını satıyor. O sıralarda 90 yaşında olan Hüsrev paşa da Sultana giderek evini ve bahçesini sunu yor (79). Aynı günlerde istanbul'da bulunan İngiliz Albayı Rose'un gözlemine göre Osmanlı aydınlarının çoğunlu(78) F.S. Rodkey, Ottoman Concern Abr.ut W-estern Economic penetration in the Levant 1849-1856, The Journal of modern histo.ry, vol: 30, No: 4 Sayı: 348. {79) F.S. Rodkey, a.g.m.s.
75
ğunda frenk hırsızlarından borç al mama , ülkeyi tehlikeli bir borçla nma altına sokmama duygusu hakimdir. Önemli sayıda bir yönetici grubunun desteklemesi ne rağmen Sultan niçin borç almak durumunda kalmış tır. İktisadi baskının iane ile çözümlenemiyecek bir düze ye erişmiş olmasının bunun en önde gelen bir nedeni ol duğu kesindir. Mamafih Abdülmecit borç almamada bir noktaya kadar direnmiş, ilk borç anlaşması da bazı ri v·ayetlere göre kendisinden gizli i mzalanmıştır. Kuşkusuz meselenin bu yanı hiç de önemli değildir. Önemli olan Os manlı Devletinin de yüzyıllar boyu sürüp giden bu tarihi tuzaktan kaçamamış oluşudur. Konunun diğer bir ilgine yanı da, Osmanlı Devletini başlangıçta borç alma konu sunda adeta tazyik eder bir biçimde teşvik eden İngilte re'nin sonral.arı borç vermede çekimser kalması, alanı ge niş oranda Fransız sermayedarlarına bırakmasıdır. Osmanlı Hükümetinin borç almama konusundaki di rencinin kırılmasında «Kırım Savaşı» nın etkisi büyük ol muştur. Savaş harcamalarını karşılayabilmek amacıyla «Devlet-i Ali'ye» 1854'de ilk defa «Kefere» ye borçlandı. 1877 yılında Osmanlı hükümeti borçlarını ödeyemeyecek hale gelmiştir. Borç toplamı 190 997 980 İngiliz lirasına erişmişti. Bunun faizi. ise 61 803 905 İngiliz lirasıdır. Kısa cası faiziyle birlikte Osmanlı Hükümetinin dış borç yekü nü 252 801 885 İngiliz lirasını buluyordu. Bu borçlar kar şılığı Mısır Vergisi, Bursa, Edirne ipek aşarlan, Midilli, Ba lıkesir ve İzmir Zeytinyağ aşarları, Halep, Adana, Suriye, · Yanya, Trabzon, Bursa, Aydın Menteşe, Konya varidat-· lan, Edirne, Tuna ve Selônik Vilôyetleri gelirleri, Anadolu Ağnam vergisi, İstanbul Tütün Reisi gelirleri teminat ola rak gösterilmiştir. Sözünü ettiğimiz 190 milyon İngiliz li ralık bu borcun, ihraç fiyatlarının düşüklüğünden ötürü ancak % 53'ü Osmanlı Hükümetinin eline geçebilmişti. 76
Borçların hemen 'hemen % 90'ı özel kişilerden, Bankalar dan alınmıştı . 1881 Muharrem Kararnamesine göre borç ların menşe ülkeleri itibarıykl da ğılımı şu görünümdeydi :
Fransa İngiltere Türkiye Hollanda
% 40 % 29 (iç botrç) % 7.93 % 7.60
Almanya % 4.70 İtalya . % 2.60 Av. Mac. % 0,97,
,Osmanlı Devleti, Muharrem Kararnamesi ile borçların tasviyesi konusunda alınan kararlardan sonra da borç al maya devam etti. 1914 yılındaki dış borçlar yekunu Duyu nu Umumiye yönetiminin Paris Maliye konferansına ver, diği rapora göre 153.7 milyon Osmanlı Lirasıydı . Borçlar mürettebatının devlet varidatın a oranı % 28.2'yi bulmak taydı. Oysa bugünkü dış borçlarımız açısından aynı oran % 10 civarındadır. Osmanlı dış borçları nın ülkeler arası oransal da ğılı . mı ıse 1914 yılında şöyleydi : Fransa İngiltere Almanya Belçika Hollanda İtalya Avus-Mac. Türkiyıe
0.49
0.07 0.20 0.11 0.03
O.Ol O.Ol
0.08
Görüldüğü gibi İngiltere ve Belcikanın Osmanlı dıs borçlan icersindeki payları azalırken , Fransa ve Alman� , Y� nın artmıştı_ r. _ Almany�'ya ait hissenin artış oranı % 40 cıvarındadır. Ozellikle Yirminci yüzyılın başından beri ar-
77
tan Alman etkisinin doğal bir sonucu olarak kabul edile bilir bu durum (80). c - Yabancı Sermaye
İktisadı bağımlılığın kısır döngüsündeki üçüncü n?kta yabancı sermayedir. Dış borç, sürekli dış ticar�t acı_gı ve yabancı sermaye birbirlerini tamamlayan ve ulkenın az Ferit; 1330-13-34.
Mal\
2'nct Cilt,
!stanbul
Hüseyin Avni; Bir yarı müstemleke oluş tarihi,
İstanbul
(SO) Hasan;
Naıkit ve İtibari
1932.
Borçlar Kirkor Kömürcan; Türkiye İmparatorluk devri Dış tarihçesi, İstnabul, 1948. . . Borç .. Parvus i 'İ'ürkiyenin can damarı Devlet-i Osmanıyenın ları ve ıslahı, İstanbul, 1330. , ........., Aylık İlısaiyatı Maliye Mecmuası, Maliye Nezareti. 1327, _32. D. Anderson; Great Britain and Beginninge of The Ottoman public Dept, (1845-55), Hist. JournaL 7 (1�), Say ı: 47-63. D.C. Blaisdell, Eurapean Financial Contr.ol ın the Ottoman Empire Columbia, 1929. ........., ' Corporation of Bankhold.ers, Turkish Dept. Report of R. Bourke, London, 1882. E.A. Van Dyck, Report on the Capitulations of the Ottom_an empire, 47 th. Congress, Special Session, S�nate Executıv�. doc:ument no: 3, Fırst Session Senate executıve document no · 87, Washington 1881-1882 tfor Leslie :mvaıns, Economic
Aspects of the Eastem
ques..
tion, London, School of Slovanic Studies, 1925 M.W. Tyler; The European Powers and Near East (1875_ 1908) Minneapolis, 1925 . . G.E. Noradainghian; Recueil d'actes Internatıonaux de rEmpire ottoman, 1800-1902, 4 volı!, Paris, 1897.1903 A. DU Velay; Essai sur I'Histoire F'inanciere de la Turque Paris, 1903
78
gelişmişliğini niteleyen üç faktördür. Osmanlı ülkesi son dönemde yabancı sermayenin at koşturduğu bir bölgeydi. Elimizdeki bilgilere göre sadece Misak-ı Millı sınırlan içer sindeki yabancı sermaye yatırımlarının 1910'1ardaki duru mu şu görünümdeydi Milyon
Demiryollan Elektrik, Tranvay, Su Liman vb. Sanayi Ticaret Madenler Banka-Sigorta Toplam
kuruş olaıraık 3 368 311 288 650 206 328 560 5711
Toplam olarak 5 711 milyon kuruşluk bu yabancı ya tınmlann yıllık geliri 228 milyon kuruştur. Bu gelirin he men tamamı yurt dışına aktarılmaktaydı. Yapılacak ço!-ı" kaba bir hesapla Osmanlı ülkesinden dış ülkelere akta nlan değerler toplamı 191.4 yılında 3 milyar 112 milyon Os manlı kuruşuydu .. Bu miktarın 228 milyon kuruşu yabancı sermaye kararlarının transferi, 2 024 milyon kuruşu Dış ticaret açığı, geriye kalanı da dış borçlar faizi olarak öden mekteydi. Toplam transferi dolar olarak ifade edersek 136 milyon dolarlık bir aktarma yapılıyordu dememiz ge rekir. Vedat Eldem'in yapmış olduğu hesaplara göre aynı dönemin gayri safi milli hasılası 241 milyon Osmanlı lira sıdır (81). Bu duruma göre gayri safi millı hasılanın % , 14.8'i dışarıya dış ticaret açıgı, borç faizi ve kôr transfe ri olarak akmaktadır. O yıllardaki devlet varidatı ise dı şarıya akan miktara hemen hemen yakındır. (30.5 milyon Osmanlı Lirası). (81) V:edat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi şartları hakkında bir tetkik, Ankara, 1970, sayı: 305.
79
Yabancı sermayenin yatırım kesimleri arasındaki da ğılımına baktığımızda % 58'nin Demiryolu yapım ve işlet mesine yönelik olduğunu görmekteyiz. Gerçekten de 1880 lerden sonra Osmanlı İmparatorluğu uluslararası Demir önem d . O tur. olmuş sahne yolu savaşının en şiddetlisine yollan demir mi de yabancı sermaye ve de imtiyaz dendi üze akla gelmekteydi. Bunlardan özellikle ikisinin günüm ve kadar tartışmaları sürüp gitmiştir : Bağdat demiryolu oluşan de Chester imtiyazı. Osmanlı Devleti çevresinde a ko ortay t somu bir daha emperyalist sömürü çemberini zorun mek değin yabilmek için bu iki olaya kısa da olsa luluğundayız. aa)
Bağdat Demiryolu,
is Modern Emperyalizmin ilk aşamalarını incelemek labara teyenler için Bağdat demiryolu projesi zengin bir yüzyılın tuar niteliğindedir. 19 cu yüzyılda ve de 20 inci arasın� r ülkele alist kapit r, başlarında Asya'ya giden yolla ilginç nun Konu ştır. da geniş siyasal tartışmalara yol açmı bu en isten k bir yönü de yeniden geniş ölçüde kullanılma geç rden yolların ortaçağ kervan yollarının geçtiği yerle ticaret deki zerin yol ü olan, farklı mesidir. Ortaçağdan tek akımının yönüdür. Bu öncül yargılarımızı üç örnekle· pekiştirebiliriz : . i - Disraeli'nin Süveyş kanalını satın alma kararı eşi-: ın savaş a'yı Frans Bilindiği gibi bu karar İngiltere ile ğine kadar getirmiştL ii - Trans - Sibirya hattı 1905 Rus _ Japon savaşına yol açtı. iii - Bağdat Demiryolu birinci dünya savaşının çık masına geniş katkıda bulundu. Bağdat demiryolu Basra körfezine ve Hindistan böl gesine giden en önemli yollardan biriydi. Ayrıca bu böl-
80
genin o döneme kadar egemen emperyalist gücü olan İn giltere'nin yararlarını açıkça tehdit ediyor, böige baska ülkelerin sömürüsüne açık bir hale geliyordu. Mezopo tamya vadisinde zengin petrol yataklarının bulunması bu yolun önemini daha da artırmaktaydı. Kısacası Mezopo tamya ve Basro Körfezine giden yollar emp�ryalist güçle rin hede'fl haline gelmişti. İngiltere Hindistan ve Asya sömürgelerine giden yol lan güvenlik altında tutma amacını 19 cu yüzyıl süresin ce dış politikasının temeli kabul etmişti. Bu yollardan en kısası ve taşıma maliyeti düşük olanı Osmanlı Devletinin topraklarından geçenidir. Sözü edilen yolun güvenlik al �ına alınabilmesi ise Basra körfezine ve Mezopotamya'ya !ngiltere'nin hakim olması, en azından bu bölgede tek egemen güç olarak görünmesine bağlıdır. işte İngiltere bundan ötürü Mezopotamya ve çevresine yönelmişti, ve de bu bölgelere yönelen diğer güçlerle sürekli bir müca deleye girmiştir. 19 cu yüzyılda İngiltere bu yol üzerinde ki ana noktaları tek tek eline geçirmişti. Şöyle ki, 1839' da Aden'i kontrol etmeğe başlamış, 1875'de Suveyş ka nalı hisse senetlerini satın almış, 1882'de Mısır'ı işgal et miştir. Bunların yonısıra yol üzerindeki bazı stratejik ada lan da elde etmeyi başarmıştır; sırasıyla Perim (1854). Karia Mar�a takım pdalan (1854), Skodra (1876) ve Kıb rıs (1878) lngiliz egemenliğine geçmiştir. İngiltere'nin Hint yolu politikasını açıklayan bir çok belge bugün herkes ta rafından bilinmektedir. 19 cu yüzyılda, Akdeniz çevresin de, meydana gelen bir çok olayı İngilizler bu politika açı. sından değerlendirmişlerdir. Örneğin 1829 Ekim ayında «Cobbetus Register» Navarin Savaşı için şu yorumu yap maktadır : «Bu savaşta, Türk gücünün kırılması için Rus ya ve Fransa'ya yardım ettik. Bu bizim yararlarımıza ters �?ş�n. �ir davranıştır. Fakat o anda savaşa giremeyece gımız ıçın başka bir yolu seçmemiz de imkansızdı. Rusya 81
ve Fransa, Yunanistan'ın bağımsızlığını sağladılar. Biz on ların Türk gücünü, Hindistan yolunu açmak için kırdıkla nnın farkındaydık.>> Yunanistan durumu itibarıyla daima Akdeniz deniz egemenliğini sağlamak isteyen emperyalist güçlerin bir aleti olmuştur. Türk bağımsızlık savaşı sıra sında da aynı davranışını görmüşüzdür (82). Tuna'nın ulasıma açılması He ilgili çalışmalar ilerle diği sıralarda Ou�rterly Review'de şunları okuyoruz : «Bu projenin arkasmda Türkiye üzerinden Hint yolunu açma çabalarını görmemek imkônsızdır. Tuna ulaşıma açıldık tan sonra sistemin diğer nehirler ve kanallar aracılığı ile Avusturya, Rusya, Prusya ve Bavyeraya uzatılması kolay lıkla mümkün olacaktır. Böylece A!manya'nın sanayi böl geleri ile Türkiye. Mısır, İran, Arabistan ve hatta Hindis tan'ın direkt ilişkisi kurulabilecektir (83). Yüzyılın sonun da ingiltere'nin, Hindistan yolunun güvenliğine yönelen emperyalist siyaseti yetkili devlet adamlarının yaptıkları cesitii konuşmalarla tüm açıklığını kazanmıştı. Disraeli, o ;ü�lerde Kıbns'ın işgali ile ilgili olarak şunları söylüyor du : «Kıbns'ın elde edilmesi amacını güden harekete Ak deniz egemenliği için değil, Hindistan savunması için gi risiimistir. Avam Kamarası Kıbrıs'ı işgal etmemizi yanlı::;; a�layıp, değerlendirememiştir. Bu savaş eylemi olmaktan uzak, barışa ve medeniyet bekçiliğine yönelen bir davra nıstın) (84). Ayrn konuyla ilgili olarak Lordiar kamarasın d� da şunları söylemiştir : «Bu savaşın sonunda Rus ko-.. zançlan Kars ve Ardahan'dır. Biz bu kazanç karşısında Ruslara durun, daha ileri gitmeyin dedi!