Burjuva: Tarih ile Edebiyat Arasında [Paperback ed.]
 9789750517075 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Tarih ile Edebiyat Arasında



Burjuva 6'9 FRANCO MORETTI ÇEVİREN



EREN BUGLALILAR



FRANCO MORETTI •Burjuva



FRANCO MORETTI 1 972'de Universita di Roma Uıurea'dan mezun oldu. ltalyan edebiyat eleştirmeni ve 2000 yılından itibaren Stanford University'de lngiliz dili profesörü. Sigrıs Takrn for Wondcrs ( 1983) [Mucizevi Gôsıergeler, çev. Zeynep Al­ tok, Metis, 2006). The Way of ıhe World (1987), Modem Epic (1995) [Modem Epik, çev. Mehmet Murat Şahin, Agora, 2005], Aılas of the European Novel 1 800-1 900 (Verso, 1998), Graphs, Maps, Trees (2005) [Edebi Teoriye Soyuı Modeller: Grafikler, Hariıalar, Ağaçlar, çev. Ebru Kılıç, Nurçin ileri, Esin Düzel, Agora, 2006] ve Disıanı Reading (Verso, 2013) kitaplannın yazandır. The Novel: History, Geography and Cul­ ıure (Princeton, 2006) dizisinin editörü [oıjinali 5 cilt olarak ltalyanca hazırlanan 11 Romanzo'dan (2001-2003) lngilizce için yapılan 2 ciltlik seçki]. The Center for the Study of the Novel and the Literary Uıb'in kurucusu. Makalelerine sıklıkla New Lefı Review'da rastlanabilir, eserleri 20'nin üzerinde dile çevrilmiştir.



The Bourgeois. Between History and Literature © 2013, 2014 Franco Moreui Bu kitabın yayın haklan Verso'dan alınmıştır. lletişim Yayınlan 2113 • Edebiyat Eleştirisi 45 ISBN-13: 978-975-05-1707-5



© 2015 lletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2015, İstanbul



EDITôR Kerem Ünüvar YAYINA HAZIRLAYAN Necdet Dümelli KAPAK Suat Aysu UYGULAMA Hüsnü Abbas D ÜZELTi Merve Öztürk BASKI ve CiLT Sena Ofset. SERTiFiKA Nü. 12064 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 34010 lstanbul Tel: 212.613 38 46



tletişim Yayınlan. SERTiFiKA NO.



10121



Binbirdirek Meydanı Sokak, tletişim Han 3, Fatih 34122 lstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 •Faks: 212.516 12 58 e-mail: [email protected] • web: www.iletisim.com.tr



FRANCO MORETTI



Tarih ile Edebiyat Arasında



Burjuva



The Bourgeois Between History and Literature



ÇEViREN Eren Buğlalılar



�\Uı



-



.



,



iletişim



Perry Anderson ve Paolo Flores d'Arcais'e...



İÇİNDEKİLER



GİRİŞ



Kavramlar ve Çelişkiler . . . . . . .. . . . . .... . .. . .. . . .. .. . . . .. . . . .. . . . . . . 9 .



.. . . . . .



.. .



.



.



"Ben burjuva sınıfının bir üyesiyim"



. ...



. .



. .... . . ..



.



.. .



.



........ ..... ....... ... . ...



..



. . .. .. .. ...



... ......



. . . . .... 9



Uyumsuzluk [dlsonans). ... ... . . .. .... . . . . . . .. . ............ .. ..... .......... ..... ......... ...... ..... ... ........... ... ... ... 12 Burjuvazi, orta sınıf



......



.. .. .. ..................



.. . .. .



......16



Tarih ile edebiyat arasında ....... ... ... ....... .......................................................................... ... 21 Soyut kahraman.... . .. . .. ....... .... ... .... .... ...................



.24



Düzyazı ve anahtar sözcükler: Giriş açıklamaları ... ... .



... ...........27



"Burjuva kaybolmuştur ... "



......29



BİRİNCİ BÖLÜM



Çalışan Bir Efendi



.............



....................................



........ ................................................. .



35



Macera, girişim, fortuna.. . ... .... ... .. ... ... .... .. ... ..... ..... ..... ..... .. .. . . . . .... ............ . ... ... ..... ... ...... .. 35 "Bunlar boş oturmadığımı kanıtlayacaktır". ..... ................. ........... . . . ... ... ............. .. 39 Anahtar sözcük 1: "Faydalı"............ Anahtar sözcük



il:



........................ ............. .. .... . . ........46



'Verimlilik" . .. . . . .. . . . .... . .. ... . . ... ..... ..... ... ... ... . . . . . ... ... . . ... . ... .. .. ... .... 50



Anahtar sözcük 111: "Konfor"



......



....................



.



............... ..........................



...................



55



Düzyazı 1: "Devamlılığın rltml" .... ..... ............ ....... ..................... ........................................ 63 Düzyazı



il: "Ruhun üretkenliğini keşfettik"



. . . . .. .. .



.... .. .



.. ....... ........



. .. . . . . . .70



İKİNCİ BÖLÜM



Ciddi Yüzyıl ..... .............................................................................



...81



.



Anahtar sözcük iV: "Ciddi"............. ......................................... .....................



.........81



Dolgular . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 89 Rasyonalizasyon. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 94 Düzyazı 111: Gerçeklik ilkesi . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .



. .



................. ... .............



Betimleme, tutuculuk, Realpolltık .....



.......



98



.... ........105 .....11 o



Düzyazı iV: "Nesnelin öznele aktarılması" ........................... . ÜÇÜNCÜ BÖLÜM



Sis ...............



.



······· ·····-···-·-·



--···-···-·····-···-··



····· ···-····-·--·



.



_ .....



Çıplak, utanmaz ve dolaysız. ''Peçenin arkasında"................ . Gotik, un



119



....119 ·-·-······--···-···-·····-···-···············



····--·····-····



deja-ıa



127



.............131



Centilmen................ .. ........ ....................... .



. ..... ... .. .... . .. ... .134



Anahtar sözcük V: "Tesir" [lnfluence] .......... .



........................ ................140



Düzyazı V: Vıktorya dönemi sıfatları.............................. ................... .



...........144



Anahtar sözcük VI: "Ağırbaşlı" [earnest]



.. ........151



"Kım sevmez bilgiyi?"....................... .



...............155



Düzyazı VI: Sis..



.... ... .. ....... ........... 161



Sis................................................................ .



.......................162



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM



"Ulusal Şekil Bozuklukları": Yarı-Çevredeki Dönüşümler



.



. . .



.



.



.



. 167



. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . ......... ......... ......



Balzac, Machado ve para . . .. . . . .. . .. . . . . . . . . . . . . . .. .. . . . . . . .. . . . .. . . . . . .. .. . . . .. . .. . .. . .. .. ... . .. . .. . .. . .. ... .. .. . . . .. .. 167 Anahtar sözcük Vll:



..



Roba" . . .. .. . .. . .. . . . . .. .. . . . . .. . . . . . . .



......... ...... . ........



. .



.... .....



. 172



........ .



Eski rejimin dayanıklılığı 1: Bez Bebek [The Dolll.. .. . . ... ... . ... ... ... . . .. .. . . . ..... 178 Eski rejimin dayanıklılığı il: Torquemada . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . "Aritmetik diye de bir şey var!" . ... .. . . . . . .. .. .. . .. .. . . . . . .. .. .. . .. . .



.................................



. . . .



....... .. . . . . . ......



183



. .. . . 187 .



..



BEŞİNCİ BÖLÜM



lbsen ve Kapitalizmin Ruhu .



. .



. .. . . . . ... .... . . ... .. . . .. . . . . .. . . .. . .. . . . ... . .... .. . .. . 193



. . . . . . . . .... . . . . . . . . . . .



Gri bölge...............................................................



. ................... ................................ ... .. 193



"Göstergeler göstergelere karşı" . .. . . . . .. . . . . . ... . . . . . . . . . .. . . . ... . . . . . .. .. . ... . . ... ...... . . . ... .. .. . . . .. ... 199 Burjuva düzyazısı, kapitalist şiir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .. . . . . . . . . . . . . . . . . .. 204



GİRİŞ



Kavramlar ve Çelişkiler



" Ben burj uva sın ıfın ı n b i r üyesiyim" Burjuva . . . Bu kavram, yakın zamana kadar toplumsal çö­ zümlemelerin vazgeçilmez bir parçası olarak görülürdü; şimdilerdeyse kulağınıza çalınmadan yıllar geçebilir. Ka­ pitalizm en güçlü dönemini yaşasa da onun insanda vücut bulmuş hali ortadan kaybolmuş gibi görünüyor. Max We­ ber, 1895 yılında "Ben burjuva sınıfının bir üyesiyim, ken­ dimi böyle hissediyorum ve onun görüşleri, idealleriyle büyütüldüm,"1 diye yazmıştı. Bugün kim bu sözleri tekrar edebilir? Burjuva "görüşleri ve idealleri" - Nedir onlar? Değişen bu ortam bilimsel araştırmalara da yansıyor. Sim­ mel ve Weber, Sombart ve Schumpeter; bu kişilerin tümü ka­ pitalizmi ve burjuvaziyi -ekonomiyi ve antropolojiyi- bir de­ mir paranın iki yüzü olarak görmüşlerdi. Immanuel Wallers­ tein çeyrek yüzyıl önce "Modern dünyamız üzerine bildiğim hiçbir ciddi tarihsel yorum yoktur ki," diye yazmıştı, "burju­ vazi . . . kavramını içermesin. Bunun bir sebebi var: Başkahra"Der Nationalstaat und die Volkswirtschahspolitik", Gesammdıe poliıische



Schriften, Tıibingen, 1 97 1 , s. 20. 9



manı olmayan bir öykü anlatmak zordur. "2 Yine de bugün, "görüşlerin ve ideallerin" kapitalizmin başarısında oynadı­ ğı rolü vurgulayan tarihçilerin bile -Meiksins Wood, de Vri­ es, Appleby, Mokyr- burjuva figürüne ya çok az ilgisi var­ dır ya da hiç yoktur. Ellen Meiksins Wood, Kapitalizmin Ar­ kaik Kültürü'nde "lngiltere'de kapitalizm vardı ama onu var eden burjuvazi değildi. Fransa'da da (şöyle böyle) muzaffer bir burjuvazi vardı, fakat onun da devrimci projesinin kapita­ lizmle pek az ilgisi bulunuyordu," diye yazar.Yahut son ola­ rak: "Burjuvanın ... kapitalistle zorunlu bir özdeşliği yoktur."3 Evet, zorunlu bir özdeşlik yoktur; zaten mesele de bu de­ ğildir. Weber, Protestan Ahl a kı 'nda "Burjuva sınıfının ve onun kendine has özelliklerinin doğuşu emeğin kapitalist örgütlenişinin doğuşuyla yakından ilişkili" bir süreçtir "ama aynı şey değildir,"4 diye yazar. Yakından ilişkili ama aynı şey değil; Burjuva'nın altında yatan fikir de budur: Burjuvaziye -ki çoğunlukla eril bir figür olagelmiştir- ve onun kültürü­ ne, bunların ikisiyle de tam olarak örtüşmeyen bir iktidar yapısının parçaları olarak bakmak. Fakat tekil bir burjuva­ dan bahsetmenin kendisi de tartışmaya açıktır. Hobsbawm, imparatorluk Çağı'nda "Büyük burjuvazi kendini biçimsel olarak astlarından ayıramadı. Yapısı yeni katılımcılara açık tutulmak zorundaydı - varlığının doğası böyleydi,"5 diye ya­ zar. Perry Anderson'a göre bu geçirgenlik, burjuvaziyi 2 3



4



5



lrnmanuel Wallerstein, "The Bourgeois(ie) as Concept and Realiıy" , New Lefı Review Vl67 (Ocak-Şubat 1988), s. 98. Ellen Meiksins Wood, The Prisıine Culıure of Capiıalism: A Hisıorical Essay on Old Regimes and Modem Stales, Londra l 992, s. 3 IKapiıahzmin Arhaih Kültü­ rü, çev. Oyu Köyrnen, Yordam Kitap, 2007 ] , ikinci alıntı ise The Origin of Ca­ pilalism: A Loııger View, Londra, 2002 ( 1999), s. 63. Max Weber, The Protesıant Ethic and the Spiril of Capitalism, New York, l 958 ( 1905), s. 24 (vurgu sonradan eklendi) !Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ru­ hu, çev. Zeynep Aruoba, Hil Yayınlan, 1997). Eric Hobsbawrn, The Age of Empire: 1 875-1 914, New York, 1989 ( 1987), s. l 77 llmparatorluh Çağı: 1 875-1 91 4, çev. Vedat Aslan, Dost Kitabevi Yayınlan, 2010).



10



kendinden önceki soyluluktan ve sonraki işçi sınıfından ayım. Birbirleriyle çelişen bu sınıfların kendi içlerindeki önemli farklılıklara rağmen bağdaşık olmaları yapısal ola­ rak daha ön plandadır: Aristokrasi medeni unvanları ve yargısal ayncalıklan birleştiren yasal bir statüyle tanımla­ nırken, işçi sınıfının sınırlan genelde beden emeğinin ko­ şullarına göre belirlenir. Toplumsal bir grup olarak burju­ vazinin, kıyaslanmaya uygun bir iç birliği yoktur. 6



Geçirgen sınırlar ve zayıf bir iç uyum: Bu hususiyetler, burjuvazinin bir sınıf olduğu fikrini geçersiz kılar mı? Bur­ juvazinin yaşayan en önemli tarihçisi Jürgen Kocka'ya gö­ re, kavramın çekirdeği diyebileceğimiz şeyle dış çeperi ara­ sında bir ayının yapmak kaydıyla, burjuvazinin bir sınıf ol­ madığım düşünmek yersizdir. Esasında dış çeper, hem top­ lumsal hem de tarihsel olarak önemli değişiklikler geçirmiş­ tir. Burjuvazi 18. yüzyılın sonuna dek, erken dönem şehirli Avrupa'mn "serbest meslek erbabı küçük işletmecilerini (za­ naatkarlar, perakendeci tacirler, hancılar ve küçük mülk sa­ hipleri)" kapsıyorken, bir yüzyıl sonra "orta ve alt düzey be­ yaz yakalı çahşanlardan"7 müteşekkil ve bir öncekinden ta­ mamen farklı bir nüfustan oluşuyordu. Diğer taraftan da, 19. yüzyıl boyunca Batı Avrupa'da senkretik "mülk sahibi ve eğitimli burjuvazi" figürünün ortaya çıkması sınıfa yeni bir ağırlık merkezi kazandırmış ve onun hakim sınıf haline gel­ mesini sağlayabilecek özelliklerini güçlendirmişti. Bu yakın­ laşma, ifadesini Almancadaki Besitzs ve Bildungsbürgertum -mülk sahibi burjuvazi ve kültürlü (eğitimli) burjuvazi­ kavram çiftinde ya da daha yavan biçimiyle, Britanya vergi 6



Perry Ander5on, "The Notion of Bourgeoi5 Revolution" ( 1976), English Ques­ tions, Londra, 1992, 5. 1 22 .



7



jürgen Kocka, "Middle Class and Authoritarian State: Toward a History of the German Bürgertum in the Nineıeenth Century", Industrial Culıure and Bour­ geois Society. Business, Labor, and Bureaucracy in Modern Gemıany, New York/ Oxford, 1999, 5. 193. 11



sisteminin (sermayeden gelen) karlan ve (mesleki hizmet­ lerden gelen) ücretleri tarafsız bir biçimde "aynı başlık altı­ na" yerleştirmesinde buluyordu.8 Mülkiyetle kültürün buluşması: Ben de, Kocka'nın ideal­ tipini önemli bir farkla da olsa benimseyeceğim. Bir edebiyat tarihçisi olarak, belirli toplumsal gruplar -bankacılar, yüksek devlet memurları, sanayiciler, doktorlar ve benzeri- arasın­ daki fiili ilişkilerden ziyade, kültürel formlar ve sınıfın karşı­ laştığı yeni gerçeklikler arasındaki "kat yerine" odaklanaca­ ğım. Örneğin, "konfor" kelimesi meşru burjuva tüketiminin sınırlarını nasıl çiziyor ya da hikaye anlatmanın temposu va­ roluşun yeni yapısına nasıl ayak uyduruyor? Burjuva'nın ko­ nusu: Edebiyatın prizmasından yansıyan burjuvazi.



Uyumsuzluk [dlsonans] Burjuva kültürü, tek bir kültür mü? Peter Gay, beş ciltlik The Bourgeois Experience [Burjuva Deneyimi] isimli çalışma­ sının sonlarında "Mikroskobumla incelediğim sınıfı . . . çok renkli -alaca- diye nitelemek. . . mümkündür," diye yazar.9 "Burjuvanın burjuvayla savaştığı yerlerde ekonomik çıkar, dinsel gündemler, entelektüel inançlar, toplumsal rekabet ve kadınların toplumdaki yeri gibi konular siyasal mesele­ ler haline gelmiştir," diye de ekler sonraki bir tarih çalış­ masında; bölünmeler öylesine keskindir ki "burjuvazinin tanımlanabilir bir kendilik olduğundan şüphe etmek ca­ zip hale gelir."10 Gay'e göre tüm bu "çarpıcı çeşitlilik"11 19. 8



Hobsbawm, Age of Empire, s. 172.



9



Peter Gay, The Bourgeois Expericrıce: Victoria ıo Freud. V. Pleasure Wars, New York, 1999 (1998),s. 237-8.



10



Peter Gay, Schnitzler's Cenıury: The Malıing of Middle-Class Culıure 1 8 1 51 91 4, New York, 2002, s. 5.



11



Peter Gay, The Bourgeois Expericrıce: Victoria ı o Freud. I . Education of ıhe Sen­ m, Oxford, 1984, s. 26.



12



yüzyılda toplumsal değişimin hızlanmasının bir sonucudur ve burjuva tarihinin Viktorya dönemine özgüdür.12 Gelge­ lelim, burjuva kültürünün çelişkilerine ilişkin daha geniş bir bakış açısı sunmak da mümkündür. Aby Warburg, San­ la Trinita'daki Sassetti Şapeli üzerine yazdığı ve Machiavel­ li'nin lstorie Fiorentine'deki [ Floransa Tarihi ] Lorenzo be­ timlemesinden ilham alan -"neşeli ve ciddi yanlarına bak­ sanız [ la vita leggera e la grave] onda uzlaşması imkansız gi­ bi görünen iki ayrı kişilik fark edebilirdiniz [quasi con im­ possibile congiunzione congiunte] "- denemesinde şöyle bir gözlem yapar: Medici dönemi Floransa'sında bir yurttaş; Ortaçağ'a öz­ gü bir Hıristiyanlık, romantize edilmiş bir şövalyelik yahut klasik bir yeni Platonculuk anlamındaki idealizm ile, bah­ sedilen idealizmden tamamen farklı özellikleri olan Pagan bir Etrüsk tacirinin maddiyata düşkün ve pratiğe önem ve­ ren karakterini kendinde birleştiriyordu. Bu esrarengiz in­ san/yaratık basit ama düzenli yaşamında, her ruhsal itki­ yi kendi zihninin bir uzantısı, boş zamanlarında geliştiri­ lecek ve sonra faydalanılacak bir şey olarak seve seve ka­ bul ederdi. 13



Esrarengiz bir insan/yaratık hem idealist hem de maddi­ yata düşkün. Medici ile Viktorya dönemi arasındaki başka bir burjuva altın çağı hakkında yazan Siman Schama'ya göre farklı değerlerin bu "olağandışı bir aradalığı" 12



A.g.e., s. 4 5 v e sonrası.



13



Aby Warburg, "The Art of Portraiture and the Florentine Bourgeoisie" ( 1920) The Renewal of Pagan Antiquity, Los Angeles, 1999, s. 190- 191, 218. Zıtların birleşmesine bir başka örnek de Warburg'un "Flemish Art and the Florenti­ ne Early Renaissance" ( 1902) adlı denemesinde bağışçı portresine dair yaz­ dıklarında kendini gösterir: "Eller göklere sığınmak için yakaran diğerkam bir jesti sürdürürken, bakışlar dalgınlıkla ya da ihtiyatlılıkla da olsa dünyaya doğrultulmuştur. "(s. 297). 13



ruhban sınıfından olsun ya da olmasın tüm yöneticilerin; bu bir aradalık olmadığı takdirde aç gözlülük ile çilecilik arasında daimi bir çarpışmaya dönüşerek çelişkilerle dolu bir değer sistemi haline gelecek olan bu durumla yaşamala­ rına imkan vermiştir. .. .İflah olmaz bir alışkanlığa dönüşen maddiyat düşkünlüğü ve Hollanda ticaret ekonomisinin içine işlemiş olan riskli teşebbüslerin baştan çıkarıcılığı, es­ ki Ortodoksluğun atanmış vasilerinin bütün o uyan fişek­ lerini ve heybetli ahkamını ateşlemişti. . . . Görünüşte birbiri­ nin zıddı olan bu değer sistemlerinin olağandışı bir aradalı­ ğı. . . yoksullukla cehennem azabı arasındaki acımasız bir se­ çim riskine girmeksizin, ihtiyaçlarının ya da vicdanlarının emirleri doğrultusunda kutsal ve dünyevi olan arasında ha­ reket edebilecekleri alam sağlamıştır onlara. 14



Maddiyat düşkünlüğü ve eski Ortodoksluk: jan Steen'in "Delftli Yurttaş"ı bize Schama'nın kitabının kapağından bakar [ Resim l] : Ağır bir adam, oturmuş, siyahlar içinde, kızının gümüş ve altın işlemeli parlak elbisesi bir yanın­ da, dilencinin rengi atmış giysileriyse diğer yanında. Flo­ ransa'dan Amsterdam'a doğru uzanırken, Santa Trinita'nın çehresindeki içten canlılık donuklaşmıştır artık; yurttaş, sandalyesine mıhlanıp kalmış, sanki içinde bulunduğu va­ ziyetin "ahlaki itiş kakışı" (tekrar Schama) keyfini kaçır­ mıştır. Uzamsal olarak kızına yakındır ama yine de ona bakmaz; tam olarak dilenci kadını muhatap almamışsa da ondan tarafa dönmüştür; gözleri mahzun, dalgındır. Yap­ ması gereken nedir? Machiavelli'nin "uzlaşması imkansız" , Warburg'un "es­ rarengiz mahluk" , Schama'nın "daimi bir çarpışma" dediği şeydir bu. Burjuva kültürünün erken dönem çelişkileriyle karşılaştırıldığında, Viktorya döneminin gerçekte ne oldu14 14



Simon Schama, The Embarrassment of Riches, Califomia, 1988, s. 338, 371.



Resim l. )an Stcen, "The Burgher or Delrt and his Daughter", 1 655.



Bridgeman Art Library'nin izniyle.



ğu açığa çıkar: Karşıtlıktan ziyade bir uzlaşı dönemidir. El­ bette uzlaşı tekbiçimlilik demek değildir ve Viktorya döne­ mi insanları bir dereceye kadar "çok renkli" olarak görülebi­ lir. Ancak bu renkler geçmişten geriye kalanlardır ve parlak­ lıklarını yitirmektedirler. Alaca değil, gridir burjuva yüzyılı­ nın üzerinde dalgalanan bayrak. 15



B urjuvazi, orta sın ıf Groethuysen, önemli çalışması Origines de l'esprit bourgeois en France [Fransa'da Burjuva Ruhunun Kökenleri] "Burjuva­ zinin neden kendi ismiyle çağrılmaktan hoşlanmadığını an­ lamakta zorlanıyorum," diye yazar, "krallara kral denir, ra­ hiplere rahip ve şövalyelere de şövalye; fakat burjuvazi, tak­ ma isminin [ incognito) kullanılmasını istiyor." 1 5 Takma isim, insanın aklına ister istemez şu yaygın ve kaypak "orta sınır• etiketini getiriyor. Her kavram "potansiyel deneyime ve ta­ savvur edilebilir teoriye belirli bir ufuk oluşturur," diye ya­ zar Reinhart Koselleck 16 ve İngiliz dili de "burjuva" yerine "orta sınıf' kavramını tercih ederek toplumsal algı için çok belirgin bir ufuk yaratmıştır. Peki ama neden? Burjuva "or­ tada" bir yerde vücut bulmuştur, evet -Wallerstein'ın deyi­ şiyle, burjuva "bir köylü ya da serf değildi, fakat bir soylu da değildi"-17 ama bu "ortada" olma durumu onun bilhas­ sa üstesinden gelmek istediği şeydi: Erken dönem modem lngiltere'nin "orta yerinde" doğan Robinson Crusoe, bura15



Bemard Groethuysen, Origines de l'esprit bourgeois Bourgeoisie, Paris, 1927, s. vii.



16



Reinhart Koselleck, "Begriffgeschichte and Social History", Futures Pası: On the Srnıantics of Historical Time, New York, 2004 (1979), s. 86 ["Sosyal Tarih ve Kavramlar Tarihi", Kavramlar Tarihi: Politik ve Sosyal Dilin Srnıantiği ve Prag­ matiği üzerine Araştınnalar, çev. Atilla Dirim, iletişim Yayınlan, 2013].



17



Wallerstein, 'Bourgeois(ie) as Concept and Reality', s. 9 1 -92. Wallerstein'ın çi[te olumsuzlamasının ardında, Emile Benveniste'in Vocabulaire des institu­ tions indo-europtennes adlı kitabı içindeki "An occupation without a name: commerce" isimli bölümünün aydınlattığı daha uzak bir geçmiş uzanır. Kısa­ ca, Benveniste'in tezi, ticaretin -ki "burjuva" faaliyetinin en erken biçimlerin­ den biridir- "en azından başlangıçta, kutsal, geleneksel faaliyetlerden hiçbiri­ ne karşılık gelmeyen bir meslek" olduğu ve bunun sonucunda tıpkı Yunanca­ daki askholia ]uğraş] ya da Latincedeki negotium (nec-otium, "otium"un [boş zaman] olumsuzu) gibi veya Yunancadaki pragma [nesne], Fransızcadaki af­ faires [iş] ("afaire" ifadesinin adlaştınlmasıdır), lngilizce'deki (soyut isim bu­ siness'in üretildiği) sıfat "busy" [meşgul] gibi, yalnızca olumsuz kavramlarla tanımlanabileceğidir. Bkz. E mile Benveniste, Indo-European Language and So­ ciety, Miami, 1973 (1969), s. ll8.



16



en



France.



1:



L'Eglise et la



nın "dünyadaki en iyi yer" olduğunu söyleyen babasının fikrini reddeder ve bütün yaşamını bunun ötesine geçmeye adar. Öyleyse bu sınıfın başarısını kabul etmek yerine, ne­ den onu vasat başlangıçlarına döndüren bu isimde uzlaşılsın ki? "Burjuva" yerine "orta sınır' kavramının tercih edilme­ sinde ne gibi bir çıkar vardı? "Burjuva" ilk kez 17. yüzyıl Fransızcasında burgeis kavra­ mıyla ortaya çıktı ve "feodal yargıdan özgür ve muaP' olma yasal hakkını kullanan ortaçağ kasabalarının (bourgs) sakin­ lerini belirtmek için kullanıldı (Robert) . 1 7. yüzyılın son­ larına doğru, kavramın yargısal anlamına -ki buradan öz­ gürlüğü "bir şeyden özgür olmak" olarak gören tipik burju­ va özgürlük fikri doğmuştur- bir olumsuzlamalar dizisi so­ nucunda "ne ruhbana ne de soyluluğa ait olan, beden işçi­ liği yapmayan ve çalışmaksızın elde ettiği bir geliri olan ki­ şilere" gönderme yapan ekonomik anlam eklendi (yine Ro­ bert). Kronolojisi ve anlamı ülkeden ülkeye değişmekle bir­ likte18 Italyanca borghese'den İspanyolca burgues'e, Portekiz­ ce burgues'den, Almanca Bürger'e ve Flamanca burger'e de­ ğin bütün Batı Avrupa dillerinde kendini gösterdi. Bu grup içerisinde, İngilizcedeki "bourgeois" ulusal dilin yapısı­ na benzeştirilmek yerine, Fransızcadan ithal edildiği haliy­ le kalan tek örnektir. Gerçekten de Oxford lngilizce Sözlü­ ğü'nde [ OED] isim olan "bourgeois"in ilk tanımı " (Fransız) vatandaş(ı) ya da hür insan" ; sıfat olanın tanımı ise "Fransız orta sınıfına ait olan" şeklindedir ve bu tanımlar Fransa, Ital­ ya ve Almanya'ya atıf yapan bir dizi alıntıyla hemen güçlen­ dirilir. Dişil bir isim olan "bourgeoise" , "orta sınıftan Fran­ sız kadını" diye tanımlanırken, "bourgeoise"nin tanımı -ki bu kelimenin ilk üç girdisi Fransa, Kıta Avrupası ve Alman18



AlmancaBürger'in izlediği yol -l 700'ler civanndaki (Stadt-)Bürger'den (kasa­ balı) 1800'lerdeki (Staats-)Bürger'e (vatandaş) ve oradan da l 900'ler civann­ da proleter olmayan anlamındaki Bürger'e (burjuva)- bilhassa çarpıcıdır: Bkz. Koselleck, "Begriffgeschichte and Social History", s. 82. 17



ya'dan bahseder- önceki tanımlarla uyumludur: "Bir Fran­ sız kasabasındaki özgür insanlar grubu; Fransız orta sınıfı; diğer ülkelerin orta sınıflarını da kapsayacak şekilde geniş­ lemiş kavram." "Burjuva", İngiliz olmayışıyla bilinir. Dinah Craik'in bir tekstil sanayicisinin kurgusal yaşamöyküsünü anlattığı çok satan kitabıjohn Halifax, Gentleman'de [Centilmen]ohn Hali­ faxl ( 1856) bu kelime yalnızca üç kere geçer, kelimenin ya­ bancı olduğunu göstermek için her kullanımda italik ola­ rak yazılır ve yalnızca küçümsemek ("Yani şu aşağı tabaka­ lar, burjuvazi") ya da hor görmek için ("Ne ! Bir burjuva, bir tüccar mı yani?") kullanılır. Aynı dönemde yazmış diğer ro­ mancılar da derin bir sessizlik içindedir: 250 romanın bir araya getirilmesiyle bir tür genişletilmiş 19. yüzyıl kanonu­ nun oluşturulduğu Chadwyck-Healey veritabanında kayıt­ lı, 1850 ile 1860 yıllan arasında yazılmış romanlarda "zen­ gin" [ rich] kelimesi 4.600 kere, "varlıklı" [wealthyl 613 ke­ re, "varsıl" [prosperous] 449 kere geçerken "burjuva" sadece bir kere geçer. Bu incelemeyi -açımızı biraz değiştirip kulla­ nım sıklığından ziyade, kavramın cümlede kullanıldığı yere yönelerek- bütün yüzyıla yayacak olursak, Stanford Literary Lab'daki 3.500 romandan şu sonuçları elde ederiz: "Zengin" sıfatı 1 .060 farklı ismin, "varlıklı" 2 1 5 ismin, "varsıl" 1 56 ismin ve "burjuva" 8 ismin önüne getirilmiştir. Bu isimler şöyledir: Aile, doktor, erdemler, hava, erdem, gösteriş, tiyat­ ro ve -tuhaftır ama- arma. Peki, bu isteksizlik neden? Genellikle, diye yazar Kocka, burjuva gruplar eski otoritelerden, aileden gelen ayrıcalıklı soyluluktan ve mutlak monarşiden kendilerini ayırırlar. . . . Bu düşünce hat­ tı tersinden takip edilecek olursa, bu safların ortadan kalk­ tığı ya da belirsizleştiği durumlarda, hem kapsayıcı hem de 18



sınırlayıcı olan bir Bürgertum'dan bahsetmek anlamsızlaşır. Bu, uluslararası farklılıkları da açıklar: Soyluluk geleneği­ nin zayıf olduğu ya da hiç olmadığı (lsviçre ve Birleşik Dev­ letler gibi) ya da feodalizmin erkenden sonlandığı ve tan­ ının ticarileşmesinin soylu-burjuva ayırımını ve hatta kent­ sel-kırsal farklılıklan yavaş yavaş aşındırdığı yerlerde (ln­ giltere ve lsveç gibi) , belirgin bir şekilde Bürgertum [kav­ ramının] ve Bürgertum söyleminin oluşmasını engelleyen güçlü etkenler buluruz. 1 9



Bürgertum söylemi için net bir "sınırın" olmayışı, lngiliz dilini "burjuva" kelimesine karşı bu kadar ilgisiz kılan şey­ dir. Diğer taraftan, sanayileşmiş erken dönem Britanya'daki pek çok gözlemcinin ortada duran bir sınıf istemesi gibi basit bir nedenle "orta sınıP' kavramı arkasında bir destek oluş­ muştur. james Mill Essay on Government'da [Hükümet Üze­ rine Bir Deneme] (1824) imalat yapılan bölgeler "büyük bir orta kademe eksikliği nedeniyle bilhassa mutsuzlardı. Zira buralarda nüfus neredeyse tamamen zengin imalatçılar ve yoksul işçilerden oluşuyordu,"20 diye yazar. Zengin ve yok­ sul: Canan Parkinson, pek çok çağdaşı tarafından tekrarla­ nan ünlü Manchester tasvirinde "Dünyada, zengin ve yok­ sul arasındaki uzaklığın bu kadar fazla olduğu ya da ikisinin arasındaki bariyeri aşmanın bu kadar zor olduğu hiçbir ka­ saba yoktur," diyecekti.21 Endüstriyel büyüme lngiliz top­ lumunu kutuplaştırdıkça -Komünist Manifesto'nun da tüm çıplaklığıyla ortaya koyduğu üzere "tüm toplum mülk sahip­ leri ve mülksüz işçilerden oluşan iki sınıfa ayrılmak duru19



Jiirgen Kocka, "Middle Class and Authoritarian State: Toward a History or the Gerrnan Biirgertum in the Nineteenth Century", Industrial Culıure and Bour­ geois Society, s. 194-195.



20



James Mili, An Essay on Govemment, (ed.) Emest Baker, Cambridge, 1937 (1824), s. 73.



21



Richard Parkinson, On the Present Condition of the Labouring Poor in Manches­ ter; with Hintsfor Improving it, Londra/Manchester, 184 1 , s. 12. 19



mundadır"- bu iki sınıf için bir arabuluculuğa duyulan ihti­ yaç daha keskin hale geldi. Bir yandan "yoksul işçilerin dert­ lerine" yakınlık duyarken (yine Mill), diğer yandan da on­ lara "öğütleriyle rehberlik edecek" ve "hayran olabilecekleri iyi bir örnek" sunacak tek şey ortada duran bir sınıf olabilir­ miş gibi göründü.22 Orta sınıflar "üst ve aşağı tabakalan bir­ birine bağlayan halkaydı," der Lord Brougham. Reform Ya­ sası üzerine yaptığı "Orta Sınıflann Zekası" [ Intelligence of the Middle Classes] başlıklı konuşmasında bu kesimi "ağır­ başlı, rasyonel, zeki ve dürüst İngiliz algısının hakiki ema­ netçileri" olarak betimler.23 Ekonomi, ortada duran sınıfa yönelik geniş bir tarihsel ih­ tiyaç doğurduysa, politika da buna ustaca planlanmış bir dö­ nemeç yarattı. Google Books külliyatında "orta sınıf' , "orta sınıflar" ve "burjuva" kelimelerinin 1800 ve 1825 yıllan ara­ sında hemen hemen aynı sıklıkta kullanıldığı görülür. An­ cak 1832 Reform Yasası'nın hemen öncesinde -yani toplum­ sal yapı ile siyasal temsil arasındaki ilişkinin kamusal haya­ tın merkezine taşındığı bir zamanda- "orta sınıf' ve "orta sı­ nıflar" aniden "burjuva"dan iki ya da üç kat daha sık kul­ lanılır olmuştur. Bunun nedeni muhtemelen "orta sınıf'ın, burjuvazinin bağımsız bir grup olduğu imasını izale etmesi ve ona tepeden bakarak siyasal bir kapsayıcılık görevini ema­ netine almasıydı.24 Böylece, vaftiz tamamlanıp yeni kavram 22



Mill, Essay on Govemmenı, s. 73.



23



Henry Brougham, Opinions of Lord Brougham on Polilics, Theology, Law, Sci­



ence, Educaıion, Literaıure, &c. &c. : As Exhibiıed in His Parliamenıary and Le­ gal Speeches, and Miscellaneous Wrilings, Londra, 1837, s. 314-3 15. 24



20



F. M . L. Thompson, "Whig partisinin bakanlanna göre 1830-1832 yılların­ da hayati olan şey orta sınıflarla emekçi sınıflar arasına bir kama sokarak bu radikal ittifakı bozmaktı," diye yazıyordu (The Rise of Respecıable Society: A Social Hisıory of Victorian Brilain 1830- 1 900, Harvard, 1988, s. 16). Orta sı­ nıfın altına yerleştirilen bu kamanın yapacağı etki, bu sınıfın kendisi üzerin­ dekilerle yapacağı bir ittifak vaadiyle güçlendirilmişti: "Toplumun ortası­ nı üst tabakalarla ortaklaştırmak," diyecekti Lord Grey, "son derece önemli­ dir."; bir yandan da Drohr Wahrmann -ki kendisi orta sınıf üzerine yapılan



somutlaştığında, çeşitli sonuçlar (ve tersyüz etmeler) ortaya çıkmıştır: Mesela, "orta sınıf' ve "burjuva" tam olarak aynı toplumsal gerçekliği işaret etmelerine rağmen bu kavramla­ nn çok farklı çağnşımlan vardır. Burjuvazi "ortaya" yerleş­ tirilseydi, kendisi de bir dereceye kadar madun bir grup gibi görülebilirdi ve dünyanın bu halinden sorumlu tutulamaz­ dı. Şu da var ki; köylülük, proletarya, burjuvazi ya da soy­ luluk gibi birbirleriyle kıyaslanamaz kategorilerle -"sınıflar­ la"- karşılaştırıldığında "alt" , "orta" ve "üst" kavranılan bir süreklilik arz ediyor ve böylece bu düzeyler arasında bir ge­ çişlilik tahayyül etmek kolaylaşıyordu. Dolayısıyla, "orta sı­ nıf' tarafından yaratılan simgesel ufuk, İngiliz (ve Ameri­ kan) burjuvazisi için uzun vadede iyi iş gördü. 1832 yılın­ da alınan ve "bağımsız bir burjuva temsilini"25 imkansız kı­ lan ilk yenilgi, daha sonra burjuvaziyi doğrudan kendine yöneltilen eleştirilere karşı korudu, toplumsal hiyerarşinin euphemistic bir örneğini öne çıkardı. Groethuysen haklıydı:



Takma isim işe yaradı. Tarih ile edebiyat arasında Tarih ve edebiyat arasındaki burjuva. Bu kitapta, eldeki ör­ neklerin yalnızca küçük bir kısmını kullanarak kendime bir sınır çiziyorum. "Çalışan Bir Efendi"de, iktidan ele geçir­ meden önceki burjuva ile başlıyorum: Bir adada yalnız, in­ sanlığın geri kalanından koparılmış ama kendi varoluşun­ da bir örüntü görmeye ve bunu ifade etmek için doğru keuzun tartışmayı istisnai bir berraklıkla yeniden bir araya getirmiştir- Broug­ ham'ın ünlü kasidesinin "inatçılıktan ziyade . . .siyasal sorumluluğu, insanla­ rın haklarından ziyade krala sadakati, özgürlüğe yönelik saldınlardan ziya­ de, devrime karşı bir siper olarak değeri" vurguladığına dikkat çeker (Imagi­



ning ıhe Middle Class: The Poliıical Represenıaıion of Class in Brilain, c. 1840, Cambridge, 1995,



25



s.



1 780-



308-309).



Perry Anderson, "The Figures of Descent"(l 987), English Quesıions, Londra, 1992, s. 145. 21



limeleri bulmaya başlayan bir adam etrafında dönen bir De­ foe ve Weber diyaloğuyla. "Ciddi Yüzyıl" da, ada bir yan kı­ ta haline gelmiştir. Burjuva, Batı Avrupa'ya yayılmış ve etki­ sini birçok yöne doğru genişletmiştir. Bu durum tarihin en "estetik" anıdır: Yeni bir anlatı tarzı, üslupta tutarlılık, baş­ yapıtlar - büyük burjuva edebiyatı, tabii öyle bir şey var­ sa. Viktorya dönemi Britanya'sı hakkındaki "Sis" başka bir hikaye anlatıyor: Olağanüstü başanlann kazanıldığı on yıl­ lann ardından, burjuva artık "kendisi" değildir. Toplumun geri kalanı üzerindeki iktidan -"hegemonyası"- artık gün­ demdedir. Tam da bu anda, burjuva kendinden hicap du­ yar. İktidarı ele geçirmiştir ama görüşünün netliğini -"üs­ lubunu"- yitirmiştir. Bu, kitabın dönüm noktası ve hakikat anıdır. Burjuvanın siyasi bir mevcudiyet oluşturmak ve ge­ nel bir kültür ifade etmekten ziyade, ekonomi alanında ikti­ dar kurmada çok daha iyi olduğu ortaya çıkar. Sonrasında, burjuva yüzyılının üzerindeki güneş batmaya başlar: "Ulusal Şekil Bozuklukları"nın güney ve doğu bölgelerinde; eski re­ jimin devamlılığı, büyük figürleri birbiri ardına ezip küçük düşürür. Aynı yıllarda Ibsen dizisinin* trajik sahipsiz bölge­ sinden lno man's land] (kesinlikle, yalnızca "Norveç"ten iba­ ret değildir), burjuva varoluşunun nihai ve radikal özeleşti­ risi gelir ("Ibsen ve kapitalizmin ruhu"). Bu özet şimdilik yeterli ama izninizle edebiyat çalışmasıy­ la tarih çalışması arasındaki ilişki üzerine birkaç kelime ek­ leyeyim. Edebiyat eserleri bize nasıl bir tarih, nasıl bir kanıt sunar? Kesinkes doğrudan bir tarih ya da kanıt değildir su­ nulan: North and South, !Kuzey ve Güney] ( 1855) fabrikatör Thomton ya da The Dol!, !Bez Bebek] ( 1890) girişimci Wo(*)



"lbsen dizisi": Norveçli oyun yazarı Henrik Ibsen'in 1877 tarihli Toplumun Di­ rekleri oyunundan 1899 tarihli Biz ôlüler Uyanınca oyununa kadar yazdığı 1 2 tiyatro oyununun, aslında birbirine bağlı tek bir bütün, bir dizi oluşturduğu­ nu ve bunun zemininin de Hegel'in felsefi sistemi olduğunu ileri süren kav­ ramlaştırma.



22



kulski, Manchester ya da Varşova burjuvazisine dair hemen hiçbir şeyi kanıtlamaz. Bunlar, kapitalist modernleşme san­ cılannın edebiyatın şekillendiriciliğiyle buluşup yeni bir bi­ çime büründüğü, bir tür ikili sarmala benzeyen koşut tarih­ sel olaylara aittir. "Her biçim, temel bir varoluş uyumsuzlu­ ğunun [ disonans) çözünümüdür," demişti Roman Kuramı'nı yazan genç Lukacs.26 Eğer böyleyse; edebiyat, çözünümlerin -hala okuduğumuz metinler biçiminde- kusursuz bir şekil­ de korunduğu ama uyumsuzlukların sessizce gözden kay­ bolduğu tuhaf bir evrendir. Bu durum ne denli geniş çaplıy­ sa, çözünmeleri o kadar başarılı olmuş demektir. Sorulann ortadan kaybolduğu ama yanıtların baki kaldı­ ğı bu hikayede esrarengiz bir şeyler vardır. Fakat, edebi bi­ çimin bir zamanlar yaşayan ve sorunlu bir varoluşun fosi­ li olduğu fikrini kabul edersek ve geriye doğru yürüyüp çö­ zülmesi beklenen sorunu anlamak için "tersine mühendis­ lik" yaparsak biçimsel bir çözümleme, -pratikte her zaman mümkün olmasa da, ilkesel olarak- yapılmadığı takdirde geçmişin kapalı kalacak bir parçasının kilidini açabilir. Bu çözümlemenin tarihsel bilgiye yapabileceği katkı burada ya­ tar: Ibsen'in geçmişe ilişkin ipuçlarının bulanıklılığını, Vik­ torya dönemi sıfatlarının dolambaçlı anlamlannı ya da (ilk bakışta öyle mutluluk verici bir iş gibi durmasa da) Robin­ son Crusoe'da bağ-fiil [gerund) kullanımının rolünü anlaya­ rak geçmişin kendi sesini yeniden kazandığı ve bizimle ko­ nuşmaya devam ettiği bir gölgeler imparatorluğuna gireriz.27 26



Georg Lukacs, The Theory of the Novel, Cambridge, MA, 1974 (19 14-1915), s. 62 [Roman Kuramı, çev. Cem Soydemir, Metis Yayınlan, 20031 .



27



Toplumsal çelişkilere karşı yapılandırılmış yanıtlar olarak estetik biçimler: Edebiyat tarihi ve toplumsal tarih arasındaki bu ilişkiye dayanarak, esasında bir edebi derleme için yazılmış olan "Ciddi Yüzyıl" başlıklı denemenin bu ki­ taba çok uygun düşeceğini varsaydım (her şeyden evvel, denemenin başlığını uzun bir süre "Burjuva Ciddiyeti Üzerine" olarak düşünmüştüm). Fakat de­ nemeyi tekrar okuyunca, özgün metnin çoğunu atıp kalanını da yeniden ifa­ de etmem gerektiğini hissettim (hissettim derken irrasyonel ve karşı konula23



Soyut kahraman O, bizimle yalnızca biçim aracılığıyla konuşur. Hikayeler ve üsluplar: Burj uvayı bulduğum yer. Bilhassa da üsluplarda: Anlatıların ne sıklıkla toplumsal kimliğin temelleri olarak görüldüğü,28 burjuvazinin ne oranda karışıklık ve değişim­ le tanımlandığı -Fenomenoloji'nin bazı ünlü sahnelerinden tutun da Manifesto'nun "katı olan her şey buharlaşıyor"una ve Schumpeter'in yaratıcı yıkımına değin- düşünüldüğünde bu durumun oldukça şaşırtıcı olduğu görülür. Ben de bur­ juva edebiyatının karakterini, Elster'in kapitalist yenilikler­ den bahsederken "karanlığa doğru atılımlar" dediği yeni ve öngörülemez olay örgülerinin belirleyeceği beklentisindey­ dim. 29 Oysa, "Ciddi Yüzyıl"da da ileri sürdüğüm üzere du­ rum tam tersidir: Burjuva Avrupa'nın büyük anlatısal keşfi maz bir şekilde hissetmeyi kastediyorum). Düzenleme yapıldı ve bu düzen­ lemenin çoğunlukla burjuva ciddiyetinin biçimlerinin şekillendiği daha geniş bir biçimsel-alan'ın !morpho-space] ana hatlarını çizen -ve metnin ilk halin­ de "Yollar Ayrılıyor" başlığı altında yazılan- üç bölümü kapsadığını fark et­ tim. Diğer bir deyişle, tarihsel süreç içinde kullanılabilir hale gelmiş olan tüm biçimsel çeşitliliğe yazıda yer vermedim; geriye kalanlar 19. yüzyıldaki seçi­ lim sürecinden kurtulanlardı. Burjuva kültürü üzerine yazılmış bir kitapta, bu makul bir tercih gibi duruyor. Ancak bu tercih bir yandan da edebiyatın tarihi olarak edebiyat tarihiyle -ki burada biçime ilişkin tercihlerin çoğulculuğu ve hatta rastlantısallığı kilit önem taşıyor- toplumsal tarih(in bir parçası) olarak edebiyat tarihi -burada da belirli bir biçim ile onun toplumsal işlevi arasında­ ki bağlantı asıl meseledir- arasındaki farkı da belirginleştiriyor. 28



Son dönemde, Fransız burjuvazisi üzerine yazılmış bir kitaptan verilmiş bir örnek: "Burada toplumsal grupların varlığının maddi dünyaya temellenmiş olmakla birlikte, dil tarafından ve daha da özelde anlatı tarafından şekillendi­ rildiğini varsayıyorum. Bir grubun toplumda ve yönetimde bir özne haline ge­ lebilmesi için, kendine dair bir hikayesi olmalıdır." Sarah Maza, The Myth of the French Bourgeoisie: An Essay on the �ocial Imaginary, l 750-1850, Cambrid­ ge, MA, 2003, s. 6.



29



Schumpeter "Kapitalizmi verimliliği ya da rasyonelliği için değil, dinamik karakteri nedeniyle övmüştür ... Onun yaratıcı ve yenilikçi yönlerinin üzeri­ ni örtmek yerine, Schumpeter bunları kendi teorisinin köşe taşlan yapmıştır. Yenilikçilik özünde bir dengesizlik görüngüsü, karanlığa doğru bir atılımdır." jon Elster, Explaining Technical Change: A Case Study in the Philosophy of Sci­ rnce, Cambridge, 1983, s. 11, 1 1 2.



24



dengesizlik değil, düzenlilihtir.3° Katı olan her şey, daha da katılaşmıştır. Neden? Bunun başlıca sebebi muhtemelen burjuvanın kendisidir. 19. yüzyılda "yeni zenginlik" karşıtı damganın izi silinince, bu figürün etrafında birbirini tekrarlayan bir­ kaç özellik kümelenmeye başladı: Öncelikle enerji, kendine hakimiyet, entelektüel netlik, ticari dürüstlük, güçlü bir he­ def anlayışı. Bunlar "iyi" özelliklerdi ama Batı hikaye anlatı­ cılığının bin yıl boyunca yaslandığı o savaşçı, şövalye, fatih ve maceracı kahramanla boy ölçüşecek kadar iyi değillerdi. Schumpeter, alaylı bir şekilde "Menkul kıymetler borsası, Kutsal Kase'nin yerini tutamaz," diye yazar. "Ofiste, sütun­ lar boyunca dizilmiş sayılar arasında geçen" iş hayatı "özün­ de korkak" olmaya yazgılıdır, kahraman değil.31 Bu, eski ve yeni egemen sınıf arasındaki bir süreksizliktir: Aristokrasi utanıp sıkılmadan, kendisini bir salon dolusu cesur şövalye ile mükemmelleştirmişken, burjuvazi kendisi için böyle bir mit üretmemiştir. O büyük macera mekanizması, burjuva uygarlığı tarafından aşındınlıyordu - ve karakterler macera yaşamayınca bilinmezlikle çarpışmalannın sağladığı benzer­ sizlik damgasını kaybediyorlardı. 32 Bir burjuva, şövalye ile karşılaştırıldığında dikkat çekmez ve tarifi zordur; herhangi 30



Anlatıya yönelik olarak, aynı burjuva direnci Richard Helgerson'un Hollanda Altın Çağı gerçekçiliği üzerine yaptığı çalışmada da görülür: Bu öyle bir gör­ sel kültürdür ki "kadınlar, çocuklar, uşaklar, köylüler, zanaatçılar ve her işe bumunu sokan erkek aşıklar eylem halindeyken", "üst sınıf erkek mülk sahip­ leri . . . oluş halindedirler" ve kendi biçim tercihlerini de anlatısal olmayan port­ re jannnda bulma eğilimindedirler. Bkz. "Soldiers and Enigmatic Girls: The Politics of Duıch Domestic Realism, 1650-1672", Representations 58 ( 1997), s. 55.



31



joseph A. Schumpeıer, Capitalism, Socialism and Democracy, New York, 1975 ( 1942), s. 137, 128. Benzer şekilde Weber, Carlyl'ın Cromwell çağını "kahra­ manhklanmızın sonu" olarak tanımlamasını hatırlatır (Weber, Protestanı Et­ hic, s. 37).



32



Macera zihniyeti ve kapitalist ruh arasındaki ilişki için Michael Nerlich, The ldeology of Adventure: Studies in Modem Consciousness, 1100-1 750, Minnesota, 1987 (1977) ve sonraki bölümün ilk iki alıbölümüne bakınız. 25



bir başka burjuvaya benzer. İşte, Kuzey ve Güney romanının başında kadın kahramanın Manchesterlı bir sanayiciyi anne­ sine betimlediği bir sahne: "Ah ! Nasıl biri olduğunu pek bilmiyorum," dedi Marga­ ret . . . "Otuz yaşlarında, -ne çirkin ne de yakışıklı bir yüzü var, öyle göze çarpan bir yanı yok- tam bir beyefendi de di­ yemem ama zaten öylesi de pek bulunmuyor." " Fakat görgüsüz ya da avam da değil," diye ekledi babası. . . 33



Pek bilmiyorum, yaşlarında, ne öyle ne de böyle, yok, di­ yemem . . . Margaret'in çoğu zaman oldukça keskin olan yargı gücü, bir çekingenlik sarmalı içinde yitip gider. Burjuva tipi­ nin soyutlamasıdır bu: Kapital'den iki alıntıyla; en uç haldeki burjuva, salt "kişileşmiş sermaye" ya da yalnızca "artı-değe­ ri sermaye fazlasına dönüştüren bir makine"dir.34 Daha son­ ra Weber'de de görüleceği üzere Marx'ta; hislere hitap eden özelliklerin sistematik bir şekilde bastırılması, bu karakterin nasıl ilginç bir öykünün odağı olabileceğini tahayyül etme­ yi zorlaştırır. Fakat, Mann'ın (Weber üzerinde derin bir etki bırakan) Konsül Thomas Buddenbrook portresinde olduğu gibi, hikaye zaten bu bastırılma hali üzerineyse iş değişir. 35 Önceki dönemlerde ya da kapitalizmin bir sistem olarak za­ yıf kalışının Robinson Cnısoe, Gesualdo Matta ya da Stanis­ law Wokulski gibi güçlü bireyleri tahayyül etmek için daha büyük bir özgürlük alanı bıraktığı kapitalist Avnıpa'nın ke­ nar bölgelerinde işler daha farklı yürüyordu. Fakat kapita33



Elizabeıh Gaskell, Norıh and South, New York-Londra, 2005 ( 1855), s. 60.



34



Kari Marx, Capital, cilt 1, Harmondsworth, 1990 ( 1867), s. 739, 742.



35



Lukacs'ın sayısız makalesi yanında, Mann ve burjuvazi için bkz. Alberıo Asor Rosa's "Thomas Mann o dell'ambiguita borghese", Contropiano 2: 68 ve 3: 68. Burjuva üzerine bir kitap yazma rikrinin aklımdan ilk geçtiği belirli bir an var­ sa, o da bundan kırk yıldan fazla bir zaman önce Asor'un denemelerini oku­ duğum zamandır.



26



list yapıların pekiştiği yerlerde, metnin merkezine birey ye­ rine anlatısal ve üslupsal mekanizmalar geçiyordu. Elinizde­ ki kitabın yapısına bakmanın farklı bir yoludur bu: lki bö­ lüm burjuva karakterlere ayrılmıştır, iki bölüm de burjuva­ nın diline.



Düzyazı ve anahtar sözcükler: G i riş açıklamaları Birkaç sayfa önce, burjuvayı hikayelerden ziyade üsluplar­ da buldum demiştim ve "üslup" derken düzyazı ve anahtar sözcükleri kastetmiştim. Kitabın 18. ve 19. yüzyıllar boyun­ ca düzyazı belagatinin yükselen çizgisini gösterdiğim ilk iki bölümünde, bu belagat her seferinde bir yönüyle (devam­ lılık, kesinlik, üretkenlik, tarafsızlık. . . ) öne çıkacak şekil­ de görüş alanına girecek. Burjuva düzyazısı büyük bir başa­ rıydı ve ona çok emek verilmişti. Düzyazı evreninde "ilham" gibi bir kavramın -fikrin ve bu fikrin yarattığı sonucun tek bir yaratım anında bütünleştiği o tanrı vergisinin- olmayışı, düzyazı gibi bir aracın çalışma kavramından ayrı olarak dü­ şünülmesini imkansızlaştırır. Bu dilbilimsel bir çalışmadır elbette, fakat öyle bir çalışmadır ki burjuva faaliyetinin en ti­ pik özelliklerini cisimleştirir. Eğer bu kitabın bir başkahra­ manı varsa, bu kahraman emek isteyen düzyazıdır şüphesiz. Genel hatlarını çizdiğim bu düzyazı, belirli bir metin­ de bütün yönleriyle uygulanmamış bir ideal-tiptir. Anah­ tar sözcükler ise gerçek sözcüklerdir, gerçek yazarlar tara­ fından kullanılmışlardır ve izleri şu ya da bu kitapta tam an­ lamıyla sürülebilir. Buradaki kavramsal çerçeve, yıllar ön­ ce Raymond Williams'ın, Culture and Society [Kültür ve Top­ lum) ile Keywords'ünde [Anahtar Sözcükler) ve Reinhart Ko­ selleck'in Begriffgeschichte üzerine yaptığı çalışmada orta­ ya konmuştur. Modern Avrupa'nın siyasi diline odaklanan Koselleck'e göre "Bir kavram hem kapladığı ilişkiler ağını 27



işaret eder hem de bu ilişkiler içinde bir unsurdur. "36 Kav­ ram tam olarak, dil ve gerçeklik arasındaki "gerilimi" tesis eden bir etkendir ve çoğu zaman "bilinçli olarak bir silah gi­ bi konuşlandırılır. "37 Entelektüel tarih için harika bir model olmasına rağmen bu yaklaşım, Groethuysen'in de belirtti­ ği üzere "eyleyen ama çok konuşmayan"38 ve konuştuğu za­ man da kavramların entelektüel netliği için gündelik ve sı­ radan ifadeleri seçen bir sosyal varlığa çok uygun değildir. Bu nedenle "faydalı", "verimlilik" , "ciddi" gibi yararcı ve ya­ pıcı anahtar sözcükler için "silah" demek yanlış bir ifadedir. "Konfor" ya da "tesir" [injluence) gibi, Koselleck'in "gerilim" anlayışından çok Benveniste'in "dünyayı ve toplumu düzen­ leme aracı olarak"39 dil fikrine daha yakın duran aracı kav­ ramlardan bahsetmiyorum bile. Anahtar sözcüklerimin ço­ ğunun sıfat olması bir tesadüf değildir. Bir kültürün anlam­ sal sisteminde (kavramlar bir yana) isimlere göre merkezden çok daha uzakta kalan sıfatlar, sistematik değil, "düzenlene­ bilirler." Humpty Dumpty'nin alaycı bir şekilde belirttiği gi­ bi "sıfatlarla istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. "40 Düzyazı ve anahtar sözcükler, savım boyunca farklı pa­ ragraflar, cümleler ya da sözcükler ölçeğinde kendini göste­ recek iki koşut çizgi olacaktır. Bunlar aracılığıyla, dilin gizli kalmış bir boyutundan burjuva kültürüne has özellikler açı­ ğa çıkacaktır. Bunlar net ve belirgin fikirlerden çok, dilbilgi­ sine ilişkin bilinçsizce üretilmiş şablonlar ve anlamsal çağn­ şımlardır. Bu kısım kitabın ilk taslağında yoktu. Bu nedenle, Viktorya dönemine ait sıfatlarla ilgili sayfaların Burjuva'nın 36 37 38



Koselleck, "Begriffgeschichte and Social History", s. 86. A.g.e., s. 78. Groethuysen, Origines I, s. xi.



39



Emile Benveniste, "Remarks on the Function of Language in Freudian The­ ory", Problems in General Linguistics, Oxford, OH, 1971 ( 1966), s. 7 1 .



40



Lewis Carroll, Through the Loohing-Glass, and What Alice Found There, Ham­ mondsworth, 1998 ( 1872), s. 186.



28



kavramsal merkezi olabileceği gerçeği beni halen şaşırtı­ yor. Eğer burjuvanın fikirleri bu kadar dikkat çekiciyse ve buna rağmen -Groethuysen'in neredeyse yüzyıl önce yap­ tığı çalışma gibi birkaç çaba dışında- burjuvanın zihniyeti hala keşfedilmemişse; dilin önemsiz görünen ayrıntıları, bü­ yük fikirlerin maskelediği sırlan açığa çıkarır. Bunlar; yeni arzularla eski alışkanlıklar arasındaki ihtilaf, hatalı çıkışlar, çekinceler, ödünler; yani tek kelimeyle kültürel tarihin ya­ vaşlığıdır. Bu, burjuva kültürünü tamamlanmamış bir tasa­ rı olarak gören bir kitap için doğru bir yöntem gibi duruyor.



" Burjuva kaybolmuştur. . .



"



14 Nisan 1 9 1 2 tarihinde, Solomon'un kardeşi Benjamin Guggenheim "Titanik"in güvertesindeydi. Gemi batmaya başladığında kadınlarla çocukların filikalara binmesine yar­ dım eden ve diğer erkek yolcuların zaman zaman gaddarlı­ ğa dönüşen taşkınlıklarına direnenlerdendi. Kamarotuna fi­ likalardan birini erkeklerle doldurma emri verilince, Gug­ genheim filikaya binmeyi reddetti ve kamarotundan da ka­ rısına "Güvertedeki kadınlar Ben Guggenheim'ın korkaklı­ ğı yüzünden orada kalmadı," demesini istedi. Durum buy­ du.41 Aslında, seçtiği sözcükler biraz daha zayıf olabilir ama bunun bir önemi yok: Yapması gerekeni, çok zor olanı yap­ mıştı. Cameron'un 1997 yılında çektiği "Titanik" üzerinde çalışan bir araştırmacı söz konusu öyküyü ortaya çıkarıp se­ naristlerin dikkatine sunmuştu: Ne sahne ama! Fakat der­ hal reddedildi. Çünkü öykü fazlasıyla gerçek dışıydı. Zen­ ginler korkaklık gibi soyut ilkeler için ölmezdi. Gerçekten de, filmde Guggenheim'ı andıran bir karakter, elinde silahla zorla filikaya binmeye çalışıyordu. 41



John H. Davis, The Guggenheims, 1 848-1 988: An American Epic, New York, 1988, s. 22 1 . 29



Thomas Mann, 1932 tarihli "Goethe, Burjuva Çağının Tem­ silcisi" başlıklı denemesinde "Burjuva kaybolmuştur," diye ya­ zar ve -20. yüzyılın iki ucuna yerleşmiş- bu iki "Titanik" sah­ nesi onunla aynı fikirdedir. Kaybolmuştur ama bunun sebe­ bi kapitalizmin de kaybolması değildir. Aksine, kapitalizm her zamankinden daha güçlüdür (gerçi Golem gibi, çoğunlukla bir yıkım halindedir). Buhar olup uçan şey burjuva meşruiyeti an­ layışı; yani, egemen olmakla kalmayıp bu egemenliği hak eden bir sınıf fikridir. Guggenheim'ın ''Titanik"teki sözlerine hayat veren işte bu kanaatti. Korumaya çalışuğı şey, Gramsci'nin he­ gemonya kavramına dair bir sözünü kullanacak olursa, sınıfı­ nın "saygınlığı (ve dolayısıyla güveniydi)."42 Bundan vazgeç­ mek, egemenlik hakkını kaybetmek anlamına gelecekti. Değerlerin meşrulaştırdığı iktidar. Nihayet burjuva siya­ si egemenliği gündeme gelmişken43 birbiri ardına meydana gelen üç büyük değişim, manzarayı sonsuza dek değiştirdi. Önce siyasi çöküş yaşandı. Güzel yüzyıl !belle epoque] , için­ de kendi yansımasını görmeyi sevdiği operet sanatı gibi caf­ caflı bir sona yaklaşırken burjuvazi, Avrupa'yı acilen kıyıcı bir savaşa sürüklemek için eski seçkinlerle güçlerini birleş­ tirdi. Daha sonra, kendi sınıf çıkarlarını kara ve kahveren­ gi gömleklilerin arkasına saklayarak daha vahşi katliamla­ rın yolunu açtı. Eski rejim sonlanırken, yeni gelenlerin ege­ men sınıf gibi davranmakta beceriksiz oldukları anlaşıldı: Schumpeter 1942 yılında, katı bir küçümsemeyle "Burjuva sınıfının . . . bir efendiye ihtiyacı var,"44 diye yazdığında, ne kastettiğini açıklamasına bile gerek yoktu. 42



Antonio Gramsci, Quaderni del carcere, Torino, 1 975, s. 1 5 19.



43



Hannah Arendt, "Tarihte siyasal egemenliğe özlem duymadan ekonomik üs­ tünlüğe erişen ilk sınır" olan burjuvazinin "siyasal kurtuluşunu emperyalist dönemde ( 1 886- 19 14) elde ettiğini" yazar. Hannah Arendt, The Origins of Toıaliıarianism, New York, 1994 ( 1 948), s. 123. ! Totalitarizmin Kaynakları, 1 ,2,3, iletişim Yayınlan, 2014]



44



Joseph A. Schumpeter, Capiıalism, Socialism and Democracy, New York, 1975 ( 1 942), s. 138.



30



llkinden neredeyse tamamen farklı olan ikinci dönüşüm, demokratik rejimlerin ikinci Dünya Savaşı'nın ardından yaygın bir şekilde kurulmasıyla meydana geldi. "Modem ka­ pitalist toplumsal oluşumlarda yaşayan kitlelerden alınan bu tarihsel rızanın özelliği," diye yazar Perry Anderson, kitlelerin mevcut toplumsal düzen içerisinde kendi kaderle­



rini tam olarak tayin ettiklerine dair bir inanç, . . . ulusal yö­ netimde tüm vatandaşların demokratik bir eşitliğe sahip ol­ duğuna yönelik bir itimatur - diğer bir deyişle, bir egemen sınıfın var olduğuna inanılmamasıdır.45



Üniformalı saflar ardına gizlenen Avrupa burjuvazisi, kendisinin bir sınıf olarak ortadan kaldırılmasını talep eden bir siyasal mit ardına sığınmıştı ve bu gizlenme girişimi, güçlü "orta sınıf' söylemi sayesinde bir hayli kolaylaşmıştı. Ardından, son bir dokunuş olarak kapitalizm Batı'daki geniş emekçi kitlelerin yaşamına nispeten bir refah getirince me­ ta, yeni meşrulaştırma ilkesi haline geldi. llkeler bir yana, mutabakat artık insanlar için değil, nesneler için sağlanıyor­ du. işte günümüz böyle doğdu: Kapitalizm muzaffer, burju­ va kültürüyse ölüydü. Bu kitapta birçok eksiklik vardır. Bunların bazılarını baş­ ka yerlerde ele almıştım ve söyleyecek yeni bir şeyim yok­ tu: The Way of the World'te [Dünyanın Gidişatı] ve Atlas of the European Novel'da [Avrupa Romanının Atlası] önemli bir yeri olan Balzac'ın sonradan görmeleri ya da Dickens'in or­ ta sınıfı buna örnektir. 19. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan Amerikan yazarlarının -Norris, Howells, Dreiser- da genel manzaraya katacak pek az şeyi varmış gibi göründü bana. Dahası, Burjuva, hiçbir ansiklopedik hevesi olmayan partizan bir denemedir. Böyle demekle birlikte, başlı başına 45



"The Antinomies of Antonio Gramsci" , New l..eft Review 1/100 (Kasım-Aralık 1976), s 30. 31



bir kitaba dönüşme tehlikesi olmasa bu kitaba dahil etme­ yi istediğim bir konu vardı: Viktorya dönemi Britanya'sı ile 1 945 sonrası Birleşik Devletler arasından geçen, çoğunluk­ la anti-burjuva değerlere dayanan ve şimdiye kadar da başka bir örneğine rastlanmayan bu iki hegemonik kapitalist kül­ türün çelişkisini vurgulayan koşut bir çizgi.46 Bunu söyler­ ken elbette aklımda kamusal söylemin her yerine sinmiş o dinsel duyarlılık var. Bu, sekülerleşmeye ilişkin önceki eği­ limleri keskin bir şekilde tersine çeviren bir mevcudiyettir. Aynı şey, 19. yüzyıldaki ve 20. yüzyılın sonlarındaki büyük teknolojik ilerlemeler için de geçerlidir. Sanayi "devrim"i ve sonrasındaki dij ital "devrim" rasyonalist bir zihniyeti teş­ vik edeceğine, düşünceye meydan okuyan bilimsel bir ce­ halet ile dinsel hurafe karışımını üretti ki bunlar günümüz­ de geçmişte olduğundan çok daha kötü durumdadır. Bu ba­ kımdan, bugünün Birleşik Devletler'i, bu kitabın Viktorya dönemini ele alan bölümünün temel savını daha da radikal­ leştiriyor: Kapitalist sistemin merkezindeki Weberyen büyü bozumu [Entzaubenmg] yenilmiş ve yerini duygusal toplum­ sal ilişkilere bırakmıştır. Viktorya edebiyatının Bowdlerizas­ yonunu * başlatan mütedeyyin "aile okuması" fikrinden, bu­ nun televizyonun karşısında gülmekte olan aile şeklini alan ve Amerikan eğlence kültürünü uyutan o yapış yapış kopya46



Yaygın kullanımıyla "hegemonya" kavramı, tarihsel ve mantıksal olarak bir­ birinden ayn iki alanı kapsar: Bir kapitalist devletin diğer kapitalist devletler üzerindeki hegemonyası ve bir toplumsal sınıfın diğer toplumsal sınıflar üze­ rindeki hegemonyası; kısaca, uluslararası ve ulusal hegemonya. Britanya ve Birleşik Devletler, uluslararası hegemonyanın şimdiye kadarki tek örnekleri olmakla birlikte, kendi evlerinde çeşitli biçimlerde hegemonyalannı uygula­ yan pek çok ulusal burjuvazi örneği vardır. Benim bu paragraftaki ve "Sis" teki dayanağım Britanya ve Amerikan ulusal hegemonyasıyla ilişkilendirdiğim be­ lirli örneklerle irtibatlıdır. Bu değerlerin uluslararası hegemonyayı güçlendi­ ren değerlerle nasıl bir ilişki içerisinde olduğu meselesi burada ele alınmasa da çok ilginç bir konudur.



(*)



Bowdlerizasyon: Shakespeare'in "aile ahlakına uygun", sansürlü baskılarını yayımlayan lngiliz doktor ve yazar Thomas Bowdler'a aur yapan kavram.



32



sına varıncaya dek, iki ülke örneğinde de kilit bileşen, ulu­ sal kültürün etkili bir şekilde çocuksulaştmlması oldu.47 Bu koşutluk; spor düşkünlüğünden başlayarak eğitim politika­ sında kendini belli eden o "faydalı" bilgiye odaklı entelektü­ alizm karşıtlığından tutun da geçmişte "ağırbaşlı" ve şimdi­ lerde "eğlenceli" gibi kelimelerin ince bir tül ardında gizle­ dikleri entelektüel ve duygusal ciddiyete yönelik küçümse­ melerine varıncaya dek tüm yönlere doğru uzatılabilir. "Amerikan yaşam tarzının" günümüzün Viktoryanizmi olduğu fikri oldukça çekici, fakat çağdaş meseleler konu­ sundaki cehaletimin farkındayım ve bu fikri kitaba ekleme­ meye karar verdim. Bu doğru ama zor bir karardı, zira Bur­ juva'nın bilhassa tarihsel bir çalışma olduğunu, günümüz­ le hakiki bir bağ kurmadığını kabul etmek anlamına geli­ yordu. Dr. Cornelius, "Karışıklık ve Erken Keder" de [ Disor­ der and Early Sorrow] , tarih profesörleri "tarihi gelip geçici bir şey olduğu için değil, gelip geçtiği için severler. . . . Tutarlı, disiplinli, tarihsel geçmişe gönül vermişlerdir. . . . Geçmiş ölümsüzleştirilmiştir, yani özünde ölüdür."48 Comelius gibi, ben de bir tarih profesörüyüm ama sunabileceğim ye­ gaane şey disipline sokulmuş bir cansızlık değildir diye dü­ şünüyorum. Bu anlamda, Burjuva'yı Perry Anderson ve Pao­ lo Flores d'Arcais'e ithaf etmiş olmam, onlarla dost olmamın ve onlara karşı hissettiğim hayranlığı göstermenin ötesinde, onlardan geçmişin bilgisini günümüzün eleştirisi için kul­ lanmayı öğrenecek olmayı umduğumun ifadesidir. Bu kitap bahsettiğim umudu gerçekleştiremiyor. Belki bir sonraki ki­ tabımla bunu başarabilirim.



47



iki kültürün hikaye anlayışlarını en iyi şekilde temsil eden anlatıcılar olan Dickens ve Spielberg'in çocuklar kadar yetişkinlere de hitap eden öyküler yazmış olmaları çok manidardır.



48



Thomas Mann, Stories of Three Deccıdes, New York, 1936, s. 506. 33



B İ R İ NC İ BÖLÜM



Çalışan Bir Efendi



Macera , g i rişim, fortuna* Herkesçe bilinir nasıl başladığı: Bir baba, oğlunu "orta hal"i -bu hal "insanoğlunun beden işçiliği yapıp sıkıntı çeken ke­ simine" ve "üst tabakanın kibrine, lüks alışkanlıklarına, hır­ sına ve kıskançlığına" aynı uzaklıktadır- terk edip "girişim yaparak yükselmek için maceralara atılan" kişilerden biri ol­ maması için uyarır.1 Macera ve girişim bir aradadır. Çün­ kü Robinson Crusoe'da ( 1 7 19) macera, kitabın kapağında­ ki "olağanüstü şaşırtıcı" olaylardan -gemi kazası, korsanlar, ıssız bir ada, Büyük Oroonoque Nehri- daha fazla şey ifa­ de eder. Robinson, ikinci yolculuğunda güvertedeki "küçük macera"sını2 sürdürüyordu denildiğinde, maceradan kasıt bir olay değil, sermayenin bir biçimidir. Michael Nerlich, er­ ken dönem modern Almancada "macera sözcüğü ortak ti(*)



2



Denizler tannsı Fortuna, lngilizce'ye deniz ticaretinin burjuva kültürünün oluş­ masındaki rolünü anlatır biçimde "forıune" olarak girmiştir. Bu kavram Türk­ çede hem talih, kısmet, baht anlamına gelir hem de servet, zenginlik anlamına. Daniel Defoe, Robinson Crusoe, Hannondsworıh, 1965 ( 1 719), s. 28 [Robinson Crusoe, çev. Akşit Göktürk, YKY, 1997) . Ag.e., s . 39. 35



caret terimler dizgesine" ilişkin bir kavramdı ve "(angst ola­ rak da adlandınlan) risk anlayışına işaret ediyordu," diye ya­ zar.3 Bruno Kuske'nin bir çalışmasından aktaracak olursak, "Avantür ticaret ile bilindik müşterilere yapılan satış arasın­ da bir ayının yapıldı. Avantür ticaret, tacirin kendine nerede pazar bulacağına dair hiçbir fikri olmadan, mallarıyla birlik­ te yola çıktığı durumları kapsıyordu." Riskli bir yatırım olarak macera: Defoe'nun romanı, ma­ cera fikrine ve onun "statükoyu asla uygulamayan . . . kapi­ talizmin dinamik eğilimiyle"4 olan bağına adanmış bir anıt­ tır. Fakat bu, genç Robinson Crusoe'ya çekici gelen özel bir kapitalizmdir. Weber'in "kapitalist maceraperest"inde oldu­ ğu gibi, onun hayal gücünü ele geçiren şey "irrasyonel ve kurgusal bir özellik taşıyan ya da güç kullanarak elde etme­ ye yönelmiş"5 faaliyetlerdir. Güç kullanarak elde edilmek, adanın (ve ondan önceki köle sömürgesinin) başına gelen şeydir. irrasyonelliğe gelince, Robinson'un kendi "yırtıcı ve henüz sindirilmemiş fikirleri"ni ve "aptalca bir başıboş­ luk eğilimi"ni6 kabul etmesi Weber'in tipolojisiyle tamamen uyumludur. Bu açıdan, Robinson C rusoe nun ilk kısmı, "yal­ nızca büyük değil, aynı zamanda hesaplanamaz riskler taşı­ yan ve bu haliyle rasyonel kapitalist girişimin ufkunun öte­ sinde duran"7 erken modem dönem uzak mesafe ticaretinin macera zihniyetinin mükemmel bir tasviridir. '



3



Michael Nerlich. The Ideology of Advenıure: Sıudies in Modern Consciousness. 1 100-1750, Minneapolis, MN, 1987 ( 1977), s. 57.



4



lan Waıı, The Rise of ıhe Novel: Studies in Defoe, Richardson and Fielding, Ber­ keley, CA, 1957, s. 65 [Romanın Yükselişi, çev. Ferit Burak Aydar, Metis Yay., 2007].



5



Max Weber, The Protestan! Ethic and ıhe Spiril of Capiıalism, New York, 1958 (1904-1905), s. 20.



6



Defoe, Robinson Crusoe,



7



Giovanni Arrighi, The Long Twenıieıh Cenıury: Money, Power, and ıhe Oıigins of Our Times, Londra, 1994, s. 1 22 [Uzun Yinninci Yüzyıl, çev. Recep Bozte­ mur, imge Yay., 2000] .



36



s.



38.



Ufkun ötesi... Aby Warburg 1929 yılında Roma'daki Bib­ lioteca Hertziana'da verdiği efsanevi derslerinden birini de­ niz ticaretinin gelgitli tanrısı Fortuna'ya ayırmış ve onun ka­ rarsızlıklarına karşı duyulan kadim güvensizliğin üstesin­ den erken dönem Rönesans hümanizminin geldiğini ileri sürmüştü. Warburg, Fortuna ile "şans" , "zenginlik" ve "fır­ tına rüzgarı" Cltalyanca fortunale) arasındaki örtüşmeyi ha­ tırlatırken Fortuna'nın aşama aşama kötücül özelliklerini kaybettiğini gösteren bir dizi imge sunmuştu. En unutulma­ zı olan Giovanni Rucellai'nin armasında, Fortuna "bir gemi direği olarak durmakta ve sol eliyle sereni kavramışken sağ eliyle de kabaran bir yelkenin alt ucunu tutmaktadır."8 War­ burg, bu imge Rucellai'nin "kendi mühim sorusuna" verdiği yanıt olmuştu diye devam etmişti: "Kaderin getirdiği kazalar ve Talih [ Fortune] karşısında insan aklının ve pratik zekası­ nın bir gücü var mıdır?" "Denizler hakkındaki bilginin arttı­ ğı" o çağda, verilen yanıt olumlu olmuştur: Talih "kanunla­ ra tabi ve hesaplanabilir" hale gelmiştir ve sonuç olarak o es­ ki "serüvenci tacir"in yerini daha rasyonel bir figür olan "ka­ şif tacir" almıştır.9 Margaret Cohen de The Novel and The Sea [Roman ve Deniz] isimli çalışmasında bundan bağımsız ola­ rak aynı tezi ileri sürmüştü: Eğer Robinson'u "işbilir bir de8



Aby Warburg, "Francesco Sassetti's Lası Injunctions ıo his Sons" ( 1907), The Renewal of Pagan Antiquity, Los Angeles, 1999, s. 458, 241 . Ders için hazırla­ nan ve 1998 yılında Siena'daki "Mnemosyne" sergisi için reprodüksiyonu ya­ pılan düzenlemede 48 numaralı paneldir.



9



Warburg burada, erken dönem modern lngilıere'sinin en başanlı ticari grubu olan Tacir Maceraperestler'i ima eder. Maceraperestler, isimleriyle o kadar da müsemma değildi: Bir kraliyet fermanıyla korunuyorlardı, Çukureller'e [ Bel­ çika, Hollanda ve Lüksemburg, ç. n.] ve Alman bölgelerine yapılan lngiliz malı yünlü kumaş ihracını tekellerine almışlardı (gerçi iç Savaş'ın patlak ver­ mesinin ardından güçlerinin çoğunu kaybettiler). Yollann ve piyasaların ta­ mamen değiştiği bir zamanda Robinson, Aılanıik'in sömürge pazarlannda şe­ ker ticareti yaparak servet edinmiştir. Erken dönem tacir gruplan için Roben Brenner'in olağanüstü çalışmasına bakınız: Merchants and Revolution: Com­



mercial Change, Political Conjlict, and London's Overseas Traders,



1550-1 653,



Londra, 2003 ( 1993). 37



nizci" olarak düşünürsek onun hikayesi bizi "çok riskli faa­ liyetlere" karşı uyaran bir kıssa olmaktan çıkar ve "çok riskli faaliyetlerin üstesinden nasıl gelinebileceği" konusunda bir akıl yürütme halini alır. 1 0 Genç Robinson Crusoe artık irras­ yonel bir modem-"öncesi"ne ait değildir, günümüz dünya­ sının gerçek başlangıcıdır. Rasyonalize edilmiş bir talih. Bu, zekice bir fikirdir. Ne var ki bunun Robinson'a uygulanması hikayenin büyük bir kıs­ mının inandırıcı olmasını engeller. Fırtınalar ve korsanlar­ da, yamyamlar ve esirlikte, ölümcül gemi kazalan ve kılpa­ yı kurtuluşlarda Cohen'deki "maharet"in ya da Warburg'ta­ ki "denizcilikte ustalaşma"nın izlerini bulmak imkansızdır. Aksine, gemilerin "tek bir gönderleri bile sağlam kalmamış­ ken gelişigüzel. . . sürüklendiler. " 1 1 llk sahneler, Rucellai ar­ masının tersyüz edilmiş hali gibidir. Robinson'un mali başa­ rısına gelecek olursak, bunun ne kadar modem olduğu tar­ tışmalıdır: ("Kendini yaratan adamlar" modern panteonun­ da Robinson'un başlıca selefi olan) Fortunatus'un hikayesi­ nin büyülü donatıları romanda yoktur. Fakat onun yoklu­ ğunda Robinson'un zenginliğinin artmaya devam etmesi ve sonra ona geri verilmesi -"yüz altmış Portekiz altını" dolu "eski bir kese" , sonrasında "iyi durumda yedi leopar" deri­ si. . . beş kasa harika şekerleme, yüz külçe altın . . . bin iki yüz kasa şeker, sekiz yüz yaprak tütün ve elde kalan tüm altın­ lar- bir peri masalı gibidir.12 Daha açık konuşayım, Defoe'nun romanı büyük bir mo­ dern mittir. Ancak maceraları sayesinde değil onlara rağ­ men böyledir. William Empson, Some Versions of Pasto­ ral'da [Pastoral'in Bazı Versiyonları] Robinson'u Gemici Sinbad ile hazırlık yapmadan karşılaştırırken tam üstüne 10



Margaret Cohen, The Novel and the Sea, Princeton, 2010, s. 63.



11



Defoe, Robinson Crusoe, s. 34.



l2



A.g.e., s. 280.



38



basmıştı: 13 Hiç değilse Sinbad'ın "ticaret yapma . . .ve kendi hayatını kazanma" 14 arzusu, Robinson'un "yalnızca başıboş gezme eğiliminden" açıkça -ve rasyonel biçimde- daha ti­ caridir. lki hikaye arasındaki benzerlik denizde değil, kara­ da son bulur. Bağdat taciri yedi yolculuğunun her birinde yedi adada kapana kıstırılır -gulyabaniler, etçil canavarlar, kötücül maymunlar, eli kanlı büyücüler . . .- ve bunlardan ancak (kendini dev bir etçil kuşun pençesine bağladığı za­ man yaptığı gibi) bilinmeze doğru gerçekleştirdiği bir baş­ ka sıçrayışla kurtulabilir. Diğer bir deyişle, Sinbad'da mace­ ralar denize ve karaya egemendir, Robinson'da değildir. Ro­ binson'da karada egemen olan şey çalışmadır.



" Bu n lar boş oturmadığ ı m ı kanıtlayacaktır" Fakat çalışmak neden? Bu, bir hayatta kalma meselesidir ke­ sinlikle: "O günün işleri, .. .ihtiyacın mantığı sayesinde emek­ çinin gözünde kendilerini görünür kılar. " 1 5 Ancak Robin­ son, gelecekteki ihtiyaçlarının "kırk yıl sürse bile . . .yaşadı­ ğı sürece"1 6 karşılanacağı teminat altına alındıktan sonra bi­ le sayfalar boyunca didinmeye devam eder. Söylentiye göre Robinson'un ilham kaynağı olan Alexander Selkirk, dört yılı­ nı juan Fernandez'de geçirmiş ve "kederli, isteksiz, melanko­ lik" olmakla "en şehvetli zevklere denk. .. sürekli bir şölenin"1 7 13



William Empson, Some Versions of Pastoral, New York, 1974 (1935), s . 204.



14



The Arabian Nights: Talcs of 1001 Nighıs, Hannondsworth, 2010, cilt il, s . 464 [Binbir Gece Masallan, çev. Alim Şerir Onaran, YKY, 2014 ) . Stuarı Sherman, Telling Time: Clochs, Diaries, a n d English Diunıal Forms,



15



1 660- 1 785, Chicago, 1 996, s. 228. Sherman, ufak bir değişiklikle E. P. Thompson'un "Time, Work-Discipline, and Industrial Capitalism", Pası & Presen! 38 (Aralık 1967), s. 59'daki sözlerini alıntılıyor.



16



Defoe, Robinson Crusoe, s. 1 6 1 .



17



Steele'in The Englishman 2 6 ( 3 Aralık 1 7 13) içinde yaptığı tasviri alınuhyo­ rum, şurada bulunabilir: (ed.) Rae Blanchard, The Englishmen: A Poliıical]our­ nal by Richard Sıeele, Oxford, 1955, s. 107- 108. 39



içine gömülmek arasında çılgınca gidip gelmiştir. Robinson bir kez bile bu duruma düşmemiştir. Hesaplamalara göre, 18. yüzyılda yıllık işgünü 250'den 300'e çıkmıştı. Pazar gününün durumunun belirsizliğini koruduğu Robinson'un adasınday­ sa bu sayı kesinlikle daha yüksektir.18 Coşkunluğunun do­ ruklannda olduğu bir zamanda "Siz de biliyorsunuz ki artık. .. iki çiftliğim . . . birkaç evim ve mağaram ... iki kısım mısır tar­ lam . . . bir kır evim. . . hayvanlanm için ağılım... et yığınağını... kış için kuru üzüm depom ... var,"19 dedikten sonra okura dö­ nüp "Bunlar boş oturmadığımı kanıtlayacaktır," diye devam ettiğinde ona hak vermekten başka yapılacak bir şey yoktur. O zaman soruyu tekrar soralım: Neden bu kadar çok çalışıyor? Norbert Elias, Uygarlık Sürec i'nde "-Çalışan- bir üst sı­ nıfın ne kadar benzersiz ve şaşılacak bir fenomen olduğu­ nu bugün pek farketmiyoruz," diye yazar: "Bir üstü, ken­ disine böyle yapması talimatını vermemiş olmasına rağmen niye kendini böyle yapmaya mecbur hissediyor?"20 Elias'ın merakını, Hegel'in Phenomenology'nin merkezindeki bir çe­ lişkinin ("Burjuvanın sorunu") farkına varan Alexandre Ko­ jeve de paylaşır: Burjuva "bir başkası için çalışmalıdır" (zi­ ra çalışma ancak dışsal bir baskının sonucu olarak ortaya çı­ kar) ama yine de yalnızca "kendisi için çalışabilir" (çünkü ar­ tık bir efendisi yoktur) .21 Sanki bir başkasıymışçasına kendi için çalışmak, Robinson'un yaptığı şeydir. Bir yanı maran18



Joyce Appleby, The Relenıless Revoluıion: A History of Capitalism, New York, 2010, s. 106. Di�er anlatımlara göre (örneğin,Jan de Vries, The Industrious Re­



voluıion: Consumer Behavior and the Household Economy,



1 650



to the Present,



Cambridge, 2008, s. 87-88), 19. yüzyılda artan, sayısı zaten 300 eşiğine eriş­ miş işgünleri değil, günlük çalışma saatleriydi; ne var ki, göreceğimiz üzere Robinson bu bakımdan bile kendi zamanının bir hayli ötesindedir. 19



Ddoe, Robinson Crusoe, s. 160- 161.



20



Norbert Elias, The Civilizing Process, Oxford, 2000 ( 1 939), s. 128 ! Uygar/ıh Süreci, çev. Ender Ateşman (cilt l ) Erol Özbek (cilt 2), iletişim Yay., 201 3 ] .



21



Alexandre Kojeve, lntroducıion t o ıhe Reading of Hegel: Lecıures o n the 'Pheno­ menology of Spiril', Ithaca, NY, 1969 0947), s. 65.



40



goz, çömlekçi ya da fırıncıya dönüşür ve bir şeyleri başarma­ ya çalışırken haftalar geçirir; daha sonra efendi Crusoe orta­ ya çıkar ve sonuçların yetersizliğine dikkat çeker. Bu döngü durmadan tekrarlanır. Çünkü çalışma sosyal iktidann yeni meşrulaştınna ilkesi haline gelmiştir. Romanın sonunda Ro­ binson "beş binden fazla sterlinin" ve geri kalan her şeyin "efendisi"22 olduğunu fark ettiğinde, yirmi sekiz yıllık ke­ sintisiz uğraşı da sahip olduğu serveti haklı çıkaracaktır. As­ lında bu ikisi arasında hiçbir ilişki yoktur: Yalnız başına har­ cadığı emek, ona tek bir pound bile kazandırmamışken Bre­ zilya'daki çiftliğinde isimsiz köleleri sömürerek zengin olur. Fakat kurguda onun kadar çalışan başka bir karakter görme­ yiz. Bunları hak etmemiş olması mümkün olabilir mi hiç ?23 Robinson'un davranışını mükemmel bir biçimde ifade eden bir kelime vardır: "Endüstri" . OED'ye göre bu kelime­ nin 1500'lü yıllar civarındaki anlamı "akıllıca ya da maharet göstererek çalışma; beceri, hüner, çeviklik ya da akıllılık"tı. 16. yüzyılın ortalarında "çalışkanlık ya da gayret. . . sıkı ve devamlı uygulama . . . uğraş, çaba" şeklindeki ikinci anlam or­ taya çıktı ve bu da kısa süre sonra "sistematik çalışma ya da emek; faydalı bir iş için sürekli istihdam"24 olarak netleşti. 22



Defoe, Robinson Crusoe, s. 280.



23



"Bunlara" ada da dahildir şüphesiz: ikinci Deneme'sinin "Mülkiyet Üzerine" başlıklı bölümünde ekilmemiş topraklardan bahsederken, "Müşterekti ve do­ ğanın bütün çocuklarına eşit derecede aitti ama emeği onu doğanın ellerinden almış ve böylece kendine mal etmişti," diye yazar Locke. Diğer bir deyişle ada­ da çalışarak Robinson onu kendinin yapmıştır. john Locke, Two Treaıises on Governmenı, Cambridge, 1960 ( 1690), s. 33 1 .



24



Bu dönüşümün farkına varmamı sağlayan Sue Laizik'e teşekkür ederim. "En­ düstri" Raymond Williams'ın Kültür ve Toplum'daki anahtar sözcüklerinden biridir. Ne var ki onu daha çok ilgilendiren dönüşüm -endüstrinin bir insan özelliği olmaktan öte bir kurum, bir faaliyetler grubu, "bir kendinde şey" hali­ ne gelmesi olgusu- burada açıklanan dönüşümden sonra gerçekleşir ve muh­ temelen bunun bir sonucudur. Endüstrinin ilk hali ("beceri ve hüner"in ken­ dine hashğının aksine) herkes tarafından harcanabilecek basit soyut emektir; daha sonra ikinci kez soyutlanır ve bir "kendinde şey" haline gelir. Bkz. Ray­ mond Williams, Culıure & Socieıy: 1 780- 1 950, New York, 1983 ( 1958), s. xi41



"Endüstri" çalışkanlık ve gayretten sistematik uğraşa değin burjuva kültürüne bu şekilde bir katkı sağladı: Zekice çalış­ manın yerini çok çalışmak aldı.25 Nasıl Hirschmann için ka­ zanç "sakin bir tutku" ise, aynı şey sakin çalışma için de ge­ çerliydi: Devamlı, sistemli, sürekli biriken ve bu nedenle de eski aristokrasinin "çalkantılı (ama yine de zayıD tutkula­ rından" daha güçlü bir çalışma.26 Bu iki egemen sınıf ara­ sındaki süreksizliği görmemek imkansızdır: Çalkantılı ar­ zular, kavgacı bir kastın ihtiyaçlarını mükemmelleştiriyorsa -kavgadaki kısa "gün"ün en sert anıdır bu- burjuvanın bu­ radaki çıkarı sakin ve tekrarlanan (tekrarlanan, tekrarlanan, tekrarlanan) günlerin çok değerli oluşudur. Az enerji harca­ yarak çok daha uzun bir süre çalışmak: Birkaç saat yeterli­ dir -alçakgönüllülükle "akşamları dört saat kadar" diye ya­ zar Robinson-27 ama yirmi sekiz yıl boyunca yapar bunu. Önceki altbölümde, Robinson C rusoe n un başlangıcında­ ki maceralara bakmıştık; bu altbölümde ise adadaki çalışma '



ii, [Kültür ve Toplum, çev. Uygur Kocabaşoğlu, iletişim Yay., 201 5 ) Keywords: A Vocabulary of Culture and Society, gözden geçirilmiş basım, Oxford, 1983 ( 1 976) içindeki " Industry" maddesi [Anahtar Sözcükler, çev. Savaş Kılıç, ile­ tişim Yay. , 2005 ) . 25



" l ndustrious" 1çalışkan1 sıfatının da gösterdiği gibi, lngilizcede çok ça­ lışmak, "zekice" çalışmanın sahip olmadığı ahili.ki bir haleye sahiptir. Bu da Arıhur Andersen Muhasebecilik isimli dsanevi şirkeıin "değerlerimiz tablosu"ndan 1990'larda bile "çok çalışmayı" neden silmediğini açıklar. Ay­ nı firmanın zeki kolu (her türden yatının uygulaması yolsuzluğu yapan An­ dersen Danışmanlık), bu değer yerine neoliberal aldatma dilinin mali primler için kullandığı "bireylere saygı" değerini geçirmiştir. Nihayetinde Danışman­ lık, hisse senedi değerlerine ilişkin yapıığı manipülasyonları Muhasebecilik'e zorla onaylatarak firmanın utanç verici bir şekilde batmasına neden olmuş­ tur. Bkz. Susan E. Squires, Cynthia j . Smith, Lorma McDougall ve William R. Yeack, inside Arthur Arıdersen: Shifting Values, Unexpected Corısequences, New York, 2003, s. 90-9 1 .



26



Albert O. Hirschmann, The Passions and the lnterests: Political Argumenıs Jor Capitalism before its Triumph, Princeton, NJ, 1997 ( 1977), s. 65-66 )Tutkular ve Çıkarlar, çev. Barış Cezar, Metis Yay., 2008) .



27



Defoe, Robinson Crusoe, s. 127. "Sabahlan" üç saat avlanma, "günün çoğunu" alan "düzenleme, kurutma, saklama ve pişirme" de akşamki dört saatin üzerine eklenirse, kendi zamanının emekçilerinin çok üstünde bir toplam ortaya çıkar.



42



THB



1



L



F



E



AND



S T a A N G I S u ar a ı zı N c



A DVE N T U R E S O F



1



ROBINSON CRUSOE, Of



TOR.K, . M a a ı N ı a :



Who livcd Eighı and Tvrcnry Ycan, ıll 3Jone in ın un-iııhabittd Ubıı41 on rlıe Coaft of A M I UCA, ...... the Moutb o( theGreot Jlivcr of O ao o10oq,v ı ;



..iıı� ı...a cıR



·H



ın







Slınre by Slıi,..._.,



wlıcn•



.ıı ıtıc Ueıı rcr•tlıcd boa biaıl