Bilim (Evrensel Kültür dergisinin eki), Sayı 3, Yaz 2002 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

ICINDEKİLER



MAURICE CORNFORTH BİLİNEMEZCİLER, KANT VE MACH 4 HENRI WALLON DOGA BİLİMLERİ VE İNSAN B İ LİMLERİ 33 İHSAN ÇARALAN GENETİK, B İ LG İ N İ N METALASTIRILMASI, B İ LİM ETİGİ 40 TAYLAN B İ LG İ Ç DOGABİLİMCİ STEPHEN JAY GOU LD 52 STEPHEN JAY GOULD GÜN B UGÜNDÜR 63



Üç



ayda



bır



çıkar.



Doğa Basın Yayın Ltd.



Evrensel



Şii



Kültür



Dergisi



Temnııı1



adına Salıi b io Songül Özkan







2002



Y,ızıışleri



sayı



127'ııiıı



eki d ır .



Müdiiriıo Nuray Sancar



Grafık Tasarımo Savaş C ekiç • Yönetım Yerıo Tarlabaşı Bulvarı Kamer Hatun Mah. Alhalun Sk. . Noo 27/4 Beyocjlu / lstanbul • Tel· 0212 361 09 07 (pbxl Fa kso 0212 361 09 04 · www.evrenselbasim.com • evrenselbılımraevrenselbasim.com Baskı: San Ofsel



2



Evrensel Bilim'in üçüncü sayısı, "bilgi"nin, elde edilişin­ den bir olgu olarak değerlendirilişine, bilgiye ulaşma yön­ temlerinden onun kuramsal olarak ele alınışına değin çeşitli teorik ve güncel konuların işlendiği yazılardan oluşuyor. i lk yazımız, İ ngiliz bilgin Maurice Cornforth'un, "biline­ mezcilik" akımı ve Mach hakkındaki eleştirisi. Burjuva ideolo­ jiler ve felsefi akımlar, yaşamın "pratik" gerçeklerini teorileş­ tirirken, bu pratikle özdeş olmayan bir "teorik" alanda hare­ ket ediyorlar. Her türden idealizmin -ve elbette bilinemezcili­ ğin- en karakteristik yanı olan bu çarpıtma, burjuva düşünce dünyasında, bir çarpılmaya ve buna bağlı olarak bir "ters-yüz oluş"a neden oluyor. Yaşamın en dolaysız gerçeklerini ve bu gerçeklerin bilgisini dahi, "bilginin öznelliği", "bilginin biline­ mezliği" gibi kavramlarla birer "bilgi" olmaktan çıkaran bu idealizm, semavi dirtlerden varoluşçuluğa kadar uzanan ge­ niş bir alanda hüküm sürüyor. Özellikle 19. yüzyılda lngiltere'de Hume ve Berkeley'in görüşlerinin yorumlanmasıyla ortaya çıkan "bilinemezcilik" akımı, insanın davranışı ve geleceği, Tanrı'nın varlığı gibi ko­ nuların bilimsel anlamda bilgi ile açıklanamayacağını, doğa bilimlerinin, doğayı yorumlama ve anlama konusunda ulaştı­ ğı bilgilere bu alanlarda ulaşılamayacağını öne sürüyordu. Başta din olmak üzere, pek çok "inanç sistemi"nin bilimsel eleştiriden azade tutulması gibi "pratik bir fayda" sağlayan bu yaklaşım, bilimleri de yanlış bir kategorilendirme ile ikiye ayırıyordu: Bilinebilenler ve Bilinemeyenler... Cornforth'un eleştirisi, tüm bu idealist çarpıtmaya karşın, doğa bilimleri aracılığıyla maddi dünyanın bilgisine sahip olunduğu gibi, in­ sanın ve toplumların davranı şını açıklayan bilgilere sahip ol­ manın yollarının da varolduğu gerçekliğine dayanıyor. Fransız bilimadamı Henri Wallon'un bir söylevinden me-



3



tinleştirilen makalesi de, benzer bir tartışmanın içerisinde. Wallon, ansiklopedi kavramı ve ansiklopedist düşüncenin özündeki eklek­ tizmi eleştirerek, bilginin, seçici bir elemeyle ve nesnelerin, olgula­ rın birbirleriyle ilişkilerini, bağıntılarını görmezden gelerek sıralan­ dığı ansiklopedici yaklaşım yerine, diyalektik bir ansiklopedi kavra­ mını gündeme getiriyor. Toplum ile bilim, toplum ile bilimadamları, üretim ile teknoloji arasındaki ilişki, bilginin 'dolaşımı' sorununu gündeme getiriyor. Son yıllarda, genetik biliminde sağlanan ilerlemelerden yola çıka­ rak, tarımın bilgisini ve tohum tekniğini, kapitalist tekellerin deneti­ mi altına vermekte olan gelişmeleri değerlendiren makale, söz ko­ nusu sorunun, açlığa kadar varan tehlikeli boyutlarına dikkat çeki­ yor. Ihsan Çaralan'ı n yazısı , genetik alanındaki gelişmeler ve tüm bilimsel buluşların, insanlık tarihinin tüm bilgi birikiminin ürünü ol­ duğu ve bu bakımdan, şu ya da bu şirketin maaşlı "araştırmacısı" tarafından bulunmuş olması nedeniyle o kapitalist şirketin "malı" değil, tüm insanlığın 'bilgi'si olduğu gerçeğine dikkat çekiyor. Son bölümde bir portre bulacaksınız. Geçtiğimiz mayıs ayında hayatını kaybeden evrimbilimci Stephen Jay Gould'un yaşamı ve çalışmaları hakkındaki derleme, yalnızca bu değerli bilgini tanıma­ mızı sağlamakla kalmıyor, evrim teorisi üzerine yapılan son tartış­ malara da ışık tutuyor. Gould, yaratılışçılara ve sosyal-darwincilere karşı evrim teorisini ve onun güncel bulgularla desteklenen mater­ yalist içeriğini savunuyordu. Bir üniversitenin bodrum katında, son­ radan kanser olmasına ve buna bağlı ölümüne yol açacak asbest tozlarının arasında bilimi ve onun toplumsal işlevini savunan Go­ uld'un yaşamı oldukça dikkat çekici.



'



1909'da Londra'da doOdu. Londra Üniversitesi'nde felsefe okuduktan sonra, Cambridge Üniversitesi Trinity College'da araştırma görevlisi olarak çalıştı. 1931'de Komünist Partisi'ne katıldı. DiQer eserleri: Dialectical Materialism and Science; Readers's Guide to the Marxist



MAURICE CORNFORTH



BİLİNEMEZCİLER, KANT VE MACH• Bilinemezcilik iki yönlüdür. Bir yandan, dinsel inançları ve buna eşlik eden düşünceleri, bilimsel eleştiriden uzak tutarak, besler. Öte yan­ dan da, tüm ussal ve bilimsel temelini reddederek, inancın altını oyar. Bilinemezciligin temelinde de asıl olarak, bilgiye ilişkin genel felsefi bir ögreti yatar: Ancak öznel tecrübenin bize sundugu kadarını bilebi­ liriz ve bu fasit dairenin dışında kalan ne varsa, ister maddi dünya is­ terse de tinsel dünya olsun, bilgimizin dışındadır. Bilinemezcilik ge­ nelde hakim kapitalist sınıfın yararına olsa da, sadece kapitalizmin güçlü oldugu dönemlerde gelişir.



Classics; Dialectical Materialism: An lntroductory Course; Science for Peace and Socialism.







Bu



yazı,



Maurice



Cornforth'un, '"Poziti­ vizm ve Pragmatizme Karşı Felsefe Savunu­ sunda; idealizme Kar­ şı



Bilim'"



(Londra,



1955) adlı eserinin V. bölümünü



oluştur­



maktadır.



Çevirenler: Aynur Toraman, Taylan Şahbaz



1. BiLiNEMEZCiLER



lngiltere'de, Berkeley ve Hu­ me tarafından felsefi olarak ge­ liştirilen Locke'un düşünceleri, 18. yüzyılın muhafazakar burju­ vazisi açısından oldukça kabul gören sonuçlara yol açtı. Bu da burjuvaziye, bilimsel buluşların ortaya çıkaracağı devrimci dü­ şüncelerden korku duymaksı­ zın, bilimleri rahatlıkla yönlen­ direbileceği teorik bir konum sağladı. Bu felsefe, doğayı anla­ ma ve yorumlamanın, doğa bi­ limleri ile mümkün olduğunu açıkça kabul etti. Doğa hakkın­ da katı ve aceleci hiçbir felsefi ilke öne sürmedi; doğa hakkın­ daki gerçekleri bulma işini de gönül rahatlığıyla, bunu adım



adım gerçekleştirecek olan bi­ limsel deneylere bıraktı. Ancak bir yandan da, bilimsel arayışın, kurulu ve gelişmekte olan kapi­ talist düzen için tehlikeli fikirle­ re yol açacak tüm kapılarını da kurnazca kapattı. Kaldı ki, bili­ min yalnızca, tecrübenin sundu­ ğu verilerden gözlemlenen ba­ ğıntı ve yasaları bulmakla sınırlı olduğunu düşünüyordu. Bilim, pratik yaşam için çok yararlı bu­ luşlara yol açabilirdi, fakat ah­ lak ve dinin gerçekleriyle hiçbir ilgisi olamazdı. Bilim, yararlı bu­ l uşları ile mülk sahiplerinin zen­ ginliklerine zenginlik katacak, ancak kilise ve devletin temeli olan mülkiyet hakkını sorgula­ mayacaktı.



17. ve 18. yüzyıl büyük lngiliz felsefi düşünce hareketi, bu şekil­ de sona erdi. Onu, 19. yüzyıl bo­ yunca Berkeley ve Hume'ün çalış­ malarının yeniden ele alınması ve genişletilmesi izledi ve daha iyiye gideceğine genelde daha kötüye giden bu incelemeler yegane ge­ lişmeyi, özel mantık alanında kay­ detti. Hume'ün düşünceleri özel­ likle lngiltere'de oldukça ilgi gör­ dü ve burada, Tanrı'nın varlığı, in­ san ruhunun kaderi gibi sorunla­ rın, bilimsel bilginin kapsamı dı­ şında olduğunu iddia eden, popü­ ler "bilinemezcilik" biçimini aldı. Engels, bilinemezciliğin o meşhur tanımını şöyle yapmıştı:



"Aslında bilinemezcilik, Lancashi­ re"a özgü etkileyici bir ifade kul­ lanırsak, 'utangaç' bir materya­ lizm değilse nedir? Bilinemezci­ nin doğayı kavrayışı bütünüyle materyalisttir. Doğal dünya yasa­ larla yönetilir ve eylemin herhan­ gi bir müdahalesini kesinlikle red­ deder. Ancak bilinemezci şunu da ekler: Bilinen evrenin ötesinde bir Mutlak Varlık olup olmadığını ke­ sinleştirmek ya da çürütmek için hiçbir aracımız yok ... "Bizim bilinemezci şunu da id­ dia eder, tüm bilgimiz, duyuları­ mız tarafından bize iletilen bilgiye dayanır ve ekler: Duyularımızın bi­ ze, gözle görüp hissedebildiğimiz nesneleri gerçekten doğru olarak yansıttığını nereden bilebiliriz? Sonra daha da ileri giderek, nes­ nelerden ve niteliklerinden söz



ederken, aslında gerçekten o nes­ neleri ve niteliklerini kastetmedi­ ğini, çünkü bunları kesin olarak bilmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle de aslında nesnelerin du­ yular üzerinden ürettiği izlenimle­ ri kastediyor olduğunu ileri sü­ rer. ·1 Bilinemezcilik iki yönlüdür. Bir yandan, dinsel inançları ve buna eşlik eden düşünceleri, bilimsel eleştiriden uzak tutarak, besler. öte yandan da, tüm ussal ve bi­ limsel temelini reddederek, inan­ cı n altını oyar. Bilinemezciliğin te­ melinde de asıl olarak, bilgiye iliş­ kin genel felsefi bir öğreti yatar: Ancak öznel tecrübenin bize sun­ duğu kadarını bilebiliriz ve bu fa­ sit dairenin dışında kalan ne var­ sa, ister maddi dünya isterse de tinsel dünya olsun, bilgimizin dı­ şındadır. Bilinemezcilik genelde hakim kapitalist sınıfın yararına olsa da, sadece kapitalizmin güç­ lü olduğu dönemlerde gelişir. Tehlike çanları çalmaya başladı­ ğında, eski teoloji yeniden büyük bir hiddetle ortaya sürülür ve bili­ nemezcilik gözden düşer. Bu ne­ denle, böylesi düşünceler, Fran­ sız Devrimi sırasında İ ngiltere'de itibar kaybetmiş, 19. yüzyılda ka­ pitalizmin saadet döneminde ye­ niden yükselmiş ve emperyalizm­ le gelişmiştir. Şimdi ise kapitaliz­ min genel krizinin derinl eşmesiy­ le birlikte hızla yeniden ıskartaya ı çıkmaktadır. 19. yüzyıl lngilteresi'nde orta-



5



Engels, ütopik ve Bilimsel Sos· yalizm, Giriş



ya çıkan ampirik bilinemezci fel­ sefenin değişik türleri -Mili, Hux­ ley, Pearson ve diğerleri- üzerin­ de özel olarak durmak, bıktırıcı ve gereksiz olacaktır. Hepsinin de ortak yanı, bir yandan bilimsel bil­ ginin insan sezgisinin sınırlarını aşamayacağını savunurken, bir yandan da 19. yüzyılın büyük bi­ limsel ilerlemelerini hazmetmeye çalışmalarıdır. Hume'den farklı olarak, daha sonra ortaya çıkan tüm bu biline­ mezciler, her şeyi yüzlerine göz­ lerine bulaştırmıştır. Çünkü Hume, bilinemezcilerin de benimsedikleri öznel idealiz­ min sonuçlarını yani içinde bulu­ nulan anın solipsizmini [tekbenci­ liğini] ve doğadaki nedenselliğin ve nesnel nedensel bağın yadsın­ masını, cesurca ve açıkça ortaya koydu. Ama 19. yüzyıl bilinemez­ cileri bir yandan bilimsel bilginin sezgilerle sınırlı olduğunu iddia ederken, bir yandan da, bilincin maddi bir kökeni olduğunu, insa­ nın hayvandan evrildiğini, her­ hangi bir akıl veya bilinçten önce varolan evrenin başlangıcının ilk nebula olduğunu öne sürmeye çalıştılar. Kuşkusuz bu, gayet bilimsel bir felsefeydi. Ancak şunun hiçbir zaman farkına varamadılar; bilim 2 Wittgenstein, böylesi önermeler yapıyorsa ve Tractatus Lo­ bunlar dünyaya ilişkin felsefi ger­ gico-Philosop­ çekler olarak kabul edilecekse, o hicus, .6.2., 5 4 . 1. 1. 2 . 2.' halde hem bilim hem de felsefe, 6.3.7.1., 6.4.5., kesinlikle herhangi bir bireyin 6.5.2.2.



6



sezgilerinin çok ötesine açılıyor demektir. Bu nedenle bilinemezcilerin felsefesi, gerçekten de karmaka­ rışık, kararsız, tutarsız ve En­ gels'in dediği gibi "utangaçtı." Sırası gelmişken belirtmeliyim ki, Hume'den bu yana, öznel ide­ alizmin sonuçlarını tutarlı bir bi­ çimde ortaya koyan başlıca ampi­ rik filozof, Ludwig Wittgenstein olmuştur. "Solipsizmin anlatmak istediği tamamen doğrudur" diye olumluyor Wittgenstein. Ve yine, bilimsel teorilere ilişkin olarak da şöyle diyor: "Darwinci teori, fel­ sefeye ilişkin olarak, doğa bilimle­ rinin diğer herhangi bir hipotezi­ nin ötesinde bir şey getirmiştir." Aslında Wittgenstein'la, öznel ide­ alizmin, dini, bilimin yargısı dışına kaçırmanın bir aracı olduğu açık­ ça ifade edilmiştir. "Sözde doğa yasalarının, doğal olayların açıkla­ maları olduğu, bir yanılsamadır" diyor ve şöyle devam ediyor Witt­ genstein: "Dünyanın sınırlı bir bü­ tün olarak hissedilmesi" (yani bil­ ginin şu anki deneyimim ile sınır­ lanması, "dünyanın" "benim dün­ yamla" sınırlanması) mistik bir histir." "Gerçekten de ifade edile­ mez bir şey vardır; bu da mistik olandır."2 Fakat Hume tarafından ileri sürülen öznel idealizmin septik [şüpheci] türü ile Wittgenstein gi­ bi çağdaş felsefecilerin mistik tü­ rü arasına da "utangaç" bilinemezcilerin kararsız argümanları



girdi. Utangaç bilinemezciler, nesnel dünyanın materyalist bir tasarımını sunduğu için bilime iti­ bar ederken, bir yandan da bilim­ sel bilginin nesnelliğini yadsımak­ taydı. 2. KANT'IN BİLINEMEZCILICI VE



İ Ki AÇIDAN ELEŞTiRiSi lngiliz ampirizminin, lngiltere kıyılarını aşan bir etkisi oldu. An­ cak, kıta Avrupası'nda, özellikle de Fransa ve Almanya'da ondan etkilenenlerin çı kardığı sonuçlar oldukça değişikti. Fransa'da, 18. yüzyılın ikinci yarısında, Büyük Devrim'in dalga­ sı yükseliyordu. Orada sorun, za­ ten varolan toplumun burjuva te­ melini savunmak ve pekiştirmek değil; feodal otokrasiyi devirmek­ ti. Bu nedenle, lngiltere'de gelişim tarzı nedeniyle muhafazakar olan düşüncelerin pek çoğu, hem kili­ seyi hem de devleti açıkça eleşti­ ren materyalist bir felsefe içinde geliştirildikleri Fransa'da, gerçek­ ten devrimci bir anlam kazandı. Bu arada Almanya'da, Hume felsefesini başka bir tür biline­ mezcilik izledi; Kant'ın bilinemez­ ciliği. Kant bir ampirist değildi. Tüm bilginin, duyumlardan türediğini kabul edemiyordu. Ama aynı za­ manda "Beni dogmatik uykula­ rımdan ilk o uyandırdı" dediği Hu­ me, Kant' ı derinden etkilemişti. Hume, "tözlerin" nesnel varlı­ ğını ya da "nedenselliğini" kabul



etmenin ampirik bir temeli olama­ yacağını iddia etmişti. Bu nedenle, aslında tözlerin ve nedenlerin nesnel bilgisine sahip olmadığımız sonucuna varmıştı. Çünkü bilgi­ miz, kendi duyumlarımızla sınırlı­ dır. Ancak Kant bunu şöyle yanıt­ ladı; "Bu bilgiye kesinlikle sahibiz - örneğin her olayın bir nedeni ol­ duğunu ve bunun doğanın zorun­ lu bir yasası olduğunu biliriz." An­ cak Kant, bir konuda Hume ile ay­ nı fikirdeydi, yani böyle bir bilginin hiçbir ampirik kökeni olamazdı ve bilgi, sadece duyumlarımız tara­ fından bize verilenden türetile­ mezdi. Bu nedenle de, bilginin am­ pirik olmayan kaynaklarının bu­ lunması gerektiği sonucuna vardı. Şu önermeyi bir düşünün: "Her olayın bir nedeni vardır." Bu­ nun doğru olduğunu biliyoruz -ancak Hume bunun tecrübeyle kanıtlanamayacağını ortaya koy­ duğundan, şimdi bunu, bütün tec­ rübelerden bağımsız olarak bil­ mek zorundayız. Böylesi bir bilgi ampirik bilgi değil, a priori [önsel] bilgidir. "Bu nasıl mümkün olabilir? " diye soruyordu Kant. Kendi deyi­ miyle; "Sentetik a-priori bilgi na­ sıl mümkün olabilir?" Kant bunu şöyle yanıtladı: Ak­ lın gayri ihtiyari aldığı duyumlar, bilincimiz tarafından olduğu gibi kabul edilmez ve akıl kendi ilkele­ rine göre bunları "işler" ve dü­ zenler. Hume aklın aslında bir du-



7



8



3



Lenin, Materya­ lizm



ve



Ampi­



ryokritisizm, Bö­ lüm



3,



Kısım



3



yum "yığını"ndan başka bir şey olmadığını söylemişti. Kant ise bunun yanlış olduğunu söylüyor­ du. Kant'a göre akıl, doğuştan te­ orik ilkelerin pek çok çeşitiyle ön­ ceden donanmıştır ki, böylece du­ yumlar alınır alı nmaz, onlarla meşgul olur ve onları değiştirme­ ye başlar. Böylece, duyumlar önce uzamsal-zamansal olarak algılanır ve akıl tarafından uzamsal-za­ mansal bir düzen içinde sıraya ko­ nur. Böylece "kaba" (kendilerinde uzamsal-zamansal bir düzen ol­ madığından çok kabadırlar) du­ yumlarımızdan, akıl kendi gücüyle uzayda ve zamanda dünyanın bir "görüntüsünü" yaratmaya başlar. Akıl daha sonra, kendi kay­ naklarından, Töz ve Neden gibi idealar üretmeye başlar ki Kant bunları "kategoriler" olarak ad­ landırmıştır. Böylece kaba du­ yumlardan, dünyanın, çeşitli töz­ lerden oluşan ve birbirlerini ne­ densellikle etkileyen uzay ve za­ mandaki "görüntüsünü" yaratır. Bu nedenle, her olayın bir ne­ deni olduğunu biliyoruz, çünkü her olayın bir nedeninin olmasını düzenleyen bizzat biziz. Böylece Kant. bizim nesnel dünya dediğimiz şeyin -yani bili­ min incelediği dünyanın- bize gö­ ründüğü biçimiyle varolmadığını açıkladı. Algıladığımız ve bildiği­ miz şekliyle dünya, aklın, kendi­ sinde doğuştan varolan ilkelere göre yarattığı bir şeydir. Sadece



bir "görüntü" ya da "görüngü­ dür"; kaba duyumlarımızdan ken­ di akılsal kaynaklarımızla yarattı­ ğımız bir dünyadır. Bu özgün izle­ nimleri nereden edindiğimizi bil­ miyoruz. Gerçek dünyanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz -"kendinde şeyler" zorunlu ola­ rak bilinemezler. Bilgimiz "görün­ güler" dünyası ile sınırlıdı r. Böylece Kant' la, başka bir yol­ dan, yine temelde daha önceki­ lerle aynı sonuca vardığımız açık­ ça görülüyor. Bilimsel bilgi, "ken­ di alanı içerisinde" geçerlidir, "görüngüler" açısından geçerli­ dir. Ancak "kendinde şeyler", bi­ limsel bilginin tüm ihtimallerinin ötesine geçer. Tanrı var mıdır? Ruh ebedi midir? i rade özgür mü­ dür? Bunları bilemeyiz. Böylesi sorular, bilimsel bilginin sınırları­ nı aşar. Bu sorular bilgi değil, iman meselesidir. Bilgi sadece görüngülerle ilgiliyken, bu sorular "kendinde şeyler"e ilişkindir. Bu nedenle hem Engels hem de Lenin, haklı olarak, Kantçılığı, bilinemezciliğin bir türü kabul eder. Örneğin, "Hume'un neden­ sellik teorisi ile Kant'ın nedensel­ lik teorisi arasındaki fark", der Lenin, "bilinemezciler arasında ikincil derecede bir görüş ayrılığı­ dır; bilinemezciler temelde birle­ şirler: doğanın nesnel yasasının yadsınması." J Aynı zamanda, Kant'ın felse­ fesinin kendine ait bazı özgün yanları da vardı. Bir kere Kant,



her ne kadar insan etkinliğinin yaratıcı rolünü, lngiliz ampirizmi­ nin hiç yapmadığı ölçüde vurgula­ sa da, bunu, insanın gerçek bir toplumsal etkinliği olarak değil, tümüyle aklın teorik bir etkinliği olarak görmekteydi. Locke, Ber­ keley ve Hume aklın, duyumları edilgen bir biçimde "aldığını" ve sonra da bunları sadece analiz edip karşılaştırdığını düşünüyor­ du. Berkeley açısından dış dünya, sadece aklın edindiği izlenimlerin bir toplamıydı ve Hume açısında da aklın kendisi, bir duyumlar "yı­ ğını"ndan başka bir şey değildi. Nitekim bu nedenle, aklın onlar açısından söz etmeye değer hiç­ bir yaratıcı bir gücü yoktu. Diğer taraftan, Kant'a göre akıl, kendi kaynaklarından dünyanın bir gö­ rüntüsünü yaratmaktaydı. Ne­ densellik gibi dünyanın zorunlu özellikleri, akıl tarafından ona yüklenmiş ve deyim yerindeyse, akıl tarafından onun için yasalaş­ tırılmıştı. i şte bu nedenle bizim bildiğimiz dünya, "görüngüsel" bir dünyadır, yaratılmıştır, yöne­ til mektedir. Kant bu nedenle, tüm bilgiyi ama tüm olası bilgiyi, "görüngü­ sel" dünyayla sınırladı -şüphesiz bu "görüngüsel" kendiliği de içer­ mekteydi, çünkü biz kendimizi bil­ diğimiz için, herhangi bir şey ka­ dar görüngüseldik. Dünyada bi­ zim bildiğimiz şekilde hiçbir şey "kendinde" varolamaz, aksine her şey akla bağlıdır ve aklın bir



ürünüdür. Ancak aynı zamanda, 9 Kant her ne kadar bilinemez olsa­ lar da "kendinde şeylerin" varol­ duğunu ve "görüngülerin" de "kendinde şeylerin" bizdeki görü­ nümleri olduğunu ileri sürdü. "Görüngüsel" kendilikten ayrı olarak, gerçek kendilik, sadece böylesi bir kendinde şey'dir. Bu, Kant felsefesinin bir başka ayırıcı özelliğiydi. Buna bağlı olarak Kant şu so­ nuca vardı: "insan iki dünyanın sa­ kinidir." O, "görüngüsel" dünya­ nın "sakini"dir, ama ayrıca "ger­ çek" dünyanın da bir "sakini"dir birincisi bir yanılsamadır ve bunu yaratan ikincinin varlığıdır. Kant' ı değerlendirirken, Lenin şunu söylüyordu: "Kant'ın felse­ fesinin başlıca özelliği, materya­ lizmle idealizmi bağdaştırması, bunlar arasında bir uzlaşma sağ­ laması, birbirine karşıt ve tama­ men farklı bu i ki felsefi akımı tek bir sistem içerisinde birleştirme­ sidir. Kant, bizim dışımızda, bizim algılarımıza uygun düşen bir şeyi -kendinde şeyi- kabul ederken, bir materyalist gibidir. Ancak, bu kendinde şeyin bilinemez (. .. ) ol­ duğunu açıklarken ise bir idealist gibi. Bizim bilgilerimizin tek kay­ nağının deneyde olduğunu kabul eden Kant, (... ) materyalizme yö­ nelmiş gibi görünür. Uzay, zaman ve nedenselliğin önselliğini kabul eden Kant ise idealizme dönüyor 4 Lenin, age.. gibidir."4 Bölüm 4, Kı­ Kant, kendi felsefesine "eleşsım



1



10



tirel felsefe" adını vermişti. Ona göre "eleştirel"di, çünkü temel yöntemi bilgimizin kaynaklarını ve kurucu ilkelerini incelemekti; böylece bunun sadece "görüngü­ ler"in, şeylerin bize görünümleri­ nin bilgisi olduğunu ve "kendinde şeylerin" bilgisi olmadığını göste­ riyordu. Bu aynı zamanda, bildiği­ miz haliyle dünyanın bir "eleştiri­ si" anlamına geliyordu ve bu dün­ yanın, bizim bir şekilde kendimiz için yarattığımız süreksiz ve ye­ tersiz bir görünüm olduğunu gös­ teriyordu. Kant'ın "eleştirisi" bir yandan dünyayı böyle eleştirir ve onun yaratılmasındaki etkin rolü­ müzü vurgularken, bir yandan da dünyayı değiştirmek için yapılabi­ lir ve yapılması gereken pratik hiçbir şeye dair hiçbir ipucu ver­ meyen, tamamıyla sessiz [quie­ tist] ve teorik bir eleştiriydi. As­ lında, gerçek dünyanın, "kendin­ de şeylerin" dünyasının temeline, onu nasıl etkileyip nasıl değiştire­ ceğimize dair Kant'ın "eleştirisi", kesinlikle hiçbir şey bilemeyece­ ğimizi ve yapamayacağımızı söy­ lüyordu. Böylesi "eleştirel" bir tavır, tutarsız, kararsız ve asl:nda Kant'ın felsefi bir temsilcisi oldu­ ğu Alman burjuvazisinin o dö­ nemki konumunun karakteristik bir ifadesiydi. lngilizler gibi ikti­ darda değillerdi ve İ ngiliz düşü­ nüş tarzı onlara kibirli ve yüzey­ sel geliyordu. Ayrıca ne ayaklan­ mak ne de Fransız devrimcileriyle



birlikte dünyayı değiştirmek için yeterince güçlü ve güven sahibiy­ diler. Bu yüzden de hem tuhaf hem de içi boş bir "eleştiri"ydi onlarınki. Kant'ın düşünceleri, dünyanın durumundan hoşnut olmayan, ama bunun için daha iyi ve asil bir yaşama dair belirsiz arzulara ve de doğaüstü gerçekler ve maddi dünyanın "yanıltıcılığı" hakkında muğlak düşüncelere kapılmanın ötesinde bir şey yapmamış ya da yapamamış insanlar için tam bir sığınaktı. Bu kapasitesi ile Kant'ın dü­ şüncesi, çeşitli ülkelerdeki burju­ vazinin bir kesim aydın temsilcisi tarafından çekici bulundu. örne­ ğin, lngiltere'de, bir zamanlar öz­ gürlük savunuculuğu yapmış ama Fransız Devrimi'nden gerçekten korkmuş Coleridge ve de Lake­ land şairleri, her ne kadar entel­ lektüel açıdan Kant'ın asıl argü­ manlarını anlamakta yetersiz kal­ salar da, onu gayet derin bulu­ yorlardı. Ancak aynı zamanda, Kant'ın kendisi de eleştiriliyordu. Kant'a getirilen ilk eleştiri, gö­ rüngüyü kendinde şey'den ayır­ masının yanlış olduğuydu. Bizler onun kendi görüngüsel dünyası­ na kapatılmış değiliz, aksine biz gerçek dünyanın nesnel bilgisine sahibiz. Bu eleştiri, önce Hegel ve son­ ra da Marx tarafından yapıldı. Ama Hegel, dünyayı hala tinin



bir ürünü olarak kabul ediyordu. Onun için dünyanın doğası Kant'ın söylediği gibi tikel birey­ sel aklın kullandığı kategorilerle değil de evrensel· aklın evrensel kategorileriyle belirlenmişti. Ancak Marx, dünyanın kendi kendine varolduğuna işaret etti. Marx'a. göre; düşünceler gerçek şeylerin yansımalarıdır yani tersi değil; "evrensel akıl" anlamsızdır; gelişimin belirli bir aşamasında maddenin düzeninden ortaya çı­ kan tikel akıllar vardır. "Hegel için" diyordu Marx, "insan beyni­ nin yaşam-süreci, yani düşünme süreci -Hegel bunu "idea" adı al­ tında bağımsız bir özneye dönüş­ türür- gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya yal­ nızca "idea"nın dışsal ve görün­ güsel biçimidir. Benim için tersi­ ne, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşün­ ce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir."5 Şurası çok açık ki Hegel ve Marx, Kant'ı aynı tarzda eleştir­ miştir, yani ikisi de bilginin nes­ nelliğini yadsımasını eleştirmiş­ lerdir. Fakat Marx bu düşünce çiz­ gisini tutarlı bir biçimde materya­ list bir düşünce hattı olarak geliş­ tirdi. Mar x 'a göre, gerçek dünya­ nın, gerçek maddi dünyanın bilgi­ sine sahibiz, tam da bu gerçek dünyada etkin birer birey olduğu­ muzdan, akıldan bağımsız olarak varolan kendinde şeylerin sürekli artan bilgisine sahibiz; ve şeylere



dair bilgimizi, pratik yaşamda 11 dünyayı değiştirirken edinir ve sı­ narız. Böylece Marx şu sonuca varıyordu: "Nesnel gerçekliğin insan düşüncesine atfedilip edilmeyeceği sorunu, bir teori sorunu değil, ama pratik bir sorundur ... Filozoflar yalnızca dünyayı değişik biçimlerde yorumlamakla yetindiler, ama aslolan onu değiştirmektir."6 Materyalizm, Marksizm ile bir­ likte tümüyle tutarlı hale geldi; teorik güç ve etki açısından büyü­ dü; dahası, toplumsal durumun bilimsel bir eleştirisini yaptı, dev­ rimci işçi sınıfı hareketinin ve onun aydınlarla olan ittifakının kı ­ lavuzu ve esin kaynağı oldu ve toplumu değiştirmek için izlen­ mesi gereken yolu açıkça göster­ di: Kapitalizmi ve hakimiyetini or­ tadan kaldırmak; sömürüye, bas­ kıya veya yoksulluğa son vermek; sosyalizm ve komünizmi inşa et­ mek. Sonuç olarak, burjuva kam­ pın tüm filozofları -ister koyu bir muhafazakar ya da liberal, ister­ se de ılımlı bir sosyalist olsun, toplumun kurulu düzenini kabul eden ve savunanların hepsi- ön­ cekinden çok daha kuvvetli bir bi­ çimde kendilerini materyalizmden ayrı tutmak ve materyalizmi "çür ütmek" için karşı teoriler yaymak 5 M arx, Kapital. zorunda kaldılar. 19. yüzyılın son­ ikinci Baskıya larına doğru, materyalizme etkin Önsöz ve etkili bir karşı çıkış görüldü; 6 M arx, Feuer­ bach Üzerine Kant'a geri dönüş hareketi. Kant'a geri dönüş hareketi de,



Tezler,



il.



xı. tezler



ve



Kant'ı eleştirmeye koyuldu, ama



12



bu eleştiri, Hegel tarafından başla­ tılıp Marx tarafından devam ettiri­ len eleştirinin tam karşıtıydı ve bu temel üzerinde şekillendi. Bu se­ ferki eleştiri, Kant'ın bilginin nihai kaynağı olarak kendinde şeylerin adını bile anmaması gerektiğini, bilgimizin tümüyle deneyimimizin hissedilebilir unsurlarıyla sınırlı ol­ duğunu söylüyordu; Kant'ın, bildi­ ğimiz haliyle maddi dünyanın zo­ runlu bir özelliği olarak kabul etti­ ği nedensellik teorisi, doğanın nes­ nel yasasının gerçekliğini fazlasıy­ la kabul etmişti; oysa nedensellik gibi böylesi "kategoriler", yalnızca duyumlarımızın düzen ve bileşim­ lerini uygun bir tarzda açıklamak için gerekliydi. Nitekim, Kant önce bilgiye ye­ terince nesnellik tanımamakla eleştirilirken, şimdi de ona fazla­ dan nesnellik tanımakla eleştirili­ yordu. Lenin bunu, "Kant'ın sol­ dan ve sağdan eleştirilerini" karşı­ laştırarak açıkladı - "yeteri kadar materyalist olmamak" ve "fazla materyalist olmak"7 eleştirisi. Ve böylece, ilk yapılan eleşti­ riler yeni bir şeylere doğru iler­



lerken, yani Hegel ve Marx' a doğ­ ru, ikincisi sadece geriye gitti Berkeley ve Hume'un eski öznel idealizminin yeni bir baskısı oldu. 7 Lenin, lizm



M aterya­



ve Ampi­



r y o k r i t i siz m ,



Bölüm



4,



Kısım



1



ÖZNEL iDEALiZME DÖNÜŞ ERNST MAC H



3.



Kant'tan daha geriye giderek



öznel idealizme varan "neo-Kant­ çı" hareket, belki de en okunma­ ya değer temsilcisi olan "bilim­ sel" filozofu ya da "felsefi" bilim­ ciyi, Ernst Mach'ı ortaya çıkardı. Mach, ana felsefi kitabını " Du­ yumların Tahlili" olarak adlandır­ dı. Bu kitapta Mach, bilinen dün­ yanın "unsurları"nın duyumlar ol­ duğunu ileri sürüyordu. Bütün bil­ gimizin bu tür "unsurların" dü­ zenlenmesi ve ayarlanması, yani duyumların düzenlenmesi ve ayarlanmasıyla ilintili olduğunu söylüyordu. Bu nedenle bilimsel teoriler ve yasalar "unsurlar"ın, yani du­ yumların belli bir düzende oluştu­ ğunu ifade eden açıklamalar olarak anlaşılmalıdır. O halde: "Varlıklar duyumları üretmez, ama unsurlar kompleksi (duyumlar kompleksi) varlıkları oluşturur. "Eğer bir fizikçi varlıkları ger­ çek, daimi varlıklar olarak görür­ ken, "unsurlar"ı da sadece onla­ rın yok olan, geçici dışavurumları olarak değerlendiriyorsa, o za­ man bu fizikçi böyle bir varsayım­ la bütün varlıkların, unsurlar kompleksinin (duyumlar komp­ leksinin) düşünsel sembollerin­ den başka bir şey olmadığını unu­ tuyor demektir. .. "Bu nedenle, bizim açımızdan dünya, kendisi de gizemli bir var­ lık olan 'Ben' ile karşılıklı etkile­ şimleriyle yalnızca kendileri erişi­ lebilir olan duyumları yaratan gi·



zemli varlıklardan meydana gelmemektedir. Bizim için renkler. sesler, uzamlar, zamanlar geçici nihai unsurlardır ve bunların veri­ li bağıntılarını araştırmak da bi­ zim görevimizdir. Gerçekliğin keşfedilmesi de işte tam olarak bundan ibarettir."8 Yine: "Bu düşünce ile bağıntılı olarak 'Ben' , tüm dünyayı kucak­ layacak şekilde genişletilebil ir... "Ben" ile dünya, duyum _ile şey arasındaki antitez ortadan kay­ bolur ve ele alacağımız tek şey unsurların bağıntısıdır."9 Ancak Mach, bu teorinin "öz­ nel idealizm" olmadığını iddia eder. Oysa tam da böyledir. "Unsurlar"ın düşünsel olma­ dığını, ama maddi de olmadığını ileri sürer. O halde nedirler? "Nötr"dürler. "Unsurlar"ın "dü­ zen"lerinden birini ele aldığımız­ da, bu psikoloji bilimidir ve bunla­ rı "düşünsel" olarak adlandırırız. Başka bir tür "düzen"i ele aldığı­ mızda, bu fizik bilimidir ve bunla­ rı "fiziki" ya da "maddi" olarak adlandırırız. Ama aslında bunlar "unsurlar"dır ve yalnızca "nötr"dürler; ve bütün bilgimiz ve tüm bilimler aynı nesnelere sa­ hiptir: yani deneyimlerimiz sonu­ cu tanıştığımız ve bir düzende zihni, bir başkasında bedeni oluş­ turan "unsurlar". Bu teorinin, Hume'un öznel idealizminden pek de farklı olma­ dığını görmek zor değildir. Temel farklılık terminolojidedir.



Ancak başka bir fark daha 13 vardır. Hume, felsefesinin solipsizm anlamına geldiğini açıktan kabul etmiştir. Mach ise duyumlarını "un­ surlar" olarak adlandırarak ve on­ ları "nötr" olarak tanımlayarak bu sorıuçtan kaçınmaya çalışmıştır. Mach, dışsal maddi nesnelerin varlığını inkar etmediğini belirtir. Örneğin bir masanın yeterince ger­ çek olduğunu söyler. Belli bir bağ­ lamda ele alındığında kendi masa duyumumuz olan, ama başka bir bağlamda da masanın kendisi olan şey, bir dizi gerçek "unsur"dur. Yine, örneğin diğer fikirler ve aynı şekilde diğer zamanlar ve uzamlar, geçmiş ve canlı varlıklar ortaya çıkmadan önce bile mad­ denin durumu hakkında bildiğimiz ve söylediğimiz her şeyin, kelime­ nin tam anlamıyla doğru olduğu­ nu, çünkü bilimin öğrettiği gibi, "nötr unsurlar"ın uygun bir bi­ çimde düzenlenmesinin bu tür bütün bilimlere cevap verdiği so­ nucunu çıkarmaya çalışmıştır. Ama bütün bunlar acı bir kar­ maşaydı. Ortalıkta dolaşan bütün bu "un­ surlar"ın varlığının kanıtı neydi? Mach, "gerçek daimi varlıklar" olarak düşünülen sıradan beden­ lerin "varlıklar " olduğunu ileri sürdü. Fakat eğer bir "gizem" varsa, o halde "nötr unsurlar" nedir? Tabii ki bunlar metafizik ha- a Mach, Analy­ sis oı Sensati· yalin ürünüdür. Gerçekten de "gions, ı, 13. zemli varlıklar"dır. 9 Mach, age.



ID 14



10 Lenin, Materya· lizm



ve Ampi·



ryokritisizm, Bölüm



4.



Kısım



2



Ayrıca duyumlara işaret etmek için "unsurlar"ın başına "nötr" kelimesinin eklenmesi, "benim" duyumlarımı ne daha az "kendi" duyumlarım ne de yalnız "benim" duyumlarım kılar. Kim­ seye "ait" olmayan duyumları da betimleyemez. Ancak Mach "nötr unsurlar"ın düzeninin, tüm bilim­ sel açıklamalara uyduğunu kur­ gularken, tasarladığı tam olarak bu absürdlüktü. Ama aslında şunu da belirt­ mek gerekir ki, o böyle bir şeyi hayal etmeyi bile beceremedi, çünkü kimse hayal edilemez bir şeyi hayal edemez, ya da tasarla­ namaz bir şeyi tasarlayamaz, kavrayamaz. Y ani yeni uydurul­ muş kelimeleri bir araya getiri­ yordu; ama ortaya çıkan ifadele­ rin hiçbir anlamı olmuyordu. Bu nedenle kabul edilmelidir ki, Mach ve takipçileri, lngiliz bili­ nemezcilerinden başka bir şey ol­ mayan Berkeley ve Hume'dan bir adım ileri gittiler. Ama öte yan­ dan da, Berkeley ve Hume'un fel­ sefesinin klasik berraklığını, bir­ çok yeni karmaşa ile bulandırma­ yı da başardılar. Mach'a ve İngiliz bilinemezci­ lere ek olarak; neo-Kantçı, Mach­ çı, pozitivist ve bilinemezci tür­ den düzinelerce başka filozof da vardı; aralarındaki farklılıklar kendilerine çok önemliymiş gibi gelse de, düşünce tarihi açısından önemleri ikinci dereceydi. Bu konudaki düşüncesini açık-



larken Lenin şöyle der: "Belirt­ mek gerekir ki Kant ile Hume'un, ya da Hume ile Berkeley'in, deyim yerindeyse, değişen oranlarda, karışımın bazen şu, bazen bu öğe­ sine ağırlık verilerek, eklektik bir bileşimini ortaya çıkarmak ola­ naklıdır."10 Bu sistemlerin hepsinin en önemli ortak özelliği, bilimsel bil­ ginin nesnelliğinin yadsınması ve tüm bilginin duyumlardan kay­ naklandığını ve duyumların sınır­ larını aşarak genişlemeyeceğini ileri süren öznel idealist teoridir. 3.



B iLİMSEL B i LGi



KAMPINDAKI TAViZLER Bütün bu yorumlardan sonra, 19. yüzyıl bilinemezciliği ve Mach­



çılığın oynadığı rolün, Berkeley ve Hume felsefesinin 1 8 . yüzyılda oynadığı rolle aynı olduğu açıktır; yani geleceğin bilimsel kafaları­ nın, dini bir kenara atmaksızın, "bilimi kabul etmiş" görünerek "tehlikeli düşünceler"den sakın­ malarını sağlayacak bir felsefe ortaya koymak. Ama bunun da ötesinde Machçılık, bilimsel araştırma ve bilimsel düşünceyi sınırlı ve göre­ celi olarak "güvenli" kanallara akıtmak için çabalamış ve gözle­ me dayalı verilere ilişkin sınırlı genellemelere hapsetmiş; doğa­ daki köklü ilişkiler ve hareket ya­ saları hakkında cesur hipotezler ortaya koymak ve onları sınamak konusunda caydırıcı olmuş; bili-



min farklı dallarını ayrı disiplinler olarak ele almış ve bilimlerin birli­ ğine engel olmuştur; hepsinden önemlisi de, toplumun temelinin ve onun hareket yasalarının ve aynı şekilde insan bilincinin mad­ di t emeli ve gelişme yasalarının bilimsel olarak araştırılmasını ya­ saklamıştır. 19. yüzyıl bilimi 18. yüzyıl bili­ mine oranla çok daha gelişkin, içerik bakımından daha zengin ol­ duğu ve çok daha geniş bir alanı kapsadığı için, bu felsefi çal ışma­ nın daha da zorlaşmasına yol açtı ve buna bağlı olarak felsefe de devreye girdi ve karmakarışık bir hale geldi. Engels şöyle diyordu: "Doğal süreçlerin ardarda zin­ cirlenişine ilişkin bilgimizi dev adımlarla ileri götürmüş olan, özellikle üç büyük buluştur: Birin­ cisi, her bitkisel ve hayvansal or­ ganizmanın, kendisinden başla­ yarak, çoğalma ve farklılaşma yo­ luyla geliştikleri birim olarak hüc­ renin bulunuşu (... ) İ kincisi, enerji­ nin dönüşümünün bulunuşu: Bu buluş, en başta inorganik doğada etkin olan bütün sözde güçlerin, (... ) evrensel bir hareketin değişik biçimleri olduklarını göstermiştir (. .. ) Ensonu, (. .. ) halen çevremizi kuşatan bütün doğa ürünleri, in­ sanlar da içinde olmak üzere, hepsi başlangıçta az sayıda tek­ hücreli tohum özünden başlayan uzun bir gelişme sürecinin ürünü­ dürler ve bu tekhücrelilerin ken-



dileri ise kimyasal yolla oluşmuş bir protopl azmadan ya da albümi­ nimsi bir cisimden oluşmuştur. "Bu üç büyük buluşun ve doğa bilimlerindeki çok büyük ilerleme­ lerin sayesinde, bugün, yalnızca ayrı ayrı ele alınan değişik alan­ lardaki doğa görüngüleri arasın­ daki ardarda zincirleme sıralanışı değil, ama başka başka alanlar arasındaki bağlantıyı da göstere­ bilecek ve böylece, ampirik doğa biliminin bize sağladığı olgular yardımıyla, doğanın zincirlenişi­ nin bir bütün halinde tablosunu hemen hemen sistematik bir bi­ çimde sunabilecek durumdayız. "11



15



Bir başka deyişle, 19. yüzyıl bi­ limi öyle bir noktaya varmıştı ki en azından genel olarak, insanlı­ ğın fiziksel ve zihinsel yaşamı ve deneyimi de dahil olmak üzere, dünyaya, bilimsel materyalist bir açıklama getirmeye başlamıştı. Bu açıklama, insanlık tarihinin, toplumsal ve düşünsel hareketi­ nin de doğal bir bilimsel açıkla­ ması olduğunu kanıtlayan Marx tarafından daha da geliştirildi. Bi­ limsel bilginin, her zaman olması gerektiği gibi, birçok bakımdan eksik ve geçici olarak kaldığı doğ­ rudur. Fakat bilimin ilerlemesi; bi­ limsel tavra karşı hassas olmayan ve genel birleşik bilimsel bir ev­ ren tasarımı içerisinde yer alama­ yacak olan hiçbir doğa ya da in­ san deneyimi alanı olamayacağını 1 1 Engels, Lud­ gösterdi. wig Feuer­ Doğanın ve toplumun tüm bach, Bölüm



4



16



alanlarına yayılan bilimsel bilgi­ deki bu muazzam ilerleme karşı ­ sında "bilim filozofları'', bilginin duyumların sınırları dışına çıka­ mayacağı; bilimin yapacağı tek şeyin duyumlarımızın düzenini tanımlamak ve öngörmek için ge­ lişkin bir sistem geliştirmek oldu­ ğunu kanıtlama görevi biçtiler kendilerine. Aynı zamanda da bili­ min tüm buluşlarını "kabul eden" kişilerin görüşlerini de muhafaza etmeye çalıştılar. Kafalarının karışmasına şaş­ mamak gerek. Bu nedenle de onların felsefe­ si, görevi bilimin tüm buluşlarına büyük bir "AMA" eklemek olan bir felsefe olarak ortaya çıktı. Bilim il­ kel organizmalardan daha gelişkin organizmalara, yaşamın evrimi ile ilgili gerçeği keşfetti: Ama bu keşif sadece duyumlarımızın düzeni ile ilintilidir. Bilim, enerjinin muhafa­ zası ve dönüşümü yasalarını for­ müle etti: Ama bu sadece duyum­ larımızın düzeni ile ilintilidir, vb. Buradaki "ama"nın anlamı, bi­ limin nesnel maddi dünya ve bi­ zim onun içindeki yerimiz hakkın­ da doğru ya da hemen hemen doğru bir tablo çizdiğini inkar et­ mektir. Bu "ama", nesnel evren tasarımı olan bilimi tahrip eder. Kendi evren tasarımına güven duyulmasını amaçlayan bu felse­ fe, böyle yaparak, aslında dünya­ ya ilişkin bilim dışı düşüncenin temsilcilerine kapı aralar ve bu­ nun ardından amacı, bilimsel ev-



ren tasarımını parçalamak, ona kara çalmaktır. Galilei'nin, Kutsal Engizis­ yon'un eline düşmesinden bu ya­ na modern bilimin tarihi, bilim dı­ şı fikirlere karşı mücadelenin tari­ hi olmuştur. Bir alandan diğerine dogmaların, gizemlerin ve batıl inançların altüst oluşunun; aydın­ lanmanın zafere ulaşmasının; ve her şeyi olduğu gibi kabul etme ve bilinmeyene tapınma yerine insanın doğa üzerinde ve kendi kaderi üzerinde özgür denetimi­ nin tarihidir bu. Machçılık ve benzer teoriler bu nedenle, haklı olarak, bu ay­ dınlanma mücadelesinde bilimi si­ lahsızlandı ran teoriler olarak suç­ lanır. Onların "ama"sı, bilimsel bilgi ve kültürün düşmanlarına verilen tavizin işaretidir. Düşma­ nın yolunu açar, bilim dışı fikirle­ rinin yayılmasına izin verir ve bir bütün olarak dünyanın bilimsel olarak açıklanması amacından fe­ ragat eder. Hangi alanda olursa olsun ta­ viz, düşmanın yararına kendi kampını çökertmeye yol açar ki, bu bilim felsefesi için de geçerli­ dir. Taviz, birçok belirsizlik ve ka­ rışıklığın bilimsel düşünceyi çö­ kertmesine ve bilimsel düşünce­ ye anlamsız terimlerin sokulması­ na yol açar. Y aşadığımız nesnel dünya, onun hareket yasaları ve bizim onun içindeki yerimize iliş­ kin bir tasarıma değil de, Sir Ja­ mes Jeans'in daha sonra "gizem-



li evren" olarak adlandıracağı ta­ sarıma yol açar. Her şey şüpheli ve belirsiz hale gelir; tuhaf, ka­ ranlık varlıklar -" unsurlar" vb.­ maddi ve kontrol edilebilir ger­ çeklerin ve süreçlerin yerini alır. Bu teorik kafa karışıklığı, sa­ dece teorik açıdan değil birçok açıdan önemlidir. Düşüncelerimiz maddi yaşam tarzımızdan ortaya çıkar, ama bir yandan da ona hükmeder. Eğer insanlığın baskı ve yoksulluktan kurtarılması gerekiyorsa, başta politika olmak üzere insan etkinli­ ğinin tüm alanlarındaki ilerleme mücadelemize, berrak bir bilimsel teori rehberlik etmelidir. Bilim dı­ şı ve bilim karşıtı nosyonlar, geliş­ meye engel teşkil eder. Bu nos­ yonların pek çoğu, çıkarları nede­ niyle gelişime karşı olanlar tara­ fından kullanılan birer araçtır. Bu nedenle, bilime " ama"lar eklemekle meşgul bu filozof ve bilimcilerin teorik faaliyeti, top­ lumsal mücadeleden bağımsız değildir. Filozofların niyetinin bu olup olmamasından bağımsız ola-



rak, bu teorik faaliyet, gelişmeye düşman olanlara yardı m eder. Nesnel dünyaya gönderme yapmayı reddetme yoluyla bilime sınırlar koyan bir felsefe, insanlar arasında batıl inançların ve ceha­ letin artmasına yol açar. insanlar dünyayı bilimsel olarak kavraya­ madığı sürece, inancın, geleneğin ve otoritenin kurbanı olmaya de­ vam ederler. Sıradan insan ile akademik filozof ve bilim adamı arasındaki uçurum, toplumsal ve ente:llektüel olarak o kadar büyük­ tür ki, bu tür bir felsefe, halkın ay­ dınlatılmasında bir engeldir ve bu nedenle de gericiliğin işine yarar. Hepsinden önemlisi, bilimin ilerici bir tutumla, nesnel dünya, doğa ve topluma ilişkin gerçekle­ ri nasıl keşfettiğini anlarsak, o za­ man, bilimle silahlanmış olarak, dünyayı ve insan yaşamını nasıl değiştirip dönüştürebileceğimizi de anlayabiliriz. Ama bilimsel bil­ ginin nesnelliğini inkar eden te­ oriler, böylesi bir değişim ve dö­ nüşüme karşı olanların elinde bi­ rer araç haline gelir.



17



18 MAURICE CORNFORTH



ÖZNEL İDEALİZMİN ELEŞTİRİSİ Bilgi, ayrı ayrı zihinlerin özgün yorumlarına dayandırılarak elde edile­ mez; bireylerin öznel algı tasarımlarıyla oluşturulamaz. Bilgi, tek bir bireyin değil, çok sayıda bireyin, hatta nesillerin, nesnelere dair . yürüttükleri pratik faaliyetlerden doğar ve genel kabul görmüş nesnel yargılara dayanır. Dolayısıyla bilgi; genel, açık ve nesneldir ve aynı zamanda toplumsal bir ürün ve toplumun ortak malıdır. Bilgi, toplumu oluşturan unsurların karşılıklı iletişim, etkileşim ve paylaşımından doğar. Bireysel değil, toplumsaldır, özel değil genel bir karakter taşır.



1.



BiLGiYi NASIL EDiNiRiZ? Bu bölümde, öznel idealist fel­



sefenin çağdaş biçimlerini ele al­ madan önce, bu felsefenin yaptı­ ğı temel kuramsal hataları irdele­ mek istiyorum. Bir felsefe olarak öznel ide­ alizmin hataları nelerdir? Kısaca şöyle denilebilir: A) Y anlış olduğu açıkça belli olan önermelere dayanmaktadır. B) Ulaştığı sonuçlar kabul edilmiş gerçeklerle çelişmektedir. (A) Sanırım, öznel idealist felsefe­ nin ve tabii onun bütün versiyon­ •



Bu yazı, Maurice Cornforth'un, "Po­ zitivizm ve Prag­ matizme Karşı fel­ sefe Savunusunda; idealizme Karşı Bi­ lim" (Londra, 1955) adlı eserinin VI. bö­ lümünü



oluştur­



maktadır.



Çevirenler: Fırat Karadaş - Mustal a Zeki Çıraklı



larının temelinde bilginin doğası­ na ilişkin belirli özelliklerin önem­ li bir yer tuttuğu, daha önceki an­ lattıklarımızdan anlaşılmıştır. Y a­ ni, bilginin algılama yoluyla elde edildiği düşünülür, şöyle ki:



1) Algılama, bilgiye ulaşmada ilk adımdır ve algılamanın nesne­ leri, aslında sahip olduğumuz tüm



bilginin türetildiği özgün verileri oluşturan özgün algılayışımız ya da izlenimlerimizdir. 2) Bilgiye ait tüm veriler algı­ lara dayandığı için bilgi, algıları­ mızın analiz edilmesi, karşılaştırıl­ ması, birleştirilmesi ve sıralanma­ sı gibi zihinsel aktivitelerle oluş­ turulur. Bilgi, algıladıklarımız üze­ rinde gerçekleştirilen bu aktivite­ ler yoluyla elde edilmiş olur. Hal­ buki önermeler, bu şekilde türe­ tilmediği için bilgiyi oluşturmaz ve bilginin ötesini konu alır. Bu yüzden önermeler, temelsiz spe­ külasyonlardır, aslında bunlar ta­ mamen anlamsızdır. Doğal olarak, yukarıda bilgi­ nin türetilmesi ve oluşturulması­ na yönelik ileri sürülen görüşler, daha farklı bir felsefi terminoloji içinde de ifade edilebilir. Fakat bence, yukarıda belirtilenler öz­ nel idealizmin bilgiyle ilgili temel yaklaşımını ve meselenin ana fik­ rini oluşturmaktadır. Bilginin doğasına ilişkin bu



yaklaşım ortaya konulduktan sonra, öznel idealizmin ileri sür­ düğü şu görüşlere geçilebilir. Aslında algıyı ve algılamayla elde edilen verileri bilginin tek kaynağı olarak görmek, algılar­ dan başka hiçbir şeyi var sayma­ mak anlamına gelmektedir. Çün­ kü sadece algılar var sayıldığı için, algıların dışında var olan şey­ ler hakkında bir fikir yürütüle­ mez. Algıların dışındaki şeyler üzerinde ne bir sentez ne de bir sıralama yapılabilir. Böylece algı­ lanan şeylerin dışındakileri bilme­ miz de olanaksızdır. Ancak, bu yargı tamamen yanlıştır. Berkeley'in dilinden ifade edi­ lirse, "Bazı hakikatler zihne öyle yakındır ki görmek için göz ka­ paklarınızı açmak yeterlidir" ve biz bilgiyi, yukarıda anlatıldığı şekliyle, algılardan elde etmeyiz. Bilgi sadece algıların yorumlan­ ması ve karşılaştırılıp analiz edil­ mesinden değil, bir şeyler yapa­ rak, nesneler üzerinde oynaya­ rak, onları değiştirerek, bir şeyler üreterek, yani bilincimize yansı­ mış algıların yorumlanmasıyla ye­ tinmeyerek elde edilebilir. Bunu anlamak isteyen birinin, kendi deneyimlerine bakması ye­ terlidir. Aslında öznel idealist, aynı za­ manda meseleye atomcu bir ba­ kış açısıyla yaklaşmaktadır. Çün­ kü bilgiye ulaşmada bireysel algı­ ların analiz edilmesini savunmak,



bireysel deneyimi atomcu bir yaklaşımla ele almak demektir. Tek tek her insanın bireysel dene­ yimini ayrı bir atom olarak düşün­ düğümüzde, herkesin elde ettiği bilgi de ayrı ve öznel olacaktır. Çünkü herkesin deneyimi ve algı­ ları özgün deneyim ve algılardır. Dolayısıyla bu özgün deneyim ve algılara dayalı bilgiler, üzerinde düşünülüp çeşitli sonuçlar çıkarıla­ bilecek nesnellikten yoksundur. iş­ te bu yüzden öznel idealizm, önün­ de sonunda solipsizme yol açar. Ve tabii ki, bilginin temeline ilişkin böyle bir görüş, gerçeklerle tamamen çelişmektedir. Bilgi, ayrı ayrı zihinlerin öz­ gün yorumlarına dayandırılarak elde edilemez; bireylerin öznel al­ gı tasarımlarıyla oluşturulamaz. Bilgi, tek bir bireyin değil, çok sa­ yıda bireyin, hatta nesillerin, nes­ nelere dair yürüttükleri pratik fa­ aliyetlerden doğar ve genel kabul görmüş nesnel yargılara dayanır. Dolayısıyla bilgi; genel, açık ve nesneldir ve aynı zamanda top­ lumsal bir ürün ve toplumun or­ tak malıdır. Bilgi, toplumu oluştu­ ran unsurların karşılıklı iletişim, etkileşim ve paylaşımından do­ ğar. Bireysel değil, toplumsaldır, özel değil genel bir karakter taşır. öznel idealizmin, bilgiyi herbi­ rimizin özgün algılarının bireysel olarak yorumlanmasıyla elde edi­ len öznel bir olgu olarak göster­ mesi, tamamen yanlış bir öner­ medir.



19



2. SAHi P OLDUGUMUZ BiLGi, NESNEL MADDi DÜNYAY LA iLiŞKiLi MiDiR?



20



1 Engels, Anti-Düh­ ring, Bölüm



5



2 Engels, Anti-Düh­ ring, Bölüm



6



Öznel idealizmin bilginin te­ mel doğasına ilişkin temel yanlış­ larını açıkça belirttikten sonra, bunun neden olduğu felsefi çık­ mazları ortadan kaldıracak yakla­ şımlar geliştirmek ve tüm bilgile­ rimizin asıl dayanağı olan nesnel maddi dünyanın varlığıyla ilgili materyalist postulatlara değine­ biliriz. Öznel idealistlere göre nesnel maddi bir dünya ifadesi zaten yanlış, anlaşılmaz ve saçmadır. O halde bu ifade ne anlama geliyor, önce bunu açıklayalım. 'Dünya' kelimesini açıklamaya gerek görmüyorum, çünkü bu ye­ terince açık. Yani 'dünya' deyince herkesin anladığı 'dünya'yı kaste­ diyorum. Böylece benim algıla­ rım, bana nesnel bir dünya ile ilgi­ li veriler sunuyorsa, bu veriler se­ nin de aynı dünyadan algıladığın verilerdir ve de herkesin algıladı­ ğıyla aynıdır. O halde nesnel "maddi" bir dünyadan bahseder­ ken, uzay-zaman içinde bireysel algılardan bağımsız bir şekilde var olan, zihinsel veya ruhsal her­ hangi bir algılama veya bilinç sü­ recinden bağımsız olarak varlığını sürdüren bir dünyadan söz ediyo­ ruz. Engels'in de dediği gibi, "Her varlığın temel biçimleri uzay ve zamandır"l ve "Hareket, madde­ nin varoluş biçimidir."2 Böylece



"nesnel maddi dünya", tek tek in­ sanların bireysel algı ve düşünce­ lerinden bağımsız değil, aksine herkesin algıları ve düşünceleri, bu nesnel maddi dünyaya bağlı­ dır. Yani "nesnel maddi dünya", uzayda, zaman içinde sürekliliği devam eden hareket ve süreçle­ rin toplamıdır. Nesnel maddi dünya, genellik­ le 'dışsal' olarak nitelenir. Bu, herhangi bir bireyin tekil bilinci açısından böyledir. Çünkü benim bilincim, dünyayı oluşturan olay­ lar toplamı içinde oluşur ama be­ nim bilincime yansıyan ve bilinci­ min bağlı olduğu olaylar, bilinci­ min dışındadır. Bu yüzden öznel idealizm ve bilinemezciliğin temel argüman­ larından biri şudur; bilgimiz, du­ yumlarımızın ve deneyimlerimi­ zin ötesine geçemez. Beş duyu organımız ve algılarımız, bize yo­ rumlayacağımız verileri sağlar. Dolayısıyla 'dış' nesnel dünya fik­ ri, deneyimlerimizden bağımsız, sadece duyumlarımızı tetikleyen ve duyumlarımızla temsil edilebi­ len anlaşılmaz, saçma ve tama­ mıyla "metafizik" bir düşüncedir. işte böyle bir "dışsal" dünyay­ la ilgili fazla bir şey bilme olanağı­ mız yoktur. Bu "dışsal" dünya, bil­ ginin sınırlarının ötesindedir, çün­ kü algısal-deneyimlerimizin dışın­ dadır. Aslında sözcüklerimize, sa­ dece, algısal-deneyimlerimizin unsurlarına ilişkinlerse anlamlar yükleyebiliriz. Dolayısıyla dış dün-



yadan bahsederken kullandığımız sözcüklere, aslında hiçbir anlam yükleyemeyiz. Bu yüzden Berkeley şöyle der: "Maddi varlık sözcüğünün anla­ mını düşündüğümde, bunun ayrı bir anlamı olmadığına inanıyo­ rum. Eğer dışsal varlıklar olsaydı, bunu bilebilmemiz mümkün ol­ mazdı. Ve siz işinize geldiğinde, "madde"yi "hiçlik"le aynı anlam­ da kullanabilirsiniz.''3 Kant, dış nesnel dünyayı "kendinde şeyler" olarak tanımla­ makta; bilinemez ve anlaşılamaz olarak görmektedir. Mach ise, dıştaki gerçek nes­ nel şeyleri, "mistik varlıklar" ola­ rak kabul etmektedir. Böylece, duyu organlarımızla karşı lıklı etkileşerek algılarımızı ortaya çıkaran bir maddi süreçler sisteminin yani dışta nesnel bir maddi dünyanın varlığını kabul etmek anlamsızdır, deneyimden ve akıl temelinden yoksundur; mistik, anlaşılmaz ve saçmadır; kelimenin tam anlamıyla metafi­ ziktir. Bu tarz bir akıl yürütme, En­ gels tarafından ele alınmış ve ya­ nıtlanmıştır. Engels'in yanıtı as­ lında öz itibariyle oldukça basit­ tir. Engels'e göre, öncelikle bilgi­ nin doğasına ilişkin doğru bir yak­ laşım geliştirmek ve öznel görüş­ lerin tamamen yanlış anladıkları bu konuya açıklık getirmek ge­ rekmektedir. Böyle yapıldığında gerçekte dıştaki nesnel maddi



21



nesnelerin bilinemez ve anlaşıla­ maz olmadığı görülebilir ve hatta onlara dair bilgilerimizin geçerlili­ ği de çok rahat sınanabilir. "Böyle bir akıl yürütmenin sa­ dece tartışmayla üstesinden gel­ mek" der Engels, "oldukça zordur fakat tartışmalar hareketten do­ ğarlar. Hareket ve edim her za­ man ilktir ve tartışmadaki güçlü­ ğü çözen de insanoğlunun işte bu aksiyonudur (dıştaki nesnelere ait bilgiye sahip olmaktaki güç­ lük). Çiğnemenin ispatının ye­ mektedir. Nesnelere yöneldiği­ mizde ve onları kullandığımızda ya da onlarla etkileşime geçtiği­ mizde, onlar hakkındaki algılama­ larımızı rahatlıkla sınayabiliriz. Çünkü algılarımız yanıldığında o nesneye yönelik eylemimiz de ba­ şarısızlığa uğrar ya da beklentile­ rimize uygun bir etkileşim zaten gerçekleşmez. Eğer algılamamız doğruysa nesnel beklentilerimize cevap verebilir ve böylece algıla­ rımızı sınamış oluruz. Böylece, nesnel dış dünya, algılarımızı ve onlara yüklediğimiz anlamı test ettiğimiz bizim dışımızdaki pozitif ölçütlerdir diyebiliriz.''4 Engels, Kant'ın bilinemez ola­ rak nitelediği "kendinde şey" hak­ kındaki düşüncelerini de şöyle di­ le getirir: "Hegel buna uzun za­ man önce şöyle cevap vermişti: Bir şeyin bütün özelliklerini bildi­ ğinizde o şeyin kendisini bilmiş olursunuz; söylenen şeylerin var­ lığından başka geriye hiçbir şey



3



Berkeley, Prin­ ciples man ge,



4



of



Hu­



Knowled­



17, 20.



BO



Engels, ütopik ve Bilimsel Sos­ yalizm, önsöz



22



5



Engels, ütopik



kalmaz; ve duyularınız size bu



sadece kendi öznel deneyimleri­



gerçeği gösterdiğinde ve o şeyi al­



mizle ve algılarımızla u laşılabile­



gıladığınızda, geriye kalan son kıs­



ceğini düşünenler tarafı ndan ileri



mı da elde etmi ş olursunuz. Ayrı­



sürülmektedir. Fakat, onlar da as­



ca, Kant'ın zamanında nesnelerle



l ında tartışmayı kısır bir döngü



ilgili bilgilerimiz öyle dağınıktı ki,



içinde yürütmektedir. Çünkü on­



Kant'ın nesnelerle i lgili şüpheye



lar da bir varsayımdan yola çık­



düşmesi kaçınılmazdı. Dolayısıyla,



maktadır. örneğin, bilginin kay­



haklarında bu kadar az bilgiye sa­



nağını; algılar, sezgiler ve algıla­



hip olduğumuz nesnelerin bize gi­



nan verilerle sını rlarlar. Dolayı­



zemli gelmesi doğaldı. Fakat birbi­



sıyla böyle b i r varsayımdan yola



ri ardına gelen yeni buluşlar ve bi­



çıkınca, dışsal nesnel maddi b i r



limsel çalışmalar sayesinde kay­



dünyanın v a r o l u p olmadığını ya



dedilen ilerleme sonucu nesnele­



da bu dü nya hakkında b i r bilgimiz



re ilişkin bilgi artmış ve bunun so­



bulunup b u l u namadığını ortaya



nucunda analiz olanağı doğmuş­



koyamazlar.



tur. Böylece, artık 'bilinemez' diye bir şey kalmamıştır. 5



argümanlarının amaç ve gücünü



Ancak bu karşı çıkış, Engels'in



"Bununla birlikte, tüm bu fel­



yansıtmakta yetersizdir. Engels



sefi fantezilere asıl cevabı b i l i m­



dışsal dünyanın varlığına i l i ş k i n



sel deneyler ve endüstrinin pratik



bir ispat geliştirmeye kalkmamış­



uygulamaları vermiştir. Eğer sa­



tır aslında. Ne böyle b i r ispat



hip olduğumuz bir kavramsallaş­



mümkündür, ne de buna i htiyaç



tırmanın doğruluğunu, onu içsel­



vardır. 11. yy.'da Norman istilasın­



leştirerek. onu ait olduğu koşulla­



dan sonra Başpiskopos o l a n Can­



rın dışına taşıyarak ve onu kendi



terburyli Aziz Anselm, tanrının



amaçlarımız doğrultusunda kulla­



varlığını gösteren ve "ontoloj i k is­



narak gösterebiliyorsak, Kant'ın



pat" olarak adlandırılan b i r a rgü­



bili nemez şeylerinin sonu gelmiş demektir." 6



"tanrının varlığı zorunludur". Ve



man ortaya atmıştır. Buna g öre,



Yine de tüm bu argümanların,



tam altı yüzyıl sonra aynı argü­



dışsal maddi şeylerin varlığını ka­



man ısıtılarak, kartezyen filozof­



nıtlamadığı düşünülebil i r. Çünkü



larınca kullanılm ı şt ı r. Ne var ki



bu da böyle bir dünyayı varsay­



Engels, maddenin ya da nesnel



maktadır.



nesnel



maddi bir d ü nyanın varlığına i l i ş ­



maddi dünyanın varlığ ın ı n kanıtı



kin "ontoloj i k bir ispat" ortaya



Bu



yüzden,



olarak bakıldığı nda, Engels'in a r­



koymaya



. yalizm, önsöz



gümanları bir kısır döngüymüş g i ­



yapmaya çal ıştığı (ve d e başarılı



6



bi görünür.



olduğu) şey, dışsal maddi nesne­



ve Bilimsel Sos­ Engels, Ludwig Feuerbach, Bö­ lüm



2



Tabii ki böyle bir iddia, bilgiye



ç a l ı ş m a m ı şt ı r .



Onun



lerle aramızdaki etkileşim ve bi-



zim onların üzerinde, onların da



şi lmez bir şeyin olmadığı görüle­



bizim üzerimizdeki etkileri saye­



cektir. Tersine, d ı şsal maddi nes­



s i nde, dışsal maddi nesnelere iliş­



nelerle olan ilişki ve bu ilişkinin



k i n i spatı mümkün bilgilere nasıl



prensipleri oldukça nettir.



ulaşabileceğimizi göstermek ol­



insan bilgisini, gerçekte nasıl



m uştur. Bu her şeyden önce, öz­



varoluyorsa ve oluşuyorsa, öyle



nel idealist ve solipsist argüman­



somut bir şekilde ele almak gere­



ların çürütülmesi demektir. On­



k i r. Bu bilgi, bizim tasarım, analiz,



l ar, nesnel dünyaya i lişkin bir bil­



karşılaştırma ve içsel öznel algıla­ malarımızı n bir ürünü m ü d ü r?



gimizin olamayacağını iddia eder­ ken, Engels bu bilgiye nasıl ulaşa­



Hayır



b i l e c e ğ i m i z i g ö stererek, onları



problemlerle uğraşmaktan orta­



değildir.



Bilginin



tümü



reddetmiştir.



ya çı kar. Ve bizim gerçek yaşam­



Böylece, nesnel maddi dünya­



da karşılaştığımız problemler, al­



nın varlığı konusu, şü pheye yer



g ı larımızı nasıl karşılaştı rıp, ana­



vermeyecek şekilde ortaya ko­



liz edeceğimiz ya da düzenleye­



nulmuş oluyor. M adem ki bilgimiz



ceğimiz ile i l g i l i değil, bizi çevrele­



nesnel maddi dünyayla i l g i l idir, o



yen varlıklarla nasıl bağlantı ku­



halde böyle bir d ü nya mevcuttur.



racağımızla ilgilidir. Bunlar, prati­



Bunu varsayabi l i riz, varsaymak



ğin



zoru ndayız da. Çünkü, bilgimizin



problemleri de buradan doğar.



problemleridir



ki



bilginin



doğasını ve temel lerini analiz et­



Bilginin temel problemi, d ü ­



tiği mizde, nesnel maddi dünyayla



şüncenin evrilmesi ve varlıklara



kesinlikle i l g i l i olduğunu görü rüz.



doğru şekilde yaklaşab i l mek için



Eğ�r bilgiyi nesnel maddi d ünya­



onların gerçek doğalarına uygun



nın dışında başka bir şeyle i l inti­



başarılı teoriler üretmektir. Aslın­



lendirirsek, yanı l ı rız.



da problemin kendisi, çözümü de



Peki Engels'in öznel idealizmi



göstermektedir. Problem dışsal



çürüten bu iddialı karşı çıkışı, tam



nesnelerin



olarak neyi içermektedir?



o l u nca, çözüm d e aynı özelli klerle



özel l i kl e r i y l e



ilgili



Kısaca şunu: i nsan yaşamda



ilgili ol maktadır. Varlıkların özel­



d ı ş dünyayla ilişki kurar. Dışsal



liklerine ilişkin düşüncelerimiz sa­



nesnelere ait bi lgi ler, diğer tüm



dece bizi çevreleyen varlıkların



insan faaliyetlerinden soyutlana­



arasında



rak elde edilen bilgiler olarak ka­



s a ğ l a m a k l a v e o n l ardan zarar



y o l u mu z u



b u l ma m ı z ı



bul edilirse, mistik ve erişilmez



görmemizi önlemekle kalmaz, on­



görülebilir. Fakat böyle yanl ı ş bir



ları değiştirmemizi, kendimiz için



soyutlama düzelti l i rse ve b i l g i



ü retmemizi de sağlar. İ şte bu



gerçek yaşam ve deneyimde yer



nesnelere ili şkin düşüncelerin is­



aldığı gibi daha somut bir biçimde



patı sınanmalıdır.



ele alınırsa, ortada mistik ve eri-



Francis Bacon'ın dediği gibi,



23



24



" Doğa bilgisi, doğaya hakim olan güç demektir."7 Bacon, varlıklar



zim için şeylere" dönüşür.



hakkında bilgi sahibi olmanın, on­



mın doğasına i l i ş k i n bir düşü nce­



ları kontrol etmek ve üretmek an­



miz var; belli kimyasal bileşiklerin



lamına geldiğini çok iyi anlamış­



oluşturduğu şeylerin varlığı gibi.



tır. Fakat Bacon'la aynı ampirik



Ancak, canlı maddeyi



görüşten yola çıkanlar, bu önemli



öğreni nceye kadar, yaşamın do­



Bilgi ile i l g i l i bu yaklaşım ve



ve bil inemez kalacak. örneğin vi­



bilginin gelişme şekliyle ilgili ge­



taminler. Bunlar, yakın zamana



çerliliğinin sınanması, bir bütün



kadar bizim için gizemli şeylerdi.



olarak toplumsal gelişmenin ma­



Ne var ki artık vitaminleri ü rete­



terya l i s t



yaklaşımına



bil iyoruz, yani gizem giderek yok



bağlıdır. i nsan bilgisinin toplamı,



oluyor. (Şurası çok açıktır ki, ya­



b i l i m sel



insanın diğer faaliyetleri ve ü rün­



şamın kökeni nin ne şimdi ne de



leri kadar toplumsal bir ü ründür.



gelecekte çözü lemeyeceğini ileri



insanın en temel toplumsal faali­



süren biyologlar, yaşamın doğası­



yeti, üretim faaliyetidir ki bu, iler­



nı elbette göreceli değil, mutlak



leme yönündedir ve tüm sosyal



bir giz olarak görmektedir. Bunlar



faaliyetin koşullarını belirler. Yani



sadece biraz daha çok şey bilmek



d o ğ a d a n y a ş a m ı ç e k i p a l mak,



için araştırma yapmakta ama yi­



kendimize b i r şeyler üretmek ve



ne de hep bir şeylerin sır olarak



bize lazım olan sonuçları yarat­



kalacağına i nanmaktadırlar.)



mak. Böylece, bilgi, " ü retim" et­



Peki burada da ortaya kondu­



k i n l i ğ i nden doğar. Artan b i l g i ,



ğu gibi, nesnel maddi dünyada



üretim g ü c ü n ü de artı rır, bu d a



her şeye rağmen gizemli kalan



bilginin nesnel geçerliliğinin s ı ­



şeyler nelerdir? A s l ı nda, d ı şsal



nanmasıdır.



maddi nesnelere ilişkin bili nemez



O halde, ne kadar yeni süreç­



Bacon, Novum Organon



ü retmeyi



ğasına ilişkin bazı şeyler gizemli



noktayı unuttu lar.



7



örneğin, bizim şu anda, yaşa­



ve anlaşılamaz hiçbir şey yoktur.



ler ve kendimiz için yeni bir şeyler



Öte yandan, eğer biz b i r giz arı­



üretiyorsak, bu süreç ve varlıklara



yorsak bunu sadece öznel ide­



ilişkin bilgimiz de o kadar artıyor



alistlerin yazdıklarında bulabil i riz.



ve tamamlanıyor demektir. Yani



Onlara göre, bilgimize kaynaklık



biz aslında kendimiz için mistik ve



eden nesneler, gerçekte b i l i ne­



b i l i nemeyen " kendinde şeyler"



mez ve anlaşı lamazdır. Ses, renk,



ü retemeyiz, çünkü üretim aşama­



koku, tat, sertlik ve yumuşaklık



sında bunların gizemleri ortadan



duyularıyla s ı n ı rl ı b i r dünya, mad­



kalkar ve artık bizim için bilinebilir



di bir temelden yoksun, h i ç b i r



hale gelirler. B i l inmeyenler bili­



yerde



nenlere, "kendinde şeyler" ise "bi-



-Wittgenstein'ın dediği gibi, " mis-



varolmayan



bir



d ü nya



tik" olan budur. 3.



ALGININ N ESNELERi



Deyim yerindeyse dış dünya, bu algı ve duyumların ötesinde bir yerdedir. Hatta bazıları, bildi kleri­



Dış nesnel maddi dünyanın



miz sadece bu algılarla s ı n ı r l ı ol­



varlığına ve bilgi sine i l i şkin yakla­



duğu için, bunların ötesinde bir



şımımızın temellerini ve anlamını



şeyin olmadığını iddia etmiştir.



ortaya koymaya çalıştım. Fakat,



Bazıları, algılarımızın ötesinde bir



ö z n e l i dealistlerin bahsettikleri



nesnel d ünya olsa bile onu bile­



öteki dünya hakkında, yani sezgi­



meyecegı m ı z ı



ler, algılar veya algısal veriler



M ach gibi bazıları i se a l g ı l arımız



d ü nyası hakkında ne söylenebi­



ile d ı ş d ü nyanın birbirinden ayrı­



l i r? Bu görüşe göre, bilgimiz sa­



l amayacağını, a l g ı l a d ı ğ ı m ı z şey



savunmuştur.



dece bunlara bağl ı d ı r ve bunlarla



ile bu nesnel dünyanın aynı şey



sınırlıdır, bunları içerir ve bu dün­



olduğunu ileri sürmüştür. Ona gö­



ya nesnel değil özneldir, yani sa­



re d ı ş dünya belki bu algıların kar­



na bana göre değişir. Algıların



maşık bir bileşiminden i ba rettir.



nesnelerle ilgili gerçekten değiş­



Veya d ı şsal nesneler, onlara i l iş­



ken ve öznel veriler ü retip üret­



kin önermelerin analiz edilmesini



mediğini, öznel idealistlerin iddia



sağlarlar, çünkü bu önermeler



ettikleri gibi nesnelerin a s l ında



gerçekten onlara dayalı algıların



öznel v a r l ı k l a r o l u p o l m a d ı ğ ı n ı



düzenlenmesinden o l uş mu ş t u r.



anlamak i ç i n b a z ı a raştırmalar



Algı 'ama, dışsal nesnelerin varol­



yapmak gerekmektedir. Tabii bu



duğunun farkına varmamızı sağ­



doğrudan deneysel psikoloji, fiz­



layan, on la rla i l g i l i d ü ş ü nceler



yoloji ve nörolojinin alanına girdi·



üretmemize olanak tanıyan, en



ğ i için, biz burada ancak öznel



dolaysız araçlar oldukları halde,



idealistlerin düştüğü hataları gös­



bazı filozofların onları hala, nes­



tereb i l i riz.



nelerle aramızda bir engel olarak



Bilgi algılamayla başlar. Algı­



görmeleri oldukça şaşırtıcıdır. Fa­



lama süreci, bilginin tüm diğer



kat bu garip sonuç, algıların so­



ü st biçimlerinin temelidir ve bun­



yut düşünülmesinden ve yaşam­



dan şüphe edilemez.



da yer aldıkları biçimiyle somut



Öznel idealistler, şu ya da bu



o l a rak ele alınmamasından kay­



şekilde, duyum ya da algının dış­



naklanmaktadır. Eğer algılar böy­



sal nesnel şeylere ilişkin doğru­



le soyut olgular olarak ele alınır­



dan bilgi edinmenin b i r aracı ol­



sa, elbette algısal verilerin yo­



m a d ı ğ ı n ı , a k s i n e dış d ü nyayla



rumlanması, analiz edilmesi ve



aramıza b i r set çekti ğ i n i iddia



karşılaştı rılmasından oluşturulan



ederler. Duyu larımızın nesneleri,



bilginin daha ötesine ulaşı lama­



a l g ı l a rımız ve algısal verilerdir.



yaceığı şeklindeki bir sonuca var-



25



26



· mak da kaçınılmaz olacaktır. Fakat algılamayı böyle soyut



l a ilg ili, dıştaki nesneleri ve canlı­ nın kendi durumunu, bu nesneler­



bir yaklaşımla ele a lmaya hakkı­



le olan ilişkilerini yansıtan sayısız



mız yoktur. Daha d a önemlisi,



uyarandan oluşur. Duyu organla­



bunlar hakkında bilimsel çalı şma­



rı tarafından toplanır ve beyne



lar yapılmıştır ve eğer bunlar üze­



iletilirler. Canlı organizma da bu



rine felsefe yapacaksak, bu veri­



uyarılara göre tepkiler geliştire­



lere dayanmak zoru ndayız. Fizik­



rek, uygun davranışını belirler.



sel ortamlar da b i l imsel olarak in­



işte bu şekilde, algılama süre­



celenmiş bulunmaktadır. Dolayı­



ci, bazı filozofların sandıkların ı n



sıyla fiziksel olgular hakkında fi­



aksine bir bilmece değil, gayet so­



kir yürütecek herhangi bir fel se­



mut olgulara dayanan açık bir sü­



fenin, bu çalışmaların sonuçlarını



reçtir. ü stelik burada algılamanın



gözardı etmesi olanaksızdır. Artık



hem dışsal varlıklara hem de can­



Antik Y u nan'da yaşamadığımıza



lı organizmanın onlarla girdiği



göre, çağdışı ve temelsiz genelle­



i l i ş k i ve etkileşime b a ğ l ı o l d u ğ u



meler yapma şansımız bulunma­



gösterilmi ştir. Bir canlının nesne­



maktadır.



leri algıladığı ortamın koşulları,



Algı lama, duyulara sahip can­



hem dıştaki nesnel ortam hem de



lıların yaşadıkları doğal ortamın



canlının içsel durumu y l a . belirle­



ayırdına varmalarını sağlayan bir



n i r. ö rneğin madeni paraya baktı­



araçtır. Ayrıca algılama, kendi fi­



ğımızd a onu elips şeklinde de gö­



ziksel varlıklarının, bulu ndukları



rebiliriz, ya da güneş g i b i muaz­



ortamın niteliklerini, kendileriyle



zam büyüklükte bir ateş kütlesini



bu ortam arasındaki ili şkilerin bi­



bize çok uzak olduğu için çok kü­



li ncine varmaların ı ve karşılaştık­



çük bir şömine ateşi gibi görebili­



ları farklı koşullara uygun tepkiler



riz. Ya da suya girmiş bir çubuk,



vere b i l melerini sağlayan süreç­



kırılmış gibi görü nebi l i r, çok üşü­



lerden o l uşur. Algılama, iç ve dış



müş olan ellerinizi ı l ı k bir suya



duyuların dı ştaki nesnelerden ge­



soktuğunuzda, su size çok daha



len uyarı lara verdikleri tepkiler­



sıcak gelecektir. Bu örnek.l eri ar­



dir; örneğin göz ışığa, kulak ses



tırmak mümkündür. Bazen algıla­



dalgalarına, deri dokunma ya da



rımız, bizi tamamen yanıltabilir,



sıcağa vs. karşı tepkiler ü retir.



varl ıkları olduklarından çok farklı



Pavlov'un belirttiği gibi "beyin,



yansıtabilir. Bu yanıltma ve yanıl­



b i r hayvanın d ı ş d ünyayla kurdu­



sama bazen hepimizi etkisi a ltına



ğu en karmaşık ilişki lerin organı­



alabil ir. Ama duyuların ve algıla­



dır." Dış uyaranlar, beyne duyu



manın nasıl çalıştığını bili rsek, bu



organlarımız tarafından i letilir, ki



bize pek de şaşırtıcı gelmeyecek­



bunlar canlının bulunduğu ortam-



tir. Çünkü, şimdi ol masa bile daha



sonra bu yanılsamalar anlaşı la­



Fakat burada bazı filozofların



caktır. Algılarımızın bize sağladığı



itirazları yükselecektir: Hayır, hiç



v e r i l e r i d i kkate a l d ı ğ ı mızda ve



de senin dediğin gibi değil! Suyun



bunlarla d ünyaya i ntibak edebile­



içinde kırılmış gibi görünen çubu­



ceğimizi gördüğümüzde, bu du­



ğu düşün, elips şeklinde görünen



rum d ünyayı algılayışımızın, en



madeni



azından nesnelerin doğasına uy­



nesnel o larak ç u b u k düz, para i se



p a rayı d ü ş ü n; a s l ı n d a



gun olduğu anlamına gelecektir.



yuvarlaktır, ama senin gördüğün



A lgıya dayalı b i l g i veya algıla­



şey ise elips ya da kırıktır. Yani



ma, bu yüzden canlı organizmala­



senin gördüğün şey, senin algının



rın belli somut aktiviteleri o l arak



b i r nesnesidir, o halde iddia edi­



d ü şü n ül melidir. Algılar sayesinde



len dışsal maddi nesnenin kendisi



o rganizmalar kendilerini çevrele­



değildir, sadece bir algı, bir du­



yen varlıkların taşıdıkları özellik­



yum, algısal bir verid ir.



l e r a rasında ayrım yapabilir, bun­ ları birbirine ekleyebilir, kaynaştı­



Şimdi bunun üzerine üç şey söyleyeceğim:



rıp birleştireb i l i r ve uygun tepki­



(1) Gördüklerimiz ya da algıla­



ler geliştirebil i r. Buradan anlaşı­



rımızla farkına vard ığ ım ı z şeyler,



labi l i r ki, algılamanın nesneleri,



duyumlar ve algısal veriler olarak



duyular tarafından bilinebilecek



ayrı ayrı analiz edilebilir mi?



olan maddi nesnelerdir. Yani dış­



Bu soruya ceva b ı m ı z o l u m ­



taki nesnel maddi dünyanın nes­



suzdur. Ş u anda, m a s a ve sandal­



neleridir. Bu nesnelerin "gizemli"



yeler, saatin tik tak sesleri, şömi­



bir yanı yoktur. Çünkü biz zaten



neden gelen sıcaklık ve diğer şey­



bunlarla içiçe yaşıyoruz, onlarla



lerle birlikte, içinde yazı yazdığım



etkileşim halindeyiz ve algı larımız



odayı algı lamaktayım. Şimdi bu,



aracılığıyla onlar hakkında bilgi



a l g ı ladığım şeyin, farklı d uyumla­



ediniyoruz. Aslı nda her birimiz,



rın b i r toplamı olduğunun, yani



bu bahsettiğimiz maddi nesneler­



basit ve birbirinden ayrı renkle­



den biriyiz ve bunun için de mad­



rin, seslerin ve sıcaklık hissinin



d i bi rer varlığız. Bu açıdan bakıldı­



toplamı olduğunun farkında ol­



ğı nda, bize gizemli gibi görünen



mam mı demektir? Böylesi birbi­



şeylerin, bizzat bizim öznel algıla­



ri nden farklı duyum lar, ayrı ayrı



rımız ve yargı larımızla oluşturdu­



analiz edilebilir mi? Tabii ki hayır.



ğumuz soyut kişisel varsayımlar



Örneğin, eğer soyutlamaya çalı­



olduğunu anlarız. Bunlar, 'düşün­



şırsak, kendimi önümdeki masayı



celer', 'algı lar', 'elementler' veya



katı bir cisim olarak değil de kah­



fi lozoflar tarafından nasıl adlan­



verengi bir şey olarak algılamaya



dırılırsa adlandırılsın, özel, maddi



zorlayabilirim, daha sonra da onu



olmayan algı nesneleridir.



daha önce algıladığımdan farklı



27



28



bir şekilde algılayabi liri m. Bu yüz­



ve "duyusal veriler", metafizikçi­



den, algıladıklarımın birbiri nden



lerin icadından başka bir şey de­



ayrı duyu bütünüyle veya b u du­



ğildir. Gerçek değillerdir ve her­



yularla ulaştığımız verilerle açık­



hangi bir bilimde yerleri yoktur.



lanması, duyu-deneyiminin bile­



(2) Bununla bağlantıl ı olarak



şenlerin i icat etmek anlamına ge­



önemle üzerinde durmak gerekir



lir ki, bunun varlığı hiçbir şekilde



ki, sezgiler veya duyusal veril e r,



açıklanamaz.



tamamıyla pasiftir, yani Berke­



Kuşkusuz, benim toplam al­



ley'in deyimiyle 'uyuşuk'tur ve



gım, birbiri nden ayrı duyuların o r­



aralarında hiçbir karşıl ı k l ı etkile­



taya çıkardığı veri lerin biraraya



şim yoktur.



getirilme sürecinin bir sonucu­



Bunların birbirini veya başka



dur. Ancak bu biraraya getirme



bir şeyi etkilemeyen ve h i ç b i r şe­



eylemi, farklı duyular tarafından



k i l d e maddi v a r l ı k l a r ı o l mayan



a l ı nan d ü rtülerin ulaştırıldığı bey­



nesneler olduklarını görü rüz.



nimde gerçekleşen birbirini ta­



B u nlarda, savunulan bir renk



mamlayıcı, karmaşık bir sü reçti r.



sezgi ya da rengin kendisine da­



Eğer bil incim, Hume'un deyi miyle



yanan bir duyusal veri vardır. An­



"bir duyumlar yığını" gibi i ncele·



cak bu nesneler, hiçbir şekilde de­



nebilseydi, her bir duyunun bil in­



ğişme ve kendisini veya bir baş­



cime ayrı ayrı girmediği görüle­



kasını etkileme gücü gösterme­



cekti.; çevremdeki her şey, birbi­



den var olur.



rini tamamlayan bir bütün olarak



Ne kadar tuhaf b i r varlı k biçi­



bilincime yansır ve bu yansımada



mi bu; ne kadar g izemli, kavrana­



her duyunun ortaya çıkardığı ve­



maz ve herhangi bir b i l i msel ça­



ri, birbirine geçer, harmanlanır ve



l ı şmanın konusu olmaktan ne ka­



artık ayrı bir varlığı kalmaz.



dar uzak! Bu varlık biçimini ileri



Şu noktaya dikkat etmek ge­



süren filozoflar, sadece bu tür



rek; bütün bu sonuçlar, felsefi



nesnelerin i nsan zihni tarafı ndan



spekülasyonların bir ü rünü değil,



bilinebileceğini savundular, bun­



fakat Pavlov'un a raştırmalarıyla



lara göre nedensellik ve şeyler i n



doruğa ulaşan deneysel psikoloj i



birbirini etkileme ve değiştirme



v e fizyoloj i çalışmaları nın sonu­



gücü, bir i ll üzyondan i ba rettir.



cunda ortaya çıkmıştır. Bu nedenle algımızın nesnesi­



Fakat bu tartışmayı tersten sür­ d ü rmek gerekirse; sezgiler ve du­



nin, birbirinden ayrı sezgiler ya da



yusal veri ler o kadar 'uyuşuk' ve



duyusal veriler toplamı olarak ay­



değiştirme yeteneğinden o kadar



rı ayrı analiz edilebileceğini var­



yoksundur ki, birer i l l ü zyondan



saymak , doğru değildir. Algının



ibaret olan, onla rdır.



nesnesi olarak görülen "sezgiler"



(3) O zaman, duyusal verilerin



varlığı nasıl b i r i l lüzyon ortaya çı­



şeyi dışında bırakmayan bir Mut­



karmaktad ı r?



lak Varlık olarak düşünülmel i d i r."



Bu i l l üzyon, öznel idealistlerin



Böylece,



bilincimizin



kendi



algı lamayla i l g i l i teorilerini, sade­



içeriğiyle birlikte tamamen b a ­



ce bireyin iç gözlemine dayandır­



ğ ı m s ı z o l a r a k varolduğu sonucu­



maları ndan ortaya çı kmaktadır.



na varan içgözlemci ampirik filo­



Bu nedenle, kendi b i l i nçlerine ba­



zof bu sefer de, bu b i l i nci bölüm­



kıyorlar ve bilinçlerinin çok i lginç,



lere ayırarak incelemeye başlar.



değişken b i r içeriğe sahip olduğu­



Bilinci ya da saf deneyimi, atom­



n u keşfediyorlar. Fakat kendi bi­



lardan oluşmuş bir dünya olara k



linçlerinin de yine kendi beyinle­



yansıtmaya çalışır, t ı p k ı nesnel



rindeki belli maddi süreçlerin bir



gerçekliğin atomlardan oluşması



sonucu olduğunun farkında değil­



g i bi. Bu atomlara, 'algılar', 'duyu­



ler. Bu nedenle, bu gerçeği göz



sal veriler' veya 'elementler' der



ardı ediyorlar. Böyle yaparak da



ya da dilediği gibi adlandırır. Böy­



bilinçlerini ve bilinçlerinin deği­



lece, bilginin gerçek nesnesi o l d u ­



şen içeriğini, bağımsız b i r 'dünya'



ğuna i n a n d ı ğ ı bir nesneler a l e m i



olarak kabul ediyorlar.



yaratı r; sonra da nesnel maddi



Bu içedönük gözleme dayalı soyutlama süreci, A l man görün­



dünya diye bir şeyin hiçbir şekilde varolmadığını ilan eder.



gücü filozof (phenomenologist­



Daha önce de söylediğim gibi,



ç.n.) Edmund Husserl tarafından



bu tür 'atom'lar ne gerçekten bi­



i lginç, aslında garip, bir biçi mde



lincimizde bulunurlar, ne de ger­



tanı mlanmıştır.. Saf Görüngübi­



çek nesnelerin herhangi b i r özel­



lim (Pure Phenomeno/ogy) adlı



liğini taşırlar, çünkü birbirlerini



kitabı nda Husserl, kendi bilincimi­



etkilemez ve değiştiremezler.



z i d i k kate a l ma m ı z gerekt i ğ i n i



Fakat, böyle nesnelerin var o l ­



söyler, böyle yaparak nesnel d ü n ­



duğu iddiasına y o l a ç a n temel



ya ve k e n d i varlığımız arasına­



yanlışın ne olduğunu, şimdi daha



onun deyimiyle- 'set çekmiş' veya



net b i r şekilde ortaya koyabiliriz.



'ayırmış' oluruz. Başka bir deyiş­



Bu, felsefe tarihi nde sıkça karşıla­



le, b u faktörleri gözardı etmiş



şılan bir yanlıştır. Bu filozoflar, bi­



oluruz. Bu 'ayırma' veya 'set' çek­



linci soyut anlamda düşünüyorlar



me s ü recinden geriye ise 'saf bi­



ve bu yüzden de bilincin içeriğini,



l i nç' k a l ı r. Ve " Bi l i nç, bu "saflığı"



b a ğ • m s ı z varolan



içinde değerlendirildiğinde" der



dünyası o l a r a k yansıtmaya çalışı­



H usserl, "kendi kendine yeten,



yorlar.



hiçbir şeyin etkilemediği, hiçbir şeyin ondan kaçamadığı ve za­ mansal/uzamsal anlamda hiçbir



bir n e s n e l e r



4. ÖZNEL iDEALiZM, B iLiMiN ULAŞTltl SONUÇLARLA U YUMLU MUDUR?



29



O zaman, öznel idealizmin bil­



30



gi teorisine ilişkin bütün bu tartış­ maların özü nedir? Bu, öznel ide­



Bu nedenle, algı beynin b i r



alist teorilerin temelsiz oluşudur;



fonksiyonu d e ğ i l ; beyin, a l g ı n ı n



çünkü yanlış önermelere yani bil­



bir fonksiyonudur. Ya da f a r k l ı b i r



g i n i n yanlış soyutlamalarını içe­



şekilde ifade edersek, " b e y i n " dü­



ren tamamen hatal ı bir yoruma



şüncesi, tüm bedenlerle_i l g i l i di­



dayanmaktadır; bu yüzden öznel



ğer düşünceler gibi, bel l i şartlar



idealizmin iddia ettiği her şeyin



altında edindiğimiz algıları sade­



tersini söylemek için yeterince



ce uygun b i r şekilde tahmin etme



neden mevcuttur.



ve tanımlama yoludur.



(B) Fakat bir şeyi daha belirtmek



düşünme sürecinin tamamıyla be­ yinden veya herhangi maddi bir



yorumuna dayanan öznel idealiz­



şeyden bağımsız olduğunu savu­



m i n sonuçları da, yine öznel ide­



nur. Bu felsefe, bize "beyin" der­



alizmin felsefesinin yapmaya ça-



ken, yalnızca algılarla ilgili bir şeyi



. lıştığı bil imsel bilgi tarafından ka­



kastettiğini söyler ve bu yüzden



nıtlanmış gerçekler karşısında



çok açık ki, algı veya düşüncenin,



değişkendir. Bu d u r u m , yukarıda­



kendisinden başka herhangi bir şe­



ki tartışmamızda açıkça ortaya



ye dayandığı düşüncesini reddeder.



konulmu ştur. Lenin, öznel idealiz­



Benim algım, benim deneyimlerim



mi eleştirirken " İnsan, beyni ile mi düşünür?" diye sorar. B



mutlaktır- mutlak olarak herhangi Fakat aslında böyle bir öğreti,



sel olarak i spatlanmıştır ki, beyin



bilimsel araştırmaların, "algı ve



sadece insanın düşünmesine yar-



düşünce maddi bir şeye yani bey-



d ı m etmez, ç ü n k ü d ü ş ü nc e n i n



ne dayanır" şeklindeki sonucuna,



kendisi beyni n bir fonksiyon udur;



umutsuzca ters düşmektedir.



Fakat, öznel idealizmin vardı­



l i z m ve Ampi­ r i o- K r i t i s i z m,



Böl üm ı, Kısım 5



9



maddi bir şeyden bağımsızdır.



Yanıt. el bette ki evettir. Bilim-



beyin olmadan algı da deneyim



Lenin, M aterya­



Bu yüzden açık ki bu felsefe, al­ gıların varlığının ve algılara bağlı



gerek; bilginin yanlış ve soyut b i r



de düşünce de olamaz.



B



çimde b i r a raya gelmiş a l g ı lara dayanır.



Bu felsefe, düşünce ve beyin hakkındaki b i l i msel önermelere ilişkin ne tür yorumlar veya_ ana­



ğı sonuç şudur; beyin sadece bir



l izler yaparsa yapsın, algılamanın



çeşit a l g ı l a r kombinasyo n u d u r.



duyu organlarından, düşünmenin



Mach'ın dediği g i bi, "bedenler al­



de beyinden bağımsız gerçekleş­



gıları değil ancak, .... algılar kar­



tiğine i l i şkin fikrini g izleyemez.



Lenin, M aterya­



maşası bedeni_yaratır." Bu ne­



Tekrar Lenin'e dönersek, "Do­



lizm ve Ampi ­



denle, öznel idealizme göre algı­



r i o - Kr i t i s i z m ,



lar beyne dayanmaz; beyin, b i r bi-



ğa insandan önce var mıydı?" di­ ye sorar Lenin. 9



Bölüm ı . Kısım



4



Yanıt, tabii ki yine evettir. ln­



gı lamamız mümkün değil d i r.



s.an ırkının organik yaşamın diğer



Ve ya belki de daha zekice b i r



formlarından türediği, yaşamın



yaklaşımla (ki bu öznel idealistle­



kendisinin ki myasal bir kökeni ol­



rin bugüne değin ileri sürdüğü bir



duğu, çağl a r boyunca bırakın in­



yorumdur), "bir önermenin bizzat



san gibi karmaşık canlı yapısına



kendisinin anlamı onun doğrula­



sahip bir varlığı, yaşamın izine bi­



y ı c ı s ı d ı r" ş e k l i ndeki b i r i l keyle



le rastlanmadığı, kanıtlanmış bir



açıklanabi l i r. Bu durumda şöyle



gerçektir.



denilebilir: " Parçal ara ayrı lmış b i r



Fakat öznel idealizm tüm bun­



kaya kütlesine baktığımızda, kaya



lara karşı ne söylemektedir, der­



parçalarından bazılarında kalıntı



siniz? Kısaca, algılar dışı nda bir



f o s i l l e r g ö r ü rken, d i ğ e r l e r i nde



şeyin olmadığını ve bilgiyi sadece



böyie bir şey görmeyebil iriz", Dü­



algılarımızla elde ettiğimiz tezini



şünün ki bu parçaları önceki son­



savunur. Bu nedenle öznel ide­



raki gibi sınıflandırdığı mızda bu



a lizme göre, "doğa insandan ön­



durum canlı yaşamdan önce inor­



ce vardı" dediğimizde, kastettiği­



ganik bir doğanın varlığını doğru­



miz ya da kastetmek zorunda ol­



layan bir işaret olarak da kabul



duğumuz şey, söylediğimiz şey­



edilebil ir. Böylece inorganik kalın­



den epeyce farklıdır.



tıların bizzat i norganik varl ıkları­



örneğin şunu kastediyor ol­ abili riz: Geçmişte, insan yaşam ını



nın doğrulayıcısı olduklarını gör­ mekteyiz.



meydana getiren özel kombinas­



Bu tip yorumların hepsi olduk­



yonlar dışında bazı algı kombinas­



ça zekicedir ama eğer doğanın



yonları vardı. Ancak, böyle bir dü­



varlığı zaman içinde insandan ön­



şünce, algıların bu .algılara sahip



ce geliyorsa, algılama, düşünme



olan i nsandan bağımsız bir şekilde



ve yorumlamanın olmadığı bir i l k



varolabileceğini varsaymış olur ki



zaman d i l i minin ve bu zamanda



böyle bir şeyi düşünmek bile mis­



var olan maddi bir evrenin varlığı­



tik, metafizik ve gülü nçtür.



nı sakl�yamazlar. işte öznel ide­



Ve ya belki de "doğa i nsandan



alistler böyle bir maddi gerçeği



önce var d ı " , farklı bir ş e k i l d e



bu yüzden inkar ederler. Evrime



a ç ı k l a n a b i l i r : "Eğer m i l yonlarca



karşı çıkışlarının altında da bu



yıl önce var olduğumu düşünür­



yatmaktadır. Dolayısıyla b i l i msel



sem, o zaman kendimi sadece ya­



gerçekleri de reddetmiş o l urlar.



şamı imkansız kılacak olaylar dizi­



öznel idealistler, bu d ü ş ünce­



s i n i al 9 ılar düşünürüm diye de bir



ye karşı çıkarak doğal olarak ken­



açıklama yapılabilir. Bu da gülünç



d ilerinin bilimsel gerçeklerle çe­



o l u r, çünkü bu koşullarda kendi­



l i şm e d i k l e r i n i söyleyece k l e r d i r .



mizin varolması ve bir şeyleri al-



O n l a r gerçekliği sadece felsefi



31



32



olarak analiz ettiklerini savunur­



çağda kendiliğinden doğduğunu



lar. Fakat burada bir şey daha



reddetmektedirler. Bu, bilimin ye­



söylemeden



ri ne



geçemeye c e ğ i m :



Belli koşullar altında değişik b i ­



ortaçağ



obskürantizmini



koymak değil de nedir?



limsel terimlerle tanı mlayabilece­



öznel idealizmin bi lgi konu­



ğim algılamalara sahibim. Bir di­



sundaki yaklaşımı ve önermeleri



ğer önemli husus ise d ü nyanın



yanlıştır ve bu nedenle de çıkardı­



uzun b i r evrim sü recinden geçti­



ğ ı sonuçlar da kanıtlanmış b i l i m ­



ğidir. Yaşam bu sürecin belli bir



sel gerçeklerle çelişmektedir.



aşamasında ortaya çıkmış ve yük­



Bu felsefe bilislebir felsefe ol­



sek yaşam formları i lkel formlar­



madığı gibi, tam tersine bilim kar­



dan evrilerek varolmuştur. Mad­



şıtı bir felsefedir.



denin evri minin ulaştığı en yük­



Ancak bu felsefe açık bir b i l i m



sek form i nsan beynidir. Ve gerek



karşıtlığı yapmaz, gerici tutumu­



algılar gerekse dü şünceler bey­



nu gizler. Bu felsefe, bilimsel ger­



nin fonksiyonlarıdır. Bunu b i l i m



çekliği açıkça reddetmez, dolam­



söylüyor. Bunu yanlış yansıtan



baçlı bi ryol izler ve kesinlikle red­



öznel idealistlerdi r. B i l i msel bul­



dedemeyeceği bili msel gerçekleri



g u l a r ı n a n l a m ı n ı yanlış yansıt­



kabul ediyormuş gibi yapar. Bura­



maktadırlar.



dan çıkartılması gereken sonuç i d e a l i s t l e rin



şudur: Bu felsefe, bilim kampı



yaptı ğ ı şey b i l i m s e l g erçekl eri



içinde taviz veren bir bir aja n ro­



reddetmektir. ortaçağ obsküran­



l ü üstlenir; bir yandan materya­



tizmi (obscurantism) olarak da



l ist b i l i msel aydınlanımanın ilerle­



A s l ı nda



öznel



tanımlanabilir. Sı rf, düşüncenin



mesi karşısında çekinceli b i r tu­



beyne dayalı olduğunu inkar et­



tum al ırken öte yandan da b i l i m i n



mek için, evrim gerçeğini ve ya­



öğretilerini bulanıklaştırır ve tah­



şamın d ü nyanın tarihi içindeki b i r



rip eder.



33



H E NR I WAL L O N



Fransız bilgin Henri Wallon ( 1 897-1 962)



DiYALEKTi K BiR ANSi KLOPEDi KONUSUNDA



çocuk psikolojisi uz­ manı ve profesörü



D O G A B İLİMLERİ V E İNSAN B İLİML ERİ *



olarak tanındı. Nazi işgali sırasında anti­ faşist direnişi des­ tekledi ve Alman iş­ galinin sona erme­ siyle kurulan ulusal hükümette, Ulusal Eijitim Bakanlığı Ge­ nel Sekreteri göre­ vini üstlendi. Bu gö­ revi De Gaulle işba­ şına geçene kadar sürdüren Wallon, ayrıca ilk kurucu



Ya "seçiciliği" ya da "diyalektik"i seçeceksiniz. "Sey"lerde ya da " fikir"lerde olabilecek çelişkileri kendi aralarında çalıştırmak, onları birbirleriyle karıştırıp anlamsızlaştırmak yerine, onları tanımak ve bu tanımada en uç kesinlik kertesine ulaşmak, daha uygun bir yöntem olur. Bu çelişkilerin "gerçek"in içinde nasıl uzlaşabileceklerini, nasıl çözümlenebileceklerini araştırmak gerekir.



mecliste Seine mil­ letvekili olarak gö­ rev aldı. 1 942 yılında üye olduiju Fransa Komünist Parti­ si'nden, ölümüne degin ayrılmadı. Eylül 1 93 1 'de, 7. Psikoteknik Ulusla­ rarası Konferansı'na katılmak için SSCB'ye giden Wal­ lon. 40'lı yılların so­ nundan başlayarak tüm Avrupa'da yay­ gınlaşan ve Avrupalı bilginleri ikiye bölen ayrışmada, SB mer­ kezli bilim mücade­ lesinden yana saf tuttu ve b u tutu­ mundan hiçbir za­ man taviz vermedi.







Bu yazı. Henri Wal­ lon 'un 10 Haziran 194S'ie "Fransız Rö· nesansının Ansıklope­ disi" baslıgıyla yaplığı



bır söylevin melnıdır.



Çeviren: A.



Yaşar



D'Alembert ve Diderot'nun



toplum arasında maddi b i r ilişki



birlikte hazırladıkları ilk "Ansik­



ortaya koyuyordu . Bilgi aracılı­



loped i ", yal nızca "bilimsel veri­



ğıyla düşünme gücünün madde­



lerin" bir sayım-dökümü değildi.



ye etkisi (bunu Descartes çok



Bu ansiklopedi, fabrika teknolo­



önceden büyük bir c ü retle ha­



j i s i ne ,



çalışma



ber vermişti) aynı zamanda dö­



yöntemlerine, mesleklere, b i ­



zanaatç ı l a r ı n



nüşüme uğramış maddenin top­



l imlerin yaşama geçirilmesine



lum üstündeki etkisi demekti.



geniş bir yer ayırmıştı. Feodal



Bu "toplum" kavramı ·ki Des­



dünya karşısında adım adım öz­



cartes bunun pek ayırtında de­



g ü rleşmesini fabrika üretimine



ği ldi- Ansiklopedi ve 18. yüzyı lın



borçlu olan burjuvazinin, yani



filozofları i l e ö n plana ç ı ka r.



yükselen sınıfın, aynasıydı bu



Newton'un b u luşlarından coş­



ansiklopedi. Ve artık bu sınıf,



kulanan Volta i re, b i r yanda n



politik i ktidarı ele geçirme s ü re­



"ulusların Zekası ve Gelenekleri



cinin eşiğindeydi. Yaşam koşul­



Üzerine Bir Derleme" adlı bir ki­



larının zorladığı "iş"e verilen



tabı ve (daha sonraları "insan



önem; insanın spekülatif etkin li­



bil imleri" diye adlandırı lacak bi­



ğ i i l e onun bir parçası olduğu



l imlerin) i lklerini oluşturan bir-



34



takım kitaplar kaleme alıyordu.



engeller de çıkarıyordu. Bu yüz-



Haliyle bu, fiziksel doğa bilimleri­



den, evrensel olarak yaratıcı b i r



nin olağan bir sonucuydu. Artık



bilimi ç o k yakından t a n ı m a i steği



yalnızca Condorcet, " insan Zeka­



ortadan kalkınca, bu gerçek de



sının Gelişimi Üzerine Söylev" ad­



bir kenara kondu; b i r çeşit belir­



lı kitabında, i nsanda "el"in; zeka­



sizliğe itildi. B i r devrimle i ktidara



nın öncüsü, girişimcisi olduğunu



geçen burjuvazi, kendi gerçekleş­



tanıtlamakla kalmadı; onu izleyen



tirdiği devrimi, b i rden bire "aşırı



ve bilim adamlığı misyonunda bir­



devrimci" buldu. Ve bu eylemin­



leşen Champollion ile Monge da­



de, daha sonra pekala gerçekle­



ha kesin bir şekilde bu bilimselliği



şebilecek ama i ş i n e gelmeyen



ortaya koydular. N . Bonapart, bu



"büyük b i r devrimin" esintilerini



iki bilim adamını beraberinde Mı­



sezdi. -Hiçbir zaman arzu etme­



sır'a götürdü. Champollion, Mısır



yeceği bir devrimin ...



papirü sleri ve heykelleri üzerin­ deki yazıları (hiyeroglifleri) ve di­



***



l i n i çözüp antik dünya üzerinde



Bundan sonra artık, insan bi­



dev buluşlar çağını başlattı. Artık



l i m l e r i n d e bir g e r i l e m e s ü reci



böylece insan bilimleri, fizik bilim­



başladı. Napolyon'un kişisel ikti­



leriyle sıkı bir il işki içinde kendi



darıyla eş zamanlı olarak; "ruhçu



ilerleme yoluna girmiş bulunu­



(spritüali st)" filozoflar çı ktı sah­



yordu ... Sonuç olarak "topl u m u n



neye. Ardından gene Louis Philip­



da d o ğ a gibi açıklanabilir bir özel­



pe'in burjuva monarşisiyle eş za­ manlı olarak, A. Comte'un "poziti­



likte olması" ve doğa gibi, bilim­ sel o l a r a k dönüşü mlere uygun



vizm"i geldi. Bu politik rejimlerle



y a p ı d a (tra nsformable) o l m a s ı



düşünce rej im leri arasında yal­



gerekir. Bununla birlikte, Langevin, bir



nızca eşzamanl ı l ı k değil, benzeş­ meler de bulunuyor. Görüldüğü



süre önce, bize şunu gösterdi: 18.



gibi, pozitivizm de burada, b u rju­



yüzyıl düşünürlerince sezilen bu



vazinin izdüşümü, bir çeşit aynası



d o ğ a - i n s a n i l i şk i l eri a r a s ı n d a k i



oluyor; artık kuşkulu ama tedbirli



bağıntıyı açıklayabilmek -bunu



bir burjuvazinin pozitivizme gös­



çok i stemelerine rağmen- gerçek­



terdiği bu yayg ı n ilgi, aslında b i l ­



leşmedi. Çünkü onların "mekanik



ginlerimizin ve entelektüellerimi­



materyal i st" felsefeleriyle açıkla­



zin tutumlarından kayna klanıyo r.



namazdı bu i l i şki. Ü steli k bu me­



Pozitivizm akımı, bilginlerimizin



kaniklik, onların önünü aşıl maz



bilimsel metot gereksinimlerine



cevap vermekten çok, şu andaki



özüne varıncaya dek bilgi leneme­



sosyal rejime uygun d ü ştüğü için,



yecek.



bu nca yayg ı n l ı k kazanıyor. Poziti­



Bilimsel yasalar böylece, basit



vizmle birl i kte, tuhaf bir şekilde



bir yinelemeye yani en koyu kon­



bilime duyulan susuzluk da azal­



servatizme, burjuva tutuculuğu­



dı. Aynı zamanda doğa bilimleriy­



na tes l i m edilmiş o l uyor. Hani



l e i n san b i l i mleri arasında büyük



Buffon'un "doğanın arşivleri" di­



bir uçurum açıldı. Bir taraftan bi­



ye tanımladığı "doğadaki devrim­



l i n e me z c i l i k ( a g no stisizm), öte



lerin" sürekli izlenmesi gerektiği,



yandan mistisizm akımları sardı



bilimsel gerçeğiyle taban tabana



ortal ığı ...



zıt bir tutum bu.



B i l i msel bilinemezcilik ... Artık



Comte, bilerek "karşı-devrim­



pozitivizmle, evrenin yapısını, ku­



ci"ydi. Evrim düşüncesi, b i l i m ala­



ruluşunu öğrenmek sorunu orta­



nına ancak kend i l i ğ inden g i rdi;



dan kalkıyor. Yalnızca öğeler ara­



çünkü gezegenimizde birbirlerini



sındaki bağıntıları yakalamak ve



izleyen canlı varlıkların araştır­



onlardan yargı çıkarmak kalıyor.



ması yapıldı. Bugün bile hala ne



Tabii bu bağıntılar, çok iyi belir­



kadar çok sınırlamalar, uyuşmaz­



l e n m i ş bazı koşu l l a rda, "değiş­



lıklar var bu evrim konusunda!...



mez" göründükleri sürece. "Öz"



Ama bu karışıklıklar entelektüel



ve "nedenl i l i k " düşünceleri gör­



nedenlerden değil, politik neden­



mezlikten gelinir. Çünkü kolayı



lerden kaynaklanıyor!. ..



var: Onların metafizik oldukları



Olgucu bilim adamları, araş­



öne sürül ür. O "öz" ve "nedenli­



tırmalarını biyoloji ve fizik alanla­



l i k " yerine "varlık koşulları" diye



rına indirgediler. Böylece özellik­



b i r kavram ortaya atı l ı r, olur bi­



le "insan"la i l g i l i olan ne kadar bi­



ter..



l i m varsa, hepsini b i l imlerin sınır­



Neyin



"varlık



koşulları"?



Özel likle yasaklanan d a , bu kav­



ları dışına attı lar. Örneğin insan



ramın iyice belirlenmesi olayıdır.



toplumlarının tarihi, insan zekası­



işte insan da böyl ece, olağan



nın tarihi (ki bilimin yaratıcısı "ze­



d ö n g ü l e r i , y i n e l e m e l e ri o rtaya



kadır"!), hatta "bireyin" tarihi gibi



koymakla yetinecek, sonuç ola­



bilimleri, inceleme alanlarının dı­



rak da bu yi nelemelerin kaynağı



şına çıkardılar. Onların aslında bu



olan "gerçek"e ulaşamayacak. Ve



bilimleri hor görmelerinin derin



gene algısının gücüyle sınırlı olan



b i r nedeni vardı. Evet, insanın ve



'oran'lardan başka bir şey öğre­



uygarlıkların b i l imsel olarak ince­



nemeyecek. - Yani b izzat 'şey'in



lenmesini istemiyorlardı. Çünkü



35



36



her şeye rağmen, bilimin her za-



tik inançların bilimde yer a l ması-



man devrimci olan etkinliğinden



na neden o l d ular. Bu



çekiniyor, ü rküyorlardı.



m i s t i k i n an ç l a r, a ş a m a



dünyanın,



bilimsel



aşama, ö n c e bilimin sonra a k l ı n



incelenmesine



karşılık,



t a n ı d ı ğ ı d e ğ e r l e r i yok etmeye



Comte, insanlık dinlerinin i nce­



başladı. Ve b u inançlar öyle bir



lenmesini i stiyordu. Yani, canlıla­



akıl dışılık aşamasına u l a ştı ki,



rın ö l ü lerden daha az önemsendi­



adım adım zekanın üstünlüğü gö­



F i z i k se l olarak



ği inançlar dünyasının incelenme­



rüşünü çiğneyerek, halkların ve



sini. A uguste Comte, i nsanlığın



mezheplerin kendi aralarında ça­



hangi ideoloj i k dönemlerden geç­



tışan çıkarları yüzünden, en i lkel



mesi gerekt i ğ i n i gösterdiği ve



içgüdülerle birbirlerine karşı ey­



anatomi i l e fizyoloj i bili mlerinden



leme geçmelerine, vuruşmalarına



"sosyal durallık ve gürellik (statik



önayak oldu. Ve böylece bunun



ve d i namik)" denen karşıtlık te­



en trajik örneklerini kısa süre ön­



orisini elde ettiğini öne sürdüğü



ce yaşadık. Ve bazı b i limciler, bu



için, "sosyoloj i n i n babası" diye



inançları -birbirlerine zıt olmaları­



kabul edilir .... Sonuç olarak, an­



na rağmen- yan yana getirdiler;



cak " d u y g u s a l bir soyutlama"



birbirleriyle uyumsuz eleman l a r



yöntemiyle kuşakların gitgide or­



k ü m e s i o l u şturdular. Seçi c i l i k [ek­



tadan kalktıklarını varsayıyordu. -



lektizm], 19. yüzyı l ı n bir hastalı­



Hani yaşayıp ölen kişilermiş gibi. ..



ğıydı. Bugün bile az-çok geçersiz



Şü phesiz Comte, pozitivizmin



sayılsa da, bu akım bazı zekaları



koyu taraftarı bilim adamlarınca bir din kurucusu gibi kabul edi l i p a r d ı s ı ra gidilmedi. A m a onların



yozlaştırmayı sürdürüyor. ***



da b i l i nemezc i l i k (agnosti s i z m )



Ne kadar paradoksal gözükse



teorileri, i nsan zekasının gereksi­



de, "seçicilik", bir doktrin haline



nimlerini karşı layamıyordu. Bu bi­



getirildi. Ve bu olay, burjuvazi n i n



lim adamlarından birçoğu, görü­



yaratıcı h ı z ı n ı yitirdiği ve o n u n



nüşte Comte'u referans olarak al­



kazanca, her yönden gelebilecek



makla birlikte, -tabii b u nu açıkça



çıkarlara yöneldiği zamana denk



asl ında,



geldi. B u rj uvazi kişisel düşünce



araştırmaları sonucu e l d e etti kle­



ve araştı rmalarıyla kendi gerçeği­



söylemiyorlardı-



ama



ri gerçeklere inanıyorlardı. Bu­



ni yaratacak yerde, başkalarının



nunla birlikte, agnostik tutumları­



yarattığı s istemleri alıp kendine



nın sonucu olarak, hepsi de, mis-



mal ediyordu. Bu sağdan -soldan



a ş ı rmacılığın, devşirmeciliğin so­



d ı r. Ve şurası da kes i n ki realite,



nu öyle kötü oldu ki, felsefi seçici­



birbirileriyle çatışan güçlerin bir



lik k u ramı, kısa zamanda mahkum



sonucudur ve o realite, "an"ın



edildi. Ama seçiciliğin pratiği özel



dengesini belirtir, beli rler.



olara k sürdürüldü ve hala bugün



Bu değişken realite, şekilsiz,



bu kuramla övünen nice düşünür



kanunsuz ol madığı s ü rece bilim



var!... Aslında bu, sahte bir l ibera­



onun varlığını tanıtlar. Bununla



lizm örtüsü altındaki "seçicilik"



birlikte, b i l i msel bilginin, öngörü­



k u ram ı , karış ı k l ık, kaypak l ı k ve



lerini doğrulamak için çok katı ku­



saf b i r inançtan başka b i r şey de­



rallar içermesine gerek yoktur.



ğ i ld i r. B i rb i r l e r i y l e u y u ş mayan



Bay Langevin'in dediği gibi, fizik



kavram veya i lkeleri, e ş zamanlı



bilimi ancak olasıl ıkları öngörür



olara k "geçerli kabul ede ede, ze­



ve böylece daha insancıl bir nite­



ka; her türlü eleştirici erkini yitirir



lik kazanır. Atom ve atomun ele­



ve b irbirileriyle bağlantısız bir bil­



manları insani koşullara yakındır



g i yığınını "gerçek" olara k ele alır



ve tamamen basit o l a s ı l ı k l a r l a



ve b u n u n üzerine konan her gö­



yönlendirilir. Çünkü bu ato m i k



rüşü aynı şekilde geçerli saymaya



olabilirlikler çeşitli ve ç o k daha



başlar. Ve bizim politikamız da,



fazla etkilere tabidirler. El bette



görgücülük (ampirizm) kavramıy­



her gün daha kesin belirlemelere



la kuşatıldı. Sanki toplu mumuz



ulaşmak, toplum ve insan bilimle­



"yapı"dan yoksun, b ireysel kap­



rinin uğraş alanına gi rer.



risler koleksiyonuymuş g i b i ... ***



Ya "seçiciliği" ya da "diya lek­ tiği" seçeceksiniz. "Şey"lerde ya



Bununla birlikte, bir başka ba­



da "fikir"lerde olabilecek çelişki­



kımdan d a b i l i m daha i nsancıl ha­



leri kendi aralarında çalıştırmak,



le geliyor. i şte burada, uzun za­



onları birbirleriyle karıştırıp an­



man bilimin açığında kalmış insan



lamsızlaştırmak yerine, onları ta­



b i l i m l e r i de, "bütünsel b i l i m"e



nımak ve bu tanımada en uç ke­



katkılarını sunmaktadır. Ve b u bi­



sinlik kertesine ulaşmak, daha uy­



l imler, tari h i n evrimsel sürecini



gun bir yöntem olur. Bu çelişkile­



açıklama



rin "gerçek"in içinde nasıl uzlaşa­



Böylece tarihin b ü t ü n boyutlarıy­



olanağı



getiriyorlar.



b ileceklerini, nasıl çözümlenebile­



la evrim yasaları açısından i nce­



ceklerini araştırmak gerekir. Çün­



lenmesine yardımcı o l uyorlar. Bu



kü ş u n u belirtelim ki, "real i te-ger­



evrim yasası, diyalektik metodun



çek" denen şey kesin olarak var-



bütün doğa bilimlerine uygu lana-



37



38



bilirliğini kabul etmesine rağmen,



yonlar arasında meydana çıkan



Marx ve Engels, bu metodu ilkin



yeni bir kümenin ve yeni var olma



toplum bilimleri a l anına uyguladı­



şekilleri nin ortaya çıktığı görülür.



lar. Gerçekten de bu, başka türlü



Eğer hücre bir çevre oluşturuyor­



olamazdı. Çünkü bu alan, diyalek­



sa, o aynı zamanda çoğalarak bu



tik metodun en yararlı bir şekilde



çevreyi d e ğ i ş i k l i ğ e uğ ratır. Bu



uygulanabileceği bir alandı.



olay, evrim sürecinde ortaya çı­



Bu, yalnızca toplu mb ilim ala­



kan her "tür" için geçer l i d i r. Fizi­



nında uygulanabilecek en elveriş­



ki çevreyle sebi yozların yahut



li metot idi. Toplumların ardı a rdı­



"yaşamsal yarış"ın çevresi birbi­



na yaşadıkları rejimlerde, birey­



riyle kaynaşır. "Söz", "edim"le,



sel olan bir şey var. B i rinden öte­



basit sezgilerle birleştiği zaman,



kine geçişte, birbirileriyle çatış­



i nsan nesli nde yeni bir " sıçrama"



mayı sürdüren hep aynı güçler



evresi başlar. Böylece bu yeni sü­



değil. Rejimin şekliyle birl ikte bu



reç, sözleri kişiler arası anlaşma



güçler değişik dönüşümlere uğ­



aracına dönüştürür, insanla top­



rarlar. Şey'lerin var oluşunu yön­



lum arasındaki i l i ş k i leri ortaya çı­



lendiren evrim yasası, burada -



karır, toplum bu evrimle dönü­



yani toplum bilim alanında- en



şümlere u ğ rar; yalnız insan top­



otoriter, en benzersiz şeklini alır.



l u mları değil, uygarl ıklar da geli­



Toplumların yaşamında oldu­



şir, dönüşür. Her uygarlık kendisi­



ğu gibi, realitenin en karmaşık şe­



ne uygun d ü şecek ve hakim olabi­



killeri ve elemanları arasında da,



leceği tek n i k araç-gereçlerin ön­



zaman içinde birbirlerini izleyen



bilgilerini içinde bulunduğu ev­



bütün bir ara oluşumlar serisinin



renden alır. Çünkü bilgi, şey'ler



varlığını kabul etmek gerekir. Ve



üzerine yapılan aksiyonlardan el­



her ara-oluşum; yeni koşullarla,



de edilir. Böylece "aksiyon" ile



yeni yeni yapılanma şekilleriyle



" şey"ler arasındaki karşıl ı k l ı yarış



ve yeni var olma ortamlarıyla ev­



süresiz şekilde başlamış o l u r.



rene eklenen bir süreçti r. Gezegenimizde yaşamın orta­



Doğa b i li m l e r i , d o ğ a n ı n b i r yansımasıdır. Bu b i l i mler, doğaya



ya çıkışı, yalnızca hücrelerin or­



hakim olabilmesi için uygar l ı ğ ı n



ganeller edinmesiyle olmamıştır.



her aşamasının ve b i ç i m i n i n i n sa­



Aynı zamanda onların dış ortamla



na sunduğu edim gücüyle bağıntı­



ilişkilerinde bir elemenin ortaya



l ıdır. B i l i m i n her aşaması, uygarlı­



çıkmasıyla o l muştur. Ve bundan



ğın b i r aşamasıyla bağlılık içinde­



sonra, fiziksel-kimyasal reaksi-



dir. Ve her aşama öteki aşamayla



açıklanır. i şte böylece doğa bili m-



me; evrende o l u p biten "olgula-



leriyle insan bili mleri bi rbirleriyle



rı", yani şey'lerin, varlık'ların ya­



içselleşirler. Birbirlerini tamam­



hut kurumların dönüşümlenmesi­



larlar, bütünleşirler.



n i açıklayan "yarış" ve "çatış­



B i l i m i n tarihiyle uygarlıkların



ma"ları tanıtlar; ortaya serer. Ve



tarihi hep b i rbirileriyle koşut ola­



gene bu bilimsel araştırmadır ki;



rak karşılaşırlar; birlikte yürürler.



y e n i l i ğ i n yaratı l m a s ı n a " z ı t l ı k ­



Türlerin evrimi, toplumların



l a r " ı n neden olduklarını ve bu zıt­



evriminden önce gerçekleşti; gü­



lıkların o luşumları karışıklığa de­



neş s i steminin tarihi, canlı türle­



ğil, yeni "yaratım"lara doğru yön­



rin tarih i nden önce oluştu; hepsi



lendirdiğini tanıtlamıştır.



de böyle ... Ta atomik dünyanın ta­



B i l imsel yasalara dayanma­



rihine dek oluşumlar ... Ama önce



dan, bu devrimleri ne i nkar etme­



evren içinde değil de, toplumsal



li ne de b i rbirleriyle karıştırmalı­



alanda yapılan bilimsel araştır­



dır. Ama onları bilimsel olarak in­



malar sayesinde, tarihi bakış açı­



celemeli; analiz etmelidir. işte di­



s ı n ı n öneml i l i ğ i arttı. Ve ilk olara k toplumların bilimsel olarak i nce­



yalektik metodun amacı da, konu­ su da budur. Ve bu metot, "eklek­



lenmesiyle, evrendeki devrimle­



tizm" akımının karanlık, bulanıklık



rin sü rekliliğini gösteren en çarpı­



açıklamalarını kökten reddeder.



cı örnek ortaya çıkarılmış oldu.



Ve işte bunun içindir ki, "seçici­



üste l i k bu örnek, devrimin sürek­



lik" i l e yoğrulup maya la n m ı ş pek



l i l i ğ i ni tanıtlamakla bundan sonra



çok ansiklopedi girişimlerinin ak­



d a devrim yoluyla yeni var oluş



sine, bizim ortaya koyacağımız



formlarının



Ansiklopedi türü, Diyalektik An­



o rtaya



çıkacağını



gösterdi. i şte bu b i l i msel incele-



siklopedi olacaktır.



39



40



İ H SAN



ÇARALAN



GENETİK, BİLGİNİN METALAŞTIRILMASI , BİLİM ETİGİ Son 1 O yıldır, kapitalizmin insanlıgı kurtaracagına dair bir mitosa da konu edilen genetik ilerlemeler, bilim dünyasındaki bir tartışmanın da başlangıç noktası oldu. Özellikle tarım ürünlerinde, genetik müdaha­ le görmüş tohumların bilgisinin kapi talist şirketlerce tekel altına alın­ ması, üreticilerde, halkta ve bilim çevrelerinde tepkilere yol açıyor. B i l i m ve teknolojideki her g e l i ş me, i n s a n l a r tarafı n d a n ,



j i varmış duygusu ve düşüncesi­ ni güçlendirmiştir.



ö z e l l i k l e d e bu a l a n ı gizemli,



El bette ki b i l i m ve teknoloj i ­



mu cizevi olayların gerçekleştiği



d e k i gelişmeler h e m e n h e r za­



bir alan olarak gören geniş halk



man i nsanlığın içinde yaşadığı



y ı ğ ı nları tarafından, çoğu za­



sorunları aşmada yeni bir daya­



man korku ile karışık da olsa,



nak olarak s u n u l muştur. Ama



umut ve heyecanla karşılanmış­



bu konudaki sunumlar çoğu za­



tır. B i r buluşun, bilim ve tekno­



man; sınıf il işkileri ve çatışmala­



lojideki bir i lerlemenin bin yılık



rından soyutlanmış bilim kurgu­



sorunları kendiliğinden kaldırı­



sal senaryolar eşliğinde, bulu­



vereceği sanılmıştır. Ancak, bilim ve teknolojiye



şun yaratacağı karşıt sonuçları hesaba katmadan, sadece i n san



gizemli güçler atfetme sadece



yaşamına olumlu etkilerini öne



hal k yığınlarına özgü bir durum



çıkarmıştır.



değildir. Popüler bilim çevreleri,



Robot teknolojisinin, i nsan­



sanat ve edebiyat dünyası da,



sız çalışan bir fabrikanın, her



sorunu ele a l ı şıyla, "bilim kur­



şeyin fiyatını ucuzlatacağı, sı­



gu" yapıtlarla, bu yanılgıları kö­



nırsız üretimin kapısını açacağı



rüklemiş; sınıflarüstü b i r dünya,



fikri savunulmakta ve bunun et­



sınıflarü stü bir bilim ve teknolo-



rafında bir ü retim ve tüketim



cenneti oluşturulup, insanlara; bu



ğı görülmüştür. Tersine her bulu­



teknoloj i n i n yanında yer almaları



şun; buluşu sahiplenen tarafın­



çağrısı yapılmaktadı r. Ama, bu



dan, kendi d ı şındakilere karşı üs­



propagandanın içinde, kapitalist



tünlük sağlamak, kendini herke­



toplumun sınıf i lişki leri yoktur ve



sin efendisi yapmak için kullan­



dolayısıyla bunun kapitalist b i r



ması sorunuyla karşı karşıya ka­



toplumda emekçiler için işsizlik



lı nmıştır. örneğin üretim teknolo­



ve yoksulluk olacağı, daha doğru­



jisindeki her yeni gelişme, kapita­



su böyle bir teknoloj i n i n ve bu



l i stler tarafından, işçileri yığınlar



teknoloj i n i n sonuna kadar uygu­



halinde i şsizliğe mahkum etme­



lanmasıyla o l u şturulacak i n sansız



nin, ücretleri düşürmenin bir ve­



f a b r i k a n ı n kapita l i st t o p l u mda;



silesi olarak kullanılmış ya da geç­



canlı emek sömürüsü gerçekleş­



tiğimiz yüzyılda fizikteki ve n ükle­



ti rmeyeceği için fantastik bir mo­



er teknoloj ideki gelişmelerin i l k



del ol maktan öte uygulanamaya­



ü r ü n ü "atom bombası" olmuştur.



cağı gerçeği görmezden gelin­



Son 10 yılda ise; geneti kteki



m i ştir. Teknoloj ideki böyle bir ge­



gelişmeler hem kapitalizmin in­



l işmenin; sadece makinelerin rol



sanlığı kurtaracağı masalına da­



a ldığı ve sınıflarüstü bir kurgusal



yanaklık eden b i r mitosun konusu



d ü nyada sunulması, sadece; pat­



o l a rak i deoloj i k bir rol oynadı,



ronların, ü retimde yer alan canlı



hem de tüm insa n l ı ğ ı açlıkla ve



i nsan emeğinin önemsizliği pro­



öteki genetik müdahale görmüş



pagandasına yaramış, onların iş­



c a n l ı lardan gelen sorunlarla karşı



çiye ve i şçi sınıfına karşı saldırıla­



karşıya b ı raktı.



rının bahanesi olmuştur. '90'1ı yıl­



Ve bu alandaki gelişmelerin



larda tüm d ü nyada ve Türkiye'de



üstünden daha çok kısa b i r süre



böyle bir kampanya yü rütüldüğü­



geçmiş olmasına karşın; genetik



ne hepimiz tanık olduk. Ya da son



müdahale görmüş tohumlar, şim­



y ı l la rda olduğu gibi genetikteki



d i d e n d o ğ a l t a r ı m ı neredeyse



her yeni bul uş; kimi zaman kan­



dünyanın ü c ra köşelerine doğru



sersiz, A I DS'siz bir insanlık toplu­



sürerken pek çok ü l kede ve böl­



mu, kimi zaman artık açlığın, yok­



gede doğal tarım ürünlerinin ade­



s u l l u ğ u n söz konusu olmadığı bir



ta kökünü kazımış bulunuy o r.



d ünya propagandası eşliğinde su­ n u l m u şt u r. Ancak bu b ul u ş l arın hayata



Ancak; bu alanda tepkiler de bir hayli zamandan



beri



var.



" Kopyalama" konusunda başla­



geçmesine gelince; işlerin kitap­



yan ve "i nsanın kopyalanması"



larda, bilim kurgu propaganda ya­



sorunu etrafında gelişen etik tar­



pıtlarında sunulduğu gibi olmadı-



tışmaları, şimdi kapital ist tarım



41



42



tekellerinin " d ünya gıda güvenli­



müdahale görmüş tohumlarla üre­



ğini tehdit etmesi" gibi gerçek ya­



timin cazip hale gelmesi, üretimin



şamdaki sonuçlarının tartışıl ma­



verimliliğini artıran hibrit toh u m



s ı n a kadar gelmiştir. Kapital i st



türlerinin gelişti r ilmesi, i n s a n l ı k



pazarın kapitalist sınıfın çıkarına



i ç i n daha i y i bir beslenme imkanı



bağlı olduğu bilindiği için, genetik



açarken; bu bilgi, uluslararası ta­



müdahale görmüş tohumlar ko­



rım tekellerinin malı olarak görü­



nusunda, bilim çevrelerinde ve



lüp bir hibrit tohum piyasası (buna



halk yığınları arası nda olduğu ka­



bağlı o larak özel tarım ilaçları ve



dar uluslararası sempozyumlarda



özel tarım teknikleri tekeli) oluştu­



da çeşitli tepkiler ortaya çıkmaya



rulması, aynı zamanda i n sanlığı bu



başlamış bulunuyor.



BiLiM İNSANLARININ SORUMLULUGU 20. yüzyı l ı n s o n u , b i l i mde,



tekellerin kar hırsının insafına terk etmiş bulunmaktadır. Avrupa ül keleri ve Türkiye gi­ bi, Batı pazarlarına yönelik ü re­ tim yapan ü l kelerde; domates,



özellikle de teknoloji alanında ye­



karpuz, biber, patlıcan vb. gibi



ni gelişmelere sahne oldu. Ama,



sebzeler i l e pek çok meyve, pi­



bu gelişmelerin en yoğunluklu ya­



ri nç, mısır, soya gibi besin mad­



nı, i nsanlığı doğrudan etkileyen



deleri ve pamuk gibi en yaygın



ama atom silahlarından bile daha



sanayi ürünleri alanı, birkaç tarım



tehl i keli b i r silah olarak kullanıla­



(ve tarım ilaçları) tekel inin eline



bilecek b i r alanda, genetik alanın­



geçmek üzered i r.



da o ldu.



H in d i st a n 'd a pirinç ü s t ü n d e



Genetikteki gelişmelerle i l g i l i,



oynanan oyunlar; 1 milyar H i ndis­



son yüzyıl içinde pek çok tartışma­



tanlının beslenmesinin pazarlığı­



lar oldu. M u htemel teknik ve etik sorunlar tartışıldı. Ama genetik tartışması; son yıllarda, en azın­ dan son 10 yıldır etik ya da bilim ve teknik sonuçlar üstünden muhte­ mel gelişmeleri ilgilendiren bir so­ run olmaktan çıkıp; insanlığın sağ­ lıklı ve güvenli beslenmesi, milyar­ larca insanın "gıda güvenliği" bakı­ mından bir riskin tartışılması ola­ rak gündeme gelmiş bulunuyor. Özellikle de tarım ve hayvan­ cılık alanında kullanılan genetik



na dönüştüğü g i bi, pirinç tarımın­ da çalışan o n milyonlarca Hindis­ tanlının da topraklarını terk et­ mesi, açlık ve i şsizliğe mahkum edilmesi gibi devasa sosyal bo­ yutları olan b i r problem haline gelmiştir. Genetik alanında bugüne ka­ dar da pek çok benzer tepkilere tanık olundu. Bu tepkiler, birer bi­ rer bilimadamları. tarımcı lar, e ko­ nomistler ya da politik çevreler tarafından ifade edildi. Ama bura-



da sözünü edeceğimiz tepki; 20



43



nın parçası yapmak istiyor.



kadar genetikçinin ortak bir tepki­



Syngenta, geçtiği miz yıl, pi­



si olması ve bilim dünyası na; bilim



rinç genomunun taslağını çı kardı­



etiğine sahip çıkma çağrısı yap­



ğını ve haritayı Science'da yayım­



ması bakımından son derece bü­



lamak i stediğini i lan etmişti.



yük öneme sahip bir gelişmedir. Önde gelen 20 genetikbilimci, u l u s l a rarası



bir



20 genetikbilimci, geçen yıl yapılan benzer bir anlaşma ile, in­



Konunun özeti şöyle: f i rma



olan



san genomu d i z i l i mi n i n , "Gen­ Bank" adlı kamuya açık biyotek­



Syngenta'nın pirinç genomunun



noloj i veri tabanı yerine, Celera



(gen haritası) DNA dizilimini de­



ş i rketinin özel veritabanında tu­



netlemesini sağlayacak bir anlaş­



tulduğunu hatırlattı lar. Mektupta,



mayı protesto etti. Çünkü bu an­



bu tutumun, bilimin açıklık gele­



laşmayla milyarlarca insanın te­



neğine büyük zarar verdiği vur·



mel gıdası olan pirinç patentlen­



guland ı ve şöyle denildi: "O sırada



miş olacak. S c i ence



(insan genomunun Celera adlı şir­ dergisine



yazılan



kete patentlenmesi sırasında) biz



mektubun altında, genetik alanın­



ve diğer pek çok meslektaşımız,



daki en önemli isimlerin imzası



bu tutum karşısı nda düştüğümüz



bulu nuyor: Nobel'e aday gösteri­



dehşeti ifade etmiştik. Gen araş­



len İngiliz Paul Nu rse, Washing­



tırmalarına ait bütün dizilim veri­



ton Üniversitesi'nden Bob Water­



lerinin, kamuoyuna açık t e k bir



son, Stanford Üniversitesi'nden



yerde tutulması mutlak b i r zorun­



David Botstein, Cambridge Üni­



l u l u ktu . O zaman ortaya koydu­



versitesi'nden Mi ch ae l Ashbur­



ğumuz düşünceleri bugün tekrar



ner,



John



S u l st o n



ve



..



Aaron



s iz in le paylaşmaktan mutluyuz.



Klug'ın da bulunduğu bilimciler,



Çünkü bu düşünceler, hala geçer­



p i ri nç DNA diziliminin, bir şi rketin



l i d i r.



veri tabanına kil itlenmesini değil,



Bank'ta toplanması, büt ü n bilim



bil imsel literatürde yayımlanarak



dünyası için çok önemli d i r."



kamuoyuna açık hale getirilmesi­ ni i stiyorlar.



Dizilim



verilerinin



Gen­



Mektubu kaleme alan b i l i ma­ damları, Science dergisi yayın ku­



P i r i n ç D N A ' s ı n ı n patentlen­



rulundan, politikalarını değiştir­



mesi anlaşması, İ sviçreli tarım­



melerini ve "alanın kabul edilen



kimya tekeli Syngenta ile ünlü Si­



normlarını benimsemelerini" da



ence dergisi a rasında yapılmış



talep ediyorlar.



bulu nuyor. Syngenta şirketi, pi­



imzacılardan Sir Aaron K l ug,



rinç genomunu, ticari veri tabanı-



Syngenta anlaşmasının, b i l imsel



44



araştırma etiğine aykırı olduğunu



da, örneğin genetik m ü dahale gö-



dile getirerek, Science'ın tutumu­



rerek, verimli ve zararlılara karşı



nu eleştiriyor ve "Bu, yayın eti­



d i renç kazanmış pirincin de şirket



ğiyle i l g i l i bir şey. Gelenek, yayım­



tarafından, onun belirlediği fiyat­



lamamızı ve d ünyaya anlatmamı­



la ve koşullarla satılması demek­



zı gerektiriyor. Eğer yayımlamaz­



tir. Böylece sorun bir b i l i m etiği,



sanız, o buluşun getirdiği saygın­



bir grup bil imadamının bilim anla­



l ı k üzerinde de hak iddia edemez­



yışının ne o l u p olmadığını aşıp,



siniz" diyor.



yüz mi lyonlarca hatta milyarlarca



Kısaca, i mzacı bilim adamları,



insanın beslenmesi, iş güvenliği,



Science'ni n ul uslararası tekel le­



toprakl a r ı n ı terk edip etmeme



rin veri tabanının malı hali ne geti­



(yerleş i m ) s o r u n u n u k a p s a y a n



ren "araştırmaları" yayımlayarak,



devasa b i r insanlık s o r u n u h a l i n e



onların "patentç i " tutu m l a r ı n ı n



gel mektedir. Bunun a n l a m ı ise;



meşrulaştırılma s ı na izin verilme­



tekellerin kar hırsına teslim ol­



mesini istiyor.



maktır ve bu, d ü nyanın büyük bir



Yukarıda da belirtildiği g i bi, pirincin gen haritasını yapan İs­ viçre l i genetik tekeli Syngenta, bunu u l uslararası itibara sahip bir b i l i m dergisi olan Sience'de ya­



böl ü m ü için pek çok facianın baş­ langıcıd ı r.



BiLGİ, B İ Li M DÜNYASI: EINSTEİN'IN iZiNDEN...



yınlatarak, bu derginin itibarını



20 genetik bilimcinin bu orga­



da ticaretine alet etmeyi, dergi­



nize çıkışı; genetik bilimindeki ge­



nin bilim d ünyasındaki itibarını is­



l i ş m e l e r ve g e n e t i k m ü d a h a l e



tismar etmeyi amaçlamaktadır.



görmüş bitki v e hayva n ü retici l i ­



Çünkü b i l i madamlarının itirazla­



ğ i n i n h ı z l a yayılması; b i l g i n i n ne



rından da anlaşılacağı gibi, dergi­



olduğunun, bir " meta muamele­



de yayımlanacak olan genetik bil­



si" görüp görmemesinin yeniden



giler konunun esasına ilişkin ol­



g ü ndeme getirilmesidir.



mayacak; asıl veriler, şirketin ka­



Piyasacılar, her şeyi metaya



Bilima­



indirgeyerek y ücelttiklerini iddia



damlarının tepkisi de, g e n harita­



eden kapitalizmin ideologları; ge­



sasında



s a k l anacaktır.



sının yayımlanmasına değil, ya­



netikteki b u l u ş l a r ı kapita l i z m i n



yımlanacak olan böl ü m ü n bir bi­



bir zaferi g i b i sunarken a y n ı za­



limsel değerinin olmamasınadır.



manda büyük ve yeni b i r kar kay­



Dahası bu bilgiler şirket kasa­



nağı olarak kasalarına kilitleme



larına girip patent haline gelince;



haklarını da tartışı lmaz b i r "bilim­



insanlık için bir tehl ike de başla­



sel gerçek" olarak görüyorlar.



maktadır. Çünkü, bu aynı zaman-



Ancak, meta ve piyasa fikrinin



bu ölçüde, kendisine karşı her gö­



olduğunu ve bilimsel b i l g i n i n me­



rüşü baskı altına aldığı bir dö­



ta muamelesi görmesinin sakın­



nemde bi le; b i l i m d ünyasından



calarını da ortaya koyması bakı­



yükselen protestolar var; b i l i ma­



m ı nd a n son derece uyarıcıydı.



d a mları, bulu şlarını sahiplenmeye



"N üklee r fizik"teki geli şmeler, or­



yöneliyor ve bu buluşların tekel­



taya konan bilgi, tekellerin ya da



ler tarafından insanlık aleyhine



sömürü ve hegemonyadan başka



kullanı lmasına karşı tepkileri de



kaygı taşımayan gelişmiş kapita­



giderek daha yüksek sesle ifade



l i st ülkelerin egemenleri tarafı n­



edil i yor.



dan insanlığa karşı kullanılan bir



20. yüzy ı l ı n ilk yarısında, fizik­



silah haline getirilmi şti. Bilima­



teki gelişmeler ve n ü kleer enerji



damları da kendi katkılarıyla ge­



ü stüne buluşların, atom bombası



l i ştirilen "nükleer bilgisi"nin in­



olara k insanlığın tepesinde patla­



sanlığın aleyhine değil lehine ola­



t ı l ması ve nükleler teknoloji bilgi­



rak kullanı lmasını i stiyorlardı.



s i n i tekelinde tutan ü lkelerin dün­



Bu yüzden bu alanda çalı şan



yanın geri kalanını bu silahla teh­



bilim adamları; kendi bili msel ça­



dit etmesi karşısı nda; b i l i m ve kül­



balarının, kendi araştırma amaç­



tür d ünyasının, doğabil i m i n du­



larını aşan bir biçimde, bir si lah



ayeni olan A l bert Einstein'ın ön­



o l a rak



derliğinde giriştiği; atom bomba­



amacıyla bir kamuoyu ol uşturul­



s ı n ı n kullanılmasının yasaklanma­



ması için mücadeleye giriştiler ve



kullanılmasını



önlemek



sına ilişkin "barış kampanyası"nın



kendi emeklerinin, kendi ü rettik­



b u g ü n hatırlanması ve onların aç­



leri bilginin tekellerin ve tekelci



tığı izlerden yürünmesi fikrinin



devletlerin keyfince kullanmasını



yeniden gündeme getirilmesi bü­



önlemeye çalıştılar.



yük önem taşımaktadır. Ç ünkü;



Ve tanınmış sinema yönet­



bu mücadele, insanlık tarihinde,



menlerinden ressamlara, fizikçi­



insanlığa hizmet mücadelesinde



lerden edebiyat ç ı l a ra, bilim ve



bilim dünyasının ilk büyük toplu



kültür dünyasının en önemli i sim­



eylemidir ve bilimadamlarının bir



leri ara sında, bilimin, teknoloji bil­



b i l d i riyle başlattığı bu mücadele­



g is in in (ve elbette kültür ve sanat



de kapitalist bilim dünyası nere­



ürünlerinin) b i r meta olarak kulla­



deyse ortasından ikiye bölünmüş­



n ı l ı p kullanılamayacağı; bi l i m i n in­



t ü r. Ve aynı zamanda bu mücade­



sanlık a leyhine b i r silah olarak



le; b i l i m i n , teknoloji bilgisinin te­



kullanılmasının meşru o l u p o l ma­



kellere, emperyalist amaçlar taşı­



dığı üstünden büyük bir bölünme



yan burj uva siyasetçilerine ema­



ortaya çıktı. Kapitalist dünya, bi­



net edi lemeyecek kadar önemli



lim



dü nyasındaki



bu



uyanışa



45



46



McCarthy'cilikle yanıt verdi: Bin·



rak da tüm bilimadamlarını bu yo·



lerce bilim v e kültür a d a m ı n ı;



la çağı rmaktadı rlar.



"Rus casusu", "komünist ajanlar" i d di asıy la



s o r g u layarak,



özel



mahkemelerde yargılayıp ağır ce·



TEKELLERiN B i LGi Yi META YAPMASINA TEPKi



zalar verip, kimisini idama mah·



Genetik bilgisinin, kamu çıkarı



kum ederek, sürgüne zorlayarak,



gözeten, bu anlamıyla bilim dün·



kimisini i şsizliğe mahku m ederek,



yasının serbestçe ulaşıp aynı za·



bilgiyi kendi malı, bilimsel geliş·



manda sonuçlarının denetlenebi·



melerin sonuçlarını kendi kar ve



leceği bir mekanizma yerine, özel



egemenliğinin aracı olarak kul·



tarım tekellerinin kasalarına kil it·



lanmak için büyük karşı kampan·



lenmesine tepkiler; b i l i m dünyası·



yalar örgütledi.



nın yanı sı ra; bu u l u slararası te·



Çünkü; sınıflı toplumların tari·



keller tarafından soyulan geri kal·



hi boyunca mülk sahibi egemen



mış ü l kelerin henüz tekellere tes·



sınıflar; bilginin tekel ini ellerinde



lim olmamış politik çevrelerinden,



tutarak büyük kitleleri bir avuç



üretici kuruluşlarından ve doğru·



egemen sınıf olarak yönetebilmiş·



dan



lerdi. i şte bu gerçeği fark eden fi·



uzanmaktadır.



üretici



yığı nlarına



kadar



lozoflar; bilginin önemini; " Bilmek



Atom bombası H i roşima v e



egemen olmaktır" diyen bir özde·



Nagazaki'de k u l l a n ı l d ı ğ ı nd a i n ·



yiş haline getirmişlerdi. Ve işte bi·



sanlık nasıl b i r felakete sürüklen·



limadamları, bunu; bilginin mülki·



diğini fark etti ve ancak tepkiler



yetinin kimin olacağını tartışmaya



bundan sonra gelişebi l mi şti. Ge·



açma günahını işledikleri için, çağ·



neti k alanındaysa buluşlar çok kı·



daş engizisyonlar olma işlevini



sa bir zamanda "piyasa mal ı" ha·



yüklenen McCarthy'ci "soruştur·



l i ne getirildiği için, sorun daha bi·



ma komisyonları"nın; mahkeme·



lim dünyasında tartışılmaya baş·



lerin, demagog "kasaba politikacı·



larken d ü nyanın uzak köşesindeki



ları"nın önüne atılmışlardı.



basit ü retici çoktan soyulmaya



Science dergisine mektup ya·



başlamıştı bile. ö rneğin geçen y ı l



zarak; genetik bulu şların "kamu



Tü rkiye'de; a l t ı n ı n gramının 2 2



denetimi"ne alınıp herkesin u laş·



milyon TL olduğu gün lerde İ srail



ması m ü m k ü n olan



menşei l i hibrit domates toh u m u ·



bir " data·



bank" kurul ması çağrısını yapan



nun g r a m ı 18 milyondu. ü stelik bu



20 genetikçi bilimadamı, Einstein



tohumun ü r ü n vermemesi ya da



ve arkadaşlarının izinden gitmek·



başka tür riskl erine karşı da ü re·



tedirler ve görüşlerini ortak b i r



ticinin



mektuba dökerek ve yayımlaya·



Eğer ilaç ve g ü bre onların göster·



hiçbir



garantisi



yoktu.



d i ğ i tekellerden (markadan) sağ­



dünyanın pek çok ülkesi gibi Hin­



lanmazsa, zaten ürün almanın hiç



d i stan'da da ü retime sokmak i sti­



şansı yoktur. Hibrit tohum tekel­



yor. Ve Hindistan h ükümeti, şir­



lerinin pençesine düşen ü retici



ketin baskıları sonucu, bunu ka­



için hiçbir seçim imkanı olmadığı



bul etmiş bulu nuyor.



gibi; yeniden, eskiden olduğu gibi,



Pamuk genetiğine müdahale;



kendi yerel bitkisi olan domates­



dünyada dört uluslararası tarım



ten tohum üretip tekelden kopma



tekelinin elinde ve halen 178 ü lke­



şansı da yoktur. Çünkü; birkaç yıl



de 50 milyon hektarlık alanda ge­



içi nde bu hibrit tohumlar, bölge­



netik m üdahale görmüş pamuk



ye has ve çiftçilerin kendi geliştir­



t o h u m l a rı y l a



dikleri türleri ortadan kaldırmak­



H i nd i stanlı köyl üler; h ü kümetin



ü r e t i m y a p ı l ı yo r .



ta, çevreyi ve genetik çeşitliliği



genetik m ü d a h a l e görmüş to­



tehdit etmektedir. Bu yüzden ola­



humlar kullanılması kararına kar­



cak ki; hibrit tohumlar; "termi na­



şı öfkeliler ve bunun Hindistan'ın



tör tohum" olarak nitelenmekte.



yeni teknoloj i ler üstünden yeni­



Bu konuya i lişkin, (basına da



den sömürgeleştirilmesi olduğu­



yansıyan) Hindistan'da olup bi­



nu söylüyorlar. Çü nkü, patentli



tenler çok daha i lginçtir.



tohumlar ve teknolojisi yoluyla pirinç



kendilerinin borç batağına çekile­



hem yüzmilyonlarca k ö y l ü i ç i n



ceğini, topraklarını kaybedecek­



g e ç i m kaynağı h e m de besindir.



lerini belirtiyorlar.



Çünkü



H i nd i s t a n ' d a



Ancak; bu tatl ı pazar en çok da



Köylülerin bu d ü şüncelerini;



genetik müdahale görmüş pirinç



Hindistan Biyoteknoloji Gıda Fo­



tohumu üreten uluslararası tekel­



rumu'ndan Devinder Sharma, hü­



lerin di kkatini çekmiştir. Ve yıllar­



kümetin yeterli deneme yapma­



d ı r H i n d i stan'da bu tekeller gizli



dan Monsanto'ya "izin verdi ğ i n i "



ve açık lobi faaliyeti yürütmekte;



ö n e sürerek destekliyor.



genetik müdahale görmüş pirinç



"Diğer ülkelerde olduğu gibi,



ü retimi için hükümetle, ü retici ku­



H indistan'da da genetik müdahale



r u l uşlarla, konuya taraf olan her



görmüş pamuğa karşı yeni bakte­



tür resmi ve gayri resmi kurumla



riler gelişebileceğine" de dikkat



ilişkiye g i rmektedirler.



çeken Sharma, sonucun hem yerel



H i n distan'da en önemli tarım



pamuğun yok edilmesi hem de ye­



ü rünlerinden birisi olan pamukta



nisinin doğa tarafından reddedil­



da d u r u m çök farklı değil. Ü retimi



mesi olacak dramatik sonuçlar or­



yüzde 30, karı da yüzde 8 artıran



taya çıkabileceğine dikkat çekiyor.



bir pamuk türü geliştiren Ameri­



Genetik müdahale görmüş to­



kan Monsanto tekeli; bu ürünü



humlar ve tarım tekel leri i l i şkisi,



47



48



2002 Haziran'ında Roma'da top­



görmüş tarım ürünleri geliştiren



lanan Dünya Gıda Zirvesi'nde de



tekeller ve onların propagandacı­



gündeme geldi.



ları; bu ürünlerin veri mliliğini, ge­



Katılanlar tarafından bile "za­



leneksel hastalıklara karşı direnç



man kaybı" olarak değerlendiri­



kazandırılmış olmasını öne ç ı ka­



len zirvede, ABD'n in "açlığa bul­



rarak ürünlerini pazarlamaya ça­



duğu çözüm" olarak, genetik mü­



l ı ş ı rken; karşı çıkanları da eskiyi



dahale görmüş tohumların yoksul



savunmak, yeni teknolojiden kor­



ül kelerde yaygınlaşmasını getir­



kan tutucular, milliyetçiler olmak­



miştir.



la suçluyorlar.



Geri kalmış ü l ke temsilcileri,



Ancak; yukarıda sözü edilen



A B D başta olmak üzere gelişmiş



20 bilimadamının bildirisinde de



ülke temsilcilerinin zirveyi sabote



di kkat çeki l d i ğ i gibi; burada karşı



ettiklerini ve "genetik müdahale



çıkılan, yeni teknolojinin kendisi



görmüş



dayattı k l a r ı n ı



değil; bu teknolojinin teke l l e r i n



söylemişlerdir. Zirveyi eleştiren­



elinde olması ve tekellerin tek



lerden Fernando Almansa, " A B D



kaygısının daha çok kar olmasıdır.



tohum"



sıkı oynadı ve kazandı. Artık, yar­



Böylece yeni teknoloj i, insanlık le­



dım gerekçesiyle besinlerin yapı­



hine daha çok gıda üretmenin de­



larıyla i stediği gibi oynayabile­



ğil; yoksul ülke ve halkları daha



cek" derken, zirvede A BD'yi tem­



çok soyup onları köleleştirmenin



sil eden Tarım Bakanı Ann Vene­



silahına dönüşmektedi r. Ve hem



man; " İnatçı açlığın b u l u n d u ğ u



bilim dünyasında, hem u luslara­



bölgeler için biyoteknoloji bu b ö l ­



rası forumlarda, hem de emekçi­



gelere yarayacak besinler ürete­



ler cephesinde ortaya çıkan tep­



bilecek durumdadır. Zaten besi n



kilerin nedeni budur.



güvenliği d i y e b i r sorun da yok"



Dahası; bugüne kadar ortaya



değerlendirmesini yaptı. Zirvede,



çıkan haliyle bile; genetik müda­



Batılı delegelerin ortak tutumu;



haleli tohumların, pahalı olması,



" B u raya biyoteknoloji satmaya



onlarla birlikte satılan teknoloj i n i n



geldik ve bunu yaptık" biçiminde



çiftçilerin soyulmasında kullanıl­



oldu. Böylece Dünya Gıda Zirvesi;



ması gibi doğrudan sonuçlarının



Batılı ü lkeler tarafından, hem so­



yanı sıra; doğayı bozduğu, yerel



runun tartışılması ve çözümler



tarımı çökerttiği, ekoloj ik sorunla­



bulunmasının önlenme hem de



ra yol açtığı da b i r gerçekti r. Nite­



"genetik müdahaleli tohumlar pa­



kim ABD ve A B 'de çevre koruma



zarını genişletme" mekanı haline



kurumları harekete geçmiş, gene­



getirildi.



tik müdahale görmüş ürünleri sı­



Kuşku suz; genetik müdahale



nı rlayan kararlar (geri ülkelerde



bu tür kararlar alınmasına ise bu



görmesine gelmektedir. El bette



ülkeler karşı çıkmaktadır) almak­



ki, burada "bilgi" derken; bi limsel



tadırlar. Ama bütün bunlara kar­



bilginin yanı sıra; üretim bilgisini



şın; tekeller gibi birer birer üretici­



(teknoloji), sanat ve kültür ürünle­



ler de, salt kar peşinde koştukla­



rini (onları yaratmanın bilgi ve be- ·



rından, kamu tarafından a l ı nan



cerisini) de katıyoruz. Bunun için­



(tohumu kullananlara ek masraf­



dir ki; bir ressamın, bir müzisye­



lar getiren) önlemler her gün ye­



nin, b i r romancının yapıtlarını



niden yeniden delinmektedir.



Pi YASA, B i LGiNiN PATENTLENMESi



m ü l kiyetine g e ç i r i p , "patentle­ mek", sonra da, "ben piyasa fiya­ tından bunları parası olana sata­ rım" ya d a "ister satarım i ster sat­



Genetik tohumları savunanla­



mam" demek hakkı olamaz; o l ma­



r ı n en önemli iddiası ise; "bu to­



malıdır. Çünkü; bunlar; bütün in­



h u mlar yoluyla piyasa ekonomisi­



sanlığın tarihi boyunca geliştirip



nin a ç l ı ğ ı yeneceği" i d d i a s ı d ı r.



kuşaktan kuşağa taşınan bilgi ve



Oysa; kapitalizm çağında, hiçbir



beceriye bugünkü kuşakların kat­



dönemde açlığın nedeni yeterin­



kılarından ibarettir. Ve kapitali st­



ce besin olmaması değildir; tersi­



ler bu ürünleri "patentleyip" mül­



ne "bollu k"tan doğmuştur açlık



kiyetine alırken, aslında yaşanan,



sorunu. Bugün de, Avrupa, Ame­



insanlığın bütün birikimini patent­



rika, Kanada her tür hayvansal ve



leyip mülkiyetine almaktadır.



tarımsal ürünle dolu olduğu hal­



Nasıl ki, Galilei, Newton olma­



de; A frika'da ve Asya'da açlık bü­



dan



yümekte; kötü beslenmeye bağlı,



Mendel, Darwin, Pasteur ol madan



Einstein'ı,



d ü ş ü n mezsek,



50 yıl önce yen i l m i ş hastalıklar



bugün genetikteki bu başarılar da



bile yeniden hortlamaktadır.



sağlanamazdı. Bu yüzden de; so­



Ç ünkü; i nsanlık tarihi göster­



nuçta bir firmaya bağlı çalışan bir



mektedir ki; açlığın yoksulluğun



grup genetikçi n i n "eseri" gibi gö­



nedeni; yetersiz ü retim değil, ü re­



rünse bile; bu "eser" bütün b i r in­



t i m i n ve mülkiyetin bir avuç azın­



sanlık tarihi boyunca geliştirilen



l ı ğ ı n elinde olmasıdır. Bu, günü­



çeşitli dallardaki doğa bilgisinin



m üzde; ü retim araçlarının mülki­



bir devamı o l a ra k vardır ve bu



yetinin b i r avuç m ü l k sahibinin



yüzden de kapita l i st tekel lerin



elinde ve bilginin, ü retim bilgisi­



"genetik bilgiyi patentlemesi", "el



nin tekellerin kasalarına k i l itlen­



koyma" suçunu desteklemeden,



miş olmasıdır.



haklı görülemez.



Yani i ş dönüp dolaşıp; bilginin



Sorun, b i l g i n i n "meta" mu­



meta olmasına; meta muamelesi



amelesi görmesine karşı olup ol-



49



50



mamak. Bilginin kapita l i st firma-



i n s a n l ı ğ ı n a l e y h i ne işleyen b i r



n ı n malı olmasının meşru görülüp



mekanizmadır. Burada, Örneğin;



görülmemesine gelince; sanat ve



"Nazım'ın gerçek varisleri, onun­



edebiyat ü rünleri üstündeki "pa­



la biyolojik bağı olanlar mıdır?"



tent hakkı" da tartışma konusu



ya da; "Bugün Yapı Kredi, Doğan



olur. Ve lafı çok uzatmadan söy­



Yayıncılık telif hakkını ödeyip sa­



lemek gerekir ki; genetik ve öteki



tın aldığı eserleri basmazsa k i m



doğabil i m dalları nda olduğu gibi;



ne diyecektir?" gibi p e k çok s o r u



sanat ve kültür ürünlerinin de, ka­



gündeme gelir.



m u n u n m ü l k ü olarak, herkesin



(Nitekim; Sait Faik, Sabahattin



ulaşabileceği b i r pozisyonda ol­



Ali gibi Türkiye'nin kültür abidesi



ması toplumsal bir ihtiyaçtır. Do­



olan yazarların eserlerinin; "satmı­



layısıyla burada doğru olan, sanat



yor" diye basılmayacağı söylen­



ve k ü l t ü r adamlarının, ortalığa



mektedir. Yarın da, ekonomik ya



atı lıp; "Haydi üretin, piyasada iti­



da salt siyasi kaygılarla Nazım'ın



bar sahibi olun, ürettiklerinizi sa­



eserlerini de basmayabilirler.)



tın ve geçinin" yarışına sokulması



B u rada; tekel ve mal edinme



değildir. Tersine, onların toplum



pozisyonuna gelen kapitalist bir



tarafından geçimlerinin sağlan­



firmanı n neler yapabileceğinden



ması; ü retti klerinin de tüm toplu­



yola çıkılarak örnekler çoğaltıla­



mun yararlanmasına açılmasıdır.



bili r. Ama; en azından "tel if hak­



N itekim; Sovyetler Birliği, kurulu­



kı" sadece b i r ya da iki firmaya



şundan itibaren, tüm dü nyaya bü­



satılmamalı ve sadece eserin ya­



tün kültür ve sanat ürünlerini aç­



ratıcısına, eseri basanlar bir "telif



mış, telif ödemeden, SB'de üreti­



hakkı" ödemelidir. Böylece, hiç ol­



len bütün bilim, kültür ve sanat



mazsa eserlerin basılmaması, ka­



ürünlerinin



salara kapatılması önlenebilir.



çoğaltı l a b i leceğ i n i



i l a n etmiştir. (Kendisi de, tel i f



Ancak, bunu kapitali stler mül­



ödemeden, başka ülkelerdeki kül­



kiyet hakkının sını rlanması olarak



tür ü rü nlerini çoğaltıp S B halkla­



"Kopenhag Kriterleri"ne bile ay­



rının yararlanmasına sunacağını



kırı bulurlar. Ama; bu sadece on­



açıklamıştır.)



ların kriterlerinin insanlığın geliş­



Ancak,



kapitalizmde



bunu



mesiyle; onun bilgi hazinesinin



sağlamak p e k mümkün olmadı­



tüm insanlığa ait olmasıyla çeliş­



ğından; "telif hakkı" sanatç ı n ı n



tiğini gösterir.



g e ç i m i için önemlidir. A m a b u n u



Elbette ki; kapitalizm her şey



aşarak tekellerin, "fiyatını ödeye­



gibi bili msel bilgiyi, kültür ve sa­



rek" b u ürünleri mal edinip kasa­



nat ürünlerini de metalaştırmak­



larına kapatması, en nihayetinde



tadır. Ama bundan bilimadamları-



nın, emekçil erin, halkın, bilginin



nin, teknolojinin imkanlarını te­



her türünün metal aştırılmasına



kellerin kasalarını d o l d u r m a n ı n



boyun eğmesi gerektiği anlamı



değil ama i n s a n l ı ğ ı n yaşamını ko­



çıkmaz. Tersine; bilginin meta ol­



laylaştıran bir dayanak olara k de­



maktan çıkarılması; herkesin ya­



ğerlendirme mücadelesinin giri­



rarlanacağı bir bilgi merkezinin



şimleri olarak anlaşılması gerekir.



o l u şturulması, kamu adına bu bil­



20 b i l i m adamının Science'a



g i n i n kullanılması nın denetlene­



gönderdiği mektupla g i ri ştikleri



bilmesi gibi talepler etrafında bir



tutumu g e l i ştirmek; tüm b i l i m ,



m ücadele ol madan, kapitalist sis­



k ü l t ü r ve sanat a l a n ı n a yayg ı nlaş­



temin bilim ve teknolojideki her



tırmak, bilginin, teknoloj i n i n me­



yeni geli şmeyi kendi marifeti sa­



talaştırmasına karşı mücadeleye



yıp; tekellerin kasalarına kilitle­



atılmak ve aynı mücadele i ç indeki



mesinden vazgeçmesinin bekle­



halk kesimleriyle ayd ı n çevrelerle



nemeyeceği apaçıktır.



b i rleşmek, günümüz bilim etiğinin



Yüzyılın ortasında Eisteinların



ol mazsa olmazı durumundadır.



başlattığı hareket ya da bu yazı



H e r alandaki tekel l e ş me n i n



boyunca sözünü ettiğimiz bilima­



boyutu ve tekellerin i n s a n l ı ğ ı bas­



damlarının, Science'a gönderdik­



kı altına al mada vardıkları aşama



leri



p rotesto mektu b u , b i l g i y i



ile özellikle genetikteki gelişmele­



egemen burjuvazinin denetimin­



rin; insanlığın geleceğini, hayati­



den alıp; insanlığın b i r hazinesi



yeti ni tehdit edecek bir nitelik ta­



yapma mücadelesinin girişimleri­



şıyor olması bu mücadeleyi erte­



dir. Dolayısıyla bu g i r i şimler; bilgi-



lenemez kılmaktadır.



51



52



D e r l eye n : TAYLAN B İ L G İ Ç



DOGABİLİMCİ STEP HEN .JAY G O U LD Darwin'den sonra adı en çok a n ılacak olan evrim c i Stephen Jay Go­ uld, mayıs ayı içinde yaşamını yitirdi. Gould ; b i limsel üretimini sür­ dürdügü çalkantılı yıllar boyunca hep gelecegi temsil edenin yanında yer aldı ve ona güç verdi; geçmişin temsilcilerine ise acımasız dav­ randı. Yüregi hep insanlık için attı; gelecege olan inancını, umudunu hiçbir zaman yitirmedi. "Sekiz ay yaşarsın" demelerinden sonra yir­ m i yıl boyunca doktorlarına meydan okumasının' nedeni de bu u mut­ tu. 1 500 sayfalık dev eseri 'Evrim Kuramının Yapısı'nı, agrılarının ar­ tık dayanılmaz hale gelmesinden kısa bir süre önce ta mamlamıştı.



Stephen Jay Gould, "The Lying Stones of Marrakech" ki­



geli şseydi, ben doğmaya b i l i r­ dim" der.



tabında ilginç bir h ikaye anlatır.



Ancak Gould, evrim kuramı­



Harvard Üniversites i ' n i n bu ün­



nın bu en önemli çağdaş temsil­



lü paleantologu, New York Üni­



cisi, ilgisini bir aile meselesi ola­



versitesi'ne yaptığı bir ziyaret



rak sınırlamaz. 146 işçinin ölü­



sırasında bir binaya yerleşti r i l i r;



münün sorumlusunun, Charles



acı bir tarihi olan bir binaya.



Darwi n ' i n fiki rlerinin çarpıtılma­



1911'de çıkan bir yangın, o sırada



sı olduğunu söyler ve devam



b i r tekstil fabrikası olan bu bi­



eder: "20. yüzyıl başında, Her­



nadaki 146 işçiyi öldürmüştür.



bert Spencer liderliğindeki sos­



Birçok akademisyen bu bi­



yal Darwinciler, doğal seçim te­



nanın tarihini bilmez, ama Go­



orisini çarpıttılar ve bu teoriyi,



uld b i l mektedir. Yahudi göç­



her tür eşitsizliğe kılıf yaptılar."



menler olan büyükbabası ve bü­



Ölüm binalarında emek sömü­



yükannesi, 1911'de komşu bir bi­



rüsü de, bu eşitsizli klerden biri­



nada tekstil işçiliği yapma kta­



d i r; sosyal Darwinistlere göre,



dır. Gould, "Olaylar biraz farklı



en sağlam olanın (yani en zen-



g i n olanın) ayakta kalmasını sağ-



de; bir familya grubu içinde daha



!ayan her şey, adildir.



yeni evrimleşmiş bir türün boyut-



Evrimi "kitlelere açan" ve bu



larının i stikrarlı b i r biçimde küçül­



alanda herhalde Darwin'den son­



mesini anlatırken, gofret ü retici­



ra "en popüler" bilimci olan Pro­



lerinin, gofretleri küçültü p fiyatı



fesör Stephen Jay Gould, 20 yıl­



aynı tutmasını örnek göstermişti.



dır mücadele ettiği kansere yenik



Bir b i l i msel deneme yazarı



düşerek, 20 M ayıs 2002 'de yaşa­



olarak Gould'un tek emsali, 19.



ma gözlerini yumdu.



yüzyılda Thomas H uxley ve 20.



B i r paleontolog olan Gould, b i l i m yaşamını n büyük bir bölü­



yüzyılın ilk yarısında J. B. S. Hal­ dane idi. Haldane de, Gould da,



geçi rdi;



evrim k u ramına temel katkılar



1982 'den beri, burada zooloji pro­



yaptılar; ayrıca ikisi de toplumsal



fesörlüğü yapıyordu. Ama onu



sorunlarla i lgiliydi.



munu



H a rv a r d ' d a



d ünyaya tanıtan, 197 4'ten bu ya­ n a her ay Natu ral H istory (Doğa



KAFATASÇILARA RAHAT YOK



Tarihi) dergisinde çıkan yazılarıy­



Jay Gould'un bu içten yöneli­



dı. Daha sonra çok sayıda kitapta



mi, yapıtlarının, ilerici g ü çlerin



b i r l eştirilen, her b i r i o rtalama



elinde b i r silah olarak kullanı lma­



d ö rt dosya sayfası tutan toplam



sını sağladı.



300 yazı, onlarca dile çevrildi.



örneği n, "zekanın kalıtsallığı­



Gould, geçen yıl, hastalığı iyice



na" dair ı rkçı teorileri mahkOm



ağırlaşana dek, hastane yatağın­



ettiği "The Mismeasure of Man"



d a dahi bu yazıları asla ihmal et­



(1982) adlı kitabı, kafatasçılığa bi­



medi. Tanınmasında, New York



limsel kılıf arayanlara karşı kulla­



Times gazetesine yazdığı sayısız



nılan en önemli dayanaklardan bi­



makalenin katkısı da yadsınamaz



ri oldu. Kitapta, ı rkçı Charles Mur­



tabii.



ray'ın



Bilim dünyası nda edebi yete­



"ağababa l a r ı "



A n rt h u r



Jensen, Cesare Lombroso ve Le­



neği güçlü insanlara pek rastlan­



wis M. Terman (Stanford-Binet 10



maz; ama Gould tam da böyle bi­



testinin mucidi) gi bileri ile hesap­



riydi. Doğa tarihi, paleontoloji ve­



laşılıyor ve bu güruh, bir daha ka­



ya biyolojiye dair her bir yazısına;



muoyu önüne çıkamayacak hale



ilk bakışta ilişki kurulması güç bir



getiriliyordu.



yerden girerdi; bir roman, bir bi­



Ama



aynı



ırkçı



f i k i rler,



na ve sık sık, tutkunu olduğu



1990'1arda, "Çan Eğrisi" yazarları



beyzboldan mesela. Bir seferin-



Charles



M u rray



ve



Richard



53



54



Herrnstein tarafından diri ltilme­



lardan yararlananları n 'düşük ze­



ye çalışıldı. iki sözde araştırmacı,



ka' ile ifade olunan doğuştan kav­



sosyal harcamaların budanması



rayış sınırlamaları ile malul oldu­



ve toplumsal dayanışmanın kökü­



ğunun ileri s ü rülmesi ile suç or­



ne kibrit suyu ekilmesi için, bilimi



taklığı yapılıyor."



kullanıyorlardı. Aynı zamanda, si­



Bütün bu ilerici çabanın, bir



yahların beyazlardan "daha az



önceki dönemde Malthus ile yapı­



zeki" olduğunu ve "verimli ya­



lan hesaplaşmaya eşdeğer oldu­



şamlar sürmelerinin genetik ola­



ğu söylenebilir.



rak i mkansız" olduğunu ileri sür­



GREV HATLARINDA...



mekteydiler. Bu fikirler, 1990'1arın başında ABD'deki



muhafazakar



sağın,



Gould, meslektaşlarının çoğu­ nun aksine, ne bilimsel faaliyetin­



sosyal güvenliğin y o k edilmesi ta­



de, ne de toplumsal sorunlara



leplerine dayanak oldu.



olan i l g i si nde asla bir "masa başı



Gould;



H e rrnste i n ve M u r­



teorisyeni" olmadı. Özellikle 1 960



ray'ın, ırkçı l ı ğ ı olumlamak için ol­



ve 70'1erde, öğrenci eylemlerin­



guları bilinçli olarak çarpı ttığını,



den işçi grevlerine kadar toplum­



istatistik yöntemlerini kötüye kul­



sal mücadelenin pek çok alanında



landığını kanıtlayarak b u gerici



o n u görmek m ü m k ü n d ü . Daha



saldırının p üskürtülmesinde bü­



sonraki yıllarda, "Marksizmi Yeni­



yük rol oynadı.



den Düşünmek" dergisinin danış­



Şöyle diyordu: "Irk ve sınıf



ma kurulunda ve New York M ark­



farklılıklarının esas olarak genetik



sist Okulu'nun destekçisi Brecht



faktörlere dayandığını ve dolayı­ sıyla değişmez olduklarını ileri sü­ ren Ç a n Eğrisi, çağdışı sosyal Darwinizmini savunmak için h i ç­ bir yeni argüman ve doğru dürüst bir veri ortaya koymuyor. Bu ne­ denle Çan Eğrisi'nin dikkat çek­ mekteki b a ş a r ı s ı n ı n, ç a ğ ı m ı z ı n hüzünlendirici mizacına b a ğ l ı ol­ d u ğ u n u düşünüyorum. B u çağ; tari hte görülmedik bir benci l l i k çağı. Toplumsal programların bu­ danması ortamına, bu program-



Forumu'nun yönetiminde yer aldı. Bu faaliyetler, başlangıçta Vi­ etnam Savaş ı 'na karşı k u r u l a n "Halk İçin B i l i m " hareketinin de çekirdeği oldu. Hareket



içindeki



b i l i m c i le r ,



1975 yılında E. O. Wilson tarafın­ dan yayı nlanan "Sosyobiyoloj i " kitabına karşı sert çıkı şlarıyla dik­ kat çektiler. Günümüz evrimsel psikoloji sinin temelleri sayılan bu kitap, aslı nda; sınıf, cinsiyet ve ırk alanlarındaki eşitsizliklere"bilim-



sel" kılıflar bulmaktaydı.



KILAVUZU ENGELS OLDU



Kimileri, Wilson'un ortaya at­



Gould; bilimsel fikirlerin top­



tığı fikirlere karşı yürütülen sa­



lumsal temellerini ortaya koyma­



vaşı bir " H a rvard içi mücadele"



sında, kendisine Friedrich Engels'i



olarak gördüler.



örnek aldığını özenle vurguluyor­



G o u l d , ü n i versitenin z o o l oj i



du. Özellikle de, M aymundan insa­



bölümü ndeki bodrum katında,



na Geçişte Emeğin Rolü (1876)



d o s t u Lewont i n ise birinci kat­



broşürü Gould için çok önemliydi.



taydı; W i l s o n ise zemin katta, " i k i



Engels, "insan evriminin beynin



d ü şman arasında" k a l m ı ş d u rum­



giderek büyümesi ile tetiklendiği"



daydı. Dönemi yaşayanlar, Wil­



iddiasını reddediyor; bilimin siyasi



son'un; Gould, Lewontin veya on­



rolüne ve bütün düşünceyi etkile­



ların "öğrenci dostları" ile karşı­



yen toplumsal yargılara dair par­



laşmamak için asansöre binmek­



lak bir analiz yapıyordu.



ten çekindiğini söylerler.



Gould'un incelemeleri ve fo­



Oysa savaş, Harvard binasına



sil ler, Engels'in 125 y ı l l ı k sapta­



hapsedi lemeyecek kadar büyük



masının doğruluğunu kanıtladı. O



ve öneml iydi; " H a l k için Bilim"in



ve Eldredge, insanın atasının aşa­



l i derleri, bilim alanında gericiliğin ta kendisiyle mücadele ettiklerini b i l mekteyd iler ve bu mücadeleyi, sonuna dek sürdürdüler. Lewon­ tin, i lerleyen y ı l l a rda, özel l i kle kopyalama teknolojisiyle birli kte d i riltilen genetik determinizmle dişediş b i r mücadele verirken, Gould da, evrime karşı "yaratı­ lış"ı savunan en bağnaz kesimi s ı k s ı k "rezil rüsva" etti. Yine de, ömrünün son döneml erinde, ırkçı tarikatlara göbekten bağlı Bush yöneti m i n i n i ktidara gelmesinin ardından ABD'nin dört b i r yanın­ da büyük bir hızla güç toplayan, okul müfredatlarını dahi değişti­ rebilen "yaratı lışçılar"ı üzüntüyle i z l iyordu.



malı bir biçimde " insanlaşmadığı­ n ı " , asıl önemli olanın, yeni insan türlerinin eski insan türlerinden kopması olduğunu gösterdiler. i n ­ s a n evriminin tarihi, mükemmele doğru çıkan bir merdiven değil, çok sayıda dal vermiş bir çalı gi­ biydi. Yeni türler, m u htemelen, küçük ve coğrafi olarak yalıtı l m ı ş nüfuslar içi nde ortaya çıktı. Ve ortaya çıkışlarından sonra, iyi-kö­ tü statik kaldılar. " Böylece, verili bir zaman diliminde" diyor Eld­ redge, "çeşitli beyin büyüklükleri­ ne sdhip iki ya da üç tür var ola­ bildi. Uzun vadede kazanan, el­ bette daha büyük beyinliler ola­ caktı. B u , türler düzeyinde doğal seçimdir."



55



56



B u da bizi, Gould'un evrim ku-



nek, biyologların "aşırı uzmanlaş-



ramına en önemli ve diyalektik



ma" dediği olgudur. Hayvanlar



katkısına getiriyor. Gould, doğal



dünyasında aşırı uzmanlaşma, ta­



seçimin " pek çok düzeyde" i şledi­



vuskuşunun kuyruğu veya l rlanda



ğini belirtir ve hiyerarşik b i r görü­



geyiğinin dev boynuzları gibi ör­



şü savunur; evrim, genler, gen



neklerde görülüyor. Bu tür "ano­



haritaları, hücre dizilimleri ve tür­



mali"lere özel b i r ilgisi olan Gould,



ler üzerinde geçerlidir. "Türler



"Organizma, b i r Darwinci etmen



düzeyini



olarak, yapması gerekeni yapıyor



g ö r m ezden



gelmek,



Hamlet'i prens olmadan oynama­ ya benzer" der. Yani türler, yerel popülasyonlar ve hatta genler, doğal seçimin hedefleridir, sade­ ce b ireyler değil. Bu hiyerarşik evrim modeli, "büyük olaylar'\ türlerin doğumu ve ölümünü, g i ­ derek b ü t ü n ekosistemlerin yeni­ den yapılanmasını açıklar.



YAŞAMIN i Ki DÜZEYi Buradan yola çıkarak, evrim­ cilerin " b i reylerin günlük yaşam mücadelesi"ne değil, yukarı, po­ pülasyonlar ve bireyler düzeyine odaklanması gerektiğini savun u r; tıpkı moleküler biyolojinin aşağı,



aslında" der. "Yani genlerini gele­ cek nesillere taşımak hedefiyle, daha fazla çiftleşme çabasında. Bunu, mükemmel bir uzmanlaş­ mış organ geliştirerek yapıyor; ama aynı zamanda, türün gele­ cektek i



evrimsel



değişimlere



u y u m sağlama yeteneğini sınırla­ mış oluyor. Bu da, türün yok olma­ sını garantilemek demek." Yani; birey için iyi, tür için kötü. Klasik Darwinci lik, bu sorunu çözemiyor. Hiyerarşik açıdan ise bu, dü­ zeyler arası olu msuz bir geribildi­ rim döngüsü.



GENETİK DETERMİNİZMİN SEFALETi



genler düzeyi ne i nmek zorunda



Buna karş ı l ı k olarak, genet i k



olması gibi. Bütün bir alandaki



deterministler, bırakalım sistem­



büyük kavramsal kazanımların,



leri, organizmaları dahi neredey­



bu i k i düzeyin nasıl etkileştiğinin



se geçersiz kılmış, bi reyleri dahi



i ncelenmesiyle elde e d i leceği n i



"kendi genlerinin amaçlarına hiz­



belirtir. O n a göre, paleontologları



met eden araçlar" derekesine in­



yıllardır uğraştıran uzun dönemli



d i rg e m i ş t i r . H e r şeyi g e n l e r l e



eğilimler ve evrim bilmecesinin



"açıklayan" bu gerici fikrin öncü­



kayıp parçaları da, bu etkileşimde



lerinden Richard Dawkins, öyle



kavranacaktır.



i leri gider ki, insanı, "genin kendi­



Söz konusu etkileşime bir ör-



n i kopyalamasının yolu" o larak



tanımlar. Postmodern ideolojinin



olara k anlaşılma l ı d ı r; saf b i l giyi



her şeyi moleküllerine ayrıştırıcı



devşirmek üzere programlanmış



niteliğini gözler önüne seren bir



robotların işi olarak değil." Veya:



"saptama"! Gould i se; bilimin toplumsal



" Bi l i m, doğuştan iyi niteliklere



bağlamını vurgula rken, aynı za­



sahip değildir. O, basitçe, iyi veya



m a n d a "nesnel gerçek" f i k r i n i



kötü amaçlar için kullanılabilecek



toptan



b i r tür insan faaliyetidir. Giyotinin



reddeden



postmodern



akımlara da cepheden karşı çıkar.



mucidi Guil l ot'u ele alalım. Guil­



Şöyle yazar o: "Olgusal bir ger­



lot, bu makinenin iyi olduğunu,



çekliğin varolduğuna, bilimin de,



çünkü ö l ü m cezasına çarptırı lan­



genellikle kal ı n kafalı ve düzensiz



ların acısını azaltacağını düşünü­



b i r tarzda olsa da, b u gerçekliği



yordu. B i r anda ölüm; bundan iyi­



öğrenebileceğine i nanıyorum."



si olur mu? Ne yazık k i , giyotinin



Genetik deterministlerin var­



k u rbanlarından biri, zamanında



dığı yer ise; yoks u l l u ktan suça



Guillot i l e birli kte çalışmış olan



dek her durumu, bir "gen" ile



büyük b i l imci Lavoisier o l d u . "



meşrulaştırmaya çalışmaktır. Bu­



Gould'un insana ve geleceğe



g ü n sözde bilimcilerin "suç genini



duyduğu inanç, şu satırlarda açık­



araması" i l e , g e ç m i şte Cesare



ça görülüyor: "Şiddet, cinsiyetçilik



Lombroso g i bilerin " dövme yap­



ve genel olarak kötül ü k, olası bir



tırmanın, doğuştan suç eğilimine



dizi davran ı ş ı n b i r a l t k ü m e s i n i



i ş a ret ettiği" iddiaları arasında



temsil etmelerinden ötürü, biyolo­



pek bir fark yoktur.



j i ktir. Ama barışçıllık, eşitlik ve ne­



Genetik



deter m i n i z m ;



Batı



zaket de en az bunlar kadar biyo­



ü niversitelerinin biyoloji bölü mle­



lojiktir. Eğer bu ikinci lerin serpil­



rini tek tek esir a l ı rken, Gould, in­



mesine olanak tanıyan bir toplum­



san varlığını "derinlerdeki bir ge­



sal yapı yaratabilirsek, onların et­



netik programa" bağlamaya çalı­



kisinin artacağını göreceğiz."



şan bu akımla kararlı bir biçimde m ücadele etmiştir.



DIYALEKTl�E ÖVGÜ



Meslektaşları hakkında şöyle



Marksizm ile tanışması n ı , bi­



y a z a r: " Ben, biyolojik determi­



rer sosyalist olan anne ve babası­



n i stlerin kötü bilimciler olduğunu



na bağlayan Stephen Jay Gould,



iddia etmiyorum; daima haksız ol­



diyalektik yönteme de özel bir



d u kl arını da. Ama bence bil im;



vurgu yapar: " Diyalektik d ü ş ünce,



toplumsal bir olgu olarak, kararlı­



Batı lı bilimciler tarafından daha



lık gerektiren insani bir faaliyet



çok ciddiye alınmalı, ikinci d ünya-



57



58



nın (eski SSCB) bazı ülkeleri onu



dından gelen büyük sıçramalarla



karikatürize edip resmi b i r siyasi



gerçekleştiğidir. Sistem belli b i r



doktrin haline getirdiler diye, bir



s ü r e direnir ve sonunda kırılma



kenara atmamalılar. Diyalektiğin



noktasına gelinir. Suyu ısıtın, so­



klasik yasaları, dogmatik ilkeler



nunda kaynayacaktır. İşçilere yö­



olarak değil de, değişimin felsefe­



nelik baskıyı artırın, devrim olur.



si için bir kılavuz olarak sunuldu­



Eldredge ve ben, birçok Rus pale­



ğunda, bütünsel b i r bakış açısını



ontologun, b i z i m 'kesmeli d en­



cisimleştirirler. Bu bakış açısı; de­



ge'mize çok benzer bir modeli des­



ğişimi, bütün sistemlerin unsurla­



teklediğini öğrendiğimizde afalla­



rı arasında etkileşim olarak ta­



mıştık. Ben, bu kesmeli değişim



nımlar ve bu unsurların kendileri­



felsefesinin genel bir doğru oldu­



ni de, sistemin hem ürünleri, hem



ğunu öne sürmüyorum ... Aşamalı­



de girdileri olarak değerlendirir."



lık, bazen işe yarar. Ben sadece



Şu uzun alıntı, Gould'un, diya­



felsefelerin yönlendirilmesinde ço­



lektiği, adeta "düşman" bir orta­



ğulcu bir yaklaşım istiyor, ne ka­



ma tanıtmak için gösterdiği içten



dar gizli tutulursa tutulsun, böyle­



çabayı gösteriyor sanırız:



si felsefelerin tanınmasını diliyo­



"Eğer a ş a m a l ı l ı ğ ı n , doğanın



rum. Diyalektik yasalar, belli bir



bir gerçeği olmaktan çok Batı dü­



ideolojiyi oldukça açık bir biçimde



şüncesinin b i r ürünü olduğunu



ifade eder. Ama bizim Batılı aşa­



kabul ediyorsak, kı sıtlayıcı önyar­



macı yaklaşımımız da, aynı şeyi,



gılardan oluşan boyutumuzu ge­



daha örtülü bir biçimde yapıyor."



nişletmek için alternatif değişim felsefe l e r i n i



değerlendirmemiz



KESMELi DENGE



gerektiği görülecektir. örneğin,



Bu alıntıdan, Gould'un evrime



Sovyetle r B i rl i ğ i'nde b i l i mc i ler,



i l işkin temel -ve hala tartışılan­



çok farklı bir değişim felsefesi i l e



katkısına, "kesmeli denge" kura­



eğitilir; Engels'in Hegel felsefe­



mına geçelim.



sinden tekrar formüle ettiği diya­ lektik yasalarıdır bunlar.



Paleontolog Niles Eldredge ile birlikte geliştirdiği bu teori, evri­



Diyalektik yasaları, o l d u k ç a



min, Darwin'in öne sürdüğü gibi



nettir. Örneğin, 'niceliğin niteliğe



tedrici değişim ile değil, yoğunlaş­



dönüşmes i ' nden bahsederler. Bu



mış patlamalar ve ardından gelen



size saçmal ı k gibi gelebilir, ama



uzun statik dönemlerle karakteri­



aslında kastedilen; değişimin, geri­



ze olduğunu i leri sürer. Gould, bu



limlerin ağır ağır birikmesi ve ar-



teoriye, Hegel ve Marx sayesinde



ulaştığı n ı ve temel aldığı d ü şünce­



Gould ve Eldredge, tam da bu



nin "nicel dönüşüm-nitel sıçrama"



noktada, yakınmaların yersiz ol­



ilişkisi olduğunu dile getirir, ama



duğunu, çünkü evrim sürecinin



bunun sadece bir "ikna olma" me­



"milyonla rca yı l l ı k statiklik ve ar­



selesi olmadığını belirterek, orta­



dı ndan gelen görece kısa, hızlı de­



d a k u ramını doğrulayan kanıtlar



ğişim dönemleri" i l e karakterize



olduğunu da hatırlatır.



olduğunu ortaya attılar (Kesmeli



Oysa Darwin, "Doğa sıçrama



Denge). Geçiş formlarında süreç



yapmaz" diyordu. Ne i l g i n çtir ki



takip edilemiyordu, çünkü evrim,



b u iddia, sosyalist fizikçi Einste­



Darwin'in iddiasının aksine, "sıç­



i n ' ı n "Tanrı zar atmaz" sözüne



ramalarla"



benziyor. Einstein, b u ifadeyi, ku­



Onlara göre, türlerdeki en önemli



g e r ç e k l e ş mekteydi.



" ke s t i r i l e­



değişim, yeni türün ortaya çıktığı



mez" doğasına karşı bir tepki ola­



jeoloji k anda meydana gelmek­



antum



mekaniğinin



rak kul lanmış, ancak sonradan bu



teydi. 5 bin ila 50 bin y ı l l ı k bir



tutumunun "en büyük hatası" ol­



"an" bu, ama el bette, milyonlarca



d u ğ u n u kabul etmişti.



yıldır varlığını sürdü ren türler için



Gould ve Eldredge ise, fosil



kısa bir zaman. Bu ilk değişim



kayıtlarını kanıt o l a ra k göster­



patlamasının ardından, uzun bir



mekteydiler. Gerçekten de bu so­



istikrar dönemi gelir. Dolayısıyla,



run, evrim i n en temel meselele­



"patlama" dönemlerine ait fosil­



rinden biriydi. Alanı takip edenler



ler, pek nadir bulunur ve toplam



bilir; evrimcilerin en çok yakındığı



fosil kayıtlarının pek az bir yeku­



konu " a ra halka" veya "geçiş hal­



nunu o l u ştururlar.



kaları"nın, bir türlü "tam olarak b u l u namaması"dır. Bununla kas­ tedi len, canlılardaki evrimsel ge­



ÖLÜMSÜZ BiR YA P I T Fosil s o r u n u n a m a n t ı k l ı b i r



çiş formlarının "süreklilik arzet­



açıklama getiren bu teori, " Mark­



memesi", yani dünya tarihinde



sist olmayan Darwinciler" olarak



"makul



adlandırabileceğimiz, evrimci bi­



uzunlukta" bir döneme



yayılmamasıdır.



li m c i l e r i n ana gövdesini t e ş k i l



B u yakınma, yaratılışçı şarla­



e d e n g r u p tarafından memn uni­



tanlara da sık sık malzeme olur.



yetsizlikle karşılandı. Onlar, Go­



Dahası yaratılışçılar, pek çok tü­



u l d'un, "evrim yerine devrimi sa­



rün milyonlarca yıl boyunca de­



vunduğunu" ve " b i lime ideoloj i



ğişmeden kaldığı gerçeğini kendi­



soktuğunu" (!) öne sürerek kendi­



lerine dayanak yapmaya çalışırlar.



lerince "suçlamalara" g i r i ştiler. Bu arada, "kesmeli denge" teori-



59



60



sini de "aptalların evrim i " diyerek



lar. 1970'1erde Londra'da verd i ğ i



karaladılar. O i se bütün bunlara



bir



karş ı l ı k şöyle diyordu: " Farklı bir



San Marco Kated ral i 'n i n yapısını



evrim kuramı yapısına ihtiyacımız



hatırlatır ve böylece, bir organiz­



konferansta,



V e n e d i k 't e k i



var; genişletilmiş b i r tür Darwin­



manın görünürde "uyum sağla­



ciliğe. Ama bu dediğim, son 40



maya yönelik" olan öze l l i klerinin,



yıldır ortodoks kuramımız haline



aslında daha temel yapısal so­



gelen i n d i rgemeci versiyondan



runların yan ü rünleri old u ğ u n u



epey farklı bir şey. Darwin'in ana



vurgular: Katedral kubbesin i n



mantığında geçersizleşen hiçbir



üzerine i n şa e d i l d i ğ i kemerler



şey yok. Ama onun kuramı, özgü n



arasında, mozaiklerle doldurul­



hatları boyunca dönüştü ve ç o k



muş boşluklar bulu nmaktadır ve



daha fark l ı , ç o k d a h a zengin, do­



i l k bakışta, b u nların " p l a n l a n m ı ş "



ğayı k a v r a y ı ş ı m ı z d a k ı l a v u z l u k



o l d u ğ u d ü ş ü n ü l e b i l i r. Oysa bu



yapmak için ç o k d a h a elverişli bir



mozaiklerin tek amacı, "boşlukla­



şey haline geldi."



rı doldurmak" ve bu arada, sa­



Stephen Jay Gould, bir diğer i lerici bilimci, Richard Lewontin



natsal ve dinsel kaygılarla uyum­ l u ol maya ç a l ışmaktır.



ile birlikte, "doğal seçimin. tek



Dolayısıyla, bir organizmanın



önemli evrim mekanizması oldu­



pek çok özelliği (fenotipi) de, böy­



ğu" yönündeki "ultra-darwin c i "



le ortaya çıkmış olabilir, bazıları



f i k r i de reddeder. O n l a r a g ö r e o r ­



ise, yine Gould'un terim iyle, " i s­



ganizmaların



ö ze l l i ğ i ,



tisnai adaptasy o n l a r " d ı r; E l i z a ­



adaptasyon avantaj ı n ı n değil, ya­



beth V r b a i l e birlikte üretilen b u



birçok



pısal s ı n ı rlamaların s o n u c u d u r.



ifade, "bir kapsamda ortaya ç ı ­



Bu iddiasını, ö l ü m ü nden önce ya­



k a n , ama s o nuçta f a r k l ı b i r k u l l a ­



yınladığı son ve en önemli eseri



nım a l a n ı kazanan özel likler"i ta­



olan 1 500 sayfa l ı k "Evrim Kura­



rif eder. Günümüz kuşlarının sü­



mının Yapısı"nda derinlemesine



rüngen atalarında, ısı düzenleyici



savunur.



olarak ortaya çıkan tüyler buna



EVRiMDE RASTLANTI VE ZORUNLULUK Gould, evri min daima " iyiye



iyi bir örnektir. Oysa klasik evrim­ cilere göre, organizmanın her bir özelliği, Darw i n ' i n "doğanın sü­ rekli araştırması" ile bilenmiştir.



doğru" i lerlemediğini, daha doğ­



" Evrim Kuramının Yapısı"nda



rusu özellikle böyle b i r amaç güt­



evrim i n mükemmel olmadığı, tam



mediğini ilginç bir örnekle açık-



aksine yapısal s ı nırlamalarla ma-



l u l olduğu, bütün fenotipik özel­



Darwi n'in kendi sinin de, bu



l i klerin temelinde adaptasyonun



"mantık s i l s i lesi"ne yol açacak



b u l unmadığı, ama "istisnai adap­



birtakım temel hatalar yaptığını



tasyonlar" hatta tesadüflerin yer



söylemek



tuttuğu öne sürülür. Bu noktada,



hi kmetinden s u a l ol unmadığına"



gerekiyor.



" Ev r i m i n



tesadüfün yanı sıra "zorunlulu­



dair örtük bir inanç, ö z e l l i kle



ğa" verilen önemde de, Engels'in



"Seksüel Seçme"nin, insan toplu­



i zlerini bulmak mümkündür. Ör­



luklarının gel işimini değerlendi­



neğin, di nozorları yok ettiği düşü­



ren bölümlerinde belirgindir.



nülen göktaşı çarpması, memeli­



Gould i se. mesela, dört-ayaklı



ler ve nihayet insanlar için gere­



oluşumuzu çok basit b i r nedene



ken yaşam alanını ortaya çı kar­



bağl ıyor: "Çünkü memeli ler, dört



m ı ştır.



yüzgeçli balıklardan evrimleşti.



Gould; "Tarihin kasetini geri­



Bununla idare etmek zorunday­



ye sarın ve kendi bildiği gibi yeni­



dık ve iyi bir i ş çıkardık." Çenede



den çalmasına i z i n verin; çok bü­



de durum aynı; o, Homo sapi­



yük olasılıkla, aynı türlerin evrim­



ens'in geri çekilen çenesindeki iki



leşmediğini göreceğiz" der. Tesa­



büyüme alanı arasındaki etkileşi­



düf çok önemlidir ve evrimde iç­



min tesadüfi bir sonucundan iba­



kin b i r ilerlemeci yön yoktur; ev­



ret (üst çene, a lt çeneden daha



rim ne mükemmeli. ne karmaşıklı­



çok gerilemiştir). insan kurban



ğı, ne de zekayı a rar.



edilmesi ise farklı b i r konu, muh­



Oysa klasik Darwinizm, evri­



temelen bir dizi kültürel sebebe



min "sürekli iyiye doğru ilerledi­



dayanıyor. Ama herhalde, "ete ih­



ği" i nancına sahiptir. M emelilerin



tiyaç duymak", pek ihtimal dahi­



neden dört ayağı var? Ç ünkü "yü­



linde değil.



rümek için en verimli sayı budur." N e d e n i ns a n l ar ı n ç e n e s i var?



ORTA L A M A LA RA



"Yemek veya konuşmayı kolay­



M EY D A N OKUDU



laştırmak için." Neden bazı kül­



Ardında onlarca cilt eser bıra­



türlerde i nsan kurban edilmiştir?



kan Stephen Jay Gould, öldüğün­



" Protein sıkıntısını telafi etmek



de sadece 60 yaşındaydı. 30 ya­



için." Açıklamalar, giderek traj i ­



şında ortaya attığı "kesmeli den­



k o m i k b i r hale gelerek devam



ge"yi geliştirmek için b i r otuz yıl



eder. Voltaire'in dediği gibi: "Ne­



daha çalıştı.



den burnumuz var? Gözlüklerimi­ zi yerinde tutmak için!"



Kanser olduğunu öğrendiğin­ de, yıl 1982'ydi. Onu kanser ya-



61



62



pan i se, m u htemelen Harvard 1ın



sonuma sakince ve kendi tarzım­



bodrum katında asbeste maruz



da giderim. Ama ben aslında, ölü­



kalmasıydı. Yakalandığı k a n s e r



m ü n en büyük düşman olduğunu



t ü r ü , çok nadir g ö r ü l e n bir m i d e



söyleyen s a v a ş ç ı bakış a ç ı s ı n ı



kanseri olan "mezotelyoma" idi.



yeğlemekteyim. l ş ı ğ ı n ö l ü p gitme­



Kütüphaneye koşup hasta l ı k hak­



sine öfkeyle karşı koymakta hiç­



kında bilgi edindiğinde öğrendi ki,



b i r sakınca görmüyorum."



istatistiklere göre, bu hastalığa



ışığın ölüp gitmesine, tam 20



yakalananlar, "matemati ksel or­



yıl boyunca öfkeyle karşı koydu.



talama olarak" 8 ay yaşıyordu.



Bu dönem i ç i ndeki olağanüstü



Ama Gould kendini bu istatis­



üretkenliğini "günde üç saat uyu­



tiklere dahil etmedi. Kendi ifade­



masına" bağlayanlara, muzi pçe



siyle; sağlık sigortası çok iyiydi,



" Hayır, günde dört-beş saat uyu­



en iyi doktorlara emanet olacaktı,



mam gerek" diyordu. Son nefesini



deneysel tedavilerden faydalana­



verdiğinde, ustası Darwin1den son­



bilecekti ve i yimser bir adamdı.



ra pek az bilimciye nasip olmuş o



Bu h i kayeyi , " Mesaj, Ortalama



ünvanı hak etmişti: Stephen Jay



Değ i l " m a k a l e s i n d e a n l a t ı r ve



Gould, 1941-2002. Doğabilimci.



" Matematiksel ortalama, aritme­ tik ortalama değildir" der: "Bana soracak olursanız, ölümü kabul­ lenmeyi esaslı bir soyluluk olarak görmek b i raz fazla moda oldu. Elbette, sevmenin ve ölmenin zamanı var, bunu biliyorum. Te­ nimde umut bittiğinde, u marım k i



KAYNAKLAR Stephen Jay Gould, 22 Mayıs 2002, The Gu­ ardian Darwin Gelenegini Kırmak, 20 Kasım 1 983, New York Times Zamanın Elendisi. 14 Nisan 2002. The Ob ­ server Halkın Bilimcisi, 7 Haziran 2002, Socialist Worker Büyük Savasçıya Elveda. Jeffrey St. Clair, Counterpunchq



ID 63



STEP H E N



JAY GOULD



GÜN BUGÜNDÜR Güzelim bir sabaha böyle mü­



Bu da demek oluyor ki, k i ş i ya­



dahale ettiğim için özür d ilerim,



rat ı l ı ş tarihini saptayabi l i rse, kı­



ama pek de hoş olmayan bir ha­



yamet tarihini de kesin olarak bi­



berim var:



lecektir; dünyanın başlangıcından



D ü nya b u g ü n sona e recek.



tam 6000 yıl sonra. 17. yüzyıl bo­



Hem de saat tam 12'de. Bu habe­



yunca Avrupa bilimini kasıp kavu­



ri; en büyük Batı l ı b i l gi nlerin bir



ran kronoloji çılgınlığı, bu mi len­



zamanlar toz kondu rmad ığı bir



yum k u ramından doğmuştu. B i r



yöntemle o l u şturulan. en ünlü ve



dizi d i n savaşı, p e k çok bil geyi,



geniş kabul gören kronoloj iye da­



dünyanın sonunun gel mekte ol­



yandırıyorum.



d u ğ u na inand ı rmış d u r umdaydı.



K i l ise'nin ilk babalarından (ör­



l n c i l 'de



yazılanı



gerçek



kabul



neğin, dördüncü yüzyılda Lactan­



eden v e b u radan patri klerin yaşı­



tius) 18. yüzyılın başlangıcınaü.



nı ve kralların hükümranlığını he­



modern jeolojinin o rtaya çıkışına



saplayan (arada, İ n c i l 'in anlatı­



dek kabul gören bu standart he­



mında kayıp olan yüzyılları dol­



saba göre, dü nya tam 6000 yıl



durmak için başkalarının kronolo­



dayanacaktı. Tanrı, bütün yaratı­



jilerini de k ullandılar) bu bilginler,



m ı n ı sadece altı gün içinde ta­



yaratılış anını saptamaya çalış­



mamladı, l ncil 'deki bazı pasajlara



mıştı.



göre de, "Tan rı'nın nezdinde bir



1650'de Başpiskopos James



g ü n bin yıldır" ( i l Peter, 3:8). B u



U s sher



6000 yılın tamamlanması, kıya­



yöntem, en popüleriydi. K r a l Ja­



tarafından



g e l i şt i r i l e n



m e t i u y a n d ı racak ve a rdından



mes lncili'nin bütün baskılarına



gerçek M ilenyum gelecektir; yani



alınması ile yayılan yöntem, yara­



lsa'nın yeniden doğuşu ve bin yıl­



t ı l ı ş anını M i l attan önce 23 Ekim



lık hü kmü. Ki bu da, Tanrı 'nın din­



4004, öğlen saat 12 olarak saptı­



lenme günü olan yedinci güne



yordu.



d e n k düşer (Revelation, 20).



Ussher, bu anın, isa'nın doğu-



Ceviren: Taylan Bilgiç



64



mundan tam 4000 yıl önce oldu-



b e l i r l er!ıen, g ü z g ü n d ö n ü m ü n ü



ğ u n u hesaplamıştı. Ancak MÖ-MS



kastediyordu. Öyleyse, Gregor-



zaman sisteminin mucidi olan 6.



yen takvime göre sonumuz geçen



yüzyıl keşişi Dionysus E x i g u u s



ay, gü ndönümünde gelmiştir. Ve



(Cüce Dennis), i sa'nın doğumunu



evet, dünyanın aslında 4.5 milyar



hesaplarken küçük bir hata yap­



yaşında olduğunu da biliyorum.



mıştı. Kanıtlara göre, Herod'un



B i r paleontolog olarak, bu tip şey­



ölümü. en geç M.Ö. 4 yılında. Eğer



ler için bana para bile ödeniyor.



lsa ile Herod'un yaşamları üst üste



Yine de, neden risk alalım ki?



biniyorsa (her lncilci bunu kabul



Siz bu satırları okurken ben Ja­



etmek durumundadır), lsa, M.Ö. 4



ponya yolunda olacağım. Şansım



yılında doğmuştu (Bu ifade biraz



ve havayolu programları iyi g ider­



kendiyle çelişiyor ama, neyse). Öy­



se, sabah saatlerinde uluslararası



leyse, yaradılış tarihi dört yıl geri­



saat hattını geçecek ve 23 Ekim



ye alınmalıdır; M.Ö. 4004'e.



günü saat 12'de ortadan kaybolu­



Tahsis edilen 6000 yılın, 23



verecek. bir anda 24 Ekim'e taşa­



Ekim 1996'da sona ermiş olacağı



cağım. Ama acaba. böyle bir hile­



düşünülebilir. Bu tarihe dek, Yan­



nin ardından beni geri alırlar mı?



kee'lerin l igdeki mucizevi zaferi­



Veya, nereye geri alacaklar?



nin dışında kayda değer bir olay



Ben en iyisi inancımı, bütün bu



yaşanmadı (gerçi bu zafer bu se­



meselenin tarihi boyunca görülen



zon tekrarlanmayacak gi bi).



ampirik



tutarlılığa



yatırayor:



Ama Küçük Dennis, bir hata



Kıyamet tahminleri, asla tutmaz!



daha yapmıştı. Gerçi bu seferki



Yani, eğer Japonya'ya sağ salim



onun hatası deği ldi, çünkü Batı



ulaşırsam, beklenen kıyametin bir



aritmetiği, henüz sıfır kavramını



kez daha ertelendi ğ i n i a n l a m ı ş



geliştirememişti. Dennis, modern



olacağım. Çağların b i r i c i k ortak



zamanı 1 Ocak 1 olarak başlattı. 1



yanı, yani kıyamet tahminlerinin



Ocak O olarak değil. Demek ki



tutmaması



Ussher'in 6000 yılı, bugün sona



yinelenecek. Böylece ruhları mız,



erecek: 23 Ekim 1997, saat 12. Haykırıp edenler



sızlananlar,



ç ı ka c a ğ ı n ı



itiraz



b i l i yo r u m.



Evet, Ussher eski Julian takvimini



kez



d a ha



bilinebilir bir dünya düzeninden duyulan tatmi n l e rahatlayacak: Tanrı cennetinde olmalı, d ünyada da her şey yolunda ...



kullanıyordu ve hatalı kronoloji­ sindeki o uzak tarihi, 23 Ekim'i



bir



!New York Timesl



23 Ekim 1 997