100 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

100 soruda



DOÇ DR.



SİNA AKŞİN / jön türkler ve ittihat ve terakki / doç. dr. sina



JÖN TÜRKLER ve İTTİHATVE TERAKKİ



akşin



100 SORUDA JÖN TÜRKLER VE İTTİHAT VE TERAKKİ Doç. Dr. Sina Akşin



100 SORUDA DİZİSİ : 49



B irinci Baskı : M art 1980



Kapak: Sait Maden Kapak baskısı: Reyo O fset



Dizgi ve Baskı: GÜL Matbaası



DOÇ. DR. SİNA AKŞİN



100 SORUDA JÖN TÜRKLER ve İTTİHAT VE TERAKKİ



gercek8 1 w in b /I Cdğaloğlu Yokuşu, Saadet İş Hanı, Kat 4 İstanbul



GİRİŞ



Soru 1 : OsmanlI toplum yapısı hakkında neler söylenebilir? Klâsik Osm anlı toplum u (1450— 1550) b ir statü toplum u görüntüsündedir. A yrıcalıklı sınıf o lara k askerî sınıf yani yönetenler, ö b ü r yanda reaya yani yön etilenler vardı. A skerî sınıf, başında bulunan padişahla b irlik te ülkeyi yönetiyor, buna karşılık kendisine refah içinde yaşam asını sağlayan ola n a kla r veriliyo rdu . A yrıca, bu sınıf vergi de ödem iyordu. A skerî sınıf ikiye ayrılıyordu: b ir yanda icra î askerî züm re, öte yanda ulema züm resi. İcraî asKerî züm re yöne* tim ve aske rlik gibi yürütm e işlerine bakardı. B unlar padişah kulu idiler, yani padişahın buyurduğunu gözü kapalı yerine getirm ekle yüküm lüydüler. Padişah herhangi birinden hoşnut kalm azsa onu az­ letm ek, yargılam adan cezalandırm ak, hattâ öldü rtm e k (siyaseten ka­ til) yetkisine sahipti. En küçük sipahiden, yeniçeriden, koca sadrıâzama kad ar bütün icraî askerî züm re kuldu. Bunların, ya da a ta ­ larının b ir çoğu H ıristiyanlıktan devşlrilm lş kim selerdi. Devletin yük­ sek m evkilerinde bulunan kullar, büyük servet b iriktire ce k durum da olurla rdı. Onun için, öldüklerinde, mal va rlıklarına devlet elkoyardı (müsadere). O nla r da buna karşılık, çare olarak, m üsadere edile­ meyen v a k ıfla r kurarak çocu kla rın ı servetlerinden yara rlan dırm a yoluna giderlerdi. Ulemaya gelince, din, adalet, eğitim işlerine bakarlardı. B un la r kul olm adıkları İçin, yargılanm adan c e z a la n d ırılm a z la r, m alları da müsadereye tâbi değildi. Ulemanın kökeni -onlarda devşirm e söz ko­ nusu olm adığı için- genellikle Türk ve m uhakkak M üslüm andı. M ü­ sadere söz konusu olm ayınca yüksek ulem anın b irik tird iğ i büyük ser­ vetler, öldüklerinde, vârislerine geçerdi. Böylece ortaya çıkan büyük ulema a ilelerinin a risto kra tik b ir kim liği bulunduğu söylenebilir. Zira bu nlar yalnız serveti geçirm ekle kalm ıyorlar, adetâ yüksek ulem alık m esleğini de oğ ullarına ge çiriyo rla rdı: Ö zellikle gerilem e dönem inde ulem alık kadem elerini çabuk atla yab ilm e leri için daha küçükten oğ u l­ larını ilm iyye m esleğine girm iş sayıyorlardı (beşik ulemalığı). Y önetilenlere gelince, bunlar ya tarım la uğraşan ç iftç ile r ya da 5



esnaflık (dükkâncılık, zanaatkârlık) yapanlardı. Ayrıca, az sayıda o l­ duğu anlaşılan şehirlerarası ve uluslararsı tic a re t yap an lar vardı. Am erika kıtasından gelen değerli m adenlerin etkisiyle, önem li ölçüde parasal olm ayan b ir iktisa diya ta göre ayarlanm ış tim a r dü­ zeni sarsıldı, yerine devletin tarım sal verg ile ri iltizam usulüyle a ld ı­ ğı b ir düzen geldi. K lâsik dönem inde m erkezî bir feodalite ya da As­ ya Üretim Biçim inde b ir devlet olan OsmanlI Devleti, toprak üzerin­ deki sıkı denetim i iltizam usulü yüzünden y itird iğ i ölçüde adem im erkezî bir feodaliteye doğru dönüştü. Yavaş yavaş, taşra eşrafının içinden yöre ve bölgelerin güçlü adam ları olan âya niar türedi. Âyanlığın top ra k ve bölge egem enliğinin kökeninde çok kez zorbalık (mütegallibelik) ya da te fe cilik yatıyordu. Tarım sal söm ürüye dayalı bu yeni grup, klâsik Osm anlı toplum düzeninin yönetenler sınıfına yeni b ir unsur olara k ekleniyordu. Ö te yandan, Avrupa'da kapitalizm in ve özellikle sanayi devrlminin göz kam aştırıcı gelişm eleri tica re t biçim inae gitg id e artan b ir baskıyla Osmanlı ülkesini etkiled iği oranda yem b ir sınıf doğdu. Zaten iltizam sistem inin işleyebilm esi için gerekli olan borçları sağ­ lam ak üzere sa rra flık kurum u -ki özellikle Ermeni ve Rum ların e lin ­ deydi- geniş ölçüde palazlanm ıştı. Avrupa tica re tin in büyük ge liş­ mesi ve bu arada biraz da Osmanlı Devletinin düşkünleşm esi sonucu, Avrupa tücca rlarının Osmanlı ülkesindeki işlerin i yürütm ek ya da o n la rla iş yapm ak suretiyle zenginleşen b ir M üslüm an olm ayan b u r­ juva sınıfı ortaya çıktı. Gerek M üslüm anların, gerekse AvrupalI iş­ adam larının isteksizliği sonucunda bu iki ta ra f arasında öyle b ir işb irliğ i pek olm uyordu. Bu üçüncü sınıf, Osm anlı Devletinin düş­ künleşm esi sonucunda Büyük D evletlerden birinin vatandaşlığına ya da him ayesine girm ek yolunu bularak, keyfî işlem lere karşı do ku­ nulm azlık kazandığı gibi, bu sayede b irço k a yrıc a lık la r ve Osmanlı uyruğundakilere karşı haksız rekabet im kânları elde etti.



Soru 2



19. yüzyılın neydi?



sonlarında



yönetenler sınıfının



durumu



Bu dönem de padişahın, klasik dönem padişahlarına göre çok daha lüks b ir hayat sürdüğünü söylem ek müm kün görünüyor. Zira O s­ manlI Devleti, en düşkün yüzyılı olan 19. yüzyılda çok geniş b ir sa­ ray yaptırm a faa liye tine g irişm iştir. K âgir olarak yaptırılan ve Av­ rupa üslubunda döşenen bu saraylar, Topkapı Sarayına ve o güne dek yaptırılm ış saray ve köşklere göre çok lüks yerlerdir. Topkapı 6



Sarayı geniş bir alanı kaplam akla b irlik te yalın ve gösterişsiz b ir yapıya sahiptir. Üstelik, Türk evinde ve Topkapı Sarayında m obilya kavram ının bulunm am asına karşılık, 19. yüzyılda yap tırıla n sara yla r ala fra n g a olup bu yüzden m obilya ve ç e şitli süs eşyaları ile doludur. İlk büyük alafran ga saray olan Dolm abahçe Sarayı, O sm anlı Devle­ tin in İngiltere ve Fransa ile Kırım Savaşında m üttefik olduğu b ir sırada, 1853'de A bdülm ecit tarafınd an yap tırılm ıştır. 1854’de Av­ rup a’dan ilk borçlanm anın yapılm ış olm ası, yoksul durum a düşm üş b ir im p a ra to rlu kta ki bu sefahat ve tantananın açıklam asıdır. Bundan sonra daha b ir dizi saray yapılm ıştır: Abdülaziz dönem inde Çırağan, Beylerbeyi, Yıldız gibi önem li sarayların inşa ed ild iğ ini görüyo­ ruz. A lafranga saraylı ve m obilyalı bu pahalı yaşam a üslubu a la fra n ­ ga aile hayatını getirebilseydi, hiç değilse o yönden b ir tasa rru f sağ­ lanm ış olurdu. Oysa alafranga bina ve m efruşatla b irlik te eski ha­ rem hayatı olduğu gibi sürdürülm üştür. Siyasal alanda II. M ahm ut dönem inde kökten dönüşüm ler old u ­ ğunu görüyoruz. 1826’da yeniçeri ocağının kaldırılm ası, öte yandan M ehm et A li Paşa dışında güçlü ayanlara karşı yürütülen başarılı m ü­ cadele, vakıfla ra devletin el koyması g irişim i gibi olaylar, Sarayın gücünü uzun zam andır görülm em iş b ir zirveye ulaştırm ıştır. Vaka-i Hayriye ile askerler, 1876’daki kısa süren b ir istisna dışında 1908'e değin sürecek olan b ir siyaset sahnesinden silinm e dönem ine g ird i­ ler. M ustafa A lem dar Paşa’nın yen içe rile r tarafınd an öldürülm esi ve ondan sonraki m ücadelelerle, eg em enliklerini İsta nb ul’a değin uzat­ mış olan âya nlar dahi başkentteki siyaset sahnesinden önem li ö lçü ­ de itilm iş durum daydılar. A rtık Saray, karşısında h iç b ir frenleyici gücün bulunm adığı b ir 'ka d ir-i m u tla k' olm uştu. Ne va r ki bu güç kı­ sa süreliydi. Nizip yenilgisi (1839), II. M ahm ut'un bütün çağdaşlaş­ tırm a çabalarının -ki, bu konudaki gayretleriyle onun Büyük P etro’nun benzeri olduğu haklı olara k söylenm iştir- boşuna olduğunu, O s­ manlI D evletinin Mehm et A li Paşanın gücünü sınırlandırabilm ek için yabancı devletlere m uhtaç olduğunu ortaya koym uştu. Böylece Sa­ ray m utlakiyeti, zirveye ulaştıktan pek kısa b ir süre sonra yıkıldı. A rtık en büyük güç, İngiltere ve Fransa’nın etkin desteği sa­ yesinde, Tanzim atın Fransızca bilen. Tercüm e Odasından yetişm iş ha riciye ci Paşalarının eline geçti. Bu Tanzim at Paşalarının ile ri ge­ lenleri, daha çok İngiliz desteğine sahip olan M ustafa Reşit Paşa ve daha çok Fransız desteğine sahip olan  li ve Fuat Paşalardır. Fuat Paşa, durum larını şöyle a n la tm ıştır: «Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan, biri aşağıdan gelir. Bizim m em lekette yukarıdan gelen kuvvet cüm lem izi eziyor. Aşağıdan ise b ir kuvvet hâsıl e t­ 7



meye im kân yoktu r. Bunun için pabuççu m uştası gibi yandan b ir kuvvet kullanm aya muhtacız. O kuvvetler de sefaretlerdir.» Paşanın dediği gibi, «aşağıdan» kuvvet alınam azdı, çünkü bu takd irde taşra adına konuşacak olan âyanlara söz hakkı verilm iş olacaktı. Bunun ötesinde, T anzim atçıların doğrudan halkla tem as kurm aları h e r ha l­ de beklenem ezdi. Kaldı ki, yüksek bürokra sinin gitg id e şiddetini a rt­ tıran alafrangalaşm a hastalığı bunların halktan yabancılaşm asına, onunla bağ kurulm asının im kânsızlaşm asına yol açıyordu. Sivil Tanzim at Paşalarının gücünü a rttıra n başka bazı gelişm e­ leri de anm ak gerekir. 1826'da II. M ahm ut, o güne değin devletin, devlet adam larının ölüm lerinde servetlerine elkoym asını sağlayan müsadere usulüne son verm işti. Tanzim at İse padişahların siyaseten katı yetkisine son verm işti (son olara k II. M ahm ut M. Reşit Pa­ şanın koruyucusu R eisülküttap Pertev Efendiye karşı bu yetkisini kullanm ıştı). Daha önce askerî sınıftan ulema züm resinde olduğu üzere, can güvenliğine sahip olup servetini m irasçılara bırakm a hak­ kının bürokrasiyi ve özellikle üst bürokrasiyi ayrıca güçlendirdiği şüp­ hesizdir. Öte yandan, 19. yüzyılın ortasından itibaren Avrupa serm a­ yesinin Osmanlı ülkesinde yoğun olara k g iriş tiğ i bo rçlandırm a ve dem iryolu, m adencilik, bayındırlık, belediyecilik alan larınd aki ya tırım ­ larının en çok yüksek bürokrasiye kom isyon, spekülasyon, idare m ec­ lisi üyeliği, hatta rüşvet gibi daha da zengin olm a olanakları sağla­ dığı biliniyor. Fakat 1871'de  li Paşanın ölüm ü ve Fransa’nın Prusya'ya ye­ nilm esi üzerine durum değişmeye başladı. D em okratik Fransa’nın he­ zim eti. hem kendisini yenen yetkeci Prusya’nın, hem kendisinin da ­ ha önce Kırım Savaşında yendiği m u tla kiye tçl Rusya’nın Avrupa si­ yaset sahnesinde sivrilm esine yol açtı. Bu da dem okrasinin zayıf­ lam ası, m utlakıyetin güçlenm esi o lara k yorum landı ve O sm anlı s i­ yaset hayatında e tkisini gösterdi. Zaten  li Paşanın ölüm üyle yü­ reklenm iş olan Abdülaziz, Rus e lçiliğin e yaslanan, fa k a t kendisine fazla direnm eyen M ahm ut Nedim Paşayı sadrıazam yaptı. G erçi Rusçu ve A bdülazlzcl b ü rokra tların karşısında M ütercim Rüştü, Hü­ seyin Avnl, M itha t Paşalar gibi İn g ilizcile r de varsa da bu n la r sonuç olara k yenileceklerdir. 1875'de O sm anlı Devleti, hemen h iç b ir İk ti­ sadî alana yatırılm am ış olan dış bo rçla n m a la r sonucunda ifla sla karşı karşıya kalm ış bulunuyordu. Babıâli, 6 Ekim 1875'de dış borç fa izle rin i yarı yarıya İndirm ek kararını alm ak zorunda kalınca, borç tah ville rin in başlıca m üşterisi olan İng iliz ve Fransız ta sa rru f sahip­ lerinden son derecede öfke li te p kile r geldi. Bu durum da Hersek, B ul­ garistan isyanları da çıkınca, Osmanlı Devleti Rusya karşısında ya ­ S



payalnız kaldı. Abdülaziz'in tah ttan



indirilm esi, I. M eşrutiyetin ilânı



da bu durum da para etm edi: O sm anlı-Rus 93 Harbi (1877-78) pa tlak verdi. M eşrutiyetin ve İng ilizciliğ in



b ir ya ra r sağlayam am ası



karşı­



sında Abdülham it, başta M itha t Paşa olm ak üzere İng ilizcile ri ve M eş­ rutiye ti tasfiye etm ekte ve m utlak, hattâ m üstebit b ir yönetim e g it­ m ekle bir zorluk çekm edi. Bu koyulaşan



istib d a tla



b irlik te Vükela



M eclisi (B akanlar Kurulu) gerçek b ir k a ra r uzvu olm aktan çıkm ış, Saray en ufak sorunlarda dahi son ka ra r m ercii olm uştur. Sarayın bu üstünlüğü ve Babıâli Paşalarının gölgede kalışı 1908'e değin sü r­ m üştür. Subayların durum una gelince, yeniçeri ocağının kaldırılm asına ve düzenli bir ordu kurm ak yönündeki çabalara rağm en, aske rlik m esleğinin itib arı yükselm iş değildi. Zira yeniçerilerin, iç savaşlar dahil, karşılaştığı arka arkaya başarısızlıklar, yeni ord uların k u ru l­ m asıyla sona erm iş değildi. Bu durum da Devletin ayakta k a la b il­ mesi dış desteğe bağlı olduğundan, bu konuda başlıca görev d ip ­ lom atlara düşüyordu. N itekim hüküm etin de esas itib a riyle ha riciye ci Paşaların elinde olduğunu gördük. H ariciye m esleğinin yanında subaylık m esleği kesinlikle ikinci sınıf bir m eslek durum undaydı. M ekteb-i Ulum -u Harbiyenin, yani Harbokulunun 1834'de ku ru lm a ­ sına rağmen, m ektepli sub aylar orduya sayıca egemen olm aktan uzaktı. Subayların -ve bunların arasında en yüksek rütbelerde Pa­ şa la r da vardı- önem li b ir bölüm ü alaylı idi. Bu, erlikten yetişm ek dem ekti. İstida tlı görülen e rler erbaş yap ılıyor ve göze g ire b ild ikle ri ölçüde bu yoldan yavaş yavaş yükselebiliyorlardı. Bunlarda yetenek aranm akla birlikte, üst m akam ların b ir lu tfu olara k yükse le bildikleri için daha sâdık, ve keyfiliğe daha kolay â le t oluyorlardı. N itekim , bunu bildiği için Abdülham it, Sarayda ve İsta nb ul'da bulunan I. O r­ duda alaylı subayları tercih ediyordu. Devrim ci suDaylar ge ne llikle m ektep liler arasından -daha H arbiye sıralarındayken- çıkıyordu. Fa­ kat Abdülham it gibi m üstebit b ir Padişahın bu gerekçeyle askerî o ku l­ ların gelişm esini kösteklem esi zordu. Zira Devleti ayakta tu ta b il­ mek için iyi yetişm iş, b ilgili subaylara ihtiyacı vardı. Bunları, başta M akedonya olm ak üzere -çoğunlukla İstanbul dışında- kendilerine en çok ih tiyaç duyulan yerlere yolluyordu. Böylece hem bu ‘teh like yi’ savuşturm uş, hem de ihtiyacı karşılam ış oluyordu. Ondan sonra da te rfi ve ödüllendirm elerde bunları unutuyor ve yakınındaki sadık alaylı subay bendelerini daha da sâdık kılm ak İçin onları ihsanlara boğuyordu. Ö zellikle bu ‘gözden ve gönülden ıra k’ subayların yılda ancak 6 ay maaş a la b ild ikle ri de eklenirse, tab lo tam am lanm ış olur. 9



Soru 3



19. yüzyılın sonunda dünya ne durumdaydı?



Dünya tarih in de ilk kez ka p ita list düzeni toplum da egemen kıla ­ c a k olan Batı ve O rta Avrupa, 16. yüzyılın başından itibaren adım adım yeryüzündeki üstünlüğünü kurm aya yöneldi. Keşiflerle dünya tica re tin in aracısız, deniz yolundan işlemesi, Yeni Dünya servetle­ rinin ve değerli m adenlerinin yağm alanm ası sağlanaı. Bu olanaklar, yıpranm ış ve soysuzlaşm ış feodal sınıfın yanında, özerk kentlerde yuva la nıp gelişebilm iş olan burjuvaziye büyük b ir atılım gücü verdi. İktisadî üstünlüğü ele geçiren burjuvazi, a rtık siyasal egem enliği de ele geçirm eye yöneldi. Bu, ilk kez İngiltere'de Cromvvell devrim iyle o ld u (1646). Kıta Avrupası 1,5 yüzyıl kadar sonraki Fransız Devrlm iyle aynı yolun yolcusu oldu. Fakat İngiliz burjuvazisinin alm ış o l­ duğu bu ön, onun Sanayi Devrim ini başlatm asını ve I. Cihan Sava­ şına değin dünyanın en güçlü ülkesi olm asını sağladı. A vrup a’nın tic a re ti kolaylaştırm ak ve geliştirm ek için kurm ağa başladığı de­ nizaşırı söm ürge im p arato rlukları, işgücü (köle) sağlam ak bakım ın­ dan ve yerleşm e alanları olarak da önem kazandı (Kuzey Am erika, Güney Am erika, Güney A frika, Avustralya, Yeni Zelanda gibi). Sa­ nayi devrim inin gelişm esi, söm ürge im p arato rluklarının daha da ge­ lişm esini zorunlu kıldı. Zira sanayiin geniş çap taki üretim ine rahat p a za rla r ve bu sanayiin ihtiyacı olan ham m addelerin rahatça sağ­ lanabileceği kayn aklar gerekiyordu. Bu uğurda söm ürgelerde yollar, lim a n la r yapıldı, tic a re t m erkezleri g e liştirild i, m adenler işletild i, ç ift­ likle r kuruldu ya da köylüle r sınaî bitki üretim ine itild ile r. Söm ürge halkının sanayi ürünlerine m üşteri olabilm esi için ye rli lonca sana­ yileri, bazan zorla, söndürüldü. S öm ürgelerin an ayu rt yöneticilerine, k ilis e adam larına, işsiz ve m aceraperestlere mevki ve iş alanı sağ­ lam a işlevinin de önem li olduğunu unutm am ak gerek. 19. yüzyılın son çeyreğine geldiğim izde, ka p ita list ülkelerde yeni b ir gelişm e göze çarpm aktadır. Çelik, elektrik, petrol, sentetik kim ­ ya, içten yanmalı m otor gibi yeni alanların ortaya çıkm asıyle 'ik in c i' b ir devrim geçiren sanayide, tekelleşm e başlam ıştır. Küçük ş irk e t­ lerin yerini tekel ya da yarı-tekel nite liğ in de dev ş irke tle r alm aktay­ dı. Bu sürecin söm ürge edinm e çabasını hızlandıracağı açıktı. Fakat dünyada söm ürge olm aya aday olup henüz elkonm am ış ülkeler (bun­ la r geri, kapitalizm e geçememiş ülkelerdi) azalm ış olduğu için, bu bir yarış halini alm ıştı. Siyasal b irlikle rin i kurm aları zaman a l­ m ış olduğu için bu yarışa geç katılm ış olan Alm anya ve İtalya bakım ından bu özellikle önem liydi. 1878-1914 dönem inin sonun­ 10



da, Avrupa dışında em peryalist ülkelerden birinin deneti altına g ir­ m em iş pek az yer kalm ıştı. G erçi Çin, İran, Osmanlı Devleti gibi sözüm ona bağımsız ülkeler vardı ama bunların bağım sızlığı, em per­ yalizm e dayanıklılıklarından çok, em peryalist ülkelerden birinin on­ lara tek başına elkoyam am ış ya da em peryalist ülkelerin bunları paylaşm ak konusunda aralarında uyuşam am ış olm alarından ileri ge­ liyordu. Bununla birlikte, em peryalistler, kapitülasyon düzeni, dış borçlar, yatırım lar, nüfuz bölgeleri sayesinde buraları “ortak söm ür­ g e le ri' durum una düşürm üşlerdi. Balkan ve Latin Am erika gibi ik ti­ sad iya tları zayıf ülkele r de -H ıristiyan olm aları, bazılarının nispeten gelişm iş olm ası gibi nedenlerle resmen söm ürge olm ak ihtim alleri olm am akla b irlikte - dış borç ve ya tırım la rla “ortak söm ürge’ d u ru­ m undan çok da uzak değillerdi. 1889'da Jön Türk hareketi başladığında, em peryalist ü lkele r a ra ­ sındaki dengede önem li bir de ğişiklik oluşm uştu. Birçok iktisa d i a la n ­ da ABD ve Alm anya İng iltere’yi geride bırakm aya başlam ışlardı. İn­ giltere için ABD’nin bu atılım ı belki o denli rahatsız edici değildi, çünkü ABD’nin İng iltere 'yi tehdid eden b ir söm ürge edinm e hırsı yoktu. ABD, hegem onyasını İktisadî yollardan kurm a eğilim indeydi. A yrıca ABD’nin İktisadî gelişm esi önem li ölçüde İngiliz yatırım larının eseriydi. Oysa Alm anya söm ürgelere daha aç b ir ülkeydi ve bu uğur­ da İngilizlerin deniz egem enliğine meydan okum ak yönünde adım lar atıyord u. Onun için A lm anya’nın İktisadî a tılım ları Ing iltere için g it­ gid e daha çok rahatsızlık veren b ir olay olm ak istidaam daydı.



Soru 4



Bu dönemde Osmanlı Devletinin genel durumu neydi?



B ilindiği gibi, Osmanlı Devleti yükselm e çağında o de vir devlet­ lerine göre hayli başarılı b ir siyasal askerî İktisadî örgütlenm eye sahipti. Son derecede etkili b ir savaş m akinesi yerleşik b ir tarım sal yapının ve büyük kentlerin gerekleriyle uyum laştırılm ıştı. O çağın ilkel ulaşım araçlarına rağmen, çok geniş b ir alana yayılm ış olan im p arato rluk, sıkı b ir m erkeziyetçilikle yönetilebiliyordu. E tkili b ir sa­ vaş m akinesi olm asına rağmen, Osmanlı Devleti, topraklarından ve denizlerinden geçen uluslararası tica re tin ih tiyaçla rını da karşılıyordu. Bu sistem , keşiflerin doğurduğu sonuçların karşısında yozlaşm ağa başladı. Yeni dünyadan akıp gelen altın ve güm üş geniş ölçüde pa­ rasal olm ayan bir iktisadiyatın varlığına göre ayarlanm ış olan tım a r sistem ini gereksiz kılıyordu. Oysa tim a r sistem i, Osm anlı siyasal a ske rî İktisadî uyum unun caneviydi. Para iktisadiyatının yaygınlaş­



ıl



ması iltizam sistem ini de yaygınlaştırdı. Bunun yarattığı huzursuzlu­ ğa büyük b ir nüfus çoğalm asının ve uluslararası tic a re t yollarının okyanuslara kaym asının e tkile rin i de eklersek, A nadolu'yu silkip sar­ san, köy hayatını şlrazesinden çıkaran C elâli isyanlarının nedenle­ rini buluruz. 16. yüzyılın ikinci yarısını ve 17. yüzyılın başını kaplayan bu İs­ yan la r ve köylerin çil yavrusu gibi ücra köşelere dağıldıkları «Bü­ yük Kaçgunluk»tan sonra, o rtalık azçok duruldu ve yozlaşma devam etm ekle b irlikte , Osmanlı Devleti 18. yüzyılın sonuna dek az çok kendi başına buyruk ve kendi dinam iği ile sürüklendi. Fakat artık bu dönemde O sm anlIları pes ettirece k gelişm eler başlıyordu A vru­ pa'da. Sanayi devrim iyle b irlikte burjuvazi siyasal iktid ara el atm ak­ taydı. Merkezî b ir feo dalite olm aktan çıkıp, m erkeziyetsiz b ir fe o ­ daliteye doğru gerilem iş bulunan Osmanlı Devleti, III. Selim ve II. M ahm ut dönem inde yaptığı bazı ciddî silkinm e çabalarına rağm en, Avrupanın yeni dinam ik gücü karşısında tutunam aaı. Daha başarılı a tılım la r yapan M ehm et A li Paşa M ısır'ının karşısında ülkesini ko ­ ruyabilm ek için bağım lılaşm anın kabulü demek olan Osmanlı İng i­ liz tica re t sözleşm esini yaptı (1838). Bunun açtığı yeni kapılarla Av­ rupa sanayiinin üretim üstünlükleri birleşince, Osmanlı lonca sana­ yii çöktü. Tanzim at (1839) ve Islahat Ferm anları (1856) Osmanlı Dev­ letinin ortak söm ürge haline gelm esinin du raklarınaa n ibaretti. 1854 de dış borçlar, Devletin burnuna Avrupa m alî çevrelerince takıla n b ir hırızma oldu. Silâh alm ağa ve Avrupa usulü sa ra yla r yapıp içinde A vrupavarî lüks tüketim yapm ağa harcanan bu paralar. Devleti m u­ kadder iflasa götürdü (1875 tenzil-i fa iz kararı). M ısır da bu sırada aynı durum a düşmüş bulunuyordu. İngiltere ve Fransa İle Kırım Sa­ vaşında (1853) başlam ış olan balayı artık kesinlikle son bulm uştu. Avrupa seyirci kalırken, Rusya b ir kez daha Osmanlı ülkesini istila etti. Avrupa'ya ilerici, yani şirin görünebilm ek İçin verilebilecek en son tâviz olan m eşrutiyet de (1876) para etmedi. Fransız ve İng iliz alaca klıların g e liri eski düzeyini bulm adıkça O sm anlIlar şirin görünemezlerdi. 1881’de M uharrem Kararnam esiyle, Osm anlı bo rçla rın ın ala ca k­ lılarını tem sil eden Düyunu Umumiye İdaresi kuruldu. İdare, devletin b ir takım g e lirlerin e a la c a k lıla r adına elkoyacak ve borçları ödeye­ cekti. İdare, sanki M aliye Nezaretine rakip b ir ö rg ü t haline geldi. 1911'de idarenin 8931 m em uru varken, nezaretin m em urları 5472 idi. Bu sırada idare, devlet g e lirle rin in % 27 sini topluyordu. Düyunu Umu­ miye İdaresinin kurulm asına rağmen, O sm anlı Devleti A bdülham it dö ­ neminde 1875 öncesinde Batı A vrup a’da sahip olduğu sem patiyi b ir 12



daha hiç elde edem eyecekti. B ir kez bu ülkelerde B ulga r İsyanının ne denli kanlı biçim de bastırıldığı konusunda çok yoğun b ir p ro ­ paganda yapılm ıştı. Sonra m eşrutiyet düzeninin ta til edilm esi, İngi­ lizci M itha t Paşaya yapılan m uam eleler vardı. Üçüncüsü, Ermeni is­ yanları büyük sem pati, bunların bastırılm ası Avrupa kam uoyunda aynı oranda a n tip a tl toplayacaktı. Son olarak, biraz da Ermeni so­ runundaki Alm an tarafsızlığı dolayıslyle Alm anya ile O sm anlı hükü­ m eti arasında gelişen yakınlık, Bağdat dem iryolu siyaseti ve A l­ manya'nın A b d ülham it'i islâm cı b ir siyasete teşvik etm esi gibi un­ surların eklenm esiyle özellikle M üslüm an söm ürgeleri bulunan dev­ le tlerce büyük kuşkuyla karşılanacaktı. Bütün bu olum suz tablonun içinde iyim serliğe elverişli olan, ya da öyle gibi görünen bazı un surlar yok değildi. Ö rneğin, Napolyon S avaşlarından sonra İn g ilte re ’nin kesin dünya hegemonyası 1871'de Alm an b irliğ in in gerçekleşm esi ve ABD'nin gelişm esi karşısında g it­ gide gölgeleniyordu. Ö zellikle A lm anya’nın İn g iltere 'n in karşısına dikilebilecek bir durum a gelmesi, Osmanlı D evletine -bu rekabetin sağ­ layabileceği fırs a tla r çok dikkatle kullan ılm ak şartıyle- nefes alma im kânları sağ la yabilird i. Daha da önem lisi, Osmanlı ülkesinin sürekli erim esi, nihayet yö n eticileri eskisine göre b ir kalkınm a atılım ını an ­ dıran bir çabaya g e tireb ilm işti. Bu çaba, A vrupa'nın ortak b ir söm ür­ gesi olan Osmanlı Devletinin kuram sal bağım sızlığının gerçeklik ka­ zanabildiği, Babıâlinin serbestçe davran abild iği belki de tek alanda, yani eğitim de gerçekleşecekti. Gerçekten de. Lâle Devrinden beri kurulagelen yüksek eğitim kuru m lan , yaygın b ir ilk ve orta öğretim sistem ine dayanm adığı için, beklenen etki ve yara rları sağlam ıyordu. II. M ahm ut, birçok yüksek okul kurm asına rağm en, rüştiye sistem ini başlatırken, kura kura iki tanecik rüştiye ku ra b ilm işti (1838). 1860'ye gelindiğinde, ancak 870 öğrencisi olan 6 rüştiye bulunuyordu. O y­ sa özellikle A bdülham it dönem inde rüştiyeler, im paratorluğun her ya­ nında açıldığı gibi, 1875'ten itibaren askerî rüştiye ve idadi siste ­ minin de başlatıldığını, ya da yaygınlaştırıldığını görüyoruz. 1908’de 31 tane öğretm en okulu vardı. Ayrıca birçok yeni yüksek oku lla r, Da­ rülfünun (yani Üniversite, 1900) açılm ış, m evcut yüksek o ku lla r ge­ liştirilm işti. A bdülham it gerek em peryalist ülkelerin baskısı, gerekse ülkedeki M üslüm an olm ayanların ileri eğitim sistem leri karşısında tutunabilm ek için bu yola başvurm ak zorundaydı. Yoksa, çağdaş b ir eğitim i yaygınlaştırm akla iktid arı İçin teh like li b ir yol tutm uş o l­ duğunun pekâlâ farkındaydı. Üçüncü olarak, im paratorluğun pek ilkel olan ulaştırm a sistem i bu dönem de yine eski hızıyle gelişm eye devam etm işse de özellikle 13



A nadolu'yu ve Arap ille rin i yararlandırdığı İçin yine de önem le be­ lirtm ek gerekir. K arayolunun genellikle hemen hemen yok denecek derecede az ya da işe yaram az olduğu engebeli b ir ülkede, de m iryol­ larının yapılm ası, b irço k bölgeleri ilk kez tic a rî bir anlam da b irb ir­ lerine ya da b ir merkeze bağlıyordu. 1860’da ilk açılan hat Roman­ ya'daydı. 1875'de bütünlenm iş dem iryolu hatlarının uzunluğu 1543 km. iken, 1908’de bu sayı 5137 km. idi. Bu sayıya dahil olan 1564 k ilo ­ m etrelik Hicaz dem iryolunun bizzat devlet tarafından yapılm ış ve iş­ le tilm iş olm ası zikre değer (Eldem, 164). Fakat 1913 yılında toplam Osmanlı dem iryolu uzunluğunun küçük B elçika'ntnkinden az olm asını da belirtm ek gerekir. Ayrıca, A bdülham it tahta geldiğinde Osmanlı ülkesindeki hemen bütün m erkezler b irbirlerin e telg rafla bağlanm ış bulunuyordu. Tabiî hemen belirtm ek g e rekir ki, Osmanlı Devletine yapılan ya­ bancı yatırım lar, kazanç elde etm ek am acından başKa, ülkeyi daha iyi söm ürebilm ek, bir de m ukadder sayılan 'hasta udam ın' ölüm ün­ de m irasta pay sahibi olabilm ek için toprağa çakılm ış birer m ülkiyet kazığı olm ak hedefini de güdüyorlardı. Fakat Osmanlı yön eticilerinin ve bu yö n eticiler arasından çıkan aydınların, Osmanlı ülkesinin em ­ peryalist ülkelerin o rta k b ir söm ürgesi durum unda olm ası, lonca sanayiinin nerdeyse yok olurcasına çökm esi karşısınaa çok büyük ve sürekli b ir üzüntü çektikleri söylenemez. Belki de bu durum u kaçı­ nılmaz bir alınyazısı olara k görüyorlardı. Ancak  li Paşa, Kırım sa­ vaşındaki savaş arkadaşlığının iyim serliğiyle ve belki de pek İktisadî güdülerle olm ayarak, Paris Kongresinde (1856) kap itülasyon la rın kaldırılm asını önerecek olm uş, fa ka t bu öneri derhal hasıraltı edil­ m işti. Buna karşılık, feodal b ir yönetici sınıfa mensup olan Osmanlı aydını, M üslüm an olm ayanların ezici çoğunlukta oldu kları yerlerin bile devletten kopm ası karşısında büyük üzüntüye kapılm ış ve sürekli o la ­ rak bu durum a çare aram ıştır. Zira feodal kafa İçin asıl değer to p ­ ra k tır ve o, herşeyden önce tarım ı ve köylüyü söm ürm esini bilir. T op­ rak kaybı, söm ürü alanının daralm ası ve ikinci olara k da yö n e tici­ lerin İş alanlarının azalm ası dem ekti. Soru 5



Jön Türk deyimi nasıl ortaya çıktı?



1865'de İsta n b u l’daki B elgrat O rm anında piknik yapan 6 genç, İttifak-ı Ham iyyet adında gizli bir dernek kurdular. Bunların arasında Mehmet ve Namık Kemal Beyler vardı. O rtak tutum la rı, Â li ve Fuat Paşaların siyasetine m uhalefetleriydi. İktida rd aki bu paşaları Avrupa büyük devletleri karşısında fazla tavizci buluyor, buna rağmen Os14



m anii bütünlük ve egem enliğinin yine de ge rektiğ i gibi korunam adı­ ğına, devletin dağılm aya doğru g ittiğ in e inanıyorlardı. (1860-64 y ılla rı arasında Lübnan, Romanya, Karadağ, S ırbistan ya özerklik elde e t­ tile r ya da daha özerk b ir durum a geldiler.) H ürriyetçiler, iç siyaset­ te ise, bu Paşaların ağ ır bir istib d a t kurd uklarını, bir sü re d ir yü­ rütm eğe başladıkları ga zeteciliklerin in önüne dikile n yaptırım ve en­ gellerden idrak ettile r. Kendilerince, bu durum da yapılacak şey, h a l­ ka siyasal ha kla r tanım ak olarak göründü. Böylece, M üslüm an olm a­ yan halkın Osm anlı Devletinden ayrılm ak İstemesi için, ya da Bü­ yük Devletlerin azınlıklardan yana m üdahalesi için b ir neden ka l­ mıyordu. Çünkü böyle b ir düzende halk, yalnız Tanzim atın g e tir­ diği nim etlerden yararlanm akla kalm ayacak, kendi siyasal kaderini de kendi tâyin edeckti. Tabiî, bu sayede Tanzim at Paşalarının is tib ­ dadı da son bulm uş olacaktı. Demek ki m eşrutiyeti istem ekle, bu gençler hem devleti kurtarm a kta olduklarına, hem de daha dem ok­ ra tik b ir siyasal düzen uğrunda m ücadele e ttikle rin e inanıyorlardı. 1867’de, kişisel nedenlerle Fuat Paşayla çekişm esi dolayısıyle Paris'te zengin bir sürgün hayatı yaşayan M ısır Prensi M ustafa Fa­ zıl Paşa da Osmanlı ülkesindeki m eşrutiyetçi akım ın içinde olduğunu gösterm ek am acıyle, Fransızca bazı m ektup la r yayım ladı. B unlardan birinde, kendisini Genç Türkiye P artisinin tem silcisi olarak sundu. Bu yakıştırm a A vrupa'da tutundu. Akım ın böyle bir ad alm ası üzerine ö rg ü t de, daha sonra Paris'te Namık Kemal, Ziya, A li S uavi’nin katılm asiyle yeniden kurulduğunda, Yeni O sm anlIlar Cem iyeti adını be­ nimsedi. Zaten İttifa k-ı H am iyyet'in kuru cuları, ö fg ütlen irken A vru­ pa'daki «genç» örg ütle ri, özellikle Genç İtalya ö rg ü tle rin i örnek a l­ m ışlardı. Böylece artık «hasta adam» denen Osmanlı Devletini öz­ gürlükçü yollardan kalkındırm ak am acını güdenlere, Fransızca «Jeune T urc- Jön Türk» denildi. B ilindiği üzere, 19. yüzyılda feodaliteye karşı m ücadele eden libera l-kö kte nci hareketler «genç» adiyle anılıyordu. Bunların en ünlüsü 1831'de Mazzini tarafından kurulan ve İta ly a ’nın cum huriyet yönetim i altında birleşm esini am açlayan Genç İtalya ö r­ gütüydü. A vrup a’da, gerek I. M eşrutiyet İçin çalışan Namık Kem allerin k u ­ şağına, gerekse II. M eşrutiyet için çalışanlara Jön Türk denildiği h a l­ de, Türkiye'de Jön Türk deyince daha çok 1889’dan sonraki dönem ­ de, II. M eşrutiyet için çaba gösterenler anlaşılm aktadır. İlk de vrim ci kuşak ise Türkiye'de daha çok Yeni O sm anlIlar diye ta n ın m a kta d ır (bazı yaza rla r bunlara Genç O sm anlIlar da dem ektedirler). Tunaya Yeni O sm anlIlar hareketine A vrup a’da Jön T ürk denilm iş olm asından kalkarak, 1889’dan sonraki akım için «İkinci Jön Türk hareketi» de­ yim ini de ku lla n m ıştır (Tunaya, 102). 15



BİRİNCİ BÖLÜM



1889-1908 DÖNEMİ A. OLAYLAR VE GELİŞMELER



Soru 6 : İttihat ve Terakki hareketi nasıl doğdu? 1877 yılının başında A bd ülham it'ln M itha t Paşayı sürm ekle baş­ lattığı baskı hareketi, Rus ordularının A yastafanos’a değin gelm eleri üzerine M ebusan M eclisinin 1908 yılına dek dağıtılm asıyle devam e tti (1878). Bu baskıcı düzenin önem li nedenlerinden biri, cinnet ge­ tird iğ i için tah ttan in dirilm iş bulunan V. M u ra t’ı yeniden tahta çık a r­ mak için yandaşlarının iki kom plo g irişim i olm uştur, ilk i A li Suavi’nin ö rd e ri olduğu Çırağan Vak'ası, İkincisi de Cleanthi Scalieri-Aziz Bey kom itesinin hazırlıklarıdır. Her ikisinin de İngilizlerin desteğiyle m asonların yaptığı girişim le r olduğu anlaşılm aktaaır. A bd ülham it’in m eşrutiyeti askıya alm a kararı ve bu tü r kom plolar, A bd ülham it’in kuru ntulu tab iatıyle birleşince ortaya kopkoyu b ir polis hüküm eti e k ti. Başta basın, anlatım ve toplantı hakları olm ak üzere, özgür­ lü kle r kaldırıldı ya da geniş ölçüde kısıtlandı, ik tid a rın dizginlerini kendi elinde toplayan A bdülham lt, bizzat kendisine bağlı olan ve |urnal verm eyi teşvik eden bir hafiye sistem i, özel m ahkem eler, keyfî tutuklam a ve sürgünlerle herkesi sindirdi, ülke çapında b ir tedhiş havası estirdi. M itha t Paşaya yapılan m uam eleler bunun b ir sim ge­ si oldu. Bu da, Yeni O sm anlIların başlatm ış o ldu kları h ü rriyetçi m ücadelenin yeniden canlandırılm asına zemin hazırladı, ö te yandan, Osm anlı Devleti Berlin Kongresinde uğradığı to p ra k kayıplarıyla kal­ mamıştı. Bu kayınların yavaş, fa ka t önü alınm az b ir çorap söküğü gibi devem e ttiğ i görülüyordu. 1881’de Fransa T unus'u him ayesine olnvs. ertesi yıl Ingiltere M ısır'ı İşgal etm işti. G eçici gibi görünen bu isaalin sürekli b ir niteliğe dönüştüğü görülüyordu, ö te yandan, Berlin Konaresinde özerk b ir vilâyet haline ge tirile n Doğu Rumeli, 1885’de isvan etti ve B u lga ristan'la fiilen birleşti. Bu o la yla r karşısında Abdü lh am it’i en uygun fırsa tla rd a n bile yararlanm aktan alıkoyan aşırı ihtiyatı, h ü rriyetçi b ir m uhalefetin «devletin kurtarılm ası» gerekçesl-



16



ne de dayanm asını müm kün kılıyor, hattâ belki çoğu m u h a lifle r İçin önde gelen m uhalefet nedeni oluyordu. Böylece, Veni O sm anlIların m uhalefeti yeniden canlanm ış oluyordu. G erçi bu kez m uhalefet bü­ yük ölçüde daha genç ve fa rklı b ir kadroya dayanıyordu ama, Yeni O sm anlIların ve özellikle Namık Kem al'in m uhalefet edebiyatı bun­ ların f.krî gıdalarını oluştura caktı. Sonradan İttih a t ve Terakki (İT) adını alaca k olan örgütün ku­ ruluşu 1889 yılına rastlar. Bu tarihe değin, görülen m uhalefet hare­ ketleri 1) M itha t Paşanın sadaretten .azli ve sürülm esi üzerine 3 harbiyeli ö ğ le n cin in kurdukları fa k a t üzerine pek az şey bildiğim iz gizli örgüt, 2) Çırağan olayı (20 Mayıs 1878), 3) S calieri-A ziz Bey kom itesi (Temmuz 1878‘de yakalandılar), 4) bu son kom iteden A li Ş efkati Be­ yin Napoli ve Cenevre’de 1879 ve 1881 arasında çıkarttığı İstikbal Gazetesidir. B unlar dışında kayda değer önem li b ir girişim e rastlanm am aktadır. 1S89’da Askerî Tıbbiyede kurulan gizli örgütün adı İttihad-ı. O sm anî'dir. K urucuları, bu okuldaki öğrencilerden İshak Sükûtî, M ehm et Reşit, Abdullah Cevdet, İbrahim Temo, Hüseyinzade Ali idiler. Tunaya, bu derneğin Fransız devrim inin 100. yıldönü­ m ünde kurulm uş olm asına, Ram saur ise Batı etkisinin artm ış o l­ masını sim gelem ek bakımından okulun Sirkeci istasyonuna yakın lığı­ na ve bir yıl önce Paris İstanbul arasında doğrudan ilk tren sefe r­ lerinin başlam ış olm asına d ikka ti çekm ektedirler. (Tunaya 1952, 104; Ram saur 1957, 14). Petrosyan, örgütün kurucusu İbrahim Tem o'nun daha önce, m em leketi olan A rn a vu tlu k'a g idip gelirKen uğram ış ol­ duğu İtalya'da ziyaret ettiğ i mason localarının üzerinde yapm ış ol­ duğu etkiyi anm aktadır. Büyük Fransız İh tila lin in Jön T ürkle r g :bi birçok b a k’mdan Batıyı ilham kaynağı olarak alan, Osmanlı Devleti­ nin hiç değilse m addi şartlarını İngiltere, Fransa, Alm anya gibi ileri B atılı devletlere benzetm ek isteyen, üstelik çağın m eşrebine uygun olarak rom antik bir dünya bakışı olan kim selerde nasıl b ir heyecan yarattığı tahm in edile bilir. Bu açıdan, ö b ü r açıkla m alar da önem li o l­ makla birlikte, en yakın açıklam anın Tunaya'nınkî olduğu söyle­ ne bilir.



Soru 7



Hürriyetçilerin 1889'dan 1895'e özetlenebilir?



değin faaliyetleri nasıl



jttih rr!-. Osrnanî. Askerî Tıbbiyedeki kuruluşundan sonra bu ve başka vükeek oku lla rda yayılm ağa devam etti. Abdülharm t düzenin­ de böyle b ir m uhalefet örg ütü ancak gizli o la b ilird i. N itekim dernek. 17



F. 2



İtalyan ih tilâ lc i C arbonari örgütünden esinlenerek, hü creler halinde örgütleniyordu. Buna rağmen, örgütün uzun süre iç eğitim sayıla bile­ cek to p la n tıla r yapm akla yetindiği, eyleme ha ttâ propagandaya geç­ mek konusunda acele etm ediği göze çarpıyor. G erçekten de, İttih a t ve T erakki'n in y u rt dışındaki önde gelen önderlerinden Ahm et Rıza dahi, H üdavendigâr (Bursa) M a a rif M üdürü iken 1889'da Paris ser­ gisini ziyaret etm ek vesilesiyle izin alıp geldiği Fransa'da kaldığı halde, 6 yıi kad ar belli başlı herhangi b ir m uhalefette bulunm am ış, ancak 1895’de Meşveret G azetesini çıkarm ağa başlam ıştır. Dernek kurucularından İbrahim Tem o'nun anılarından 1895 yılına değin d e r­ neğin, yeni üye kazanm ak, gizli to p la n tıla r yapm ak, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Yeni O sm anlIların yapıtlarını, b ir de Londra’dan ge­ len İran özgürlükseverlerinin ve A li Ş e fka ti’nin yayınlarını oku m akla vakit geçirdiğini, bunun dışında b ir eylemi olm adığını görüyoruz. N i­ tekim 1889'da, 1893'de ve 1895'de E rm enilerin Babıâli yürüyüşünden önce tutuklanan İbrahim Temo, her seferinde m utlakiyet yönetim i için hayli h a fif sayılabilecek m uam ele g ö rü r ve kısa zamanda a ffe ­ dilerek salıverilir. Fakat, ne zaman ki Ermeni sorunu bir bunalım haline d ö -ü ştü , o zaman ö zg ürlükçüler eyleme geçm ek, hüküm et de daha köktenci bastırm a tedbirine başvurm ak zorunluğunu duy­ dular. Yüksek okul ö ğ ren cile rini ve yönetenler sınıfını gizli b ir m uhale­ fe t derneğine üye olm aya sevk edecek birçok neden vardı. En baş­ ta, yukarda be lirtild iğ i gibi hüküm etin Osmanlı top ra kla rın ın kayıp gitm esine b ir türlü engel olam aması ve uyguladığı baskıcı düzen ge­ liyordu. Bundan başka, meslekî ya da zümresej hoşnutsuzluk neden­ leri de vardı. Harbiye öğ ren cile rinin ve donanm anın, am cası Abdülaziz'i tahttan indirm edeki etkin rolünden ötü rü ordudan ve donan­ madan cok kuşkulanan Abdülham it, cephanesiz nişan ta lim i ya p tır­ mak, donanm ayı H aliç'ten kıpırdatm ayarak çürütm ek gibi 'te d b irle ­ re' başvuruyordu. Ayrıca, çoğu taşralı ve halk çocuğu olan subay adayları (Tanzim attan itibaren şık ve m akbul meslek, Fransızca b i­ len b ir hariciye ya da dahiliye m em uru olm aktı) İsta nb ullu arka da ş­ larının, hele özel paşazade sınıflarında okuyanların yanında üvey evlât muamelesi gördü klerini ve göreceklerini farked iyo rlard ı. Bu arada şunu da kaydetm ek ge re kir ki, Ahm et Rıza ile İsta n­ bu l’daki İttihad-ı Osm anî m ensupları arasındaki haberleşm eler so­ nucunda, 1889 ilâ 1895 arasındaki bir ta rih te (1895'de olması daha m uhtem eldir) örgütün adı değişti ve «Osmanlı İttih a t ve Terakki Ce­ miyeti» oldu. Aşağıda görüleceği üzere, Ahm et Rıza Paris'e geldiğin­ de, Fransız po zitivistle rln in başı olan Pierre L a fitte 'in derslerine de­



13



vam etm iş ve bu akım a sıkıca bağlanm ıştı. B ilind iğ i gibi, Auguste Comte pozitivizm inin düsturu «İntizam ve Terakki» (Ordre et Progr6s) idi. İhtim al Ahm et Rıza'nın te lkin le ri sonucunda, bu dü sturu kısmen olsun benim sediler. «Terakkisyl alıp « İttih a u la b irle ştird ile r. «İnti­ zamsın ihm ali, herhalde derneğin devrim ci olduğu ya da olması ge ­ rektiğ i düşüncesinden, «ittihatsın te rcih i ise, O sm anlıcılığı belirterek, örgütün adını M üslüm an olm ayanlara çekici kılm ak çabasından ileri gelm iş olm alıdır. B ilindiği gibi O sm anlıcılık ya da Nam ık Kem al’in «Osmanlıs m illiye tçiliğ i, «İttihad-ı Anasırs (unsurların ittihadı) ilk e ­ siyle de anlatılıyordu.



Soru 8



Ermeni sorunundaki belli başlı bunlar İT’yi nasıl etkiledi?



gelişmeler nelerdi ve



B ulga ristan'ın Osm anlı Devletinden kopm asından sonra ülkede öze rklik ya da bağım sızlık yönünde ilerlem e kaydetm em iş tek H ıris­ tiyan unsur kalıyordu: Erm eniler. Fakat Erm enilerın bu yönde ile r­ lemek konusunda iki ta lih sizlikle ri vardı. Biri, en kalab alık oldukları Doğu Anadolu'da bile h iç b ir bölgede çoğunlukta olm am alarıydı. İkin ­ cisi ve daha önem lisi, bu bölgenin ulaştırm a sistem inin gelişm em iş, coğrafyası çetin, denizden erişilm esi pek zor olm asıydı. Daha önem ­ lisi diyorum , çünkü Batırtın gözünde, H ıristiyanların M üslüm anların karşısındaki durum unun söz konusu olduğu yerde dem okrasi önem li değildi. Ne var ki Ermeniler, donanm aların ya da seferi kuvvetlerin kolay kolay erişem eyecekleri yerlerde yaşıyorlardı. Fakat Osmanlı Devletinden kopmayı bütün H ıristiyan ulusları başarm ışlardı. Üste­ lik Osmanlı Devleti onlara fazlasıyle kof, A vrupalIların teşvikleri ise pek İnandırıcı görünüyordu. Yukarıda işaret edilen elverişsiz koşu l­ lara rağmen, bunu yapm ak aslında b ir kum ardı, ama onlar-daha doğrusu o n la r adına kara r alm a yetkisini kendilerinde gören tedhiş örg ü tle ri- bu kum ara girdiler. Oysa Erm eniler, Rum larla birlikte, A nadolunun burjuvazisi d u ru ­ m undaydılar. Z anaatlarda olsun, tica re tte olsun -özellikle Doğu ve Güneydoğuda- önem li b ir yerleri vardı. Tarım la aa uğraşıyorlardı. Askerlik yapm am aları da onlara b ir üstünlük sağlıyordu. Yunan isya­ nından beri Osmanlı bü rokrasisinde de g ittikçe önem kazanan bir m evkileri vardı. Fakat ulusçuluk duygularının onlara aşılanm asıyla b irlikte durum ları onları tatm in etmez oluyordu. Ulusçuluk duygula­ rını aşılam akta en önem li etken Am erikan m isyoner örg ütle rinin, özel­ likle E rm enilerin kalabalık oldukları yerlerde açtıkla rı m isyoner o ku l­ 19



larıydı. Am erikalı m isyonerlerin hedef olara k özellikle Erm enileri seç­ mesi, Ermeni o ku lla rının R um larınkine göre daha az gelişm iş olm a­ sına ve E rm enilerin Protestan olm ağa daha yatkın olm alarına bağ­ la na bilir. M üdahale için vesile olabilecek, tic a re t ya da siyaset işle­ rinde kullanılabilecek, İngilizce bilen b ir Protestan azınlığın varlığı tab iî İn g ilte re ’nin de işine geliyordu. F akct herhalde Erm enilere um ut kapılarının açıldığı izlenim ini veren büyük olay, 93 harbi oldu (1877-8 O sm anlı-Rus savaşı). Ruslar, bu savaşta Osm anlI E rm enilerini kışkırtm ak için çabalarda bu­ lu n d u la r ve Ayastofanos A ntlaşm asına Eım enileraen yana düzelt­ m eler yapılm ası hakkında bir m ağde koyd urd ula r (md. 16). Böylece, bu yönde Rus m üdahale kapısı açılm ış oluyordu. Rusların Ermeniler aracıyle O rta Doğuya, yani Hindistan yoluna sıçram ası ihtim ali karşısında telâşlanan İngiltere de, bu konuda Rusya'dan geri ka l­ mamak istiyordu. A yasta fa no s’u bozmanın ücre ti olarak K ıbrıs’ı elde eden İngiltere, bu arada H ıristiyanlardan yana düzeltm e yap ıl­ ması yüküm lülüğünü de koparıyordu. G erçekten ae, Berlin A ntla ş­ m asında, E rm enilerin bulundukları yerlerde ıslahat yapılm ası, on la ­ rın Çerkeş ve K ürtle re, karşı korunm ası, alınacak ted birlerin «arasıra» Devletlere b ildirilm e si ve bunların bu uygulam alara «nezaret ey­ lemesi» öngörülüyordu (md. 61). Yılların geçm esiyle, Rusların doğrudan yardınrnyle de olsa ku­ rulm uş bulunan Romanya, Bulgaristgn gibi ülkelerin her zaman Rusya’nın uydusu olara k davranm ayacakları, bazan ona kafa tu ta ­ bilecekleri ve bu tü r bağımsız devletlerin aslında Rusya'yı Boğazlara yaklaştırm a ktan çok, b ir engel gibi karşısına d ik ilip onu uzaklaş­ tırd ıkları anlaşılm ağa başlandı. Zaten 1881’de III. A le ksan dr’ ın tahta geçm esiyle b irlik te bu Çar koyu b ir İstibdat ve m illiye tlere karşı da bir Ruslaştırm a siyaseti gütm eğe başladı. Son Rus Çarı II. N ikoia da (1894— 1917) babasının siyasetini sürdürdü. A lm anların da Os­ m anlIlarla dostluk siyaseti gütm ek kararında oldu kları anlaşılınca, E rm enilerin elinden tutabilecek başlıca devlet olara k Ing iltere k a lı­ yordu. Bu sırada, d ikka tin i Uzak Doğu’da yayılm aya verm iş bulunan Rusya’nın ilgisini Yakın Doğu’ya çekm ek İn g ilte re ’nin işine geliyordu, zira bu bölgede Rusya’nın karşısına daha çok engeller ve m ü tte fikle r çıkarabilm ek mümkündü. 1880'de Büyük D evletler Ermeni ıslahatı işini biraz ku rca la dılarsa da fazla üzerinde durm adılar. 1887’de Hinçak, 1890'da Taşnaksutyon Ermeni ih tila l ö rg ü tle ri kuruldu. Hinçak Cenevre'de kurulm uş, fa k a t m erkezini Londra’ya taşım ıştır. Bu örg ütle r, en son B ulga ris­ ta n ’da meydan gelm iş olan olayları tekrarlam a k istiyo rlard ı: Kanlı 20



b ir isyan, sert b ir tepki ve kanlı bir bastırm a, «katliam» var diye A v­ rupa kam uoyunun ayağa kaldırılm ası, büyük devletlerin m üdahalesi, özerklik ya da bağım sızlık. Nitekim 1889'dan itibaren o la yla r başla­ dı: Musa Bey Vakası, Erzurum olayı (1890), Kumkapı gösterisi (1890), M erzifon, Kayseri, Yozgat olayları (1892-3). Ermem olaylarının 1889'da, yani İttihad-ı O sm anînin kurulduğu yıl başlaması, iki hareketin de ilham kaynağının aynı olduğunun kanıtı sayılabilir. F akat asıl tırm anm a yılı 1894 oldu. O yaz, İn g ilte re ’nin Van kon­ solosu Erm enilerin bulunduklcrı bölgeleri gezdi. Ardından B itlis'in Sasun kasabası merkez olm ak üzere, kanlı bir isyan başlatıldı. İs­ yan, yine kanlı bir biçim de bastırıldı. İngiltere şiddetli bazı g iriş im ­ lere hazırlandı. Rusya, Alm anya, Fransa işi yokuşa sürdülerse de yine de İngiltere, Rusya ve Fransa ile b ir ıslahat program ı sundu. Vali atam alarında büyükelçilerin görüşlerinin alınm ası, nahiye m üd ür­ lerinin seçim le gelm esi, H ıristiya nla rın jandarm a ve m em ur o la b il­ meleri gibi şeyler isteniyordu. A bdülham it buna yanaşm ayınca Erm er.ilcr toplanıp Babıâli üzerine yürüyüşe g e çtile r (30 Eylül 1895). Padişah, buna engel olm ak için asker gönderm ediyse de, M üslüm an halk E rm enilerin karşısına çıktı. 3 gün süreyle kamı çatışm ala r oldu. Büyük Devletlerin tepkisi üzerine, A bdülham it, geniş kapsam lı b ir ıslahat program ını ilân etmek zorunda kaldı (8/11/1895). Ama ge r­ çekte bu progrcm tam olarak uygulanm adı. Zaten program tam o la ­ rak uygulansaydı da, önce özerklik, ondan sonra bağım sızlık peşinde olan E rm enilerin bununla tatm in olm ayacaklarını nerkes biliyordu. Ermeni eylem leri 1915'e değin sürüp gitm iştir. Ne v a r ki. Ermeni eylem ini bütün şiddetiyle İs ta n b u l’un içinde gören az çok b ilg ili gözler -ve bu arada tabii İT 'cıler de vardı- O s­ manlI Devletinin beklenen sonunun geldiğine ya aa en azından 93 h a rb ird e kin e benzer büyük bir çözülm e ile karşı karşıya bulundu­ ğuna hükm ettiier. (Mayıs 1895’de A bdülham it, Devletlerin isteği üze­ rine G irit'e H ıristiyan bir vali atam ıştı. Bu da birçoklarına bu adanın da elden çıkm asının b ir hazırlığı gibi görünm üştü.) Hele İT’lile r için. Ermeni kom ite cile rin in eylem ciliği yanında kendi ö rg ütle rinin olağ an­ üstü uyuşukluğu fena halde sırıttı. Devleti kurtarm ak gerekiyordu -bu bunalım A bd ülham it’in bunu yapam ayacağını gösteriyordu- ve biraz b ir şeyler yapm ak zamanıydı. Tem o’nun anılarından' anladığı­ mıza göre, ilk kez iki bildirge hazırlanarak gizlice aağıtıldı, duvarlara yapıştırıldı. Bunda Erm enilerin «küstahane hareketlerine» teessüf e d il­ mekle birlikte, bu davranışların «zulüm, istib da t ve idaresizlikten» ileri geldiği b e lirtiliy o r ve halk, Erm enileri tedibe çalışacağına, devlet 21



kapılarını



(Babıâli, Şeyhülislam lık, Yıldız)



m üstebitlerin



başına yık­



m ağa çağırılıyordu. İsta nb ul'da ki İttih a tçıla rı eyleme iten telaş, Paris'te de sonuç verdi. O güne dek pozitivizm i incelem ekle ve kendince, O sm anlı Dev­ le tind e yapılm ası gereken düzeltm eleri öneren az çok akadem ik m a­ hiyetteki 6 layihayı hazırlayıp A bd ülham it’e sunm akla yetinen Ahm et Rıza, birden gayrete gelerek Halil G anem 'le b irlik le ayda iki kez ç ı­ kacak olan Fransızca M eşveret dergisini çıkarm ağa başladı (1895 sonu). Aynı sıralarda İsta nb ul’daki İT örgütünün önerisi üzerine İT’nin Paris Şube Reisi oldu. Bu sıralarda M ekteb-i M ülkiyede öğretm en olan M urat Bey (M izancı M urat), İbrahim Tem o ve tshak Sükûtî, Tunalı Hilm i, İzm irli Refik Nevzat, Â kil M uhtar, S elânikli Nâzım gibileri -b irin cisi dışında bunların hepsi T ıbbiyeliydi- y u rt dışına kaçıyorlardı. Zira İT’nin artan faliyeti karşısında Yıldız Sarayı da baskıyı a rttırm ış bulunuyordu. İT’li T ıbbiyelilerin birçoğu bildirge dağıtm a işinden ö tü ­ rü hapse dü ştüle r ya da uzak yerlere sürülm eğe başlandılar. Aydın­ la r daha rahat ve e tkili m uhalefet çalışm aları yapabilm ek, baskıdan (uzak yerlere atam a, sürgün) yılgınlık gibi nedenlerle M ısır’a, A vru­ pa'ya kaçıyorlardı. 1896 yılında o la yla r devam eder. V an’da Erm eniler, G irit'te Rumla r (Mayıs) ayaklanır. Daha da m üthiş b ir olay, İstanbul dışından, nasıl geldikleri belli olm ayan Ermeni kom ite cile rin in Osmanlı Ban­ kasını basıp işgal etm eleri o lm uştur (26 Ağustos). Bu da yeniden kan­ lı M üslüm an-Erm eni çatışm alarına yol açtı. Büyük devletlerin m üda­ halesiyle bankadaki ted hişçiler sınır dışına çıkarıldıla r. Tahm in ed i­ leceği üzere, bu o layla r İT’yi yeniden harekete geçirdi. G erçekten de, bu sıralarda AvrupalI d ip lo m a tla r için A bd ülham it’in tah ttan in d iril­ mesi, Osmanlı ülkesinin paylaşılm ası, harcıâlem b ir konu haline gel­ m işti. Bu konuda başlıca girişim İngiltere'den, başlıca m uhalefet de, Uzak Doğuda rahatça 'iş görm ek’ isteyen ve artık Erm enilere fazla b ir yakınlık duymayan Rusya'dan geliyordu. Osm anlı Devletinin ge­ çirm ekte olduğu bu teh like ler karşısında İT yeniden harekete geçti. 1896 ve 1887 yılları içinde iki tane darbe g irişim i düzenlendi, faka t her ikisi de ortaya çıkarıldı. Sonuç olarak g ö rülüyor ki, Ermeni olaylarının yaptığı yan kılar dolayısiyle 18G5 yılı bir dönüm noktası olm uştur. A bdülham it'e karşı m uhalefet sertleşm iş, o da buna istibdad yönetim ini şiddetlendirm ek, ka ra r yetkisini büsbütün Sarayda toplam ak, ju rn a lc ilik ve ha fiyeliği yaymak, H ilafet yetkilerin i daha çok vurg ulayara k öne sürm ek gibi ted birlerle cevap verm iştir. 22



Soru 9 : Bu dönemde İT'nln yapısı üzerine neler biliyoruz? 1906'dan önce özgürlükçü hareketlerin en civcivli dönem i 1895-7 yılla rı olm uştur. B ir önceki sorunun cevabında gördüğüm üz üzere. 1895 öncesinde İT varla yok arasındadır. Böyle olunca, elim izde bu­ lunan, ta rih i belirsiz, ilk ayrıntılı ö rg ü t nizam nam esini 1895-6 yılla rın a yerleştirm ek yanlış olm az sanıyorum . 39 m addelik bu nizam nameye g ö re (Tunaya SP 117— 22) «hükümeti haziranın» aaalet, e şitlik, öz­ gü rlü k gibi insan haklarını ihlal eden ve bütün O sm anlIları ilerlem e­ den alıkoyan ve vatanı yabancı tasa llu tu altın a düşüren yönetim ine karşı İslâm ve H ıristiyan yurttaşla rı uyarm ak için kurulm uştu İT (md. 1 ). Cemiyet, kadın ve erkek «bilcüm le O sm anlIlardan» oluşa­ caktı. M üslüm anların ön de rliğ iyle kurulan ve gerçekte H ıristiyanların iltifa t etm edikleri, daha doğrusu, pek yaklaştırılm a dıkla rı ih tila lci gizil b ir örg üte kadın üyelerin alınacağından söz etm ek -uygulam aya h iç konm am ış olsa da- gerçekten pek cü re tli ve çağdaş b ir tavır olm aktadır. Üstelik, ilk maddede kadınlardan söz edilm esinin ra stla n ­ tı ya da edebiyat olm adığı tanıtlanm ak istenircesine, apayrı bir m ad­ deyle onların üye olabilecekleri ve aynı hak ve görevlere sahip bu lu ­ nacakları özenle b e lirtilm iş tir (md. 37). D ikkat edilecek bir başka husus, A bd ülham it’in kendisinden söz edilm em esi, «nükümeti ha zira­ nın» da ılımlı sayılabilecek b ir biçim de eleştirilm esidir. G öreceğim iz gibi, özellikle Taşkışla divanıharbinden sonra (1897), m uhalefetin üs­ lubu sertleşm iştir. Osmanlı sülalesinin salta na t ve nilafe tte kalacağı maddesinde, m eşrutiyeti, insanlık ve uygarlık haklarını kabul etm e­ yenler, Ş eriat ve Kanuna aykırı davran anlar için «lâzım gelen m ua­ mele» ön gö rülm e kte dir (md. 4). Cem iyetin am acı, a) hüküm et yöne­ tim in i İnsan haklarının koruyucusu ve uygarlıkta İlerlem enin kaynağı olan «usulü meşverete» döndürm ek, b) «muhafazaı hüsnü ahlâka», c) genel eğitim in ilerlem esine, ç) genel olara k insanlık ve uygarlığa hizm et etmek olara k ta rif edilm ekteydi (md. 3). Bu amaca engel ola n ­ lara ya da Cemiyeti «her gûna» tehlikeye uğratanlara, vatan düşmanı gözüyle bakılacaktı. (Ayrıca «nakden, kalem en, bedenen» Cemiyete hizm et etm esi gereken üyeler bunlardan b irini olsun yapm ayıp Cem i­ yeti a ld a tırla r ya da Cemiyeti do landırırlarsa, kendilerine «vatan ha i­ ni muamelesi» yap ılaca ktır: md. 32). Bu birdenbire sertleşen İfade, 1908’de gelişecek olan «Cemiyet-i Mukaddese» tavrının b ir İşareti sayıla bilir. İlginç bir başka yön, Cem iyetin, m eşrutiyetin iadesinden sonra da devam ının ve am açları yönünde hüküm ete «muavenet ve müzaheret» etm esinin kutsal bir görev olarak öngörülm üş olm asıdır (md. 5). Bu da, 1908’de göreceğim iz, iktid ara gelmeden, iktid arı de­ 23



net altına alm ak m odelini ha tırla tm aktadır. Cem iyetin merkezi İstanbul'dadır. Ö rgütün beyni, b ir reis ve 4 üyeden oluşan İstanbul M eclisi İdaresidir. TaşradaKi örg üt şubeleri­ nin başında b ir reis ve iki üyeden oluşan şube M eclisi idareleri va r­ dır. Şube üyeleri dahil, Cem iyetin büyün üyeleri İstanbul M eclisi İda­ resini oluşturan 5 kişiden her birinin başkanlığı altında bulunan beş kola ayrılm ışla rdır. Her üye ancak 3 kişi tanır: kendisini Cemiyete alan üstü (mafevki) ve diğer bir üstü, bir de kendisinin Cemiyete a la ­ bileceği kim seyi, ki a stıd ır (madunu). Her üyenin Dir kol num arası, b ir de sıra num arası vardır. Üyeler, yukarıya doğru yani küçük nu­ m aralardan kolbaşlarına doğru haberleri iletirle r, em irler ise aşağıya doğu kolboşlarından küçük num aralı üyelere doğru u la ştırılır (md. 6— 10). Ramsaur, örg ütün İtalyan Carbonari örgütünün m odelinden yararlandığını, 1889'da Cemiyet kurulm azdan önce b ir yaz, m em le­ ketine giderken B rindisi ve N a po li’ye uğrayan İbrahim Tem o'nun, b ir arkadaşıyle b ir Mason locasını ziyaret ettiğ in i ve oradan C a rbo nari’nin m ahiyeti ve İtalyan tarih in deki yeri konusunda b ilg ile r aldığını a n la tıyo r (15— 6). Ramsaur, hücreye yani kollara göre num aralam a usulünden de söz ediyor. Ö rneğin, Temo 1/1 num arasını taşıyorm uş: 1. kolda 1 sayılı üye (Temo 20). Hücre usulünün 1895 öncesinde va ro l­ muş olması, incelem ekte olduğum uz nizam nam enin 1895— 6 yılla rın a a lt olm asına engel değildir. İT’nin 1895 öncesi uyuşukluğu, bu dö ­ nemde bu denli ayrıntılı bir nizam nam enin varlığını şüpheli kılm ak­ tadır. Nizam nam ede sözü edilen reisin Hacı Ahm et Bey olduğunu bundan sonraki bölüm de göreceğiz. Cem iyetin ciddî b ir ö rg ü t olduğunun bir işareti de, b ir şifresinin ve hattâ her şubede ayrı bir anahtarının bulunm asıydı (md. 38). Ce­ m iyetin esas defteri, güvenlik nedenleriyle yu rt dışındaki şubelerden birinde bulunacaktı (md. 15). Gizli b ir ih tila l örg ütü olm asına rağmen, İT’nin henüz ‘sertleşm em iş’ olduğunu 30. maddeden anlıyoruz. Buna göre, bir üye, M eclisi İdarenin verdiği görevleri yapm ağa yüküm lü olm akla birlikte, m âkul sebepler ileri sürerek bundan kaçınırsa, M ec­ lisi İdare onu görevden affedebilir. Etmezse, (ve hernalde görevi yap­ m am akta diretirse) üye görevini yapm am ış sayılacağından buna «ahidşikenlik» (sözünden dönme) gözüyle bakılacak ve Cemiyete ver­ diği para geri verilm eyecektir. Soru 10



1896 darbe girişimi, bir de Abdülhamlt’ln 1897 Harbiye harekâtı nasıl olmuştur?



1896 yılına değin İT’nin başlıca faa liye t m erkezinin A skerî Tıbbiye 24



olduğunu gördük. Fakat gerek daha önce yapılm ış olan çalışm alar, gerekse Ermeni olaylarının alevlenm esi dolayısıyle, İT ö rg ü tü , başka çevrelerde -örneğin m em urlar, subaylar, ulema. H arbiye M ektebindegeniş ölçüde yayılm ış bulunuyordu. İT fa a liye tin in devamı için bu önem liydi, zira Tıbbiyelilerin hapsi, sürgünü, kaçm ası sonucunda Tıbbiyenin özgüriükçü b ir m erkez olarak zayıflam ış olduğu tahm in ed i­ lebilir. 1396'da İT’nin başında Harbiye Nezareti Levazım Dairesi m uha­ sebe m üdürlerinden Hacı Ahm et Bey (Efendi?) bulunuyordu. Bu sıra ­ da örgütte M erkez Kumandanı (1. Fırka K.?) Kâzım Paşa, Kürt Ş e rif­ lerinden Seyyit Abdülkadir, Numune-i T erakki Ders Nazırı Hüseyin Avni, Divan-ı M uhasebat Reisi Zühtü B., Şûra-yı Devlet M üddeium u­ misi Kemal B., Serasker Rıza Paşanın yaveri Şefik ve Saray Muhafızı Hurşit Bey, Bedcvî Tekkesi Şeyhi N aili Efendi vardı. Darbe Ağus­ tos ayında yapılacak, k ilit adam durum unda bulunan Kâzım Paşa, Babıâliyi bir hüküm et toplantısı sırasında işgal edecek ve veliahd ReşGt Efendi kaçırılacaktı. Şeyhülislam dan A bd ülham it’in padişahlık yapam ayacağına d a ir fetva alındıktan sonra, tahta V .M urat getirilecek, onun sağlık durum unun elverm ediği anlaşılırsa, Reşat Efendi Padi­ şah olacaktı. B ir başka kaynağa göre, A bd ülham it’e karşı b ir su ika st de tasarlanm ış bulunuyordu. Ne va r ki, harekete geçilmezden bir gün önce Numune-i Terakki M üdürü N adir Bey, T okatlıya n’da otururken,, içkinin etkisiyle boş bulunup ya da bile bile, olaca kları Zülüflü İsm ail Paşaya anlattı, o da Saraya yetiştird i. Sonuç olara k örgütün bütün ileri gelenleri Trablus, Bingazi, Fizan, Akkâ gibi ülkenin uzak köşe­ lerine sürgün edildiler. Bunların arasından yu rt aışına kaçabilenler oim uştur. Ö zellikle bugünün bazı m üstebit doğulu hüküm darlarıyle ka rş ıla ş tıra n c a , A bd ülham it'in kendisini devirm ek isteyenlere karşı hayli yum uşak davrandığı görülür. Hele Kâzım Paşanın İşkod ra’ya m utasa rrıf atanm ası hayli ilginçtir. Bu 'yum uşa klığı’ nasıl açıklayacağız? M itha t ile M ahm ut Celâlettin Paşaları T a if'te boğdurm ası, A bdülham it'in, kesin gerek g ö r­ düğünde bu tü r yollara başvurm aktan çekinm ediğim gösterm ektedir. A bd ülham it'in yum uşaklığı, önce, Ermeni olaylarınaan ötürü sa rsıl­ mış oian uluslararası nüfuzunun, se rtlik siyaseti güderse daha da sarsılabileceği korkusundan ileri gelm iş olab ilir. İkinci bir ihtim al de, m utlakiyeti bütün saltanatı boyunca sürdürebileceğinden o sıra­ da kuşkulu olm ası ve bunun için de, m eşrutiyetin geri gelmesi ih ti­ m alini kabul ederek, böyle bir geçişi ülke ve kendisi için yum uşak b ir biçim de yapm ak üzere bu yolu tutm uş olm asıdır. S altanatı boyun­ ca Devlet S alnam elerinde Kanun-u Esasi’yl yayım latm ış olm ası, bu ih tim ali güçlendiriyor. 25



1897'de özg ürlükçülerin yeni b ir fa a liye t m erkezi olara k H arbiye ‘M ektebi belirdi. H arbiye M ektebi Fransızca öğretm eni iken Rodos'a sürülen, fa k a t oradan A vrupa'ya kaçm ayı başaran C ürüksulu Ahm et ;Beyin gizli m ektuplaşm alarda yaptığı te lk in le r sonucunda. M ah ir Sait, G iritli Abdülhalim g ib i ö ğ re n cile r Hüseyin Avni Paşa kom itesini k u r­ dular. A yrıca b ir de Süleyman Paşa kom itesi bulunauğu ortaya çıktı. Bunlar, A skerî M ektep le r Nazırı Zeki Paşayı öldürmeKle işe başlam ayı kara rlaştırm ışke n ele verildile r. Ö sırada eylem e başlam ak konusun­ da büyük b ir hazırlıkları olduğu tahm in edilemez, çünkü 1897, Osm anlı-Yünan Savaşının yılıdır. B ir kaynağa göre, içlerindeki hain, A v­ rupa ile haberleşm eyi yöneten G iritli Halim 'di. Başka b ir kaynağa göre, bu, yabancı postahanelere m ektup götüren ve gelen m ektup­ ları oradan alan Petro adında b ir kom isyoncu tüccardı. Sanıklar, Taşkışla’da kurulan harp divanında yargılandılar, birçoğu idam hükmü giydiyse de 31 A ğu stos’ta bu cezalar hapse çevrildi. 78 tanesi Şeref vapuruyle Trablusgarbe gönderilip askerî hapishanede hapsedildiler. Alınan te d b irle r arasında, H arbiye'deki iki sınıfın tardı, A skerî Tıbbiyenin G ülnane’den Haydarpaşa'ya taşınm ası da vardı.



S oru 11



Ahm et Rıza Bey kim d ir?



Ahm et Rıza, Eylül 1857’de İsta nb ul’da V aniköy'de doğdu. Babası İn g iliz A li Beydi. «İngiliz» denm esinin nedeni, Kırım Savaşında icadiye Kasrına yerleşen İngiliz askeriyle görüşm esıydi. Zira A li B.. H ariciye m em uru olduğu için yabancı dil b ilird i. Dana sonra, Şûrâ-yı D evlet ve M eclis-i Âyan üyeliklerinde bulunm uştu. İleri fik irliliğ i d ik ­ kati çektiğinden, 1879’da Konya’ya sürüldü. A. Rıza’nın annesi İs­ lâm lığı kabul etm iş olan ve bir yazara göre «ceddi Türk» olan A vus­ turyalI bir hanımdı. A. Rıza S ulta nî’den sonra H ariciye Tercüm e O da­ sında kısa bir sü^e kâtiplik- yaptı. Sonra, belki de Dabasını ziyarete g ittiğ in de gördüğü Anadolu m anzaralarının da etkisiyle, Fransa'da G rignon'da tarım tah silin e gitti. Babasının ölüm haberi üzerine y u r­ da döndü. Sermaye bulam adığı için ve kırsal yerlerde güvenlik o l­ madığı düşüncesiyle tarım yapm aktan vazgeçti. Bursa M ülkî İdadisin­ de m uallim ve m üdür oldu. M aa rif Nazırı M ünif Paşanın d ikka tin i çek­ tiğinden bir yıl sonra Bursa M aarif M üdürü oldu. A. Rıza’nın 1889’da Paris'e g ittiğ in i, ve orada kalara k pozitivizm i incelediğini ve Padişaha bazı ıslahat la yihaları sunduğunu, 1895'de Ermeni olaylarının alevlenm esi üzerine artan özgürlükçü faa liye tle b irlikte M eşveret’i çıkarm ağa başladığını gördük. A. Rıza, aynı za­ 26



manda İttihat ve Terakkinin Paris şubesinin başkanı oldu. Meşveret’! Albert Fua (Selânikli Yahudi), Aristidi Paşa (Rum). Halil Ganem (Lübnanlı Marunî) ile kurmuş olması hayli Osmanlıcı bir yaklaşımı olduğunu gösterir. Nitekim Aristidi, OsmanlI Yunan savaşı sırasın­ da İT'lilerce Yunan yandaşlığı diye yorumlanan ve onları çok kız­ dıran bir tavırla yazı yazabilmişti. Daha önce, A. Rıza'nın p o zitivist olduğunu, o sırada pozitivizm in başı olan L a fitte 'in derslerine devam e ttiğ in i gördük. Pozitivizm in ku­ rucusu Auguste Comte (1798— 1857) idi. Fransız İhtila lin de büyük b ir gelişm e gösteren a kılcılık akım ına karşı ih tila lin ve savaşların büyük ça lka n tıla rı içinde m istik, dinci, duygucu, ge rici te p kile r doğm akta gecikm edi. İşte pozitivizm , m etafiziği reddederek yeniden bilim in, g e rçekçiliğ in üstünlüğünü ilân ed iyo r ve hattâ bilim in toplum -to p ­ lum bilim (Comte «sosyoloji» terim ini bulan kim sedir)- ve birey -ruhb iiim - olaylarını da açıklayacağını ileri sürüyordu. Fakat toplum o la y­ larını açıklarken, pozitivizm tutucu b ir renk alıyor, bulduğu toplum yasalarına göre toplum sal ilerlem enin düzen içinde olabileceğini, a r­ tık ilerlem ek için ih tilâle gerek olm adığını söylüyordu (bu görüş, «İntizam ve Terakki» düsturu ile ifade ediliyordu). Her halde C om te'un yeni bir ih tilâ lin bir işçi ih tilâ li olacağı sezgisinin ve kuruludüzeni desteklem e çabasının bu konuda etkisi olm uş olm alıdır. A. Rıza için pozitivizm çekiciydi, çünkü b ir kez doğrudan Hıristiy a n lik ia ilgisi olm ayan bir akım dı. Sonra OsmanlI Devleti nesnel ve ussal bazı esaslara göre değil, resmen ve fiilen Dir padişahın lutfûyle, keyfiyle yönetiliyordu. A kılcı ve bilim ci b ir düşünce akımı bu yüzden de A. Rıza'ya çok ferahlatıcı gelm iş olm alıaır. Üçüncü olarak, 93 harbini ve Rus ordusunun Yeşilköy'e gelişini yaşayanlar için, O s­ manlI Devletinin büyük bir sarsıntı daha geçirdiği takd irde dağılıp gitm e si korkusu vardı. Dağılmayı önleyecek tek güç olara k yine de padişahlık vardı. Önün için de pozitivizm in ih tilâ lc iliğ i reddetm esi, A. Rıza'ya uygun gelm iş olm alıdır. Ş erif M ard in'in saptadığı b ir baş­ ka nokta da şudur: pozitivizm in siyasal tercih i yetkeci (otoriter) bir düzen yönündeydi. Ayrıca, 19. yüzyılın son çeyreğinde Alm an «Realpolitik» anlayışının etkisiyle, A vrupa’da, M ard in'in «to ta liter öncesi» diye ta rif ettiğ i akım la r hayli rağbetteydi. Y önetenler-yönetiienler ayı­ rım ının geleneksel olara k canalıcı b ir öneme sahip olduğu, eğitim in de yaygın olm aktan pek uzak bulunduğu b ir Osmanıı geleneği içinden çıkan A. Rıza için de seçkinci-yetkeci b ir tercih in bulunm ası o la ­ ğandı. Burada b ir hususu belirtm ekte ya ra r vardır. A. Rıza gibi bir kim senin içten ve b ilg ili b ir biçim de b e lirli b ir görüşe bağlanm ası. 27



İT'yi inceleyenler için çok önem li olm akla birlikte, Avrupa düşünce akım larının e tkisini abartm aktan sakınm ak gerekir, zira Osmanlı öz­ g ü rlü kçüle rinin bakış açısını belirleyen asıl olay, Satı em peryaliz­ m inin baskısı karşısında Osmanlı Devletinin varolup olm am ası s o ru ­ nuydu -yani, Tunaya'nın dediği gibi, «Bu devlet nasıl kurtarıla bilir? » sorusu. Doğu Rumeli, M ısır, G irit, Ermeni, Makedonya, Tunus olayları A bd ülham it'in bu işin üstesinden gelem eyeceğini gösteriyordu. Daha çağdaş bir yönetim kurm ak, A bdülham it m utlakiyeıine son verm ek, yönetim e çağdaş okul m ezunlarının ağırlığını koydurm ak, M üslü­ man olm ayanlara (ve bu arada M üslüm anlara) siyasal ha kla r ver­ mek, hem uluslararası düzeyde Devletin devamını sağlam ak, hem de ülkeyi kalkındırm ak için çare gibi görünüyordu. Bütün özg ürlükçüler böyle bir program ın altına im zalarını ata rlard ı hernalde. Bunun ö te ­ sinde, görüşlerinde, kim i pozitivizm e, kim i islâm cılığa, kim i T ü rkçü ­ lüğe, kim i adem im erkeziyetçiliğe, kimi O sm anlıcılığa, kim i B atıcılığa ağ ırlık verebilirdi. Ama hep aynı soruna çözüm aranıyor, aynı p ro g­ ram destekleniyordu. Bu açıklam alardan sonra, Fransızca M eşveret’in ilk sayısında (3 A ralık 1895) A. Rıza’nın İT'nin program ı diye ortaya koyduğu bazı esaslara bakalım (R c m s a u r'2 4 — 5). 1) Önce, bazı yüksek kişilerin işb irliğ in in sağlandığı be lirtilere k, Batı kam uoyuna güven verilm ekte ve bu g ib ile r Batı ile Doğunun ortak çıkarını gözönünde bulunduran, bağnazlıktan uzak A vrup alIlar olara k ta rif edilm ektedir. 2) Düzenin korunm ası açısından hanedanın yıkılm ası değil, ilerlem e anlayışının yayılm ası istenm ekte, «Düzen ve İlerleme» düsturuna bağlı b u lu n u l­ duğu ve şiddet yöluyle elde edilecek ödünlerden nefret edildiği söy­ lenm ektedir. 3) Şu ya da bu vilâyet için ya da be lirli b ir m illet için değil, bütün ülke ve bütün O sm anlIlar için ıslanat gereklidir. 4) İlerlem e g e re klid ir cm a Osmanlı varlık şartla rı ve aoğu uygarlığının özgünlüğü korunm alı ve Batıdan ancak bilim sel evrim inin genel so­ nuçları, özüm lenebilecek ve bir halkı özgürlük yolunda ilerletecek şeyler benim senm elidir. 5) Osmanlı yetkesinin yerine yabancı dev­ letlerin doğrudan m üdahalesine karşıyız. Bu, bağnazlıktan ileri ge l­ memekte -zira dinsel sorun kişiyi ilg ile n d irir- fa ka t meşru b ir y u rt­ taşlık ve ulus hcysiyetinin sonucudur. Bu beş maddede özetlenebilecek esasların ne ölçüde İT’nin gö rüşlerin i yansıttığı ta rtış ıla b ilir -herhal­ de önem li ölçüde A. Rıza’nın kişisel gö rüşlerin i yansıtıyordu. D ikkat edilirse, pozitivizm ve, tâ b ir caizse, Pierre L o tic ilik ağ ır basm akta, Kanun-u Escsî ve m eşrutiyet ise hiç söz konusu olm am aktadır. İT yu rt içinde bu sıra la r hüküm et darbeleri hazırladığına göre, şiddete karşı tepkinin de örg ütçe paylaşılm adığı anlaşılır. 23



Yine 1895 yılının sonunda çıkan T ürkçe M eşvereı de O sm anlIların birleşm esi gereğini be lirttikte n sonra, cehalet oldukça Kanun-u Esa­ sinin arzulananı sağlayam ayacağını, «ulûm ve m aarifi» yaym ak, «Ekmeğini alnının teriyle kazanan, m enfaatini kim senin zararında a ra ­ mayan adcımı» yetiştirm ek ge rektiğ ini söylüyordu. Bu gibi adam lar olm ayınca halk, Kanun-u Esasiden yararlanam ayacağı gibi, onu e lin ­ den de kaçırırdı (M ardin 135— 7). B ir bucuk yıl sonra, Fransızca M eşveret'in 15 Ağustos 1897 gün­ lü ve 41 sayılı nüshasında, aynı gazetenin 3 A ra lık 1895’de söyled ik­ lerinden farklı olarak, en başta, Tanzim attan beri yürürlüğe konmuş, fa k a t artık hüküm lerinin çoğu uygulanm ayan mevzuata ve, tabii, Kanun-u Esasiye gereken önem veriliyo rdu (B ayur I, 1, 258— 60). İh ti­ mal, İT m ensupları, eğitim kalkınm asına -Kanun-u Esasî ve m eşru­ tiyeti ikinci plana itercesine- öncelik veren ve halkı m eşrutiyete is ti­ datsız bulan A. Rıza’ya karşı tepki gösterm işler, o da bu-yüzden hayli değişik b ir program sunm ak zorunluğunu duym uştu.



Soru 12



Mizancı Murat kimdir, neler yapmıştır?



M urat Bey D ağıstanlıdır, orada 1853’de doğm uştur. Ö ğrenim ini S iva sta po l’da bir Rus lisesinde yapm ıştır. 1873'de İstanbul'a geldi. Şirvanizade Rüştü Paşanın him ayesine girerek m em ur oldu. 1878’de M ülkiye'de öğretm en oldu. Verdiği ta rih dersi öğ ren cile r üzerinde, T arih -i Umumî kitabı ise genel olarak çok e tkili olau. T arihi, özgür­ lüğün sürekli gelişim i açısından ele alıyordu. 1886'aa ha fta lık Mfzan gazetesini çıkarm ağa başladı (Mizancı lakabı buradan gelm ektedir). Mizan e le ştirile riyle çok çabuk tanındı, e tk ili oldu. M u ra t’ın e le ş tiri­ leri şöyle müm kün oluyordu: Padişaha övgüler yağ dırıyor ve e le ştirile ­ rini yalnızca hüküm etlere yöneltiyordu. Fakat Mizan yine de 1890'da kapatıldı. Sonra, M izancının Düyun-u Um umiyeye Kom iser atandığını görüyoruz. Kendisinin devlet adam ı olm ak hayalleri beslediği, bunun için Sait Paşa gibi devlet adam larıyle tem aslar yaptığı, İT’lilerle de tem asları olduğu, fa ka t onların işlerine bulaşm am ağa itina gö s­ te rd iğ i anlaşılıyor. B ir yandan da Padişaha erişmeğe, onu etkilem eğe çalışıyordu. Fakat belki de İT 'lilerle olan tem asları yüzünden, A bdülha m it’ten um duğu yüzü bulam adı. Oysa rızasını alarak ona m em ­ leketin durum u hakkında bir layiha sunm uştu. Yıl 1895 idi ve Ermen ile r ayağa kalkm ış bulunuyorlardı. Aydınlara, b ir şeyler yapm ak zo ­ runluğunu duyuran o telâş içinde, o da Kasımda Rusya'ya kaçtı. 29



M izancı, belki biraz Rusya’da lise öğrenim i yapm ış olmasından» biraz da M ülkiye’de ve aydın kam uoyunda yaptığı isim den do la yı, hayli gururluydu. Avrupa devlet adam larıyle görüşm elerde bu lu na­ rak OsmanlI Devletini zo r durum lardan kurtard ığını ileri sü rü yo r anılarında. Bunların önem li ölçüde hayali id d ia la r olduğu söylene­ bilir. P aris’e geldiğinde, kendisine verdiği havalardan ötürü A. Rıza ile yıldızları barışm am ıştı. Üstelik, İT'ye bağlanm ak konusunda da hevesli değildi. Ancak 3 ay içinde Padişahı ıslahat yapm ağa ikna edemezse İT’ye girecekti. Zaten bu ıslahat konusundaki düşün­ celeri de hayli sudandı. Kanun-u Esaside öngörülen iki M eclis ye rin e küçük b ir istişa rî m eclis istiyordu. İslam iyete, Hilafete, P adişahlığa büyük önem verirken, öte yandan çok kozm opolit b ir havayla, O s­ manlI Devletinde yapılacak ıslahatı, Tanzim at Paşaları gibi A vrup a'­ nın m üdahale ve tem inatına bağlam ayı düşünüyorau. Bu da tab iî idi, çünkü dem okratik unsurlara dayanm ayınca, ıslahatı yapabilm ek İçin başka -dışardan- b ir dayanak noktası gerekiyordu. M urat, M izan’ı M ısır'da çıkarm ak konusunda İng iliz Başbakanr Lord S alisb ury’nin m uvafakatim aldıktan sonra (bu, kendi iddiası!) K ahire’ye hareket etti. Orada kurulm uş bulunan İT şubesi ye rin e Osmanlı ve İngiliz m em urlarıyle tem aslarda bulundu, M lzan’ı ç ık a rt­ tı. 1P9S yazında İngiliz yönetim i, B abıâlinin baskısını öne sürerek M u ra t’ı M ısır’dan çıkarttı. İstanbul m erkezinin çalışam az bir hale getirilm e si sonucunda b ir çeşit m erkez durum una gelen Paris'e dönen M urat, o güz A. Rıza'nın yerine İT Paris şubesinin başkanlığına g e tirild i. M u ra t’ın düşün­ celerinin İT’nin çizgisine ne denli aykırı olduğunu gördük. Bununla birlikte, onun, esas düşüncelerinden vazgeçerek İT’nin başındaki su­ bay ve askerî tıb biyelilerin yönergelerine uygun davranıp yazı yaza­ cağı anlaşılıyordu. A. Rıza’ya karşı başlıca İtiraz, kendisinin İslâm î duyguları gözetm emesi -bununla b irlik te islâm iyeti toplum sal b ir bağ olarak da yararlı görüyordu- ve bunu duyurm aktan çekinm em esiydl. Öte yandan, A. Rıza’nın, ilkele ri konusunda katı davranan, eğ ilip bü­ külmeyen, çetin b ir kişiliğ i vardı. Bu nedenlerle A. Rıza b ir süre İT’den dahi kovuldu. Fakat M urat'ın başkan yapılm asının ne denli yanlış olduöu kısa sürede anlaşılacaktı. Yeni durum un b ir belirt'Sİ de, İT faa liye t m erkezinin Nisan 1897’de Cenevre'ye taşınm ası, M lzan’ın da orada c km n sıyd ı. İT’nin yeni çizgisinin b ir özelliği de, şiddet yöntem lerini benim ­ semesi ve A bd ülhom it’e karşı suikast tasa rıla rı yapm asıydı. Bu ka ­ rarda Frmeni eylem leriyle yoğunlaşan şiddet ortam ının ve ö zg ürlük­ çülere karşı sertleşen tutum un payını aram ak yerinde olur. Fakat 30



1897’de Cenevre’deki Osmanlı İh tila l Fırkası ve K ahlre'dekl lT ’lilerceyapılan iki suikast hazırlığı sonuçlanam adı. Bu sırada A. Rıza şid de t yöntem lerine karşı itirazını sürdürdüğü gibi, bazı İT’llle r de s u ik a s tta bom ba kullanılm asını doğru bulm uyorlardı. Zaten 1897 yılında Jön Türkle rle A bdülham it arasında yapılan b ir ’m ütareke’ bütün bu fa a ­ liyetlere ara verdi.



Soru 13



Jön Türklerle Abdülhamit arasında yapılan mütareke nedir, nasıl sonuçlar doğurmuştur?



Abdülham it, ülke dışındaki özg ürlükçülerin çalışm alarını önle­ mek için çeşitli y o lla r deniyordu. Bunlardan biri, bunların barındık­ ları m em leketin hüküm etine baskı yapm aktı. Ö rneğin, A. Rıza M eş­ v e re ti bu yüzden İsviçre'ye ve burada h u ru fa t Osmanlı hüküm etince satın alındığı için de B elçika'ya taşım ak zorunda kalm ıştı. 1897'de de M eşveret aleyhinde dâvâ açıldı. Bütün bunlara rağmen Fransız liberal kam uoyunun desteği sayesinde yine de İT’lile r Batı Avrupa'da barınm akta zorluk çekm ediler. Bu yüzden, Abdülham it 1897’de öz­ gü rlü kçüle rle anlaşm ak üzere harekete geçti. Tüfenkçilerinden, çok güvendiği Ferik Ahm et C elalettin Paşayı -bu zat, aldığı görevler dolayısıyle «serhafiye» (baş hafiye) diye de b ilin ird i- A vrup a’da özgür­ lükçülerle görüşm elerde bulunm aya ye tkili kıldı. Böyle b ir anlaşm a için ortam son derecede elverişliydi. Zira A b­ dülham it yönetim i o yıl Y unanistan’a savaş ilan etm iş ve bu savaşı kazanmış bulunuyordu. Bu olay şöyle ge lişti: Berlin Kongresinde Bü­ yük D evletler parsa toplarken, Yunanistan da ihm al edilm em iş, Tesalya ve E pir’de sınırın Y unanistan lehinde de ğiştirilm e si ka ra rla ş­ tırılm ıştı. Nitekim , 1881'de yapılan b ir antlaşm ayla Yunanistan Tesalya'yı aldı, Epir Osmanlı Devletinde kaldı. Fakat M egalo İdeacı Yu­ nanistan bununla yetinecek değildi. 1886'da Yunan kuvvetlerinin sınırı geçm e g irişim i püskürtüldü. 1896'da G irit İsyanının başlam ası üze­ rine Y un an lılar harekete geçtiler. Şubat 1897'de G irlt'e çıkartm a ya p ­ tılar. Büyük Devletler bunu tasvip etm eyerek o n la r da G irlt’e çıkartm a' yaptılar. Yunan m ilisle ri b ir yandan da Tesalya sınırında ve M ake­ donya’da faaliyete geçtiler. Büyük Devletlerin tutum undan yüreklenen ve b ir kez daha hareketsiz kalm asının nüfuzunu çok sarsacağını düşü­ nen A bdülham it -b ir yıl önce İT’nin darbe girişim inin başarıya ulaşm a­ sına ram ak kalm ıştı- 18 Nisan 1897’de 56 saat müzakereden sonra Y un an istan’a savaş ilân etti. Yapılan üç m uharebe sonucunda Tesal­ ya işgal edildi. Rus Çarının araya girm esiyle 20 M ayısta m ü ta re ke 31



yapıldı. G erçi sonra, İstanbul'da toplanan uluslararası konferans 13 Eylülde lü rk le rin işgal e ttikle ri bütün yerleri boşultm alarına kara r verdi. (Antlaşm a 4 A ralıkta yapı'dı, Tesalya Haziran 1898’de tahliye edildi.) ü s te lik 4 büyük Devletle (Almanya, A vusturya dışındakiler) yapılan 18 A ra lık 1897 günlü b ir antiaşm a, G irit’i tarafsız ve özerk kılıyo r ve va liiiği 5 yıl süreyle Büyük Devletlerin onadıkları H ıris­ tiyan valiye, yasama gücünü de yerel bir m eclise veriyordu. Böylece uğrunda savaşılan ve zafer kazanılan G irit elden çıkm ış oldu, fa ka t bir süre bu iş halktan gizli kaldı. 20 Ekim 1898'de, M üslüm anların İgilizleri hedef alan bazı taşkınlıkları üzerine Osmanlı askeri ve yönetim i adadan çıkarılıp, 30/11/1898’de Yunan Kralının oğlu Y orgi'nin G irit valisi atandığının Babıâliye bildirilm e siyle durum ayan beyan ortaya çıktı. Fakat ne olursa olsun, uzun sürm ese de, A ûd ülham it'in şanı, nicedir bir Osm anlı zaferi görm em iş bulunan halKin gözünde çok yükseldi. (Osmanlı Devletinin 4 m ilyon altın savaş tazm inatı ve Yu­ nan uyruklarının bazı kap ltüler a yrıcalıklarını yitirm e leri gibi bazı ufak kazançları olm adı değil.) A bdülham it kazandığı bu nüfuzdan yara rlan ara k iki şey yaptı. B iri, yukarıda gördüğüm üz gibi, Harbiye M ektebindeki örgütlenm e ortaya çıktığında, sorum lularına, o güne dek pek görülm em iş ağır cezalar verdirm ek, İkincisi de ülke dışındaki İT 'liie ri mücadeleden vazgeçirm ek oldu. Serhafiye Ahm et C elalettin Paşa Haziran o rta sın ­ da P aris’e geldi. Jön T ürklerin Paşa karşısında g ö sterdikleri gev­ şeklik ve dağınıklık ancak şunun kanıtı ola b ilir: Ö zgürlükçüler için başlıca tasa, «Bu devlet nasıl kurtarıla bilir? » sorunuydu. A bdülham it yönetim inin Yunan zaferi, geri gelen b ir canlılığın Delirtisi olduğuna göre, özgürlük dâvâsı ikinci plana geçiyordu. N itekim Temmüzda, af hakkında b ir duyuru olm adan İzm irli Hocazade Ubeydullah Ef. yurda dönmeğe razı olm uştu. 22 Temmuzda Paris Osmanıı B ü y ü k e lç ilin in resmî tebliği çıktı. Buna göre, A vrupa'da m uzır yayınlarda bulunan­ la r Padişahça a ffed iliyorla rdı. Dönecek olurla rsa, kendilerine parasız pasaport, yolluk ve liyakatle rin e göre m em uriyet verilecekti. A vru­ pa’da öğ ren 'm lerln i sürdürm ek isteyenlere maaş bağlanacaktı. B il­ dirinin çıkm asından on gün sonra, zararlı yayınları sürd üre nle r O s­ m anlI uyrukluğundan çıkarılaca k ve yu rtla rın a dönm elerine izin v e ril­ meyecekti. B ildiri derhal sonuç verm eğe başladı. Ahm et Paşa, özelkâtibinl Cenevre'ce gönderdi. Bunun üzerine M ura t'a yetki verilerek Paşanın yanına gönderildi. Paris Jön le ri de Fuat Paşa torun u Hikm et Beyi görevlendirdiler. Güya A bd ülham it’ln şartla rın ı kabul etm enin karşı­ lığında bazı tâvizler elde edilmeğe- çalışıla caktı. Fakat Paşa, böyle 32



b ir pazarlığın Padişahın «azarhet-l şahanesine» dokunacağını söy­ lüyordu. «Kendi haline bırakılırsa» isted ikle ri ıslahatın hepsini «ted­ ricen» yapacaktı. Sonunda Paşa ancak m em leketteki siyasal hüküm ­ lü ve tu tu klu la rin affı şartını kabul etti. Ama önce M ura t Bey İstan­ b u l’a dönecekti. Zaten, görüldüğü gibi, M ura t Beyin görüşleri İT’nink ile rie pek bağdaşm ıyordu. Daha Ahm et Paşa Fransa'ya gelmeden, A. Rıza’nın İT’den çıkarılm ası işinden dolayı başkanlıktan istifa e t­ m eye kalkışm ıştı. Ahm et Paşa ile görüşm eleri de esas kendi adına yaptığı, İT’nin uyarılarını dinlem eden 14 A ğu stos'ta İstanbul'a gelm e­ sinden, anlaşılıyordu. M urat Beyin yaptığı anlaşm a İT’yi bağlam a­ m akla birlikte, İT saflarında büyük b ir çözülm e oldu. Hikm et, Rahmi, Süleyman Nazif, Bnb. Ahmet, Dr. Haşan, Haşlm Beyler dönenler a ra ­ sındaydı. Başka b ir bölüm Jö n le r öğren im le rini sürdürm e yoluna g it­ tile r. Üçüncü bir kısım ise -İshak S ükuti, Dr. A bdullah Cevdet, Tunalı H ilm i, Ç ürüksulu Ahm et, Serasker Yaveri Şefik, A li Kemal, Rauf A hm e t Beyler- e lçilikle rd e görev a ld ıla r (bunlardan ilk üçü b ir süre O sm anlı gazetesi çevresinde m ücadeleyi sürdürm eğe çalıştıla r). Sonuç olara k Abdülham it, aldanm ağa hazır durum da olan İT'Iileri b ir güzel aldatm ış oldu. 31 Ağustosta Taşkışıa m ahkûm larının idam cezalarını hapse çevirm ekle yetinerek, sözünü tutm uş saydı. 5 Eylülde Serhafiye İstanbul'a, 8 Eylülde 78 Taşkışla hüküm lüsünü taşıyan Şeref vapuru T rablusgarb'a hareket etti. IT’lilerin istediği ıslahat olm adı. Döndüğünde, M u ra t’a ha fiyelik önerisinde b u lu n u l­ duğu, kabul etm emesine rağmen Şûrâ-yı Devlet üyeliğine atandığı an ­ laşılıyor. Fakat H ürriyetin ilânına değin göz hapsinae ve ondan son­ ra da m eşru tiyetçile rin gözünde şüpheli b ir kişi olara k yaşayacaktı. A hm et Paşa ile h içb ir tem asa yanaşm ayan ve m ücadeleyi sürdüren A. Rıza, 'Dr. Nâzım, Halil Ganem, bu tutum larınaan ötü rü büyük saygınlık kazandılar. Ülke dışında kalm ak ih tiyatını gösterm iş ola n ­ la rda n b ir bölüm ü, b ir süre sonra m ücadeleye dönmek ya da onu dışarıdan desteklem ek im kânını elde ettile r. A bdülham it İle yapılan m ütarekeden (Ağustos 1897) 1899 sonuna de ğin Jön T ürk hareketi süre kli bir çözülm e gösterdi. B ir takım ya­ y ın la r çıkıyordu am a, bunların Abdülham it yönetim ine 'sa tıld ık la rın ı' görüyoruz. G erçi satanlar, m ücadeleyi sürdürecek parayı elde etm ek için bu işi yap tıklarını ileri sürüyorlardı ama, bu tü r da vran ışlar ha­ reketin saygınlığını yitirm esine, bu İse çözülm enin nızlanm asına yol açıyordu. Zaten parasızlık derdi biraz da A bd ülham lt'le yapılan m ü­ tarekenin yurttan para yardım ı yapanlarda doğurduğu um utsuzluğun b ir sonucuydu. N itekim T ürkiye’den gizlice gönderilen paraların bu sı­ 33



ra la r iyice azaldığı anlaşılıyor. Ağustos 1897'de Tunalı Hilm i ve Ce­ nevre grubundan arkadaşları, bazı yayınların, İT’nin «lüzumsuz» ev­ rak ve «bozuk» h u rufatının teslim i karşılığında 4000 frank aldılar. Bu parayla 1 A ra lık 1897'de Tunalı Hilm i, İshak âü kûtî, A bdullah Cevdet, Nuri Ahm et, Reşit, Halil M uvaffak, Â kil M untar, Refik Beyler Cenevre'de O sm anlı gazetesini çıkarm ağa başladılar. Bunlar, Ahm et Rıza ve M izancı M ura t'a göre daha genç ve daha köktenci b ir ku­ şak oluşturu yorla rdı. M ard in’e göre, gazetenin h ita be ttiğ i kim seler, görece varlıklı ve aydın bir taşra orta tabakasıydı. A bd ülham it’e karşı yöneltilen sert e le ştirile r arasında, Türkçülüğe ve natta cum h uriye t­ çiliğe doğru b ir eğilim sezilm ektedir. Bu arada OsmanlI’yı çıkaran Cenevre İT grubuyle Ahm et Rıza'nın çevresi arasında yeniden b ir yakınlaşm anın başladığı da göze çarpm aktadır. Fakat parasızlık yüzünden Cenevre grubundaki İT 'liler, b irer ikişe r e lçiliklerd e görev alm ak zorunda kaldılar. 1899 sonunda Osm anlı gazetesi kapanm ak zorunluğu ile karşı karşıya kalm ış bulunuyordu. Bu arada (1898 sonu) Kahire’deki İT 'liler, çıkarm akta oldu kları Kanun-u Esası gazetesini 1000 İngiliz lirasına satm ak durum unda kalm ışlardı. Aralarında e lç i­ liklerde m em uriyet kabul edenler, hattâ İsta n b u l’a dönenler de olm uş­ tu. Gerçi bu perişanlık içinde Kahire’de 3 Eylül 1899’da Hak gazete­ sinin çıkm aya başlaması olum lu bir gelişm eydi ama, partizan olm a­ yan aydın Osmanlı kam uoyunda bu olup bite nlerin hiç de iyi b ir iz­ lenim bırakm adığı tahm in edilebilir.



Soru 14



1899 yılı Jön T ürk tarih in de neden b ir dönüm tası olm uştur?



nok­



Nasıl Ermeni başkaldırm a ha reke tlerin in yoğunlaşm ası ö zg ürlük­ çü akımı 1895’de canlandırm ışsa ve nasıl Osm anlı Yunan savaşı aynı akımı 1897’de gevşetm işse, 1899 yılı da akım ı canlandırm ak ba­ kım ından b ir dönüm noktası olm uştur. Buna yol açan olay da, A l­ m anların Bağdat dem iryolu tasarısının som utlaşm asıdır. 4 (Langer, 792) ya da 6 (Earle, 42) Ekim 1888'de yeni kurulan ve Haydarpaşa İzm it hattını satın alan Anadolu Dem iryolu Ş irke ti -bu, Deutsche B ank’ın da katıldığı b ir Alman orta klığ ıyd ı- İzm it ile Ankara ara sın da dem iryolu yapım im tiyazıhı aldı. Bu hat, O cak 1893’de hizm ete a ç ıl­ dı. 15 Şubat 1893'de aynı şirke t E skişehir Konya dem iryolunun im tiyazını aldı, ve bu hat ise 18961da hizm ete açıldı. A rtık T orosları aşacak b ir dem iryolu gündeme giriyord u. Fakat bu denli büyük b ir lokm anın kendisine rahat rah at yedirilem eyeceğini Alm an serm a­ 34



yesi kavram ış olm alıydı ki, B erlin'de D eutsche Bank ve Anadolu De­ m iryolu Ş irke ti ile Osmanlı Bankası ve İzm ir - KasaDa (Turgutlu) De­ m iryolu Ş irke ti arasındaki görüşm eler sonucunda, Fransızların % 40 oranında serm aye ile Bağdat ha ttına katılm aları, A lm anların aynı orana sahip olm aları, % 20 nin T ürk serm ayedarlarına önerilm esi. Ş irketin katılm ak isteyen başka devletlerin serm ayelerine de açık bulundurulm ası kara rlaştırıldı. Bu Alm an Fransız IşDirliğine ve daha 1888'de, Ankara hattının im tiyazı verilirke n Anadolu Dem iryolu Ş irke­ tinin Samsun, Sivas, D iyarbakır, B ağdat'a değin dem iryolu yapm ası­ nın ilke olarak kabul edilm esine rağm en, yine de meydan boş ka l­ mış değildi. 1898'de bir Avusturya Rus ş irke ti tarafınd an T rablusşam - Basra arasında bir dem iryolu tasarısı ortaya aııldıysa da (Kapnist tasarısı), Ç arlık hüküm etince T ürkiye 'yi g e liş tirir ve Rus de m ir­ yolu program ını a ksa tır diye benimsenmedi. Daha ciddi bir rakip, bir İngiliz sermaye grubunu tem sil eden Mr. E. Rechnitzer’in İskenderun Basra tasarısı olm uştur. Bu tasarıyı Nafıa Nezareti, A bd ülham it'in eniştesi Damat M ahm ut Paşa ve tabiî, İngiliz Büyükelçisi S ir N icholas O 'C onor destekliyorlardı. Ne va r ki, 12 Ekim 1899'da Güney A frik a ’­ da Boerlerle başlayan savaş, İn g ilte re ’nin bu konuya gereken önemi verm esine engel oldu. A lm anlar, Bağdat hattının im tiyazını elde edebilm ek için işi ga­ yet sıkı tutm uşlardı. Daha önce 1889'da 'geçerken' İstanbul'a uğra­ mış olan Kayzer II. W ilhelm , bu sefer Ekim Kasım 1898'de, Osm anlı Devletine tantanalı b ir resmî ziyaret yapmış, bu araaa F ilistin ve Su­ riye’ye de gitm iş, A bd ülham it’in ve genel olara k M üslüm anların dostu olduğunu ilân etm işti. H içbir Büyük Devletin reisi A bd ülham it'in hü­ küm darlığı sırasında Osmanlı D evletini ziyaret etm em iş ve etm eye­ cekken, Kayzerin böyle b ir ziyaret yapm ası A bd ülham it'i m uhakkak ki çok etkilem iştir. Fakat 25 (Langer, 792) ya da 27 (Earle, 72) Ka­ sım 1899’da Konya Bağdat hattı ön im tiyazının Anadolu Dem iryolu Ş irketine verilm esinde Osmanlı Alm an yakınlığından başka etkenler de sayıla bilir. B ir kez Fransız dem iryolu serm ayesi Rumeli, Ege, Su­ riye ve F ilistin bölgesinde, İngiliz dem iryolu serm ayesi de yine Ege bölgesinde yeterince egemen durum daydılar. A lm anlara da 'fırs a t' tanım ak Osmanlı denge siyasetinin b ir gereğiydi. Sonra, Osmanlı hü ­ küm etinin Suriye M ezopotam ya Basra Körfezini birleştire cek b ir dem iryolu yerine A nadolu'yu da bu bölgelerle bütünleştirecek, T orosla r engelini aşacak b ir yolu yeğlem esi norm aldi. İşte Alm anya ile Abdülham it yönetim i arasında yoğunlaşan ve som utlaşan dostluk, b ir kısım İngiliz çevre le rini ve çıkarla rın ı In g il­ tere'ye bağlam ış olan bazı O sm anlı çevrelerini ted irgin ettiğinden. 35



bunların desteği, hattâ katılm asıyle Jön Türk akım ı önem li b ir can­ lılığa kavuşturuldu. 1899'da Tunalı Hilm i Bey; Mehmet, Emin, Faik, Nazmi, Haydar, Fahri Rıza, Ziya, Ahmet, Cem il Beylerin katılm asıyla İT'nin Kahire m erkezini yeniden .kurdu. Bu sırada M ısır hanedanının Jön Türk hareketine karşı faal b ir ilgi gösterm eğe başladığını gö rü­ yoruz. M ısır’ın İngiltere'nin fiilt denetinde olduğu düşünülürse, bu an ­ lam lıdır. N itekim Prens M ehm et A li Paşa Halim söz konusu ilgiyi, Tunalı Hilm i ile İta lya ’ya b ir incelem e gezisi yapm ak ve İtalya'nın B rin disi kentinde b ir «Yeni Osmanlı Kongresine» (Jön Türk sözünü böyle tercüm e etmeyi uygun görm üş olaca klar) önayak olm ak dere­ cesine vardırdı. 15 Eylül 1899’da gönderilen davetiyelerle, bütün be l­ li başlı özg ürlükçüler, 20 Ekim de toplanacak bu kongreye çağ rıldıla r. Ç a ğrıla nla r orasında Osmanlı ülkesi içinde bulunan birçok kim se­ lerin, ve bunların arasında İT'yi kuran kuşaktan b ir hayli yaşlı, Kâ­ mil, Tevfik, Nâzım, Recep, Haşan Fehmi gibi az çok İng ilizci ya da bu yönde eğ ilim li sayılabilecek Paşaların bulunuşu d ikka ti çekiyor. T abiî bunların, ve çağ rılan lard an İsm ail Kemal, M urat, Hüseyin Cahit, T evfik Fikret, Recaizade Ekrem Beylerin böyle bir kongreye katılm a­ ları hattâ davetiyeye açıkça cevap verm eleri bile im kânsızdı. Birçok yönlerden Kongreye olum lu te p kile r gelm esine rağm en. Kongre za­ manında toplanam adı. Biraz aşağıda göreceğim iz üzere, Dam at M ah­ m ut Paşa T ürkiye’den kaçınca, Tunalı Hilm i M ısır'dan Fransa'ya ge l­ di. Burada, A. Rıza’nın Kongreye karşı çıktığı ve başlıca itira z nede­ ninin, girişim in Prens M. A li Paşa H alim ’den gelm iş olduğu anlaşıldı. A. Rıza'nın bu Prensin içten olm ayıp ard niyetli olm asından şüphe­ lenm iş olm ası m uhtem eldir. Gerçekten de, bu Prensin bundan önce ve bundan sonra özgürlükçü b ir eylem ine pek rastlam ıyoruz. Belki de A. Rıza Kongre girişim ine karşı çıktığı İçin, Dam at M ahm ut da ka­ tılm ayacağını bildirdi. Böylece bu ilk kongre g irişim i akam ete uğradı. A bdülham it yönetim inin Alm an siyasetine ne ölçüde bağlandığı­ nın b ir göstergesi de, Güney A frika 'd a İng ilizlerin Boerlere karşı ka­ zandıkları küçük b ir başarı üzerine yapılan b ir siyasal nüm ayişe karşı gösterilen tep kidir. 19 Kasım 1899 günü bazı İn g ilizci T ürkler, üç grup halinde Ing iltere e lçiliğin e giderek, In g iliz hüküm darına bir* kutlam a telg rafının çekilm esini sağlam ak İstem işlerdir, ilke yönün­ den, T ürkle rln In g lllzcllik yapm ası, ve hele Boerlere karşı kazanılan em peryalistçe ba sarıla r karşısında sevinm eleri çok g a rip tir. Abdülh a m lt’ln beklenebilecek, fa ka t bugünkü gözle hayli aşırı sayılabile­ cek tenkisi, bu kişile ri tu tu kla tıp sürm eğe kalkışm ak o lm u ştu r (İngi­ liz elçisinin m üdaholpsivle önce serbest bırakılm ışla r, ancak sonra­ dan yine de sürü lm üşlerd ir: Bunların arasında İsm ail Sefa, Hüseyin 36



Siret, Am asya M ebusu olacak olan İsm ail Hakkı da vardı). Bu yüz­ den ortaya çıkan çarp ık ortam da, örneğin. A skerî T ıbbiyeli öğ ren­ cile r de, b ir ayaklanm a sırasında okula İngiliz bayrağı çekm ek fik ri­ ni ortaya ata ra k özgürlükçü b ir davranışta bulunduklarını sanıyorlardı. İşte Kasım 1899 sonunda Konya Bağdat hattının ön im tiyazının Alm anlara verilm esi üzerine -yukarıda gördüğüm üz gibi- İskende­ run Basra hattını yapm ağa tâ lip olan ve Mr. E. R ecnitzer'in (Kuran Maym on diye b irisin i de an ıyor -İTJT, 67) tem sil e ttiğ i İngiliz grubu yenilm iş oldu. Bu arada bu grup için Padişah nezdinde girişim de bu­ lunm uş olan Damat M ahm ut Paşa, işin A lm anlarda kalm ası karşısın­ daki üzüntü ve kızgınlıkla, oğulları Prens S abahattin ve L u tfu lla h ’ı alarak A vrup a’ya kaçtı. Bu sayede Jön Türk hareketi yeni b ir can lı­ lık kazanmış oldu. G örülüyor ki, özgürlükçü m ücadele Osm anlI Devle­ tindeki İngiliz Alm an em peryalist rekabetinin b ir boyutu haline ge l­ m işti. A lm a nla r a ğ ırlıklarını a rttırd ık la rı ölçüde, İn g ilizle r ve İn g ilizci­ ler özgürlükçü harekete destek oluyo rlard ı. Osmanıı ülkesinden ka­ ça n la r arasında M itha t Paşanın oğlu A li Haydar M itha t (Ekim 1899) ve daha önce M ith a t Paşa ile çalışm ış olan A rna vut İsm ail Kemal (1 Mayıs 1900) de vardı.



Soru 15



Damat Mahmut Paşa kimdir, Jön Türk hareketine ne gibi katkıları olmuştur?



Koca Hüsrev Paşanın Gürcü kölelerinden Kaptan-ı Derya Dam at Mehmet Halil Rıfat Paşanın oğ lu dur (doğum u 1853/55?). Küçük yaşta yetim kalan Dam at M ahm ut C elalettin Paşa, özel b ir tah sil g ö rd ü k­ ten sonra, o zam anlar âdet olduğu üzere, çıra klıkta n yetişm ek üzere Babıâliye girm iş, Fransızcasının kuvvetlenm esi için iki yıl ka d a r Pa­ ris elçiliğin de m em ur olm uş, dönüşte A bd ülm ecit’in kızı ve A bdülh a m lt’in kızkardeşi Seniha S ultanla evlen dirilm lştir. A bdülham lt, tahta geçtikten sonra henüz 24 yaşlarında bulunan M ahm ut'a vezirlik pâyesi ve Adliye Nazırlığı verdirm iş, ondan yakın b ir danışm an gibi de yararlanm ıştır. Fakat 1878 yazında, Seniha Sultanın kâhyası Hacı Bekir Efendi vasıtasıyle S calierl Aziz Bey kom itesiyle ilgi kurm uş olduğu anlaşılınca, Paşayı azlettiği gibi, onunla tem aslarını da kes­ m iştir. Kuran'a göre, (İTJT, 64) A bd ülham it daha sonra eniştesinin bu işlerden habersiz olduğunu anlayınca, ona Evkaf Nezaretini ve Şûrâyı Devlet M ülkiye dairesi üyeliğini önerm iş, fa k a t o bu ö n e rile ri reddetm iş. Nihayet, yukarıda da b e lirtild iğ i üzere, A lm anların Bağdat dem iryolu tasarısına karşı rakip çıkan İgiliz serm ayesinin tasarısından 37



yana, A bd ülham it nezdinde ağırlığını koym ak istem işti. A lm anların ön im tiyazı alm aları karşısında duyduğu öfkeyle, M ahm ut Paşa, Jön Türk olm aya ka ra r vererek, iki oğlu Sabahattin ve L u tfu lla h 'ı yanına alara k F ransa'ya kaçtı. Kaçışı sağlayan üç pasaportun İngiliz serm a­ ye grubunun tem silcisi Maym on tarafınd an sağlanm ış olm ası ve Lord S a lisb u ıy'n in imzasını taşıması anlam lıydı. Kuran, D. M ahm ut'un İngilizlerden yana yapm ağa kalkıştığı a ra cılıkta , m em leketinin yararı dışında h içb ir çıkar gütm ediğini iddia ettikten sonra, A bd ülham it’in dem iryolu işinde nasıl devletlerin oyuncağı olup, haysiyetsiz bir s i­ yaset güttüğünü gösterm eğe çalışm aktadır. Bu İkincisi büyük ölçüde doğruysa da, h iç b ir çıka r beklemeden yabancı serm aye gruplarına a ra cılık etm ek, özellikle o zamanda, görülm em iş olm asa bile, he rha l­ de ender görülebilecek bir durum du. A bd ülham it'in , D. M ahm ut'un kaçışı karşısında her zam ankinden daha fazla telaş etm iş olduğu anlaşılıyor, zira Paşa, Saraya mensup yüksek mevki sahibi b ir kim seydi. N itekim , Padişah, Paşayı şu ya da bu yoldan geri ge tirtm e k için yoğun b ir fa a liye tte bulunacaktı. Bu arada Paşa, sert e le ştirile ri içeren b ir te lg ra f gönderdi A bdülham it'e. Paşanm gelişi Jön Türk çevrelerinde önem li b ir canlanm aya yol a ç ­ m ıştı. Etkin bir katkıda bulunabilm ek için P aris'ten Cenevre'ye geldi oğ ullarıyle b irlikte ve kapanm ak üzere olan O smanlI gazetesini İshak Sükûtî'den devraldı. Gazete, 1 Tem muz 1900'de Londra'da, 15 Ekim 1900’de de Folkestone'da çıkm ağa başladı. Gazetenin sahibi ve malî bakım dan destekleyeni D. M ahm ut olm akla b irlikte , Paşanın gazete­ c ilik le pek meşgul olm adığı anlaşılıyor. O, P aris’ten sonra Londra'ya, oradan Hldiv Abbas Hilmi Paşanın m isa firi olara k M ısır'a, sonra ye­ niden Paris’e (1901), K orfu’ya, yeniden Paris'e g itti. A bdülham it'e yük­ sek perdeden atıp tutan Paşa, b ir süre sonra Padişahın çevresine sardığı adam larla, dönme pazarlığı içine girdi. Bu işte m em leket öz­ lemi ve para sorunlarının (belki Seniha S ultan özlem inin) da payı vardı. P aris’te bazı serm aye çevrelerinin oluşturd uğu bir «sendika», her ay 1000 lira ödenm ek üzere 10.000 lira borç verdi. Daha sonra M ısır’a gidildiğinde, Hidiv kendilerine 1000 lira aylık bağladı. Hidiv bir altın madeni im tiyazı peşinde olduğu için, o sırala rda Abdülh a m it’e yaranm ak istiyordu. K endilerini İsta n b u l’a gönderm eyi öner­ diği zaman, red cevabı aldığı için bu para kesildi. Bu sefer Osmanlı Bankasından b ir «hesap yanlışı» biçim inde havadan b ir 1000 lira g e l­ di ve Paşa bu parayla M ısır'dan ayrıla bildi. Kuran, bu tü r yard ım la­ rın, zamanında M itha t Paşadan da «esirgenmemiş» olduğunu b e lir­ tiyor. Abdülham it, Paşayı geri ge tirtm e k için ona b ir takım su çla r Isnad 38



-etmiş, istem ediği b ir şeyi yapm asını önlem ek üzere de, Seniha S ul­ ta n ı gözünün altında olm ası için Yıldıza g e tirtm işti, ö n c e sert ta ­ v ırla r alan Paşa, daha sonra Sarayın adam larıyle yüksek perdeden pazarlığa başlamış, kendisine yapılan hakare tlerin sorum lusu diye Abd ü lh a m it'in gösterdiği H ariciye Nazırının ve Paris S efiri M ü n ir Beyin cezalandırılm alarını, kendisinin 15 gün süreyle başvekil atanm asını, bo rçlarının ödenm esini istem iştir. T abiî Paşa, daha sonra ilk iki şartı koşmaz olm uş, hatta kaçtıkta n b ir yıl kad ar sonra, kendisine ilişilm eyeceği konusunda yabancı (herhalde İngiliz) kefa leti gibi sağ­ lam bir güvence altın da dönmeğe razı görünecekti. Ne çare ki. İngilizler, Jön T ü rkle r ve en önem lisi Paşanın oğulları dönm esini iste­ m iyo rlard ı. İngilizler, Mayıs 1900’de İsta nb ul'a döneceğini işitince, bunu önlem ek için Paris’e S ir Sm ith B a rtle tt adınaa b irini gönder­ m işlerdi. M ısır’da, Paşanın oğulları, «Umum O sm anlı V ata nda şla rı­ mıza» diye başlayan ve b ir Jön Türk kongresi öneren iki bildirge yayım layarak, babalarının yapm adığı b ir biçim de siyaset alanına a tı­ lıp Paşanın dönme eğilim lerine karşı koydular. Son olarak, B rükse l’de Paşa ağ ır hastalandı. Bu sırada buraya -gelen Paris Elçisi Salih M ün ir Bey, ona yeniden dönm esini önerdi ve olum lu cevap aldığını duyurdu. Bunun üzerine, B rükse l’e giden Saba­ h a ttin Bey, bunu babasına yalan lattı. Paşa 17 O cak 1903'de öldü.



Soru 16



1902 Birinci Jön Türk Kongresi nasıl özetlenebilir?



S abahattin ve Lu tfu lla h Beylerin b ir bildirge siyle yapılan çağrı üzerine, P aris’te 4 Şubat 1902 tarih in de toplandı ve 9 Şubat'a değin sürdü. Böyle bir kongrenin toplanm asına en önem li engel, gelecek delegelerin yol ve Paris’te ikam et m asraflarıydı. Bazı delegelerin M ı­ sır, Kıbrıs, Bulgaristan, Rom anya’dan gelm ek zorunda bulundukları düşünülürse, işin önem i anlaşılır. İşte bu parayı, kaynağının ne o l­ duğunu bilem ediğim iz, fa ka t tahm in ed ebildiğim iz (İngiliz kayn akla­ rı), «şahsı namına» b ir borçlanm ayla S abahattin sağlam ıştı. Kongre de le gelerin in fotoğ rafın da 35 kad ar delege olabilecek kişi gö rün üyor­ sa da, delege sayısının 47 (Ramsaur) ya da 60— 70 (Kuran) oldu ğu­ nu ileri süren kayn aklar vardır. Bence delege sayısının 40 civarında olduğu söylenebilir. Tunalı H ilm i'nin Kongreye çağırılm am ış olm ası ve Kongre yö n eticilerinin D. M ahm ut'un fa h rî başkanlığında (kendisi kongreye katılm adı) S abuhattin, İsm ail Kemal, A li Haydar, M ozoros (M uzurus?), Kikis (G idiş?), Kaym akam İsm ail Hakkı (Paşa), Fardl. Hüseyin S iret Beylerden oluşm ası delegelerin ‘seçilm iş’ olduğunu ve 39



Kongrenin S ab ah attin'in seçtiğ i Kimselerin egem enliği altın da cere­ yan e ttiğ in i gösterm eKtedir. TürK, Arap, A rnavut, Kürt, ÇerKes, Erm eni (Şişliyan), Rum ların tem sil edildiği anlaşılıyor. Osmanlı hüKüm etinin Fransız hüKümeti nezdinde gösterdiği fa a liye t sonucunda top lan tı, özel olaraK, b ir Fransız duygudaşının evinde başlayabildi. Kongrede iKi önem li tez ortaya atıldı. B irincisine göre yalnız propaganda ve yayınla devrim yapılam azdı, onun için de asKerî kuv­ vetlerin de devrim çalışm alarına katılm asını sağlam ak gerekiyordu. İsm ail Kem al'in ortaya attığı bu görüşe karşı çıkan olm adı ve n ite ­ kim az sonra bu yolda b ir girişim de de bulunuldu. İkinci tez, de vrim i sağlam ak için yabancı m üdahalesinin davet edilm esi yönündeydi. Kuran'a göre, bu görüş, Erm enilerce ortaya atılm ıştı. Sabahattin ise bunun sakıncalarını belirtm ekle birlikte, devrim kargaşalığı sırasınd a rastgele, 'ç ık a rc ı' m üdahaleleri önlem ek için, «menfaati m enfaatim ize uygun... hür ve dem okrat hüküm etlerle» anlaşm akla söz konusu sa­ kıncaların gide rile bilece ği kanısındaydı. Bu hüküm etlerin İngiltere ve Fransa olduğu şüphesizdir ve söz konusu m üdahalenin 'm üdahaleyi önlem ek için b ir m üdahale' olduğu anlaşılıyor. Bunun, bütün şa rt­ la rıyla gerçekleşm esi kaydıyle akıllıca bir görüş olduğu söz g ö tü r­ mez. Ne va r ki. Kongrenin bu konudaki kararı böyle değildi. Kongre kararıyle A bdülham it yönetim i İle OsmanlI halkları ara sın­ da h iç b ir bağ bulunm adığı duyuruluyordu (md. 1). Osm anlı h a lkla rı arasında, Hatt-ı Hüm ayunlar ve uluslararası andlaşm alardaki ha kla n tanıyan, yerel yönetim e katılm a olanakları sağlayan, hak ve görev açısından yu rtta ş e şitliğ i getiren, onlarda, O sm anlı b irliğ in i koru ya­ cak tek şey olan Osm anlı hanedanına karşı ba ğlılık duygusu İlham 'ede cek b ir anlaşm a kuru la caktı (md. 2). Bundan başka, uğrunda ça­ ba gösterilecek üç hedef çiziliyo rdu : O sm anlı Devletinin bütünlük ve bölünm ezliği; ilerlem enin şartı olan, içte asayiş ve barışın sağ­ lanm ası; başta 1876 Kanun-u Esasisi olm ak üzere Devletin tem el yasalarına saygının sağlanm ası (md. 3). Son olarak, uluslararası andlaşm alara ve özellikle Berlin Andlaşm asına uyulacak ve T ü rkiye ’nin İç düzeniyle İlgili olduğu ölçüde bu hüküm ler ülkenin bütün vilâ ye t­ lerine uygulanacaktı (md. 4). Bu son m addenin özellikle Ermeni a çı­ sından ve Berlin Andlaşm asının 61. m addesi hedeflenerek kalem e a lın ­ dığı söylenebilir. 61. m addeye göre, halkı Erm eni olan vila ye tle rd e ıslahat gecikm eksizin yapılacak, E rm enller Cerkes ve Kürtlere karşı korunacak ve «arasıra» bu yolda alınacak te d b irle r D evletlere b ild iri­ leceğinden, bunlar, bu ted birlerin yürütülm esine nezaret edeceklerdi. Kongre kararına göre, bu tip ik m üdahale durum u bütün ülkeye yay­ gınlaştırılıyordu. Bu yetm iyorm uş gibi, daha sonra yapılan ve kabul 40



edilen b ir öneriyle, sözü edilen m üdahale kapısı dana acık ve seçik b ir durum a sokuldu. Şöyle ki, ka ra rla rın uygulam aya sokulabilm esi için kuru la cak olan kom ite, Paris ve Berlin A ntlaşm alarının imzacısı olan devletlerin manevî desteğini ve hayırhah eylem ini sağlam ak için bu nlarla tem as edecekti. Am aç, T ü rkiye ’deki asayişle ilg ili ulus­ lararası an dlaşm aların ve bunlardan çıkan uluslararası belgelerin uygulanm ası, ve her birine yara rlı olabilecek biçim de bunların devletin bütün vilayetlerine uyarlanm asıydı. Adem im erkeziyet, hattâ özerklik yönündeki m üdahalenin bu denli açıkça onanm ası ve üste­ lik onu dâvet etm ek için Devletler nezdinde girişim ae bu lunulm asının istenm esi, m üdahaleyi istem eyenlerin, yani Ahm et Rıza ve arka da ş­ larının sabrını taşırm ış, onları kopm aya itm iştir. (Zaten bu grubun S ab ah attin'in hayli tekelci b ir tutum la düzenlediği ve S abahattincilerin egemen olduğu b ir to p lu lu k içinde hayli tedirgin bulunduğu va rsayılabilir.) Bu son öneriye katılm ayanlar, A. Rıza dışında, Dr. Nâzım, Hoca Kadri, Yusuf A kçura, Ferit (Tek) idiler. M üdanaleyi reddeder­ ken de, büyük ihtim alle, Lorando ve Tubini adlı ta tlı su fre n kle rin in Osmanlı hüküm etinden olan alaca kları yüzünaen, 3 ay ön ce (5/11/1901) Fransız donanm asının M id illi'y i işgal etmesi olayı da bun­ ların gözlerinde canlanıyordu. G erçi o güne değin A. Rıza yalnız ve yalnız bütün im paratorluğu kapsayan genel ıslahatı sağlam ak şartıyle b ir dış m üdahaleyi zaman zam an savu nu r gibi olm uştu. Am a ileri sürülen m üdahale tezlerinin onun gözünde hep ülkeyi parçalayıcı biçim lere bürünm esi karşısında, m üdahaleyi top ta n reddetm ekten başka b ir çare olm adığı sonucuna ulaşm ış olm alıydı (Bayur I, 1, 268— 70). Erm enilere gelince, S abahattincilerden elde e ttik le ri bunca öd ü ­ ne rağmen, ken dilerini yine de ayırm ak İhtiyacını auydular. S iyasal düzeni dönüştürm ek konusunda Osm anlı libera lleriyle işb irliğ i yapa­ caklarım , fa k a t T ü rkiye ’nin b irlik ve varlığına karşı değil de, siyasal iktid ara karşı olm ak üzere kendi özel eylem lerini sürdüreceklerini ve B erlin Antlaşm asının 61. m addesiyle 11 Mayıs 1895 m uhtırasının ve ekinin ve Fransız hüküm etine sundukları m uhtıraların uygulanm a­ sını am açladıklarını bildirdjjer. İT'nin eylem alanında ne denli etkisiz kaldığı ve E rm enilerin son am acının öze rklik yoluyle bağım sızlık o l­ duğu düşünülürse, kendi ayrı eylem lerini sürdürm elerini olağan ka r­ şılam ak gerekir. Ne var ki, sonradan, Kongreye katıla n E rm eniler görüşlerini de ğiştirm iş o lm a lıla r ki, Kongrenin sonunda yayım lanan bildirgeden, bunların vakitsiz ve hattâ çıkarla rın a aykırı bu ld ukla rı m eşrutiyet için m ücadele konusunda bile ö b ür delegelere katılm ayı re d de ttiklerin i öğreniyoruz. S ab ah attincllerin g ö sterdikleri büyük a n ­ 41



la yışa rağm en benimsenen bu hayalci, ya hep, ya hiçci tutum un Er­ meni ulusuna çok z a ra r verebilecek b ir tutum olduğunu açıklam ağa gerek yo ktu r sanıyorum (Ramsaur, 66— 72). B irinci Jön T ürk Kongresinin başlıca sonucu zaten genellikle fazJa bir b irlik gösterem em iş olan Jön Türk hareketinin Dölünüşünü o rta ­ ya çıkarm ak oldu.



Soru 17



Sabahattincllerin Müşir Recep Paşa tasarısı nedir?



1902 Kongresinin kararına uygun olarak, S abahattinciler, m eşru­ tiyete ulaşm ak için Osmanlı askerini kullanm ak girişim inde bulun­ dular. Ismaii Kem al'in ortaya attığı tasarıdan, T rablusg arp'ta kum an­ dan olan A rnavut Rc.cep Paşanın, hem şehrilik gayretiyle buyruğun­ daki askeri, istibdada son verm e işine tahsis edeceği anlaşılıyordu. Bunun üzerine Sabahattin ve Fazlı B eyler M alta 'ya gidip Recep Pa­ şanın yaveri Şevket Beyle görüştüler. A skerler, manevra bahanesiyle kentin dışına çıkarılıp, S ert'ten gem ilere bind irilecekti. Paşa, askeri A rn a v u tlu k ’a çıkarm ayı düşünm üş ama Şevket B. A rn a vu tlu k’un dış m üdahaleye daha açık, teh like li bir bölge (ve belki başkente uzak) olduğunu söyleyerek onu vazgeçirm iş, çıkarm a bölgesi olara k Dedeağaç'ı kabul e ttirm işti. S abahattin B. daha cü re tli düşünüyor, gem i­ lerin Çanakkale'den sokulup askerin İstanbul civarında b ir yere (Ahırkapı) çıkarılm asını savunuyordu sonunda bu görüş ağ ır bastı. B u konuda Recep Paşanın onayı alındıktan sonra, 1. Kemal P aris'teki İngiltere elçisine giderek m eseleyi açtı, iş ona uygun görünm üş o l­ malı ki, elçi I. Kem al'e Dışişleri Bakanı Lord Lansdovvne ile gö rüşe­ bilm esi için bir m ektup verdi. Bakan, Alm an İm paratorunun ziyareti do lcyısıyle Londra dışında olm akla birlikte, Kemal, Dışişleri M üs­ teşarı Lord Sanderson ile görüştü. İkinci b ir görüşm ede, Sanderson, Lord Lansdovvne'un, g irişim i el altından desteklem eyi vaad eden b ir m ektubunu okudu. G em iler Ç anakkale'ye geldiğinde İngiliz donan­ ması da Beşike'de olacaktı. Dış dünyanın olaydan hemen haberdar olm am ası için, Odesa ve Köstence te lg ra f ha ttının da kesilm esi uy­ gun görülüyordu. İşin b ir de m alî yönü vardı. Bunun için T ürkiye M illî Bankasının sahibi Sir Ernest Cassel'den 10.000 altın borç alındı. Kemal, a rka ­ daşlarına haber vermeden Lord C rom er’la görüşm ek için M ısır'a gitti. Aynı zamanda Hidiv A. Hilm i ile de görüştü ve onun vasıtasıyle Lord Kerri (?) Bankasından 4.000 altın daha sağlandı. T abii, A. Hilm i gibi ik ili oynayan birisin e konunun açılm ası yanlıştı, fa k a t Kemal bol pa­ 42



rayla iş görm eğe ve yaşam ağa, ayrıca devrim i 'a ris to k ra tik ' y o lla r­ dan yürütm ek gerektiğine inanıyordu. Bu sırada gem ileri sağlam ak için Sabahattin, Lu tfu lla h, Fazlı, M usurus, G idiş A tina'da toplanm ış bulunuyorlardı. Fakat T rablusg arp'tan gelen arkadaşları Reşit Sadi, Recep Paşada te red dü tler b e lird iğ ini bildirdi. Kahlre'den A tina 'ya gelen İ. Kemal ise hemen Yunan kralına koşm uş, darbeyi ge rçekleş­ tirm ek için ondan, başta para olm ak üzere, yardım istem işti. Kral bu­ na tepki gösterm iş, darbe cile rin Y unanistan'dan ayrılm asını istem iş­ ti. G örüldüğü gibi, İ. Kemal daha çok para ve 'a ris to k ra tik destek' peşinde koşuyor, bu uğurda her kapıyı ça la b iliyo r, işi ciddî tu tm u ­ yordu. Üstelik, kendisinin en ilgilen diğ i şeyin bağım sız b ir A rna vutlu k Prensliği olduğu yönünde de bazı cid di şüpheler vardı. Oysa bütün tasarının esası bu kaypak i. Kem al’in Recep Paşaya söz g e çire b il­ m esine dayanm aktaydı. Taşarının yürüm eyeceği ortaya çıkm ıştı. Şev­ ket Bey’e, üzüntüsünden, inme geldi.



Soru 13



Sabahattin Beyin nelerdi?



belli başlı düşünce ve faaliyetleri



T ürkiye'de özel eğitim gören Sabahattin (1877— 1948), A vrup a’­ da çalışm alarını toplum bilim yönünden sürdürdü. D urkheim 'den ayrı yeni b ir sosyoloji, «Science Sociale»i (İlm -i İçtim a) kuran Le Play okuluna ve o okuldan Edmond Demolrns'e bağlandı. Dem olins’e göre iki tip aile ve dolayısıyle (Le Play oku lu m antığına göre) iki tip de toplum vardır: tecem m üî ve infiradı (communautalre, particularista). Teoem m üî aile ve toplum da, k iş ile r teşebbüsten yoksundurlar, her şeyi top luluktan beklerler. İnfirad î aile ve toplum ıarda ise, kişile r her şeyden önce kendilerine güvenirler, aileye, topluluğa, devlete bak­ mazlar. İkinci tip aile ve toplum , hayat kavgasında daha başarılıdır. A nglo-S aksonlar da bunun en iyi örneğidir. Demolins, Anglo-Saksonların Esbabı Falkiyetl Nedir? adlı kitabında bunu açıklar. Anglo Sakson toplum u te şkila t bakım ından adem im erkezlyet, kişisel dü­ zeyde ise b ireycilik ya da şahsî teşebbüs (kişisel girişim ) n ite liklerine sahiptir. S ab ah attin’e göre Osmanlı Devletinde yapılacak iş, m eşru­ tiye tin ilanıyle bitm em ektedir, çünkü A bdülham it istibdadı, büyük ölçüde toplum şartla rın ın sonucudur. Bu ş a rtla r değiştirilm ezse, yeni b ir istib da t kaçınılm az olur. M eşrutiyetle b irlik te istibdadın ge rçek­ ten kökünü kazıyabilm ek için. Devlet yönetim inde adem im erkeziyeti kurm ak, kişilerde de şahsî teşebbüsü geliştirecek te d b irle r alm ak gereklidir. 43



1902 Kongresinin Jön T ürkle rin bölünm esiyle sonuçlandığını g ö r­ dük. Recep Paşa tasarısının suya düşm esinden sonra Dr. Bahaettin Ş akir gibi A vrupa’ya yeni kaçanların g irişim iyle 1905 sonlarında ya da 1903 başında Jön Türk hareketini toplayabilm ek için Paris'te ç a ­ lışm alarda bulunuldu ve b ir program ın hazırlanm ası görevi Saba­ h a ttin'e verildi. O, bu program a adem im erkezlyet ilkesini sokunca, Jön T ürklerin bölünüşü artık kesinleşm iş oldu. B ilind iğ i gibi, Osmanlı T ürkleri özerklik ya da özerkliğe yaklaşan her tü rlü yönetim sel ö r­ gütlenm eye karşıydılar, zira b ir bölgeye özerklik vermek çok kez bu­ ranın ergeç im p arato rluktan kesinlikle kopm asıyle sonuçlanıyordu. Adem im erkeziyet ise sanki bütün ülkeyi kaplayan b ir bölg ecilik ya da özerklik getiriyordu. Buna karşılık, S ab ah attincilerin savunm ası şuydu: Kanur,-u Esasinin 108. m addesinde illerin yönetim inde tevsi-i mezu­ niyet (yetkilerin genişliği) ilkesinin uygulanacağı be lirtiliyo rd u. Kanun-u Esasinin Fransızca çevirisinde bu deyim de ce n tra llsa tlcn diye çev­ rilm iş olup, bunun da Türkçesi adem im erkeziyettir. Hemen anlaşılacağı üzere, bu Karakuşî m antık, program ı D em olins’in term in olo jisine uy­ durm ak için kullan ılm aktad ır. Böylesine b ir çabanın değil Sabahatticile rin iddia e ttikle ri bilim sellikle, hatta cid diye tle dahi bağdaşm a­ dığı açıktır. G erçeklik düzeyinde de, M üslüm an olm ayanlar arasında azgın b ir ulusçuluk ve hemen her yerde 'hasta adam ' sayılan im pa­ ratorluğ u parçalam ak, bölüşm ek em elleri kol gezerken, adem im erkeziyeti istem ek im parato rluktan vazgeçm ek dem ekti. Oysa S abahattin, bu yoldan im paratorluğu ayakta tutab ile ceğ i İnancında gö rün üyor­ du. İngiltere ve ABD’nln adem im erkeziyeti -ki bu. zam anla ve sanayiin gelişm esiyle b irlik te gitgide azalm ıştır- m uhtem elen, bu iki ülkenin ada ve denizaşırı olm asından, yani je o p o litik durum undan ötü rü ko­ lay kolay İstila edilem ez olm asının b ir sonucuydu. B ir Fransa, b ir Alm anya, hele b ir Osmanlı Devletinin böyle b ir ayrıcalığı olm adığına göre, adem im erkeziyete A nglo-Sakson ülkeleri denli yatkın olm ası beklenemezdi. Jön T ürklerin bölündüğü kesin o lara k anlaşılınca Sabahattin; Fazlı, İ. Kemal, N ihat Reşat, Dr. Rıfat, M ira lay Zeki, Dr. Sabri, Hüse­ yin Tosun, M ilaslı M urat, Hüseyin S lre t Beylerle Teşebbüsü Şahsî ve Adem i M erkeziyet Cem iyetini kurdu (herhalde 1906'da). 1906'da P aris’te aylık T erakki gazetesi çıkm ağa başladı. İlg in ç tir ki, bu gaze­ tenin ilk sayısında açıklanan Cemiyet am açları arasında, M eşveret'in ilk sayılarını ha tırla tırca sın a, b ir kez olsun m eşrutiyet, Kanun-u Esasî sözcükleri geçm iyordu. S abahattin aklını teşebbüsü şahsî ile adem im erkeziyete takm ıştı. T erakki dahi ancak 9. sayısında çıkış am açları arasında Kanun-u Esasiyi saya bilm iştir. Cem iyetin yayım la­ 44



nan tüzüğü her m illiye tin sayısal oranına göre o luşturu laca k V ila ­ yet Umumi M eclislerinin vilayetle rin m âliyesi, kanun ve nizam larına a it konularda tam ve geniş yetkiye sahibolm asını öngörüyordu. Ay­ rıca, m ebusların V ilayet M eclisi üyeleri arasından seçileceği esası kabul ediliyordu. M ebusların kim ler tarafınd an seçileceği b e lirtilm e ­ miş olm akla birlikte, mebus adaylarının V ilayet M eclisi üyeleri olması, düşünülen devlet örgütüne neredeyse federasyondan da ötede, konfe­ d e ra tif b ir hava verm ektedir. S a b a h a ttin cile r m ebusların V ilayet M ec­ lislerince de seçilm esini düşünüyor idiyseler kon fe d e ra tif n ite liğ in daha be lirginleşm iş olacağı do ğ a ld ır (Bayur I, 1. 289— 93).



Soru 19



Makedonya sorunu nedir ve Jön Türk faaliyeti üzerin­ de nasıl etkileri olmuştur?



Makedonya aşağı yukarı üç O sm anlI vila ye tin i (Kosova, Selânik, M anastır) kapsayan ve birçok uluslardan insanın oturduğu b ir bö l­ gedir. Bu bölgenin büyük b ir parçası A yastafanos Antlaşm asıyle B ul­ g a rista n ’a verilm iş, fa ka t Berlin Antlaşm asında yeniden Osm anlı Dev­ letine iade edilm işti. B u lg a rla r buranın kendilerine b ir ara verilm iş bulunduğunu unutm ayarak, 1897'den başlayarak, bölgede yoğun bir ted hişçilik faa liye tine girişeceklerdi. G erçi üç vilâyetin nüfusunda 1,5 m ilyonla (B ayur’a göre çoğu Türk, azı Arnavut) M üslüm an la r baş­ ta geliyordu ama, H ıristiyan A vrup a’nın genel eğilim i, M üslüm anları dem okratik hakları olabilecek b ir insan top luluğu saymak yönünde pek değildi. 900.000 nüfusla B u lg a rla r H ırlstiya nla r arasında başta geliyor, peşlerinden Rum lar (300.000), S ırpla r ve U lahlar (yüzer bin) takip ediyordu. Bölgede bu un surlar karm akarışık durum da o tu ru yo r ve onun İçin de, A vrupalIların kafasında buranın ergeç Osmanlı ege­ m enliğinden çıkm ası m uhakkak sayılm akla birlikte, bölgenin b ü tü ­ nüyle ya da parça parça kim e a lt olacağı büyük b ir sorun oldu ğun­ dan, kuru lu düzen sürüp gidiyordu. Bu arada B ulgarlar, ö b ü r un­ surları kaçırtm ak ya da sindirm ek ve bu yoldan kendi haklarını Av­ rupa kam uoyuna duyurm ak için ted hişçilik, propaganda v.b. y o lla r­ dan yara rlan ıyorla rdı. Ö bür unsurların da b ir takım karşı hareketleri şüphesiz vardı. Osmanlı yönetim i İse, M akedonya’da egem enliğini sürdürebilm ek İçin asayişi sağ la yabild iği görüntüsünü verm eğe ça­ balıyordu. B ulgarlar. 1902’ye değin müzmin olara k sürdürülen bu faa liye ti, 21 Eylül 1902’de, 1876’da kendilerinin B u lg a rista n ’da, E rm enllerinse daha sonra A na do lu’da yer yer ve İsta n b u l’da denedikleri üzere, ge­ 45



nel bir ayaklanm aya dönüştürm ek istediler. B ir ay ka d a r süren a ya k­ lanm a bastırıldı ama, Avrupa kam uoyunun d ikka ti yeterince çekilm iş olduğundan, zaten Berlin Antlaşm asının öngördüğü Avrupa de n e ti­ m inde G iritva ri ıslahat, gündeme girdi. A ralık 1902'ae A bdülham it üç vilayete Genel M ü fe ttiş olara k Hüseyin Hilmi Paşayı atadı ve b ir d izi ıslahat ted birini yürü rlüğ e koyduysa da, 1897 Rus-Avusturya an la ş­ ması gereğince Balkan siyasetleri eşgüdülm üş bulunan bu iki dev­ let, işe el koyarak daha kapsam lı bir program ge liştird iler. (M ake­ do nya’daki yoğun faa liye t, biraz da 1897 anlaşm asının b ir A rn a vu t Prensliği dışında, bölgenin Balkan devletleri arasınaa paylaşılm asını öngörm esinin sonucuydu.) Şubat 1903’de İki devlet «Viyana Isla h a t Programını» ortaya koydular. 2 Ağustosta B ulga r çete cile ri «Aziz Eli» adını alm ış olan ve 3 ay süren genel ayaklanm ayı başlatarak ıslahatın kökten b içim le r alm asını istediler. G erçekten de, İngiltere, M akedon­ ya'ya H ıristiyan b ir genel valinin atanm asını istedi. Çarla Avusturya İm paratoru M ürzsteg'de buluşarak Viyana program ının ötesinde b ir ıslahat program ı ha zırlad ılar ve Büyük D evletlerin onamını aldıktan sonra bunu Babıâliye verd ile r (9 Ekim 1903). Bunun en önem li hü ­ küm lerinden biri, Genel M üfettişin yanına denetçi ve m üfettiş d u ru ­ munda bir Rus ve b ir A vusturyalI m em urun verilm esiydi. Diğeri, b ö l­ ge jandarm asının başına bir yabancı generalin gelm esi, yabancı su­ bayların da jandarm ada görevlendirilm esiydi. G eneral b ir İtalyan'dı ve M akedonya 5 bölgeye ayrıldı ve her bölgeye b ir Büyük Devletten 25 subay verildi (Almanya bu İşe girm eyi kabul etm edi). A yrıca üç v ilayet bütçesinin Osmanlı Bankasınca denetlenm esi öngörülüyordu. Bunun yalnızca b ir 'ara d u ra k' olduğunu, çete faa liye tinin d u rm a­ dığını söylemeğe hacet yok. Fakat M akedonya, M ekteb-i Harbiye m e­ zunu genç subayların b ir ulusçuluk okulu oldu. Ulusları için yapm a­ dığını bırakm ayan çetelerin, Osmanlı subaylarının önünde canlı b ire r örnek oldukları şüphesizdi. A yrıca, yılda ancak 6 ay m aaş a la b ile n Osmanlı subaylarının,' kerli fe rli A vrupalI m eslekdaşlarının yanında eziklik duydukları da m uhakkaktı. Şunu da belirtm eli ki, A bd ülham it yönetim i, alaylı subaylara göre daha az sadık, fa k a t savaş sanatın­ da daha b ilg ili oldukları için, Harbiyeli subayları İs ta n b u l’da tu tm a ­ mak ve Devletin en duvarlı noktası olan Rum eli’deki iki orduya gön­ derm ek hususunda özen gö steriyordu. Rum eli’deki m ektepli subay yoğunlaşm asının ve bunların oradaki yaşantılarının, A bdülham it is tib ­ dadına son verm ekte kesinlikle e tkili olacağını göreceğiz. Subaylarla ilg ili bu durum dışında, M akedonya sorununun ba şka b ir etkisi daha olm uştur. Ermeni sorununun Devletin geleceği kon u­ sunda yara ttığı büyük kaygıların, Y un an istan’a karşı kazanılan za­ 46



ferle önem li ölçüde h a fifle d iğ in i ve bunun Jö n T ürk hareketini nasıt olum suz etkilem iş olduğunu gördük. Şim di, M akeaonya sorununun bu biçim de pa tlak verm esi, Devletin geleceği hakkındaki tasaları yeniden yoğunlaştırdı. Fransız m ahm ilerinin (OsmanlI uyruğu o lu p sonra yabancı him ayesi altın a girerek kapitülasyon düzeni çerçeve­ sinde fiilen o devletin uyruğu im işçesine m uam ele gören kişiler) b ir alaca kları yüzünden M id illi Adasını işgal ederek ganbot diplom asisi uygulam asına girişen Fransa'dan (1901) sonra, M etroviçe ve M anas­ tır konsolosları öldürülen Rusya, donanm asını İğneada’ya gönde­ rerek bazı öd ün ler elde etti (1903). Aynı yıl, Avusturya ve İtalya d o ­ nanm aları S elanik'te gövde gösterisi yaptılar. 1905 yılında, Rusya ve A vustu rya’nın girişim iyle, üç vilayette m alî yönetim in Osm anlI Ban­ kasında olm ası ve Hilmi Paşanın yanındaki Rus ve A vusturyalI 2 m em urdan başka, malî işleri de denetlem ek üzere ö b ür 4 büyük dev­ letin de m urahhaslar ataması önerildi. O sm anlı hüküm etinin bunır kabul etmemesi üzerine, Alm anya dışındaki 5 devlet donanm a gön­ derip M id illi ve Lim ni adalarının güm rük ve po stahanelerini işgâî ettile r. Bunun üzerine, Büyüklerin istekleri kabul edildi. Dış m üda­ halelerin bu düzeye varm ası. Ermeni sorununa göre işlerin daha da çatallaşm ış olduğunu gösterir. Bu gelişm elerin, »Bu devlet nasıl kurtarılabilir?» kaygılarıyle davranan Jön T ü rkle ri kam çılam ış olduğu şüphesizdir. Soru 20



Rus - Japon savaşının etkileri neler olmuştur?



Ruslar 1890’dan sonra Uzak Doğuda geniş b ir yayılm a fa a liye ­ tine g iriştile r. 1891'de Sibirya dem iryolunun yapım ına başladılar. Ya­ yılm anın başlıca hedeflerinden biri, bu sırada büyük b ir zaaf içinde olan Çin ve özellikle M ançurya idi. B okser isyanı üzerine Rusya M an çurya’yı işgal etti (1900). Ruslar buradaki İşgallerine son ve r­ meye yanaşm adıkları gibi, Japonya’nın göz dikm iş olduğu Kore’ye de el atm ağa niyetlenm eleri Jap on ya’yı, kendisini önemsemeyen Rusya’ya karşı savaşa itti (8 Şubat 1904). Zaten, Japonya, 1902’de Rusya’nın C.in’deki yayılm asını kaygıyle izlem iş olan Ingiltere ile b ir ittifa k andlaşm ası yaparak, kendisini sağlam a alm ış bulunuyordu. Bütün A vrup a’nın hayret dolu bakışları önünde, Japonya, karada' ve denizde Rusya’yı peşi peşine yenilgiye uğrattı. Savaşa son ve­ ren Portsm outh A ndlaşm asıyle Rusya, Japonya'nın Kore'deki ön ­ celiğini tanıdığı gibi, boşaltm ayı kabul ettiğ i M an çurya’daki ha k­ larını da devretti. A yrıca Sakhalin adasının yarısı Japonlara ve ril­ di (5 Eylül 1905). 47



Rus Japon savaşının çok geniş ve derin yankıları oldu. B ir m u tla kıye t yönetim i olduğunu kıvançla ilân eden ve her tü rlü m u­ halefeti am ansız biçim de ezen Ç arlık İstibdadı, b ir Asya devleti önündeki bu yenilgiden ötürü derin b ir sarsıntı geçirdi. Hükümet, is­ teksizce fa ka t mecburen, yasadışı olan m uhalefete, dem okrasi yö­ nünde birtakım ö d ün ler verm ek durum unda kaldı. Yetersiz olan bu ödünler, m uhalefetin İştahını kabartm aktan başka b ir işe yaram adı. M eşrutiyet yönünde iste kle r çoğalırken, Ç ar an cak istişa rî yetkileri olan bir m eclisten sözedeblliyordu. Bu arada işçi hareketleri baş­ lam ış, ülkeyi gre vle r kaplam ıştı. İşçi Sovyetlerinin (m eclislerinin) ku­ rulm ası, orduda ve bahriyede İsyanlar, tam b ir İhtilal ortam ı yaratm ış bulunuyordu. Japon savaşının sonuçlanm asından sonra Çar, 30 Ekim 1905 bildirgesiyle yasam a ye tkile ri olan b ir m eclisi ve bazı dem ok­ ra tik hakları sağlayan b ir anayasayı kabul etm ek zorunda kaldı. Böylece liberal m uhalefeti sosya list m uhalefetten ayırm ayı başardı ve kom ü nist ih tila l denem esini bastırdı. Fakat a rtık Rusya'da istib da t son bulm uş, m eşrutiyet kurulm uş oluyordu. Bu olayların dünya üzerindeki yankıları da geniş oldu. Her şey­ den önce, b ir Asya ülkesinin A vrupa'nın büyük b ir devletini savaşta kesin b ir yenilgiye uğratm ası, A vrup alIların yenilm ezliği, AvrupalI olm ayanların kaderinin AvrupalIların söm ürgesi olm ak olduğu efsa­ nesini yıkm ış oluyordu. AvrupalI olm ayan u lu sla r da ga yret edip İlerleyebilir, çağdaş uygarlık düzeyine çıka b ilirle rd i -hem de, Jap on­ ların yaptığı gibi, ulusal kim likle rind en ve geleneklerinden fazla fe ­ d a kârlık etmeden. Bu olayın A vrupalı olm ayan uluslarda -bu arada ta b iî Tüı-klerde- ne büyük um u tlar uyandırdığı tahm in edilebilir. Hat­ tâ, A bd ülhom it’te putperest Japonlara İslâm lyeti kabul ettirm ek ha­ yallerinin dahi uyandığı rivayeti var. (K uran’a göre. A bdülham lt, Ja­ ponya İle siyasal iliş k ile r kurulm ası İçin İg llte re ’nln aracılığını, Japo nlar M üslüm an o lu r da h a life lik İddiasına ka lk a rla r diye, geri çe vir­ miş; İT, 193.) Bu doğru olm asa da, A b d ülham lt'te Japonya'ya k a r­ şı b ir sü re d ir derin b ir İlginin uyanm ış olduğu, 1889'da Ertuğrul adlı okul gem isiyle Japonya’ya b ir heyet gönderm esinden bellidir. (Ne yazık ki, gemi, İhtim al A bdülham lt donanm asındaki başka gem iler gib i çürütülm üş olduğu İçin, fırtın a ya tutu lu n ca , batm ıştır.) İkinci olarak, b ilin d iğ i gibi bazen b ir ülkedeki siyasal düzen de­ ğ işikliğ i benzer durum daki başka ülkelere de yayıla bilir. M utlakıyetin kalesi sayılan Rusya'da m eşrutiyetin kurulm ası, dünyanın kaçınılm az olarak dem okrasiye doğru yürüdüğünü gösteriyordu. Zira a rtık Av­ rupa’nın 6 Büyük Devletinden h içb iri m utlakıyet ya da d ik ta tö rlü k değildi. ABD b ir dem okrasiydi ve Japonya dahi m eşrutiyetle yönetl48



liyordu . Bu durum un e tkile ri gözükm ekte gecikm edi. İran'da, daha A ra lık 1905'de m eşrutiyetçi ih tilâ l başladı ve 5 A ğustos 1906’da Şah M uzafferüddin m eşrutiyeti ilân etm ek zorunda kaldı. 1908'de O s­ m a n l I Devleti m eşrutiyet oldu. 1906'da Ç in'de m eşrutiyete doğru b ir yönelm e oldu (1908'de b ir anayasa ilân ed ild i ama parlam entonun toplanm ası b ir türlü gerçekleşm iyordu), fa k a t bunun kâğ ıt üstünde kaldığı ve savsaklandığı anlaşılınca Ekim 1911'de ih tila l çıktı. Aynı y ılın sonunda Sun Yat-Sen cum hurbaşkanı seçildi. Sözü edilen dem okratik hareketlerde Rusya örneğinin etkisini g ö ­ re b iliriz. B ir de şu var: özellikle O sm anlı Devleti, Iran gibi Rusya'nın fa a l olarak karışab ildiğ i yerlerde. Ç arlık hüküm eti Duralarda m utlakiy e ti destekliyor, dem okratikleşm e girişim le rin i önleyici te d b irle r a lı­ yordu. Böylece hem kendi m utla kiye tini uluslararası alanda payandalam ış oluyor, hem de bu ülkelerde -m innet borcu a ltın daki hü­ küm d arla rına daha kolay söz ge çire b ild iğ i için - diled iğ ini yap tıra biliyordu. Ö rneğin, Çarların gerek A bdülaziz’i, gerekse A bd ülham it’I -m utlak hüküm dar olm aları ve kalabilm eleri ve yaınız bunun içinde stekle diklerin i biliyoruz.



Soru 21



1906 yılına değin özgürlükçülerle İlg ili başlıca o layla r nelerdi?



Burada 1906 yılına değin çeşitli ö rg ü tle rin fa a liye tle ri kısaca an­ la tıla caktır. Erm eniler, 1895-6 olayları sonunda ken dilerini tatm in edecek esaslı b ir sonuca ulaşam am ışlardı. Muş, Adana gibi bölge­ le rde zaman zaman çıkardıkla rı ka rışıklıkla r da küçük çapta olay­ lardı. Bunun üzerine 1905 yılında Edouard Jo rrls nam ındaki b ir Bel­ çika lı an arşistle anlaşarak, A bdülham it'e karşı b ir suikast düzenle­ diler. 21 Temmuz günü Cuma selam lığı için her zam anki gibi Yıldız C am iine giden Padişahın tam oradan ayrıldığı anda patlayacak bir bomba hazırlandı. Bomba selam lığı görm ek isteyen Dir yabancı gez­ gin gibi oraya gelm iş olan J o rris ’in at arabasında gizliydi. Patlam a­ dan az önce A bd ülham it'in birisiyle b ir şey konuşm ası onu kurtardı. S uikast am acına ulaşsaydı, İstanbul'da büyük karg aşa lıklar çık a rıla ­ cağı anlaşılıyor. O layda 26 kişi öldüyse de Jo rris, Belçika hüküm e­ tin in kapitülasyon h u k u k u n d a yara rlan ara k yapm ağa kalkıştığı m ü­ dahale üzerine, A bdülham it tarafından bağışlandı ve 500 altın ihsan­ la salıverildi. Hattâ A bdülham it'in A vrup a’da onu hafiye olarak ku l­ lanm ış olduğu da söylenm ektedir. 1904 yılında önem lice sayılabilecek bir olay aa, serhafiye Ah49



F: 4



m et C elâlettin Paşanın Jön T ürk olm asıydı. A bd ülham it’in Jön T ü rk lere karşı davranışlarından ve onla ra verilen sözlerin tutulm am asından ötü rü canı sıkılan Paşa, M ısır'a kaçtı. Karısınaan kalan serve ti kullanarak, Jön T ürklere yardım larda bulunuyor ve d u sayede M us­ tafa Fazıl Paşanın Yeni O sm anlIların başına ge çtiği gibi. Jön T ürklerin başına geçebileceğini um uyordu. Bunun için girişim lerde bu­ lunm uş ve b ir layiha düzenlem işti. M erkeziyet-adem im erkeziyet ko­ nusuna girm ekle birlikte, ön de r olabilm ek için olacak, uzlaştırıcı b ir görüş ileri sürm üştü. (Daha sonra kendisi herhalde İT'nin karşısın­ daki S abahattinci m uhalefete katılm ış olm alı ki. Hareket O rdusunun gelişi üzerine İstanbul'dan kaça nlar arasında o da vardı.) Fakat bel­ ki bu yönde um duğunu bulam adığı için, A bdülham it'e karşı b ir sui­ kast g irişim i hazırladı. Suikastı Ethem Ruhi ve A rif (Keçi) Beyler ya­ pacaklardı, fa ka t İkincisi İstanbul'da, üzerinde bom balarla yaka la nın­ ca iş kaldı. B ir rivayetten anlaşıldığına göre, A bd ülham it-ihtim a l bu suikast girişim ine karşılık olm ak ve kendi güvenliği açısından- Sürey­ ya adında birine C elâlettin Paşa’nın vurulm ası işini havale etm iş ve o da b ir yabancıyı görevlendirm iş. (Bu konuda b ilin en ler bu kadar.) Bu arada S ab ah attinciler 1906’da çıkm ağa başlayan T erakki ga­ zetesini Türkiye'ye sokm ak; İstanbul (Vefa İdadisi öğrencisi S atvet Lutfi), İzm ir (Necdet ve Faiz Beyler), Erzurum (Hüseyin Tosun ve Serdarzade Sıtkı Beyler), Trabzon (Hicabi ve Sancakbeyizade M ehm et Beyler), Kastam onu, Ege Adalarında ö rg ü t kurm ak; Veliahd Reşat Efendi ile haberleşerek ondan, tahta geçince m eşrutiyet yönetim ine gitm ek vaadini alm ak, bu sözü S ir Edward Grey ve M. Clem enceau’ya iletm ek gibi faa liye tlerde bulunuyorlardı. 1907'de olm akla birlikte, belki daha önem li b ir iş, T rablusgarp Askerî Rüşdiyesinde Fransızca öğretm eni olup daha sonra A vrupa'ya kaçan Hüseyin Tosun Beyin Kafkasya yoluyle Erzurum 'a gitm esi ve rüsum -u şansivye ile hayvanat-ı ehliye rüsum u adındaki yeni verg ile ri İleri sürerek burada isyan çıkartm asıydı. İsyan sırasında Erzurum çarşısı b ir ha fta kapalı k a l­ mış, fa ka t sonunda isyan sonuç vermemiş, H. Tosun da yakalanm ıştı. Am a bu sayede yeni ve rg ile r hiç b ir yerde uygulam aya sokulamad» (Bayur I, 1, 339). 1902'de Kuleli A skerî İdadisinde T rabzonlu Ahm et Bedevî (K ur­ an), Darendell İsmet, N işancalı M azhar ve Bosnah Veli İh tila lci As­ kerler Cem iyetini kurdular. Cemiyet, ba?ı gizli b ild irg e le r da ğıtm ak­ tan başka. A bd ülham it’e karşı suikast de tasarlıyordu. B irinci sui­ kast girişim i, suikastı yapacak olanın vazgeçm esi üzerine boşa git tikten sonra, ikinci girişim tam J o rris 'in bom balı suikastının yapıldığı gün, Kırşehirli Rıza’nın, A bd ülham lt'ln d ik k a tin i çekip b ir dilekçe vı ı 50



mesi olm uş (bunun neresi suikast, pek anlaşılm ıyor). K uran'ın a n la tışı­ na göre, bu girişim hiç b ir sonuç verm em iş, üstelik A bdülham it bu sayede bom badan kurtulm uş (Rıza da a ske rlikte n çiKarılmış). O rta ve yüksek öğrenim öğ ren cile ri arasında hayli yaygın ö rg ü t­ lenm eler bulunduğunu görüyoruz. B unlardan biri. Vefa İdadisinden sonra M ercan İdadisine geçen Satvet L u tfi’nin de içinde bulunduğu ve Hâm it (Ongunsu), Ferit Necdet, Nam ık Zeki (Aral), Dr. M ahm ut Beylerin Eylül 1904’de kurd ukları Cem iyeî-i İnkılablyedir. Cem iyetin yayın uzvu M ecm ua-i İnkıla biye’dir. Hücre biçim inde örgütlenen bu gençlerin örg ütü başka öğrenim kuru m larıyle de tem aslar kurm uş­ tur. Ö rneğin, Harbiye, Askerî Tıbbiye, Topçu, Bahriye, Halkalı Z ira a t M ektepleri ve D aıüşşafaka ile işb irliğ i ve b ir Ham iye ve Yüksek M ektepler ittiha dı meydana ge tirilm işti. A b d ü lh a m it’ın Osmanlı vera­ set usulünü değiştirerek, oğlu Burhanettin Efendiyi Veliahd yapaca­ ğı, hatta onun lehinde tah ttan ferag at edeceği söylen tileri üzerine, bunu protesto eden b ird irg e le r dağıtılm ıştı. Daha sonra Satvet Lutfi'n in evi basılm ış, kendisi de İngiliz Büyük E lçiliğine sığınm ak üze­ reyken, yakalanıp H ürriyetin ilânına değin tu tu klu kalm ıştır.



Soru 22



A vrup a'da ki ö rg ü tle r 1906 yılında ne gibi gelişm eler gösterdi?



1902 Kongresindeki bölünm eden sonra Jön T ü rkle r b ir dağınıklık dönem ine g irm işle rdir. Recep Paşa darbesi uygulam aya sokulam ayınca, S ab ah attinciler bir süre hareketsiz kaldılar. A. Rızacılar ise zaten şiddet hareketlerine karşı çıkıyorlardı. Gerçi Kongrede czınlıkta kalm ışlardı ama, S ab ah attincilerin çoğunluk olması özellikle M üslüm an olm ayanların desteğiyle idi. Bu son un cula r ise Kongre­ den sonra kendi âlem lerine dalm ışlardı. İlginç b ir nokta, 1902-6 dönem inde A. Rızacıların İT adını k u l­ lanm amış olm alarıdır. Bunların başlıca önem li faa liye ti, 10 Nisan 1902’de M ısır'da çıkarm ağa başladıkları Şûrâ-yı Ümmet dergisi o l­ m uştur (bunun yönetim inde Sami Paşazade Sezai’nin, S illstre li Hamd i'n ln , Ahm et F erit Beyin adları geçm ektedir). İlk sayıda çıkan p ro g­ ram daki (M ardin 186-7) am a çla r şöyle özetlenebilir: 1) O smanlı Dev­ letinin siyasal bağım sızlık ve top ra k bütünlüğünü he r tü rlü yabancı müdahaleden korum ak ve «iade-l şevketine» çalışm ak; 2) M e şru ti­ yeti kurm ak için Kanun-u Esasiyi yürü rlüğ e sokm aya çalışm ak; 3) Islahat O sm anlIların çabalarından beklendiğine göre, O sm anlIları bu yönde aydınlatm ak ve uyarm ak, O sm anlı ulusları arasındaki bağları 51



ve yakınlığı ge liştirm e k; 4) Hüküm et başındakiler! ih tiy a ç la r ve çağdaş İlerlem eler konusunda aydınlatm ak ve görevini yapm ağa «davet ve icb a r etmek»; 5) O sm anlIların en ileri ulusların düzeyine çıkm ak is ti­ dadına sahip olduğunu tanıtlam ağa çalışm ak; 6) Osmanlı haneda­ nını Saray esaretinden kurtarıp bilim den haberli kılm ak ve ülkeye ya­ ra rlı olacak biçim de hanedanın h ilâ fe t ve sa lta n a tta kalm ası için çaba gösterm ek. Daha önce gördüğüm üz, 1895'de Fransızca M eşveret’te a çıkla ­ nan program a göre, bunun, daha çok örg ütün malı olduğu söylene­ bilir. O rtak noktalar, m üdahaleye karşı çıkılm ası, O sm anlıcılığın vu r­ gulanm ası, şiddete iltifa t edilm em esidir. Ne va r kİ, bu yeni pro gra m ­ da şiddetin reddi daha önceki program denli kesin a e ğ ild ir ve «İcbar etmek» sözü bazı açık kap ılar b ıra kır gibidir. Osm anlı ve Doğu ya­ şayışının özgünlüğünü korum ak söz konusu olm am akta, m eşrutiyeti geri getirm ek esası vurgulanm aktadır. M ardin'e göre, hanedanın ya­ şayışında ge tirile cek düzeltm elerden söz edilm esi, Tunalı Hilmi ve A bdullah Cevdet gibi hanedanın gereksizliği türünden düşünceler besleyenlere karşı b ir tepkiydi. Bu doğru o la b ilir, fa k a t Sarayın dış görünüş dışında, eski geleneklerini büyük ölçüde sürdürm ekte oluşu, bu yönde b ir düzeltm eyi çok gerekli k ıla r m ahiyetteydi. Yeni O sm anlIlar kuşağı aydınlarının toplanm a yerlerinden biri Sami Paşanın konağı olm uştu. Onun oğlu Sezai Bey, 1906 yılına değin Şûrâ-yı Üm m et’in başyazılarından birçoğunu yazdı. Kendisi, Nam ık Kemal ve V ic to r Hugo’nun hayranı, «siyasî» b ir rom antikti. Bu yıllarda Recep Paşa fiyaskosundan sonra S abah attin'in de kendini bilim sel çalışm alara verd iğ ini görüyoruz. BaDası D. M ahm ut Paşanın malı olup, 1900'den beri önce Londra, sonra F olkestone'de yayım lanm akta olan O sm anlı gazetesi 16 Nisan 1902 tarihinden baş­ layarak, yani 1. Jön Türk Kongresinden sonra, «Ittihaı ve T erakki Ce­ m iyetinin» uzvu olm aktan çıktı, «Hürriyetperveran Fırkası Cemiyet-I M erkeziyesinin vasıta-i neşriyatı» oldu. 1903'de D. M ahm ut öldü. O sm anlI’yı çıkaran Ethem R u hi; Sabahattinin adem i m erkeziyetçi gö ­ rüşlerine katılm ıyordu. Anlaşılan Sabahattin bu sırada gazete sah i­ bi olm ak konusunda pek hevesli de değildi. S ab ah attin’in m uvafakati ile E. Ruhi gazeteyi Kahire'ye götürdü. Hidiv Abbas H ilm i ile Mohınot A li Halim Beyin m alî desteği sağlanm ış bulunuyorau (Osmanlı I olkestone’de en son 15 M art 1903’de çıktı, Kahlre’dekl İlk mıyı 15/8/1903 günlüdür). S ab ah attincilerin H ürriyetperveran Fırkam ko nusundaki bilgilerim izin azlığı, belki de bu örg ütün fazla hlr vm lık gösterem em iş olm asının b ir göstergesi sayılabilir. Durum bu merkezdeyken, 1906 yılında Parlste önem li lılı kıpır52



dönma başlam ıştır. Kuran ve M ardin bunu b ir ölçüde P aris’e yeni kaçan Dr. Bahaettin Ş akir'in k işiliğ in e bağlıyorlarsa da (M ardin, B. Ş akir'i Parti Sekreteri m evkiine geçen S ta lin 'le karşıla ştırıyor), bun­ da, 1905 olaylarının büyük payını da aram ak gereKlr. Bunların ba­ şında, daha önce incelediğim iz Rus-Japon savaşının ve Rus ih tila li­ nin e tkilerin i görüyoruz. Sonra, belki aynı olayların e tkisiyle A bdülham it'e 21/7/1905'de E rm enilerce yapılan bom balı suikastı, 26/11/1905’de M akedonya’da zorla ıslahat yaptırm ak için Alm anya d ı­ şındaki beş büyük devletin M id illi'ye ve daha sonra Lim ni’ye asker çıkarara k güm rük ve P.T. d a ire lerini işgal etm eleri olaylarını da unutm am alıdır. E rm enilerin g irişim i Jön T ürkle rin uyuşukluğunu, Makedonva işi de Devletin yeni b ir bunalım ve parçalanm a, belki to p ­ tan dağılm a dönem ine girm ekte olduğunu sergiliyorau. A rtık yeni b ir başlangıç, ciddî bir örgütlenm e zamanı gelm işti. İşte bu sıralarda, B. Ş akir bütün Jön T ü rkle ri b ir ö rg ü t içinde toplayabilm ek için S abahattin'le tem as etm iş ve B. Şakir, Sabahat­ tin, A. Rıza, Sami Paşazade Sezai, Dr. N. Reşat. Dr. Nâzım, Dr. Sabri, Fazlı A. H. M ithat, Hüseyin Tosun, M ilaslı M ura t to p la n tıla r yap­ m ışlardır. Sonuç olarak S abah attin'in program ını ortaya koyması is­ tenmiş, o da adem im erkeziyet esasını ileri sürünce, birleşm enin olanaksızlığı anlaşılm ıştı. Bunun üzerine ayrı ayrı örgütlenm elere gidilm iş, gördüğüm üz gibi S abahattin, O sm anlı H ürrıyetperveran Ce­ m iyeti adından vazgeçerek Teşebbüsü Şahsî ve Adem i M erkeziyet C em iyetini kurm uş, T erakki gazetesini çıkarm ağa başlam ıştır. Böylece 1902 Kongresinde beliren bölünm e kesin b ir biçim alm ıştır. M a r­ din, B. Ş akir'in girişim iyle başlayan görüşm elerin aradaki bö lü n­ meyi kesinleştirm eyi am açlam ış olabileceği düşüncesindedir. Daha sonra M ısır'da bu bölünm eyi giderm eyi am açlayan, fa k a t S ab ah attin’e eğ ilim li olduğu anlaşılan Cem iyet-i Ahdiye-I O smaniye kuruldu. Bu Cem iyetin bildirge sind e çeşitli m ille tle rin «faaliyeti infiratkâranede» bu­ lundukları kayd ed iliyor ve bütün unsurların birleşm esi ge rektiğ i b e lir­ tiliyordu . Ayrıca, istibdadın yıkılm asının yetm eyeceği, Kanun-u Esa­ side tanınan hakların ve yönetim de tevsi-l m ezuniyet ilkesinin seçlkleştirllm esi ve genişletilm esi gerektiği söyleniyordu. Bu kuruluşa A rapcılık dâvasının karışıp karışm adığı sorulm ağa değer b ir sorudur.



A. Rızacılara gelince, İttih a t ve T erakki ism ine 1902 K ongres den beri fazla iltifa t etm ediği anlaşılan bu grup, yeni b ir ham le yap­ tığını belli etm ek için, b ir de ğişiklik yaparak Osmanlı T erakki ve İttih a t C em iyeti adını benimsedi. Bu yeni kuruluşun özelliği, yayın faa liye ti dışında geniş ve ciddî b ir örgütlenm e atılım ına girm esiydi. Yeni Cem iyetin bu yanı, ayrıntılı tüzüğünden, b ir şifresi bulunm a­ 53



sından, yazışma de fte rind eki m ektupların sayısından (296) belli o l­ m aktad ır (Kuran İT JT, 194— 225). B. Ş a klr ve Dr. Nâzım 'ın a ğ ır bas­ tığı bu örgüt, sonuç alm ak isteyen, biran önce Osm anlı ülkesinde ve dışında yaygınlaşm ak, kökleşm ek kararındaki b ir ö rg üttür. Yazışm a­ ların yapıldığı başlıca ye rle r B ulgaristan, G irit, M ısır, Bosna Her­ sek, Kıbrıs, Romanya, Kafkasya, İstanbul, Selânik, Trabzon, İzm ir'dir. 1906 yılında Şûrâ-yı Ümmet gazetesi M ısır'dan Paris’e taşındı. Cem iyetin nizam nam esi (Tunaya SP, 123— 6), Cem iyetin vatan ve m illetin m utluluğunu isteyen Osmanlı yurtseve rle rince »daimî» b ir si­ yasal cem iyet olara k kurulduğunu açıklam aktadır. »Daimî» sözcüğü herhalde cid diye ti dile getirm ek İstem ekte, belki bu bakım dan önce­ ki örgütlenm elere göre farkı an latm aktadır. Am aç, çağdaşlığı, «kavmî» âdetlere ve ih tiyaçla ra uygun olara k yaym ak, Osmanlı ulusları arasında «vatanperverane ve insaniyetkâr» b ir b irlik için çalışm ak. Devletin siyasal bağım sızlığını ve top ra k bütünlüğünü korum ak ve ona eski gücünü verm ek, Osmanlı hanedanı hila fe tte ve salta na tta kalm ak üzere m eşrutiyetin ladesi ve genel ıslahat yapılm asıdır, (md. 2— 5). G örüldüğü gibi, amaç, m eşrutiyeti getirm ekle sınırlan dırılm a­ mış, geniş kapsam lı tutulm u ştur. Cemiyete, cins ve mezhep ayırdetmekslzin kadın ve erkek herkes g ire b ile ce ktir (md. 6). Ne v a r ki, 2/6/1906 günü B ulgaristan'da Kızanlık şubesine yazılan b ir m ek­ tupta, «Biz gayri m üslim bir O smanlıyı cem iyetim ize alırsak ancak bazı şa rt dahilinde alabiliriz.» denm ektedir. Hemen ardından, M üslü­ m anlık dahi b ir yana itilerek, «Cemiyetimiz hâlis b ir T ürk cem iyeti­ dir.» denm ektedir. G öreceğim iz gibi, gerçek, bu son cüm lenin içinde dile g e tirilm iştir. A yrıca, bildiğim iz kadarıyle bu dönem de Tİ'nln ya da İT'nin gerçekte h içb ir kadın üyesi bulunm adığı da b e lirtilm e lid ir. Ha­ tırlana cağ ı gibi, 1895— 6 Nizam nam esinde de böyle b ir çağdaşlık taslam ası vardı. Nizam nam eden, Cem iyetin hayli gevşek b ir yapıya sahibolduğu, para sorununun büyük önem taşıdığı izlenim i edinilm ektedir. Ö rgüt, şubeler ve Heyet-i M erkeziyeden oluşm aktadır. Nizamname-I Esasiyi kabul eden ve kendi Nlzam nam e-l D ahilisini Heyet-I M erkeziyeye m ü­ hürleten şubeler Cemiyete katılm ış sayılıyordu (md. 9). İçişlerinde ve yerel konularda «serbest» olan şubeler, g e lirle rin in en az yarısını Heyet-i M erkeziyeye gönderm ek zorundaydılar. Her şube, bütçesi elverdiği takd irde her tü rlü m asrafını karşılam ak şartıyle Heyet-i Merkezlyeye katıla cak b ir üye seçebilirdi. Heyet-i Merkeziyeye üye gönderebilen şube sayısı 5‘ten az olursa, ö b ür şubelerden ve yabancı ülkelerdeki üyelerce 5’e çıkarılıyord u b u nlar (md. 11— 2, 15). Nizam ­ namede, B. Ş aklr ve Dr. Nâzım gibilerden beklenebilecek ve 1907 54



J ö n Türk K ongresindekine uygun b ir eylem cilik havası pek sezilm em ekted ir. Yalnız. Heyet-i M erkeziyede azınlığın, çoğunluğun kararını yürütm ek ya da istifa etm ek zorunda oldu ğu hükmü v a rd ır ki, Tİ du rum u nda ki bir kuruluşta norm al sa yıla b ilir. Bunun dışında, 1908 İT Nizam nam esinde görülecek olan, davaya ihanet edenler için dü ­ şün ülm üş ayrıntılı cezalandırm a hüküm lerine yer verilm em iştir. T er­ sine, kültü rün ilerlem esine hizm et yönüne a ğ ırlık verilerek (md. 26). ve hattâ «Heyeti merkeziye, maksadı cem iyeti ta kip eden her fırk a ­ ya hattâ bu yolda hüküm ete bile m uavenette bulunacaktır.» (md. 30) g ib i bir hüküm le ih tila lci değil, ıslahatçı b ir havaya girilm e kte dir. N i­ tekim üyelere e ttirile n yem in de aynı ılımlı ha ttâ gevşek havadadır: «Sultan A bdülham idi S ani'nin idarei keyfiye ve m üstebidesi devam e ttikçe , Kanunu Esasiyei O sm aniyenin ahkâm ı m evkii icraya vazolun m adıkça hüküm eti Osmaniyeye arz ve dehalet ve hizm et etm iyeceğim e, daim a maksadı cem iyete sadık ve hâdim kalacağım a, esra­ rı cem iyeti ifşa etm iyeceğim e ve cem iyet namına gönderilen ianatı d e rh a l cem iyete teslim edeceğim e din ve nam usum üzerine...» Dik­ kat edilirse burada A bd ülham it’in ta h tta n in dirilm esi talebi yoktu r, ve m eşru tiyeti kurduğu takdirde, A bdülham it yönetim ine hizm et kapı­ sının açılacağı anlam ı çıkab ilm e kte dir. Nizamname, Cemiyete Heyeti M erkeziyenin b ir reis seçebileceğini öngörm üş olm akla b irlik te (md. 20), Cemiyet, e şitçilik uğrunda bu yola gitm em eyi yeğ le m iştir (Kuran İT JT 196). Bu. A. Rızayı seçmek zorunda kalm am ak için de b ir çare olara k görülm üş o la b ilir (başkası seçilecek olsa, buna A. Rıza taham m ül edemezdi). Nizam nam enin para işine önem verm iş olduğunu gördük. Fakat M ısırlı beyzadelerin Yeni O sm anlIlar devrinde olduğu gibi bu ihtiyacı geniş ölçüde ka r­ şılad ıkları anlaşılıyor. B unlar arasında M ustafa .Fazıl Paşanın oğulları M ahm ut B. ve Prens M ehm et A li Paşa, Prens S alt Halim Paşa vardı. B irin cisi A. Rıza'ya M eşveret'in çıkarılm asında ve yabancı dilde ya­ zışm alara yardım etm ekle görevliydi. İkin cisi, hesap işlerine bakan Dr. Nâzım ’a «nezaret» ediyordu. Ücüncüsü T İ’nln ıtıüfettişlydl. 1895— 6 Nizam nam esiyle karşıla ştırıld ığ ın da , 1906 Nizamname­ sinin doğrudan eylem e geçmesi zor, y u rt dışı b ir örgütün izlerini ta ­ şıdığı söylenebilir. Hücre örgütlenm esine gidilm ediği gibi, şubelerin kendi Nizam nam ei D ahilileri olm ası öngörülm üştü. Bu son durum , b ir çeşit fe d e ra tif yapıya işa rettir. B ir bakıma gerçekçi b ir ta vır s a yıla b ilir bu, zira y u rt dışında az çok alenî çalışan b ir Heyeti M er­ keziyenin y u rt içinde g izillik ve polis baskısı altın da çalışan şube­ leri deneti altında tutabilm esi, onların örgütlenm e ih tiyaçla rını ön­ görebilm esi zordu. 1906 Nizam nam esinin öncekinden başka b ir farkı, 55



isim tasrih ederek A bd ülham it’i hedef alm asıydı. Böyle b ir ‘sertle ş­ m e’ 1897 T aşkışla divanıharbinin ve A b d ülham it'in 1897 m ütareke­ sinden sonra kendisinden beklenen yum uşam ayı gösterm em iş olm a­ sının b ir sonucu sayılabilir.



Soru 23



Şam ’da



kurulan



özgürlükçü



ö rg ü tle r



hakkında



ne le r



biliyo ruz? 1320’de, yani 1904’de ya da 1905’in başında, Şam’da Vatan ad ın­ da b ir ö rg ü t kuruldu, ö rg ü t tica re tle uğraşan, Ham idiye çarşısında dükkân sahibi ve Şam 'da sürgün bulunan Dr. M ustafa (sonradan Corum m illetvekili M ustafa Cantekin). Dr. Yusuf, Eczacı Raşit Tah­ sin, B ayta r Mehm et, Kim yager Hüseyin, Kâzım, L û tfi’den oluşuyordu. Son iki isim dışındakilerin çoğunluğu o lu ştu rd u kla rı ve m üspet ilim ­ le uğraşan m eslek sahipleri oldu kları, subay o lsa la r da m uharip sı­ nıftan olm adıkları d ik k a ti çekiyor. Ş am ’da ordu b irlik le ri arasındaki asıl önem li örgütlenm ede ro l oynam ış olan M ustafa Kem al’e gelince: 1902’de H arbiyeyi bitiren M. Kemal, özgürlükçü yayınları İzlemekle b irlikte , b ildiğim iz kadarıyle herhangi b ir gizli ö rg üte katılm am ış, yalnız elle yazılm ış gizli b ir gazete çıkarırken yakalanm ış, fa ka t olay örtb a s ed ilm iştir. 11 O cak 1905'de, M. Kemal, E rkânıharp Yüzbaşısı olara k Erkânıharbiye (Harp Akadem isi) sınıflarını bitirdi. Bu sırada bazı arkadaşıarıyle b ir a p a rt­ man dairesi kira laya rak orada to p la n tıla r yap tıkları için tu tu k la n d ıla r ve M. Kemal birkaç ay tu tu klu kaldı. S a lıv e rd ik le rin d e , sta| yapm ak üzere 2. (Edirne) ve 3. (S elânik-M anastır) o rd ularında ki b irta kım birlikle re ku r'a ile ata naca kla rı, ara la rın da an la şırlarsa kur'aya ge­ rek kalm ayacğı b ild irild i. Bunun üzerine, ara la rın da çarça bu k anlaş­ m aları şüpheyi çekti ve 2. orduyu seçenler E rzincan’da 4. O rduya, 3. O rduyu seçenler Şam ’daki 5. O rduya a ta n d ıla r (5 Şubat 1905). Esa­ sen, M. Kem al'in dosyasında «M em leketi olan S elânik’e vesaiti sehile (kolay vasıtalarla) İle gidem iyeceğl b ir yere gönderilm esi» kaydı vardı. 1906 yılı içinde (kaynaklar, ilkbahar, yaz, Ekim, A ralık ha ttâ 1905 gibi çok çe şitli ta rih le r üzerinde d u ru yo rla r: S elânlk’e g ittiğ in d e O s­ manlI H ürriyet Cem iyetinin henüz kurulm am ış olduğu kabul e d ilir­ se, bunun erken b ir ta rih olması gerekir) M. Kemal, Dr. M ustafa, 30. Süvari Alayı Kumandanı Bnb. Lütfi, M. Kemal gibi stai yapm akta olan M üfit (sonradan K ırşehir m ille tve kili M ü fit Özdeş), Dr. M ahm ut İle Vatan ve H ürriyet Cem iyetini kurar. M. Kemal, Bnb. L ü tfl’nln (bü­ 56



yük ih tim alle Vatan Cem iyetindeki Lütfi) ö b ü rle rin in kesin ih tilalcilikle ri, karşısında çekingen davrandığını ve o yüzden ayrılm ak zorunda bı­ rakıldığını anlatm ıştır. Vatan ile Vatan ve H üriyet C em iyetleri arasın­ da başlıca farkın, İkincisinde M. Kem al'in ön de r durum unda olm ası ve bunun sonucu olara k onun orduda örgütlenm eğe önem veren' daha atak bir kuruluş olduğu söylenebilir. M. Kemal Suriye, Lüb­ nan, F ilistin'de her g ittiğ i yerde Cem iyeti yaym ış, fa ka t bölge ha l­ kının T ürk olm ayışı, bilin ç düzeyinin hem 'to pu n ağzında olan', hem. de daha zengin ve aydın olan Rum eli'ye göre geri ve m ektepli su­ bay yoğunluğunun daha az oluşu, bölgenin ih tila lc i g izilliğ in i (po­ tansiyelini) kısıtlıyordu. N itekim , M. Kemal birçok teh like leri göze^ alarak, M ısır ve Pire yoluyle gizlice S elânik'e geldi. Burada zorlukla b ir hava değişim i raporu alara k çalışm aya koyuldu. Arkadaşı (hatip) Öm er Naci, topçu Hüsrev Sami (Kızıldoğan), S elânik Askerî Rüştiyesi tarih ve edebiyat öğretm eni Hakkı Baha, bu Rüştiyenin Müdürü Bursa'lı Tahir, Selânik M uallim M ektebi M üdürü Hoca İsm ail M ahir, M ustafa N ecip'le Vatan ve H ü rriyet'in Selânik şubesini kurdu. F akat kendisinin S elân ik'te bulunduğu İstanbulca haber alındığından, hem en Şam'a döndü ve Vatan ve H ürriyet C em iyeti bu yüzden b ir varlık g ö s­ terem edi. Bayur, M. Kemal S elân ik'te işin başında olsaydı, İT'ye ege­ men olabileceğini, o zaman da Osmanlı Devletinin karşılaştığı yıkım ­ lardan sakınabileceği gibi kurgusal b ir görüş ileri sürüyor. (A tatürk, «Ben işbaşında olsaydım Rumeli gitmezdi.» dermiş.) (Bayur, Atatürk, 21.) G erçi M. Kemal Eylül 1907'de kendisini M an astır’a ve 13 Ekim' 1907'de S elân ik’e tayin e ttirdi, ama fırs a t kaçm ıştı b ir kez. Rum eli'de başka b ir ö rg ü t kurulm uş ve bu, kök salm ış bulunuyordu. Soru 24



Osmanlı Hürriyet nasıl birleşti?



Cemiyeti



nasıl



kuruldu



ve İT



İle



1906 yılının Eylül ayında S elânik’teki on arkadaş M ith a t Şükrü ’nün (Bleda) evindeki b ir top lan tının sonunda Osmanlı H ürriyet Cem iyetini kurd ular. Temmuzda b ir Cuma günü İsm ail C anb ola t’ın evinde başlayan bu arkadaşların top lan tıla rı, ürününü böylece verm iş oluyordu. Bu on kişi, Bursalı Tahir, Naki (Yücekök) (Selânik A skerî Rüştiyesi Fransızca öğretm eni. Yüzbaşı), T alâ t (Selânik Posta v e T elgraf B aşm üdürlüğü T a h rira t Kalemi Başkâtibi), M itha t Şükrü (Bleda) (Selânik M aa rif M uhasebecisi, Selânik eşrafından, idadî m u­ allim i), Rahmi (Selânikli b ir genç, sonra İzm ir Valisi). Ö m er N acf (Yüzbaşı), Kâzım Nami (Duru) (M üşiriyet Yaveri), İsm ail C anpolat (M ülâzım ), Hakkı Baha, Edip Servet (Tör) idi. Başka b ir kaynak, son. 57



ik i kişi yerine Yüzbaşı İsm ail Hakkı ile Süleyman Fehm i'yi anm ak­ tadır. Bu on kişi T alât, İsm ail Canpolat ve Rahmi Beyleri sonradan iMerkez-i Umumî adını alacak olan Heyet-i Âliye olara k seçtiler. Gerek Şam 'daki, gerekse S elân ik'te ki örgütlenm elerde 1905 Rus ih tilâ lin in ve bu ih tilâ l üzerine bu ülkede ve İran'da kurulan m eşru­ tiyet yönetim lerinin, ayrıca M akedonya bunalım ı üzerine Rum eli'de Avrupa m üdahalesinin som ut b ir biçim de giderek artm asının büyük etkisi olduğu şüphesizdir. Gördüğüm üz gibi, Avrupa m üdahalesi, M a­ kedonya’nın be lirli bölgelerinde 5 Büyük Devletin iandarm a subay­ ları görevlendirm eleri biçim ini alıyordu. Bu durum un, özellikle ulus­ l u b ir ideolojinin sahibi bulunan m ektepli subaylarda nasıl b ir tepki uyandırdığı tahm in edile bilir. Ki, bu sub aylar A vrup alIların him ayesin­ deki jandarm a subayları refah İçindeyken iki ayda b ir maaş alm aları, te rfi ve ta ltifle rd e İsta n b u l’da bulunan ve büyük çoğunluğu alaylı olan 1. (Hassa) O rdusu subaylarına ön celik tanınm ası yüzünden za­ te n A bdülham it yönetim ine karşı kırgın bulunuyorlardı. Osmanlı H ürlvet Cem iyeti, Rum eli'deki iç savaşa benzer orta m ­ d a n da yara rlan ara k büyük b ir g iz lilik içinde ve hücre biçim inde ö r­ gütlenerek yayılm aya başladı. Bu tü r bir örgütlenm e ötedenberi öz­ gürlükçü Osmanlı kuruluşlarında görülm üş b ir şeydi. A yrıca B ulgar çete faa liye tini yürüten M akedonya Kom itesinin (IMRO, İç M akedon­ ya İhtilâ l Örgütü) de böyle örgütlenm iş olduğu anlaşılıyor. Cem iyet­ te n bir üye, üye alınabilecek uygun b ir kim seye rastlarsa, onu iyice a ra ştırd ıkta n sonra Cemiyete alınm asını öneriyordu. Cem iyet bunu kab ul ederse, adaya, durum u kim seye açıklam am ağa andiçm ek şartıyle, te k lifte bu lunuluyordu. Razı gelirse, rehberi (onu tanıyan üye) onu gece vakti gözleri bağlı olara k Cem iyete girm ek İçin andiçm e töreninin yapılacağı eve getiriyordu. Eve girince, b ir odaya so ku lu ­ yo r, rehberi gözlerini açıp Cemiyete girm ek konusunda ısrar edip etm ediğini soruyordu. O lum lu cevap alırsa, adayın gözlerini yeniden bağlayarak başka b ir odaya soku yor ve b ir m asanın önündeki iskem ­ leye oturtuyordu. Üç kiş ilik andiçm e kurulundan b iri yazılı b ir söy­ levi ona okuyordu. Bunda, «m illetin gaspolunan hukuku sarihası ve vatanın duçarı zaaf» olm asının nedenleri an la tılıyord u. Sonra, Cem i­ yete girm e niyeti yeniden soruluyordu. Israr etm esi halinde, aday ayağa kaldırılıyor, sağ eli masanın üzerindeki Kuran’a, sol eli ta b a n ­ ca ve hançer üzerine konuyor ve şu yem in te k ra r e ttiriliy o rd u : «Ce­ m iye tin esrarını ve m ensubininden bitte sadü f öğrendiklerinden hiç birin in ism ini en şedit işkencelere d u ça r olsa da fâş etm eyeceğlno ve Devleti O sm aniyenin (Kanunu Esasi) ahkâm ı dairesinde hakkı h â ki­ m iyeti ekber evlâda İntikâ l etm ek üzere Âl-I O sm an uhdeslndo k a l­ 58



m ası ve umum efradı O sm aniyenin bilâ te frik i cins ve mezhep naili saadet ve hü rriyet olm ası için ilâ niha yetülö m r çalışacağına ve du ­ ç a rı felâ ket olan efradı Cem iyete ve ailelerine m uavenet eyleyece­ ğ in e ve Cem iyetin m ukarreratını tam am iyle ifa edeceğine ve şayed ihaneti tebeyyün ederse cezeyı idam a razı olduğuna d a ir din, vicdan ve nam usuna ve C enabıhakkın ism i azam etine...» Bu bitince loşlandırılan odada adayın gözleri a çılıyo r ve om uzlarından ayaklarına ka­ d a r kırmızı bir kumaşa bürünm üş, yüzleri, yalnız gbz yerleri açık olan siyah m askeli andiçirm e kurulunu g ö rü yo r ve «HeyDete uğruyordu.» Bundan sonra artık Cemiyete g irdiğ i, «Kardeşlerinden» her türlü yardım ı göreceği, b ir ihanette bulunursa «Bizzarure» öldürüleceği. Cem iyet num arasının ve Cem iyet em irlerinin rehberi aracıyle b ild iri­ leceği a n la tılıyo r ve gözleri bağlanarak ilk gözlerinin bağlandığı ye r­ d e yeniden açılıyordu. Osmanlı H ürriyet Cem iyetinin istib d a t ortam ı içinde çalışm alarını hayli kolaylaştırdığı anlaşılan b ir örg üt de M ason locaları olm uştur. C em iyetin birçok üyeleri Mason olduğu gibi, lo ca la r yeni üye kazan­ m ak için elverişli bir ortam sağlıyordu. Zira M asonluğun d in le r arası hoşgörüyü dahi içeren liberal ideolojisi, zaten özgürlükçülük için e l­ ve rişli bir başlangıç oluyor, M asonluğa kabul konusunda ince ele­ nip sık dokunm ası ise M asonlara güvenm eyi kolaylaştırıyordu. Bu­ nun da ötesinde, M asonluktaki gizlilik, ö rg ü t kurm ak isteyenler için koruyucu oluyordu. Daha önce zaten M asonların Dazı düzenlerine hedef olm uş olan A bdülham it yönetim inin localardan hiç hoşlan­ madığı tahm in edilebilir. Ne var ki, localar, Avrupa M asonluğunun uzantıları olara k kapitülasyon düzeninden, yani yaDancı devlet him a­ yesinden yararlanıyordu, ö rn e ğ in M acedonia Rlsorta ve La bo r et Lux locaları İtalyandı. Bu locaların, özgürlükçü akım a A vrupalI M a­ so n la r arasından duygudaş sağlam ak gibi b ir yararı da oluyordu. Sonuç olara k d e ne bilir ki, M asonluğun ¡T üzerinde bazı e tkile ri o l­ muşsa da, İT-M asonluk ilişkisinde başlıca güdü, M asonluğun is tib ­ dat ortam ında özgürlükçülere güvenli b ir çalışm a ve örgütlenm e o r­ tamı sağlam ası olm uştur. Yani, daha çok İT lilerin M asonluğu araç olarak kullanm ış olm aları söz konusudur. Ramsaur, B ektaşîlikle de benzer b ir ilişki olabileceğinden söz ediyor. Rıza T e vfik’e göre T a­ lâ t Paşa, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi, kendisi gibi hem Mason, hem Bektaşi im işler. Cemiyet, 2. ve 3. O rduların içinde hızla yayıldı. M anastır, Bursalı Tahir, Bnb. Süleyman Askerî, Bnb. Vehip, Teğmen  tıf gibilerinin önderliğinde önem li bir merkez oldu. Ayrıca Resne (Kolağası Niyazi), O hri (Kolağası Eyüp Sabri), Üsküp (Yrb. G alip), G evgili (Ömer Fev59



zl M ardin), Edirne (İsm et İnönü, Kâzım Karabekir, Seyfi Paşa, Hüse­ yin Kadri), Drama gibi yerlerde de örgütlenm eye gidildi. Fakat Saray olup bitenleri hissetm eğe başlam ış olm alıydı kİ, M art 1907'de, T alât Bey, Ö m er Naci ve Hüsrev S am i'yi bularak, on ­ ların tutuklanm ası için te lg ra fla gizli e m irle r verilm iş olduğunu b ild ir­ di. Bunun üzerine bunlar, yu rt dışına, Paris'e kaçtıla r. G itmeden ö n ­ ce, kendilerine Ahm et Rıza ya da Sabahattin Bey gruplarından b i­ riyle birleşm ek üzere bunları incelem e görevi verildi. Tahm in edilece­ ği üzere, Terakki ve İttih a t C em iyetinin program ını Osmanlı Hür­ riyet C em iyetinin am açlarına daha uygun bularak, Şûrâ-yı Üm m et’te yazılar yazmağa başladılar. Uzun tartışm a la rd an sonra T erakki ve İttih a t ile Osm anlı H ürriyet Cem iyetinin b irleştirilm esi konusunda a n ­ laşm aya varıldı. A. Rıza'yı en çok rahatsız eden şey, uzun süre dir reddetm iş olduğu, fa k a t H ü rriyetçilerin esas aldığı ih tila lc iliğ i benim ­ sem ekti. Fakat sonunda ih tila l ilkesini de kabul e tti: bu yola gitm e­ nin gerçekçi olduğu ve o denli teh like li olm adığı sonucuna varm ış olm alıydı. Bu arada birleşen örg ü tle rin T erakki ve İttih a t adını be­ nim sem eleri de -bu adın geleneği dolayısıyle- kabul edildi. Bundan sonra Rahmi Beyin daveti üzerine S elânikli Dr. Nâzım S elânik’e çağ­ rıldı. Hoca M ehm et Efendi adı ve kılığı ile A tina üzerinden gizlice Selânik'e gelen Dr. Nâzım, burada da T erakki ve İttih a t adını kabul ettirdi. Bu, bütün O sm anlı H ürriyet C em iyeti üyeleri arasında yapı­ lan bir pleb isitle üyelerce de onaylandı. 27 Eylül 1907 günü düzen­ lenen b ir belgeyle iki ö rg ü t resmen birleştiler. Bu Dirleşme aslında kon fede ratif b ir nite lik taşıyordu. Paris'te harici, S elânik'te da hili olm ak üzere. Cem iyetin iki M erkez-i Um um isi, iki nizam nam esi, iki m âliyesi olacak, iki M erkez-i Umumî «yalnız ikna ile» birb irle rin in davranışlarını değiştirebileceklerdi. Yukarda gördüğüm üz üzere, 1906 T erakki ve İttih a t Nizam nam esi zaten fe d e ra tif b ir yapıda olduğu için bu, zorluk yaratm ıyordu. Yalnız, başta Şûrâ-yı Ümmet gazetesi o l­ mak üzere, P aris’teki T ürkçe yayınlara da hili Merkez-ı Um um înin ya r­ dım ve katılm ası öngörüldüğü gibi, bu M erkez-i Um um înin ö n e rile ­ rinin de dikka te alınm asının zorunlu olduğu ve dolayısıyle bu ko­ nuda sorum luluğa da katılacağı esası kabul edildi. Elimizde, 1908’de basılmış, «Osmanlı T erakki ve İttihad Cem iyeti T eşkilâtı D ahiliye Nizamnamesi» vardır. Bu nizam nam e gizil ve ka ­ nun dışı b ir cem iyetin nizam nam esidir. Başta beş üyeli b ir Merkez-I Umumî, sonra üst-ast sırasıyle V ilâyet, Liva, Kaza, Nahiye, Köy M er­ kez Heyetleri ve bunları yöneten üçer kişilik İdare heyetleri vard ır (md. 3— 24). A yrıca İdare heyetlerince atanan heyet-l ta h lif iyeler v a r­ d ır ki, görevleri yeni giren üyelere an d içtirm e ktir, (md. 25— 29). Üye­ 60



le r 3— 5 üyeli «şuabat-ı esasiyesler m eydana g e tirirle r (md. 43— 47). B u n la r İT'nin hücrelerid ir. Kanun dışı b ir cem iyetin kongre ya da genel kurul top lan tıla rı yapm ası pek zo r olacağından, M erkez-i Um u­ m î ve idare heyetleri b ir a lt basam aktaki m erkez heyetlerinin göste­ recekleri ad aylar arasından görev süresi bitm iş olan üstteki idare heyetleri (ya da Merkez-i Umumî) tarafınd an se çilirle r (md. 12). Cem iyetin am acı 1) vatanı, içinde bulunduğu kötü durum dan kurtarm a k, 2) m illeti içinde bulunduğu zulüm ve esaretten çıkarıp in­ sanlığa lâyık b ir biçim de yaşatm aktır. Bu am açlara varm anın yolu ise 1293 Kanun-u Esasî'sinin «temam i-i ta tb ik i ve devamı meriyeti» olduğundan, bu, cem iyetin «esas» am acı olm aktaaır. A yrıca b irin ci ve ikinci am aca varm anın «bilâ farkı cins ve mezhep» bütün O sm an­ lIların kutsal görevi ve açık m enfaatlerinin gereği olduğu da h a tırla ­ tılm a kta d ır (md. 1). A yrıca Cerrüyet’in fedaî üyelerden meydana gelen fedaî şubeleri vardır. Üyeler C e m iye tin kutsal am acı uğrunda hayatlarını feda e t­ meğe «mecbur» olm akla birlikte, «icraat-ı hususiye» ve C e m iye tin «zabıta» görevlerinde fed aîlik için, üyeler tam am en gönüllü olarak adlarını idare heyetine bild irirle r. Fedaîlik id are heyetlerinin deneti a ltın da yapılacağı gibi, bunların g ö ste rd ikle ri süre içinde yerine ge­ tirile ce ktir. Kusurlu olarak görevini yapm ıyan ya da eKsik yap an lar yirm i dö rt saat içinde cezalandırılacaklardır. G örülüyo r kİ gönüllü b ir görev olan fedaîlik, b ir kere fed aîliğ i gerektiren öaev kabul e d ild ik ­ ten (bu da gönüllüydü) sonra zorunlu b ir iş olm aktadır. Ayrıca fe ­ da île r yapılacak işle r konusunda te klifle rd e bulunabilm ekle birlikte, m erkez heyetlerinin bilgisi dışında, kendi bağımsız teşebbüsleriyle îş görem ezler (md. 52). Bu madde karşısında H ürriyetin ilânından sonra genellikle İT'ye m aledilen suikastle rin -bunların İT tarafından ya p ıld ıkla rı kabul edilirse- nasıl yapıldığı m eraka değer. Zira buna göre İT’lilerin yapacağı her suikastten İT y e tkilile rin in haberli olm a­ la rı gerekiyordu. M adde 55'e göre de fedaîlerin yardım a ihtiyacı olan a ilelerinin geçim i sağlanacak ve haklarında, hal tercüm esi ile ya p ­ tıkla rın ı anlatan kita p la r yazılacak ve «arada sırada» kutsa l m ezar­ la rın a gidilerek anma tören le ri yapılacak «nutukları Irad» olu n a ca k­ tır. İT g !hi ih tilâ lc i b ir kuru lu şta fedaîlere bu derecede önem v e ril­ m esi doğal görülm elidir. İT’nin C e m iye tin çıkarla rın ı korum ak ve iç disiplin i sağlam tu t­ m ak isteğinin b ir b e lirtisi de, anlaşılan 1908 nizam nam esi ile hazır­ lanan «Usulü M uhakem at ve M ücazat Faslı»dır. (TSP 135— 7). Bu faslın b irin ci m addesine göre 1) yurdu ya da C e m iye ti tehlikeye so­ kan la r, 2) hareketleri C e m iye tin çalışm alarını kısıtlayanlar, 3) Ce61



m iyet am acına zara r verecek davranışlarda bulu nan la r ceza la ndırılır. M uhakem eyi m erkez heyetleri yaparlar. S uçlar üc çe şittir: kabahat,, cünha, cinayet. İlk iki suçun ancak İT üyelerinin h a fif d isip lin sizlik­ lerini kapsadığı anlaşılıyor. Cezalar, tevbih, te k d ir ve para ceza­ sıdır. Cinayet suçlarının cezası idam dır. Bu ceza İT üyelerinin ihanet derecesine varan davranışlarına verilir. A yrıca Cem iyet üyesi olm a­ yıp «her. ne kast ve niyetle olursa olsun» Cem iyet’in kutsa l, yurtseve r hedeflerine varm ayı engeliiyenler de bu cezaya ça rp tırılırla r. Acele d u rum la r b ir yana, bu cezanın Merkez-i Um um ice onaylanm ası ge­ rekir. Burada d ikka ti çeken en önem li nokta, Cem ıyet’in yu rt ç ıka ricınna hizm et etm ek, onları korum ak için gerekirse adam ö ld ü r­ meğe hazır bulunduğudur. Tabii, hemen akla gelen soru, İsm ail M ahir Paşa ve Haşan Fehmi Bey'in öldü rülm e leri sırasında 1908 n i­ zam nam esinin fed aîlikle ilg ili m addeleriyle «Usulü M uhakem at ve Ceza Faslı»nın yü rü rlü kte bulunup bulunm adığıdır. Zira, böyle b ir durum varsa ve su ika stle r de İT 'lilerin işi kabul edilirse, bunlardan Merkez-i Umumî haberliydi dem ektir.



Soru 25



1907 İkinci Jön Türk Kongresi üzerine neler biliyoruz?1



Bazı kaynaklara göre, çeşitli Ermeni ö rg ü tle ri 1906 yılında b ir­ leştikten sonra, 1907 yılında Cenevre’deki T aşnaksutyon Cem iyeti, Teşebbüsü Şahsî ve Adem î M erkeziyet ile T erakki ve İttih a t Cem i­ yetlerine ortak bir kongre toplam ak önerisinde bulundu (Kuran İTJT 234, Rom saur 125). Bununla b irlikte g irişim in T İ’den geldiğini öne süren b ir Tİ m ektubu da d ikkati çekm e kte dir (Bayur I, 1, 388-9). 31/8/1907'de yapılan b ir andlaşm a ile Rusya ve İn g ilte re ’nin İran, Afganistan, Tibet gibi uyuşm azlık konularını çözdükleri hatırlanırsa. Kongre önerisinin Tİ'den gelm iş olabilm esi m uhtem eldir. Zira bu,. Rusya’ya karşı Osmanlı Devletinin 'geleneksel' koruyuculuğunu yap­ mış olan İng iltere 'n in siyasetinde kesin b ir dönüş yapm ası gibi yo ­ rum lana bilird i ki, b ir anlam da Osmanlı Devletinin dağılm asının İşa­ retiydi. Bu durum , T İ’yi telaşa düşürm üş ve onda, Alm ancı siyaseti yüzünden Osmanlı İngiliz dostluğunun başlıca engeli o lara k gözü­ ken A bd ülham it’in tah ttan in dirilm esini hızlandırm ak arzusunu uyan­ dırm ış olabilir. A yrıca Avusturya M acaristan ile Rusya’nın 15 Ey­ lül 1907’de ardından İng iltere 'n in 18 A ra lıkta A vrup a’nın M akedon­ ya ’daki m üdahalesini genişleten ta s a rıla r ortaya atm ış olduklarını da hatırlam ak gerekir. Kongre için Paris’te S abahattin'in işyerinde b ir hazırlık kom itesi 62



toplandı. S ab ah attincileri Dr. N ihat Reşat (Belger), Fazlı Beyler; Te­ rakki ve İttlh ad 'ı Dr. Bahaettln Ş akir ve Hüsrev Sami Beyler; Erm enilerl M alum yan ile başka birisi tem sil ediyorlardı. Hayli çekişm eli olduğu anlaşılan bu top lan tıla rda n sonra, 27 A ra lık 1907 günü Kong­ re A. Rıza, Sabahattin ve K. M alum yan'ın o rta k başkanlığı a ltın da açıldı. A. Rıza’nın hilafe t ve salta na t haklarının saKlı tutulacağı y o ­ lunda b ir ka ra r alınm asını istem esi, bazı ta rtışm a la ra yol açm ışsa da, bu engel de Erm enllerln uzlaşıcı b ir ta v ır takınm a larıyla aşılm ış­ tır. Ö rneğin, kuru la cak M eclisin b ir kurucu m eclis olm ası düşün­ cesinde oldukları halde, T İ’nin ortalığı fazla 'dalga lan dırm am a k' gerek­ çesiyle buna karşı çıkm ası üzerine, bu konuda ısrar etm em işler, O s­ manlI Devletinin «mülkî ve siyasî» bağım sızlığım kabul etm işler, ayrıca asker vermemek, genel (hedefsiz) te d h işçilik yöntem lerinden vazgeçm işlerdir (Bayur I, 1, 391— 5). İhtim al, Rum eli’deki ö rg ü tle n ­ me konusunda bazı bilgile rin E rm eniler ve S a b ah attincilere ulaş­ mış olm ası bu tavrın nedeni olm uştur. Tİ'nin Paris Merkezi Umumisi, Kongre hazırlığının b ir parçası olm ak üzere Kongreye kabul ettirm ek istediği esasları önceden sap­ tam ıştı. M eşrutiyeti geri getirm ek gibi beklenebileceK ilkele r dışın d a , ilginç sayılabilecek no ktala r şöyleydi; 1) S alta na tta veraset usulü­ nün (bu, babadan büyük oğula değil, sülâlenin en yaşlısı esasıydı} h iç b ir biçim de değiştirilm em esi, 2) Osm anlı ülkesi içinde örgütü o l­ mayan kom itelerin Kongreye alınm am ası, 3) Yabancı m üdahalesinin «kat’iyyen» reddedildiğinin ortak bir notayla bildirilm e si ve .bunun basına da açıklanm ası, 4) Ülkeyi «ateş ve dehşete» sokarak ya ­ bancı m üdahaleyi dâvet edecek olan ted hişçiliğ in Kesinlikle redde­ dilm esi, 5) Eylem alanlarının sınırlandırılm ası, ve örneğin Erzurumgibi b ir yerde T İ’nin m uvafakati olm aksızın genel ih tila l harekâtına Erm enilerin katılm am ası. Bu n o kta la r İncelendiğinde, dış müdahale, korkusu ve Türk olm ayan ö rg ütle re karşı duyulan hayli derin g ü ­ vensizlik belli olm aktadır. 29 A ralık günü çalışm alarını tam am layan Kongre, uzun b ir b il­ d irge çıkarm ıştır. B ildirgeyi im zalayan örg ütle r, Osm anlı T erakki ve İttih a t Cem iyeti, Teşebbüsü Şahsî ve Adem i M erkezlyet-I M eşru tiyet C em iyeti, Ahd-ı Osmanî Cem iyeti (Mısır), Lo nd ra’da T ürkçe ve A rap­ ça çıkan H lla fe t’in yazı kurulu, Taşnaksutyon, M ısır Cem iyeti Isra illyesi, bazı Erm eni yayınlarının yö n eticileri İdi. Ö zellikle B ulgar, A rna­ vut ve Rum örgütle rind en Kongreye b ir katılm a olm am ış olm ası d ik ­ kati çekiyor (oysa örneğin Rum lar çağrılm ıştı). Kongre bildirgesi, Osm anlı D evletini oluşturan m illetle rin b irlik olm ayı başardıklarını ve çabalarını b irleştire rek am aca ulaşıncaya^ 63



de ğ in ih tila l yolunda ısrar edeceklerini duyuruyordu. Amaç, Abdülh a m it'i tah ttan inm eğe zorlam ak, «idarei haziranın» esasından de­ ğ iş tirilm e s i, parla m e nter düzenin kurulm asıydı. Bu arada A bdülham lt yönetim i en ağ ır biçim de suçlandırılıyordu. Yalnız H ıristiya nla ra de­ ğ il, M üslüm anlara da Kırım 'a dek giden kanlı b ir istib d a t yaşatıldığından, Ermeni ve henüz devam eden A rab istan kırım ından sözedillyor, Padişahın «Büyük katil», «Kırmızı Sultan» ünvanlarını kazandığı ¡hatırlatılıyordu. A yrıca, eğitim e engel olunduğu, oku lla rın kapatıldığı, öğ retm enlerin hapse atıldığı, açık kalan oku lla rda ise am ansız bir sansürün eğ itim i hiçe indirgediği, basının tam am en esaret altında •olduğu; aç ve sefil halktan toplanan haksız vergilerin bayındırlık o lan ın da harcanacak yerde istibdadı ayakta tutm an için kullanıldığı; ■gidiş gelişin yasaklanm ası ile kimseye pasaport verilm em esi yüzün­ den tica re t yapılam adığı; vergiler, te fe cilik, asayişsizlik, yol yokluğu, köylüden tohum unun bile zorla alınm ası yüzünden tarım ın m ahvedildiği; bütün bunlardan ötürü m uhaceret, kıtlık ve kırım a yol açıldığı anlatılıyordu. Dış siyasette A b d ü lh a m it’in özel b ir siyaset (Alman ■siyaseti olacak) izleyerek, Devleti itibardan düşürdüğü, özgürlüksever devletlerin (Fransa ve İngiltere olacak) «rağbet ve muhabbetini» nefrete dönüştürdüğü söyleniyordu. Bu son devletler 'ıs la h a t va a t­ le rin e karşılık, Paris ve Berlin antlaşm alarında Osm anlı Devletini «külliyen» paylaşılm aktan korum uşlarken, ıslahatı uygulam aktan in a t­ la kaçınm ıştı Abdülham lt. Oysa bu yapılsaydı, m em leket «Yeni b ir hayat kazanır, şim di bereket içinde» bulunurdu. Onun yerine u lusla r haklı olarak isyan ediyor, bu da dış m üdahaleye yoı açıyordu. B ild ir­ ge, araştırm a ve çalışm adan alıkonan «ulema ve hükem aya»; haksız v erg ile r'e ezilen, top ra ktan bile yoksun köylü, çiftçile re ; güvenlik ve özgürlük olm adığı için işini yürütem eyen tacirlere; sefalet içinde tu ­ tu lu p vatandaş üzerine yürüm eğe zorlanan askerlere; baskı altındaki bü tün m illetlere hitabediyordu. işçilerin, m ülkî m em urların, işletm e ■sahiplerdin listeye girm ediği d ikkati çekiyor. Kentlerde hatırı sa­ y ılır ninehklerine ve uyanıklıklarına rağmen, işçilere hitabedilm emesl, Jön T ürk Kongresini oluştura n delegelerin dünya görüsü k o ­ nusunda bazı İpuçları verm ektedir. Ki, T aşnaksutyon E rm enllerln sos­ y a list koludur. Buna rağmen gösterilen bu önem li ihm alde, diğer delegelerin buriuva ideolojisinin ve b ir de A vrupa’nın egemen gü çle­ rine mümkün olduöu denli sevim li görünm ek çabasının payını g ö re­ b iliriz. İsletm e sahiplerinin anılm am ası, Osmanlı Devletinde b u nlar­ d an Osmonlı uyruklu olanlarının azlığına bağlanabilir. Bildirgede dikkat,! çeken b ir nokta, T ürk ve Erm enilero alt çeşitli fırk a la rın yeni fa a liye tle rin in sağladığı sem erelerden söz edilm esiydi. 64



Bu. A bdülham it yönetim ini uyarabilecek -ama herhalde am aç bu ol* mayıp, yıldırm aktı- b ir açıklam aydı. Hedefe varm ak ıçjn kullan ılaca k yön tem le r de saptandı. Bunlar, silâ h lı direnm e; siyasal ve İktisadî grev, m em ur grevi; vergi verm em e; ordu içinde propaganda; genel ayaklanm a; gelişm elere göre başka yön tem le r İdi. Kongre, ayrıca, İran Mebusan M eclisine ve hapishane ya da sürgünde bulunan özgürlükçülere sevgilerini gönderai. Ulusal çetele* re ise, b irb irle riyle ya da halka karşı m ücadele edecek yerde, sila h ­ tarını A bd ülham it hüküm etine çevirm eleri çağrısı yapıldı. B ir da­ haki Kongrenin 1908 sonlarına doğru toplanm ası K ararlaştırılm akla b irlikte , delegelerin kulakları kirişte olaca k ki, «mecDuriyet zuhurun­ da» bu ta rih in değiştirile bilece ği kabul edildi. Kongrelerin arasında, d a h ilî ö rg ü tle ri bulunan fırk a la r arasında eşgüdüm ü sağlam ak üzer« bu nların tem silcilerinden oluşan, gizli, içtüzüğü bulunan «M uhtelit Daim î Komite» kuruldu. Kom itenin işleri «son derece» gizli tu tu la ­ cak, sırları açıklayan ya da başka biçim de am aca aykırı davranan ha in ler, «M uhtelit İcra a t Kom itesince» cezalandırılacaklardı. Bundan başka, Türkçe, Arapça, Kürtçe, A rnavutça, Ermenice, B ulgarca, Rum­ ca risa leler bastırılacak ve dağıtılacak, özellikle köylüler, m em urlar, aske r ve subaylar, ulema, yüksek sınıftan olan lara . Kadınlara hitaben uyarı yazıları yazılacaktı. B urdakl listeye m em urların alınm ış olduğu, fa k a t işçilerin yine ihm al edildiği, tü c c a rla r yerine yüksek sınıf gibi daha kapsayıcı b ir ifade kullanıldığı, bu arada tâ c ir sözcüğünün belki kapsayabileceği, fa k a t bu ikinci deyişe girem eyecek olan esnafın açıkta kaldığı d ikka ti çekiyor. O sırada Osmanlı Devletinde kadın­ lara seslenmek ihtiyacının duyulm uş olm ası İse, hayli ‘çağdaş' ve belki ‘lü ks’ b ir tavırdır. 1907 Kongresinde 1902 Kongresini başarısız kılan dış m üda­ halenin davet ed ilip edilm em esi konusu ortaya atılm adı. Bu, Erm e­ n ile rle S ab ah attincilerin İT ile anlaşm ak kararında oldu klarının b ir göstergesi sayılabilir. İşin garibi, gördüğüm üz gibi, bazı yön le riyle gizli kalm ası daha doğru olm ası gereken Kongre kara rların ı Ermenlle r 5 O cak 1908’de Pro-Arm enla dergisinde yayım ladılar. Bununla da kalm ayıp, kendi yöntem lerinin benim senm esinden ötü rü övündüler. Ancak O sm anlı H ürriyet C em iyetinin ısrarıyle zorlukla İh tila lci yola g irm iş olan A. Rıza, E rm enilerln tedhişçi çjzglslne g e tirilm iş gibi gös­ te rilm e sin e karşı tepkide bulundu M eşveret sütunlarında. O nları, Kong­ re kara rların ı yayım ladıkları ve T ürkle rln ted hişçiliğ i be nim sediklerini İle ri sürd ükleri için eleştirdi. A.Rıza’nın, haklı olarak, İh tila lciliğ in te d ­ h iş ç iliğ i m utlaka içerm ediği görüşünde olduğu ve Ermeni ted hişçile­ rin in yöntem lerini tasvip etm ediği anlaşılıyordu. Belki de biraz bu 65



F: 5



tartışm anın etkisiyle. Kongrenin kurm uş olm ası gerektiği M u h te lit Daim i Kom itenin önem li b ir fa a liye tin i bilm iyoruz. Zaten Tİ ile Erm enilerin uyuşm asının pek içten olm adığına d a ir işa re tle r v a rd ır (Bayur I, 1. 391, 401). Gerçekte. T İ'nin ilk kez 1907 Kongresinde açık seçik ortaya koy­ duğu ih tila lc iliğ i, m ünhasıran ordu ih tila li hatta orau darbesi esası­ na dayanm aktaydı. İT'nin bunun dışında bir ih tila l m odeline yanaş­ mam ası, uzun sürebilecek b ir karışıklığın dış m üdahaleyle b irlik te (özellikle Rusya'dan) ya da bu olm adan da ülkenin dağılm asına yol açabileceği korkusundandı. Onun için İT, çok zaman açıkça Abdülha m it'in ölm esini gözleyen b ir 'beklem e' ö rg ütü kim liğine bürünm üş­ tü (Bayur I, 1, 266-7). Belki de A. Rıza'nın sık sık öne sürdüğü, Kanun-u Esasinin m ucizeli b ir çözüm olm adığı, işin esasının eğitim se­ ferberliğinden geçen b ir toplum kalkınm ası olduğu düşüncesi de, yukarda anılan nedenlerle ih tila li ta h rik etm ekten korkan bir insanın 'züğü rt te se llisi' m ahiyetindeydi -çünkü kendisi de bilm ekteydi ki, A bdülham it m utla kiye ti sürdükçe özlediği eğitim atılım ı da hiç ya­ pılm ayacaktı.



Soru 26



Makedonya sorununun Hürriyetin İlânı arefeslnde aldığı durum neydi?



Gördüğüm üz gibi, 1902'de kanlı b ir biçim de patlayan M akedonya sorunu. 1905 yılına değin -bu konuda âdeta birbirlerıyle yarışan- Av­ rupa siyasal çevrelerinin d ikka tin i çekmeğe, Avrupa donanm alarının Osmaniı kıyılarında gövde gösterilerin e konu olm ağa devam etti. İhtim al Rusya'daki karışıklığın da etkisiyle, 1906 yııı sâkin geçtiyse de, 1907 yılında M akedonya işi yeniden kurcalanm aya başlandı. Rus­ ya, belki de eskisi gibi güçlü olduğunu gösterm ek istediği için. Avusturya ile el ele vererek İsta n b u l’daki e lçile ri aracıyle M akedonya için b ir adliye ıslahat tasarısı hazırladı (15 Eylül 1907). Buna göre her üç vilayette biri M üslüm an, öbürü H ıristiyan, ikişe r adliye m üfettişi olacak, adliye m em urlarının sayısı a rttırıla ca k, harp divanları da adliyenin denetlem esi altında olacaktı. Böyle b ir tasarının gelm ekte olduğunu İstanbul hüküm eti hissetm iş olm alıydı ki, kısa b ir süre ö n ­ ce M ürzsteg anlaşm ası uyarınca adlî ıslahat yapıldığını ve henüz uygulanm aya konulm ayan yerlerde bunu uygulatm ak için harekete geçildiğini, adlî ıslahata gerek bulunm adığını bildiraı. Fakat OsmanlI yönetim inin karşı karşıya bulunduğu iflasın b ir göstergesiydi ki, genellikle OsmanlI istekleri karşısında elverişli ta v ırla r alm ak iste66



yen Alm anya dahi, bunu, Konya 6ulam a tasarısı ve B ağdat de m ir­ yolu gibi konularda karşılaşm akta olduğu zorlukla rda n yakınm ak için vesile yapıyordu. Öte yandan, İngiltere de 18 A ra lık 1907’de b ir genelge hazırladı ve Büyük Devletlere, M akedonya işlerin in bozukluğunu öne sürerek burada yabancı subayların fiile n jandarm a kom utanlığı yapm asını, jandarm a sayısının arttırılm a sın ı, seyyar b ir jandarm a b irliğ in in ku­ rulm asını ve bölgedeki Osmanlı askerinin azaltılm asını önerdi. Bu öneriden başlıca am acın (Alm anların 'nazlanırken' yap tıkları gibi), başta petrol olm ak üzere, Babıâliden istenen im tiya zlar için baskı yapm ak olduğu anlaşılıyor. A vusturya tutum unun da bu yönden gü­ dülendiğini biliyoruz (Bayur I, 1, 217— 8, 231— 2; Kuran İT JT 248). 1908 yılında İngiltere, Makedonya işini daha faal b ir biçim de kovuşturm aya başladı. 29 O cak 1908'de İngiliz Kralının Parlam ento söylevinde M akedonya’da ıslahat işinin yeniden ele alınm ası ge rek­ tiğ i b e lirtildi. Nitekim , bu devletin 3 M art 1908 genelgesinde, üç v i­ layet için M üslüm an ya da H ıristiyan tek b ir vali, Dunun süresinin belirlenm esi ve ancak Büyük Devletlerin rızasıyle süresinden önce azledilebilm esi, maaşının bunların kefaleti altında olması, T ürk a s ­ kerinin azaltılm ası öneriliyordu. Ruslar, buna karşılık, genel vali yerine M üfettiş-i Umumînin işbaşında kalm asını ö n erd ile r (26 M art). İngilizler, M üfettiş-i Umumînin İstanbul'a sorm adan bütçeyi on ayla­ yabilm esi, atama ve azil yetkisine sahip olması şarııyle bunu kabul e ttile r (4 Nisan). Ö bür de vle tler de Rus önerisini benim sediler. Böylece üç vilâyetin özerklik yönünde önem li b ir adîm daha attığı gö ­ rülüyordu. Bunun, M akedonya’yı Osm anlı tutm ak için didinen, ç a ­ baların boşa g ittiğ in i gö rdü kleri oranda İT örgütüne sarılan genç m ektepli subayları çok etkilediği ortadaydı. Bayur. M akedonya'da çoğunluk M üslüm an olduğuna göre, özerklikten T ürklere bir zara r gelm eyeceğini, çünkü bunun M ake­ do nya’nın bölüşülm esini önleyeceğini söylüyo r (I, 1, 413). Bölünm esi­ ni önleyeceği doğru olm akla birlikte, T ürkle rin, buranın Osmanlı Devletinden kopm ayıp Osmanlı kalm asını tercih etm eleri doğal ve doğru b ir tutum du. Ö zerklik ya da bağım sızlık, ancak bölgenin p a r­ çalan arak başkalarınca ilhak edilm esi ih tim ali karşısında ehven-i şer o lab ilirdi. M üslüm anların, İktisadî güçsüzlükleri, iyi b ir eğitim siste ­ m ine sahip olm am aları, ulusçuluk ideolojisinin yayılm am ış olm ası, M üslüm anların hatırı sayılır b ir bölüm ünün A rnavut Oluşu, Büyük Dev­ le tlerin ve Balkan devletlerinin taşıdıkları ve M üslüm an çoğunluğu çoğunluk saym am ak eğilim indeki 'haçlı zih niye ti’ gibi nedenlerle. 67



öze rklik ya da bağım sızlık durum unda çoğunluklarını e tkili b ir b i­ çim de duyuram am aları ih tim ali de çok yüksekti. Bundan sonraki soruda da göreceğim iz gibi, in g ilizle rin M ake­ donya g irişim i H ürriyetin ilanı devrim inin yakın nedeni olacaktı.



Soru 27 : Ordu İçinde ne gibi hoşnutsuzluklar vardı? O rdu derken, herkesten önce. H ürriyetin ilanı ih tilâ lin i yapm ış olan m ektepli sub aylar kastedilm ektedir. Bunların b irço k şikâyetleri vardı. Başta alaylı subayların karşısındaki du rum la rı geliyordu. İs­ tan bul'd aki Hassa O rdusuna, yani 1. O rduya alaylı subayların ata n­ ması tercih ediliyordu, zira, daha önce an la tıld ığ ı üzere, b u nlar da ­ ha sâdık, daha kapıkulu zihniyetti idiler. Hassa O rausu ise her şey­ den önce A b d ülham it'in güvenliği dem ek olduğundan, te rfi ve nişan­ larda her zam an bu O rdu önce düşünülüyor, diğe r o rd u la r ihm al ediliyordu. A yrıca, görüldüğü gibi, ik i ayda b ir m aaş verilm esi gibi b ir durum da şüphesiz kızgınlık yaratan b ir etkendi (Bayur I, 1, 434— 6). Kızgınlık yaratan başka b ir şey, A b d ü lh a m it'in Korkuları yüzün­ den ordunun gerçek m erm ilerle eğitim yapm am asıydı. Yine bu ko r­ ku la r yüzünden, donanm a (Abdülham it, bu donanm anın A bdülaziz'i tah ttan in dirm e k için D olm abahçe Sarayını denizden kuşatm akta kullanılm ış olduğunu gözönünde bulunduruyordu), H a liç'te b e kle tili­ yor, hatta çürü tü lü yordu . Söylentiye göre gem ilerde sebze y e tiş tiri­ liyor, donanm aya yeni alınan bazı gem ilerin de hareket etm em esi için bazı önem li parçaları sökülüp alınıyordu (Ram saur 116). Yunan harbinde donanm anın H aliç'ten çıkm ası, ve hele yolda kalm adan Ç anakkale'ye ulaşm ası bile büyük m esele olm uştu. Rum eli'ye özgü şikâ yetle r de vardı. Güzel giyim li, şık Avrupa landarm a subaylarının yanında Osmanlı subayları fa k irlik le rin i, pe j­ m ürd elikle rini daha çok hissediyorlardı. Yabancı landarm a subayla­ rının denetim indeki Osmanlı landarm a subayları özel m uamele g ö r­ dü kle ri halde, asayişi korum akta e tk ili olam ıyorla r, İş yine bizim ordu subaylarına kalıyordu.



Soru 28



Hürriyetin İlânı nasıl oldu?



H ürriyetin ilânının yakın nedeni, In g iltere 'n in 3 M a rt 1906 genel­ gesiyle M akedonya konusunda yaptığı g irişim oldu. (Ingiliz E lçiliği 66



Baştercüm anı Fitzm aurice'e göre, hızlandırıcı etke nle r olm asaym ış, İhtilalin, A bd ülham it’in tahta çıkış yıldönüm ü olan 1 Eylülde yapılm a­ sı planlanm ışm ış. Bayar 907.) Bu, T İ'yi harekete geçiren b ir uyarım oldu. Tabiî, hemen eklemek ge rekir ki, bu arada T I'nin Rum eli’deki örgütü de iyice yayılm ış, harekete geçm ek İçin gerekli olan ge liş­ meyi bütünlem işti. M akedonya işinin yeniden ele alınm ası devrim in yakın nedeni olm akla birlikte, tem el neden daha geneldi. 1897 Os­ manlI Yunan savaşındaki zafer, «Bu devlet nasıl kurtarıla bilir? » sorusuna Abdülham it iktid arının cevap verebileceği izlenim ini uyan­ dırm ış, fa ka t bu izlenim kısa zam anda silinm işti. Ayam kad rolar, Os­ manlI Devletinin dağılm a sürecinin bu sefe r hangi ülke parçasını kapıp götüreceğini büyük bir karam sarlık içinde bekliyorlardı. Israrlı işa retle r bu ülke parçasının A vrupa'nın M akedonya aiye adlandırdığı Üç V ilayet olacağını gösterm ekteydi. Bu tem el neden dışında m ek­ tepli m em ur ve subayların İktisadî, toplum sal, siyasal durum larından ötü rü şikâ yetle rini ve bir de Rus - Japon savaşının bütün alanlarda doğurduğu sonuçların psikolo jik ortam d aki etkilerim de kolayla ştırıcı etkenler olara k eklem ek gerekir. İng iltere 'n in 3 M art 1908 genelgesi kısa zamanda P aris’teki İT merkezinde duyuldu ve bu m erkezin S elân ik'te ki iç merkeze yazdığı 16 M art 1908 yazısına konu oldu. Bunda, İngiliz tasarısının uygu­ lanması halinde, M akedonya’nın bağımsız olacağını, bunun üzerine A rna vutlu k'u n «haliyle» elden gideceği (Doğu Pakistan gibi?) ve sınır İstanbul kapılarına dayanm ış olacağından, başkentin Asya'ya taşın­ ması gerekeceğini, bunun ise Osm anlı Devletini Avrupa devletlerinin arasından çıkarara k onu «ikinci ve hattâ üçüncü derecede b ir Asya devleti haline», b ir çeşit İran durum una sokacağı savunuluyordu (Bayur I, 1, 414). Bu durum un, A nadolu'da dem iryollarının Rum eli'ye göre az gelişm iş olm asının askerî yığınak kabiliyetine etkisi do la yısıyle. Devletin askerî gücünü de azaltacağına işaret olunuyordu. Ru­ meli için savaşın göze alındığı belli edilirse, Avrupa ge riliyece ktl, fa ­ kat A bdülham it yönetim inden böyle b ir tutum beklenemezdi. Bu d u ­ rum karşısında Paris merkezi şu te d birleri öneriyordu: 1) T elg rafha­ nelerin M üslüm anlarca işgaliyle, hüküm ete, A vrupa'nın M akedonya konusundaki tasavvurlarının kabul edilm eyeceğinin b ildirilm e si; 2) Büyük Devletler konsolosluklarına kalabalık heyetler halinde g id ilip aynı hususun belirtilm esi; 3) H ıristiya nla r kadar M üslüm anların da kötü yönetim den şikâyetçi olduklarının açıklanm ası; 4) B ild irg e le r yayım lanarak, çe şitli unsurların, am açları bağım sızlık değil de ısla­ hat ve adalet ise, eşkiyalıktan vazgeçerek çoğunlukla b irlikte yasa­ ların uygulanm asını istemeğe çağırılm ası; 5) Avrupa kam uoyunda



O sm anlı m akam larının çe te cilik karşısında çaresiz kaldığı ileri s ü rü l­ düğüne göre, Tİ üyesi subaylardan, genelge yoluyle, Rum, Bulgar, Sırp çete lerinin yok edilm esi konusunda çaba gö sterm elerinin istenmesi. Paris m erkezinin ön erilerinin bir etkisi olduğunu aüşünm ek m üm ­ kündür, zira bunlardan ilk dördünün şu ya da bu biçim de uygulandı­ ğını biliyoruz. Beşinci tedbirin uygulanıp uygulanm aaığını bilm iyoruz. Pakat A bdülham it yönetim ine karşı kesin m ücadele başladığında -Niyazi Bey örneğinde gördüğüm üz g ib i- a rtık H ıristiyan çetelerine karşı mücadeleye son verilerek, bunların çete cilikte n vazgeçerek meş­ rutiye t uğrunda b irlik te m ücadeleye çağ ırıld ıklarını biliyoruz. Ne ya­ zık ki, Paris m erkezinin elde bulunan yazışma de fte rleri 28 M art 1908 gününe değin gelm ekte, bundan sonraki yazışm a ae fte ri ya da d e f­ terle ri bulunm adığı için, olan bitenleri daha çok olaylardan izlemek zorunluğu vardır. Son olarak, 26 M art 1908 günlü b ir yazı üzerinde biraz d u rulabilir. Bunda, M akedonya sorununun Fransız Parlam en­ tosunda ele alınm ası dolayısıyle, A. Rıza’nın b ir Fransız m illetvekili nezdinde yapm akta olduğu b ir kulisten söz ediliyor, ih tila l işlerinde köylüden çok işçilerden yara rlan ılab ile ceğ i, tütün fa b rikalarına gelen m evsim lik işçiler, özellikle oku r yazar olan Rodop’lu işçile r üzerinde çalışm ak gerektiği, A rnavut eşrafı aracıyle, askere alınacak Arnav u tla r arasına Sarayda ajanlık yapacak fe d a ile r sokulabileceği a n ­ latılıyordu. Bu noktada B ayur’un (I, 1, 43C— 4) üzerinde durduğu b ir noktaya önem le işaret etmek gerekir. Abdülham it istibdadının Bizansvari yö ­ netim biçim i, İT gibi çok gizli ve ordu içinde geniş b ir yaygınlık kazanm ış b ir ö rg ü tle -e tk ili b ir m ücadeleye elverişli değildi. Şöyle ki, özellikle askerî Paşaların birleşerek kendisini devirm eleri tehlikesine karşı sürekli olarak o n la r arasında kıskançlık ve rekabetleri k ö rü k­ lemesi gerekiyordu. O nlar da, Efendilerine güven telkin edebilm ek İçin, böyle kıskançlık konuları yaratm ak ya da varm ışçasına davran­ m ak zorundaydılar. Bu. kapıkulları arasında, Doğu m utlakıyetinin is­ tediği dayanışm asızlık ve rekabetin, belki hayli aşırı biçim iyle. 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında yaşatılm ası dem ekti. Birb irleriyle uğraşan, b irb irle rin i Efendilerinin gözünden düşürm ek için çabalayan, jurnal eden, hiç değilse bir bölüm ünün ye te rlikle ri şüp­ heli alaylı Paşaların, b irb irle rin i çelm eleyecekleri, örneğin b ir İT'ye karşı m ücadeleyi e tkili b ir biçim de sürdürem eyecekleri ortadadır. N i­ tekim , 1907 sonu ve 1908’in ilk yarısında S elânik’te 3. O rdu kum an­ dan vekili olara k Ferik Esat Paşa, ona bağlı Selânlk ve M anastır bölaelerinde kendisiyle aynı rütbede b irer kom utan, Üsküp ve Seres'te ise kendisinin iki rütbe üstü, yani m üşir olan T a ta r Osman 70



Fevzi ve İbrahim Paşalar bulunuyordu. Başlıbaşına bu durum dahi d isip lin sizlik yara ta cak b ir nite likte ydi. Ü stelik, bu Paşalar, zaman zaman b irb irle riyle uğraşm ış, b irb irle ri aleyhine ju rna lle r, ra p o rla r yazabilm işlerdir. Bu konuda daha öncesine a it başka b ir örnek, Serhafiye Ahm et C elalettin Paşa ile Paris E lcisi M ün ir Bey arasındaki iliş k ile rd ir (Kuran İT JT, 45— 57). T i’nin varlığını resmen duyurm ası, 1908'in M ayıs ayı içinde oldu. Tİ M anastırda Rusya dışındaki Büyük Devlet konsolosluklarına b ir layiha sundu. Bunda, İngiliz Dışişleri Bakanı S ir Edward G rey'in M a­ kedonya bunalım ının çözümü için Oraya bağım sız b ir valinin a ta n ­ masını, Rus hüküm etinin ise uluslararası n ite likte b ir Genel M ü fe ttiş­ lik istediği b e lirtiliyo rd u. M üslüm an ve H ıristiyan bütün O sm anlIlar yabancı m üdahalesine karşıydılar. 2000 y ıld ır M akedonya diye bir devlet olm am ıştı. Eski devletleri d iriltm e k gerekiyorsa Lehistan ne güne duruyordu? Dertli olan yalnız Makedonya değil, istib d a t baskısı altında bulunan bütün ülke ve bütün Osmanlı uluslarıydı. M akedon­ ya dahil, bütün ülke m utlu kılınm ak isteniyorsa, yüksek rütbe ve m akam sahiplerini b ir yana iterek, kurulm uş olan T l'nin hü rriyet m ü­ cadelesine yardım edilm eliydi. M akedonya'daki M üslüm anlara g e lin­ ce, bunlar çoğunluktaydı ve birçok ta h rikle re rağmen ö b ür uluslara karşı sabırlı bir saygı gösterm ekteydiler. Ama bu sabrın da sınırları olm ası doğaldı. Bundan sonra M akedonya bunalım ında Rusya’nın Bulgaristan, Yunanistan, S ırbista n’ın sorum luluğunu belirten, Kırım Savaşı'ndaki ittifa kın hayalleriyle süslü b ir bölüm geliyordu. A vru ­ pa yardım etmek istiyorsa. Osm anlı D evletinin ayrılm az bir parçası olan ve uğrunda ölm eğe hazır bulunulan M akedonya'ya m üdahale heveslerinden vazgeçmeli, istib da t yönetim inin aşırılıkların a son ver­ mek için İsta nb ul’da ve ted hişçiliğ i önlem ek üzere Sofya, A tina ve B e lg ra t’ta baskıda bulunm alıydı. Fakat istibdad perdesini yırta cak olanın önce «biz» olduğu b e lirtiliyo rd u. Bu layiha, M akedonya konusunda duyulan b ir telaşın ifadesi o l­ duğu denli, b ir ölçüde T İ’nin kendisine olan güvenin de bir be lirtisi sayıla bilir. Beş devletin konsolosluklarına verilen b ir layihanın O s­ manlI m akam larına sızmaması pek beklenemezdi. D ikkati çeken baş­ ka b ir nokta, Ruslara karşı Kırım Savaşındaki Ingiliz Fransız İtalyan Osm anlı ittifakınd an dem vurulm asıydı. Oysa o günden ve öze llikle 1875’ten bu yana köprülerin altından çok sular akmış, hatta 1894’de F ransızlar Ruslarla gizil ittifa k yapm ışlar, 1907’de ise İngilizle r Ruslarla uzlaşm ışlar ve aralarında yakın b ir do stluk başlam ıştı. Ö te yandan bu ülkelere rakip olan Alm anya, Osmanlı D evletini uzun­ ca b ir sü re d ir bazı sın ırla r içinde destekler durum daydı. 71



Herhalde A bdülham it, Rum eli'de düzene karşı b ir şeylerin dönm ek­ te olduğuna d a ir süre kii haberler alm aktaydı am a ju rna l sistem i uzun süre dir öyle o lu r olm az istihbaratı teşvik etm ekteyai ki, «Kurt g e li­ yor» diye sık sık bağıran küçük çoban m isali, gerçek teh like kapıyı çalm ağa başlayınca, gerekli tepki ve duyarlığı görm em iş olması m uh­ tem eldir. K onsolosluklara verilen layiha ile ortaya çıkm ış olan Cemiyet, olan bitene karşı daha duyarlı olm ak zorundaydı. S elânik’te M erkez Kum andanı olan Yarbay Nâzım B., Padişah yaverlerindendl. Daha önce izin alm adan İstanbul'a g ittiğ i ve 2000 kuruş maaş zam m ıyle döndüğü, kum ar oynadığı, gazinolardan ve Rejiden para aldığı, En­ ve r Beyin kızkardeşiyle evli olduğu halde onu boşam ak üzere bu­ lunduğu anlaşılıyor. Bu arada Nâzım B. yeniden İstanDul'a çağırılınca. Cem iyet harekete geçm eğe ka ra r verdi. M ustafa Necip, İsm ail Canbo la t ve Enver'in yardım ıyle Nâzım Beyi vurur. (Bayur'a göre 29 ■Mayıs, Ram saur'a göre 11 Haziran 1908’de: bu tarihlerden birinin Rumi, diğerinin M iladî olması jh tim a li de vardır). Y aralanan Nâzım B „ İs ta n b u l’a gö türülür, Enver de T ikveş’e kaçıp gizlenir. Bunun üzerine A bdülham it, güvendiği adam lardan İşkodralı İsm ail M ah ir Paşa başkanlığındaki b ir heyeti, 3. O rdunun cephaneliklerini te ftiş etm ek bahanesiyle S elânik’e gönderdi. Kosova tarafla rında da M iralay İbrahim B. başkanlığındaki b ir heyet, tsela m -ı şahaneyi» teb liğ etm ekle görevlendirildi. 3. O rdu Kom utan Vekili Esat Paşa ve Kurm ay Başkanı A li Rıza Paşa m erkeze alındılar. Esat Paşanın yerine İbrahim Paşa atandı. Oysa bu kom utan da um ulduğu gibi çıkm adı ve Hüseyin Hilmi Paşa İle işb irliğin e başladı, hatta İ. M ah ir Paşanın Temrrıuz başında geri çağrılm asını sağladı. M a h ir Paşa, İsta n b u l’da, H. Hilmi Paşayı, hatta Sadrıazam Avlonyalı F erit Paşanın dam adı A li Paşayı sadakatsizlikle suçladı. Bunun üzerine B ursa'ya sürüldü ve Hürriyetin ilanından az sonra da İT tarafınd an düzenlenen b ir suikastte öldürüldü. Bu arada, A bdülham it, 3. Ordudan 2 subay istem işti. G elenler, Kurm ay Ali Rıza ve Topçu Haşan Rıza adında iki albaydı. Bunların uzunca b ir süre İsta nb ul’da alıkonm aları, tu tukland ıkları sanısını uyandırdığından, Tİ bunların geri gö nderilm esini istedi. Böylece hem T l’nin gücü, hem de gelenlerin o kafada oldu kları anlaşıldıysa da, Saray, daha yum uşak yolları tercih ederek onları İade etti. Bundan sonraki önem li adım ve İhtila lin fiile n başlam ası, 3 Tem ­ muz 1908 günü Resne’de Kolağası Niyazi Beyin 200 kadar aske r ve 200 kadar sivilden oluşan hayli kalabalık b ir çeteyle dağa çıkm ası oldu. Bu olaydan önceki önem li gelişm elerden biri, Rus Çarı İle In­ 72



g iliz Kralının Reval'de 9 H azirandaki buluşm alarıydı. T İ’nln Rum eli’­ nin yazgısı konusundaki telaşını doğrulayan b ir olaydı bu. Öte yan­ dan, M an astır’da bulunan ve Sarayın haflyesi olan Alay M üftüsü, N i­ yazi ve arkadaşlarının ih tila lc i çalışm alarını öğrenm iş bulunuyordu. Durumun farkına varan Niyazi, T İ’den izin alarak, dağa çıkm ak ve açıkça mücadele etm ek kararını verdi. G itm eden önce, kışladan b ir­ çok silah ve para aldı. G idenler arasında Resne Belediye Reisi Hoca Cemal, M aliye M üfettişi Tahsin Efendi, Polis M üdürü T a h ir B. de vardı. Niyazi, Yıldız'a, Rumeli M üfettiş-i U m um iliğine ve M an astır V aliliğine yazdığı yazılarla hafiye paşaların dönm esini, Kanun-u Esa­ sinin hemen yürürlüğe konularak Mebusan M eclisinin toplanm asını yum uşak sayılabilecek bir d ille istedi. A rtık T İ'li başka sub aylar do ih tilale katılm aya ba şla dılar ve hareket, örgütün malı oldu. 5 Temmuz­ da M anastır Tİ örgütü, kentin sokaklarına m eşrutiyetçi b ir bild irg e yapıştırdı. Padişah, durum a egemen olm ak için şid de tli tedbirlere başvur­ ması ge rektiğ ini anlam ıştı. M etroviçe’de 18. Nizam iye Fırkasının Ko­ m utanı A rnavut Şemsi Paşa'yı, N iyazi'nin hareketim bastırm akla gö ­ revlendirdi. Paşa, okum ası yazması kıt, alaylı ve Padişaha çok bağlı, sert bir askerdi. 7 Tem muz’da M an astır’a geldi ve Y ıldız'la haber­ leştikten sonra yola çıkm ak üzereyken, T İ’nin fedai b ir subayı, Teğmen  tıf (Kamçıl) tarafından vuru la ra k öldürüldü. Paşa, yoluna devam edebilseydi belki de N iyazi'nin hareketini ba stıra bilecektl. Paşayı vu­ ran  tıf, T İ'nln onayını alm akla b irlikte , kendi g irişim iyle İşi yapm ış ve kaçıp ku rtulab ilm işti. Olayın Sarayda ve ona bağlı çevrelerde na­ sıl b ir yılgınlık yara ttığı tahm in olun abilir. M an astır M ıntıka Kum an­ danı Osman Hidayet Paşa, T İ'nln ne denil dalbudak salm ış olduğunu sezdiğinden, bu sırada b ir öğ üt heyeti İstem ekten Daşka çare bu­ lamaz. Nitekim , N iyazi’yi bastırm ak için m iralaylığa yükseltilerek gö­ revlendirilen Şemsi Paşanın 'd a m a d ı Rıfat Beyin dahi T İ’li oluşu, bu­ nun b ir örneğidir. Genç m ektepli subayların genellikle T İ’li oluşu, N i­ yazi gibi ortaya çıkıp isyan edenlere karşı alınacak ted birleri önce­ den felce uğratıyordu. Niyazi'nin dağa çıkıp, bu hareketin bastırılam am asından sonraki önem li olay, Firzovik toplantısıdır. Haziran ortalarına doğru Kosova’da bulunan bazı yabancılar, F irzovik’te b ir eğlence düzenlemeyi ta ­ sa rla rla r ve hazırlığa girişirle r. Herhalde M akedonya’nın Osmanlı Dev­ letinden koparılm ası yönündeki gelişm elerden İşkilli olan o bölgenin A rnavutları, bu hazırlıkları, A vustu rya’nın askerî b ir işgâl hareketini örtm ek için düzenlenm iş b ir hile olarak yo ru m la rla r ve silâhlı olarak 73



oraya toplanm ağa başlarlar. Haber, dallanıp budaklanarak ya yılır ve bu top luluğa katıla nla rın sayıları ertesi ay 30.000'e kadar yükselir. Y a­ vaş, yavaş A vustu rya’dan bir hareketin söz konusu olm adığı an la şı­ lır. Bu arada, top lan tının sükûnetle dağılm asını sağlam ak üzere Kosova V alisi M ahm ut Şevket Paşa tarafınd an 8 Temm uzda gö rev­ lendirilen ve T İ’li olan M iralay G alip B „ bunu m eşrutiyetten yana bir top la n tıya çevirm ek için uğraşıyordu. Necip Draga gibi A rnavut ileri gelenleri yardım cı olurken, İsa Bolatin gibileri buna karşı çık ıy o rla r­ dı. G alip Beyin geliştirm ek istediği tez şuydu: Rum eli'de yabancı m ü­ dahalesinin son bulması İçin m eşrutiyet düzeni geri gelm eliydi. So­ nunda bunu başardı. 20 Temmuz günü Padişaha sunulm ak üzere Sadrıâzam ve Şeyhülislam a Kosova halkı adına 180 İmza ile çekilen telde, devletin güçlenm esi için «sünnet-i nebevîyeden» ve Padişahın onaylayıp İlân etm iş olduğu Kanun-u Esas? gereği bulunan meşveret usulünün iade edilm esi, yani «Bir m illet m eclisinin* toplanm ası iste­ niyordu. Cevap çıkm ayınca, 22 Temmuzda b ir tel daha çekilerek, «Teskin-i heyecan kabil olm uyor. Halk m üsellâhan aşağı doğru akın ediyor.» diye ısrar edildi. Bu durum , ordudaki b ir isyana, bir halk is ­ yanının da boyutlarını katm aktaydı. Üstelik bu İsyan, İm paratorluğun en duyarlı ve en göz önünde bulunan b ir yerinde oluyordu ve bunu yap an lar da A bd ülham it’in çok güvendiği Arnavutlardı. İşte b ir yandan orduda, Niyazi Beyinkl gibi, öte yandan halkın A rn a v u tla r gibi ’sad ık’ b ir kesim inde başkaldırm a nareketleri b e lir­ d iğ i b ir sırada, bu gailelerle uğraşacak askerî ve m ülkî mekanizma T İ’li subaylarca girişilen tedhiş ve propaganda fa a liye ti sonucunda m eflu ç bir hale g e tirilm iş bulunuyordu. Nâzım Beyin, Şemsi Paşa­ nın ve diğe r bazı Istibdatçıların vurulm ası olayını yukarıda gördük. İsm ail M ah ir Paşa heyeti M anastır Alay M üftüsüyle S elanik'ten dö ne r­ ken gemide bir hukuk öğrencisinin saldırısına uğ rar ve iki kişi ö lü r iki kişi yara la nır (12 Temmuz). 15 ile 24 Temmuz ta rih le ri arasında A nadolu'dan ge tirtile n 18.000 asker de yolda gelirken, ya da Selân ik ’e çıktıktan sonra yapılan propaganda sonucunda m eşrutiyetçi safa çekilm işlerdi. 17 Temmuzda, Padişahın bir ferm anını okurken M a n a stır M ıntıka Kumandanı Osman Hidayet Paşa vurulur. Son o la ­ rak da, Niyazi Beyin Resne M illî Taburu ile 20 Temmuzda dağa ç ık ­ mış olan Eyüp Sabri B. kum andasındaki Ohri M illî Taburu 22— 3 Temmuz gecesi M an astır’da birleşerek Şemsi Paşanın yerine M a­ n a stır Fevkalade Kum andanlığına atanm ış bulunan ve görev yerjne 12 Temmuzda gelen M üşir T atar Osman Fevzi Paşayı 2000 kişilik ka d a r bir kuvvetle gelip dağa kaldırırlar. 74



23 Temmuz günü 21 pare topla M anastır'da M eşru tiyet Ti ta ra ­ fın da n ilân edilir. Yine o gün. Tİ R um eli'nin birçok merkezinde Meş­ ru tiye ti tören le rle ilân eder ve durum , b ir te lg ra f yağm uru halinde Y ıldız'a du yu ru lu r ve hüküm etin de buna uyması istenir. Zaten Abd ü lh a m it bunun böyle olacağını anlam ış ve Alm ancı diye tanınan A vlonyalı Ferit Paşayı 21/22 Temm uz gecesi azledip yerine Sait Paşayı ge tirm iştir. Kâmil Paşa da M eclis-i Vükelaya m em ur edilir, yani Devlet Bakanı olur. Her İki vezir de liberal ve İngilizlere yakın diye tanınırlar. A bd ülham it’in niyeti. M eşrutiyetçi akım a uymak yö­ nünde olm akla beraber ve gelen te lg ra f yığını Sarayaa toplanm ış olan kabineye bu işin kaçınılm azlığını belli etm ekle b irlikte , kapıkulu zih­ niyetinden başka Abdülham it kuru ntuları ile şartla nd ırılm ış vezirler, b ir türlü beklenen kararı verem eyince, A bdülham it bu işin soru m lu­ luğunu kendisi göğüslem ek zorunda k a lır ve. M eşrutiyeti ilân e ttirir (23/24 Temmuz gecesi). İlân, renksiz ve heyecansız herhangi bir resm î ilan gibi 24 Temmuz sabahı İstanbul gazetelerinde çıkar. O y­ sa o sabah, Selânik, H ürriyetin ilânını 101 pare topla kutlam aktaydı. Sonuç olarak A bdülham it istibdadına son veren hareketin, Ru­ m eli'deki T İ'li subaylar tarafından ge rçekleştirilm iş olduğunu, hattâ bu subayların kendilerinin çoğunlukta bulundukları öz ö rg ü tle rin i ku r­ muş olduklarını ve Tİ adını da sonradan, geleneğe saygıları dolayı­ sıyla ve b ir dış bağlantı sağlam ak am acıyle be nim sediklerini g ö rü­ yoruz. Demek ki, H ürriyeti getirenler, her şeyden önce m ektepli su­ ba yla rdır ve kurd ukları Osmanlı H ürriyet Cem iyetinin y ılla rd ır A vru­ pa'da çalışm akta olan İT, ya da Tİ, ya da başka b ir Jön Türk ö rg ü ­ tüyle ilk başta herhangi b ir ilgisi olm am ıştır. T abiî kj bu, İT'nin ya da genel olarak özgürlükçülerin yu rt içinde ya da dışında 1809 yılından başlayarak yapm ış oldukları m ücadelenin boşuna olduğunu söyle­ m ek değildir. Bunu herhangi b ir biçim de ölçüye vurm ak imkânsız olm akla birlikte, 1905'ten sonra Şam 'daki ve Rum eli’deki ö rg ü tle n ­ m elerin sözü geçen m ücadelenin sağladığı birikim e pek çok şeyler borçlu oldukları m uhakkaktır. Ayrıca, 1907 öncesinin İT'sinin (ya da T İ'sin in) H ürriyetin ilânından sonra çetin b ir siyasal ik tid a r m ücade­ lesine girecek olan 'yeni' İT’ye pek çok ka d ro la r sağladığı, çünkü H ürriyeti getirdikten sonra T İ'li subayların büyük çoğunluğunun s i­ yasetten kendi m eslek alanlarına döndükleri ortadadır. Yine de ‘e ski’ ile 'yeni' İT ayırım ı üzerinde ve ikisinin arasındaki kop ukluk üzerinde ısrar etm ekte ya ra r vardır. Nitekim İT’nin 1889’daki ilk ku ru cu la rın ­ dan İbrahim Tem o'ya H ürriyetin ilânından sonra S elânjk’te yapılan acı m uamele bunu gösterm ektedir: «Söz arasında ben cem iyetim izin m u­ vaffakiyetind en sevinerek bahsederken, Cemal Bey (Paşa) bana: Dok­ 75



tor, hangi cem iyeti m urad ediyorsunuz? Bizim bu cem iyetim iz, sizin vatan haricinde çalıştığınız cem iyet değildir. Bu cemiyet. M an astır ve Selânik m.ahsuludur, gibi sözlerle, kendilerinden b ir iim id beslediği­ mi ima eder bir tarzda beni fikird a ş gibi tanım ak istemedi.» (Temo 215).



B. GENEL ÇÖZÜMLEMELER



Soru 29



Özgürlükçü akımın kadrolarını nasıl İnsanlar oluşturu­ yordu?



Ö zgürlükçü akım ın tip ik kadrosunu 1906’da S elânik'te kurulan Osmanlı H ürriyet C em iyetinde bulabiliriz. Bu Cem iyetin kuru cularına ve ondan sonra Cemiyete kutılanlara b ir göz atarsak, bu kad roların pek büyük çoğunlukla a) Türklerden, b) Gençlerden, c) Yönetenler sınıfı m ensuplarından, ç) M ekteplilerden, d) Burjuva zihniyetlilerden oluştuğunu ve genellikle bu beş n ite liğ in kişilerde b ir arada bulun­ duğunu görürüz. Bu n ite likle ri gözden geçirirsek, 1889’da kurulan Ittihad-ı O sm anî örgütünün A skerî Tıbbiyedeki M üslüm an gençlerce kurulduğunu görürüz, fa ka t hiç değilse ku ru cu la r arasında T ü rkle rin çoğunlukta oldu kları söylenemez. Hele y u rt dışındaki Jön T ü rkle rin arasında M üslüm an olm ayanların da bulunduğu göze çarpm aktadır. H atırlanacağı üzere, A. Rıza Meşveret’! h içb iri M üslüm an olm ayan Ha­ lil Ganem, A ristid i Paşa, A lb ert Fua ile kurarak sanki mükemm el b ir O sm anlıcılık örneği verm eğe özenm işti. S abahattin dahi M usurus Gldis ile çalışm ıştı. Ne var ki A. Rızacı kanat, yukarıda gördüğüm üz gibi, B u lga ristan’a yazdığı 2/6/1906 günlü m ektupta, M üslüm an o l­ mayan bir Osmanlıyı Cemiyete alm anın «ancak bazı ş a rtla r d a h ilin ­ de» olacağını be lirtm iş ve am acı daha da seçik b ir biçim de belirtm ek için. Cem iyetin «halis b ir Türk Cemiyeti» olduğunu eklem işti. Aşağıda da görüleceği üzere, İT bu yöndeki gelişm esini sürdürm üş ve T ü rk lü ­ ğün koruyucusu ve tem silcisi b ir ö rg ü t nite liğ in i m uhafaza etm iştir. Cem iyetin gençlerden oluşm asına gelince, İh tilâ lci b ir ö rg ü t m ensuolarının gençlerden oluşm ası olağan sayılabilir, zira gençler her yerde genellikle daha sabırsız, daha atak ve te h like le ri göze a l­ mağa daha hazırdırlar. Fakat bundan daha önem li olan husus şu kİ, yaşlılar b ü rokra tik m erdivende daha yükselm iş olm ak dolayısıyle, elde 76



e ttik le rin i kaybetm ek korkusunu daha ço k duyuyorlardı ya da kapı­ kulu zihniyetiyle daha uzun süre tem asta bulunm uş olm ak sebebiyle, sad aka t yönünde daha çok şartlanm ış o luyo rlard ı. Jön T ürkle rin başına, zaman zaman Yeni O sm anlIlara koru yucu luk yapm ış olan M ustafa Fazıl Paşa örneğindeki gibi, bazı koruyucu pa şalar geçm ek .istemiş ya da geçm işse de, İT'nin içinde bunların çok nüfuz sahibi oldu kları, hattâ İT'nin bünyesine kayn aştıkları pek söylenemez. Bu arada Dam at M ahm ut Paşa, Ahm et C elâlettin Paşa, M ısırlı Prensler (başta S ait Halim Paşa) gibi örn ekler hatıra gelm ektedir. A. Rıza’nın da h i H ürriyetin ilânından sonra İT içindeki nüfuzunu yitirm e si ve bir ö lçüd e bu yüzden gerici sayılabilecek b ir tutum a sürüklenm esinde, belki A. Rıza’nın yaşlanm ış olm asının da b ir payının bulunduğu d ü ­ şünülebilir. Ö zgürlükçü akım ın tip ik m ensubunun üçüncü özelliği, yönetenler sınıfından, yani askerî ya da m ülkî bü rokrasiden oluşudur. Bu sırada O sm anlı Devletinde serbest m eslek sahipleri, özellikle M üslüm anlar arasında pek az olduklarından, bu nlar dahi m ektepli yön eticilerin bir uzantısı sayıla bilirler. Ö zgürlükçü akım la halk katla rın ın, yani esnaf, işçi ve köylülerin fazla b ir ilgisi olm am ıştır. Aynı şekilde H ürriyetin ilânına değin sermaye sahiplerine ya da taşra eşrafına (toprak ağ ala­ rına) da pek rastlam am aktayız. M ektep lilik nite liğ in e gelince, bu. Jön T ürk'ün id eo lojisin i b e lirle ­ yen en önem li etkendir. M ektepli, yani askerî ya da m ülkî olup B atı­ nın çağdaş eğitim kurum larını örnek alan b ir eğitim Kuruntunda (baş­ ka bir deyişle m edrese dışında) yetişm iş olan b ir kim se, geleneksel yön eticilerd en bambaşka b ir insandır. M ektepli demek, az çok ça ğ ­ daş yani A vrupai b ir dünya görüşüne sahip kim se dem ektir. Bu adam A vrup a’nın hemen her alanda üstün olduğuna ve Osmanlı Devleti ku rtu la ca ksa önem li ölçüde A vrupa'ya benzemesi gerektiğine in an­ m ıştır. Bu adam devletin ve yönetim in, yalnızca b ir padişahın ya da bazı paşaların keyif ya da istekleriyle ayakta durm am ası g e re ktiğ i­ nin, kurum laşm ış ve nesnel olan, yani kişisel olm ayan esaslara göre halka b ir hizm et sunm ak amacına yönelm esi gerektiğ inin az çok b i­ lincin de dir. Yine az çok bilm ekte dir ki, İşinde yükselecekse, padişahın keyfi ya da lu tfu yle değil, İşinin ehli olm ası ve işini Iyl yapm asının b ir sonucu olara k yükselm elidir. Sahip olduğu diplom a, İşinin ehil olduğunun nesnel kanıtı olduğu için, İşe alınm ak ve İşinde yüksel­ mek onun hakkıdır, yoksa baştakilerin lu tfu değildir. Fakat yine b il­ m ekte ve acı b ir biçim de görm ekted ir kİ, devletin ve yönetim in öde­ diği m aaşlar, yaptığı işler, te rfile r v.s. yaygın olarak padişahın sağ­ ladığı b ir nim et, b ir lu tu f olarak görülm ekte, yorum lanm aktadır. 77



Son olarak, aşağıda da göreceğim iz üzere, İT 'li burjuva zihniyetlidir. Bu, gördüğü eğitim in bir sonucudur. Y önetenler sınıfı mensubu olup burjuva sınıfının zihniyetine nasıl sahip olunabileceği s o ru la b ilir İnsan nesnel koşulları itib a riyle bir sınıfa mensup olup, başka b ir sı­ nıfın zihniyeti yani öznelliği içinde olab ilir. Fransız ih tilalin de bazı soyluların, yani feodallerin, inançları dolayısıyle burjuva olan ih ti­ lale hizm et edip sınıflarına ihanet e ttikle ri görülm üştür. Aynı b iç im ­ de, sosyalist ya da kom ünjst parti m ensuplarının, hattâ ö n d e rlerinin bir çoğunun burjuva, hattâ soylu oldu kları görülm üştür. İşte O sm anlı Devletinin bu dönem inde birçok m ekteplilerin nesnel olara k yöne­ te n le r sınıfına bağlı oldukları halde, kafa yapıları itib ariyle, esas iti­ bariyle burjuva oldukları ve ülkenin ancak b ir burjuva düzeni içinde kalkınabileceğine inandıklarını görüyoruz. İşte böylece, tipik İT’liyi Türk, genç, yönetici, m ektepli, bu rju va zihniyetli olarak tanım lam ış oluyoruz.



Soru 30



Jön Türklerin ideolojisi neydi?



P etrosyan’ın da kabul ettiği gibi, gerek Yeni O sm anlIların, gerek­ se Jön T ürkle rin ideolojisi burjuva ideolojisi diye nitelenebilir. Yeni çağlarda Avrupa'da m eşrutiyet ve dem okrasi nasıl burjuvazinin iste k­ leri arasında baş köşeyi işgal ediyor idiyse, A vrupa'da gördü kleri m eşrutiyeti isteyen genç T ürk aydın yö n eticileri kendileri ka p ita list olm am akla birlikte, zih niye tlerinin fe o d a llik yerine burjuvalığa yönelik olması dolayısıyle, bu isteği (ve ö b ür çağdaş isteKlerini) ileri sü r­ mek suretiyle bir burjuva düzeni istem iş oluyorlardı. G erçi özg ür­ lükçülerin büyük çoğunluğunun tale plerin i bu biçim de tanım lıyabilecek b ir bilin çte olm adıkları m uhakkaktır. Ama m ektep lilik sayesinde e dindikleri çağdaş, A vrupai dünya görüşünün ve özlem lerinin b ilim ­ sel tanımı da bundan başka b ir şey değildir. N itekim İT'nin ik tid a r olm asıyle birlikte, Osmanlı Devletinde T ürklerin denetindeki ka p ita lis t gelişm enin gözle gö rü lü r bir biçim de ortaya çıkm ası, İT'nin O sm an­ lıcı ve İslâm cı sözlerine rağmen uygulam ada düpedüz Türk ulu sçu lu ­ ğu davasını benimsem esi, sözünü e ttiğ im iz burjuva zihniyetinin ürün­ leridir. H ürriyetin ilânından evvel, önce A. Rıza’nın ve ondan s o n ra S abahattin Beyin A bdülham it'in tah ttan indirilm esi, Kanun-u Esasi ve m eşrutiyet dâvâlarını b ir yana iterek toplum sal aeğişm eye büyük öncelik verm eleri, A. Rıza'nın feodal tipin tam te rsi olan «ekmeğini a l­ nının teriyle kazanan, m enfaatini kim senin zararında aramayan» ada­ mın yetiştirilm esini, yani eğitim i öne sürm esi ve bunu tarım ve sa 78



nayı'de gelişm eyi sağlayacak b iric ik kaldıraç o lara k vurg ulam ası; S abahattin'in, burjuvazinin dünyada ilk kez siyasal egem enliği ele ge­ ç ird iğ i A nglo-Sakson toplum unu yüce le ştirerek kişisel girişim e da ­ yalı b ir toplum un yaratılm asını önerm esi, hep burıuva zih niye tinin som ut ifadelerinden başka b ir şey değildi. H ürriyetin ilânından önce, İT nizam nam elerinde tam am en gösterm elik ve doıayısıyle anlam sız olarak kadınların da erke kle r gibi eşit hak ve görevlerle örgüte g ire ­ bileceklerinin açıkça belirtilm esi, o zam anki Osmanlı Devleti için aşırı ya da fantezi sayılabilecek bir çağdaşlığı, yani burjuvaca bir iştiyakı dile getirm ektedir. Burada, göreceğim iz gibi, 1908 İT p ro g ­ ramında yer alan toprak dağıtım ı talebini, H ürriyetin ilanından son ra işçi hareketlerine karşı takınılan olum suz tavrı, aaha önce 1907 Kongresi bildirgesinde sosyalist Erm enilerin varlığına rağmen hitap edilen sınıf ve züm reler sıralanırken işçilerin ısrarla ihm ale uğram a­ sını da saym ak yerinde olur. Osmanlı Devletinde küçük bir grup, «Selânikli» ya da «dönme» denilen kim seler, T ü rkle r arasındaki ilk burjuvaziyi oluşturuyordu. Öte yandan tica re tle uğraşan ö b ü r T ü rkle r ya da tic a re t ve sanayi alanında kendjni gösterm ek isteyen aydın zihniyetti feodal eşraf da yok değildi. Ne var ki, Batı em peryalizm inin ve onun kom pradorluğunu yapan azınlıkların ağır baskısı karşısında, SelâniKliler gibi te c rü ­ beli ve yakın dayanışm a içinde olm ayan diğe r T ürklerin tic a re t ve sanayide herhangi bir ciddî atılım yapm aları son derecede zordu. İlg in ç tir ki, T ü rkle r içindeki bu az sayıda burjuva -ih tim al biraz da zaaflarının bir sonucu olarak- H ürriyetin ilânından önce burjuva dü ­ zenini getirm ek isteyen İT'yi, bildiğim iz kadarıyle, çok faal b ir b i­ çim de destekleyem em işlerdir, hattâ belki katkıda bulunm ağa dahî çağrılm am ışlardır. Ancak H ürriyetin ilanından sonra hareketi des­ tekle m işle r ve hattâ, C avit Beyde gördüğüm üz gibi, önüne dahi geç­ m işlerdir. 19. yüzyılda Osmanlı özgürlükçü akım larının burjuvalığı her şey­ den önce ideolojik b ir olaydır. İlk planda m ekteplerden edinilen, azınlık ve Avrupa burjuvalarının yaşam a üslûpları karşısında ta h rik olunan ve amacı Devleti düşkün durum undan kurtarm a k olan b ir ideoloji söz konusudur. Türk burjuvalarının bu hareket karşısında görece edilg in b ir tavır içinde olduklarını, hareketin Türk yön eticilerin genç m ek­ tepli züm resince yürütüldüğünü gördük. Oysa Petrosyan, biraz m iha­ niki b ir yaklaşım la burjuva ideolojisinin çıkm asını altyapıda ka p ita ­ lizm in gelişm esine bağlam ak çabasında görünüyor. Ö zellikle 19. yüz­ yılın yarısından başlayarak Osmanlı Devletinde ka p ita list b ir ge liş­ 79



m eden söz edilebileceği doğrudur, fa k a t bu gelişm enin hemen hep­ sini Batı kap italizm in in ya da azınlıkların yatırım ları oluşturuyordu. B urjuva id eo lojisin i edinm em iş b ir T ürk için bu manzara, hayli ya­ bancı ve yerine göre hayranlık, hayret, ilg isizlik, düşm anlık gibi an ­ ca k duygu düzeyinde tepki yara ta bilece k b ir durum du. Geleneksel O sm anlı, ıslahat yapıyorum diye Feodal üst yapıyı ancak yozlaştırab ilird i, yoksa onu gerçek, yani b ir T ürk ka p ita list üstyapısına dönüştürem ezdi.



80



İKİNCİ BÖLÜM



İT'NİN DENETLEME İKTİDARI



(1908— 13)



A. ABDÜLHAMİT’İN TAHTTAN İNDİRİLMESİNE DEĞİN



Soru 31



Yeni düzenin bocalamalı İlk günleri nasıl geçti?



İT 23 Temm uzda H ürriyeti ilân etm işti ama, bunu ancak Rum eli'de yap ab ilm işti. İstanbul ve A nadolu'da o sırada böyıe bir şeyi kendi g irişim iyle yapabilecek b ir gücü yoktu. A bdülham it'e rağm en İstan­ bu l'a egemen olabilm ek için. Hareket O rdusununkıne benzeyen b ir h a re kâ tı' ve iç savaş, kargaşalık, dış m üdahale gibi ih tim a lle ri göze alm a k gerekirdi. Bunun yerine A bd ülham it’in m eşrutiyeti ilân etmesi yine İT’nin bir zaferiydi ama, bu arada ve bu sayede A bdülham it de b ir ölçüde teşebbüs kabiliyetini, yani olayları yönlendirm e im kânını m uhafaza etm iş oluyordu. Başka b ir deyişle, H ürriyetin ilânı sırasın­ da bile A bd ülham it'in padişahlığına itira z etm em iş oıan İT, Abdülham it m eşrutiyeti benimseyince, onun padişahlığına büsbütün itiraz edemez durum a girm işti. Böylece ortaya çıkan düzen, İT ile A bd ül­ ha m it arasında b ir uzlaşım olarak beliriyordu. Kimin ne kadar tâviz vereceği, yani uzlaşırının ayrıntıla rı ise arada çekişm e konusu o la ­ caktı. Şunu da gözden uzak tutm am alı ki, m eşrutiyetin geri gelm esiy­ le A bd ülham it'in iğdiş etm iş olduğu b ir kurum olan kabine, yani Babıâli paşaları, b ir güç olarak yeniden siyaset sahnesine çıkıyorlardı. İstanbul, birdenbire, resm î ağızdan b ir ilânla m eşrutiyetle ka rşı­ laşınca, ne yapacağını şaşırdı. Sansür yüzünden Rum eli’deki aya k­ lanm adan haberi olm adığı için, m eşrutiyet ona Padişanın b ir lü tfü gibi geldi. Ayrıca, coşkunluğun Padişaha teşe kkür biçim inde açıklanm ası istib d a t altında uyuşup kalm ış olan halk için en tehlikesiz yol o la ­ ra k gözüktü. Zira ne söylenir, ne söylenemez, neye m üsaade edile­ cek, neye edilm eyecek, henüz belli değildi. 25 Temmuz günlü İkdam «Padişahım Çok Yaşa!» diye kocam an b ir başlık koyuyor ve olm am ış F: 6



g ö ste rile ri olm uş gö steriyordu. Bu sayede İstanbul sokaklara döküldü. Halk, başlarında b ir takım oku llu ya da okul mezunu gençlerin ön de r­ liğinde Babıâliye, Yıldız Sarayına ve başka resmî kurum lara g id iyo r ve sorum luları dışarıya ya da pencereye çağırıyor, konuşm ağa ve m eşrutiyete ba ğlılık sözleri verm eğe zorluyordu. Halkın başındakiler de söylevler veriyorlardı. 26 Temmuzda Y ıldız’a giden kalabalık 50.000 kişiyi bulm uştu. Aynı gün Beyazıt'ta 10.000 kiş ilik bir m iting yapılm ış­ tı. İlgi çekici b ir nokta, Babıâliye yürüyen b ir kalabalığın başında b ir kadının bulunm asıydı. Bundan başka, 27 Temmuzaa M üslüm an ka­ dınları m eşrutiyetçi yazılarla süslü a ra b a la r içinde sokaklarda do la ş­ m ışlardı. Bütün bu o la yla r ülkeyi nasıl büyük b ir heyecan dalgasının kapladığını gösterir. G österilerin, istibdadın sessizliğine alışkın devlet adam iarını ne denlj endişelendirdiği kolayca ke stirile b ilir. Bunların önünü alm ak için, 27 ve 28 Temmuzda A bdülham it'ın m eşru tiyetçiliğini açıklayan ve devlet işlerinin yürüyebilm esi için halkın işine, gü cü­ ne dönm esini isteyen resmî ilâ n la r çıktı. 28 Temmuzda Şeyhülislam C em alettin Efendi, Padişah adına İT te m silcile rin i çağırıp, Abdülham it'in Kanun-u Esasiyi tam am ıyle uygulayacağına d a ir yemin e ttiğ in i bildirm işti. Buna karşılık Rıza Tevfik, İT'nin gö sterilere son verdiğini açıklam ıştı. Fakat İT İstanbul'a egemen olm adığı için, g ö ste rile r İT '­ nin bu konudaki b ild irile rin e rağmen, daha b ir süre aevam etti. Zaten İT, kendi çabalarıyle elde e ttiğ i m eşrutiyet için Padişaha teşe kkür edilm esinden rahatsızlık duyuyor ve ilk günlerdeki bazı b ild irile rin d e Padişahı hiç anmadan, yeni düzenin kendi çabalarının sonucu o ldu ğu­ nu açıklıyordu. Bununla birlikte, bir olay, İT’ye, A bdülham it karşısında d ik k a tli ve saygılı davranm ak ge rektiğ ini ha tırla ttı. Edirne'de «Padişahım Çok Yaşa» yazılarıyle karşılanan 3. O rdu subayları, bu yazıları in d irip oradaki askere, m eşrutiyetin nasıl elde edild iğ ini anlatm ağa ka'kışm ışîarJı. Buna tepki gösteren askerler. 300 kad ar arkadaşlarını Pa­ dişaha bir kötü lük gelip gelm ediğini anlam ak için İsta nb ul'a gönder­ m işlerdi. Ondan sonra İT, A bd ülham it’e karşı saygıaa kusur etm edi o derecede ki, m uh alifleri onu bu yönden a ğ ır biçim de eleştird ile r. Fakat tabii 30 yıllık istibdadın acısının birisinden çıkm ası, A b­ dülham it dışında bir 'günah teke sinin’ bulunm ası gerekliydi. A bd ül­ ham it de, çaresiz, «Hainler beni şim diye kad ar aldatm ışlar» sözüyle buna yeşil ışık yaktı. Kabak, B aşkâtip Tahsin Pş., M ektepler Nazırı Zeki Pş.. Ebulhuda Ef.. eski Bahriye Nazırı Haşan Rami Pş., M abe­ yinci İzzet Pş., Selim M elhame g ib ile rin in başında patladı. Son ikisi A vrupa'ya kaçabildiler. D iğerleri b ir süre hapis hayatı yaşadıktan



B2



sonra İT'ye servetlerinden büyük p a ra la r ‘bağışla yarak’ kurtuldu lar. B ursa'da bulunan A b d ü lh a m it'in süt yeğeni Fehim Pş. ise kaçarken yakalanıp linç edildi. Tabii bu arada b ir çok a zille r oıdu. 24 Tem m uz­ da sansür kendiliğinden son buldu, ertesi günü ha fiyelik kaldırıldı. Şunu da belirtm ek ge rekir ki, İsta n b u l’daki kargaşalık havası A na­ d o lu ’nun birçok yerlerinde de görüldü. Belki biraz aa hürriyet kavra­ mının ne olduğunun iyi bilinm em esinln b ir 6onucu olarak, sevilm e­ yen yönetim â m irleri ve m em urlara karşı yer yer zorla kovma dere­ cesine varabilen da vran ışlar görüldü. Vergi ta h silâ tı durgunlaştı, ha­ pishanelerden boşalan sab ıkalıla r asayişi bozdular. Yeni hüküm et m eşrutiyete ayak uydurm ak konusunda zorlukla ra uğruyordu. Salt Paşanın 22 Temmuzda (tabii A bd ülham it’in ‘te lkin iyle ’) kurm uş olduğu kabine, iki isim dışında, önceki Ferit Paşa kabinesinin aynısıydı. Siyasal a f da beklendiği denli çabuk çıkm adı. Genelge 26 Temmuzda hazırlandı, ama 28’lnde duyuruldu. Ü stelik hapishaneler­ deki bayağı m ahkûm lar da ayaklanarak a f istediler. Kendilerine meş­ rutiye t andı içirile re k salıverildiler. Bu sefer de bunun yaratacağı asa­ yiş bozukluğunun m eşrutiyeti halkın gözünden düşüreceği kuşkuları belirdi. Kabinenin, o h a liyle basının e le ştirile rin e dayanam ayacağı anlaşıldığından, 31 Temmuzda istifa etti ve yerine yeni bir S ait Paşa hüküm eti kuruldu. Fakat bu hüküm et de ancak 5 gün dayanabildi, zira yeni hüküm etle b irlikte çıkarılan ve Kanun-u Esasinin başına ge­ lenleri ve onun bazı hüküm lerini açıklam ağa çalışan b ir Hatt-ı Hü­ mayun, büyük g ü rü ltü le r kopardı. Şöyle ki, aslında gereği olm ayan Kanun-u Esasi açıklam asının içine A bd ülham it’in, tahtının güvenliği açısından çok önem verdiği bir husus, yani Harbiye ve Bahriye Na­ zırlarının Sadrazam ve Şeyhülislam gibi Saray tarafından atanacağı hükmü sızdırılm ıştı. Kanun-u Esasiye aykırı olm am akla birlikte, orada böyle b ir hüküm bulunm adığı, parlam entarizm in esaslarıyle bağdaş­ madığı ve ö zg ürlükçüler de diken üstünde bulundukları için, olay, bü­ yük tepkilere yol açtı. Bu, hüküm etin sonu oldu ve S ait Paşaya, Abd ü lh a m it’ten yana çıkm anın yanlış b ir iş olduğunu öğretti. Ö zgürlükçülerin diken üstünde olduklarını söyledik. O nlar, Abdülham it başta oldukça yeni düzenin sürüp sürm eyeceği, hakkıyle uygulanıp uygulanm ayacağı konusunda, özellikle o ilk günlerde, be­ lirsizlik içindeydiler. G österiler, tanınm ış Istibd atçıların tasfiyesini sağlayıp devlet adam larını m eşrutiyete bağlılık andı vermeğe zorla­ dığı İçin m eşrutiyet dâvasına yara rlı oluyor, özgürlükçülere güven veriyordu. Ama buna karşılık Saray ve hüküm et de diken üstün­ deydi. O nla r da fazla özgürlük verilm ekte olduğu, İpin ucunun ka­ çacağı, kargaşalık çıkacağı endişesi içindeydiler. Bu yüzden de baş­ 83



ta A bdülham lt, eski düzenin adam ları, m eşrutiyetten vazgeçilm ese bile, hiç değilse sokak gö sterilerin in baskısına son verm ek için, polis ya da aske r kullan ara k ‘d is ip lin ’ sağlanm ası yönünü herhalde ka fa ­ larında tartm aktayd ılar. Tabii bunun sonu ne olurdu, ih tilâ tla ra yol a ça r mıydı, açm az mıydı ayrı b ir hikâyedir. Bu sırada, istibdadın, s i­ h irle ri hayli bozuk adam larını böyle m aceralı yo llara gitm ekten a lı­ koym akta ağırlığı bulunan bazı gelişm elere İşaret etm ek gerekir. G erçekten de, Kanun-u Esasinin yeniden yürürlüğe sokulduğunun ilâ ­ nından üç gün sonra. İngiliz E lçiliğ in in baş tercüm anı, S ait Paşayı ziyaretle o zam ana kad ar İng iltere 'n in M akedonya ve Erm enistan ko­ nularında g iriş tiğ i teşebbüslerin düşm anca niyetlerden ileri gelm e­ d iğin i, bununla b irlik te bu çetin dönemde O sm anlI hüküm etinin d u ru ­ m unu daha da zorlaştıra cak davranışlardan kaçınacağını bildirdi. A y­ rıca, İngiltere hüküm eti, A bdülham it ve Sait Paşaya 27 Temmuz ta ­ rih li teb rik te lg ra fla rı gönderdi. Ö bür de vle tler ve Avrupa kam uoyu da genellikle m eşrutiyeti iyi karşıladılar. Bu dip lo m a tik desteğin Sa­ rayı ve Babıâliyi daha hoşgörülü davranm ağa zorladığını ve dış ihtila t konusunda b ir tem inat olduğu için, onları b ir ölçüde ra h a tla ttığ ı­ nı tahm in etm ek yanlış olm asa gerekir.



Soru 32 : İT İktidara ne ölçüde egemen olabildi?



İttih a tç ıla r böylece arzuladıkları düzene kavuşm uş o ld u la r ama kendileri o zamanın anlayışıyle ‘çoluk ço c u k ’ oldukları için iktidarı bizzat ele alm adılar, alam adılar. Daha önce de değinildiği gibi, İT saflarını küçük rütbeli subaylar, kıdemsiz m em urlar v.s. o lu ştu ru yo r­ du. Aralarında devlet adamı olm adığı gibi, devlet adamı görünüşlü ‘yaşlı başlı’ adam dahi pek yoktu. Ç ıkara bildikleri Döyle b ir kim se olan A vukat M anyasîzade Refik B., önce Zaptiye Nezaretine atandı (9/8) faka t kabul etm edi ve daha sonra 30 Kasım 1908'de Adliye N a­ zırı oldu. İktida rı ellerine a lm ad ılar deyince, kim senin ken dilerini bu konuda teşvik etm ediğini de belirtm eli, zira Babıâli Paşaları devlet kuşunu kolay kolay başkalarına teslim etmeğe niyetli değildiler. Ye­ ni düzen bu paşaların ancak istib da tçı tanınanlarını tasfiye edeb il­ mişti. A bd ülham it'in «liberal», «İngilizci» (başları sıkışınca İngiliz elçiliğin e sığınırlardı bunlar) diye tanınan paşalarına ise, ki en başta S ait ve Kâmil Paşalar geliyordu, gün doğm uş bulunuyordu. İstibd a­ dın son bulm asıvle, ihtim al Tanzim at paşaları gibi a rtık serbestçe at o v ra t^ b ile c e k le rln l um uyorlardı. İT ise iktid arı bizzat ele geçirem iyordu ama meydanı hu paşalara tam am en bırakm ak niyetinde de 84



değildi. Hangi paşaların hüküm ette yer alaca klarını kara rlaştırm ayı ve arka plandan bu paşalara yapm aları ya da yapm am aları gereken şeyler konusunda talim at verm eğe hazırlanıyordu. Bu da b ir çeşit ik ­ tidardı: yap. yapm a diyebilm e iktidarı. Tabiî, yine de İT'nin se çiklikle yap ya da yapm a dediği hususların dışında paşaların d ile d ikle rin i ya­ pabilecekleri koskoca b ir alan kalıyordu, işte İT'nin bu yap, yapma diyebilm esini «denetleme iktidarı» diye tanım lam ak m üm kün gö rü n ­ m ektedir. N itekim İT'nin varlığım pa yitah tta duyurabilm ek üzere Cem iyet, ayın ilk günlerinde İstanbul'a E rkanıharp Binbaşısı Cemal, Hakkı Bey­ lerle, Necip, Talât, Rahmi, C avit Beylerden oluşan b ir heyet gönder­ di. Heyet Sadrıazam la, b irin cisi d ö rt saat süren iki toplantı yaptı. A n ­ laşılan, Hatt-ı Hüm ayunla ilg ili sert ta rtışm a la r geçti, zira İT, S ait Paşa hüküm etinin çekilm esini istiyordu. Heyetten ikisi Abdülham itT gördüler. Eski m üstebit «Bütün efrad-ı m ille t Terakki ve İttih a t Cem i­ yeti âzasındandır. Ben de reisleriyim . A rtık b irlik te çalışalım , vata nı­ mızı İhya edelim.» gibi İşi sulandırm ak isteyen sözler söyledi. İT’nin bu işe ne denli sinirlenm iş olacağı tahm in o lun abilir. Bu arada İs­ ta n b u l’da askerî okullara, b irlikle re ve kom utanlarına tören le rle Kanun-u Esasîye sadakat yem inleri e ttiriliyo rd u . Yem inde Kanun-u Esa­ sinin Padişah tarafınd an ihsan edildiği b e lirtiliy o r ve Kanun-u Esasî yeniden kaldırılm ak istendiği takdirde, T İ’ye yardım ve genel o lara k T İ'ye karşı fesa tlık yapanları «kendi elimle» öldürm ek hususlarını İçeriyordu. A yrıca Padişah, din, m illet ve vatana sadakatle hizm et andı yer alıyordu. Böylece İT kendini ve m eşrutiyeti güven altın a alm ağa çalışm aktaydı.



Soru 33



İstanbul’da basın nasıl bir tutum İçine girdi?



Halkın bilgisizliği karşısında m eşrutiyet basınına önem li görev­ le r düşüyordu. Bunların başında m eşrutiyeti tanıtm ak ve öğretm ek, sonra da onun lehinde propaganda yapm ak geliyorau. A yrıca m eşru­ tiyeti m uhtem el saldırılara karşı korum ak gerekm ekteydi. Gazetelere göre, m eşrutiyetin yara rları şunlardı: 1) Ç eşitli ö zg ürlükle r tan ın a ­ caktı. 2) Bu sayede yolsuzlu kla r son bulacaktı. 3) T icaret, tarım ve sanayide büyük b ir kalkınm a başlayacaktı. Zira dünyanın en güçlü devletleri parlam ento ile yönetilen devletlerdi. (Bunun pek doğru o l­ madığını, burada sebep-sonuç İlişkisinin tersine g ö sterildiğ ini, güçlü devletlerde sağlıklı bir parlam ento hayatının barınabildiğim biliyoruz.) 4) M eşrutiyet düzeni sayesinde Osm anlı Devleti dünyada sevilen ve 85



sayılan b ir ülke olacak, böylece de varlığını ve bütünlüğünü sağlam ış olacaktı. (Jön T ürklerde bu sonuncunun,