Bilim (Evrensel Kültür dergisinin eki), Sayı 4, Güz 2002 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

C



NDEK



LER



MAURICE CORNFORTH MANTIKSAL ATOMCULUGUN ELESTİRİSİ 2 LADISLAUS RUDAS "MADDE YOK OLDU" 12 MAURICE CORNFORTH WITTGENSTEIN'IN FELSEFESİ 42



mm



Üc



ayda



bir



çıkar.



Doga Basın Yayın



Evrensel



Lıd. Sır



Kullür



Dergısi



Ekim



adına Sahibi: Songül Özkan







2002



sayı



130'un



ekidır.



Yazıişlerı Muduru: Nuray Sancar



Grafik Tasarım: Savaş Çekiç • Yonelım Yerı: Tarlabaşı Bulvarı Kamer Hatun Mah. Alha­ . ıun Sk . Na: 27/4 Beyoglu / lslanbul •Tel: 0212 361 09 07 lpbxl Faks: 0212 361 09 04 www.evrenselbasim.com







evrenselbilimfaevrenselbasim.com Baskı: San Ofset



2



M A URICE CORNFORTH



MANTIKSAL ATOMCULUÖUN ELEŞTİRİSİ Maurice Cornforth"un 1955"te yayınlanan ··science versus ldealism. in defence of philosophy against positivism and pragmatism" !Pozitivizm ve Pragmatizme Karşı Felsefenin Savunusunda, İdealizme karşı Bilimi adlı kitabının "Mantıksal Analiz ve Mantıksal Pozitivizm·· adlı ikinci kısmında yer alan ··Mantıksal Atomculuk" adlı 8. bölümünden alınmıştır



Mant ı ksal atomc u l u k teorisi n ­



yılan temel önermelere dayan­



ya pıl a n itirazlar üç baş l ı k a l t ı n­



d ı ğ ı n d a n , o n l a rın doğru ya da



da özetle nebi l i r. 1. Tam olarak



y a n l ı ş o l m a l a r ı d a tümüyle bu



ispatlanmamış, metaf i z i k varsa­



temel önermenin doğru ya d a



y ı m l ara daya n ı r. 2. Gerçek dün­



y a n l ı ş ol masına bağ l ıd ı r . M a n ­



y a m ı z ı n gerçek bilgisiyle örtüş­



t ı ksal atomc u l u k buradan. biçi­



mekte tamamen başa r ı s ı zd ı r. 3.



mi ne o l u rsa o l sun, herhangi bir



ö n e r m e lerin b i ç i m l e r i y l e i l g i l i



önermenin doğru olup olmama­



mantıksal şemaları dayanaktan



s ı n ı n , onun t e m e l öne r m e l e r



yoksu n d u r ve sübjektif idealiz­



ş e k l i n d e t an ı m l anabi l i r k e s i n



me "mant ı ksal" bir görünüş ka­



a t o m i k o l g u lara dayanıp dayan­



z a n d ı r m a ktan başka bir amaca



mamasına bağ l ı olduğu sonucu­



hizmet etmez.



nu ç ı ka rır. Sonuç olarak d a dün­



Mantıksal atomculuQun çı­



ya veya dünyaya d a i r herhangi



kış noktası, temel önerme kav­



bir şeyle i l g i l i bütün bir gerçe­



ramı ve temel önermelerde ifa­



ğ in birta k ı m temel önermelerle



desini bulan atomik olgulardır.



teorik olarak ifade e d i l ebileceği,



1.



Çeviren: Yeliz Demirci



m i k olguları tanı m l a d ı ğ ı varsa­



de ya n l ı ş o l a n ned i r? Bu teoriye



Diğer bütün önermeler, ato-



bu yapı l d ı ğ ında d a başka h içbir



önermenin (gerçekl i k fonksiyon-



çektir", "Bu bir taşt ı r", "Bu bir



l a r ı veya gene l l e m el e r in) bu ger­



adamd ı r". Böy l e önermeler, "s,



çeğe katkıda b u l unamayacağı so­



p ' d i r" şekl inde kesin olarak basit



nucunu çıkarır.



biçi mlerd e ifade e d i l mi ştir; ne var



Yani mant ı ksal ato m c u l u k dün­



ki, bunlar asla temel öne rmeler



ya ile i l g i l i bütün bir gerçek l i ğ in,



d e ğ i l d ir. Çünkü atomi k olguları



temel önermelerle ifade edi lebi­



kesin o l a ra k ifade etmezler; man­



leceği varsayım ına dayanır. Eğer



t ı k s a l olarak herhartg.i bir başka



bu gerçekten böyleyse, d ünyayı



önermeden bağımsız d e ğ i l d i rler.



ya da en a z ından ona d a i r bazı



Çünkü, çiçek, taş ve a d a m g ibi



şeyleri temel önermeler şeklinde



şeyler ve onların kırmızı, ağır ve



ifade etmek için müsaadenizle işe



şişman olmak g ibi nitelikleri, te­



koy u l a l ı m ; ancak bu arada temel



mel ve ayrıştırılamaz şeyler ve ni­



önermelerin, a) başka herhang i



telikler değild i r; bu tür şeyleri ve



bir önermeden mant ı ks a l olarak



onların niteliklerini içeren böyle



bağ ı m s ı z olduğ unu ve b) atomik



o l g ular ve bu o l g u ları ifade eden



bir o lgunun ifadesi olduğ unu da



önermeler, mantıksal kesin l i k ba­



hatırımızda t u t a l ı m . Bu g i r i ş i m i ­



kı mından ne atomiktir ne de te­



mizde başa rıya u laşabi l i r m i yiz?



mel.



Yanıt o l u m s u z d u r.



Bu önermeleri, s ı radan a l g ı s a l



H i ç bir zaman temel bir öner­



d üzeydeki ş e y l e r üzerinden d e ğ i l



meye tek bir örnek bile vermeye



de, m a d d i dünyanın e n t e m e l un­



i htiyaç d u y m a d ı k l a r ı için, mant ı k­



surları üzerinden irdelemeye ça­



sal atomcu l u ğ un bugünkü temsil­



lışsak d u r u m daha m ı iyi o l u rd u ?



cilerinden pek bir y a r d ı m alama­



H a y ı r, bu doğrultuda ya p ı l a n b i r



yız. Kendi hesabıma, hem kendi iç



araştırma d a t e m e l önerme pe­



bil incimde, hem de dış d ünyayı



şinde koşan biri için hiç de u m u t



k a v r a d ı ğ ı m bi l inçte, t e m e l b i r



v e r i c i d e ğ i l d i r. M a d d i d ünyanın



önerme bulmak için ç o ğ u zaman



bug üne kadar keşfed i l m i ş en te­



boş yere uğraşmı ş ı m d ı r. Fakat hiç



mel unsu rları, elektron l a r d ı r; fa­



bir zaman bulama d ı m . Görünüşe



kat bunl a ra i l işkin de temel öner­



ba k ı l ı rsa, d iğerleri d e bu konuda



m e l e r form ü l e e d e m e y i z . " B u



benden daha şans l ı d e ğ i l .



elektron" d iyemeyiz ve bu i s m i ,



M a d d i nesnelerle i l g i l i önerme­



belirli, t e m e l v e ayrı ştırıla m a z bir



leri ele a l a l ı m : "Bu çiçek k ı r m ı z ı ­



şey o l a r a k ifade edemeyiz; bunu



d ı r", " B u taş a ğı rdı r", "Bu adam



yapabilsek bile, bu tür bi rimlere,



şi şmand ı r", vs. veya; "Bu bir çi-



temel ve çözüm lenemez nitelikler



3



111 4



ve ilişkiler yükleyemeyiz. M a n t ı k s a l düşünce a k ı m l a r ı n ­ d a n biri, d ü n y a n ı n temel mantık­



Peki acaba, objektif maddi dün­



sal ve metafizik u n s u r l a r ı n ı "şey­



yaya ilişkin değil de kişinin kendi



ler" içerisinde değil, "olaylar" içe­



ha lih a z ı r d a ki deney i m i ne iliş k i n



risinde b u l maya çalıştı. Ancak bu­



temel önermeler formüle etme­



rada da, tek b i r olayın içine d ahil



miz m ü m k ü n m ü dür?



edilecek şeyler tamamen rastlan­







Whitehead'in The Concept of Natu· re ve The Prin· ciples of Natura/ Knowledge adlı kitaplarında açık· ladığı "The Met· hod o f E•tensive Abstraction11•



0



1876, Lewis Car· roll'ın The Hun· ting of the Snark isimli şiirinde bahsettiği mistik, hayali yaratık ç.n.)



da, m a n t ı k s a l t e m e l önermeler olamayacağı sonucu ç ı kmaktadır.



Temel önermelerin



izini s ü r­



tısa l d ı r; yani ne kesin olabilirler



mek, tıpkı S n a r k** avlamaya ben­



ne d e b u olaylara temel n itelikler



ziyor. Genel olarak insanlar, h a li­



ve ili şkiler atfedilebil ir. "Olay l a r ı n



h a z ı r d a k i d e n eyimlerine i l iş kin



m a n t ı ğ ı " i ç i n d e bir a n l a m ifade



önermeler f o r m ü l e etmedikleri



edebilirler, fakat bu atomisti k b i r



için, b u temel önermeleri "insan­



m a n t ı k ola ma z . M a ntıksa l v e m e ­



ların ayak basmadığı b i r yerler­



tafizik olara k t e m e l ve nihai bir



de" a r a m a m ı z g e rekiyor.



şeyler ararken, "olaylar" bazen



"Ben kırmızı bir şey görüyo­



"belirli olaylar"a veya "belirli an­



rum" dediğimi varsaya l ı m . Böyle



lar"a indirgenir; bu yüzden uzam­



bir önerme, mantıksal olarak te­



zaman ilişkisinin toplam sistemi



mel bir önerme olabil i r m i? Ta b ii



içinde her bir belirli ana bağlanan



ki hayır: "kırmızı bir şey", dene­



nihai nitelikleri ve ilişkileri ifade



yim d ü n y a s ı n ı n temel bir u n s u r u



eden, sonsuz sayıda nihai temel



o l a r a k e l e a l ı n s a bile, "ben" terimi



önerme ortaya çıkacaktır. Fakat



ve görme i lişkisi m uhtemelen ni­



çok açık ki, bel i rl i anlar ve belirli



hai, temel ve ayrıştırılamaz ola­



anlard a var olan maddelerin özel­



rak e l e a l ı na m az. H a l ih a z ı rd a ki



likleri, d ünyanın nihai mantıksal­



deneyimle ilgili temel bir önerme,



metafizik unsurları değildir; b u n l a r



" k ı r m ı z ı b u ra d a - şi mdi" gibi bir



yalnızca, titizlikle y a p ı l m ı ş b i r m a ­



ifadede a r a n m a l ı d ı r. Bu rada "kır­



tematiksel a n a l i z süreci yardımıy­



mızı", farkında old u ğ u m temel bir



l a tanımlanabilir.*



Belirli anlarla



nesnen i n , bir rengin yerine k u l la­



ilgili hiçbir temel önermenin for­



nıl ıyor. "Bu rada-ş. i mdi" ise benim



müle edilmesi mümkün değildir.



"görsel a la n"ımda b u l u na n başka



Yani genel olarak ve b u rada n



b i r temel nesnenin yerine. İşte



a n l a ş ı l d ı ğ ı kadarıyla, maddi d ü n ­



sonunda, belki de, t a m olarak te­



y a y a ve maddi nesnelere ilişkin



mel bir önermeye ulaşıyoruz. İşte



hiçbir



sonunda,



ö n e r menin,



m a nt ı ks a l



atom c u l u ğ u n gerektirdiği a n l a m -



b e l ki



de



mantıksal



Snark11 k e n d i i ninde, yani haliha-



z ı rdaki deneyi m i n s ı n ı r l a rı içinde



şim, bu kavra m ı n gerçekd ışı ve



kıstı rıyoruz.



yapay olduğunu kanıtlayan bolca



Fakat biri nin gerçekten "kırmızı



delil sağlayan aptalca tartışmala­



burada-şi mdi" d e d i ğ i ni d ü ş ü n ü n.



ra yol açmıştır. İşte bu yüzden,



B u n u n l a ne anlatmaya çalışıyor



mantı ksa l atomculuğ u n mantık­



olabi l i r? Çok açık ki o, kı rmızı bir



sal mutlaklık anlamında i htiyaç



şey gördü ğ ü n ü a n l at m a ya çalışı­



d uy d uğ u temel önermelerin, g e r­



yordur; ancak a n l at maya çalıştığı



çek d ü ş ü nce s ü reçlerinin çözüm­



şey çok beli rsizdir. V e bu elbette,



lenmesiyle ya da dünyayla ilgili



mantıksal olarak temel bir öner­



gerçek doğruların i fade e d i l i şiyle



me değildir. Y a n i , bu sözü bir



h i ç bir a l a ka s ı yoktur.



m a n t ı ks a l a t o m c u söylemiş ol­



Temel önermeler ve a t o m i k ol­



saydı, a n l a ş ı l a n şeyin "gerçek­



g u l a r, m i t o l ojik yaratıklara dö­



ten" ifade etmeye ç a l ı ş t ı ğ ı şey­



n üşmekte ve böylece, m a n t ı ksal



den farklı o l d u ğ u n u a ç ı k l a m a k zo­



atom c u l u k sistemin i n temeli çök­



runda kalacaktı; o n u n "gerçek­



mekte d i r.



ten" ifade etmeye ç a l ı ş t ı ğ ı şey,



2. Mantı ksal atomcu l u k bir yan­



y a l n ızca onun ha lihazı rdaki dene­



d a teme l i n i , birbiriyle ilişkisiz ato­



yimi içerisinde kaynak gösterilen



mik o l g u l a rdan oluşan hayali bir



n e s ne l e re k a rş ı l ı k g e l d i ğ i n d e n ,



evre n i n tamamen kurgusal gö­



başka bir kişi i ç i n kes i n l i k l e "ula­



r ü n t ü s ü üzerine k u ra r k e n , öte



ş ı l m az" olacaktı. Öyl eyse "ger­



yandan d a gerçek evre n i n öze l l i ğ i



çekten" neyi ifade etmeye çalışı­



o l d u ğ u n u bil d i ğ i m iz şeylere teka­



yordu? Yanıt; h i çbir şeyi. Söyle­



bül etmekte tümüyle başarısız ol­



meye çaba l a d ı ğ ı şey, ifade edile­



m a ktad ı r. Gerçek dünyada şeyler



mez bir şey olacaktı ve sonuç ola­



değişir ve birbi rleriyle bağ l a nt ı l ı ­



rak a s l ı n d a h i çbir şey söylemiyor



d ır. F a k a t mantı ksal atomculuğun



olacaktı. Bu yüzden, t ı p k ı S n a r k



mantığı, değişimi, bir d izi geçici,



gibi, m a ntıksal ola rak t e m e l bir



değişmez ve tamamen d u rağan



önerme de kes i n l ikle ele geçirile­



"olgula ra" daya n d ı rarak;



mez.



ğ ıntıyı



M a n t ı k s a l t e m e l ö n e r m e l erin



iç ba­



i s e b a ğ ı n t ı s ızl ı k o l a r a k



a ç ı k l amaya çalı şıyo r- y a n i şeyle­



peşinde daha fazla koşma n ı n , boş



rin ka rşı l ı k l ı olarak birbirine ba­



bir çaba o l a c a ğ ı n ı d ü ş ü n üyorum.



ğ ı m l ı l ı ğ ı yerine, atomik olguların



Kimse temel önermelere hiçbir



birb i r i n d e n b a ğ ı m s ı z o l d u ğ u n u



zaman örnek vere m e m i şt i r ve ör­



söylüyor.



nek vermek için y a p ı l a n her giri-



Değişen d ü nyada, bir olay diğer



5



6



b i r olayın içinden çıkmakta, sü­



Aksine, bağlantısız olgular üze­



reçler iç içe geçmekte ve b i r b i r i n i



rine m a n t ı ks a l o l a ra k b a ğ ı m s ı z



değiştirmekted i r. H i ç b i r ş e y birbi­



ö n e r m e l e r şeklinde i fade e d i l e b i ­



r i n d e n yalıtılmış d eğ i l d i r. Her şey,



len b i r gerçe k l i k, bütün bir ger­



diğer şeylerle olan i l i ş k i s i yoluyla



ç e k l i k değ i l d i r ve de o l a maz. En



farklı l a ş m a kta ve değişmektedi r.



basit şekilde ifade edildiğ inde bu,



Dün y a n ı n atomcu bakış açısıyla



şeylerin yüzeysel ve dış i l i ş k i l e r i n i



ortaya çıkan görüntüsü, bütün



i f a d e eden ve b u n l a rı n eleşti rel



b u n l a r l a garip bir karşıt l ı k içeri­



olamayan i l k gözlemiyle elde edi­



sindedir. Bu görüş en katı ifadesi­



len gerçekl i ğ i n bir parçası ya d a



n i , H ume'un "Bütün olaylar tama­



b i r yönüdür. Şeylerin yaln ızca d a ­



m e n b a ğ l a n t ı s ı z ve b i r b i r i n d e n



ha d e r i n b i r a raştırma v e sorgula­



a y r ı g i b i görünüyor. Bir o l a y ı , b i r



mayla keşfed i l eb i l e n iç i lişkilerini



başka o l a y izliyor, f a k a t hiç b i r



ve özle i l g i l i kara kteri s t i k l e r i n i



z a m a n b u n l a r a rasında b i r bağ­



içermez.



lantı göz l e m leyemiyoruz. Bi rleş­



G e rç e k l i ğ i



keşfe d i ş i m i z - d i ğ e r



miş g i bi görünüyor l a r fakat a s l a



b i r deyişle b i l g i miz- her z a m a n i k i



bağ l a n t ı l ı değ i l ler" sözleriyle ifa­



f a r k l ı a ş a m a d a n geçer. İ l k aşama,



de ettiği orij i nal bakış a ç ı s ı n d a



dolaysız gözlem yoluyla ortada



b u l m a ktadır. Dünyadaki süreçle­



olan temel o l g u l a r ı n farkına var­



rin d i n a m i k a k ı ş ı ve b i r b i r l e r i n i n



d ı ğ ı mız, algısal b i l g i aşaması ola­



içine g e ç i ş i , y a p a y b i r biçi mde,



rak da a d l a n d ı r ı la b i l e n , şeylerin



b i r b i r i nden kopuk ve bağ l a n t ı s ı z



ilk gözlem aşamasıdır. Fakat b i l g i ,



a t o m i k olay v e o l g u l a ra bölün­



g ö z l e m l e n e n g e r ç e k l e r i ortaya çı­



müştür ve her b i r i n i n, mantıksal



karan nedenleri, o n l a r ı n altında



o l a ra k b i r b i r i nden bağ ı m s ı z bir



yatan iç b a ğ l a n t ı l a rı ve hareket



önermeyle ifade edilebileceği id­



yasa l a r ı n ı keşfetti ğ i m i z çok daha



d i a e d i l mektedir.



derin, a k ı l c ı veya b i l i msel b i l g i n i n



Bu yüzden, mantıksal atomcu­ l u ğ u n, dünya i l e ilgili bütün ger­



i k i nci aş am a s ı na, b i l i m se l a raştır­ ma yoluyla i l e rler.



çekl i ğ i n , her b i r i atomik b i r olgu­



Bu şekilde, farklı aşamalardan



y u ifade eden ve diğer bütün



yani yüzeysel, a l g ı s a l bilgiden da­



önermelerden m a n t ı k s a l o l a ra k



ha derin akılcı ve b i l i msel b i lg iye



bağımsız o l a n t e m e l önermeler



ilerleyen b u b i l g i ye, daha önce



şeklinde ifade e d i l e b i l d i ğ i n i iddia



Hegel de i ş a ret etmiştir. (Ancak



eden tezi n i n savu n u l ması, t a ma­



Hegel de süreci, yanlış a n l a mış,



men i m ka nsızdır.



pratik b i l i m sel a raştırmadan çok,



teorik spekü lasyon süreci olara k



lerle birlikte d ı ş il işkiler de var



ifade etmişti r.) Bu, M a r x tarafın-



olabi l i r mi? Tabii ki. örneğin, "Bu



dan sık sık v u r g u l a n mıştır. Ve bil­



k ı r m ı z ı d ı r",



g i n i n iki aşaması a ra s ı ndaki fark,



ş u n d a n büyüktür", "Bu ş u n d a n



Mao Zedung tarafı nd a n bilgi te­



ö n c e gerçekleşmiştir" vs. g i b i ifa­



orisi üzerine y a z ı l m ı ş b i r makale­



d e l e r kulla n d ı ğ ı m ı z d a , ş e y l e r i n



de



yaln ızca, d ı ş özellikleri ve i l işkile­



şu



sözlerle



ö z e t l e n m i şt i r:



"Bu yeş i l d i r", "Bu



"Akılcı bilginin algısal bilgiden



riyle ilgili ifadeler k u l l a n m ı ş olu­



farklı olmasının



ruz. Fa kat, "Bu ş u n a b a ğ l ı d ı r",



n e d e n i , a l gı s a l



b i l g i n i n ayrı özell iklerle i l g i lenme­



"Bu ş u n a neden o l u r", "Bu ve şu



sidir . ... şeylerin dış ilişkileriyle;



birbirine zıttır ve iç içe geçmiştir"



oysa a k ı l c ı bilgi bütü n l üğe, şeyle­



vs. g i b i ifadeler ise şeylerin iç iliş­



rin iç ilişkilerine d o ğ r u b ü y ü k



kileriyle ilgili ifadelerdir.



a d ı m l a r a t a r , d ı ş d ü nyan ı n iç çe­



Mantıksal atomcu l u ğ u n bütün



l i ş kilerini izah eder, bu yüzden dış



mantığı, tama men d ı ş ilişkilerin



d ü n yayı bütü n l ü ğ ü içinde, bütün



mantığı olduğundan, b ü t ü n iç iliş­



yönleri arasındaki iç i l işikleri içe­



kileri d ı ş ilişki olarak ifade etme­



risinde kavra ma yeteneğine sa­



ye çal ı ş ı r. Bu d u r u m , "gerçe k l i k



h i ptir. (Mao, On Practice)



fonksiyo n l a r ı " t e o r i s i n e bakt ı ğ ı ­



Bütün b u n l a r, mantıksal atom­



m ı zda çok açık b i r ş e k i l d e görü­



c u l u k teo risi tarafı n d a n yal nızca



nür. Bu mantık, "p ise q ya d a "p



göz ardı edil mekle k a l ma m ı ş, aynı



kapsar q



z a m a nda d a redded i l miştir. Bu



ortaya koyar. Bir kapsa m ı veya



"



"



biçiminde önermeler



yüzden bu teori, mantıksal çö­



bir şeyin diğer bir şeyin koşulları­



z ü m leme kavra m ı n d a n hareketle,



n ı oluşturduğu b i r ilişkiyi ifade



şeyler arasında iç i lişkiler oldu ğ u­



eden bir önerme, yalnızca birleş­



n u ya d a ola bilece ğ i n i açı kça red­



meyi ifade eden bir önermeyle ta­



dederken, yal nızca dış i li ş k i l e r i n



mamen eşit t u t u l m u ştur.



var o l d u ğ u n u ve o l a bi leceği n i i d ­ d i a eder.



*



B i r iç i l işki, şeylerin n i te l iğ i n i n b u i l i ş kiye g i rmeleriyle k e s i n o l a ­ r a k b e l i r l e n d i ğ i ve d e ğ i şt i k l e r i t ü rden



bir i l işkidir. D i ğ e r taraf­



tan, dış i l işki, i l işkiye giren şeyle­



7



örneğin b i r çocuğa, "Elini ateşe koyarsan, canın yanar" dediğimi­ zi va rsayal ım. M a n t ı ksal atomcu­ luğa g ö re, b u n u nla a n l a t ı l m a k is­ tenen a s l ı nda ş u d u r: " H em e l i n i ateşe koyd u ğ u n, hem d e acı h i s ­



rin niteliğinde değişiklik yaratma­



setmed i ğ i n bir d u r u m yoktur." N i ­



y a n bir i l işkid ir. O halde, iç i l işki-



tekim bütün ifade ett i ğ i ş e y , yal-







örneOin



bkz. G.



E: Moore, Phi­ losophicaı Studies. 9. Bölüm, "Ex· ternaı and ın­ ternal Relati­ ons")



8



nızca bir d ı ş i l işki d u r u m u d u r. Fa-



mesine karşı ç ı kan b i r mant ı k te-



kat, a s l ında tam tersine, bir iç i l i ş­



o r i s i d ir.



kiyi ifade etmekted i r. insan el inin



3. Russell ve d i ğ e r mant ı ks a l



öyle b i r d o ğ a s ı v a rd ı r ki , normal



atom c u l a r, kendi mant ı k t ü r l e r i ­



koşu l l a r a ltında, ateşe d o k un­



nin g e l eneksel A risto mant ı ğ ın­



mak kesin l i kle acı verir. Bu ta­



dan sonra öne m l i b i r g e l i ş m e o l ­



m a men bir d ı ş i l i ş k i d e ğ i l , bir iç



d u ğ u i d d i a s ındad ı r l a r. A r i s t o ' d a



i l i ş k i d i r.



b ü t ü n öne r m e l e r in özne-yü k l e m



R u ss e l l , M oore, Wittgenstein



öne r m e l e r i ve bütün ç ı karsama­



ve onla rın takipçileri, h i ç b i r iç



l a r ı n d a k ı y a s l a ilgili o l d u ğ unu,



il işkinin v a r olamayaca ğ ı sonucu­



oysa R u s s e l l 'ın ç ö z ü m l e m e s inin,



na varır, çünkü onların mant ı ğ ı , bütün i ç i l i ş k i l e r i d ı ş i l işki lere in­ d i rger. Oysa, iç i l i ş k i lerin v a r l ı ğ ı a ç ı k s e ç i k ortadad ır, çünkü onları araştırarak keşfeder, keşfimizin doğ r u l u ğ unu da pratikte ispatla­ rız. R u s s e l l 'ın mant ı ğ ı iç i l i ş k i l e rin var o l m a d ı ğ ını kan ı t l a y a m a m ı ş, a m a iç i l i ş k i lerin v a r l ı ğ ı Russe l l ' ın mant ı ğ ının yanl ı ş l ı ğ ını k an ı t l a ­ m ı ştır. İ ç i l i ş k i l e rin keşfi, o l g u l a rın yü­ zeysel b i l g i sinden, esasını o l uş­ t u ran neden l e r l e b i r l i kte o l g u l a ­ r ı n b i r b i r l e r i y l e o l a n i l i ş kisinin a k ı l c ı ve b i l i msel b i l g i sine doğru



öne r m e l e r in ve t ü m d eng e l i m l i ç ı ka r s a m a l a r ı n b i ç i m i i l e i l g i l i çok d a h a etraflı b i r teori sund u ­ ğunu söylerler. Ari sto'nun mant ı ğ ı , öncel i k l e sınıfland ı r m a mant ı ğ ı d ı r . A s l ında b u s ı n ı rl ı l ı k , onun yaşa d ı ğ ı çağ­ d a k i b i l i min g e l i ş m i ş l i k d ü z e y i ile u y u m l u y d u . Bilim hala b ü y ü k ö l ­ çüde



s ı n ı f l and ı r m a



aşama sın­



d a y d ı . Bu yüzden A r i sto, öner­ meleri, önce özel l i k l eri şeylere a y ı ra r a k , sonra d a şeyleri özel­ l i k le rine göre sınıfland ı r a r a k ele a l d ı . R u ss e l l ' ın mant ı k s i s t e m i i s e , d a h a geni ş b i r a l anda öner­ me b i ç i m l eri sunar ki, b u n l a r i l i ş­



b i r i le r le meye i ş a ret eder. Bu



k i l e rin ve önermelerin d e ğ i ş i k



a ş i kard ı r ve bu yüzden, mantık­



b i r l e ş i k b i ç i m l e r inin ifadesini d e



s a l ato m c u l u k teorisi bütün b i l g i ­



i ç e r i r . Bu d a b i l i min A r i sto'dan



y i yüzeyse l , a l g ı s a l b i l g i d ü zeyi­



iki bin yıl sonraki g e l i ş i m d ü ze­



ne ind i rg emeye ç a l ı şan, b i l g inin



y i y l e u y u m l u d u r. B u a n l a m d a



a k ı l c ı ve b i l i m sel d üzeye i l erle-



ş ü p h e s i z , "mode rn" mantı k, eski



Anti k çağın mant ı ğ ına göre d a h a



lan a t o m i k o l g u l arın b i r a raya



i leri b i r a ş a m a y ı t e m s i l etmekte­



toplanması o l a ra k d ü ş ü n ü l mesi



d i r.



gerektiği son u c unu ç ı k a r ı rl a r.



Ne var k i , öne r m enin ve ç ı k a r­



Diğer yandan, Ari sto mant ı ğ ı ­



s a manın çok d a h a ç e ş i t l i b i ç i m ­



n ı n e n b ü y ü k y a r a r ı ve g ü c ü , d ü ­



l erini b i r b i r inden a y ı r m a k konu­



şünceyi gerçeğin b i r yan s ı m a s ı



s unda bir i l e r l e m e sağ lanı rken,



o l a r a k ele a l m as ında y a t a r. M an­



m a nt ı k s a l



ve



t ı k b u nedenle, d ü şünce y a s a l a r ı ­



önem l i yönleri ile i l g i l i h i ç b i r ge­



nın b i l i m iydi ve a k ı l c ı d üşünme­



l i şm e kayded i l m e m i ş , tam tersi­



nin y a s a l a rını- ş e y l e r a r a s ındaki



ne



bir



teorinin



gerileme



diğer



yaşanmıştır.



Aristo mantığında o l a n şeyler,



g e rç e k



b a ğ l a nt ı l a rı



sadakatle



yans ı t a b i l en d üşünceleri iz l e m e k



R u s s e l l 'ın mant ı ğ ında çok daha



y o l u y l a - d üş ü n c e l e r a r a s ın d a k i



kötü bir hale get i r i l m i ş , iyi olan­



mant ı ksal b a ğ l a r ı gösterme ça­



l a r y i t i r i l m i ştir.



b a s ı i ç e r i s ine girdi. Fakat gele­



A r i sto mantığ ının b a ş l ı c a hata­



neksel mant ı ğ ın bu o l u m l u özel l i ­



s ı , d üşünce s ü re ç l erine metafi­



ğ i , mantı k s a l atomcu l u k teo r i s in­



zik b i r k a t ı l ı k y ü k l e m e e ğ i l i m i d i r.



de t a m a men kaybo l m u ş t u r. D ı ş ı ­



Bu e ğ i l i m , Aristo'nun a rd ı l ı o rta­



m ı z d a k i d ünyayla i l g i l i b i l g i l eri



çağ S k o l a s t i k l e r i t a ra f ından d a ­



edinmenin b i r a r a c ı o l a ra k dü­



ha d a i l e ri göt ü r ü l m ü ş t ü r. S k o ­



ş ünce yasa l a r ının b i l i m i n i inşa



l a s t i k m a n t ı k , d ü n y a d a k i her ş e ­



etme ç a b a s ı , bir kenara i t i l m i ş­



y i n , s a b i t b i r sınıfl and ı r m a şema­



t i r. B unun yerine, mant ı k, gerçek



s ı içinde bazı belirli b ö l ü m lere



m a d d i s ü re ç l e r l e veya onl a r ın



uygun hale get i r i l e b i leceğini id­



d ü şünceye yans ı ma s ı y l a h i ç b i r



dia etti. Bu metaf i z i k manzara



i l g i s i o l ma yan öne rm e y le i l g i l i b i ­



alt e d i l e m e m i ş, " m od e rn" man­



ç i m l e rin inşa e d i l m es i t e m e l ine



t ı k ç ı l a r t a r a f ından d a ha d a kuv­



o t u rt u l m uştur. Bu teori, şeyler



vetlend i r i l m i ştir. " Mod ern" man­



a r a s ı n d a k i gerçek i l i ş k i l e r i göz



t ı k ç ı lar, d ünyanın, her biri bazı



ardı ederek, öner m e l e rin b i ç i m­



sa bit ve b e l i r l i ö z e l l i klere s a h i p



leri a rasındaki bağ l ı l ı k- b a ğ ı m sız­



v e y a d i ğ e r ş e y l e r l e b a z ı sabit ve



l ı k, e ş i t l i k-eşit s i z l i k, k a p s a m - k a p ­



b e l i r l i i l i ş k i l e r i çe r is inde olan, sa­



s a m az l ı k ş e k l in d e k i m a n t ı k s a l



b i t ve b e l i r l i şey i ç inde vücut bu-



i l i ş k i leri inşa e tm e k le meşg u l o l -



9



111 10



d u . Böy l e b i r m a n t ı k, b a ğ ı n t ı sız



rerek



ve a ç ı k l a n a maz " o l g u " l a r ı n y a l ­



maktır.



m a n t ı k teoris i n i b u l a n d ı r-



n ızca b i r t o p l a m ı o l d u ğ u n u i l a n



Mantıksal atomculuğun gele­



e t t i ğ i d ı ş dünya m ız d a k i bütün



n e k s e l m a nt ı k üze r i n e k a y d e t t i ­



a k ı l c ı düzen ve bağı o r t a d a n k a l ­



ğini iddia ettiği gelişmeleri red­



d ı r ma k t a d ı r.



d e t m e m iz, yeni l i kl e r öne sürerek



Geleneksel m a n t ı k l a k a r ş ı l a ş t ı ­



a s l ı nd a e s k i y e o l a n b a ğ l ı l ı ğ ı n ı



r ı l d ı ğ ı nd a , m a n t ı k s a l atomc u l u k



maskeleyen m a n t ı k karşısında



k e n d i n i , a n c a k v e sadece sübjek­



m u hafazakar b i r t u t u m a l d ı ğ ı m ız



t i f idealizmin modern t e o r i l e r i ­



a n l a m ı na g e l m ez. M a n t ı kt a , ge­



n i n b i r ü r ü n ü ve a r a c ı o l a ra k o r ­



leneksel m a n t ı ğ ı n dar, m e t a f i z i k



t a y a k o y m a k ta d ı r. Sübjektif ide­



y a k l a ş ı m ı n y e r i n i , kesi n l i k l e y e n i



a l izme göre , d u y u l a r l a e l d e e d i ­



ve d i y a l e k t i k b i r y a k l a ş ı m a l m a l ı ­



l e n v e r i l e r d e n ve "deneyi m " i n



d ı r . A s l ı n d a , m a n t ı k b i l i m i nd e ih­



yalıt ı k " o l g u la r ı n " d a n b a ş k a h i ç ­



tiyaç d u y u l a n i le r l e m e n i n t e me l i ,



b i r ş e y v a r o l a maz. Şeyler ara­



m a n t ı ks a l a t o m c u l a r s a h n e ye



sındaki gerçek ve a k ı l c ı bağ l a n t ı ­



ç ı k ma d a n b i r süre önce, H e g e l



l a r ı içeren o bj e k t i f m a d d i dünya,



tarafından



o rtaya



konmuştu.



tamamen b i r i c a t , m a n t ı ks a l bir



O n l a r ı n H e g e l ' e karşı a l d ı k la r ı t u ­



k u r g u d u r. M a n t ı k s a l a t o m c u l u ­



t u m , t a m a m e n g ö r m ezden gel­



ğ u n m a n t ı ğ ı , bu görüşün



kesin



meye dayalı s ı n ı r t a n ı maz b i r kü­



o l a r a k ifade e d i l me s i i ç i n son de­



çümseme ö r n e ğ i d i r. Bu aynı za­



rece i y i t a s a r l a n m ı ş b i r a r aç t ı r.



manda, yoz l a ş m ı ş ve b i l i m k a r ş ı ­



Berkeley ve H u me z a m a n ı n d a n



t ı b a k ı ş a ç ı l a r ı n ı n d a b i r göste r­



g e l e n ve sübj e k t i f i d e a l i z m i n t e ­



ges i d i r.



o r i l e r i n d e a ç ı kça i f a d e e d i l m e­ yen m a n t ı ğ ı a ç ı ğ a ç ı ka r m a k t a ,



H egel ' i n büyük eseri



,



Mantık



Bilimi (Science of L ogic ) s ı ra s ı y ­



gözler ö n ü n e sermektedir. Böyle



l a " O bj e k t i f M a n t ı k"ve "Sübjek­



y a p a r a k , m a n t ı ğ a müke m m e l b i r



tif Mantık"olarak adlandırdığı iki



ş e k i l d e u y a n b i r teo r i y i , sübj e k t i f



bölüme a y r ı l m ı ş t ı r . İ l k bölüm d e



i d e a l i z m i h a k e t t i ğ i y e r e o t u rt­



i k i a y r ı b ö l ü m e a y r ı l m ı ş t ı r: " V a r­



t u k l a r ı n ı iddia e d i y o r l a r. O y s a



l ı k Ö ğ r e t i s i " ve "Öz



a s ı l o l a ra k y a p t ı k l a r ı , sübj e k t if



H e g e l ' i n m a n t ı ğ ı nd a k i , g e ç i ş i n



i d e a l i z m i n s a f s a ta l a r ı n ı öne sü-



b i r noktadan b i r s o n r a k i n e o l d u-



Ö ğ ret i s i " .



ğu s o n u c u n a v a r dı ğ ı y a pay h a re-



a ş a m a l a rı ile birlikte ele a l ı n m a -



ket tarzıy l a ortaya ç ı k a n - R u s s e l l



s ı gerektiği fikri d i r, böylece ger­



ve a r k a d a ş l a r ı n ı n çoğu z a m a n



çeğ i n bilgis ine çok d a ha i l e ri b i r



yakınmış olduğu- k a r ı ş ı k l ı k ve



düzeyde y a k l a ş ı l a c a kt ı r. H e g e l



b e l i r s i z l i k l e r, H e g e l ' i n y az d ı ğ ı



b u yüzden " S ü bj e k t i f M a n t ı k"ta



h e rşeyde ifadesini b u l a n "obj ek­



m u h a ke m e n i n biçim ve içeriğ i ­



tif idealiz m " i n b e l i rsiz ve yapay



n i n k a rş ı l ı k l ı n a s ı l geliştiğini gös­



s i ste m i n i n bir ü r ü n ü d ü r . Fakat



termeye ç a l ı ş ı rken, " V a r l ı k Öğ­



M a rx d a h a sonra, Hegel'in i de­



retisi"nde şeylerin d ı ş öze l l i kle­



a l ist tuza k l a rı n d a n - objektif i de­



r i n i ve bağ l a r ı n ı , "Öz Ö ğ r e t i ­



a l i s t sistem ve H e g e l 'in b u n u di­



s i "nde



l e g e t i r m e k i ç i n benimsed i ğ i ga­



öze l l i k l er i n i ve iç b a ğ l a n t ı l a r ı n ı



ise şeylerin öze i l i ş k i n



rip dil ve j a r g o n d a n - k u r t u l a rak,



e l e a l ı r. Bu yolla Hegel , d ü ş ü n­



onun bilime katkı sunmasının



c e n i n gerçeğin y a n s ı m a s ı o l d u­



m ü m k ü n o l d u ğ u n u göstermiştir.



ğ u n u ifade eden o l u m l u d ü ş ü n­



B u y a p ı l d ı ğ ı n d a , ş u açı kça görü­



ceyi koruyarak, geleneksel m a n ­



l ü r: H e g e l 'in m a n t ı k a ç ı s ı n d a n



t ı ğ ı n m etafizi k y a k l a ş ı m ı n ı b ü t ü ­



g e t i r d iği e n t e m e l yeni lik, m a n t ı k



nüyle t e r k et miştir.



teo r i s i n i n , d ü ş ü n c e n i n g e l i ş i m



11



12



L A D İ S L A U S RU D A S



.. M ADDE YOK OLDU" Doğa Bilimlerinde Madde Sorunu üzerine



Kaynak: "Unter dem Banner des Marximus - Marksizmin Sanca�ı Altında" Yıl 1929, Sayı 4



Çeviren: Mehmet Çallı



r u n l a r ı n çözümünü -en hafif de­ y i m i y l e- " k e s i n o l m a y a n " so­



Bir yanda Ei nstei n ' ı n Relativi­



n u ç l a r üreten ve doğa b i l i m leri­



te Teorisi, diğer yanda Ruther­



ni m i st isizme dönüştüren ara­



ford ve Niels Bohr' u n Atom Te­



yışlara yön l e n d i recek. Rölativi­



orisi i l e , Planck'ın, fizi ğ i n bütün



te Teo r i s i ' n i n Weyl ve E d d i n g ­



a l a n l a rında s u n d u ğ u ve devrim



t o n t a r a f ı n d a n gelişt i r i l m e s i ,



yaratacak nitelikteki olanakları



Atom Teori s i ' n i n Heisenberg ta­



henüz tümüyle göremediğimiz



r a f ı n d a n d ö nüştürü l m e s i , ka­



Ku a n tu m Teorisi, "kesin" doğa



ramsa r l ı ğ a ve şüphec iliğe götü­



bi l i m i n i a n iden çok sayıda so­



ren spekülasyonlara m a lzeme



r u n l a karşı karşıya getird i ve bu



yapıl ıyor. Bu d u r u m u n , idealist



soru n l a r ı n günümüzde çözül­



sonuçlar çıkarmak üzere "konu­



mesi zor görünüyor. Bu d u ru m ,



sunun uzmanı" f i l ozoflar tara­



bazı d o ğ a b i l i mc i le r i n i n k e n d i



fından k u l l a n ı l ması, doğa b i l i m­



b i l i m a l a nları ndan şüphe d uy­



c i l e r i n i n onlara bu konuda ken­



m a l a r ı n a yol açıyor. S a ğ l ı k l ı bir



di elleriyle m a lzeme s u n d u ğ u



tepki göste r i l memesi, o n l a rı so-



gerçeği kadar ş a ş ı r t ı c ı değil.



·



Asl ında bu da, i l k ba kışta görül­



yor. Böylece burj uvazi, yani onun



düğü kadar şaşırtıcı değil. Öze l l ik­



ideolog ları, mistisizmin ve d inin



l e devrimci dönüşümlerin yaşan­



kuca ğına sürükleniyor. Bu genel



dığı



d u ru m u n



düşünce orta m ı , doğa b i l i m c ileri­



f a r k l ı o l m a s ı beklenemez. Burada



ni de etkiliyor; onların spekülas­



kastett i ğ i m i z sadece ve esas ola­



yonları genel e ğ i l i m i güçlendi r i ­



rak, doğa b i l i m leri a l anında yaşa­



yor v e döngü böylece tamam l anı­



d öne m l e rde b u



nan devri m l e r değil. Daha z iyade,



yor. Şüphec i l iğe yol açan bir ge­



toplu msal a l anda sağ lanan dev­



nel sızlanma ortamı oluşuyor: As­



rimci dönüşümleri kastediyorum.



l ında hiçbir şey gerçekten mev­



Ayrınt ılarına gi rmeden şunu be­



cut d e ğ i l d ir; bütün dünya, kötü



l i rtmekle yetinel i m : Her iki alan­



bi r rüyadan ibaretti r ve ateşi yük­



d a k i dönüşümler aynı anda ger­



selmiş bir hastanın hayal ürünü­



çekleşiyor ve bu eşzaman l ı l ı k, bi­



dür ve bu ateşli hasta da, B E N ' i m .



l i m ler tarihinin d e kanıtladığı g ibi



Geçmişte ka l m ı ş ne kadar karma­



rast l antı deği l . Çünkü, toplumsa/­



şık sistem va rsa, bugün onların



geleneksel düşüncelerin y ı k ı l ma­



bıraktığı yerden yeniden başlan­



s ı , geleneksel bilimsel düşüncele­



mak isteniyor. İşte size bir kaç ör­



ri y ı k m a k için gereksin i m duyulan



nek: Leibniz'in monad ının d i rilişi



cesarete psi koloj i k zemin hazırlar



kutlanıyor. "Uzayın içinde o l ma­



ve bu etkileşim karşılıklı olarak



m asına rağ men uzayı dolduran



birbirini güçlend i r i r. Uzay ve za­



şey"



man, madde ve nedensel l i k, evre­



Sc he lling ile "zaman ve uzay d ı ­



düşünce s i n i



ileri



süren



nin yapısı ve büyüklüğü gibi bü­



şında d u ran elektron" teorisinin



tün geleneksel kavra m l a r, kısaca­



sah ibi Weyl, ölüler d i ya rından çı­



sı, doğa b i l i mlerinin yüzyıllardır



karılıp bugün yeniden d i r i l t i l meye



kul landığı ve sarsılması olanak­



ç a l ı ş ı lıyor. Berkeley bir kez daha,



s ı z m ı ş gibi görünen bütün temel



"çöldeki



kavramlar, bugün adeta yerle bir



göklere ç ı ka r ı l ıyor. Dünyanın dü­



e d i l iyor; onla rın yerini anl a ş ı l maz



şünce m addesinde eriyip yittiğini



ve bel i rsiz kavra m l a r a l ı yor. öte



söyleyen Eddington, yeniden pi­



yandan evrenin yazg ı s ının belir­



yasaya sürülüyor.



s i z olduğuna inanan fizikçiler gibi,



yol



gösterici"



olarak



Burada fizik teorilerine ve bun­



egemenli ğ i sa l lant ı d a o l an burju­



ların doğruluğ una veya yanl ışlığı­



vazi de, nası l sonuçlanacağ ını bi l­



na gi rmeden, ( k a l d ı ki; bu teorile­



mediği felaketlere doğru yol a l ı-



rin çoğunluğu henüz geliştirilme-



13



14



l e r i n i n başlangıç a ş a m a s ı n d a d ı r



da o l d u ğ u g i b i değil, s p e s i f i k tarz-



ve bu yüzden fizikçiler de, bu te­



da yansıtırlar. Ancak biz dünyayı



oriler hakkında o l u m l u bir şeyler



sadece d u y u m l a rı m ı z l a a l g ı laya­



söyleye m e mekted i r ) f i z i k ç i l e r i n



b i l d i ğ i m i z için, bu onu olduğu g i b i ,



ve o n l a r ı n idealist tercü m a n ları­



yani objektif değil, sadece sübjek­



nın bu teorilerden ç ı kardığı felse­



tif a l g ı l a d ı ğ ı m ı z a n l a m ı n a gelir.



fi sonuçları tanıtmak i stiyoruz.



E l bette duyumlarımızla, bu du­ y u m l a r ı n bize aktard ı ğ ı dünyada­



1.



Fizyolojik idealizmin dirilişi



k i d ı ş olaylar arasında n iteliksel



Madde ve matery ali z m e karşı



b i r fark vardır. Ç ı pl a k gözle algıla­



s a l d ı r ı n ı n a ç ı l ı şı n ı , "Fizyoloj i k ide­



d ı ğ ı m ı z ı ş ı k i le, bu ı ş ı ğ ı n denk düş­



a l i z m " y a pıyor. " F izyoloj i k İ de­



tüğü eterdeki e l e ktro m a n y e t i k



a l izm", eski bir t a n ı d ı kt ı r. " S pesi­



titreş i m l e r arasında, e lbette n ite­



f i k duyum enerj i le r i " yasası n ı n



lik farkı vard ı r. Molekü l l e r i n hare­



keşfiyle bağlantı k u ra r v e teme­



ketini havadaki ısı olarak, hava­



l i n d e, d u y u o rg a n l a r ı n ı n , n a s ı l



daki titreşimleri d e ses olarak a l ­



u y a r ı l ı rsa u y a r ı l s ı n , h e r z a m a n



g ı larız ve b u n l a r a ra s ı n d a n i t e l i k



a y n ı spesifik tepkiyi göstereceği



a ç ı s ı n d a n f a r k vard ır. H i ç b i r m a ­



düşüncesi vard ı r. Buna göre ör­



terya l ist, doğan ı n kend i s i n i n de



neğ i n göz s i n i ri ister elektrik, is­



ı ş ı k, ses ve ısıyı algtlayacağını id­



ter basınç, isterse de bir başka



d i a etmeyecektir; onları a l g ı l a ­



a ra ç l a uyarı l s ı n, hep ı ş ı ğa duyarlı­



y a n , sadece d o ğ a n ı n c a n l ı bölüm­



l ı k tepkisini verecektir. F izyolog



leridir.



Johannes Müller tarafından keş­



"Fizyoloj i k İ d e a l i z m " i n en son



fedilmesinden bu yana söz konu­



biçimi, soru n u n bu yönüne sıkı sı­



su yasa n ı n geçerl i l i ğ i giderek ar­



kı sarılarak, bundan şu sonuçları



tan oranda s ı n ı r l a n d ı r ı l m ı ş olsa



ç ı ka rıyor:



da; bu d u ru m , düny a n ı n a l g ı lana­



" ( D u y u orga n l a r ı m ı z ı n a l g ı l a ­



m a z l ı ğ ı n a gerekçe y a p ı l m a s ı n ı n



d ı kl a r ı y l a o n l a r ı n d ı ş u y a r ı c ı l a r ı



önünde engel olarak görül mez.



a rası ndaki) A l ı ş ı l m ı ş i l i ş kiye ör­



Plehanov ve Len i n de bu yasayla



nek o larak; rengin b i l i nen a l g ı l a n ­



i l g i l e n m i ş l e r d i r.



ması ve o n u n b i l i mdeki karş ı l ı ğ ı



Bu



"Fizyolojik



İ d e a l i z m " i n ö n e sürdüğü gerek­



o l a n f a r k l ı e lektroma nyet i k d a l g a



çenin a ğ ı r l ı ğ ı şurada yatar: Eğer



b o y l a r ı göster i l i r. B u r a d a , o l u ş a n



d u y u m l a rımız, dış uyarılara spesi­



manevi d u y u m i l e ona temel o l a n



f i k özell i kleri doğrultusunda tepki



fiziksel kayna k a r a s ı n d a b i r ben­



verebi lecek du r um d a ise, dünyayı



zerl i k söz konusu değ i l d ir. R e n g i n



sembolik karş ı l ı ğ ı n d a n bekleyebi-



etkenler, elektromanyetik dalga-



leceği miz tek şey, (sembolik) bir



l a r- sembollerdir, d i ğ e r b i r deyiş­



sinirin kapısını a ralayabilmek, ya­



le b i l i n c i m izin " d ı ş d ünyaya" izdü­



n i onu harekete geçirebilmek için,



şümleridir.



b i r kapı kolu olma görevini üst­



Modern bir d iyalektik materya­



l e n me s i d i r. F izyolog, s i n i r i n me­



l ist, her i k i gerçeği de kabul ede­



kanizması n ı , beyine kadar izleye­



cek, "fazla sald ırgan bir ma terya­



b i l i r. Ancak o noktada bir boşluk



l izm i" (Ed d i ngton, öne sürdüğü



ortaya çıkar ve bugün hiç ki mse,



gerekçelerini böyle değerlendiri­



bu boşluğu d o l d u r m a k için a d ı m



yor) çürüten değil, onu doğrula­



a t m ı yor. Fizi ksel d ü nyanın etkile­



yan veriler olarak görecekti r.



r i n i n geçtiği yolu, b i l i n c i n kapısı­ na kadar sembolik olarak izleye­



Tartışmaya,



ikinci



noktadan



başlayal ı m:



b i l i yoruz. Bu etk i l e r kapıyı çal ıyor



D ı ş etkenler, yani belli b i r dal­



ve sonra uzaklaşıyor." (A.S.Ed­



gaboyuna sahip elektromanyetik



d ington: Fiziksel D ü n y a n ı n Doğa­



dalgalar,



sı, İ n g i l izce baskı, S. 88 ve 89. Al­



ç a rparak göz s i n i r i n i u y a r ı r. B u



tını ben çizd i m . L . R.) G ö r ü l d ü ğ ü gibi, k a n ı t l a m a ça­



gözü n



ağtabakasına



noktadan itibaren saf fiziksel s ü ­ reç sona erer ve f a r k l ı b i r s ü reç,



b a l a r ı n ı n dayan d ı r ı l d ı ğ ı başlıca iki



yani fizyolojik sü reç b a ş l a r. Bu e l ­



nokta var:



bette b i r sıçramadır, ancak b u ra­



1. Algılarımız ile o n lara kaynak­



d a bir boşluk doğ maz. (Edding­



lık eden dış u y a r ı l a r n i t e l i ksel açı­



ton'un boşluğu bu noktada gör­



d a n fark l ı d ı r.



m e d i ğ i n i ben de b il i yorum. Ancak



2. Bu i k i s i a r a s ı n d a , yaza r ı n



bana göre, sıçrama b u noktada



"kimsenin d o l d u r m a k i ç i n a d ı m



ortaya ç ı kar.) Eğer i l le d e bir boş­



a t m a d ı ğ ı boşluk" o l a r a k t a n ı m la­



luktan söz etmek gerekiyorsa, or­



dığı b i r sıçrama vard ı r.



taya çıkan fizyoloj ik s ü reci n he­



Bu i k i "gerçekten" ç ı k a r ı l a n so­



nüz tü müyle ayd ı n l a t ı l m a m ı ş ol­



nuç i se, solipsizm d i r: Her şey, be­



m a s ı a n l a m ı nda bir bilgi boşlu­



n i m hay a l i m i n , d o l aysız o l a ra k



ğ u ndan söz etmek m ü m k ü ndür.



e m i n o l d uğu m a l g ı l a r ı m ı n ürünü­



Ancak b u , "Fizyoloj i k İ d e a l i st­



d ü r. B u n u n d ı ş ı ndaki h e r şey - ya­



ler"in iddialarının tersine, " ki mse­



ni s i n i rl e r i n kendi l e r i de d a h i l ol­



nin d o l d u rmak i ç i n a d ı m atmadı­



m a k üzere, reng i n k a r ş ı l ı ğ ı , diğer



ğ ı " b i r boşluk deği l d i r. Tersine,



b i r deyişle a l g ı l a ra yol açan d ı ş



duyu organlarını inceleyen fizyo-



• 15



16



loj i , şü phesiz hergün b i raz d a h a



şünce, " m a d d i o l m ayan " d ı r ve



aydın l a t ı l makta olan ve farklı bi­



s ı ç ra m a ,



sadece " ma d d e " i l e



lim d a l l arında henüz çözü leme­



"maddi o l m ayan" a rasında ger­



m i ş d i ğ e r sorunlar g i b i, bu sorunu



çekleşe b i l ir. Ve böylesi b i r sıçra­



çözmek için bıkmadan çalışmak­



mayı d a s ı ç ra m a o l a r a k d e ğ i l ,



t a d ı r. Sıçramanın kend isi, b i r boş­



boşluk, yani aradaki bağlantının



luk değildir. Sıçrama, maddenin



kopa r ı l ması ile ortaya çıkarılmış



farklı biçim lerde ( b i z i m örneği­



uçurum olarak kabul eder. Ona gö­



mizdeki eter ve göz siniri) var



re bu uçurum, ancak ya "maddi ol­



o l a b i l eceğ ini söyleyen doğanın



mayan"ın, yani d üşüncenin, mad­



genel diyalektiğindeki özel bir du­



deye ve onun hareketine indirgen­



rumdur. Bu farklı v a r l ı k biçimleri,



mesi, ya da tersi durumunda, yani



belirli k u r a l l a r bütünlüğüne tabi­



maddenin d üşünce içinde eritile­



d i r ve geçişler diyalektik olarak,



bilmesi d u r u m unda ortadan kalka­



yani sıçrama şeklinde ortaya çı­



caktır. Materyal i stin birinci olasılı­



kar. Burada incelediğimiz d u ru m ­



ğ ı kabullenmesi mümkün değildir.



d a " s ı ç r a m a " hang i anlam a g e l i ­



Çünkü Engels de şöyle der:



yor? E t e r ve sinir, farklı nitelikle­



"Dü şünmeyi e l bette, deneysel



re sahiptir. Ç ünkü a.ynı m a d denin



o l a r a k beyindeki m o l e k ü l e r ve



farklı varl ı k tarzlarını, b i ç i m lerini



ki myasal ha reketlere ' indi rgeye­



ve örgütlenme aşamala rını taşır­



ceğ i z ' . Anc a k bu, d ü ş ünmenin



l a r ve farklı özel l i kler, bu yüzden



özünün t ü m üyle çöz ü l d ü ğ ü anla­



sıçramalı olarak oluşmuştur. Di­



mına gelir m i?" (Diyalektik ve Do­



ğer bir deyişle; sıçrama, lerin i d d i a ettikleri gibi



-



-



idealist­



ğa Bilimi, M arx-Engels Arşivi, C. i l ,



göz sini­



s. 28)



ri ile algılama arasında değil, dış



İ d e a l i st l e r, m a t e ry a l i s t l e rden



uyarıcı (eterdeki titre ş i m ) ile sinir



olana ksız olanı bekleyerek, özü­



arasındadır.



nün "tümüyle çözülmesi m üm kün



Gerçekten de, bütün i d e a l istler gibi fizyoloj i k idealist de, atmos­



olmayan"ı istiyor. Bu talebi yeri­ ne



get i r i l mey ince



de,



"uçu­



fer ile göz siniri a rasında bir sıç­



r u m " d an s ö z ed iyor. " F i z i k s e l



rama, bir boşluk görmez; çünkü



d ünyanın e t k i l e r inin", yani d ı ş



ona göre her ikisi de " madde",



uyarının ve g ö z sinirinin, " b i l incin



"dış etkend i r". Ona göre sıçrama;



kapı sına kadar g e l d i ğ ini, k a p ı y ı



bu ikisi i l e algılama, d ü ş ünce ara­



çaldı ktan sonra d a u z a k l aştığ ını



sında d ı r. Ç ünkü a l g ılama ve dü-



s ö y l ü y o r l a r " d i yerek, materya-



l i s t l e rle aklı s ı r a a l a y e d i y o r .



n a s ı l t a n ı mlayacağ ız? Protonu



" U ç u ru m " d iye ç ı ğ ı rt k a nlı k yapar­



n a s ı l t a n ı m layacağ ız? Y a pabile­



ken, m a t e ry a l i s t l e r k a d a r kafa



ceğimiz tek şey, tamamen c a h i l



yormadan, maddi olanı düşünsel



o l d u ğ u m uzu iti raf etmek ve bu



olana indirgiyor. M a t e r y a l i s t l e r



temel tözlerin sayısını asgariye



k a d a r tereddüt göstermeden, bu



i n d i rgeyerek, g ö r ü n ü şte o n l a r ı



uçurumu kapatt ı ğ ı n ı ileri sü rüyor.



beti m l e yen öze l l iklerle, birbirine



Oysa d u r u m hiç d e öyle değil!



bağlayan i l iş k i leri t a n ı m l a maya



Ç ü n k ü " m a d d i o l a n " ı n d ü ş ü ncede



ç a l ı ş m a k t ı r . " ( D ' A bro;



eriti l mesi, d ü şü n m e n i n maddesel



D ü ş ü n m e n i n Gel i ş i m i , İ n g ilizce



olana " i n d i rgenmesinden" bin kat



Baskı, S. 270)



Bilimsel



d a h a "karmaşık" ve a n l a ş ı l maz­



Maddenin öze l likleri ve i l i ş k i le­



d ı r. K a l d ı ki bu; Engels'in dediği



ri, i d e a l i ste yetmiyor: İdealist ya



g i b i, d ü ş ü ncenin özü n ü açığa çı­



d ü ş ü nc e n i n maddeye i n d i rgen­



karmaya yetmeyecek olsa b i le,



m e s i n i ( b u n u y a p m a m ız d u ru­



h a k l ı bir b i l i msel görevdi r.



m u n d a h a k l ı olarak bize g ü lecek­



İ dealist el bette, bundan daha



tir), ya d a maddenin d ü ş ü nce için­



farklı bir açıklama getirmek isti­



d e eritilmesini (bu d u ru m d a da,



yor. Bir şeyin öze l l i k lerinin, h a re­



sorun sadece onun a ç ı s ı n d a n çö­



ket biçimlerinin, başka şeylerle



zülecektir) istiyo r. K u s u r a bak­



ka rşı l ı klı et k i leşim i n i n ortaya çı­



m a s ı n ama, bu ricas ı n ı yerine ge­



k a r ı l m a s ı n ı yete r l i b u l m u yor. İşin



t i re m eyeceğ iz.



"özü nün" ortaya ç ı k a r ı l m a s ı n ı ta­



o l a r a k bizim açı mızdan, yukarıda



lep ediyor. İ de a l i st yöneli m l i b i r



sırala d ı ğ ı m ız "küçük ayrınt ı l a r ı "



f i z i k ç i olan d ' Abro ş ö y l e d i yor:



b i l mek yete rlid ir:



M at e r y a l i stler



" Ç e k i m kuvvet i n i n , m a d d e n i n



"Bu karş ı l ı k l ı etkileş i m i n b i l g i ­



b i r öze l l i ğ i o l d u ğ u n u ya da, m a d ­



s i nden d a h a g e r i y e g i d e m eyiz;



d e n i n yanı b a ş ı n d a k i uzay-zama­



çünkü daha gerisinde bilinecek



n ı n bir öze l l i ğ i old u ğ u n u söyle­



bir şey yoktur. Maddenin h a reket



m e k le, tat l ı l ığ ı n , şekerin b i r öze l l i ­



b i ç i m l e r i n i teşhis edebi l d i ğ i mizde



ğ i o l d u ğ u n u söylemek aynı şey-



(doğa b i l i m i n i n varol d u ğ u süre



d i r.



moleküllerin,



g ö z önünde tutulduğunda, bu ko-



atomların, elektron l a r ı n , proton­



nuda h e n üz çok eksi ğ i n o l d u ğ u



Maddenin;



l a r ı n ortaya çıkardığı bir madde­



görülecekti r), maddeyi d e teşhis



nin h a l i olduğunu söylersek, buna



edebi l miş oluruz ve bilgi böylece



ne karş ı l ı k verilecek? Elektronu



t a m a m l a n m ı ş o l u r." ( D i y a l e k t i k



17



18



ve Doğa B i l i m i, Marx-Engels Arşi-



ş ı k b i r tarzda karş ı l ı k l ı olarak bir-



vi, C. il, S. 26)



birini etkilemekte.



B u r a d a k i son c ü m l e , e l bette göz s i n i r i n i n araşt ı r ı l m a s ı bağla­



H . Weyl, atom teoris i n i n son d u r u m u n u şöyle a ç ı k l ı yor:



mında da geçerlidir. Göz s i n i r i n i n



"Deneysel gerçekl e r i n ortaya



ve b i r b ü t ü n olarak c a n l ı madde­



çıkardığı ve N i e l s Bohr tara f ı n d a n



n i n öze l l i k l er i n i , u yd u ğ u yasa l a r



pa rlak b i r ş e k i l d e doğrul u ğ u k a ­



b ü t ü n l ü ğ ü n ü henüz ç o k e k s i k ta­



nıtlanan tabloda, güneşin etrafın­



n ıyoruz. Ancak adım adım daha



da dönen gezegenler gibi, artı



iyi tan ıyacağız ve kendimizi k u ş­



yüklü atom ç e k i rdeğ i n i n etrafın­



kucu b i r felsefeni n kucağına bı­



da eksi yüklü elektro n l a r ı n dön­



ra k ma mız, henüz açıklayamadığı­



düğünü görüyoruz. Değişik kim­



mız her şeyi " mevcut deği l " ola­



yasal elementlerin farkı, b u elekt­



rak ilan etmemiz için en küçük bir



ronların sayısındaki farktan kay­



neden b i l e yok.



nakla n ıyor. Elementler doğru sı­



2. A l l a n ı p pullanmış b i r eski: En



ralandığında, elektron say ı s ı n ı n



son b u l u ş l a r o l a ra k b i l i nemezc i l i k



d a i m a b i r arttığı görül üyor. Elekt­ ron u n ya n ı sıra, h id rojen i n çekir­



ve s o l i psizm " Fizyoloj i k



İ d ea l iz m " ,



b i l i ne­



d e ğ i n i n , yani proto n u n , tek temel



mezci l i k ve ş ü p h e l i c i ğ i n vaaz e d i l ­



yapıtaşı o l d u ğ u görül üyor. B i r x



d i ğ i biçi mlerden b iri s i d ir. A n c a k



parçacığ ı n ı n ( H e l y u m çekirdeği)



fizi kte yaşanan s o n d e v r i m , el bet­



bölünmesi gibi radyoaktif olaylar­



te fizyoloj i n i n eski m i ş teorisinden



da, elementin ken d i l i ğ i nden, iki



d a h a g e n i ş b i r temel s u n u yor. An­



sayı daha düşük atom n u marası­



cak b u rada d a d ikkati çeken, b i r



na sahip başka b i r e l emente geçiş



tek yeni gerekçe n i n bile getiril­



yaptığını görüyoruz. Ruthe rford,



m e m i ş o l m a s ı d ı r. B u rada d a kar­



yeryüzü koşullarında daya n ı k l ı l ığ ı



şımıza ç ı karılan, eskin i n a l l a n ı p



aza l a n radyoaktif maddelerden



p u l lanarak s u n u l m u ş h a l i d ir.



daha d ü ş ü k b i r atom n u ma r a s ı n a



B i l i n d i ğ i gibi modern atom te­



sa h i p azot g i b i elementleri, a l fa



orisi, uzun süre bölünemez ve



p a rça c ı k l a r ı y l a



maddenin en küçük hali olara k



tabi tutarak, atomu n yapay bö­



bombard ımana



görülen a t o m u , artı ve e k s i elekt­



l ü n me s i n i sağladı Aston, atom çe­



rik y ü k l ü , p r o t o n v e e l e k t r o n



kirdeklerinin kütlesinin, h i d rojen



a d ı ndaki elama nter parçacıklar­



çeki rdeğ i n i n kütlesinin tamsayı­



dan oluşan karmaşık bir sisteme



sal katlarına eşit o l d u ğ u n u ortaya



böldü. Bu parçac ı kl a r, çok karma-



ç ı kardı. Maddi dünyanın sonsuz



sayıdaki ve aynı yapılanma nite-



herhangi bir bilgiye s a h i p olma-



tiklerini taşıyan iki birimden oluş­



m ı z mümkün o l m a y a n b a z ı olay­



ması, evrenin doğasının en temel



lar var. Bir elektronun içinde ya­



ve yanı sıra en derin yorumu ge­



şanan hiçbir olay, d ı ş ı n d a k i böyle­



rek tiren özelliklerindendir. ( H .



s i bir olayla aynı anda mevcut



Weyl, Matematiği n ve Doğabilimi­



olamaz ... İçeride yaşanan ne o l u r­



nin Felsefesi, S. 141)



sa o l s u n, evrenin geri k a l a n bö­



Atom teorisini n bu şekilde kav­



lümleri açısından hiçbir a n l a m ta­



ra n m a s ı , özel l i k l e d e " i ki b i r i m i n "



ş ı m a z ve gerçekte de, d ı şa r ı d a



dünya n ı n en s o n ö z d e ş i k i yapıta­



gerçekleşen olayların yaşa n d ı ğ ı



ş ı olduğu a nlay ı ş ı bugün a r t ı k



'dünya' ile özdeş 'dünya'da değil­



a ş ı l mıştır. A n c a k b u r a d a a çı k la­



dir. Ancak fiziksel dünya, neden­



nan, atom u n y a p ı s ı n a ilişkin var­



sel bağlantı lara sahi ptir ve bir



sayımda, çözüme henüz çok uzak



masal o l a rak k a l m a k istem i yorsa,



olan, işte bu yüzden de aceleci



öyle o l m a k zoru n d a d ı r. Çünkü bu­



sonuçlar ç ı karmaya yol açan zor­



rada ç ı k a r d ı ğ ı m ı z bütün sonuçlar,



l u klar vard ı r. Söz konusu zorluk­



n e d e n se l l i k yasa l ar ı n a d a y a n ı r.



l a r ı sosyal orta m ı n etkileriyle



Bu yüzden, nedens e l l i k i l işkisi n­



a ç ı k l ayabilmek mümkündür.



den yal ı t ı l m ı ş herhangi bi r olayı,



Bu zor l u k l a rd a n bi risi , görünüş­



fiziğe dahil edemeyiz. Nedensel



te elektro n l a r ı n, fiziksel süreçle­



olarak yalıtı l m ı ş herha ngi bir şe­



r i n ne d ı ş a r ı d a n içeriye, ne de ter­



yin o la mayacağ ı n ı iddia etmemiz



si yönde geçişine izin veren, bir



için bir neden yok; ancak ' neden­



a n lam d a k a p a l ı y a p ı l a r oluşturu­



sel o larak y a l ı t ı l m ı ş bu ve ş u olay



yor o l m a l arıdır. Bu kapalı yapılar,



vardır' i d d i a s ı n ı ileri sürebi l me­



hiç bi rşeyi n kaçmasına izin ver­



miz i ç i n de bir neden yok. Fiziksel



meyen hapishane gibid ir. Bu d u ­



dünya, a l g ı l a m a n ı n içeri kleriyle



r u m , bir k e z daha maddenin "or­



nedensel bağ l a n t ı l a r ı o l a n bir



t a d a n yok o l d u ğ u " düşüncesi n i n



dünyad ı r ve bu bağlantılara sahip



i l e ri sürül mesine v e s i l e yapıldı.



olmayan her şey, fiziğin dışında­



Bu gerçeğe tercüm a n l ı k eden, İn­



d ı r. Demek ki; elektro n u n i çerisin­



giliz filozof Betrand R ussell'a ku­



de yaşanan herhangi bir o l a y var­



l a k verelim:



sa, bu olay fizi k dünya s ı n ı n d ı ş ı n­



" R utherford tipi bir elektronu



dadır. Görüldüğü kadarıyla bura­



a l a l ı m . Ona göre, bu elektronun



dan şu sonuç ç ı ka rılabi l i r: Eğer



sadece içinde, ancak h a k k ı n d a



elektron dünyada bir yer tutacak-



19



20



sa; bu ancak ya bir nokta, ya da



yürütül m e m e s i gerektiğ ini söy-



bir kovuk olabi l ir. Ancak buradaki



lerd ik. Çünkü itiraf edeyim ki; iyi



birinci varsayım, fizik açısından



bir burjuva e ğ i t i m i a l mış, a h l a k l ı ,



son derece yetersizdir. İ kinci var­



devr i m c i a l ı şkanl ı k ları o l m ayan



s a y ı m ın ise, akılcı bir yorumu



bir elektronun, (burada söz konu­



mümkün gibi görülmü yor. Rut­



su olan, sadece fizik yasaları da



herford tipi elektron, nas ı l yo­



olsa) yasalar karşı sında saygıda



r u m l anırsa yor u m lansın, sorunl u



kusur etmemesi i çin hangi davra­



o l m a ktan kurt u l a m ı yor.



n ı şlardan kaçınması gerektiğini



Buna karş ı l ık, Heisenberg'in ile­



b i lm iyoruz. Anca k Russell bize,



ri sürdüğü e lektron, bu zorlu k l arı



soruna a ç ı k l ı k getiren iki ayrı ola­



a ş m a m ız için yol gösteriyor. Bu



s ı l ı k sunuyor: Elekron ya bir nok­



elektron, belirli bir mekanda d e ğ i l



tadır, ya d a bir boşluk. Eğer bir



ve içinde hiçbir olay yaşanmıyor



boşluksa, e l b ette elektronun içe­



(!). Bu elektron esas olarak, eski



risinde bir olay yaşanması müm­



elektron anlayışına göre bulundu­



kün d e ğ i ld ir. Çünkü söz konusu



ğ unu düşündüğümüz m e kanda



olan "boş" uzayd ır. Uzaydaki boş­



değil, far k l ı bir mekanda gözlene­



luk da, tırna k içine a lınmış b i l e ol­



b ilen ı ş ı n ı m olaylarının toplamı­



sa, bir etkide bu l unamaz. Ancak,



d ır. Böylece elektron, belirli bir



boş uzay düşüncesinin, "bir an­



a landa ki olayları tanımlayan bir



l a m taşıması mümkün görünme­



tek yasaya indirgenmiştir. Bu an­



yen bir şey" o l d u ğ unu söyleyen



layışa göre elektronun ne bir nok­



Russell'a tamamen kat ı l m a k ge­



ta o l d u ğ unu, ne bir a lanı d o l d ur­



reki yor. Anc a k



d uğunu ne de bir kovu k o l d u ğ unu



hakkının biz materya l istlerde sak­



söyleyebi l iriz. Bu anlayışa göre



l ı o l d u ğ unu eklemek zorundayım.



madde, "boş" uzaydaki süreçlerle



Materya list, bir " d e l i k"ten, yani



bunu



söyleme



ilgili yasalardan ibarettir." (Bert­



boşlu ktan i b aret olan, maddenin



rand Russell, " M a ddenin Fel sefe­



b u l unm a d ı ğ ı bir u z a y ı düşüne­



si", [Analysis of M atter), A lman­



mez. M u t l a k boşluk, boş sözden



c a ' ya çeviren: Kurt Gre l l ing, 1929,



i barettir, h i ç b ir gerçekliğe denk



s. 340-342)



düşmeyen bir soyut l a m a d ır. An­



yok



c a k b e l i rti l d i ğ i g i b i bu anlayış,



edildiğine dair t i p i k bir örnekle



madde o l m adan etkilemenin o l ­



B u r a d a , m a d d enin n a s ı l



karşı karşıyayız. E s kiden hep, bir



mayacağını düşünen matery a l i s­



e l e ktronun



yol



te aittir. Oysa R u ssell 'in uzayda



açan nedenler hakkında tah min



bir boş l u k ola mayacağına inandı-



d a vran ı ş larına



ğ ından şüphe etmek gerekiyor.



ye m i ; yoksa maddeye değil mi?



Çünkü onun önerisi, böylesi bir



Yoksa "saf enerji" mi? Bu d u rum­



boşluktan başka bir anlam taşı­



da, önümüze başka bir "faal" de­



m a makta d ı r. Elekt ronu, " 'boş'



lik ç ı kıyor. Bu enerji m ad deye



uzaydaki olayları d üzenleyen ya­



bağlı ise, öyleyse elektronun ken­



salar" olarak görme önerisi ken­



d isi neden madde ola maz? Neden



disine aittir. Boş sözcüğünü t ı r­



tam d a elektron, bir kavra m a dö­



nak içine a l m a kla, uzay boş olmu­



nüştü r ü l ü p buharlaşt ı r ı l ı yor? An­



yor mu? Ya d a uzayı bir "yasa'',



layan beri gelsin!



yani kavram, düşünce ile doldur­



Russe l l ' in, elektronun davranı­



m a k , onun d o l u o l m a s ı için yeter­



şına i l işkin i leri s ü r d ü ğ ü ikinci



li mi? İlk çelişki işte burada orta­



önerinin, yani elekt ronun bir nok­



ya ç ı kıyor.



ta o l d u ğ u düşüncesinin fiziksel



İ k inci çelişki ise daha öğretici.



açıdan kesinlikle tatmin edici ol­



Ona göre elektron, "uzayın boşlu­



m a d ı ğ ı açıktır. Fiziksel bir nokta­



ğ undaki olayları düzenleyen ya­



nın genişlemesi olanaksızdır, yani



s a l a r" ın ifade s i . Peki bu i d d i a ,



delik için kullanılan başka bir ta­



olayların olmadığı bir b o ş uzay­



nı mdan ibaret olacaktır. Ancak bu,



dan daha mı anl a ş ı l ı r? Tam tersi­



elektronun maddesel niteliğinden



ne; belki zorunlu k a l ını rsa, olayla­



şü phe duymak, "bilmece"yi çöz­



rın o l m a d ı ğ ı b i r uzay boşluğunu



mekten vazgeçmek için yeterli bir



tasavvur etmek m ü m kün olabil i r;



neden m idir? Şimdilik, bugün ve



a m a beş d u y u organını çal ıştı ra­



belki de daha uzun bir süre, elekt­



b ilen hiç kimse, boş uzaydaki bir



ronun davranışını açıklayan yeter­



olayın, ya d a olaylarla dolu bir



l i yanıt bulunmayabilir. Ancak ara­



uzay boşluğunun ne menem bir



maya devam etmeliyiz, gözlemler­



şey o l d u ğ unu anlayamayacaktır.



d e bu lunmak, deneyler yapmak



Ancak Russell'a göre, bu olay­



zorundayız. Belki de elektron için­



ların elekt ronun b u l und uğu yerde



de yaşananları görmememizin ne­



yaşanmad ı ğ ın ı , tersine elektro­



deni, g ö z l e m a r a ç l a r ı m ı z d a ve



nun çevresinde bir ışınım oldu ğ u­



yöntemlerimizde yatıyordur. Tat­



nu unuttum. Pe k i bu ı şı nıma yol



min edici bir yanıt bulacağı m ı zdan



açan ned i r? Elekt ronun çevresin­



kimsenin şüphesi olmasın. Ancak



d e ki



bunu



bölge



neyle



u y a r ı l ı yor?



y a p a bilm e k ,



bir



koşulla



Elektron ta rafından değil mi? Pe­



müm kün: Elektronun maddiliğin­



ki bu ışınım nereye b a ğ l ı? M adde-



den şüphe duymazsak. Maddeyi



21



22



buharlaştırırsak, doğabilimi de bu­



ve yazarın kendisi n i n kitabın baş­



harla ş ı p, uçup gidecektir.



ka bölümlerinde ileri sürdüğü ve



Russe l l 'a göre, elektronun i ç i n ­



ileride a l ı n t ı yapacağı m ız görüşle­



de b i r ş e y l e r olduğu şüph e l i d i r v e



rin tam tersidir. Ancak yazar, en



e ğ e r oluyorsa, evre n i n g e r i kalan



azından b u rada açık ve net konu­



k ı s m ı i ç i n b i r a n l a m ifade etmez.



şuyor: Alan, yani elektronun çev­



Sadece elektronun çevresi faal­



resi, d iğer b i r deyişle olayların ya­



d i r; ola y l a r ise, elektrondan başka



şandığı yer, madde tarafından, ya­



b i r yerde cereyan eder. Fizikçi



ni



elektronun içi nde hiçbir olay ya­ şa n m ı y o r s a y a d a yaşana n l a r,



gibi, aynı maddeyi i n ka r etmek­



"evre n i n geri k a l a n ı " açısı n d a n hiçbir a n l a m i f a d e etmiyorsa, bu



t u m teo r i s i , sizde ş u i z l e n i m i



hiçbir süreç yoksa, elektron "çev­ res i n i n a s ı l u y a r a b i l iyor"? İ ş t e



lann egemenliğinde ortaya çık­



tam da bu yüzden, Wey l ' i n m a d d i



makta olan gerçekleri (bu konuya



çekirdeği b u l u nmayan, ancak faal



ve kuantum teori s i n i n özüne ileri­



olan bir çevre varsayımından ha­



d e d e ğ ineceğ iz. L.R.), saf alan te­



reket eden "saf alan teorisi" saç­



orisi noktası nda d u ra r a k anlama­



m a l ı ktır. Yani aynı zamanda Rus­



nız o l a n a ksızd ı r. Deney i m lerimiz;



sell'in iddiası d a saçmal ıktır.



aşan



bir nedensell i ğ i n b i ç i m i n i



t ü m a ç ı k l ı ğ ıyla göstermektedir.



farklı



ilişkilerle



ba�lantısı olma· yan bir başka et· ken



olmaksızın.



farklı olgular ara­ sındaki ilişkilerde çözülece�ini ifa· de etmek istiyor. Alm a nc a y a çevirenin notu)



nasıl mümkün ol uyor? Eğer içinde



u y a n d ı r ı yor: Esas olarak tamsayı­



a l a n teori s i n i n çizd i ğ i çerçeveyi



herşeyin,



Peki



kat bu Weyl'i, ileride göreceğ i m iz



" M a d d e n i n modern fizi ğ i , k u a n ­



halde



uyarılır.



Weyl ise t a m tersini söylüyor (fa­



ten a l ı koymuyor):



ı Yazar burada, aksi



elektronlarca



Russell de, b u yol c u l u ğ u n son durağ ı n ı n neresi olacağı n ı i y i b i l i ­ yor: Soli psizm.



B u n a göre a l a n kendi başına b ı ra­



" Bugüne kadar 'gerçek' oldu k ­



k ı l d ı ğ ı n d a homojen bir d u rağan­



ları varsa y ı l a n şeyleri, başka şey­



l ı kta kalır ve ancak başka bir ala­



leri ilgi l e n d i ren yasalara dönüş­



ntn, maddenin veya "kıpırdamş



türmem izi sağlayan değişik ola­



ruhu "nun etkisiyle uyanlır. Bilinç­



naklar vardır. Açıkça görülüyor ki;



li da vramşlanmız, daima madde­



bu yönte m i n bir sınırı olmal ıd ı r.



den hareketle olmalıdır. Madde,



Aksi halde dünyadaki her b i r şey,



alam uyaran etkend i r. ( V u rgula­



bir başka şeyin yıkanmışı h a line



ma l a r ı n sonuncusu yaza r ı n kendi­



dönüşecektir. Buradaki açıkla na­



s i ne ,



d iğerleri



bana



a i t t i r.)



( H .Weyl, agy., S. 133) Burada ileri sürülen, Russell'in



bilir tek s ı n ı r i se, fenomen a l izmin ( H u meizm - L.R.) - belki de solip­



sizmin demek daha doğru olacak-



tır getird iği sınırdır. Algılanamaz



vere l i m . Weyl, a ç ı k ve net b i r bi-



olayların varlığını b i r kez kabul et­



çi mde, uyarıcı etke n i n , y a n i doğa­



-



tikten sonra, fiziğ i n i l g i a l a n ı n a gi­



nın faal parça s ı n ı n madde oldu­



ren olay l a r ı n değişik b i ç i m leri ara­



ğ u n u , bu yüzden de b i r saf alan



sında seçi m yapmam ızı gerektire­



t e o ri s i n i n



cek hiçbir a n l a ş ı l ı r neden kal maz."



söylüyordu. Bunu da deneyim lere



( Russell, agy., S 340)



ve maddenin modern fizi ğ i ne, ku­



m ü m kü n



olmadığını



Burada söylene n l e r güneşten



antum teorisine daya n d ırıyordu.



daha berra ktır; en azından Rus­



Bu; "okulda öğret i le n l e r i n tekra­



s e l l ' i n m a n t ı ğ ı n d a n daha nett i r.



r ı " n d a n b a ş ka bi rşey d e ğ i l d i r.



D u y u m l a r ı m ızın ötesi n d e bir şey



Weyl gerçek yüzünü a ş a ğ ı d a k i sa­



o l a n olayların var ol a bi le c e ğ ini



t ı r l a rd a şöyle ortaya koyuyor:



k a b u l ett i ğ i miz n ok ta da Russe l l ' i n



"Bir parça a l a n , örneğ i n kütlesi



b i l g e l i ğ i de s o n a eriyor. Gerçek­



b u l u n mayan b i r kabuk tarafından



ten de öyle: Bugüne kadar "ger­



kapla n m ı ş b i r kovuk (Russell bu­



çek" olarak gördüğümüz şey, as­



na, "anlam taşımadığı görülen de­



lında sadece başka bir şeyi tanım­



lik" d iyor. L.R.) içindeki ı ş ı n , aynı



layan bir yasa. Ama o da "gerçek"



bir c i s i m g i bi atalet küt lesine sa­



d e ğ i l ve başka bir şeyi t a n ı m layan



hiptir. Bu c is m in, atalet a l a n ı ta­



başka bir yasa. Ve bu böyle de­



rafından belirlenmiş doğal yörün­



vam edip gidiyor, peki en son han­



gesi üzerinde k a l a b i l mek için ve



gi "şey"e kadar? H a n g i "şey" ger­



yönünü değişti rmeye ç a l ı ş a n güç­



çektir ve başka "şeyler"i tanımla­



lere karşı çıkabilmek i ç i n harcadı­



yan b i r yasa o l m a n ı n ötesi ndedir?



ğ ı gücün büyÜ klüğü, cisim i ç i n deki



Böylesi b i r şey yoktur ve sadece



s ı k ı şt ı r ı l m ı ş



bilinç, son noktayı koyabileceği­



Elektro n u n kütlesi n i n ö n e m l i bir



miz gerçekliktir. Daha doğrusu;



bölümü -belki de tümü - e l bette



e n e rj iye



bağlıdır.



benim son noktayı koya bileceğ i m



t a ş ı d ı ğ ı e l ektromanyetik a l a n ı n



bana ait b i l i n ç . Y a n i Berkeley ' i n



ürünüdür. Daha önce de gördüğü­



dediği gibi, varlık a l g ı l anan bir ol­



müz g i b i , eğer maddeyi oluşturan



gudur. Böylece soli psizm d urağı­



temel parçal a r ı n en temel fiziksel



na gelmiş b u l u n uyoruz. Ancak bu­



öze l li k leri, bu a l a n ı n merkezinde



nun orij i n a l bir buluş olduğunu



b u l u n a n tözel ç e k i rd e ğ e d e ğ i l ,



söyleyemeyeceğiz.



onu çevreleyen alana b a ğ l ı ise, b u



Ş i m d i d e bir filozofa değil, i ş i ­



d urumda "Acaba böylesi bir çekir­



n i n e h l i b i r d o ğ a b i l i mcisine k u l a k



değin varlığı gere k l i mi? Bu çekir-



23



24



değin varlığını kabul etmekten ta-



Wey l ' i , b i l i n ç l i d a v ra n ı ş l a r ı n ı da-



mamen vazgeçe b i l i r miyiz?" soru­



i m a maddeden h areketl e açıkla­



larını sormam ı z gerekir.



m a k zorunda b ı ra k a n fizikçi o l ma­



Maddenin alan teorisi, son so­ ruya



"E vet" y a n ı t ı n ı v e r i y o r.



Elektron g i b i bir madde parçac ı ğ ı ,



ya; diğeri ise, maddeyi yok eden idealist "fi lozof" ol maya zorluyor. Çelişkilerin kaynağı da burada.



bu teoriye g ö r e elektrik y ü k l ü a l a ­



Burada el bette teo r i n i n sadece



n ı n b i r bölümüdür. . . Bu a l a n d a ,



fizi ksel sonuçlarını değil, ç ı k a r ı l a n



elektronu t ü m z a m a nlarda var



felsefi sonuçları d a ele a l m a k zo­



olacak b i r tek ve özdeş madde



rundayız. N i hayetinde Wey l ' i n i fa ­



yoktur.'' (Weyl, agy, S. 1 29-130)



deleri, "Matematiğin v e Doğ a b i l i­



Görüldüğü gibi, Russe l l ' i n söy­



m i n i n Felsefesl' başlığ ı n ı taşıyan



l e d i k l e r i n i n aynısı. Maddenin yeri­



bir kitaptan a l ı nmıştır. Ve felsefi



ne a l a n, "ışın bar ı n d ı r a n " ve "küt­



açıdan maddeyi, ne b i r alana, ne



lesiz bir kabukla kaplı" bir " ko­



de t a ş ı y ı c ı s ı olmayan bir enerjiye



vuk" geçiyor. Bir " kovu k", enerj i ­



donüştürmek m ü m kündür. Ancak



yi n a s ı l içinde b u l u n d ura b i l i r? Ve



bu, Wey l ' i n kafadarı olan, Camb­



b u " kovuk" a t ı l kütleye s a h i p. Pe­



ridge Üniversitesi'nden astrono­



ki Ei nstein'a ait, çekim kütlesiyle



mi



ata let kütlesinin eşit olduğu te­



a ç ı kça itiraf ettiği g i bi, fiziksel



orisi



açıdan da mümkün değildir.



nerede



k a l ı yor?



"Cisim"



p r o fe s ö r ü



A . S . E d i ng t o n ' u n



madde değ i l , " s ı k ı ş t ı r ı l m ı ş enerj i "



"Bu, eterin ortadan kal d ı r ı l ma s ı



i m i ş . "Elektronun kütlesi -belki d e



a n l a m ı n a gelmez. Fizi ksel d ü n y a ­



tümüyle- t a ş ı d ı ğ ı elektromanye­



yı, b i r b i r i n d e n y a l ı t ı l mış, a r a l a rı n ­



tik a l a n ı n ü r ü n ü " i m i ş . Peki bu



da b i ç i m e s a h i p o l m a y a n b i r ara



elektromanyetik alanı "taşıyan"



b ö l g e n i n b u l u n d u ğ u m a d d e ve



nedir? işte böylece, maddi çekir­



enerj i p a rçac ı k l a r ı n a d ö n ü ştür­



değe sahip olmayan cisme u laşı­



mek m ü m k ü n değildir. Bu a ra böl­



yoruz. Madde b i r kez d a h a yok ol­



g e n i n de, parça c ı k l a r l a aynı sayı­



d u . Ancak aynı Wey l ' e göre mad­



da özel l i kleri olduğunu kabul et­



de b u rada, "kötü b i r ruha", hani



mek z o r u n d a y ı z ... Nasıl madde



şu onu " u y a r a n k ı p ı r da n ı ş ru­



veya enerjinin parçacık/arın özel­



h u " na dönüşm üştür. B i r kez d a h a



liklerini taşıdıklarını varsayıyor­



a n l a ya n b e r i gelsin. Belki d e b ü ­



sak, atmosferin de, bu ara bölge­



tün b u n l a ra şu yorumu getirmek



nin özelliklerini taşıdığını varsayı­



gerekiyor. Weyl, içinde i k i ayrı



yoruz. Belki de bu noktada bir fi­



ruh taşıyor. Bu r u h l a rd a n b i r i



lozof, ( E d d i ngton'a göre sadece



b i r idealist fi lozof fi lozoftur) ken-



o n u ele a l d ı ğ ı m ı z i ç i n gerçektir,



d i le r i n i taşıyan bir şey b u l u n masa



o n u n d ı ş ı n d a "somut" d e ğ i l d i r;



da, b u öze l l i klerin varo l d u klarını



y a n i kafamızdaki d ü ş ü n c e n i n ter­



varsay m a n ı n mümkün o l u p o l ma­



sine, mevcut değ i l d i r.



y a c a ğ ı n ı soracaktır. Bu d u rumda b i r d a r beyle hem maddeden, hem d e atmosferden k u r t u l m u ş o l una­



Peki a m a n e d e n ? E d d i ngton b u n u şöyle a ç ı k l ıyor: "Atom fiziğindeki görü n ü mle­



caktır. Ama b u rada sorun bu de­



rin



ğ i ld i r." ( E d d i ngton, "Fiziksel Dün­



c a n l ı d ı r. Atomlar, kendileri n i çev­



tanımlanması,



son



d e rece



y a n ı n Doğası, İ n g i l izce baskı, S.



releyen elektron k u şaklaryla bir­



31; vurgular bana ait. L.R.)



l i kte h ı z l a değişik yönlerde hare­



H e m maddeden, hem de eter­



ket eder, çarp ı ş ı r ve ç a r p ı ş m a so­



den bir darbeyle k u rt u l m a k ne ka­



n u c u nd a geri i t i l i r. Bu kuşa ktan



dar d a güzel o l u rd u . Ama bu, fi­



ayrılan başı boş elektron l a r, yüz­



zikse/ açıdan maa lesef m ü m kü n



lerce kat d a h a güçlü b i r i v m e ka­



d e ğ i l . M a d d e o n l a r ı , doğabi l i mc i s i



z a n a ra k, a t o m l a r ı n ç e v r e s i n d e



olarak materyalist olmaya zorlu­



dönerek ve o n l a r ı s ı y ı r ı p geçerek



yor. Bin b i r takla d a atsalar, ne



u z a k l a ş ı r. Kaça n l a r yakalanarak



yaparlarsa yapsınlar; ister eter



k u şağa yeniden d a h i l e d i l i r, orta­



veya alan, i sterse " k a b u k l u ko­



ya ç ı k a n enerj i eteri sarsara k tit­



v u k " desi n ler; ne isim veri rlerse



reşi m lere yol açar. X ı ş ı n l a r ı atom



versin ler; maddeyi, "öze l l i k l e r i n



üzerinde etki yapar ve elektronla­



taşıyıcı sı" o l maktan, yani madde



r ı d a h a yukarıdaki yörüngelere



olmaktan ç ı k a r a m ı yorlar. Zaten



f ı r l a t ı r. Bu elektro n l a r ı n , bazen



madde kavra m ı , felsefe a ç ı s ı n d a n



aşamalı olarak, bazen birdenbire,



başka bir a n l a m taşımaz. A n c a k



adeta



yarı



sta b i l it e i ç e r i s i n d e



"fi lozoflar", maddeyi ortadan k a l -



h a p se d i l m i ş



d ı ra rak, y a da y u k a r ı d a s o n ola-



uzaklaşmalardan' tereddüt eder­



ve



' y a sa k l a n m ı ş



rak a l ı ntı yaptığımız Eddi ngton gi-



m i şçesine yeniden geri döndüğü­



bi, maddeyi " düşün ce"de eriterek



n ü görürüz. Bu görüng ü l e r i n ar­



i n t i ka m a l ıyor. Edd ington, idealiz-



d ı nda, h k u a n t u m u ( m ü m k ü n o l a n



m i kurtarmak i ç i n "gerçek" i l e



en k ü ç ü k enerj i y i b e l i rten b e l i r l i



" somut" arasında a y r ı m yapıyor.



bir sayı L.R.) her d e ğ i ş i m i mate-



Ona göre g ü n ü müzdeki fizik "ger-



mati ksel kes i n l i kle dü zenler. Bi-



çek", ancak "somut" değ i l ; yani



zim ka vrayışımıza denk düşen



b u ra d a k o n u m u z o l a n m a d de,



tablo işte budur -burada bir rüya



itti 25



26



gibi buharlaşıp kaybolan bir mad·



yor. Bu d u r u m u , genel u m utsuz·



de yoktur.



l u ktan, bili mcilerin maddenin dün·



Ö n ü m ü zde sahnelenen oyun o



yasından değ i l , gerçeği n d ü nya·



d e n l i göz kamaştı rıc ı d ı r ki; b i r za·



sından genel olarak ş ü phe etme·



m a n l a r e l ektro n u n ne o l d u ğ u n u



!erinden başka bir şekilde açıkla·



öğrenmek i ç i n yanı p tutuştuğu·



mak m ü mk ü n mü? G ü n ü m üzdeki



m u z u b i l e u n utuyoruz. H i ç b i r za·



genel kuşku c u l u ğ u n ve din i l e m i s·



m a n b u soru n u n yanıtını vereme·



tisizme kaç ı ş ı n başka hangi nede·



d i k. Alışık olduğumuz hiçbir ta·



ni olabilir? B u n u t a h m i n edebil·



savvur ile elektronlar arasında



mek için derin tahlillerde buluna·



bağlantı kuramı yoruz-. e l e ktron·



bilen birisi o l m a k gerekmiyor.



lar, b i l i ne mezler l i stesi n deki yer· lerini koruyor. Elektronun daha üst yörüngelere fırlatılması d a sa· dece, atomun d u r u m u n d a ortaya



3.



En yeni tarafsızlık tavrı Bu nedenleri kısaca şu şekilde



açıklamak m ü m kün:



çıkan özel b i r değ i ş i m i t a n ı m la·



Burjuvazi ile proletarya arasın·



mak i ç i n k u l l a n ı l m ı ş konvansiyo·



daki sı nıf m ücadeles i n i n son aşa·



nel bir ifade tarzıdır. Bu, söz ko·



masına geldiği sosyal devri mler



n u s u değ i ş i m i n gerçekte uzayda



ç a ğ ı n d a , b u rj u v a z i h e r a l a n d a



meydana gelen ve m i kroskopla



mistisizme teslim o l maktadır. Öte



gözlenebilecek hareketler olduğu



yandan, g itti kçe daha fazla d i ya·



a n l a m ı na gelmez. Bilinemez bir



lektik·materyal i st sonuçlar orta·



şey, ne olduğunu bilmediğimiz bir



ya çıkaran (buna ilişkin bazı ör·



(Eddington,



nekleri ileride göreceğiz) doğa bi·



a g y . , sayfa 290. V u r g u l a r bana



! i m lerinde, şimdiye dek görül me·



şey yapmaktadır. ait. L . R. )



m i ş b i r c a n l a n m a yaşanmakta d ı r.



D e m e k ki b ü t ü n u m utsuzluğu·



S ü bjektif i d e a l i z m ve b i l i nemezci·



m u z u n kaynağı, "alışık" olduğu·



lik, b i rbiriyle çelişen b u iki eğili·



m u z tasavvurların geçersiz hale



m i n çözüme kavuştuğu b i ç i m d ir.



gelmesinde, elimizde bulunan bü·



Bu felsefi bakış a ç ı l a r ı n ı n sundu·



t ü n araçların yetersiz olması ne·



ğu en rahatlatıcı yön, doğa b i l i m ·



deniyle, " b i l i nemez bir şeyi" bili·



!eri n i n ortaya ç ı k a r d ı ğ ı b ü t ü n so·



n e b i l i re d ö n ü ş t ü r e m e m i ş o l m a·



nuçları, m i stisizme ve d i ne sırt



mızda yatıyor. "Elektron nedir?"



çevirmeden k a b u l etmeyi olanak·



sorusuna, henüz yanıt veremedi·



lı k ı l m a s ı d ı r. "Tarafsız l ı k" i d d i a s ı ·



ğimiz için, bu soruyu hiçbir zaman



n ı t a ş ı y a n ve d u y u m l a r ı m ı z ı n kay·



yanıtlayamayacağ ı m ı z i l a n edili·



n a ğ ı n ı n gerçek d ü nya m ı , Tanrı



gelişmeyi parçalarına ayıran te­



m ı yoksa başka b i r şey m i , ya da



ori, hem materya l izmden, hem de



h i ç b i r şey m i olduğu soru l a r ı n ı



idealizmden farklı olacakmış. Bu



y a n ı t s ı z b ı rakan H u me i z m , m i sti­



söz karşısı nda b i raz heyecanlana­



sizm y a n l ı la r ı n a b u seçenekler



rak beklemeye başl ıyoruz ve deği­



a r a s ı ndan Tanrı y a n ı t ı n ı seçmele­



ş i k şüphec i l i k eğili mlerinin bize de



ri i ç i n açık kapı b ı r a k m ı ştır. Gerek



bulaştığ ı n ı görüyoruz: Evet; biz bu



s ü bjektif idealizm, gerekse de Hu­



"eski çatışmayı" uzlaştırma ça ba­



m e ' u n b i l i nemez c i l i ğ i , doğa b i l i m ­



larına ş üpheyle bakıyoruz.



c i l e r i n i n , kendileriyle çok bariz



"Önceki bölüm lerde ileri s ü r ü ­



çelişki lere d ü şmeden aynı anda



len g ö r ü ş l e r materya l i st ya da



hem doğa b i l i mc i s i , hem de m i st i ­



idealist görüşler olarak değerlen­



sizm yanlısı olabilme ihtiyaçlarını



d i r i l d i ğ i s ü rece, g ö rünürde bir çe­



karşılama kon u s u nd a , Yeni Kant­



l i ş k i n i n v a r l ı ğ ı n a i n a n ı l ır. Ç ün k ü



ç ı l ıktan daha elveriş l i d i r.



bu görüşlerin b a z ı l a r ı n ı n bu a k ı m­



A n cak, a s l ı n d a tarafsız o l m a n ı n



lardan b i ri ne, d iğer b a z ı l a r ı n ı n ise



d ı ş ı n da h e r şeye teka b ü l eden



öteki n e e ğ i l i m göste rdiği d ü ş ü n­



H u meizm, yani bu yeni "tarafsız­



cesi ortaya ç ı kar. örneğ i n a l g ı la ­



l ı k" tavrı bile, son moda kafası ka­



r ı m ı n içeri ğ i n i n kafa m ı n i ç i n d e ol­



rışıklar tara f ı n da n bile ısrarla sa­



d u ğ u n u söyled iğ imde, ben i m bir



v u n u l a mı yor. O n l a r, e klekti z m le­



materya l i s t old uğ um söylenecek­



rinde b i l e eklektik davranıyorlar.



tir. Kafa m ı n, a l g ı l a r ı m ı n içeriğin­



Bu eski hikmetin en yeni sözcü­



den ve d iğer benzeri olaylardan



s ü ne kulak vere l i m . Bu zat, y u ka­



oluştuğunu söyled iğimde i se, ide­



rıda görüşlerine başvurd u ğ u m u z



a l i z m l e s u ç l a n ı r ı m. " ( B e r t r a n d



Bertrand Russe l l ' i n ken d i s i d i r.



Russe l l , a g y . , sayfa 402)



" B u bölü mde, materya l i z m i l e



Bu d urum d a ge rçekten bir ga­



i d e a l i z m a r a s ı n d a k i eski tartışma­



r i p l i k ortaya çıkar. Ya d u y u m l a ­



ları t a h l i l ederek h a n g i sonuç l a ra



r ı m kaf a m ı n i ç i ndedir; b u d u ru m ­



u l a şt ı ğ ı m ı zı ve b i z i m teori m i z i n



da k a f a m sadece b i r d u y u m d a n



h a n g i ö l ç ü d e her i kisin de n a y r ı l d ı ­



i b a ret o l a maz. E ğ e r sadece bir



ğ ı n ı a ç ı k l a m a k istiyoruz." (Bert­



d u y u m d a n i b a ret deği lse, o za­



rand Russell, agy., sayfa 402)



m a n d i ğ e r b ü t ü n şeyler d e du­



Eski teraneler yeniden g ü ndem­



y u m d a n i baret değ i l d ir. Yok eğer



de. " Eski çatışma" uzlaştırılmaya



tersi doğru ise, yani kafa (beyin)



ç a l ı ş ı l a ra k söz veriliyor: En son



sadece d u y u m l a rd a n o l uşuyorsa,



27



28



bu d u ru m d a bu d u y u m l a rı n (var



yolog, bir başkasının beyni n i gör-



o l m a d ı ğ ı söylenen) kafa m ı n için­



mektedir. H u meistlere göre ise,



de o l m a s ı m ü m k ü n değ i ld i r. Biz



"gerçek olan", "dış d ü n yada var



zaval l ı materyalistlere göre, bu­



o l a n " bir şeyi g ö r m e m e k t e d i r.



rada çok a ç ı k bir çelişki var. Baka­



Tersine, "dışarıya" yansıttığı d u ­



l ı m n a s ı l devam etmiş:



yumları vard ı r. G e l gör ki, bugüne



"Yayg ı n d ü ş ü nceye göre, b i l g iyi



kadar hiç kimse, fizyologun gör­



p s i koloji a r a c ı l ı ğ ı y l a ' r u h u m u z ­



düğü şeyin kendi beyni olduğunu



d a n ' e l d e edebiliriz. B u n a karşı l ı k



ileri sürmemişti. Demek ki, " u z laş­



b u rada b e l i rtilen d ü şü nceye göre,



tırma" böyle oluyor; kaba mater­



beynimizden b i l g i elde etme n i n



yalizmle, hazmedi lememiş H u me­



tek yolu, beyn i m i z i b i r fizyologa



i z m i n bir karışımı. H a k k ı n ı yeme­



i nceletmekten geçer ve bu b i l i n ­



mek gerekiyor; gerçekten d e "tek



d i ğ i üzere a n c a k ölümden sonra



taraf l ı " o l mayan bir yaklaşım.



m ü m k ü n d ü r. Bu ise, pek t a t m i n



" U z l a ştır m a " , i l e rleyen aşama­



edici b i r d u r u m değildir. Bense



larında



buna karş ı l ı k şunu söylüyoru m:



farklı değ i l .



da



bu



başlangıcından



Fizyologun b i r beyni i ncelerken



" M a d d e n i n felsefes i n i n b i r g e r­



gördüğü, incelediği değ i l , kendisi­



çeği de, f i z i ksel d ü nyayı kurduğu­



ne ait o l a n beynin b i r parça s ı d ı r . "



m u z olayların, maddeni n ne oldu­



(B. R u ssel, a g y . , sayfa 402)



ğ u na ilişkin a l ı ş ı l agelmiş tasav­



Ancak beli rtmek gereki r ki, sö­



v u r l a r ı m ı z d a n çok farklı o l m a l a rı­



z ü e d i l e n fizyolog bey n i n i ncelen­



d ı r. Buna g ö re madde n i n içinden



mesi sorununa, hepimizden d a h a



geçilmesi ya da tahrip e d i l mesi



t a t m i n e d i c i b i r ç ö z ü m b u l m u şt u r.



m ü m k ü n değ i l d i r. E l bette b i z i m



Beyin l e r i miz, maalesef a n c a k ölü­



k u r d u ğ u m u z madde de, kend i s i n e



m ü m ü z d e n sonra i n cele n e b i l i r.



b a h şett i ğ i m i z t a n ı m saye s i n d e



Fizyolog ise, her ne h i k metse he­



geçit vermez d u r u mda: B i r yerde­



nüz hayatta i ken beyn i n i n bir pa r­



ki madde, buradaki olayların bü­



ç a s ı n ı g ö r e b i l iyor. Ne m u t l u o



t ü n ü d ü r; b u n a bağ l ı olarak orada



ö l ü m l üye! Görünen o ki; Russell'a



başka b i r olayın ya da maddenin



göre "beyin" ile ""beyindeki tasav­



b u l u n ma s ı m ü mkün değ i l d i r. Bu,



vurlar" aynı anlama gel iyor. Bu id­



fiziksel bir gerçek değil, bir totolo­



diayı ileri s ü rme cesaretini ise, bu­



j i d i r (Bir o l g u n u n, aynı anlama ge­



g ü ne dek en kaba materyalist bile



len farklı kavram larla, tekrarı içe­



gösteremed i . Materyalistlere gö­



ren tarzda t a n ı mlanması - Ç . N.)



re, yabancı b i r beyni i nceleyen fiz-



Kendi n izde gördüğünüz bu hakla,



Londra'nın, bu şehirde yaşayan-



t ü r "olay" gelişir: Bir yanda be-



lardan başka kimsenin burada ya­



yindeki m a d d i sü reç ve öte yanda



şayamayacağı için geçilemez ol­



d ü ş ü n me süreci. Bu iki olayı n a ra­



d u ğ u n u i d d i a edeb i l i r s i n i z . öte



s ı n da hangi i l i ş k i n i n b u l u n d u ğ u n ­



yandan tahrip e d i l emezlik, mad­



dan bağ ı msız o l a rak, b u n l a r farklı



deler açısından tamamen olmasa



i k i olaydır. Yoksa d ü ş ü n me bir



da, büyük oranda geçerli o l a n am­



olay deği l midir? Her h a l ü ka rda,



pirik b i r özelliktir. Tahrip edi le­



hiç ki mse, i k i beyn i n aynı yerde,



mezli kten kastettiğim, maddenin



y a n i k a f a m d a b u l u n a b i leceğ i n i



korunumu değil, elektron l a r ı n ve



söyleyemez. Demek k i n e madde,



protonların koru n u m u d u r. Ancak



ne de o n u n geçilemezl iği "olay­



e l e k t r o n l a r ve prot o n l a r, f i z i k



lar" olmaya i n d i rgenemez.



d ü n ya s ı n a a i t m a d d e l e r d eğ i l , olayla r ı n bi rleşmesiyle o l u ş m u ş



öte



yandan



m a t e ry a l i st l e r



maddenin geçilemezliğin, onun



çapraşık v e mantı ksal yapılardır."



varl ı ğ ı n ı n bağlı olduğu b i r özel l i k



(B.Russe l l , agy., sayfa 406)



o l d u ğ u n u i d d i a etmezler.Belki gü­



Önceleri beyn i n ne olduğu ta­



n ü n b i r inde, geçilemez o l a n bir



n ı ml a na m ıyordu; ne gerçekti, ne



madde keşfedi l i r. Belki de, geçile­



de tasavvur. Sadece bir başkası­



mezlik kavra m ı n d a n ne a n l aş ı l ­



nın beyn i n i tasavvu r; kendi beyni­



ması gerekt i ğ i n i n daha k e s i n be­



ni ise, henüz hayatta i k e n ve ger­



l i r l e n mesi gerekti ğ i daha net o r­



çek o l a ra k görebilen fizyolog l a r



taya ç ı k a r . Ancak böylesi bir mad­



bu s o r u n u çözebilmişti. Aynı şe­



de var m ı , yok mu? Sorun işte bu­



kilde ş i m d i de, elekt ronların ve



dur. Bu madde benim duyumla­



proton l a r ı n , fizikçi n i n kafa s ı n d a



r ı m d a n bağımsız mı, değil m i ? Bu



c a n l a n d ı rd ı ğ ı "mantı ksal yapılar"



madde, benim d u y u m l a r ı m ı n ob­



o l d u ğ u i l e r i s ü r ü l ü yor. Bu i se, ya­



jektif kaynağı mı, değ i l m i ? Bu so­



bancısı olmadığımız b i r tek taraflı



r u l a ra y u karıda, yoruma açık ol­



ve uzlaştırıcı olmayan y a k l a ş ı m ı



mayan, tek taraflı-idealist y a n ıt­



çağrıştırıyor: Berkeley'in s ü bjek­



lar a l d ı k: Elektronlar ve proton l a r ,



tif i d e a l i z m i .. M addeyi geçil mez



yani m a d d e , " s a f mantıksal yapı­



yapan bir yerdeki olaylara i l i ş k i n



lardır" deniyor. Böylece "uzlaşt ı r­



olarak da ş u söylenebi l i r: B e l i r l i



ma", başından beri bekled i ğ i m i z



b i r y e r d e s a d e c e m a d d i olayların



ş e k i l d e sonuçla n d ı : i d e a l i s t l e r i n



b u l u n a b i le c e ğ i



değildir.



i s t e d i ğ i g ibi. "Tarafsız u n s u rla­



Beyn i m i n b u l u n d u ğ u yerde, i k i



rın", tarafsızlı ktan başka her tür-



doğru



29



lü özelliğe s a h i p o l d u ğ u , tarafsız­



30



sonuçları i d e a l i st k ı l ı f l a ra sokma



l ı ğ ı hayal ürününden başka bir



çelişkisinden k u rta r m a l a r ı na yol



şey olmadığı ortaya çıktı.



açacaktır. Bu d u rumda, y a n ı t ı n h a n g i y ö n d e aranması gerekt i ğ i n i



4.



Doğa bilimleri ve materyalizm Son olarak geriye k a l a n , bazı



ni görebi leceklerd i r. Ç ü n kü b u l u ş­



sonuçlar ç ı karmak. Doğa b i l i m le­



larıyla ortaya ç ı ka r d ı k l a r ı şeylerin



rindeki en son g e l i ş m e n i n kafa l a ­



içeriğ i n e bakı l ı rsa, b u n l a r ı n ma­



rı ne k a d a r karıştırd ı ğ ı n ı gördük.



terya l i z m i ç ü rü t m e d i ğ i , t e r s i n e



Bu kafa karı ş ı k l ı ğ ı n ı n , sosyal ne­



diyalektik materya l i z m i doğrula­



denler d ı şı n d a k i nedeni nedir? Bu



dığı görülecektir.



neden, kısmen kon u n u n karma­ ş ı k l ı ğ ı n d a yat ı yor. Ancak kısmen



konusunda zaferler kazandığını gösteren çok sayıda kanıt var.



l i mlerinde ortaya çıkan en son



Planck, f i z i kte böylesi bir dönü­



gelişmeleri diyalektik-materyalist



şüm geçiren üç temel i l ke sayı­



tarzda yoru m l a maya karar vere­



yor:



memeleri nde, tersine idealizmin



1. Atomların dönüştürülebilirliği



etkisi altında kalarak kendi b u l uş­



2. Uzay ve zamanın karş ı l ı k l ı



l a r ı n ı n doğasını görememelerin­ z i kteki eski kavramları, özel l i k l e



Niels



Bohr'un teorisine göre, her "atom", karmaşık bir ge· zegenler sistemi gibidir.



Sistemin



ortasında bir "çe­ kirdek" yer alır ve artı elektrik yüklü· dür. Onun çevre· sin de, eksi elek!· rik yüklü olan



ve



güneşin çevresin­ de dönen geze· genler gibi dön· mekte olan bir ya da



daha



lazıa



elektron vardır.



bağ ı m s ı z l ı ğ ı 3. D i n a m i k görüngülerin s ü rek­ l i liği ( Planck: F i z i k Panora m a s ı )



d e m a d d e konusunda bugüne dek



B i r i n c i s i n e i li ş k i n P l a n c k d a h i ,



k u l l a n ı l a n kavra mları geçersiz ha­



a t o m l a r ı n b i r b i r i ne dönüşt ü rüle­



le getirdi.



b i l i r l i ğ i n i n biçimsel mantıkla ç e l i ş ­



Ancak son gelişmeler, madde­



verilen



Diyalektiğin fiziğe nüfuz etme



de, doğa b i l i mc i l e r i n i n kendi bi­



de yatıyor. Bu b u l uşlar el bette fi­



2 "Bohr Modeli" adı



v e sadece nerede b u l u n a b i leceği­



t i ğ i n i söylüyor. Ş ö y l e d iyor:



n i n son u n u getirmedi. T a m tersi­



"Eğer biçimsel s ı n ı rl a ra bağ l ı



ne, maddenin bugüne dek görü­



kal ı nırsa, değişken atom kavramı,



nürde varold u ğ u a la n l a r ı n fethe­



kendi i ç i n d e bel l i b i r çelişki taşı­



d ilmesini sağ l ad ı . Doğa b i l i m c i l er



yor. Çünkü asli t a n ı m ı n a göre



diyalekti k-materyalist bakış açı­



atomlar, m a d d e n i n değişmez bö­



s ı yl a baka b i lmeye karar verseler,



lümleridir." (agy.)



bu belki g ü n ü m üzde yanıt aradı­



Ancak soru n u n özü, "biçimsel



ğ ı m ı z bütün sorunların çözülme­



s ı n ı rl a ra bağ l ı " değerlendi rmele­



sini sağlamayacakt ı r. Ancak en



rin b u g ü n a r t ı k yetersiz h a l e gel­



a z ı n d a n kendilerini, matery a l ist



miş olmasında yatmaktadır. Hem de sadece b u bağlamda değ i l . E n



değerli f i z i k ç i l e r i n bile, "atomla-



n üşte elektron çevresi nden y a l ı -



r ı n " davran ı ş l a r ı n d a n kaynakla­



tılmıştır.



Bilimciler



ü mitsizliğe



n a n s ı kı n t ı l a r s o n u c u n d a nasıl çe­



d ü ş mekte, elektron u n özgü r ira­



l i şkiye d ü ş t ü ğ ü n ü y u ka rıda gör­



deye sahip o l d u ğ u n u s a v u n m a k­



müştük.



tadır. Doğa b i l i m i n i bu kadar gü­



Bu zorlukları ele a l ı rsak, sıkıntı­



l ü n ç d u ru m a d ü ş ü r m e k isteme­



l a r ı n kayna ğ ı n ı n , b u g ü n ortaya ç ı ­



yen bir d i z i başka b i l i m c i ise, ne­



kan diyalektik sonuçların, o n l a r ı



d e n s e l l i k yasas ı n ı n sonsuz küçük­



ha pset meye ç a l ı şt ı ğ ı m ız eski v e



ler a l an ı n d a geçerl i l i ğ i n i yitirdiği­



d i y a l e k t i k o l m a y a n k a v ra m l a rl a



n i savu nmaktadır. Geçerl i l i ğ i n i yi­



çarpışmasında yatt ı ğ ı n ı görü rüz:



ti rd i ğ i ileri sürülen, sadece o n l a­



1 . Elektron, parma k l a r ı n ı n ara­



rın şimdiye dek savunagel d i ğ i ne­



sından akıp g i d i yor; elektronun



dense l l i k yasası m ı d ı r? Sadece



b u l u n d uğu belirli b i r yeri tespit



nedensel l i k ilişkisini değ i l , bugüne



e d e m i y o r l a r. E l e k tron l a r, Bohr



dek sav u n d u kları nedense l l i k kav­



Modeli ' n i n 2 öne sürdüğü iki ayrı



ramını tamamen bir kenara bırak­



yörüngede aynı a n d a yer a l ıyor



mak ve i k i n c i s i n i diyalektik tarzda



ve iki ayrı enerj iye sahip o l d u k l a rı



yeniden belirlemek daha iyi ol­



görül üyor. E lektronu, uzay ve za­



maz m ı ? Bu yolda a d ı m l a r d a a t ı l ­



man dışında a ç ı k l a m a k i ç i n yanıp



m ıştır: B u n a g ö r e elektron, g r u p ­



t u t u ş u l u yor. B u n u n tek nedeni



sal bir g ö r ü n g ü o l a r a k kavran­



ise, elektron ları gizli parçacık/ar



m a ktadır. Bu görüng ü n ü n a r d ı n­



o l a ra k



y a t ı yor.



da etkili o l a n daha büyük b i r bü­



"Maddenin son unsurları" olara k



görmelerinde



t ü n l ü ğ ü n gösterdiği k a s ı l m a l a r ı n



g ö r ü l e n g i z l i parça c ı k l a r kavra­



y ı ğ ı l ma l a ra yol a ç t ı ğ ı s a v u n u l ­



m ı n d a n vazgeçmek yerine, başka



m a ktadır. Nedensel bağl a n t ı l a r ı n



gizli parçacıklar aranıyor. Bu ara­



b u ş e k i l d e diyalektik k a v r a n ı ş ı ,



yış sonucu nda bulunan, alt elekt­



z o r l u k l a r ı n bir bölü m ü n ü n daha



ronlar oluyor. Oysa parçacık kav­



aşılmasını sağlamaktadır.



ramıyla dalga kavram ı n ı n d iyalek­



3. Elektro n u n ardında yatan bir



tik b i rliğinin, elektro n u n madde­



şey var g i b i d i r. Ancak b u b i r şey



nin gizli parçac ı ğ ı o l a ra k görül me­



ne c i s i m , ne parçac ı k, ne de b i r



s i a nlayışının yerine geçiril mesi



" a l t e lektron" v s . değildir. Tersi­



zorlu kları aşmayı sağlayacaktır.



ne, gizli olmayan ve tabi o l d u ğ u



2. E lektronun hareketleri, ger­



y a s a l a r b ü t ü n l üğü, g i z l i c i s i m le r i n



çekten keyfi g i b i görünür. Görü-



hareketi n i beli rleyen yasalardan



31



32



çok d a h a karmaşık o l a n b i r maddedir.



bu olarak ortaya konmuştu r. Y a n i parçacık, b i r yanda ardında yatan



Diyalektik çözüm yoluna giril­



karmaşık s ü reçlere bağlı o l a n , di­



m i şt i r. De Brog l i e ve S c h rödinger



ğer yanda karşıtlıkların, karşıt ha­



adındaki doğa bil imcileri, tama­



reketl e r i n birliğini ifade eden bir



men d iyalektik ruha sahip teoriler



süreçtir.



önermi şti r. De B r o g l i e ' y e göre e l e k t r o n



Bu teori bize hangi son u ç l a r ı s u nuyor:



hem bir dalga, hem de bir parça­



1. Alan teorisi, b u rada d iyalek­



cıktır. O n a göre elektron, b i r dal­



tik-materyal i st bir çözüme kavu­



ganın



şuyor.



düğüm noktasıdır. ya n i



h e m ha reket h a l indeki b i r c i s m i n ,



2. Parçacık ve d a l g a n ı n karşıtlı­



hem de bir dalganın özel l i k l e r i n i



ğı, De Brog l i e ' n i n teorisiyle, d iya­



t a ş ı r. Bugüne dek fizikte b i r b i r i n i



lektik tarzda ortadan k a l d ı r ı l ı yor.



d ı ş l a y a n ve karşıtlığın ifadesi o l a n



Dalga ve parçacık, artık birbirleri­



cisim ile dalganın, cisim ve dalga­



ni koşullayan ve birbirlerine geçi­



ya ait özel l i klerin bu şekilde b i r­



şen değişken ka vramlardır.



leştirilmesi, d iy a l e k t i ğ i n s o n s u z



3. M a d d e n i n son u n s u r u o l a ra k



k ü ç ü k l ü kteki c i s i mleri i nceleyen



g i z l i parça c ı k , y o k o l m u ş t u r . Pa r­



fiziğe g i rmesi değil m i d i r? Diya­



çacık, bir sürece dönüşmüştür.



lektikten ha beri olmayan doğa bi­



4. M e k a n i k açıklama, bir bütün



l i m c i le r, " m i stisizm" diye yaygara



olarak çökmüştür. Elektron, baş­



koparıyorlar. "Gizemli o l a n , daha



ka karma ş ı k s ü reçlerle karş ı l ı k l ı



gizemli h a l e getiriliyor" d iye karşı



e t k i h a l indeki bir süreç o l d u ğ u



ç ı k ı yorlar. Her z a m a n d i yalektik



i ç i n , s ı n ı r l a r ı " e r i y i p g i t m iş " t i r.



karşıt l ı kl a r ı n ifadesi kavramlarla



Meka n i k a ç ı k l a m a n ı n yerini, hare­



ç a l ı ş a g e l m i ş olan M arksist ise,



keti n bir türden başka t ü r l e re



"parça c ı ğ ı n " ve " d a l g a n ı n " , birbi­



geçt i ğ i n i belirten d iyalekt i k-dina­



rini d ı ş l a m a y a n , yani aşılamaz



m i k yasa l a r a l mıştır.



karşıtl ı kl a r a n l a m ı na gel meyen ve



5. Eter de, gizli parçacıklardan



görece geçer l i l iğe s a h i p diyalek­



o l u şmaz;



tik kavra m l a r o l d u ğ u n u b i l i r.



elektron ları o l u şt u ra n bağl a n t ı l ı



D i y a l ekt i k y o l u n d a b i r başka



t e r s i ne,



kasılmaları



b i r b ü t ü n l ü k o l uştu rur.



a d ı m d a , S c h röd i nger' i n teorisiyle



Böylece d iyalektik doğal b i l i m­



a t ı l mıştır. Bu teoride parça c ı k b i r



l e r d e k i y e r i n i a l ı r. Bu el bette,



d a l g a n ı n d ü ğ ü m noktası o l m a k­



maddenin yapısını açı klayan nihai



tan ç ı k m ı ş, kendisi b i r da lga gru-



gerçek değ i l d i r. Ancak sadece di-



yalektiğin açtığı yol, asla u laşıla-



dır. Ve eğer belirtiler bizi y a n ı lt-



mayacak mutlak gerçek yönünde



mıyorsa, bu c ü m l e n i n günleri sa­



doğru ilerlenmesini sağlayacaktır.



y ı l ı d ı r. Görüldüğü kadarıyla, doğa



Diyalektiğin fizikte zafere ulaş­



gerçekten de sıçra m a l a r yapıyor,



masını sağlayan tek şey atom te­



hem de o l d u kça garip türden sıç­



orisi o l m a m ı ştır. Relativite teorisi



ramala r.'' (Max Planck, Fizik Pa­



ve P l a n c k ' ı n Kuantum Teorisi de,



nora m a s ı , Sayfa 72)



bu a l anda gerçek bir devri m i n



Gerçekten de K uantum Teori­



gerçekleşmesini sağla m ı şt ı r. So­



s i ' n i n özünde, doğadaki bütün de­



n u n c u s u n u biraz inceleyelim.



ğişimlerin



B u b u l u ş u n ö n e m i önceli k l e,



yavaş



yavaş



değil,



hamleler şeklinde, sıçra m a l ı ola­



Aristoteles'ten ve daha geniş ölçü­



rak gerçekleştiği d üşüncesi var­



de Leibniz'den bu yana aksiyom



d ır. B u rada m ü m k ü n o l a n en kü­



olarak geçerli olan d i n a m i k görü­



ç ü k kuantum enerji (ya d a mad­



nümlerin sürekliliği i l kesinin, diğer



de), P l a n c k Sabiti (h) a d ı verilen



bir deyişle doğanın sıçramalı geliş­



bir tamsayı i l e ifade e d i l i r. B u l u ­



meler kaydetmeyeceği cümlesinin



ş u n s a h i b i olan P l a n c k , b u d u r u ­



bir kenara bıra k ı l m ı ş olmasında



mu ş ö y l e açı klıyor:



yatar. Planck bu konuda şöyle der:



" l ş ı n ı m , özgül ısı, elektron ı ş ı n ı­



" Y u karıda beli rtilen c ü m leleri n



mı, radyoaktivite ve birçok başka



üçüncüsü (biz de bu cü m leleri ak­



görüngüyü tan ı mlayan yasaların



tarmıştık - L.R.) bütün dinamik



tümü, sadece maddenin kendisinin



etkilerin sürekliliğine d a i rd i r ve



değil, onun ortaya çıkardığı etkile­



geçmişte bütün fiziksel teorilerin



rin (bu ikisi arasında ayrım yapma­



önkoşulu y a p ı l mıştır. A ristotete­



nın mümkü n olduğu oranda) sü­



les'e dayanılarak i leri s ü rülen bu



reklilik arz etmeyen özell iklerle do­



teori ler, yaygın olarak b i l i n e n 'na­



natılmış olduğunu belirtir. Bu özel­



t u ra n o n facit saltus' (Doğa sıçra­



likler ise, doğal bir sabit tarafından



m a y a p ma z - L.R.) dogması i l e so­



karakterize edilir: Etkinin elemen­



n u ç l a n m ıştır. Ancak a raştırmalar,



ter miktarı (Kuant)." (Planck)



fizik b i l i m le r i n i n öted e n beri say­



Aynı a raştırmacı, bu gerçeğin



gıyla karşılanan bu sabitinde de



f i z i k açısından taşıdığı önemi şöy­



önemli b i r gedik açtı. Deneylerle



le tanımlar:



elde edilen yeni sonuçlar nede­



"Ortaya çıkan u ç u r u m u a ş m a



n iyle, bugün termodi n a mi ğ i n i lke­



k o n u s u n d a gösterilen b ü t ü n ç a ­



leri ile i şte b u cümle çatışmakta-



baların



b a ş a r ı s ı z l ığ a u l aş m a sı,



33



34



h i ç b i r ş ü p heye yer b ı rakmayacak



!erinden oluşur. Biçimsel bir bakış



şekilde ş u n u ortaya ç ı kardı: Y a



aç1S1yla ele almdığmda, her iki te­



e t k i k u a n t u m u , haya l ü r ü n ü b i r



orinin birbiriyle bağdaşmadığı, bi­



değerdir; ya d a ı ş ı n ı m yasa s ı n ı n



rini dışladığı düşünülür. Bu yüz­



t ü r e t i l m e s i n i n temelinde fizi ksel



den bu teori l e rden sadece b i r i s i



bir d ü şü nce vardır. Bu d u ru m d a



fizikte geçer l i o l m uştu r v e b i l i n d i­



e t k i k u a n t u m u fizikte t e m e l bir



ği g i b i Huyghen'in d a l g a teorisi,



rol oynam a l ı d ı r ve yeni, o g ü ne



yavaş yavaş Newto n ' u n teoris i n i n



dek d u y u l ma m ı ş ve Leibniz ve



yerini a l mıştır. A n c a k g ü n ü m üzde



Newton tarafından infinitezimal



b u a n la y ı ş değişmeye başlamıştır.



hesa b ı n oluşturulmasından beri,



Ve öyle b i r durum ortaya çıkmış­



b ü t ü n nedensel bağ ı n t ı l a rı n sü­



tır ki; görüngülerin büyük b i r bö­



rek l i l iğ i varsay ı m ı üzerinden yük­



l ü m ü dalga teorisi arac ı l ı ğ ıy l a , da­



selen fiziksel düşüncemizi temel­



ha küçük olmayan diğer böl ü m ü



den altüst edecek b i r şeyin ha­



de c i s i m t e o r i s i y l e a ç ı k l a n a b i l ­



berc i s i d i r. Deney i m lerimiz, kara­



mektedir. C i s i m v e d a l g a , b u g ü n e



r ı m ı z ı i k i n c i seçeneği seçme yo­



dek b i r b i r i n i d ı ş layan bu i k i kav­



sağl ıyor."



ram, bu açıdan da varold u ğ u d ü ­



(Planck, K u a n t u m Teori s i n i n O l u ­



l u nd a



vermemizi



şünülen a ş ı l maz z ı t l ı kları yitmek­



ş u m u ve G e l i ş i m i , Sayfa 17)



te ve yeri n i d i yalektik birliğe bı­



Ku a n tu m teorisi sayesinde, kla­ s i k ı ş ı k teorisi de temelden sarsıl­



rakmaktadır. "Fizi kteki eski a n l ayış -bu g e l i ş­



d ı ve f i z i k, bu açıdan da d a l g a i l e



meye bağ l ı olarak yeni saptama­



g i z l i pa rçac ı ğ ı k a r ş ı karşıya get i r­



larda b u l u n a n Whitehead'in söy­



me a n l a y ı ş ı nd a n v a z g eç m e n i n



lediği gibi- doruk nokt a s ı n ı , uzay­



zoru n l u l uğ u n u görme noktasına



daki genişleme i l e v a rl ı ğ ı n b i r l i ğ i ­



geldi. Newton ve H uyghen döne­



n i n bi rbiriyle bağdaştırılamayaca­



m i nden beri, ışığın fiziksel doğası



ğ ı varsay ı mı n d a b u l uyordu. Bu



bağ l a m ı n d a iki teori vardı. New­



anlayışa göre genişlemiş madde,



ton ı ş ı ğ ı n , çok küçük parçac ık lar­



özü itibarı ile, g e n i ş l e m i ş o l d u ğ u



d a n oluşan b i r ı ş ı n o l d u ğ u n u v a r­



i ç i n b i r b i r i n d e n ayrı l m ı ş ve bağ­



sayıyor ve bu tür cisi m l e r i n gözü­



lantıları kopmuş özel l ik l e r i n o l uş­



müzdeki ağtabakasına dokundu­



t u rd u ğ u b i r çok t ü r l ü l ü ktür."



ğu sürece ı ş ı ğ ı a l g ı l ad ı ğ ı m ı z ı d ü ­



En son b u l u ş l a ra bağ l ı o larak,



şü n üyordu. Buna karşıl ı k H uyg­



bu a n l ayış terk edilmek zorunda



h e n ' i n teori sine göre, ışık çok kü­



ka l ı n d ı :



çük dalgalardan, eterin titreşim-



"Bugün, maddenin genişlemiş



b i r m i ktarının; doğası, yüzeyine



runluluğunu türetebilirsek, bu, fi-



etki eden güçler tarafından kıs-



ziğin ( a y n ı z am an d a d i y a l e k t i k



men i f a d e e d i l e n bir b ü t ü n l ü k o l ­



materyaliz m in de



d u ğ u kavra yı şı nı benimsemek zo­



yük zaferi olacaktır. (B. B a v i n k,



-



L. R.) en bü­



rundayız." (Whitehead, "Princip­



"Doğal B i l i m l erin Sonuçları ve So­



les of natural knowledge [Doğal



runları", sayfa 430)



b i l im lerin i l keleri]", sayfa 1-3)



Ancak kuantum teorisi n i n bir



Demek ki h e r açıdan, yani atom



başka yönü daha vardır. Bu teori,



teorisi, kuant u m teorisi, rölativite



maddenin varlığını kanıtlayan ve



teoris i açısından, atomu, gizli



t ü m idealist yoru m lamaları y ı k a n



parçacıkların ve d a lga n ı n z ıtlığ ı



teo r i d i r.



olara k gösteren f i z i kteki biçimsel



madden i n o l mayacağ ı n ı , madde



mantığı terk etmek ve onların di­



olmaksızın hareket i n olmayacağı­



" H a re ket



olmaksızın



yalekt i k birliğini ben i m semek zo­



n ı " ( H egel) kanıtlayan teori, bu



runluluğu kendisini daya tıyor. B.



teoridir. İdealist yöne l i m l i fizikçi­



Bavink,



z o ru n l u l u kl a ra yol



ler, enerj i i l e madde a r a s ı n d a k i



açan o l g u l a r ı şu şekilde özetl iyor:



b a ğ ı çözü p maddeyi saf enerj iye



" S ü r e k l i l i ğ i n ve a t o m i z m i n b i r­



dönüştü rmek için ter dökmese­



b i r i n i d ı şlayan karş ı t l ı k l a r olmadı­



lerd i , onlar da bu teoriyi ben i m se­



ğı a ç ı kça görü l e b i l mektedi r. Röla­



yip boğuştukları çelişkilerin bir­



tivite teorisi nde, e lektron ya da



çoğundan k u rt u l a b i l i rlerdi. Oysa



bu



atom, bir 'alan d ü ğ ü m ü ' olarak



E inste i n ' ı n en büyük b u l u şl a r ı n ­



karşı m ı za çıkar ve bu d ü ğ ü m i l e



dan b iris i, her tür enerj i biçi m i n i n



a l a n a r a s ı n d a keskin s ı n ı r l a r b u ­



kütleye s a h i p o l d u ğ u n u göster­



l unması



g e r e k m e m e k te d i r.



Bu



mesidir. H ı z ı n artmasıyla kütle de



bağ l a m d a y a p ı l ma s ı gereken sa­



büyür. Büyük bir kütlenin ya k ı n ı n­



dece, s ü re k l i l i k i l e homojen l i ğ i ka­



dan geçen ışık, k ı r ı n ı ma uğra r (Bu



rıştırmamak ve atomi z m ile, par­



değer,



çacıkları birbi rinden "boş" uzayla



8 3 ' t ü r). A n c a k d e ğ i ş e b i l e n tek



ayrı l m ı ş ve keskin s ı n ı rlara sahip



kütle, tek tek c i s i m l e rin k ü t l e s i d i r.



gü neşin



yakınlarında



o l a ra k gören anlayışın a y n ı şeyler



Evrendeki (ya da kapa l ı b i r s istem



o l d u ğ u n u d ü ş ü n memekt i r. (Ke­



içindeki) kütle sabittir. Enerj i n i n



sintisiz) alan yasasından, bu alan­



ve kütlenin koru n u m u yasası, ş u



da düğümlerin bulunması gerek­



şekilde ifade edilebilecek b i r ya­



tiği, yani maddenin atomist bir



saya dönüşmüşt ü r:



yapıya sahip olması gerektiği zo-



"Kütle enerj iye ve enerji k ü t le-



35



36



ye sah i p olduğu için, bu iki f i z i ksel



yakla ş ı l m a s ı n ı sağlayan Pla n c k ' ı n



ni c e li k eşdeğerdedi r - y a da, kula­



ifades i n i n kaynağı b u r a d a yat­



ğa d a h a hoş geliyorsa- örtüşmek­



m a kt a d ı r. Enerj i n i n ve küt l e n i n



tedir. Bu yüzden kapa l ı bir sistem



koru n u m u yasası nda ortaya çı­



içindeki kütle -ya d a a y n ı şey



kan değ i ş i k l i k l e r i n kaynağı da, ay­



s a b i t t i r."



nı şekilde yine b u radadır. Ei nste­



(Chowlson, "Termodina m i ğ i n Te­



olan-



e n e rj i



stoku



i n ' ı n relativite teoris i nde eterin



mel Gerçekleri", sayfa 16)



uzay-zam a n d ü z l e m i olarak nite­



M a d de y i yok e t m e k i ç i n b i r



lendi r i l m e s i n i n nedeni de, eterin



araç olara k k u l la n ı l m a k i stenen,



geçici olarak dolaysız bir şekilde



rölativite teo r i s i n i n bu b u l uşları



değil, tersine çekim ve elekt ro­



ne a n l a m a g e l i r? Bu b u l u ş l a r,



manyetik etkileri aracı l ığıyla tes­



enerj i n i n maddenin bir öze l l i ğ i o l ­



pit edilebiliyor olmasının yol açtı­



d u ğ u n u doğrulamıyor mu? Neden



ğ ı b i r tereddüt ve çekinced i r. Ay­



her e nerj i küt leye sahiptir ve çe­



rıca ş u n u d a belirtmek gerekiyor



kim yasasına t ab id i r? Neden küt­



ki; uzayın kendisi d e relativite te­



le, h ı z ı n büyümesiyle artar? Bu­



orisi sayesinde m a d d i leştirilebil­



n u n tek nedeni, ölç ü l e b i l i r, h isse­



miştir, ki b u konuya i leride deği­



d i le b i l i r maddenin bir başka mad­



neceğiz. M. Born d iyor ki:



d e olan eter ile bağla ntılı ve karşı­



"Eğer b u başarılı rsa, böylece



l ı k l ı etkileşim halinde o l m a s ı d ı r.



Newton'un mutlak uzayı somut



C i s i m lerin kütlesi, eterde ortaya



etere d ö n ü ş t ü r ü l m ü ş o l a c a k t ı r;



ç ı kan bir görüngüdür. (L. Graetz,



atalet d i rençleri ve merkezkaç



"Eter ve rölativite teorisi")



kuvvetleri, eterin, özel b i r yapı­



" H e r kes -diye devam ediyor ay­



l a n maya sahip elekt ro m a nyet i k



nı yazar- her kütlenin enerjiye sa­



alan lar g i bi, f i z i ksel etkileri biçi­



hip o l d u ğ u n u; kütlenin kendisinin.



mindeki görün ü m l e r olarak orta­



sadece maddenin b i r görünüm bi­



ya çıkma d u ru m unda olacaktır ...



ç i m i o l d u ğ u n u; enerjideki her ar­



Bilim, kavra m l a r ı n önem s ı rala­



tışın, cismin kütlesini artırırken,



masını alt-üst eden bu adımı at­



her düşüşün kütlesini azalttığını;



maktan çekinmedi. Her ne kadar



enerj i n i n maddi bir şey o l d u ğ u n u



eterin m u t l a k hareketsizliği öğre­



t a s a v v u r edebilir." (Agy., sayfa



tisi daha sonraki dönemlerde b i r



72)



yana b ı r a k ı l dı y s a d a , m e k a n i ğ i



Demek ki; madde ile onun etki­



tahtından i n d i r i p elektrod i n a m i ğ i



leri arasında b i r ayrım gözet i l me­



fiziğin h ü k ü m da r ı y a p a n b u dev­



si gerektiği iddiasına kuşku i l e



rim b o ş u n a gerçekleşt i r i l m e d i :



O n u n sonuçları, biraz değ i ş m i ş



s i z m i n Sancağı Altında, 1929, Sa-



haliyle geçerl i l i ğ i n i korudu."



yı 1 , Rusça Baskı)



bunlar, yukarıda ifade



Bu, ı ş ı n ı m ı n maddeye bağlı ol­



ettiğ i m i z "Madde o l m a k s ı z ı n ha­



duğunu kanıtlam ıyor m u ? Ancak



Bütün



reket o l maz, ha reket olmaksızın



b u rada a y n ı zamanda, f i z i k ç i l e r i n



madde olmaz" cümlesi n i n kanıtı



n e d e n çel işkiye d ü şt ü k l e r i n i d e gösteren b i r örnekle k a r ş ı karşı­



değil m i d ir? Bir astronom o l a n J. Jeans'e



yayız. F i z i kçiler, "atomları n ' par­ ç a l a n m a s ı ' s ı rası nda, maddeden;



kulak verelim: "Atomlar, maddi elektronlar ve



filanca m i ktar kütleye sahip ve



protonlar dışında bir u nsura daha



hareketi ş u kadar erg ya d a bu



s a h iptir: Elektromanyet i k enerji.



kadar kalori ışınma eden bir kısım



Modern elektromanyet i k teorisi,



a y r ı l ı r" demek yerine, " m a d d e



her ışının kütle taşıdığını belirtir.



ı ş ı nm a ya d ö n ü ş ü r " d iyorlar. l ş ı n ­



(buna göre bir gram kütle 9.1020



m a b i r h a reket m i d i r ? A n c a k



erg ya da 2.15.1013 kalori ışına denk



madde olmaksızın hareketin de



düşer) Bundan, ışınmada bulunan



olamayacağını söylemiştik. Fizik­



her cismin kütle kaybettiği, her



ç i l e r el bette bu maddeyi henüz



radyoaktif bölünmenin toplam küt­



göremed i l e r (ancak, b i r b ö l ü m ü ­



lenin azalmasına yol açtığı sonucu



n ü n h e l y u m çekirdeğ inden o l u ş ­



çıkar. Bir uran atomunun nihai so­



t u ğ u n u b i l iyorlar); fakat u z u n z a ­



nu, şu denklemle gösteri l i r:



m a n d ı r elektronların ve proton l a ­ rın o l d u ğ u n u gözlemiyorlar m ı ? Enerj i , maddenin b i r özel l i ğ i n d e n



0,8653 gram k u r ş u n 1 gram uran =



0,1345



gram



helyum



m a ddeye b a ğ l ı o l m a k s ı z ı n o rtaya



0,0002 gram ı ş ı n ma Genel leştirerek



başka b i r ş e y o l a b i l i r m i ? B i r



söylenecek



ç ı k a b i l i r mi? K uantum teori s i n i n o l um s u z l a d ı ğ ı , tam d a i ş t e b u d u r.



olu rsa, radyoaktivite o l g u s u n u n



Bu yasa n ı n özü -daha önce be­



özünde y a t a n , m a d d e n i n ı ş ı n ma­



l i r t i l d i ğ i gibi- doğadaki her değişi­



ya d ö n üşmesid ir; bir başka deyiş­



min yavaş yavaş değ i l , ha mlelerle



le, kütlenin parçal a n m a s ı s ı rasın­



ve sıçramalı olarak gerçekleştiği



d a ortaya çıkan ışınmanın serbest



ifadesinden



'



i ba retti r .



B u ra d a



k a l m a s ı d ı r. 4000 gram kütleden,



m ü m k ü n o l a n en k ü ç ü k k u a n t u m



3999 g ra m geriye k a l ı r. Aradaki



enerj i ( y a da madde), Pla nck S a ­



fark, ı ş ı n ma olarak ayrı l ı r." ( Mark-



biti (h) a d ı verilen b i r t a m s a y ı i l e



37



111 38



idealist filozof g i bi, aynı görüşleri



ifade e d i l ir. Bu, e nerj i n i n azalması ya da



paylaşmak, yani



k u a n t u m l a rı n



a rtma sı s ı r a s ı n d a saf enerj i n i n



maddenin s o n l u kütleli hareketiy­



değil, maddenin el bette s ı n ı r l ı bü­



le bağ ı n t ı l ı o l d u ğ u n a i n a n m a k zo­



yüklüğe s a h i p olması gereken b i r



runda. D'Abro da, "eylemin ato­



k ı s m ı n ı n hareket ettiğinden baş­



m ik li ğ i ile maddenin atomikli ğ i n i n



ka b i r anlama gelebilir m i ? White­



b i rb i riyle b a ğ l a n t ı l ı o l m a s ı m u hte­



head, kuantum teoris i n i n t a m da



meldir"



b u yönünü i ncelerken ş u sonuca



386). Weyl d a b u yüzden, k u a n ­



u laşıyor:



diyor



(Örneğin



sayfa



t u m teor i s i o l g u s u k a rş ı s ı nd a ,



" Modern f i z i k , cisimsel organ iz­



gerçekleri saf a l a n teorisinden



m a l a r ı n fizi ksel alanda t itreş i m l i



yola ç ı karak, y a n i maddeni n varlı­



özel l i klere gereksinim d uyduğu­



ğını ka b u l l enmeyerek, kavrama­



na işaret eder. Ona göre bu tür ci­



n ı n m ü m k ü n olmadığını söylüyor.



s i m ler, atomun çekirdeğ i nden dı­



Ç ü n kü o n a göre bu gerçekler,



şarı atılmış ve b u n u n üzerine ı ş ı k



"büyük oranda bir ta msayı tara­



d a l g a l a r ı n a dönüşmeye başlayan



fından belirlen iyor". Peki bu ne



yapılar olarak görülmek zorunda­



a n l a m a g e l i yor? Tamsayı, s o n l u



d ı r."



büyüklüklerin bulunduğu, yani



Ve şöyle devam ediyor: " S ü reç,



maddenin s o n l u m i ktarları y a d a



her primat (yazar, dünyanın, da­



parçal a r ı n ı n h a reket h a l i nde o l ­



ha önceli bulu nmayan ilk u n s u rla­



d u ğ u bir ye rde söz konusu olabi­



r ı n ı böyle n itelend iriyor



l i r.



-



L.R.)



açısından orta lama enerjiye dö­



Ş i md i b i r de, g ü n ü müzde elekt­



nüşme ş e k l i nde noktala n ır. Bu



rik a l an ı n d a k i a raştı rmacı l a r ı n en



enerji, primatlar açısından kara k­



önemli leri nden biri o l a n İ n g i l i z fi­



teristik



z i kçi J. Thomson'a k u l a k vere l i m :



ve



kütlesiyle



o r a nt ı l ı ­



d ı r . Gerçekten de enerji kütledir...



"Felsefe n i n b a k ı ş a ç ı s ı ndan ba­



Primatın içerisinde, elektrik yo­



kıldığında, potansiyel enerj i kav­



ğ u n l uğ u n d a ğ ı l ı mında fark l ı l ı k l a r



ram ı n ı n kinetik enerj i kavra mına



vardır. Materyalist teoriye göre



göre çok d a h a az tatmin edici o l ­



böylesi bir yoğunluk, maddenin



duğu v e fark l ı b i r temele dayandı­



varlığını gösterir.'' (Whitehead,



ğ ı görülecektir. Enerj i y i kinetik



"Science a n d the modern world



enerj i olarak nitelendirdiği m i zde,



[ B i l i m ve Modern Dünya]'', sayfa



bu enerj i h a k k ı nda oldu kça fazla



187 ve 189)



şey b i l d i ğ i m i z duygusuna sahip



A l a n ı nda u z m a n fizikçiler, bu



oluyo ruz. A n c a k enerj iyi potansi-



yel e nerj i o l a r a k n itelendirdiği-



rinde etkisi olan kısmtndan, bu et-



m izde, b u konudaki b i l g i m i z i n çok



kiye sahip olmayan kısmtna akta­



az olduğu duygusuna sahip o l u ­



rılması değil midir? Bu d u r umda,



yoruz. B u radaki 'az' b i l g i n i n , b i l ­



b i z i m pota nsiyel enerj i adını ver­



memiz gereken i n t ü m ü n ü karşıla­



diğimiz



dığını i d d i a etsek, bu yan ıt, insan



maddi sistemle kinematik bağları



ruhunu tatmin etmeyecekt i r.



şey,



g e rçekte,



eterin



olan bazı kısımlarının kinetik



Tica ret hayatı ile para l e l l i k ku­



enerjisi değil midir?... Daha y ı llar



rup k i netik enerj i n i n yerine nakit



önce, güç etkileri ile potansiyel



parayı, potansiyel enerj i n i n yeri­



enerjinin varlığtnı açıklamak için,



ne d e banka hesab ı n d a k i tasarru­



birincil sistemin ikincil sistemle



fu koyalım. Ayrıca b i r de, b i r kişi­



bağlantı halinde olduğunu var­



nin cebi ndeki altın akçelerini kay­



saymak gerektiğini ve bu s i stem­



bett i ğ i n i ve kaybola n akçelerin



l e r i n kinetik enerj i s i n i n b i r i n c i l



h e r seferinde a ç ı k l a namayan bir



sistemin



şekilde banka hesabına i lave ed i l ­



o l u ş t u rd u ğ u n u



pota n s i y e l



e n e rj i s i n i



g ös te rm i ş t i m . "



d i ğ i n i , i stendiği z a m a n akçenin



(J.J.Thomson, " E lektrik ve Mad­



değer kaybına uğramadan ve kar



de", sayfa 1 1 3 )



d a geti rmeden yeniden çekilebi­



Bu t e o r i d e yönteme, taşıdığı



leceğ i n i d ü ş ü n e l i m . Belki ticari



materyalist ruha d ikkatle b a k ı l ­



i l i şkiler açısından bu b i l g i ye sahip



m a l ı . İ k i s i stem ka r ş ı l ı k l ı etkileşim



o l m a s ı g e rekmez, a n c a k hangi



h a l i nde: Birinci sistem d u y u o r­



tüccar cebinden d ü ş e n akçen i n



g a n l a r l a a l g ı l a n a b i l iyor. İ k i n c i s i



bankaya n a s ı l ve k i m i n tarafından



i s e , ne duyu organlarıyla, ne d e -



yatırıldığını, a kçenin kaybolması­



b ug ünk ü - b i l i msel aygıtlarla keş­



n ı ve tekrar ortaya çıkmasını sağ­



fedilemeyecek şekilde bir yapıya



laya n ı n hangi gizemli güç olduğu



sahip. Bu i k i ncisi " a l a n d ı r"; a l a n­



konusunda kafa yormaz, bu gize­



da gerçekleşen olayların ( ı ş ı ğ ı n



mi çözmek i ç i n çaba h a rcamaz?



ı ş ı n m a s ı , ç e k i m kuvveti v.b.) taşı­



F i z i kç i de, potansiyel e n e rj i n i n



yıcısı



değ i ş i k biçimleri karşısında kendi­



"eter", i s t e r "alteter", isterseniz



ise



madde o l m a k ( i st e r



sini a y n ı d u rumda hissetmekte­



bir başka ad veri l s i n ) ve bu taşıyı­



dir ... Ki netik enerj i n i n pota nsiye l



cı, hızın a rtması d u ru m u n d a küt­



enerj i n i n değ i ş i k b i ç i m lerine dö­



leyi çoğaltan şeyin ne o l d u ğ u ,



nüşmesi, sadece kinetik enerjinin



radyoaktif elementlerin parçalan­



sistemin duyu organlarımız üze-



ması sırasında kütlenin nereye



39



40



gittiği, e l ektro n u n kütlesi n i n ne-



bu kaynakla f i z i ksel bağlantıları



reden g e l d i ğ i soru l a r ı n a y a n ı t



olm ad an etkide b u l u n a n güçlerin



vermek zorundadır.



varlığı düşü ncesine itiraz ed iyor­



"Eter" ya d a "alteter"in varlığı



du. Bu yüzden elektrik a l a n ı n d a k i



varsayılmazsa, onun yerini "boş"



etkileri b i r şema i l e göstermeye



uzay alacaktır (Russel ve Weyl, bu­



çalıştı. Bu şemada uzaktan etki­



na değişik "boşluk" nitelendirme­



n i n yerini bir başka şey a l ı yordu



leri takmışlardı). Boş uzayın var ol­



ve böylece karşılıklı olara k b i rbiri­



d u ğ u n u kabul etmek ise, sadece fi­



ne etki eden cisimler a rasında sü­



zik açısından d a büyük sorunlara



rekli b i r bağlantı kurdu. B u n u da,



yol açar. Bu sorunlardan birisi,



güç hatları kavra m ı i l e başardı."



uzaktan etkinin varl ı ğ ı n ı n kabu l edilmesinin kaçınılmaz olmasıdır.



Bu çizgiler i se, maddeden baş­ ka bir şey değ i l d i r:



( F a ra d a y g i b i ö n e m l i f i z i k ç i l e r



"Öncel siste m i m iz i n farklı yüklü



enerj i k bir biçimde buna karşı ç ı k­



uçları bulunan b i r elekt r i k l i büyü­



mışlard ı r.) Diğer varsayım ise, b u



teç olduğunu d ü şü n e l i m . Bir uçta



"boş" uzayın i ç i nden ı ş ı ğ ı n geçtiği­



eksi yüklü cisim var, d iğerinde ay­



dir. Bu d u rumda ise, ışık elektro­



nı büyüklükteki b i r artı yük. H e r



manyetik bir dalga değil, sadece



iki u c u n e l e k t r i k yüklü güç h a t l a r ı



onu saçan cisimden bize doğru ge­



ile bağlı o l d u ğ u n u düşünelim. İşte



len madde olabil ir. Çünkü dalgalar



bu güç hat/arma maddi varlık



boş uzayda nasıl oluşabilir ki?



bahşedilmelidir." (J.J. Thomson,



T ü m bu ve benzeri sorunlardan



sayfa 2 5 ve 59)



k u rt u l a b i l me n i n tek yolu, uzayın



Demek ki; büyük f izikçi F ara­



b i r madde (eter, a lteter) ile dolu



day, "maddenin b u l u nm a d ı ğ ı yer­



o l d u ğ u n u varsaymaktan geçer.



de etkili olacağını" tasa vvu r ede­



Tüm z a m a n l a r ı n en büyük f i z i kçi­



miyordu. Bu yüzden a l a n teorisi



lerinden biri olan Faraday, b u n u



de baştan sona materyalistçe dü­



ç o k iyi a n l a m ıştı. Alan teo ri s i n i n



şünülmüştür.



ku rucusu o l a n Faraday, b u a l a n ı n



Peki ya Weyl da öyle m i ? O n



a n c a k maddi o la b i l eceğini düşü­



defa maddeyi ö l d ü r ü p y i r m i defa



nüyordu:



da yeniden d i rilttikten sonra, eter



"Faraday'a göre, maddenin, bu­



kavram ı na getirdiği açıklamanın



lunmadığı yerde etkili olamayaca­



sonunda nihai o l a r a k saf a l a n te­



ğı d üşüncesi bir aksiyom, başka



orisinden vazgeçmek ve eter i l e



bir deyişle, bir dogma idi. Konum­



maddeyi k a b u l etmek z o r u n d a



landığı nokta n ı n çok uzağında ve



kal ıyor:



" H e r ne kadar eter fiziksel ka-



d a n bu gerçeği kabullenmek zo-



rakterini geri kazanmış olsa da,



runda k a l ı yorlar. idealistin, mad-



o n u belirleyen n i telikler, gelişme­



d e n i n y o k o l d u ğ u , "sembollere"



nin başlangıç aşamasında b i r tö­



dönüşerek b u h a rlaştığı v.b. iddi­



zel medyumu olarak ortaya ç ı k t ı ­



a l a r ı n ı n tersine, madde yaşama­



ğ ı n d a n o l d u kça f a r k l ı l a ş mı ş t ı r . "



ya ve etkide b u l u n maya devam



( W e y l , a g y . , sayfa 1 4 3 )



etmektedir.



Eterin,



alışılmış



m a d de d e n



Modern fizik, bize ç e l i ş k i lerle



farklı büyükl üklere sahip olması,



dolu b i r tablo s u n u yor. Bir yanda



madde kavram l a r ı m ı z ı n sü rmekte



f i z i k ç i l e r ve idealist f i l ozoflar güç­



o l a n dönüşü mlere tabi olması, b i r



l e r i n i birleşt i rerek, maddeyi "or­



d i yalektik materyal ist için son de-



tadan kaldırmak" ve böylece nes­



rece doğaldır. Anca k bu, madde-



nel d ünyayı sis perd e s i n i n a rka­



ye i l i ş k i n felsefi sorunu hiç etkile-



sındaki hayal dü nyasına dönüş­



mez. Madden i n felsefi kavramı,



t ü r m e k için ç a b a l ı y o r l a r. Diğer



eteri n şu ya d a b u niteli klere sa-



yanda gerçeklerin dayat ması kar­



h i p o l m a s ı n ı gerektirmez. O n u n



ş ı s ı nda maddeyi, v a r l ı ğ ı n ı son ra­



gerektirdiği tek şey, eterin ya da



d a n kerhen kabul ederek yeniden



maddenin, gerçek bir şey, b i l i nci-



" piyasaya sürüyorlar". B u g ü n he­



m i z d e n bağ ı m s ı z ve nesnel b i r



n ü z her şey mayalanmakta olsa



şey olarak görül mesid i r. Ve gö-



da, kesin olan b i r şey var: Çatış­



rüldüğü gibi m istikçilerimiz, bazı



m a , m a d d e n i n zaferiyle, d a h a



b e l l i çekinceleri d i l e getirseler de,



doğrusu materya l i zm i n , d iyalek­



deneyimlerin ve gerçeklerin da-



tik materya l i z m i n zaferiyle so­



yatması sonucunda birbiri a rd ı n-



n u ç la nacakt ı r.



• 41



42



M A URI C E C ORNFORT H



W1



T T G E N S TE 1 N ' 1 N FE L SE FE S İ



DÜŞÜN MEYE BİR S i N i R GETİRME



1.



Wittgenstei n'ın,



R u s se l ' ı n



ence versus ldealism. in derence o l philosophy against positivism and pragmatism11



(Poziti·



vizm ve Pragmatizme Karşı Felsefenin Savu· nusunda, İdealizme kar· şı Bilim) adlı kitabının "Manlıksaı Mantıksal



Analiz



ve



Pozitivizm"



adlı ikinci kısmında yer alan



"Wittgenstein'ın



felseresi"



adlı



9.



bölümünden alınmıştır. Çeviren: fırat Karadaş



önermelerin



sorun u n



c e v a p l a n a b i l e ce ğ i n i



düşünüyord u . Ancak daha önce



yap t ı ğ ı bazı katkıları daha ö nce



d e gösterd i ğ i m g i b i , ne R u s­



t e o ri s i n i n



belirtmiştim; öze l l i kl e de ayrın­



s e l ' ı n kendisi ne de meslektaş­



tılı b i r şekilde ele a l d ı ğ ı "resim­



ları ve takipçileri, bu sorunu ke­



l i " önermeler teoris i n i , o l g u l a r ı n



sin b i r şekilde çözecek herhangi



"resimleri" o l a ra k kabul e d i l e n



b i r a n a l iz üzerinde a n laşmayı



temel önermeleri.



becere b i l m i ş t i r.



Ancak W ittgenste i n ,



Maurice Cornforth'un



ilgili



mantıksal a n a l i z i n i yaparak, b u



g e l i ş i m i ne



mantık



1955'te yayın lanan "Sci­



d ü ny a y l a



Önermeleri n temel m a n t ı ğ ı n ı



Tracta­ tus L oqco-Phi/osophicus a d l ı



d a h a ileri b i r d üzeyde a n a l i z



eserinde, Russe l ' ı n m a n t ı ğ ı n d a



e d e n Wittgenstei n , bu gibi "so­



kullanılan



r u n " l a ra tamamen farklı bir şe­



ö n e r me n i n



temel



m a n t ı k s a l kavray ı ş ı n ı g e l i ş t i r­



kilde ya k l a ş ı l a b i lece ğ i n i d ü şü ­



me, keski n leştirme ve rafine et­



nüyordu.



m e n i n y a n ı s ı ra, Russe l ' ı n man­



maddi d ü ny a n ı n nesnelerine a i t



örneğin,



fi l o z of l a r



tık t e o r i s i n i n u yg u l a m a l a r ı n ı .



önermelerin



felsefe n i n soru n l a r ı n ı n çözümü



"duyu-veri l e r i n i n " y a n s ı m a l a r ı



duyuların



veya



noktas ı n d a çok daha i leriye ta­



m ı o l d u ğ u , yoksa insan b i l i n c i n ­



şıyabileceğ i n i de d ü ş ü n m ü ştür.



den ve deneyiminden bağımsız



Ö rn e ğin " d ı ş maddi d ü n y a so­



bir d ı ş d ü n y a n ı n mı y a n s ı m a l a r ı



r u n u " n u ele a l a l ı m . Dış m a d d i



o l d u ğ u konusunda sürekli t a r ­



d ü nya d iye b i r ş e y var m ı d ı r ve



tışmışlardır.



eğer varsa neyi ka psamakta,



Russel



b u so r u n u , " m a d d i



h a n g i temel bileşen lerden oluş­



d ü ny a n ı n



m a kt a d ı r? R u ss e l , dış m a d d i



önermeleri a n a l i z etmenin doğ-



nesneleriyle



ilgili



ru y o l u nedir?" sorusuyla ifade



Wittgenstein, felsefi a m a c ı n ı şu



etmişti. Wittgenstei n ' i n bu soru­



şekilde özetl iyor: " B u kitap, felse­



ya cevabı, "Önermeleri n mantığı­



f e n i n soru n l a r ı n ı i rdelemekte ve



n ı a n l ıyorsa n ı z , böyle b i r soru so­



bu soru n l a r ı form üle etme yönte­



şeklinde o l muştu.



m i ni n , d i li m i z i n m a n t ı ğ ı n ı n y a n l ı ş



A n l a m l ı b i r önerme, o l g u l a r ı n res­



ş e k i l d e kavra nm as ın a dayandığı­



midir ve doğru l u ğ u n u n ve yanlış­



n ı göstermektedi r ...



ramazsınız"



lığının test e d i l e b i l mesi için olgu­



"



Bu nedenle, Wittgenstein'a gö­



l a r l a kıyaslanabilmelidir. Bu yüz­



re



den, bir f i l ozof, " B u maddi nesne



m a n t ı ğ ı n ı a n a l i z etmektir. V e bu,



f e l s e fe n i n



a m ac ı ,



dilimizin



b i r d uyu- veri b i leşi m i d i r" ve bir



hangi sözcük b i ç i m leri n i n öneml i



başka f i lozof da " Bu maddi nesne



ve hangilerinin önemsiz olduğu­



bir duyu-veri bileşimi değildir, a k­



nu ve hangi soru biçimlerinin so­



sine t ü m d uyu-ver i lerinden ba­



r u l maya ve ceva p l a n maya değer



ğ ı m s ı z olarak vard ı r " dediğinde,



o l d u ğ u n u belirleyen mantık i lke­



b u iki iddia hangi o l g u l a rı resmet­



l e r i n i o rtaya koymak a n l a m ı n a



mekte ve h a n g i s i n i n doğru hangi­



gel mektedir.



sinin yan l ı ş olduğunu kontrol et­



Bu yüzdendir ki Wittgenstein,



mek i ç i n o l g u l a r l a n a s ı l bir kıyas­



" Felsefenin sorunları, en n i haye­



l a ma yapı l m a l ıd ı r? Her iki iddi­



tinde temelden çöz ü l m ü ştür" id­



a n ı n d a s a h te i d d i a l a r, sahte



d i a s ı n d a b u l u nm uştur. Ancak bu



önermeler oldukları açığa ç ı kmış­



s o r u n l a r, " d i l i m i z i n m a n t ı ğ ı n ı n



tır ki, bunlar mantıktan a n lama­



yan l ı ş kavra n m a s ı na dayandıkla­



yan kişiler i ç i n önem l i , a n l ay a n l a r



r ı n d a n " aslında gerçekten sorun



içinse önems izd i r.



olmadıkları



söylenerek,



çözül­



R ussel ve diğer fi l ozofların or­



m ü şt ü r. Wittgenstein'a göre so­



taya koyduğu şekliyle "dış d ü nya



r u n l a r ı n formüle e d i l i ş b i ç i m i saç­



soru n u " bu nedenle, dış nesneler



madır ve işte tüm soru n l a r ı n ce­



hakkındaki önermelerin şu veya



vabı d a budur.



bu " a n a l i z i " üzerinde çalışılara k,



Bu nedenle Wittgenstein, Ön­



b i r çözüme kavuşturulamaz. Çö­



söz'de kitabıyla i l g i l i şöyle der:



züme ancak, sorunu ortaya ko­ y a r k e n önermele r i n m a n t ı ğ ı n ı n



"Bu kitap, bu yüzden, düşünmeye bir sınırlama getirecektir ya da



y a n l ı ş a n la ş ı l d ı ğ ı n ı ya d a



d a h a doğrusu d ü şüncenin ifade



Witt­



genste i n ' ı n deyim iyle, " d i l im i z i n



ed i lişine. Çünkü d ü ş ü n meye sınır



m a ntığ ı " n ı n y a n l ı ş k a v ra n d ı ğ ı n ı



getirmek için, sınırın her i k i yan ı n ı



göstererek u l a ş ı l a b i l ir.



da d ü şünebilme yeteneği göster­



Bu yüzden, Tractatus Logica-



meliyiz.( Bu nedenle d ü ş ü n üleme­



önsözünde



yeni d ü şü nebilir hale gelmeliyiz).



Philosophicus' u n



43



44



Bu yüzden, sadece dilde bu sınır çizilebilir ve bu yapıldığında sını­ rın öbür tarafında kalan her ne varsa tamamen saçma olacaktır."



t a f i z i k " k e n d i n i gösterece k t i r " .



2.SÖYLEMEK VE GÖSTER M E K



nen" ile "gösteri l e n " a r a s ı n d a k i



"Gerçeğin m a n t ı ksal biçimi" "söy­ lenemez" ve "ifade edilemez", fa­ kat o "kendini gösterebi l i r". Bir önerme tarafından "söyle­



Wittgenstein, düşü nmeye yani aslında "söylenebi len"e b i r " s ı n ı r getirmeye" başladığ ında, bir s ı ­ nıflandırma y a p m ı ş oldu. "Söyle­ nebilen" ve "gösteri l ebilen"i b i r­ biri nden a y ı r d ı . Wittgenstein, "Önermeler" de­ m i ştir, " tüm bir gerçe k l i ğ i temsil ederler, ancak onu temsil edebil­ mek için, gerçekle ortak olan şey­ leri temsil edemez ya n i mantıksal b i ç i m i ... Önermeler, mantı ksal bi­ ç i m i temsil edemezler; çünkü bu bizzat kend i n i önermelerde yan­ sıtır. Kendini dilde yansıtan şeyle­ ri de dilin kendisi temsil edemez.



Kendini dilde ifade eden şeyleri, biz dille ifade edemeyiz. Önerme­ ler, gerçeği n mantıksal b i ç i m i n i



gösterirler. O n u sergilerler. Gös­ terilebilen şey, söylenemez."1 Bu şu demektir; (felsefi a n l a m ­ da) "metafiz i k b i r şey" söylemek istediğimizde , onu "söyleyeme­ yecek" olsak bile o şey "göste rile­ b i l i r". Düşüncemizde resmettiği­ miz "gerçeğin" "en üst doğası­ nın" ne olduğunu, a n l a m l ı öner­ 1 Witıgenstein: Tracıaıus Logi· co·Philosophi· CUS, 6.54.



2 Witıgenstein:



Tracıaıus Logi·



ca· Philosophi· cus,6.54.



melerle " söyleyemeyiz". Ancak " d i l i m i z i n mantığ ı n ı " ve "söylene­ b i l i r o l a n ı n sınırını" kavraya b i l i­ yorsak, boş yere z i h n i m izde a ra­ dığımız ve "söylenemeyen" me-



bu ayrım, k i b u ayrım Wittgenste­ in'ın gerçeği n resimleri olarak ka­ b u l ettiği önermeler teorisine da­ yan ı r, i lerde daha net olarak gö­ rüleceği ü zere, Wittgenstei n ' ı n felsefesi nde ç o k önemli b i r yere s a h i ptir. Bu ayrım, Wittgenstein tarafından old ukça gizemli b i r bi­ ç i mde ele a l ı n m a kta d ı r. Ne kadar gerçekçi ve bili msel görünse de W ittgenst e i n ' ı n felsefi düşüncesi, Gerçek'e i l işkin gizemli bir iddiay­ la sonlanmakt a d ı r. "Söylenebilen"ler, yal n ı zca ol­ g u n u n ifadelerid ir, b i l i msel ifade­ lerdir. Ancak: " M ü mkün olan bü­ tün bilimsel sorular cevaplansa da yaşa rn ı n sorunlarına yine de değ i n i l med i ğ i n i h i s sederiz. Şüp­ hesiz artık cevaplanacak b i r so­ run' kalmamıştır ve işte bu cevap­ t ı r. Yaşam sorunu, bu soru n u n or­ tadan k a l k m a s ı y l a çözü l ü r. (Bu yüzden değ i l m i d i r k i insan u z u n bir şüphec i l i kten sonra yaşa m ı n a n l a m ı n ı kavradığında, bu anla­ m ı n nerede olduğunu bir t ü r l ü söyleyemez.) Gerçekten de ifade edilemez b i r şey vardır. Bu kendi­ ni gösterir. Bu g izem l i olandır". 2 Ş i md i



Wittgenste i n ' ı n ,



neyin



söyle n i p söylenemeyeceğ i n i belir­ leme ve düşüncenin ifade edilişi-



ne sınır getirme yöntem i n i ele ala­ . dır. B i r ton ağırlığı olan b i r nesnecağım; ayrıca bu arada, bunun ne­



nin de, o a ğ ı rlığa neden olan ve



yi gösterdiğini de inceleyeceğim.



d ok un m a duyumuzla a l g ı l ayabile-



45



ceğimiz bir sertliği vardır".J 3.



DO�RULAMA i LKESi Wi ttgenst e i n ' i n Tractatus'unda



'söyleneb i l e n ' veya ' söyleneme­ yeni' beli rleyen i l ke ya da ölçüt, iki aşamada ele a l ı n mıştır. Her şeyden önce, b i r önermeni n an­ lamlı olabilmesi i ç i n mantık k u ral­ larına uygun olması gerekir. Ve i k i n c i olarak da d oğ r u l a n a b i l i r ol­ m a k zorundadır. B i r önerme olgu­ ların res m i d i r ve bir resim, resi m ve resmed i len arasında bir k ıyas­ l a ma yapmayı m ü m k ü n kılacak bazı temelleri ifade etmel i d i r. Bu nedenle, resmi olgularla kıyasla­ mayı mümkün kılacak b i r yöntem tasarlanmalıdır. Bu mantıksal taraf, Tractatus'un başlangıcında geliştirilmiştir. " Ma n t ı kta" demiştir W i ttgens­ tein, "hiçbir şey tesadüfi değild ir. Bir şey eğer atomik bir gerçek



olabiliyorsa, b u a t o m i k gerçek olasılığı önceden sezilebil melidir. N a s ı l ki uzamsal bir nesneyi uzay­ dan, zamansal bir nesneyi za­ mandan bağımsız d ü ş ünemezsek, hiçbir nesneyi d e diğer şeylerle olası i lişkilerinden ayrı d ü şüne­ meyiz ... Uzamsal bir nesne son­ suz uzayda uzanmalıdır. Görsel olara k bir nokta, k ı rmızı o l m a k z o r u n d a değildir a m a m u t l a ka b i r r e n g i o l m a l ı d ı r; B a ş k a b i r değişle, çevresinde renkli bir boşl u k var-



Bu yüzden, bazı kavramlar bir­ leştirilebilir, çünkü onların mantık­ sal doğası ya da mantıksal biçimi birleşmelerini mümkün kılmakta­ dır; ancak öte taraftan, bazı kav­ ramlar birleştirilemez. Bir şeyin birleştirilebilmesi için anlamlı bir kombinasyon oluşturması gerekir. Bu oldukça basit bir m a ntıksal kavrayıştır. örneğin, " B u nokta k ı r m ı z ı renktedir" d iyebilirim ve bu noktanın b i r rengi olmak zo­ rundadır- kırmızı değilse de, mavi, sarı, yeşil vs. Ancak " B u noktanın sesi çok yüksek" diyemem, çünkü mantı ksal o larak noktala rın sesi yoktur. Benzer bir şekilde " B u gü­ rültü çok yüksek" d iyebilirim, fa­ kat "bu gürültü kırmızıdır" d iye­ mem. "Bu noktanın sesi çok yük­ sek" ve "bu g ü rültü k ı r m ı zı d ı r" ifadeleri yanlış önermeler deği l ­ d i r; aslında önerme bile değiller­ d i r, a n l a m s ı z birer sözcük kombi­ nasyon u d u r- saçmadır. Bu nedenle i l k olara k, kavram­ ların mantıksal doğası, m a ntıksal olarak bel l i kombinasyo n l a ra ola­ n a k t a n ı rken, bazıları böyle bir k o m b i n a syona o l a n a k t a n ı ma z . D i l , mantıksal olara k birbiriyle çe­ l i şe n



kavramları



b i r l e ş t i rmeye



başladığında, a n l amsızlaşı r. Burada kavramların mantıksal doğası şüphesiz, bu kavramların



3 agy. 2.01.



46



anlamlı olarak nasıl birleştirilebile­



Bu örneğ i n ne ifade ett i ğ i , ge­



ceğini ve nasıl birleştirilemeyeceği­



ometriyi " u z a m m a nt ı ğ ı " veya



ni belirleyen mantık yasaları ya da



"uzamsal d i l i n sözcük d i z i m i"ola­



mantık kurallarıyla gösterilmekte­



rak a l g ı l a d ı ğ ı m ızda a n l a ş ı l a b i l i r.



dir. Mantığın bu yasaları, d i l i n an­ lamlı kullanımını sağlayan sözdi­ zimsel kurallardır. Ancak bu kural­



Geomet r i n i n kurallarıyla çel i şen



5 agy. 4.024.



mek, y a n l ı ş b i r şey söylemek an­



lar keyfi değildir, çünkü dünyanın



l a m ı n a gelmez, a m a a n l a m sız b i r



mantıksal biçimini gösterirler.



ş e y söylemek demektir.



Bu yüzden, Wittgenstein "bir



Burada, o zaman , neyin söyle­



nokta n ı n " b i r "renk boşluğunda"



nip neyin söylenemeyeceğini be­



var o l d u ğ u n u söy l e m i ştir. Bu ş u



lirleyen i l kenin biri nci aşaması n ı i r­



anlama



nokta-söz c ü ğ ü ,



deledi k. Bir önermenin anlamlı ola­



renk-sözcüğüyle a n l a m l ı b i r bü­



bilmesi için, mantık kurallarına uy­



t ü n oluşturacak şekilde birleşebi­



ması gerekir. Doğrulama düşü nce­



g e l i r;



lir, fakat örneğ i n , b i r ses-sözcü­



sini tanıtan ikinci aşama ise bizi



ğ üyle a n l a m l ı b i r bütün oluştur­



çok daha farklı sonuçlara götürü­



maz. Bu sözdi z i m sel k u ral, nokta­



yor. Wittgenstein, "doğrulama" ile



nın m a n t ı k s a l doğa s ı n ı göster­



ilgili görüşlerini



mekte d i r.



a nlamı, onun doğrulama yöntemi­



özet olarak Wittgenstein şöyle



4 agy. 4.024



u z a m s a l b i r n e s n e d e n bahset­



"bir önermeni n



dir" "ilkesini" ilk kez ortaya atan



demiştir: " D ü ş ü n ü lebilen her şey



Viyanalı fi lozof



aynı zamanda m ü m k ü n o l a n d ı r ...



düşü ncelerinden türetmiştir.



Moritz Schlick'in



M a n t ı k dışı bir şeyi d ü ş ü n e meyiz.



Wittgenstei n , m a n t ı k yasa l a r ı n­



Eskiden T a n r ı ' n ı n mantık kuralla­



dan sonra, b i r önermeyi anlamak



rıyla çelişenler d ı ş ında her şeyi



i ç i n nelerin gerekli olduğuyla i l g i ­



yaratabileceği söylenirdi. Gerçek



lenmeye başlamıştır. Doğal o l a ­



şu ki, " m a n t ı k d ı ş ı " bir d ü n ya n ı n



r a k , m a n t ı k y a s a l a r ı n a uyan h e r



neye benze d i ğ i n i söyleyemeyiz.



ş e y a n l a ş ı l a b i l i r ve a n l a ş ı l a b i len



D i l d e " m a n t ı k k u ra l l a r ı y l a ç e l i ­



her şey de m a n t ı k yasa l a r ı na uy­



ş e n " bir ş e y i i f a d e etmek, ge­



mak zorundadır.



ometride uzam kurallarıyla çeli­



genste i n ' ı n felsefesinde, a n l a m a ­



Ancak,



Witt­



şen b i r şeklin ya da olmayan bir



n ı n s ü bjektif ya d a k i şisel y a n ı n ı



noktanın ölçülerini vermek kadar



ortaya koymak, a n l a m kriterleri­



imkansızdır. F i z i k kurallarıyla çe­



ne yeni öze l l i k l e r katmıştır.



lişen bir atom i k gerçeği uzamsal



" B i r önermeyi a n l a m a k " demiş­



olarak s u n a b i l i riz, a n c a k geomet­



t i r Wittgenstein, " d u r u m u n , eğer



r i n i n kurallarıyla çelişen b i r şeyi



gerçekse, ne o l d u ğ u n u bilmek an­



uzamsal olarak s u n a mayız."•



l a m ı na g e l i r.'"



Başka bir yerde ise Wittgenstein,



Bu yüzden bir önermenin a n l a m l ı



"nasıl görünecek idiyse" ifadesini



olabilmesi i ç i n , doğ r u l a n a b i l i r o l ­



kullanmıştır. Sonuç olarak o za­



m a s ı , b i r doğru lama yöntemine



man, bir önermeyi anlamak, eğer



sa h i p o l a b ilmesi gerekir.



bu önerme gerçekse, "nasıl görü­



Şimdi artık, bu doğ r u l a m a i l ke­



neceğini" ve "neye benzeyeceğini"



s i n i n bir bütün olarak söylenebi­



hayal edebilmek anlamına gelir.



len ve söylenemeyeni beli rleyen



Wittgenstein şöyle devam et­



il keyi ihtiva



ett i ğ i n i n , d a h a a ç ı k



m i ştir: " B i r res m i n (ya ni önerme­



bir ş e k i l d e görülebileceğ i n i d ü ş ü ­



nin) doğru ya da yanlış o l d u ğ u n u



nüyorum. Bir önermeye a n l a m



saptamak i ç i n o n u gerçe k lik le k ı ­



kaza n d ırmak i ç i n onun n a s ı l doğ­



yaslamamız gerekir."•



rulanabileceğ i n i gösterebilmemiz



Bu sözleri b i r a raya getirdiği­ m i zde, o l d u kça kesin s o n u ç l a r ç ı kmaya başlar. İlk olarak, b i r önermeyi a n l a­



g e re k i r.



47



Söyled i ğ i m i z



bir



şeyi



doğrulayacak b i r yöntem göste­ remiyorsak, o z a m a n g erçekte h i ç b i r şey söylememişiz



demek­



m a k i ç i n "gerçek olsaydı nasıl gö­



t i r. Sözcükleri a n l a m s ı z bir şekil­



rü neceğ i n i " h a y a l edebi l m e m i z



de bir araya getirmişiz demektir.



gerekiyor. B u n u h a y a l edem iyor­



Saçma sapan konuşuyoruz de­



sak, o z a m a n bu önermeyi a n l a­



mektir. Bu doğrulama i l kesi, söy­



m ıyoruz demektir. Daha da ileri



lediğimiz her şeyin mantık k u r a l ­



gidersek, "onu g e rçekl i k l e kıyas­



larına uyması gerektiği i l ke s i n i de



l a ya b i leceğ i m i z yöntemi" hayal



içinde barındırır. Çünkü çok a ç ı k



edemezsek, "gerçek olsaydı nasıl



b i r ş e k i l d e ifade edersek, m a n t ı k



görü neceğ i n i " de hayal edeme­



k u r a l l a r ı n a uymayan b i r şey doğ­



yiz. Eğer " n a s ı l görüneceğ i n i " bi­



r u l a n a m a z da.



l iyorsak, o zaman, fiz i ksel s ı n ı rla­



a ç ı k b i r şekilde ifade ett i ğ i g i b i ,



W i t t g e n st e i n ' ı n



malar "onu gerçe k l i k l e k ı yasla­



" m a n t ı k d ı ş ı " bir d ü ny a n ı n nasıl



mamıza" engel teşkil etse bile her



göründüğünü söyleyemeyiz.



d u rumda, kıyaslama yapabi lece­



Bazı örnekler, doğ r u l a m a i l kesi­



ğ i m i z bir yöntemi, başka bir de­



n i kapsam ve uyg u l a m a a ç ı s ı n d a n



ğişle bir doğrulama yöntemi ha­ yal edebilmemiz gerekir; çünkü



daha a n l a ş ı l ı r k ı l a b i l i r:



b i r önermeyi d o ğ r u l a m a k, o n u



d ı r". Doğrulama yöntem i : Avam



"Parlamento ş i m d i Londra'da­



"gerçek l i k l e kıya s l a m a k " a n l a m ı ­



Kamarası'na git, içeri bak ve gör.



na gel i r.



Alternatif olarak: Telefo n l a a ra



Eğer h i ç b i r doğ r u l a m a yöntemi



ve sor; B.B.C'deki haberleri d i n le;



verilmemişse o z a m a n önerme



gazetedeki parlamento haberleri­



a nlaşılamaz, yani a n l a m l ı değildir.



ni oku.



6 agy. 2.223.



48



" S u 100 C0'de kaynar." Doğru-



" B i l i n c i m i z , o n d a n bağ ı m s ı z b i r



l a m a yöntemi: B i r a z s u y u n içine



şekilde varolan d ı ş d ü n ya n ı n yan­



b i r termometre koy, suyu ısıt ve



sımasından başka bir şey değil­



su kayna d ı ğ ı n d a ısısını ölç.



dir."(Lenin). Bu ifade de, Berke-



" Y ı l d ız l a r ı n konumu i n sa n ilişki­



ley'in tam tersini söylediği ifadesi



leri n i tayin eder." Doğrulama yön­



için söylenen aynı nedenden do­



temi: The Peop/e, The New of the



layı a n la m s ı z d ı r, çünkü b i r doğru­



World, Old Moore's A lmanac,



lama yöntemi yoktur.



vs.'nin eski sayılarındaki astroloj i k



Bu örnekler (ki filozofların yazı­



tahmi nlere b a k ve bu tahminleri



larını irdelemek isteyen biri, bunla­



gerçekleşen şeylerle karşı laştır.



rı sonsuz bir şeki lde çoğaltabilir),



"Eşit o l mayan a ğ ı r l ı k l a r, mer­



"düşünceye sınır getirme" amacıy­



kezden eşit uzaklıktaki iki kefede



la tamamen uyumlu bir şekilde,



karşı karşıya konulunca, büyük



Wittgenstein'ın Schlick'ten ödünç



o l a n ağır basar." Doğrulama yön­



aldığı doğrulama i l kesinin, teoloji­



temi: Eşit olmayan ağırlıklarla de­



nin yanı sıra, idealizm ya da mater­



neyler yap.



yalizm ayrımı yapmaksızın tarihte



Öte ta rafta n, hiçbir doğrulama



ortaya ç ı k m ı ş b ü t ü n felsefeleri



yönte m i n i n veri lemeyeceği "me­



kökten reddetmek için kullanılabi­



tafizik" örnekler d e ele a l ı na b i l ir.



leceğini göstermektedir. Doğrula­



" Şeylerin oluşmasın ı n arkasın­



ma ilkesi, ayrım gözetmeyen ola­



da, son tahlilde gerekli b i r öz ol­



ğandışı bir eleştiri silahıdır. Ayakta



malıdır ... ve bu öze Tanrı d iyo­



hiçbir şey



ruz."(Leibniz). Bu ifadeyi doğrula­



geçmektedir. Büyük bir hınçla "dü­



yacak yöntemimiz yok. Böyle de­



şünceye sınır getirmekte" ve pra­



ğil d e şöyle olsaydı nasıl görüne­



tik olarak felsefenin bütün gelişimi­



ceğini beli rlemek için



kafamızda



hiçbir yöntem canlandı ramıyoruz. Bu nedenle, b u ifade a nlamsızdır. "Duyularımızla algıladığımız şey­



bırakmamakta, yıkıp



ni bir hiç olarak, saçma sapan bir gelişim olarak yansıtmaktadır. Bu arada, b i l i m i n y a n ı n d a ve te­ oloj i y i ve ideal i z m i yıkar g i b i gö­



lerin, bizim algılarımız dışında bir



ründüğü için b u i l keye y a k ı n l ı k



varlığı yoktur."(Berkeley). Bu ifa­



duyanlar, b u ilkenin, aynı z a m a n ­



deyi doğrulayacak bir yöntem yok.



d a matery a l i z m i d e yok etmeye



Farklı şeylerin algılanma durumu



çalıştığını ve böylece a s l ı n d a i de­



olmadan nasıl "göründü kleriyle"



a l i z m i ve teolojiyi oldukları yerde



algıdan ayrı varlıkları olmadığında



d i md i k ayakta b ı raktığını u n u t m a­



nasıl "göründükleri"ni belirleyecek



m a l ı d ı r. B u n d a n sonraki bölü mde,



bir yöntem verilmemiştir. Bu yüz­



sözde "doğ r u l a m a i l ke s i " d e n e n



den bu ifade de anlamsızdır.



ş e y i n , n a s ı l d o ğ r u d a n s ü bjektif



idealizme, yani sol i psizme' vardı­



b i l i r . Gerç e k l i k deneyle o rtaya



ğını göstereceğim.



kon m a d ı kça, k ı y a s l a m a y a p ı l a ­



ÖNERMELERiN ANLAMI VE DO�RULAMA YÖNTEMi



ş e y l e kıyaslayamam. Benim de­



lil 49



m a z . Bir r e s m i göremed i ğ i m b i r 4.



Ş i md i , b i r önermeyi doğrulama yöntemi ve bu yöntemden yola çıkarak önermeleri n a n l a mıyla il­ gili bazı sonuçları d a h a yakından i rdelemek gerekiyor. Doğru lama yöntemi neyi içeri­ yor? B u rada Wittgen s t e i n ' ı n öne r­ m e lere i l i ş k i n m a n t ı k teorisi ve önermelerin olgularla "resimsel i l i ş k i " s i ne tekrar dönmek gereki­ yor. Doğ r u la n a c a k bir önerme, " i l i ş k i halindeki nesne k ü meleri­ ne" denk düşen bir "işaretler kü­ mesidir" ve resm i n doğru ya da yanlış olduğunu bulmak için (yani onu doğrulamak için), onu gerçek­ l i kl e k ı y a s l a m a l ıyız. Bu y ü z d e n doğ rulama süreci, bir önermeyi o l ­ g u l a r l a ya d a bir işaretler kümesi­ ni işaret edilen nesneler kümesiyle kıyaslamayı içeren bir süreçten başka bir şey değildir. Herhangi bir önermeye uyg u n bir doğrulama süreci, böyle bir kıyaslamanın ya­ p ı l a bildiği bir yöntemdir. Fa kat böyle bir kıyaslama nasıl y a p ı l a b i l i r? Böyle bir k ı yaslama, önermenin resmettiği "olgu lar" ya da "ger­ çeklik", deneylerle ortaya konu­



labildiği z a m a n y a p ı l a b i l i r ki böy­ lece o l g u ların ve resmin uygunlu­ ğ u ya da uyg u n s u z l u ğ u a l g ı l a n a -



neyimimle ortaya konan olgulara başvurmadan bir önermeyi doğ­ rulayamam. Bir örnek vere l i m: "Avam Ka­ m a ra s ı bugün Londra'da toplanı­ yor." Bu önermeyi, Londra'ya gi­ dip onlara ba kara k doğrulayabili­ rim. Resmi neyle kıyaslarım? De­ ney i m i m le, parlamentoyu z iyare­ timde gördüklerim, d u y d u k l a r ı m ve ( e ğ e r a ş ı r ı ş üpheciysem) d o ­ k u n d u klarım la kıyaslar ı m . Bu doğ r u l a mayı yaptığım s ı ra­ da, eğer felsefi b i r materyalist olan b i r komünist m i l letvekilinin "Tabii ki bu parlamentonun, dene­ yimden tamamen bağımsız objek­ tif maddi bir varl ı ğ ı vard ır" dediği­ n i duyarsam, bu sözleri, hiçbir şe­ kilde doğrulanamaz ve anlamsız olduğu için, duymazdan geli ri m . " Deneyim" kaç ı n ı lmaz b i r şekil­ d e özel ve kişisel (felsefi d i lde "sü bjektif") olduğu i ç i n b u doğ ru­ lama teoris i n den çıkan sonuçlar en iyi, "biz" ve " b i z i m " yerine "ben" ve "benim" sözcükleriyle ifade



e d i l e b i l e c e k t i r.



Ö rn e ğ i n



Wittgenstein, "Res m i n d o ğ r u m u ya n l ı ş m ı o l d u ğ u n u b u l m a k i ç i n



biz o n u gerçeklikle kıya s l a m a l ı­ yız" dediğinde ne a n l at m a k iste­ diği a s l ı nd a şöyle d a ha iyi ifade e d i l e b i l i r: " Resmin doğru m u yan­ lış m ı olduğunu bulmak için ben



7 Solipsizm. kişinin kendi kişisel deneyimleri dı­ şında hiçbir şe· yi bilemeyece· Qini savunan bir doktrindir. Ona göre, ne dış maddi dün· yanın ne de be­ nim dışımda başka insanla· rın varllQını ve deneyimlerini bilemem.



50



o n u kendi deneyimimle kıyasla-



olası bir deneyi m i hayal edebilme-



m a l ıyım."



l i y i m . Bu b a n a ait ö y l e bir deneyim



Anca k Wittgenstein, b u eleşti ri­



olmalı ki eğer bu deneyimi yaşa­



den ş u n l a r ı söyleyerek k u rt u l ma­



mışsam önermeyi onunla kıyasla­



ya çal ışacaktır: Bir önermeyi ken­



yabilmeliyim ve bu deney i m i n bu



d i deney i m i m d ı ş ı n d a doğrulaya­



önermeyi doğruladığını ya da çü­



bi leceğ i m bir doğru lama türü dü­



rüttüğünü söyleyebi lmeliyim.



ş ü n ü l emeyeceği ve " b e n i m "de­ neyi m i m dışında b i r deneyim ha­



Bu nedenle, bir önermenin an­ lamını a n la m a k ve bana ait ne gi­



yal edemeyeceğ i m i ç i n , bu du­



bi olası b i r deneyimin onu doğru­



rumda, k u l l a n ı l a n "ben" ve " be­



l a d ı ğ ı n ı b i l mekle birdir ve a y n ı



n i m deneyi m i m " ifadeleri gerek­



şeydir.



siz ve a n l a ms ı z d ı r ve bu nedenle Genel olarak, W ittgenste i n ' ı n



Bir önermenin anlamı, (benim) deneyimimdeki doğrulama yönte­ mi tarafından ortaya konur. B i r



s ü bjekt i v i z m i n i ve s o l i p si z m i n i,



önerme, eğer doğruysa, d u r u m u n



tartışmada belli bir k a l ı ba otu rt­



rte o l a c a ğ ı a n la m ı na gel i r.



de rahatl ı kla b ı r a k ı l a b i l i r.



mak çok zordur, çünkü onun te­ orisi sadece "realizm" ve "mater­



B u n u n neleri içerdiği, bi rkaç ör­ nekle kabaca izah edilebil i r.



y a l i z m " i n ifadeleri nin anlamsız ol­



örnek: "Parla mento Londra'da­



duklarını savun makla kalma mış,



d ı r. " önermenin doğrulanması



b u n l a ra tamamen zıt olan sübjek­



yani anlamı: Parlamentodaki tar­



tivist ve soli psistlerin felsefi ifade­



tışmaları



lerinin d e aynı derecede a nlamsız



"Londra'ya g id iyoru m v e parla­



g ö r m e k ve



duymak,



o l d u k l a r ı n ı ısrarla savunmuştur.



mentoya g i riyorum" önermes i n i



Fakat b u durum, Wittgenstei n ' ı n



doğrulayacak deneyimler zinciri­



deyişiyle, "söylenemez" o l s a da



n i takip etmek.



"kendini gösteriyor".



Anlamın metafizik yanlış yoru­ mu: Avam Kamarası, deneyimden



Ancak daha anlaşılır olması i ç i n , gereksiz işaretler kullanmak



bağımsız gerçek, maddi bir varlığa



ve sadece "gösteri l e n " şeyleri



sahiptir ve b i l i nce ve akla sahip



"söyleme"ye çalışmakla s u ç l a n ­



(en azından bazıları) gerçek birer



mak pahasına da o l s a b e n g e n e de



maddi orga nizma olan parlamen­



burada, "ben" "benim" ve "benim­



to üyeleri orada oturmaktadır.



ki" gibi sözcükleri kullanmaya de­



Burada "gerçek m a d d i " ve "de­



vam edeceğim. Öyleyse şu a nda



neyimden b a ğ ı m sız" gibi " metafi­



varılan sonuç şudur; bir önermeye



zik" ifadeleri n hiçbir anlamı yok­



a n l a m yüklemek ist iyorsam, bu



tur. Bir önermeyi "deneyimden



önermeyi doğrulayacak bana a i t



bağımsız" ve "gerçek maddi" ol-



g u l a r l a nasıl kıyaslaya b i l irim?



Doğrulama yani anlam: O n u n



Ancak, Wittgenste i n ' ı n doğrula­



ş i ş m i ş y ü z ü n e bakmak, o n u n ş i ­



ma i l ke s i n i n sonuçları, (a) geçmi­



kayetleri n i ve s ı z l a n m a l a r ı n ı d i n ­



şe ve (b) d iğer i n s a n l a r ı n deneyi­



lemek; a ğ z ı n ı n i ç i n e b a k ı p ç ü r ü k



mine i l işkin önerme örnekleriyle



d i ş i n i görmek, vs.



daha çarpıcı b i r biçimde ortaya k o n u l a b i l i r.



Metafizik yanlış yorum: Gerçek­



örnek: "Di nozorlar yeryüzün­



M r. D r u r y ' n i n , ç ü r ü k d i ş i m i z o l d u­ ğ u nda benim ve diğer i n s a n l a r ı n



lardı."



y a ş a d ı ğ ı deneyime benzer b i r d i ş a ğ r ı s ı deneyimi vardır.



fos i l d i r'' ö n e r m e s i n i doğrul aya­



Bu ge ne, d o ğ r u l a n a m a y a c a k



cak b e l l i nesneleri görmek veya



metaf i z i k bir saç m a l ı ktır. Ç ü n k ü



onlara dokunmak; b u nesnelerin,



b i r önermeyi, ben i m i ç i n m u t l a k



paleontolog l a r ı n " d i n ozor fosili"



u laşılamaz o l a n b a ş k a b i r i n i n de­



diye üzeri nde anlaştıkları fosil sı­



neyimiyle n a s ı l kıyaslaya b i l i ri m ? (



n ı f ı n a giren nesneler olduğunu



Eğer " D i ş ağrısı çekiyor u m " ve



doğrulamak; bu t ü r fosillerin bu­



" M r.Drury d i ş ağrısı çekiyor" der­



l u n d u ğ u yer katm a n ı n ı n görünü­



sem, bu radaki her iki önermenin



m ü n ü n , jeologların üzerinde an­



doğru l a n m a s ı yani a n la m l a r ı b i r­



l a ş t ı k l a r ı Mezozo i k döneme ait



bi rinden çok fark l ı d ı r. Kendi diş



yer katma n ı t a n ı m ı n a uyduğunu



a ğ r ı m ı , ağrı deney i m iy le doğrula­



doğrulamak.



rım. Fa kat eğer hem beni m hem



Metafizik yanlış yorum: Yerkü­



de Mr. Drury'in diş ağrısı varsa,



re, b e n i m ya da herhangi bir pale­



birbirine benzer iki ağrı deneyimi­



ontolog veya jeoloğ u n varlığın­



n i n var olduğunu söylemek, me­



d a n ve deneyim lerinden çok u z u n



tafizik b i r saçmal ı k o l u r: ne ikinci­



b i r zaman ö n c e gerçek m a d d i bir



s i n in- M r.Drury' n i n- ağrı deneyi­



varlığa sahipti; ve yerkürenin ger­



m i n i n v a r l ı ğ ı n ı doğrulayab i l i r i m



çek maddi tari h i n i n Mezozoik dö­



ne de benzerl i klerini ortaya koy­



n e m i nde, d i nozorlar yaşamıştı.



mak için iki deneyimi kıyaslayabi­



Bu doğrulanamayacak metafi­



51



ten var o l a n bir d iğer i nsa n ı n y a n i



de, Mezozoik dönemde yaşa m ı ş­



Doğrulama yani anlam: "Bunlar







l i ri m.)



B Bu örnek, Witt· qenstein'ın Cambridge'de katıldıQım tar­ tışmalarında



z i k bir saç m a l ı kt ı r. Ç ü n k ü beni m



Bu örnekler, tartışmayı daha



v e ya herhangi b i r i n i n deneyimi



eğitici veya eğlenceli kılmak iste­



örnekti. EQer



" d ı ş ı n d a " m ilyonlarca yıl önce ol­



yen biri tarafından, sonsuza ka­



Mr. Drury bu



m u ş b i r şeyle, b u önermeyi nasıl



dar çoğa l t ı l a b i l i r. B u n l a r, Wi,tt­



satırları oku·



k ı yaslaya b i l i r i m ?



genste i n ' ı n mantıksal doğ r u l a m a



iyi dileklerimi



Örnek: " M r . D r u r y d i ş a ğ r ı s ı çe­ kiyor."•



i l k e s i n i n neleri içerdi ğ i n i "göster­ d i ğ i " için önemlid ir.



vermiş olduQu popüler bir



yorsa, ona en yolluyor ve bu aQrıdan kurtul· muş olduQunu umuyorum.



52



Böylece, Wittgenstein'ın önerme­



ma o l d u ğ u n u söyleyerek tüm fel­



lerin anlamlı olabilmesinin koşulla­



sefeyi bir saçmalığa i n d i rgerken,



rını belirlerken kullandığı kriter, onu



b i l i m i ise g ö r ü nüşte göklere çıka­



dosdoğru solipsizme vardırmakta­



r ı r. "Dilimizin mantığ ı " n ı n i nce­



dır. Ona göre, kendi deneyimlerimin



len mesi, b ü t ü n " metafiz i k öner­



ve sübjektif dünyamın sınırları dı­



meleri" d ış a rd a bırakır ve yalnız­



şındaki hiçbir konuyla ilgili bir şey



ca olgusal ve b i l i msel ifadelere



söyleyemem ya da aynı anlama gel­



izin verir.



mek üzere, anlamlı şekilde düşüne­



Metafizikçilerin ifadele r i n i n ak­



mem. Bizim deyi mi mizle nesnel



s i ne, b i l i msel ifadeler doğru lana­



dünya, Wittgenstein'a göre, bir bü­



b i l i r ve b u nedenle, Wittgenste­



tün olarak kendi kendine, diğer şey­



in'ın felsefesi, felsefenin " metafi­



lerden bağımsız bir biçimde var



zik" teorilerini a nl a m s ı z d i ye red­



olan şu anki deneyimimin "dar pu­



dederken, b i l i m i kabul etmemiz



sulasında" yatmaktadır.



gerekt i ğ i n i söyler. Bilim gerçek­



Fakat Wittgenste i n ' ı n " söyle­



ten, d ü nyayla ilgili doğrulanabi l i r,



mek" ve "göstermek" i l kelerine



dolayısıyla da a n l a m l ı tek b i r yol



göre, b u solipsizm söylenemez;



su nar.



bu daha çok " d i l i m i z i n mantığı­



Ancak doğrulama i lkesi,



bir



nın" i l kelerini anladığımızda gös­



yandan bilimi, insan bilgisinin



terilebilir. Bu yüzden, Wittgenste­



toplam ı n ı bi rleştiren ayrı c a l ı k l ı b i r



in'ın s o l i p s i z m i bir d i z i m u a m m a l ı



pozisyona y ü kselti rken, b i r yan­



söylemde ifadesini b u l u r:



d a n d a onu rahat b ı rakmaz. Doğ­



" B u dünya benim d ü nya m d ı r."



rulama i l kesi, b i l i m i n yoru m l a n ­



"Solipsizmin a n l a m ı tamamen



masında da etkili bir şekilde kulla­



doğrudur, yalnız bu söylenemez."



n ı l ı r. Her önermenin a n l a m ı , o n u n



" M ut l u l a r ı n d ü nyası mutsuzla­



doğru l a n m a s ı o l a r a k t a n ı m l a nır­



rın dünyasından çok f a r k l ı d ı r." " Ö l ü mde d ü nya değişmez, fa­ kat sona erer."• B u rada, "düşü nmeye" gerçek­



ken, her b i l i msel g e n e l l e m e n i n a n l a m ı d a bu a n l a m ı doğrulaya­ c a k olan b i r dizi deneyim şeklinde yoru m l a n ı r.



ten d e bir " s ı n ı r"geti r i l mektedir.



Buna göre, herhangi bir bili msel



K i m i le r i b u ra d a " d ü ş ü n m e n i n ",



teori, bel l i koşullar altında belli



saçm a l ı ğ ı n en yü ksek mertebesi­



deneyi mlerin yaşanacağ ı n ı söyle­



ne u la ş t ı ğ ı n ı da söyleye b i l i r.



yen özlü bir ifade olarak algıla nır. Örneğ i n Koperni k teorisi, güne­



9 Wittgenstein: Tractatus Logico-Philosop­ hc i us. 5.62, 6.43.431.



5.



BiLiMiN YORUMU Wittgenste i n ' ı n doğrulama i l ke­



si, çoğu "felsefi soru"nun ve bu soru l a ra verilen cevap l a r ı n saç-



şin, a y ı n ve y ı l d ı z l a rın konumları h a kkında neleri gözlemeyi bekle­ y e b i leceği m i söyleyen ö z l ü b i r ifadedir.



Darwin ' i n evrim teorisi, c a n l ı organizmalar



hakkında



neleri



etmektedir. Wittgenstein ve Berkeley a ra­



gözlemeyi bekleyebi leceğimi söy­



sında gerçekten çok yakın bir pa­



leyen özlü bir ifadeden başka b i r



r a l e l l i k vardır. Berkeley'den W i tt­



ş e y değildir.



genstein'a kadar geçen iki yüz yıl



Bu örnekler çoğalt ı l a b i l i r.



boyunca, bu felsefe tarzı, aynı şe­



Doğrulama i l ke s i n e göre, Ko­



yi farklı şekil lerde söylem e n i n ye­



pern i k teorisi, gü neşin, a y ı n ve



ni yol l a r ı n ı bulma ktan öteye gide­



y ı l d ı zl a r ı n , kendi deneyimim ve



memiştir.



gözlemlenenden ayrı bir varlıkları



Berkeley, " A l g ı l a d ı ğ ı m d ü nya­



olduğundan bahsetmez. Evrim



nın, benim a l g ı l a r ı m d ı ş ı n da b i r



teorisi de c a n l ı orga n i z m a l a r ı n ,



v a r l ı ğ ı yoktur" d e m i şti. Wittgens­



kendi deney i m i mden ve gözlem­



tein d a "Önermelerin ben i m de­



lenenden ayrı b i r varlığı ve tarihi



ney i m i mle doğrul a n m a l a r ı d ı şı n ­



o l d u ğ u na dair hiçbir şey söyle­



d a b i r a n l a m ı y o k t u r ve b u d ünya



mez. Aynı şeki lde, atom teorisi de



benim d ü nyamdır" demektedir.



insan deneyi m i n i n d ı ş ı n d a ve ob­



Berkeley, "Deney i m i n d ı şı n d a



jektif o l a ra k var olan maddenin



v a r o l a n m a d d i bir v a r l ı k t a n b a h ­



yapısına ilişkin tek k e l i me etmez.



setmek, sözcükleri, o n l a r a h i ç b i r



B ü t ü n bu tür b i l i m se l teoriler,



a n l a m y ü k l emeden k u l l a n m a ktır"



geçmiş gözlemlerle o l u ş m u ş de­



demişti.



n e y i m l e r e d a y a n m a k t a ve çok



İ n s a n deney i m i n i n t ü m maddi



k a r m a ş ı k d i l bi l imsel k u r a l l a r kul­



varlıktan n i ç i n ve ne sebepten ay­



l a n ı l a ra k b i l i msel teori l e r hal ine



rı o l d u ğ u sorusuna cevap vermek



g e t i r i l mektedir. Gelecekteki de­



i ç i n Berkeley, T a n r ı 'yı y a r d ı m a



neyi m l e r i n b i l imsel teori n i n ger­



çağı r ı r. Wittgenstein da Tracta­



çekleşeceğ i n i söyle d i ğ i şeylerle



tus'u n sonunda, aynı a m a ç l a "gi­



uyuşmaması h a l i nde, o b i l i msel



zemli olan"a s ı ğ ı n m ı ştır.



teori değişmelidir.



Sonuç olarak, her i k i felsefe n i n de a y n ı t ü rden iç tutars ı z l ı kları



6. WITTGENSTEIN BiZi N E R EYE GÖTÜRÜYOR?



W i t t g e n st e i n f e l s ef e s i n i n so­ n u ç l a r ı n ı i ncelerken, i n san bu fel­ sefede yeni h i ç b i r şey o l m a d ı ğ ı n ı g ö rerek hayrete d ü şüyor. Witt­ genstei n ' ı n teorize ett i klerinin ta­ m a m ı öz itibariyle, Berkeley' i n es­ ki s ü bjektiv i z m i n e d ö n ü ş ü i fade



vardır. Bu tutarsızl ı k Berkeley'de, ampi­ rik olmayan düşüncelerin i mkan­ sızlığını ısrarla savunduktan sonra Ta nrı, Ruh, Nedensel l i k ve ona uyan başka "fikir"lerden bahset­ meye başlamasıyla ve a m p i rik ol­ mayan içerikleriyle "fiki r"leri, am­ pirik olan "düşünce"lerden ayır-



• 53



54



masıyla kendini göstermektedir.



r ı n d a n b a ş k a b i r şey d e ğ i l d ir.



W i t t g e n st e i n ' a g e l i n ce, o n u n



O n u n teori s i n d e yeni sözc ükler



Tractatus L ogico-Philosophi­ cus'taki hemen hemen bütün fel­



vardır, " d i l i m i z i n mantığıyla" i lg i l i



sefi önermeleri n i n kendi doğrula­



dan çıkard ı ğ ı m ı z sonuçlar özünde



n a b i l i r l i k i l kesiyle çel iştiğ i n i ve bu



Berkeley' i n kiyle a y n ı d ı r.



b i r ç o k i l k e s u n u l muştur; a m a on­



yüzden kendi gösterd i ğ i gibi an­



Bu felsefe, b i l ime get i rd i ğ i yo­



l a m s ı z o l m a ları gerekt i ğ i n i göre­



rumla şimdi artık yok o l m u ş o l a n



b i l i riz. Berkeley'in "fikir" yaklaşı­



önem i n i kaza n m ıştır. B i l i m b i ze,



m ı nd a k i g i b i , Wittgenstein kendi­



b i z i m d ı ş ı mı z d a k i i nsan eylemi ya



n i b u zor d u rumdan bütün felsefi



d a diğer ruhsal ve ya a k ı l sa l a kti­



gerçeklerin "söylenemediklerini",



vitelerden önce ve o n la rdan ba­



sadece kendilerini "gösterd ikleri­



ğ ı msız olan nesnel maddi bir d ü n ­



n i " söyleyerek ç ı k maya ç a l ı ş ı r.



yayla i l g i l i m i b i l g i verir? Witt­



Ancak bu, o n u n , o n l a r ı söylemiş



genstein felsefesi n i n bu soruya



olduğu gerçeğ i n i değiştirmez.



yanıtı hayırdır. Ona göre b i l i m sa­



Wittgenstei n , Tractatus'u n so­ nunda,



önermelerim



bu



dece sübjektif deneyimin içerikle­



yolla



rine hitap eder. Bu felsefe, o bjek­



açıklayıcı o l u rlar" der. " B e n i a nla­



tif d ü n ya n ı n yasalarıyla değil, fel­



yan b i r kişi önermelerimi, onların



sefi açıdan algı sonuçlarıyla i l g ile­



içine, üzerlerine ve üstlerinde tır­



nerek, b i l i m s e l doğruyu yorumla­



m a n d ı ğ ı nda, a n l a msız b u l a b i l i r.



maya ve a na l i z etmeye ç a l ı ş ı r.



Sözün kısası, bu kişi merdiveni



Mantıksal a na l i z i n "yeni meto­



t ı r m a n d ı ğ ı n d a , artık o merdiveni



du"yla i l i nt i l i o l a ra k, Wittgenste­



a t m a l ı d ı r. "



in'ın "dilin



ma ntıksal analizi",



Bu, b ü t ü n felsefe n i n iç tutarsız­



önermelerin yorum u n u ve a n a l i ­



l ı ğ ı n ı n ka b u l ü değ i l d e nedir? (bu



z i n i Berkeleyci sübjektif ideal iz­



yazının ileriki b ö l ü m lerine baktı­



min s ı n ı r l a r ı n a h a psetmeyi a m aç­



ğınızda, nasıl H u m e Berkele y ' i n



l a makta d ı r. M oore ve Wisdom'da



tutarsız l ı ğ ı n ı açığa çıkarıp o n u çü­



ise, referans aldıkları nesneleri



rütmeye ç a l ı ş m ışsa, Carnap'ın d a



açığa ç ı karacak bir önerme " a na­



Wittgenste i n ' ı n tutarsı z l ı ğ ı n ı gös­



lizi" b u l maya ç a l ı ş t ı k l a r ı n d a n az



terip onu nasıl çürütmeye ç a l ı ştı­



da olsa materya l i st b i r yön göre­



ğ ı n ı göstereceğ i m ). B u n a baka­



biliyoruz.



rak, ta r ihi n k e n d i n i tekrar ett i ğ i n i



Sonuç o l a ra k , her ne kadar bi­



ve dolayısıyla son tahlilde b i r fars



li msel a raştırma yolunu d eğ i l de



( i l k e l komedi) o l d u ğ u n u söyleye­



metaf i z i k spekülasyonları k u l l a n ­



b i l i r m iyiz?



mış o l s a l a r d a objektif b i r dü nya­



O halde, Wittgenstein ' ı n öğreti­



nın var olabileceğini d ü ş ü nüyor­



leri, Berkeley öğret i l e r i n i n tekra-



lardı. Fakat Wittgenstein, doğru-



l a m a i l kesiyle, her " a n a l i z " i n du-



d e n ? Ç ü nkü, ö n e r m e n i n başka



yu-deneyi min içerikleri bağ l a m ı n­



nasıl b i r anlamı o l a b i l i r ki? Ona



da yapılması gerekt iğinde ı srarc ı ­



göre, b i r önermeyi nasıl kendi de­



dır. B i r önermenin a n l a m ı , doğru­



neyi m i m i n veya başka s ı n ı n dene­



lama yönteminde yatar. Herhangi



y i m i n i n d ı şında doğrularım deme­



b i r önermenin a n l a m ı , gerçeğ i n



n i n b i r anlamı yoksa, onu kendi



b a s i t b i r ifadesi d e o l s a , b i l i msel



deneyi m i m l e d o ğ r u l a r ı m d e me­



b i r önerme de olsa, insan deneyi­



nin de bir a n l a m ı yoktur. " Kendi



minde g i z l i d i r. Çünkü b i r nesneye



deneyim i mde" ifadesi gereksiz ve



insan deneyiminden ayrı ve insan



bu yüzden, a n l a m s ı z d ı r. Ç ü nkü



b i l i nc i n i n dışında b i r a n l a m yükle­



"bir gösterge gerekli değilse o za­



mek i m kansızdır.



m a n a n la msızdır."



Bu nedenle, bu felsefe, bilimi si­ lahsızlandıran ve bilimsel bilginin



Bu



yüzden,



W i t t g e n st e i n ' ı n



mantık i l keleri ç o k a ç ı k bir şeki lde



objektif maddi dünyanın ürünü ol­



bütün önermelerin a n l a m ı n ı ve



duğunu reddeden eski h i kayenin



yorumunu insanın kendi deneyi­



devamından başka bir şey değildir.



m i ne dayanan doğru l a m a yönte­



Fa kat, sonuçta, b i l i m i n silahsız­



miyle s ı n ı r l a rken, b i l i nç d ı şı n d a k i



l a n d ı r ı l ma s ı zordur; a m a bu s i l a h ­



objektif maddi d ünyayı irdeleye­



sızla n d ı rma g i r i ş i m i Wittgenste­



cek değerde görmemiş, b i l g i m i z i



in'la son derece sinsi ve yanıltıcı



g i z e m l i b i r s ü bj e k t i f d ü n y'a n ı n



o l muştur. Bu s i n s i l i ğ i ve yanıltıcı­



" d a r p u s u l a s ı " y l a s ı n ı rl a m ı ş t ı r .



l ı ğ ı anlamak çok ö n e m l i d ir. Berke­



Ancak, yine d e , aynı m a ntıksal i l ­



ley'in ne demek istedi ğ i n i anla­



keler b u n u n böyle o l d u ğ u n u açık­



m a k çok kolayd ı r; a m a Wittgens­



ça söylememizi engellemektedir.



tein'ınkini a n l a m a k çok zordur.



Diğer b i r deyişle böyle söylemek



Ve bu yüzden, Wittgenstein'ın fel­



gereks i z d i r ve bu yüzden d e an­



sefesi, insanları, doğ r u l a m a i l kesi



l a msızdır.



diye bir dogmayı, onun gerçekte



Wittgenstein'ın dediği g i bi: " Be­



ne a n lama geldiğini sorgulama­



ni a n l ayan kişi. .. sözün kısası, mer­



d a n kabul edeb i l d i k l e ri i ç i n kolay­



d iveni t ı r m a n d ı ktan sonra , onu



ca ya nıltab i l i r.



a t m a l ı d ı r.'' Bunu daha kaba bir



Y u k a r ı d a b e l i r t m e k i stedi ğ i m



şekilde ifade edecek olursak, bu



gerçek ş u d u r k i , doğru l a m a i lkesi



kişi suçu i şledikten sonra suçu­



a ç ı kça, önermenin a n l a m ı n ı kendi



nun bütün izlerinin üstünü örtme­



deneyimime dayanan doğrulama



l i d i r. Çünkü, o bjektif doğru hun­



yönteminde aramam gerekti ğ i n i



harca katled i l m iş ve yerine süb­



i m a ederken, Wittgenstein " be­



jektivizm konulmuştur; fakat ci­



nim deney i m i m " g i bi ifadelerin



nayet yerinin üzeri ö rt ü l m e l i d i r.



k u l l a n ım ı n a i z i n vermez. Peki ne-



Bu işlem buna işaret eden bütün



55



56



ifadeler yok e d i lerek yapılmıştır.



doğrulayabileceği m i z teoris i n i bir



Ancak, bu işlem sübjektif ide­



tarafa b ı ra k a l ı m ve d o ğ r u l a m a



alist çevrelerdeki i nsanları büsbü­



d üş ü ncesine, m a n t ı k teorisi n i t e ­



tün etkilese de, bu çevrelerin dı­



mel a l m a d a n , y a l ı n gerçek l i k le r i n



şındakileri



ve b i l i m s e l d e n e y i m i n ı ş ı ğ ı n d a



a l d a t a m a m ı şt ı r .



Wittgen s t e i n ' ı n



Ve



Tractatus'taki



kendi ifadesi tarafımızdan tekrar



farklı b i r yaklaşım uygulayalım. Doğ r u l a m a nedir?



kullanılmak üzere kanıt olarak ha­



B i l i m sel yöntem teorisinin hiçbir



z ı r beklemektedir: "Solipsizmin ve



ayrıntısına g irmeden, ilk olarak,



s ü bjektivizmin demek istediği doğ­



doğrulamanın pratik bir eylem ol­



r u d u r, ama söylenemez." O n u n



duğu söyleneb i l i r. Bir başka deyiş­



s ü bjektif i d e a l i z m i "söyleneme­



le, doğrulama i n s a n ı n çevresini



mekte" a ncak çok açık bir biçimde



kendi bilinçli eylemiyle bir şekilde



"kendini göstermekte"dir.



değiştirip dönüştürdüğü, kendisiy­ le çevre a rasındaki karşılıklı b i r et­



7.



ooeRULAMA NEDiR?



k i l e ş i m s ü rec i d i r. H e r h a n g i b i r



Wit tgenst e i n ' ı n felsefesi, özün­



önerme doğrulandığında v e dene­



de s ü bjektif idealizmi en aşırı so­ l i ps i s t ş e k l i y l e s a v u n u rken, b i r y a n d a n d a onu savun m a d ı ğ ı n ı söylemekted i r. Bu t u z a k , d a h a önce



de



gösteri l d i ğ i



ü z e re,



S c h l i c k ' i n "doğrulama i l kesi" k u l ­ l a n ı l a r a k k u r u l ma ktadır. S ü bjektif sonuçlar bizi, önermelerin yalnız­ ca i nsan eylemiyle doğ r u l a n a b i le­ ceğini s a v u n m a k noktasına gö­ t ü rmeye ç a l ı ş ı r. Böyle bir şeyi k i m savu nmaz! Bu, b i l imsel d ü ş ü nen b ü t ü n i n s a n l a r ı n kabul etmesi ge­ reken b i r şey değ i l midir! Evet. Ancak Wittgenstein felsefes i n i n k u r d u ğ u t u z a k "doğru l a m a " söz­ cüğüyle oynamakta ve onu ger­ çekte s ü bjektif b i r mantık ve so­ l i psist bir b i l g i teorisine göre ta­ n ı m l a maktadır. H a d i , o z a m a n , b i r önerm e n i n olguların resmi olduğunu ve onu, resmettiği o l g u l a rla k ı ya slayarak



yim s ü zgecinden geç i r i l d i ğ i nde, doğrulama yöntemi, her zaman doğrulaya n i n sa n ı n, ilgilendiği bir önermenin doğruluğunu ve yanlış­ lığını test eder şekilde bir şeyleri düzenleyip değiştirdiği bir veya b i r d izi eylemini içerir. D ü nyayla i l g i l i d ü şü ncelerimizi­ yani önermeleri-



d ü şü n e rek de­



ğil, eylemle doğrularız. D ü nyayla ilgili düşüncelerimizin doğru olup o l m a d ı k l a r ı n ı , d ü nyayı bizzat d ü n ­ yayla i l g i l i d ü şü ncelerimizden h a ­ reketl e değişt i rerek doğrulayabi­ liriz. B i r önerme, o zaman, "saf de­ n e y i m " l e g e rç e k l e ş e n



bir d i z i



olayla d eğ i l de b i r d i z i eylemle doğ r u l a n ı r. Yalnız ş u g ö r ü l m e l i d i r ki e y l e m , son t a h l i l d e s ü bjektif deneyim i f a r k l ı b i r şekilde ifade etmekten başka b i r şey değ i l d i r. ö r n eğ i n :



"Kömür



kova s ı n ı n



i ç i n d e kömür vardır" cümlesini



madan kabul edilemez; bir çok bi­



n a s ı l doğrul a r ı m? İlk önce kova­



l i msel önermenin doğ r u l an m a s ı



nın içinde k i n i n k ö m ü r ta n ı m ı n a



tek bir gözlemcinin doğrulamasıy­



u y u p u y m a d ı ğ ı n ı a n l a m a k için ko­



l a m ü m k ü n olmaz. Bu nedenle



v a n ı n içine bakarak, içindeki ler­



d o ğ r u l a m a yöntem i n i n bir çok



den alarak, onu k ı r ı p ateşe atarak



gözlemcinin işbirliğiyle oluşan top­



vs., doğrularım.



l umsal bir yöntem olması gerekir.



Doğrulama, o zaman, her şey­ den önce pratik bir eylemdir. İ k i n c i olara k, doğrulama yönte­



örneğin, Einstein'ın çekim kuv­ veti teoris i n i n vardığı sonuç l a r­ d a n biri, g ü neşin çekim kütlesi m



mi daima bi rkaç k i ş i l i k bir insan



ise, güneş merkezinden r u z a k l ı k ­



grubunun i ş b i r l i ğ i ne dayanan da­



ta g e ç e n b i r ı ş ı n ı n y a n s ı m a o r a n ı



yanışmacı bir toplumsa/ eylemi



4m/r olacaktır. Daha önce d e ka­



içerir.



bul gören Newton teorisine göre,



B i r kişi kendi dü şüncelerini çok



yansıma 2m/r olacaktır. H a n g i te­



sık b i r b i ç i m d e kendi k e n d i n e



o rinin , E i nstei n ' ı n k i n i n mi yoksa



doğrulayabilir. Bu, genelde, tanı­



Newton ' u n k i n i n mi doğru o l d uğu­



dık nesnelerle ilgili düşü nceleri



n u , hangi doğru l a m a yöntemiyle



doğrulama d u ru m u n d a geçerl i d i r.



elde e d e b i l i riz?



Bu nesnelere örnek olarak kömür



Bunu doğrulayacak yöntem,



kovas ı n d a kömür var, M rs. Brown



g ü neşe ve dü nyaya e ş i t uza k l ı kta



No:32'de oturur, b u g ü n yağ m u r



konumlanan ve kameraya doğru



y a ğ a c a k vs. g i b i ifadeleri verebi l i ­



geli rken ışınları güneşin çok yakı­



r i z . Ancak, bu nesneleri ta n ım a­



n ı n d a n geçen b i r y ı l d ı z ı n fotoğ­



m ız ı n n e d e ni , görd ü ğ ü m üzde on­



raf l a r ı n ı çekmektir. B u n u n g i b i fo­



ları ve özel liklerini hemen tanı­



toğ raflar sadece g ü neş t u t u l m a s ı



mamızı sağlayacak toplumsal ya­



a n ında ç e k i l e b i l i r ve ancak o za­



şamda elde ettiğ i m i z büyük öl­



m a n fotoğ raftaki ı ş ı k ç i z g i s i n i n



ç e k l i deney ve bilgi b i r i k i m i n i n



k on um u, y a n s ı m a ora n ı nı n hesap­



hizmetimizde o l m a s ı d ı r. Bel l i d u ­



l a n m a s ı n ı m ü m k ü n k ı l a b i l i r.



r u m la rda, d ü ş ü n c e l e r i m i z i doğru­



Bu doğrulama yöntemi, Mayıs



l arken d iğerlerinin i ş b i rl i ğ i n i a rzu



1919'daki güneş tutulması sırasın­



ederiz.



da a l t ı astronom tarafından uygu­



Doğrulama yönteminin toplum­



lan mıştır. Bunların üçü, ellerinde



sal karakteri en çok bilimde kendi­



teleskoplarla



n i göstermektedir. Bir b i l i m s e l



üçü de Gine Körfezi'ne g i t m i ştir.



Brez i l ya ' ya d i ğer



daima



Ellerindeki cihazlar, yola çıkma­



t o p l u m s a l d ı r ve ö y l e o l m a l ı d ı r.



dan önce "Joint Comm itte of the



Çü nkü, bir gözlemci n i n gözlemleri



Royal Society'' ve "The Royal Ast­



d iğerlerinin gözlemleriyle s ı nan-



ronom ical Society" tarafından ha-



önermenin



doğ r u l a m a s ı



57



58



z ı r l a n m ı ş ve test edilmiştir. Fotoğ-



leştirip b e l l i eylem lerde b u l u n -



raf çekme süreci z o r ve zahmetli



makta d ı r l a r.



bir işti ve her gözlem noktası nda,



O zaman, doğrulama sürecin­



g ö z l e m y a p ı l ı rken, g ö z l e m c i ler­



de, Wittgenstei n ' ı n bir önermenin



den her biri başka bir işle meşg u l



anlamının



oluyordu. Ç a l ı ş m a bitip, çeki len



doğ r u l a m a yöntem i n d e yattığı ve



deneyime



dayanan



bütün fot o ğ r a f l a r d a n ö l ç ü m l e r



"bu d ü nya ben i m kendi d ü nyam­



yapıldığında, sonuç o l a rak Ei nste­



d ı r" g i b i ç ı ka r s a m a l a r ı n a olanak



i n ' ı n ta h mi n i doğru l a n m ı şt ı r.



sağlayacak şeyler nelerdir?



Bu, b i l i msel yöntemin toplumsal



Doğ r u l a ma bi rçok



insan tara­



karakterini ve doğrulama yönte­



fından işbirliğiyle yürütülen pra­



m i n i n daya n ı ş macı toplumsal ey­



tik bir eylemse, nasıl tek b i r insa­



lemci yönü n ü ortaya koymaktad ı r.



nın s o l i p s i st d ü ny a s ı n ı n ü r ü n ü



Bu tarz bir çalışma "Joint Commit­



o l a b i liyor?



tee"yi, a l t ı astronomu, dünya n ı n



Eğer doğ r u lama, d ü şü nceleri­



yarısının dolaşıldığı gidiş geliş se­



mizle d ü nya a ra s ı nd a k i i l i ş ki y i



yahatlerini, teleskopların yerleşti­



d ünyayı d ö n ü şt ürmek i ç i n sına­



rilmesini, fotoğrafl a r ı n çek i m i n i ,



yan bir eylemse, o zaman nasıl tek



fotoğraf levhalarının oluşumunu,



bir kişinin s ü bjektif deneyimiyle sı­



bu levhalarda görülen ı ş ı k çizgile­



nırlanmış bir sü reç olabilir?



rinin konumlarının ölçülmesini vs. gibi şeyleri içermektedi r. Doğ r u l a m a , o zaman, b i rçok in­



Doğrulama, kendi deneyi m i m ­ de v u k u b u l a n önermenin "olgu­ larla"



" k ı ya s l a n m a s ı " d e ğ i l d i r .



san t a rafı nd a n i ş b i r l i ğ i h a l i nd e



Doğ r u l a ma, önermenin, objektif



y ü r ü t ü l e n p r a t i k b i r e y l e m d i r.



gerçeklerde ve d ü nyayı d ö n ü ş ­



Doğru lama s ü reci tek bir kişi ta­



türme g i b i b i r p r a t i k e y l e m d e sı­



raf ı n d a n yürütülse de, toplumsal



n a n m a s ı d ı r.



birleşik b i r eylemin sonucudur. Buna göre doğrula m a n ı n , top­



" Pa r lamento Londra'dadır" de­ d i ğ i mde, bu, ben o n u görmek için



l u msal olarak örgüt l e n m i ş insan­



Londra'ya g itsem de git mesem



l a r ı n i ş b i r l iğ i y l e yürütüldüğü d ü ­



d e parlamentonu n Londra'da ol­



ş ü n ü l d ü ğ ü nde, hangi sonuç orta­



d u ğ u a n l a m ı na gel mektedir.



ya ç ı k m a ktad ır? Ortaya çıkan so­



"Dinozorlar yeryüzünde yaşar­



n uç, doğ r u l a m a n ı n , nesneler ve



lardı" dediğimde, bu, ben onların



objektif maddi d ü n y a n ı n özel l ikle­



fosillerine ulaşmak için kazı yap­



ri h a k k ı n d a k i b i l g i m i z i ölçmeyle il­



sam d a yapmasam da d i nozorların



g i l i o l d u ğ u d u r. Objektif ve maddi



eskiden yaşamış olduğunu söyle­



yanı ş u dur; bütün insanlar aynı



mek istiyorum, anlamına gelir.



d ü nyayı yaşayıp bilm e kte ve b u



"Arka d a ş ı m ı n d i ş i ağ rıyor" de­



d ü n y a d a b e l l i deneyimlerini bir-



diğimde, bu, ben hissetmesem de



a rk a d a ş ı m ı n d i ş a ğ r ı s ı n d a n a c ı



yöntem i n i n pratik ve toplumsal



çekt i ğ i a n l a m ı na g e l i r.



yönleri üzerine düşünürsek, o za­



ı ş ı ğ ı n ç e k i m g ü c ü dolayısıyla



man doğrulamayı sübjektifliğin ve



4m/r form ü l ü n e göre yansıd ı ğ ı n ı



solipsizmin argümanı olarak kul­



söyled i ğ i mde, d e m e k isted i ğ i m



lanmanın, tamamıyla abesle iştigal



şey, b i r fotoğraf levhası üzerinde



etmek anlamına geldiğini görürüz.



herhangi ı ş ı n nokta l a r ı yerine bel­



Peki, o zaman doğ r u l a m a n ı n ,



l i ı ş ı n nokt a l a r ı n ı n belli konum l a r­



i ns a n ı n



da yer a l d ı k l a rı d e ğ i l d i r; bu ı ş ı ğ ı n



ö n e m i nedir?



düşünce



sistemindeki



Bunun önemi, b i r önermenin



uzayda n a s ı l gezd i ğ i d i r. Ş i m d i artık W ittgenstei n ' ı n doğ­



nasıl doğrulanaca ğ ı n ı söylerken



r u l a m a i l ke s i n i n a s ı l tersyüz ede­



onun ne anlama geldiğini göster­



rek k u l l a n d ı ğ ı n ı görmek çok zor



mek değildir. Asıl önemi, b i r öner­



değil.



meyi d o ğ r u l a rken o n u nasıl tam­



Wittgenstei n , d i ğ e r bütün s ü b ­



yacağımızı göstermektir. Doğ ru­



j e k t i f i d e a l i s t l e r g i b i a y n ı , tersyüz



la ma, a n l a m ı n s ı n a n ma s ı ya da



edip k u l la n m a s u ç u n u i ş l em iştir.



t a n ı m ı d e ğ i l d i r; çok daha ö n e m l i



Bütün s ü bjektif idea l i stler, bilgiyi



olan b i l g i n i n s ı n a n m a s ı d ı r. Doğru­



varsayımsal atomik bireyin kendi



lama, d ü ş ü n c e l e r i m i z i n işe yara­



d u yg u l a r ı n a dayanarak oluştur­



maz akıl y ü rütmelerden i baret ol­



duğu b i r şey o l a ra k a l g ı l a rlar. Oy­



m a d ı ğ ı n ı , aksi ne, kısmen veya ta­



sa gerçekte bilgi, kendileri nden



mamen, objektif d ü n y a n ı n ü r ü n ü



ve b i l i nçlerinden bağ ı msız, maddi



o l a n b i l g iden meydana geldikleri­



d ü nyanın etkisiyle hareket eden



n i göstermemize yarayan b i r sı­



bir çok bireyin i ş b i r l i ğ i ne dayanan



nama yöntemidir.



t o p l u m sa l b i r eylemin ü r ü nünden başka b i r şey d e ğ i l d i r.



Doğ r u lama, kendisini öncelikle d üş ü n c e l e r i n a n l a m ı n ı n eleştiri­



Witgenstein, doğrulamayı kendi­



siyle i l i ş k i lendiren içe dönük ve



ne ait ö l ü m l ü bir "dünyası"olan



fikri yaratımı merkeze alan bir



varsayımlı atomi k birey bilincinin



felsefedir. i n san yaşam ı n ı n ilerle­



yürüttüğü bir s ü reç olarak algılar.



mesinde asıl önemli olan şey, dü­



Ve b u doğru l a mada önermeler,



şü nce sistemimizin b i lgiye d a ya l ı



basitçe, saf deney i m i n sübjektif



o l ma s ı g e rekti ğ id i r. V e b i l g i n i n



'dünyası'nda vuku bulan



"olgu­



ilerlemesinde, doğrulanamayanın



lar"la "kıyasl a n ı rlar." Ancak bu,



ne yararı ne de değeri vard ı r. H iç­



doğrulama s ü rec i n i n t a m a m ı y l a



b i r d o ğ r u l a m a yöntemi ortaya



yanlış bir şekilde ele a l ınmasıdı r.



koymayan bir önerme veya teori



Doğ rulamanın en temel iki yönü­



olsa olsa sağlam temellere da­



nü, yani pratik ve toplumsal yönle­



yanmayan b i r f i k i r beya n ı veya



r i n i d ıştalamakta d ı r. Doğrulama



t a h m i n o l a b i lir. B i l i m i n ö n e m i n i n



• 59



60



büyüklüğü, d oğrulanabi lecek te­



ması gerekt i ğ i konusunda ısra r



o riler formüle etmesinden g e l i r.



etme erdemine s a h i p o l d u ğ u söy­



Ç ü n kü, Bacon ' ı n dediği gibi, " Do­



lenebi l i r. N a s ı l bir erdem d i r bu?



ğa hakkında bilgi s a h i b i olma, do­



Bir kere böyle bir bakış açısı, ma­



ğaya egemen olmakla aynı a n l a ­



teryalist fel sefe tarafından geçen



ma gelmektedir."



300 y ı l boyunca savu n u l m u ş ve



Wittgenste i n ' ı n doğrulama i l ke­



gelişti ril miştir. W ittgenstei n'a b i r



s i ndeki ı s r a r ı n ı n , materya l i z m i n



e r d e m atfed ilecekse bu sadece,



b a z ı t e m e l d ü şü nceleriyle ben­



doğrulama yönte m i n i n ele a l ı nışı­



zerlik t a ş ı d ı ğ ı söy l e n e b i l i r . Mo­



na getirdiği karmaşa ve bu kar­



d e r n materya l i z m i n ku rucusu Ba­



maşayı " m a n t ı k felsefesi" g i b i ka­



con, b i l d i ğ i m izi iddia ett i ğ i m iz şe­



tı b i r şekilde sistemleştirmes i d i r.



yin doğ r u l a n a b i l m e özelliğine sa­



Fakat bu, y a l nızca b i l i m kavramı­



hip o l m a sı gerektiği anlayışı ile



n ı b u l a n d ı rmaya mera k l ı o l a n l a r



işe başlamamış mıydı?



i ç i n b i r erdemdi r. Ancak böyle b i r



Fakat Wittgenste i n ' ı n ya k l a ş ı ­



b a k ı ş açıs ı n ı n kökleri, eskiden o l ­



m ı , Baco n ' ı n kinden farkl ı d ı r. B a ­



d u ğ u g i b i g ü n ü m üzde de s ı n ı f l ı



con, objektif d ü nyayla i l g i l i b i l g i ­



t o p l u m karakte r i n i n deri nliklerin­



m i z i n sonsuz g e n i ş l e m e d u ru m u­



de g i z l i d i r.



nu



i n ce l e y e re k i ş e b a ş l a m ı ş t ı ;



" D ü ş ü n meye s ı n ı r getirme"n i n,



doğru l a n a m a z d a r, skolastik v e



yani



d o g m a t i k b i r f e l sefeden f a r k l ı



amacı a s l ı n d a , objekti f d ü n y a n ı n



Wittgenstein



felsefe s i n i n



o larak, böyle b i r b i l g i krite r i n i n



ü r ü n ü v e b u n e d e n l e doğa üzerin­



doğru l a n a b i l i r o l ma s ı gerektiğine



deki egemen l i ğ i n gücü o l a n , s a h i p



i ş a ret etmişti. Fa kat Wittgenste i n



o l d u ğ u bu g ü ç l e de t o p l u m s a l ö r­



i ş e , t a m a m ı y l a farklı b i r yönden



gütlenmenin



g i rişti. Bu d a "düşü nmeye s ı n ı r



eden ve toplumsal ilerleme n i n ih­



geti r m e "



anlayışıydı.



H a reket



noktası o l a r a k objektif dünyayı,



tiyaçları



geregıne



i ş a ret



için k u l l a n ı la n b i l i m s e l



b i l g i n i n ele a l ı nıp d ü ş ü n ü l m e s i n e



o n u n hakkı nda a rtan b i l g i m i zi ve



"sınır



onu dönüştürme g ü c ü n ü seçme­



a maçlarıyla a y n ı d ı r.



getir meye"



çalışanların



di; b u n u n yerine hareket noktası olarak d ü ş ü n me s ü rec i n i n - b u sü­



8. ÇÖZ Ü L M E KTE OLAN



reci " s ı n ı rl a ma" yak l a ş ı m ı y l a - içe



FELSEFE



d ö n ü k eleşt i r i s i n i seçt i. Bu yüz­ den, bu i k i fel sefe b i r b i r i n e zıt iki ayrı kutup g i bidir. Wittgenstein fel sefe s i n i n, bü­ t ü n önermelere anlam yü kleye­ cek bir doğrulama yönte m i n i n ol-



BİR



Hayat ı n ı n s o n l a r ı n a doğru W itt­ genstein, Tractatus Logico Phi/o­



sophicus'ta savunduğu fel sefe n i n bi rçok yön ü n ü tekrar e l e a l m ı ştır. Wittgenstei n, 1945'te " B u ilk kita­ bımda yazd ı k l a r ı m d a önemli ha-



t a l a r b u l d u m " d iyordu. Ö l meden



bütün felsefenin başlangıcı ola-



önce, 1953'te, tekrar e l e a l d ı ğ ı ki-



rak gören b i r f i l ozofun kendi söy-



mi konuları bir a raya getirdiği



lediklerine kendi s i n i n b i l e inan­



Philosophical ln vestigations (Fel­ sefi incelemeler) a d l ı b i r kitap ya­



d ikkatle incelendiğinde, b u rjuva



y ı n landı. Bu kitap bir fel sefenin



filozof l a rına yararlı ve i n a n d ı rıcı



nasıl büsbütün çözüldüğüne mü­



gelen sübjektif ideal i z m i n deza­



kemmel bir örnektir. Çünkü, Witt­



va ntajı görülecektir; ki msenin ka­



m a d ı ğ ı n ı gösterir. B u nedenle,



genstein daha önceki pek çok id­



bul e d e med i ğ i ve onu ortaya



diasını hatalı görmüş, ancak bu id­



atanları b i l e hayal kırıklığına uğ­



d i a l arın neden hatalı olduklarına



ratacak bir sonuca götüren bir



açıklık getirememiştir. Mantıksal



dezavantaj. Bundan ç ı ka n sonuç



bütünlüğü olan bir s istemde bir­



ş u d u r ; d üş ü nc e l e r i n i m a n t ı k s a l



leştirdiği önceki görüşlerinin te­



b i r sonuca



meli saydığı açık ve sistematik dü­



b i r noktaya varan her sübjektif



vard ı ra n ve solipsist



şüncelerini terk etmiş, ancak onla­



idea l ist, daha sonra bu d u r u mdan



rın yerine getireceği net bir şeyi



ç ı kmaya çabalayacaktır.



d e hiçbir zaman bulamamıştır. Bu



Wittgenstein'daki d u r u m d a bu­



nedenle, "Felsefi incelemeler"inin



d u r. Sol i p s i st bir noktaya varınca,



sonucu şudur: Wittgenstein'ın da­



talihsiz durumunun sorumlusu



ha önceki felsefesi para mparça ol­



olarak gördüğü e s k i k a t ı " i l kele­



muştur ve o, bu parçalanmış felse­



ri"ni, el inden geld iğince hızlı bir



fenin yerine koyaca k hiçbir şeye



şekilde terk etmiştir. Aynı zamanda, Witgenstein, so­



sahip değildir. Wittgenstein'ın önceki "incele­



l i psist sonuçlarıyla s ü bjektif ide­



meleri"ni içine sokt u ğ u katı solip­



a l i z m i bertaraf edebi lecek o te­



sist çemberden çıkış yolu a ra ma­



mel sorunla, yani in s an ın sübjek­



ya çalışması, sonraki d ü ş ü nceleri­



tif deneyimindeki yansımasından bağımsız olarak var olan d ı ş dün-



nin temel özel l i ğ i n i ol u ştu ru r. Soli psizm, her s ü bjektif i de a li st







y a n ı n objektif varlığı sorunuyla



felsefeni n girdiği yolun mantıksal



y ü z l e ş mekten



b i r son u c u d u r. Solipsizmi bütün



yüzden, onun yeni " i ncelemeleri"



felsefenin gelip dayandığı nokta



kara n l ı kta el yord a mı yla



o l a ra k görmek, b i r fi lozof için gü­



m e kten başka bir şey d e ğ i l d i r. teo r i s i n i



k a ç ı n m ı ş t ı r.



a y a kt a



Bu



ilerle­



l ünç bir d u ru m d u r. Ç ü n k ü , sadece



Onun



kitaplarında yazdıklarının başka­



önermelerin "resimselliği" teori­



tutan,



l a r ı tarafından okuması, öğrenci­



siyle "doğrulama i l kesi" gibi bağ­



l e rine verdiği dersler ve arkadaş



lar gevşemiş ve sonuç olara k fel­



çevresinde yaptığı felsefe tartış­



sefe s i n i n bütün iç bütünlüğü yite­



m a la rı, sonuç olarak, s o l i psizmi



rek gelişi güzel söyl e n m i ş sözler-



61



62



den o l u ş a n b i r derleme h a l i n e



göre resmeden sabit mantıksal



gel miştir.



şablon önermelerini ifade etme­



Wittgen stei n , felsefes i n i n çök­



nin bir a ra c ı o l a ra k a l g ı l a maktan



t ü ğ ü n ü n farkındaydı. "Elde etti ­



vazgeçmiş, bunun yerine d i l i , in­



ğ i m sonuçl a r ı b i rçok kez bütün



sanların kendi yaşamsal eylemle­



h a l ine getirmeye çalıştım; ancak



rinin çeşitli i ht i yaçları n ı karşıla­



b u girişimlerim başa r ı s ı z l ı k l a so­



mak i ç i n g e l i şt i rdikleri bir iletişim



n u ç l a n ı nca b u amac ı m ı hiçbir za­



aracı olarak a l g ı lamaya başla m ı ş­



man



g e rç e k l e ş t i re m eyece ğ i m i



tır. Kuşkusuz bu doğru yönde a t ı l ­



a n la d ı m "d iye yazıyor v e şöyle de­



mış bir a d ımdı. Ancak bu, böylesi­



vam ediyordu: "Yazabi leceğ i m i n



ne açık b i r gerçeğin fark edilme­



en i y i s i d a h i h i ç b i r z a m a n felsefi



siyle tepe taklak o l a n önceki fel­



sözlerden i leriye g idemeyecekt i r.



sefes i n i n fantastik karakte r i n i n



İyi b i r kitap ü retmek isterd i m .



d e i y i b i r gösterges i d i r . A rt ı k



Ancak bu gerçekleşmedi."



önermelerde resmed i l e n a t o m i k



Bu gibi göz l e m l er, 1918'de Trac­ tatus L ogica-Philosophicus'ın ön­



olgularla ve ö n e r m e l e r i n a n l a m ı n ı



sözünde yazdığı şu ifadeyle karşı­



i l g i l i t ü m teorisini terk etmek zo­



laştırı l d ı ğ ı nd a t u haf kaçma ktadır:



runda k a l m ı şt ı .



beli rleyen d o ğ r u l a m a yöntemiyle



" B u ra d a a n l a t ı l a n d ü ş ü n ce l e r i n



B u n l a rı o k u y a n k i ş i , Wittgens­



doğ r u l u ğ u b a n a , ç ü rü t ü l emez v e



tei n ' ı n dil aracılığ ıyla iletişim ku­



k e s i n g ö r ü n ü yor. Dolayısıyla so­



ran insanları m a d d i d ü nyada ya­



r u n l a r ı n temelden çöz ü l d ü ğ ü ka­



şayan varl ı k l a r olarak görmeye



k a r ş ı l a şt ı r m a



başla d ı ğ ı n ı , k u rd u kl a r ı iletişi m i n



Wittgenstein'ın gençliğinde s a h i p



d ünyayla v e d ü nya içindeki hayat­



nısı ndayım."



Bu



olduğu dogmatik rahat l ı ğ ı sadece



larıyla i l g i l i o l d u ğ u n u ve d ü şünce­



kişisel olarak yiti rdiğ i n i gösteri­



lerini birbirleriyle ve d ı ş d ünyayla



yor olsaydı, o zaman fazla ilginç



etkileşim temelinde ü rett i klerini



bir yanı kalmazdı. Bu, b i l a k i s kapi­



kabul ettiğini, d iğer b i r deyişle,



talizmin genel krizinin derinleşti­



materya l i z m i n temel ilkeleri ekse­



ğ i yılla rda W ittgenstei n ' ı n



deyi­



miyle "bu zamanın k a ra n l ı ğ ı nda"



ninde felsefede yeni bir başlangıç yaptı ğ ı n ı düşünebilir.



bütün bir felsefe o k u l u n u n geçir­



Tabii ki böyle b i r şey söz konu­



diği karmaşa ve yaşadığı çöküşü



su deği l d i r. Ç ü n kü W ittgenstei n



yansıtmakt a d ı r.



hala, önermelerin o l g u l a r ı n re­



Felsefe incelemeleri kitabında



sim leri o l d u ğ u n u savunduğu te­



Wittgenstein, d ü nyan ı n ve insan



orisi nden yola çıkarak ortaya



deney i m i n i n atomi k olgulara ayrı­



koyduğu formüle sarı l ma kt a d ı r.



l a c a k kadar d ü zenl i o l m a d ı ğ ı n ı



Bu for m ü l , felsefi sorunların d i l i n



a nladı. D i l i , olguları bel l i yasal a ra



y a n l ı ş k u l l a n ı m ı nd a n kaynaklan-



d ı ğ ı n ı ve ancak d i l i n doğru k u l l a -



toplumda d i l o kadar çok yönlüdür



n ı m ı na i şa ret edere k çözülebile­



ki, k i m i leri izini süremeyeb i l i rler.



ceğ i n i iddia ediyordu.



Bu da felsefi hatalara yol açar.



"Dış maddi d ü nya d iye b i r şey v a r m ı d ı r? " " F a r k l ı fa r k l ı



i nsanların



deneyim leri nin



Wittgenstein şöyle der: "Felsefe yaptığımız zaman, uygar insanla­



objektif



rın konuşmalarını duyan vahşi ve



d ünyayla i l i şk i s i nedir?" B u n l a r



i l kel i nsanlar gibi oluruz. Bu konuş­



aynı a ç ı k l ıkta c e v a p gerekti recek



malara yanlış yorumlar getirir ve



sorulardır. " Evet, maddi d ü nya d i ­



onlardan çok tuhaf sonuçlar çı ka­



ye b i r ş e y v a rd ı r ve f a r k l ı i n s a n l a ­



rı rız." Böylece, felsefe n i n amacı,



rın deneyimleri kendi koş u l ları ve



dilin yanlış kullanılması ve yorum­



g ü n l ü k eylemlerine göre bu mad­



lanması ndan ortaya çıkan sorunla­



di



ra son vermek için dilin kullanı mla­



d ü nyayı yansıtırlar."



Fakat



W ittgenste i n ' ı n fel sefesi , bu tür



rını kolaylaştırmak olmalıdır.



soruların soru l m a m a s ı gerektiği,



D i l i böyle yan l ı ş k u l l a n a n ve yo­



sorulduğu nda d a açık ceva p l a r



rumlayan kişile r, bir ş i şede vızıl­



vermek y e r i n e d i l i n d o ğ r u k u l la­



dayan s i neklerin d üştüğü t ü rden,



n ı m la r ı y l a i l g i l i



içinden çıkamayacakları d ü şün sel



bir tart ı ş ma n ı n



başlat ı l m a s ı gerektiği konusunda



b i r tuzağa d üşerler. Wittgenste­



ısrar etmeye deva m etti. Böylece



i n 'a göre, " Fe l sefenin amacı ne­



W i tt g e n s te i n ' ı n



d ir?" sorusuna verilecek cevap,



felsefesi,



hem



benzer felsefelerin Berkeley'den



si neğe şişeden ç ı k ı ş yol u n u gös­



b u yana yaptıkları gibi hem de



termek o l m a l ı d ı r.



k e n d i s i n i n de önceleri yaptığı gi­



Ancak biri, ken d i n i şişedeki b i r



b i , aynı a maca, y a n i materya l i z m



s i n e k g i b i h i ss e d e r s e , ş i ş e d e n



gerçeğ i n i bir sis perdesiyle g izle­



k u rt u l m a k i ç i n W ittgenstei n ' ı n b i r



me a m a c ı n a i n a t l a h izmet etme­



m ü r i d i nden y a r d ı m istememe l i ,



ye devam etmiştir.



ç ü n k ü bu m ü rit o n u ş i şeden k u r­



Wittgenstei n ' ı n temel felsefesi­



tarmak yerine m uhtemelen ken­



ne göre, dil o l g u l a r ı resmeder. Fi­



disi de şişeye girip ona katılacak­



lozoflar d i l i n b u işlevi n i n , d i l i n bü­



tır. Peki bu felsefeye göre dışarı



tün a n l a m l ı k u l l a n ı m l a rı n a ege­



ç ı k m a n ı n yolu nedir? Dilin doğru



men olması gerektiği konusunu



k u l l a n ı m ı n ı n i l kelerini a n l a ma ktır.



a n la m a kta geciktikleri i ç i n hataya



Ancak şunu belirtmek gerekir ki,



d ü şmekted irler. Sonraki d ü ş ü n ­



Wittgenstein d a h a önceleri b u il­



celerine göre i s e , d i l i n o kadar



keleri hatalı olsa da en azından



fazla işlevi vardır k i , bu işlevler



a ç ı k ve net bir şekilde ortaya koy­



karşısında kafam ı z karışır ve yo­



muşken, ş i m d i buna benzer b i r



l um u z u kaybederiz.



d u r u m d a göremiyoruz.



Wittgenstein'a göre, modern



"Bir alet kutusundaki aletleri



63



64



d ü ş ü n ü n " d iye yazar Wittgenste­



Wittgenstei n ' ı n d i l i n farklı farklı



in. "Bu aletler; çekiç, kerpeten,



k u l l a n ı m la r ı n ı icat ettiği yazılarla



testere, tornavida, cetvel, tutkal,



doludur. Wittgenstein, düşü nce­



ç i v i ve v i d a l a rdan



o l u ş m a kt a d ı r.



nin dış g e rçe k l i ğ i n bir y a n s ı m a s ı



Sözcüklerin iş levi teker teker bu



o l d u ğ u n u, d i l in, biçimi ve i çeriğ iy­



nesnelerin işlevi kadar çeşi t l i d i r ...



le bel i rlenen d ü şünceleri ifade et­



Kaç çeşit cümle vardır? "Sem­



tiği ve ilettiği gerçeğini reddede­



bol", "sözcük" ve " c ü m le" dediği­



rek, "felsefi incelemelerini" yöne­



m i z sayısız k u l la n ı m türleri v a rd ı r.



tecek, onlara yön verecek temel­



Bu çeşitlilik, her d u r u m d a aynı



leri de yok etmiş oldu. Onun "Yo­



kalan sabit b i r şey değ i l d i r ... Dil



lumu b i l i yoru m " ifadesi kuşkusuz,



d iye a d l an d ı r d ı ğ ı m ı z şey herkes



onun vardığı son d urağı göster­



için ort a k olan b i r şey ü retmek



mektedi r. Bu yüzden, " i nceleme­



yeri ne,



bu fenomenin ortak bir



şeye sahip o l m a d ı ğ ı , ancak bir



leri"nin



bütününde



h i ç b i r şey



araşt ı rı l m a m ı ş ve h e r h a n g i bir



çok yolla birbirleriyle i l işkide ol­



şeyle ilgili o l a b i l ecek herhangi bir



d u kl a r ı n ı söylüyoru m."



sonuca varılma mıştır.



Bütün b u n l a r doğru olsaydı, o



İ şte sübjektif idealist mantığa



zaman, d i l i n k u l l a n ı m ı yla i l g i l i tar­



dayanarak ve nihai olarak bütün



t ı ş m a , felsefeni n soru n l a r ı n ı çöz­



soru nları çözme iddiasıyla yola çı­



mede n a s ı l kola y l ı k sağ layabi l i r­



kan bu felsefenin hazin sonu. Bu,



d i ? Böy l e b i r tartışmanın yegane



kendi mantıksal i l kelerine s ı rt çevi­



etkisi, d i l i n daha da fa r k l ı k u l la­



ren ama yine de yüzünü sübjektif



n ı m l a rı n ı n ortaya ç ı k a r ı l m a s ı n ı



ideal izmden materyalizme doğru



sağlaması olabilir. İşte Felsefi in­



çevirmeyen, bu yüzden de param­



celeme/er k i t a b ı n ı n



parça olan bir felsefenin sonudur.



s a y fa l a r ı ,