Edebiyat Üstüne [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

EDEBİYAT



ÜSTÜNE



DÖNEM Y A Y IN L A R I:



13



Deneme, eleştiri dizisi : 2



ALAIN



E D E B İY A T



ÜSTÜNE



Ç eviren : A sım B EZ İR C İ



© DÖNEM



YAYINEVİ



P .K . 23 - İstan b u l



A



L A



I N



N U R U L LA H ATAÇ



“B



iB L lO T H E Q U E de la pléiade» da A lain'den seçme «propos» ların ç ık tığ ın ı duym uştum , bekliyordum o be­ tiğ i. Gelmiş dün aldım . Ne d em ektir «propos»? H ani bi­ zim gazete dilinde « fık ra » d iyorlar. İşte o. B ir gazete­ cid ir A lain , o küçük yazılarının birçoğunu gazetelerde, Fransa'nın taşra gazetelerinde yazm ıştır. G azetecilikle başlam ıştır yazarlığ a. A n cak, Monsieur de Sacy’nin de­ diği gibi, gazeteciliği dörüt durum una yü kseltm iştir. Gazete yazarlığ ın ı küçümsiyenler b ir düşünsünler A lain ’ i. Aşağı, bayağı uğraş (m eslek) yo ktu r, ye ter ki güçlü, değerli kişiler eline düşsün. A ldım A la in ’in betiğini. O kuyacak m ıyım ? o başka. Doğrusunu söyliyeyim , anlıyam ıyorum ben A la in ’ i.



ıK aran lık m ıd ır onun ya zıla rı? D eğildir, ışıklıdır. B ir­ ta k ım kim seler çok çabuk ka v rıy o r onun ne dediğini. Ne v a r ki onu öyle kolayca an lam ak için özel b ir y e ti­ şim gerek: bilge-severleri (philosophe'ları), Platon’ u Descartes’ ı, K a n t’ı, H egel'i okumuş, içinize sindirm iş olacaksınız, y ü z y ılla r boyunca gelişmiş bilim in v e rile ri­ ni bileceksiniz. A lain «m utlu azınlık» için, en m utlu azın lık için yazar. Benim gibi pek okul görmemiş, ken­ di kendilerini ellerinden geldiğince yetiştirm iş kimsele­ rin anlıyabileceği yazarlard an değildir. O kum ıyacak m ıyım o betiği? O ku m ak için mi a l­ dım? K arıştıracağ ım . Anlıyabileceğim yerlerin i a rıy a -



5



cağım .. Büyük olduğunu b ildiğim iz b ir yazarı anlam a­ m ak üzer bizi, gücümüze gider. Ancak anlam adan an­ lıyorum demek de yalan olur, o daha çok üzer bizi, da­ ha çok gücümüze gider. A n lam adığ ım için betiği kapatm am gerekm ez. A n ­ lam ağa çalışm alı, alabileceğim iz paydan kendimizi yoksun b ırak m am alıy ız (1 ).



vI



O K S A ben anladığım ya zıla rı mı sevm iyorum ? O labi­ lir. A n laşılm am akta, k a ra n lık ta da b ir ç e kicilik v a r­ d ır : daha büyük b ir ışık umudunun çekiciliği. Düşün­ cem iz çalışm ak, işlemek ister, güçlüklerle karşılaşıp onları yenm ek İster. Kolayca an lıyab ild iğlm iz b ir nen, değer mi ilgilenm em ize? Bugün erken k a lk tım , A laln için düşündüklerim i ya z­ dım günceme. Sonra okum ağa başladım betiği. Baştan on üç «propos» yu okudum. Anlaşılnrvıyacak y a z ıla r değil. Y a lın , kim i «sudan» denecekleyin yalın . Doğru sözler değil mi A la in ’in dedikleri? Doğru olm asına doğru ya, hepim izin de b ildiğim iz nenler. Sağ-duyunun, yalın sağ-duyunun gözlem leri, öğütleri... B u n lar üze­ rine y a rg ıla m a k doğru değil A la in ’ i. Gençmiş onları yazdığında. Pek de genç değil ya, k ırk ın a yaklaşm ış... Neyse! ilk «propos» lar, daha yazağını (k a le m in i) alış­ tırıy o r. B iri kızdırdı beni o «propos» ların . «Y a ğ m u r altında» adlısı, öfkelenm em en, yakın m am alıym ışız. Kendim izi sevm eliymişiz de kızınca ta tlı sözler, ta tlı düşüncelerle ya tış tırm a lıym ışız. Y a ğ m u r mu yağıyor? Y ağ m u r-k o ru runuzu açm akla yetinm eli, «Şu pis ya ğ m u r!» dememeli, gülümseyip «Oh! ne de güzel yağıyor!» demeliymişiz. Bu sözün yağm ura b ir etkisi olm azm ış, bize etkisi o lu r­



(1)



6



U lu s,



19.8.1956



muş, iyi g elirm iş bize, yü reğim izi açar da y in im izi (v ü ­ cudum uzu) ısıtır, inginden (nezleden) k u rta rırm ış bizi. İyi, iyi ya! öfkelenm enin, sinirlenm enin de b ir ta ­ dı, b ir avutuculuğu olduğunu düşünmemiş mi A lain? Bununla da kalm ıyor. Bununla kalsa pek b ir diyeceğim olm azdı. Kişileri de, y a ğ m u r gibi, güler yüzle ka rş ıla­ mağı öğütlüyor. Daha da kolaym ış: yağm ura b ir etkisi olm ıyan gülümsemenin kişilere etkisi olurmuş. Sizin gü­ lümsediğinizi görünce karşın ızdakiler de gülümser, so­ m u rtk an lığ ı b ıra k ır, sizi sıkm azlarm ış... Siz sever m isiniz boyuna gülüm siyenleri? Hani sağları­ na bakar gülüm serler, sollarına b a k a r gülümserler.. Doğrusu, ben iğrenirim öylelerinden. Yalandan gülüm siye gülümsiye yalan işler içlerine, bütün işlerine bir düzm ecilik siner. Ö ylelerini gördüm mü, kaçarım . Çoğu a lık tır, düşüncesizdir onların. A lık o ldukları, düşünce­ siz oldukları için de kötü o lu rlar. A lık la rd a n iy ilik , a k ­ töre (a h lâ k ) beklemeyin. A ktöre, arı yü re k usun, dü­ şüncenin ürünlerindendir, b ilgiyle işlenir. A lığ ın da, b il­ gisizin de aktörelisi, iyisi, a rı yüreklisi olabileceğini san­ m ayın (2 ).



O



K U Y O R U M A la in ’ i. ö y le sanıyorum , b ir başından, b ir sonundan o ku ya rak bütün betiği okuyacağım , sonra da bu betikte olm ıyan ya zıla rın ı ararım .. Neden okuyorum ? Seviyor muyum o y a zarı? Doğru­ su, sevm iyorum . 'Kızdığım da oluyor. Yeniye ilgilenm i­ y o r o düşünür: ne A p o llinaire’i, Breton'u an ıyo r y a zı­ larında, ne Picasso’yu. A pollinaire’ i, Breton’u, Picasso’yu beğenmesi mi gerek? Beğenmese de ilgilenm eli, ça­ ğının kişileri onlar, ilgilenm eli de beğenmediğini, tu t­ tu k la rı yolu yanlış bulduğunu söylemeli. B ir kimse ça­



(2 )



U lu s, 26.8.1956 7



ğının kişilerde, onların y a p tık la rıy la uğraşrm yacak da neyle uğraşacak? E skiyi bilmeyen yeniyi an lıyam az y a , yeniye bakm ayanın, yeniyi incelemiyenin de eskiyi g er­ çekten anladığına inanamam. Gene de b ir çekiciliği v a r A lain 'in . Onu okurken, seve­ lim sevm iyelim , gerçek b ir kişiyle karşılaştığım ızı duyu­ yor, gerçek b ir kişiyle konuşmuş gibi oluyoruz. Derin b ir düşünür mü A lain ? Y azıların ın k a ra n lık ol­ ması, derin gösteriyor, derin sandırıyor dediklerini. Düz­ mece bir derin lik onunki demek mi istiyorum ? D erin­ likten başka, derin lik, bence üstün b ir a rta m (m eziyet) v a r onda: a rıy o r ne düşündüğünü. Başlarken b ilm iyor nereye varacağını, ancak b ir yere varacağını biliyo r, güveniyor kendine. O kuru aldatm ıyor, k a ra n lık olduğu yerlerde kendi de iyice bilm iyo r ne düşündüğünü, arıy o r, o kurla b irlik te arıyo r. Bunun için düzmece değil. «Le besoin d’écrire est la curiosité de savoir ce qu'on tro u ­ vera» diyor. Belli ki kendi de ne bulacağım , daha doğ­ rusu nereye varacağını, ta içinden ne düşündüğünü öğ­ renm ek için oturuyor yazıya. B irta k ım g ö rü tle r (idée’ ler) sunmuyor okura, düşünmesinin yürüyüşünü gös­ teriyor. Bunun için ilinç b ir y a za r (3 ).



A



L A IN ’in «Propos d'un Norm and» ını okuyorum , 1906 ile 1913 arasında «Dépêche de Rouen» a verd iği günde­ lik «propos«lar. Türkçede ne demeli «propos» ya? Bu­ lam ıyorum şimdi. « F ık ra » , «Sohbet», «Söyleşi».. Hepsi de eksik geliyor bana. Doğrusu, fransızca da da başka b ir söz bulamazsanız onun için, ne olduğunu iyice ta nım lıyam azsınız. Niçin? B ir başkalığı, kendine vergi b ir büyüsü mü v a r o «propos» tilciğinin? A la in ’den ön­ ce yoktu. A lain k a ttı ona o büyüyü, başka b ir dilde kolay kolay belirtilm ez anlam ı. Çok kim selerin «propos» ları olabilir, va rd ır, onlar için «Şunun dedik-



Î3)



s



U lu s, 26.8.1956.



leri», «Bunun konuşm aları» dersiniz, o lu r biter. A lain ’ ink ile r için öyle değil, ne derseniz ka çırıyo r kokusunu, solduruyor boyağını. Yeni b ir tü r y a ra tm ış A lain . önce gözükm üyor, sezilm iyor o ye n ilik : eski b ir biçime dö­ külmüş, eski sözler sanıyorsunuz. Yavaş yavaş an lı­ yorsunuz o ya zıla rd a başka b ir öz olduğunu. Ne oldu­ ğunu da pek söyliyemezsiniz. B ir kişiliği, güçlü b ir k i­ şiliği yankılıyan yep-yeni b ir öz. Y en ilik le rin en gücü, en derini, eskimez b ir yenilik. Sizinsiz (şüphesiz) ola­ ra k söylüyorum : Y ü z y ılla r sonra da Alain-’in «propos» larında kendini gösterecektir o yenilik... Bu değildi söylemek istediğim . 1 9 0 6 -1 9 1 4 . Demek en yenisi ya zıla lı bu «popos»ların, k ırk iki yıl olmuş. N e­ ler olmadı bu k ırk yıl içinde! neler y ık ılm a d ı; neler y a ­ pılm adı! neler değişmedi! 1914 ten önce yazılm ış bir öyküyü okuyun, yadırgıyorsunuz, sizi şaşırtıyo r o y a ­ şayış, benzemiyor bugünküne. Oysa A la in ’ i okurken bu yadırgam ayı, bu şaşmayı duymuyorsunuz. A lain değişmiyen bir konu üzerine, kişi oğlunun özü üzerine konuşuyor da onun için. Gündelik işlere değinm iyor mu? Değinmez o lur mu? O nlardan başlıyor, gene on­ larla b itiriyo r. Ancak onların özünü kavradığı için, sezdirm ekslzin özelden genele geçiyor, bize kişi oğlunun «değişmeler arasında gene kendine benzer» kalan yanını gösteriyor. A la ln ’ I okurken daha iyi anlıyoruz; bütün değişmeler yüzde kalıyor, içine, dokusuna işlem iyor kişi oğlunun. Bütün ilerlem eler dışta kalıyor. Üzücü mü buluyorsunuz bunu? O labilir. Sevindi­ rici, güven verici b ir yanı da v a r (4 ).



(4)



U lu s,



17.2.1957



9



F L » S K İD E N



pek sevmezdim A la in ’i, şimdi «Les Propos d’un Norm and» ı b ırakam ıyorum elimden. Orasından, burasından, b ir okuduğum yerini b ir daha, b ir daha okuyorum . Gene de unutuyorum ne dediğini. Gerçekten unutuyor m uyum ? Sanm ıyorum öyle olduğunu. B ili­ yorum ki işliyor içime, beklemediğim, um m adığım b ir öyde (zam anda) çıkıverecek önüme, geliverecek yazağım ın (ka le m im in ) ucuna. O kum anın, o kuduklarım ızın bizi beslemesi de bu değil m idir?



Doğrusu, b ir öğretici değil A lain . Öğretmen olduğu için öğretici olduğunu sanıyordum, yıllarca öyle sandım. Sevmeyişim de ola ki bunun içindi. Sevmem ben öğre­ tici ya zarla rı... Aldanm ışım . Oysa düşmem eliydim o yanlışa. A la in ’ in öğrencisi olmuş y a za rla r, örneğin Monseieur André Maurois, onu överlerken «Bize şunu gösterdi, bunu b elirtti» dem iyorlar. Belli ki A lain , ö ğretm enlik e ttiğ i günlerde bile b ir öğretici değilmiş, b ir yetiştirici imiş. Pek azd ır öğretm enler arasında öy­ lesi. Çoğu, b irtakım «doğru» ları belletm ekle ye tin ir, çocukların kişiliğini, onları kendi kendilerine uyandır­ m ağa çalışm azlar. K o layd ır öğretici olm ak, kendiniz beller, sonra da belletirsiniz. Y etiş tiric i olm ak ise güç­ tü r, değme kişinin elinden gelmez. B ir v e rg id ir o a r­ ta n ı (m e ziy e t), uğraşm akla elde edilmez. A la in ’in yazılarınd a da v a r o n ite lik. Kendi inanlarını, kan ıların ı aşılam ağa kalkm ıyo r. O kuyorum betiğini, bakıyorum ki çok konularda onun gibi düşünmüyorum-. Onun dediklerini yanlış bulduğum, sinirlendiğim de olu­ yor. Gene de kapatm ıyorum betiğini, kapatam ıyorum . Neden? Beni kendi düşüncelerimi, kan ılarım ı incelemeğe götürüyor da onun için. A lain kendi bild iklerini, kendi inandıklarını aşılam ıyor okuruna, tersine, okurunun inandıklarını, kanıların ı p ekiştiriyor. B ir konuşma onunki : kendi açıldıkça karşısındakini de açıyor. T u tkusuz b ir kişi olduğu için mi yapab iliyo r bunu? De­ ğil, tutkusuz değil A lain , tersine, tu tk u lu olduğu sezi­ liyo r yazılarınd a. B irta kım konularda bağnazlığa (taas-



10



suba) bile vardığı söylenebilir. A n cak bütün nenlerden önce düşünmeye önem veriyo r, başlıca tutkusu düşün­ me tutkusu. Düşünmeye önem veren, kendisinde düşün­ me tutkusu olan kişi de özgürlükten geçemez. Kendisi için de ister özgürlüğü, karşısındaki için de. İşte bunun için kendi düşündüklerini a n la tır savunurken de karşı­ sındakinin düşündüklerine saygısı va r. T a rtış ıy o r si­ zinle, hırpalam ıyo r sizi, düşündüklerinizi geliştirm enize engel olm ak şöyle dursun, bunun için yard ım ediyor size. Onun ya zıla rım okuduktan sonra sizde b ir değişme ol­ m uyor mu 7 Y a ln ız kendi düşündüklerinizi geliştirip de onun düşündüklerine, ka n ıların a katıld ığ ın ız olm uyor mu? O lm uyor denemez. A n ca k sezmiyorsunuz bunu, düşündüklerinizi, kanıların ızı değiştirirseniz bie bunun kendiliğinden oluverdiğini sanıyorsunuz. A lain okurunu etkilese bile küçültmeden, kişiliğini yitirtm eden e tk ili­ yor. Bunu en büyük y a z a rla r b aşarabilir (5 ).



deriz. A m a ta rih h erşeyi bozar. O nun k a r ­ şısına ben, ölüm süz p o rtre le r sa n atım ileri sürüyorum . İy i v e y alın b ir y ü zün kendine özgü b ir ölüm süzlüğü vard ır. F a k a t, b ir bu ru n h are k etin i onunla bağdaşm ıyan b ir çene h are k etiy le k arıştırırsan ız , bu ölüm süzlük uçup gider. G oethe, «her in sa n yerinde ölüm süzdür,» diyor. Ben de, «her insan a n la ttığ ı şey içinde ölüm süzdür,» diyece­ ğim .



MESLEK İLE SANAT İR İS İ rom an yazm ayı salık verm işti bana. D oğrusu, ben de çok istiyordum bunu. B ü tü n u ğ ra şm a la r iyidir, y e­ te r ki insanın eline b ir f ırs a t geçsin. N e d em ektir f ırs a t? Şu : T u talım ki, h a y a t beni b ir tiy a tro topluluğuyla şehirden şehire dolaşm ak zo runda b ırak tı. O zam an piyesler yazardım . İy i y a d a kötü, n asıl o lu rsa olsun. K işi hep y aparken, denerken ö ğ renir, dgnem egi d ü şünürken değil! N e v a r ki, han g i oyuncuların, h an g i sahnede, h an g i seyirci için oynıyacağını bilm eden de böyle b ir denem eye girişem em : K alkıp b ir oyun yazam am . B ir a r a m üzik öğrendim . N asıl oldu bu, bilir m isiniz? L isedeyken derm e ça tm a bir m ızıka takım ım ız vardı. Basılm ış p a rç a la r sa tın a lm a k yıkıyordu bizi. B u­ nun üzerine, yalnızca piyano p a rç a la n dağ ıtm ay ı denedim çalıcılara. Bu, p ek ucuza geliyordu. İşte, kö tü m üziğin ne dem ek olduğunu o s ıra d a anladım . Belki bu m üzik de çoğun iyi m üziğin k u ra lla n n ı izliyordu y a gene de çekilir gibi değildi. N e de olsa, benim için bir başlangıçtı. E ğ e r tesad ü f beni so n rad an o rk e stra la ra , k o ro lara düşürseydi, u s ta çalıcılarla y an y a n a getirseydi, p a rç a la rı dağıtm ayı, yönetm eyi ve bestelem eyi de deniyecektim . İy i y a da kö tü olmuş, Önemli değil. N ice d olaplar g ö rü rsü n ü z k i hiç de güzel sayılm azlar, am a d o la p tırlar gene de. în s a n önce kesip yontar, dülgerlik eder, ardından, elinden geliyorsa h ey k e ltraşlığ a geçer. 18



E D E B İY A T Ü ST Ü N E İn a n olsun, böyle h e r konuda kısacık fık ra la r y azm ak için do­ ğ u ş ta n gelen b ir eğilim y o k tu bende. F a k a t b ak tım ki güçlü g aze­ te le r hep zorbalığın hizm etinde, b ak tım k i buna k a rşı k o y an ların ne eli düzgün, ne dili, dayanam adım : Y ard ım a koştum . M esleği bilm i­ yordum , öğrendim . Şim diyse onu u n u tm a k üzereyim : Ç ünkü elim ­ de g erçek bir g azete yok a rtık . T asarlad ığ ım so y u t b ir gazeteydi. A n hyacağınız gibi, gücüm yettiğince örn ek ler ü stüne yazacak tım . Gelgelelim, gazetenin z o ru n lu k la n bilm ediğim b ir biçim de duyurdu kendini bana, ö y le yangınlarla, gem ilerin denize indirilişiyle falan ilişiğim y o k tu benim. O ysa o k u rla r kalab alığ ıy la an c ak bunlardan söz a ç ıla ra k bağ lan tı kuruluyordu, an c a k b u n larla m eslek öğrenili­ yordu. B ıra k tım gazeteciliği, ro m an a yöneldim. H ep k u r a r d u ru r­ dum : R om anım b ir zo ru n lu k tan doğacaktı, d o st b ir g azete b ir te f­ rik a istiyecekti, kalem e sarılıp kö tü b ir rom an çiziktirecektim . Ol­ sun, bu çiziktirm e iyi ro m an a geçm em e yol aç ac ak tı belki de. N e üstüne, n asıl yazacaktım , bilm iyorum . O lu rlu k la r yörem de d alg ala­ n acak tı. Oldum olası resim ile desene a ş ın b ir tu tk u n lu ğ u m v ard ır. Ü zerim deki etkilerine b ak sam beni ald ata b ilir bu tu tk u n lu k . N eyse k i h erh an g i b ir zorunluk tepeden tırn a ğ a sarsm ad ı da k u rtu ld u m a l­ d an m ak tan . G ravürcülüğü öğrenm iş olsaydım , o zam an, benim iyi, o r ta y a da k ö tü b ir g ra v ü rc ü olm ak için y ara tılıp yaratılm ad ığ ım an laşılacak tı. R esim y a da desen çizm ek çok daha esra rlı b ir iş. E vet, h erk e s k olayca boya sürebilir, gelişigüzel çizgi çizebilir; am a bir zoru n lu ğ u n sonucu değildir bu, bizi kendim ize açıklıyan b ir dış zorunluğun v arlığını gösterm ez bu. N itekim , büyük b ir g en e ral ol­ m azd an önce, b ir g eneral olm ak g erekir. Ç ünkü g en erallik g erçek b ir düşm an k arşısın d a gerçek bir ord u y a kum anda etm ek dem ek­ tir. R esim bu konuda bir g ü n ışığ a k a v u ştu rd u beni. S avaş sırasın ­ daydı. T a h ta kutulu, cilâlı b ir d u v ar saatin e desenler çizm eye yel-, tendim . Boyalı kalem lerim hem en hem en saatle aynı renkteydi. B u yüzden, b ir y eri ü stü ste üç kez boyam adan re n k o rta y a çık ­ m ıyordu. Olsun, bol v ak tim vardı, sabrım a ise diyecek yoktu. D a­ yandım , y a n g ravürliyerek, y arı desenliyerek, iki düşm an yüzeyle o yn ıy arak , değişik yöntem lere baş v u ra ra k kolay çizgileri aştım ve kendim e karşın, b ir g erçeklik ve güçlülük tü rü n e vardım . Â dem ile H av v a’yı işliyordum . Ü stünde çalıştığım ağaç k a d a r çetin b ir ko­ nuydu. öy ley k en, sonunda düşünce b ir vücuda kavuştu, varlaştı. H em de bunca kötü bir ta h ta ve bunca kötü kalem lerle... 19



H ER SA N A TIN KEND İNE ÖZGÜ DİLİ



H



E Y K E L gevezeliğe k a lk a rsa sırtım ı dönerim . MUzik ta s v ire b a şla rsa sırtım ı dönerim . M im ari, gözlerim in önüne yoğun­ luğu olm ıyan, üstelik gerisinde de hiçbir şey bulunm ıyan b ir d e k o r k o y arsa sırtım ı dönerim . Resim , k işileri d ansettirm eye g irişirse s ır ­ tım ı dönerim . N eden derseniz, h e r sa n a tın — yabancı b ir dili kekelem ekten^ s e — kendi öz dilini kullanm asını isterim de ondan. T u n çtan b ir heykel görünce, yu rd u için ölm eğe k a r a rh biriyle karşılaşm ış g ib i olurum . F a k a t bir şiir y a da bir say falık güzel söz — m otifleri do­ la y ısıy la — bu k ara rlılığ ı d ah a iyi an latır. Çünkü, heykel d ah a fa z ­ la şey açık lam ağ a çabaladığı ölçüde anlam ca k arışık laşır. B u n d an olacak, b ir heykel ağzm ı aç tı m ı ne dediğini anlıyam am a rtık . İşte, heykelin konuşm am ası g erek tiğ in i gösteren b ir k a n ıt (delil). B ir y a da iki sa y fa lık b ir nesirle Dokuzuncu Senfoni’nin ne dediğini anlatabilseydim , D okuzuncu Senfoni diye b ir şey kalm azd ı o rtad a. O nun için, yağ m u ru y a da rü z g â rı taklide kalkışınca, tu t­ k u la rı ta sv ire girişince m üzik boşuna yorulur. K ısaca söylersek, s a ­ n a t eseri yalnızca kendini an latır, a n la ttığ ı şey b aşk a b ir dile çevri­ lemez. B elki bu çeşit ilkeler isbatlanam az, a m a u y gulanm aları için sık sık fırs a t çıkar. B ir heykel topluluğu k arşısın d a söyliyecek şey bulam ayız, am a konuyu, am acı, bütünlüğü, h a ttâ biçimi beğenebi­ liriz; öyleyken, eserde gerçekle ilgili en k üçük b ir başlangıç d ah i buiunm ıyabilir. Gelgelelim, işe beğenm ekle başlayışım ız, eserin g e r­ çekten b ir eser olduğunu gösterm eye yetm ez. Ç ünkü bu d u ru m d a eseri belimizle değil, başım ızla beğenm işiz dem ektir. Tıpkı, güzel ve sevim li olduğunu b ir a v u k a t yard ım ıy la savunan bir kadın gibi... B ir kilise güzel olduğunu isb a t edemez, am a siz içeri g irin ­ ce sesin, davranışın, h a re k e tin düşünm ediğiniz halde değ iştiğ in i görürsünüz. Diyeceğim, b ir s a n a t eserinin özelliği, güzelliğinden çok gerçek liğ i ve güçlülüğünden gelir. B unun anlam ı da, «güzellik is b a t edilmez,» dem ektir. B u rad a n nereye m i v a ra c a ğ ım ? O ldukça ay k ırı b ir düşünceyi a y d ın latm ağ a : T utalım kİ, ik i kişinin konuşm asına d ay a n an b ir 20



E D E B İY A T Ü S T Ü N E



« s e r iyi düzenlenm iş, yüce düşüncelerle donatılm ış, g erç ek h a re k e t­ lerle doldurulm uş, coşturucu o la y larla bezenm iş olsun; gene de ben: «T iyatro değil bu, konuşm a kılığına sokulm uş b ir hikâye!» diyebi­ lirim . G üç olan eleştiricilik işini deneseydim , bu form ülü ikide bir k u llan m ak fırsa tım bulurdum . N eyse k i ö ğ ü t verm eyi p ek sevmem . K endim de denedim : ö v g ü ö ğ ü tten d ah a y ara rlı, a m a o da insana c e sa re t v eriyor yalnız, baş v u ru lac ak a ra ç la rı gösterm iyor. B undan ö tü rü , te k başım a ve kendi yöntem im le düşünerek tiy a tro n u n ne o ld u ğ u n u a ra ştırm ağ ı, belag attan , şiirden, resim den a p a y rı b ir y a­ pısı o lan bu dilin kim liğini öğrenm eği uygun buluyorum . H a lk a açık, f a k a t ondan a y rı olan bu çeşit b ir evin y a d a salonun ta m tasviri, öyle sanıyorum ki, h er yanı kapalı, f a k a t h a lk a b ak an yanı aç ık bir t r a j i k kişinin durum unu iyice an lam a ğ a y ard ım eder. A y n ca, pek b a s it olan bu n o k ta kom ik kişiyi tüm üyle açıklam ağa, tra jiğ i v e dış y a z g ıy a (kadere) uy an bağım lı rolü k a v ra m a ğ a yol açar. B ununla, tiy a tro n u n öbür sa n a tla rd a n d ah a a z kapalı olm adığını söylem ek is­ tiy o ru m . E vet, iste r töreleri düzeltm ek için olsun, isterse düşünce­ lerim izi belirten o eşsiz dili k o ru m ak için olsun, öğü tleri çok etkili k ıla n bu k ü rsü n ü n g ere k tiğ i g ibi düşünm eğe k ap ı açtığım söylem ek istiy o ru m .



• GERÇEK KÜLTÜR İL E SÖZDE KÜLTÜR O RBON N E’u bitirm iş biriyle B alzac’ın b ir rom anından konu­ şuyordum . B a n a : — ö zellik le m i B alzac’la uğraşıy o rsu n u z? diye sordu. B alzac’ı sık sık ve zevkle okuduğum u söyledim. — Peki, bir k ita p çık arm ıy acak m ısınız bu o kum adan ? — A nladığım a göre, bayım , b ir k ita p b ir b aşk a k ita b ın yazıl­ m a sın a yol aç an bir şey sizce. S öylerken utanıyorum , a m a seçtiğim y a z a rla rı öyle ciddi düşünceler ta ş ıy a ra k okum am S a lt zevkim iyin okurum ! — Öyle de olsa, bu zev k ten hem en yararlanm alısınız. H iç ol­ m azsa, edebiyat k ü ltürünüzü yükseltm eğe bakm alısınız. İta ly a ’dan 21



ALAIN gelm iş birini a n la ttıla r. A nlatırk en gülüyorlardı. A dam diy o rm u ş ki : «Şöyle şöyle bir tablo gördüm . İğindeki kişilerden biri o tu rm u ş­ tu, öbürü diz çökm üştü. K onuşuyor ya da yakarıy o rlard ı. Tablonun h an g i çağın ürü n ü olduğunu bilm iyorum . H angi okula bağlandığım , h an g i ressam ın elinden çıktığım da bilm iyorum . Ö yleyken hoşlan­ dım ondan.» H ani, böyle bir kim seye, «kültürsüzün, b arb a rın biri» dense yeridir. Nedense, bazıları büyük eserleri ok u d u k tan so n ra, edebiyatçı geçinm ek için uzun boylu beklem iyorlar. Oysa, siz de bi­ lirsiniz ki, bunun değişm esi uğru n d a az zah m et çekm edik. A m a de­ ğ iştird ik de : E debiyat k ü ltü rü a r tık bilimsel, y üksek b ir kim lik k a ­ zandı. — Desenize, k ü ltü re susam ış bir barbarım ben de. H adi, y e­ tiştirin beni öyleyse! — B akın, herşeyden önce bir okum a yöntem iniz olm alı. Y ok­ sa o k u rk en çok zam an kaybedebilirsiniz. B ir kitabı b a şta n aşağ ı ok u m ak gereksiz. K alem elde okum alısınız. Y apılacak iki işiniz o la­ c a k : Birincisi, okuduğunuz b ü tü n önem li y erleri alfabe sırasın a göre, eserin sayfasını, hattâ, sa tırım belirterek n o t edeceksiniz. İk in ­ cisi, m addelere göre onları sıralıyacaksınız. D iyelim ki, B alzac ü s ­ tün e çalışıyorsunuz. B alzac’ın psikolojisini, sosyolojisini, din a n la ­ yışım ve buna benzer öbür niteliklerini öğreneceksiniz. Böylece, y a ­ v aş yavaş, özetlerinizi, alıntılarınızı (ik tibaslarınızı) tam am lıy acak sınız. B u n ları yapınca, «Balzac’ı okudum ,» diyebilirsiniz. A rtık y a ­ pacağınız te k iş, fişlerinizi okum aktır. F işlerinizden isteğinize g ö re sınıflanm ış düşünceleri, d u y g u la n çıkarabilirsiniz. O ndan sonra, k ay n a k la n n incelenm esine g irişir, şim diki çağla önceki çağın ro m an cılan n ı okur, am lan , m e k tu p la n gözden geçirirsiniz. B u d a bitince, kâğ ıtların ızı yem den okuyarak, eseri ve y a z a n m iyice ta n ım ış o lu r­ sunuz. A rdından, gençlerin yetişm esini sağ lıy acak b ir kılavuz k ale­ m e alırsınız. H ele ara d an bir on yıl geçsin, a r tık kim se y a z d ık la n nızın kılına dokunam az, eleştirilerinizle eğlenem ez. B ugün h erk e s fiziği n asl biliyorsa, B alzac’ı da sizin ağzınızdan öyle öğrenip belliyecek... Sorbonne’lu te k a y a k üstünde y a y la n a ra k k o nuştu durdu. H ey­ h at! Jean -Jao q u es’ı oku rk en h â lâ kızışıyorum . N e zam an k u rtu la ­ cağım çocukluktan, bilm iyorum ! Bence, h a y ra n olm anın m utluluğu, ok u n an eserin aydınlatıcılığında ve okuyam n sürüklenişindedir. Ol­ dum bittim , hiç n o t alm ad an okum ayı salık verm işim dir y az a rla r ı, 22



E D EB İY A T Ü ST Ü N E derinden taıu y ın cay a değin okum ayı... ö y le ki, okuduklarınız ü stü ­ ne y az m a ğ a kalkışınca, hiçbir şey an latışınızdaki coşkunluğu önllyem esin. G erçekte, hiçbir şey, güzel b ir ro m an ü stü n e çıkarılm ış n o tla r k a d a r ta tsız olam az. O nun için, okuduğunuz m etn i ta k lit edin d ah a iyi. ö ze tin izi renklendirm ek ü zere y az arın boyalarını kullanın. B ir uslup k u rm ak için b aşk a b ir yöntem bilm ediğim den m i sa lık v eri­ yoru m b u n u ? Değil, eserleri ta n ıtm a k ve o k um a isteğ i u y an d ırm ak için salık veriyorum , y an i b ir ta ş la ik i k u ş v u rm ak için. Çünkü, a n ­ c a k b u yolla büyük edebiyat gem isi şim diki durgunluğund an k u r­ tu la ra k y ü rü m eğe başlıyabilir. N edense, m odern edebiyatçılar bunca doğal (tabii) b ir yön­ tem e s ır t çev iriyorlar çoğunca. O ysa, k a ç kez söyledim : Ö ğretici eserlerde b iraz d a a te ş olm alı, ateş...



SAN ATLARD A G ELENEK ATACAK y a da a ld a ta c a k şeyi olm ıyan kim seler, güzel sa ­ n a tla r üstüne konuşunca, önem li bir gerçek o rta y a ç ı k a r : S a n a t eserleri geleneğin kız çocuklarıdır; yeni olan herşey çirk in ­ dir. ö rn eğ in , yeni m obilya biçim leri çirkindir, eski konsollar ise g a ­ zeldir, h a y ra n lık uyandırır. F a k a t y etk in lik düşüncesini d oğuran b irta k ım o ran tılar, k ıv rın tıla r v ard ır. Öyle olm asaydı, yeni çizilm iş b ir k ıv rık çizgiyi hoş görem ezdik. E lbette, bu dem ek değildir k i geçm işin san atçıları, yalnız on lar değerlidir. N itekim , eskilerden a n c ak en iyi o lanlar korunup yaşatılır, g e ri k a la n la r çürüyüp u n u tu ­ lur. E n iyi ise, h e r çağda, iyi biçim lerin ta k lit edilm esiyle kehdini g ö sterir. K işioğlu ta k lit ederken ic a t eder. D ün olduğu gibi bugün de bu böyledir. G erçi bayağı ic a tla ra kanıksadık, çoğunluğun zev­ k in i bozan ve azınlığı çileden ç ık aran bulu şlara doyduk artık . A m a bunun h e r çağ d a böyle olduğunu d a biliyoruz. E vet, çılgınlar ic a t eder, bilgeler de ta k lit eder. Güçlü tak litçiler, tak litlerin e kendi t a ­ b ia tla rın ı k o yarlar, kendi fırç a sürüşlerini, kendi kalem o y n atışla­ rını, kendi seslerini, kendi söyleyişlerini... Öyle k i S hakespeare bile ta k lit ederdi; oyunlarından çoğunun zam anındaki öbür oyunları a n ­ d ırm ası bundandır. H am let’te n önce H am let’le r vard ır, nasıl k i Le 23



ALAIN Cid’den önce de Le Cid’le r varsa. B ununla birlikte, dâhi b ir tak litçi, eserine kendi dam gasını basm anın bir yolunu bulur. Giin gelir, bu dam g a d a ta k lit edilir. M olière’i okuyun, onda da aynı şeyi göreceksiniz. D em ek ki, ça ğ la rın b ir özelliği bu : K işi yâlnızca örnekleri seçm ekle kalm ıyor, y a lın la ştıra ra k y a da ay ık lıy a ra k onlard a kendi gücünü de dile g e­ tiriy o r. ö n y a rg ısız bakılırsa, en çok ta k lit edilen şeyin, M olière’i en çok v eren şey, yani en güzel şey olduğu görülür. Bizim ro m an tik şairlerim izin en güzel şiirleri k lâ sik biçimde olanlardır. B u n a uym ıy an ü rü n le r yok m u hiç, v a r belki, am a ben bulam ıyorum . G üzel eserler iyi k em an la ra benzerler. D iyeceksiniz ki, «iyi ke­ m a n la r esk i kem anlardır.» D oğrudur, f a k a t yeni k em an la r a ra sın ­ da, eski k em an ların ta k litle ri ara sın d a da m odellerini a ş a n la r bu­ lunabilir. B u n lar benim senir ve korunur. U sta la rın ta h ta üstündeki çalışm aları ile büyük san atç ıla rın sesleri b u n la n yüz yılda an cak esk itir. G elgeldim , şim di olduğu gibi, bu sü re boyunca a r tık çalgı yapım cılığı san atın d an iz kalm adığı söylenir. A slında bunu söyle­ yen ler ta k lit etm esini becerem iyenlerdir. B ir yüce çizgi, gerçekte, alışılm ış b ir çizgidir çoğunca. Yüce b ir h a v a için de durum aynıdır, ö y le y k en birçok y a z a rla r o n u a r a r d u ru rla r. B u lan lar ise bunun için b a şk ala rın a n eler borçlu olduk­ la rın ı söyliyem ezler. K em anın biçim ini S tra d iv a riu s bulm adı. G otik k a te d ra li de bulanı bilm iyoruz. B u bakım dan, geçm işteki ek sik de­ nem eleri o rta y a ç ık arm ak g erek tiğ in i söyliyen ta rih çin in çab ası bo­ şunadır. G ünüm üzde y apılacak te k iş, şaheserleri ta k lit etm ek tir. G elenek an c ak ta rih in h o r görülm esi ve ek sik eserlerin u n u tu lm ası yoluyla etk isini g ö ste rir. D ünün eksik, k u su rlu b ir denem esinin çal­ g ı yapım cısını y etiştird iğ i doğru değildir. D oğru olan, şu sıra, en İyi görüjıen biçime d ik k a t etm ek tir. D enecek ki, «kem anların biçim ini dogrulıyan d a kulaklardır.» Peki, eski biçim lere b u saygı neden öy­ ley se? Y eniliklere g österilen bu güvensizlik neden? Y ak ın d an bakılınca, iyi F ra n sız c a için de aynı sonuca v arılır. T a k lit etm ek g erek tir, yeniden ta k lit etm ek ve ta k lit ederk en ic at etm ek : îş te s a n a tta k i buluşların s i m b u rad a gizlidir. B ü tü n buluş­ la r hızım, kaynağım ta k litte n alır. T ıpkı, b ir m üzisyenin hızım, b ir u sta n ın yazdığı p arç ay ı ç a lm a k ta n alm ası gibi. Ç ünkü iyi m üzik, bu p arç ay ı en iyi açıklıyan ve böylece ondan d ah a iyisi bulunm adı­ ğım g ö steren m üziktir,



• 24



Ş İ İ R



Şair



M 1 I EK TU PL.A RIN DA N



da .ulaşılacağı ü zere G oethe ile Schiller’n a rk a d a ş­ lığı ta tlı b ir a rk a d a şlık tı H er ikisi de birbirine, b ir b aşk a t b iatin ken ­ dinden bekliyeceği en iyi yardım ı y a ­ pıyordu : Onu onaylıyor ve benliğini korum asını diliyordu. Gelgelelim, v a rlık la rı oldukla? gibi kab u l etm ek yetm ez (zaten unutulm am ası doğru olan biı şey d ir bu), ay rıca, on ların nasıl iseler öyle o lm alarım istem ek de je re k ir. G er­ çeği sevm ek budur. D iyeceğim, h erb iri te k b aşına Jendi y a ra tıc ı tab iatım g eliştiren bu iki san atçı, b irlik te şunu g ö rd iilr : A y rım lar da güzeldir. N itekim , değ erler b ir g ü l ile b ir a t a ra s ıd a değil, bir g ül ile güzel b ir gül ve b ir a t ile güzel b ir a t arasındabelirir. «Zevk­ le r tartışılm az» denilir. B iri gülü, öbürü a tı beğenire doğru d u r bu 26



E D EB İY A T Ü S T Ü N E söz, am a güzel b ir g ülün y a da güzel b ir a tın ne olduğunu a r a ş tır ­ m a ğ a k alk ın ca iş değişir. İn sa n la r bu konuda birleşebilir de, a y rı­ şab ilirler de. N e v a r ki, doğ ru y a y ak ın d a olsalar, gene so y u ttu r bu örnekler. Çünkü, sözü edilen v arlık lar, cinsim izin ve ih tiyaçlarım ı­ zın boyunduruğu altındadır. B undan ötürü, kim se resm e k a rşı m ü ­ ziği yüceltm eğe, birini öbürünün ü stü n e çık a rm a ğ a girişm ez. Gel­ g eld im , o rijin al b ir tablo ile onun kopyası üzerinde y a ra rlı b ir t a r ­ tışm a yapılabilir; birinde ö zg ü r ta b iatın , ötekinde kulluğun izleri bulunduğu ve d ışard an alınm a b ir düşünceye baş eğm e belirtisi gö­ rün d ü ğ ü ileri sürülebilir. Bizim, adı geçen iki şairim iz de bu ay rım ları kalem lerinin ucunda duym uş o lsa la r g e re k tir. Ş aşılacak şeydir : «Ülküsellik» ve «yetkinlik» (m ükem m eliyet) konusunda sık sık biribiriyle kon u ş­ m a ların a karşın, düşünürlerken hiçbiri kendine özgü dehânın dışına çıkm am ıştır. G erçi b iri öbürüne ö ğ ü t v erm ek ten g e ri durm uyordu, a m a bununla, «ben işte böyle yaptım » dem ek istiyordu; öte yandan, öğüdünün a rk a d a şı için b ir değer taşım adığını da biliyordu. N ite­ kim, ark ad aşı, ara d ık larım kendisi b ulm ağa k a r a r verdiğinden, gelen öğüde k u la k asm ıyordu. B a n a öyle geliyor k i h e r şair, h e r sa n atç ı aldığı m u tlu lu ğ a gö re yapabileceğini y a da yapam ıyacağını sezer. Ç ünkü m utluluk, A risto teles’in de dediği gibi, güçlülüğün belirtisidir. B u k u ra l h e r­ kese uygulanabilir. D ünyada eh k o rk u lac ak insan bunalan insandır. O nun için, k ö tü denilen in sa n la r durm aksızın b u n alm ak tan y ak ın ır­ la r. A m a, kendilerinden m em nun olm ayışları, kö tü oluşlarından de­ ğildir. Y ak alarım bırak m ıy an bunaltı, d ah a çok, kendi yetilerini geliştirem eyişlerinin, k ö r ve m ek an ik nedenlere göre d av ran m aların ın sonucudur. H em alabildiğine üzüntülü, hem de alabildiğine kö tü k im ­ seler an c a k zırdeliler ara sın d an çıkar. B ununla b irlik te ben, k ö tü de­ nilen kişilerde olduğu k a d a r bizde de b ir sapıtm a, m ekanik b ir dav ­ ra n m a ve tu ts a k la ra özgü b ir öfkelenm e buluyorum . B una k arşılık , m u tlu lu k içinde yap ılan h e r şey güzeldir, b ütün s a n a t eserleri bu­ n un açık tanığıdır. Güzel b ir resim çizgisine ve b ir anlatım a, y erin ­ de b ir deyişte, «m utlu» denilir. F a k a t iyi b ir h a re k e t kendiliğinden güzeldir, üstelik, insam n yüzünü de güzelleştirir. G üzel b ir yüzden hiç korkm ayışım ız da bundandır. O nun için ben, y etkinliklerin birbiriyle çatışm adığına, an c ak yetkinsizliklerle düşkünlüklerin birbiriyle ça rp ıştığ ın a inanıyorum . K orku en belirgin ö rneğidir bunun. 27



ALAIN Z alim lerle k o rk ak la rın baş v u rd u ğ u «zincire vurm a» yöntem i a s­ lında çılgınca b ir d a v ra n ıştır ve h e r çe şit çılgınlığın anasıdır. Çözün, k u rta rın ve korkm ayın, ö z g ü r olan kim se silâhım bı­ rak ır.



NESİR İLE ŞİİR



N



E SİR , şiir değildir. «N esir şiirden d ah a az ahenk, d a h a az imge, d ah a a z güç taşır» dem ek istem iyorum bununla. N esrin, şiire özgü h erşeyi a ta ra k , ite re k m eydana geldiğini söylem ek isti­ yorum . N esrin şü rsel hiçbir yanı bulunm adığını söylem ek istiyorum . B ilindiği gibi, zam anın y a sa la rın a bağlıdır şiir. O k u n m ak tan çok işitilm ek için vard ır. V ar olm alıdır. Şiirde ahenk, sözcüklerin içine yerleştiğ i boş biçim leri b elirtir. Yön v e rir onlara. U y a rlık — söz­ cük lerle ritm ara sın d ak i u y gunluk y a da uygunsuzluk — ah en g i y a ­ r a tı r ve d ik k a ti o ra y a çeker. D urm ay an b ir akış, şairle b irlik te din­ leyiciyi de alıp g ö tü rü r sonunda. G erçek n esir ise, ta m tersine, gözlerle okunur. O kunm alıdır. Ç ünkü ahengi aşm akla, ahen k ten k u rtu lm a k la yetinm ez nesir, onu ite r ay n ı zam anda. Bfiylece hem şiire, hem de b e lâ g a ta k a rş ı k o y ­ m uş olur. G elgelelim bu İlkeler gizlidir, a ç ık ç a görülm ez pek. N ite­ kim birçok y a z a rla rd a sözsel h arek etler, şiirsel özellikler a ğ ır b a s a r çoğu kez. N eden derseniz, n esir henüz p ek g e n ç tir de ondan. Y ete­ rince arınm ış, ay ık lan m am ıştır d a ondan. B ununla b irlik te tüm ce­ deki (cüm ledeki) ölçülülük — sözsel h a re k e ti gereksiz k ıla n eserler­ de d e — bakarsınız, birden sa rsı v e rir okuyanı. A m a sözcüklerin (kelim elerin) ölçülü b ir zam anı doldurm ak üzere seçilm iş gibi d u r­ m ası zevksizlikten gelir, dayanılm az b ir zevk yoksulluğundan... N e­ s ir sa n a tı bu çe şit b ir yoksulluğa k a fa tu ta r, bu biçim b ir sü rü k le­ yişe k a rşı çık ar. D u rm adan kulağı çelen bu son heceye (u y a ğ a ), bu ses o y u n ların a kapılarım k ap a r. N esirde tüm cenin dengesi, sözün y ü rü y ü şü h are k etin sık sık kırılm asını, ahengin bozulm asını g ere k ­ 28



E D E B İY A T Ü ST Ü N E tirir. D ik k atin za m a n a bağlan m asın a m eydan verm ez, d u rm a k ta ve yeniden b a ş la m a k ta ö zgür olm asını is te r onun. K üçük b ir değişm e değildir bu. Böyle s a lt gözlerle o k uyuş — bu sözsüz o k um a — d ik k a te d eğ e r b ir b elirtisidir g erç ek k ül­ tü rü n . B asılm ış b ir sa y fa n esir herşeyini k o y ar o rtay a . E ğ itim li b ir göz çab u cak seçi v e rir ondaki şişkinlikleri, m erkezleri ve önem siz y a n la n . D üşünce önce görünür, so n ra d a kendisi b elirtir. A ranınca, b ir b ir ortayeE ç ık a r d a y a n a k la n . Güzel nesirde de an la tım m u tlu ­ lu k ları, alım lı ve şa şırtıc ı y erle r v a rd ır gerçi, a m a hep düşüncedir o n la n doğuran, yönelten. N esrin sırla n n d a n biri de şud u r : S özcüklerin bağlanışı ile dü­ şüncenin kılı k ırk y a ra rc a sın a incelenişi a ra sın d a önceden görülm iyen bir u y u şm a vardır. N esri sevdiren de bu u yuşm adır zaten. Ş iir­ de v e b e lâ g a tta olduğu gibi, nesirde zevk değildir ilkin ara n an . Zevk yoluyla v arılm az düşünceye. O nun için n esir öyle p ek büyülem ez inşam , sürüklem ez. Sadece tu ta r ve g ö tü rü r. Çok söylendi şim diye dek: K onuşm a dilini yöneten sıralan ış düzenini yenm ek, b e lâ g a tta ve özellikle şiirde b ir y asa gibi görülen k u ruluşu çiğnem ek zo ru n ­ d ad ır nesir. B u bakım dan b elâg a tla şiir m üziği an d ırırla r d ah a çok. N esir ise m im arlığa, heykeltraşlığa, resm e benzer. A ncak so ru lu n ­ ca k o n u şu r - onlar gibi... Gelgelelim, o k u r sürüklendiğini anlam azsa k ay g ıy a k ap ılır a r a sıra. V ücudu hep ilerde giden o tu tk u lu koşucuları kovalam ak iste r sanki. B undan ötürü, — s a n a tla r yeterince eğitm em işse, yetiştirm em işse kendisini — , gözleyen ru h (okur) öyle kolay kolay g e­ çem ez şiirden nesre. R itim le k arşılaşm azsa k a n ıtla r a ra r, c z i ve sonucu bilm eğe çalışır. A klın hiçbir yardım ı olm aksızın y a rg ıla r v er­ m ek ödevi, oldukça ş a ş ırtır onu. N esir okuyucusu, -— engebeli b ir to p ra k ta y ü rü y en b ir gezgin gibi — , h e r adım da dengesini bozm a­ m a k zo ru n d a kalır. K ısacası, nasıl ki g erç ek düşünce hiç zo rlam az­ s a inşam , g erçek n esir de çekm eğe ve kapıp sürüklem eğe u ğ ra ş­ m az okuyam . K açınır bundan. B ozuk düzen yürüyüşünde, k ırık ahenginde ta tlı b ir u ta n g aç lık v a rd ır sanki. Göz için m eyd an a g e­ tirilen, gözlerle okunan bu s a n a tta k u la ğ a gelen h erşey k ö tü b ir ses (to n ) ta ş ır gerçekte. Çünkü, sözcükler yalnızca ahen k y a ra tm a k için seçilm ezler. Ü stelik, şiire özgü Ukeler ile ara çla r, sa ğ lam b ir nesirde ay n ı genişlik ve biçim le k u llanılam azlar. Böylesi girişim ler, güzel g ö rü n m e ç a b a la n b o zar nesri, asıl yolundan sa p tırır. Sesli oku20



ALAIN m a yoluyla deneyebiliriz bunu. N itekim , okuyucunun sa n a tı h içb ir şeyi değiştirm ez, hiçb ir şey eklem ez, ekliyem ez nesre. O kendiliğinden d u ru r, y ü rü r, dönüp g elir: K endi bildiğince a k a r. M ontaigne ile S ten d h al’in nesri, b u bakım dan, en k a tık sız örneklerdir. N esrin b ir b a şk a özelliği de, şiire k a rşı olduğu k ad a r, k am u ­ sa l h a re k te de k a rşı oluşudur. Bilindiği gibi, toplulukları k ım ıld at­ m ak , s a rsm a k iste r şiir, ö y le ki, nereye ve niçin olduğunu bilm eden şa irle b irlik te, ö b ü r dinliyenlerle birlikte g id e r insan.' B u yönüyle b elâg a tı a ş a r şiir; k alab a lık la konuşur, k itlele ri büyüler, çekip gö­ tü rü r. T ek b aşın a k alınca d ah a da yücelir, sa n k i h erk e s onu b era­ berce dinliyorm uş gibidir. N esirde ise d u ru m başkadır. Y apı ve k u ­ ru lu şu yönünden bin çeşit yol a ç a r önümüze. H e r b iri de, taşıdığı özelliğe göre, hoşuna g id e r insanın. H ep sessizlik, yalnızlık içinde y a ş a r n esir: B ir heykel gibi. İk i kişinin birden aym biçim ve an d a görm elerin e im k â n y o k tu r onu. B undan ötü rü , y az arın s a lt kendisi için yazdığı sam labilir. D ah a doğrusu, öyle g ö rü n ü r bize. O ysa şair h o şa g itm ek ister, bu am açla kalem e sarılır. A m a bu dem ek değil­ d ir ki, n esir kendini sevm ez hiç, hoşlanm az kendine çeki düzen v e r­ m ekten. T am tersine, a n la tış güzelliği denen şey, yalnız bu s a n a ta özg ü d ü r sanki. A lım lı b ir kim senin yöresindekileri kendiliğinden çekm esi gibi — çünkü bunu düşünm ez o — güzel b ir n esir de şü rden d ah a iyi s a r a r bizi, içim izi açar, ş ii r ise — za m a n y asasın a bağlılığından ö tü rü — yitirilen ve b ir d ah a ele geçirilem iyen şey­ leri, u m u tları ve ayrılışları a n la tır hep. B un larla y a tış tırır okurunu. N esir, nesneleri ve kişileri k o p a n r bu gerçek zam andan. Şii­ rin, onları h are k ete g etird iğ i bu zam an d an ay ırır. Böyle yapm akla, yazgım n (kaderin) oyunlarını can lan d ırm ağ a d ah a az elverişli o lur belki; am a,, b una karşılık, o laylardan tu tk u la ra , tu tk u la rd a n tem el sebeplere yükselm eği sağ lar, işte , şairle rom ancının — aym olgu­ la rı ve kişileri an la ttık la rı zam an — birbirinden ayrılm aları, h a ttâ birbirlerine k a rşı koym aları bu yüzdendir. Ö yledir am a, sanatsız b ir düşünce de başı boşluk içindedir ço­ ğunca. Ve biz, h e r sa n atta, biçim in bize zorla kabul ettird iğ i bu il­ kelere d a y a n a ra k düşünm esini öğreniriz. B u anlam da güzel, doğ­ ru n u n yargıcıdır. •



30



g ü z e l in



K AYN AĞ I, EYLEM ÖZ s a n a ta dökülürse, onun b ir düşünüş yolu değil, b ir y a ­ pım yolu olduğunda a y a k direrim . Ç ok a ç ık b ir g e rç e k tir bu, a m a oldum olası u nutulur. Ç ünkü b ir eserin plânı üzerinde ta r tış ­ m a k ve eseri, yalnızca sa n atç ın ın ta sa rla d ığ ı p lân ı gerçekleştird iğ i p lân la k a rşıla ştırm a k için incelem ek â d e t olm uştur. G erçi ta san sız, plân sız eser olm az; a m a b ir eseri s a n a t eseri y a p a n d a yapım dır (icrad ır), sa n atç ı an cak bu yapım içinde kendini g ö ste rir. B undan ö tü rü denilebilir ki, rom ancı için «güzel konu» diye b ir şey y o k tu r. B ay ağ ı p a rç a la r ve nesneler içinde de olgun y a n la r bulunur. H er n e k a d a r ru h u h u zu ra k av u ştu rm a k ve sa n atçıy ı eleştirin in o k la­ rın d an k o ru m ak için b ir konu seçm ek g erek irse de, bu, güzeli y a­ ra tm a ğ a yetm ez. O nun için, b ir düşünce b aşk a b ir düşünceyi g e ti­ recek biçim de değil, b ir sözcük b ir b a şk a sözcüğü ça ğ ırac ak biçim ­ de y azm ak g erek ir. B urada, — cinas ve m azm unları bü sb ü tü n hiçe sa y m am ak la b e ra b e r— tesad ü flerin sözü g eçer artık... Şiirde u y a k la r (k afiy eler), ses u y u m ları s a lta n a t sü rer. N e­ sirdeyse durum tersinedir; ahen k ve u y a k ta n kaçılır, h a ttâ buna özellikle d ik k a t edüir, h a fif k alem d arbeleri çoğu kez önceden görülm iyen bir biçim in gelişim ine yön verir. B u yöneltm eye kapılıp g it­ m ek mi, yoksa a y a k direm ek m i g e re k ir? B u ra d a hü k ü m verm ek y a z a ra düşer. Ç ünkü yapım sü rerk en h erşey büsbütün de tesad ü fe bırakılm az. Sözcükler a ra sın d a sesten b a şk a birçok y akınlık lar, tö ­ rele r ve y a z a rla rc a uygun görülen bağ lan tılar, ilgiler, gizli benzer­ lik ler v ard ır. N esre özgü ilham da sözcükler sanki önden k o şarlar, em re âm âde bekler, kendilerini te k lif ederler. B ir kez reddedilirler­ se, yeniden boy g österirler. E lb e tte hiçbir ta s a n sözcüklerin bu tü rlü a rd a rd a gelişini önceden hesaplıyam az. B u öyle b ir ak ın tıd ır ki, in ­ san k ap ılıv erir ve yazdığı şeyler an c ak gidilm esi g erek en yolu gös­ term ek bakım ından önem lidir. N esir sa n atın ın çelişikliği şurad ad ır: în s a n kalem ini düşün­ ceye g öre y ü rütürse, y av an ve bay ağ ı b ir üslûba kapılm ası işten değildir. A m a sözcüklerin ak ışın a u y a r d a dilin sunduğu şeyleri b e­ nim serse, düşünce kendiliğinden o rta y a çıkar, doğal b ir h are k etin 31



ALAIN ürü n tl olur. B u u y gunluk k atık sız güzeldir. Z aten güzel b ir çeşit doğrudur, f a k a t kendisini a n y o n la rd a n k a ç a n b ir doğru... N esrin ö rn ek o la ra k verilm esi belki sorunu güçleştirm ek te­ dir. R esim de ise d urum tersin ed ir: R esim de güzel konuya bağlı de­ ğ ild ir de ondan. S anatçının keyfine gö re seçtiği b ir n a tu re m o rte d a güzel olabilir. Sözgelişi b ir pipo, b ir k ita p ve b ir m endilin resm i p e k â lâ güzel sayılabilir, ö te yandan, dünyanın en gtizel kadım çir­ k in b ir p o rtre n in yapılm asına yol açabilir. B unun sebebi, ressam için yapabileceği biricik a ra ştırm a n ın resm etm ek eylem i (action) oluşudur. D enem eler yapm adıkça, eline fırçay ı alm adıkça düşün­ cesi boşa g id e r ve m uhayyilesi hep söz veren b ir serap gibi a ld a tır onu. Oysa, eli fırç a y a değer değm ez, eylem e b a şla r başlam az m u ­ h akem e işlem eğe koyulur. B akarsınız, b ir ren k dem eti y av a ş y av aş gelişir, b ir p o rtre halini alır. B u yapım ın sonucu elbette y a iyi olur, y a d a kötü. Ç ünkü böyle b ir yöntem insanın elini açık, koyu y a d a çok p a rla k b ir renge doğru sürükliyebilir. A m a, ressam ın y ap tığ ı şey, y ap m ak istediğini aşınca, güzel de o rta y a çıkıverir. M üzik bu konuda d ah a sıkıya b ağ lar bizi. N itekim , «fugue ve canon» k u ra lla rı hem encecik güzele u la ştırm a z insanı. M üzikte g ü ­ zel olan, beklenm edik, şaşırtıcı bir sa ğ n ak tır. B u sa ğ n a k ta s a n ve k u ra lla rd a n gelm ez; g erç ek yapım dan, d ah a doğrusu, duyguyla an ­ la tış a ra sın d a o lağanüstü b ir uygunluk, bir tu ta rlık doğuran ey ­ lem den, g erçek şa rk ıd an gelir. D em ek oluyor ki, güzelde h e r şey kendiliğinden oluşur; h e r şey, hep önde giden b ir eylem ve işlem e göre seçilir, belirir. B u rad a şairden söz açm am ız güç o lacak biraz. Çünkü, n a tu re m o rte ’unu o bizzat kendisi yap ar. O nun gözüne h erşey güzel g ö rü ­ nür. Y eter k i onlar; m ısrayı, portreyi, düşünceyi o rta y a ç ık a ra n di­ lin çınlayışına, ahengine uy g u n düşsünler. B unun tersine, öğrecici (didactique) şiir soğuktur. Böyle bir şiirde düşünce, p o rtre v e m ıs­ r a ta b ia ta a y k ın b ir yol tu ta rla r, sonunda boğarlar, b ütün bütü n e s u s tu ru rla r onu. B u n a şiir diyem eyiz a rtık , olsa olsa b ir bilgidir o; b ir dil bilgisi, gözlem ve m anzum ecilik bilgisidir... B ü tü n bu aç ık la m a lar da g ö ste riy o r ki, ilham , zihni ay dınla­ ta n b ir çeşit eylem dir. D olayısıyla, sa n a tın da düşünceyi o rta y a çı­ k a ra n b ir eylem olduğu söylenebilir. Sözgelişi u y a k düşünceyi do­ ğ u ru r, yapım cının a ra c ı (âleti) düşünceye v a rlık verir. B undan ola­ cak, öyle u zun oylu araştırılm a d an , u ğ raşılm ad a n çizilm iş b ir yu32



E D E B İY A T Ü ST Ü N E m u rta m sı y u v a rla k güzel g ö rü n ü r gözüm üze. A m a, işin isine p lâ n ile ta s a n g ird i mi, a r a k i bulasın o güzelliği! B u yüzden, eylem in düşünceye k u llu k e ttiğ i yerde, h e r kopya, h e r ta k lit sirkindir. O k a ­ d a r ki, iyi ta k lit edilm iş b ir C orot kopyası dahi, aslın a ne denli ben­ zerse benzesin, güzel değildir, güzel olam az ve olm am alıdır da.. B en onun yalnızca öğretici olduğunu söyliyeceğim . N itek im bu özellik m addede bile kendini gösterir.



• ŞİİRDE ZAMAN y



E N Îy i a ra m a k neden? H erşey yeni zaten. L am artin e’in Göl’ünü okuyordum düıı. D oğrusu, Gol oldum olası güzel şiirdir. O nu okurken, bir göldeki dengeyi, p arla k lığ ı ve buluşm a saatlerin i tasarlıyabiiirsiniz. Belki, resim eıı k ü çük çakıltaşını bile un u tm ak sızuı, bu sıvının sınırını te k bir p a rç a o la ra k verebilir size, a m a ' onun ü stü n d eki uçucu zam anı duyuram az. Z am anı bize, geçip g i­ den şeylerden çok, g eriye k a la n şeyler verebilir. Çünkü* geçip giden şeyler bir gözleyici olm am ıza y a ra r bizim, g eriy e k alan şey ler ise bir yolcu olm am ıza y ardım eder, iş te b u rada şiire düşer söz. Şiir, önce geniş ve eğilm ez davranışıyla yolculuğum uzu kolay laştırır, so n ra d a a n ıla rla bu yolculuğu d u rd u rm a ğ a k alkışır. Ü stelik, bunu da becerem ez. N eden derseniz, geçm iş zam an p e k yak ın d ad ır h e­ nüz, ve lıerşey, k ü rek lerin g ü rü ltü sü bile zam anı g ö sterm ek ted ir. B u yüzden şiir, h e r o k u n u şta yeni b ir za m a n a doğru k a y a r; gide­ rek, göl gibi şiir de, uyandırdığı an ılard an a p a y n b ir k ılığa b ü rü ­ nür. O nun için, şiiri y a yüksek sesle ok u m ak y a da, d ah a iyisi, bi­ rine okutup dinlem ek g ere k ir. B u yapılm azsa, eskim iş ve pörsüm üş g ö rü n ü r şiir. S tendhal’in de dediği üzre, üzücü b ir düş k ırık ­ lığıdır bu. O ndan k u rtu lm a k um uduyla kim ileri şöyle d e r 1: «A, bu­ n u okum uştum . B unu görm üştüm .» O ysa bu, o şeyin anısınd an bile sıkılm ak tır. D oğrusu, b ü tü n k a b a h a t d a o şeyin o rta la rd a g ö rü n ­ m em iş olm asındadır. Z am an eskim iş, aşınm ış b ir şeydir g erçekte, ö y le ya, onu kim ak im d an g eçirm ez? K im ne olduğunu bilm ez? H iç m i h iç durEdeblyat Üstüne F : t



33



ALAIN m az zam an, g eriy e dönmez. B ir a n için onu u n u tsa m da, o beni u n utm az. D üş görm eden u y k u y a dalsam da, o kendi akışınd an ca y ­ m az. Y o ru lm ak n edir bilm iyen b ir koşucudur sanki, ö te d e n b eri tek te k ra rla n m ış sözlerdir bunlar, biliyorum . F a k a t herk esin üzerinde anlaşabileceği b ir n o k ta olduğunu d a unutm uyorum . Gerçi, b u ko­ n u d a o lağ an ı a şa n b ir şey söylediğim i sanm ıyorum , am a o lağ an ı a şm a k d a istem iyorum . H e r za m a n dUşUnUldUğü g ibi düşünm ek is­ tiy o ru m ; y an i herk esin b u konuda h e r za m a n düşündüğü gibi... İ s ­ tiy o ru m ki, b ü tü n İn san lara seslensin k av ra m lar, b ü tü n in sa n la rd a iz bıraksın. K avram lar, ne denli beylik o lu rla rsa olsunlar, kim se­ ye b ir z a ra rla rı dokunm az. A caba, zam anı düşününce neler g eç er ak lım d an ? B ir te k h a ­ r e k e t m i? B elki! Y oksa birçok h a re k e tle r m i? E v et! M evsim lerin ardarda, gelişi m i? E lbette! Gezen yıldızların çeşitli d u ru m ları m ı y o k sa ? Şüphesiz! H e r h a re k e t zam an ın içinde oluşur, öyleyken za­ m a n h a re k e te indirgenem ez. H a re k e t b ir yerden b ir b aşk a y ere v a n r . İsterseniz, sözcüklerin dalaşm asından sa k ın m ak için, şöyle diyelim : K ım ıldayan herşey, bazı nesnelerden uzaklaşır, bazıların a ise y ak laşır. A slına bakılırsa, za m a n ne b ir şeyden U zaklaşır, n e b ir şeye y ak ınlaşır. B ir yerden b ir yere gitm ez o; d ah a doğrusu, yolculuğunu h e r yerde ve aynı an d a yap ar. Ş u y ay a üç adım a tın ­ ca, belli b ir za m a n geçm iş olur, h e r yerdeki zam an... B ir h a re k e t zam an ölçüsüne göre «çabuk» y a d a «yavaş» adım alır. O nun için, çoğunluğun görüşüne u y ara k , «zam an çab u k geçiyor» y a da «yavaş geçiyor» dem eyin sakın. Z am anın size a r a s ır a çabuk y a d a y av aş geçm iş gibi geldiğini, b u yüzden de yanıldığınızı söyleyin. B ilin ki, çabuk y a d a y avaş olan h a re k e ttir burada, zam an değil! A y n ca, zam anın, nesnelerin b ir b aşk a boyutu olduğunu d a öne sürm eyin. Şim diki zam an ile gelecek zam an ara sın d a bir a ra lık bu­ lunm adığını unutm ayın. K im i kez, beklenen b ir gem i gibi, çok u z a k ta d ır gelecek. N e v a r ki, h a re k e t etm iyen gem i de zam anın içindedir; b ir andan öbürüne m akinelerini işletm eden geçer. B ir y a ­ y a için fa la n şehir ik i s a a t çeker, a m a u çak la iki d ak ik ad a u laşı­ lır o ray a. Oysa, aynı an y ay a için de, u çak için de değişmez. U ça­ ğın yay ay ı geride bırakm ası zam an bakım ından değil, alın an yol bakım ındandır. N itekim , şu güzel göl k arşısın d a kım ıldam ad an d u ­ ra n kişi de b ir an d an ötekine aynı zam an d a v a rır. U ça k ik i kilo­ m etrey i tüketince, y ay a on adım ı yürüyünce, siz düş kurunca, h e­ 54



E D E B İY A T



üstüne



piniz aynı d ak ik ay ı yaşam ış olursunuz. B u o rta k d ak ik ad a en u zak ­ ta k i yıldızda da b irta k ım değişm eler m e ydana gelir. Ç ünkü zam an önünde v a rlık la r hep b ir sıradadır, zam a n ca a ra la rın d a b ir ay rım y o k tu r. B undan şu sonuç ç ık a r : E v ren sel za m a n duygusunu ik i k a ­ tın a y ükselten bir şiirin ritm i, bizim gerçek, yüce ve y eterli v a rlı­ ğ ım ızd a k ısa bir an y a ra tm a k ayrıcalığını (im tiyazını) ta şır.



• ŞİİRDE RİTİM



u



ZUN zam an sürecek olan ve nasıl yapılm ası g ere k tiğ i bilinen b ir çalışm a içinde, durgunluğu çabayla ve düzenli o la ra k de­ ğ iş tire n h e r h are k etin te k ra rlan m a sı bir ritim m eydana g etirir, ö z e l­ likle o rta k la şa h a re k e tle r belli bir ritm i gerek li kılar. N itekim , ça­ lış tık ta n so n ra dinlenirken y ah u t sıkı b ir çalışm aya başlanırken şa rk ıy la y a d a sözle b ir ritim y ara tılır. Sözgelişi, h a la t çekerken h u d uru m açıkça görülür. D em irciler de aynı k u ra la u y a rla r; z a ­ m an ı aynı y asay a göre böler, dem irin tavını k aç ırm am ağ a u ğ raşırla r. M üzik ru h u da böyle doğar. Gelgelelim, şiir için aynı şey öne sü rü ­ lemez. Gerçi şiirde de b ir ritim bulunur, am a bu, m ü ziktek i ritim ­ den büsbütün ayrıdır. B u rad a bize, yalm zca F ra n sız şiirini tan ıd ığ ı­ mız, onunla sınırlı olduğum uz söylenecektir. D oğrudur, ancak, çok iyi bildiğim iz b ir şeyden söz açabileceğim iz de tabiidir. M üzik ritm inde-zam anın bölünm esi esastır. A rm onide de aynı özellik göze ç a rp a r; su su şlar dahi iyice ölçülüp biçilir. F a k a t, şiire gelince, iş değişir: S usm alar şiiri okuyanın isteğine bağlıdır. M ü­ zik te olanın tersine, şiirde inşad, tu m tu ra k lı söyleyişler, seslerin u zatılm ası y a da kısaltılm asıyla, h a ttâ su sm alarla sa ğ lan an süsleyişler olağandır. Örneğin, alexandrin’le r (1 2 'heceli k oşuklar) o k u ­ n u rk en m ısraların iki, üç ya da dö rt dilime bölünm esi b ir şeyi boz­ m az. E lv e rir k i ölçü kaçırılm asın, hece sayısı k u la ğ a hep hoş g el­ sin, Bekleyiş, b u rad a çoğun hesaplanm ış y a da eksik kalm ış b ir şe­ yin y ak alan m asından ileri gelir. Böylece, d ik k a t bu boş alan üze­ rinde toplanır, k ısa ve kuvvetli b ir sözcük b urayı doldurunca bir m ucize doğm uş gibi olu r : «Bunca düşmana ka rş ılık elinizde kalan ne? — Ben.»



35



ALAIN C om eille’ln «M ed6e»sindeki bu Unlii p arç an ın güzelliği, m ısra m n tam am lan m am ış olm asındadır ve bunun b aşk a tü rlü de o lam ıyacağı sam lır. E serd ek i «ölsün» sözü gibi d ah a birçok sözün an lam v e ritim için ik i k a t y a ra rlı olduğu öne sürü lü r. Böylece, beden b ü tü n g ü ­ cünü ru h a ad am ış olur, ö y le de olsa, p ek işlenm em iş, özensiz m ısra lard ır b u n lar; çağım ız öyle m ıs ra dizileri gösterdi ki, a r tık a n lam d a b elirtilen şeyin ritim le b ağ daşam ıyacağı sanıldı. B u dizilerde h e r şey alım lı ve olağanüstüydü. B en bu konuda, an latım ın ne denli ta b ii, b a s it ve b irleşik o lu rsa o denli çaıp ıcı o lacağına inanıyorum : «ö lü b ıra k tı onu toprağa ve a r tık korkusu kalm adı.»



Ö te yandan, ritm in anlatım ı sıktığı, beklenen sonuca v a rm a k üzere b irta k ım sözcüklerin a ra y a sokulduğu y a da y eri değ iştiril­ diği m ısra lard an d ah a çirkin m ısra ların olam ıyacağı d a a ç ık tır. Tıpkı, h are k etle rin i ritm e u y durm ak için koşan, sendeliyen, k ıv rılan b ir dansör gibi. B an a kalırsa, şiir sa n a tı bu kö tü koşukçuları (n a ­ zım ları) u y an ılalı ve onları bu s^zdc k u ralsızlık tan korum alıdır. «U yak (kafiye) dizerken öldü, sanki nesir y az sa olm az m ıy d ı?» B u soru, sağduyunun bir belirtisidir; am a bu dem ek değildir ki, şiir olm ıyan h erşey nesirdir. N itekim , öyle sözcük dizileri v a rd ır k i hig de güzel değildir. B undan dolayı diyeceğim ki, ritm in an lam a uygunluğu — tasarlanm ış, f a k a t ölçülüp biçilm em iş olm ak üzere — güzel m ısra ların bir m ucizesidir; üstelik, ritim bundan hiçb ir z a r a r görm ez. R itm i an lam a u y d u rm ak istiyen bayağı şairlerle o kuyucu­ la r çokluk bunu u n u tu rla r. H afif şiirlerde, daha güzel olsun diye, ritim y a sa la rı çiğnenir, anlam ı izliyen b ir ritm e b aş vurulur. Ö rne­ ğin, k ü çü k b ir şey söylem ek için kısacık b ir m ısra k u ru lu r. O ysa, eğ er ritim hep eşyanın değişm ez yürüyüşüne a y a k u y d u ra ra k ve m ek an ik o la ra k onu kendi biçim i içinde belirtirse — sa n k i değişm iyen ta b ia t istem im ize (iradem ize) uym uş g ib i— bu k a rşıla şm a ­ dan dinsel b ir yüceliğin sonuçları doğar. B u ritim yürüyen b ir insan topluluğunu, b ir konseri, b ir tö ­ ren i h a tırla tır. Ses ve söyleyiş k u rallarıy la bizden a y rılan kişioğlu, ritim le h a y a t ve h a re k e t kazan ır. O nun için şiir h e r zam an b ir k a ­ lab alık bulur. Ş air güzel b ir k o şu k dizer dizmez, b ir yan k ı gibi, şe­ re f ona gelir. Güzel ş ü r okuyan kim se hem en alkışlanır, iy i şiir k en ­ dine yeter, beğenilm eği düşünm ez. B u yüzden şiire dalk av u k lu k k a ­ d a r çekingenlik de yabancıdır. H a ttâ , beğenilm ek isteğ i bile o n a 36



E D E B İY A T Ü ST Ü N E y ak ışm az. İşte, bu ince ay rım g erç ek şiirlerin tem lerini sın ırlan ­ d ırır. Bizim uyaklarım ız için de aynı şey söylenebilir. G erçekten de ne u y ak an lam a baş eğm ek zorundadır, ne de anlam uyağ a. Bel­ k i güzel b ir u y a k ile güzel bir anlam ara sın d ak i uygunlu k h o şa g id e r; am a, bizi yoran, sık a n y a d a lü tu f dileyen şeyler de çirk in g elir. N e o lu rsa olsun, u yağın ta sa rla m a ğ a , h a ttâ an lam a ğ a y a r­ dım ettiğ in i söylemeliyim. Ve, sözüm ü b ağ lam ak için, şunu d a be­ lirtm eliyim : B ütün bu g üçlükler bayağ ılığ a k a rşı koym ağı sağlar? la r; seçm ek dururken, b irtak ım jestle re ve söyleyiş oyun ların a baş v u rm a ğ ı kösteklerler. A slına bakılırsa, g erç ek şü rin ayrıcalığ ı d a bu çeşit zenginleştirm e a ra ç la rın a kap ıların ı k ap am ış olm asıdır. B un­ d a n olacak, beğenilen şa irle r nesri deneyince yav an laşırlar. Çünkü, kendilerine hem en geleni yazarlar.T abii, en çabuk gelen de en b a­ y ağ ı olandır.



D E S T A N C



A lR tN durum u — söylendiği gibi — herşeye yü k sek ten b ak m ak tır; herşeyden, h a ttâ ac ıla rd a n bile kendini sıyırm ak, o n la rı nesneleştirm ektir. B undan ötürü, h e r şiir — herşeyin ü stü ­ ne çık an bu g ü ç le — iste r istem ez yücelm eğe yönelir. B u b ak ım ­ dan , şiirin şa k a y a g elir b ir yanı yoktur. Y aratıcı ş a ir gücü n ü g ü ­ zel sözlerle dile g etirir. B unun için yabanlığı, UrkünçlUğü, u m u tsu z­ lu ğ u b ir düzene sokar. B u n a d ay a n arak , belli b ir düzene göre, a n a tü rle ri g eliştirir. F a k a t o k u r hiç k a m t (delil) İstem ez; k a n ıtla rı b ir b ir sayıp dökmenin, b ir işin d ah a iyisinin yapılam adığını g ö sterd i­ ğ in i bilir. B u nunla birlikte, h e r düşüncenin açıkladığı şeyle güzel­ le ştiğ i de söz götürm ez. O nun için, elimizden geldiğince, şü rin şa iri o lm ay a bakalım . Y aşlanm a, değişm e, k ın lm a, yıkılm a, ölm e ve a n ıla r h e r şii­ rin tem el tem lerid ir ve tem leri o la ra k k alac ak tır. T em ler kendisi­ n i um utsuzluğa, bozguna doğru ittik çe şair, d ah a sağ lam b ir ritim a ra m a ğ a b aşlar, çabasına uygun b ir düzen k u rm a ğ a u ğ raşır. B un­ d a n da an laşılıyor k i en büyük k o rk u önünde insanoğlunun y ap tığ ı en şaşırtıcı, en kestirm e h are k et, k arşılık sız b ir sa v a şa a tılm a k tır. t



37



ALAIN S av aşçı çarp ışırk en ilk şiiri yazar, en eski ş i i r i : D estan, o rta k la ş» b ir eylem dir herşeyden önce; eylem lerin en zorlusu, en um utsuzu... E n eski şiir bu eğilm ez h are k ete göre düzenlenm iş olm alı. O nun an a y asası korkuyu, sevgiyi, acıyı sezdirm em ek, o n la n çabucak ege­ m enliği a ltın a alm ak tır. Ç ünkü destanın ritm i beklem eğe, o y alan ­ m a ğ a gelm ez. Bu yüzden, d estan dinlenm eğe a ra d a b ir izin v e rir v e çokluk ay n ı adım la y ü rü r. G ene bu yüzden, d estan taklide y aslan a­ r a k hoşa g itm eğe kapılınca a şa ğ ı düşer. Y iğitçe b ir yalınlık g e re ­ k ir d estan a. A slına bakılırsa, hiçb ir şa ir öyle sanıldığı k a d a r y a d a sandığı k a d a r kendinden söz açm az. Y eri gelm işken şurasın ı d a belirtm eliyim : O k u ru k o rk u tm a am acını g üden a n la tım la r çokluk hedefe varam az; v a rsa büe y a­ rım y am ala k v arır. Ç ünkü k o rk u y la öfke bizim içim izde b u lu n u r­ lar, düşündüğüm üz şeylerde değil! S anatların, özellikle co ştu ru cu o lan ların s im , b u rad a saklıdır. G erçek acım a yüreğine su serp m ez kişinin, g erçek öfke için de aynı şey söylenebilir. A m a, ritm in g ü ­ cüyle, o ara lık sız hareketle, eşyanın o kaçışıyla, çekici yolculuğun y asası olan o u n u tu şla okuyucu, dinleyici ve hepsinden önce de ş a ir durm aksızın veda e ttiğ i bu kuvvetli d u ygulardan k u rtu lu r. B unun sonucu, dinliyenler kendilerini k a h ra m a n la b ir tu ta rla r, yiğitlene­ re k herşeye m eydan okum ak isterler. D estan a öyle tum tu rak lı, şa ta fa tlı söyleyişler de gitm ez. Biz­ z a t şiirin kendisi k a rşı k o y ar buna. A yrıca, nesnelerle ilgili düşün­ celerim izi diizenliyen zam anın o k ısa ve am ansız ak ışı da bunu ön­ ler. Ö yleyken okur, y ani destanı gözleriyle izliyen kim se, kendisi için o k um adıkça adı geçen y asay a baş eğmez. D olayısıyla, bu çıp­ la k san atı, — bu tem iz belirtm eleri, bu k atık sız k a rşıla ştırm a la rı, bu düz fırç a vuruşlarını, bu bağlantılı te k ra rla rı ve bu ölçülü dav­ r a n ış la r ı— kısacası bu H om eros’ça özentisizliği anlıyam az. Ç ün­ kü, cevap verm ek istem iyen bu şeyleri durdurup so rg u y a çekm ek başkadır. Y oksa, o k ıralca duygu uçup gider. Diyeceğim, şiirin gücü — insan kendini ona bırak ın ca — dü­ şünüp ta şın m a ve kendine dönm e zam anını o rta d a n kald ırır. U m u t­ suzluk b ir du raklam adır, süreyle b irlikte yürü y en b ir geriye b ak ış­ tır. Gerçi, an cak yeni şeylerin açılıp yayılışıdır inşam avutan , a m a şiir de kendine özgü o sevinçle dindirir herşeyi, derleyip to p a rla r bizi, erince (sükûna) k av u ştu ru r.



38



R O M A N



Roman



G



E Ç E N D E b iri söylüyordu : « T raje­ diyle d estan g ibi rom an da eskidi ga­ liba.» B unun üzerine, ro m an ın yerini tutab ilecek b ir yazı tü rü a ra m a ğ a koyuldum . G ündelik o lay ları d üşün­ düm. B aktım , b ü tü n co şk u lan , b ü tü n düşünceleri bu o lay lard an çık a rm a ğ a hiç yanaşm am ışız. Ç ıra k larla k â ğ ıt k ara lay ıc ıla ra .b ıra k m ışız işi. B undan ö tü rü de, g azetelerd ek i gündelik h a y a tı y an sıta n y o ru m la rla h ik â y ele r eşsiz b irer budalalık olup çıkm ış. B u yozlaşm a şunu g ö ste riy o r : G ündelik o la y la r a ş a ­ ğ ıd a k alam az, b ir yolunu bulup y u k a n y a yükselir. Şim dilerde bazı g az etele r b ir p atlam ay ı y azm ak için m ühen­ dis, b ir aile faciasını a n la tm a k için rom ancı a n y o rla rla r. Gelgelelim, bu u zm an lar belirtilm esi g erek en şeyi b ıra k a ra k a n la tığ a k a40



E D E B İY A T



üstüne



yiyor, y o ru m lar iğinde kayboluyorlar. A n cak bazı yerlerde — o da güçbelâ — g erç ek olayın sivri ucu y a da k esk in köşesi yoru m larım yırtıy o r. Oysa, h e r anlatıcı dehâ gözlerini g erç ek o lay a çevirir; rom a n ia n gerçeğe benzer k ılan bu siissiiz, yapm acıksız, düzeltm esiz verilerd ir çünkü. Bizdeyse te rsi oluyor : Sık sık görüldüğü üzre, m oda olan edebiyat tü rü — ro m an la tiy a tro d a olduğu gibi — eline geçen herşeyi yutuyor, yap m a h ik ây eler haline getiriy o r. N asıl k i g rev in a r a o la y lan n d a n b ir dram m ey d an a getiriliyorsa. Böylece, gerçek sözüm ona «gerçeğe benzer» kılığa sokuluyor. A slında, te k başına gerçek, h erh a n g i b ir uydum dan, yap ın tıd an (fiction) d ah a dram atik , d aha sembolik, d ah a öğreticidir. B ağlayıştan, h az ırlay ış­ tan, b ireylerin hikâyesinden ö tü rü değil, tü rü n en güzel örneği olan «B ritannicus»taki o h a y ra n lık uyandırıcı k u ru lu şta n ö tü rü de değil; şaşırtıcılık tan , kasırg alard an , düşüncelerin kırılışından, gölge uçu ­ rum larından, evrenin sinsi varlığ ın d an ötü rü . A ynı h a re k e tle d ü nya­ dak i h erşey i dönm eksizin ve durm aksızın alıp g ö tü ren za m an ın o düzenli y ü rüyüşünden ötürü. O lay ardım ızda kalır, b ir gem i za­ m an la dibe b a ta r ve su yeni görünüm leri y an sıtır. P a tla m a dün ol­ m uştu, önceki gün, d ah a önceki gün... Böylece g ü n le r a rd a rd a ge­ çer, za m a n h e r a n biraz d a h a g eriye ite r onu. A rtık , «hoşça kal!» dem ek g erek ir, m utsuzluğuna veda etm ek g erekir. Y apıntılarım ızda ise h e r şey aynı zam andadır, dün bugünle aynı güçtedir. G erçek ta rih ç i — çağım ızın ta rih ç is i— h erk es g ib i a n a ­ cak, h erk es gibi alg ıh y a c a k tır; zam an ın yolunu değil, y ü rü y en z a ­ m anı can lan d ıracak tır. Ve okur, onda, yaşadığı o la y larla k a rşıla şa ­ ra k nedenleri b u lacaktır. Bizim yazı san atım ızd a ise, tersine, o k u r u sav u rm alarla (m uhakem eler’le) k a rşıla şa ra k olayları bulur. Klamu ru hunu böylesine y o zlaştıran da bu değil m İ?







ROMAN ÜSTÜNE “ P A R ÎH ÎN en güzeli bile m addeden yoksundur. O ldum olası biraz so y u ttu r ta rih . D estan ise, düşünceyi silen h a re k e t dolayısıyla, hem sağam dır, hem de gerçek. T arih, bildiğiniz gibi, îylem leri b a şk a tü rlü b a ğ la r birbirine. G erçi o da eylem lerden k a l­ 41



A L A IN k a r hep, a m a sözlerle y azılard an y a ra rla n a ra k nedenlere, düşünce­ lere, d u y g u la ra y a d a tu tk u la ra y ü k se lir sonunda. B undan ö türü, y ü rü tü le n ta h m in le r genel özdeyişlerin ötesine geçm ez, özdeyişlere gelince, onlar, an c ak eylem in büyüklüğü ve hiçim in sıkılığı y ard ı­ m ıy la b ir a n y a ş a rla r. T a rih çoğun boşluk d u y a r kendinde, içerik­ te n (m uhtevadan) yoksun bulur kendini. Ç ünkü herkesçe bilinen ve sonuçların genişliğiyle, engellerin gücüyle çelişen eylem yollarına b aş v u ru r. Y azık k i bu ç e şit yollar, — genel ilgiyi gözettiklerinden ve düşçe (hayalce) yoksul o ld u k la rın d an —, hiçbir şey k a tm a z la r olay lara. O ysa, g erç ek ta rih ç i d a h a öteye bak ar. T arih in y asasın a uy ulursa, eylem lerden nedenlere ve konuşm alard an g ü dülere (mo­ tiflere) yükselm ek gerek ir. F a k a t, bunu y erine getirince de, ta rih çi so y u t b ir düzen içinde h a re k e t etm ek zorunda kalır. Tıpkı, tiy a tro ­ da ilgiyi, isteği ve en son o la ra k d a tu tk u la rı birbirinden a y ırt eder­ ken yapıldığı gibi. Gelgelelim, gerçek tu tk u la r (ih tiraslar) — d ah a ço­ cuksu, d ah a kuvvetli, beden y apısına d ah a bağlı tu tk u la r — k a ç a rla r tarihçiden. D em ek k i ta rih ne eylem yönünden, ne de k a ra k te rle rin çözüm lenm esi yönünden a y rılır rom andan. Onu rom andan ay ıran ; ta n ık la ra b ağ lan an ve onların biçim ini ara lık sız k o ru y an b ir çeşit gerçek lik tir. K ısaca söylersek, gizli k ap a k lı hiçbir şeye y e r y o k tu r ta rih te . T arih, hep eylem lerden güdülere, nedenlere çık arak , in san ­ la rı çokluk h a y a tta gördüğüm üz gibi y a şa tır. S ırla n aç ığ a v u rm a ro m an a özgü b ir d av ran ıştır. R om an ta n ık lığ a dayanm az, doğrulan m ağ ı düşünm ez ve, ta rih se l yöntem e a y k ın olarak, gerçekliği eylem lerde a ra r, eylem lere g erçek lik v erir. B u bakım dan, i t i r a f ­ lar» rom anın tip ik örneği sayılabilir. B u n o k ta y a p a rm a k basalım . R om an iki sözcüğün dağm asm a yol aç m ıştır : R om anesk ve rom antik. B unlar, az görülen, uzun öm ürlü b u lu şlara iyi b irer ö rnek tirler. A yrıca, en eski sözcüklerle y a n ş a c a k k a d a r da an lam ca zengindirler. B ir k a ra k te rin tarih çiy i ilgilendiren yanı, ta rih in y arg ısı altın a düşen yandır. B u yan, t a ­ n ık lık tan çıkarılm ış y a da ta n ık lığ a bağlanm ış düşüncelerle, neden­ lerle, k a n ıtla rla (delillerle) beslenir. F a k a t b ir k a ra k te rin ro m a­ nesk y a d a ro m an tik y am n a gelince, o, g erç ek tu tk u la rı içine alır. D üşleri, sevinçleri, üzüntüleri, nezaketle u ta n ç ta n ö tü rü d ışa v u ru lam ıyan iç konuşm aları kucak lar. Z aten ru h u n bu yam d a an cak düşseverlerde — o da ok u n an eserlerin yard ım ıy la — az buçuk b ir gelişm e g ö sterir. Ç ünkü eylem y u ta r düşü (hayali), silip sü p ü rü r; d a ­ 42



E D E B İY A T



üstüne



h a gok ta n ık la ra b ağ lan ır o;' k a n ıtla r (deliller) d ahi ta n ık lığ a çok gey borçludur. B o n a p arte’ın düşleri nelerdi, hiç bilm iyoruz. A m a, tu tk u la rın ın eylem lerini izlediğini kestirebiliyoruz. B a ş a n d eğ iştirir bizi, hattft y en ileştirir kim i kez. O nun için, eylem in düşü h iç m i hiç g erçek ­ leştirm ediğini öne sürm ek, rom anesk y a d a ro m a n tik b ir düşünüş­ tü r. H e r eylem toplum saldır. E ğ e r k o şu llarla (şa rtla rla ) belirlen­ m em işse, o zam an, eylem belli b ir a n ın alg ıla rın a (idraklerin e) d a­ y a n a n dolaysız b ir y arg ıy ı belirtir. G erçek g üdülerin rom ansek h içb ir y an ı y o k tu r. S a v a ş eylem i onun ü stü n d ek i öğrenim le zengin­ leşir. Ç ünkü insan ondaki biçim siz düşleri, ta n ık la ra u y an soyut nedenleri ve en son o la ra k da, alg ıy la a n ’dan d o ğ an g erç ek neden­ leri kolayca birbirinden ay ırır. B undan ötürü, h e r insanda ro m an esk tından a n a yıkılır. Hem, doğrusunu söylem ek gerekirse, b ü tü n k a tgısız im gelem (m uhayyile) u ğ ra şla rı g ib i ro m an tik düşler de a z so n ra yoldan sa p arlar. E ylem e ise an c a k sıkıntıdan p a tla rk e n b aş v u ru rla r. N e v a r ki, eser de b u rad a kendini g ö sterir, y an i eylem in düşü desteklediği yerde... öyleyse, rom anın dışında rom anesk diye b ir şey y o ktur. B a n a öyle geliyor ki, rom ancının eseri rom aneski eylem e çevirir. E lbette, ro m anesk olan b ir eylem değildir bu; düşün, rom anı belirliyen eylem le ilişkisidir d ah a çok. E ylem b u rad a düşü o rta d a n k a l­ d ırac ak yerde, kıvam ve dayanıklık v e rir ona. B u yüzden, g erçek eylem ro m an a g irm ez hiçbir zam an. R om ancı g erç ek eylem i a n la ­ tırk en , g ö rdüğü gibi an latır. O nun için de rom ancı a sla b ir ta rih çi olam az. D üşün eylem le bağlantısı, gerçeğe en y ak ın olanı a n la tıla ­ na, hikâyeye sokm ak için, en k ü çük ta rih belirtisiyle yetinir. T arih çi ile rom ancı aynı kişileri y aşattık ları, aynı eylem leri a n la ttık ta n zam an dahi rom an, kuvvetle k a rşı k o y a r tarih e. R o­ m an d a yapıntı, uyduru olan şey, yalnızca an latılan şey değildir; aynı zam an d a o, eylem leri düşüncelerin gelişm esine dönüştü ren çö­ züm lem e b ağ lan tısıd ır da. Oysa, g erç ek h a y a tta hiç de böyle değil­ d ir durum . R om an b ir k ez gücünü y a d a güzelliğini d u y u rm ay a g ö rsü n bi­ ze, artık , an latılan doğru m u değil mi, y a z a r değiştirm iş m i u y d u r­ m uş m u düşünm eyiz bile, b u n la n ö ğrenm ek canım ızı sık ar. Böylece, insancıl o lan la bireysel olan (beşeri olanla ferd î olan) herşeyi m eydana g etirir. T arih ise, tersine, soyutluğu dolayısıyla b ü tü n ey43



ALAIN \ lem leri dış nedenlere bağlar. B unun sonucu .kaderci düşünce ta r i­ hi h ü k m ü altın a a lır ve yeterince kuvvetli, ahenkli b ir h a re k e tte n yoksun olduğundan, ta rih çi acı tu tk u la ra boyun eğer. R om ancı k a ­ dere y e r verm ez. R om anda sözünü y ü rü ten y aşam a duygusudur. B u y aşam a d a herşey istenm iştir; tu tk u la r, suçlar, h a ttâ m u tsu zlu k bile isten m iştir. O nun için, g erç ek rom an, bağışlam a, u m u tlan m a ve dostluk duygusu u y a n d ıra ra k iizgüleri aşar, onların ü stü n e çı­ k a r.



• PERDEDEKİ H AR EK ET E R D E sa n a tın a akıl erdirilem ez; n asıl k i u ç a k la rla güdüm lü b alonların yapım ına da p ek ak ıl erdirilem iyorsa. G örünüşte d an sı yöneten, h erk esi durm ad an h a y ra n lığ a g ö tü ren toplu lu k tu r; g e rç e k te ise b irta k ım g irişk e n ve becerikli kim selerdir işleri y ü rü ­ ten, in san ları çekip çeviren. R e k lâ m larla k alab a lık a v lan ır ve eleş­ tiri su stu ru lu r. İ ş te m a rx ç ıla r için güzel b ir tem : Böylesi ö rn ek ­ ler, k işi oğlunun iyilik, güzellik ve insanlığın geleceğiyle ilgili dü­ şüncelerinin h ay a tın ı k azan m a yoluna göre nasıl oluştu ğ u n u g ö s­ te rir. F o n o g raf m üzik sevgisini, h a ttâ bestelem e k u rallarım değiş­ tir ir ve d eğ iştirecektir. P a ra sın ı p lâ k sanayiine y a tıra n b ir cim ri­ n in gizli zorbalığı m üzikçileri, satıcıları, yapım cıları ve yayım cı­ la rı s ık ıştıra ra k bu değişm eyi hızlan d ıracak tır. B u g ö rü ş alabildiğine yayılıyor. A m a ben b u rad a yalnızca p e r­ d e san atıy la (sinem ayla) rom ancılık sa n atın ı k a rşıla ştırm a k isti­ yo rum . Konu, son günlerde, konuşan gölg eler kıratlığını yönetenlerce de ele a lın d ı/D o ğ ru su , bu d a b ir çe şit ışıklı rek lâ m am a, ol­ sun ; çü nkü konu yeni ve güzel. D ışta n bakınca, hiçbir şey canlı ta b lo lard an d ah a çok hikâyeye benziyem ez. B unun için hik ây en in b ir am b ard a anlatıldığım düşünm eniz g ere k ir. A yrıca, hem en hem en biricik a n la tm a a ra c ı olan sözlerin büyüsünü de düşünm eniz; bu a ra d a , te k başına b ü tün perdenin işini g ören anlatıcıy ı (hikâyeciyi) d a u n u t­ m am anız g ere k ir. G eçm iş ça ğ la rın m um şam danlarım , d ışa rd a g e­ celeyin oynıyan gölgeleri de gözönüne getirm elisiniz, ö y le verim li 44



E D E B İY A T Ü ST Ü N E b ir perd e tasarlam alısııu z k i bekleyiş, korku, coşkunluk ve bilge­ likle beslenen im gelem tü rlü çeşit o y u n la r çevirsin onun üstünde. H ikâyede h e r §ey geçm işi g ö sterir. O nun yaşadığım ız an la il­ gisi, yalnızca anlatım ındaki birleştirici sestir. H ikâyeye özgü bu ses, eski d estan koşukların d ak i gibi, ahenkle düzenlenm iştir; ü ste ­ lik çığlığı, g ü rü ltü y ü de o rta d a n k ald ırm ıştır. Y alınlığı dolayısıyla, en acıklı yerlerde büe, sesi b iraz k ısık tır. G erçek ro m an lard a da d u y arız bu sesi, en korkunç şeyler en alışılm ış sözlerle gözlerim i­ zin önünde canlandırılır. H ani, bunu söylerken, S tendhal’in o çıp­ la k sa n atın ı düşünm üyorum yalnız. İçinde düşünceden çok eylem bulunan «Define Adası» adlı b asit hik ây e de aynı k ap ıy a ç ık a n ı bizi. H ikâyeyi a n la ta n kişi b ü tü n bu şeyleri görm üş, so n ra y u rd u ­ n a dönmüş, gördüklerim y a rg ıla m a ğ a koyulm uştur. Geçmişi y a n ­ s ıta n bu renk, şim diki alg ılarım la iyice çelişiyor belki, a m a bizim d u y g u lan ın ız olduğu k a d a r o k u rların duygularım da m ey d an a g eti­ re n odur. Sahici bir ta b an c a sesi, a n la tıla n sav aş hikâyesine hiçbir şey k atm az ; ta m tersine, yaşadığım ız olayın bu çiğ ve eşsiz rengi, geçm işin g ö rünüm leri içinde korkunç b ir leke haline g irer. Tıpkı, C orot’nurı bir tablosunun o rta sın a konulm uş sahici bir o t yığm ı gibi... S inem a sanatı, özellikle seslendirildiği zam an, gözlerle k u lak ­ la r a şim diki anı sunar. A m a durm az orada, hem en son rak i a n a g e­ çer; bizi seyirci durum unda tu ta n güven verici binbir belirtiye k a r­ şın, eylem alan ın d a da aşağ ı y u k a rı aym şey gerçekleşir. P erd e sa ­ n a tı böylece bir sa n a t durum una yükselir. B u sa n a tın yapı;*;, geç­ m işle ilgili düşlere d ah a az y e r verir. Ç ünkü geçm işin tad ı "a.nan esk tir. P erdede ise şim didir aslolan. O nda yeniden gördüğüm üz hep şim diki zam andır. B undan ötürü, çekinm eden diyeceğim ki, gelip geçici an seçilm iş b ir konu değildir burada. H oşum uza giden; denizdeki d alg aların g e ri dönm esi y a da bir kalabalığın g e ri tep ­ m esi gibi, dans gibi, çah şm a g ibi y a da b ir kuşun, b ir balığın, b ir aslan ın bilinen h a re k e tle ri gibi alım lı h are k etle rd ir. P erdedek i konu g erç ek zam an d an çok, ölüm süzleşen şim diki zam andır. Onun için, geçm işle gelecek bu değişken, bu belirgin, bu tez u n u tu la n im ge­ le rin dışına atılm ıştır. S inem anın a sla rom anı tak lid e y anaşm am ası bundandır; öte yandan, rom am n d a — azıcık olsun — sinem ayı ta k lid e k alk ışm am ası da gene bundandır. H er ik i tü rd ek i en iyi e serler k a d a r en k ö tü ler de bunu ap açık o rta y a koyuyorlar.



45



T A R İH Ç İ DÜŞÜNÜŞÜ "J” OLSTOY’u n b ay a tım a n la ta n b ir k ita p okudum . Y a z a n de­ ğ erli b ir kişiydi. A m a k ita b ı tık a b asa m etinlerle doldurul­ m uştu, o k u n acak ğibi değildi. N ’olacak, ta rih ç i hastalığ ı! E n iyi n ü k te le r bile güçlerini yitirm işti, boşuna h arc an m ış gibiydiler, tik in y ad ırg ad ım doğrusu, so n ra so n ra düşününce anladım . T u talım ki, ad am cağ ız eli yüzü düzgün b ir rom an, beni çeken, sürükliy en b ir düşsel biy o g rafi yazm ayı ta sa rla sın . G erçek b ir b iyografi kalem e alm ak istesin. B unun için, yalnızca gerçek leri dile getirsin . Gene de tüm üyle bu g erçek ler köklü b ir yanılm ayı fısıld ar kulağım a. N i­ çin m i ? Ş unun için : B iliyorsunuz, T olstoy ço k yaşadı, ö n c e tu tk u la rın a uydu, son­ r a ailesine, o ndan so n ra kam u n u n y ara rın a , en so n ra d a In cil’e verd i kendini. B u çiçekler, bu yem işler, bu ekinler hep biz yiyelim diye oluşuyorlar. G erçi bu yem enin sonu gelm iyor, a m a y ılların d u rm ay an ak ışı herşeyi sona erdiriyor. H içbir şeyin a lt edemediği, h içb ir şeyin yavaşlatam adığı zam an, herşeyi b irlikte gö tü rü y o r. D önüşsüz değişim lerin sezilm iyen aşam ları, daha doğrusu un u tu lu ş herşeyi geride bırakıyor. A m lar, diyeceksiniz... A n ılar için on yıl nedir k i? Y ılla n an ı­ la rd a aram ay ın ; a m la r şim di yaşadığım ız yıllardadır, değerini bil­ m ediğim iz yıllarda... E skiden taşıdığım ız y a d a a r tık taşım adığım ız b ir düşüncede değil! Bakın, zam an kendi a y a k izlerini d ah i sili­ yor. Öyleyken, ta rih çi yeniden b aşlatm ak iste r zam anı; k ısaltm ak , tersin e çevirm ek ister. Y azarının bile önceden bilm ediği K reuzer S onatı o, önceden bilir. A sla b ir a ra d a bulum nıyan, h a ttâ bulunam ıy an d u y g u lan , düşünceleri birbirine y ak laştırır. T arihçin in b a­ kışı T olstoy’u n «D iriiiş»inden «A nna K aranin»ine uzanır. T arihsel olm ıyan b ir b a k ıştır bu! D üşünülm ek istem iyen zavallı ta rih ç i b a­ kışı! Göçebe gölgeler. S ty x ’in gölgeleri. H içbir ay rılığı olm ıyan, hiçbir şeye dokunm ıyan gölgeler, hiçbir yerde durm ıyan gölgeler, B ü tü n ta rih ölülerin tarih id ir, ve ölüdür. Soylu sa n atç ı sen busun işte : ö lü taşıyıcısı. A rtık öyle olma. İleriy i düşün. B ü tü n h a y a t ilerdedir, an c ak ilerde yaşıyabilirsin. 46



E D E B İY A T Ü ST Ü N E Sözgelişi, Tolstoy ilerde v aşıy ac ak kim selerdendir. O nun işin, eseri g itg ide büyüyor, açılıp vavılıvor. B irleştirici yo llar görüyo ru m on­ da. p ersp e k tifler göm vnnım — «n+nn "^htip 1pt-p| b ü tü n düşüncelere bağlı b ir geleceği var. S en de övle yap, eserin a k ın tısın a b ıra k k en ­ dini. vas,ınılnnı v"-ı A nlaşılan, biyografi sa n a tı için, gözlerini geleceğe çevirerek zam anı kOValaftlatf onemn Ancak bövle yaşıy ab ilir insanoğlu. Çün­ k ü y aşam alar, düşünm eler, sevm eler, hepsi b ire r ta şa n d ır, hepsi ilerdedir. T arihciyse g eriye b ak m ağ a alışm ıştır. A m a biz, ta rih i Giizel S a n a tla ra sokm ak istiy o rsak bunu değiştirm ek zorundayız.



ROMANDA İMGE DÜZENİ A B ÎA T güzelliklerinin ta sv iri nesnelerin yerini tu ta m a z. O nun için, y az arın çıplak ta sv ire fa z la bel bağlam am ası, h a ttâ , ta sv ir desene yaklaşm ış olsa bile o n a güvenm em esi g ere k ir. H içbir o k u r nesneleri y a z a n n kendisine sunduğu gibi görem ez. H ay al gücü, b irta k ım nesnelerle sınırlanm am ışsa, onu b ir ta s la k ta n ötekine gö­ tü r ü r : T ıpkı özgür düşlerle h ü ly a lard a olduğu gibi... F a k a t, h e rk e ­ sin de bildiği üzre, zo rla k u ru lan h ay a lle r çabucak dağılıp g id e r­ ler; en güçlü zihin bile a r tık o n la r ara sın d ak i bağı bulam az; böyle bir a ra ştırm a mnce şa şırtır inşam , so n ra da sık ar. D ah a da kötüsü, im gelem in bu çılgınlıkları, ok u ru y az arın belirttiğinden ap a y rı hay allere g ö tü rü r. U zun ta sv irle r öldüm olası tehlikelidir; en g ü ­ zel eserlerde bile çokluk can sıkıcıdır. Bu yüzden, hoş v a k it g e ç irt­ m ek am acıyla yazılan bayağı eserler dahi ta sv ire p ek yüz v erm ez­ ler. A ncak güzel eserler, nesir okuyucusuna özgü b ir düşünüşle, tasv ire b ağ ırlarım aç arla r. Gelgelelim, Issoudun’u n y a da Z am bak’m v ad i tasv irlerin i insan y irm i kez de o k u sa — eğ er gözünü d ö rt açm am ışsa — onları görem ez. G ördüğünü sanır, kuvvetle o n la ra doğru çekilir. îy ice d ik k a t edilirse, bu nesnelerin gücü ile bizde u y a­ n an im gelerin (im ajların) oynaklığı ara sın d a açık b ir çelişm e seçi­ li



47



ALAIN lir. R om anın sa lt im gelem ürünii olm adığı yeterince söylendi, ö y ­ leyken, h â lâ te rsin i öne sü ren le r ve buna in a n an la r çıkıyor. B u d a y an ıltıy o r y azarı, ro m an yazm anın kolay b ir iş olduğunu san m a­ sın a y ol açıyor. Oysa, h içbir s a n a t eseri bizde başı boş h ay a lle r u y an d ırm ak için m ey d an a getirilm ez. B ilindiği gibi, törenler, oyunlar, söyleş­ m eler içim izdeki bunaltıyı d ağ ıtm a k am acım güderler. ¡Kendi ken­ dim izle y ap tığım ız o usançlı, o çekilm ez konuşm ayı kesm eğe y a r­ dım ederler. B u bakım dan, hem en hem en m üzik k a d a r d ik k a ti çe­ kici olan şiir ve b elâg a tla k arşılaştırılırsa, nesir d ah a az güçlü im iş g ib i g elir bize. B undan, güzel n esir eserlerinin nerdeyse ilgi çekm iyeceği sonucunu çıkarırız. G elgeldim , deneyler te rsin i g ö ste rir bu­ nun : N esir eserlerinin de sabırlı o k u rla r üzerinde büyük b ir etk isi vard ır. D oğrusu, d ışardan hiçbir güdüye y aslan m ad an ve sözcükler­ den b aşk a h içbir dayanağı olm adan, im gelem in böylesine bağ lan ­ m asını açık lam ak zordur. Gerçi bu sorunun, ilkesiz ve hazırlıksız edebiyat eleştirisi için b ir anlam ı y o k tu r; ona kalırsa, h e r büyük y az arın sözcüklerle resim yapm ayı iyi bildiğini söylem ek y eter; am a zevki olan kim se bu konuda şuna dokunm adan edemez ; N e­ sir eserleri, özellikle rom anesk eserler, ta sv iri b ir am aç o la ra k alın­ c a yozlaşırlar. Bu d a tuvalsiz ve boyasız olan bu resim tü rü n ü n n e­ den çab u k bozulduğunu anlam am ızı kolay laştırır. K ısacası, nesre özgü iki aracın, düşünce ile a n la tık (hikâye) olduğu söylenebilir. N esnelerin birbirine kenetlenm esi ve d u ygula­ rın biçim lenm esi b u n larla sağ lan ır. T asvire de b unlardan so n ra baş vuru lur. Rom ancının görevi, evlerini ye pey sajlarım düşünceye d a­ y an m ad an çizmemek, d u y g u lara ve h are k etle re kaldıram ayacakları y ü k ler taşıtriıam ak tır. B u biçim ta sv irle r B alzac’t a çoktur, am a öl­ çüsüz değildir. B u rad a yap ılacak ilk iş, p a rç a la rı y a rg ıla rla birbi­ rin e perçinlem ektir. N esir an c ak bu yolla kurulur. B undan ötürü, düşünce h e r y an d a kendine b ir tu ta m a k a ra r. Şiirde ise ritim bizi tu ttu ğ u için, ta sv ir b ir çeşit eklenti o la ra k bulunur. O nun için, ta s ­ v irin p arç asıy la b ir bilim olm ası ve y arg ın ın b ir p arç ay ı ö tek i­ ne b ağlam ası gerek ir. B u konuda ta s v ir çözüm lem elerini k a rşıla ş­ tırm a k y a ra rlı olur. Ö rneğin B alzac y a d a S tendhal’in tasv irlerin i nesnelerin yalnızca dış görünüşünü y a n sıta n öbür edebî resim lerle, sözgelişi Flauberjt’in S alam m bo’sundaki H a rta c a ta sv iriy le k a rşıla ş­ tırm alıd ır. H e r n esir yapısı öncelikle düşünceye dayanır, düşüncey­ 48



e d e b iy a t



üstüne



le örülür. H arek e tli im geler bu m erkezin çevresinde toplanır. D ü­ şüncenin b u rad a m addeyi ve gövdeyi m eydana g etird iğ i ileri sü rü ­ lebilir. O ku run bu rad ak i direnm esi y ak a la n am ıy an soyut fo rm ü l­ le ri düşüncelerle k a v ra m a ğ a çalışm asından gelir. B alzac’la S tendh a l bunu iyin anlam ışlardır, A lençon y a d a V arrieres gibi şehirleri hiçb ir coğrafyacının becerem iyeceği şekilde ta sv ir etm işlerdir. D ik k ate değer b ir n o k ta da, bu ta sv irlere im gelem in önce k a ­ rışm am asıdır. B undan olacak, ta s v ir ilkin biraz soyut gelir; öyle ki, in san y a rg ıla rd a n b aşk a b ir şey görm ez onlarda. A ncak so n ra­ dan a n la tık içinde nesneler belirir. A m a b ir görünüm o la ra k y a d a şu ra y a b u ray a gelişi giizel serpilm iş o la ra k değil, h a re k e t eden ki­ şinin çevresinde dolaşarak, onunla b irlik te gözüküp kaybolarak... E ylem bizi sürüklediği için im geler b ir an d a canlılık kazan ır. O ku­ m asını bilm iyen kim selere b ir bakın, göreceksiniz ki, h a re k e tin n e­ reye v aracağ ım kestirem ediklerinden dolayı ta sv irle r o n la ra soğuk gelecek; ay rıca, ta sv irleri iyice izlem ediklerinden dolayı d a h ik â ­ yedeki h a re k e t çıplak görünecektir. D u y g u lar eylem den d oğarlar, a m a o n la r dahi nesneleri a r a r ­ lar. İ ş te b u ra d a n esrin b ir y asasıy la k arşılaşıy o ru z : B u n a göre, dö­ n ü şler ve g eri dönüşlerden sonra, h e r şey aynı za m an d a o rta y a çık­ m a k zorundadır; yoksa şa irin ritm i h a re k e ti köstekler. A rtık , nesirle şiirin birbirinden n asıl ayrıldıkları, birbiriyle n a ­ sıl ç a tıştık la rı yeterince anlaşılm ış olsa g ere k ir. Böylece, y az aıın m istid ad ı ne o lu rsa olsun, didak tik b ir şiirle ritm ik b ir n esrin nasıl ayn ı ölçüde çekilm ez oldukları da açıklanm ış dem ektir.



RUH DURUMLARI m



| Ç y aşay ışla ilgili b irta k ım k a tı ö n y arg ılar vard ır. N itekim , k ü ltü rlü birçok kim seler, kö tü yönetilen b ir felsefeye k ap ı­ la ra k , iç y aşay ışın — anıların, duyguların, d ü şü n celerin — d u y u ­ la r çalışm adan oluşup g eliştiğine inan ırlar. D üşündükleri şeyi bil­ m ek ve d u y d u k ları şeyi iyice ta d m a k am acıyla gözlerini sım sıkı y u m a rla r ve D escartes’in isteğine u y a ra k k u lak ların ı tık a rla r. O ysa, Ideblyal O ı t l n T : 4



49



ALAIN tu tk u ları s u stu ra ra k bu durum u y a şa tm a k büyük b ir y arg ılam a gücüne bağlıdır. E ğ e r insan, bunu unutup da, hiçbir şey algılam aksızm y aşam a ğ a k a lk a rsa nesneler gibi duyg u larla düşünceler de kaçıverirler. N esneler algılanm ayınca (id ra k edilm eyince), im gelem (m uhayyile) u za ğ a gidem ez. Ç ünkü düşüncelerim iz dış dünyanın a l­ gılanm asına dayanır. Y oksa, sözcüklerle başb aşa k alırız; düşüncele­ rim iz g ittik çe yoksullaşır, o r ta k b ir kim liğe bürünür. D üşüncesiz duygu bedenin durum unu k a rm a k a rışık k a v ra m a k ta n öteye gidemez. B u çeşit b ir düşünce ise k u ru n tu y a yol aç ar. Sözün kısası, duygu an cak düşünceyle v a r olu r ve biz a n c a k nesnelerle düşünürüz. O nun için, bireysel (ferdi) düşünüş diye adlandırılan iç yaşayış, d ış dünya ile b ağıntılı b ir g ö rü ş biçim ini ve d ışa rıy a açılm ış pencereleri g e re k tirir. A ncak böyle b ir gözleyiş y ard ım ıy la a n ıla r uyam r, d uygular filiz v erir. A slında, h ü lyanın ta d ı ta b i­ a t sevgisinden ayrılm az. N esnelere, hatt& solm uş b ir çiçeğe d a­ h i aşırı değer veren kim seler — yani ta b ia t â ş ık la r ı— bunu iyi bilirler. F a k a t y a z a rla r çokluk y an ılırlar bu konuda, beylik düşün­ celer içinde kaybolurlar. Çünkü, te k b aşına kalm ca, zenginleşm ez Sözcükler, tersine, yoksullaşır. O nun için, d u y g u larla eylem lere des­ te k o lm ak üzere, b ir y az arın hiç görm ediği b ir ülkeyi an latm ay ı denem esi doğru değildir, toyca bir davranıştır. Dış dünyadan yok­ su n h e r şey zay ıf ve dayanaksızdır. Bu aç ık la m a lar y er tasv irlerinin tecrübesiz o k u rla ra neden bi­ ra z uzun, h a ttâ biraz sıkıcı geldiğini yeterince g österiyor. A yrıca, tak litç ile rin g erçek te a ra ç olan bir şeyi nasıl am aç o la ra k ald ık ları­ nı ve ro m an ı yolculuk için enikonu b ir kılavuz kim liğine so k tu k la­ rım d a g österiyor. A slına bakılırsa, bu ölçüsüz ta sv irle r o k u ru n ikinci kez kapılm ıyacağı sa h te vaadlerdir. V adideki Z am bak y a da B e a trix gibi güzel eserlerde bile tasv irle h az ırlam a ilk o k u y u şta insan ı b iraz y o rar; bu yüzden dram ın p arıltıla rı hiçbir şeye ra stla m ıy an b ir ışığ a döner. B undan olacak, güzel ro m an lar güzel resim ­ lerd en d ah a güç tanınır. N itekim , y u k ard a adı geçen ik i ro m andan b iri tanınm ış, öbürü ise tan ın m am ıştır. G erçekte an ıtla ra , heykel­ lere b en zer rom an, sık sık görülm ek, a ra n m a k ister. H erb iri bir düşünceyi, b ir duyguyu ta şıy a cak olan bu a y rın tıların değeri o z a ­ m an an laşılır; yeniden okununca en k ü çü k çizgilerde bile b ir önsezi g ö rü lü r. Sahici rom an ş a ş ırta ra k hoşa g itm eğe kalkışm az, ta sv ir­ le r o n a yeter. 50



E D E B İY A T Ü STÜ N E Ş u ra sı a s ık tır ki, istenildiği k a d a r do ğ ru ta s v ir edilsin, nesneler gene de eşyanın asıl ğergekliğine, sağ lam lığ ın a v arm a zla r. O k u ru n on­ la rı h an g i an lay ışla gördüğünü b elirtm ek g erekir. B elki d u y g u lar düşünceleri ça ğ ırırlar, a m a d u yguların değildir bunlar, nes­ nelerin düşünceleridir, gerçek düşünceler... D u y g u larla düşün­ mede, m istiklerde görüldüğü gibi, in sa n çab u cak saçm alam a­ ğ a başlar. N esnelerle düşünm ede ise dış d ü nya d u y g u la n düzenler, güçlendirir. G erçek h a y a tta a ş k eşy ay la ilgili dü­ şüncelerin değiş tokuşuyla a r ta r ; f a k a t ro m an d a düşüncelerin h e r şeyden önce yakalayıp çekm esi g e re k ir bizi. O ku ru n ro­ m an k ah ra m an ıy la birlikte duyabilm esi d ah a önce onunla b irlikte düşünm üş olm asına bağlıdır. B undan ötü rü , bir insanın d u y g u la n a n c a k düşünceleri içinde tanınır, düşünceleri yard ım ıy la öğrenilir. E lbette, a ra s ıra ta rtışm a la rd a işittiğim iz gibi, duyguların so ğ u k ve soy u t k a v ra m la ra indirgenm esi dem ek değildir bu. U nutm ıyalım ki a ş k bile y arg ıyla, düşünceyle aydınlığa kavuşur. Ç ünkü a ş k eğilim ve h a re k e t d em ektir ve çoğun beylik düşüncelerle gelişir. R om an o k u rk en düşüncelere y a s la n a ra k kendim i k işilerin yerine koyarım , giderek, onlarm gizli yaşam ım ve iç dünyasını m eydana g etiren n es­ nelerin, eylem lerin ve duyguların persp ek tifin i o rta y a çıkarırım , ro­ m an la ta rih in ayrım ım a n la n m . T a rih i b ir oyuncu o la ra k değil de b ir seyirci o la ra k okuduğum için, k işiler nesne gibidirler karşım da, düşünceleri hem soyuttur, hem de o k u rk en kurd u ğ u m düşünceler­ d en ap ay rıd ır. B u yüzden, ta rih te düşüncelerin yerini söylevler alır; düşünceye y aslanm adan hikâye etm eğe kalkışıldığı za m a n rom an­ d a d a aym şey olur. F a k a t y a z a r kişileri an lattığ ı gibi, kendisini o n la rla birl:’'t e düşünm eğe, elinden geldiğince o n la r gibi o lm ağa iten şeyi a n la tm a ğ a başlayınca ta rih de rom an haline gelir. K al­ dı ki, h e r şey eylem le h are k ete geçtiği ve p ersp e k tifler değiştiği için, seyircinin (okurun) alg ılarıy la ta rih te k i kişinin a lg ıla n a r a ­ sında çok ay rım vard ır. Sözcüklerin yalnız b ir o k u ra sunabildiği b ü tü n gerçek, eylem e bağlı olan bu görüntülerdir, ö y le de olsa, ben, b u rad a k i çok güçlü beylik düşünceleri yenm esi için o k u ru n çok sa ­ bırlı olm asını istiyorum .



51



T İ Y A T R O



Tiyatro oyunları



DUKÇA akıllı ve tecrübeli b ir k a ­ dın tanım ıştım . Işıksız yerlerdeki oy­ m a la ra bakm ayı hiç sevmezdi. O nla­ rın kıpırdadığım görm ek ten k o rk a r­ dı. Bilgiç kişiler, «öyle am a, oy m a­ ların ta h ta d a n yapıldığım biliyordu,» derler. D esinler. B ir kızcağız, geceleyin k o rk a r ve u y kusu k a ç a r; çünkü pencerenin perdesinde y a p ra k la rın gölgesini o y nark en g ö r­ m ü ştü r. Gerçi, rü zg â rın d a lla n sallam asından ileri geldiğini b ilir bunun, a m a gene de k o rk ar. N asıl ki, başı dönen kim se, k o rk u lu ­ ğ u n sağ lam olduğunu bildiği halde gene de k o rk arsa.. N asıl k i p ek bilge b ir k işi d a r b ir k a la s üzerinden geçerken, k u ru n tu y a k ap ıla­ rak , sırtü stü düşerse... H iç kim se düşün, k u ru n tu n u n g etird iğ i te h ­ likelere dayanam az. A slı ara n ırsa, b ütün k o rk u la r da b ire r k urtın54



E D EB İY A T Ü ST Ü N E tudur, k u ru n tu d an çıkm adır. K o rk u lan şey b aşa gelince, a r tık k o r­ k u y ok tu r, acı vard ır. K orku, ürkm e, k ay g ı hep bizden gelir, dı­ şa rd a n d e ğ il! E şy an ın b u rad a sözü geçm ez. B ü tü n d ram içimizded ir; buyruklarım ızı um ursam adan, h a tta o n la ra k a rşı bin tü rlü h a ­ re k e ti b aşlatan ve d u rd u ra n bedenim izdedir. Bize, y anlış in an çların a te ş ve dem irden d ah a çok k ötülüğü dokunm ası d a bundandır. Gelgelelim, inançla kork u n u n n asıl birbirine g eçtiğini g ö ster­ m ek de g ü çtü r. Çocuğun b iri b ir oyun bulm uştu : K u rt postu n u n a ltın a giriyor, d ö rt a y a k ü stüne kalkıyor, ulu m ağ a başlıyordu. G er­ çek te bu oyunu sevm iyordu. B u rad an da anlaşılıyor k i k o rk u - oyun yoluyla d a olsa - insanı yakalıyor. E l yüz h a re k e tle ri bu bak ım d an ilgi çekicidir. N itekim sözü geçen çocuk, kendini ko rk m u ş g ib i g ö s­ te rirk en , sonunda sahiden k o rk u y a kapılır. Böylesi o y u n la ra h e r y a ş ta ra stla n ır, özellikle çabuk alevlenen kim selerde sık g ö rü lü r; çünkü öfke onlard a korkuyu y akından izler. M ontaigne, yüzlerini boyayıp so n ra da bundan ü rk en çocukları düşünm ek için d u rduğu zam an ta m ü stüne basm ıştı. B inicilikte bunu iyice gördüm : K ötü sü v ari hem a tı k o rk u tu r, hem de ü rk m ü ş a tta n k o rk ar. D em ek ki önce biz kendi kendim izi korkutuyoruz, so n ra da hayvanı. Y anlış inançların, b a rb a rla rın tu tk u la rım aç ığ a v u rd u ğ u söyle­ niyor. G erçekten de, güneşin tu tu lm ası y a d a k u y ru k lu yıldızın k ay ­ m asıy la ilgili yanlış bilgiler, b ir topluluğu k o rk u d an h a s ta edebi­ lir, h a tta çıldırtabilir. Ö te yandan, k o rk u n u n çocuğu olan k a rg a şa ­ lık da, k o rk u y a ra tm a k ta n g e ri kalm az. T u tk u larım ız işte bu çem ­ b e r içinde h a re k e t eder. B undan ötürü, çokluk söylendiği gibi, tu t­ k u la rın yalnızca yanlış in an çlard an doğduğunu sanm ıyorum . Ger­ çi T a n rıla r ve h ay aletler kendilerine inanıldığı için k o rk u v erir­ ler, a m a insanoğlunun k o rk tu ğ u için o n la ra inandığı da açık tır. B ü tü n h u rafelerde bir oyun payı vard ır. T iy atro d a d ahi seyirciler oyunla aldatılır. G erçeğin o rta y a konm ası k o rk u doğurur, f a k a t k o rk u d a b ir g erç ek tir. K onuştuğum b ir kadın m ucize görm ek ten çekiniyordu, üstelik, haksız da değildi. K o rk an la k o rk u ta n a ra sın ­ da, ikisini de değiştiren, karşılık lı b ir alış veriş •bulunur. B ununla birlikte, k o rk u sa lm ak için, eşyanın ille de yüzünü b u ru ştu rm ası zorunlu değildir; k a ra n lık gece belirsiz b ir gölgeden d ah a çok k o r­ k u verebüir. D in duygusu, —doğuşundaki b asitlik dolayısıyla—, k o rk u n u n ü rü n ü değilse, belki de gerçekliği o rta y a çık an la m ıy a n b ir v arlığ ın ürünüdür, in sa n la r k o rk u nedir bilm eden yüzyıllarca 65



ALAIN y aşad ılar, dış nedenlerden ötUrii değil, yalnızca vücutlarının h a re ­ ketlerin d en ö tü rü k ay g ıy a kapıldılar, ü züntü çektiler. F a k a t, b ir g ü h gelip de, büyücülerle fa lc ıla r o rta y a çıkınca, —tıp k ı k u r t oyu­ n u n d a olduğu gibi—, o n la rla inasanoğlu ara sın d a b ir k o rk u boy a tm a y a başladı. B üyücü in a n d ırarak eğleniyor, b aşk aların ı d a eğ ­ lendiriyordu. B u kom edi dram la bitiyordu. Kom edi sözcüğünün g ü l­ m e ve ağ la m a üzerinde h â lâ hükm ünü sürdürm esi de bundan olsa g e re k tir. O la k i ilk h ey k e ltraşm y ap tığ ı heykelden ödü kopm uştur. öyleyse, S a n a t dinden d ah a eskidir.



OYUNCUNUN SA N A TI 0



Ü TÜ N sa n a tla rın kendine özgü bir s i m vard ır, am a oyuncun unki bunların en gizlisi olsa g erek tir. İlk a k la gelen ve in ­ şam y an ılta n düşünce şud u r : Atytör öfkeyi, ko rk u y u ve u m utsuz­ lu ğ u g erçek te olduğu gibi canlandırm ak zorundadır ! Ö yle de ol­ sa, p ek k olay b ir şey değildir bu. T iyatrodayken âyinde gibiyizdir. Y apacağım ız ilk iş belli h are k etle ri usulca y erine g etirm ek ve iz­ lem ektir. Ş aşırtıcı, ikircikli, şiddetli h e r şey y ad ırg a m a ve ay ıp la­ m ay la k arşılan ır; tepkiye, h a tta gülüşm elere yol açar. G uitry, «M onsieur Pi£gois»da yerinde b ir h a re k e t bulm uştu. Kolu k an ad ı kırılm ış b ir adam ı çekiyor, o n a biraz u m u t aşıla m ağ a çabalıyordu. B aşına genişçe b ir şa p k a yerleştiriyor, adam cağız ise k ıp ırd am ad an ona boyun eğiyordu. S onucun tra jik olm ası g ere k i­ yordu, fa k a t şap k a te rs giydirildiğinden salon gülm eye başlıyordu. Ç ünkü çift anlam lı, ik i y a n a d a çekilebilen b ir belirti vard ı o rtad a , hem de tehlikeli b ir belirti... Tıpkı, genç prensesin o ünlü k o şu k ta söylediği gibi : «H ükm etm eğe çağırıyor beni.» O ysa yanlıştı şairin tutu m u . T iy atro d a iki şeyi b ir a ra d a ve bir an d a söylem ek sak ın ­ calıydı. M ounet Sully, «Oedip» te tra jiğ i geleneğe göre düzenlenm iş h a re ­ ketlerle elde etm işti. Gene, aynı ak tö r, «H am let»te birdenbire id m an yapıyor ve a ra d a b ir gülüyordu. H erk es de bilir ki, sahneye sahi­ 56



E D EB İY A T



üstüne



den kızm ış y a da üzülm üş birini ç ık a rm a k doğru değildir. N eden derseniz, tu tk u la rın doğal b elirtileri çeşitli an la m la ra g elir de on­ dan. Acının y a da sevincin son k ertesin e çıkm ış b ir insan sa p ıtı v e­ rir. O nu g ö ren seyirciler de şa şırm a k ta n kendilerini alam azlar. N ed ir ki, böyle b ir d av ran ış tiy a tro y a gitm ez. D ah a çok h alk to p la n tıların a uygun düşer. Sık sık görüldüğü üzere, öfke y a da hınçla dolu biri k ü rsüye fırlayınca, işte o zam an, belagatın, güzel konuşm anın güçsüzlüğü o rta y a çık ar. T u tk u lu kişi çab u k konuşur, söyledikleri anlaşılm az. Ü stelik, vücudun h a re k e tle ri ile yüzün gö­ rün ü m ü uyuşm az, bundan ö tü rü an latım herk esin kendince okudu­ ğ u b ir m etne döner. D uygu birliği bozulur; alkış, y u h a ve a la y yan. y an a y ü rü r. Sonunda gülm e hepsini b a stırır, k arg a şay ı, am açsız ve ü zü n tü lü duygulanm ayı y a tıştırır, ö y le ki, olup bitenlere b a­ k a ra k , b ir h atiple b ir a k tö rü n ne gibi özellikler taşıy acağ ın ı ta sa rlıyabilirsiniz. H er ik i s a n a t da an laşılır olm ak zorundadır. E n bü­ yük dehanın bile, bu zorunluğa uym ası gerek ir. A slı a ra n ırsa , ti­ y a tro ile b elâg a t gibi, b aşına b u y ru k öbür sa n a tla rı d a toplum un m eydana g etird iğ i ileri sürülebilir. G erçekten de a n latım a çeki dü­ zen v eren to pluluktur. T opluluk işa re tle ri a r ıta r a k g e ri çevirir. Onun için, şiir ile m üzik —tiy a tro d a n ay rılm azd an önceleri— şim di­ kinden d ah a insancıl idiler. Ş u rasın ı da belirtm eliyim : O yuncu hatib d en tu tk u la rım diz­ ginlem e sa n atın ı öğrenebilir. G erçi h a tip tu tk u la rla u ğ raşır, a m a o n la ra baş eğdirm esini de bilir. B ir yolunu bulur, tu tk u la rd a n sıy rı­ lır; b una karşılık, şiirsel denebilecek düzenli ve uyum lu b ir çoşkuy a b ıra k ır kendini. O yuncuya gelince, o da, uy g u n konuşm a biçi­ m ini bulm alı ve ta k lit yoluyla doğal b ir deyiş a ra m a k ta n sak ın m a­ lıdır. Y oksa, çok korkulu b ir tu z a ğ a düşer : S ıradan b iri g ib i konuş­ m a ğ a başlar. Oysa, oyuncu b a ğ ıra ca k yerde şa k ım a k zorundadır, nasıl k i h a re k e t edecek yerde de ra k se tm e k zorundaysa. T iy a tro ­ daki eylem eylem den çok oyuna yakındır. B ir h an ç er v u ru şu n u tem ­ sil etm enin dahi b ir yolu yordam ı vard ır. Y azık k i u nutuldu bu ilkeler; an cak tiy a tro y a düşkün ve güzel trajed ilere tu tk u n bazı iyi in sa n la r onların sonuçlarını h â lâ ö ğ reti­ yorlar. M utlu b ir çaba. D uym ak, sevm ek, tiksinm ek tiy a tro d a öğ­ renilir. T iyatro, duyguların okuludur.



57



TİYATRODA BULAŞICIL1K ■



| Yİ okum uş birine tiy a tro d a n gıkarken rastladım . A z önce k a ­ b a b ir oyun görm üştü. F a k a t, birazcık buluşla bunca insanın güldürülm esine h a y ra n kalm ıştı. B ana, «nasıl oldu, tasarlıy am azsınız.» dedi. «P iyesteki k a h ra m a n la rd a n birinin adı G âsaPdı, B ir b aşk a k ah ram an , bundan y a ra rla n a ra k , b ir evi g ö s te r d i: İşte, Cé­ s a r çıkıyor, dedi. B a sit b ir sözcük oyunu, ö y ley k en b ü tü n salon g ü lm ek ten kırıldı. B en bile h erk e sten çok güldüm . H em de k a tıla k atıla . A çıklanam ıyan b ir durum . T iy a tro dediğiniz de bu değil m i ?» B u olay, benzeri birçok olayları h a tır la ttı bana. T iy a tro d a ağlıy an in sa n la r gördüm . G erçi y u fk a yürekli, gözü yaşlı kim seler de­ ğillerdi, a m a gerçekle p ek az ilgili u y d u rm a hikâyeler, h a y a tta k i büyük ve acı o laylardan d ah a çok coşturuyordu onları. H erk es g ib i ben de, oldum olası, tiy a tro n u n doğurduğu bu co şkunluklara h a y ­ r a n kalm ışım dır. B unun nedenini an c a k şim di anlıyorum , a n la r g i­ bi oluyorum . T iy a tro d a bizi etkiliyen, duyguların bulaşm asıdır, seyircilerin birbirini ta k lit etm esidir. N itekim , bir yol esnem eye görün, size ba­ kan, h a tta bakm ıyan h erk es esnem eye başlar. B iraz so n ra esnem e b ü tü n salona yayılır. N eden ? B enzerlerim izin harek etleıin i te k ­ ra rla m a k gibi kolay bir alışkanlığım ız v a rd ır da ondan. B u yön­ den alın ırsa gözü peklik k a d a r ödleklik de bulaşıcıdır. G ülüşm elerle ağ laşm ala r da öyle. İkisinin de bulaşıcılığı sınırsızdır. B ir k ez gülüm seseniz, bin b ir gülüm sem e b elirir yörenizde. G ülüm sem eler, bulaşıcılığı dolayısıyla, sonunda sizi de güld ü rü r. U fa k sebebler d a­ h a etk ili o lu r bu konuda. O nun için, d ram y a d a kom edi y az arın a düşen yalnızca şud u r b u rad a : O ldukça b a sit ve açık a ra ç la rla y a­ lın ve belirli b ir coşku (heyecan) y a ra tm a k . T iy a tro d a ince duygu ay rım ların ın pek etkisi olm az. A yrıca, oyuncuların birdenbire g ül­ m eden ağ lam a y a a tla m a la rı da tehlikelidir. R om antik d ram d a y a d a b u rju v a kom edisinde acıklı yerlerin çılgın k a h k a h a la ra yol aç­ tığ ın ı çok görm üşüm dür. İncelikleri yönünden d ik k a te değm iyen s irk eğlencelerini, şa58



E D EB İY A T Ü ST Ü N E k a la n düşünüyorum . A caba, o n la n n da m ı gücü seyircilerin kargı k arg ıy a oturm asından, y a n y a n a bulunm asından geliyor ? Gülme­ lerin yaygınlığı d a m ı bu yüzden böylesine kolay oluyor ?



• TRAJED İ VE A L IN YA Z ISI R A JE D İ o rta k la şa m u tsu z lu k ta n g ö ste rir bize, a m a b irer nesne o la ra k ve a ra d a bir g ö rü ş uzaklığı b ırak a ra k . A z çok aç ığ a v u ru lm uş alınyazısı düşüncesi, öteden beri- d ram ın isk eleti­ dir. Seyirci an c a k onunla korkudan, d ah a da kötüsü, bir y an ı tu t­ m a k k o rk u su n d an k u rtu lu r. O nun için, şairin gösterdiği sü re ve olay içinde sona erm esi g e re k ir dram ın. E sk i ta rih in tiy a tro y a p ek yara şm ası d a bundan olsa gerek . N itekim , geçm iş ç a ğ la rın ü nlü m u tsu zları önceden yeterince ta n ın ır; za m a n tam am lan m ıştır on­ la n n serüvenlerini; bu yüzden, k o ltu ğ u n a o tu ru rk e n d u rg u n d u r se­ yirci; çünkü nereye varacağını, çağından ve kendinden ne değin uzak laşacağ ım bilir. Böylece, za m a n h e r trajed in in başlıca kişisi d u ru m u n a gelir. B undan ötürü, tr a jik tiy a tro d a, süre ve ölçü yö­ nünden, za m a n birliğini sav u n m ak doğrudur. Özellikle, güneşe ve yıld ızlara g ö re a y a rla n a n zam an ölçülerinin b u rad a önem i büyük­ tü r. T arih in en ilgi çekici gecelerinden birinde, C assius’u n kılıcıy­ la u zak laşan yıldızlan g österm esi yerindedir. în sa n d u rm ad an s a a t­ lerin ilerleyişini duym alıdır. T u tk u la n kam çılıyan ve istenildiğinden d ah a çab u k o lg u n laştıran dış zorunluğu sezm elidir. G erçi dilekleri­ mize, k ay g ılarım ıza ald ırm ay an zam anın yürüyüşü, sonunda su s­ tu r u r tu tk u la n , a m a tra jiğ i sürdürm eği de sağlam ış olur. A slı a r a ­ nırsa, d ram şairinin de a rk a s ı kesilm iyen ve hiç beklenm iyen k ap ­ risli h are k etle re boş verm esi g erekir. Ç ünkü tu tk u la n n za m a n zin­ ciri ü stü n d e gelişm esidir önem li olan. B u bakım dan, «her tra je d i­ nin m addesi tu tk u la r, biçim iyse zam andır,» denebilir. B undan dolayı, tu tk u la n n zam anı nasıl doldurduğunu incele­ m ek yerinde olur. A lınyazısına d ay an an b ir düşünüş altında, önce 59



ALAIN b u y ru k la r ve öngörüşlerle, so n ra b elirtiler ve düşlerin yorum uyla, d ah a çok da önseziş ve önbilişlerin etkisiyle tu tk u la rın nasıl hız­ la g eliştiğini gözden g eçirm ek g erekir. «M acbeth, kıral olacaksın !» B urada, önceden bildirdiği şeyi g erçek leştiren diizme kehaneti, bu sonuncu ve g erç ek k eh an etten ay ırm a k zorunludur. A m a, ikisi arasında, O edipus’ta olduğu gibi, yalnızca eylem leri bildiren, f a k a t ru h u ilk itişte k ehanetin beklenen sonucunu benim sem eğe h a z ırla m a k ta n da g e ri kalm ıyan b ir önsezişin y e r aldığı da unutulm am alıdır. Böylece, k u tsa l b ir önduyu ve korku, önceden k ara rla ştırıld ığ ı üzere, b ir zam anı bir b aşk a z a ­ m an a, y an i kaçınılm az’a bağlar. İşte, bu derin ve eğem en duygu dram ı yeterince besler. B undan da, d ram d a aslolan şeyin, dram ın kendisiyle yetinm esi ve b ir nesne y a ra tm a sı olduğu iyice anlaşılır. S ağ lam b ir sonuçlar zinciri m eydana g etiren bu cezalarla arm a ğ an ­ la r d a buna y ard ım ederler zaten . Yoksa, yapılacağı bilinen ve a r ­ tık o n a n la m ıy a n b ir eylem i gözlem ekle yetinm ek ad a le t düşünce­ siyle bağdaşam az, öyleyken, ikinci sırad a n d ra m la r a h lâ k ve siy a­ s e t tezleriyle h oşa gitm eğe çabalaı d u ru rla r. Tıpkı, bize erdem i (fazileti) salık veren y a d a gülüp eğlenm eyi öğütleyen kö tü tablo­ la rın y ap tığ ı gibi. Oysa, g erç ek resim gibi g erç ek tiy a tro d a bu çe­ şit a ra ç la rla hoşa g itm eğ i düşünm ez pek. D üşünürse, eserler an ­ lam larım y itirir o zam an, yalnızca v a r o lurlar, o k ad a r. Çünkü, tr a jik eserler, zam an la k u rd u k ları sıkı b a ğ la n tıla r dolayısıyla t a ­ m am lanm ış b ir çalışm a ve k arışm am ış b ir nesne k o y a rla r o rta y a : Y arg ıla n ac ak olan da budur. K onuşm aya gelince, d ram ın en belirgin, en aç ık a ra c ı odur. B ü tü n m utsuzluklarım ız, tu tk u larım ızın sonucu oldukları k a d a r bu k o n u şm aların da sonucudurlar. T u tk u la r k o n u şm alarla kendi g e­ lişm elerini ve oyunlarım b elirtirler. E ğer, konuşm anın yerini biı m a n a stır sessizliği alırsa, o zam an, tu tk u la r alabildiğine çıp lak la­ şır ve sam an alevi gibi yanıp sönerler. Sözlerse direnerek k arşılık beklerler, d aha doğrusu, karşılığ ı çağ ırırlar. O rta k la şa yaşam ad a b elâg a t kolayca sa y ık lam ay a dönüşür. B erek et versin ki, u n u tm a hem en hem en b ütün hazırlıksız konuşm aları alıp g ö tü rü r. Gelgelelim, tra je d i sa n a tı k o nuşm aları düzenler, istenilen biçime sokar. Böylece, tu tk u la rın çılgınlığı sa n k i k u tsa l b ir elle düzene konul­ m uş ve o la y lar bildirilm iş gibi olur. «Babasını ald attı, kocasını da aldatacak ! » D esdem ona için



60



E D EB İY A T Ü ST Ü N E Y ago’n u n söylediği bu söz, hiç duyulm ayan y a d a çok geç duyu­ la n sözlerdendir. N e o lu rsa olsun, tiy a tro d a tu tk u te k b aşın a z a ­ m anı doldurur. D ik k ate değen no k ta, bu bağlanm ayı seyircinin sezm em esidir. Seyirci, an c ak k ü çü k nedenlerle geçen doğru y a d a g e r­ çek b irk aç büyük olayı k a v n y a ra k a n la r bunu. G örüldüğü üzere, tiy a tro n u n h a y a ta benzem esi için çok şey g e­ rek m ek ted ir. H a y a tta h erşey gizlidir, h erşe y k a ç a r elimizden. Ç ün­ k ü h ay at, S hakespeare’in de dediği gibi, düşlerle aynı k u m a şta n d okunm uştur. T iy atro n u n ise b am b aşk a b ir dokusu vardır.



KOMEDİ D ERSLERİ K U R L A R I belki de yeterince ilgi çekm em iş bir k a rşıtlık üze­ rinde, o r ta y a da h afif kom edi ile büyük kom edi arasın d ak i a y n lık üzerinde düşünm eğe çağırıyorum . B ir toplum oyunu olan o r ta komedide, ta şla m a la r çokluk bilinen b ir kişiye yöneltilm iştir, bunlar, ta tlılık la söylenm iş b ir çekiştirm eyi aşm az, düzeni bozm az. T aşlam alar, hem en hem en hep kişilere bağlı terslikler, k ötü raslantılard ır, çok geçm eden düzeltilen yanlış anlam alard ır. Gelgelelim, ol­ du k ça düzenli görünen bu beraberlikten —üzerinde düşünülürse— ta s a verici b ir y a rg ıy a v arılır. Öyle ki, insan a r tık neyin savunul­ duğunu ve neyin savunulm adığını çıkaram az. N eden m i ? B a şarı­ n ın tu tk u la rı dizginlem esi için h erşey u sta lık la düzenlenm iştir de ondan. D oğrusunu söylem ek gerekirse, m u tlu b ir alınyazısıdır bu­ r a d a hükilm süren, çok iyi k u ru lm u ş b ir dünyada bile y an ılg ılarla a h k h k la n n büsbütün önlenem ediğini g ö ste re rek bilgenin süngüsünü düşü rm ek isteyen b ir alınyazısı... B üyük kom edide ise, öteden beri hep ay n ı şey g ö rü lü r : B ütün yaşlı k o ca la r boynuzlu, b ü tü n u şak ­ la r düzenbazdır. B u d u ru m s e rt ve ayrım sız b ir biçim le b elirtilir; san k i, S a ta n öyle istem iştir. B u n a karşılık, gençlik ve a ş k tık ırın ­ d a y ü rü r; hem de gülüm seyen b ir sarhoşlukla; d u y g u lar b ir yansı­ lam an ın (parodie’nin) konusu (nesnesi) im işçeslne, zevk b ir kıra! g ib i s a lta n a t sü rer. H akçası, bu g ö rü n ü ş gündelik y a ş a y ışta olup b iten lere p ek benzem ez. Ç ünkü g ündelik y a şa y ışta h erk e s duygu*



61



ALAIN la rın ı iyice gizler. Ö rneğin, cim ri sa d a k a dilenir, agık m ira sı düşü­ n ü r. B u dış gö rü n ü şü n yum uşatılm ış tasv iriy le o r ta kom edi b ir an h o şa g itm esini bilir. B üyük kom edi ise o rta lığ a çeki düzen verm e­ ğ e çalışm az; köpeksidir, am ansız, saygısız, kandökücü. Gene de, şu rası ilgi çekicidir : Bilge y ara lan m a z bunlardan; tersine, h erk es gibi o da, b u n la rla hafiflem iş, um utlanm ış, k u rtu lm u ş olur. O rta k ­ la şa a h lâ k ş a ş ırtır insanı, yolundan eder, a m a g erç ek a h lâ k sahne­ y i ay d ın latır. A h lâk tem izliği ik i yüzlülükle lekelenm em iş tu tk u ­ la rd a belirir. N itekim , u su n b ir y a n a çekildiği b u oyunda, kim se edepsizliğin cim riliğe, F ig a ro ’n un B a rto lo 'y a cevap verdiğini gö­ rün ce şaşırm az. A şk bile bu y ak ın laşm ay la ve kişiyi sürükliy en bu acı tu tk u y la kendini hafiflem iş duyar. Sözü geçen o yersiz böbür­ lenm e bile o na dokunm az; h a tta , onda ta b ia tın tatlılığım ve k a h ra ­ m a n ca tasasızlığım bulur. D ah a uygun bir deyişle söyliyelim : K om edide g ü n ah diye b ir şey y o k tu r; g ü n a h a n c a k iki şey a ra sın ­ da, u s ile ta b ia t a ra sın d a v ard ır. G ençlik ile sa flık bu am sız ve öngörüsiiz sevgileri süsler. S h akespeare’de örneklerini gördü ğ ü m şu biçim a ş k söylevlerine bayılırım : «Çılgın Jessica, sözlerine inanm ıy an sevgilisine ayışığında and içti : O nu ölünceye dek sevecek­ ti.» B a n a öyle geliyor ki bu h afif konuşm aları y az ark en şair, a ş k ­ la eğlenm ektedir. İn sa n hem iyi yürekli, hem de g erçek ten âşık olur d a az ko­ nu şu rsa, sey rek görülen, büyüleyici bir erdem le donanm ış dem ek­ tir. Çok k o nuşan k a tı yüreklilerin, h a tta içten (sam im î) olan lan m n d ah i b aş v u rd u k ları y a la n la ra k a rşı bu erdem i bir çeşit ihtiy atlılık sayıyorum . Sahici aşkın hâzineleri sonsuzdur. A şk a sla hesabım tu tm a z bunların. N itekim , hep v aad ettiğinden fazlasın ı v erir. Geceleyin m erdivenden tırm a n a ra k sevgiliye g itm eler de g ö ste rir bunu; hem de andlardan, yem inlerden d ah a iyi gösterir. Z aten aşık ­ la r kırılm ası kolay b ir sevginin bekçisi sa n ırla r kendilerini; sevilm e­ ğ e lây ık olm ak için çırpınıp d u ru rla r. Gençliğe güvenm enin büyük sırrı ve onu korum anın yolu da b u rad a saklıdır. O rta kom edideki a ş ık la ra gelince, düz bir gelecekten ve gelirli b ir a ş k ta n b aşk a şey­ leri y o k tu r onların. D ah a d a iyisi; bu boşuna büyüklenm e ile bu çıplak tu tk u la r ve bizi olabileceğim iz g ibi gösteren bu p o rtre le r güvenlik s a la r içim i­ ze, k u rtu lu ru z. B u 1gülm elerle yenilenir, bütünlenir, dinçleşiriz; ken ­ dimize geliriz. C im rinin tiy a tro y a gitm ediğini söyliyeceksiniz; öyle 62



E D E B İY A T Ü ST Ü N E a m a , kom edidekine benzer cim ri de y o k tu r; a n c a k cim riliğe özgü davram glar, y arg ılar, p a rla m a la r vardır, b u n lar ise h erk e ste bulu­ n u r. A ynı seklide, aşk ın çekinerek, sık ıla ra k y ap m ak istediği çılgın­ lık la r d a h erk este bulunur ve k a rsı konuldukça gelişir. Hele, u sa uy g u n b ir elbiseseyle örtülm eğe çalışılırsa, b u gelişm e b üsb ü tü n a r­ ta r. K adın lar Okulu birta k ım A m olphe’la n eğitm ek üzere yazıl­ m am ıştır. G erçi bu biçim b ir çılgınlık d u rm ad an k ap ıların ard ın d a bekliyen u şa k ların oyunlarından d ah a a z gerçeğe benzer değüdir. A m a bu eğlendirici oyunlarn derin b ir gerçeğ i dile g etird iğ i de o r­ tad ad ır. T u tk u lar, an c ak us ölçüsüne v u ru lu n ca gülünçleşirler. N i­ tekim , kıskanç ne iste r ? N eyi u m u t eder ? B elki, M oliöre’inkilere benzer hekim lere rasla n m a z h a y a tta , a m a h e r bilim, özellikle y a ra rlı v e geçerli bilim ler oldum olası biraz say g ıy a ve belirtilere day an ır, hem de h e r zam an... B undan dolayı, en büyük held m bi­ le b u rad a kendine g ü le r ve bu gülüşle kendinden k u rtu lu r; birden­ bire v arlığ ın ın gücünü duyar, birdenbire ve yalnız bu bakışla... A ld atm ay la elde edilen bir saygı ne k az an d ırır bize ? Y oksulsak, bile bile büy üklük taslıyam ayız ya. Gülünçlüğe düşm eden önem li olabilene ne m utlu. Gelgelelim, bu çeşit iyi ra s tla n tıla r b iraz da y ara d ılışa bağlıdır. K omedi u tandırm aksızın iy ileştirir bizi. Çünkü, oyun yakınlarım ızı düşünm eği önler. Böylece, b a şk a la rın a gülm e y a d a b aşk a la rın a gülünç olm a kaygısı o rta d a n k alk ar, gülm e a k s a ­ m am ış olur. O nun için, a r tık kesinlikle söyleyebiliriz : Kom edi g ü l­ me yoluyla bizi tu tk u la rd a n (ih tiraslard an ) k u rta rır.



O



63



YAZARLAR



Homeros



B



ÜYÜK şeydir İlyada. H içbir destan* y ak laşa m az ona. tn s a n önce anlıyam az bunun nedenini. Çtinkil eserde şim diye d ek hiçb ir şa irin doğrudan doğruya görm ediği b ir sa v aş g erçe­ ğiyle karşılaşır. S ayısız ölüm ler, y a ­ ralan m alar, ac ıla r ve o dayanılm az koku. H em de alabildiğine. Son­ ra , görü şm ek için cesetsiz b ir y e r a n y a n savaşçılar. Ü zünç k alın ­ tıla r ü stünde d olaşan av k u şlan , köpekler, sinekler, k u rtla r... O k a d a r ki, bu çok s e rt resim leri y u m u şatm ak am acıy la es­ k i çevirm enlerin seçtiği ince ve soylu sözcükler bile b ir işe y a ra ­ m az, y aram am ıştır. A yrıca ta n rıla rın dahi değiştirem ediği tu tk u ­ la rın g erçek liğini de u n u tm a m a k gerek. Toz, güneş, yağm u r, aç­ lık yorg u n lu k gibi dış nedenler de hep yaradılışın bu zo rb a h are-



E D E B İY A T Ü ST Ü N E ketlerini, bu öfkeli yaşayışın g etird iğ i d u y g u la n açığa, v u ru rla r. G örünüşteki kaprislerine karşın, sonunda y az g ıy a (k adere) baş eğen d estan ta n n la r ı da, bu tem el k u v v etler de aynı şeyi o rta y a k o y arlar. T a n n n ın bağışlarını belirtm ek ve erdem lerle ülkü leri res­ m etm ek istiyen ta k litç i d estan ların bozulm ası y a da zayıflam ası bundandır. Ily ad a'n ın kişileri um utsuz b ir öfkeyle dövüşürler. Bu durum şu sözlerle dile getirilir. «H epim iz b u rad a öleceğiz. P ek i am a ne için ?» îş te onların ağzından düşm iyen n a k a ra t. «Y eryü­ züne a y a k b asan y a ra tık la r a ra sın d a en m utsuzu insandır.» U s o la y lan ay d ın latır gerçi, am a hiç değiştirm ez. A ra d a bir H elene’i g e ri alm a işini kon uşurken a te ş kesm ek gereğini d u y ar­ lar, b arışı özlerler. F a k a t ta n rıla rın oyun bozanlığı yüzünden kav ­ g a yeniden alevlenir. Sözün kısası, dış ku v v etler insan ları yele tu ­ tulm u ş y a p ra k la r gibi sürükler. E lb ette bu durum da k işü e r için alınyazısından k u rtu lm a k y a da alınyazısını kendisi çizm ek b a ­ his konusu olm az a rtık . Y oksa d estan bozulur. (Bu b akm d an hiç­ b ir d estan îly a d a ’nın yolunda yürüyem ez.) B u ra d a insanoğlu d u r­ m ad an yakıp y ık a r ve yanıp yakılır, durm ad an yok eder ve yok olur. Böylece, v a rlık la rın en korkuncu haline gelir. Z a ra r verm ek y a d a z a r a r görm ek sa rh o ş eder onu. A ra sıra durur, y ap tık la rın a şöyle b ir b ak ar, sessizce boynunu büker. İşte böyledir yüce an, böyled ir sa v aşta k i insan. A khilleus’u n ta n rısa l atı, başı a şa ğ ı düşünce k o n u şu r ve sahibinin de öm rünün azaldığını bildirir. «Olsun, öne­ m i yok. B unun acısını çık arırım ben.» D ahası v a r : B u kızgın k uvvetin ü stü n e u s soğuk ışıklarım sa ça r. A lm yazısına y u k ard a n b ak m ak : İş te asıl trajedi, işte tr a ­ jed ilerin k aynağı. B ütün bun lar an c ak b ir k ez söylendi. Gelgelelim, ondan çık arıla n d ers halâ, diri ve taze. S o k ra tes'in başım sa llıy a ra k öğrencilerine söylediği şu sözler k a fa la rd a n silinm iyor : «B ir zor­ b ad a gö rü p de şa şa kaldığım ız öldürm e gücü, büyük b ir şey değil­ dir, b ir çe şit çılgınlıktır. K im böyle bir çılgından d ah a gü çlü ola­ b ilir ? H iç kim se. K im çıldırm ak p ah a sın a dünya m allarım ele g e­ çirm ek is te r? H iç kim se. O nun için uslu olun, b arış içinde y a ş a ­ yın !» Bu öğüt, b ir bilgeliğin başlangıcı oldu, H n stiy a n devrim i onu alıp geliştirdi. F a k a t biz şu düşünceden ay rılm ad ık b ir tü rlü : Bi­ rey in esenliği herkesi b a n ş a k av u ştu ru r. Oysa, küçücük k a fa la rıy ­ la bu kocam an gövdeli toplum lar, g idişatlarım h â lâ falcılık yoluy­ la, h â lâ eski g re k le r gibi b a rsa k la n n ın titreyişine d an ışarak ayarlı67



ALAIN y o rla r ve yalnızca en k ötüyü sezebilen b ir u sla büyük m u tsu zlu k ­ la rın ı g erçek leştiriy o rlar; çılgınlığı ve um utsuzluğu dilediklerini a ç ık ç a bildiriyorlar. H erk es ona s ır t çevirseydi, bu çılgınlık asla gerçekleşem ezdL



FLAUBERT f i l E d erinlikler v a r F lau b ert'd e, ne de k ay n a k la r. A ram adım c“eğil, inanın ki çok aradım , am a bulam adım . U zun sü re Böuvard ve P écuchet ile u ğ raştım . N erdeyse, y irm i kişinin o n d an çık aracağ ı şeyi te k başım a ç ık arm ak la övüneceğim. Ö yleyken, eli­ m e geçen çok b ir şey olm adı. Gözlem yerim i iyi seçm ediğim i söyliyeceksiniz. D oğru m u söylediğiniz, bilm iyorum . Yalnız, b an a öyle g e­ liy o r ki, E m m a B ovary eteklik giym iş b ir P écuchet’dir B iri ta rım ü stü n e çalışıyor, öbürü a ş k üstüne... H ani, bu buluşu d ah a d a ileri gö tü ren biri, belki de b ü tü n eserin ipliğini p a z a ra çıkarabilir. Y etişkin o k u rla ra «Bouvard ve Pécuchet»yi açık lam ak zo ru n d a kaldım . D ediklerine bakılırsa, «bu iki alığın nesiyle ilgileneceklerini bilem iyorlarm ış». A nladığım a göre, d ah a çok el k ita p la rın d a n edin­ m işlerdi bilgilerini, iyi eğitilm em işlerdi. A m a, ta şla m a la rı olduk­ ça güçlüydü. H içbir m esleği bilm eden h e r m esleği denem ekten ken ­ dim i alam ad ığım için, bu söz bana p ek dokundu. D oğrusu, şe y tan c a b ir in k ârd ı bu, insancıl olan, kuvvetle yaşıy an h e r şeyin kovulm a­ sın a yol açıyordu. Evet, h e r şeyde b ayağılık bulunabilir, f a k a t bu düşünen v ü c u tta bayağı hiçbir şey yoktur. O nda v a r olan şu n la rd ır : T a ş ra ve ta n m h ay atın ın gerçekleri, aşırı tu tk u lar, yerle göğü bir­ leştiren belli düşünceler.. O nun bu kusu rsu z ve k atık sız dönüşüm ­ lerindeki h a lk şarkısını duyam ıyan kim se yanılır, hem de çok y a­ nılır. Y azık k i san atçı o lm a k ta n b aşk a b ir şey istem iyen bu ad am , y ara d ılıştan gelen b ir bahtsizlık dolayısıyla m üziğin, h a tta b ü tü n sa n a tla rın u zağında bırakılm ıştı. B undan olacak, hep sonuca önem veriyor, çoğunca da hedefine varıyordu. Y azış tarzı, alçıdan y ap ıl­ m a k o rn işleri andırıyordu : Y alnızca g ö sterişi önem siyor, özü u m u r­ sam ıyordu; y a z ıla n içerikslz (m uhtevasız) b ir biçim gibiydi. E serlerin in ö tek i kutb u n u m e ydana g etiren Salam m bô, bu yok68



E D E B İY A T Ü ST Ü N E su llu k zincirine, sa h te ta şla rd a n yapılm a büytik b ir h a lk a ekler. O k a d a r ki, tasarlıy acağ ın ız b ü tü n renkleri, b ü tü n biçim leri o nda bulab ü irsin iz : Y ıkılan K a rta c a , çarm ıh a gerilen aslan lar, gözüne m ız ra k saplandığı için uluyan filler... Şaşırtıcı, f a k a t gerçek liğ i olm ıy a n tablolar... Güzel b ir o p era dekoru... E lb ette, b aşk a ülkelere ve b aşk a ç a ğ la ra u za n arak , an ılarla beslenen bir çarpıcı görünüm çizm ek olağandır. A m a bu, aslında, g e rç e k te n u zak laşm ak dem ektir. F la u b e rt’in p ek tan ın m ıy an bir p eri m asalım — Gönül Ş atosu’nu— okum uştum . M asalda im gelem form ü llerin e göre, etkileyici görü n ü şler ara n ıp bulunm uştu. B ir prenses, g ücünü g österm ek am acıyla, ik i kölesine, «ölünüz !» diyor­ du. K öleler hem en birbirlerini öldürüyorlardı. B unun üzerine, «kal­ dırın şu n lan !» diye buyuruyordu. H akçası, ça rm ıh a g erilm iş aslan ­ la rd a n y a d a birbirini öldüren ü cretli ask erlerd en d ah a kuvvetli bir sa h n ey d i bu. G erçekte, b ir hokkabazın o yunlarıdır b ü tü n bunlar. Böylesi y a z ı o y unlarında içerik biçim in ard ın d an gelir. Şüphesiz b u d a b ir kab iliy et işidir; am a dehayla h içbir ilişiği y oktur. M erm erin bize u la ştırd ığ ı şu yüze bakıyorum d a söylem ekten kendim i alam ıyo­ ru m : O bile insana faz la birşey verm iyor.



L A FONTAINE ^



A F O N T A IN E ’de öyle b ir büyüklük v a r ki A kadem i üyeleri­ miz b ir tü rlü ölçüsünü bulam ıyorlar. E line kalem i a la n h e r ­ kesi u m u tsu zluğa düşüren so nuçlara b ak m ak la kalıyorlar, öteye gi­ dem iy o rlar. L a F ontaine ise ağır, düzenli, değişm ez b ir yürüyüşle, yo lu n d an şaşm aksızın ve kendini zorlam aksızın b ir m asald an öbü­ rü n e geçiyor, insancıl durum ları uzun b ir şe rit gibi resm ediyor. Bu resim de herkes, tepesinden tırn ağ ın a, kendi ölüm süz yerini bulabi­ lir. Spinoza'nın A hlâklında olduğu gibi b u rad a da h erşey kendi g e r­ mekliğine g öre çizilm iştir : ilk y a rg ı önünde ne d urum da ise son y a rg ı önünde de aynı durum dadır. Spinoza’da görüldüğü gibi, b u ra ­ d a da, K u rt ile K uzu ele alınır, hem de eksiksiz olarak... A sıl seyirci (L a F o ntaine) çokluk kendini gösterm ez. Çünkü, ö»



ALAIN on a g ö re düşüncelerim iz aşağ ı y u k a rı b irer savunm adır. K endini önem sem e, büyüklük ta sla m a bu savunm ada a s ın çıkıntılar, büküntü le r y a ra tır, yersiz gülüşm elere yol açar, sonunda alaycıları a y a ğ a kald ırır. R ab elais’nin, M oliere’in, V oltaire’in büyüklükleri b una d a­ yan ır. Ü stelik, on lar oyuna da k atılırla r, gülm enin dışında du rm az­ lar. D oğrusu ara n ırsa, önem senm iyen kim se gülm ez, gülemez. N ite­ kim , u m ursanm adığını görünce hem en ciddileşir, k a s la n g erilir, kendisine saygı gösterilm esini bekler. H em de bunun boşuna b ir bekleyiş olduğunu bile bile... Gelgelelim, L a F o n tain e’de güldürücü hiçbir şey bulunm az; ne çizgiyi bozan alaycı b ir harek et, ne bir köpeksilik, ne de b ir Diogene fıçısı... B ü tün o tilkiler, kediler, köpekler, karın calar, kom şu k a ­ dın larla erkekler, p ap a zlarla bahçıvanlar, hepsi isinde gücündedir, hiçbirinin gülünç bir y anı görülm ez. D ah a a n la ta c a k çok şey var, a m a a r tık geçelim. L a F o n tain e’nin m asalların d a insan oyunun dı­ şında b ırak ılm ıştır. B undan dolayı, k ısa bir süre için y arg ıç kol­ tu ğ u n a kurulunca, A kadem i üyesinin bile eline b ir güvenlik, b ir y atk ın lık gelir, f a k a t kalem ini b ir â s a gibi kullanm ağa yeltenince güvenlik de, y atk ın lık da uçuverir. Ö nem lilik tasla m ak ta n , kendini beğenm ekten doğan bu gülünç­ lük, bu ap tallık çizgiyi zorlar. Çizgi doğru olunca desen b ay ağ ıla­ şır. N eyse ki L a F ontaine böyle bir y anılgıya düşm ez. B unun en k ü çü k izine dahi rastlan m a z onda. T um turaklı, ağdalı an latım ı be­ ğenm ediği gibi, bağışlam az da. Onun m a salların d a şım arık lık da y e r alm az. Güçlü y a ra tık la r bile kendi sınırlarının dışına çıkm azlar. N itekim , aslam n çenesi dişlerinin biçim ine göre ay a rlan m ıştır. K e­ di, pençesine g öre davranır. Tilkinin kurnazlığı burnunun ötesine geçm ez. Leyleğin sersem liği g a g a sın a göre belirlenm iştir. B u yüz­ den b ir v arlığ ın biçim i yapabileceği kötülüğü köstekleyince, bundan katık sız b ir sevinç doğar. Böylece, kötülükle b irlikte kendini beğen­ m işlik de gözden silinm iş olur. T ab iat am ansız oyunlarıyla gülüm siyem ez artık . Şim di gülüm siyen b iri v arsa, o da, düşünürdür. A m a dü­ şü n ü r de te k b aşın a büyük b ir düşünce getirem ez. B u rad a E sopos İle kölenin h ikâyesini analım : Alıcı, kölenin a y a k la rıy la dişlerini gözden geçirir, tıpkı bugün bizim a tla r a yaptığım ız gibi. E lbette, bu d u rum da düşünce y a yok olur, y a d a ü ste çıkar, basbuğluk eder. E fendi kendini çok sever, yöresindekilerini p ek um ursam az. Köle ise d ah a elverişli durum dadır. Ç ünkü efendisi, önünde b ir ırm a k gibidir, onun b ir ye­ 70



E D E B İY A T Ü ST Ü N E m iş ağacı, b ir rü z g â r gibi... B u n lara kendini iyice uydu ru r. Öyle ki, a r tık n e bizi görür, ne de onu gördüğüm üzü sezer. E tin ko k u su n u a la n b ir köpek gibi y arg ılarım ıza k u la k asm az. K andırılm am ış ve şı­ m artılm am ış olduğundan, kölenin, b ir yerde köleliğe özgü b ir dü­ şünüşe v arm ası, y an i bir düşünce doğurm ası g ere k ir. H iç iyi kıral, iyi yargıç, iyi k a p ta n görm em iş kim senin gözünde, yalnızca ta n ı­ dığı k ıra lla rla k a p ta n la rın y arg ıçları vard ır, b a şk a tü rlü y arg ıç yo k tu r. B u y a rg ıç la r ise, pençelerinin uzunluğuna göre insanı tır ­ m a larla r. Gerçi, d ö rt yıl sü ren ask erlik h a y a tla rın d a köleler bazı şey ler öğrenm ek fırsa tın ı bulurlar, f a k a t iyilikle kötü lü ğ ü o rta d a n k ald ırm ak için u m u tlan m a k ta n b aşk a b ir şey yapam azlar. L a F o n tain e’in dehası, kendisini yok gibi gösterm esinde v e dü­ şüncesini eylem lerine hiç k a n ştırm am asın d a d ır. E sopos’t a görülen bu özellik, böylece onda yeniden canlanır, çalışm ıyor sa n ılan b ir el­ le yeniden biçim ledir. N erdeyse insan, çalışm azlığın, çekim serliğin bu b ü y üklükte tem el ta şı olduğuna inam r. D oğrusu ya, çığ ırt­ k an lık la kendini beğenm işlik zekâyı köreltir. İşte, E sopos’u n g ücü de b u rad a belirir. Bu güç, yüzyıllarca b ir insan ard ın d a dolaşır d u ru r. H iç m i hiç zorbalığa y anaşm ıyan b ir insan ardında...



• GOETHE Q



O E T H E ’yi ta sarlıy o ru m : E linde yerbilim ci çekici, d ağ a vu­ ru p duruyor. D ağın, birbirine benzem iyen acaip p arç ala rın ı m asasın ın üzerine dizmiş. O nlara b a k m a k ta n yorulm uyor. D u rm a­ d an gözlüyor. Ç ağım ızda, kud u rm u ş tekn iğ in bize u n u ttu rd u ğ u b ir zihin işlevi bu. Gözlüyor. E şy ay ı değiştirm eyi düşünm üyor. K afasın ­ d a b ir m akine düşüncesinin oluştuğunu hiç sanm ıyorum . M eister adlı eserinde ölüm süz m eslekleri dem ircilik, m adencilik ve dokum a­ cılık diye a y ın r. İşte gene a r a verm eden d a ğ la ra vuruyor. D oğrusu, se rt, sa ğ lam b ir adam . N erdeyse, yum uşak, sıvık şeylere düşm an olduğunu söyliyeceğim . Benliğindeki sıvık y a n la n —gençliğini, tu t­ ku ların ı— silkip atm ış. B illur ân ı ve d u rgun ışığı bekliyor. Iphigenie oyununun güzellikleri b ir bakım a m adensidir; b u n lar ölüm süz an lard ır. G oethe’nin şiirlerini sesli b irer m adde gibi y ak a lıy a n la r 71



ALAIN bunu gö reb ilirler; yere v u ra n a y a k la onun sıçray an yankısını v e d o ğ u rd u ğ u sıkı, düzenli m üziği duyabilirler. G oethe soluğunu v e du­ r a k la n a y a rlıy a ra k şiir deyişini (inşadım ) en k üçük ay rın tısın a de­ ğ in düzenlem ekten hoşlanıyordu. Gözünde —o k esk in ve şaşm az gözünde— tiy a tro dünyadan d ah a sert, d ah a sa ğ lam b ir nesne g i­ biydi. Ç ünkü tu tk u la n yak ın d an izliyor, k o rk u lu h a re k e tle ri nesneleştiriy o r, a teşleri elm as gibi tu tu p b ir a ra y a topluyordu. F a u st bu a tılg a n oyunun şu u rla rı üzerinde k u ru lm u ştu r. M eister’de d e ay n ı ölçü, felâ k etlerin en coşturucularından biriyle soğuk b ir esenlik ve duyg usu z b ir am m n aşam a ları ara sın d a aynı o ra n tı görülü r, ö y ­ le ki, bu g ö rkem li yapım n zincire vurulm uş a m a p ek yatışm am ış tu tk u la rla titre d iğ in i söylem ek yerinde olur. K a r a ve d u rg u n b ir b a­ kış, h an çerlerden ve çırpınm alardan d ah a fazlasını düe g e tirir. Şiir dediğiniz de nedir, dayanılm az b ir d a y a n a k değil m i? M eister’in yapısı, uzun boylu incelenirse, sonunda, W e rth er bil­ m ecesi çözülmüş, hiç değilse aşağ ı y u k a n çözülm üş olur. N ite­ kim in san hem en şunu seziverir : U m utsuzluk, h e r şeyin b ittiğ i ev­ lenm e sırasın d a o rta y a çıkm az; çok sonra, um udun geldiği, h a tta —iyice o k u n unca anlaşılacağı üzere— aşk ın kesinlik kazan d ığ ı sı­ r a d a o rta y a çık ar. D em ek k i çelişm e tu tk u y la dış o la y -a ra sın d a de­ ğil, tu tk u n u n içindedir, istiyen y a d a istem iyen, ara d ığ ı şeyden k o r­ k a n tu tk u d a d ır. G oethe tutkulu, gözüdoym az kişinin d ü ş( k ırık lık ­ la rın ı b ir a ra y a g e tirir. O nun için W erther, za m a n zam an, in san ların dü n y asın a ve büyük işlere k arışır. B u k a rışm a N apolyon’u n dahi gö­ zünden kaçm az. G oethe’nin te rsi b ir kişiliği olan N apolyon, işlerin i zo r yoluyla y ü rü tü y o rd u (am a bu uzun sürm edi), im p a ra to rla şa­ i r ara sın d ak i edebiyat ta rtışm a sın ı F . de M uller bize şöyle iletiy o r : «Napolyon, W e rth e r’i yedi kez okuduğunu söyledi. B unu d o ğ ru la­ m a k için de rom anın derin b ir çözüm lem esini y ap tı : B azı p a rç a la r­ d a b aşarısızlığa u ğ ram ış açgözlülük güdüleri (m otifleri) tu tk u lu a ş k güdüleriyle karışıyordu. Bu d urum in san ta b ia tın a uym u y o r­ du; üstelik, aşk ın W e rth e r üzerindeki dayanılm az gücünün o k u r­ la rın k afasın d a y a ra ttığ ı etkiyi de zayıflatıyordu. Y azar bunu niçin yap m ıştı ?> G oethe hepsine h a k verdi. B a şk a ne yapabilirdi ? Y um uşak ve sıvık olanı yenm ek için kendine göre b ir yol tu tm u ştu . Bilm ek. Y ap­ m ak. Gelegelelim, s a n a t uzundu ve eser b ü tü n so ru ları k arşılam ıy o r­ du. Yeniden y aşam a k için önce ölm ek g erek tiğ im bu K o rsik a'lıy a 72



E D E B İY A T Ü ST Ü N E n a s ıl aç ık lay acak tı ? M eister cehennem den, ölüler ülkesinden g el­ m işti; F a u s t da, G oethe de o rad a n gelm işti. E lbette, yenilgiye uğ­ ram ış b ir açgözlü olm ak iyi değildir, a m a gözüdoym az b ir ölü ol­ m a k iy id ir : in sa n olm ak dem ektir. A n cak o zam an büyük b ir du­ k alığı yönetm ek kolaylaşır, h a tta insan bu işi sevebilir de. A n cak o zam an, G oethe’nin, günde b ir çeyreklik b ir sü re içinde im p a ra to r­ luğu, h a tta im p a ra to ru çekip çevirm eyi n asıl becerdiği anlaşılabi­ lir. Ç ünkü tu tk u la r hiçbir şey yapm azlar, f a k a t tu tk u la rın an ısı çok güçlüdür, zo r olanın a r tık geride, u z a k ta kaldığı düşüncesiyle h e r SPyi yapabilir. Belki N apolyon an lıy am am ıştı G oethe’yi, a m a k a r­ t t ı o lan b u varlığı derinden duym uştu. Tıpkı, içine girem ediğim iz şeyleri d u y ara k anladığım ız gibi. N itekim , konuşm anın sonunda oıun için şöyle d e m iş ti: «İşte b ir adam .»



HUGO ÎLE STEHDHAL



H



U