Divan Edebiyatı Beyanındadır [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

ABDÜLBAKİ



g ö l p in a r l i



DİVAN EDEBİYATI BEYANINDADIR



MARM ARA KITAHIİVI



İSTANBUL t 94 S



Divan Edebiyatını yeni bir görüşle inceleyen bu eserin teıtibi



İstanbulda



yapılm ış



M a rife t



ve



basılmıştır.



M A R M A R A B asıınevlnde B asım evind e



1945



yılında



Hayat daimi bir oluştur ve yaşıyan,~her an kendi kendisini imal etmektedir. Kaya gibi yerinde duran, nabzı bile atmıyan, kaynayıp taşmıyan, köpürüp coşrnıyan, hayat ve hayatiyet eseri göstermiyenlere şu kadarcık bir sözüm var : Siz, durduğu­ nuzu sanıyorsunuz ama zaman akıyor ve siz de bu akışın içindesiniz.



Fuzulî der ki : Âşiyân~ı murg-ı d il zülf~î perişanındadır Kande olsam ey peri gönlüm sertin yânındantr Işk derdiyle hoşam el çek ilâcım dan tabıb K ılm a derman kim helâkım zehri dermânındadır Çekme dâmen nâz edüp ûflâdelerden vehm k ıl Göklere âçılmasun eller k i dâm ânındadır Mest-i hâb'i nâz olup cem'ei dil-î sad-pâremi Kim anın her pâresî bir nevk-i m üjgânındadtr Gözlerim yâşın görüp şûr etme nefret kim bu nem O l nemekdendir ki la*l*î şekker efşânındadır Bcs ki hicrânındadır hâsiyyet-î kat'-ı hayât O l hayât ehline hayrânam ki hicrânındadır Ey F uzulî şcm*veş mutlak açılm az yanm adın Tâblar kim sûnbâlünden rişte^î cântndadır



B e lk i güzel, fakat çevir yaprağı artık!



bu



Baki de şöyle s a y ık la r: Z ü lfü n î ğörsem izârın üzre ey vcch-ı cemîl Sânuram zenci r şeklin bağlamıştır selsebîl Secde-î hâk-î ser~ı kuyunla mâh-ı çârdeh Çi/ıre-ı zerdin gnbâr-âlûde kılmış bir zelil C ûm i- i ışkında yârın çcrh bir k ın d îld ir Âftâb-ı âlem-efrûz âna bir rûşen fit il Yollar etdî çihre-ı zerdinde seyl-î eşk ile Çeşm-i giryan benzer ol sakkaaya kim eyler sebil Muntazır olsa nala nerkis gubâr-ı râlıına Tutyaya B âkııjâ muhioc olur çeşnı-î a lil



_ju yaprağı büsbütün çevir; bu, sana hiç bir şey söyliyemez.



N ef ’î de Hem kadeh hem bâJc hem bîr şûh sâkîdir gönül E hl i ışkın hâsılı sâhib-mezâktdır gönül Bir nefes dîdâr içün bin can fedâ etsem nola Nîce demlerdir esîr-î iştiyakıdır gönül D ildedir mihrin ko hâk olsun yolanda cân-u ten Ben ölürsem âlenvt ma'nîde bakidir gönül Zerredir amn^â ki tâb-ı â f t â b ı işk ile Rüzgârın şemse-î tak-u ruv âk ıd ır gönül Etse N ef'î nola ger gönüyle dâim bcznı i hâs Hem kadeh hem bâde hem bir şûh sakidir gönüL



D e r. Bırakalım; hiç, ama hiç ayıl­ masın !



Nâilî merhum da Hevâ-yı ışka uyup küy-ı yâre dek gideriz Nesîm-'i subha refikiz belıâre dek gideriz Pelâs-pâre-i rindî be dûş-u kâse be kef Zekât ‘ 1 mey verilür bir diyâre dek gideriz Virûp tezelzûl-ı MansûrU sâk-ı arşa temam H u d â H u d â diyerek pây-ı dâre dek gideriz Tarîkti fâk a d a hem kejş olup SenâVye Cenâb ‘ 1 K ülfıani't lây^hâre dek gideriz Felek düşerse kef-i NâilVye dâm ân ın Seninle mahkeme-î G irdigâr’e dek gideriz



Derniş. Varsın gitsin; o bilin­ mez diyara, o gidilince gelinmiye cek ülkeye gitsin de gelmesin!



Nedîm Efendi de N â z olur dem -hesle ceşm-î nînı • kâbından senm Şermeder reng'î tebessüm la'l-i nâhtndan senin A çılar elbet ncsîm~î nevbehâr essün hele Bend~î d il muhkem değil bend~ı nikâhından senin Z â h id â m azur tut cildinde sıklet var biraz Güzelin fehmolunur hacm-ı kitabından senin Bezme bir dâh i donup gelmek değildi niyyetin Gittiğin vakt anladım ömrüm şitâbından senin Zülf-i pür-ç\ninle hem-dûş oldu cânâ kad çekûp Sünbül^t hâb-ı tegâfül câmehâbından senin Çeh değil sîb~î zenahdânında yer kalmış Nedîm Zahm-ı engnşt-ı nigâh-ı intihâbından senin



D iy e söylenmiş, incelikler gös­ termiş. Göstermiş ama ne o âlem kalmış, ne incelikleri!



İÜ



Şeyh Galib de şöyle demiş: O bahr-i cezbede kim gönlüm ıztırâba gelür Gü/ıer derûn-ı sadefien çıkup habâba gclür Döner sahîfe-î Erjeng*e bâliş-î kıştım Gehî ki cilve-i nazı hayâl-i hâba gelür Safâ-yı nûr~ı sabûhı bulan sii/elı -mestin Gözüne kâse-i horştd bir luırûbe gclür Riyâz~ı reng-i cemâle gider bu hûn-ı sirişk O rûhdan ki geçüp bûy-ı gül güldba gelür Hat-î freng gibî zülf-ü cbruvan geç-ü meç Ne anlanur rakain-ı mekri ne hisâba gelür Edf^ple dûmen-i zülfün öpor gf'lüp bir bir O fitneler ki »sc'/j-; /lüsnc intisaba gelür



V e hayaller kurmuş, yeryüzüne bakmamış bile. Ama ne olmuş, demeseydi, o hayalleri kurmasaydı âlemde ne eksiklik olurdu ki?



11



Biz dc bu tim kuUandıky bu dilden ve bu dillcy anlıyanlara kötü şeyler yazmadık, işte o geveleme­ lerden bîr tanesi : Kaametin gülşene bir neşı>e~i nıüzdâd gelir G ül bu sahn-ı emele mest'ü s e r- âzâd gelir Ney susar bülbül öter gonca gülümser yer yrr Müjde-î fasl-t behtir eylemeye, bâd gelir M edd'ü cezri elemin gamzene tesîr etmez Bezm~i gamdan nigehin şâd gider şüd gelir Zevk-ı hicranın ile öyle harâb oldu ki dil Jfve-î dem-be demin âşıka h îd â d gelir A şk gam -perveriyinı vaslına erseni lebime D â k iy â nagme-i şâdı yine feryâd gtlir



Fakat ne çıktı bundan, biz ne anladık, âlem ne anladı ? Yeter, çevir bu yaprağı da, çe­ vir ve bir daha açma artık!



12



Hâlâ bu dili kullananlar varsa kendileri söyiiyecekler,



kendileri



dinliyecekier, az bir zaman son­ ra susacaklar, bu gök kubbede seslerinin aksi bile kalmıyacaktır. Hâlâ bu yolda gezenler varsa bu hayâl ikliminde yapayalnız ge­ zecekler, arkalarmdan gelen kim­ seyi de göremiyecekler, izleri bile silinecektir. Biz, bize gelelim şim di:



Giriş Y ü zy ılla r önce : Saadetlü padişah, ölmeden saraya ölümün ağırlığı çöker. Baltacılar, ağır ağır gezinirlerkeh ayaklanma seslerinden ürkerler. Enderun hademesi^ fısıltılarla ko“ nuşur; İç ağalan, dışarı çıkmağa korkarlar; cüceler, biraz daha yere gömülürler; ak ağalu'in beyaz yüz­ leri biraz daha, sararır; harem ağalarının kuzg^uni ratları ağarır; dilsizlerin gözleri, biraz daha küçülür, işaretleri görülmez olur. Haremde valde sultan, derin bir yastayken ha­ nını sultanlar, beşiklerin başlarında sessizce ağlarlar, iakat,' çocukları kız olanlar yalnız üzülürler. Erkek masumlar bile beşiklerinde huysuzluk etmez olurlar, yalnız masum ve anlamaz güzlerle analarının yaşit gözlerine dalarlar. Herkes, dışarda • ayak sesleri lozer, herkes korkudan nc yapacağını şaşırmış bir hale gelir. Sahip devletin küçük, büyük bütün oğullan, her an cellâtları beklerler, tertibini bozarak apteı alırlar, rikatlannı şaşırarak namaz kılarlar, şımarıkhk* lan derin bir sükût ile artık tamamiyle örtülür. En fazla müteessir olması icap eden veliaht, en deçin bir ümitle en engin bir korku arasında bocalarken ni­ hayet saadetlü padişah irtihali dari baka eder ve . . . ertesi günü, dünkü korkak veliahtın emriyle beş, on, onbeş; nekadarsa şehzadei civanbaht, şehadet dere­ cesine yücelir; beş, on, onbeş ; ne kadarsa şehzadenin



14 kayıllan görülür; küçüldü, büyüklü, irili, ufaklı ta­ butlar, babalarının . tabutunu ve birbirlerinin tabutla­ rını takip ederek saray kapısından Ayasofyaya dojru buhurdaniardon tüten dumanlar ve kokular, hafızların ve naat okuyanların ağızlarından yükselen dinî ve tnistik nag^meler ve teraneler arasında parmak üstün­ de aheste aheste sag;a sola selâm vere vere gider. Sarayda hıçkırıklar boğulur, göz yaşları silinir, dü­ şen devletlilerin yerine geçen yeni devletliler, yeni hileler düzmeğe, saraydakiler, bu yeni devletlileri elde etmek için yeni vesileler bıılmag;a koyulurlar ve Kanunu Alİ Osman, bu suretle icra edilmiş olur. Bu sırada şair, henüz sahip devlet ölmeden ölü­ müne, yenisi tahta çıkmadan cülûsuna en güzel tarihi düşürmek, en san’atlı mersiye ve kasideyi yazmak için odasına kapanır, sol dizinin üstüne oturur, sagf dizini diker, Önündeki çekmecenin üstünde duran yazı takımından eline bir kamış kalemi alır, hokkaya banar, gözlerini duvardaki celi sülüs ve lâlik levha­ lara diker, sedirin üstüne nçıp sıraladığı yazma di­ vanları, o divanlardaki tarihleri sijzer, sag; dizine al­ dığı Hind abadisi kâğıda arada bir gıcırtılarla birşey* İcr yazar, hesaplar, oflar, puflar, nihayet uyuklamıya başlar, yatak odasına geçer, rakamlı ve mısralı bir uykuya dalar, vezinle horlar, kafiyeyle sağa sola döner. Uç beş gün sonra divanların sayesinde tarih­ ler düşürülmüş, mersiye ve kaside ayni zamanda ya­ zılmıştır. Bîat merasimini müteakip yazılar sunulur, bekleme odasında hünkârın daveti sabırsızhkla bek­ lenir. Maksat, yeni padişahın iltifatına nail olmak de-



15 Jildir. Çünkü eskisine acınmak, binlerce vesileye baş vurularak elde edilen mevkii kaybelme korkusundandır. Bütün bu yazılar, birer vasıtadır; g^ye, haznedarın sunacag-ı mühürlü atlas kese ve kesenin içindeki altınların kemiyeti, ne suretle olursa olsun bu ihsanların kesilmemesi ve eksilmemesidir.



Günün birinde uzaktan uzağa bir uğultudur d u ­ yulur. Yavaş yavaş üsküfler seçilmeğe, teberlerin, kı­ lıçların parıltıları görülmeğe, «İstemeyiz», yahut «Ve­ zirin başını isteriz» naaraları duyulmağa başlar. Sa­ rayın kapıları kapanır, içerden bir nefes bile duyulmaz. Saray kapısına gelen kalabalık, gürültüyü had­ den aşırırsa ya vezir, bizzat çıkar, bir iki kişiyi de-* virir, nihayet gözü patlar, kallavisi düşer, ayağına takılan bir çelme ile yere yıkılır, üstüne üşüşenler, cesedini param-parça ederler, ayağına ip takıhp yer* lerde sürünür, ölüsüne hançerler saplanır, gürültü gök kubbeyi sarsar... Yahul da sarayın surundan boğul* muş ve henüz boynundaki ipin izi kaybolmamış sap­ san yüzlü bir ceset, aşağıya atıhverir. Padişah, taht­ tan indirilmeden bu kazayı atlattığına memnun, sinir­ lerini yatıştırmak için o akşam hasekilerle dem çe­ kerken şair, odasında__önüne bir„dlvan_açar,-şarap kadehin^ dalar, öldürülen eski velinim eti.düşünmez bile. Bütün düşüncesi, yenisine çatmaktır. O , önündeki divandan ilham alarak yeni velinimete bir kaside yazmakla meşguldür.



16 Hayat membaı güneşin öldürücü hararetine karışan isimsiz sefalet, köylünün yüzünü san kara bir rçnge boyamıştır. Avurdu, avurduna çökmüştür. CansiE îfözlerle görmeden bakar. Çıplak ayağına geçirdiği hırpani çarıklar, altı şahrem şahrem olmuş ayaklarım yere bastırmamak için değil, âdet olduğu için g iy il­ miştir. önündeki tuz yüklü eşeği, kendisinden zayıf­ tır. Yanında, elindeki sopa kadar kuru ve çıplak bir küçük var, kendisinin küçüg;ü, yarının büyügâ ; eğer yetişirse. O , koca öküzün ayağı kırılmadıkça ve kırılınca dn etine müşteri çıktıkça et yemez, şeker nedir bilmez. Yalnız misafir gelince tavada kavurup dibekte döğdüğü iki tane kahveyi misafire içirir, sey­ reder. Gecesi uyku ile baygın, gündüzü işle yorgun geçer. Tekne başında soyunur, lime lime çamaşırını ip başında giyer. Yalnız saraya ait has araziyi ek­ mekle, tımar ve zeamet hırsmı yatıştırmakla meşguldür. Fakat şair, bütün bunlardan habersiz, velinimetleıle mehtap salalarında vakit geçirir, çırağan zevk­ lerinde bulunur, helva sohpellerinde nükteler söyler ve yine evine kapandı mı bütün bu âlemler için divanları karıştırarak kasideler düzer; sevgilisine de hep birbi­ rinin ayni ve Önceki şairlerden farksız gazeller yazar 1 Nihayet günün birinde efe bir köylünün ayranı kabarır, birkaç babayiğitle dağa çıkar. Bunlar da geçinmek için köylüyü yemeğe mecburdurlar. Fakat köylü, hünkârdan ve pnşa kullarından o kadar bez­ gindir ki eşkiya hakkında menkabeler düzer, toktan alıp açı doyurduğuna inanır, evliyahğına hükmeder. Sonunda paşa kulları, yahut yeniçeri ordusu gelir,



17 yine köy haraca kesilir, bu sefer tohumu da, öküzü de eUlen gider ve eşkıya, ya öldürülür, bnşları IsInnbula yollanır, yahut yaralı olarak tutulurlar, bag-Inıup ıncrke/.e siiriıkicnirler, Ulke yıkım üstüne yı­ kılmalarla yıkım yıkım yıkılırken şair, bu gazayı ta­ rihlerle, kasidelerle kutlamaktan utanmaz i



Ordu, kcıuli ağırlığmı yağmalayıp dağılmış, zor zoruna bir sulh yapılmıştır. Tarih, bunu müphem sa­ tırlarla kaydederken şair, deıhal padişahın bu zafe­ rini tebrik eder, hünkâra ve ve/.irine kasidelerle zafer çeletıkleri örer !



Mahbubunun busesinden aldığı liararet, daha du­ daklarında ve son kadehin lezzeti, damağındayken bir örfilin in «lüştüğünü, başka bir örfilinin müftil enâm oldug^unu duyan şair, alkol kokusunu, sürün­ düğü jrül 'og-iylc bastırıp ayaklan dolaşarak babı fet­ vaya ^rider, dili dolaşa dolaşa nıüftil enamı candan tebrik eder v e . o akşam yeni l)ir tarih düşürmek, yeni bir kaside meydana «fctirmek için eski, yeni bütün divanlara bir kere daha baş vurur j



Koy, .sehiıdrn lit'frel eder, scliir, kiıye bakniHjVn tenezül etmez. Merkez, civarı ancak para almak için düşünür, civar, merkeze inmez eile. Medrese, bütün yeniliklere düşmandır; saray, hepsiyîe hoş gcçinmeg^e D iv .ıı



]*';ciiire sâki-i dcl)r Nahl-i işrci ıt-şclı/ilınılan ;ıla ııcşv-il nemâ



§ 2



Kftnt;ı nıâhıtı bilınezeıu m ihriyle olm uş zâr stıhl» J/e r J in in



/'vlcJ' h iilk ;ı t)ir d;‘nj-» ııilıa n eı»c(im



chişt her yûşe bir UAğ-ı ircın



/ r v k ı o rind eyler teınâm kini lû ta ınesi-U fAdkftın B it elde cAm-ı lâle • fâm bir elde züU-î ham - bebam



§ 9



Nâgeb ^e türür d ty ü sabâ mûjde-i



v&slın



Başdan A>aj>a şAh>ı gül-i ter («ibi f;AfUK



§ 10 G üller de nâ > şüküfte ann kim kııiak tutar HAlin kim(' şikâyet cdt* Aiıdeltb'i rXt



§ 11 G ül sAgann pür etli gelio ^>ür h u ııiş olun Y a n ’ni erişti vakt>i tarab bâde - nı'iş olun



S 12 G önüllerden s a fi c.âmivle |»anı dOı oldui^un görsek HarâbAtın yint' bir dâlıi ıııa'nu'ır



o lduğun görsek



Ziyû&ı dU^&v cnm-ı lUtAbıi cAm*ı salıhAıu» YiııO ol h f tıifi lAıiU jıür nûr uKluğuu götsek



13 Mceciddc riyA • pif^elrr rtsün ko liyAyı Meybâneye gel kim



ne aiyâ var ne ınürâyi



§ 14 A}Aj di­ ye onu kandırmada, baıgka birisine, annesinden cuma namazına gidiyorum diye izin alıp kaçmasını tenbth etmede (^), on be^ yaşında sarıklı, cubbelİ, gül ya­ naklı ve kerrakeli bir diğer sevgiliye diller dökme­ de ("), bir dijerine diye sormada, tıraş olan bir başkasına da bir şarkı yakmadadır. (“ ) H ind’den, İrandan mı Yunan’a gitmiş, Yunan’dan mı âleme yayılmış? Nc olmuşsa olmuş işte. Yalnız bu gayri tabiî aşk, şairlerimizin birinde, üçünde, beşinde d c jil, hepsinde vardır. Çar ebru güzel, yalın yüzlü ınahbup, tıflınaz, taze nihai civan ve hattı sebz-ye­ şil yazı, yani sevgilinin yanaklarmda yeni terliyen sakal, Divan Edebiyatının başlangıcından ta «Hubanname» ve «Deftiri aşk> a kadar bütün bu şairlerin ag^zınduki çengel sakızıdır. Kızdan bahis, pek ayıptır ve bu edebiyatta yok denecck kadar azdır. Fakat Ş âiriz şeyn verir şanım ıza Giremez fâhişe dîv ânım ıza hükmü, bir nassı kaatı’dır, makabline de şumulü var­ dır. Acaba bu şairler, Ög;dükleri gençlere Aristo



31 mantığını mı öğıctiyorlar, Sokrat felsefesinden mî bahsediyorlar, rnst makamını mı geçiyorlar, vahdet feyzini mi veriyorlardı? Şairlerin içinde sevgiliy can nakdini verenlerle bayramdan bayrama elini öpmekle kanaat edenler var. Fuzûli'yi, bîr kadın aşkını, Mecnun'un Leylâ'ya sevgisini yaıdıgfindan kınayanlar bile çıkmıştır. Hatta tabiî aşkla yanıp kavrulanlar bile bu umumî telakkiye uymuşlar, kendilerim kınanmadan kurtarmak için sevgililefinî sakallı, bıyıklı olarak meye mecbur olmuşlardır. Zamparaya çarşaf giydiıilen ve rnkkns bulunmazsa rakkaseyi erkek kılığında oynatan bir devirde bundan başka ne olabilirdi ki ? Haydi, bütün bunları hoş görelim, zevk meselesi. cjcyip geçelim. Bari bu adamlar, sevgilerini ve sev­ gililerini, duydukları elemleri, sürdükleri zevkleri, feragatlerini, fedakârlıklarını, aşklarının seyrini, çeşi» dini, anlatabilmişlermidir ? Aşk, zaman içinde za^ mandır; Aşık, mekân içinde mekân seyreder, ö m ü r içinde bir ömürdür sevgi. Bu neşeyi, bu tatlı acıyı, bu insana dünyayı, olduğundan güzel gösteren, ya­ hut bütün â*emi karartan, hiçe saydıran, bir an içine bin bir an sığdıran sihri aksettirebilmişlermidir ? Bilmem, kendilerine soralım. İşte Divan Edebiyatın­ dan bir aşk ve bir sevgili: «Anberlcr snçnn sakal, yanağına bir habcş kölcıliye ar/t deyim dedim ama o gö­ rününce ben, kendimi göremiyorum ki. Ey, onu gü­ rünce ah etme, sabret tliycıı, sana kolay görünüyor bu amma bana nede }^üç ! Ey a^', ne yaman okçu­ sun ki bakış okunla yerlere yıktığın avda ne yara görünmede, ne leııırcn ! Galiba j>ölünü yine bir gü­ zelin züUünc vermiş ki Fuzûli’nin hali, ptk dağınık görünüyorl » (^'*) huzûli’nin en güzel gazellerinde biri olan bu gazelde iki güzel beyitten başka ne var? İki güzel beyit v;ır ama bu sevgide ve bu sevgilide bir husıiMİycl yok! I î.ılclî, bir okçu jjiiy.t^linc ve an­ laşıldığına göre bir Yeniçeri erine ^Okım (lüşınanlanıı göğsünü yaraladıkça deli âşık, hasretle göğüs geçir­ mede» diyor, Hu suretle sevgilinin düşmanı yerinde olmayı istiyen, onun tarahndan oklanmak için gö­



3:i ğüs trcçiren hakiknlen deli âşık, yine ayni gazelinde «Sevgili ok atsa derhal gözümü mşanlar, keşke hedef yibi başlan ayağa g^öz olsaydım » demekte. Hayyam’a özenip flözde rubailer yazan ayni şair, sevgi­ linin nazlann na'/lana ve binde bir yanına j^dip de derhal jfiltig^ini, ancak para ve civa ile anlatabiliyor : «Güneş yanağı, hüzünler yurı>l;fAtı A l)il- Î hnbo(fWUı M\ Ol



bAl-i s i y c U



Yâkût



bili



ıry U ui»



lU l â l - ü



birisi



tcbluı



nıc tc aı ı



Z ü lf- i şiycbİD m übarek olsuu Z î bâ cib -i a nberin - ^irîbau



îrüp ^erc(e şaîd olurdu Kul olsa ej'cr 6 ınAha kcyvan 11



Anzm âb-ı oûbdır gftyâ Zckaum bir b&bâbdır yûyA



ü 14



S c r v 'i âzÂd k a d in lc



b&ua y e k ta n ^ ^ f ü n ü r



N e y e se ı- ge ^tc o la n



b a k s a b ır â ın a n



g ü r iiu k r



§ 15



O ld u k la G öğsün



okuu



îa h m - z e n - i sine - i a*dâ



g e ç ir ir h a s r e t ile â ş ık - ı şeydâ



T i r atsa nişanlar güzündü y â r nolaydı B a ş ta n



a y a ğ a dide oİAydını /ire li asi



§ 16



M ilır ^ î r u h u



v c ıs c b cy t- i u h z â ıu ın a



J^ıtlııuı\. ne u m û ııın



3



VaV SİjvMvî 1;İVjİ «\CSV;'>»C-YÜ n iı;> 'llû l S ik iiJ 'i



nı.-4s la b a - l lıâ n t- i



Aıı\u V c y f iy y c liın ’u Z i'ılıid â lıâd e - i c ıı;;û ı A y^-u



4



A le m i n



cy lc



lıâ li



.



h u c lu ı



,a bii^ııulii l)û^



4S lliiH iıp



ijiik ıe l



V ııs lıtâ



C e n â n î’ d o n b u



lııın dA iı



eyle pftş



prT ulî



o lu i) lıi c ıâ t ı i(,'üıı ç c k ın t' e le m



al»viil-i â le m



}>:lh ifâdî f'â h



};am



Îİ K im Kİm »(('Htı



/III



!!•' multMitlımn ıı*



oU)rUı* /tıht'kiı'k no



M iiK k ’a JcCviz-i lu ıif tr c l K ı l sÖ7,ivm â ı i f M ilin d i G am -u



I ü»‘‘



Un«Uı



ne f l c m



ı.eJ( ne



Itcıle ı



is e n Rû^j-ı k a b û lc g e v h e ı



k e n d ü y e z ^ v k ı- lın e d ir â le m d e fâ d i- i f ^ le k



lıü n c ı



b ö y le g e liir \»öyle ıjid e r



§ K lcy lia h â b ı R İb i ıne y U rıncd c b i r cv d t ıt u lıa n İ k d ' j cnt;v»ı



b ir



A ls a lı u



d în



M c s t- ii



m c d lıü ş - u



H ia y a l)nş a,n



ile d ü n y a y ı ^ a ıâ U a s n lu liiin h a ıû b û liy - v l lti*b;»k



Nc



ti)iilk - ü



Ne



m ü lk - ii m ıU dcrı sıvûıe k ıls a



ıııâJ baıı;l



IC gerçi m ü f l i s ' ü D e ın â d e m (jö n ü ld c (iö i^ ü m



ü y le nakd-i



lıı/â n c - i



ın e s ı- u



o lu lin ^



vcrsu ı n r m n û n t ı n m a lız û n a m



m u lı« k k a ı- ıt d ılııa m



Im y û l e y lc r o ın



k i K ii t r ı n 'a m



v efa }»cnci liy k la ’ l-ü g ü lte r



p in liiin î



v e li



fil h âki l(,'clim d o lu d olu sun sûkî



§ n i ı n îm



nc^’c say bu ciliAniD b c h â n n ı



B ir sı\nar*ı keşideye tu t late>eârını



D il |;iııbi (Miıiısır olmn rrvA ini ki K â'ltrn in ]*ly lıAce yılda liir KÜjıUrüılcr i 'u b A ııu ı



§



46 10



S îııe d c



e v v e l ue m u ü n k



û ttû U r



vât



id i



§ 11



Kcl.\ ıncvc - âveı*) ^;inl;ılj-ı lıu yrcl ııâ h u d â ın c fk û d Al)âıı-) fclck~î At



tn c y d iiıiın a



ŞâU sânna



.sîııe - k ild A zı se y re t



d ik tî



asup



^ectT-î



v ak v A lii



l)u n c;ı te n - î n r y â tn



O lt lıı [ n 'jn u ir d c lc ı ili d e f te r i



lu ı ovı;V Pervane kelimesinin löylenişi pervane de olabilir. De»hal şair tPervanc ıçığın koynuna gömlekle girmede; aydın bir gönülle ıjığın içini kendisine yer etmiş, (*) ne pervası var ki? beytini sÖyleyiveririr. Hatta kelimenin yazılışı, bir baş­ ka mâna verirse şair, bu fırsatı hiç kaçırmaz. Cut, cömertlik, el açıklığı demektir. Fakat meful halinde Cudi, Nuh peygamberin gemisinin oturduğu dağın da adıdır. A kik Yemen'de olur. Alelade taşken Süheyl yıldızının tesiriyle renklenir. Bu da araya girdi mi işte güzelim bir beyit; «Eğer Cudinin Süheyli, ziyasile feyiz verirse Yemen ülkesi, akik suyu üstünde Nuh gemisine döneri (^)> Bir iki örnek daha: Güneş, Hamel yani koyun bürcüne girdi, nevruz oldu, bahar geldi değil mi? Şair der ki: «Devri zamanede öyle bir vezir ki koyun bürcündeki güneş bile onun mevkiine ve ululuğuna nispetle âdeta bir koyun eminidir! (*)* Ayak kelimesi hem ayak, hem de kadeh mânası­ na gelir. Desti de hem eli, hem de bildiğimiz testi. El, ayak; başı, koltuğu hatırlatmaz mı ya ? Beyit ha­ zırdır: «Gâh desti ( e li) , başının altında, gâh ayağı



51 (kadehi) koltuğunda. Gam hastası, düşe kalka scvgîlİBİn lQtuf kapısına dûştû, yıkıldı! > C*) Küçük bir sevgili, kuzucuyum diye sevilebilir. Fakat bu kelimenin hatırı için koyun unutulur mu hiç? Ve şair hemencecik « Hava sertleşti, soğudu, kuzucag'im, koyundan çıkma (*°) > der ve bir an içinde okuyanın burnunu bir koyun, bir agıl kokusudur sa­ rar I BÖyün mutlaka sclviye, saçın sümbüle, gfözün nerkiic, knşm yaya, bakışın oka, kirpiklerin mi7.rag;a, ya­ hut temrene, dudag’ın laale, göğsün aynaya; yahut ^ülûn padişaha, bülbülün âşıka, çimenin döşemeye, |bilmem neyin bilmem neye benzedig;inden kâfi derecede bahsetmiştik.-Şu ..edebiyatı bîr asrileştirsek, me­ sela tank gûg:üslfl, tayyare gibi uçarı, kıtdım ı şarap­ neller saçan, bomba gibi patlıyan bir sevgilinin alarm gecesi gibi zülüflerinden bahsetsek, böyle bir gazel yazsak tuhaf mı olur dersiniz? Fakat ayni şey de­ lril mi? Maamafih zamanında bu tuhaflıklardan da nü* uuneler verilmedi değil. AH Emirî merhum, bu çeşit gazeller yazdı ve meselâ « Telsiz telgraf» redifli ga­ zelinde telsiz telgrafla Tanrının kudretini ve varlığı■ı anladı ve anlattı. Sağ olsaydı bu günkü savaş tay­ yareleriyle ve tanklarla da acaba Tannnm adaletini anlar ve anlatırmıydı dersiniz? Hasılı divan şairleri, ilhamlarını tabiatten, iç ve dış âlemden değil, birbirlerinden ve divanlardan alırlar, tlham perisi, onlara elifin boyundan görünür, mimin ağzından söyler, yahut henin gözlerinden güler. Ba peri, eski divanların arasında küflenmişti, fakat



52 şimdi hiç kalmadı. Eskileıce bir İnanış vardır : Kita* bin ilk yaprağının üstüne «Yâ kebîkcc» yazılırsa gü­ ve yemez. Kebîkec, kitapları güveden koruyan mele­ ğin, yahut cinin, şeytanın adıdır. Hocanın bİri, mol­ lasından bir kitap ister. Molla, kitabı eline alınca rar ki lime lime; güve delik deşik etmiş. Hocam der, kitabı güve yemiş I Hoca bağırır: Y a Kebîkec ykz~ madınmı? Molla cevap verir« Yazdım, yazdım ama önce Kebîkecl yemiş de sonra kitabı yemişi Yangına karşı evleri koruyan « Y a Hâfız * levhasiyle kitapları koruyan «Ya kebîkeo yazısı, asırlarca bir iş göre­ medi; levha kırıldı, Kebîkec yendi. Zaman güvesi, artık divan edebiyatının perilini de, bu perinin ilham ettiği bahan da, hazanı da, neşeyi de, elemi de ve bütün mecazlar saltanatını da yedi, bitirdi, önce Kebîkeci yedi de sonra Öbürlerini I



53



Bu ,yazıda neşir olarak geçen Örneklerin asıUan



T Azc cno b u k h ı c ih a n e r d i n e b A lııia h a y â t '^ E lle r in d e



h n rc k A t c y lc s c lc r scrv - ü (,'cnftr



§ G ö r A le m in



b iir O d c t in î g e ld i n e v b e b .lr



K o y n u n d a ıı



c llc ıîn i



d a h î çenAr



§ A y â^ı donm adı Ya



düşm edi



m ı c û y ın



e v v e lâ b a ş t a a



m i diye kullanılı­ yor. Hatta dile giren yabancı kelimelerin bir kısmı, halkın ve köylünün konuşmasına kadar yapdroiş, lıalk ve köylü tarafından deg^iştirilmiştir. Hasılı Türkçe de her dil gibi bir oluş geçirmiştir ve geçirecektir dc. Bu, Türkçcnin yaşayışına ve hayatiyetine deUlct eder. O da, kendi bünyesi dahilinde zamanla deS^işmektedir. Biz, Türkçe olmak şartiyle dünün, evvelki günün, daha evvelki günün dilini anlarız. Anlıyamadığımıı unutulmuş kelimelerle zamanla degfişen sığaları da küçük bir lügat ve izah, bize derhal anlatır. ' Divan edebiyatının dili böyle değildir. Bu edebiyatm dili, Arapça ve Farsça kelime ve kaidelerle Türkçenin kaynaşmasından meydana gelmiştir. Bu dili anlamak için Arapça ve Farsça bilmek zaruridir, fakat kâfi değildir. Konuşma Türkçesini gayet iyi bilen ve bu iki dile de hakkıla vakıf olan birisi bile divan edebiyatının dilini adam akıllı anlıyamaz. Ç ün­ kü bu dil, Arapça da değildir, Farsça da değildir, ayrı bir dildir. Arapça ve Farsça bilen bile bu dili anlıyamazsa artık halk, nasıl anlar? Divan şairi bir şey anlatmaz, şerhedcr. Anlamaz fehim veya derk eyler. Bu adamlar, herhangi bir kokuyu koklamazlar, ya şemmederler, ya istişmam. Bakmazlar, nigâh veya nazar ederler. Gûşetmek, bunların dilinde işit­ mek ve duymaktır. Bunlara birşey görünmez, büyü, yahut bedidâr olur; • birşey meydana çıkmaz, zuhur eder, yahut aşikâr olur, ö y le beyitleri vardır bu edebiyatın ki içinde yalnız dır, yahut olur gibi bir tek



97 Turkçe'soz bulunur, öyle beyitleri vardır ki d da bu­ lanmaz, bütün kelimeler, Arapça ve Farsçadır, fakat beyit ne Arapçadır, ne de Farsça I ö y le beyitleri vardır ki hâlâ halledilmemiştir, tevcih ve tevil edilir, öyle beyitler vardır ki tevcih ve tevili de başka bir tevcihe, başka bir tevile muhtaçtır I Divan dilinin inşası böyledir. Kelimelerine gelin­ ce ; Mecazlar saltanatının kapı kullarıdır bunlar. Bu saltanat, ancak kelimelerle korunur. Şairler, yazdıkları beyitlerin Türkçe söylenirse pek acayip, hatta gülünç olacakını anlamışlarmıdır, nedir ? Hep Arapça vc bilhassa Farsça kelimeler kullanırlar. Bu kelimelerle terkip yapar, bu terkiplerle bir ahenk meydana geti­ rirler. Bu edebiyatın joülbülü bazan andelip, çok defa bin manâsına da gelen hezardır. Bu edebiyatta yüz ve göl üşme didardır, koçmak kinara çekmektir. Sevgili diİrüba, dilber, nigâr, yar vc dildardır; darıl­ mak, azarlamak, eziyet etmek itab veya âzâr. Bu dilde buluşma visâl. ve vuslattır, ayrılma hicran vc firkat. Gök azmandır, yer zemin. Güneş de­ nirse bayalı olur, fakat aftap, hurşit, şems, hatta yuh, yerinde sözlerdir. Deniz, ya ummandır ya bahir ya derya. Coşkunluk cuş ve huruştur, sarhoş mest, mesti evkâr. Ag^layış gİryedır, naledir, ag^lıyan âşık, aşıkızar. Gonca, serv, nerkis, sünbül, çenar (çınar değ^ii), sanevber, narven, ergavan, nihai, har, gülşen, gül, lâle, çemen (bu da çimen deg^il). Leb, laal, kod, kamet, kıyamet, çeşm, dide, zülf, giysu, perçem, ham, şikenç, çin, dest, dâmen, sîne, dil, 8ak, şiirin, gabgap, gamze, müjgân, ebru, nâf, engUşt, nâhun, pay. ÂsDivan Edebiyatı ; 7



98 rain, milır, mch vc mâh, hurşid, bcdr, hilâl, aftnp', enc ü a , derya, kenar, ııtjrap, mtvç, gavta, mevce, katre, rcşha, lüccc, sahil, bârân, bcrf, bâd, sabâ, şimal, ncfha, peyk, hızane, hazine, genç, künç, mâr, nakt, sim, zer, yakut, elmas, firuze, dür, lüMü’, diirrüyelim, ;;Bhdane, ışk, ülfet, üns, vuslat, visiil, firkat, hicran, girye, hande, rumâl, hâkvpay, pabus, rakıyp, renk, hi­ le, âl, tegafül, yâlübâl, hıram, hûnî, zâlim, knatil. g-addar, hunriz, sınan, nite, hançer, seyf, şemşir, tıyg, tîr, keman, kavs, navek, hedef. Ve nihayet pırimugan, harabat, kadeh, sâgar, piyâle, mey, mahbup, mug^beçe, tâki, mestiharab, kaza ve kader, takdir, hükmü ezelî, tecelli, talih, baht, hâb, merk. İşle divan edebiyatmın kelimelerinden belli başlı örnekler. Bunlardan mutlaka üçü beşi, ikili üçlü ter­ kipler halinde divan edebiyatmın her şiirinde geçer vc arada bir de *olur, bulur, gelir, gider, dır> gibi serpiştirme ve eklenti Türkçe kelimeler. Bu dilde hâcc gibi hem hoca, hem tacir vc be­ zirgan, cenâp gibi hem eşik^ hem hazret, çîn gibi hem Çin ülkesi, hem kıvrım, tâb gibi hem ziya, hem parlakhk, hem kudret, hem ızlırap mânalarına gelen kelimelerle de hayli oyuncaklar yapıhr. Farsça vc Arapça kelimenin son harfi *'n„ harfinden başka bir harf oldu ve kendisinden sonra eklenecek bir türkçc kelime de bulunmadı mı derhal çekilerek okunur. Maamafih şairler, sonu ‘^n,, harfi olan yabancı kelime­ lerde de bazan bu çekişi yaparlar, vezne sokmak için :



99 Edrene fchrîm i bû y â



cennct-î m c v â midir



yahut : A ğzını göreli varlığım oldu güman oıuralaııııda olduğu gibi Türkçe kelimeleri de çeker, uzatırlar. Bu imâlelerin hakkı, tamamiyle verilerek okundumu bu dil, tam Haciyvat Çelebi’nin dili olur. Bu acayip dili, ilk olarak hatırımda kaldığına göre Falih Rıfkı, {fiizel bir yazısında, Haciyvad'm fiiline benzetmişti. •O vakitten beri meselâ: Ey pây-bend-'i dâmgeh-î kayd-t nâm^u neng Tâ key hevâ-yi meşgate-î dehr-i bî-direng y a h u t: Bû şehr-i S îianbûl ki bî-misl^ii behâdtr B ir sengine yekpare Acem m ülkü fedadır y ah u t’d a :



Bigâne^mcşrebâ bize tâ key icgâfülün Ey nahl-i nâz yok mu bu y â n â lemâyülün gibi her hangi bir divan beytini okudum mu bunu hatırlarım. Derhal kulaklarıma Haciyvad'm «Hay Hnk> «esiyle mustallah ibareleri ve Falih Rıfkı'nın tam ye-, rinde olarak halk zekâsının alaycı mümessili saydıg'i Karagöz'ün nükteleri gelir. Bilmem şüpheye mahal var mıdır? Bu acayip dil, kelimeleri ve kuruluşiyle artık ölmüş, çürümüş git* miştir, müstehassası bile kalmamıştır. N o t; Bu yazıda geçen lûgatlan hiçbir lüzum yok.



yazınıya, beyitleri



aolatınıya



X IV



Divan Edebiyatı ölü bilgilere dayanır. Arnplar, ynyılmn sınırlarmı gcnî^lcUikçc Rotna Yunan, Iran -Hint medeniyetlerinin ve bu medeniyet­ ler vasıtasiyle diğer eski medeniyetlerin tesirine ka­ pılmışlar, eski Yunan kitapları Arapçaya çevrilmiş, in­ celenmiş, şerhedilmiş, dinde siyasî ve aklî mezhepler, düşünccdc felsefî meslekler nıcy denir ve şair, bazan bunu ög'düg;ü kişiyc giydirmiye kalkar da bu gök yetişmez, kısa «ya­ hut dar gelir; bazan da bu geniş göğün, padişahın çadırına döşendiği, öbür göklerin de padişah kullarma benekli bir libas olduğu vâkidirl Madde âlemi, dört



104 unsurdan, toprak, su, hava ve ateşten meydana gel­ miştir. Bu dokuz kat gökle dört unsur baba ve ana* dır. Dokuz yüce babayla dört aşağılık anadan her an üç çocuk meydana gelmektedir; cemât, nebat ve hay* Van.



Bu edebiyatta Havva, Adem'i aldatır, yılan miyancılık edet. Nuh tufana uğrar, İdris göğe ağar. İbrahim cömerttir, oğlunu keser. İsmail babasının bı­ çağına boyui) verir, gökten koç iner Yakup «Beytûl hazen», yahut .«Külbc*i ahzan> da ağlar, gözlerine ak düşer. Yusuf kuyuya atılır; Zeliha onu sever, zındana attırır; sonra Mısır'a sultan olur güzel YusuL Musa Hızırla konuşur, yaptığı işlere sabredemez. H ı­ zır'la İskender buluşurlar, karanlıklar diyanna giderler. Hızır, abıhayat içer, İskender mahrum kalır. Musa, asâsiyle denizi yarar, Firavun'u kahreder, asâ, ejderha olur, büyücüleri imana getirir. Süleyman'ın tahtını yel götürür, Asaf Belkıs'ı tahtiyle getir. Kuş dilini bilir Süleyman, karınca da bu padişaha bir karınca budu­ nu armağan sunar. Isû beşikle kpnuşur, öUilcrİ diriltir, körlerin gözlerini açar...... Bu edebiyat, baştan başa bir tarihi mukaddestir. Bu edebiyatta âhır zaman fitneleri kaynaşır. Sev­ gilinin zülfü, kıyametten önce çıkacak, âlemi kaplıya'cak dumandır, boyu kıyamet, yüzü mağribden do­ ğan güneşi Harut'la Marut zühreyi severler, Bâbil kuyusuna baş aşağı asılırlar, zühre çarpılır, yıldız olur, göğe çıkar. Kamış kaleminin içindeki ince kıl, Harut'un saçındandır, şair de sihirbaz. Bu edebiyi-



105 tın g öjün d c melekler şeytanlara şihap atarlar, ye­ rinde cinler cirid oynarlar. Cennetler, Şeddad’ın İrem bag:iyle haşir neşir olur. Kulaklara gaipten elest^ sesi {^elir, s^özlere tecelli nuru g^örünûr. Dilberin aya^ınm tozu tutyadır^, vuslâtı yaraları onartan mumya*, ba­ kışı toprakı bile altın yapan kimya. Güneşi, taşı laal yapar, sfiheyl yıldızı Yemen’deki çakılları akik haline getirir. Ovalarında ahular gerer, sevg^ilinin zülüflerini Ç in ’e benzetmek Hatadır, fakat zülüfleri de misktir, .sakalları, bıyıkları d a l Bu diyarın madaraları tılsımhdır, bu vuslat madaralarındaki hâzineleri zülüf yı^* Unlan korur, bekler I Bu edebiyatta Kanûn-ı Şifâ^ hükümleri revaçtadır, remile inanıhr, usturlaba^ bakılır, eşrefi sâât" g^özetilir, mushaftan fal açılır, yağmurlu havalarda uyunur, ikindi ,üstü uyunursa adama ağırhk g^elir. Yarh^lar fermanlar gelir gider, mührü Süleymanlarla âlemlere hükmedilir, billûr köşklerdeki aynaların Önlerinde dudular söz söylemeyi öğrenirler, Hindistan şekeri yerler I Bu edebiyatta bilgiç şair, sevgilinin saçlarındaki teselsüle^** düşer, yüzünü görünce devre*^ inanır, ya­ hut vuslatını düşünüp de yüzünü göremeyince tesel­ sülün batıl ve muhtîl, devrin mümteniğ bir ihtimal ol­ duğunu anlar. Bu muhkem kaziyefere^^, cedele^** düş­ meden hükmeder I Bu edebiyatta devri kamerden bahsedilir, şerefi »ftap beklenir, ınirrİhle zuhalin nuhusetinden korku­



106 lur,müşteriyle zührcnin saadetine saMeyn umulur, sahipkıran ö£âılür.



innnı'ır,



kıranı



Bu ctlcbiyalta mahbubun kaşları cclî'‘ hattır, sa­ kalları g^ubnr'-'. Zülüfleri taliktir*", sakalı, j;;MZ,c!ligîni nesh” edemez. Boy elife ben7 cr, ağız mime, züIuf dala, yahut cime, kaş raya Halta ne yazık, âşıkm «ah» ı bile bir elifle bir sıfırdan”* ibarettir! Bu edebiyatın nağmelerinden saba ahengi, nevruz zemzemesi, hicaz havası, şehnaz makamı, Irak yeli, ferehnâk terennümü, rast peşrevi, süzinâk semaisi, eve şarkısı, buselik fısıltısı, mahur sadası, muhayyer edası ve nihayet uşşakın ycjrâhtan, düjjâhtan, sej,^âh• lan ve çargâhtan mırıltıları duyulur I



Bu edebiyatta Hatem cömerdlik eder, Uveys deve jifüdcr, İbrahim Edhcm saltanatından g’cçcr, Ferhat Bisutün dağını deler, Mecnun’un başında leylekler yu­ va kurar. Cemşit kadehini düzer, İskender aynasını cilâlnr, Gâve Dahhâk'i öMüriir, Feriflun ,nda1ctini âleme yayar, Dârâ dünyayı zapleder, Rüslem pehli­ vanlıklar g-österir, Zâl’in doğmadan saçı ağarır, Behrnmı gûr yaban eşeği avlar, mezara avlanır. Efrasyap1ar, İsfendiyorlar, Tiehemtenler lop ve çevgân oynarlar. Kafileler konar göçer, çan sesleri gelir, meşaleler görünür. Mızraklar, kılıçlar parlar, kalkanlara inen gürz sesleri kulakları çınlatır, yaylar yasılır, oklar atılır, temrenler değer, kanlar saçılır ve yalnız Mâm ile Bihzat, bütün bunları resmeder I



107 Bu edebiyatta deıvişler, baş açık yalın ayak ab­ dal olmuşlar, teslim kemerini kuşanmışlar, rıza palheng^ini takınmışlar, kulluk mengÛşunu kulîtkinrma takmışlardır. Mecazî aşktan geçmişler, hakikî aşka ulaşmışlar, erbainlerde diz çökmüşler, halvetlerde jfÖz yaşı dökmüşler, yokluk mülküne ordusuz, tnb'asız bir sultan kesilmişlerdir! liu edebiyalta şairler, aynı muhayyel gög-ün al­ tında aynı hayalî yere dokmuşlar, aynı hayâlleri gör­ müşler, aynı çeng^i, aynı rebabı çalmışlar, aynı uy­ durma dili söylemişler, aynı isimsiz havayı ulamışlar, aynı yola gitmişlerdir. Gelmişler, konmuşlar, yokluk diyarına j^öçmüşler, bize seslerini bile bırakamnınışlardır I Bu masalların masalı âlemin son yolcuları göz­ den kaybolurken bizim için söyliyecek ancak bir aöz var 1 Onlar kcpılınıç hayaline^ biz erelim hakikatine!



108



Bu yazıda gcçen bazı sözlerin açılması ; 1 — K im y a : a ltm yapmak.



Bakır,



güm üş vc cıvayı



2 — Sim ya :



bazı



m uamelelerle



olm ıyan şeyleri göstermek.



3 —



R e m il, taş tahtaya, yahut k.^ğıda dökülen noktalarla geleceği anlam ak.



4 — Elest : T a m ı, önce ruhları



dcgihniy ijn dem iş. tıp parlatan maden. ' 7 — Ib u i S in a 'n ın



G — K ırık la rı bitiştiren bir kitabı.



elestü-rabbinİK



yerleri



duruşuna



başlanm ak



göre idlere



bir m evhum ilâv-



Ö — Güneşin derecesini ve yıU



d ııla n n b ulund ukları 10 — B ir şeyi,



yaratmış,



5 — Tutya : göze sürme ];ibi çekilen, yaşar­



belli eden alet.



başka bir şey



9 — Yıldızlarım



için en uygun meydana



ve hayırlı saat.



getirir,



onu bir başka



şey, onu da başka bir şey. Bu, böyle devam edemez. Kendilij>inf den var olnn bir varlık gerektir ki b unların hepsini meydana getirsin. O da tan rıd ır. 11 — B ir şeyin varlığı, bir başka ^eyia varlığına b a ğlıd ır. O dn ya buna



bağlıdır, ya



başka ^cye. B.aşka



şeye bağlıysa onun varlığı d ü şün ülür, değil de buna bağlıysa ikiki de var olamam: veııairc, cesini kabul



etmeyip



yere r-î n'zam* tutmuştu. Tam bu sıralarda bu günkü harflerimizle bahse­ dilmesi bile abes olan bir «Abcs-muktebes» meselesi orl.ıya çıkıyor, Arap alfabesinde bu iki kelimenin biri pellck «S» ile yazılır, öbürü «Sin> le. Binaenaleyh es­ kilerce kafiye olamaz, işte bu abes bahsi, edebiyat âlemine yeni üstat atıyor : Recaizade Ekrem.



117 Edebiyat kitapları, Vnniköyündcki yal'da dog^an, Büyükodft ve Istinyede oturan, Beyog:lundn jfczip Yakacıkla cj^tcnen, ulnlran^a yazan vc Şişlide ölüp Göksuya jfömülen bu Üstat his ve hayâl şairi saynrlar. Kendisini üstat hayâl etmişler, kendisi de kendisini böyle hissetmiş de her halde ondan. Hâmit tesirine kapılan Üstat, şiirde pek yayadır. Lisanı, daha doğ­ rusu vezni, bir tür!'i emrine ram edemez. Kelimeleri çeker, c'/er, büzer, tıkıştı nıı Farsça fiille yapılnıi!;i bir mefulü alır, söze katıverir. Ahenk tamam olsun diye aruzun en acayip ve fazla oynak olduğu için eskiler tarafından bile merdane edaya yakıştırılamamış da unutulmuş {fitmiş vezinlerini kullanır ve haya­ tında çuk. fakat hep ferdî felâket çektig;inden hemen her şiirinde ölümden, mezarlıktan, mezardan ve ya­ şayışın hiçliğinden bahseder, aflar vc bizi de aglatmıya çalış'r pişrirr Elmaslı kndrJılrr hiUûr şişnler İçinde üüyı'imüş bir ak koğmıın dörHüJiylc scvg-ilisini över, Haddeden çekilmiş demir tel gibi Çek beni bağrına çal kara gözlüm diye yalvarırken Voli hakim dahi doğmuş anadan Kısmet toplamaya gezer er/ nadan B ir susaz derede bir fırtınadan Uğrayıp geçici selden sayılır der ve bu serkeş isyandan sonra Torunuyuz bir dedenin Tohumuyuz bir bedenin M ünkir ile cengad'^nin S ilâ h olsam bellerine, yahni İnsan dedikleri hep bir soy imiş Kudret ölçüsünde hep bir boy imiş



147 hükümlerini vererek, tamamiyle bu sözleri okurken Sadi’nin



beşerileşir,



insan,



Benî-Ad>‘nı a îâ - y i yckdîgerend K i dv.r (îfirîniş zi yek gevharend bcyliııi lıalırlıyor. 1in nc kıulıcllirV Halk edebiyatının kınaması da pek samimidir, pek içtendir. Bozuk divancılar gibi sızıldamaz bu erler. Yine Seyranî, bahtına Nice defterlerden ismim sildirdin Gelmedi hiç senden ses kara bahtını Bahtın gemisinde yelken yok bildin Durma lodos ^ibi es kara bahtını Alem yıkıcıdır yoktur yapıcı K im i cellâd olmuş kim i kapıcı Ezel giymez idik mesti pabıcı Verdirdin çarığa m'.^s kara bahtım Ağır meclislerde sıkılmaz iken M'mgeneı/e versen bükülmez iken Seyranî aslana yıkılm az iken Dedirdin tilkiye bes kara bahtım sözleriyle hitap ederken ne kadar /ilozoflaşıyor. Karısı ölen Celâli Bnba^ tanrp^a nc kudretle çat­ makta, Mc ynınni) sipnri^lcrcJc bulıınnındn, nc ncı nâz* Icr söylemede, ne yollanacak hediyeler yollamada;



145 Ev bark etmek için trnll^ mcrc^i* Diizüj) koşmuş idim tc.pir'^ clr^i Şu kavdan^ yaptığın lecirteregi'' D iv an -1 bâriyp ıjadiy /ır ^Ötür Elinle ördüğün çöpür'' nğnu K âhan^ eylediğin kelem^ bağını Şu kahaV^ biçtiğin sap orağını A l ultı Tanrıya bor-güzar götür Yetim köyncğini^'^ diken iğneyi Her gün yal^^ verdiğin topal inpği Ayran topladığın şu ak ülcği'"^ Afahşar yığnağına sakla sar götür Uç kot^* arpa üç kot çavdar ekerdik Kesmik^^ ekmeğine hasret çekordik Namertlere ağı merde şekerdik Sözünü tekrar et iftihar götür tlc kısmet balsa bize pay taştı Yoklukla derdimiz deryayı aştı A çlıkla uğraşmak hayli savaştı Çektiğin mihnetten ah~u zar götür Yetim kalmış idin emzik tağında^' Gamla kardeş idin gençlik çağında B ir gül yeşertmedin gönül bağında Gönül yaraların beraber götür De kî kadir mevlâm bize ilişme Dünyada stzlıyan y a ra ^ deşme



149 Celâli Baba dan sorma söyleşme Bu dertli çobandan bir selâm götür Hnik edebiyatının nesri de, ne divan nesrine ben­ zer, ne Tan/.imat ve Serveti Fünun nesrine. En eski metin olarak X V inci asırda, bilmediğimiz bir sanat­ kâr larnfındatı to})Ianıuış olan Dede Korkul hikâye­ leri, ne güzel ve ne canlırhr : «Hanum lıey I Birjfün Kamdan o^lu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Şam» çadırını yer yüzüne diktirnııştı. Hanlar hanı Han Bayındır yılda bir kere toy'*’ eder, Oğ;uz beylerini konuklardı. Yine toy edip attan aygır, deveden buğ­ ra, koyımdaıı koç kırdırınıştı. Bir vere ak otak, bir yere kızıl otak, bir yı-re kara otak kurdurmuştu...,.» Şu cinnlclcıe hrıkm; bu cnnnn dil, divancıların elinde nasıl olnuii.: da o acayip hale j^elmi.ş? İnsan şa­ şıyor dn{rrusiı. Fnknt yine bir halk sanatkârı olan Evliya Çc.ii‘l)i, 1)11 dili lılç bo/.ıuaınışlır. Meselâ Eşkiya Kara HaydaroTriu'nun yaralı olarak tutuluşunu, ken­ disiyle iıukııku oldu^uıulan fid ip doluşarak hal hatır sorduğunu vc G irid’e }>.önderilınesinı padişahtan dile­ mesini söyleyince Kara Haydaroğlu’nun «Behey Evliya’ıu 1 Ölüm olduktan soma sı/lanyık ne boyuna bore oltı. c.'en bir can için minnet mi ederim» dedigfini, ütulnâzamıp mcclisire j^ölüıüldüğü vakit de veziri î\1ovlcvi külâhiyle görüp r. Pek az bir müddet sonrn aşk kine, hiddet ve nefrete rlöner. Kısa bir rnman j^onrnysn acımak ve mihimscmemck, aşkın son demlerini, ıınulnıny» teslim eder j^idcr, Ute ^^eçen nkş.'^m senin seıini dinlerken ben bun­ ları dit.ijiinüyordnm ncvfjili. Rir rnınnnlnr sesle ümitlerimin sesini duynr, hicranlarımın ag;layışını gö­ rür, elemlerimin coşuşıınıı sc7:er, bir romanlar o sesi benim sesim sanır, ruhumun ufuklarını sar:m o ahen­ gin, ruhumun derinlerinden, ta derinlerinden g;eld ijine inanırdım. Fakat îfeçen akşam, birden bir âlemin yıkıldığını jjörlerimle g^ördüm. Ne kadar deg^işmişim ben, g-eçen akşam anladım. Düşüncenin duyg'usu, günden güne iyiye, î^üzele ve fferçcg-e baj^lanış, doğruya İnanış, lek sör.le muhakemenin, şuu­ run. şuursuz, duyjruya zaferi, jsrüzellîğinin mağlu­ biyetiyle neticelendi sevg-ili. Senin sesinde insanın sarsılmaz imanı, senin sesinde insanlığın dileği yok. Sen, ne tabiahn sesisin, ne benim sesim. Gürleyen j^ökler, köpüren denizler, uğuldayan ormanlar; bağı­ ran, haykıran, kıvranan insanlar, senin sesini duymu­ yorlar bile. Matla durjjun ve mehtaplı bir denir.in çekişi, yıldı?,İl vc aysız bir j^ecenin daveti, sessiz bir ormanın içli sükûtu; bir insanın .sakin j^özyaşları, boynu bükük tevekkülü; jfözlerde parlayan neşe, du­ daklardan uçan »aadct, vakur bir eda, temkinli bir



U6 duru^, yahut çapkın ve .^uh bir yürüyüş bile yok sende. Yere bir türlü inmiyorsun, fakat ^Ökte de değilsin- Sen ancak huzuru hümayunda, ynlıut bir tekke ayininde dinlenebilirsin; fakat tarihin sesi de değ^ilsin 3en. Sen, divan edebiyatının nağmeaisin; di­ vanemin ahengisin. Divan edebiyatında ne varsa sende var ve divan edebiyatında neler yoksa sende de yok. Taş kesilmiş yekpare bir deha olan Süleymaniyenin şiirini, senin nağ;mclevinde duymak iste­ yen, o insani dehanın şiirini Bâki’den duymak iste­ yen kadar biçaredir! Bütün tarih boyuncu sen, hiçbir vakit halkın sesi olaınadm, halktan yetişen dehaya nerden yükseleceksin ? Zaten halkı görmedin ki sen. Divan edebiyatı gİbi sarayda ve konaklardaki bucaIsında fısıldadın, çerag-an safalannda, mehtap y^ezintilerinde mırıldadın. Dimdik erlere değil, kırıtan d il­ berlere «Serv-i bülendim» dedin; elleri nasırlı, tunç yüzlülere değil, hanım elli g^üneş görmemiş çâr-cbrûlara ı levendim» diye hitap ettin ve daima fırsat kaçırmadan hünkâra döndün, «şensin efendim» nağ­ mesinde karar kıldın. Hoş g^ör seyg^ili, belki nağmelerin gemiler g^eçmiyen bir ummanda çalınır, fakat orada da dinleye­ cek kimsecikler yok. Eğer nrada bir »enin nuğmelerini dudaklarıma alırsam emin ol ki bu, bir zaman sevilen ve sonra tcrkcdileuin adiyle biı miıddel i^crkesi çağırmamıza benzer, alışkanlık. Sinelerinden sız­ dığın aletlerle beraber boynun bi^küldü artık zavallı görünmeyen, görülmeden sevilen eski sevgili l



Son Bir varnuş, bir yokmuş. Râviyârri ahbnr ve nâkilân-ı âsâr vc muhodcl»sân-ı Tf^y.jjâr şöyle rivayet v c böyle hikâyct ederler k» ; Vnklü znmnnîyle bir Hı* vnn ctiebiyni», bit cic tUvnn vnrmış. BunUr, bir dervişin verdiği bir elmadan mcydnna gelmişler. Birbirlerine o kadar benr.erlermişİji .bir eimnnm ya­ nsı o, yansı öbürü. GOn j^örmcz yerde yetişmiş bu şehzadeler. Pek nazik nâ/.istan çelebilermiş. Kuş \ıçmaz, kervan geçmez, yılan baraagını sijıtimez güllük, gülûstanlık yerlerde zumrüdüanka eti yemişler, kuş s«dü içmişler. Bir tek sevjçilileri varmış, görmede* âşık olmuşlar. Bir tek nağmeleri varmış, duyulmadan söylemişler. Pek bağdaşmış birbirine bu iki dilber. Ağlamışlar, gülmüşler, sararmışlar, solmuşlar, îğ*e ip lije dönmüşler. Derken günün bîrinde yineş dc|’muş> murat alıp murat veremeden erimiş gitmişleri



Yarım asır önce Divan Edebiyatına Sâbir D İL B E R



Şâirlerimizin yazdıkları



gazellerin tasviri



A y alnun ay yüzün güneş ay gaşlarun keman Ciyran gözün garışga halın kâkülün ilan A l mâ çinen çinende zenahdan derin guyu Kirpiklerün gamış dudağun bal ienün ketan Boynun surâhı bûy buhun bir ucâ çenâr Endâmun ağ gümüş yanagun gırmızı enâr H â lü n yüzünde buğda başundâ saçan gurâb Gah gah garibe gülmelisin



hânnman - herâb



H o p - hop - n â m e , S. 152



R e s i m , S 152 u in ilAveüidir, aynen ku p ya e d ilm i ş t ir .



ilk şuurlu isyan; H o p - h o p - n â m e (ölünnü 1911)