Şoför İdris
 975-7530-67-0 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up

Şoför İdris 975-7530-67-0 [PDF]

111 10 4 MB

Turkish Pages 190 Year 2004

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD FILE


File loading please wait...
Citation preview

Adl :iO}'adı H,ıb:> a.dı



/�r./6 .,44•'



:\n:ı adı



·



.



.



..&.ı 'li.iil.y



;· /l: tl f. *-



t��MA l>o�upı yerı. yıl :P.f . ... ,.--;1- &:..• ,.. . . ı



�'3.J'f .



l'abiıyet yrr (ust,\ "ayıtlı uldUJt\1



/3ur:sA. .



IJHI\'t."ti ı.ln:'ICE l'ER�ÜS DE CONl>t:İRE



-;aı•ıl� N• i .ın. nıı



.. ����--�t·C...·· ./.,rl . . · · " 1 1- ·'l



1t1rr ı



c,:.lu:n•r" .



.. 'YT .k.#z�"�' �·J.u/o& N� ·v· ........... ıı1.1'(':. /J/IM�,(



Ya r Yayınları: 97 tnceleme-Ara�tırma Dizisi: 17



Türkiye Yayını:



YAR YAYlNLARI Ocak 2004, İstanbul Baskı:



Zafer Matbaası Tel: (0212) 512 16 8 8



YAR YAYlNLARI Kuruluş: I 972



Yönetim: Başmusahip Sokak 10/l Cağaloğlu-İstanbul Tel: (0212) 5 1 I 69 ll



04-34. Y.Ol 59.02



ISBN 975-7530-67-0



Hikmet Akgül



ŞOFÖR İDRİS (Anılar)



9



yar yaytnları



ONSOZ



"Her yere yetişi l i r Hiçbi r şeye geç kalınmaz ama Çocuğum beni bağışla Ahmet Abi sen de bağışla" Edip Cansever Jdris amca, sen de beni bağışla. Bu kitabı sen yaşar­ ken çıkarmak gerekiyordu. Olmadı... Şoför Jdris ile, ki ben ona hep Jdris amca derdim, Ağustos 1993 'de tanıştı m. Devrim dergisinde yayınlana­ cak bir röportaj için kendisiyle konuşmaya gittiğimde Jd­ ris amca dinamizmi ile beni büyülemişti. O ilk görüşme, resmiyetten uzak, sıcak bir ortamda cereyan etmiş ve bi­ zim o günden sonra sık sık görüşmemizi sağlayan dostlu­ ğumuzun başlangıcı olmuştu. Daha ilk görüşmemizde, Jdris Erdinç'in ve yaşamının, hem romanesk ve hem de sol hareketin tarihi açısından önemli tanıklıklar içerdiğini anlamıştım. Bence, Şoför Jdris'in anıları yayınlanmalıydı. Bu konuda kendisinin çeşitli denemeleri olmasına karşın. sistematize etmekte zorlanıyordu.



6 Şoför Jdris ile yaptiğim röportaj Devrim dergisinde yaym!and1ktan sonra bu am/ann bir kitap olarak derfen­ mesini kararlaştirdik Ardmdan Şoför Jdris ile uzun konuşma sürecimiz baş­ ladi. Başlangiçta onun an!attiklanm bir sistem dahilinde tutmak istediysem de, zaman içinde ipin ucunu kaprd1m.



\e sonunda ortaya çözülmeyi bekleyen kasetler dolusu konuşmalar Çikti. Bunlann bant çözümünü yaparken, olaylar arasmda kopukluklar, çelişkiler, yamt bekleyen önemli sorular yeni konuşmalar yapmayi gerektiriyordu. Ancak Jdris amcamn sağliğmm bozulmasi bu çalişmalan istediğim çerçevede yürütmemi engelliyordu. ölümünden önceki son üç dört aya kadar, sağfiğmin düzelebi/eceğini ve yeniden konuşabileceğimizi umuyordum, ama onun hastaliğindaki gelişmeler bunun imkansiz olduğunu kisa bir sürede ortaya Çikardi. Bunun üzerine ben, kasetler do­ lusu konuşmayla baş başa kald1m. Sonuçta eldeki mater­ yalden ne pkanlabilirse onu topar/amaya karar verdim. Elinizdeki bu kitap böyle bir çabamn sonucunda ortaya Çiktı. Şoför Jdris'in amlanmn bir am, bir roman olarak oku­ mamn d1şmda, ilgili dönem üzerine araştirma yapan ta­ rihçi/er taratmdan da, önemli tamk/Iklar içermesi apsm­ dan değerlendirilebileceğini düşünüyorum. Bununla ilgi­ li birkaç noktaya değinmem gerek. Birincisi, bu kitaptaki am/ar Şoför Jdris'in benim so­ ru/anma verdiği cevaplar ile geliştirilmiştir. T ürkiye ye sosyalizmin girişi ve bunun gelişimi üzerine çalişmalar yapan birisi olarak, ben bıi sorulan çok zaman bir "tarih­ çi" gibi sordum. Yani açiklik bekleyen sorulara özellikle eğildim. Ikincisi, Şoför Jdris'in verdiği cevap/an, bu döneme



7 ilişkin tarih bilgim çerçevesinde yeniden düzen/edim. Yanlış anlaşılmasın, ben !dris Erdinç'in söylemediği yeni hiçbir şey katmadım. Yalnızca Şoför !dris'in yanlış hatır­ ladığı olaylan o döneme ilişkin tarihi gerçeklik/ere göre yeniden düzenledim. Eğer pek bilinmeyen ya da tartışma­ lı konulara ilişkin yeni bir şey söy/üyorsa, onlara hiç do­ kunmadım. Bunlan değerlendirmek araştırmacılara dü­ şüyor.



1930'lu yıllwın işçi hareketi üzerine Şoför !dris 'in an­ Jattıklan, başka çalışmalarda bu/amayacağınız bilgiler içermektedir. Bu bilgileri o zamanın günlük gazetelerinde bulamayacağımıza bizzat Şoför !dris işaret etmektedir. Onun deyimiyle, basın inhisar altındaydı.



1946 Sendikal Hareketi ve /ega/ T ürkiye- Sosyalist Emekçi Köylü Partisi ile ilgili özellikle Kocaeli özelinde anlatılanlar; başka olgularla destek/endiğinde önemli so­ nuçlar ortaya çıkarabilir.



1951 Tevkifatı öncesi Şoför !dris'in kurduğu !stanbul Vilayet Komitesi ise bize soru işaretleri bırakıyor. Acaba iki tane Vilayet Komitesi mi vardı? Ya da 1951 tevkifatı sonrası yaşanan tartışma/ann ve ayniıkiann bir haberci­ si midir? 1951 Tevkifatı Esbab-ı Mucibeli Hüküm 'ü ince­ lendiğinde, !dris Erdinç 'in Arif Nanak 'ın hücresindeki fa­ aliyetinin ortaya çıkanldığı ve bu yüzden mahkumiyet al­ dığı anlaşılıyor. Kadri Çokuğurlu'nun !dris Erdinç, Zeh­ ra Kosova ve Neriman Hikmet'e yönelik suç atım/an ise hem komite üyelerince reddedilmiş ve hem de bununla il­ gili delil bulunamamıştır. Dolayısıyla bu tür bir korniteye yönelik tahkikat derinleştirilmemiş ve bu faaliyetler giz/e­ nebilmiştir. Yilkanda yazdıklanm Şoför !dris'in anılanndan yola çıkarak nelere ulaşılabileceğinin birer örneği.



8 Jdris Erdinç'in anılarını yazarken tarihin mantığı ile ilgili önemli bir nokta da kendini açığa vurdu: Tarihin ge­ riye doğru yazdığına inanıyorum. Jdris Erdinç ile konuşmalarımiz sırasında da bu ister istemez ortaya çıkıyordu zaten. Tarih geriye doğru yazar­ ken. 1928-1952 arasındaki 23 yıl ön plana çıkıyordu. Jd­ ris amcanın ısrarla ve önem vererek bu dönemle ilgili anı­ larını aktarması. tarihin söylediğim anlamdaki mantığı ile örtüşmektedir. Kitabın hacim olarak da bu döneme ge­ niş yer vermesi bundandır. Ve bu kitabın bilimsel çalışma­ lar için kaynaklık edebileceği dönem de bu kesittir. Şoför Jdris gibi insanların anılarının siyasal boyutu çok önemlidir. Çünkü uğruna yaşamlarını adadıkları bir ideoloji vardır. Şoför Jdris için bu sosyalizm olmuştur. Şo­ för Jdris gibi yiğit, devrimci insanlar olmasaydı. bunlar ölümlerine değin inançlarını koruyarak genç kuşaklara dinamizm aktarmasa/ardı. 1920 yılında kurulan Türkiye Komünist Partisi bugünkü genç kuşaklar için ne anlam ifade ederdi? Bu yüzden. bu anıları okurken unutulmamasını istedi­ ğim nokta şudur: Jdris, 14 yaşında, okuma yazması olma­ yan bir çocuk olarak geldiği Jstanbu/'da, kendisi de bir tütüncü olan annesinin yönlendirmesiyle bir tütün şirketi­ ne girmiş ve orada bir komünist hücrenin yanına düşmüş­ tür. Bu hücre bu çocuğu partiye taşımış ve bu parti bu ki­ şiyi, bu anıların sahibi "Şoför Jdris" yapmıştır. Şoför Jdris T ürkiye Komünist Partisi içerisinde arnele kökenli partililerdendir. Münevver kökenli partililerden kişiliği ve yaşamı ile ayrılmaktadır. Bu da gözden uzak tu­ tulmamalıdır. Cümle/erin yapısı. kelimeler ve üslup Şoför Jdris'indir, buna mümkün olduğu ölçüde sadık kalınmıştır.



9 Son olarak bir açıklama daha yapmakta yarar var: Bu kitaptaki anı/ann kaynağı olarak elimizde bir tane video kaseti, yaklaşık 1 O tane ses bandı ve bir miktar da Şoför ldris'in kendi notlan bulunmaktadır. Ben Şoför ldris 'e teşekkür ediyorum. Bu kitabın çık­ masında harcadığım emeği, onun yaşadığı hayata bir şükran olarak sunuyorum.



Hi kmet Akgül Ağustos 1996



I



Doğduğum topraklar şu a nda Türkiye Cumhuriyeti sı­ nırları içi nde deği l . Nevrakop 'da (1) doğmuşum. Nüfus kağıdıma bakarsanız , 1334 Doyran yazar. Annemi n adı Aşire, babamınki ise Ali. !şte benim yazgım. Nüfus kağı­ dımda yazılanlardan, babamı n adının Ali ol ması hariç, hepsi yanlı ş. Size önce bunun hi kayesini anlatacağı m. Kendi mi bil­ diğİrnde yanımda ne annem vardı , ne de babam. Babam gibi kocası askerde olan Saliye teyze bakıyordu bana . Ko­ cası askere gidi nce iki çocuğuyla yal nız kalmıştı . Çok ya­ kın komşumuz olduğunu, bu kadı ndan, seneler sonra öğ­ renecekti m. Saliye teyze, ailemin ve benim çilemin yakın tanığıydı . Babam, ben doğduktan i ki ay sonra askere alınmış. önce Selimiye, ardından Arap çölleri , sonra da Çanakka­ le . . . Askere gidişinin üzeri nden iki yıl kadar geçmişti ki , babamı n ö l üm künyesi gel i r köye. !şte bu ölüm künyesi , o yıllarda bir çok ai lede olduğu gi bi , bize de felaket geti­ rir. Ailemiz dağıl ı r. Saliye teyzenin kocası nı n gelmemiş, babamı n künyesi gelmiş. Kara cübbeli bir i ma m mahalle meydanı nda ölen-



12



!erin künyesi ni okurmuş zaman zaman. Ve her seferinde hıçkıra hıçkıra ağlarmış yakınları öl enler. İmam yine so­ ğukkanl ı okumuş ölüm künyesi gelenl eri . Onbaşı Ali de varmış bu sefer. Sonunda, Allah rahmet eylesi n, vatan için şehit düştül er, demiş. . . Artık harp aleyhimize dönmüştür. Nereye gidersen git, her yerde açl ı k, her yerde z ulüm. Eli silah tutanlar asker­ d i . Kimsenin namusu garanti deği l . Hele hele genç ve gü­ zel olanların . . . Ve annem b i r gün beni bırakı p Sal iye teyzeye, kara ka­ yıp olmuş. tki kendi çocuğu, bir de ben . . . Ortalıkta ek­ mek, ekmek, diye ağlaşanla r. Her yerde hastalık. Saliye teyze, beni ve çocuklarını alıp düşmüş yol l ara. Dere tepe orman geçmişiz. Dokrat, Doyran. Bir Rum kö­ yüne gel mişi z . Dört boğazı z . Sonunda hem yatacak bir yer, hem de bir i ş bul muş Saliye Teyze. O köyde bizi kol lamışlar. Harp bitene değin orada kal ­ mışız. Ben yedi yaşı nda, Sal iye teyzenin çocuklarının b i ­ ri 10, diğeri ise ll yaşı nda . B i z şansl ıydık. N e çok i nsan öldü, açlı ktan, hastal ı ktan. Bizim gibi bir parça ekmek bu­ labilenler yaşayabildi ancak. Saliye teyzeye bir gün bir haber ulaşmış: "Nevrakoplu Ali ölmemiş, yaşıyor; oğlunu ve karısını arıyor yana ya­ na." Gitmiş bul muş babamı. Çok olmuş dönel i . Bizi arar d ururmuş köy köy. Ateş, ateş, der d ururmuş. Saç, saka! karışmış, kir pas içinde. Çenesinde yara diki şleri . "Seni babana vermek istemedim o zaman" derdi , Sal i ­ y e teyze. ölür mahvol urdun. Sana d a kendi çocuğum gi­ bi baktım, çocuklar alıştı sana. Hiç kıyamadım seni ço­ cuklardan ayı rmaya . . .



13



Ben, babamla karşılaşma anıını tam hatı rlamıyorum. Yal nı z, o ki r pas içindeki hal i , saçı sakalı kal mış akl ımda. Babamla birlikte düştük yollara. O, zaman zaman ba­ na, yarenlik ettiği insanlara , başından geçenleri anlatır du­ rurdu. Anlaşılmazdı pek ifadeleri. Selimiye 'de askere a l ınmış. Oradan Hicaz , Katar, Mekke, Yemen . . . "Ne çok a r kadaşım kaldı oralarda" der­ di babam. Oralarda sağ kurtulanlar Çanakkale 'ye getiril i r. Sevinçliydik. Çanakkal e vatan toprağı . Her birimiz dağlar gibi güçlüydük. Birkaç gün İstirahat ve temizlikten sonra yerleştirildik Kilithahir mevz ilerine, istihkamları­ na ... Zabitim dolu gözlerle baktı bana, geldi kucakladı be­ ni . "Ali Onbaşı . bu mitralyöz sana emanet, ölmeden ba­ şından ayrıl mayacaksı n." Diğer manga arkadaşl a r ı mı da öptü teker teker. Helal­ leşti onlarla da. "Sizi kanınızın son damlasına kadar, düş­ mana karşı vatan topraklarının müdataası için, bu istih­ kamda vazifelendiriyorum. Arap çöl leri nde deği l , vatan topraklarındasınız, ölseniz de gam yemeyin." Zabitinden emri alan Ali Onbaşı . mangasını gözden geçirdi : Tüfekle­ ri , kasaturaları , cephaneleri , sırt çantalarını , mataraları , peksimetleri kontrol etti . Bağazda düşman gemi l er i . . . Başlamış bombardıman. Biz öyle bekliyoruz mevzi lerde. Zabitimizden emir bekli ­ yoruz . SOO metre sağı mızda kurmuşlar gözetierne kulesi­ ni . Emirler ardan yayılıyor Kilithahir mevzilerine. Gün­ ler, geceler böyle geçiyor. Ş ı marık d üşman biz sustukça ateş yağdırıyor üstümüze. Beklenen emir gelmiş zabitten. Ali Onbaşı. emi r ver­ miş mangamıza: Ateş, ateş. . . Hiç bitmeyecek bir ateş. . . ömrü boyunca sürecek b i r ateş . . .



14



Taktı makineli tüfeğin haznesine şeridi Ali Onbaşı . Ve başladı kurşun yağdırmaya düşman gemilerine. Ortalık toz duman. Biz söylenenlere i nanıyoruz . Kurşunlar isabet eder öl ürsek, vatan toprakları sulanır. Ya Arap çöllerinde öl­ seydi k ne olacaktı ? Herkes birbirine namus sözü veriyor, son kurşununu d üşmanın beynine sı kmak için and içiyor. Bu mevzilerdeki tüm askerl er Arap çöllerinden getirilmiş­ ti . Büyük zorluklara göğüs germiş usta askerdiler. Bir di­ lim ekmeklerini böl üşmüş. ölen arkadaşlarını omuzların­ da taşı mışlard ı . Sıcakta yanmış. esmerleşmişlerd i . Babam anlatırken, sı k sık Kilitbahir 'den başka, Conk Bayırı, Septül B ayın, Tekketepe ve Anatartalar 'dan da söz ederdi . Zorl uyor İngiliz gemileri boğaz ı . Ama geçit yok, yok . . . Zabitimiz Musa. hem emir veriyor, hem de çınlatı ­ yor mitralyözü i l e ortal ığı . Böyle bir anda, bir top merrni­ si upuzun uzattı Musa 'mızı . Hemen geriye çekildi zabiti ­ m i z . Her yer yanıyor, deniz yanıyor, uğulduyar tepeler. Ali Onbaşı görüyor sahilden çı karma yapmak isteyen d üşman gemi lerini . Hemen makineliyle tarıyor sahil i ve bir yandan da bağırıyor: Ateş. ateş. Sol taraftan d üşman zorluyor, tepeye doğru. Hem gemileri . hem çıkartma yap­ mak isteyenleri tarıyoruz . Arkamızdan top ateşleri yapıl ı ­ yor. Ateş ortasındayız. lrtibat kalmamış. Ali Onbaşı a v azı çıktığı kadar bağırıyor; ateş. ateş. Ama kimse ki mseyi duymuyor. Ve bir şarapnel parçası geli p Al i Çavuşun çe­ nesini dağıtıyor. Ali Onbaşı bakmış etrafına, mevzilerde kan, mevz iler­ de i nilti . Herkes birbi rini n üstüne yığılmış. Yanları na git­ mek istemiş ama nafile. Belinden çözmüş kuşağını . çene­ sini �aldırıp bağlamış sı msı kı .



15



Ortalıkta ne top mermisi , ne bir inilti . Geçmiş bir i ki gün. İşte o arada kendi öl ülerini toplayan İngi l izler Ali Onbaşı farketmişler. Başı , gözü sarı lı bu askere hayretle bakmışlar. Kırmızı kuşağı na , çenesi ne, omzuna . . . Bu şaş­ kınl ıkla onu da almışlar yaralı l arıyla beraber. Kendi has­ tanelerine götürmüşler. Vücudundaki demir parçalarını çıkarmışlar, çenesini dikmişler. Ve bir süre sonra da sal ı ­ vermişler Ali Onbaşıyı . ölüm künyesi okunmuş Ali Onbaşı , bundan habersi z , düşmüş yollara. Gelmiş nice zaman sonra köyüne. Gel miş ama köyünde, ne karısı , ne oğlu, ne de biril eri varmış. Birkaç yaşlı dışında kimse kalmamış. Açlı ktan ölenlerin köpekler uluyormuş baş uçlarında . . . Kimseyi bulamayan Ali Onbaşı büsbütün dertlenmiş, kaybetmiş kendi ni . Düşmüş yollara. Ateş. ateş. diyerek dolaşı r dururmuş ortalıkta . Ustünde uzun bir asker kapu­ tu, yırtılmış askeri çantası . Köy köy dolaşır. Ateş, ateş. . . Çenesindeki yara, dikişler, üstü başı onu anlatmaya yeti ­ yormuş. O künyesi gel mi ş b i r ölü askerdi . O zamanlar ortalıkta böyle bir sürü asker varmış. Her­ kes ailesini arıyor. Onlara yardım eden ise yok. Ne hükü­ met, ne de müttefi kler. . . Saliye teyze babama ol u p bitenleri anlatır: Hatice ölüm künyesi geli nce kara kayıp oldu. Ben İdris'e baktım bu zamana dek. O benim üçüncü oğlum oldu. Ali Onbaşı geçmişini d üşünür: Makedonya 'nın Nev­ rokop'unda babası Demi rci Mustafa öldüğünde 18-19 yaşları ndaymış. Yoksulluk yılları. Annesi Fatma ve kar­ deşi Salih. Al i , Dayran Daksat çiftl iği nde Şerif Kahya 'nın yanı nda iş bulmuş. Damda yatarmış. otların üstünde. Ali burada annesini , küçük kardeşi Salih'i ve öl ü babasını dü­ şünürmüş. Babası Demirci Mustafa, demirden heykel ya-



16



parmış. Şimdi A l i ise çoban. Şerif Kahya A l i 'yi çok sev­ miş, ona kızı Hatice'yi münasip görmüş. Evlenmişler, Drama 'ya gitmişler. Bir oğull arı ol muş, adını tdris koy­ muşlar. tşte o oğlunu iki aylı kken bı rakmış ve ancak şim­ di bulabi lmiş, karısı Hati ce i se "kara kayıpn ol muş. Babamla d üştük yollara. Nerelerden, nası l , ne zaman­ da geldik tzmi r 'e, bilmiyorum, ama şehri , o zamanki ha­ lini hatırl ıyorum. Meydanda çadırlar, orta yerde kazanlar, fukaralara yemek veriyorlar. Biz yemek nedi r, bilmiyoruz ne zamandır. Gittik, bize de verdiler yemek, biz de yedik. Doyasıya yemek yedi k. tki -üç gün oralarda dolandık d ur­ duk. Babamın ahvali mal um. Benim üstümde bir fistanı m var, bir de siyah donum. Ben de ki r pas içindeyim. Bindirdi ler herkesi koyun gi bi bir trene. Bir sürü kasa­ balardan geçti k. Geldik bir yere. Sonradan öğrendi k Muğ­ la imiş. Kaldık bi raz da orada. Ne bulursak, ki m ne verir­ se yiyoruz , nereyi bulursak yatıyoruz . Bize sahi p çıkan yok, her yer karışık, her yerde muhacirler. Yerliler var, efeler var, bir de biz muhacirler. Biz perişanız. Döndük geriye. Bu kez yayan yapıldak. Ne biz bir şey bil iyoruz ne de başkası . O koca yolu yeniden alıyoruz . Niye gittik, ni­ ye dönüyoruz ? Aslı nda herkes bi rilerini arıyor. Annemi bulamasak da Nevrakoplu bulalım i stiyoruz . Babam bir de kendi annesini arıyor, ondan haber alacak birilerini arı ­ yor. tzmir 'e geldi k yeniden. Yol larda badem ağaçları çiçek açmıştı , o görüntü kalmış nedense akl ı mda. lzmir yine ay­ nı . Çadırlar, kazanlar. tzmi r ' i yakmış Rumlar, meşhur ız­ mi r yangını . . . Çadırlarda i nsanlar. . . Yine yemek yedik oralarda. Düştük oradan yine yollara. Babam rahat konu­ şamıyor. Dikişlerim açıl ıyor, diye korkuyor, dikiş açılır mı oysa konuşmayl a ?



17



Nerede bi r kaç hane bul ursak orada konaklıyoruz . Böyle böyle geldik Dikili 'ye. Nası l kalmış aklımda . Taş, taş üstüne evler. Ağaç yok, çorak. Bayır, çukur; ova deği l . Deniz kıyısı , kalabalık bir köy. Bizi alıp götürdüler. Çıralı bir kahveye oturduk. Teke derler, tekeli bi r köy kahvesi . Bize si niyle yemek getirdiler, yedik güzelce. Ba­ bamı suale tutuyorlar. Anlatıyor bir şeyler. Bana soruyor­ lar, ben bil miyorum bir şey. Derken bir topa! adam gel di. Bacağını Çanakkale'de kaybetmiş. O zamanlar böyle sa­ kat insan çok ortal ı kta . Kimini n bacağı , kiminin kol u, ki ­ minin göz ü yok. Yemeği yedi kten sonra, bu topa! adam köylülere, ben bunları götüreceğim benim eve, dedi . Evi yol un kenarında. Yol a bakan kısmında yemeni di­ kiyor. Tezgahı var orada. tptidai bir makinesi var, dikiyor, gelen geçene iş yapıyor. O akşam yattık arda, sabah bizi aldı hamama götürdü, bizi o rada bir güzel yıkattı . Saçımı ­ zı, sakalımızı düzeltti. Babamın kaputunu attı . Bizi bir i n­ san kılığına soktu. Dükkanda bize yatacak b i r yer yaptı . Ve biz orada kal ­ maya başladık. Sonra yavaş yavaş babama o mesleği öğ­ retmeye başladı . "Böyle yap Ali Onbaşı , böyle dik, hadi oğlum tdris, böyle dik". Böyle usul usul , hem babamı n konuşmasını açıyor, hem de adamı hayata bağlıyor. Artık her öğlen yemek, akşam yemek, sabah çorba . Ohh, gani gani, biz yedik içtik, iyileştik, güzelleşti k . . . Ustümüz ba­ şımız temiz . Dükkanı n önünde çalışıyoruz . Gelen geçen köylüler bize bakıyor, laf atıyor. lşte Çanakkale gazi si , hangi cephedeydin? Babam da artık rahatça anlatıyor. Ve biz orada, o köylünün sevgi l i si olduk. Babamı orada alıkoymak, evlendirrnek istiyorlar. Beni mektebe vermek istiyorlar. Fakat, biz kesi nlikle hayır, di­ yoruz . Nev rakoplu bulmamız gerektiğini söylüyoruz . Ba-



18



barnın zaten gözü yollarda. Kafasını annesine takmış. Ka­ rısı nı , benim annemi düşünmüyor. Dikili 'de bir 5-6 ay kaldık. Babam çarık, yemeni dik­ meyi öğrend i . Dili dönüyor artık. Ara sı ra yine ateş, ateş, diye tutturduğu da oluyor. B i r gün muhtara gitti k, dedik, biz gideceğiz. Nevrakoplu bulacağız. Tutturdu babam. Tamam, dediler. Babama eski yazı ile bir kağıt yazdılar. Çanakkale savaşçısı , şu şu. Nevrakoplu, bir de mühür. Cebi ne koyuyorlar babamın. Dolduruyorlar çantamızı ekmek, peynir. Düşüyoruz yeniden yol lara, anne arama­ ya. Baba da, oğul da annesini arıyor. Bak şu savaşın i şi ne. Nerede bir ev, akşam orada konakl ıyoruz . Babam onların çarıklarını yemenileri ni dikiyor, böylece ilerliyoruz .



·



Aylar sonra B ursa 'ya vardık. Bursa 'ya , Beşevler var­ dır, ordan girdik. Dediler ki , buralarda muhacirler var, şu­ radan buradan gelen. Biz Nevrakoplu arıyoruz . Olabi l i r, dediler. Muhacirlerin bul unduğu Yaylacık köyüne gittik. Başımıza toplandı yine köylüler. Ki misi muhacir, kimisi yerl i . Babam çantasını çıkardı , ipini, iğnesini . . . Başladı dikmeye. Sökükleri dikiyor. Ekmek getiriyorlar. Para yok. Çorba getiriyorlar. Biz zaten para beklemiyoruz . Para ne­ dir, bilmiyoruz . Duyuyor köyün i l eri gel enlerinden Koca Tahir bizim oraya geldiği miz i . Heybetli bir adam, iri yarı, uzun boy­ lu. Geldi başı mıza, hoş geldiniz, dedi , nereden geldiniz, kimsiniz? İzmir ' den gel iyoruz . "Esas neresi ?" Ben baba­ mı dürtüyorum, versene kağıd ı , diye. Veriyor çıkarıp ka­ ğıdı babam Koca Tahir 'e. Alıp okuyor eski Türkçe yazıyı . Kafasını sal ladı , bell i bel l i , ded i . Seni bu köye yerleştire­ ceğim, salmayacağı m Ali Onbaşı . dedi . Sonra bizi bı rakı p o kağıtla gitti . tki yüz hanel i k bir köy. Kocası askere gitmiş ve dön-



19



memiş bir sürü kadın var. Onlardan, babama münasip bir eş bul uyor. Aşire isminde b i r kadın. Benden bir kaç yaş büyük Emine isminde bir kızı var. Aşi re 'den nüfus kağı­ dını . babamdan o kağıdı al ıyor, doğru muamele yapmaya. Hiç, ben seni bununla evlendi riyorum, diye malumat yok. Adam hakim, adam çete reisi . Bursa 'da Koca Tahir bu i şi bitiriyor. Babamı kadının nüfusuna geçiriyor. Evlenmiş gibi de bir kayıt düşürüyor. l şte, benim şimdiki nüfus cüz­ danım o zamandan kalma. Annemin adı işte o yüzden Aşi ­ re. Nevrakop mübadeleye dahil deği l . Bu yüzden doğum yerlerine de Dayran yazıyor. Herşey tamam ol uyar. Baba­ ma oradan bir ev, bir bahçe , bir de tarla veriyor. Bunlar hep Rumların evleri , yerleri . Hazine yeri olmuş şimdi . Çağırıyor babamı , çağı rıyor Aşi re 'y i . Topluyor heyeti . Hadi kalk bunun el i ni öp ba kayım. diyor kadı na . B i r ho­ ca getiriyorlar, nikahlanıyorl ar. Ben de, babam da annele­ ri mizden umudu kesmiş oluyoruz böylece. Ertesi gün de beni elimden tutup Koca Tahir, yarım saat ötedeki Çalı­ köy 'e götürüyor. Orada, Hacıoğlu Kızıl Ahmet derler. ona. "Merhaba Hacı baba, bak sana oğul getirdim." Hacı­ baba beni bi r süzüp, " Nereden çıkardın bunu" diyor. " B i r Çanakkale savaşçısının oğl u. Bunun anası yoktu, bir a na sahibi yaptım. Fakat onlarda duramaz bu, yazı k olur" . Ben de pırıl pırıl bir çocuğum. Aldı Kızıloğlu beni , saray gibi bir eve götürdü. Hacıbaba 'nın kardeşini Rum çeteleri kesmiş. Tahta­ lı 'nın altı ndaki mezarlı kta gömülü kardeşi . Tahtalı-Çal ı ­ köy-Yaylacı . Biz orta yerdeki köydeyiz. Rum çeteleri Tahtalı 'da baltalarla, nacaklarla kesmişler insanları . Ora­ da mezar duvarlarında resimler de var. lşte bu Hacıba­ ba 'nı n kardeşi , söylendiği ne göre, orada kesilmiş. Bir oğ­ lu bir kızı kalmış geride. B i r de karısı Saniye abla. Hacı -



20 baba 'nın Uveyde isminde bir karısı var. Çocukları yok. Yeğeninin ismi Mehmet, kız olanı Emine. Bunlar benden büyükler. Başladılar benim üzerime titremeye. Ben gel zaman git zaman onların gül ü oldum. Kiler deriz biz, aşa­ ğıda kiler var. Var 20 tane küp. Pekmez , reçel, türlü türlü. Hepsi nin üstünde bir kabak var. Kaseye dolduruyorum o kabakla yiyorum. Ben her zaman oraya inebil iyorum. Çı­ kıyorum Saniye teyzeye, ben yoğurt, peynir istiyorum. Tamam oğlum. sana kaymak da vereyim. Böyle, bolluğun içine d üştüm. Geliştim, güçlendi m, güzelleştim. O yukarı odaları gezerken, sele derler, selelerle altın­ lar gördüm. Beşi biryerdeler. 7-8 tane hizmetkarı var. On­ lar evin içine giremez . Onları n ayrı damları var. Ben orak­ çılara yemek götürüyorum. Bekçilere götürüyorum. Bana bir at verdiler, bu, dediler, senin. Ona arpa yedi re yedire, nasıl yaptı m. Peşimden ayrı lmaz . Bütün atları geçiyor. Köpeğim var. Mehmet Abi m bana tabanca verdi. İnsanla­ ra atmak yok, diye tembihledi. Hayvana, kuşa. kurda . . . Arkadaşım şapkasını atıyor yukarıya, düşene kadar onu vurabil iyorum bir kaç sefer. Böyle. Bir hayvan kalır dağ­ da. Hiz metkarlar gitmeye korkar. Hacıbaba, hadi bakalım tdris, der. Atiarım ata, beni m sesi me ses verir hayvan. Gi­ derim bakanın, buzağıl amış hayvan. Onu bırakıp gelemi­ yor. Onu alır ann terkine koy arım, döneriz geriye. Böylece 4-5 sene orada, Hacıoğlu Kızıl Ahmet'in ya­ nında kaldım. B i r gün babam çı kageld i . Ki , arasıra gelir, beni şöyle bir görür giderd i . "Oğlum tdris, annen ölmemiş, yaşıyormuş. . . " "Deme be . . .



"



" Evet, oğlum. " "Nerede" , dedim ben heyecanla.



21



"ıstanbul 'da. Oradan kışı n buraya gelen tütün işçile­ rinden öğrendim." ıstanbul'daki tütün işçi l eri kışın Bursa 'nın köyleri ne gelirler çalışmaya. ışte onlardan öğrenmiş. Yanbolulu Hatçe. İstanbul 'dan akrabaları da var. Kendisi ara sı ra ız­ mi r taraflarında , ara sı ra İstanbul 'da, demişler. Babam bunları söyleyince bir tuhaf oldum ben. Ben o zamana deği n can atıyordum anne için. Görüyordum çar­ şafl ı , feracel i kadınl ar, ah beni m annem de böyle miyd i , diye i ç i m yanıyordu. Yüzü nasıldı annemin, hep bunu dü­ şünürdüm. Hemen babamın yanından koşarak ayrı ldım, Hacıba­ ba 'yı buldum. Hacıbaba, dedi m, ver elini , öpeyim. Ne var ul an, dedi , ne oldu? Ne olacak, annem ölmemiş. yaşıyor­ muş, ıstanbul 'daymış. lyi y a , ben onu hemen bul durur, getirtirim buraya, diyor. Ol maz , katiyen olmaz, ben gide­ ceğim. Asl ında , gerçekten bulur getirti rdi . Kendine çoban arıyor, işçi arıyor. Beni de kaybetmek istemiyor. Yok, ben hemen gidip kendim bulacağım onu. Bana para ver. Hacı­ baba ... Yok olmaz , ne parası , sen bulamazsı n. Baktım ba­ bam yavaş yavaş gidiyor, arkası nı dönmüş. Ben zorla Ha­ cı babamın elini öptüm ve koşarak babama yetiştim. Babama anlattım, böyle böyle �ldu, para da vermed i . Sanıyar k i , para vermeyince b e n gidemeyeceğim. Babam, hadi , dedi , gidel im. Düştük velhasıl yeniden yol lara. Paramız yok. Yine konaklaya konaklaya, bilmem kaç ayda ıstanbul 'a vardık. Usküdar 'daki, şimdi de yerinde olan, o büyük caminin di­ bine vardık sonunda. Camini n avlusunda, şurada burada 3-5 gün kaldık. Rıhtıma yakı ndı o zaman cami . Dalgalar vururdu. Oraları sonradan doldurdular. Paramız olmadığı için karşıya geçemiyoruz .



22 Sonunda bizi karşıya geçirecek bir mavna bulduk. Yük taşıyor karşıya. Babam karşıya geçerken, askerlik yaptığı Sel imiye ile i l gi l i , M. Kemal ve Daimabahçe ile ilgi l i , mavnacı ile sohbet ediyor. B i z i karşıya parasız geçirdik­ leri ne memnun oluyorlar. M. Kema l ' i n kamutasında Ça­ nakkale 'de savaşmış. yaralanmış bir gazi , yanında bir ço­ cuk. Karşıya geçti k. Geldik Galata Köprüsü'ne. Karşıya geçeceğiz . Babama tarif etmişler, Unkapanı ' nda, Eyüp 'e giderken hemen köşede, demişler, Yanbolulu Hatçe'yi bu­ lacağı n yer. Köprünün başında kutular. B i r kuruş muydu, neydi , bir para veri p geçiyorsun. " Hani para ?" Babam, para yok, dedi , baktılar bize şöyle bir, haydi geçi n, geçin, dediler. Yenicami 'ye, oradan sora sora biz Unkapanı 'nda aradığı mız hana ulaştık. Eski bir han. Eskiden develer kalı rmı ş altında. üstte ızgaralar var, böyle parmak parmak, altı gözüküyor. De­ veler çalı nmasın diye miydi , bilmiyorum. Han karşısında ise bir polis karakolu vardı . Bugün SSK bi nası var oralar­ da. Handa fakir fukara kalıyor. Bir iki l i ra , her neyse, ve­ rip kal ıyorlar orada. Ordan tütün işi ne gidip gel iyorlar. Bize de bir oda verdil er. Bizi gıyaben tanıyorlar. tşte bu Nevrakoplu Ali, diyorlar, Yanbolul unun kocası . Bu oğ­ lu tdris. Bizimle i l gi leniyorlar. Babam Han ' ı n yanında, köprü başı nda, köşede tezgahını kuruyor, başl ıyor çalış­ maya. Bize, Yanbo l ul u Hatice şimdi Muğl a 'da, oraya siz şimdi gidemezsiniz , buradan geli p gidenler oluyor, haber ulaştırırız, hemen geli r, diyorlar. Biz de, tamam, diyoruz. Meğerse annem Muğla 'da Ahmet isminde biriyle evlen­ miş, o yüzden bizi sal mıyorlarmış oraya. Bana bir küfe yapıyorlar. Çıkıyorum Eminönü ' ne kü-



23



fecil i k yapmaya . işte 14 yaşı nda kadarı m. Paket, eşya ta­ şıyorum. tskeleye, istasyona , Cağaloğlu'na . Bi rkaç kuruş veriyorlar bana. Annem, bizim haberi mizi alınca hemen yola koyulu­ yor. O zaman Gülcemal vapuru vard ı , dört direkl i , iki ba­ cal ı , büyük bir gemi . O sene en büyük kış ol muştu, kar vardı . İşte annem o vapurla gel iyor. Dışardan geldim, küfeyi bı raktım. Beni bekliyorlar­ mış. Girdim odaya . tşte tdris, işte annen . . . Hemen atiadım annemin kucağına . Eh be kardeşim, sabaha kadar deme­ yeyim, ama geceyarısına kadar beni böyle göğsüne bastır­ dı . Beni iki yaşları ndayken bırakıp ondört yaşında bul u­ yor, bense sanki ilk defa a nnem oluyormuş gibiyim . . . Bi­ zim oda değildi, annem ile karşılaştığı mız. Babam da odada. Eğmiş kafası nı , kasketini düşürmüş, kimbi l i r ne düşünüyor. Hiç ki mse hiç bi rşey konuşmuyor. Annem ise çekmiş başı na başörtüsünü, gözlerini n üstüne kaydı rmış, o da öyle yalnız beni kokl uyor, seviyor, hiçbi r şey demi ­ yor. Ne o ona bakıyor, ne d i ğeri berikine. Anneciği m be­ ni m başımı iki memesi ni n a rasına sokmuş, sanki emziri­ yor sanırsı n. tşten geldiğim gibi , ayaklarımdan ayakkabı­ lar çıkmamış. Ağlamayan kalmadı handa o hal imize. Yıl­ lar sonra bul uşan ana, baba, oğul , ne acıdır bu be karde­ şim. Gel de bunları anl atma . . . Babam annem bakışınıyar bile, şu hassasiyete bak. Ben bunu değerlendirebiliyorum. Ondan bir anlam çıkarıyorum eski zamanlara dair. Odada­ kiler başka muhabbet yapıyor: Harbin götürdükleri , getir­ dikleri , açlık, sefalet, evsi z l i k . . . B i r ara farkettim, babam çıkmış odadan. Babam nere­ de, dedim, ben hemen. Gitti , dediler, yatmaya. Birisi git­ miş, oğl un seni soruyor, nerede diye, söylemiş. Ben bura­ da yatacağım, demiş. Yalnız yatma Ali dayı demişler. O



24



zaman babam, "Ben arkadaşlarıml a beraberim, yalnız de­ ği lim" demiş. Bunu sonradan bir kaç sefer bana da söyle­ di . Cephedeki arkadaşlarını. o harbi n bize getirdiğini, ai­ lemizin durumunu anlatıyordu elbet. Babamda harbin et­ kisi hiç azalmad ı , öl ünceye deği n sürdü. Bir başka gün bana , vurulduğu zaman, arkadaşlarına ulaşmak, onları öp­ mek için çaba harcayışını anlatmıştı . Babam gelmeyince annem açtı yüzünü. Aldı l afları . Bana mı anl atıyordu, oradakilere mi, yoksa kendine mi? Ben hiçbir zaman bunları d üşünmedim, diyerek başladı . Ali 'nin ölüm künyesi geldiği nde ldris iki yaşl arındaydı. Köyüroüzde hi ç erkek yoktu, herkes askerdeydi . Harp aleyhimize dönünce, çeteterin ve yabancı askerlerin bas­ kısı artmıştı . Saliye isminde bir komşumuzla beraberdik, onun da kocası askerdi . Herkes böyle i ki üç kişi bi r arada yaşıyordu baskı korku yüz ünden. Bakı n size başımdan geçen bir şeyi anlatayım da görün. Bir gün tdris'i bağla­ dım sırtıma, kol uma da bir sepet geçirdim, yiyecek bul ­ maya çıktım. Bi rden nal sesleri duyunca, eyvah, dedim, mahvolduk. Çeteler o vakitle r ortalıkta sıkça dolaşıyor ve kötülük ediyorlardı. Hemen az ilerdeki sazlara girdim. Görünmeyecek bir şekilde oraya sindim, ldris'i de göğsü­ me bastırdım. At sürüleri yaklaştıkça beni bir titreme al ­ dı. tdris de sanki bunu anl a mış gibi ağlamaya başlamaz mı. ne yapsam susmuyor. S ütsüz memeyi emmiyor. Kalk­ tım ve görünmeden dereye doğru yöneldim. Girdim Dek­ sat çayı na. Oradan ldris'i ı si atmadan geçemedim. Sonun­ da dereyi geçip ldris'i yatırdım otlara. ağz ı ndan, burnun­ dan, kulaklarından suları emıneye başladım. Orada öyl e güneşin altı nda kuruttum onu. Ancak karanl ı k bastırdık­ tan sonra eve dönebi ldim. Cami olsa yatsı ezanı okunur­ du. Böyle tehl i kelerden geçerek yaşadı tdris.



25 Sonunda Saliye'ye dedi m . ben buralarda kalamayaca­ ğım, İdris'i sana emanet ediyorum. Bulgar, Sırp çeteleri güzel , dul kadınlara kötülük yapıyorlard ı . İdris'i Sal i­ ye 'ye, sonu belli olmayacak bir halde bırakıp. kendimi kurtarmak zorunda kaldı m . Köyleri aşarak en sonunda Kavala 'ya geldim. İnsan içine girdim, tütünde çal ıştım. Ve oradan İzmi r taraflarına geçtim. Benim Saliye 'den, İd­ ris'den hiç umudum yoktu, onlar oralarda ölmüştür, di­ yordum. Sonunda Muğla 'da evlenmek zorunda kaldım. Ne yapsaydım? Ama çok şükür oğlumu buldum. çok mut­ l uyum. Ancak şimdi kurtuldum ben. Gece yanlarına kadar a nlattı annem, daha bir sürü şey­ ler. Herkes kendi açısından haklıydı. Belki de en haksızı­ mız babamd ı , öl üm künyesi gel mesine karşı n, yaşıyor ve yaşayacak olan babam, hep b u haksızlıkla ömür sürdü . . .



II



Annem 2-3 gün orada beni yıkad ı , temizled i , yedirdi, içirdi, vel hası l , yıl ların hasretini gi dermek için çabaladı . Sonra beraber Eminönü'nde Sansaryan Han'a bitişik Ta­ bakoz tütün şirketine gitti k. Burada çok işçi çal ışıyordu. Burada Kavalalı Çalımlı Hasan ile görüştük. Annem ile önceden beraber çalışmışl ar, birbirlerini tanıyorl ar. Bizi hemen işe aldı bu ustabaşı . Orada çalışmaya başladık annemle. O başka bir tez­ gahta, ben başka . Ben bir tezgaha çırak olarak verildim. Oranın çırağı yokmuş. Bir sürü tezgah var sı ra sıra. Bir kışla gi bi . Her tezgahta dört kişi var. Bir erkek usta, bir er­ kek, bi r kadın i şç i , yanlarında bir de çocuk çı rak. Deste­ l eri istif ediyoruz . Şimdi ben bir köy çocuğuyum. Anasız babasız büyümüş kaba bir adam. ışte bana gösteriyorlar. Yaprakları böyle üst üste koy, al bu iple onları bağla. Ta­ mam mı , diyorlar. Tamam, diyorum. Şimdi benim annemi bulmam, yalnızca annerne ka­ vuşmuş olmaktan i baret deği l . Annem vesilesiyle ıstan­ bul 'a gel miş oldum. Köyde ne olacaktım ben, bi r çoban. ıstanbul 'da küfecilik yapıyordum, annem beni aldı tütüne götürdü. Kadın, tütüncü, i stihsalden gelme. Kavala 'da



27



klüp görmüş. Balyalan deniz e atmışlar. eylemi de bil iyor. Bir de hepsinden öneml isi , bel ki de bunların bir neticesi , beni partiye götüren yolu açmış oluyor. Bunun nasıl olduğunu anl atacağım. Bu arada annemin Kurtul uş'ta bir ev tuttuğunu, kocası Kara Ahmet'in de Muğl a 'dan gelerek beraber kalmaya başladığımızı da söyleyeyim. Artık o yıkı k dökük handa kalmıyoruz . lşe gidip geliyoruz . Hem işi . hem ameleyi , hem de ce­ miyeti tanıyoruz . Ama bu birden olmuyor. Benim tezga­ hın yanında bir tezgah daha var. Orda da dört kişi var. Oranın çırağı benim yaşları mda bir kız . Başka tezgahta olmama karşın bana yardı m ediyor, gösteriyor, o yaşıtım olduğu için, onunla daha iyi irtibat kurabiliyorum. Ama konuşmalarım kaba, köylü, fakat bu hal i m bile bu kız ı n. o tezgahtakilerin bana olan i l gisini eksiltmiyor. Bu kız Emi ne idi. Tezga htaki erkek, eniştesi Çakıcı Mehmet, kadı n ise abiası lhsane. Bunlar bana, okuması yazması ol mayan, doğru d ürüst konuşamayan bana, hem işle ilgi l i , hem de iş harici yardım ediyorlar. Benim şivem, hareketlerim onların da hoşuna gidiyor. Emine 'nin söyle­ diklerine daha bir kulak veriyorum. Bana giz liden çay ve­ riyor. Çırakların çay i çmesine izin vermiyorlar. Çaycı geliyor sabahleyi n . Sabahları çay dağıtırlardı . Hemen Emine 'nin abiası veya eniştesi , ona göz kırpıyor­ lar, işaret ediyorlar. çay ver ldris'e diye. Emi ne bana çay veriyor giz l i ce. Çayı gizli i ç . kızarlar, diyor. lstihsalin(2) i l k öğrettiği şeyler. Benimle yarenliğe başlıyor Emine ya­ vaş yavaş. Simitinden bana da veriyor bir parça. öğlen paydosunda herkes kendi getirdiği yemeği yiyor. Emine­ ler de bir grup olarak yiyor. Ben annemle yiyorum. Asl ı n­ da annem i l e Çakıcı tanışıri ar. Kavala 'da falan. Klüpten birbirlerini tanımaları lazım.



28 Kısa zamanda. Çakıcı 'nı n, İhsane 'nin, Emine 'nin di ­ ğer işçilerden farklı olduğunu hissediyorum. Kendi tezga­ hımdaki ustalardan aynı yakınlığı , aynı i l giyi göremiyo­ rum. Emine bir şeyler çiziyor, soruyor bana. bu ne diye, orak diyorum. biz onunla ot biçeriz. Gülümsüyor, doğru, diyor. . Artı k biz zamanla başlıyoruz Emine ile dost olmaya. Ben de artık yavaş yavaş terbiye oluyorum. İşten çıkınca Emi ne ile beraber yürüyoruz . Onlar o sıralar Kasımpa­ şa 'da askeri hastanenin civarında, ben ise Kurtuluş'ta otu­ ruyordum. O civarda oturan işçiler böyle grup hali nde işe gider, gel irdik zaten. Vesait yok o zamanlar. Kayık falan var ama ücretli. Biz Sirkeci 'den Unkapanı 'na, oradan köprüyü geçerek Kasımpaşa 'ya varıyoruz . Ben Emine 'yi orada bırakıp Kurtuluş'a kadar yürüyorum. İstanbul o za­ manlar hem i nsan olarak, hem yapı olarak tenha. İşçi lerin oturduğu evler tahtadan fala n yapı l ma. Emine ' nin ailesi 1 924-2 5 ' l erde Kayseri 'nin Develi köylerinden göç etmiş İstanbul 'a. Babası Ali Sulukır, an­ nesi Seher, abiası önceden anlattığım gibi İ hsane. O yıl­ larda geli p Kulaksız 'a yerleşmiş! er. Babası seyyar tesisat­ çı. Anne Seher ve i ki kız ise tütüncü oluyor. B üy ük kızla­ rı İhsane tütünde tanıştığı Çakıcı ile evlenmiş ve bir de kızları olmuş, Macide i sminde. Artık bana yavaş yavaş istihsal süreci ni anlatıyorlar. "Aman ustabaşı görmesin, kovar" diyorlar mesela, bir şeyle i l gi l i . B urada ustabaşı ve işten atı l ma korkusunu hissediyorsun. "Bana 25, sana 1 5 kuruş veriyorlar, oysa aynı işi yapıyoruz , yahu." Çok etkileyici oluyor bu tarz konuşmalar. Benim ondan az ücret almamı yanlış bul u­ yor, bu farklı bir yaklaşım. B unları diğer işçilerde göremi­ yorsun. Bazı işçilere imtiyaz tanı ndığını görüyorum. Ni-



29



ye, neden, soruları ister i stemez aklıma takılıyor. Saat tam yedi buçukta kapıyı kapatırlar. Geç kalırsan o gün işsiz ka­ lırsın. Akşam altıda çı karsı n işten. İstihsal süreci ni n ken­ disi öğretici . Elini, yüzünü yı kamaya kaçamak gidiyor­ sun. Bazen beş dakika önce hazırlanmaya başlarsın, usta­ başı bağırır, " Ne o, paydos oldu mu?" diye. "öğlen yeme­ ğini paydosda yemedi n mi, ne yiyorsun şi md i ? " O vakitler sınıf bilinçli i şçilerin yekunu muhacir. Hak alma kavgasını Selani k'te, Kavala 'da, Drama'da, şurda burda öğrenmişler. Bunlar getirdi hak alma kavgasını Türkiye 'ye daha z iyade. Bu işçiler bizden 1 0-15 yaş bü­ yükler. Kl üp kurmuşlar oral arda, çatışmaları ol muş. O mücadeleyi şimdi burada sürdürüyorlar. İstİhsal aynı , sö­ mürü aynı . Niye biz i m klübümüz , sendikamız yok, diyor­ lar. Bunu açıktan söyleyemiyorlar henüz . Ketumiyet var. Patronun beslemeleri duy masın, hükümeti n adamları duymasın. Ben anlatılanları dikkatle ve ilgiyle dinl iyorum, olup bitenleri izliyorum. Dışardan gelen yabancı sermaye ve burjuvaz i , yerli sermaye ile ortakl ı k kurmuş. Yani tütün şirketleri böyle ortaklıklardı o zaman. B i z i m yerli sermayeni n bunu tek başına yapması mümkün deği l , çünkü o bir ağa. Zengin bir ağa . Daha i ptidai . Şalvarıyl a geziyor hala. Yabancı burjuva gel iyor, bakıyor ki m zengin burada. Fi lan ağa. Alıyor onu yanı na , ortağımsın, diyor. Sen muhatap ola­ caksın işçiyle, üreticiyle. Ben dilinden, huyundan anla­ mam. Şalvarını atıyor ağanın. Ona fötr şapka giydiriyor. Ve ona kendi tecrü�elerini a ktarıyor, akıl veriyor yabancı sermaye sahi bi. Bu i şçiler yarın işi aksatmaya çalışabil ir, fazla yevmiye isteyebilirler. Bunların başına daima güçlü ustabaşıları koy. Onlara daha fazla yevmiye ver ki , yarın



30 bir şey olduğunda seni n menfaatlerini korusunlar. Bu fi­ kirleri bizim ağaya, bizim yeni yetme burj uvaya , ecnebi burjuva veriyor. Bunları özell i kle anlatıyorum. Hem o dönem bize na­ sıl anlatıldı, hem de bizim siyasal bilincimiz nasıl ol uştu, bu anlaşı lsı n istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti kurul urken yalnızca ecnebi ser­ maye gelmiyor dışardan, sınıf bilinçli arnele de gel iyor. Beraber geliyorlar. tşçiler mübadele ile geliyor. Onlar burj uvanı n taktiklerini biliyorlar. Ona göre onlar da bir plan yapıyorlar. Planları ketumiyet dahi l i nde yapıyorlar. Bunl ara arnele önderi deniyor. Bu önderler, tecrübeli işçi­ ler, ki mde cevher var ona yakl aşıyor. Her yerde, her istih­ salde böyledir bu. tşçi sınıfını Balkanlardan gelen bu mu­ hacir işçi ler temsil ediyor. Tütün şirketleri İstanbul , Bursa, İzmir, İzmit, Adana gi bi yerlerde yoğunlukla kuruluyor. Bir de tütünlerin yaş olarak eki miyle uğraşan ekici ler var. Şimdi bunların çoğu da muhacir. Tütün ekici l iği ni geldikleri yerlerden bil iyor­ lar. Şimdi bunların durumu da .aynı . Yerli ağa, yabancı sermaye bunları kıskaca al ıyor. Ecnebi burj uva ekicilere de ağa aracılığı ile iniyor. Ona yine akıl veriyor. Hasan ağa, bunlara kış ortası nda avans ver, şuraya koca bir ma­ ğaza aç. Orada basma, patika, başörtüsü, ferace, yemeni , orak biçme aletleri , tımar, pul l uk, saban vb. sat. Bunlar alışverişini de burdan yapsı n. Gerektiğinde kredi aç, borç­ lansı n sana. Bunlar yazın tarlada tütünü kırarken, dizer­ ken yardımcı ol . Avans ver, hangarlar yapsı n. Kuyular aç­ sı n, tütünleri yumuşatmak için. Çok ekenler işçi tutsun. Böylece daha fazla tütün kırsın. Yani ağa aracıl ığıyl a avu­ cunun içine alıyor ekicileri şirket. Ve sonunda o tütünler bizim çalışhğımız isti hsallere geliyor.



31 lstihsal lere gelmeden bir iş daha var. Piyasa açıl ıyor. Şirketler bi r karara varıyor, şu şu fiyatlar arasında alaca­ ğı z, diye. Köylere şi rketleri n ekspert eri geliyor. O tütün­ leri muayene ediyor. O denklerde ne kadar çürük ne kadar iyi tütün var. Kalitesine bakıyor. Extra mı , orta mı . . . Ve bütün köylünün tütününü söyledikleri fiyattan alıyorlar. O günün parasıyla 20-30 kuruştu parası herhalde. Bütün şir­ ketler böyle çalışıyor. Tabakoz , Amerikal ılar, Felemenk­ ler, Hacı Hasan, Kavala Tahir. . . Bunlar kendi aralarında anlaşmışlar. Sakın piyasayı y ükseltmeyin. Mutabakat ha­ sıl etmişler. Sonrası onl arın kontrolünde. Devlet, hükümet de onlara yardı mcı oluyor. Köyl ünün denkleri tezgaha geliyor. Onlar orada nevi nevi yerleşti riliyor. O 25-30 kuruşa aldığı tütünü, bizi m yaptığımız işten sonra 3-4 liraya satıyor. lşte bu durumu o öncü işçiler, hem işçilere hem de ekici köylüye anlatıyor. Bütün çaba , vazife bunun etrafında. !şte bu aktarılınca o işçi ve köy l ü­ den bir kitle teşekkül ediyor. Bir kıpırdama başl ıyor. Sen i şte otomatikman bu i şi n içinde oluyorsun. Kav­ ganın, çatışmanın, çelişkinin içindesi n, ortasındasın. B ur­ juva-işçi çelişkisi . Mal ı meydana getiriyorsun. Fazla-i kıymeti öğreniyorsun. Hemen o tezgahı n başında. O işi n içinde. Kitaptan deği l . Elle tutul ur. Bu adamlar beni sö­ mürüyor. Ben açım. Çol uk çocuğum aç. Benim hakkım bu heriflerin kasasına gidiyor. Arnele soruyor bu önder ar­ kadaşlara: Devlet bu işe müdahale etmiyor mu? Hemen o uyanık-önder i şçi ; işçi arkadaşım, diyor, devleti idare eden kim? O ağa, o ecnebi , o burjuva. Bunlar kaynaşmış. Neyi anlıyor işçi? Kendinin bir sınıf, bunların devletle be­ raber bir sınıf olduğunu. Kendisinin yaşamı nın perişan. onların şahane olduğunu. Aradaki fark son derece mesa-



32 fel i . Kapanması i mkansız bir mesafe. Bizim gi bi memle­ ketlerde hak hukuk da yok. lşte arnele bunu o istihsalin hemen içinde kavrıyor. Kinleniyor ve kavgaya giriyor. Bundan kaçamaz. Hangi fabrikada, işletmede ne oluyor, takip ediyor. İstişare ediyor. Hak aramada bir birleşme oluyor. tki üç ay sonra Emine ile kol kolayız . Paydostan sonra onu Nal ı ncı yokuşuna kadar götürüyorum. Çoğu kez o da beni eve getiriyor or.dan, sohbet koyu i se eğer. Şimd i , o sıralar şöyle bir durum da var. Bu öncü işçi ­ ler, abileri miz , bunlar miml i . Polis bunl arı bil iyor. Bu yüzden bazı işleri, bizler gibi nazarı dikkati celbetmeye­ cek gençlere yaptırıyorlar. Şunları falanca yere götür, şu­ nu söyle, şunu yap . . . Bu süreç, işte o orak-çekiç resi mle­ rini öğrendikten sonra. Artık öğle yemeklerini beraber yi­ yoruz . Akşamları belirli yerlerde beraber oluyoruz . Aradan geçti bi r zaman, beni dövüşe aldı lar. Beni gön­ derdi ler Boksör Hasan'a. O da bir tütün i şçisi . Beni m gi­ bi gençleri dörtlü beşli gruplar hali nde alıyor, kırlara gö­ türüyor. Şişl i , Mecidiyeköy, Okmeydanı civarları. Kulak­ sız , Şişli dutluktu o vakitler. Çok müsaitti aralar bu çalış­ malar için. O caminin oralarda bir Fransız hastanesi var­ d ı . Yanda tramvay durağı , solda Rum mezarlığı -ki halil var. Arkaları dağ, tepe. Beni mle birlikte gel enlerden Ha­ san, Küçük İ brahim ve Fehmi Kurucu'yu hatırlıyorum. Boksör Hasan bizi böyle 4-5 kişilik gruplar hal i nde alır, bize dövüşmeyi öğretir, epeyce sapa yemiş bir halde gön­ derirdi bizi . Diğer gruplarda kimlerin olduğunu bilmez­ dik, karşıl aştırmazdı . tşten çıkarız, randevulara gideri z , ardından da hava kararınca boks dersleri ne. Bu dövüş dersleri haftada bir veya i ki kez olurdu. Bu boksör Hasanımız sonra ne oldu, bi lemiyorum. Bir



33



kaç kez tevkif edi l d i . Bizden 1 5 yaş kadar büyüktü. Soya­ dını da hatırlamıyorum, bel ki soyadı kanununa kadar ya­ şarnarnıştı r. Boksör Hasan tabi i ki partil i idi . Onun görevi bu idi. Yani bizim gi bi gençlere dövüşrneyi öğretmek. Beni ona Çakıcı gönderiyor. Parti rnünasebeti yani . Parti bakıyor, isti hsalin içinde kimler elverişl i . O Hasan buna hemen el atıyor. Seni yurnruğa , kavgaya yetiştireceğirn. Sen de an­ lıyorsun zaten. Seni ernpoze edenlerin ol duğunu, bunun da bir eğitim olduğunu biliyorsun. Günlerden bir gün, bir baktık, el içi kadar beyanname­ ler. Ucretlerimizden Tayyare Cemiyetine % 10 kesi lecek. Beni m elime geçen, hatırladığı m i l k beyanname budur. O zamanlar ben henüz okuma-yazma bil miyordum. Yine bir süre sonra Mehmet Emin'den gelme aynı kuturda beyan­ narneler dağıtı l mıştı . Emine okumuştu. lşte, işçi ler birle­ şi n, birleşmeyle hak alınır, i şverene karşı yekvücut olun, deniyordu. Hatta bu i ki nci b eyannameyi Mustafa Toprak ve Atiye 'nin Ahmet, Eyüp 'te İngilizlerin bir kumaş doku­ ma fabrikası vardı, orada dağıtırken, nasıl olmuşsa içle­ rinden biri nüfus cüzdanını d üşürmüştü de olay olmuştu. Aklımda kalmış. Geçerken söyleyeyim ki , ne ben, ne Emine, biz duvarlara beyanname yapıştırrnadı k, yerlere atrnadık, biz elden verdik hep. Neyse, Tayyare Cemiyeti ile ilgili beyanname olayına dönelim. Türkiye Komünist Partisi bu olayı protesto edi ­ yor. Ne münasebet, zaten aldığımız nedir, mealinde. Bu­ nun hikayesi şöyle: Ben Emine ile, Kurtuluş'ta Rum kah­ veleri vardı , orada oturuyorurn. Bir süre sonra, i l k kez gördüğüm biri , Emine'nin Mehmet abi dediği , M. E. Ru­ şen geliyor. (3) Benim hiçbir şeyden haberi rn yok. Bir se­ pet ile bizi m oturduğumuz masaya geliyor. "Aaa . . . Emine



34 ne yapıyorsun burada . . . " Sepeti masaya koyuyor. Hadi bir şeyler yiyeli m . " Biz sepetin üstündeki domates, pey­ nir, üzümden al ı p yiyoruz hep beraber. Sonra Emi ne ile ben, o sepeti alarak kalkıyoruz masadan. Emine o sepeti birilerine tesli m ediyor. Sonradan öğreniyorum, onlar be­ yannamedir ve Emine onları il 'e(4) tesli m ediyor. Onlar da mıntıkalara. Bir bakıyerum sabahleyin, arda burda iş­ çiler bunları okuyor, konuşuyor. Yani biz, o beyanname­ leri alıp, onları bizden bir iki yaş büyük abilerimize ileti­ yoruz . U



Emine bana anlatıyor: Arnelelerden % 1 0 kesi lecek. Bu paralar Hilali Ahmer ve Tayyare Cemiyetine gidecek. Parti bunu protesto ediyor. Bu beyannameleri okuyunca biz hemen karşı çıktık kendi işyerimizde. Bunun üzerine 3 kişi sorguya alındı . tmalathane kapatıldı birkaç gün. Ye­ niden açılırken de çoğu i şçiyi işe almadı lar. Bu işyeri San­ saryan Han ' ı n hemen arkasında idi. Yani söyleyeceğim, bir süre sonra kendimi parti faal i­ yeti ni n içinde buldum. Götürüyorum, getiriyorum. Haber alıp götürüyorum. Ben daha çok Emine 'nin yanı ndayım. Çünkü o hem bilinçli benden hem de tecrübel i . Devaml ı konuşuyor. Mesela devlet v e işverenin beraber hareket et­ tiğini devamlı anl atı rd ı . Yani senin 10 kuruşunun kesilme­ sini i ktidar emrediyor. Yani hükümet yazı yol l uyor, onlar da hemen uyuyor. Ama arada zararlı çıkan da işçi. Bu, iş­ çilere de böyle anlatılıyor. B ugün 1 0 kuruş, yarı n daha fazla. Ve başka şeyler de isteyecekler. Bunu protesto ede­ lim. Lanetleyelim. Bunu kendileri ödesinler. Beşi ktaş'ta bugünkü i nz i bat karakolunun olduğu yer tütün deposuydu. Koca bir salon. Burada çok işçi vardı çalışan. Burada bir hak kavgası oldu. Ben artık bir şeyler bilebi liyordum. Biraz boks da öğrenmiştim. Artı k yaz çı -



35 kıyordu. O kavgada yalnız ben deği l , diğer yetiştirilen ar­ kadaşlar da vardı ve bir sürü kişiyi yere serdik. Kalabal ı k b i r polis grubu gelip b i z i alarak karakota götürdü. Ihl a­ mur 'a doğru giderken karakol vardı . Bir polis bir kol um­ da, bir poli s öbür kol umda. Tam karakota girerken, biri kolumdan çıktı , ben o bıraktı derken, bir adım sonra , o ar­ kadan bütün gücüyle sağ yanağıma bir yumruk i ndirdi , eğer sol kolumda güçlü birisi olmasa i kimiz bi rden devri­ l i rdik. Benim beynim döndü, adeta kendimi kaybettim. Bu polisten yediğim, hayatımda, i l k yumruk oldu. Milleti içeri alan polisler beni o halde görünce bırakın bunu de­ diler ve beni almadılar. Ki, o yumruğu görmemişti onlar. Benim kulağırndan o akşam bir şeyler akınaya başladı. Bir iki ay devam etti . Fakat antrenmantar ve faaliyetler sürdü yine. Parti bana el atmıştı , d e mek ümit veriyordum. Bir sü­ re sonra tesviye dersleri başladı. Haftada bir veya iki gün, bir-iki saat. Haliç 'te tezgahları vardı M. E. Ruşen'in. B u işim deği l . I ş dışı nda gid i p orada tesviye öğrenmek içi n talim yapıyorum. Oraya gidenlerden hatırladığım Burha­ nettin vard ı . O sonra provokatör çıktı . Diğerlerini bi l mi ­ yorum. Orada d a konspirasyon vard ı . Herkes aynı günde deği l , farklı zamanlarda geli p ders atıyorlard ı . Bütün bu faaliyetler o 1928-1929 yıllarında oldu: Tü­ tün, boks ve tesviye dersleri , Emine ile beyanname taşı­ malar, Beşi ktaş'taki kavga. Benim partilenmem b i r teklifle olmadı . Ben tütünde çalışmaya başladıktan sonra, böyle yavaş yavaş, parti fa­ aliyetlerinin içinde buldum kendimi . Bir gün . baktım, ar­ kadaşlar falan, abiler, beni partil i gibi değerlendi riyor. Böyle oldu. Bir tütün şi rketi ndesin. Orada bir hücre var. Onun için-



36 desi n. Hücre katibi durumu sürekli rapor ediyor mıntıka­ sı na. Bunları sen bilmiyorsun. Onun dışı nda abilerimiz gel iyor bize. M. E. Ruşen gel iyor. Emine 'yi alıyor, beni alıyor. Vazife veriyor. Emine zaten eskiden beri vazife alı­ yor. thsane abiası ise parti l i . Çakıcı da malum. Hepsi fa­ aliyet i çi nde. Ben de onların yanına. içine düşüyerum ve kendiliği nden işlere katıl mayıı başl ıyorum. Ben i l k i şe girdiğimde, onlar orada bir hücreymiş. yani Çakıcı , thsa­ ne, Emine, bu sonradan belli oldu. Ve ardı ndan boks. tev­ siye vs. faal iyetleri başladı . 1 929 başlarında Ortaköy•de çal ışıyoruz . Çok sık iş de­ ğiştirdik. Bazen atıldığımızdan. bazen de parti bizi görev­ lendirirdi başka işyerleri için. Ortaköy 'de Sedenka şi rke­ tindeyiz. Vapur iskelesinin ordaydı . Cephesi denize ba­ kan. terası da olan bir bina. Boğazdan geçen Sovyet gemi ­ lerindeki orak-çekiç amblemlerini görünce el sallar. yum­ ruklarımızı kaldırı rdık. Ustabaşı larına görünmemek için gözcü koymamıza karşın bir gün yakalandı k. Fil i p ve Ad­ nes usta vardı . Emi ne, Muzaffer Bezgi n ve ben ustabaşı­ larca sorguya çekildik. Ama bir şey çıkmad ı . Yine aynı günl erd i . Akşamdan haber verildi. Yarın Ru­ melihisarı 'nda olacağız. Başka müesseselerde çalışanlara da söylenmiş. Biz Emine i l e istihsalden çıkınca, akşam­ dan gidiyoruz oraya. Hem paramız yok, hem de Emi­ ne 'nin Nalı ncı yokuşundan. beni m Kurtuluş'tan Rumeli­ hisarı 'na gitmemiz zor olduğu için. önce istihsalin arda­ ki bir kahveden veresiye köfte ekmek yiyoruz . çay içiyo­ ruz . Düşüyoruz yola. Hatta bir iki a rkadaşa da söyledik, akşamdan gidelim. diye. Kimse cüret etmedi buna. Paro­ la da var orda buluşma için. Gittik baktık kimseler yok. O zamanla! oral ar harabe. Mezarlık falan da yok. Orayı son­ radan düzelttiler. Ortaköy ' den oraya 2-3 saatte vardık.



37 Vardığımızda hava kararmıştı . Koca ağaçların altında i ç içe girdik i ki arkadaş. sırılsı klam olduk, öyle yattık. Sa­ bah uyandık, bir süre sonra baktı k mi llet geliyor. Diğer müesseselerden gelen temsilcilerle beraber 40-50 kişi var. Emine 'nin abiası lhsane gel d i , kocası Çakıcı. M. E. Ru­ şen, Atılal. .. !şte arda, çıktı M. E. Ruşen, konuştu. Deniz­ de boğulan Suphi ve yoldaşl arı nı daima anacağımız ı , ya­ şatacağımızı söyled i . Bu olay, tarihi mizin en şanlı sayfa­ sıdır. ded i . lşte kollarımızı kaldırarak 3 -5 defa bağı rdık. and içtik. Hatta burada M. Emin, Kürtlerle ilgili bir şey­ ler de söyled i . lyi hatı rl ıyorum Kürtlerden söz etti . Bu an­ mada Boz arkadaş yoktu. Yine bu dönemde, tspanya Cumhuriyetçileri için para topland ı . Komünist Partisi organize etti bu işi . Bu yardı m­ lar yalnızca partililer ve sempatizanlardan alındı . !şçiler­ den toplanmadı . O dönem için haftada 25 kuruş veriyor­ duk. Her hafta bir parti l i gel i r, bu paraları toplard ı . Bu, ai­ dattan ayrı idi. Bu dönemde I. usta 1 00 kuruş. II. usta 7080 kuruş, çı raklar ise 25 kuruş yevmiye alıyordu. Biz çı­ raktık. Haftada bir günlüğümüzü tspanya Cumhuriyetçi­ lerine veriyorduk. Bu durum tspanya kavgası boyunca sürdü. 1928-30 arasında i şçi sı nıfı ile burj uvazi arasında, tü­ tünde ve birkaç başka sektörde bazı çelişkil er, çatışmalar yaşand ı . lşle i lgili çel işkiler oluyordu. !şten atma, işyerini kapatma, ücret meselesi . .. !şçi direniyor ve bunun sonucu olan kavgalar hep karakolda bitiyor. Sivil poli s gel iyor, mesela tütün deposuna. Tezgah tezgah geziyor ve gözüne kestirdiğini alıyor. Kavga y a panları öğreniyor bir yerler­ den. Asıl kavga, hak kavgası idi. Siyasi yanı yavaş yavaş gelişiyordu. Ama bu ekonomik kavgalar bizi m marksist bakışımızı geliştirdi . Yola , sokağa dökülüyoruz . !şte bu



38 hak arayışı , bu kavga bi linçlenme yaratıyor. Zamanla çe­ şitli sektörlerde grup grup ol uşıuk. Bunu da gayet ketumi­ yet ve gizl i l i k içi nde yapıyoruz . Yapanlar esas komünist­ ler. Organize edenler onlar. Biz onların şuyu buyuyuz . önemli işler onların kontrolünde. Kavgada gösterdiğimiz cesaret, karakolda gösterdiğimiz davranışlar sonucu bir seçme oluyordu. Ayrılıyorduk biz. Hangisi bu işleri sür­ dürür, hangisi nerede yararl ı ol ur, diye bizi tecrübe edi­ yorlard ı . Parti azası olmak kolay bir iş deği l d i . Bir sürü deneylerden geçiyorduk. Tesviye, motor, boks, şoförlük . . . B i r sürü şey. Bir yerde okumuştuk, hep d e söyleni rdi , bu­ nu hiç unutmamak lazım, bir partil i , bir komünist binlere bedeldir. Iğne deliği nden geçebilecek, her yerde mücade­ le edebilecek birisi olacaksı n. Bunun mektebi isti hsaldi , fabrikaydı. Hak a rayınca mutlaka tokat yiyeceksi n. Şirket haber veriyor. Bu adamı alın. tşte bu dönem böyleydi , biz bu dönemden çıktık, bu dönemde oluştuk. 1 932-33 'lerden sonra biz bi raz kendi kend i mize bir şeyler yapabi l i r hale geldik. Inisiyatif alabilir olduk. Neşriyatl arı da bu tarih­ lerden sonra gördük. G harfleri bozuk çıkan bir neşriyatı hatırlıyorum. Kızı l İstanbul değildi . Neml izadelerle i l gili bir şeydi ve zaten ben aşağı yukarı bu sıralarda okumayı sökebilmişti m. 1931-3 2 ' lerde, bir Ana 'yı okuyabil iyor­ dum artık. Yi ne o sıralar yıl 29 muydı , 30 mu, bir tramvay grevi oldu. Münakaşalar yaşandı . O zamanlar gazetelerden ya­ na dertliydik. O kadar i nhisar altına alınmıştı ki , i ki satır yazı yazmazlard ı . Sabiha biraz değinird i . Tan gazetesinde çıkardı . Cumhuriyet ' i n sahib i Yunus Nadi böyle şeylere değinmezdi. Tembihliydi. O dönemde elle tutulur, gözle görülür faaliyet isti hsaldeydi. O da neredeyse tütünden i baret. Onun dışı nda Hal i ç tersaneleri , Demiryolları ve tramvay var. İçleri nde en tecrübelisi tütün amelesiydi .



39 Ekonomik hak kavgasının işçileri nereye götüreceğini Komünist Partisi biliyordu. Eylemlerin organizatörü Ko­ münist Partisi yöneticileri i d i . Bu dönem önde olan M. E. Ruşen, Hüsametti n özdoğu, Dede Ahmet gi bi lerdi . Beşiktaş'ta iskel eni n karşısında, Yıldız 'a doğru olan yerde, büyük bir Tramvay durağı vardı . Bütün işçi ler o depoda toplandı . Biz tütüncüler dayanışmaya gittik. Çün­ kü orada parti nin hücreleri var. Tramvay işçileri ücret ve bazı sosyal haklar için greve gitmişti. Grev boyunca tram� vaylar çalışmadı . Aral ı klarla oldu. Yani bir gün çalışıyor­ du tramvay. sonra birkaç gün durduruluyordu. Münavebe­ li olarak. Yine tersane ve demiryolu işçileri de vardı. Yal­ nız Beşiktaş deği l . Eminönü ' nde de toplanıldı. O zamanlar eylemlerde, di renişlerde, grevlerde, şimdi yapıldığı gibi , öyle oynama falan yok. Herkesi n kaşları çatık. Gayet sert. Hiçbi r zaman vuku bul madı bizde, hak ararken oyun oynayal ım. Güleryüzlü olalım. Zaten sonu hep kavgayla bitmiştir. Pol isin müdahaleleriyle. Şimdi ben şaşırıyorum görünce, hem protesto ediyor. hem hak arıyor, hem de eğlenceye gider gibi. Tuhaf bir şey. Hak, bizim bildiği miz, kavgayla, dövüşmeyle olur bu. Rus­ ya'da 1905'de, 1 9 17 'de böy l e şeyler ol muş mudur? Kimisi tramvayı çalıştı rmak istiyor. idare yani , işçiler rayların üstüne yatıyor. Kalkıp da oyun oynamıyor. Ko­ nuşmalar oluyor ama şimdiki gibi deği l . Ne için grev ya­ pıldığı anlatılıyor, ondan sonra eylem, kavga. O eylemden hatı rladıklarım, bir Aşçı Kadi r, bi r Şaban. Orada , eylem­ de aşçılık yapıyor. D ükkanını kapamış onlarla beraber. Arif Nanak o Aşçı Kad i r 'i n yeğenidir. O işçilerin içinde komünistler var. Ama kimdir, hangi böl gedendi r, bil i nmi­ yor. lllegal ite. Mesela Emine, kadın sorumlusu gibi bir şey. Eylemi yönlendiren bunlar. Hareket hali nde, orda gö-



40 rüyorum, sonra bir daha göremiyorum. Bir süre ortadan kayboluyorlar. Sene 1930. Atatürk o dönemde Fethi Okyar 'a parti kurma direktifi veriyor. F. Okyar harekete geçiyor. Bu du­ rumu Komünist Partisi hemen değerlendi riyor. F. Okyar partiyi kursun, çoğulcu yapı olsun. Bu siyaseti tüm vila­ yetlerde ortaya koyuyor. Bir gün Emine, haydi bu akşam toplantı var, oraya gi ­ deceğiz diyor. Niçin gidil d i ğini bilmiyorum. Gittik, Tak­ sim Abidesinin dibine. Gidiyoruz , bir bakıyorum, kalaba­ lık. Tramvaycılar kendi giysileri ile. Kurşuni şapkalı. Ha­ liç işçisi . Abideni n dibi dolu. Herkesi n eline açı lıp kapa­ nan kağıt fener veril iyor. Kırmızı mavi. Açınca uz uyor. Ortasında bir mum. Sonbahar. Kışa giriyoruz . Hava karar­ mak üzere. Orda İhsane, Çakıcı var. Eylemi İsmail, Con­ ga Ali , Hüsam, Fı rı ncı , işçilerden Remz i , Besi mi, İbiş Ay­ dınlatan, TopaJ Hasan, TopaJ Yunus organize ediyor. Emi­ ne bana gidiyoruz dediyse, direktifi ya İhsane, ya Çakıcı, ya da tsrnail 'den almıştır. Ben tabii ona sormuyorum. O zaman İstanbul 'da toplam arnele sayısı 50 bin ka­ darmıştır. Bunun çoğu da tütün i şçisi . Oysa bu kadar kişi şu 95 1 Mayıs'ında vard ı . O zaman İstanbul 'da toplanan­ lar kadar işçi vardı son 1 Mayıs'da. Istanbul 'un nüfusu 700 bin falan. Herkes birbirini ismen ol masa bile gıyaben tanıyor. Teamvay 'dan başka vesait yok. Karşı taşıyorsun tramvayda. Yolda karşılaşıyorsun. İstanbul tenha, işçi mu­ hitleri bel l i . Başladık yürümeye. lstiklal Caddesi 'nden aşağı doğru. Ve birden başladık bağırmaya : "Yaşasın Fethi Bey, varsı n kursun partisini , b i z d e kuralım arnele parti mizi . " Sloganı ilk kimi n attığını , kimlerin organize ettiğini göremiyor, bilemiyorsun. Konspirasyon. Yürüyor ve arada bir bağırı-



41 yoruz. Orada beyanname falan dağıtı lmadı. Yürüyüş şek­ l i , kol kota da deği l , karmaşık da deği l . En önde tütüncü­ ler. Sonra tramvaycılar, denizciler, demiryolcular. Adı m adı m yürüyoruz , yavaş. O dönemde tsti klal caddesi şi m­ diki gibi aydı nlı k deği l . Hal a Osmanl ıdan kal ma gaz lam­ baları . Her akşam onları yakariardı merdiven dayayıp. özellikle Gümüşsuyu'nda bu hep yapı l ı rdı. Galatasaray 'a yarı m saatte vardık. Oraya kadar ki mse yokken etrafta, ordan itibaren palaskalı pol isler bel ird i . Ama önümüz ü kesi p müdahale etmiyorlar. Tünele varınca, her tarafın ke­ sil diğini gördük. Oraya kadar Emine ile kol kota gelmiş­ tİk. Kitleyi orda ablukaya aldı lar. Eylemin örgütleyicileri ve çoğunluğu tütüncü. Bu işi Balkanlardan öğrenmiş! er. Annem de onlardan. Arnele ce­ miyeti , kl ubü istiyoruz . Henüz sendika demiyoruz . tsti h­ sal adamlarıyız. Tünel 'de çevrelendi k. Varız 200 kişi . Kaçan, çekilen oldu. özel l i kle örgütleyiciler çekil mek zorunda. Kaçan­ lar, çeki lenler bizi ilgilendirmiyor. Bizi ite kaka Yüksek­ kaldırım 'ın başındaki karakota doldurdular. Odalara, bah­ çeye. Orası şi mdi müze ol muş. O gece ve ertesi gün ora­ da kaldık. Neden böyle oldu? Polis az. Bir iki kişiyi Us­ küdar 'a götürmek çok zaman alıyor. Oturacak yer yok, sı ­ kış sıkışı z . Tuvaletsizlikten altını pist etenler oldu. Bize en kötü işkence o oldu. Uçüncü gün sabah dokuz gibi pol i s bizi aldı karakota götürdü. Bizim için, bunlar komünistl i k istedi , diyor. Gözüm il işiyor, kırmızı b i r kalemle eski ya­ z ı . Kasımpaşa Karakol u 'nda . Bahriye hastanesini n ordan Nal ı ncı yokuşuna vuruyoruz. Tık diyemiyoruz , Osmanlı zihniyeti var. Yeni bir devrim yapıl mış, Cumhuriyet ku­ rulmuş, yeni yazı gel miş, kimsenin bunları taktı ğı yok. Hususi notları eski yazıy l a tutuyorlar. önce Emine 'yi bı-



·1 }



rııktılar, sonra beni Elmadağ yokuşundaki karakola geti r­ diler. Aynı muameleyi bana da yaptı lar: Bir daha düşersen kemi klerini kırarız seni n . . . Orada da ifademi aldıktan sonra , beni Akarca yoku­ şundaki annemle oturduğum eve geti rdiler. tık meselemiz bu oldu. Aynı muameleyi bütün eyleme katı lan arneiei ere yapmışlar. B i rçok vilayette bu tür eylemler olmuş. Sonra Fethi Bey ' i n kurduğu parti kapatıldı. Pol is beni eve bı raktığında, annem zaten meseleyi bi­ l iyor. öğrenmiş arkadaşlardan. Beni bel ki de aramıştı . Ama o karma karışıklıkta nerede olduğumuz bell i değil . Annem bana herhangi bir tel ki nde bulunmuyor, o gayet rahat. Çünkü aynı ruh hali nde. Emine 'ye annesi babası bir şeyler söylüyor tabii . Ab­ lası da savunuyor tabii onu. Zaten t hsane ve Çakıcı kara­ kol a düşmedi o zaman. Parti l i oldukları için, herhangi bir şeye sebebiyet verdi rmemek için kaçmışlardır onlar. Bu Serbest Cumhuriyet Fı rkası olayının hemen aka­ binde, aynı senede, bir başka elle tutulur meselemiz daha ol uyor. İ nönü Atatürk ' ü Dai mabahçe 'de ziyaret edecek. Parti bunu fı rsat bilerek bir beyanda bulunmak istiyor arnele adına. İşçilerin sosyal hakları, iş kanunu, iş güven­ cesi mevzularında bir beyan. Kimin hazırladığını bilmi­ yorum. Yine Taksim abidesi ni n di bi nde buluşuyoruz . Se­ l anikli Remzi isminde bir arkadaş getiriyor. Kocaman bir zarf içinde dosya. Memurların barem kanunu var da işçi­ lerin niye yok? B i r hukukumuz , cemiyeti miz , emekl i san­ dığımız yok. Bu talepler bir zarfın içinde. Dilekçe. Yine grup grup işçiler . Yine tütüncüler fazla. Partil i partisiz iş­ çi!er. Yine bir 500 kişi varız. Serbest fırka eyleminden da­ ha kalabalığız. Arabayla gelecek, anıta çiçek koyacak, or­ dan Daimabahçe 'ye gidecek.



43 Fakat bir haber gel iyor: İ nönü meğer motordan i ni nce, arabalara binip Taksi m'e değil Tophane 'ye yönel miştir. Fındıklı tarikiyle Dolmabahçe . . . Bunun üzerine bir şaş­ kınl ık. Hemen akabi nde koşmaya başladık Gümüşsu­ yu'na doğru. Nası l seğirtiyoruz . Oralar mezarlıktı . O as­ keri hastane yoktu. Sağ böl gede Alman Sefarethanesi ve diğer binalar vardı . Stadyum da yoktu. Askeriyenind i . Ağaçlıktı oral ar. Atlar vardı o ralarda. Arkası d a gazhaney­ di. Arnavut kaldırırnı ndan yapılma merdivenlerden uçu­ yoruz adeta. Emine de koşanlar arasında. Remzi hemen o zarfı benim elime tutuşturuyor. Benden onbeş yaş kadar büyüktü o. Eğer yetişemezsek, saraya girecek, veremeye­ ceğiz . Bağırıyoruz : Paşam! Paşam! Polislere ne dendiyse bize müdahale etmediler. Döndü paşa bize: Paşam, de­ dim, meselelerimizle ilgi lenmenizi rica ediyoruz . Memur­ ların barem kanunu var bizim yok, dedi m. Aldı paşa, şöy­ le bir baktı , kafasını sailayarak ayrı ldı . tşçi bakanlığı , klüp, kanun, güvence, emekl i l i k gibi şeyler vardı o dilek­ çede.



III



Antremanlar ve tesviye çalışmaları ı932 '1ere kadar devam etti . ı 93 2 'den sonra ben Şoför Hal it'e verildim. Araba dersleri . Ve ondan sonra da arabayı kullanmaya başlıyorum. Gündüz tütündeyim, geceleri Şoför Hal i t ile beraberim. M. E. Ruşen, beni bizzat Şoför Halit'e tesli m etti . lşte sana ldris, ded i . Hal it d e tabi i k i partili. ı932 'de Defterdar 'da parti nin bir kongresi oldu. B ura­ da sekreterl i k M. E. Ruşen'e verildi. Biz direkt Emine ile beraber Ruşen'e bağlıyız. Onun sevgi l isiydik biz. Beni m için çok önemli bir önder oldu. Ona her zaman sadı k kal­ dım. O yı llarda ı Mayıslarda mutlaka bir beyanname dağı­ tıl ı rdı . O yüzden ı Mayıslardan önce mimli komünistler tevkif edil i rdi. ı Mayıs'ın hemen akabinde bırakı l ı rlard ı . Halk Partililer sokak başları nı tutarak komünist arard ı . O dönem parti faal iyetlerini M. E. Ruşen, Hüsametti n özde­ ğu ve de Fırı ncı Ahmet organize ediyordu. lşçi mil itanlar arasında da Rüşdiyeli çoktu. Künteci Ramazan, Çakıcı , Hul usi (Fehmi Kurucu'nun yeğeni), Kurucu İsmail . Feh­ mi benim yaşıtı md ı . lşte biz işçi ler arası nda , Halk Partili-



45



ler ve onlara sempati duyan i şçi ler, arnele arasında provo­ kasyon yapard ı . 1 Mayıs'tan önce sokaklarda sabaha ka­ dar gezerlerdi . Bir şey görürlerse. bir beyanname bulur­ larsa onları mükafatlandırıyorlardı . Ama biz de onlara karşı geri durmuyorduk. Yıl 1 93 3 . M. E. Ruşen'e bağl ıyız. Ona hep Emine ile gidiyoruz . M. Emin sekreter seçildikten sonra da bizi bı­ rakmamıştı . Beni , Emine 'yi , Atiye 'nin Ahmet ' i . 1933 af­ fı ile Nazım Hikmet' i n yanı ndan hapisten çıkanlar oluyor. M. Emin diyor ki , bu kişi lere iş bulmak l azım. Bunu sizin çözmeniz lazım. Mehmet Emi n bu vazifeyi Topal Ha­ san'a, Emine 'ye, bize veriyo r. Şunu hemen beli rteyim ki , biz o zaman Mehmet Emi n ' i n parti sekreteri olduğunu bilmiyoruz . B i r müddet sonra bunu öğreniyoruz . Neyse Mehmet Emin diyor ki ; ldris , Nazım'ın yanından çıkanla­ ra iş bulmak lazım. Beni m d ı şı mda Ulveli Ahmet ve Dur­ sun'un Mümin'e falan da söylüyor. Biz o zamanlar Karaköy 'de Kurşunlu Cami sokakta Tabakoz tütün şirketindeyiz. Kış. soğuk, kıyamet. Yazıha ­ neye çıktık. Çalımlı Hüseyi n ustabaşı . Hapishaneden çı­ kanları işe alalım, onlara da tezgah açalım, dedik. Diyebi ­ liyoruz , çünkü ismimiz var. Kavgacıyız. Kaç kişi diyor­ lar? Naz ı m ' ı n yanından çıkanlar Conga Ali, Mehmet Atı ­ lal , Seyit Atılal , Tellal Emin, Arap Besim, lbi ş Aydmlatan. Bu arkadaşlara tezgah açıyoruz . Amacımıza vasıl oluyo­ ruz. Onlar sabıkalı oldukları için iş bulmaları zor. ışyerin­ de onlarla faz l a bir münasebeti miz yok. Merhaba, merha­ ba. Başka diyalog yok. Böyle giderken, yirmi gün sonra , bir baktık işveren yirmi tane gari banı sokağa attı . Paydos zamanı yapıyor bu i şi . Sen sen gelme, iş yok, diyor. Par­ ti li arkadaşlara bir baktım, başları önlerinde. Orada Ulve­ li Ahmet'in bir hücresi var. Bu arkadaşları işe biz aldırdı -



46 ğımız için hemen harekete geçiyorum. Pantolonumu giy­ dim. Hüseyi n Usta , dedim. i ki hafta önce hapisten çıkan arkadaşlarımızı işe aldınız . şimdi ise karda soğukta bir sü­ rü garibanı sokağa atıyorsunuz . Atılan arkadaşların gönlü bu durumu kaldırmaz . Bunlar usta işçiler. Hatırlı işçiler. Baştan hiç al masaydın. Bak. dedim. eksperler falan hep bakıyor. bu akşam kuş olup da bacadan çıkasın. Yoksa ha­ l i n haraptır. Kesin hareket ediyoruz . Yarın öbür gün değil , bugün. Bunun sonucuna da hazırız. Hapis, ölüm . . . B u ko­ nuşma sırası nda o ağabeyl erimi z , otur tdris yerine, dese oturacağı m. Ama tasvip ediyorlar. Başl a rı öne eğik. Çün­ kü onlar tecrübel i . tleri bizden. Ne yapıyorsunuz Emine, ldris, demediler. Ağabeylerimiz de paydos vaktini bekle­ meden dışarı çıktı . Yol un karşısına geçtim. Emi ne yanım­ da. Ulveli Ahmet, Dursun 'un Mürnin bi r grup civarda. Bekl iyoruz . Çıkan i şçi leri uzaklaştı rıyoruz kapıdan. önemli bi r şey ol madıkça müdahale etmeyin. Kavganın önemi ni biliyoruz . Çünkü bunl ar Nazım'ın yetiştirmesi . Ağabeyleri miz. Kavga Parti 'nin önde gelenleri i l e ilgil i . Rüşdiye mezunu işçi bunlar. Balkanlardan gelmiş çoğu. Herkes ne olacağını merak ederek etrafta bekleşiyor. Me- . sele biz gençlere bırakı l d ı . Boşuna öğrenmedi k o boksu. Beslemeler topluca çı ktı . lstifçileri, kavgacıları. Kapıdan i ki üç adım attıklarında Ulveli Ahmet ' i n hücresinden Dursun'un Mürnin fırlayarak ustabaşına yumruğu indirdi. Bence iyi bir yumruk olmadı . Çünkü omzuna isabet etti ve adam etkilenmedi. Ama onun yumruğunu takiben he­ men fırladım. uçarcasına yumruğu adamı n bumuna i ndir­ dim. Hemen arkasından gelen ikinci yumrukla devrildi. Diğerlerine, sokulanı da i ndiririm, diye bağırdım. Kimse sokulmad ı . Ve adamın üzerine çıkıp yumrukları i ndirme­ yi sürdü rdüm. Kimse sokulamıyor, çünkü etraf işçi dolu. Kan gövdeyi götürür. Ve herkesi n duyacağı bir şekilde,



47 senden bu işçilerin hıncını a lıyoruz, diyorum. Düşünün o zamanlar daha 19-20 yaşı ndayım. Bir tutarn da saçını al­ dım orada. Utanarak söyl üyorum bunu, onun bi rkaç cesur kardeşi var Kasımpaşa 'da. Kahvede_onları n önüne attı m, yazıklar olsun, dedim, Bal kanlardan gelen ağabeyierinize bu yapı lır mı ? Tabii bu kişisel bir kavga deği l , Komünist Partisi 'nin bir kavgası . Döven dövülen bel l i . Komünist Partisi 'nin gücü gösterildi. Olay anında polis i ntikal etme­ d i . Geceden sonra polis peşime düşüyor. Ertesi gün işe gitmek yok tab i i . O saçları da önlerine fırlattıktan sonra kara kayıp oluyorum. Nasıl mı ? M. Emi n 'den direktif al ıyorum, Emine vası­ tasıyla. İdris 1 -2 ay kaybolsun. Tam o sıralar ismimiz bi r de tersanede dağıtılan bir beyanname olayına karışıyor. Peyni r, ekmek, domates sepetlerinin altı nda el içi kadar beyannameler. Bunlar bize veri ldi. Ama dağıtımı biz yap­ madık. Biz bunları Haliç 'te Conga Ali 'ye tesli m ettik. Conga Ali de orada dağıtanlara veriyor. Bunlar Atiye 'nin Ahmet, Mavro Mustafa, Conga Mustafa falan. Bunlar ter­ sane işçilerine dağıtıyor beyannameleri . Nası l oluyorsa bizim adımız da ortaya atıl ıyor. Kaybolmak için i kinci bir sebep daha ol uşuyor. İzmir 'e gidiyorum. Orayı ben seçiyorum. Birinci ne­ den, orada teşki latın olduğunu biliyorum. Daha önceden gidip gel mişim. Kerim Soy ka 'ya bir şeyler götürmüşüm. K. Soyka 'yı , Cazım Akti mur 'u bilfiil tanıyorum. Daha kı­ sa bir süre önce onlara Emi ne ile bir paket götürmüştük. İkincisi , Annem var İzmir 'de. Gizlenmek açısından daha uygun burası . K. Soy ka annemi tanıyor zaten. Bu gel işim­ de Emi ne yok, ben yalnız geliyorum İzmi r 'e. İzmi r ' i n Bornova taraflarında Karabağlar var, oraya gidiyorum. Bir Osman yoldaşımız vard ı , onu bul uyorum



48 öncelikle. Osman ile K. Soyka 'ya ve annerne haber ulaş­ tırıyorum. Annem, yılın bir kısmı nda ıstanbul 'da, bir kıs­ mı nda ızmir 'de oturuyor. Torbalı Seyidiköy 'de annemin evi barkı var. Orada kahyorum 2-3 ay. Gittiğİ rnde kıştı . ışte bahara doğru tstanbul 'a geri dönüyorum. ızmir 'den dönünce Sedenka 'nun Maçka 'daki tütün şirketine giriyorum. tdris Usta , Fi lip usta var orada , onla­ rın yanına gi riyorum. 1929'da Ortaköy 'de gemilere yum­ ruk sall ıyorduk ya, işte o şirket bu ve ldris ve Fi l i p ustayı oradan tanıyorum. tdris usta lazdı . Fil i p rum veya ıtalyan­ dı. Sedenka da bir tüccar. O da rumdu gali ba . (5) Bir tür işçilerin mümessil iyiz, o yüzden bizi sahipl eniyorlar. lşçi­ ye ihtiyaç olmasa bile i şe gi rebil iyoruz . Yoksa orada hu­ zursuzl uk çıkarırız, o yüzden bile bile al ıyorlar. Benim gi ­ bi bir sürü kavgacı militan var. Faaliyet hep var. öğlen paydosunda ya Ortaköy 'e, ya da Tophane 'de Felemenkler var, oraya, yahut da Boğaz­ kesen'e gidiyorum. Temas ediyoruz , İstişare ediyoruz. Hemen geriye dönüyorum işe . Bu durumu tahmin ediyor­ lar belki ama polise de şikayet edemiyorlar. Korkuyorlar. Çok nadir provokatör çı kıyor. Her istihsali kontrol ediyoruz. Her yerde elimiz var. Ve direktifler Vil ayet Komitesi nden geliyor. Ya Hasa n'dan geliyor ya Conga Ali 'den. B iz o dönemde sorumlu deği­ liz. Bir yerlere bağlıyız . Ama her şey bizim üzerimi z den yürüyor. Onlar ketumiyet içinde. Gençler işi götürüyor. Dayak yiyen, dövüşen bizleri z . Abilerimiz yukarıda. Ça­ kıcı, lhsane de öyle. Şimdi ben tzmi r 'deyken, gal i ba 1934'e girmeden, Ha­ liç'teki matbaa evi tasfiye ediliyor. Bu olayda ben yokum ama gelince olayı öğreniyorum. O zaman matbaa evinde Boz Mehmet, Bastoncu Fevzi , Selanikli Remz i , karısı ,



49



TopaJ Yunus ve Ayşe abla kalıyor. Boz Mehmet görevle Samsun taraflarına gidiyor ve orada tevkif edil iyor. Bu­ nun üzerine Bastoncu Fevzi hemen evi dağıtıyor. 1 93 3 -34 kışı nda oluyor bu. Ki beyannameler orada hazırlanıyordu. Harfler bir mendille kuyuya sal ı ruyor. Ama ev basılmıyor, bir şey çıkmıyor. Ve bu ev aynen, Kasımpaşa Samancı meydanı nı n üstünde yeniden kurul uyor. Şi mdi orada ben­ zinci var herhalde. Orada bir evi n badrum katına geti rili­ yor matbaa. Bu yeni ol uşumda Yunus i l e Ayşe yok. Rem­ z i , hanımı ve Bastoncu Fevzi var. Bastoncu Fevzi 'nin ha­ nımı yok. Bir de bi r entelektüel vardı gelen giden. Bad­ rum katta tezgah kurul uyor ve neşriyat devam ediyor. O bölge işçi muhiti . Remzi 'yi oraya giri p çı karken görüyo­ rum. Bunun üzerine bana arda oturduğunu söy l üyor. Ama matbaayı söylemiyor bana. B i r hücreye de muhafızlık va­ zifesi veriliyor. Çevreden evi ve etrafını gözl üyorlar. Bir hareketlenmede anı nda boşaltalım diye. Şüpheli kişiler bildiriliyor. Bu hücreden beni m bilgim var. Evin konumu da müsait. Meydan gözetlenebil iyor. Bunları, o yılların neşriyat işlerinin nasıl olduğu, neresi nin seçil diği, bu iş­ lerde kimlerin vazifelendirildiği bilinsi n diye söyl üyo­ rum. 1934 ' ün orta larına doğru Emine 'nin abiası thsane, eniştesi Çakıcı bizi evlerine çağı rıp, karşı ianna oturttular. thsane, UBiz, evi terk edeceğiz , bir süre görüşmeyeceğiz " , ded i . Çakıcı o sıralar 3 5 yaşlarında falan. thsane d e öyle. Bizden 1 5 yaş falan büyükler. Bir de 7-8 yaşlarında Ma­ dde isminde bir kızları var. Çakıcı da Balkanlardan. O sı ­ ralarda öğrenmiş mücadeleyi. Klüplerde çal ı şmış, sonra bu Kayseril i kızla, thsane i l e evlenmiş, onu yetiştirmiş ve işl ere koşmuş. Bu arada Emine 'yi de yetiştirmiş. O sıralar



50 üst düzey partililerin sı k teması çok sakınca l ı . O yüzden i rtibatları , işlerin çoğunu Emine ve thsane üstlenmiş.· Sonra da bana el attı , ben de işlere koşturmaya başladım. Kurtuluş'taki evleri nde, yemekten sonra, evi boşalta­ caklarını bize söylüyorlar. " Bizi bir süre göremeyeceksi ­ niz . Başka i li ere gideceği z . " Emine de ablasına, " Ben, 23 gün önce M. Emin abi ml e konuştum. Bursa 'nın köyle­ rinde kadınlara, kızlara, yaşl ı lara hakaret ediyorlarmış. Kuyulara kapatarak dövüyorlarmış. Bil hassa haydut, işçi düşmanı ustabaşılar yapıyor bunu. Bunlar dövülecek, va­ zifel iyiz." Tam bunları söylerken M. Emin Ruşen de gel­ mez mi oraya. Tabi i onlar irti batlı , özel işleri var onların da. Abiası Emine 'ye, ama oraya yalnız mı gideceksi n, di­ yor. Emine, yalnız gitmeyeceğim ki , diyor, tdris ile bera­ ber gideceğiz . Herkes de bir gül ümseme. thsane şöyle diyor: "Biz şu inançtayız ki , si z birbiri­ nizle iyi anlaşıyorsunuz , mutl usunuz , umarız bunu ebedi­ yete taşırsı nı z . " Ama göz leri dolu. öpüşüp vedalaşıyoruz . Hiç bizim aklımıza Moskova geliyor mu? öl üm gel i ­ yor d a aklımıza, Moskova 'ya gidecekleri gelmiyor. Ve nereden bilebi li riz ki , bir daha birbirimizi hiç göremeye­ ceğimizi . Sonları ne oldu bilmiyorum? Soramadım da herkese. Yalnız Madde'ni n yüzbaşı olduğunu duyduk Sovyetler Birliği 'nde. Bir kişi vard ı , adı Şükrü müydü neydi . kurtu­ l uş savaşında Akdeniz 'de çetecilik yapmış biri , tek ondan bilgi alabildim. Bu Şükrü, N. Hi kmet ' i n de arkadaşı idi. Birinin rapo­ ru ile Sibirya 'ya gönderilenl erdend i . N. Hikmet 1 95 l 'de yurtdışına çıkınca öğreniyor onun Sibirya 'da olduğunu. Hemen yetki lileri arıyor. Şükrü 'yü ordan kurta rıyor. Mos­ kova 'da bul uşuyor Naz ı m ' l a sonra. Şunu hemen söyleye-



51



yim, bu bir tahribat, bu duruma çok düşen oldu. Demek ki , partinin içinde bunları yapabilecek hilekarlar varmış. lşte bu Şükrü bir ara Türkiye 'ye geldi . Yabancı bi r ka­ rısı vard ı . Boğaz 'da komünist bir arkadaşı n evinde kaldı. Ben o sıralar taksicilik yapıyordum. Onu götürmüştüm oraya, buraya. Bu yukarda söylediğim bilgileri ondan al ­ dım. Mad de 'nin yüzbaşı olduğunu da o söyledi . thsane ve Çakıcı Sibirya'ya gönderildi gi bi bir şey söylemedi . Teşkilat içinde olabili rler, ded i . Macide belki d e hala yaşıyordur. 1 93 4 'de yukarı giden grubun başkanı Puni Remzi 'ydi sanırım. Grupta thsane, Çakı cı, Macide, Z. Kosova , Çel i k Mustafa ve Samsunl u Şevket d e vard ı . Bunlardan Sam­ sunl u Şevket hala yaşıyor. Zehra da yaşıyor. Emine bir taraftan da TopaJ Hasan'a bağlı . Bursa me­ selesini ona anlatıyor. TopaJ Hasan da diyor ki , biz bir grup arkadaş Bursa 'ya Naz ı m 'ı n ziyaretine gideceğiz , siz de geli n Nazım'la tanışmış olursunuz . Biz, diyor, bir grup gideceğiz . Siz beraber gel in. Şu gün, şu saatte cezaevi önünde bul uşalım. Mehmet Atılal, Seyit Atılal , Tellal Emin falan hep beraber gideceğiz. Emine ile önce lzmit'e gidiyoruz . Orada Şaziye ve Kunduracı Hüseyi n ile görüşüyoruz . Şaziye 'den biraz söz edeyim. tsmi geçecek bundan sonra sık sık çünkü. lzmitl i Şaziye olarak bilinir. Tütüncü bir ailedend i r. Babasının ismi Mehmet, annesinin Fatma . Gülsüm i sminde bir kızı vardı . Sıradan bir işçi ile evliydi. Kendisi parti faaliyetlerinde aktifti . Kunduracı Hüse­ yin ' i n hücre sekreteri idi Kocaeli 'nde. Zaman zaman ıs­ tanbul 'da da faaliyet gösterd i . İzmit'te Emine daha çok Şaziye i l e ilgileniyor, ben de



52



daha ziyade Kunduracı Hüseyin ile. Vaziyeti onlara da söylüyorum. Sabahleyin Gölcük tari kiyle Yalova, sonra Bursa. O tarihlerde Emine 20 yaşlarında. Onun nasıl böyle ai­ lesinden ayrı hareket ettiği düşünülebilir. Aslı nda babası da, annesi de onu tutmak istiyor. Ama Emine ev kızı de­ ğil ki ! İstihsa l de o. Sonra İhsane daima kardeşini müdafaa ediyor. O amelelerle meşgul, kızı serbest bırakı n, diyor annesine, babasına. İhsane de aynı durumlarla karşılaştığı için, şimdi Emine 'ye hem arka çıkıyor, hem de ortam sağ­ lıyor. Vardı k Bursa 'ya . Tam ziyaret günü. Bursa 'nın alt tara­ fında, Soğanlı köyü ile Bursa arası nda cezaev i . B i r baktık bizim arkadaşlar orada bi rile-riyle münakaşa yapıyor. Fötr şapka l ı , papyon yaka l ı , iyi giyinmiş birileri. Besbel li po­ lis. Münakaşa yapıyorlar. Biz sokulmamaya karar verdik. Onları orada bırakıp, doğru Aşire annemin evine gittik. Hani babama bir ev veril mişti ya, oraya. O ev hepimizin. Bursa ' nı n 25 km. dışı nda orası . Bu, oradan ayrıldıktan sonra i l k gidişi m . 5-6 sene geçmiş aradan. Hiç unutmuyo­ rum, bizi nasıl kucaklıyor, hemen bize 2-3 tane reşat altı ­ nı , gid i n kendinize yorgan alın, çamaşır alın, şu bu, sizi everecem burada. Biz birini alıp gerisini veriyoruz , aman ana, etrafa duyurma, gürültü çıkartma , diye de tembihli­ yoruz. Neyse bir şeyler a l dı k. Köylü beni hatırladı tabii . Bu Al i Onbaşının oğlu, Kızıloğlu'nun kahyası . Orada kal­ dık bir 15 gün. Emine ile orada arnk evlendik biz. Biz orada, Bursa 'nın öteki tarafında bulunan Değirmenci Kı­ zık i l e i rtibat kurduk. Orası Bursa 'nı n sol taraf ı . Koca l an­ garlar var. Kış günleri . İşçiler köle gibi çalıştınlıyor ora­ da. Bu köy Çekirge 'nin tam tersi i stikamette. Değirmenci Kızık'a gidip, biz İstanbul 'dan geldik, tü-



53



tün işçisiyiz, iş arıyoruz , d iyoruz . Hemen alıyorlar bizi. Hatta bize hemen para verip peylemek i stiyorlar. Almıyo­ ruz tabii . önce çalı şalım, d iyoruz . 1 00 m. uzunluğunda saçlardan yapı l mış langarlar. Aralarda 2-3 tane soba. Lan­ garların dibinde herkese bölme verilmiş. Zavallı işçi top­ rağın üstüne hasır, çuval koymuş, orada yatıyor. Demet demet tütün yapıyorlar. Tütünleri yumuşatmak için kuyu­ lar yapılmış. Buharlı sular kaynatı lıyor oralarda ve tütün­ ler yumuşatıl ıyor. Yumuşayan tütün demet oluyor. Demet­ ler denkleşti rHip fabri kaya bizim önümüze geliyor. Kuyu­ lar ev gibi . Büyük künteler ası l ı . Tavana deği n ağaçlar koymuşlar. Tütünler oraya ası l ıyor, altı nda da su kaynı­ yor. lşte o kuyularda işçiler hakarete maruz kalıyor. Eli so­ palı bir adam dolaşıyor orta l ı kta. Ben hadise arıyorum ta­ bii. Ağanı n adamı göz ümüzün önünde i htiyar bir işçiyi iti­ yor ve düşürüyor yere . Başlıyor hakarete, vurmaya. Ben hemen sıçrıyorum. Emine beni tutuyor ve bu hareketi o adam da görüyor. Dur ben konuşacağım, diyor. Emine bu­ na: "Ayıp değil mi bu adamı dövüyorsun." O sırada adam da bize yönelmiş. :·Bak sen bizi burada elbet döversin, ama sana ne diyeceğim, bu adam var ya, seni dışarda pe­ rişan eder, bak yarın arife, Şeker Bayramı , Bursa 'ya indi­ ğinde görüşürsünüz . " O zamanlar da çok cüsseli değilim, 60-65 kiloyum. Fakat işçilerin % 95'i bizim hangi amaçla geldiğimizi bi­ liyor. Yarın görüşürsünüz , d iyor, Emine. Adam fıttıracak. Biz eşyalarımızı toplayı p çıkıyoruz . Bir köye gidip eşya­ Iarımızı bırakıyoruz . Sonra Emine ile Soğanlı köyüne va­ rıyoruz . Orda da 1 00 kadar i şçi var. Bizi tanıyorlar. Mese­ leyi anlattık. Yarın Tuz pazarında bulaşacağız . Emine 'nin o köyde tanıdıkları var. Bir çocuk buluyoruz 13-14 yaşla -



54



rında, bir de eşek. Eşyaları y ükleyip geldik Bursa 'ya. Ço­ cuğu bi r yere bı rakıp gidiyorum, bul uşma yerine. Baktım bir grup hal i nde gel iyorlar. Esnaflar etrafta. Orada şöyle bağırdım: "Allah, Muhammet aşkına, şimdi şu adam beni dövecek, sakı n karışmayın, meseleyi öğreniri z . " Bu l af bitince herif elindeki paketleri attı yere ve üzeri me fırla­ dı. Bir yumruk çıkardı, bir kestim o yumruğu, indirdim ben, hemen i ki ncide yerde. B u, hem güç hem de metod. Boksör Hasan bize bütün kuvvetin kollarda nasıl toplana­ cağını , nasıl vurulacağı nı , bütün bunları öğretmişti . Aynı , Çalımlı Hüseyin'e yaptı ğım gibi adamı yerde yumrukla­ maya başladım. Şu işçilere nasıl hakaret edersin? Bir yan­ dan da vuruyorum. Adamı kana buluyorum. Hemen en­ semde bir el . Ani bir dönüşle onu da yere i ndirip, oradan uzaklaşıyorum hemen. Çocuğu bul uyorum. Ve yola koyu­ J uyorum. Soğanlı köyüne gidiyorum. Bende yara bere arı­ yorlar, yok tabii . O gece bu olay çevreye yayıl ıyor. Bay­ ram vesi lesiyle geniş bir yay ı l ma oluyor. M. E. Ruşen'Je­ re bile ulaşıyor. Bu esnada lhsane ve Çakıcı gitmiş olma­ lı. Henüz daha bahar gel memiş. Boz Mehmet Sinop taraf­ Jarında. Daha o dönemde Neşati Doktor var. Nazım'a ba­ kıyor. Parti bunları bu olayl arı bel ki neşriyatı ile duyur­ muştur. Benim senin nereden haberimiz olacak. Bu Ko­ münist Partisi 'nin çalı şma şekli . Yani bizim kavgalarımız. Şimdi biz o durumda köye gidemiyoruz. Bir yere gidemi­ yoruz . Mecburen Kızıloğlu Hacı Ahmet'in yanına gidiyo­ ruz . Emine'yi görüyor, kim bu, diyor, hanımım, diyorum. Aşire anam bizi almıştı ya evi ne, biz orda i l k kez evlen­ dik, 1 0-15 gün evl i l i k durumumuz oluyor. Hacı Baba se­ nin yanında kalacağı z . 2-3 gün onun hanında kal ıyoruz . Paramız bitiyor. O kavganın ardından ben ardan ayrı l ı nca polisler dam­ l ıyor oraya. Bu adamı yerden kaldırı p bir eşeğe bindiri-



55



yorlar. Doğru hastaneye. Bi raz da kış. Orasını burası nı sa­ rıyorlar. Doktorlar, ne oldu, diye sorunca, yanındaki ler, bir işçinin dövdüğünü söylüyor. Onlar Değirmenci Kı­ zık'a geceni n birinde-ikisinde varmışlar. Yerde kar var­ mış. Her yeri sarık vaziyette o çiftliğe gelmiş ve durumu herkes görmüş. Hacıbaba bizi 2-3 gün hanın bir odası nda yatırd ı . Oysa Hacı Baba 'da 4 yıl çal ışmışlığım var. İstemek de işi me gelmiyor. O dönemde Neşati 'yi ben tanımıyorum. Köye, Aşire annerne gidemiyorum. Karşımızda bir fırın var. Çuval dolu bir araba gel di . Emine 'ye dur, dedim, fır­ ladım. Bu unu ben boşaltı rım bana biraz para veri rseniz . Tamam, dediler. O e l l i ki loluk u n çuvallarını içeriye taşı­ dım. Yani yoksulluk da beraberimizde. Bir komünistin ya­ pamayacağı şey yoktur. O para bitmeden, Hacıbaba, sizi Halil ağanın yanına vereyim, diyor. Hal il ağa onun arka­ daşı . Onun odaları müsait, diyor. Çıkayı m ben adamın ya­ nından, bel ki Halil ağanı n arda iş de bulurum, diyorum. Hacıbaba 'nın yanında çalışa ma m. Çalıştı rmaz, zaten beni köye gönderip çoban yapmak i stiyor. Emine de var bir de nasıl olsa. Tamam, dedim, gidelim. Beni m beslernem ev­ lenmiş, benim orada olmuyor Halil ağa, sen ona bir oda ver, o kökenden Yaylacıkl ı , diyor. Çantamızı falan topar­ I ayıp Halil ağanın arda arka bir odaya yerleşiyoruz . Hal i l arda bize b i r iş de buluyor. Birini n evinde demet yapma işi . Ve artık o kişinin evinde çalışmaya başlıyoruz . Biz orada, gümüşe benzer l i ralar vardı , onlardan 8-10 tane pa­ ra kazandık, biriktirdik. Ekmek almaya gidince yarım çu­ val alıyoruz . Her zaman çıkmayal ı m diye. Tarhana , pey­ nir, çay. . . Akşamları da bunları yiyoruz . Bir gece vakti kapımız vuruluyor, dalmışız uykuya, bir omuz v urup kapıyı açıyorlar, biz bir sıçrıyoruz , hemen yü-



56 zümüze proj e!{tbrler. Biz onları göremiyoruz , onlar bizi görüyor. "Kimsiniz siz, nereden geldiniz buraya?" Bunla­ rın meselesi şuydu: Meğer Nazım'a gelen 8-10 kişiymiş. Ustel ik bunlardan biri Değirmenci Kızık 'ta bir adam döv­ müş. Gelenlerden sabıkalı olan eski komünistleri yakala­ mışlar, yenileri ele geçirememişler. Hanı , hamamı, kahve­ l eri , bekar odalarını arıyorlar. Yabancı , bilhassa lstanbull u arıyorlar. B i z i d e biraz yabancı görüyorlar herhalde. "Yaylacık.lıyız biz , ne diyesiniz siz " , diye konuşuyo­ rum. Hacıbaba da Hal i l Ağaya söylemişti ya, bunlar Yay­ lacıkl ı , diye. lkna edince çekip gidiyor bunlar. Fötr şapka­ lı sivil poli sler. Eyvah, bunlar bizi arıyor, diye düşünüyo­ ruz . Ne yapıp yapıp burdan kaçmak gerek. Orda bir han var. Pirinç handan lzmi r 'e gidiyor araba­ lar. tki günde bir lzmi r 'e gidiyorlar. Çuvallar yükleniyor. Hemen gidiyoruz , biz Yaylacıklıyız, alın size 4 lira, ner­ deyse bir Reşat parası , götürün bizi de tzmir 'e. Tamam diyorlar ve bize çuvallar arasında bir yer yapıyorlar. Eski bir kamyon. Bir gün bir gecede tzmi r 'e varıyoruz . Oradan Torbalı 'ya. Annem orada çünkü. Emine 'yi de zaten bili­ yor. thsane 'yi ve Çakıcı 'yı biliyor. Bir süre İsti rahat ettik­ ten sonra annem bizi alıp tütün çardakiarı na götürüyor. Oralarda, sazlardan çardak yapmışlar. Aylarca oralarda kalıyoruz . Daima çardaklarda kalıyoruz . Biz Bursa 'da bir buçuk ay kadar kalmıştı k. O dönemde Sabiha 'nın Çitra Roy 'u çıkmıştı . (6) Emine, Ana 'yı, Fransız lhtilali 'ni ezbere anlatıyor. Çardaklar bölgeye yayıl mış. Burçak yoluyorlar. Annem, işte size iş çıktı , diyor. Biz para almadan, yal nızca yemek yiyip, bunl arın arasında dolaşıyoruz . Emine durmadan anlatıyor. Biz oralarda 35 ilk yazına kadar kalıyoruz . Aşa­ ğı yukarı bir yıl . Tabii bu dönemde Çakıcı , thsane, Emi -



57



ne, tdris İstanbul 'da ortalıkta yok. Pol i s bizi m de thsane ile gittiğimizi sanıyor. Biz tzmi r 'e giderken hava i l kbahar serinliği ndeydi . Tütün çapal ıyorl ard ı , burçak di kiyorlardı. O yaz . yazın sonuna dek oralarda kaldık. Burçaklar kızarınaya başla­ mıştı . Nerde işçi . biz ordayız. Emine 'nin karnı İzmir 'de şişmişti . Işçiler mevsimli k, Anadolu içlerinden gelmeler. Topraksız i nsanlar. Söke, Torbal ı , Cuma ovasına gelmiş­ ler. Emine anlattıkları ile onların di kkatini çekiyor, onu can kulağı i l e dinliyorlardı . Ağa ile olan ilişkilerimizi çok iyi anl ıyorlardı . Çünkü Çitra Ray 'da pamuk tarlaları , ağa­ lar, beyannameler var. Bunl ar i nsanlara etki yapıyor. Şim­ di Emine bunları anlatınca, bir tç Anadalulu adam, hiç unutmam, karısı Gül izar 'a, "Anladın mı gı ?'' diyor. O da, "Anlamam mı hiç. anlamarn mı , o boynu kara yel ler ye­ yesice, o Hasan ağa bize böyle etmiyo mu, bizi ne kadar borçlandırdı, bize kışın buğday, arpa verdi , bizi borçlan­ dırdı, biz yaz geli nce, buralarda üç-beş kuruş para kaza­ nacağız, o paraları ona, o gavurun hı nzırına verecez , o boynu kara yeller yeyesice." Bu bizim için çok önemli . Her işçi kafilesinde böyle. O yaz o kadar işçilerle dolaş­ tı k ki , Emine i l e simsiyah olduk. O köy l ü ile, o işçi ile be­ raber olduk, o gece öten çı rçı rları, gece öten böcekleri , ekin tarlalarında, demetieri n arasında yattık, yedik, içtik, okuduk, çalıştık. Uç kitap: Çitra, Ana, Fransız Ihti l a l i . Bu­ nun sonuçlarını yıllarca sonra bile gördük. 80 'den sonra, Söke 'de, oraların yerlileri aynen bu lafl arı bize söylediler, yani Çitra 'yı , Ana 'yı rençberlerin, işçil erin bildiği ni söy­ lediler. Böyle tesi rimiz oldu. Bu dönemde annem Seyidiköyü'ne taşı nıyor. Çünkü arda iki kardeşi var: Nazmi ve Osman dayım. Kara Ah-



58 met, babal ığım, Torbalı 'daki evini satıp bu Seyidiköy 'de 5-6 odalı bir ev yapıyor. Bahçeli . . . İzmir 'de K . Soyka v e bir başkası . saklanması gerekti , annemin bu evi ne gel miş, aylarca gizlenmişti r. Bizim ızmir 'de bu faaliyetl erimiz İstanbul 'a zamanla geliyor. K. Soyka vasıtasıyla geliyor. lşte bu dönemde ld­ ris'in ismini , Cazım. Eylem koyuyor. Cazım. sen bir ey­ lem adamısı n, diyor bana. Eylem adamı adını o çardaklar­ daki faal iyet dolayısıyla verdi bana Cazım ve Soyka. Bu eylem adı o sı rada mahdut kaldı . Fakat o kel i me 1936 'da can buldu, yayıl d ı . Ben bütün faal iyetlerimle b u a d ı taşıdım. Yıllarca. Ben bir önder, bir lider, bir ileri gelen değildim. Merkezdeki ­ lerle kol kala, yan yana oldum ama, ben karar süreçleri n­ de yokum. Ben eylem ve kavga adamıyım. Neferim ben. Ama inisiyatif sahibi bir nefer. Eylemi yaratıyorum, zin­ cirliyerum onu bir yere, halkalar takıyorum. Eylemin içinden yön, yol bul uyorum. Eyleme eylem katıyorum. Ben iddia sahi biyim. Kalkarı m şimdi binlerce işçiyi soka­ ğa dökeri m. Bu a rtık benim sanatım hali ne gelmiş. Bir fabrikaya gireyim, tamam. Tecrübelerim var. Karar alma, politika çizme , entelektüel i ndir. Onların. Doğru versinler kararlarını . Ben mil i tanım, kavgacıyım, eylem adamıyım. Ben döküleceğim sokağa ki . siz de döküleceksiniz. O al­ dığı nız kararlar sokakta vücut bulacak. Kan arda, ölüm orda, hayat orda . . . Nazım'ın dediği gibi, sen yanmasan, ben yanmasam . . . Seksen yaşında kafayı yardı racağım ki , genç bundan i l ­ ham alsın, ben bunu yapmazsam o genç eylemsiz yetişir. Soyka, annemde kaldığında, annem ona gazete, Tan­ Cumhuriyet getiriyor. Böyle . Annem i le Soyka benden önce, herhalde Yunanistan'dan tanışıyorlar. O, ldris'in an-



59 nesi . Ortaköy 'de arkadaşla rıyla birlikte çekti rilmiş bir resmi vardır annemi n. Onl ar, istihsalden arkadaşlarıdır. Annem bu kişi liğini yıllar sonra da kanıtladı. Efkarı umu­ miye. Pahalılığa karşı koca bir kitleyi İzmir 'de sokağa döktü. Annem saftayd ı . Caz ı m ' l a , K. Soyka 'yla beraber. Cazım'la İzmir 'den tanışıyor, ama Soyka ile önceden. Kerim Soyka, hari ka bir i nsandı. ölene kadar öyle kal ­ dı . Partide b i r ara ona önem verilmedi . Ama ben verdim. Partide bir ara K. Soyka, Troçki Mehmet, Gandhi Ni hat, Baba Haydar. . . dışlandı . Partide bu türden iç çekişmeler, çekememezl i kler oldu. Nazı m da, Ş. Hüsnü de, Kıvılcı m­ lı da bizimdir. Biz bunların her dönem direktifine arnade olduk. Şimdi de öyleyim. Herkesle beraber olmaya çalışı­ yorum. Küçük yanlışları büyütınemek lazım. Onların iç­ leri nde cevahir var çünkü. O varsa tamam. önceden de lzmi r 'e gidiş gel işleri m oldu. Her gidi­ şimde K. Soy ka 'yı mutlaka görürdüm. Onun işl ettiği bir han ve kahve vard ı . Havadis sorar, konuşurduk. Senede bir i ki kez kesin giderdim ve bir ay kadar kal ı rdım. Her gittiğimde bir şeyler götürürdüm. Bunlar şifahi şeyler de olurdu. Benim hari d rnde Emi ne de tek başına giderdi . O çev­ reyi o da bil iyordu. Ben d e , Emine de, öylesine gezmek için gitmezdik, amaçlı olurdu. ttimat var karşı lıklı. M. Emin Ruşen bir şey veri r, tamam. Ama içinde ne var, ne­ dir, bilmem. Hala bilmem. Şimdi Emine ile evliyi z , a ma bu işler farklı. Aramızda da konspirasyon var. Söylemezdi bana.



IV



Biz o lzmir tarlalarından 193S 'de lstanbul 'a döndük. Beşiktaş'ta bir ev tuttuk. Emine 'ni n karnı şiş. Babam i l e tanıştırdı m onu. Analığım vardı . Emine 1 93 S ' i n kışında Yüksel 'i doğurdu. Ocak veya Şubat. Nüfusunu zamanın­ da çıkaramadık, o yüzden tam tari hi ni bilmiyorum. Zaten Emine'nin değil , Hatice'nin üzerine kayıtl ıdır Y üksel. Ahırkapı 'da çalışmaya başladık. Y üksel 'e ustabaşının hanımı bakıyordu. O işte yaz a kadar çal ıştık. Biz Ahırkapı 'dayız. O günlerde yine Nazım'ın çevre­ sinden çıkanlar oldu. Bununla i l gili duyduğum bir şeyi anl atayım. (7) 1 933 senesinde Nazı m ' ı n yanı ndan çıkan arkadaşlar, dışarıya çıktıklarında hemen işe koyuluyorlar. Bu sıralar biz lzmir 'deyiz. Fakat ne oluyorsa 2-3 ay faaliyet yürüt­ meden içeriye almıyorlar. Seyit Atılal. Mehmet Atı l a l , lbiş Aydınlatan, Conga Ali , Tellal Emin ve Arap Besim içeriye almaniardandı ve bunun hikayesini defalarca on­ l ardan dinledim. içeriye alınanları n tecrübelisi tsrnail Bi­ len. Konuş. d iyor. polis lsmai l 'e, teşkilatı nası l kurdunuz ,



61 ki n:ı ler var? tsmail , eyvah, diyor, bunlar Nazım'ın yanı n­ dan yeni çıktı , bunlar feci dayak yiyecek, perişan olacak, kı rılacaklar. Nazım bunlara marksizmi, materyal izmi , le­ ni nizmi teorik olarak öğretmişti . Bu arkadaşlar beni m gi­ bi okumamış deği ller, her bi ri eski rüşdiye mezunu. Çoğu kez eski yazı kullanmışlardı . Nazı m yoldaşı n verdiği dersleri çok iyi kavramışi ardı. Bu yoldaşlar, şimdi Sansar­ yan Han'da duvara dayalı, yiyecekleri dayağı bekliyordu. tsrnail gençleri düşünüyor, Nazım'a karşı rezi l rüsva ola­ cağını düşünüyor. Ve sonuçta bir takti k i z liyor: Polisi üze­ rine çekerek gençleri kurta rmak. Hemen karşısındaki po­ listen başlayarak vurmaya başlıyor. Ceketini fırlatıp at­ mış, önüne gelene vuruyor. Hemen takviye polisler geli p tsmai l 'i kötü şeki lde dövüyorlar. Çatısını , beli ni kırıyor­ lar. Ama taktik başarı l ı oluyor, gençler dayak yemekten kurtuluyor. tsmail 'i bir kuytuya atıyorlar. Bu olayı haber alan N. Hikmet şu şi iri yazıyor. (8)



Gece gelen telgraf dört heceden i baretti : "Vefat etti " tmza yok. Bu dört hece bile çok. Bakıyorum duvara: duvarda tir yaraduvard a bir resim­ vefat edeni n, elimle çizmişim. Saat bir. Saat üç. Saat beş.



62 Polis düdükleri , saatl ar . . . Yatağım bozul mamış. Çekmecemde kaatlar: bazıları onun el yazıları . Gece gelen telgraf, dört heceden i baret. . . Şafak söküyor­ Odam geceden i baret. Avuçlarımda ellerini n gölgesi dolaşan adam demi r parmakl ı klardan gördü don sündüzünü. Mahpusane doktoru örterek paltosuyla upuzun yatanın yüzünü: - Tamam! ded i . Bunu bel ki evvelki akşam dedi . Evvelki akşam ben . . . Satıcılar geçiyor mahal leden. Bakıyerum gece gel en telgırafa. O mükemmel bir kafa mükemmel bir yürek, yumruklarıyla erkek gözleriyle çocuktu. Hudutsuz ve Allahsız bir baştı o. Yoldaştı o.



63 Düşmanlar kı na yaksı n dostlar girsi n safiara Sen gözyaşı göstermeden ağlıyacaksı n gece gelen telgıraflara . . . Gece Gelen Telgraf 'ı böyle işl iyor Nazım. O olaya ta­ nı k olanlar bu şiiri okuduktan sonra, sözkonusu kişi nin ts­ mail olduğunu anl ıyorlar. tçerden çı ktıktan sonra bu genç­ lerle bir şeyler yapmaya çalıştığı için bu dayağı yiyor ls­ mail . ötekil ere de birer i ki şer vurup, hadi gidin, diyorlar, başka bir şey yok. Şimdi dönel im Ahırkapı hadisesi ne. Ahı rkapı 'da 3 -4 salon var. Her salonda 300-400 kişi . tki bine yakın işçi var. Tam o sıralarda bir beyanname okuyoruz . 20x 1 5 kut­ runda bir beyanname. Emine geti riyor beyannameleri. Yi­ ne o sı ralarda veya bir ay sonra, Emine, Kunduracı Hüse­ yin'e bülten götürmüştü. Bülten şöyle başl ıyordu, akl ım­ da kalmış. "Nemlizadelerin ve Derebeylerin Sömürüsü" . Beyannarnede ne yazıyordu? öykü şu: Nemlizadeler eski derebeyi sistemi ile arneieierin kanını emmektedir. Köle muamelesi yapmaktadır. B öyle şeyler. Nemlizadelerden istemimiz 10 kuruş zam ve her ayı n ortasında avans. Be­ yannameni n işçilere dağıtıl ması üzerinden bir on beş gün geçti . Bu arada hazı rl ı klar yapı ldı . Ve sonunda bir grup mümessil gönderi ldi patronun yazı hanesine. Şitahi olarak taleplerimiz anlatılacak. O mümessillerin çoğu Ortaköy tütüncüler grubundaki işçi l erdir. lşte, Kocakafal ı Hüseyi n v e diğer arkadaşlar. Bunları n hepsi partil i deği l . Ama ey­ lem partini n kontrolünde ve o gruptaki partil i arkadaşla­ rın inisiyatifinde. Mücadele bütün ameleyi i l gilendiriyor. O yüzden bu talepler etrafında arnele bütünleşiyor. Nem­ lizade, işçilerin mümessillerini geri çeviriyor. Arkadaşlar



64 salona dönüyor. Nemlizadeler taleplerimizi kabul etmedi , hatta bize sertçe davrand ı , diyor, mümessil arkadaşları­ mız. Bunun üzerine işçi lerin içinde bul unan bilhassa par­ tililer ve sempati zanlar, üstlerini giyiniyor. lşi terkedeli m, diyorlar. Bunun üzerine arnele de galeyana geliyor. Bizim için uğraşanları niçin yalnız bırakalım. Yazı haneden de bu arada pol ise telefon edi l miş oluyor. Polisler fabrikayı çe­ viriyor. Biz de kapıların etrafındayız. lstifçiler, besleme­ ler barbarlı k yapıyor. Fedailer onlar. Onlar daha çok kız ı ­ yer bize. Biz o istifçi lerle dal aşmaya başladık. Polis bu itiş kakı şa müdahale edince, orta l ı k bi rden karışıyor. So­ rumlu ve parti li işçiler naralara başl ıyor: Durmayın arka­ daşlar, haklı mücadele yapıyoruz . Biz bu adamlardan 1 0 kuruş z a m istedik, oysa bunların bize yaptığına bakın. Troçki Mehmet, ki o dönemlerde partiden dışlanmış, ne duruyoruz , diye bağırıp duruyor. Baba Haydar, o da hasta vereml i , ne duruyorsunuz ? Mavro Mustafa yıkı l dığı yer­ den, ne duruyorsunuz ? Atiye 'nin Ahmet yerde, polislerin altında. öbekler oluşmuş, vuran vurana . Orta l ı k karışık. Bu arada Atiye 'nin Ahmet polisi n elinden kurtulup, bir taş kapıyoı, atacak ama ata mıyor, herkes iç içe. Baba Haydar, alttan çeki l i p çıkarı l ıyor. B i lhassa kadınlar daha çok çırpı­ nıyor. 2000 işçi , aşağı yukarı 500 de polis. O civarda yer yerinden oynuyor. Bir aralı k Emine 'ni n sesi kulaklarıma geldi. Emine kapanmış Mavro Mustafa 'nın üzeri ne. Ya­ kın zamana kadar hanı mı da yaşıyordu. Mavro Musta­ fa 'ya vurdurmamak için kendini siper ediyor. Polis Emi ­ ne 'yi saçlarından çekiyor. O da kucaklamış Mavro Mus­ tafa 'yı , bırakmıyor. En son gördüğümde Emine 'nin o kı­ zıl saçları dağıtıl mış, ağz ı ndan kanlar geliyor. Ayırdılar i kisini . Maalesef hiçbi r gazeteci yok orta l ı kta. Bu çatışma 1 -2 saat sürdü. öncü işçiler çekil me sırasında bağırıyor-



65 lar, "Yarın Sultanahmet'teyi z tüm işçiler. Ne yaptı k da da­ yak yiyoruz ?" Dağı lmaya başl adık. Tam vilayeti n ordan aşağı i niyoruz. Yakı lan Tan gaze­ tesini n önüne geldik, dört yolun olduğu yere. Düzgün gi ­ yinmiş bir grup, işçilerin üzerine saldırdı. Biz orada gafil avlandık, yumruk yedik. En çok Osman isminde bir arka­ daşımız vardı , o dayak yedi . Hatta çeki p al maya çalıştılar onu aramızdan. Ertesi gün bu havadis, yanıl ınıyorsam Son Posta gazetesi nde, hem Osman ' ı n resmi de vardı, çıktı . O gece ertesi günkü eyl e m için haz ı rl ı k yaptık, doğru dürüst uyumadı k. Herkesi çağı rıyoruz . Ertesi gün Sulta­ nahmet Meydanı , o devrede topraktı zemin, hı nca hı nç doldu. Bütün muhitlerden 2-3 bin işçi . O arneleler orada toplanırken, biz erkenden vazifeli olarak Cağaloğl u'na gittik. Kalab