Türkiyeʼnin Etnik Yapısı: Halkımızın Kökenleri ve Gerçekler
 9756424044, 9789756424049 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI Halkımızın Kökenleri ve Gerçekler



Araştırma & İnceleme Serisi: 1 Yayın No: 1



Genişletilmiş 16. Baskı (Mart - 2007) FARK YAYINLARI



Araştırmalarımın



kitaplaştırılmasında



teşvik ve katkılarıyla destek olan oğlum



Buğraya



teşekkür ederim.



İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ BİRİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ ETNİKLİK



XI XIII 1



a) Emik Bakış



4



b) Erik Bakış



6



Etnik Kimliğin Değişkenliği



9



Üst Kimlik



11



TÜRKİYELİLİK



13



ETNİK MOZAİK TANIMI ve TÜRKİYE



15



I. Mozaik Tanımının Bilimsel Ölçütleri



15



II. Etnik Nüfus Tespitlerindeki Yanlışlar



19



TÜRKİYE ETNİK BİR MOZAİK DEĞİLDİR



27



I. Türkiye'deki Etnik Grupların Nüfusları



28



A. Türkiye'deki Etnik Nüfusun Dağılımı



31



B. Göstergeler



43



II. Türkiye'de Etnik Nüfus Dağılımı (2006)



46



III. Türkiye'deki Kürtlerin Nüfusu



47



A. Resmi Tespitler ve Bilimsel Veriler



47



B. Göstergeler



50



IV. P. A. Andrews'ün Türkiyenin Etnik Yapısıyla İlgili Yanlışları ...52 ÇOKKÜLTÜRCÜLÜK



55



VI



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



ÖN TÜRKLER



65



TÜRKLÜK ve ANADOLU



75



Turki ve Turukkular



77



Sümerler ve Gutiler



79



Acaraylar



81



Sakalar



82



Kardular



84



Hunlar



86



Ağaçeriler



87



Sabirler-Hazarlar



87



Abbasiler Dönemi



90 -



Selçuklular Dönemi



94



TURCHİA TÜRK



103



KAŞGARLI MAHMUD



107



TABLOLAR Oğuz Han Oğulları (24 Oğuz Boyu)



115



Türk Kavimleri



116



ALEVİLER



117



Türkiye'deki Alevi Gruplar



118



Anadolu Alevileri



119



Nusayriler



120



Şiiler (Caferi)



121



Alevilik, Bektaşilik, Caferilik, Yesevilik, Nusayrilik



122



Anadolu Aleviliğinin İnanç Yapısı



124



Horasan Aleviliği



128



Aleviliğin Temeli İslamdır



130



Anadolu Aleviliği'nin Tarihi Süreci



133



Alevi Anadolu Türkmenleri Alevi ve Orta Asya Türk Şaman İnançları







138 142



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



VII



l.Cem



142



2. Kadın



143



3.0cak-Eşik



144



4. Kurban



144



5.Ülüş



145



6. Saz



145



7. Tahta Kılıç



....146



8. Tavşan 9. Kutsal Gök



146 ,



146



10. Kutsal Ağaç



147



11. Kutsal Su



147



12. Kutsal Dağ



147



13.Alkarısı



148



14. Alkış ve Gülbank



148



15. Esrime



148



Kaynaklar KÜRTLER



149 151



Verilerin Yetersizliği Meselesi



153



Tarafgirlik



157



Kürt Bölgesi: Yerleşim ve İstilalar



159



Hint Avrupa ve Ari Irk



162



Kürtlerin Antropolojik Nitelikleri



163



Kürt Dili



167



Kırmanç/Kurmanç



172



Ekrad



173



Kürdistan



175



Selahaddin Eyyubi



176



Ermeniler ve Kürtler



178



Medler



179



VIII



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Nevruz



181



Kürtlerin Kökenine İlişkin Söylenceler



185



Kürtlerin Kökenleri Üzerine Tezler



186



1. Guti ve Önasya Kavimleri Tezi



188



2.Kardu Tezi



190



3.Med-İskit Tezi.



196



4. Jafetidologların Tezi



198



5. Kürtlerin Türklüğü Tezi



199



TARİHİ SÜREÇ İÇİNDE KÜRT KELİMESİ ve ANLAMI



203



KÜRTÇE ve KÜRTÇE'DEKİ TÜRKÇE ÖĞELER



211



TÜRKLÜK ve KÜRTLER



225



I.



Tarihte Türk Boy ve Uruğu Olarak Kürtler



II.



Asya ve Avrupa'da Halkı Türk Olan Kürt İsimli Yerleşimler ve Coğrafya



III. Anadolu'da Halkı Türk Olan Kürt İsimli Yerleşimler



225 229 232



IV.



Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Koç ve Koyun Mezartaşlan....232



V



Kürdistan



233



VI. Kürt Türkçe Bir Kelimedir



233



VII. Kürtçe'deki Türkçe Öğeler



235



VIII. Anadolu'daki Oğuzlar Öncesi Türk-Kürt Kaynaşması 236 IX. Anadolu'da Abbasiler Dönemi Türk-Kürt Kaynaşması



238



X.



239



Anadolu'da Selçuklular Dönemi Türk-Kürt Kaynaşması



XI. Kürt Kültüründe Türk Öğeler



240



Tablo-I (Macaristan'da Türkçe İsimli Yerleşim Birimleri ve Anadolu)..241 Tablo-II (Anadolu'da Peçenekçe Yer İsimleri)



242



Değiştirilen Köy İsimleri



243



ZAZALAR



247



GÜRCÜLER



263



LAZLAR



273



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



IX



ÇERKESLER



293



NUSAYRİLER



303



ARAPLAR



316



BALKAN KÖKENLİLER



317



Trakya ve Balkanlar'da Bektaşi-Alevi Türkmen Erenler



327



V. ve XII. Asırlar Arasında Avrupa'da Türkler



331



YENİ DÜNYA DÜZENİ'NİN HEDEFİ ve TÜRKİYE



333



BATI ve TERÖR



355



ETNİK GERİLİM ve MİLLİ KÜLTÜR



365



AVRUPA ÜLKELERİNDE ETNİK NÜFUS



370



DOĞU ve GÜNEYDOĞU ANADOLU'DA TÜRK OYMAKLARI TARAFINDAN KURULMUŞ YERLEŞİM BİRİMLERİ



373



YABANCI GÖZÜYLE TÜRKLER



395



BİBLİYOGRAFYA



401



-



ÖNSÖZ Kitabımın bu baskısı, önceki baskılara eklenen yeni araştırma verileriyle, ulaşılan yeni kaynaklardaki bilgi ve belgelerle geliştiri­ lip güncelleştirilmiş olarak okurun bilgisine sunulmaktadır. Kitabımın ilk baskısındaki önsözde yer alan görüşlerim bu­ gün için de geçerlidir. Ancak, son yıllardaki etniklik tartışmalarının aldığı farklı mahi­ yet nedeniyle aşağıdaki hususları dile getirmeyi gerekli görüyorum. Bugün, açıkça görülmektedir ki, etniklik, sadece Türki­ ye'nin değil, dünya gündeminin de önemli konularından biri haline getirilmiştir. Öyle ki, adeta bir merkezin talimatıyla, et­ niklik, aynı zamanlamayla uluslararası belgelerde, toplantılar­ da, AB raporlarında, Birleşmiş Milletler'in ilgili kuruluşlarının, uluslararası sivil toplum örgütlerinin, vakıfların çalışmalarında müstakil bir başlık olarak yer almaktadır. Uluslararası yazılı ve görsel medyada etniklik özel bir konu olarak işlenmektedir. TV'lerde toplumların bilinçaltına hitap eden incelikte yayınlarla etnik ayrımcılık konusunda insanların beyinleri şartlandırılmadadır. Etnik grupların yanı sıra dini gruplar da kollektif, kurumsal haklara sahip azınlıklar haline getirilmek istenmektedir. Bütün bu belge, bildiri, rapor ve yayınlarda etniklik, etnik grupları daha bağımsız, daha özerk, bağımsız kılacak bir içerik ve ta­ nımla empoze edilmekte, etnik dillerin, etnik kültürlerin geliştiril­ mesini temine yönelik haklar "ayrılıkçı" temelde genişletilmektedir. Ulusal kimlik, resmi dil, kurucu unsur gibi ulus devletlerin varlıklarının güvencesi olan kavramlar tartışma konusu haline



XII



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



getirilmekte, etnik farklılıklar, çokkültürlülük gibi Batı'nın ken­ disi için sorun olarak gördüğü meseleler, üçüncü dünya ülkele­ rine bir "zenginlik" olarak empoze edilmektedir. Etniklik konusunun dünya gündemine bu yoğunluk ve kapsamla getirilmesi tesadüfi değildir. Bunun arkasında, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırmayı hedefleyen çokuluslu küresel sermaye mevcuttur. Bu dev güç, bu hedefine ulaşabilmek için, ulus dev­ letleri, etniklik temelinde bölerek kolay lokmalar haline getir­ meyi, ulusal direnci çözerek ve ulusal sınırları göstermelik kıla­ rak küresel sermayenin önünü açmayı, dünyayı kendisi için açık bir pazar haline getirmeyi bir strateji olarak benimsemiştir. Bu küresel gücün öncelikli hedefi ise, sahip olduğu kay­ naklar, su havzaları ve de Orta Doğu ve Avrasya coğrafyasında­ ki stratejik konumu nedeniyle Türkiye'dir. Bu durum, Türkiye'nin etniklik politikasını, hiçbir istismara im­ kan tanımayan, gerçekçi bir temele oturtmasını gerekil kılmaktadır. Bu temelde sağlam bir ulusal etniklik politikası oluşturmak için, Türkiye'nin etnik yapısını açıklayan bilimsel verilere daya­ nılması, toplumumuza ilişkin gerçeklerin bilinmesi gereklidir. Türkiye, yıllardır, Batılıların bilinçli ve maksatlı olarak empo­ ze ettiği gibi ne etnik bir mozayiktir, ne de etnik grup nüfusları bö­ lücü unsurların ifade ettikleri, abartıyı aşan hayali rakamlardır. Bilim adamlarımızın, araştırmacılarımızın, aydınları­ mızın, ülkemizi yönetenlerin, gençlerimizin ülke gerçekle­ rini kendi kaynaklarında aramaları, gerçekleri bu kaynak­ lardan öğrenmeleri ülke sorunlarının çözümü için gerekli ve yeterlidir. Ali Tayyar Önder Şubat,



2005



ÖNSÖZ (Birinci Baskı) Bu kitap uzun yıllar süren bir araştırmanın ürünüdür. Araştırmanın bu kadar uzun bir süre almasının başlıca neden­ leri Türkiye'deki etnik gruplarla ilgili bilgilerin çok dağınık olarak farklı kaynaklarda bulunması ve etnikliğe ilişkin eser­ lerin çoğunluğunun tarafgir yaklaşımlarla yazılmış olmasıydı. Dağınık kaynaklardaki tarafgir bilgileri sabırla ayıklamak, gü­ venilir, doğru veriler sağlamak uzun süreli bir çalışmayı zo­ runlu kıldı. Araştırma sonuçlandığında bir defa daha gördüm ki, Türk toplumu kendisiyle ilgili gerçekleri bilmiyor. Türk halkı­ nı oluşturan topluluklar birbirlerini yeterince tanımıyor. Daha önemlisi ülkeyi yönetenlerin, kamuoyunu bilgilen­ dirmede etkin konuma sahip medya mensuplarının, hatta akademisyenlerin çoğunluğu ülkenin toplumsal yapısı, inanç temelleri konularında yeterli bilgiye sahip değil. Milli kültür politakalarının temelleri yanlış verilere dayanmakta. Milli eği­ tim sistemi yetersiz. Aydın denilen kesim ise toplumuna, ulu­ suna, devletine karşı sorumluluk anlayışından uzak. Böyle bir ortamda, Türkiye üzerinde çıkarları olan dış güçlerin, Türk toplumunun birlik ve beraberliğini, ülkenin is­ tikrarını bozmak için her türlü imkana sahip bulunmaları, el­ bette doğaldır. Bu odaklar sadece yanlışları empoze etmekle kalmayıp, bu ülkenin yetkili ve etkili kadrolarını da kolayca işbirliği çerçevesine çekebilmektedirler.



XIV



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



İnanıyorum ki, Türk toplumunu oluşturan unsurlar; Türkler, Kürtler, Zazalar, Çerkesler, Lazlar, Araplar, Nusayriler. Gürcüler, Arnavutlar vs. kendileri hakkında bilmeleri ge­ reken doğruları, Sünniler Nusayriliği ve Aleviliği bilselerdi, Aleviler kökenlerinden haberdar olsalardı, yakın tarihimizde binlerce gencimizin hayatına malolan olayların çoğu yaşan­ maz, bunca acı çekilmez, terör yeşermez, Türkiye'nin bunca kaynağı israf edilmezdi. Kitabımı Atatürk nesli gençlerimize armağan ediyorum. Ali Tayyar Önder Kasım, 1998



Tarih yazmak, tarih yapmak kadar ehemmi­ yetlidir. Eğer yazan, yapana sadık kalmazsa, değişen hakikat şüpheli bir şekil alır ki, be­ şeriyetin yolunu değiştirir. Biz daima haki­ kati arayan ve onu buldukça ve bulduğumu­ za kani oldukça söylemeye cesaret gösteren insanlar olmalıyız. M. Kemal ATATÜRK



Her şeyden evvel kendinizin dikkat ve itina ile seçeceğiniz vesikalara dayanınız. Bu ve­ sikalar üzerinde yapacağınız tetkiklerde her şeyden ve herkesten evvel kendi insiyatifinizi ve milli süzgecinizi kullanınız. M. Kemal ATATÜRK



ETNİKLİK



E



tniklik birçok farklı ölçütle tanımlanabilen esnek bir kavramdır. Genel olarak, benimsedikleri soy (köken), dil, din ve sahip oldukları kültür itibariyle diğer gruplardan farklı olan gruplar etnik olarak nitelenir. Etnik kimlik, temelde, başta dil ve dini inanç olmak üze­ re, töre, gelenek ve benzeri öğelerin belirlediği kültürel bir ol­ gudur. Etnik kimliği; kişinin içine doğduğu ailenin, içinde ye­ tiştiği çevrenin, kültürel değerleri, ailenin, çevrenin kimlik olarak "kendine bakışı" (emik) belirler. Dolayısıyla, etnik kimlik, doğuştan kazanılan bir nitelik, genetik, biyolojik, ırki bir özellik değildir.



Bu nedenledir ki, etnik kimlik kültür ortamındaki deği­ şine bağlı olarak "değişebilirdir". Küçük yaşta evlatlık veri­ len bir çocuğun ya da göç nedeniyle kültür ortamı radikal bir şekilde değişen kişinin etnik kimliğinin, bu değişime bağlı olarak değişebilmesi, etnik kimliğin kültürel bir olgu olduğu­ nun açık bir kanıtıdır. Etnik kimliğin kültürel bir olgu olduğunu gösteren dün­ yada çok sayıda örnek mevcuttur. Örneğin, Güney Amerika'da (latin) çok sayıda ülke halkı; Mayalar, İnkalar, Aztekler gibi yerli halk ile Afrika kökenliler, İspanyolların, Portekizlilerin karışımı melezlerdir.



2



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Bu ülkelerin halkı "melez" olduklarını bilmelerine ve anadilleri İspanyolca ya da Portekizce olmasına rağmen ken­ dilerini ülkelerinin ulusal kimliği ile tanımlarlar. Anadilleri İspanyolca olan Meksika halkının kendisi Meksikalı, Peru halkının Perulu, anadili Portekizce olan Bre­ zilya halkının kendisini Brezilyalı olarak tanımlaması gibi... Etnik kimliğin "dışa dönük" (dışarıdan algılanan) önemli bir göstergesi dildir. Ancak, bir kişinin dili her durumda etnik kimliğinin göstergesi değildir. Bir çok durumda, kişinin anadili ve bu bağlamda köke­ ni ile etnik kimliği örtüşmez. Türkiye'de bu yaygın bir du­ rumdur. Örneğin, 1993 yılında, KONDA tarafından İstan­ bul'un etnik yapısını belirlemek amacıyla yapılan geniş kap­ samlı ankette hem ana ve hem de baba tarafından Türklük dışında bir kökene sahip olduklarını ifade eden grubun (aynı kökenden akrabalar dahil) %80'i aşan çoğunluğu, kendisini Türk hissettiğini söylemin, kendisini Türk olarak tanımla­ mıştır. (Türk %90.11, Müslüman %4.32, Kürt, Zaza, Arap, Çerkes % 4.49, Azınlık + diğer %1.08) Bu nedenle, etnik grup nüfuslarını "anadil" nüfusuna (bir dili anadil olarak konuşan ya da beyan edenlerin sayısı) da­ yandırmak yanlıştır. Bilimsel bir tespit olarak, kişinin, kendi iradi kabulüne dayalı etnik grup nüfusu, anadil nüfusunun çok altındadır. Bu nedenle, bir ülkenin etnik yapısının değer­ lendirilmesinde geçerli etnik grup nüfusları, "kişinin kendi iradi kabulüne" dayalı grup nüfusları (reel nüfus) kabul edilir. Etnik bir grubun diğer grup ya da gruplar içinde eriyip, asimile olmasına karşı, en dirençli öğe, dilden çok, "dini inançtır". Türkiye'de halkın %95'e varan bir çoğunluğun Müslü­ man olması, Türkiye'de etnik gruplar arasında kaynaşmayı, bütünleşmeyi bütünleşmeyi kolaylaştıran bir etmen olmuştur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



3



Etnik bir grubun kimlik oluşumunda asıl olan dil ve di­ ni inanç dışında, alt grupların tanımında önem taşıyabilen başka grup nitelikleri de mevcuttur. Bunlara örnek olarak, örgütlenme yapısı, aşiret organi­ zasyonu, mensubiyet algılaması, meslek-uğraş benzerliği, dilleri soyları farklı toplulukların ortak bir kaderi paylaşmış olmalarının yarattığı dayanışma, birlik duygusu sayılabilir. Örneğin, ülkemizde, topluca Çerkes olarak tanımlanan, Adige, Abhaz, Dağıstanlı, Balkar, Karaçay gibi grupların her biri, farklı kökene, dile sahip farklı etnik gruplardır. Kimlikle­ rini bu isimlerle tanımlarlar. Bu gruplar Çerkes üstkimliğinde birleştiren, etmen Ku­ zey Kafkasya'da ortak özelliklere sahip bir coğrafyanın kültü­ rünü paylaşmaları ve daha önemli olarak, Çarlık Rusyası'na karşı verdikleri ortak bağımsızlık mücadelesinde birlikte ya­ şadıkları güçlükler, savaşta yenik düşmeleri sonucu, 1864 yı­ lında vatanlarından topluca sürgün edilmeleri, bu sürgde ya­ şadıkları sefalet ve büyük acının, aynı kaderi paylaşmanın yarattığı birlik ve dayanışma duygusudur. Ülkemizdeki en büyük Çerkes grup Adigelerdir (yaklaşık 300.000). Balkarlar ve Karaçaylar ise Türktürler. Bir başka örnek olarak, Güney Doğu ve Doğu Anadolu'da birçok yörede aşiret mensubiyeti, Türk, Kürt, ya da Arap olmaktan önce gelir. Sonuç olarak, Etnik kimlik, temelde, başta dil ve dini inanç olmak üzere, töre, gelenek, ortak sosyal değerler gibi kültürel öğele­ rin belirlediği bir olgudur. Dolayısıyla, etnik kimliğin gene­ tik, biyolojik, ırkî bir temelde tanımlanması bilimsel gerçekli­ ğe aykırıdır.



4



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Etnologlar, bir ülkedeki etnik grupları belirlemede, ken­ di amaçlarına bağlı olarak çok farklı etniklik kriterini çok farklı yaklaşımlarla kullanılabilirler. Bunun sonucu olarak, farklı etnologlar, aynı ülkede çok farklı sayıda etnik grup be­ lirleyebilirler. Dolayısıyla, bir ülkenin etnik yapısının değerlendirilmesinde etnologların grup tanımlarının dayandığı ölçütlerin iyi bilinmesi ve doğru değerlendirilmesi gerekir. Toplumsal alanda, etnik grup kimliği iki farklı "bakış"a bağlı olarak farklı tanımlanabilir. a) Emik Bakış Emik bakış, bir grubun kendi kimliği ile ilgili kendi tanı­ mıdır, kendini "ne", "kim" olarak gördüğüdür. Emik bakışta etnikliğin ölçütü tamamen grubun kendi kabulüdür. Emik bakışa dayalı kimlik tanımında belirleyici olan et­ men, grubu oluşturan kişilerin özgür iradelerine dayalı ken­ di kimlik tanımlarıdır. Kişi kendini "ne", "kim" olarak görü­ yorsa odur. Bazı durumlarda, bu tanım bölgeden bölgeye değişebilir. Örneğin, Doğu Anadolu'da kendini Kürt olarak tanımlayan unsurun, İstanbul'da yaşayan bölümünün büyük bir kısımı, köken bilincine rağmen kendini Türk olarak tanımlamaktadır. Emik bakışa dayalı etnik grup kimliği açık, belirgin ola­ bileceği gibi, bazı durumlarda muğlak, "kısmi" de olabilir. Kısmi kimlik, soy olarak farklı bir kökene mensup olduğuna inanmakla beraber, kimliğini toplumsal ilişkilerde ayırt edici bir etmen olarak görmeyen, ortak sosyal, kültürel değerleri, ulusal kimliği benimseyen, ülkenin birlik ve bütünlüğü konu­ sunda duyarlı, uzlaşmacı grup kimliği olarak tanımlanabilir. Türkiye'deki etnik gruplar içindeki büyük çoğunluk bu temelde "kısmi kimlik" anlayışına sahiptir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



5



Bireyin, bireysel hak ve özgürlüklerin ön plana çıktığı çağımızda, emik bakışın bireysel bir boyutu olarak, kişinin kendi kabulüne dayalı kendi kimlik tanımı önem kazan­ mıştır. Bu tanımda tek belirleyici etmen, kişinin kendini "kim", " n e " olarak gördüğü, "kim", " n e " olarak tanımladığıdır. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, çağımızda, ileti­ şim, ulaşım, bilim alanlarında, toplumsal ilişkileri, bilgi ve kültür paylaşımını etkinleştirip, yaygınlaştıran, hızlandıran gelişmeler, yoğun kentleşme göç sonucu kültür ortamındaki değişmeler, kişinin kendi kabulüne dayalı kimlik tanımın­ da, köken ve buna koşut olarak anadili belirleyici etmenler olmaktan önemli ölçüde çıkarmış, bunların yerini kültür et­ meni almıştır. Son 15 yılda yapılan araştırmalar, bu gerçeğin, Türkiye için de geçerli olduğunu açık olarak ortaya koymuştur. Emik bakış, bazı durumlarda, bilimsel gerçekle de çelişe­ bilir. Bu çelişkide, grubun, kimliği konusunda yeterli bilgi sa­ hibi olmaması, kökenin tartışmalı olması, grubu kuşatan top­ lulukların ya da devletin o gruba "farklı" bakışı gibi etmenler rol oynayabilir. Örneğin, Türkiye'deki Zazaların bir bölümü, Zazaların Kürt olmadıkları bilimsel olarak kanıtlanmış olmasına rağ­ men, sayılan nedenlerle ve Kürt şövenistlerinin yoğun propa­ ganda ve baskıları sonucu, bugün kendilerini Kürtlüğün bir alt grubu olarak görmektedirler, (bkz. Zazalar) Benzer nedenlerle, Hatay ve çevresindeki Nusayriler, büyük çoğunluk olarak köken itibariyle aslen Türkmen ol­ malarına rağmen, içlerinde bir bölümü kendilerini Arap ola­ rak görmektedirler, (bkz. Nusayriler) Her halükârda yine de, etnik kimlik tanımında asıl olan grubun kendi tanımını esas alan emik bakıştır.



6



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Bireyin, bireysel hak ve özgürlüklerin ön plana çıktığı günümüzde, etnik grup sayı ve nüfuslarım tespitte geçerli olan ölçüt, kişinin kendi kabulünü esas alan kendi kimlik tanımıdır. Dolayısıyla etniklik değerlendirmelerinde bilimsel olarak geçerli olan kimlik tanımı, kişinin "kendi bakışma", "kendi kabulüne" (emik) dayalı kimlik tanımı ve bu tanıma dayalı etnik grup nüfus ve sayılarıdır. b) Etik Bakış Etik bakış, dışarıdaki bir grubun bir başka grubu tanım­ lamasıdır. Örneğin, Türkiye'de halkın büyük çoğunluğu, çok yanlış olarak, bütün Doğu Karadenizlileri Laz, Doğuluların büyük bölümünü Kürt, Nusayrileri Arap olarak tanımlar. Bu etik bakıştır. Etik bakış, genelde, bilimsel temelden uzak, genelleme şeklinde kaba bir görüştür. Bu nedenle emik bakış gibi geçer­ li ölçütlere dayanmaz. Dolayısıyla, bir ülkenin etnik yapısının değerlendirilmesinde geçerli bir ölçüt değildir. Ancak, çoğunluğun bakışı olarak etik bakış, Bir ülkedeki etnik gruplar arasındaki ilişkileri, kimlik de­ ğişimini, ülkenin etniklik politikasını, sosyal yaşamı, siyasi yapıyı önemli ölçüde etkileyebilir. Ayrıca, istisnai bir durum da olsa, bazı halde, etik bakış (dışarıdan), resmi bir görüş olarak, devletin etniklik politikası­ nı temellendirebilir. Böyle bir yanlış üzerine kurulu, bilimsel gerçeği dışlayan bu tür politikalar, sonuçta, ciddi toplumsal sorunlara yol açar, devleti içte ve dışta zaafa uğratır ki, Türkiye'de yaklaşık 40 yıldır ve bugün durum budur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



7



Örnekler: Aşağıdaki iki örnek emik ve etik bakış farklılığını ve de etik bakışın grup kimliği değişimindeki rolünü açıklayıcıdır. Bugün, ülkenin birçok yöresinde "Laz" olarak tanımla­ nan vatandaşlarımız mevcuttur. Ancak "yerli" kavramı içinde "Laz" sadece Rize ve Pazar, Arhavi ve Hopa şeridinde küçük bir gruptur. Oysa toplum her Karadenizli'yi Laz olarak görür. Toplumun Laz olarak tanımladığı halkın büyük çoğunluğu "Laz" yakıştırmasını reddeder. Konunun uzmanı yabancı bi­ lim adamları da yaptıkları kapsamlı araştırmalar sonucunda Karadeniz bölgesi halkının Rize, Pazar, Arhavi, Hopa yöresi dışında "Laz"lığı kabul etmediklerini ve "Laz" olmadıklarını ortaya koymuşlardır. Bennighaus, Meeker, batıda Zonguldak Ereğlisinden baş­ layarak, doğuda Rize'nin Pazar ilçesine gelinceye kadar her yörenin kendisinin bir doğusundaki yöreyi işaretle, kendileri­ nin "Laz" olmadıklarını belirttiklerini tesbit etmişlerdir. Dolayısıyla etik bakışla (dışarıdan) kalabalık bir grup ola­ rak görülen Lazlar, grubun kendi tanımıyla küçük bir etnik gruptur. Zazaların durumu daha ilginçtir. Zazalar tarih boyunca kendi kimliklerinde onurla direnmiş, Kürtlüğü hiç bir zaman benimsememiş bir topluluktur. Zazaları inceleyen ciddi bü­ tün bilim adamlarının ortak görüşü; Zazaların Kürt ve Zazaca'nın Kürtçe'nin bir lehçesi olmadığı yolundadır. Bu görüşü paylaşanlar arasında Kürdolojinin babası kabul edilen Prof. V. Minorsky, David Mc Kenzie, Sasuni, Hadank, Prof. Goichie Kojima gibi otoriteler de mevcuttur. Bugün, Zazalar, asli köken olarak en çok Horasan, Harzem, Gür ve Karluk Türkleriyle ilişkilendirilmektedir. Ancak, Zazaların bir bölümü, bugün, Kürt üst kimliğini benimsemektedirler.



8



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Dillerinin Kürtçe'den farklı olmasına ve kökenlerinin Kürt olmadığı bilim adamlarınca ortaya konmasına ve daha önemlisi tarihte Kürtlüğe karşı kimliklerini duyarlı bir şekil­ de savunmuş olmalarına rağmen, Zazaları, Kürt kimliğine iten, kendilerini kuşatan toplulukların bakışı (etik) ve devletin bu bakış doğrultusundaki tavrı olmuştur. Osmanlı'dan bu yana devlet ve toplum çok yanlış ola­ rak, Zazaları, Kürt olarak tanımlamıştır. Toplumsal ilişkiler sürekli olarak Zazalara Kürtlüğü empoze etmiştir. Osman­ lı'dan günümüze devletin padişahı, timar beyi, paşası, kadı­ sı, kaymakamı, jandarması, tahsildarı, öğretmeni, hakimi, savcısı Zazaları Kürt olarak görmüştür. Ayrıca, özellikle 1960'h yıllardan başlayarak, Zazalar, Kürt şövenistlerin ağır baskılarına maruz kalmıştır, M. Şerif Fırat gibi Zazalıkta, Zazaların Türk olduğunda direnen önder ve yazarlar öldürülmüştür. PKK döneminde bu baskı ve pro­ paganda daha da yoğunlaşmış ve hala da devam etmektedir. Yıllardır olduğu gibi, bugün hala devlet kuruluşu TRT dahil, medya Zazaları Kürt, Zazacayı Kürtçe'nin bir lehçesi olarak göstermekte, AB Derleme Raporu gibi uluslar arası resmi belgelerde Zazaların Kürt olduğunu belirten ifadelere sessiz kalınmaktadır. (AB İlerleme Raporu, 2004, sf. 39) Sonuç olarak, bu yanlışlar ve ihmallerin neticesinde 50 yıl öncesine kadar kimliklerinde şiddete direnen, Batı'da Ayre, Piya gibi dergiler çıkaran Zazaların bir bölümü de olsa, bugün, üst kimlik olarak Kürtlüğü benimsemektedir. Aynı durum, Hatay merkez olmak üzere, Mersin, Tarsus, Adana yöresinde yaşayan Nusayriler için de söz konusudur. Nusayriler, ilgili bölümde araştırmalara dayalı olarak gösteril­ diği üzere, büyük çoğunlukla köken olarak Türkmen'dirler. Ancak, halk ve devlet, çok yanlış olarak, onları, yıllardır, Arap olarak görmekte, Arap olarak tanımlamaktadır. Bugün,



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



9



Nusayriler'in büyük bir bölümü Türkmen kökenli olduğunu bilmekte ise de, bir bölümü kendisini Arap olarak görmektedir. Bunlar, etik bakışın (dışarıdan), özellikle bir devlet poli­ tikası olarak benimsenmesi halinde, grupların kimlik değişi­ minde ve gruplar arası ilişkilerde ne denli etkili olabileceği­ nin günümüz örnekleridir.



Etnik Kimliğin Değişkenliği Etnik kimlik, pek çok nedene bağlı olarak süreç içinde değişkendir. Tarih içinde, kendi dönemlerine damgasını vur­ muş sayısız etnik grup, bugün, "kimlik" olarak yok olmuştur. Hun, Hitit, Sümer, İskit, Got, Viking bugün hiçbir etnik gru­ bu tanımlayan kimlikler değildir. Bu isimlerle anılmış olan topluluklar elbette bir anda toptan yok olmadılar. Tarihi süreç içinde başka topluluklara karışarak etnik grup niteliklerini kaybettiler. Bu gruplara yakın tarih içinde en açık örnek, 9-12. yüz­ yıllar arasında Avrupa'da Hıristiyanlığı benimseyen yerli halkla karışarak kimliklerini kaybeden Kumanlar, Avarlar, Bulgarlar, Ongurlar, Uzlar, Peçenekler gibi Türk boylarıdır. Günümüz Türkiyesi'nde bile, yakın bir geçmişe dayanan etnik kimlik değişiminin pek çok örneği mevcuttur. Araştırmalarla kanıtlanmıştır ki, birçok özbeöz Türk un­ sur Kürtleşmiştir. 24 Oğuz boyundan biri olan Avşarların, Beydilliler'in bir bölümünün yanısıra, Döğerler, Kalaçlar, Kikiler, Türkanlar, Karakeçililer önemli sayılabilecek ölçüde Kürtleşmişlerdir. Bunların içinde Urfa Karakeçilileri, bugün Batı Anado­ lu'daki akrabalarının da çabalarıyla Türk kimliklerini yeni­ den keşfetmekte ve Türklüğe dönmektedirler. İbrahim Pa­ şa'nın zorla Milli Aşiretine bağlayarak Kürtleştirdiği Türkan­ lar da kimlik değişimine bir başka örnektir.



10



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kürtleşen Türklerin bir başka örneği Diyarbakır'daki bir bölüm Avşar köyüdür. 1.8.1995 tarihinde Yeniyüzyıl Gazete­ si'ndeki röportajında yazar Yaşar Kemal 1865 Kozanoğlu baş­ kaldırısında Diyarbakır'a sürülen 10.000 çadır Avşar Türkmeninin büyük bölümünün -Alevi olmayanların tamamınınKürtleştiklerini tesbit ettiğini ve bu Kürtleşmiş Avşarlardan ağıt derlediğini belirtir. Grup kimliğindeki değişimin en açık örneklerinden biri, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Kürtleşen Oğuzlardır. Bu bölgelerde Malazgirt zaferinden hemen sonra 1072 yılından başlayarak, Selçuklular tarafından Artukoğulları (Diyarbakır, Mardin) Sökmenliler (Van) Dilmaçoğulları (Bitlis) Mengücekler (Erzincan) Saltuklar (Erzurum) gibi 9 yerleşik beylik kurul­ muştur. Aynı bölgelerde 1365 - 1496 tarihleri arasında Türk­ men Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri hüküm sürmüş­ tür. Aradan geçen 900 yıllık süreç içinde bu beyliklerin ve devletlerin Türkmen halkı büyük ölçüde Kürtleşmişlerdir. Bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Kürt olarak tanım­ lanan unsurun ataları arasında bu Türkmen'ler de mevcuttur, (bkz., Türklük ve Anadolu, sf. 98, 99) Buna karşılık, son 30 yıldır giderek hızlanıp ivme kaza­ nan yoğun kentleşme ve göç sonucu, kendi sosyal çevrelerin­ den koparak, özellikle, Marmara, Ege, Akdeniz, İç Anadolu bölgelerindeki büyük kentlere yerleşen etnik nüfusun büyük bir bölümü, buralarda çoğunluk unsur olan Türklerle kayna­ şıp bütünleşerek Türkleşmişlerdir, (bkz. KONDA A.Ş., 1993, İs­ tanbul Anketi, sf. 33, 34) Bu bütünleşmede, Türkiye'deki tüm gruplar için müslümanlığın ortak bir inanç olması, Türkçe'nin tüm gruplar için tek ortak iletişim dili olması önemli rol oynamıştır. Ayrıca, çağımızda, iletişim, ulaşım, bilim alanlarında, toplumsal ilişkileri, bilgi ve kültür paylaşımını etkinleştirip yaygınlaştıran gelişmeler bu bütünleşmeyi hızlandırmıştır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



11



Svanbergin belirttiği gibi "bir etnik grubun NE OLDU­ ĞUNDAN çok, NE ZAMAN, yani NE GİBİ KOŞULLAR AL­ TINDA var olduğu" önemlidir.



Üst Kimlik Üst kimlik çoğu kez yanlış tanımlanmakta ve kavram kargaşasına yol açmaktadır. Etnolojik olarak üst kimlik, aynı kökene sahip alt grupların ana kimliğidir. Bu anlamda Türk­ lük; Kırgızlar, Özbekler, Kazaklar, Azeriler, Türkmenler, Ya­ kutlar, Gagavuzlar vb. için üst kimliktir. Ayrıca üst kimlik, bazı durumlarda, aynı coğrafyayı pay­ laşan, benzer kültürlere sahip, tarihi paylaşımları olan, aynı kaderi yaşamış grupların temsili kimliği olarak da tanımla­ nabilir. Örneğin Çerkeslik, her biri farklı kökene ve dile sahip Adigeler, Abhazlar, Çeçenler, Ubıklar, Ossetler, Dağıstanlılar vs. gibi Kuzey Kafkasya topluluklarının üst kimliğidir. Bu gruplar aralarında kendilerini Çerkes olarak değil kendi etnik kimlikleriyle tanımlarlar. Çerkes olarak tanımlanan gruplar­ dan Karaçaylar ve Balkarlar Türktür ve Türkçe konuşmakta­ dırlar. Siyasi anlamda ise üst kimlik, farklı etnik gruplara men­ sup kişilerin, vatandaşlık bilinciyle benimsediği temsili ulu­ sal kimliktir. Bu kimlik genelde, ülkenin kurucu egemen un­ surunun kimliğidir. T. C. Anayasasının 66. maddesinde de ulusal kimlik, "Türk" olarak bu anlamda tanımlanmıştır. Bu tanımda esas alınan ölçüt, etniklik değil, vatandaşlıktır. Ana­ yasa'nın 66. maddesinde Türk; "Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı herkes" olarak tanımlanmaktadır. Bugün, bir çok ülkede de, ulusal kimlik kurucu egemen unsurun kimliğidir. Örneğin, Fransa halkının ulusal kimliği olan "Fransızlık", esasen, coğrafi bir aidiyeti değil, 5. yüzyıl­ da Galya'yı ele geçirerek Fransa'yı kuran Frankların soyuna



12



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



mensubiyeti ifade etmektedir. Ancak, siyasi anlamda bu kim­ lik Fransa'daki tüm etnik gruplar için temsili ulusal kimliktir. Aynı şekilde, 15'e yakın etnik grup bulunan İngiltere' de ulusal kimlik İngiltereli değil "İngiliz"dir, Almanya'da, Al­ manyalı değil "Alman"dır. Dolayısıyla, bugünlerde, sun'i maksatlı olarak ülke gündemine getirilen Türkiyelilik tanımının hiçbir tarihi ve meşru dayanağı yoktur. Kaldı ki, Türk ulusunun %90'ı aşan bir çoğunluğu kendisini Türk olarak tanımlamakta, Türk kimliğini benimsemektedir. Burada, kimlik tanımıyla ilgili olarak belirtilmesi gere­ ken önemli bir husus, kişinin özgür iradesiyle, bilinçli olarak duyumsadığı, özümsediği kimliğin, kökeni ne olursa olsun, o kişi için bir üst kimlik değil, asli kimlik olduğudur. Bu temelde, farklı bir etnik kökene sahip olsa da, Tür­ küm diyen bir kişi için Türklük bir üst kimlik olmayıp as­ li kimliktir. Örneğin; 1993 yılı KONDA, İstanbul anketinde hem ana ve hem de baba tarafından Türklük dışında "farklı" bir kö­ kene mensup olduklarını beyan edenlerle, bu kökenlere men­ sup akrabaların oluşturduğu grubun %85.6'sı kendilerini Türk hissettiklerini ifade etmişler, kendilerini Türk olarak tanımlamışlardır. (Kürt kökenlilerin %72'si, Arap kökenlilerin %91'i, Çerkes kökenlilerin %92'si, Laz ve Balkan kökenlilerin tama­ mına yakını) Bu gruplar için Türklük bir üst kimlik olmayıp, asli kimliktir.



TÜRKİYELİLİK Türkiye'de üst kimliğin Türk yerine Türkiyeli olarak değiştirilmesini, Türklüğün, diğer etnik kimlikler gibi bir alt kimlik olarak tanımlanmasını öngören talepler, Türkiye'yi et­ niklik temelinde bölmeyi hedefleyen iç ve dış odakların ülke gündemine maksatlı olarak getirdikleri sun'i bir tartışma ko­ nusudur. Türkiye'de üst kimliğin Türk yerine Türkiyeli olarak ta­ nımlanması, herşeyden önce, Türk ulusuna çok haksızca ya­ kıştırılan karışık millet zihniyetini, maksatlı mozaik dayat­ masını pekiştirir, ulusal kimlik bilincini zedeler, ulusal diren­ ci zaafa uğratır ve bu ülkeye şevkle hizmet etme gayreti için­ de olanları kayıtsızlığa iter. Ancak, bundan çok daha önemli olarak, böyle bir tanım, zaman içinde, adım adım, aşama aşama, ülkeyi bölünmeye kadar götürecek taleplere, dayatmalara zemin teşkil edecek, istismara açık bir önkabul olur. "Türk" kelimesinin "etnik ayrımcılık" ifade ettiği gerek­ çesinden hareketle ortaya atılan "Türkiyeli" tanımı, aynı ge­ rekçeye dayalı olarak; Anayasa'daki Türk devleti tanımının da 'Türkiye devleti" olarak değiştirilmesini kaçınılmaz kılar. Anayasada ve ilgili yasalarda, "ulus tanımının" etnik un­ surlar temelinde yeniden tanımlanmasını gündeme getirir. Aşama aşama, asli unsurlar, kurucu unsurlar, resmi dil­ ler, yeni azınlıklar tartışmalarına ve bu konularda şimdiden "ısıtılan" bölücü taleplere gerekçe oluşturur. Kaldı ki, Anayasamızda 'Türklük", çok açık bir biçimde hiçbir etnik anlam ifade etmeyen, bütünüyle "vatandaşlığı" esas alan temelde tanımlanmıştır. Anayasa'nın 66. maddesi bu konuda çok açıktır: "66. Türk devletine vatandaşlık bağı



14



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



ile bağlı herkes Türk'tür." Bu tanımda, devletin Türk olarak tanımlanmasının nedeni ise Avrupa'da ve bütün dünyada pek çok örneği görüldüğü gibi, devletin kurucu ve çoğunluk unsurunun Türkler olmasıdır. Bugün, Fransa devleti, bu is­ mi, Fransayı kuran unsurun Franklar olmasından almakta­ dır. (5. yy.) Ki Franklar o tarihte Galya olarak bilinen bölgede­ ki "etnik gruplar" karşısında azınlıktaydılar. Ayrıca, bugün ileri ülkelere örnek teşkil eden İngiltere halkının ulusal kimliği İngiltereli, Fransa h a l k ı n ı n Fransah, Almanya halkının Almanyalı değil, bu ülkelerin egemen unsurlarının kimlikleri ile İngiliz, Fransız, Alman olarak ta­ nımlanmaktadır. Özetle, "Türkiyeli" tanımını ortaya atanların hiçbir "meşru" ve "tarihi" dayanağı yoktur. Türkiyelilik kavramının gündeme getirilmesi, Türki­ ye'yi aşama aşama bölmeyi amaçlayan maksatlı bir stratejinin bir ön adımıdır. Bu stratejinin arkasında ise, ulus devletleri etniklik temelinde bölerek dünyayı kendi çıkarları doğrultu­ sunda sömürge haline getirmek isteyen Batılı çokuluslu ser­ maye mevcuttur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



15



ETNİK MOZAİK TANIMI ve TÜRKİYE Mozaik kelimesinin sözlük anlamı; "Türlü renklerde, kü­ çük küp biçiminde mermer, taş ya da pişmiş toprak parçala­ rının yan yana getirilmesiyle yapılan resim ve bezeme" dir.¹ Etnik bir terim olarak ise mozaik kelimesi, "genel anlam­ da", çok sayıda farklı etnik gruptan oluşan toplumsal yapıyı" ifade eder. Ancak, bir toplumun ya da bir ülkenin etnik yapısının bi­ limsel olarak, "mozaik" olarak tanımlanabilmesi için, bilim­ sel olarak tanımlanmış ölçütlere dayanılması, etnik grup nüfuslarının tespitinde, grubun ya da kişinin "kendine bakı­ şına" dayalı "kendi kimlik tanımının" esas alınması gerekir. I. Mozaik Tanımının Bilimsel Ölçütleri Bilimsel ölçütle ve uluslararası kabulle, bir ülkenin etnik yapısının "mozaik" olarak tanımlanabilmesi için 2 şartın bir­ likte var olması gerekir. Bu şartlardan biri, "etnik çeşitlilik", diğeri, ülkede mev­ cut etnik grupların toplam nüfusunun, ülke nüfusunun %35'ini oluşturmasıdır. Etnik çeşitlilik, ülkede, genel etnik yapıyı etkileyen bü­ yüklükte "anlamlı" bir nüfusa sahip "çok sayıda" grubun var olmasıdır. Ülkenin etnik yapısını etkileyen büyüklükte "anlamlı" nüfusa sahip gruplar"asli" gruplar olarak tanım­ lanır. Ülkenin etnik yapısını değerlendirmede, nüfus olarak belirleyici bir etkisi olmayan "küçük" nüfuslu gruplar, "ta-



Türkçe Sözlük, Dil Derneği, cilt; 2, sf. 954.



16



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



li" gruplar kabul edilir ve topluca "diğerleri" olarak değer­ lendirilir. Bu tanımda, "küçük nüfuslu", "tali" grupları inkar anla­ mı yoktur. Ülkenin etnik yapısının değerlendirilmesinde te­ mel bir ölçüt olan "toplam" etnik nüfus tespitine "tali" grup­ ların nüfusları da dahil edilir. Bu bakışla, bir ülkedeki etnik grup sayısı "asli" grup sa­ yısı olarak ifade edilir. Örneğin, bugün 74 milyon nüfusa sa­ hip Türkiye'de 200 kişilik Polonezler, etnik grup olarak ta­ nımlanmalarına rağmen, asli bir grup olmadıkları için, Türki­ ye'deki etnik grup sayısı içinde düşünülmezler "diğerleri" içinde ifade edilirler. Etnik yapı değerlendirmeleriyle ilgili olarak bilinmesi ge­ reken bir başka önemli husus, "etnik nüfus" tespit ve belirle­ melerinde, bilimsel olarak tek geçerli ölçütün, grubun "ken­ dine bakışını esas alan", "kendi kabulüne" dayalı kimlik ta­ nımı olduğudur. Bireyin, bireysel hak ve özgürlüklerinin ön plana çıktı­ ğı günümüzde, bu ölçüt, "kişinin" kendi kabulünü esas alan, kendi kimlik tanımıdır. Bir başka ifadeyle, etnik kimlik tanımında esas olan, bir başkasının kimi " n e " olarak gördüğü değil, kişinin kendini "kim", "ne" olarak gördüğüdür. Dolayısıyla, etnik nüfus tespit ve belirlemelerinde, dışarı­ dan bakışa (etik), genellemeye, bölgesel bakışa, anadil gibi do­ laylı göstergelere dayalı sübjektif (öznel) etnik nüfus "tah­ minlerinin" bilimsel geçerliliği yoktur. Burada belirtilmesi gereken önemli bir husus, etnik kim­ liğin doğuştan sahip olunan biyolojik, genetik, ırsi, ırki bir özellik olmayıp, tamamen kültürel bir olgu olduğu, dolayı-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



17



sıyla etnik kimliğin kültür ortamına bağlı olarak "değişebi­ lir" olduğudur. Türkiye'de bugüne kadar, etnik grup nüfuslarıyla ilgili belirlemelerin çoğu anadil temelindeki tespitlerdir. Ancak, bir çok durumda, anadil nüfusu (bir dili anadil olarak konuşanların sayısı), kişinin kendi duyumsamasına, kabulüne dayalı reel grup nüfusuyla örtüşmez. Bilimsel bir tespit olarak, reel, (gerçek) grup nüfusu, anadil nüfusunun altındadır. Özellikte son 15 yılda yapılan çok sayıda anket ve araştır­ ma önemli bir gerçek olarak, Türkiye'de kişinin kendi tanı­ mına dayalı "gerçek" grup nüfusunun (reel) anadil nüfusu­ nun (bir dili anadil olarak konuşanların sayısı) çok altında oldu­ ğunu ortaya koymuştur, (bkz., sf. 33-38) Dolayısıyla, Türkiye'nin etnik yapısının değerlendiril­ mesinde, anadil nüfuslarının ölçüt alınması, bilimsel olarak yanlıştır. Bu kitaptaki etnik nüfus değerlendirmelerinde bu hu­ sus da göz Önünde bulundurulmuştur. Buraya kadar sayılan bilimsel ölçütlerle, tüm resmi tes­ pitler ve bilimsel veriler ortalamasıyla, bugün, Türkiye'de, "yüzde" oranıyla "anlamlı" büyüklükte nüfusa sahip kabul edilebilecek gruplar, yaklaşık %6.5 nüfus oranıyla Kürtler, bir ölçüde, %1 nüfus oranıyla Araplar ve yine %1 nüfus ora­ nıyla Zazalardır. Bunlar dışındaki gruplardan, Çerkeslerin nüfusu yakla­ şık %0.4 ve Lazların nüfusu yaklaşık %0.27'dir. Diğer grup­ ların "toplam" nüfusu yaklaşık %0.4'dür (bindedört). Bu oranlarla değerlendirildiğinde, bugün nüfusu yakla­ şık 74 milyon kabul edilen Türkiye'de, etnik grupların nüfus­ ları ve bu nüfusların oransal dağılımı yaklaşık olarak aşağı­ daki gibi tespit edilmektedir.



18



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Gruplar Türkler



Nüfus 66.600.000



Oran (%) 90.00



Kürtler



5.000.000



6.76



Zazalar*



800.000



1.08



Araplar



800.000



1.08



Çerkesler



300.000



0.40



Lazlar



200.000



0.27



Diğer*



300.000



0.41



74.000.000



100.00



Toplam



* Zazaların nüfusu, 1927 yılından bu yana, hemen tüm resmi tespit ve anketlerde yaklaşık %0.5 (binde beş) olarak çık­ maktadır. ** Diğerleri içindeki, "azınlıklar" olarak tanımlanan Ermenile­ rin nüfusu 60.000, Yahudilerin nüfusu 25.000, Rumların nü­ fusu 1.800'dür. Tablodaki oranlarla, Türkiye'deki tüm etnik grupların toplam nüfusu %10 olarak tespit edilmektedir. Bir ülkenin etnik yapısının mozaik olarak tanımlanabil­ mesi için, toplam etnik nüfusun, ülke nüfusunun en az %35'ini oluşturması şartı karşısında, toplam %10'luk bir et­ nik nüfusla, Türkiye'yi etnik bir mozaik olarak tanımla­ mak mümkün değildir. Bugün, bir AB ülkesi olana Fransa'da, toplam nüfusları ülke nüfusunun yaklaşık %20'sini oluşturan 16 etnik grup mevcuttur. Buna rağmen ne Fransa kendisini etnik bir moza­ ik olarak tanımlanmasına izin vermekte, ne de herhangi bir AB ülkesi Fransa'yı etnik bir mozaik olarak tanımlamaktadır. Bu örnek, Türkiye'ye bir çok konuda olduğu gibi, etnik yapı konusunda da AB'nin nasıl bir çifte standart uyguladığı­ nın göstergesidir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



19



II. Etnik Nüfus Tespitlerindeki Yanlışlar Türkiye'deki etnik nüfusun belirlemelerinde sık rastla­ nan önemli yanlışlar mevcuttur. Bu yanlışlar, temelde, etniklik konusunda bilgi eksikliğinden ve toplumsal gerçeklerin yeterince bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu yanlışlar, etnik grup nüfuslarının çok büyük ölçüde "abartılmasına", dolayısıyla da Türkiye'nin etnik yapısının, büyük bir yanlışla, "etnik mozaik" olarak değerlendirilmesi­ ne neden olmaktadır. 1. Türkiye'de etnik nüfus belirlemelerinde sık rastlanan önemli yanlışlardan biri, anadil nüfuslarının (bir etnik dili anadili olarak konuşan ya da "beyan edenlerin" sayısı), grupların "gerçek" (reel) nüfusları olarak değerlendirilmesidir. "Gerçek" (reel) grup nüfusu, kişinin kendi kabulünü esas alan, kişinin kendi tanımına dayalı grup nüfusudur. Etniklik değerlendirilmelerinde, bilimsel olarak geçerli grup nüfusu, "gerçek" (reel) grup nüfusudur. Bilimsel bir tespit olarak, kişinin kendi kimlik tanımın­ da, birçok durumda, anadil ve bu bağlamda köken belirleyi­ ci etmenler değillerdir, dolayısıyla, "gerçek grup nüfusu", "anadil nüfusunun" altındadır. Türkiye'de, özellikle 1990 yılı sonrasında yapılan araştır­ maların hemen tümü, (KONDA, SESAR, TESEV, DİCLE ÜNİVERSİTESİ-Resul Erkan) bu gerçeği açık bir şekilde ortaya koy­ muştur, (bkz., sf. 33-38) Örneğin KONDA A.Ş/nin 1993 İstanbul anketinde, ken­ dilerinin hem ana ve hem de baba tarafından Türklük dışın­ da "farklı" bir etnik kökene sahip olduklarını beyan edenler­ le, aynı kökenden akrabaların oluşturduğu grubun %85.6'sı kendilerini "Türk hissettiklerini" ifade etmişler, Türk olarak tanımlamışlardır.



20



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Bir başka örnek olarak Diyarbakır Dicle Üniversitesi öğ­ retim üyelerinden Resul Erkan tarafından 2004 yılı sonunda Güneydoğu Anadolu'da yapılan ankette, anadilini Türkçe dışında bir dil olarak "beyan eden" grubun tamamının (%67.5), sadece %9'u, seçenekler karşısında, kendisini Türk­ lük dışında bir kimlikle tanımlamıştır. Örneğin bu gruplar­ dan, anadilini Kürtçe olarak beyan eden %54.4'lük grup için­ de, seçenekler karşısında, kendini Kürt olarak tanımlayanla­ rın oram sadece %4 olmuştur. Anadilini Arapça olarak beyan eden %8.9'luk grup içinde ise, kendini Arap olarak tanımla­ yanların oranı sadece %1.6 olmuştur, (bkz., sf. 41) Burada, ilginç olan bir başka husus ise "anadilden" ne anlaşıldığıdır. Örneğin, HÜ Nüfus Etütleri Enstitüsü'nün TNSA-2003 yılı anketinde "anadilini" Kürtçe + Zazaca olarak olarak be­ yan edenlerin %55'i günlük yaşamlarında, evde, sokakta Türkçe konuştuklarını ifade etmiştir. Benzer şekilde, Dicle Üniversitesi öğretim üyesi Resul Erkan'ın Güneydoğu Ana­ dolu'da (9 il) yaptığı ankette, anadilini Türkçe dışında bir dil olarak beyan edenlerin %45.5'lik bölümü, günlük yaşamda en çok Türkçe konuştuklarım ifade etmişlerdir. Bu ankette, bölgede en yaygın dilin %63 oranıyla Türkçe olduğu tespit edilmiştir, (bkz., sf. 40) Bu tespitlerin şaşırtıcı olmaması gerekir. Toplumsal bir gerçek olarak, 1960'lı yıllarda başlayan ve 1980'li yıllarda giderek ivme kazanan yoğun göç, kentleşme ve de çağımızda toplumsal bütünleşmeyi, kültür paylaşımını yaygınlaştırıp etkinleştiren iletişim, ulaşım, teknoloji alanla­ rındaki büyük gelişmeler sonucu, özellikle Batı'da köken ve buna koşut olarak anadil, kişinin kimlik tanımında belirle­ yici etmenler olmaktan büyük ölçüde çıkmış, buralardaki etnik nüfus, çoğunluk unsur olan Türklerle hızlı bir kaynaş­ ma ve bütünleşme sürecine girmiştir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



21



Sonuç olarak, Türkiye'deki etnik grupların nüfuslarının belirlenmesinde; a) Kişinin kendi kabulüne dayalı gerçek grup nüfusu­ nun, anadil nüfusunun altında olduğunun, b) Göç alan bölgelerde etnik grup nüfuslarının Türklükle bütünleşerek oransal olarak azaldıklarının göz önün­ de bulundurulmaları gerekir. Bu gerçekleri dışlayan etnik nüfus belirlemeleri, dola­ yısıyla, bu belirlemelere dayalı etnik yapı değerlendirmele­ ri gerçeği yansıtmaz. 2. Türkiye'de, etnik nüfus belirlemelerinde yapılan bir başka önemli yanlış, ikinci dilin de bir etnik kimlik gösterge­ si olarak değerlendirilmesidir. Anadilin dahi bir çok durum­ da "gerçekçi" bir kimlik göstergesi olmadığı tespiti karşısın­ da, 2. dilin bir kimlik göstergesi olarak kabul edilmesi müm­ kün değildir. Bugün, özellikle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun be­ lirli yörelerinde, bir arada yaşayan farklı etnik gruplar, sos­ yal, kültürel yaşamın, ekonomik ilişkilerin bir gereği ola­ rak birbirlerinin dilleri bilmek zorundadırlar. Örneğin, Mardin, Siirt, Bitlis, Şanlıurfa illerinde Arap­ ların büyük çoğunluğunun 2. dili Kürtçedir. Buna karşın, bu illerdeki Kürtlerin bir kısmının 2. dilleri Arapçadır. Benzer şekilde, Tunceli, Bingöl, Erzincan, Şanlıurfa, Di­ yarbakır'daki Zazaların önemli bir bölümünün ve Türklerin bir kısmının 2. dilleri Kürtçe'dir. Bu illerdeki Kürtlerin bir kısmının 2. dili ise Zazaca ya da Arapça'dır. Ayrıca, Türkçe, söz konusu bölgelerde, etnik gruplar arasında iletişimi sağlayan en yaygın ortak dildir.



22



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Bu durumda, ikinci dilin bir etnik kimlik göstergesi ola­ rak kabulü halinde, ikinci dili Kürtçe olan Arapların, Zazaların, Türklerin nüfusu Kürtlere eklenmiş olmaktadır. Aynı şekilde, ikinci dili Arapça olan Kürtlerin, Zazaların, Süryanilerin /Türklerin nüfusu Araplara, 2. dili Zazaca olan Kürtlerin nüfusu Zazalara eklenmiş olmaktadır, vs. Hiçbir bilimsel ölçütle kabulü mümkün olmayan bu yan­ lış, Kürtlerin, Arapların, Zazaların nüfuslarının sun'i olarak büyük ölçüde fazla gösterilmesine neden olmaktadır. 3. Türkiye deki etnik nüfus belirlemelerinde, özellikle, nüfus yansıtmalarında (projeksiyon), nüfus güncellemelerinde ve "tahminlerinde" rastlanan bir başka yanlış, bir etnik gru­ bun belirli bir bölgedeki nüfus artış hızının, grubun Türki­ ye genelindeki nüfusuna uygulanmasıdır. Kürt nüfusun Güneydoğu Anadolu'daki nüfus artış hızının, Türkiye ge­ neline, uygulanması gibi... Bugün, genel bir kabul olarak, Kürt kökenli nüfusun yak­ laşık %35'i, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri dışında, Türkiye'nin orta, güney ve batı kesiminde yaşamaktadır. Bu bölgelere göç etmiş Kürt kökenli nüfusun yıllık "nü­ fus artış hızı", Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Kürt kökenli nüfusun yıllık artış hızının çok alandadır. Ay­ nı husus, Araplar, Zazalar ve diğer gruplar için de geçerlidir. Dolayısıyla, "bölgesel" nüfus artış hızını "Türkiye ge­ neline" uygulamak büyük bir yanlıştır. 4. Bazı anketlerde, Müslümanlık da etnik kimlik seçe­ neği olarak verilmekte, kişi etnik kimliği ile inanç kimliği arasında bir tercihe zorlanmaktadır. Bu dayatma karşısında kişi, ilahi olanla dünyevi olan arasında sıkıştırılmakta, genel­ de, çoğunluk olarak dini kimliğini seçmektedir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



23



Müslümanlık, Türkiye'deki hemen bütün etnik gruplar için ortak bir paydadır. Dolayısıyla müslümanlık, Türki­ ye'de, kimlik tanımında "ayırdedici" bir öğe değildir. Bu nedenle de, etnik bir kimlik seçeneği olarak sunulması yanlıştır. Böyle bir seçenek, kişinin kimlik algılamasında, kişinin tutum ve davranışlarında, diğer etmenler yanında, dini inan­ cının ne ölçüde belirleyici olduğunu tespit amacıyla "ayrıca" değerlendirilebilir. Ancak, dini inancın etnik kimlik tanımında "zorunlu" bir kimlik seçeneği olarak verilmesi amacı aşan bir zorlamadır. 5. Etnik kimlik tespitiyle ilgili anketlerin -bir kaçı hariçhemen hepsinde, "anadil", "bilinen dil" vb. dolaylı ölçütlere başvurulmakta, kişiye açık olarak kendisini "ne", "kim" ola­ rak gördüğü, hangi kimlikle tanımladığı sorulmamaktadır. Bu yaklaşım, verilerin sübjektif (öznel) yorumuna yol aç­ makta, "gerçeğin" doğru olarak tespitine imkan vermemek­ tedir. 6. Türkiye'de, etnik grup nüfusu belirlemede bir diğer yaygın yanlış ise, Türkiye'nin belli bazı bölgelerindeki nüfu­ su, "dışarıdan", genel bir bakışla, belirli kimliklerle tanımla­ ma yanılgısıdır. Örneğin, Türkiye'de büyük bir çoğunluk, Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki nüfusu çoğunluk olarak Kürt, Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki nüfusu Laz olarak görür. Oysa, bilimsel verilerin ortaya koyduğu bir gerçek ola­ rak, her iki bölgede de Türkler büyük çoğunluğu oluşturur. Bu durum, bölücü odaklarca istismar edilmekte, kamuo­ yu yanıltılmaktadır. Bu istismara bir örnek olarak: Paris Kürt



24



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan 1970 yılında Doğu'da 10 milyon Kürd'ün mevcut olduğunu söylemiştir. Oysa, o tarih­ te, resmi nüfus sayımı verilerine dayalı olarak, tüm bölgenin nüfusu 6 milyon idi! (Taha Akyol, Milliyet, 11.12.2004) Ayrıca, Doğu Anadolu nüfusunun %70'e yakın bir oranla Türk oldu­ ğu anket verilerine dayalı bir tespittir. (Abdûlhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 32) 7. Türkiye'nin etnik yapısının mozaik olarak değerlendi­ rilmesi yanlışının önemli bir nedeni de, Türk halkına siyasi amaçla, abartılarak empoze edilen, Türklerin "çok karışık" bir ulus olduğu görüşüdür. Daha önce de belirtildiği gibi, bilinen onbin yıllık insan­ lık tarihinde, etnik kaynaşma yaşamamış, ırki anlamda saf bir ulus düşünme imkanı yoktur. Kaldı ki, son 2000 yıllık tarih değerlendirildiğinde, Türkler, Batı'lı uluslardan çok daha az karışık bir ulustur. Bir ulusun kökenlerinin, ne ölçüde olursa olsun, "ka­ rışıklığı", etnik kimlik tanımı gereği, mozaiklik ölçütü değildir. Örneğin, Meksika ulusu, Mayaların, Afrikalıların, İs­ panyolların hatta bir ölçüde Türklerin karışımı "melez" bir ulustur ve Meksika'nın anadili İspanyolcadır. Ancak, Meksika halkı, "melez" olduğunu bilerek ve ana­ dilleri İspanyolca olmasına rağmen, Meksika'nın bağımsızlı­ ğı için mücadele etmiş, Meksika ülküsü etrafında birleşmiş bir ulustur, kendini, kendi ulusal kimliğiyle, Meksikalı ola­ rak tanımlar. Dolayısıyla melez bir ulus ve anadili İspanyol­ ca olmasına rağmen Meksika etnik bir mozaik değildir. 8. Türkiye'deki etnik grup sayısı, her değişen iktidarla değişmektedir. 1983 yılından bu yana Türkiye'deki etnik



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



25



grup sayısı, değişen iktidarlar döneminde, 27'den 36'ya 46'ya, hatta 54'e varan sayılar olarak değişmiştir. Bugün 27 kabul edilmektedir. Bir etnik grubun oluşum ve yok oluşunun asırları kap­ sayan bir süre gerektirdiği gerçeği karşısında, Türkiye'deki etnik grup sayısının, her iktidar değişimini izleyen bir kaç aylık süreler içinde böylesine bir değişim göstermesini bi­ limsel olarak açıklamak mümkün değildir. Ayrıca, yetkililer ifade ettikleri grup sayılarının ve nüfus­ larının hangi bilimsel verilere dayandığını, bu grupların han­ gileri olduğunu açıklamamaktadırlar. Ve de bugüne kadar, bu yetkililere, hiç kimse beyanlarıyla ilgili bilimsel dayanakları­ nın ne olduğunu sormamıştır. Bu yetkililere, mutlaka, sözünü ettikleri etnik grupla­ rın hangileri oldukları ve bu grupların nüfusları, ve daha önemli olarak, beyaanlarının hangi resmi ya da bilimsel ve­ rilere dayandıkları sorulmalıdır. Söz konusu yetkililerin bu soruya bilimsel temelde bir cevap vermeleri mümkün değildir. Çünkü, mevcut resmi ve bilimsel tespitler içinde Türkiye'nin etnik bir mozaik oldu­ ğunu gösteren herhangi bir veri mevcut değildir. Aksine, tüm tespit ve veriler, açık bir şekilde Türki­ ye'nin etnik bir mozaik olmadığını ortaya koymaktadır. 9. Türkiye'de, etnik nüfus belirlemelerinde yapılan çok önemli yanlışlardan biri ise resmi görüş olarak Zazaların Kürt, Nusayrilerin Arap kabul edilmeleridir. Zazaların Kürt, Nusayrilerin Arap olmadıkları yerli ve yabancı bilim adamlarınca belgelerle ortaya konulmuş açık bir gerçektir, (bkz., Zazalar, Nusayriler) Bu yanlış kabul, özellikle, Zazaları bölücü cepheye ka­ zandırmak için yoğun propaganda ve baskı yapan Kürtçü



26



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



gruplarca istismar edilmekte, Zazalar üzerindeki bölücü pro­ paganda ve baskının etkinleşmesine neden olmaktadır. Sonuç olarak, Türkiye'de etnik grupların nüfuslarının belirlenmesinde çok sayıda yanlış yapılmakta, bu yanlışlar Türkiye'nin etnik yapısının başka bir yanlış olarak, moza­ ik olarak değerlendirilmesine neden olmaktadır. Bilimsel verilerin ortaya koyduğu açık bir gerçek ola­ rak Türkiye etnik bir mozaik değildir ve Cumhuriyet Tari­ hi'nin hiçbir döneminde etnik bir mozaik olmamıştır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



27



TÜRKİYE ETNİK BİR MOZAİK DEĞİLDİR Türkiye'nin etnik bir mozaik olduğu "kabulü", yıllardır, Devlet yetkilileri, birçok aydın dahil geniş bir kesimin sorgu­ lamadan benimsediği, adeta önyargıya dönüşmüş büyük bir yanılgıdır. Bütünüyle yanlış ve bilimsel gerçeğe aykırı bu "kabul", geleceği yıllar öncesinden planlayan Batılı'ların, Sevr'le (1920) bölemedikleri Türkiye'yi içten bölmek için, özellikle, Lozan Anlaşması (1923) sonrasında belirledikleri politikala­ rına; meşru bir zemin, bölücü etnik dayatmalarına gerekçe oluşturmak üzere, Türkiye'ye bilinçli olarak çok ince bir şe­ kilde empoze ettikleri bilimsel dayanaktan yoksun bir yakış­ tırmadır. Türkiye'nin etnik bir mozaik olduğu "kabulü", aynı za­ manda, 1960'lı yıllardan ve özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra (1991) tek süper güç haline gelen ABD ağırlıklı çokuluslu küresel sermayenin, ulus devletleri etniklik temelinde bölerek kolay lokmalar haline getirmeyi, ulusları kimliksizleştirerek, ulusal direnci kırmayı, ulusal sı­ nırları çözmeyi, sonuç olarak; dünyayı, küreselleşme adı al­ tında kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandıra­ rak, kendisi için açık bir pazara dönüştürmeyi hedefleyen genel politikasının Türkiye için öngördüğü stratejinin te­ mel dayanağıdır. Bugün, Türkiye'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütün­ lüğünü hedef alan, etnik talep ve tartışmaların, Türkiyelilik, Çoklu resmi dil, kurucu unsurlar, anadilde eğitim, azınlık­ lar, özerklik, federasyon gibi konuların gündeme getirilme­ sinin, AB dayatmalarının temel dayanağı, Türkiye'de "bü-



28



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



yük nüfusa" sahip "çok sayıda" etnik grubun mevcudiyetini "varsayan", söz konusu mesnetsiz mozaik kabulüdür. Yaklaşık 80 yıllık bir süreyi kapsayan, 1925 Rus Albontin istatistikleri, Türkiye Aşiretler Müfettişliği Müdüriyeti (Asha'ir Müdüriyeti) kayıtları, Cumhuriyet döneminin resmi tes­ pitleri, AB Avrupa Komisyonu'nun, Eylül 2005 tarihli rapo­ runda (Europeans and Languages) yer alan veriler dahil, çok sa­ yıda resmi tespit ve bilimsel veri, Türkiye'nin, ne bugün, ne de Cumhuriyet tarihinin herhangi bir döneminde hiç bir za­ man etnik bir mozaik olmadığını açık bir gerçek olarak orta­ ya koymaktadır. Devletin, bu gerçeği görerek, yıllardır Türkiye'nin aleyhine olarak sürdürülegelen, Türkiye'nin etnik bir mo­ zaik olduğu kabulüne dayalı yanlış etniklik politikasından vazgeçmesi, bilimsel gerçekle desteklenen, ulusal yarar te­ melinde doğru bir etniklik politikası oluşturması, bugün Türkiye'nin ulusal bütünlüğünü hedef alan etnik dayat­ maları ve tartışmaları, temelde gerekçesiz-geçersiz kılabil­ mesi için şarttır.



I. Türkiye'deki Etnik Grupların Nüfusları Türkiye'deki etnik grupların sayı ve nüfuslarını belirle­ mek amacıyla 1927'den 1965 yılına kadar, bugün adı TÜİK olarak değiştirilmiş olan Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) ta­ rafından Genel Nüfus Sayımları'nda anadil tespiti yapıl­ mıştır. Yaklaşık 38 yıllık bir dönemi kapsayan 7 tespit Türki­ ye'de, %1 (yüzdebir) oranı ve bu oranın üstünde, anlamlı bü­ yüklükte bir nüfusa sahip etnik grup sayısının 3'ü aşmadığı­ nı, Türkiye'deki toplam etnik nüfusun, mozaik tanımı için şart olan %35 oranının çok altında olduğunu ortaya koymuş­ tur, (bkz., sf. 31)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



29



1985 yılında, DİE tarafından yapılan Genel Nüfus Sayımı'nda da, etnik grupların nüfuslarını belirlemek amacıyla anadil tespiti yapılmış, ancak, bu tespitle ilgili veriler, anlaşıl­ ması mümkün olmayan bir şekilde değerlendirilmeyerek, kurum tarafından 1990 yılında "imha edilmiştir". Dolayısıyla, Türkiye'deki etnik grupların sayı ve nüfus­ larıyla ilgili resmi tespitler yukarıda belirtilenlerden ibaret olup, 1965 yılından bu yana yaklaşık 41 yıldır bu konuda başkaca bir resmi tespit yapılmamıştır. Buna karşın, 1990 yılından 2006 yılına kadarki sürede, Türkiye'nin etnik yapısıyla ilgili çok sayıda bilimsel araş­ tırma ve anket yapılmış, bu çalışmalar da, 1965 yılına kadar yapılan resmi tespitleri doğrulayarak Türkiye'nin etnik bir mozaik olmadığını açık bir gerçek olarak ortaya koy­ muşlardır. Yaklaşık 80 yıllık bir süreyi kapsayan söz konusu resmi tespitlerin, bilimsel nitelikli araştırma ve anketler ile konuy­ la ilgili göstergelerin, Türkiye'nin etnik yapısıyla ilgili olarak ortaya koydukları gerçekler şu 5 maddede özetlenebilir. • Türkiye, Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde, bilimsel ölçütle etnik bir mozaik olmamıştır ve bu­ gün de değildir. • Türkiye'de, tüm verilerin açıkça gösterdiği üzere, bir ülkenin etnik yapısının değerlendirilmesinde geçerli tek bilimsel kabul olan, "kişinin kendi kimlik tanımı­ na" dayalı etnik grup nüfusu (reel), anadil nüfusunun çok altındadır, (bkz., Konda A. Ş. Anketi, sf. 33, 35) « Dolayısıyla, Türkiye'nin etnik yapısının değerlendi­ rilmesinde, "anadil nüfuslarının" esas alınması yan­ lıştır. • 1960'lı yıllardan başlayarak, 1980'li yıllarda büyük iv­ me kazanan yoğun "kentleşme" ve "göç" sonucu,



30



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



özellikle, Marmara, Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Kara­ deniz bölgelerine göç etmiş olan etnik nüfusun bü­ yük bölümü, buralarda hızla Türklükle bütünleşmiş, dolayısıyla etnik grup nüfusları oransal olarak küçül­ müştür. Çağımızda, toplumsal bütünleşmeyi, kültürel payla­ şımı yaygınlaştırıp, etkinleştiren iletişim, ulaşım, tek­ noloji alanlarındaki büyük gelişmeler Türklükle kay­ naşıp bütünleşme sürecini hızlandırmıştır. Türkiye'de etnik grupların (küçük azınlık dışında) hep­ sinin Müslüman olmaları, aynı dini inancı paylaşma­ ları bu bütünleşmeyi kolaylaştırmıştır. Bu nedenle, Türkiye'deki etnik grupların nüfuslarının belirlenmesinde bu gerçeğin göz önünde bulundu­ rulması gerekir. • Türkiye'deki etnik grupların sayı ve nüfusları mak­ satlı çevrelerce, bölücü taleplerine meşru bir daya­ nak sağlamak amacıyla, hayali ölçülerde abartıl­ maktadır. • Türkiye'yi etnik bir mozaik olarak tanımlayan ge­ rek Devlet yetkililerinin, gerekse diğer mercilerin bu savlarına dayanak teşkil eden resmi ya da başka­ ca bilimsel nitelikli herhangi bir veri yoktur. Aksine tüm veriler Türkiye'nin etnik mozaik olma­ dığını ortaya koymaktadır. Bu bölümde, Türkiye'deki etnik grup nüfuslarına ilişkin veriler, Türkiye'deki Etnik Nüfusun Grupsal Dağılımı ve Türkiye'deki Kürtlerin Nüfusu olarak 2 alt başlıkta değer­ lendirilmiştir. Kürtlerin nüfuslarıyla ilgili verilerin ayrı bir başlık altın­ da verilmesinin nedeni, Türkiye'de etnik yapıyla ilgili araştır­ maların ve tartışmaların Kürtler üzerinde yoğunlaşmasıdır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



31



A. Türkiye'deki Etnik Nüfusun Dağılımı 1. Resmi Tespitler ve Bilimsel Veriler 1927 yılından 1965 yılına kadar Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) tarafından Genel Nüfus Sayımları'nda, etnik grup nüfuslarını belirlemek amacıyla yapılan anadil tespitlerine dayalı toplam etnik nüfus ve ana gruplar olarak Kürtlerin ve Arapların nüfuslarının oransal dağılımları aşağıdadır. (%) Toplam



T. Etnik



Nüfus



Türk



Kürt



Arap



Diğerleri



Nüfus



1927



13 629 426



86.40



8.70



0.99



3.91



13.60



1935



16 157 450



86.02



9.16



0.95



3.86



13.97



1940



yapılmadı



-



-



-



-



-



1945



18 790 174



8833



7.86



1.32



2.49



11.67



1950



20 947 174



87.15



8.85



1.28



3.56



13.69



1955



24 064 763



87.74



7.00



1.24



1.92



10.16



1960



27 754 820



90.70



6.66



1.25



1.39



9.30



1965



31 391 421



90.12



7.10



1.16



1.65



9.88



Yıl



' Devlet arşivi, Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 31



Yukarıdaki verilerin gösterdiği üzere, 1927 yılında 1965 yılına kadarki 38 yılı kapsayan resmi tespitler, Türkiye'deki toplam etnik nüfusun, anadil temelinde, oransal olarak gide­ rek azaldığını ve de bu dönemde, Türkiye'deki toplam etnik nüfusun, mozaik tanımı için şart olan %35 oranının çok al­ tında olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



32



Genel Nüfus Sayımları'nın 1960,1965 anadil verilerinin tüm gruplar için dağılımları aşağıdadır. (%)



*



Gruplar/Yıl Türk



1960 90.7



1965 90.1



Kürt



6.66



7.10



Zaza



?



0.5



Arap



1.25



1.20



Çerkes



0.23



0.18



Laz



0.07



0.08



Diğer



1.09



0.82



Toplam



9.30



9.88



Zazalar muhtemelen Kürtler içinde değerlendirilmiştir. Ancak, Zazalar bilim adamlarının ortaya koyduğu üzere Kürt değillerdir, (bkz., Zazalar)



Yukarıdaki veriler, Türkiye'de çok büyük bir çoğunluğun Türk olduğunu, Türkler dışında anlamlı bir nüfusa sahip grup sayısının Kürtler ve Araplar olmak üzere sadece 2 oldu­ ğunu ortaya koymaktadır. Burada, kişinin kendi kabulüne dayalı grup nüfusları­ nın, anadil nüfuslarının altında olduğu gerçeği de unutul­ mamalıdır. Bu durumda, Türkiye'deki etnik grup nüfusları­ nın tablodaki oranların da altında olduğu açıktır. 2. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü öğre­ tim üyesi Prof. Dr. Aykut Toros ile Araştırma Görevlileri İs­ met Koç, Ali Erman Ozsoy'un Türkiye'deki etnik grupların nüfuslarını belirlemek amacıyla 1992 yılı için yaptıkları yan­ sıtmada (projeksiyon) anadil temelinde, Türkiye'deki toplam etnik nüfus %8.04 olarak tespit edilmiştir. Bu yansıtmada, Za-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



33



zaca Kürtçe, Lazca ise Kafkas dil grubunda kabul edilmişler­ dir. Bu kabuller bilimsel olarak yanlıştır. Türkçe



91.96



Kürtçe+Zazaca



6.21



Arapça



1.37



Kafkas Dili*



0.12



Doğu Avrupa Dilleri*



0.07



Tüm Diğer



0.27



Toplam



8.04



*



Kafkas Dilleri



*



Doğu Avrupa Dilleri : Arnavutça, Boşnakça, Bulgarca, Pomakça, Sırpça, Rusça vs.



: Çerkes dilleri, Gürcüce, Lazca, Abhazca (?)



Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere, anadili Türkçe olan grup %91.96 gibi büyük bir oranla çoğunluğu oluşturmakta, anadili Türkçe dışında bir dil olan "toplam" etnik nüfus %8.04 gibi küçük bir oranla, mozaik tanımı için gerekli olan %35 oranının çok altında kalmaktadır. Ayrıca, bu yansıtmaya göre Türkiye'de anlamlı nüfusa sahip kabul edilebilir grup sayısı; Kürtler ve Araplar olmak üzere 2 olmakta, Çerkesler dahil diğer grupların nüfusları "binde", ya da b u n u n altında bir oranla ifade edilebilmek­ tedir. 3. KONDA Anketi, 1993 1993 yılında KONDA A.Ş. (Tarhan Erdem) tarafından Milliyet gazetesi için İstanbul'un etnik yapısını belirlemek ama­ cıyla yapılan geniş kapsamlı ankette (15.683 denek) kişinin kendi kabul ve beyanına dayalı olarak tespit edilen etnik grup nüfus dağılımı aşağıdadır. (%)



34



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Türk



69.28*



Toplam Müslüman Türk



20.83* 4.32



Müslüman Kürt+Zaza Çerkes



0.46



Arap



0.13



Azınlık + Diğer



1.08



Toplam Etnik Nüfus**



5.57



3.90



* Toplam Türk nüfus 90.11 Müslümanım diyen grup hariç.



Yukarıdaki dağılımda görüldüğü üzere, İstanbul halkı­ nın tamamına yalan bir çoğunluğu (%90.11) kendisini Türk olarak tanımlamıştır, %4.32'îik sadece "Müslümanım" diyen grup bir kenara bırakılırsa, İstanbul'da kendisini Türklük dı­ şında bir kimlikle tanımlayan toplam etnik nüfus %5.57 gi­ bi küçük bir oranda kalmıştır. Bu verilerle, İstanbul'da, nüfusları "yüzde" oranı ile ifa­ de edilebilen tek grup Kürtler olmaktadır. (% 3.9) Ankette, ayrıca, İstanbul halkının "kendi beyanlarına da­ yalı olarak" "köken" dağılımları tespit edilmiştir. Bu tespite gö­ re, İstanbul'da, kendilerinin hem ana hem de baba tarafından, köken olarak Türklük dışında farklı bir gruba mensup olduk­ larını ifade edenlerin oranı %18.34'dür. Aynı kökenden akraba­ ların da eklenmesiyle bu oran toplam %38.59 olmaktadır. Ancak, "Siz kendinizi ne hissediyorsunuz?" sorusuna, söz ko­ nusu %38.59'luk "farklı köken" grubunun %85.6'sı "Türk" cevabını vermiş, kendisini "Türk" olarak tanımlamıştır. (Kürt ve Zaza kökenlilerin %72'si, Çerkes kökenlilerin %92'si, Arap kökenlilerin %95'i, Laz ve Balkan kökenlilerin hemen tamamı)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



35



Türkiye'deki etniklik araştırmalarında bir dönüm noktası olarak kabul edilebilecek KONDA, 1993 anketi şu önemli gerçekleri ortaya koymaktadır: a) Türkiye nüfusunun yaklaşık %14'ü gibi önemli bir bölümünü barındıran ve de ülkenin her yanından yo­ ğun göç alan İstanbul gibi büyük ve kozmopolit, "ka­ rışık" bir il dahi, halkın kendi beyanına dayalı kimlik tespitiyle etnik bir mozaik değildir. İstanbul örneği, başkaca anketlerin de doğruladığı bi­ çimde, Orta Anadolu, Karadeniz, Marmara, Ege, Ak­ deniz bölgelerindeki göç alan bütün şehirler için ge­ çerlidir. b) Aş, iş, huzur imkanı arayışı içinde, yukarıda sayılan bölgelere göç eden, buralarda yalnızlaşan insanlar, ye­ ni yaşam ortamlarında, toplumsal kabul ihtiyacı, iş­ ten, çevreden dışlanma endişesi, anadillerinin kendi­ lerine ne sosyal ne de maddi bir getiri sağlamaması gibi nedenlerle kültürlerinden ve geleneklerinden kop­ makta, ayrıca, çağımızda toplumsal bütünleşmeyi, egemen kültürü yaygınlaştırıp etkinleştiren iletişim, ulaşım, teknoloji alanlarındaki büyük gelişmeler so­ nucu, hızla kimlik değişimine uğrayarak çoğunluk unsur olan Türklerle kaynaşıp bütünleşmektedirler. Bunun sonucu, Bu bölgelerde etnik gruplar nüfus kaybına uğraya­ rak oransal olarak küçülmektedirler. c) Anket verilerinin ortaya koyduğu bir başka önemli gerçek, göç eden gruplarda kişinin kendi kimlik tanı­ mında, köken ve buna koşut olarak anadilin belirleyi­ ci etmenler olmaktan çıktığı; buna bağlı olarak, kişi­ nin kabulüne dayalı grup nüfusunun (reel) anadil nüfusunun çok altında olduğudur.



36



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Ankette, Türklük dışında farklı bir etnik kökene sahip olduğunun bilincinde olan grupların %85.6 gibi bü­ yük çoğunluğunun kendisini Türk hissetmesi, Türk olarak tanımlaması bunun açık bir kanıtıdır. Anket verileri, açık olarak, Türkiye'deki etnik grup­ ların nüfuslarının oransal olarak küçüldüklerini ve de reel etnik grup nüfuslarının anadil nüfuslarının alanda olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, Türkiye'deki etnik grup nüfuslarının be­ lirlenmesinde bu gerçeklerin, göz önünde bulundurul­ ması gerekmektedir. d) KONDA, 1993 İstanbul anketinin ortaya koyduğu di­ ğer bir önemli husus ise, Türkiye'de etnik grup nüfus­ larının, maksatlı çevrelerce ne denli hayali ölçüde abartıldıklarıdır. 4. TESEV Anketi, 1999 (Türkiye geneli) 1999 yılında, "Türkiye geneline" yönelik TESEV (Türki­ ye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı) anketinde, etnik kimlik ile Türklük, T.C. vatandaşlığı, Müslümanlık seçenekleri karşı­ sında, "kişilerin beyanına dayalı olarak", toplam etnik nü­ fus %5.2 olarak tespit edilmiştir. Bu oran içinde kendini Kürt olarak tanımlayanların oranı %1.4, "diğerlerinin" toplam oranı %3.8 olarak tespit edilmiş­ tir. (Prof. Dr. Binnaz Toprak, Doç. Dr. Ali Çarkoğlu, Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset, sf. 27) Ankette, ayrıca, "gerek araştırmamızın, gerekse 'diğer araştırmaların' bulgularına göre Türkiye seçmeni için, "Türk" ya da "vatandaş" kimliği öne çıkmaktadır (sf. 13) ve "araştırmamızda ortaya çıkan oranlar bu grupların (Kürtler ve Aleviler) nüfus içindeki büyüklükleri, beklentilerin oldukça altındadır" denilmekte (sf. 28), bu ifadelerle, Türkiye'deki et­ nik grup nüfuslarının abartıldığına dikkat çekilmektedir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



37



Bu anket sonuçlarına göre de, Türkiye'deki toplam et­ nik nüfus %5.2 olarak, etnik mozaik tanımı için gerekli olan %35 oranının çok altındadır. Bu ve benzer oranlarla Türkiye'yi etnik bir mozaik ola­ rak tanımlamak imkanı yoktur. Ankette, "Kürtçe bilenlerin" oranı %8.5 (Kürtlerin yanı sı­ ra Kürtçe bilen Zazalar, Araplar, Türkler de dahildir, atö) olarak tespit edilmiştir. Bu oran karşısında kendini Kürt olarak ta­ nımlayanların %1.4 olması, kişinin kendi kabulüne dayalı kimlik tanımmda dilin önemli bir belirleyici etmen olma­ dığı bu anket verileriyle de doğrulanmış olmaktadır. 5. SESAR Strateji Geliştirme Merkezi Anketi, Aralık 2000 SESAR Strateji Geliştirme Merkezi'nin Aralık 2000'de Doğu ve Güneydoğu Anadolu dışındaki tüm bölgeleri temsilen, bu bölgelere 1990 yılı sonrasında göçmüş Kürt köken­ lilerle yaptığı anketin sonuçları, söz konusu Kürt kökenli nüfus içinde çocukların %84.23'ünün, gençlerin %70,65'inin, annelerin %16'sının, babaların %4'ünün, di­ ğerlerinin %21.38'inin Kürtçe bilmediğini ortaya koymakta­ dır. (Ortalama olarak bu bölgedeki toplam Kürt kökenli nüfusun yaklaşık %70'i) Ayrıca, grubun %94'ü "Türkçe yayın yapan" ulusal TV kanalları dışındaki kanalları izlemediklerini, %77.2 gibi büyük çoğunluğu Kürtçe TV yayınlarını bölge için yararlı bulmadıklarını, %85'i geldikleri yere dönmeyi düşünmedi­ ğini ifade etmiştir. Bu veriler Kürt kökenli nüfusun, hızla Türklükle kayna­ şıp bütünleşerek küçüldüğünü açıklıkla ortaya koymakta­ dır. Bu durum diğer gruplar için de geçerlidir. (Ayrıca anket, bölgelere 1990 öncesi göçenleri de kapsamış olsaydı, bu oranların çok daha yüksek çıkacağı muhakkakta.)



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



38



6. Peter Alfrod Andrews, Türkiye'de Etnik Dağıhm, 2001 1992 yılında Türkiye'de Etnik Gruplar ismiyle Türkçe'ye çevrilen kitabında, mesnetsiz olarak, Türkiye'yi 47 etnik gruptan oluşan etnik bir mozaik olarak gösteren Peter Alfrod Andrews tarafından, merkezi ABD'de bulunan Ethaologue data, from, Languages of the World kuruluşu için hazırlanan Türkiye'de Etnik Dağılım başlıklı raporda, Türkiye'deki toplam etnik nüfus, 2001 yılı için %13.79 olarak gösterilmiş­ tir. (Bu raporda, Kürtlerin ve Çerkeslerin nüfusları fazla gösteril­ miştir, atö) Söz konusu Dağılım'da, Türkiye'de, "anlamlı" büyük­ lükte bir nüfusa sahip kabul edilebilecek grup sayısı Kürtler, Araplar ve Çerkesler olmak üzere sadece 3 olmakta, Zazalar ve Lazlar bu ölçütün dışında kalmaktadırlar. Rapordaki etnik grupların nüfus olarak oransal dağılı­ mı aşağıdadır. (%) Türk



Kürt Çerkes



86.21 8.36



Arap



2.14 1.63



Zaza



0.53



Laz



0.02



Diğer



1.02



Toplam Etnik Nüfus



13.79



Abartılı da olsa, %13.79Tuk toplam nüfus oranıyla da, "etnik mozaik" olmanın mutlak bir şartı olan %35 ©ram kar­ şısında, Türkiye'yi etnik bir mozaik olarak tanımlamak mümkün değildir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



39



7. AB Avrupa Komisyonu Eurobarometer Anketi, Eylül 2005 Alan çalışmaları, 9 Mayıs - 14 Haziran 2005 tarihleri ara­ sında yapılan ve Eylül 2005 tarihinde yayınlanan AB Avrupa Komisyonu'nun Avrupalılar ve Diller (Europeans and Laneuages) başlıklı raporunda yer alan Avrupa Komisyonu Ba­ sın ve İletişim Genel Direktörlüğü Eurobarometer anketin­ de, anadilini Türkçe olarak beyan edenlerin oranı %93, Türk­ çe dışında etnik bir dil olarak beyan edenlerin oranı %9 ola­ rak tespit edilmiştir, (sf. 2) (Bu oranlar içinde %2'lik kesim Türk­ çe ve etnik dil olmak üzere 2 anadilli kabul edilebilir, atö). Aynı an­ kette, Türkçe'yi ikinci dil olarak "beyan" eden toplam etnik nüfusun oranı ise %6 olmuştur, (sf. 4) Bu anketteki verilere göre, Türkiye'deki toplam etnik nü­ fus, anadil temelinde %7 civarında olmaktadır ki, bu oran etnik mozaik tanımı için şart olan %35 oranının çok altında, yaklaşık 1/6'sıdır. "Kişinin kendi tanımına dayalı" grup nüfusunun, ana­ dil nüfusunun altında olduğu düşünüldüğünde, bu ankette­ ki tespitle, Türkiye'deki toplam etnik nüfusu %7'nin de altın­ da kabul etmek gerekir. Ayrıca, Türkiye'deki toplam etnik nüfusun yaklaşık %65'ini Kürtlerin oluşturduğu düşünülürse, anket verileriy­ le, anadil temelinde, Türkiye'deki Kürt nüfusun oranı %4.55, tüm "diğerlerinin" oranı %2.45 olarak tespit edilmektedir. Bu verilerle Türkiye'yi etnik bir mozaik olarak tanım­ lamak mümkün değildir. 8. ODAK Araş. ve Danış. Şirketi'nin Temmuz 2006 Anketi Bu ankette, Türkiye'de anlamlı bir nüfusa sahip grup sayısı, "yüzde" oranıyla 2 olarak tespit edilmiştir. Bunlar %7.2



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI







nüfus oranıyla Kürtler ve %2.5 oranıyla Araplardır. Ankette, Çerkeslerin oranı (Abhazlar dahil) %0.5 (binde beş), Zazaların oranı %0.5 (binde beş) olarak tespit edilmiştir. 9. Diyarbakır Dicle Üniversitesi Anketi, 2004 sonu D D Ü öğretim üyesi Resul Erkan tarafından 2004 yılı so­ nunda tamamlanan, Güneydoğu Anadolu'nun sosyal-ekonomik yapısını belirlemeye yönelik, Adıyaman, Diyarbakır, Mardin, Sürt, Batman, Şırnak, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis olmak üzere 9 ili kapsayan anket (Güneydoğu Anadolu Bölge­ si'nin Sosyal Yapısı ve Değişme Eğilimleri, Kalan Yay., 2005, sf. 271294) anadil temelinde ve ayrıca kişinin "kendi kimlik tanı­ mına" dayalı olarak, bölgenin etnik yapısıyla ve bölge insa­ nının "kimlik algılayışıyla" ilgili olarak şu önemli verileri ortaya koymuştur: A Anadil nüfusları (%) (sf. 274) Türkçe



32.5



Kürtçe



54.4



Arapça



8.9



Zazaca



3.6



Süryanice



0.6



B. Günlük yaşamda en çok kullanılan dil (%) (sf. 277) Türkçe



63



Kürtçe



30.6



Arapça



3.9



Zazaca



2.2



Süryanice



0.1



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



41



C Seçenekler karşısında kendini ifade etme durumu (%) (sf. 278) T. C. Vatandaşı



335



Dini İnanç



23.5



Etnik Köken»



13.4



Aile Kimliği



11.3



Siyasal Kimlik



5.6



Meslek



5.4



Aşiret



3.9



Sosyal Sınıf



3.4



* Türk, Kürt, Arap, Zaza, Süryani (toplam) D. Etnik kimliğin grupsal dağılımı (%) (Toplam 13.4) (sf. 278) Türk



72



Kürt



4



Arap



1.6



Zaza



0.6



Süryani



0



Toplam



13.4



* C ve D'deki verilerle birlikte değerlendirildiğinde, kendini T. C. vatandaşı ve Türk olarak tanımlayanların toplam ora­ nı %40.7'dir. E. Çocukların evlenmesi istenmeyen gruplar (%) (sf. 286) Farklı Din



52.0



Farklı Etnik Köken



22.1



Farklı Mezhep



20.5



Farketmez



5.3



42



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



E Anadil gruplarında farklı etnik kökenle evliliği kabul etmeyenler (%) (sf. 280) Türkçe Kürtçe Arapça Zazaca Süryanice Toplam



42 17.3 0.2 0.4 0 22.1



Yukarıdaki tablolardaki veriler açıkça göstermektedir ki, a) Tablo C ve D'de görüldüğü gibi, etnik yoğunluğun en yüksek olduğu Güneydoğu Anadolu bölgesinde bile, kendisini, seçenekler karşısında, Türklük dışında et­ nik bir kimlikle tanımlayanların tamamı %6.2 gibi çok küçük bir gruptur. (Kürtler %4, Araplar %1.6, Zazalar %0.6) b) Bölgede, günlük yaşamda, en yaygın kullanılan dil, çok büyük bir oranla Türkçe'dir (%63), kimlik olarak ise T. C. vatandaşlığı %33.5 oranıyla en ön sıradadır. (Tablo B, C) c) Tablo E ve F'de görüldüğü üzere, bölgedeki etnik ay­ rışma çok düşük bir seviyededir (%22.1). Bölgede Kürtlük duyarlılığına sahip grubun oram sadece %17.3'dür. (Çocuklarının Kürtlerden başkasıyla evlenme­ sini istemeyenler) d) Veriler, ayrıca, kişinin kendi kimlik tanımına dayalı grup nüfusunun, bu bölgede de, anadil nüfusunun çok altında olduğunu ortaya koymaktadır. (Tablo A, D) Örneğin, anadili Kürtçe olan %54.4'lük grup içinde kendisini Kürt olarak tanımlayanların oranı sadece %4'dür. Anadilini Arapça olarak beyan eden %8.9'luk grubun ise sadece %1.6'sı kendisini Arap olarak tanımlamıştır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



43



2170 hanenin aile reisleriyle yapılan bu anketin verileri Türkiye'nin etnik yapısıyla ilgili genel kabullerin, ne denli önyargılı, ne denli abartılı, gerçekle ne denli çelişkili ol­ duklarının somut göstergeleridir.



B. Göstergeler Bir ülkede, anadile ilgi, anadilde müzik, etnik dilde TV yayınlarının izlenme oranı, etnik nitelikli dernek, vakıf vb. kuruluşların üye sayıları, etnik nitelikli yayınların tirajla­ rı, toplu siyasi tavır gibi etnik kimlik duyarlığının gösterge­ leri de, somut verilerle birlikte değerlendirildiklerinde, et­ nik grupların nüfusları hakkında, genel bir fikir verir. Bu göstergelerden önemli olan birkaçı aşağıda değer­ lendirilmiştir: 1) Anadil kurslarına ilgisizlik Etnik gruplara kültürel bir hak olarak tanınan anadil kursları hiç ilgi görmemiştir. Kürtçe dışındaki hiçbir etnik dilde tek bir kurs açılmamıştır. Açılan 9 Kürtçe kursu ise, ör­ gütsel baskılara rağmen, "talep yetersizliği" nedeniyle ka­ panmak zorunda kalmıştır. Bu durumu, bazı Kürtçü kuruluşlar, kursların ücretli olmasıyla açıklama gayreti içinde olmuşlardır. Oysa, kazanç amaçlı olmayan bu kursların ücretleri çok düşük tutulmuş­ tur. ilginç olan husus ise, bazı kurs yöneticilerinin, kursla­ rın kapanmasının suçlusu olarak "Kürt halkını" göstermiş olmaları, Kürtleri, dillerine, kültürlerine sahip çıkmamak­ la, çocuklarını, a n a d i l kursları yerine, İngilizce, bale kurs­ larına göndermekle suçlamış olmalarıdır. (Bu ifadeler, anadil kurslarına ilgisizliğin maddi nedenden kaynaklanmadığının bir kanıtıdır).



44



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Etnik kimliğin korunması ve geliştirilmesinde başlıca gü­ vence olan "kültürün" temel öğesi anadile hiç seviyesinde­ ki bu ilgisizlik, Türkiye'deki etnik grupların kimlikleri konu­ sundaki duyarlılık dereceleri hakkında bir fikir vermekte ve de etnik grup nüfuslarının "ne büyük ölçüde abartıldıkları­ nı", somut bir gösterge olarak ortaya koymaktadır. Anadil kurslarına bu seviyede ilgisizlik, Kürt toplumu­ nun, anadilde eğitim konusunda da herhangi bir talepleri olmadığının bir göstergesidir. 2) TV - Radyo yayınları TRT'de yapılan etnik dilde yayınların izlenme oranları çok düşüktür. Hatta, Boşnakça yayına Rumeli, Balkan der­ neklerinden, "bizi bu siyasi konuya alet etmeyin", "biz rüya­ larımızı bile Türkçe görüyoruz" diye tepki gelmiştir. Bugün, yerel TV ve Radyolara, etnik dilde yayın imkanı sağlanmış olmasına rağmen, etnik dilde yayın yapan yerel TV kanalı sayısı tüm Türkiye'de sadece 2'dir. SES AR'ın, Aralık 2000 anketinde, Güneydoğu ve Doğu Anadolu dışındaki bölgelerdeki Kürt kökenli nüfusun %94'ü, Türkçe yayın yapan ulusal kanallar dışındaki TV'leri izlemediklerini, %77.2 gibi büyük bir çoğunluğu, Kürtçe TV yayınlarını bölge için yararlı bulmadıklarını ifade et­ mişlerdir. 3) Kürtçülükle suçlanan, Kürt toplumuna hitap eden Öz­ gür Gündem gazetesinin Türkiye genelindeki tirajı sadece 9.250'dir. Bu tespitler, Türkiye'de etnik nüfusun, abartıların çok al­ tında olduğunun ve etnik grupların büyük ölçüde Türklükle bütünleştiklerinin, ulusal kimlikle bir sorunları olmadıkları­ nın açık göstergeleridir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



45



4) Dernek ve vakıfların üye sayıları Türkiye'de milyonlarca etnik nüfusu temsil (!) iddiasında olan dernek ve vakıfların çoğu, sözünü ettikleri sayıların bin­ de biri (%0.l) kadar dahi üyeye sahip değillerdir. Örneğin, Türkiye'de 6 milyon Çerkes'in varlığından söz eden Kafkas Dernekleri Federasyonu'nun 2005 yılı itibariy­ le Türkiye genelindeki 46 dernekte kayıtlı üye sayısı sadece 10.000, Türkçe yayınladıkları Nart isimli derginin tirajı ise sa­ dece 5.000'dir. 5) Kürtlüğü temsil ettiği "sanılan" HADEP'in 1995 Mil­ letvekili seçimlerinde Türkiye genelinde aldığı oy, %4.2, 1999 seçimlerinde aldığı oy, %4.7'dir. DEHAP'ın 2002 seçimlerinde aldığı oy ise %6.2'dir. Yukarıdaki göstergeler de, somut bilimsel verileri doğ­ rulamakta, Türkiye'deki etnik grup nüfuslarının, gerçekte, varsayılanın çok altında olduğunu ortaya koymaktadırlar. Burada belirtilmesi gereken önemli husus, Türkiye'de­ ki etnik grupların, Anadolu'da yüzyıllardır evlilik yoluyla akrabalık kurmuş "yakınlar" olmaları, soy ve kültürel ola­ rak pekişmiş kaynaşmışhklarıdır. Grupların büyük çoğun­ luğunun %95'i aşan bir oranda aynı dini inana paylaşmala­ rı, Türkçe'nin gruplar arasmda iletişim sağlayan ortak dil olarak yaygınlığı bu kaynaşmayı kolaylaştırmıştır. Dolayı­ sıyla, her bakımdan birbirinden olan, asırlardır aynı kaderi Paylaşmış, aynı bayrak altında, aynı vatan için savaşmış, ta­ rihin kardeş kıldığı bu her bakımdan "birbirinden" insan­ ları farklı "renkler" olarak görmek mümkün değildir.



46



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



II. Türkiye'de Etnik Nüfus Dağılımı (2006) 1927 yılından 1965 yılına kadarki "resmi tespitler" dahil, bugüne kadar etnik grup sayı ve nüfuslarını tespit amacıyla yapılmış "bilimsel nitelikli" tüm araştırma ve anketler ile konuyla ilgili "göstergeler", Türkiye'deki etnik nüfusun "Türklükle kaynaşıp, bütünleşmesi" ve de kişinin kendi kim­ lik tanımına dayalı grup nüfuslarının, "anadil nüfuslarının altında olduğu" gerçekleri temelinde değerlendirildiğinde, "bugün", nüfusu yaklaşık 74 milyon olan Türkiye'de, etnik grupların nüfusları ve bu nüfusların genel nüfus içindeki oranları aşağıdaki gibi belirlenmektedir. Türkiye'de Etnik Nüfus Dağılımı Nüfus



Oran (%)



Türk



Etnik Kimlik



66.600.000



90.00



Kürt



5.000.000



6.76



Zaza*



800.000



1.08



Arap



800.000



1.08



Çerkes



300.000



0.41



Laz



200.000



0.27



Diğer



300.000



0.41



74.000.000



100.00



Toplam** *



Esasen, Zazaların nüfusu 1927 yılından günümüze tespit ve anketlerde yaklaşık %0.5 olarak belirlenmiştir. Bu oranla, Zazaların bugünkü nüfusu yaklaşık 370.000 olmaktadır.



** Türkiye'nin bugünkü nüfusu 74 milyon kabul edilmiştir. (Türk nüfus oranı %90.00, toplam etnik nüfus %10) "Diğerle­ ri" nin 60.000'i Ermeni, 25.000'i Yahudi, 1800'ü Rum'dur. Bu tablo,



Türkiye'nin etnik bir mozaik olmadığını yeterli açık­ lıkla, ortaya koymaktadır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



47



III. Türkiye'deki Kürtlerin Nüfusu Türkiye'deki etnik gruplar içinde, üzerinde en fazla araş­ tırma yapılan grup Kürtlerdir. Bunun bir nedeni, yaklaşık 5 milyon nüfusla Kürtlerin Türkiye'deki en büyük etnik grup olmalarıdır. Diğer nedeni ise, yaklaşık bir asıra yakın bir süredir, zen­ gin enerji kaynaklarına ve stratejik bir konuma sahip Orta Doğu'yu denetimleri altında tutmak, bölgeyi kendi çıkarları­ na göre yapılandırmak isteyen Batılı güçlerin ve de bugün bölgede kendi çıkarlarına hizmet edecek güdümlü bir Kürt devleti kurmayı amaçlayan çokuluslu küresel sermayenin il­ gilerini, Kürtler üzerinde yoğunlaştırmalarıdır. 1925 yılından günümüze resmi tespitler ile iç ve dış kay­ naklardaki bilimsel verilere dayalı olarak Türkiye'deki Kürtlerin nüfusu, dönemler itibariyle, aşağıda verilmiştir. A. Resmi Tespitler ve Bilimsel Veriler 1. Rusya'da yayınlanan, 1925 yılı Albontin İstatistikle­ rinde yer alan verilere göre (Nowi, Wostok, Mosow 1925, vii.116) Türkiye'deki Kürt nüfus yaklaşık 1.500.000'dur. (Prof. V. Minorsky, Kurdistan, Encyclopedia of Islam, sf.1131) Bu nüfus o ta­ rihteki nüfusun yaklaşık %11'idir. 2. 1925 yılında Türkiye -Aşiretler Müfettişliği Müdüri­ yeti (asha'ir müdüriyeti)- kayıtlarına göre Türkiye'deki Kürt nüfus yaklaşık 96.000 çadırdır. (Prof. V. Minorsky, Kurdistan, Encyclopedia of Islam, sf.1131) Bu, 1 milyonun alfanda bir nüfu­ sa karşılık gelmektedir ki, bu nüfus, oran olarak o tarihteki genel nüfusun yaklaşık %7'sidir.



48



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



3. Doktora çalışmasını Kürtler üzerine yapan Dr. Messouod Fany'nin, 1893 yılından 1930 yılına kadarki belgelere dayanarak 1930 yılında Türkiye'de tespit ettiği Kürt nüfus, genel nüfusun %6.6'sidir. (Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 30) 4. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün (DİE) 1927 yılından 1965 yıllarına kadar ki Genel Nüfus Sayımları'nda anadil te­ melinde tespit ettiği Kürt nüfus verileri aşağıdadır. (%) 1927



8.7



1950



8.8



1960



6.7



1935



9.2



1955



7



1965



7.1



1945



7.9



5. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü öğre­ tim üyeleri Prof. Dr. Aykut Toros, Araştırma Görevlileri İsmet Koç ve A. Erman Özsoy'un projeksiyonlarına göre, 1992 yı­ lında, anadili Kürtçe olanların nüfusu, genel nüfus içinde %6.2'dir. (Nüfusbilim, 1992, cilt.14, sf. 110) 6. KONDA A.Ş.'nin Milliyet gazetesi için İstanbul'un et­ nik yapısını belirlemek amacıyla Mart 1993'te yaptığı ankette, kişi beyanı olarak kendisini Kürt + Zaza olarak tanımlayan­ ların oranı %3.9'dur. (Zazalar Kürt değildir, bkz., sf. 247, 248) 7. KONDA'nın Aralık 1993 anketinde, "kendinizi ne olarak hissediyorsunuz?" sorusuna Kürt ve Zaza olarak ce­ vap verenlerin toplam oranı %4'tür. (TESEV, Prof. Dr. Binnaz Toprak, Doç. Dr. Ali Çarkoğlu, Türkiye'de Din Toplum ve Siyaset, 2000, sf. 27)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



49



8. TÜSES anketinde (1999,50-51) kendisin Kürt olarak ta­ nımlayanların oranı %6.3 olarak tespit edilmiştir. (TESEV, Türkiye'de Din Toplum ve Siyaset, 2000, sf. 27)



9. TESEV, 1999 yılı anketinde, Türkiye genelinde, Türk­ lük, T. C. vatandaşlığı, Müslümanlık/etnik kimlik seçenekle­ ri karşısında, kendisini Kürt olarak tanımlayanların oranı %1.4 olarak tespit edilmiştir. (TESEV, Türkiye'de Din, Siyaset ve Toplum, 2000, sf. 27) 10. Diyarbakır Dicle Üniversitesi öğretim üyelerinden Rüstem Erkan tarafından 2004 yılı sonunda tamamlanan, Güneydoğu Anadolu'nun etnik yapısını belirlemek amacını da kapsayan ankette (Adıyaman, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bat­ man, Şırnak, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis), T. C. vatandaşlığı, dini kimlik, aile kimliği, aşiret kimliği ve etnik kimlik vb. seçe­ nekler karşısında kendisini Kürt olarak tanımlayanların ora­ nı %4 olmuştur. (Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Sosyal Yapısı ve Değişme Eğilimleri, sf. 278) 11. AB Avrupa Komisyonu'nun Eylül 2005 tarihli Avru­ palılar ve Diller başlıklı raporunda yer alan Eurobarometer anketi verileriyle, Türkiye'de anadili Türkçe olan nüfusun oranı %93, Türkçe dışında bir dil olanların oranı %9'dur. (%2'si iki anadilli, atö) (sf. 2) Ankette, Türkiye'de Türkçe'yi Z dil olarak beyan edenlerin oranı ise %6'dır. Bu veriler ortalamasıyla, Türkiye'deki toplam etnik nü­ fus anadil temelinde %7 olarak kabul edilebilir. Türkiye'deki toplam etnik nüfusun yaklaşık 2/3'ü Kürt kökenlidir". Bu oranla, bu anket verileriyle Türkiye'deki Kürt nüfus oram yaklaşık %4.62 olmaktadır. Türkiye'de, kişinin kendi kabulüne dayalı grup nüfusunun, anadil nüfusunun çok altında olduğu gerçeği karşısında,



50



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



"Avrupa Komisyonu Raporu verileriyle", Türkiye'deki Kürt nüfusu, %4.62'nin de altında kabul etmek gerekir. 12. ODAK Araş. Danış. Ltd. firmasının, Temmuz 2006 ta­ rihli anketinde Türkiye'deki Kürt nüfus %7.2 olarak tespit edilmiştir. (Sorunun "köken" algılamasına açık olması nedeniyle, Kürtlerin nüfusunu %7.2'nin altında düşünmek de mümkündür.) 13. Türkiye'de Etnik Gruplar isimli kitabında, taraflı ve bilim dışı bir yaklaşımla, 47 etnik grubun varlığını öne süren Peter Alford Andrews, 2000 yılı Türkiye nüfusuna dayalı Türkiye'de Etnik Dağılım başlıklı raporunda, Türkiye'de anlamlı bir nüfusa sahip etnik grup sayısını 3'e indirmiş ve bu raporda Kürt nüfusu "anadil temelinde" %8.36 olarak be­ lirlemiştir (bu abartılı bir orandır).



B. Göstergeler 1. Kürtçe anadil kursları ilgi görmemiş, açılan 9 kurs "ta­ lep yetersizliği" nedeniyle kapanmıştır. Anadilin, etnik kim­ liğin güvencesi olan "kültürün" temel bir öğesi olduğu ger­ çeği karşısında, anadil kurslarına bu derece ilgisizlik, bir gösterge olarak Kürt nüfusun ne kadar büyük ölçüde abartıl­ dığını açıkça ortaya koymaktadır. 2. Yasal olarak izin verilmiş olmasına rağmen, bugün, Türkiye'de Kürtçe yayın yapan yerel TV sayısı sadece 2'dir ve bu kanalların izlenme oranları çok düşüktür. 3. Kürtlüğü temsil ettiği "sanılan" HADEP'in 1995 Mil­ letvekili Seçimleri'nde aldığı oy %4.2, 1999 seçimlerinde al­ dığı oy %4.7'dir. HADEP'in yerini alan DEHAP'ın 2002 Mil­ letvekili Seçimlerinde aldığı oy ise %6.2'dir (1.954.723 seç-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



51



men). Bu oranlar da, Türkiye'deki Kürt nüfusun ne büyük öl­ çüde abartıldığını ortaya koyan göstergelerdir. 4. SESAR Strateji Geliştirme Merkezi'nin Doğu ve Gü­ neydoğu Anadolu bölgeleri dışındaki tüm bölgelerde (Orta Anadolu, Karadeniz, Akdeniz, Marmara, Ege bölgeleri) bu bölge­ lere 1990 sonrası göçmüş Kürt kökenlilerle, Aralık 2000'de yaptığı ankette, söz konusu grup içinde kendi beyanlarına dayalı olarak; Çocukların %84.23'ünün, gençlerin %70.65'inin, annele­ rin %16'sının, babalar dahil diğerlerinin %25.38'inin (grubun yaklaşık %70'inin) Kürtçe bilmedikleri tespit edilmiştir. Ayrıca, grubun %94'ü Türkçe yayın yapan ulusal kanal­ lar dışında TV'leri izlemediğini, %77.2'si Kürtçe yayınları bölge için yararlı bulmadığım, %85'i geldiği yere dönmeye­ ceğini söylemiştir. Anket, 1990 öncesi göçenleri de kapsasaydı, kuşkusuz bu oranlar çok daha yüksek çıkardı. Anket verileri, Kürt kökenli nüfusun yaklaşık %35'inin yaşadığı söz konusu bölgelerde, Kürt kökenli nüfusun bü­ yük ölçüde Türklükle bütünleşmekte, oransal olarak küçül­ mekte olduğunun açık bir göstergesidir. Dolayısıyla, Türkiye'deki Kürt nüfusla ilgili belirlemeler­ de bu gerçeğin de göz önünde bulundurulması gerekir. Sonuç olarak, 1925 yılından günümüze yaklaşık 81 yıllık süreyi kapsayan çok yönlü tüm resmi tespitler ve bilimsel nitelikli araştırma ve anket verileri ile ilgili göstergeler orta­ lamasıyla, bugün, Türkiye'de kendini Kürt olarak tanımla­ yan nüfusun oranı yaklaşık %6.5 olarak kabul edilebilir. Bu oranla, nüfusu bugün 74 milyon olan Türkiye'de Kürtlerin nüfusu yaklaşık 5 milyon olarak belirlenmektedir.



52



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



IV. P A. Andrews'ün Türkiye'nin Etnik Yapısıyla İlgili Yanlışları Geçmişte olduğu gibi, bugün hala bir çok üst düzey dev­ let yetkilisinin, kamuoyunu yönlendirmede etkin konumda bulunan yazar ve medya mensubunun, Türkiye'nin etnik ya­ pısıyla ilgili konularda başlıca kaynağı, Peter Alford Andrews'ün 1992 yılında Türkçe'ye çevrilen, Türkiye'yi 47 etnik gruptan oluşan etnik bir mozaik olarak gösteren, bilim dışı kabullere dayalı, özel amaçlı, Türkiye'de Etnik Gruplar isim­ li kitabıdır. Bu kitap, aslında Orta Doğu üzerine yapılan geniş kap­ samlı bir çalışmanın parçası olup 660 sayfa olan orjinali, Öz­ gür Batı Almanya Üniversitesi tarafından, 1989 yılında İngi­ lizce olarak yayınlanmıştır. Söz konusu kitap, yayınlandığı tarihten itibaren milletve­ kili, bakan, Başbakan hatta Cumhurbaşkanı gibi, ülkenin en üst düzey yetkilileri tarafından, sorgulanmadan kaynak ki­ tap olarak benimsenmiş, bu yetkililer, bu kitaba dayanarak, Türkiye'de 27'den 36'ya, 46'ya, 54'e varan etnik grubun var­ lığından söz etmişler, bu kitaptaki geçersiz verileri, bütünüy­ le Batı'nın empozesi olan, Türkiye'nin etnik bir mozaik oldu­ ğu "kabulüne" dayanak olarak görmüşlerdir. Bu kitabın, devlet yetkilileri tarafından böylesine benim­ senmesinin nedeni, öngörüsüz, sığ ve kolaycı bir zihniyetle, Türkiye'yi bölmeye yönelik etnik talepleri, "Türkiye bölü­ nür" gerekçesiyle "savuşturabilecekleri" zannı olmuştur. Batılı ülkelerin, Orta Doğu'ya yönelik bölücü etniklik politikalarına "malzeme" sağlamak amacıyla yazılmış olan bu kitaptaki etnik grup tasniflerini hiçbir bilimsel ölçütte ge­ çerli kabul etmek mümkün değildir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



53



Şöyleki, Kitapta, soyları, dilleri, dinleri bir, hepsi özbeöz Türk olan unsurlar, tam 15 "farklı" etnik grup olarak gösterilmiş­ lerdir. Kitapta 15 "farklı" etnik grup olarak gösterilen özbeöz Türk unsurlar şunlardır: Türkler, Türkmenler, Yörükler, Azeriler, Tahtacılar, Abdallar, Balkarlar, Karaçaylar, Karapapaklar, Kırım Tatarları, Özbekler, Kırgızlar, Kazaklar, Kumuklar, Özbek Tatarları. (Bunlardan son 5'i, küçük gruplar ha­ linde "sonradan" Türkiye'ye yerleştirilmiş Türk unsurlardır.) Böyle bir tasnifi geçerli gösterebilecek hiçbir bilimsel etniklik ö l ç ü t ü yoktur. Aynı soydan olan, aynı dili konuşan, aynı inanca sahip, aynı ülkede, aynı bayrak altında yaşayan soydaş unsurları "farklı" etnik gruplar olarak göstermenin "maksat" ya da "ardniyet" dışında hiç bir açıklaması olamaz. Aynı kitapta, Bugün Türkiye'den ayrılmış olan 21 kişilik Almanlar, 40 kişilik Estonlar, 1600 kişilik Molokanlar ile 250 kişilik Polonezler, 4500 kişilik Ossetler gibi (bugün 1500), Türkiye gibi büyük nüfuslu bir ülkenin etnik yapısının değerlendirilme­ sinde "anlam ifade etmeyen" (kıymeti harbiyesi olmayan), an­ cak "diğerleri" olarak değerlendirilebilecek, "tali", 20 grup "asli" grup olarak tasnif edilmiştir. Bugün, bir çok AB ülkesinde, değil 21, 250 kişilik nüfusa 1.000 ve üzerinde nüfusa sahip "vatandaş" statülü, Afrika, Orta Doğu, Türkiye, Latin Amerika, Doğu Avrupa, Balkan ülkeleri ve diğer ülkelerden göç etmiş 30-40 etnik grup mev­ cuttur. Bu gruplar dahil edildiğinde bir çok AB ülkesindeki etnık grup sayısı 60'ı aşar. Ancak, bu görmezden gelinmekte, her konuda olduğu gibi Türkiye'ye etniklik konusunda da çifte standart uygulanmaktadır.



54



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Ayrıca, Andrews'ün kitabında, Türkler, Kürtler, Zazalar, Araplar, sünni, alevi gibi mezhep temelinde bölünerek 6 ek etnik grup yaratılmıştır. Ancak, çok önemli olarak, P. A. Andrews, söz konusu kitabındaki verileri bizzat kendisi tekzip ederek, Türkiye'nin 2001 yılı nüfusunu esas aldığı, merkezi ABD'de bulunan Ethnologue data, from, Languages of the World kuruluşu için hazırladığı Türki­ ye'de Etnik Dağılım başlıklı raporunda, Türkiye'deki asli et­ nik grup sayısını sadece 3 ve Türkiye'deki toplam etnik nü­ fus oranını %13.79 olarak göstermiştir. (Bu raporda, Kürtlerin ve Çerkeslerin nüfusları fazla gösterilmiştir, atö)



Sonuç olarak, 80 yılı kapsayan bütün bilimsel tespit ve araştırmaların ortaya koyduğu açık bir gerçek olarak, Türkiye etnik bir mozaik değildir. Bu gerçek karşısında, Devletin, bu gerçeği görerek, yıllardır Türkiye'nin aleyhine olarak sürdürülegelen, Türkiye'nin etnik bir mo­ zaik olduğu kabulüne dayalı yanlış etniklik politikasından vazgeçmesi, bilimsel gerçekle desteklenen, ulusal yarar te­ melinde doğru bir etniklik politikası oluşturması, bugün Türkiye'nin ulusal bütünlüğünü hedef alan etnik dayat­ maları ve tartışmaları, temelde gerekçesiz-geçersiz kılabil­ mesi için şarttır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



55



ÇOKKÜLTÜRCÜLÜK Dilimize çokkültürcülük olarak çevrilen "multiculturalism", özde, dünyayı, çıkarları doğrultusunda yeniden yapı­ landırarak, kendileri için açık bir pazara dönüştürmeyi he­ defleyen Batı'lı çokuluslu küresel sermayenin geliştirdiği, ulus devletleri etniklik temelinde bölmeye yönelik, sistem­ li bir akımın adıdır. Çokkültürcülüğün hareket noktası, "çokkültürlülüğü", bölünmesi hedeflenen ülkeye bir "zenginlik" olarak empoze ederek benimsetmek, çokkültürcülüğün, resmi bir devlet politikası haline dönüştürülmesini sağlamak, bu şekilde, et­ nik gruplar tahrik edilerek, bu ülkenin ulusal direncini zayıf­ latmak, ülkenin bölünmesine içte zemin hazırlamaktır. Ekonomik olduğu kadar, çok sayıda uluslararası örgü­ tüyle dev bir sivil güç de olan çokuluslu küresel sermaye, ulus devletleri etniklik temelinde bölme hedefini gerçekleşti­ rebilmek için, bir yandan, bütünüyle kendi güdümünde ola­ na Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve benzeri büyük kuruluşlar vasıtasıyla, üçüncü dünya ülkelerini borç­ landırarak, ekonomilerini denetleyerek, sömürerek kendine bağımlı kılarken, diğer yandan, emrinde olan güçlü medya imparatorluğu, beslediği çok sayıda etkin ulusal ve uluslara­ rası sivil toplum örgütü, stratejik kuruluşlar, işbirlikçi aydın­ lar, medya mensupları, yüksek düzeyde bürokratlar, hatta hükümetler vb. kişi ve kuruluşlar vasıtasıyla, "çokkültürcülüğü", ülkeleri etniklik temelinde bölme stratejisinin etkin bir yöntemi olarak uygulamaktadır. Küresel sermaye'nin, Türkiye'yi bölmek için kullandığı uluslararası kuruluşların başında Avrupa Birliği gelir. Türki-



56



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



ye'yi bölmeye yönelik "çokkültürcülük" stratejisi Türkiye'ye AB vasıtasıyla uygulanmaktadır. Batı, ince bir taktik olarak "çokkültürlülüğü" Türki­ ye'ye kültürel bir zenginlik, evrensel bir değer olarak empo­ ze etmekte, gerektiğinde, siyasi zaaftan yararlanarak, bir AB şartı olarak dayatmaktadır. AB'nin, her konuda olduğu gibi Türkiye'ye karşı çifte standartçılığını, ikiyüzlülüğünü, ardniyetini görmek için çokkültürlülüğün AB ülkelerinde nasıl anlaşılıp, çokkültürcülüğe nasıl bakıldığına bakmak yeterlidir. Çokkültürlülüğü, çokkültürcülüğü Türkiye'ye bir "zen­ ginlik" olarak empoze gayretinde, dayatma çabasında olan Avrupa Birliği, bunları, kendi ülkeleri için zararlı olmaktan öte, ülke huzur ve istiktarı için bir tehdit olarak görmekte; bu yoldaki gelişmelere en ufak bir müsamaha göstermemektedir. Bugün İspanya, ülkenin en zengin bölgesinde, devlet içinde devlet konumundaki ayrılıkçı Basklıları kendisi için bir "zenginlik" olarak görmemektedir. Aynı şekilde Fransa için Korsikalılar bir "zenginlik" unsuru değildir. Fransa 1991 yılın­ da "Fransa halkının bir unsuru olan Korsika halkı" ifadesi­ ni iptal etmiştir. Aynı Fransa, 1992 yılında Anayasasının 2. maddesini " Fransızca Cumhuriyetin anadilidir" olarak de­ ğiştirmiştir. Fransa, Azınlık Hakları Çerçeve Sözleşmesi'ni de imzalamamıştır. Belçika, Lüksenburg gibi AB ülkeleri de bu sözleşmeyi yürürlüğe koymamaktadırlar. Almanya'da, "Alman vatandaşı" Türkler azınlık olarak kabul edilmemekte, "göçmen işçi" olarak tanımlanmaktadır­ lar. Almanya İçişleri Bakanı Shilly, Türklerin asimile edilerek "Almanlaştırılmalarını" savunmaktadır. Almanya'nın Bavyera Eyaleti Başbakanı Edmund Stobier "ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUM İFLAS ETTİ", "yabancıla­ rın uyumu talep edilmemeli, bunu yapmayanlar cezalandırıl-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



57



malı bu cezalar arasında sınır dışı etmek de söz konusu olma­ lı" demektedir. (Sabah, 3.4.2006.) Yine bir Alman Eyalet Başba­ kanı, "Almanya'da yaşayan Türk çocuklarının hülyalarım bile Almanca kurmalarını, rüyalarım bile Almanca görmele­ rini" istemektedir. (Yavuz Bülent Bakiler, Tercüman, 28.3.2006) Ba­ zı AB ülkelerinde, etnik dillerin okul bahçesinde, sokaklarda bile yasaklanması istenmektedir. Nitekim, Berlin'deki bir çok Türk öğrencinin devam ettiği Robert Heineman okulunda, teneffüslerde, okul bahçesinde aralarında anadillerini konu­ şan çocuklara, bahçe süpürmek gibi cezalar verilmekte, siya­ setçiler ise, insan hakları yerine, okul bahçesinde, okul gezile­ rinde, spor müsabakalarında, kendi aralarında anadilini kul­ lanan çocuklara "bahçe süpürmek", "tek ayak üstünde dur­ mak", "tuvalet temizlemek" cezalarının doğru olup olmadığı­ nı tartışmaktadırlar. (Akşam, 30.1.2006) CDU partisinin Aşağı Saksonya Başbakanı Christion Wulff, Müslüman çocuklara İslam dininin, Almanya'da yetiş­ miş öğretmenler tarafından Almanca öğretilmesinin gerekti­ ğini söylemektedir. (Akşam, 30.1.2006) Hollanda, etnik nüfusun, genel nüfusun %10'una yaklaş­ ması karşısında, etnik dil öğretimine devlet yardımını tama­ men kaldırdığı gibi, Hollanda vatandaşlığına geçişi, adeta im­ kansız kılan yasal önlemler almıştır. Yani, Hollanda Türki­ ye'ye bir zenginlik olarak empoze ettiği çokkimlikliliği, çokkültürlülüğü kendi ülkesi için bir zenginlik olarak görmemek­ tedir. Tam aksine, ulusal bütünlüğüne bir tehdit olarak gör­ ­ektedir. Hollanda, ayrıca, Hollanda da yaşayan herkesin uymak zorunda olduğu Vatandaşlık Belgesi'nde Hollanda'nın değerlerini listelemek ve kamuya açık alanlarda, resmi dil olan Flamanca dışında bir dilin konuşulmasını yasaklamak amacıyla yasa tasarısı hazırlamaktadır. (Ortadoğu, 24.1.2006)



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



58



Hollanda'da yabancılar politikasından sorumlu Devlet Bakanı Rita Verdonk, Hollanda sokaklarında yabancı dille­ rin konuşulmasının yasaklanmasını önermiştir. Bugün, Hol­ landa'da, yabancı işçilerin kendi ülkelerinden biriyle evlen­ melerini adeta imkansız kılan yasal önlemler alınmıştır. İngiltere eski başbakanlarından Thacher, etnik kültürle­ rin ülkesi için bir zenginlik olmadığını ifade etmektedir. AB üyesi Yunanistan, ülkesindeki Makedonları, Arna­ vutları, Türkleri, bir "zenginlik" olarak görmek bir yana, bunlara nefes aldırmıyor. Ayrıca, çokkültürlülük bir zenginlik ise, SSCB, Çekoslo­ vakya ve Yugoslavya neden bölünüp dağıldılar? Bugün Bel­ çika, Ukrayna niçin bölünmenin eşiğine gelmişlerdir? Os­ manlı'yı çökertenler, ilk fırsatta onu arkadan vuranlar, etnik azınlıklar değil midir? Ya İstiklal savaşımızda yaşadıkları­ mız?! Batı, çokkültürlülüğü, değil bir ülke zenginliği olarak görmek, İslam gibi bir dünya kültürünü reddetmekte, İs­ lam dinine, saygısızlıktan öte, hayasızca saldırmakta, en te­ mel insan hakkı olan düşünce ve vicdan özgürlüğünü yok saymaktadır. Bir Avrupa Birliği ülkesi olan Danimarka'da, ilkokullar­ da okutulan ders kitaplarında, İslam dini, "Terörizm" baş­ lıklı bölümde okutulmakta, önce, Dünya Ticaret Örgütü'ne yapılan 11 Eylül saldırısı, Kafkasya'da yaşanan Beslan'daki öğrenci katliamı anlatılarak, müslümanlar terörist olarak gös­ terilerek, "... her terörist Müslümandır" denilmektedir. Müs­ lümanlık geri kalmışlığın, geriliğin nedeni olarak gösteril­ mektedir. İlkokul çağında küçücük milyonlarca beyin, yüz milyonlarca insanın dini, vicdanı, kültürü olan İslam'a kar­ şı böylesine bir düşmanlıkla şartlandırılmaktadır. (Yeniçağ, 21.11.2006)



Bu nasıl bir kültürel zenginlik anlayışıdır!



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



59



Bunu, hangi "düşünce ve vicdan özgürlüğü" anlayışıy­ la bağdaştırmak mümkündür! Batı, dilinden düşürmediği "dünya barışını", "insanla­ rın kardeşliğini", "dinlerarası diyalogu", insanları birbirle­ rine karşı düşman ederek mi gerçekleştirmeyi amaçlıyor!!! Aynı Danimarka'da, daha önce de, gazetelerde, televiz­ yonlarda, İslam'ı bir terör dini, bu dinin yüce Peygamberi Hz. Muhammed'i terörist gösteren "karikatürler" günlerce yayımlandı. Bunlarla amaçlanan açıktır. Sovyetler Birliği dağılıp, baş düşman ortadan kaldırıl­ dıktan sonra, başta ABD olmak üzere Batılı küresel sermaye­ nin göz diktiği, büyük kısmı Müslüman ülkelerin elinde olan dünyanın enerji kaynaklarına el koyabilmek için, buna bahane yaratmak için; Müslümanlığın "büyük düşman" ilan edilmesi gerekiyordu. Edildi. Bunun teorik temeli yıllar önce oluşturuldu. Fiiliyata geç­ mesi için de, terör kışkırtıldı. Danimarka'da olanlar, Afganistan'da, Irak'ta, Müslü­ man Afrika ülkelerinde olanların hepsi, tamamen kendi kurgulan olan, İslam düşmanlığını, bu soyut düşmanı so­ mut düşmana dönüştürüp, geliştirip pekiştirmek üzere, tek merkezden planlanıp, uygulamaya konulan stratejinin par­ çalandır. Aynı, Danimarka, yıllardır, Türkiye'yi bölmeye yönelik teröre destek vermekte, bölücü Roj TV'yi koruyup, himaye etmektedir. Bu koruma ve himaye Türkiye Cumhuriye­ ti nin Genel Kurmay Başkanı'nı dahi 'isyan' ettirecek mer­ tebededir. Bugün, Genel Kurmay Başkam olan Sayın Org. Yaşar Büyükanıt, Kara Kuvvetleri Komutam iken, bu isyanını şöy­ le dile getirmiştir.



60



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



"PKK'nın televizyonu, Danimarka'dan yayın yapıyor. Bu yalnızca bir televizyon yayım da değil. Operatif bir görev yapı­ yor. Birliklerimizden biri kafasını çıkartsa, televizyon yayınım kesip, bunu bildi­ riyor. Bu nasıl oluyor?! Ben uyarıyorum. Buna hakları yok. Hazmedemiyorum... Şi­ kayet değil, tespit yapıyorum." (Ortadoğu Gazetesi, Orhan Tahsin, 9.9.2005) Bir Avrupa Birliği ülkesi, Norveç de terör örgütü PKK'yi destekleyip, korumaktadır. Bununla da kalmamakta, Nor­ veç'in Türkiye Büyükelçisi, Nevruz kutlamalarında, Diyar­ bakır'da, Türkiye topraklarında, teröristbaşı A. Öcalan'a öz­ gürlük gösterisi yapanlara, bölücü PKK lehine slogan atanla­ ra, ekibiyle birlikte eliyle "zafer" işareti yapmakta, destek vermektedir. (Basın, 21.3.2005) Norveç'te bir siyasi partinin, hedefi Türkiye'yi bölmek olan PKK'ya para yardımı dahi yaptığım, bizzat Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakan'ı açıklamıştır. Norveç'in Türkiye'ye karşı bu düşmanca tutumu, AB'nin çokkültürlülüğün, çokkültürcülüğün Türkiye'ye hangi mak­ satla dayatıldığının açık bir kanıtıdır. Çokkültürcülükle, neyin hedeflendiğini açıkça ortaya koyan kanıtlardan biri de, Avrupa ülkelerinde söze Ermeni soykırımını reddetmeyi suç sayan yasaların kabulüdür. Medeni denilen İsviçre'de Ermeni soykırımını bir iftira olarak reddeden Türk Tarih Kurum Başkam Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ve Türkiye İşçi Partisi Genel Başkam Doğu Perinçek savcılığa sevkedilmişlerdir. Bir AB ülkesi olan Fransa'da Ermeni soykırımını redde­ den dünyaca ünlü bilimadamı Prof. Dr. Bernard Lewis para cezasına çarptırılmıştır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



61



Ermeni soykırımını reddetmek Fransa Parlamentosu'nda yasayla suç kabul edilmiştir. O Fransa ki, II. Dünya Savaşı sonrasında 1.5 milyon Ce­ zayirliyi, 10 binlerce Tunusluyu katletmiştir. Bir çok general ve görgü tanığı bu katliamları, itiraf et­ mişlerdir. Fransa Cumhurbaşkanlarından De Gaul, 1 mil­ yon değil 850.000 Cezayirliyi öldürdük diyerek, bu insanlık suçunu, dünyaya meydan okurcasına ifade etmiştir. Aynı Fransa'nın, Ruanda'da destekledikleri Huruların 800.000 Tutsi'yi katletmesine seyirci kaldığı, Hurulara silah ve eğitim desteği vererek, soykırımı durdurmaya çalışan güçlerle çatışmaya girerek, bu insanlık dışı katliam süre­ cine katıldığı bizzat Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame tarafından açıklanmıştır. (Yeniçağ, 7.12.2006) Batı, Bosna'da 200.000 Müslümanın imha edilmesine imkan hazırlamış, BM güvencesinde, BM "tarafından belir­ lenen" "güvenli bölgeye" sığınan 8.000 masum çocuk, genç, ihtiyar, Hollanda birliği tarafından Sırplara teslim edilmiş, bu 8.000 masum çaresiz insan bu NATO askerlerinin gözle­ ri önünde, üç adım ötelerinde kurşuna dizilmiştir. Tarihte az görülmüş bir utanç olarak, Emre uydukları için, 8.000 masum çaresiz insanı Sırplara teslim eden askerlere "devlet ödülü" verilmiştir. Bu nasıl bir vicdan, nasıl bir insanlık anlayışıdır! Ermenistan 1915'te binlerce Azeriyi katletmiştir. Bugün, Azerbaycan topraklarının beştebiri (%20) Ermenistan işgali altında, 1 milyon Azeri kendi vatanlarında sürgünde, göç­ ­en durumundadır. Ancak, Batı, böylesine bir haksızlık, böyle bir vahşet karşısında dahi susmakta ve Ermenistanı koruyup kollama­ ya devam etmektedir.



62



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Ermeni soykırımının, büyük bir yalan, bir iftira olduğu, 1915 olaylarını bizzat yaşamış, Taşnak hareketinin önde ge­ len isimlerinden olan ve 1918 yılında kurulan Ermenistan Devleti'nin ilk Başbakan'ı olan, Ovanes Kaçaznuni'nin Taşnaksutyun Partisi'nin Bükreş'te yapılan yurtdışı konferansı­ na verdiği rapor, 1923 Ermeni soykırımının bir yalan, bir ifti­ ra olduğunu apaçık ortaya koymuştur. Bu raporda, eski Ba­ şbakan Ovanes Kaçaznuni şunları belirtmektedir: Tehcir (göçürme) kararı amacına uygundur. (Osmanlı, soykırımı yapmamıştır. Ruslar'la birleşip kendini arkadan vuran Ermenileri kontrol maksadıyla göç ettirmiştir!) Ermeniler, Müs­ lüman nüfusu katletmişlerdir. Ermeniler (Batılılar tarafın­ dan) kışkırtılmışlardır. Taşnak yönetimi dışında suçlu aran­ mamalıdır. Taşnak Partisi'nin artık yapacağı bir şey yoktur, kendini feshederek intihar etmelidir.1 Sözde Ermeni soykırımıyla ilgili şu hususun da bilin­ mesi önemlidir. Ermeniler 1965 yılına kadar, tam 50 yıl soy­ kırım iddiasında bulunmamışlardır. Bunu akıllarına bile ge­ tirmemişlerdir. 50 yıl, yarım asır akla gelmeyen birşey nasıl olupda birden ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni, daha 1961 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılacağını ve Orta Asya'da 5 yeni Türk devleti kurulaca­ ğım gören, başta ABD olmak üzere, Batı'nın, Türkiye'nin güçlenip, bu ülkelerin lideri konumuna gelmesini, Türki­ ye'nin güçlenerek, enerji rezervlerine el koyabilmek için, "yeni büyük düşman" ilan edeceği Müslüman ülkelerin de lideri konumuna gelmesini engellemek üzere, daha 1960 yılında Türkiye'yi çökertmeyi, bölmeyi öngören yeni politi­ kasını yürürlüğe koymuş olmasıdır.



1 Ovanes, Kaçaznuni, Taşnak Partisi'nin Yapacağı Bir Şey Yok, rapor, çev. Arif Acaloğlu, Kaynak Yayınları, sf. 5, 6, 8, Tel: 0212.252 21 56-59.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



63



AB 2006 İlerleme Raporu'nda, Ermeni soykırımının yanısıra Pontus-Rum ve Süryani soykırımları da gündeme getirilmiştir. Fransa da, Ermeni soykırımı anıtlarının yanına, bir de Keldani soykırımı anıtı dikilmiştir. Demokratik, laik bir hukuk devletinde, yargıyı yok sa­ van bir anlayışa yer yoktur. Çıkar söz konusu olduğunda, Batı'da hak, hukuk, adalet, yoktur. Hakkın, adaletin olmadığı, en temel insan haklarının yok sayıldığı bir yerde, ne kültürel haklardan, ne kültüre saygıdan ve ne de çokkültürlülükten söz etmek mümkün­ dür. En temel insan haklarından olan "düşünce ve vicdan özgürlüğünü" kendi çıkarına göre yorumlayan, yok sayabilen, kendi ülkelerinde din düşmanlığı, kültür düşmanlı­ ğı yapan, çifte standartlı Batı'nın, çokkültürlülüğü Türki­ ye'ye dayatmaya ne hakkı vardır ne de yüzü. Çokkültürcülük, Batı'nın Türkiye'yi içte bölmek için kurduğu sinsi bir tuzaktır. Bir ülkede her etnik grup, demokrasi, ve insan hakları, kültürel haklar, özgürlükler temelinde elbette eşit ve saygın olmalıdır. Bu çağımızın bir uygarlık ölçütüdür. Ancak, burada unutulmaması gereken husus, demok­ rasinin, insan haklarının, özgürlüklerin bir toplum için çağdaş yasal haklar olması, bu hakların ancak yapıcı, bir­ leştirici, bütünleştirici bir sorumluluk anlayışıyla kullanıl­ ması gereğini ortadan kaldırmaz. Bu ise her şeyden önce bir demokrasi, uzlaşı kültürü meselesidir. Ayrıca, unutmamak gerekir ki, özgürlük bir hak olduğu kadar bir sorumluluktur. Bir dünya gerçeği olarak şunu da bilmek gerekir ki, Dünya'da hiçbir çağdaş devlet, ulusu içinde farklılıkları derinleştiren, ulusal bütünlüğünü zedeleyen politikalar be­ nimsemez.



64



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Toplumsal ihtiyaç olmayan, toplumsal talebe dayan­ mayan, bir takım çevrelerin maksatlı taleplerini bir "hak" olarak değerlendirmez ve bunları, "dış güçler" istiyor diye, kimseye ikram kabilinden sunmaz. Devlet, herşeyden önce, ulusunun birlik, bütünlük ve huzurunu, toplumsal barış ve istikrarı sağlamayı, korumayı amaçlar. Çokuluslu küresel sermayenin, ulus devletleri bölüp güçsüzleştirerek, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda ye­ niden yapılandırma stratejisinin bir aracı olan "çokkültürcülük", devletin asli göreviyle bağdaşmaz. Sonuç olarak, Türkiye, Batı'nın kendisi için bir "zen­ ginlik" olarak görmediği "çokkültürlülügü" kutsayan "çokkültürcülük" tuzağına düşmemelidir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



65



ÖN TÜRKLER Kazım Mirşan'm Türklerin tarihini yaklaşık M.Ö. 15.000 yıl öncesine dayandıranın Ön-Türkler tezi üzerinde önemle durulması gereken bilimsel bir çalışmadır. Kazım Mirşan, 1919 yılında Doğu Türkistan'ın Kulca kentinde doğmuştur. Almanca, İngilizce, Rusça'ya ilaveten Özbekçe, Uygurca, Başkurtça, Tümenlikçe, Kırgızca'da da­ hil olmak üzere 9 Türk lehçesi ve ayrıca araştırma yapabile­ cek düzeyde Yunanca, Latince ve İtalyanca bilmektedir. 41 eseri mevcuttur. 1 Bütün bir ömrünü Türklerin kökenini araştırmaya ada­ mış ve bir çok bilimadamınca da kabul edildiği üzere geçmi­ şi M.Ö. 15.000 yılına dayanan Türklerin tamga (damga) dilini çözümlemiştir. M.Ö. 15.000 ile M.Ö. 2000 tarihleri arasındaki yazı ele­ manları içeren kaya resimlerini ve yüzlerce yazıtı okuyarak tespit ettiği bilgileri 1970 yılında Proto Türkçe Yazıtlar ismiy­ le kitap olarak yayınlamıştır. 2 Kazım Mirşan'ın tespitlerine geçmeden önce Orta Asya'daki yerleşik yaşam hakkında yabancıların tespit ettiği şu hususları belirlemek gerekir. R.Pumpelly (1908), A.Belenitsky (1987), D.Sch.Besserat (1987) Orta Asya'da yerleşik bir yaşamın milattan yüz binler­ ce yıl öncesinde varlığını ortaya koymuşlardır. Tacikistan Ar­ keoloji Enstitüsü Müdürü Rus asıllı bilim adamları V.A. Ranov, 1993 yılında Orta Asya yerleşik kültür merkezlerinin



1 Hulki Cevizoğlu, Tarih Türkler'de Başlar, sf.VI. 2 Haluk Tarcan , Ön Türk Tarihi sf. 20.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



66



eski taş (paleolitik) döneminden itibaren var olduklarını ayrın­ tılı bir şekilde ortaya koymuş ve bu tarihi M.Ö. 850.000'lerde başlamıştır. 3 V.A.Ranov'ın Orta Asya'da tespit ettiği yerleşim merkezlerinden birisinin tarihi M.Ö 10.500'dür. Almanlar, Çin kaynaklarından bu merkezin adının uşuy olduğunu tes­ pit etmişlerdir. (Kazım Mirşan, bu kelimelerin aslının uşunguy ve anlamının "egemenliğe tabi birlik" olduğunu belirtiyor.)4 Yine bilimsel tespitlere göre, buzul çağlarıyla, kıtlıklarla kesilen dönemler sonrası, Orta Asya insanı M.Ö 30.000 yılla­ rında kayalara resimler yapmaya başlamıştır. Bu kaya resim­ leri gelişerek tekrarlanan kavramlar sabitleşip M.Ö 15.000 yıl­ larında, sembol şekiller halini almaya başlamıştır. Bunlara petroglif, yani yazı elemanları içeren kaya resimleri deni­ yor. Bu sembol şekiller biçimindeki yazı elemanlarına Orta Asya'da tamga (damga) adı verilmiştir. Bu tamgaların Kazım Mirşan tarafından Ön-Türkçe olarak okunmasıyla, Orta As­ ya Taş Dönemi dilinin Ön-Türkçe olarak gelişmiş olduğu or­ taya çıkıyor.5 Adı tamgalı üçgeni olarak bilinen, Orta Asya'daki Türk yurdu Tamgalısay-Talas-Issıq Köl bölgesinde M.Ö. 7000'li 6 yıllarda yazı ekolü ve yazıtlar ortaya çıkıyor. Kazım Mirşan, bu bölgede M.Ö. 9000 ile M.Ö. 1517 yaşamış olan devleti Bir-Oy Bil (Tek Devlet Egemenliği) olarak tanımlıyor. 7 Kazım Mirşan, binlerce petroglif'in yanı sıra, içlerinde Anadolu ve Etrüsk yazıtları da olmak üzere 1996 yılına kadar 400 yazıt okuduğunu belirtiyor.



3 Age., sf. 22. 4



Hulki Cevizoğlu, Tarih Türkler'de Başlar, sf. 27.



5



Haluk Tarcan , Ön Türk Tarihi, sf. 23.



6 Age., sf. 26. 7



Age., sf. 39.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



67



Kazım Mirşan bu çalışmaları sonucu şu sonuçlara varı­ yor ve bunları dünyanın bilgisine sunuyor. 1. Bugünkü Türk dili Orta Asya'da M.Ö. 15.000'den baş­ layarak Ön Türk olarak tanımladığı topluluklar, boylar tara­ fından oluşturulmuştur. 2. Bu topluluklar, M.Ö. 9000'den başlayarak Bir-Oy Bil (M.Ö. 9000 - M.Ö. 1517), At-Oy Bil (M.Ö. 1517 - M.Ö. 879) ve Ögül-Uqus'lar gibi bir çok yerleşik devletler kurmuşlardır. 8 Türkler aslında göçebe değillerdir. Zorunlu nedenlerle göç et­ mek durumunda olmuşlardır. 3. İlk tek tanrı inancını geliştiren Türklerdir. Budizmin kökeninde Türklerin Altı Yanq Tigin isimli din kitabı vardır. 9 Ve Ön Türkler evren kavramına sahiptir. 4. Batı uygarlığının kurucusu olarak bilinen Etrüsk'ler Türktür ve dilleri Ön-Türkçe'dir. 5. Kökeni açıklanamayan eski Mısır h i y e r o g l i f yazısın­ da (M.Ö. 3000-3200) 18 Ön-Türkçe harf mevcuttur. 10 6. Sümer yazısında 18 Ön-Türkçe tamga mevcuttur.



11



7. Ön-Türkçe ilerideki bin yıllarda Fenike, Grek, Bizans, Latin, Slav alfabelerinin kökeninde yer almışlardır. 12 8. Doğu Anadolu'daki Subar'lar (Sabir, Suvar) Asya'daki Isıb-Ura Bil halkının devamıdırlar. Orta Doğu'ya inen bir kol da Aral gölü civarından bu bölgeye göçen Esenler'dir.13 9. Türkler, Anadolu'da M.Ö. 15.000 yıllarından beri mevcuttur.



8 Age-, sf. 25, 26. 9 Age., sf. 26. 10 Hulki Cevizoğlu, Tarih Türklerde Başlar, sf. 108. 11 Haluk Tarcan , Ön Türk Tarihi, sf. 28. 12 Age., sf. 26. 13 Age-, sf. 26.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



68



Kazım Mirşan'ın bu tespitleri dünya tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek önemdedir. Bu tespitler bir çok ya­ bancı bilim adamları tarafından da kabul edilmektedir. En azından Etrüsk medeniyetinin bir Türk medeniyeti, Etrüsklerin Türk olduğunu, örneğin, İngiliz Prof, Taylor , Fransız, Baron Carra ve Vauks, Avusturyalı, Vahilhem Brainshtain kabul etmişler ve bu gerçeği yazdıkları kitaplarda dile getir­ mişlerdir.14 Kazım Mirşan'ın bu yoldaki en büyük başarısı ise Etrüsk alfabesinin Türk alfabesi olduğunu bütün dünyaya kabul et­ tirmiş olmasıdır. 15 Batılıların önemli bir bölümünün, Etrüsk alfabesinin Türk alfabesi olduğunun kabul etmelerine rağmen, Kazım Mirşan'ın anlam okumalarına karşı çıkmalarının temelinde­ ki neden Etrüsk' leri Batı medeniyetinin kurucusu olarak ka­ bul etmiş olmalarıdır. Batı'nın kökenlerinin Türklerle ilişkilendirilmesine tahammülleri yoktur. Kazun Mirşan, Türkiye'nin İtalya Büyükelçiliği vasıta­ sıyla bin bir güçlükle dünyaca ünlü Etrüskolog Prof. Compareale ile görüşmüş (Etrüsklerin vatanı orta İtalya'dır) ve elinde delilleri ortaya koymuş, sorularını cevaplandırmıştır. Bu ünlü Etrüskolog "hayretler" içinde kalmış ve sonuçta "Evet, Et16 rüskçe yazılar okunmadı" demek zorunda kalmıştır. Ancak, Kazun Mirşan'ın okumalarını kabul etmemiştir. Ne var ki bi­ limsel bir tenkitte de bulunamamıştır. Kazım Mirşan'ın, Öntürkçe okumaları bugüne kadar hiçbir bilim adamı tarafından bilimsel temelde tenkid edile­ memektedir.



14 Hulki Cevizoğlu, Tarih Türklerde Başlar, sf. 192.



15 Age., sf. 193. 16 Age., sf. 188.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



69



Yeni bir bilimsel araştırma, Kazım Mirşan'ın Öntürkler konusundaki verdiği bilgileri doğrulamaktadır. Gaziantep Üniversitesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr Ahmet Arslan, 7.12.2004 tarihli Vatan gazetesinde yayınla­ nan söyleşisinde, Konya'daki sağlık ocağında alınan kan ör­ neklerinin DNA analizlerinin İtalya'da Prof. Santa Chiara Benerecetti'nin merkezinde yapıldığını ve özellikle Portekiz­ lilerle, Fransızların Türklerle yakın kan bağı olduğunun tes­ pit edildiğini, Türklerin bir çok Avrupalı milletlerin atası ol­ duğunu açıkladı. Bunu haber olarak Alman Rheiniche Post gazetesinin web sitesinde yayınladığını belirtti. (Cumhuriyet, 25.12.2004, Bilim Teknik)



Kazım Mirşan'ın tezini destekleyen bir başka araştırma 08.12.2004 tarihinde İtalya'da Ferrara Üniversitesi'nde so­ nuçlandırılmıştır. Dipt. Biolog. Guido Barbujani ve ekibi ta­ rafından yapılan "genetik analiz" sonucu Etrüskler'in Öntürk oldukları tespit edilmiştir. (Töre der. 2005/2 sf.28) Fransa ve Portekiz, İtalya ile birlikte Öntürkçe tamga ve yazıtların en çok bulunduğu Avrupa ülkeleridir. Kazım Mirşan bunları da incelemiş ve okumuştur. Kazım Mirşan'ın Av­ rupa ülkelerinde okuduğu Öntürkçe belge sayısı 1998 tarihi itibariyle 310'dur. İtalya'da yapılan DNA analizlerinin bir benzeri birkaç yıl önce İspanya'da yapılmış ve yine Avrupalıların Türklerle kan bağı olduğu tespit edilmiştir. Yine benzer bir başka bilimsel araştırma da Kazım Mir­ şan'ın tespitlerini doğrular mahiyettedir. ABD'i antropolojik genetikçi Spencer Wells ve ekibinin 1998 yılında Orta As­ ya'da yaşayan 2500 kişiden aldıkları DNA örneklerindeki Y Kromozomu incelemeleri sonucu, insanların atalarının 30.000 yıl öncesinde Orta Asya'dan göç edenler olduğunu ortaya koyuyor. (Cumhuriyet, 16.01.2005, Bilim Teknik) Bütün bunlar, Kazım Mirşan'ın araştırma ve bulgularının çok daha ciddi olarak değerlendirilmesini gerekli kılan bi­ reysel tespitlerdir.



70



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Ancak, burada şu hususa değinmemiz gerekti. Bugün küresel çokuluslu şirketlerce desteklenen maksatlı "genom projeleri" de mevcuttur. Bunlarla amaçlanan, bilimsellik kisvesi altında ulus­ ları oluşturan toplulukları ırki menşeleri konusunda tereddüte düşürerek, yanıltarak etniklik temelinde bölmektir. Esasen, etnik kimlik çağımızda ırki olmaktan çıkıp kültürel bir olguya dönüş­ müştür. Bu temelde, bugünkü kimlikleri onbinlerce yıl öncesinin farklı kültürleriyle tanımlanmış kimliklerle tanımlamak mümkün değildir. Öntürkler konusunda kapsamlı bilgi edinmek için Hulki Cevizoğlu'nun 29.06.2002 ile 20.07.2002 tarihleri arasında ATV'de yaptığı, toplam 12 saati aşan 3 programı kitaplaştırarak yayınladığı Tarih Türkler'de Başlar isimli kitabın mutla­ ka okunması gerekir. Bu programlara; bizzat Kazım Mirşan'ın, dünyanın en önde gelen 3 Sümerologundan biri olan Prof. Dr. Muazzez İlmiye Çığ'ın, uluslararası üne sahip araştırmacı Haluk Tarcan'ın, Prof. Dr. Bozkurt Güvenç'in, Yrd. Doç. Dr. İsmail Doğan'in, araştırmacı Turgay Tüfekçioğlu'nun, Adile Ay­ da' nın ve daha birçok saygın araştırmacı ve bilimadamının katılmış olmaları bu kitabın değerini daha da artırmaktadır. Kitabımızın kapsamı ile ilgili olarak, konumuza döner­ sek; Kazım Mirşan'ın ortaya koyduğu tartışılmaz gerçek, Türklerin Anadolu'daki 17.000 yılı bulan varlığıdır. (MÖ. 15.000'den bu yana) Bugün; Türkiye'de, O r t a a s y a , Yenisey, Aral, Balkaş, Pamir, Kazakistan, Kırgızistan, Tamgalı Say, Talas, Issıq Kölü, Başkurdistan v.s de mevcut onbinlerce pigtogram (mağara resmi), petroglif (yazı elemanlı kaya resmi-tamga) ve yüzlerce yazıtın aynısı ya da yakın benzeri geniş bir coğrafyaya da­ ğılmış olarak Anadolu'da da mevcuttur. Bunlar, Türkler'in Anadolu'da -17.000 öncesine varan varlığının kanıtlarıdır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



71



Sadece Doğu Anadolu yaylasında tarihleri M.Ö. 15.000-1000 olarak tespit edilen tam 45.000 kaya üstü ve ma­ ğara resmi mevcuttur. Resim ve yazıtların bölgelere dağılımını ve sayılarını kendisini yıllardır Kazım Mirşan'ın eserlerine adamış olan ve bu konuda çok sayıda yayını bulunan Haluk Tarcan'ın Ön-Türk Tarihi isimli kitabından aktarıyoruz. (Kaynak Yayın­ ları, 1998)



Anadolu Kaya Resimleri ve Yazıtları Doğu Anadolu Yüksek Yaylası •



Genel anlamda kayaüstü ve mağara resimleri (piktogramlar)







Yazı elemanlarını içeren kaya resimleri (petroglifler)







Yazı geçişi gösteren kaya resimleri ve nihayet,







Yazıtlar şeklinde dört grup halindedirler. Bunların tarihi



Van-Hakkari, Tir-i Şin Yaylası (Ermenistan'da devam eder), Kahn-i Melikan (2 600 metre); Taht-ı Melikan (2 850 met­ re), -15/5 binler, - buzul döneminden kalan tek hayvan resmi buradadır. •



Gevaruh Vadisi -10/8 bin,







Sat Dağı ve Gölü, -8/6/4 binler,







Hirkanis suyu, Mazur Vadisi, -8 bin,







Pagan köyü (Van, Özalp ilçesi) -8 bin,







Başet Dağı - 4 bin Put (Yedisalkım köyü) -4/3 bin, Erzen - 113/6 bin Cudi Dağı -1500 Varagöz yaylası -8/1000 ...(174)



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



72



Sonuç: Doğu Anadolu yaylası, -15000/1000 tarihleri ara­ sında yaklaşık 45 bin kaya üstü ve mağara resimlerine sahip­ tir. Bunlar, Orta Asya ve üst Asya ile "eşlik ve benzerlik" göstermektedirler. Doğu Anadolu'da yazıya geçiş dönemi, Sat Dağı'ndaki tamga resim döneminde, yani -8 binde olmuştur. Yazıtlar ise, sayı ve tarih olarak şunlardır: (175) Van-Hakkari Tir-i Şin Yaylası'nda, •



Çilgiri yazıtı, Davulcular, -7 bin, (2 yazıt),







5 başka yazıt, -6/5 bin,







Van Aktamar Yazıtı, -7 bin (henüz tamamı o k u n m a m ı ş tır)







Van, Başet Yazıtı, -4 bin (3 yazıt),







Erzurum, Cunni mağarası, 5 yazıt, 1 petroglif, -5 bin (6 yazıt). Kuzey Anadolu (176)







Oy-Onul (Oy-Ongul), Trabzon mağara yazıtları, -2 bin, (2 yazıt),







Sinop, Sinop Tersane Kapı Üstü Yazıtı, (-2 bin, belki daha eski?) İstanbul (177) Erenköy Yazıtı Oy-Oğ (İstanbul) Erenköy Bizans yazıtları İstanbul, Ayasofya Trabzon Ayasofya Ankara, Dikmen



HALKIMIZIN



KÖKENLERİ



ve



GERÇEKLER



73







Roma, San Françesko da Laterano







Suudi Arabistan, Meda-in Salih ve çeşitli gümüş eşya üzerinde bulunan yazıtlar.







İstanbul Arkeoloji müzesi Bizans sikkelerinden No:l. Oy - Öğüy, -5. yüzyıl... (Bizans sikkeleri koleksiyonları ince­ lenmelidir)



Pre-Grekçe sanılıp asla okunmamış olan bu yazıtlar Ön-Türkçe okunmuşlardır. •



Fikirtepede çıkan kaplar arasında, 2 kap Oq (-6 bin) ve Oz (-5 bin) damgalarıyla süslenmişlerdir. (İstanbul Arkeoloji Müzesi) Zümran (İzmir) (178)







Apa-Usuz (Efes) Artemision Yazıtı. Antalya (179)







Beldibi Mağarası, -6/5 bin, (3 Yazıt).







5 Side parası







Side yazıtı







Apollon ve Artemon yazıtları, - 2000 (2 yazıt) Orta Anadolu (180)







Konya-Çumra, Çatalhöyük "Ana Tanrıça Yazıtı", -6500 ve duvar damgaları,







Eskişehir, At-Esiç Öz (Midas) yazıtı, -3/2 bin?



Petroglifler ve Bizans yazıtları hariç, Anadolu'nun her yanında bulunana 25 yazıt, Anadolu dip kültürünün ÖnTürklere ait olduğunu gösteren yeterli sayıda belgelerdir. (Büyük Asya'da, K. Mirşan tarafından okunmuş olan yazıt sayısı şimdilik 62'dir.)



74







TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Haluk Tarcan'ın Ön-Türk Tarihi isimli kitabından aktarı­ lan yukarıdaki alıntılarda "-" işareti milattan önceyi ve parantez içindeki sayılar Kazım Mirşan'dan alıntıları göstermektedir, (sf. 147, 148)



Sonuç olarak, Anadolu'nun doğusundan-batısına, kuzeyinden-güneyine her yöresinde mevcut yazıtların Orta Asya'daki Türk yurdundakilerle şekli ayniyetleri ve yakın ben­ zerlikleri dahi Türklerin Anadolu'ya gelişlerinin M.Ö 15.000 yılına vardığının açık kanıtlarıdır. Yazıt, tamga ve mağara resimlerindeki bu ayniyet ve yakın benzerlik, "en azından", Orta Asya Türk yurdu ile Anadolu insanı arasındaki bağın açık göstergeleridir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



75



TÜRKLÜK ve ANADOLU Türklerin Anadolu'ya gelişlerinin tarihi genel olarak Sel­ çukluların, Bizans'ı mağlup ettiği Malazgirt Savaşı'nın tari­ hi olan 1071 yılı kabul edilir. Oysa, tarihi veriler Türklerin, Anadolu'ya, Selçuklular'dan çok daha önceki tarihlerde geldiklerini açık bir şekil­ de ortaya koymaktadır. Örneğin Hunlar, III. ve IV. yüzyıllarda Anadolu'ya 3 de­ fa girip çıkmışlardır. Bugün, Anadolu'da H u n l a r ı n hatırası bir çok Hun isimli köy mevcuttur. (Erzincan-Lardusu, ElazığPalu, Bingöl-Solhan, Muş merkez vs.) Daha sonra, 466 yılında Ağaçeri Türkleri'nin 558, yılında Sabir ve Hazar Türkleri'nin Doğu Anadolu'da yayılarak yer­ leştikleri görülmektedir. Yine Selçuklular öncesi, Abbasiler'in 8. yüzyıldan baş­ layarak, çoğunluğu Türkmen askeri garnizonları aileleri ile birlikte Bizans'a karşı, Misis, Adana, Maraş, Malatya'dan, Mardin'e Erzurum'a uzanan ve sugur denilen hat boyuna yerleştirdikleri de tarihi belgelerle tespit edilmiş bir husustur. Anadolu'da Selçuklular'dan yaklaşık 800 yıl öncesine giden yukarıda belirtilen Türk yerleşimi yakın bir tarihi geç­ miş olarak kabul edilebilir. Ancak, son dönemlerdeki bilimsel tesbit ve bulgular, Türklüğün Anadolu'daki varlığının milattan yüzlerce ve hatta binlerce yıl öncesine götüren veriler ortaya koymakta­ dır. Bu veri ve bulgular, en azından, Türklerin Anadolu'daki varlığının yeniden değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Sözkonusu veri ve bulgular, Türklükleri tartışılan Sümer ve Gutilerin dışında, Ön Türkleri (bkz., sf. 49) Turkileri, Tu-



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



76



rukkuları, Türgişleri, Acarayları, Türklükleri bilinen Sakaları ve onların bir kolu olduğu düşünülen Karduları Anado­ lu'daki Türk varlığının özneleri haline getirmektedir. Tarih, özkaynaklarına inilerek nesnel (objektif) bir yaklaşımla incelendiğinde Türklüğü, dünyada olduğu gibi Anadolu'da da anıtsal bir gerçek olarak karşımıza çıkar­ maktadır. Ne yazık ki biz, ülkemizin ve toplumumuzun gerçekleri­ ni bilmediğimiz gibi, tarihimizi, tarihimizin ihtişamını da bil­ miyoruz ve bir çok konuda olduğu gibi tarihimizi de, yaban­ cılardan, onların kendi siyasi çıkarlarına göre değiştirip bi­ çimlendirdikleri şekliyle öğreniyoruz. Bunun nedeni, yarım yüzyıla yakın bir zamandır milli bir kültür politikamızın olmayışı, milli tarih şuurunu dış­ layan, kendi öz değerlerine yabana, kimliksiz milli eğitim politikalarıdır. Kimdir Türk? Anadolu'daki, Ön Asya'daki Türk varlığı­ nın derinliği nedir? Çin kaynakları Türklerden söz eden ilk belgeler olarak kabul edilmiştir. Çinliler doğu Hunlarından bahsederken CONG ve TTK adlı iki Türk kavmi hakkında geniş bilgi ver­ mişlerdir. Edhanson ve De Groot gibi bilim adamları da Türk sözünün Çince'deki telaffuzunun Tık (Tirk) olduğunu belirle­ mişlerdir. Tirk'lerin ortaya çıkışı M.Ö. 1582 olarak kabul edil­ 1 mektedir. Gyula Nemeth ve R. Rasonyi de, Türklerin anayurdu olarak Orta Asya'nın batısındaki Aral gölünün kuzeyini belir­ lemişlerdir.2 Bugün artık Türklerin Orta Asya'dan çıkarak pek çok devletler kurduktan sonra Oğuz boyları olarak 1071'de Anadolu'ya yerleşmeye başladıkları bilinmektedir. 1 Hilmi Göktürk, Türk Mührü, 1974, sf. 4, 5. 2 Age., sf. 1.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



77



Ancak Oğuzlar Anadolu'ya en son gelen Türklerdendir. Bölgedeki Türk varlığı çok daha öncelere dayanmakta­ dır. Romalı yazar Pomponius Mela M.S. 43 senesinde yazdığı pe Situ Orbıs adlı eserinde TURCAE (Türk) isimli kavimden söz etmektedir. Yine Roma'lı Plinius MS. 23-79 yılları arasın­ da yazdığı Histoire Natur adlı eserinde Sakalar'la ilişkilendirilen Sarmat ırkına mensup kavimler içinde TYRCA'leri de saymaktadır. 3 Saka Türklerinin M.Ö. 7'nci yüzyılda Doğu Anadolu üzerinden Zagros'a (Irak-İran Sınırı) kadar inip, Medleri yıka­ rak bölgede 28 yıl hüküm sürdükleri bilinmektedir. Turki ve Turukkular Ancak çok daha eski tarihlerde Anadolu'da Türk varlığını işaret eden bulgular bugün gün ışığına çıkmıştır. Değerli bi­ lim adamı Prof. Dr. A. Haluk Çay'ın bu konuda verdiği her satırı belgeli bilgi şudur: "M.Ö. 2350-2150 yılları arasında Mezopotamya'da bü­ yük bir devlet kurmuş olan Akad hükümdarlarından NaramSin'e ait "Mücadelenin kralı" anlamında "Şartamhari metni" olarak bilinen yazılı kaynak Anadolu'daki Türk varlığı bakı­ mından oldukça önemli bilgileri ihtiva etmektedir. Bu belge­ nin üç kopyası olup, ilki Mezopotamya'da Babil'de, ikinci Mı­ sır'da Tel el-Amama'da, üçüncüsü ise Anadolu'da Hattuşaş (Boğazköy)'da ortaya çıkarılmıştır. Hattuşaş arşivinde "Kbo-III, 13" sıra numarası ile tesbit edilmiş olan bu yazılı belge Hitit (M.Ö. 1750-1200) çivi yazısıyla, Akadça orijinalinden kopya edilerek taşa kazınmıştır. H G. Gütebock tarafından deşifre edilen bu belge, Anadolu hakkında ilk tarihi bilgileri vermesi 3 Age., sf. 5.



78



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



bakımından çok kıymetlidir. Bu tarihi belgede, Akad Kralı Naram-Sin'e karşı 17 Anadolu kralının güçlerini birleştirerek harekete geçtikleri ancak, yenik düştükleri anlatılmaktadır. Bizim için önemli olan husus bu 17 Anadolu kralından birisi­ nin TURKİ kralı İlşu-Nail adındaki hükümdar olmasıdır. (Bu belgenin 15. satırında yer alan bu kayıt, çok açık bir şekilde Anadolu'da M.Ö.'ki yıllarda Asya menşeli Türk topluluklarının yurt tutmuş oldukla­ rını göstermektedir.) Diğer yandan Fırat nehri kıyısında Mari bölgesinde (Telle-Hariri) ortaya birtakım tabletler çıkarılmış, bunların M.Ö. 4000-2000 yıllarındaki Sümer ve Babil nüfuzunun bölgede hakim olduğu dönemden kaldıkları tesbit edilmiştir. Ortaya çıkan bu tabletlerden 13 tanesinde 'TURUKKU" adlı bir kavimden bahsedilmektedir. Bu tabletlerin Türkçe tercüme­ leri Sadi Bayram tarafından yayınlanmıştır. Sümer, Elam, Kaide, Guti, Urartu vb. toplulukların Asya menşeli olmaları hakikati yanında bir de karşımıza Türk adı­ nın değişik söylenişleri Turki ve Turukku isimleri çıkmaktadır. Anadolu'nun bir diğer sakinleri de Hurriler ile Urartular idi. M.Ö. 2000'lerde Van gölünden Kızılırmak ve Yeşilırmak'ın Karadeniz'e döküldüğü yerlere kadar uzanan saha Hurriler'in hakimiyetinde idi. Daha sonra M.Ö. 13. yüzyıllar­ da Van gölü çevresinde Urartu hakimiyeti görülecektir. Hurriler ile Urartular'ın dilinin Sami ve Hind Avrupa dilleriyle herhangi bir yakınlığı yoktur. Yapılan incelemelerden HURRİ ve URARTU dillerinin fonoloji, sentax ve gramer bakı­ mından Asya menşeli oldukları ispat edilmiştir." (Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası sf. 52, 53). Tarihin tanığı arkeoloji biliminin sunduğu bu çok açık ve kapsamlı deliller Anadolu'daki Türk varlığının M.Ö. 4000 yı­ lına kadar uzandığını düşündürmektedir. Daha da ilginç olan Kürtler'in ataları arasında gösteril­ mek istenen HURRİ ve URARTU'ların da karşılaştırılabilir



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



79



özelliklerinin sadece Türk bölgesiyle ilişkilendirilebilmesidir. İ.Zeki Eyuboğlu da Anadolu Uygarlığı isimli eserinde Hurri di­ line genişçe yer verir ve bu dilin "Türkçeye yaklaşan" özelliklerini vurgular. (sf. 62) Sümerler ve Gutiler Sümerler ve Guti (Kut)lerin ırki ve dil özellikleri itiba­ rıyla tek "karşılaştırılabilir" unsurun Türkler olduğu artık kabul edilmiştir. Konuyla ilgili olarak Türk ve Batılı araştırmacıların bu gerçeği ifade eden çok sayıda eseri mevcuttur. Ancak, son derece objektif bir yaklaşımla konuyu incele­ yen Prof. Dr. A. Haluk Çay'ın a.g. eserinden aşağıdaki alıntılar aydınlatıcıdır. "Anadolu'daki ilk Türk varlığı ile ilgili olarak elimizde­ ki bilgiler Sümerler ve Kut (Guti) kavimlerine aittir. Özellikle Sümerler ile Kutlar (Gutiler)'ı kendilerine maletmek isteyen Kürtçü ideolojik yaklaşımlar bizi öncelikle Sümer ve Kut Me­ selesinin halline zorlamaktadır." "Bizim Sümerler'i veya Kutlar'ı Türk tarihine maletmek gibi bir endişemiz ve düşüncemiz olmadığını öncelikle belirtmemiz gere­ kiyor. Çünkü Türk tarihinin bu türden zorlamalara ihtiyacı yoktur." "Her şeyden önce Önasya'nın Sümer, Elam ve Hurri gi­ bi medeni kavimlerinin belli bir etnik grubu temsil etmediğini vurgulamak gerekiyor. Önasya'nın bu toplulukları, aynı çağ­ da ortaya çıkan Hindistan'daki, M.Ö. 2000'li yıllarda Uzakdo­ ğu da görülen büyük devletler ve medeniyetler kuran kavimler gibi, biri diğeri üzerine gelerek karışmış, tesalüp etmiş Konglomeralardan ibaret oldukları düşüncesi kanaatimizce yerindedir. Antropolojik buluntular, Sümer ve Kut dilinden Kalan örnekler Sümer, Kut, Elam, Hurri gibi adlarla anılan bu toplulukların bünyesine brakisefal Ural-Altay kavimlerinin



80



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



bilhassa atlı-göçebe Türk unsurların karışmış olduğunu gös­ termektedir. Eski Önasya Tarihi uzmanlarından Fr. Hommel, Sümerler'i tamamıyla bir Türk kavmi olarak kabul etmekte, Orta Asya'dan M.Ö. 5000'lerde kopan Türk gruplarının Önasya'ya geldiklerini ve Sümerler'i teşkil ettiklerini ileri sür­ mektedir. Sümer dilinden 350 kelimeyi Türkçe ile açıklayan Fr. Hommel'in bu iddialı tezine karşı V. Christian ile Benno Landsberger daha ihtiyatlı davranmakta, Sümerce'de Türkçe ile birlikte diğer Ural-Altay kavimlerinin de dil hatıraları ol­ duğunu kabul etmektedirler. B. Landsberger, Sümer dilinin özelliğini karşılaştırmalı olarak incelemiştir. Bilindiği gibi Sami dilleri kursif şekilde­ dir... Halbuki Türkçe bununla taban tabana zıt bir karakterde olup komplexif bir yapıdadır. Landsberger bu karşılaştırmayı yaptıktan sonra Sümer dilinin, yalnız fenomenolojik bakımından değil, aynı zamanda tarihi bakımdan bütün Asya boyunca uzayan dağlık havalide konuşulan geniş bir dil grubuna dahil olup, bu gru­ bun bugün de varlığını sürdüren Türk dilleri olduğunu kabul et­ mektedir. Sümer dilini sonradan kabul eden Akadlar bu dilin Önasya'nın diğer kavimleri arasında yayılmasında önemli rol oynamışlardır. Sümerlerle Türkler arasındaki münasebeti dil açısından araştıran bir diğer bilim adamı da Osman Nedim Tuna'dır. O. N. Tuna diller arasındaki münasebetin tesbitinde birtakım kriterler tesbit etmiştir. Ona göre: "Birbiriyle hiç ilgisi olmayan dünya dillerinde, tesadüfi kelime uygunlukları bir mucize kabilindedir. Örnekleri bir elin beş parmağını geçmez... Diğer yandan iki dil arasında, tarihi bir münasebeti ispatlamaya yetecek en az sayı­ daki benzer çiftin kaç olması hususunda belirtilen sayı oldukça dü­ şüktür. Benzerlik sınırlarını tayin eden şartların gevşeklik veya sı­ kılığı yalnız ikiden yediye kadar çift tarihi bir münasebeti ispatla­ maya kafidir. O. Nedim Tuna, Sümerce'de 165 Türkçe kelime tespit etmiş, bunların "tesadüfi benzerlik"le açıklanamayacağı-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



81



bunun matematik bakımından da mümkün olmadığını, ayrıca tesbit edilen bu kelimelerin büyük çoğunlukla "benzer­ lik" ve "uygunluk" sözlerinden de öte gerçek anlamda Türkçe olduğunu ortaya koymuştur... Yapılan tespitlere göre prehistorik dönemde Kutlar'ın (Gutiler) Hazar denizinin güneydoğusu ile Amuderya/Ceyhan (Oxus) nehri arasındaki bölgede yani Batı Türkistan'da otur­ dukları anlaşılmaktadır. M.Ö. 2500-2400 yıllarında Kutlar ba­ tıya yönelerek Zağros (İran-Irak sınırı) dağlık bölgesinin ku­ zeydoğusuna yerleşmişlerdir. Eski Akad (M.Ö. 2340-2159) zamanında başlayarak, Kut­ lardan kalan az sayıdaki belgede ve onlarla çağdaş olanlarda, eski Babil (M.Ö. 1894-1600) çağının geç zamanlarına kadar her devirden yazılı kaynaklarda geçen kişi, yer ve nesne adları toplanmıştır. Bu malzemenin değerlendirilmesi sonrasında B. Landsberger, "tarihte Türklerle en yakın münasebettar olan, hatta belki de Türkler'le ayniyet gösteren kabile Kutlar/Gutilerdir, demektedir." (age., si. 47, 48, 49,51) Sümer ve Guti (Kut) topluluklarının Türk menşeli olma­ ları Messoud Fany tarafından da benimsenmiştir. Yukarıdaki alıntılarda verilen bilgiye, Fırat kıyısında Mari bölgesinde bulunan tabletlerin Sümer nüfuzunun bölgede etkin oldukları döneme ait olduklarını ve bu tabletlerin 13'ünde TURUKKU isimli bir kavimin anıldığını da eklemek gerekir. Dolayısıyla, bu tabletler de Sümerlerin Türklüğünü düşündürebilecek tarihi belgelerdir.



Acaraylar Türklüğün Anadolu'da M. Ö. 17. asırda mevcudiyetine işaret eden bir başka veri de Hollanda'da yayınlanmış olan İs­ lam Ansiklopedisinde geçmektedir. Adı geçen eserin 4'üncü cildinin 839. sayfasında "Hititlerin bakiyesi (kalıntısı) sayılan Kite uruğu içerisinde ACARAY TÜRKLERİNİN (bkz., Aristov,



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



82



Jivaya Starina, Petesburg 1896, III-IV, 383) yaşamakta olduğu" bildirilmektedir. Kazak Kırgızlarında KİTA, Başkurtların Ha­ tay kabilesi içinde KİTİ kabileleri vardır. Rus etnologu Aristov bu kıtaları (Kita) Etilerle birleştirir." Sakalar Türklüğün Anadolu'daki yerleşiminin derinliğinin değerlen­ dirmesinde önemli bir unsur da İskit/SAKALAR'dır. M. Ö. 7. yy/da Kafkasya, Hazar üzerinden inerek Doğu Anadolu'yu ele geçirip Medleri 28 yıl egemenliklerine alan Sakalar (İskit) konusunda Yrd. Doç. İlhami Durmuş doktora tezinde şu bilgileri vermektedir. "Yaklaşık olarak M.Ö. 8. yüzyılda tarih sahnesine çıkan ve bu tarihten M.S. 2. yüzyıla kadar hakimiyetlerini devam ettiren İskit­ ler, doğuda Çin seddinden banda Tuna nehrine kadar uzanan geniş bir sahada varlıklarını biraz önce verilen rakamlardan da anlaşıla­ cağı üzere, yaklaşık olarak 1000 yıl gibi uzunca bir zaman koru­ muşlardır. Onlar bu coğrafyada Atlı Kavimler Medeniyeti'ni oluş­ turan kavimlerin ana grubunu meydana getirmiştir. Oldukça ge­ niş coğrafyaya yayılmış olan İskitler değişik kavimler tarafından tanınarak onların kaynaklarına geçmişlerdir." (İskitler, sf. 99) Eskiden bu yana en kuvvetli nazariye olan Ural-Altay ırkı na­ zariyesi ve bunlar içerisinde de İskitler'in Türklüğü fikri gitgide daha fazla taraftar bulmuş ve bilim adamları çeşitli yönleriyle meseleyi değerlendirmiştir. Biz de İskit tarih ve kültürü üzerine yazılı kaynakları inceleyerek ve arkeolojik malzemeyi de değerlendirerek yap­ tığımız bu çalışmamızda, ilk yurtlarının Türk coğrafyası ol­ duğunu belirterek, adlarının Türklükle olan bağlantısını or­ taya koyduk. Gerek Sus ve çevresinden toplanılan çivi yazık me­ tinler ve gerekse antik kaynaklardaki bazı adlardan İskitler'in diliy­ le Türk dili arasında bağlantı kurarak, elde edilen kelimeleri Türk­ çe ile irtibatlandırabiliyoruz. Saka tigrakhauda'ya ait olduğu kabul



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



83



edilen Eşik kurganından çıkarılmış olan yazı ve onun dili de bize Türkçe ve Türk yazısına götürmektedir. Bu kurgandan çıkartılmış olan yazının daha sonraki Türkler'in, özellikle Göktürkler'in kul­ landığı Orhun yazısının proto tipi olduğu kabul edilmektedir. İskitler'in dinlerinin, dillerinin, sanatlarının, gelenek ve göre­ neklerinin eski Türklerinki ile bağlantıları ve bu kadar çok yönlü benzerlikleri olması, İskitler'in büyük çoğunluğunun, özellikle ha­ ­­­ tabakanın Türk olduğu kanaatini doğurmaktadır. Çünkü bu de­ rece çok benzerlik ve hatta ayniyet bizi bu düşünceye sevketmektedir. Fakat zaman içerisinde batı kolu olarak kabul ettiğimiz grup, diğer etnik gruplar içerisinde eriyerek kaybolmuştur. Asıl ana kütleyi oluşturan Saka tigrakhauda ve doğu kolu olan Saka haumavarga da­ ha sonraki devirlerde de varlıklarını sürdürerek, Orta Asya'da ku­ rulan Türk devletlerinin ve günümüz Orta Asya Türklüğünün oluşumunda temel teşkil etmiştir. Günümüzde kendini hâlâ Saka olarak belirten Türk topluluklarının varlığı da bunu açık bir şekilde göstermektedir. (İskitler sf. 100,102) Ayrıca bugün Yakut Türkleri kendilerini SAKA olarak ta­ nımlamaktadırlar. Azerbeycan İran edebiyatındaki Efresyab efsanesindeki SAKA kahramanının ALPER TUNGA'nın Oğuz olduğu da belirlenmiştir. Bizanslı yazarlardan ATTALİATE de 4 "İskitlerle (Sakalar) Türkler aynı ırktandır" demektedir. Kendilerini SAKA kabul eden Yakut ve Altay Türklerinin yanısıra, Hunların ilk dayandığı kabileler arasında SAKAİT'ler vardır. Kaşgarlı Mahmud'un ünlü eseri Divanü Lügat5 it Türk'de SAKA "dağ yamacı" anlamına gelir. Çağatay 6 lehçesinde SAK "Yan" anlamındadır. SAKA eski Türkler­ de erkek adı olarak da kullanılmıştır. Kahramanlığıyla ün­ lü Türk boyu KIPÇAK başbuğunun adı da SAKA'dır.7 4 Age., sf. 56, Fahrettin Kırzıoğlu, Kars Tarihi, cilt I, sf. 81. 5 Kaşgarlı Mahmud, Divan-ü Lügat İt Türk, cilt III, sf. 226. 6 Süleyman Efendi, Lügat-i Çağatay, sf. 180. 7 Hilmi Göktürk, Türk Mührü, sf. 58.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



84



Bugün hâlâ Anadolu'da SAKA ismi taşıyan binlerce yıllık yerleşim merkezleri mevcuttur. Siirt'in Beytuşebap ilçesine bağlı bir köyün, Kütahya ve Zonguldak'ın il merkezlerine bağlı iki köyün isimleri SA­ KA'dır. Van'a bağlı bir köy SAK, Artvin'de bir köy SAKALAR, Çankırı'da bir köy SARA-ELİ, Artvin'de bir köy SIĞAPOR (por eski Türkçede dere) ismini taşır. Başta da belirtildiği üzere, Sakalar M.Ö. 7. yüzyılda (gü­ nümüzden 2700 yıl önce) Kafkaslar üzerinden hareketle Urartuları yenerek, Ön Asya'ya girmişler ve bütün Doğu Anado­ lu'yu ellerine geçirmişlerdir. M.Ö. 653'te Medleri yenerek, bu ülkede 28 yıl kalmışlar, Filistin'e kadar inmişlerdir. 625 yılında Medler'e mağlup olmaları sonucu bir kısmı Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da varlıklarını sürdürmüşler­ dir. Yukarıda verilen SAKA isimli yerleşim merkezleri Türk­ lerin Anadolu'da 2700 yıllık varlığının günümüz kanıtlarıdır.



Kardular Karduk olarak da anılan KARDULAR, İskitler' e bağlı bir kavim olarak düşünülür. Orta Asya ile bağlantılı oldukları bi­ linmektedir. Bugün dahi, Doğu Türkistan'da Kurtuk isimli bir Türk boyu mevcuttur. Bir Türk bölgesi olan Tiyenşan'ın gü­ neyinde Türklerle meskûn bir köyün adı KARDU(k)'dur. Kar­ duk kelimesinin anlam ifade ettiği tek dil Türkçe'dir. Kaşgarh Mahmud'un ünlü eseri Divan-ü Lügat it Türk'de, kardu(k), zemheri sıralarında su üzerinde yüzen fındık büyüklüğünde­ ki buz parçalan olarak tanımlamıştır. (Cilt: 1, sf. 419) Bu kelimenin birçok Türk lehçesinde kar çığı, sertleşmiş yatık kar anlamı taşıyan Kürt kelimesiyle anlam yakınlığı üzerinde durulması gereken bir husustur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



85



M-Ö. 2000 yılında bir sümer eşiktaşında Kardaka diye bir ülke ismine rastlanmıştır. Hakkında isminden başka bir bilgi bulunmayan bu ülkenin, bazı araştırmacılarca, Bitlis civarı olabileceği tahmin edilmiştir. Ancak bu tahmine bir dayanak gösterilmemiştir. .Kardu'lardan ilk söz eden kaynak, İran dönüşü paralı Yu­ nan askerlerinin ardçı komutanı Ksenophon'dur. Ksenophon, Onbinlerin Dönüşü isimli hatıratında, Dicle nehri, Hakkari, Bohtan ve Büyük Zap Suyu civarlarında karşılaş­ tıkları, İran'dan nefret eden, dağ doruklarını tutmuş, çok çe­ vik ve iyi savaşçı, usta okçular olarak tanımladığı Kardular hakkında geniş bilgi vermiştir. Bu bilgilere göre Kardular'm yaşam tarzları, tipleri, okla­ rı ve ok atışları aynen Saka Türkleri gibidir. Bugün, Anadolu'nun birçok yerinde ve de özellikle Sa­ kaların M Ö. 7. yüzyılda yaşadıkları bölgelerde Kardı, Kaıdu Gardi, Hartu, Kurtuk, Kırttk, Horük, Hortuk vs. gibi eski köy isimleri mevcuttur. Örneğin, Adıyaman'ın merkeze bağlı bir köyünün asıl adı Kardı'dır (yeni adı Ağaçkonak). Diyarbakır'ın Çermik ilçesi­ ne bağlı bir köyün adı Kardu'dur. Afyon'un Sandıklı, Mar­ din'in Savur ilçelerine bağlı 2 köyün adı Kardı"da (kardu(k)). Trabzon'un Akçaabat ilçesine bağlı bir köyün adı Gardı Me­ ra'da. Diyarbakır'ın Kulp, Sivas'ın Suşehri, Erzurum'un İspir ilçelerinde Hortık isimli birer köy mevcuttur. Yine Diyarbakır merkez, Malatya'nın Pötürge ve Siirt'in Beşiri ilçelerine bağlı birer köyün adı Kurfuk'tur. Urfa'nın Yaylak ilçesine bağlı 2 köyün adı da Kurtuk Ulya ve Kurtuk Sülfa'dır. (Hilmi Gök­ türk, Türk Mührü, sf. 61) Kardular hakkında geniş bilgi için "Kürtler" bölümünde "Karzu Tezi"ne bakınız. (sf. 190)



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



86



Hunlar Türklerin Anadolu'ya "açık" kimlikleriyle girişleri ise 1071 Malazgirt savaşından yaklaşık 800 yıl öncedir. Tarihi belgelerle ve yazıtlarla kanıtlandığı üzere Ana­ dolu'ya, miladi yıllarda ilk giren Türk devleti Hunlar'dır. Suriye-Irak sınırına yakın bir yerde bulunan DURA-EUROPOS yazıtı Hunların İÜ. yy. ortalarında başlarında Kapgan, Topçak, Tarkan Bey, Kubrat ve Kurtak gibi komutanlarla Doğu Anadolu'ya indiklerini kanıtlamaktadır. Hunların ikinci Anadolu seferi ise 395 te gerçekleşmiştir. Azerbeycan üzerinden Doğu Anadolu'ya inmişler ve buradan Antak­ ya, Urfa, Sur'u kuşatarak Kudüs yakınlarına kadar varmış­ lar, aynı yıl aynı yolla geri dönmüşlerdir. Komutanlarının isimleri ise Basık ve Kursıktır. 398 yılında Hunlar aynı bölge­ ye bir defa daha girip çıkmışlardır. 451 yılında Azerbeycan'da Mugan'ın güneyine yerleşerek burada Balasagan isimli bir şehir kuran Akhunlar Kuzey Doğu Anadolu'ya sürekli girip çıkmışlardır. Arap kaynakları bu Akhunları "Ekrad-ı Bilasagun" olarak tanımlamışlardır. Ekrad kelime­ sini iki anlamdan biri "Kürtler" diğeri "konar göçerlerdir". Kelimenin ikinci anlamını bilmeyen bazı araştırmacılar Ak­ 8 hunları Kürt olarak tanımlamışlardır. Bugün Anadolu'daki HUN köylerinin mevcudiyeti, Hunların buralara asırlar önce yerleştiklerinin kanıtıdır­ lar. Erzincan Lardusu'daki HUNLAR, Elazığ Palu'daki HUN, Bingöl Solhan'daki HUN, Muş merkezdeki HUNAN, Artvin Yusufeli'ndeki HUN GİMEK isimli köyler bu kanıtın örnekleridir.



8 Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 54, 55.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



87



Ağaçeriler 466 yılında Avrupa Hunlarına bağlı Ağaçeri Türk boyu Azerbaycan yoluyla Doğu Anadolu'ya gelmiştir. Sasani kay­ nakları bunları Ak-katlar, Bizans kaynaklan Akatzir olarak tanımlamaktadır. Ağaçerilerin bir bölümü Halep, Şam yöre­ lerine kadar inmişlerdir. Kafkasya, Mezopotamya ve Doğu Anadolu'da güçlü bir devlet kurmuş Karakoyunlular içinde önemli bir boy olarak bu Ağaçeri kavmi de mevcuttur.9 Tunceli'nin Malazgirt ilçesine bağlı bir köyün ismi HAÇERİ (Ağaçeri) ve aynı ilçeye bağlı diğer iki köyden birinin adı HAÇERİ SÜFLA diğerinin adı ise HAÇERÎ ÜLYA isimlerini ta­ şımaktadırlar. Sabirler-Hazarlar 558 yılında Azerbaycan üzerinden Doğu Anadoluya gelenler arasında bugünkü Hazer denizine adını veren ve Hazar Türk devletinin kumcularından olan Sabir (savar, su­ var, sihir) Türkleri de mevcuttur.10 Anadolu'da SABIR-SUVAR, HAZAR ve bu kelimelerin dönüşmüş şekillerini isim olarak almış pek çok köy mevcut­ tur. Bunlara ilaveten, KUMAN, KIPÇAK, Türklerinin bir bo­ yu olan YILAN (İLAN) ve BAŞKURT Türklerinin isimleriyle kurulmuş çok sayıda köy mevcuttur. Bu isimler bu Türkle­ rin Anadolu'da Oğuzlardan çok önceleri yerleşimlerinin kanıtlarıdır. SUVAR; Bitlis merkez, Van Erciş, Erzurum Oltu'da, ZUVAR Artvin Yusufeli'nde, SAYBIR Artvin Hers köyünde, SUVARLI Adıyaman Besni'de, ZUVAR Konya Beşiri'de, SAER Muş Genç'te, ZAVERA Trabzon Maçka'da, SIVAR Isparta Şarki-



9-10 Age., sf. 55, 56.



88



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



karağaç'ta, ZIVIR KEBİR, SIVIR SAGIR, Elazığ Palu'da, ZİVİR Diyarbakır Osmaniye'de, SEVİR Sivas Divrik'te, SUARA Art­ vin Ardanuç'ta, SAMIRHEV Artvin Borçka'da köy isimleridir. KAZAR Doğubeyazıt'ta, HAZAR Adapazarı merkezde, HAZARI Tunceli Çemişgezek'te, HAZAR(IK) Elazığ Ma­ den'de, HAZARI Van Merkezde, HAZAR(AN) Siirt Eruh'ta, HAZAR Kastamonu Cide'de, HOZARLIK Kastamonu Tos­ ya'da, HAZAR/KUZEN, HAZAR OZAN Trabzon Of ta, HAZER, Trabzon Sürmene'de köy HAZAR Elazığ Maden'de, Bucak isimleridir. Bunlara ilaveten KUMAN, KİMEK, KIPÇAK T ü r k köyle­ rinin isimlerini taşıyan birçok köy de mevcuttur. Diyarbakır Silvan'da GOMAN-TAHTANİ, Elazığ Mazgirt'te KOMAN, Si­ irt Garzan'da COMANI Tokat merkezde KUMAN (AT), Gire­ sun Alucra'da KUMAN, Malatya Pötürge ve Erzincan Kiğı'de KIMER, Erzincan KEMAH, Bitlis, Kastamonu, Kars Ar­ paçay, Ordu Ünye'de muhtarlıklar olarak KEMAH, Sivas Ha­ fik'te KIPÇAK. Eskişehir merkezde BAŞKURT, Erzurum merkezde BAŞ­ KURT DERE, Seyhan Karaisalı'da BAŞKIRT; Muş merkez, Er­ zurum Hasankale, Doğubeyazıt Karaköse, Elazığ Ovacık, Mazgirt, Tunceli Pertek'de İLANLI, Kars merkez, Sinop Boya­ bat, Tekirdağ Malkara, Kastamonu Taşköprü, Kars Arpaçay Gaziantep Kilis, Ankara Kızılcahamam, Kalecik, Urfa, Birecik, Çankırı Ilgaz, Muş Varto, Isparta Eğridir'de YILANLI, Trabzon Akçaabat'ta İLAN (OS), Zonguldak Safranbolu'da YILANLAR hep Türk yerleşimlerinin kanıtları olan köy isimleridir. Doğu Anadolu'daki 7 yüzyıl ve öncesi Türk varlığının önemli bir kanıtı 7. yy.'da yaşamış Ermeni Tarihçisi Moisey Kagankatvasinin yazdığı "Ağvan Tarihi"dir. Yazar bölge halkının Türklüğünü gösteren birçok bilgi verirken şöyle yaz­ mıştır. "Bu topluluklar uzun saçlı, mahir ok atan kimseler olup, taştan koç, at vb. gibi heykeller yontmakta da oldukça



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



89



usta idiler. İlahlarına da Khan-Tengri (Han Tanrı) derlerdi" Moisey'in bu toplulukları anlatırken değindiği tüm öğeler Türklüğe aittir.11 Buraya kadar aktarılan bütün veri ve tesbitler göster­ mektedir ki DOĞU ANADOLU "YERLİ UNSUR" OLARAK DİĞER BÖLGELERDEN ÇOK DAHA TÜRKTÜR. KÜRTLERİN KÖKENİNİ VE ÖZELLİKLE "BUGÜNKÜ TABAKASINI" ARAŞTIRANLARIN 2600-3000-4000 YIL ÖNCE TARİH SAHNESİNDEN ÇEKİLMİŞ KAVİMLERİ "KARIŞIM" UNSURLARI OLARAK ZİKREDERKEN, BU BÖLGEDEKİ "KÖKLÜ" VARLIKLARINI YÜZLERCE YIL VE BUGÜNE KADAR DA SÜRDÜRMÜŞ TÜRK UNSURU DIŞLAMALARINI ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR Tarihi verilere dayanılarak, Anadolu'daki Selçuklar ön­ cesi 'Türk unsur" mevcudiyetine bir başka örnek Bizans dö­ neminde Anadolu'ya yerleştirilmiş Türk Peçenek, Uz, Ku­ man, Bulgar topluluklardır. Selçuklular ve Osmanlılar Batıya yayıldıklarında bu Türklerle karşılaşmışlardır. Batı kaynakla­ rı da Alpaslan'la karşılaşan Roma İmparatoru Roman Diogen'in 200.000 kişilik ordusunda önemli bir grup olarak Uz'lar (Oğuz) ve Peçenekler'den (becene, 24 Oğuz boyundan biri) bahsetmektedir. Selçuklu kaynaklarında da 1071 Malazgirt savaşının kazanılmasında Roma ordusundaki Uz'ların ve Pe­ çeneklerin soydaşları Türklerin tarafına geçmesinin önemine değinilmektedir. Romalıların Türk grupları Muğla, Manisa, Tarsus, Misis, Antakya, Adana, Kilikya yörelerine iskan ettikleri de bilinmek­ tedir.



11 Rasim Efendiyev, Daşlar Danışır, Kençlik Baki, sf. 9 (1980).



90



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Abbasiler Dönemi Anadolu ve Azerbaycan'daki Arap istilaları dönemi bu bölgelere Arap ve Türk unsurların yerleştiği bir dönemdir. Bu dönem Hz. Ömer'in 637'de Güneydoğu'ya dayanan Arap or­ dularının Emeviler ve Abbasiler döneminde Güneydoğu, Do­ ğu Anadolu, Klikya'yı daha sonra Azerbaycan'ı işgallerine kadar sürmüştür. Romalılar Anadolu'daki bölgelerin bir kıs­ mını geçici olarak ancak 900'lerde geri alabilmişlerdir. Doğu Anadolu'nun büyük bir bölümü Erzurum dahil ol­ mak üzere daha halife Hz. Osman zamanında (644-656) fethedil­ miştir. Abbasiler dönemine gelindiğinde İslam-Bizans müca­ delesinin kilit noktaları olan "Sugur" adı verilen "uç" vila­ yetler olan Adana, Misis, Maraş, Malatya, Ahlat hattı Erzu­ rum dahil olmak üzere Arapların elindeydi. Anadolu'da 300 yıl süren Arap Bizans çekişmesi fevkala­ de önemli sonuçlar doğurmuştur. Araplar bu bölgelere egemen olabilmek ve egemenlikleri­ ni sürdürebilmek için işgal ettikleri yörelere büyük çoğunluk­ la Türkleri iskan etmişlerdir. Buralarda gerek "savunma" ge­ rekse "sefer" halinde dayanabilecekleri "askeri" garnizonları da kurmuşlardır. Özellikle Abbasiler döneminde gönderilen ordu­ lar ve "sugur'lara yerleştirilen askerler çoğunluk olarak Türklerdir. Esasen daha 753 yılında Emevileri yıkarken Abbasilerin dayandığı güçlerden biri Türklerdi. Bu Türklerin daha 753 yılı öncesi Irak'a geldiklerini göstermektedir. Abbasiler döneminde Türk nüfus, Türk askeri gücü öylesine yoğunlaş­ mıştır ki Abbasiler Türkler için özel bir şehir -Samarrakurmuşlardır. Bizansla 300 yıllık çekişmeleri sırasında Abbasiler gerek "yerleşik ordular" gerekse halk olarak Anadolu'ya büyük Türk toplulukları iskan etmiştir. Askeri garnizonlar sadece askerler­ den değil onların ailelerinden oluşmuştur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



91



Abbasilerin özellikle Anadolu'nun fethi ve Azerbay­ can'daki isyanları bastırmak için ordularının başında görev­ lendirdikleri ünlü Türk komutanlardan birkaçı şunlardır: Ebu Süleym Ferec el Hadim et-TURKİ, Muhammed b. SÜL, EL AFŞİN Haydar b. Kaus, Ebu's Sac, Mübarek et TURKİ, Zirek et TURKİ, BOĞA el-Kebir. 12 Hilmi Göktürk, Türk Mührü isimli eserinde H. Fehmi Turgal ve Prof. Dr. M. Fuat Köprülü'ye dayanarak ve pek çok belge zikrederek 760-925 yılları, Anadolu'daki Türk yerleşimi­ ne ilişkin şu değerli bilgileri vermektedir. "Mesudi de bir rivayetinde Malazgirt savaşından iki asır önce, Tarsus gemileriyle bir kısım VOLGA TÜRKLERİNİN Tarsus kıyılarına çıkarak o taraflarda yerleştiklerinden bahse­ der (10). Nureddini Şehidin babası İmadüddin Zengi'de Oğuzlar'ın bir kolu olan YIVA'ları Suriye sınırlarında yerleş­ tirmişti. Dahası Abbasi Devletinin Sultanlarından MUTASIM'ın, gerek Amuriyum ve gerekse Ankara üzerine gönder­ miş olduğu "büyük ordu, kumandanlarından son neferine kadar Türklerden meydana getirilmişti. Çok eski tarihlerden beri, Şimali Suriye ve Klikya havalisi de gayet kesif Türkmen kitleleriyle kaplıydı; "kezalik miladi 722'de çıkan bir kargaşa­ lığı bastırmak için, bu havaliye Suriye'den gelen OTUZBİN kişilik ordu Türklerden mürekkepti." Miladi 760'da, Abbasiler'in bu havalinin asayişiyle vazifelendirdiği bu ordunun da hemen hemen tamamı Türklerden teşekkül ettirilmişti. Diğer taraftan Bizans İmparatorlarından Aleksi Kommenos'un Muğla'ya, Andronikos'un Manisa'ya çok sayıda TÜRK OYMAKLARINI yerleştirdiklerini de biliyoruz. Binaenaleyh, daha birçok Bizans İmparatorlarının Türk kollarından



12 Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, Prof. Dr. Baheddin Ögel, Prof. Dr. H. Dursun Yıldız, Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Prof. Dr. Mehmet Eröz, Prof. Dr. Bayram Kodaman, Prof. Dr. Abdûlhaluk M. Çay, "Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu" sf. 4, 5.



92



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



BULGARLARI, HAZARLARI, AVARLARI, PEÇENEKLERİ, KUMANLARI, UZLARI kesif kitleler halinde Anadolu'nun muhtelif yerlerine yerleştirdikleri bilinen hususlar arasında­ dır. Hele Bizans ve Arap hudut boyları kesif Türk kitleleriyle kaplıydı. Çünkü sık sık Arap ve Bizans mücadeleleri "her iki tarafı da hudut boylarına savaşçı Türkleri yerleştirmeye mec­ bur etmişti. (12)" (sf. 9) Hilmi Göktürk, aynı eserinde, birçok kaynağa yer vere­ rek, Antakya, Adana, Klikya havalisinin Oğuzlar öncesinde ne denli Türkleştiğini belgelerle ortaya koymaktadır. "Abbasi Devletinin Sultanlarından Mustasım zamanında ge­ rek Amuriyum ve gerekse Ankara üzerine gönderilen ordunun ta­ mamı da Türklerden meydana getirilmişti. Eski tarihlerden beri, Şimali Suriye ve Klikya havalisi de gayet kesif Türkmen kitleleriy­ le kaplıydı. HALEP SALNAMELERİ üzerinde kıymetli araştırma­ lar yapan Sayın H. Fehmi Turgal da bu gerçeği ortaya koymuş ve hatta bu salnamelerde H 1290'dan 1310 yılına kadar olanlarının Antakya ahalisinden bahsettiğini ve Antakya Müslümanları ile Ermenilerinin Türkçe konuştuğu hususunda bir kaydın da mevcud olduğunu görmüş ve bu itibarla haklı olarak, bu hususa temas eden müellifimizin belirttiği gibi, "Değil Halep'te, o zamanlar İstan­ bul'da bile Türkçülük bir günah, milliyetçilik bir küfür sayılırken hiçbir iddia gözetmeyerek Halep salnamelerine yazılan bu gerçek ancak intakı hak tabiriyle ifade edilebilir. Çünkü gerek müslüman Türkler, gerek Gregoryen Türkler ancak Türkçe konuşabilirdi." (68) Ana lisanlarının Türkçe olduğunu gördüğümüz bu cemaat da eski Türkmenlerin birer kalıntılarından başka bir şey değildir. Da­ ha doğrusu hristiyan olmalarından ötürü, bu Türklere de Ermeni gözüyle bakılmıştır. Buna imkan yok ama, şayet ana lisanları Türk­ çe olan bu Türkmenleri Ermeni olarak kabul etse dahi "daha Küçük-Ermenistan krallığının yıkılmasından önce, Şimali Suriye ve Kilikya havalisi gayet kesif Türkmen kitleleriyle kaplanmış bulu­ nuyordu ki bunların büyük bir kısmı daha o sahada Ermeni Devle­ ti teşekkül etmeden, hatta Ermeniler oraya ayak basmadan önce ge-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



93



lip yerleşmişlerdi. Tafsilat için İBN-İ BATUTA'nın ilk cildinde bu havali hakkında verilen izahlara, (Cihan Nüma'ya, sf. 593) ve İbn Batata'dan hemen bir sonra o yerlerden geçmiş olan BERTRANDON de la BROQUİERE ve XVII. asra ait EVLİYA ÇELEBİ'nin verdiği kıymetli malumata bakınız. Eldeki tarihi ve coğrafi vesikalar bu meseleyi layıkıyla aydınlatmaya kafidir." (59) Mesudi de bir rivayetinde Malazgirt Savaşından iki asır önce Tarsus gemi­ leriyle bir kısım VOLGA TÜRKLERİNİN Tarsus kıyılarına çıka­ rak, o taraflarda yerleştiklerinden bahseder. Hatta Nureddini Şehi­ din babası İmadüddin ZENGİ'de Oğuzların bir kolu olan YIVA'ları Suriye sınırlannda yerleşmişti. Şayet daha eski tarihlere inecek olursak, "miladi 722'de çıkan bir kargaşalığı bastırmak için, bu ha­ valiye Suriye'den gelen OTUZBİN kişilik" ordunun tamamı Türklerden mürekkep olduğu gibi, miladı 760'da, Abbasiler'in bu havalinin asayişiyle vazifelendirdiği bu ordunun hemen hemen ta­ mamı yine Türklerden teşekkül ettirilmişti. Bu mühim hususları büyük ilim adamı merhum PROF. DR. M. FUAD KÖPRÜLÜ'nün kaleminden takip edelim. "Abbasiler zamanında Klikya'ya gelen İslam muhacirleri ara­ sında, Türkler, orada kesif kitle teşkil ediyorlardı. Milli bir ananele­ rine riayetle, eski SARUS ve PİRAMUS'a Türkistan'daki SEYHUN ve CEYHUN adlarını veren bunlardır. İslam sınırınm bekçi­ liği vazifesini gören ve TARSUS'u merkez ittihaz eden İslam emir­ leri arasında EBU SÜLEYMAN-AL TURKİ gibi birtakım Türkler de yetişmiş, hatta içlerinde sikke bastıranlar bile olmuştur. Bu saha Nikefor Fokas tarafından zapt olunduktan sonra da (M. 962-965), memleketin sarp köşelerinde Türk kitlelerine tesadüf olunuyordu. Selçuklu istilası buralara tekrar kuvvetli Türk kitleleri gelmesini ve Şimali Suriye ile beraber bu sahanın da son derece gelişmesini intaç etti. (Tafsilat için Taberi, Mes'üdi, İbn Havkal gibi eski Arap tarihçisi ve coğrafyacıları ile Schlumberger'in Un Empereur Byzantin adlı eserine ve bilhassa Ramazanoğlu'nun Ebi Amr Osman b. Abdullah b. İbrahim-al Tarsusi'nin Siyerü's-Sugur (Katib Çelebi, Keşfü'z-Zünün, c. 1. sf. 481)'una dayanarak yazdığı La Provinci D'Adana (Constantinople, 1920)'sma bakı-



94



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



nız. G. LeStrange, The Lands of the Eastern Caliphate (1905, chap, VI) ad­ lı mühim eseriyle, Ramsey'in Küçük-Asya Tarihi Coğrafyasına ve Lebeau'nun Bizans Tarihi'ne de müracaat olunabilir.) Sonraları doğrudan doğruya Anadolu Selçukluları'nın hakimiyeti altına veya metbu'iyyetine geçen bu sahada Ehl-i Salip (Haçlılar), kesif Türk Kitlelerine tesadüf ettiler (Albet d'Axie, Ehl-i Salip Müverrihleri Külliyatı, c. IV, sf. 342-354; Michaud) Türklerin bu sahadaki ESKİLİKLERİNİ ve ÇOK­ LUKLARINI ERMENİ TARİHÇİLERİ BİLE İNKAR EDEMİ­ YORLAR (Alichan, Sissouan. p. 42)" (70)" (sf. 31-32). Arap fütuhatları Anadolu'da 9. yy. başlarında daha Sel­ çuklular gelmeden önce Türk yerleşimine neden olmanın dı­ şında, Anadolu'nun etnik yapısında bir başka değişikliğe da­ ha sebep olmuştur. 300 yıl süren Bizans, Arap mücadelesi, savaşlar halkın geçim kaynağı olan tarım ve ticareti geriletmiş, halkı yoksul­ laştırmıştır. Yerli halk bölgelerini terketmiş, Anadolu ıssızlaşmıştır. Özellikle Arapların işgal ettiği bölgelerden kaçmıştır. Dolayısıyla 11. yy.'dan itibaren dalgalar halinde Anadolu'ya gelen Oğuz boyları ve diğer Türk grupları ciddi bir direnişle karşılaşmadıkları gibi zaman içinde Anadolu'da "çoğunluğu" sağlamışlardır. Selçuklular D ö n e m i Göktürkler'den ayrılarak Batı'ya doğru göç eden Oğuz­ lar 1040 Dandanakan savaşıyla Türk Gazneli Devletini yı­ karak Büyük Selçuklu İmparatorluğunun temelini atmış­ lardı. Selçuklular bu tarihten itibaren Anadolu'ya girip çık­ mışlar ve bölgeyi keşfetmişlerdir. 2072 Malazgirt zaferiyle Anadolu'ya girmişler ve ilk yerleşim başlamıştır. 1156 yılın­ da Sultan Sancar'ın. ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuştur. Bu yeni bir devlet olmaktan çok Bü­ yük Selçuklu devletinin yeni bir dönemidir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



95



Selçuklular tarihte 5 grup olarak incelenir; 1. Büyük Selçuklular (Horasan Selçukluları) 2. Anadolu Selçukluları 3. Irak Selçukluları 4. Şam Selçukluları (Suriye) 5. Kirman Sel­ çukluları. Büyük Selçuklular 1071'de Anadolu'ya girmiş, Oğuzların Anadolu'ya yoğun yerleşimi ise Anadolu Selçuklu­ ları döneminde gerçekleşmiştir. (1077-1302) Bu arada 1220'li yıllardaki Moğol istilaları sonucu çok ka­ labalık Türk kitleler Anadolu'ya ikinci bir dalga olarak gel­ mişlerdir. Ayrıca 1243 yılında Sultan II. Keyhüsrevi Kösedağ'da ye­ nerek Anadolu Selçuklu Devletini kukla haline getiren Mo­ ğollarla birlikte büyük Türk toplulukları Anadolu'da yerleş­ miştir. Moğol ordularının önemli kısmı Türklerden oluşmak­ taydı. Anadolu'nun Türkleşmesindeki dönüm noktalarından biri Bizansa karşı 1176 yılında II. Kılıçaslan tarafından kazanı­ lan Karamukbeli/Myriokefalon zaferidir. Yurt peşinde koşan Oğuzlar Anadolu'ya öylesine kararlı bir şekilde girmişlerdir ki, yeni vatanları için her şeylerini ortaya koymuşlar, Anado­ lu'ya sahip olabilmek için dişleriyle tırnaklarıyla mücadele vermişlerdir. Büyük devletler kurarak, deneyimli bir topluluk olarak Anadolu'ya gelen Oğuzlar özellikle atlı, kıvrak askeri bir güç olarak Bizanslıları adeta felç etmişlerdir. Hantal güçlerden oluşan Bizans orduları, sığındıktan kale ve burçlardan Oğuzların gelişlerini adeta seyretmişlerdir. Bizans ordularını oluşturan yerli halk Oğuzların üstün­ lüğünü görünce Batı'ya ve Güney'e göç etmeye başlamış ya da Selçuklulara sığınmıştır. Bizans özellikle "Rum" nüfusu sistemli olarak İzmit, İstanbul ve Trakya'ya göndermiştir. 300 yıl süren Arap-Bizans savaşlarında tarım, ticaret im­ kanı kalmayan halk, bir de Moğolların kendilerine hayat hak-



96



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



ki tanımayan vahşeti karşısında çareyi göçte ve kaçmakta bu­ luyordu. Selçuklulara karşı ordu kurmakta "yerli" halk unsurun­ dan yoksun kalan Bizans sürekli yenilgilerle gerilemekteydi. Oğuzlar Anadolu'ya geldiklerinden, Anadolu'nun etnik yapısı da homojen değildi. Oğuzlar Anadolu'ya geldiklerinde kendilerine karşı ko­ yan topluluklar Bizans egemenliğindeki Rumlar, Ermeniler ve Süryaniler idi. Burada, bugünkü Türk halkının, çeşitli unsurların ve bu ara­ da İslamı kabul ederek Türkleşmiş Rumların oluşturduğu "varsayı­ mını" ileri süren bazı araştırmacıların iddialarının büyük bir yanıl­ gı olduğuna da değinmek gerekir. Birincisi, özellikle Rum nüfus Anadolu'dan hızla çekil­ miştir, ikincisi Selçuklu'ya sığınan azınlıklar Türklerle karış­ mamışlardır. Bu gerçeğin görgü tanığı Arap gezgini İbn-iBatuta'dır. İbn-i Batu'ta Anadolu'da gezdiği şehir halkıyla ilgili açık bilgiler vermiştir. Ziyaret ettiği şehirlerde Türklerin, Erme­ nilerin, Rumların, Yahudilerin her birinin "ayrı ayrı" mahallelerde oturduklarını ve Rumların az olduklarını belirtmiştir. Evliya Çele­ bi de aynı tespitlerde bulunmuştur. Ayrıca, Sir William Ramsey Rum'lukla ilgili bir gerçeği de dile getirir. Anadolu Rumluğu DİN üzerine yerleştirilmiş bir mil­ lettir. DOĞRUDAN DOĞRUYA BİR MİLLET DEĞİLDİR. Grekler ancak Ortodoks kilisesinin sayesinde bir araya gelebildiler. ANADOLU'DA MİLLİYET VE MİLLET MANASINDA RUM­ LUK YOKTUR. (Hilmi Göktürk, Türk Mührü, sf. 44) Anadolu Rumlarının Grek'liği Prof. Manfred Krofman'ın 1998 yılında Truva kazılarındaki bulgularıyla artık iyice tartış­ malı bir hale gelmiştir. Bulgular Truvalı'ların Grek olmadığını, dillerinin bir Anadolu dili olan Luvi'ce olduğunu açıkça ortaya koy­ muştur. Ayrıca, Truva'da yaşayan topluluklardan birinin adının Türgiş olması da ilginçtir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



97



Anadolu'da Oğuz yerleşimini ayrıntılı olarak incelemiş lan C. Cahen'in pek çok kitapta yer alan aşağıdaki tespitleri birçok soruyu aydınlatmaktadır. "XI. yüzyıldaki Küçük-Asya'nın antik çağdakine benzemedi­ ğini hatırlatmakta yarar var... Her şeyden önce iki husus iyice be­ lirtilmelidir. Zayıf nüfus yoğunluğu ve halkın bir kısmının yeni menşei unsurlarından pek çoğunun YUNANLILAŞMAMIŞ ol­ ması, Küçük-Asya'nın çevresindeki vadiler, özellikle, bir tarafta Ege'ye doğru, diğer taraftan Ermenistan'da gayet kalabalık iseler de, Orta bölgenin yarı çöl iklimli yaylaları seyrek bir nüfus veya sadece nüfusun yoğunlaştığı birkaç noktadan ibaretti. Antik çağ sonunda kazanılmış olan halk zirai çalışmalar ve sulama işlerinde çalışmaya alışmış olduklarından çalışmalarına engel olacak istila hareketlerinde özel bir nazik duruma sahiptir. Halbuki bundan da­ ha beteri başlarına gelmişti. Arap istilası bir fetih ile sonuçlanma­ mış Bizans ise bunları tamamen geri atamamıştı. Ülke üçyüzyıl boyunca akınlara ve karşı-akınlara maruz kalmıştı. Halkın bu du­ rumdan son derece fazla acı çektiğini tahmin etmek hiç de zor de­ ğildir. ÜSTELİK BİZANS, YUKARI FIRAT TARAFLARINI BO­ ŞALTARAK BÖLGENİN AHALİSİNİ (Kİ BUNLAR HIRİSTİYAN TARİKATINA MENSUP OLAN PAULİCİENLER'DİR) SİSTEMLİ BİR ŞEKİLDE TRAKYA'YA SÜRÜYORDU. Cezire'nin Monofizistler'i Malatya bölgesine yerleşmişlerdi... Daha sonra Ermeniler, kalabalık bir şekilde ülkelerini terkederken Kapadokya, Kilikya, An­ takya ve Urfa taraflarına göç etmişlerdi."13 Aynı yazar, Anadolu'da önemli bir nüfus yoğunluğunun olmadığını bu şekilde açıkladıktan sonra, mevcut nüfusun bir bütünlük arzetmediğine, Rumların şehirlere yerleşmiş küçük bir azınlık olduğuna ve Rumlarla Ermenilerin arasında de­ 14 vamlı bir çekişmenin mevcudiyetine işaret eder. İbn-i Batuta ve Evliya Çelebi'nin tespitleri de bu yöndedir.



13-14 Age., sf. 6, 7 (C. Cahen, Le Probleme Ethnique en Anatolia, sf. 352, 353).



98



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Asırlar öncesi durum bu olduğu gibi 14. asra gelindiğin­ de bölgeyi gezen bütün batılı seyyahlar, elçiler Doğu Anado­ lu'yu Türkomania -Türk ili- olarak tanımlamışlardır. Ünlü İtalyan gezgin. Marco Polo bunlardan biridir. Daha sonraları da Doğu Anadolu'ya Türk ili denilmeye devam edilmiştir. Klavio, J. Barbaro gibi diplomatlar da bu tanımı kullananlar­ dır. 17. 18. yüzyıllarda bile batılılarca yayınlanan coğrafya eserlerinde Doğu Anadolu Türkomania -Türk ili- olarak ge­ çer. J. Garasset et Sauveur ve W. Gutrihe'nin eserlerinde,15 yazarı bilinmeyen Neuste Reisebeschreibung adlı eserde ta­ nım aynıdır. 17. yüzyılda Bingöl'ü gezen Evliya Çelebi bura­ daki Türkmen aşiretleri saysak bir kitap olur demiştir.16 Anadolu'nun ne denli yoğun bir şekilde Türkleştiğinin en önemli kanıtları, Selçuklular ve Osmanlıların ilk dönemle­ rinde kurulmuş beyliklerdir. 1. Yukarı Fırat'ta Saltuklar (1072-1202) Erzurum, Bay­ burt, Tercan, İspir, Oltu. 2. Aşağı Fırat'ta Mengücekler (1080-1228) Erzincan, Ke­ mah, Divriği ve Şebinkarahisar. 3. Bitlis ve Erzen'de Dilmaçoğulları (1084-1393) 4. Van Bölgesinde Sökmenliler (Ahlatşahlar) (1110-1207) Malazgirt, Ahlat, Erciş, Adilcevaz, Eleşkirt, Van, Tatvan, Sil­ van ve Muş. 5. Diyarbakır'da Yınal Oğulları (1098-1183) 6. Harput'ta Çubukoğulları (1085-1113) Harput, Palu, Çe­ mişkezek, Arabgir.



15 Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, Prof. Dr. Baheddin Ögel, Prof. Dr. H. Dursun Yıldız, Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Prof. Dr. Mehmet Eröz, Prof. Dr. Bayram Kodaman, Prof. Dr. Abdûlhaluk M. Çay, "Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu" sf. 46, 47. 16 Evliya Çelebi, Seyahatname, cilt 4, sf. 233 (Zuhuri Danışman).



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



99



7. Artuklar (12-15 yy.) Doğu ve Güneydoğu Anadolu; Harput, Palu, Siirt, Diyarbakır, Harran, Halep, Silvan, Ma­ latya, Hani, Mardin, Hasankeyf. 8. Karakoyunlu Türkmen devleti (1365-1496) Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Kafkasya, kısmen İran, Irak ve Herat. 9. Akkoyunlu Türkmen devleti (1469-1508) Karakoyunlu bölgeleri. 10. Danişmend Oğulları (1097-1178) Bayburt, Kayseri, Si­ vas, Maraş, Elbistan, Ankara, Çankırı, Çorum, Amasya, To­ kat bir ara Ünye, Bafra. 11. İnal Oğulları (1095-1195) Diyarbakır, Harput kısmen Tunceli. 12. Çobanoğulları; Kastamonu ve çevresi. 13. Çaka Bey; İzmir ve çevre adaları. Son ikisi dışında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yer­ leşik olarak hüküm sürmüş bu beylik ve devletlerin Türk­ men halkı 900 yılı aşkın bir süre içinde önemli ölçüde Kürtleşmişlerdir. Bu bölgelerde bugün Kürt olarak tanımlanan halkın ataları arasında Kürtleşmiş olan bu Türkler de mevcuttur. Osmanlıların ilk dönemlerinden başlayarak uzun bir süre Anadolu'yu denetleyen beylikler ise şunlardır: 1. Karamanoğulları; Konya 2. İnançoğulları; Denizli 3. Saruhanoğulları; Manisa 4. Aydmoğulları; Birgi, Keleş, Ayasluğ, Bodemya, Sultanhisar, Sard, Güzelhisar, Tire, Alaşehir ve kısmen İzmir. 5. Candaroğulları; Kastamonu, Sinop, Safranbolu, Taraklıborlıı, Çankırı, Kalecik, Samsun. 6. Germiyanoğulları; Kütahya, Tavşanlı, Gediz, Eğriöz, Simav, Eşme, Kula, Sirke, Selendi.



100



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



7. Hamidoğulları; Antalya, Teke ili. 8. Ramazanoğulları; Çukurova. 9. Dulkadiroğulları; Maraş, Elbistan. 10. Ertene/Eratna; Sivas, Kayseri. Özet olarak; Anadolu'daki Türk varlığının derinliğinin M.Ö. 2000 yılına uzandığım düşündüren fevkalade önemli veriler mev­ cuttur. Türkler Oğuz'lardan 800 ile 900 yıl önce Hun, Ağaçeri, Sabir olarak Anadolu'ya girmişlerdir. Romalıların Uz, Peçenek, Kuman, Kıpçak, Ağaçeri, Bulgar gibi Türk unsurları Anadolu'da iskan ettikleri bilinmektedir. Özellikle 8 ve 9. yüzyıllarda 9. yüzyıl­ larda Arap fetihleri sırasında "sugur"lar olan Erzurum, Malatya, Maraş, Ahlat, Tarsus, Misis, Antakya, Adana hattına büyük Türk gruplar yerleştirilmiştir. 1071 Malazgirt zaferi sonrası büyük bir güç olarak ve birkaç dalga halinde Anadolu'ya giren Oğuzların kurduğu Selçuklu devleti onu izleyen Osmanlı devleti dönemlerin­ de daha 15 yy. gelmeden Anadolu Türkleşmiştir. Dolayısıyla Türkler, Anadolu'da 13. yüzyıldan bu yana ege­ men unsur olagelmişlerdir. Sonuç olarak, Anadolu'nun Türkleşmesi M.Ö. 2000 yılında başlayan 4000 yıllık tarihi bir derinliğe sahiptir. Böylesine uzun bir süreç Türklerin Anadolu'nun yerlisi olarak tanımı için yeter­ lidir. Ayrıca, Türkler, Batılıların maksatlı olarak empoze ettiği gibi "çok karışık" bir unsur da değillerdir. Oğuzlar Anadolu'ya geldikle­ rinde Bizans, Arap çekişmeleri döneminde özellikle Rum nüfusu Ba­ tıya çekmişti. Halk göç etmişti. Oğuzların geldiği dönemde de Rum nüfusun Trakya'ya kaydırılması sürmüştü. Ayrıca Rumların Hristiyan Oğuzların Müslüman olmaları karışımı engellemiştir. Seyyahla­ rın da belirttiği gibi farklı din grupları farklı mahallelerde oturmak­ taydılar.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



101



Diğer yandan 13. yy/dan bu yana Türklerin önemli bir gru­ bunu oluşturan Aleviler inançları gereği 700 yıl boyunca dışarıya kız vermemiş, dışarıdan kız almamışlardır. Aleviliğin Alevi aileden doğma şartına bağlı olduğu da düşünüldüğünde Türklerin Anadoludaki en az karışık unsur oldukları gerçektir. Türkmen kökenli Nusayrilerde 1100 yıl dışarı kız alıp verme­ mişlerdir. Dolayısıyla, Türkiye halkının "çok karışık" olduğu iddiası, Batılıların, ulusal kimliği zayıflatmak amacıyla, aydın kesime, ka­ muoyu oluşturmada etkin yazarlara, gazete medya mensuplarına, eğitimcilere, siyasetçilere çok incelikle empoze ettiği fevkalade sa­ kıncalı yanlış bir kabuldür. Dünyada ırki anlamda saf olan hiçbir toplum yoktur. Onbinlerce yıllık insanlık tarihinde kimlerin ne zaman kim­ lerle karıştığını bilmek de mümkün değildir. Bugün antropo­ loji bilimi bütün teknolojik, bilimsel gelişmelere rağmen insanları ırki olarak tasnif edilemeyeceği gerçeğini kabul etmiştir. Ancak, bugün mevcut ulus devletleri oluşturan toplum­ lar için bugünkü "etnik kimlik tanımlarıyla karşılaştırılabilir" öl­ çütler mevcuttur. Türk halkının yaklaşık % 65'i, akrabaları arasında dahi, Türklük dışında ırki bir kökeni reddetmektedir. Önemli olan bunun doğruluğu ya da yanlışlığı değildir. Halk kendi ailesi­ ni, atalarını böyle bilmekte, böyle kabul etmektedir. Hiç kim­ senin kendi kökeni konusundaki inancını başkasının belirle­ meye hakkı olmadığı gibi, insanların tek tek kökenini belirle­ me imkanı da yoktur. Kaldı ki, bugün, Türk halkı kendi iradi kabulüyle % 95 gibi bir çoğunlukla Türk kimliğini benimsemekte, Türküm demektedir. Asıl önemli olan da budur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



103



TURCHİA ve TÜRK Bilimadamları ve araştırmacılar Türkiye kelimesinin İtalyanca'dan geldiğini kabul ederler. Prof. Dr. İlber Ortaylı bir makalesinde Cenovalı ve Venedikli tüccarların ve diplo­ matlarını 12. yüzyılda ülkemizi Turchia ve Turcmenia olarak tanımladıklarını belirtir. Prof. Dr. Abdûlhaluk Çay ise Turchia tanımını çok daha gerilere götürür ve Turchia tabirine ilk defa 6. yüzyılda Bi­ zans kaynaklarında rastlandığını belirtir ve şöyle der "Bu ta­ bir 9. ve 10. yüzyıllarda İdil / Volga nehrinden orta Avrupaya kadar uzanan saha için kullanılmıştır"1 Bu kullanımın Kafkasya bölgesinde Hazar Kaanlığı için Doğu Türkiyesi, Arpad hanedanın kurduğu Macar Devleti için Batı Türkiye­ si şeklinde olduğunu ve aynı tabirin 12. yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanıldığını belirtir.2 Burada önemli olan husus, Batılıların, Turkhia (Türkiye) halkına hiçbir zaman Türkiyeli demeyip, Türk (Turc) demele­ ridir. Kısacası, Türkler isimlerinim ülkeden değil, ülke is­ mini Türklerden almıştır. 12. yüzyıldan itibaren, Avrupalıların Anadolu'nun Türk'lerle meskûn olduğunu ve bu ülkedeki Türklerin çoklu­ ğunu vurgulamak için bu bölgeyi Turcmenia, Turkomania (Türk ülkesi) olarak adlandırdıkları ve bu ülke halkını Türk (Turc) olarak tanımladıkları görülmektedir.3 1 Prof Dr. Abdûlhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 95. 2 Age., sf. 93. 3 Prof. Dr. Bahaeddin Öğel, Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Prof. Dr. Mehmet Eröz, Prof. Dr. Bayram Koda­ man, Prof. Dr. Abdûlhaluk Çay, Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, sf. 43, 44, 45, 46.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



104



Anadolu'yu, Turkomania / Turchomania olarak tanım­ layanlar arasında daha önce de belirtildiği gibi ünlü gezgin Marco Polo (13. yüzyıl) ve sonrasında, Klavio, J.Barbaro gibi diplomatlar da mevcuttur. Neuste Reisebeschreibung adlı eserde Erzurum ve Van yöresi de Turkomania-Türkmenistan olarak anılmaktadır. 4 Yabancılar, Türk kelimesinin M.Ö 1582 Çin kaynakların­ da Tik / Tirk olarak tespitinden bu yana 5 Türkleri daima soy mensubiyetiyle tanımlamışlardır. Dolayısıyla, bugünlerde bir takım çevrelerce Türk kelimesinin yerine getirilmesi iste­ nen ve coğrafi mensubiyet ifade eden Türkiyeli tanımının hiçbir tarihi ve meşru bir dayanağı yoktur. Türk kelimesinin anlamı ise olgunluk (vakti) kemal ve kuvvetlidir. Türk kelimesinin Töre/Türe'den türediği iddia edilirse de bunun açık bir kanıtı mevcut değildir. Eski Uygur Türkçe'sinde Türk, güç, kuvvet anlamı da taşır.



6



Kaşgarlı Mahmud'un 11. yüzyılda yazdığı ünlü eseri Divan-ü Lügat-it Türk'te, Türk kelimesinin vakit anlamına geldiği ve "bütün meyvelerin olgunlaştığı zamanın ortası" olduğu belirtilir ve şu örnekler verilir. "türk üzüm odi" = üzümün olgunluk vakti. "türk yiğit" = gençlik çağının ortası, 7 "türk kuyaş odi" = gün ortası.



4



Prof. Dr. Bahaeddin Öğel, Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Prof. Dr. Mehmet Eröz, Prof. Dr. Bayram Koda­ man, Prof. Dr. Abdûlhaluk Çay, Türk milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, sf. 43, 44, 45, 46.



5



Hilmi Göktürk, Türk Mührü, sf. 4 (Prof. N. Namık Orkun, Edkinson ve De Groot'a atfen).



6



Age., sf. 5, 6 (F.W. Müller'e atfen).



7



Kaşgarlı Mahmud, Divan-ü Lügat İt Türk, Cilt: I, sf. 353.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



105



Ord, Prof. Sadri Maksudi Arsal Türk sözünün kuvvet ve kemal (olgunluk) anlamına geldiğini belirtir.8 İran (Acem) dilinde ise Türk güzel anlamında da kullanı­ lır. Marcel Devik eserinde Acemlerin kadın olsun erkek olsun genç bir güzele Türk dediklerini belirtir.9 Kısacası Batılıların haksız bir suçlamayla barbarlık tim­ sali kuvvet olarak tanımladıkları Türk, hükmettiği coğrafya­ larda sadece kuvvet değil aynı zamanda olgunluk ve güzel­ lik sembolüdür.



8 Ord. Prof. Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, cilt: 1, sf. 232, notu. 9 Hilmi Göktürk, Türk Mührü, sf. 6.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



107



KAŞGARLI M A H M U D * Divan-ü Lügat İt Türk'den Örnekler Kaşgarlı Mahmud hakkında eseri Divan'da kendi verdi­ ği kısa bilgi dışında başkaca bilgi yoktur. Bu kısa bilgiden babasının adının Hüseyin ve Barsgan şehrinden olduğu, kendisinin Kaşgar'da doğduğu anlaşılı­ yor. Kaşgarlı Mahmud, 2 kitap yazdığını söylüyor. Divan' ı dışında, yazdığı diğer kitabının adını "Kitab-ü Cevahir-in Nahvifi Lügat-it Türk" olarak bildiriyor. (Türkçe'nin nahiv ku­ ralları, dilbilgisi) İkinci kitabı bugüne kadar ele geçmemiştir. Kaşgarlı, Divanı'nı 1072-1074 yılları arasında yazmış ve kitabını, dönemin Abbasi Halifesi, Ebûl Kasım Abdullah'a sunmuştur. Kaşgarh Mahmud, Karahanlılar'ın güçlü döneminde, çok parlak bir bilgi çağında yetişmiş ve yaşamıştır. Kaşgarlı, büyük bir kültür adamı ve büyük bir dilbilim­ ci, bir bilgin olarak tarihteki mümtaz yerini almıştır. Kaşgarlı Mahmud'un önsözünde ve Türk kelimesiyle il­ gili bölümde, Türklükle ve Türklerle ilgili ifadeleri, O'nun müthiş bir özgüvene sahip, son derece vakur, onurlu, bilgi­ li ve bilinçli bir Türk milliyetçisi olduğunu ortaya koymak­ tadır. Önsözünde, adeta meydan okuyarak, Türkçe'nin döne­ min güçlü dili Arapça'dan hiçbir eksiği olmadığını, onunla * Kaşgarlı Mahmud ile ilgili bilgiler ve birinci bölümdeki alıntılar Besim Atalay'ın Divan-ü Lügat İt Türk Tercemesi adlı eserinden alınmıştır. (Türk Dil Kurumu, 1939)



108



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



"atbaşı" olduğunu vurguluyor (sf. 6) ve Türkçe ve Türklük­ le ilgili şu ifadeleri kullanıyor: "İmdi, bundan sonra Muhammed oğlu Hüseyn, Hüseyn oğlu Mahmud der ki: "Tanrının devlet güneşini Türk burçla­ rında doğdurmuş olduğunu ve onların ve milkleri üzerinde göklerin bütün teğrelerini döndürmüş bulunduğunu gördüm (O çağın "güneşbatmaz imparatorluğu" demektir). Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne ilbay kıldı. Zamanımı­ zın Hakanlarını onlardan çıkardı; dünya milletlerini idare yu­ larını onların Türkler'in ellerine verdi; onları h e r k e s e üstün eyledi; kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi; bu kimseleri, kötülerin -ayak takımının- şerrinden korudu. Okları dokunmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, bu adamların tuttuğu yolu tutmak oldu. Derdini dinletebilmek ve Türklerin gönlünü al­ mak için onların dilleriyle konuşmaktan başka yol yoktur. Bir kimse kendi takımından ayrılıp ta onlara sığınacak olursa o takımın korkusundan kurtulur; bu adamla birlikte başkala­ rı da sığınabilir." "Andiçerek söylüyorum, ben, Buhara'nın -sözüne güve­ nilir- imamlarının birinden -ve başkaca Nişaburlu bir imam­ dan işittim- ikisi de senetleriyle bildiriyorlar ki Yalavacımız (Hz. Muhammed) kıyamet belgelerini, âhir zaman karışıklıkla­ rını ve Oğuz Türkleri'nin ortaya çıkacaklarını söylediği sıra­ da 'Türk dilini öğreniniz; çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır' buyurmuştur." "Bu söz (hadis) doğru ise -sorgusu kendilerinin üzerine olsun- Türk dilini öğrenmek çok gerekli (vâcib) bir iş olur; yok, bu söz doru değilse, akıl da bunu emreder. (sf. 4-5) Kaşgarlı, Türk kelimesinin anlamım açıkladığı sayfa­ larda Türk'ü, şöyle tanımlar:



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



109



Türk : Tanrı yarlığayası Nuhun oğlunun adıdır. Bu, Tan­ rının, Nuh oğlu Türkün oğullarına verdiği bir ad­ dır. (sf. 350) "Bize 'ad' olarak Türk adını Ulu Tanrı vermiştir" dedik. Çünkü bize — Kaşgarlı Halef oğlu İmam Şey Hüseyn, ona da — denilen kimse, — denmekle tanınan — n ü n ahirzaman üzerine yazmış olduğu kitabında Ulu Yalavac'a (Peygambere) tanıkla varan bir hadisi yazmış; hadis şöyledir: — Yüce Tanrı 'Benim bir ordum vardır, ona "Türk" adı verdim", onları doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri, o ulusun başına musallat kılarım" diyor. İşte bu, Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü, Tanrı onlara ad ver­ meyi kendi üzerine almıştır; onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara 'Kendi Ordum' demiştir. Bununla beraber, Türklerde güzel­ ­­k, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, öğünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeye değer, sayısız iyilikler görülmektedir. Nitekim şu parçada gelmiştir: — Kaçan körse anı Türk Budun anğa anınğ aydaçı Munğer tegir ulugluk Mundanaru keslinür "Onu Türk boyları görse, bu adam için büyüklük ve ulu­ luk yaraşır ve ululuk bunda kesilir" der. Türk : Türk. Türk bu kelime hem müfret, hem cemi olak kullanılır. "Sen kimsin" anlamına olan — "kim sen" denir; buna — "Türkmen" diye cevap verilir "ben Türküm" demektir. — Türk süsi atlandı = Türk or­ dusu atlandı. Türk : Vakit a n l a m ı n a gelen bir kelimedir. Bütün meyvaların olgunlaştığı zamanının ortasıdır. "— türk



110



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



üzüm ödi = üzümün olgunluk vakti" "— türk kuyaş ödi = gün ortası", "— türk yigit = gençlik çağı­ nın ortası. (Olgun, kamil insan, atö) (age., sf. 350, 351, 352, 353) Kaşgarlı Mahmud işte böylesine milliyetçi bir Türk Kocasıdır. A. Besim Atalay Çevirisinden Türkçe Örnekler Alp



: Yiğit. Alp yağıda alcak çoğıda (yiğit düşman (karşısında) yumuşak huylu kişi savaşta belli olur)



Alp Ertong-a öldi mü



Alp (yiğit) Ertonga öldü mü



Issız ajun kaldı mu



Kötü dünya kaldı mı



Ödhlek öçin aldı mu



Felek öcün aldı mı



Emdi yürek yırtılır



Şimdi yürek yırtılır (parçalanır, atö)



At



: (Tok okunarak) At. Kuş kanatın, er atın (Kuş kanadıyla, er atıyla).



Bilge



: Bilgili, akıllı.



Em



: İlaç. Buradan alınarak, ilaç yapan adama "emçi" denir.



İm



: İşaret, parola. İm bilse er ölmes. Belgeyi (parolayı) bilen adam ölmez.



Kend



: Şehir. Bu sözden alınarak Kaşgar için Ordu Kend derler. "Han'ın oturduğu şehir" demektir.



Keluğizleyü



aktımız



Seller gibi aktık



Kendler üze çıktımız



Şehirler üzerine çıktık



Furxah ewin yıktımız



Put evini yıktık



Buncan üze sıçtımız



Putlar üzerine yehdezledik



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



Kırk



111



: Kırk (40)



Ogüt : Öğüt. Algıl ogüt mendin oğul erdem dile Oğul, benden öğüt al, erdem dile Boyda uluğ bilge bolup bilging ula Ulus (boy) arasındaki büyük bilgin ol, bilgini yay. On



: On (10)



Ot



: Bitki, ot. Ot ondi (ot, bitti).



Ot



: Hayvan yemleri için hepsine verilen isim. Atga ot bergil (Ata ot ver).



Ot



: İlaç. Ot içtin (İlaç içtim).



Ot



: Ateş. Ot tese ağız köymes (Ateş demekle ağız yanmaz).



Oynaş



: Başka biriyle sevişen kadın. (Bugünkü Türkçe'de; Eli işte, gözü oynaşta)



Öz



: Öz, kendi, nefs.



Körtlüğ tonuğ özünğge



İyi elbiseyi kendine



Tatlığ aşığ adhınka



Tatlı aşı başkasına



Tutgıl konıg agırlığ



Konuğu ağırla



Yadhsun çawınğ budhunka



Ününü herkese yaysın



Tüzün



: Yumuşak huylu adam, halim.



Tüzün birle uruş, utun birle tireşme. Yumuşak huylu kimselerle uğraş, kötülerle direşme (Çünkü yumuşak huylu adam bu gibi şeyleri kaldırır, fakat kötü huylu adam seni ezer)



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



112



Uçmak



: Cennet.



Türlüğ çiçek yarıldı



Türlü çiçekler açıldı



Barçın yadhım kerildi



İpek (kumaştan) yaygı serildi



Uçmak yeri körüldi



Cennetin yeri görüldü



Tumtuğ yana kolgüsüz



Zaman ılıdı, kış gene gelecek değildir.



Us



: Hayır ile şerri ayırt ediş (Oğuzca). Ol US boldı (O hayır ile şerri ayırd etti). (İyi ile kötüyü ayırdetmek, atö).



Uz



: Uz kişi. Eli işe yaraşıklı, udumlu kişi.



Uz bilge



: Çok akıllı.



Üç



: Üç (3)



B. Ali Çiçekli'nin Eserinden (Kaşgarlı Mahmut) Türkçe Örnekler* 1. Kelimeler Bezendi



Uragut bezendi (Avrat süslendi)



Bilgelendi



Er bilgelendi (Adam akıllılaştı).



Erk



Saltanat ve sözügeçerlik.



Esenledi



Selamladı



Okumak



Olmengi okudu. O, beni çağırdı. (Düğüne, törene) (Okumak, Anadolu'da aynı anlamda kullanılır. K. Maraş'ın Pazarcık ilçesine bağlı Yumaklıcerit köyünde ayrıca davetiye "okuntu" denir, atö)



* Ali Çiçekli, Kaşgarlı Mahmud, Divan-ü Lügat İt Türk, May Yayınları, 1970.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER Ötük



113



: Hikaye (öykü).



Sökmenledi : Er sökmenlendi. Adam kahramanlaştı. Ucuzladı



: Aşağıladı (hakaret etti).



Uzluk



: Sanat



Yanut



: Karşılık, bedel.



Yerdeş



: Hemşehri. Yerdeş kişi. Bu, iki kişinin aynı şehirden olmasıdır. Birbirlerine "yerdeş" derler.



Yetik



: Yetik er. İşlerinde becerikli, güç işleri başaran adam.



Yulduz



: Yıldızlara verilen genel ad. Müşteri yıldızı



: Erentüz



Mizan yıldızı



: Karakuş



Süreyya yıldızı



: Ülker



Yedi Kardeşler



: Yedigen



Kutup yıldızı Yükünç



: Temürkazuk



: Namaz (Kıpçakça). Tengiriye yükünç yükündi (Tanrıya namaz kıldı).



2. Atasözleri Ot tese ağız köymez: Ateş demekle ağız yanmaz Ağız yese köy uyadhur: Ağız yeyince göz utanır. (Birinin armağanı yeyip, işini görmeyen, bu yüzden sıkılan kimse için kulla­ nılır) Kız birle küreşme, kısrak birle yarışma: Kız ile güreşme, kısrak ile yarışma. (kaybedersin) Alın arslan tutar, küçin sıçgan tutmaz: Al hile ile aslan tutulur, güç ile sıçan tutulmaz.



114



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Korkmuş kişige koy başı koş körünür: Korkmuş kişiye koyun başı çift görünür. Yalngus kaz ötmes: Yalnız kaz ötmez (eş gerek) Koç kılıcu kınka sıgmaz: Çifte kılıç kına sığmaz (iki kılıç bir kına sığmaz) Nice yitik biçek erse öz sapın yonumas: Nice keskin bıçak olsa (bıçak nice eskin olsa, atö), sapını yontmaz. (yontamaz, atö) Ulugu uluglara kut bulur: Büyüğünü ululayan kut bulur. Alpler birle uruşma, begler ile duruşma: Yiğitler ile vu­ ruşma, beyler ile duruşma (karşı durma, atö) Agılda oglak togsa, arıkta otu öner: Ağılda oğlak doğun­ ca, derede otu biter. Ay tolun bolsa, eliğin imlemes: Ay dolun (öndördü) olun­ ca, elle işaret etmeye gerek kalmaz. Aç ne yemes, tok ne demes: Aç ne yemez, tok ne demez. Bir tilki terisin ikile soymas: Bir tilkinin derisi iki kez so­ yulmaz. Tegirmende togmus sıçgan, kök köktegingge korkmas: Değirmende doğmuş sıçan gök gürlemesinden korkmuş. 3. Şiirlerden dörtlükler: Tünle bile göçelim Yamar suvın keçelim Terngük suvın içelim Yuvga yagı ovulsun



Gece ile göçelim "Yamar" suyun geçelim Kaynak suyun içelim Yufka düşman ovulsun



Opkem kelip ogradım Aslanyayu kökredim Alpler başm togradım Şimdi meni kim tutar



Öfkem gelip fırladım Aslan gibi kükredim Alpler (yiğitler) başını doğradım Şimdi beni kim tutar



Kaşgarh Mahmud'u rahmetle anıyorum.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



3. Alkaevli/Alka-bölük 4. Karaevli/Kara-bölük



5. Yazır 6. Döğer 7. Dodurga 8. Yaparlı



9. Avşar/Afşar 10. Kızık 11. Beğdili 12. Karkın



GÖK HAN OĞULLARI



2. Bayat



DAĞ HAN OĞULLARI



1. Kayı



DENİZ HAN OĞULLARI



YILDIZ HAN OĞULLARI



AYHAN OĞULLARI



GÜN HAN OĞULLARI



OĞUZ HAN OĞULLARI 24 OĞUZ BOYU BOZOKLAR ÜÇOKLAR



13. Bayırıdır 14. Peçenek/Becene 15. Çavuldur 16. Çepni



17. Salur 18. Eymür/Emir 19. Alayundlu 20. Üregir/Yüregir



21. İğdir 22. Büğdüz 23. Yıva 24. Kınık



115



116



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



117



ALEVİLER Alevi kelimesinin dini bir tanım olarak anlamı Hz.Ali'ye intisabı olan (mensubiyet), Hz.Ali'ye bağlılığı olandır. Şia ke­ limesinden gelen şii kelimesi de dini tanım olarak alevi keli­ mesiyle benzer anlamdadır. Şia'nın kelime anlamı "taraflı­ lar", "yardımcılar"dır. Hz. Muhammed'in ölümünden sonra (632) ortaya çıkan hilafet meselesinde HzAli'nin yanında yer alanlara, halifeliğin onun hakkı olduğunu savunanlara Şia'yı Ali denmiş, sonraları bu grup kısaca Şia olarak tanımlanmış­ tır. Bu grupta yer alanlara da "Şia'dan olan" anlamında şii denilmiştir. Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere, şii ve alevi kelimele­ ri "Hz.Ali yandaşlığı", "Hz.Ali'ye bağlılık" bağlamında an­ lamdaştırlar. Bu nedenle de, genel anlamda, her iki kelime de Hz. Ali ve onun soyuna bağlılığı, sevgi ve saygıyı esas alan bütün grupları kapsayan bir ekolü ifade eden ortak bir tanımdır. Ancak, Bu genel tanım içinde yer alan yol, tarikat, fırka ve mez­ hep gruplarının her biri oluştukları dönemin toplumsal, tari­ hi, siyasi şartlarına bağlı olarak, birçok kabulleri ve inanç ya­ pıları itibariyle farklıdırlar. Dolayısıyla bunların her birini ay­ rı ayrı değerlendirmek gerekir. Bugün, Caferi mezhebini benimseyen İran Şiiliği'nin, Ağa Han ve sonrasında Kerim Han'ın lideri olduğu İsmailiy-



Ehl-i Beyt: Alevîlere göre Hz.Muhammed'in ev halkı; Hz.Muhammed, Hz.Ali, karısı Fatıma, oğulları Hasan ve Hüseyin. * İmam: Alevilerin, her türlü kusur ve günahtan arınmış, Kur-an'ın öz anla­ mını bilen ulu kişiler olarak benimsedikleri, Hz.Ali, oğulları Hasan ve Hü­ seyin ile onların soyundan gelen dini önderler.



118



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



ye Batıniliği'nin, Nusayri Aleviliği'nin (Hatay ve civarı) Ehl-i Beyt* sevgisi ve imam inana* dışında hemen hiçbir benzer­ likleri yoktur. Bu kitabın konusu olan Anadolu Aleviliği ise, yukarıda sayılan ve tarihte var olmuş bütün şu, batini* inançlardan büsbütün farklı, Oğuz Türklerinin Anadolu'da geliştirip bi­ çimlendirdiği bütünüyle kendine özgü bir İslam yorumudur. 12. yüzyıldan 16. yüzyıl başlarına kadar Anadolu'da ge­ lişip, kurumsallaşan ve özellikle kırsal kesimde yaygınlaşan Anadolu aleviliği, Oğuz Türkleri'nin Orta Asya kökenli inanç ve kültür değerlerine, kendi sosyal şartlarına ve yaşam tarzına bağlı olarak gelişip biçimlenmiş, 12. ve 13. yüzyıllar­ da Anadolu'da İslam aydınlamasına damgasını vurmuş Ah­ met Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli* gibi Türkmen bilgelerin öğretilerinden büyük ölçüde etkilenmiş bütünüyle kendine özgü bir inanç,bir kültür, bir felsefedir. Bu nedenledir ki, Anadolu alevileri tarihte, alevi olarak değil, Kızılbaş* olarak adlandırılmışlardır. Kızılbaş kelimesi Anadolu aleviliğinin özgünlüğünü ve Türklüğünü vurgula­ yan anlamlı bir tanımdır. Türkiye'deki Alevi Gruplar Türkiye'deki aleviler; Anadolu Alevileri ve Nusayriler olarak başlıca 2 grupta toplanabilir. İran Şiiliği'ni benimse­ yen türkmen Azerileri ise ayrı bir grup olarak değerlendir­ mek gerekir.



* * *



Batıni : Alevi anlayışına göre islamın öz anlamını, Kur-an'ın lafzi (zahiri) olmayan iç (batın) anlamını esas alan. Hacı Bektaş Veli : Alevilerce bir alevi ulusu ve Bektaşiliğin kurucusu ola­ rak kabul edilir. Kızılbaş : Anadolu alevileri başlarına türkmenlerin simgesel giysisi olan kırmızı börk giydikleri için tarihte bu isimle anılmışlardır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



119



1. Anadolu Alevileri Nüfusları, bugün, 12 milyon civarında tahmin edilen Anadolu alevilerinin yaklaşık 10.5 milyonu kendilerini Türk­ men, 1 milyonu Kürt (Kırmanç), 500.000'i Zaza olarak tanımlar. Bütün dünyada Oğuzlar konusunda en büyük otorite olarak kabul edilen Prof. Dr. Faruk Sümer'in Safevi Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türkleri'nin Ro­ lü isimli kitabı (Türk Tarih Kurumu, 1992) Türkmen Alevilerin soy kütüğü niteliğindedir. Bu kitaptaki bilgilerden, bugün Anadolu'nun çeşitli yörelerinde yaşayan Alevilerin, hangi Oğuz boyundan, oymağından geldiklerini dahi tespit etmek mümkündür. Bilindiği üzere, bir Türk devleti olan İran Safevi Devleti'nin kurucularının tamamı, Türk Safevi soyundan Şah İsmail'i İran tahtına oturtan (1501) ve bu devleti 100 yılı aşkın bir süre yöneten Alevi Anadolu Türkmenleri'dir. Kendilerini Zaza ve Kürt (Kırmanç) olarak tanımlayan alevilerin de asli kimlikleri itibariyle Türkmen oldukları araştırma ve belgelerle açık olarak ortaya konulmuş bir ger­ çektir. Bu gruplar, Selçuklular dönemindeki alevi Babai İsyanı sonrasında (1240) Devlet tarafından dışlanan, Osmanlılar dö­ neminde ise ağır baskılar karşısında, varlıklarını koruyabil­ mek için Kürtlerin ve Zazaların yoğun olduğu, ulaşılması zor, sarp, dağlık bölgelere çekilen, buralarda kimlik değişimine uğrayan Alevi Türkmenler'dir. Bu kimlik değişiminde belirleyici etmen kültür ve yaşam tarzı olmuş, alevilerin grup dışı evliliğe kapalı bir toplum ol­ maları ve alevi sünni karşıtlığı gibi nedenlerle, bu Türkmenler, o tarihlerde yaklaşık 600-700 yıldan beri sünni olan Kürt ve Zazalarla evlilik bağı kurmayarak ırki niteliklerini büyük ölçüde korumuşlardır.



120



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Bugün bile, alevi Kürtlerin ve alevi Zazaların ibadet dil­ leri, bu toplulukları oluşturan aşiretlerin isimlerinin büyük çoğunluğu, bu toplulukların yaşadığı bölgelerdeki coğrafya ve yerleşim birimlerinin özgün isimleri Türkçedir. Kendisi alevi ve Zaza olan, 30'u aşkın eseri içinde alevilik ve aleviler üzerine çok sayıda kitabı bulunan araştırmacı yazar Cemal Şener, Aleviler/in Etnik Kimliği isimli kitabın­ da (Etik Yay, II. Basım,1992) alevi Zazaların ve alevi Kürtlerin asli kökenleri itibariyle Türk olduğunu açık olarak belgelerle ortaya koymuştur. Cemal Şener gibi bir çok alevi araştırmacı, yerli ve ya­ bancı bilimadamı da alevi Zazaların ve alevi Kürtlerin aslen Türk olduklarını tespit etmişlerdir. Bu gerçek, Osmanlı arşiv belgeleriyle de doğrulanmaktadır. (bkz, Zazalar) 2. Nusayriler Nusayriler, Hatay il merkezi, Samandağ ve kısmen Ada­ na, Mersin, Tarsus ve İskenderun'da yaşayan bir topluluktur. Nüfusları yaklaşık olarak 350.000'dir. Nusayri aleviliği gerek ibadet esasları gerekse inanç ya­ pısı ve de gerekse gelenekleri itibariyle Anadolu aleviliğinden çok farklıdır. Mezhebin kurucusu, Alevilerin 11. İmamı Hasan'ul As­ keri'nin öğrencisi Muhammed bin Nusayr'dır (öl. 873). Mez­ hebi sistemleştirip yayan ise Hüseyin bin Hamdan kabul edi­ lir. Nusayriler Suriye nüfusunun yaklaşık %15'ini oluşturur. Ayrıca, Lübnan'da da Nusayri bir grup mevcuttur. Nusayriliğin çıkış merkezi Irak'tır. Türkiye'de Nusayrilerin önemli bir kısmı kendini Arap olarak tanımlar. Bir kısmı ise kendini Horasan Türkmeni, bir kısmı da Eti Türkü olarak görür.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



121



Esasen, Türkiye Nusayrileri, büyük çoğunluk olarak, as­ li kökenleri itibariyle Türkmendirler. Bu, birçok yerli ve yabancı bilim adamı tarafından Halep Salnameleri'ne Antakya Kilisesi kayıtlarına, Mesudi, Taberi, İbn-i Havkal, İbn-i Batuta Tarsusi gibi Arap tarihçilerinin eserlerine, Selçuklu ve Bizans kaynaklarına, antropolojik verilere dayalı olarak tes­ pit edilmiş bir gerçektir. (bkz. Nusayriler) Ancak, Irak ve Suriye'de anadillerini unutmuş, sonradan Abbasiler tarafından Bizans'a karşı bir güç olarak Anadolu'ya yerleştirilmiş olan Nusayrileri çevre halk ve Devlet Arap ola­ rak görmüş, aslen Horasan Türkmeni bu topluluğu adeta Araplığa itmiştir. Bu yanlış bugün de devam etmektedir. 3. Şiiler (Caferi) Nüfusları yaklaşık olarak 300.000 civarında tahmin edi­ len, çoğunluk olarak Kars, Iğdır, Ardahan ve İstanbul'da ya­ şayan Şiilerin tamamı Azeri Türkü'dürler. Ayrıca, basında yer alan bilgilere göre Türkiye'de, İran rejiminin baskısından kaçarak Türkiye'ye sığınmış olan ya da kaçak işçi olarak çalı­ şan, ancak Türk vatandaşı olmayan yaklaşık 500.000 Şii Aze­ ri Türkü mevcuttur. Daha önce de belirtildiği gibi, Caferi mezhebini benimse­ yen Iran Şiiliği ile Anadolu Aleviliği arasında Ehl-i Beyt sevgisi ve imam inana dışında hemen hiçbir ortak yan yok­ tur. Hatta, ibadet ve islam anlayışı itibariyle bu iki mezhep birçok temel kabulleri itibariyle karşıttırlar. 4. Türkiye dışında var olan Alevilik ve Bektaşilik bu yö­ relere özellikle Balkanlara Anadolu'dan yayılmıştır. Anado­ lu'da aleviler, yerel olarak Abdal, Sıraç, Çepni, Tahtacı, Yö­ rük, Yerli, Türkmen gibi isimlerle de tanımlanırlar.



122



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Sonuç olarak; Anadolu Aleviliği, Oğuz Türkleri'nin Anadolu'da ge­ liştirip biçimlendirdiği bütünüyle kendine özgü, Ehl-i Beyt sevgisi ve imam inana dışında diğer şii, batini ya da alevi olarak tanımlanan inançlardan farklı bir İslami yo­ rumdur ve Anadolu Alevileri 700 yılı aşkın bir süre grup dışı evliliği kapalı yaşamış bir toplum olarak ırki nitelik­ lerini en iyi şekilde korumuş Anadolu'daki en saf Türk unsurdur. Bu nedenle de, Anadolu alevilerini Türklük dışında baş­ ka bir etnik kimlikle tanımlamak mümkün değildir. Alevilik, Bektaşilik, Caferilik Yesevilik, Nusayrilik Günümüz Türkiye'sinde Alevilik, Bektaşilik ayırımı yoktur. Bilinen süreç içinde Alevi, Bektaşi tanımlarında kü­ çük "ayrıntılar" söz konusu edilmiştir. Bugün Aleviler dini önderler olarak üç gruba bağlıdır; Seyyidler-Şerifler, Çelebiler, Dedebabalar. Daha yaygın olan Çele­ bilerdir. Bu ayırımlar dedelerin soy kütüğüyle ilgilidir. Seyyid ve Şerifler -bir şekilde- soylarını Hz. Ali'ye, Çelebiler ve Dedebabalar Hacı Bektaş Veliye bağlarlar. Dedebabalar kü­ çük bir gruptur. Dedebaba "bektaşilerinde" musahip tutma yoktur. Aleviler'de seyyidlik ve şeriflik babadan oğula geçer. Bektaşiler'de ise, çelebi ve dedebabalar seçimle belirlenir. Ayrı­ ca, Alevilik bir mezheptir, Bektaşilik ise, bir tarikattır. Sonuç olarak, bütün Bektaşiler Alevidir, ancak, bütün Aleviler Bektaşi değildir. Hoca Ahmet Yesevi (öl. 1167) Doğu Türkistanlı bir Türkmendir. Döneminde ünü Horasanı sarmış, taşarak Anado­ lu'ya ulaşmıştır. Anadolu'nun Türkleştirilmesinde, gönderdi-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



123



ği yüzlerce alperenle efsaneleşmiştir. Yesevi'nin kendine atfedilen eserini ve eğitimini göz önüne alan araştırmacılar onun sünni olduğunu savunurlar. Hacı Bektaş ve Ahmet Yesevi sünni ya da değildirler -bu kitabın konusu dışındadır- ancak bilinen odur ki, her ikisi de türkmendir, düşüncelerini engin bir "hoşgörü" temellendirir ve de türkmen töresine, geleneğine, yaşam tarzına uygun di­ ni anlayışa sahiptirler ve de Anadolu Aleviliği'nin oluşu­ muna katkıda bulunduklarından, uygun ortam yarattıkların­ dan, kuşku duyulmaz. Aleviler Ahmet Yesevi'yi sever, sayar, ulularlar. Ancak Yesevilik diye bir Alevi kolu yoktur. Hacı Bektaş Veli alevilerce bir alevi ulusu ve Bektaşili­ ğin kurucusu olarak kabul edilir. Caferilik, İran Şiiliği'nin yorumu temelinde, Kur-an'da farz kılınan ibadetlerin eksiksiz yerine getirilmesini, Kur­ an'da emir ve yasaklara tam olarak uyulmasını zorunlu gö­ ren Şii bir mezheptir. İsmini 6. İmam Cafer'üs Sadık'tan alır. Ancak mezhebin kurucusunun Cafer'üs Sadık olduğu tartış­ malıdır. Anadolu Alevileri de Cafer'üs Sadık'ı imam olarak be­ nimser, ona büyük sevgi ve saygı duyarlar. Cafer'üs Sadık'ın eseri o l d u ğ u düşünüldüğünde Buyruk ve Hüsniye, Anado­ lu Alevileri için adeta kutsal kitaplardır. Buyruk'un, esasen, alevi erkannamelerinden oluştuğu düşünülür. Anadolu Aleviliği'nin benimsediği Caferilik ile İran Şiiliği'nin mezhebi olan Caferilik, Hz. Ali ve Ehli Beyt sevgi­ si ve imam inancı dışında tamamen farklı yorumlardır. Son derece dogmatik olan bugünkü İran Şiiliği'nde, Anadolu Ale­ viliğinin yer bulması imkansızdır. Anadolu Alevileri, (çok küçük istisnai bir grup dışında), İran Caferiliği'nin yerine getirilmesini mutlak bir zorunluluk olarak gördüğü namaz, oruç, hac, zekat gibi ibadetleri yap-



124



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



mazlar, İran Caferiliği'nin her müslüman için uyulması zo­ runlu bir emir olarak gördüğü tesettürü (örtünme) benimse­ mezler, Anadolu Aleviliği'nde içki haram değildir. Haremlik selamlık ayrımı yoktur, Iran Caferileri'nin aksine, kadın ve erkek her alanda eşittir. Sonuç olarak, Anadolu Alevileri, kendi anlayış ve yo­ rumları temelinde kendilerini Caferi olarak tanımlarlar. Bu tanım, İran Caferiliği'nden tamamen farklıdır.



Anadolu Aleviliğinin İnanç Yapısı Anadolu Aleviliği; Kur'an'ı Kitap, Hz. Muhammed'i peygamber olarak tanıyan, imam inanana ve Ehl-i Beyt sev­ gisine dayalı İslami bir inançtır. Ehl-i Beyt in sözlük anlamı "ev halkıdır." Aleviler için Ehl-i Beyt; Hz. Muhammed, Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüse­ yin'dir. Hz. Ali, Hz. Muhammed'in amcasının oğlu ve dama­ dıdır. Fatıma kızıdır. Hasan, Hüseyin ise torunlarıdır. Hz. Muhammed'in başka kızları da vardır. Kızlarından Rukiye Hz. Osman'la evlenmiştir. Dolayısıyla Hz. Osman da Hz. Ali gibi Hz. Peygamberin damadıdır. Hz. Muhammed'in eşlerinden biri olan Hafsa ise Hz. Ömer'in kız kardeşidir. Hz. Ali'nin oğullarından başka, kızları da vardır. Hz. Fatıma'dan sonraki eşlerinden de çocuk sahibi olmuştur. Ancak, aleviler Hz. Muhammed'in eşlerini, Fatıma dı­ şındaki diğer kızlarını, Hz. Ali'nin sonraki eşlerini ve çocuk­ larını "hane halkı"ndan saymazlar. Aleviler için Ehl-i Beyt başta sayılan 5 kişidir. Anadolu Aleviliği 12 imam benimser. İmam, Alevilerce tüm yanlışlardan, kusurlardan, günahlardan arınmış, Kur­ an'ın öz, iç manasını, batınını bilen bilge kişi, toplumun dini önderidir. İlk imam Hz. Ali'dir. Diğer imamlar Hz. Ali'nin



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



125



ma'dan doğma çocukları Hasan ve Hüseyin ve onların soundan gelen kişilerdir. 12 imam sırasıyla Ali, Hasan, Hüseyin Zeynelabidin, M.Bakır, Cafer'üs Sadık, Musa'l Kazan Musa'r Rıza, Takiyy'il Cevat, M. Nakiyy'il Hadi, Hasan'ul Askeri ve Muhammed Mehdi'dir. 12'nci imam Mehdi'nin çocuk yaşta kaybolduğuna, halen yaşadığına, bir gün dönerek zulme son vereceğine inanılır. Soyut olarak Mehdi çok büyük acılar yaşamış Alevi toplumunun özlem ve umudu, Aleviliği diri tutan simgesidir. Aleviler -küçük bir grup dışında- namaz kılmaz, hacca gitmez, zekat vermez, oruç tutmazlar. 12 günlük Muharreri oruçları vardır. İçki Alevilerce haram kabul edilmez. Dini tö­ renleri Gem denilen yılda birkaç kez yapılan ayinlerdir. Cem sadece bir toplu ibadet şekli olmayıp, suçluların toplumca yargılandığı bir meclistir. Cemde, yöreye bağlı olarak, farklı şekilde içki de sunulabilir. Bazı yörelerde Aleviler cemde sunulan içkiye "dolu" derler. Dolu, eski Türklerde kurban, saçı anlamı da taşır. Aleviler hatmidir. Kendi ifadeleriyle, Kur'an'ın öz, içsel anlamını benimserler. Ancak Anadolu Aleviliğinin batıniliğini tarih içindeki diğer "fırkaların", örneğin İsmailiyye batıniliğiyle özdeşleştirmemek gerekir. Batıniliği Kur'an'ın bir lafzî, dış, zahiri, bir de iç, öz, batini anlamı olduğu anlayışı temellendirir. Batın bilgisine herkes ulaşamaz. Batıni inancına göre na­ maz, hac, zekat, oruç gibi ibadetler zahiri anlam taşır, önemli olan Batıni manadır, özdür. Alevi inancına göre inancın 4 kapısı 10'ardan 40 makamı vardır. Kapılar Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikattir. Şeriat kapı­ sında 10 makamla ifade edilen iman, ilim, ibadetler, haram­ dan sakınmak, şefkat, temizlik vb. kavramlardır. Aleviler kendilerinin şeriat kapısını, "ibadet makamlarını" aştıklarına inanırlar ve bu nedenle namaz, oruç, zekat, hacca önem ver­ mezler.



126



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Tarikat kapısının ifade ettiği anlam özetle; talip ve mürit saygılı olmak, nefsine hakim, toplumda saygın kişi, aşk, şevk ve fakirlik üzere umutlu olmaktır. Marifet kapısının ifade ettiği anlam edep, sabır, yetin­ mek, cömertlik, utanmak, tevazu, bilim, kendini bilmek ola­ rak özetlenebilir. Hakikat kapısı ise alçak gönüllülük, ırk, millet ayırımı yapmamak, güvenen ve güvenilir olmak, razı olmak, coşku, Allah'a yakarış, giz içinde olmaktır. Alevilerin dini önderleri dedeleridir. Dedelik soydan gelir. Dedeler yılın belirli zamanlarında köy köy, kent kent dolaşa­ rak cem ayinlerini yönetirler. Türkiye'deki dedelerin bir bölü­ mü Ali soyundan kabul edilir. Bir bölümü ise Hacı Bektaş so­ yundan gelen Çelebilerdir. Bu kol daha çok yaygındır. Bir de Dedebabalar vardır. Topluluklarda dini öğreten, dedeyi temsil eden ''rehber­ ler" vardır. Alevilikte en önemli kurum dünya ahiret kardeşliği an­ lamındaki "musahipliktir". Genç evli iki aile birbirlerini Cem töreninde "musahip" tutarlar. Bu çiftler iyi kötü günlerinde her şeylerini paylaşmakla yükümlüdürler. Musahiplerin ço­ cukları birbiriyle evlenemezler. Ayrıca musahipler birbirleri­ nin davranışlarından topluma karşı sorumludurlar, gerekirse bu konuda yargılanabilirler. Musahip, Alevi toplumunda da­ yanışmayı pekiştirme amacı da taşır. Musahiplik, özde Müslümanların Mekke'den Medine'ye hicretinde geliştirilen "kardeşlik" kurumunun sonradan ku­ rallara bağlanarak geliştirilmiş şeklidir. Sonradan getirilen kurallardan biri, Musahip aileler arasında evlilik yasağıdır. Mekke'den Medine'ye hicret sonrasında, Hz. Muhammed "kardeşlik" olarak amcasının oğlu Ali'yi seçmiştir. Alevi olmayan aileden gelen Alevi olamaz. Grup dışı ev­ liliğe izin verilmediği için Aleviler soy arılığını en iyi korumuş Türkmen topluluktur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



127



Alevi felsefesi insan merkezlidir. İnsan alemi temsil eder. İnsan en yüce varlıktır. İnsan gönlü Tanrı evidir, Kabe'dir. Gönül kırmak en büyük günahtır. Alevi inancının en özlü ifade­ si "kendini bilen, Rabbini bilir" ilkesidir. Aleviliği diğer inanç gruplarından ayıran bir özelliği ka­ dına verilen değerdir. Kadın toplumda eşit ve saygın bir öğe­ dir. Dini törene (Cem) katılır. Toplumun saydığı, olgun, yaşlı kadınlardan biri ayinde dini lider olan "dede"nin yanında oturur. Çok eşlilik yoktur. Kadın toplumsal yaşamın her ala­ nında erkekle eşit söz hakkına sahiptir. Alevi felsefesinde insan alemin özüdür. Özetidir. İnsan en değerli varlıktır, insan gönlü kutsaldır. İmam Cafer'in ta­ nımıyla "İnsanın biçimi Allah'ın halketme, yaratma gücünü dışa vurduğu en üstün tanıklıktır. İnsan, Allah'ın kudret eli ile kaleme aldığı kitaptır. Hikmet ile bina ettiği mabeddir. Bütün kainattaki suretlerin bir araya getirilişidir." Dolayısıyla 'kendini bilen, Rab­ bini bilir." Alevi "ahlakı" nın temeli Kur'an'saldır. Malın, neslin, ca­ nın korunması esastır. "Eline, beline, diline" sahip olmak öz de­ yişiyle özetlenen Alevi ahlâkı "düşkünlük" kurumunu yarat­ mıştır. "Düşkünlük" genel anlamıyla bir hukuk anlayışıdır. Alevilikte suçlular Cem ayininde toplumca yargılanırlar. Ce­ zalar halini düzeltmeye zorlayıcı niteliktedir. Namus konusu dışında "ölüm" cezası enderdir. Bir Alevinin "düşkün" ilan edilmesi, onun ahlâkını düzeltinceye kadar, toplumca dışlan­ ması demektir. Bu; süreli olarak selamın, alış verişin, ziyare­ tin kesilmesi olabileceği gibi, toplum dışına sürgün de olabi­ lir. Bazı durumlarda para cezasıyla yetinilebilir. En büyük suçlar insan öldürmek, zina ve yoldan çıkmaktır. Kul hakkı mut­ laka tazmin ettirilir. Alevilikte "takıyye," gizlilik esastır. İnancını gizleme asır­ larca tehdit ve zulüm altında, azınlık olarak yaşamış olmanın geliştirdiği bir anlayıştır. Günümüzde "gizlilik" kalkmıştır.



128



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Alevilerde bir de "tevella", "teberra" anlayışı mevcuttur. Tevella, Ehl-i Beyti sevenleri, Aleviliğe yardımcı olanları se­ vip sayma, "teberra" ise bunun aksidir. Hilafet çekişmesinde Ali'nin hakkını yediklerine inanılan Ömer, Ebubekir, Osman, Muaviye, İmam Hüseyini Kerbelada işkenceyle katleden Yezid "teberra" edilirler. Aleviler için Türklerin milli enstrümanı olan "bağlama" kutsaldır. Müzik -halkmüziği- Alevi yaşamının, "bağlama" di­ ni törenlerin vazgeçilmez parçalarıdır. Bağlamasız cem yapı­ lamaz. Öyle ki bağlama Alevi için "telli Kur'an'dır. Bağlama Alevilerin Türklüklerinin de bir kanıtıdır. Bazı araştırmacılar "bağlamayı" bir Anadolu Hitit ens­ trümanı olarak göstermeye çalışırlar. Oysa bağlama Türklerin Orta Asya'dan getirdikleri milli bir sazdır. Bugün; Kırgızların, Özbeklerin, Kazakların, Doğu Türkistanlıların elinden düş­ meyen sazın Orta-Asya menşeini inkar edebilmek için, tüm bu ulusların M.Ö. 2000 yılında Anadolu'ya gelip, Hititler'den onu yapmayı ve çalmayı öğrenip sonra tekrar anayurtlarına dönmüş olmalarını hayal etmek gerekir.



Horasan Aleviliği Daha önce de belirtildiği gibi, Alevilik, Hz. Muhammed'in ölümü sonrası (632), hilafet tartışmalarıyla siyasi bir gruplaşma olarak 7. yy.'da ortaya çıkmıştır. Bu gruplaşma Hz. Ali'nin halifeliği döneminde de sür­ müş, daha sonra Emevi soyunda olan Muaviye hile ile hila­ feti ele geçirmiştir. Hakem olayı da denilen bu olaydan sonra, Muaviye karşısında Hz. Ali'nin yanında yer alan, ancak hila­ fetin o şekilde Muaviye'ye geçmesi karşısında sessiz kalmak zorunda kalan Hz. Ali'yi suçlayan Hariciler'den bir kişi tara­ fından öldürüldü. (Doğ. 598 - Öl. 661)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



129



Daha sonraki süreçte, Emevilerin, Ehl-i Beyt'e ve Alevilere zulüm ve baskısı devam etti. Hz. Ali'nin oğlu İmam Hüseyin, ailesi ve yandaşları Mauviye'nin oğlu Yezit tarafından hunharca şehit edilmiştir. Emeviler'in Abbasiler tarafından yıkıldığı 750 yılında Hilafet, Abbasiler'e geçti. Abbasiler'in ilk döneminde Aleviler'e kısmen hoşgörü gösterildiyse de, sonradan, baskı yeniden arttı. Bunun nedeni Abbasiler'in Alevileri, İmamları kendi saltanatları için bir tehdit olarak görmeleriydi. Bu baskılar karşısında Ebu Hanife Aleviler'in yanında yer aldı ve bu nedenle zindanda işkenceyle öldürüldü. Bu baskıların yoğunlaşması üzerine 8. İmam Ali Rıza, ya­ kınları, Ehl-i Beyt soyu, Horasan'a göç etmiş, Meşhed şehrine yerleşmişlerdir. Meşhed, Küfe'den sonra, Aleviliğin ikinci bü­ yük mektebi kabul edilir. (İsmail Pehlivan, Akşam, 6.11.2006) Türkler, Alevilikte ilk defa Horasan'da karşılaşmışlar­ dır. Ancak, Horasan Aleviliği, Anadolu Aleviliği'nden fark­ lı olup, Anadolu Aleviliği'nin kurumsal olgunluğuna ulaş­ mamıştır. Abbasiler, Horasan'da da 8. İmam Ali Rıza'nın peşini bırakmamış, O'nu 818 yılında, 53 yaşında iken zehirleyerek öldürmüşlerdir. Kabri, Meşhed'dedir. (eski adı Tus) İmam Ali Rızanın oğlu, 9. İmam Muhammed Taki'de hanımına zehirletilerek 835 yılında öldürülmüştür. Kabri, İran'da Kâzımeyn'dedir. İran'daki Kum kenti de Aleviler için kutsaldır. İmam Ali Rıza'nın kabri buradadır. Sonuç olarak, Türkler Alevilikle ilk Horasan'da karşılaş­ mışlar, ancak, Horasan Aleviliği, imamların faaliyet alanını daraltan, hareket kabiliyetini sınırlayan, ölüm tehdidi ve ben­ zer sorunlar nedeniyle, mevzii kalmış, kurumsal bir yapıya kavuşamamıştır.



130



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Ne denli farklı olursa olsun, Horasan Aleviliği daha son­ ra Anadolu'ya gelecek olan Horasan Türkmenlerini Anadolu Aleviliği'ne hazırlamıştır.



Aleviliğin Temeli İslamdır Aleviliği tanımlarken düşülen en büyük yanlışlardan bi­ ri onun İslam-Şamanizm-Hıristiyanlık-Yunan felsefesi, Zerdüştlük, Maniizm gibi inançların karışımı olduğu şeklindeki yaklaşımlardır. Aleviliğin temeli İslamdır. Aleviliğin 4 "kapı" kavramanın Yunan düşüncesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu kavram tamamıyla İslam tasavvufun­ dan gelmektedir. Anadolu Aleviliği tasavvufun büyük dahi­ si Mevlana döneminin (13. yy.) ürünüdür. Hacı Bektaşi Veli, Yu­ nus Emre çağıdır o dönem. Alevi inancını etkileyen düşünce­ nin en başında İslami temelli tasavvuf gelir. Sayıları 100'e va­ ran tasavvufi tarikatların hemen hemen tamamında Hz. Muhammed'le bağlantı Ali ile kurulur. Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat, "kapıları" tasavvuf inancının çerçevesidir. Tasav­ vuf da merkez insan, insan-ı kamil olarak, Allah-insan birlik­ teliğidir. Gerçek tasavvufun amacı, insana öngördüğü "nitelikle­ ri" kazandırarak onu arındırıp, yüceltmek ve en önemlisi "topluma yararlı" birey haline getirmektir. İnsan-ı kamil (ol­ gun) olarak son durak topluma dönüş ve topluma hizmettir. Tasavvuf düşüncesinin en can alıcı noktası budur. Hıris­ tiyan ruhbanlığında, monistik anlayışta ise toplumdan kaçış, uzaklaşma, "tecrid", izolasyon söz konusudur. Tasavvufun son merhaleye ulaşmış "olgun" insanı, "İnsan-i kamil" Alevi inan­ anın tanımladığı insandır. Bu insanın "gönlü Allah'ta eli toplu­ ma hizmettedir."



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



131



Dolayısıyla Alevi inancında ne Yunan felsefesine ne de Hıristiyanlığa "özgü" düşünce izi yoktur. Aleviliğin temel ahlâk düsturu olan "eline, beline, diline sahip olma" ilkesinin Türkmenler aracılığıyla Maniizm'den alındığını düşünenler mevcuttur. Bu düstur her şeyden önce daha önce de değinildiği gibi Kur'an ahlâkının temellerindendir. Ancak daha ötesi, "eline, diline" hakim ol ibaresi Hz. Ali'nin kendi eseri olan Nahc-ul Balaga'da sayısız kez tekrarlanır. Oğullarına yazdığı vasiyette en önemli ahlâk kuralı olarak öğütlenir. Irza, namusa verilen önem Hz. Ali'nin eserlerinde açıktır. El, dil, namus ilkeleri aynı kelimelerle Hz. Muhammed'in hadislerinde de yer alır. Gerçek bu kadar açıkken, "El, dil, bel" kavramları Aleviliğin ortaya çıkmadığı dönemden başlayarak ve 1300 yıl önce İslam'da Ali tarafından dile geti­ rilmişken bu düsturu Maniizm'den aktarma olarak kabul et­ mek Aleviliği evrenselleştirmek adına bir özentiden başka bir şey olarak düşünülemez. Kaldı ki, Alevilik gibi kapsamlı, felsefi bir inancı tek bir ilke ile açıklamak mümkün değildir. Alevilikteki dünya ahiret kardeşliği anlamındaki musa­ hiplik kurumu da 1353 yıl önce, Müslümanların 62Zde Mek­ ke'ye hicretleri (göç) sonucu, insanlık tarihinde bir "reform" olarak değerlendirilmesi gereken "kardeş tutma" kurumunun yeni bir düzenlemesidir. Her Medineli (ensar) bir Mekkeli göçmeni (muhacir) malında, inancında kardeş edinerek eşleş­ miştir. Hz. Muhammed'in seçtiği "kardeşliği" ise amcasının oğlu, damadı Hz. Ali olmuştur. Hıristiyanlık'taki Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi ile Allah, Muhammed, Ali birlemesi farklı inançlardır. Hıristiyanlığın "teslis" inancında Hz. İsa Allah-oğul ve Ruhu-l Kudüs'tür. Üç nitelik tek kişide toplanmıştır. Alevi "birlemesi"nde ise Tanrı­ sal niteliklerin tek kişide toplanması; Allah Hz. Muhammed, Ali özdeşleştirmesi söz konusudur.



132



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Gerçekte amaç Ali'yi örnek bir insan, bilge bir kişi, ulu bir ön­ der olarak yüceltmek, simgeleştirmektir. Ali'yi tanrılaştırmak değil tanrısallaştırmaktır. Hıristiyanlık'taki "şarabın" taşıdığı anlam ile alevilerin içkisi "dolu" arasında da benzeşme yoktur. Hıristiyanlıkta "şarap" la vaftiz insanı ilk günahından arındırma aracıdır. Cem ayinlerinde sunulan "dolu" ise simge, hatta kutsal ruhlara "kurban", "saçı" şeklindeki şaman inancının devamıdır. Bu gelenek araştırmacıların Alevilerin Türkmenliğini kanıtlamak üze­ re kullandıkları bir delildir. Alevi cemlerinde uyandırılan "çerağ", "delil" de aynen şamanlıktan geçmedir. Zerdüştlükle açıklanamaz. Zerdüşt inancında "ateş" kutsaldır. Ancak ateş pek çok dinde kutsal­ dır. Zerdüştlüğün en güçlü temellerinden hiçbir ilke Alevilik­ te mevcut değildir. Zerdüştlük Aleviliği etkilemiş olsa her şeyden önce temel ilkeleriyle yansırdı. Alevilikte doğu mistisizminin bir etkisi olarak "tenasüh"ü (ruh göçü) gösterenler olur. Bu da yanlıştır. Hint inancı­ nın ürünü olan "tenasüh" te, insan bitki, hayvan kimliğine bü­ rünür ve de "ahiret" inana yer almaz. Alevi destanlarında, hi­ kayelerde, menkıbelerde ermiş kişiler don (şekil) değiştirir. Hacı Bektaş güvercin olarak gelir. Geyikli baba avcıdan kur­ tulur. Bu anlayışla "tenasüh" ün ilgisi yoktur. Ayrıca bazı dönemlerde, bazı gruplar Hz. Ali'yi tanrılaştırmışlardır. Ancak burada söz konusu olan hulul, Allah'ın Hz. Ali cismine girmesi değildir. Bu bir "tecelli" yorumudur. Allah Ali olup yürümüş, konuşmuş, vuruşmuş, yemiş, içmiş değil­ dir. Aslında Ali bilgeliğiyle, adaletiyle, hizmetiyle, insanlığıyla Tanrısallaşmıştır. Daha doğru bir kelimeyle Aleviler Ali'yi "tanrısallaştırmışlardır." Alevilikteki "mehdi" inancı da Hıristiyanlık etkisi olarak gösterilmek istenir. Mehdinin kaybolması İsa'nın göğe çekil­ mesine benzetilir. Oysa alevi inancında 12. imam olan Mehdi



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



133



küçük yaşta kaybolmuştur, ölmemiştir. Bir gün dönüp Alevi­ leri kurtaracak, zulme son verecektir. Esasen "mehdi" inancı, cok acı çekmiş, kıyıma uğramış insanların kurtuluş umudunun bir simgesi olarak gelişmiştir. Mehdi inancı Alevîlere yaşama gücü veren, yaşamak için bir neden olan "umut"'tur. Aleviler asır­ larca bu umutla ayakta durabilmiştir. Alevilikteki mehdi inancı, İsa'nın göğe çekilmesi olayının ifade ettiği anlamın çok ötesinde ve çok boyutludur. Aleviliği etkileyen akımlardan biri olarak "hurufilik" gös­ terilir. Hurufilik seslere, harflere önem veren, kurucusu Fazlullah'ı mehdi, peygamber olarak tanıyan İran kökenli bir akımdır. Alevilikte insanı öne çıkaran, kutsayan inanç Huru­ filikten çok önce de vardır ve felsefi bir derinliğe sahiptir. Alevilik­ te insan sevgisi saygısını temellendirenler; "bir ben vardır bende benden içeri" diyen şairler, kendini bilen, Rabbini bilir felsefesinin kurucusu Hz. Ali, Hacı Bektaş Veliler, Mevlanalar, Yeseviler, Yunus Emreler, Suhruverdilerdir. Ayrıca Aleviliğe etki olarak gösterilen öğelerin hiçbiri esasla ilgili değildir. Hz. Peygamber "din ahlâktır, edeptir." de­ miştir. AHLAK VE EDEP OLARAK ALEVİLİK KATIKSIZ BİR İSLAMDIR. TÖRE VE KÜLTÜR OLARAK İSE TÜRKMENDİR. A n a d o l u Aleviliği'nin Tarihi Süreci Anadolu Aleviliğini özgün kılan başlıca etmen Türklerin Aleviliği Anadolu'ya geldikten sonra benimsemiş, bu Şii inancı kendi töresine, geleneklerine, değer yargılarına ya­ şam tarzına göre yoğurup yorumlamış olmasıdır. Anadolu Aleviliği'nin mahiyetini kavrayabilmek için, onun nasıl bir tarihi sürecin ürünü olduğu konusunda bilgi sahibi olmak gerekir.



134



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Türkler'in İslama "topluluklar" halinde geçişlerinin baş­ langıcı her ne kadar 10. asır başları ise de, İslam diniyle kar­ şılaşmaları çok daha öncedir. 7. ve 8. asırlarda Azerbeycan, Horasan, İran arap Emevilerin işgaline uğramıştır. Emeviler buralarda tutunamamışlarsa da İslam bölge halklarınca tanınmıştır. Bu dönemde halkların İslam'a geçmelerini engelleyen önemli nedenlerden biri Emevilerin yabancıları hakir gören ırkçı tutumlarıdır. Ay­ rıca toplumların din değiştirmeleri uzun süreç gerektiren bir olgudur. Azerbeycan ve Horasan'ın Türklerle dolu olduğu, 8. yy, 9. yy ve 10. yy. başlarında, bu bölgelerde değişik isimler al­ tında Şii topluluklar bulunmaktaydı. 921'deki büyük Şii is­ yanını Karahanlılar bastırmıştır. Karmatilik yaygın bir Şii ha­ reketiydi. 1055'te, Abbasileri tehdit eden Şii Büveyhoğullarına karşı halife Kaim bi Emrillah'ı Oğuz Bey'i Tuğrul korumuş, Bağdat'ı yerle bir etmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti döne­ minde Şii Hasan Sabbah Batıniliği Oğuzları uzun süre uğraştırmıştır. 753 yılında Şia'dan yana tavır koyan Sünni Abbasilerin Emevileri mağlup eden komutan Ebu Müslüm Horasani adında bir Türktü. Abbasiler ilk dönemlerinde Şia'ya sıcak bakmışlar, ikinci dönemlerinde dışlamışlardır. Abbasiler dö­ neminde orduda çok sayıda Türk bulunduğu ve Abbasilerin bunlar için özel bir kent -Samarra- kurdukları bilinmektedir. Anadolu'nun Gizli Kültürü Alevilik isimli eserinde Nejat Birdoğan bugünkü Alevilerin atası olarak Selçuklulara sık sık sorun yaratan "göçerlerin" lideri Arslan Yabgu'yu gösterir. Bütün bu veriler, Oğuzların Anadolu'ya gelmeden ön­ ce ve geldikleri ilk dönemde Şiilikten haberdar olduklarını kanıtlar ise de bilinen gerçek, Oğuzların "topluluk" olarak Sünniliği benimsedikleridir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



135



Ancak, Oğuzların Sünnilik anlayışının ayrıca tanımlangerekir. Sünni kelimesi yol, tarz, metod anlamındaki sünnet kelimesinden gelir. Kavram olarak anlamı Hz. Muhammed'in yolunu, tavrını, uygulamalarını benimseyen müslümandır. Aslında, Hz. Muhammed zamanında hiçbir mezhep mevcut değildi. Hanefi, Şafi, Hambeli, Maliki gibi sünni mezhepler Hz. Peygamber'in ölümünden 150-200 yıl sonra kurumlaşmışlardır. Prof. Fuat Köprülü''den günümüz araştırmacılarına kadar Oğuz'ları incelemiş bütün yazarlar "Oğuz'ların müslümanlığını kendi Asya kökenli inançlarıyla karışık "yüzeysel" bir inanç olarak tanımlamışlardır. Dolayısıyla Oğuzları sünni ola­ rak tanımlarken bu çerçeve esas alınmalıdır. Oğuz'ların Sünnilikle gerçek temasları kent merkezleriy­ le sınırlı olmak üzere 11. asırda vezir Nizamülmülk'ün kurdu­ ğu medreseler aracılığıyla olmuştur. Sünnilik uzun asırlar kır­ sal kesime ulaşamamıştır. Nüfus yoğunlukları düşük kent mer­ kezlerinde ise Sünnilik daha çok yönetici sınıfın ve ileri gelen kimselerin kavrayabildiği bir öğreti olmuştur. Yine de, Oğuzlar Anadolu'ya Şii olarak gelmemişlerdir. Alevilik özellikle kırsal kesim Oğuz'unun bir süreç içinde geliştir­ diği ve yaygınlaştırdığı "farklı" bir Şii koludur. Göçebe, kırsal kesim Alevilerin bu inancı benimsemele­ rinde hemen hemen bütün araştırmacıların birleştikleri hu­ suslar şunlardır. 1. Bu kesime medrese Sünniliği ulaşamamıştır. İslam yü­ zeysel olarak algılayan göçebe kırsal kesim Oğuzları, esnek, hoşgörülü Alevi-kuralları, yaşam tarzını sünni kurallardan Çok daha uygun bulmuş ve kolay benimsemiştir. 2. Şamanlığın egemen olduğu töre ve gelenekleri konu­ sunda çok katı olan bu kesim Türkmen, 12 ve 13. yy.'larda inanç temsilcileri olarak çok etkin olan şamani kılıklı, şaman inançlı binlerce "gezgin-aykırı dervişlerin" propogandaların-



136



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



dan fazlasıyla etkilenmiş, onları ve ilkelerini kendine yakın bulmuştur. 3. Selçuklu Devleti kırsal kesim göçer Oğuz unsura yaban­ cılaşmıştır. Kentler tamamen Fars kültürünün etkisine girmiş Devletin resmi dili dahi Farsça'ya dönüşmüştür. 4. 1220'lerde esen Moğol fırtınasının önünden gelen ikin­ ci büyük dalga Türkmen göçü ve vakıf arazilerinin özel mül­ kiyet niteliği kazanması sonucu; a) Tarım arazileri daralmış, yönetici-köylü-göçer çatış­ maları kırsal kesimde huzuru bozmuş, devlete güveni sars­ mıştır. b) Bilhassa Moğol yenilgisinden sonra (1243 Kösedağ) mer­ kezi yönetim kırsal kesim üzerindeki denetimi tamamen kay­ betmiştir. Sonuç olarak kırsal kesim gerek merkeze bir tepki olarak gerekse, propoganda sonucu kendi yaşam tarzına inanç gelene­ ğine daha uygun gelen Aleviliğe yönelmiş ve onu yeni bir an­ layışla yoğurup şekillendirmiştir. 12. yy.'larda Anadolu'daki etkin kişi Hoca Ahmed Yesevi ismindeki efsanevi Doğu Türkistan'lı din bilginidir. Türkmen geleneklerinin ve hoşgörülü din anlayışının temsilcisi 100'lerce Yesevi dervişi Anadolu'nun Türkleştirilmesinde çok önem­ li rol oynamışlardır. 13. yy. Anadolu'su İslam düşüncesinin engin mimarları Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Mevlana gibi dahilerin çağıdır. İnsanın din için değil, dinin insan için olduğu felsefe­ sinin egemen olduğu bu altın çağda, hoşgörü ve insan sevgisi toplumları kucaklamıştır. Anadolu Aleviliği böyle istisnai bir çağın ürünüdür. Alevilerin soy kökenini ayrıntılı olarak belgeleyen 15. ve 16. asır belgelerine geçmeden önce Anadolu Aleviliğinde dö­ nüm noktası olan ve alevilerin devlet tarafından dışlanmasına yol açan Babai başkaldırısı (1240) hakkında kısa bir bilgi er­ mekte yarar vardır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



137



İsyan adını, Baba İlyas'ın baş müridi Baba İshak'tan almışBaba İlyas Horasan'dan gelip Amasya'da yurt tutmuş, hal­ kın çiftini süren, halk gibi yaşayan, ünü kısa sürede yayılmış bir hocadır. Baba İlyas'ın gün güne artan ünü ve müritlerinin sayısının artması Selçuklu Devletini kuşkulandırmıştı. Bazı belgelerdeki rivayetlere göre Baba İlyas, çileli göçebe Türkmeni arkasına takarak Peygamberliğini ilan etmiştir. Bunun üzerine Sultan II Keyhüsrev Baba İlyas'ı yakalamak üzere Amasya'ya kuvvet gönderir. Baba Çat köyüne sığınır. Bunu haber alan baş müridi Türkmen Baba İshak Adıyaman'da ha­ rekete geçer. Malatya'da Vali güçlerini yenerek Elbistan üze­ rinden Amasya'ya yönelir. Geldiğinde Baba İlyas öldürül­ müştür. İshak güçleri Armağan Şah komutasındaki Selçuklu gücünü yener. Sivas, Kayseri yönünden Selçukluları 12 kez yenerek Kırşehir'e geçer, Malya ovasında Konya'nın kapısına dayanır. Tarihçiler olayının etnik yapısını 'Türkmen öfkesi", 'Türkmen yürüyüşü" olarak tanımlarlar. İsyan tipik bir Türkmen tarzıdır. Türkmenler kadınlarıyla, çocuklarıyla yürürler, sonuçta Selçuklu ordusu ancak paralı Frank askerlerin gözüpekliği sayesinde savaşı göze alabilir ve isyan kanlı bir şekilde bastırılır. Aleviler kılıçtan geçirilir. Bu olay alevilerin devlete olan güvenlerini sarsmış, dev­ letin ise alevileri dışlamasına neden olmuştur. Bu ayaklanma aynı zamanda Anadolu Selçuklu Devletinin sonunu hazırlamıştır. 3 yıl geçmeden Moğollar yıpranmış Sel­ çuklu ordusunu Kösedağda yenerler ve Selçuklu Devleti res­ men sona erer. (1243) Anadolu Aleviliğini araştıranlar bu dönemlerde ne Arap, ne Kürt, ne de Zaza bir toplumdan söz etmezler. Esasen, artık kanıtlandığı üzere, bugün kendilerini Kürt ve Zaza olarak ta­ nımlayan aleviler, özellikle Osmanlılar döneminde ağır baskılar sonucu Kürt ve Zazaların arasına çekilerek, buralarda kimlik değişimine uğramış Alevi Türkmenler'dir.



138



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kendisi de Alevi ve Zaza olan değerli araştırmacı Cemal Şener, Alevilerin Etnik Kimliği isimli kitabında Alevi Zaza ve Alevi Kürtlerin (Kırmanç) de aslen Türkmen olduklarını bel­ gelerle açıkça ortaya koymuştur. (Bkz. Zazalar)



Alevi Anadolu Türkmenleri Safeviler Türk hanedanının ve Anadolu Türkmenlerinin kurup yönettiği bir Türk Devleti'dir. Kurucuları Anadolu'dan giden Alevi Türkmenlerdir ve kurucusu Şah İsmail Alevi bir Türk'tür. Bu dönem belgeleri Safevi Devletini kurup yöneten Anado­ lu'dan gitme Alevi Türkmenleri, Şah İsmail'in ve Safevilerin Türk kimliğini, Anadolu'da Şah İsmail'e destek veren, ayaklanan Türk­ men boy ve oymaklarını tek tek belirtmektedir. Prof. Dr. Faruk Sümer'in yazdığı Safevi Devleti'nin Ku­ ruluş ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü isimli kitap bir anlamda Anadolu Alevilerinin soy kütüğüdür. (Türk Ta­ rih Kurumu, 1992). Şah İsmail'in dedesi Safevi Türkü Şeyh Cüneyt II. Murat döneminde Anadolu'ya gelmiştir. Padişah kendisine yurtluk vermeyince Konya taraflarına gitmiş, Şii olduğu anlaşılınca Canik (Giresun-Ordu) yöresine geçmiş, daha sonra Akkoyunlu Türk Devletinin Sultanı Uzun Hasan'ın kız kardeşi ile evlenerek onun himayesine girmiştir. 1460 yılında Şeyh Cüneyt'in ölü­ mü üzerine yerine oğlu Haydar geçmiş ve o dönem için çok önemli bir dini merkez olan Erdebil'de posta oturmuştur. Şah İsmail, Haydar'ın Uzun Hasan'ın kızı Halime Begüm'den olma oğullarından biridir. Ve katıksız bir Türkmendir. Şeyh Cüneyt ve özellikle de Haydar yoğun bir Şiilik fa­ aliyeti yürütmüşlerdir. 10.000 kişiyi aşan güçlerle Azerbeycan'da savaşmışlardır, dönemin tarihçileri Haydar müritleri­ ni "namazı, orucu terketmiş Türkmenler" olarak tanımlarlar.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



139



Tehlikeyi gören Akkoyunlu Yakup Bey Haydara mağlup eder ve öldürtür, çocuklarını hapseder. Tutuklanan çocuklardan biri 6 yaşındaki Şah İsmail'dir. Birkaç yıl sonra İsmail serbest bırakılır ve Alevi Türkmenler kendisini korumaya alıp yetiştirirler. İsmail 12 yaşına geldiğinde Erzincan'dan hareket eden, hepsi Türkmen olan Alevi boylar savaşa savaşa Tebriz'e kadar ilerlerler ve halkının çoğu sünni olan İran tahtına İsmail'i kılıç zoruyla Şah ola­ rak oturturlar (1501). Batılıların dahi "anıtsal" dediği "Oğuzlar" adlı eserin ya­ zarı Prof. Dr. Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Geliş­ mesinde Anadolu Türklerinin Rolü adlı eserinde Şah İsmail'i, Anadolu'da saklayıp, yetiştirip, getirip İran tahtına oturtan Alevi Türkmen gruplarını şöyle sıralar. 1. RUMLU: Sivas, Amasya, Tokat, Kırşehir. 2 USTACALI: Teke ili, Antalya. (Isparta, Burdur, Muğla) 3. ŞAMLU: Sivas, Halep, Antep göçerleri. 4. BOZOK: Yozgat. 5. VARSAK; Tarsus. 6. ÇEPNİ: Sivas, Tokat, Amasya arası, Uluyurt ve Trabzon, Bayburt, Gümüşhane, Ordu, Giresun'da dağınık. 7. TURGUDLU: Karaman ili. 8. BOZCALU: Halep Türkmeni. 9. ACİdRLU: Halep Türkmeni. 10. HINISLI: Hınıs. 11. ÇEMİŞKEZEKLİ: Tunceli. 12. DULKADİROĞULLARI: Kahramanmaraş, Elbistan. Bu boyların tamamı Türkmen ve Alevidirler.



140



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kendi devletini kuran Anadolu Alevi Türkmenleri tamamen İran Şahı İsmail'e yönelir. Çok zeki ve örgütçü bir lider olan Şah İsmail 10-15 yıl içinde Anadolu'da çok güçlenir. Kendisine "baba" diye hitab ettiği II. Bayezıd'a karşı ustaca bir politika yürütür. Anadolu Türkmenleri İran'a göçe başlarlar. "Nezir­ lerini" (armağan vergi) Şah'a gönderirler. Alevilik hızla yayılır. Amasya Valisi şehzade Ahmet'in oğlu Murat dahi Alevi olur ve taraftarlarıyla birlikte İran'a göçer. 1510 Şahkulu ve 1512 Nur Halife Alevi başkaldırıları Osmanlıyı sarsar. Ancak olayları dikkatle izleyen Trabzon Valisi Yavuz Selim tehlikeyi görerek, babası II. Bayezıd'ı tahttan indirerek tahta çıkar. (1512) İlk iş olarak büyük bir Alevi kırımı başlatır. Bazı tarihçiler çeşitli bahanelerle öldürülen Alevi Türkmen sayısını 40.000 olarak bildirirlerse de Prof. Fuat Köprülü'ye göre bu rakam çok abar­ tılıdır ve Yavuz Sultan Selim daha çok toplum ileri gelenleri­ ni yok etmiştir. Bu gelişmelerin sonucu olarak, Osmanlı Yavuz Sultan Se­ lim ve Türkmen Şah İsmail 1514'te Çaldıran'da karşı karşıya gelirler. Osmanlı ordusundaki yeniçerilerin ''Bektaşi" ocağına bağlı olmaları nedeniyle, Şah İsmail'e karşı savaşmaktaki is­ teksizlikleri Yavuz Sultan Selim'in kararlı tutumu ve çabuk davranmasıyla önlenir. Sonuçta üstün güce ve ateşli silahlara sahip Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail'i kesin bir yenilgiye uğratır. Çaldıran mağlubiyeti sonrası Şah İsmail ve taraftarları bir daha kendilerini toparlayamazlar. Safevi Devleti, Şah İs­ mail'in oğlu Türkmen anadan doğma Tahmasb ve torunları ta­ rafından yönetilir. Yine bir Türk hanedanı olan Kaçarlar tara­ fından yıkılır. Prof. Dr. Faruk Sümer'in "Safevi Devleti'nin Kuruluşunda ve Gelişmesinde Anadolu Türkleri'nin Rolü" isimli eserinde yer verilen, Anadolu'daki Şah İsmail yanlısı Türkmen Alevi oymak-boy isimleri şunlardır:



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



1. Rumlu 2. Ustacalu 3. Tekelü 4. Şamlı 5. Bozok 6. Dulkadır 7. Varsak 8. Çepni 9. Turgudlu



10. Türkmen 11. Bozcalı 12. Acırlu 13. Hınıslu 14. Çemişkezeklu 15. Avşar 16. Kaçar 17. Sad'lu 18. Arapgirli



141



19. Alpavut 20. Bayat 21. İspirli 22. Sil Süpür 23. Baharlı 24. Cakirlu 25. Bayburtlu 26. Otuzikilu 27. Karaman



Görüldüğü üzere tüm bu oymaklar Türkmendir ve bu­ günkü Türkmen Alevîlerin atalarıdır. Cemal Şener, Alevilerin Etnik Kimliği isimli kitabında Şah İsmail'i tahta çıkararak Türk Safevi Devletini kuranla­ rın hepsi Oğuz boyu olan 72 oymak olduğunu, Şah İsmail'i 40 Anadolu Seyyid ocağının desteklediğini belirtir. (2. baskı, sf. 101)



Burada, şu gerçeği bir defa daha belirtmek gerekir. Bugün, kendilerini alevi Kürt ve alevi Zaza olarak ta­ nımlayan gruplar, Selçuklular dönemindeki, 1240 alevi Babai İsyanı sonrası devletin dışladığı ve özellikle, Çaldıran Sava­ şı öncesinde ve sonrasında kırıma varan, sonraki yüzyıllarda devam eden Osmanlı'nın ağır baskısı karşısında, varlıklarını koruyabilmek için, dağlık, sarp bölgelerde, imtiyazlı unsurlar alan sünni Kürt ve Zazaların arasına çekilerek, buralarda, di­ ni inançlarını korumakla beraber, dillerini unutarak kimlik değişimine uğrayan Alevi Türkmenler'dir.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



142



Alevi ve Orta Asya Türk Şaman İnançları Bir toplumun etnik kökeni hakkında bilgi oluşturan veriler ola­ rak töre, gelenek ve örf önemlidir. Türkiye'deki Alevi toplumu bu yönüyle inceleyen ciddi eserler mevcuttur. Bir Alevi dede­ si olan ve "Aleviliğin Toplumsal Boyutları" isimli değerli eserin­ de Prof. Dr. Fuat Bozkurt Alevilerin ve Şaman Türkmenlerin Orta Asya dönemi inanç ve geleneklerinin "ayniyetine" 77 sayfa ayırmıştır. Yine Alevilik konusunun otoritelerinden Nejat Birdoğan "Anadolu'nun Gizli Kültürü ALEVİLİK" adlı önem­ li eserinde "Alevi Tarihi" bölümünde Oğuzlara 46 sayfa, Alevi­ lik Şamanlık ilişkisine 28 sayfa ayırmıştır. Tanınmış Alevilik araştırmacılarından Rıza Zelyut, Cemal Şener gibi uzmanlar da konuyla ilgili değerli bilgiler vermektedirler. Orta Asya Türkmenlerini, şamanizmi inanç ve gelenek­ leriyle en iyi araştırmış olan bilginlerden Rus bilim adamı Radlofun Sibirya ve Prof. Abdülkadir İnanç'ın Tarihte ve Bugün Şamanizm adlı eserleri Anadolu Alevilerinin gelenek ve inanç temellerini aydınlatan referanslar oluşturmaktadırlar. Aşağıda aktarılacak tesbitler yüzlercesinden bir kaçıdır. Orta Asya Türkü ve Aleviliğin inanç ayniyetini kanıtlayan bu ör­ neklerdeki inançların bir bölümü bugün hâlâ yaşamıyor olabi­ lir. Ancak çoğunluğu hâlâ yaygındır, unutulan bir bölümü ise çok değil 40-50 yıl öncesinin Anadolu Aleviliğinde yaşamıştır.



1. Cem Alevilerin dini töreni, ibadeti yılda birkaç kez düzenleni­ len Cem'dir. Cem'i "dede" yönetir. Cem aynı zamanda top­ lumsal bir yargı kurumudur. Cem'in "olmazsa olmaz ögeleri" tamamen şaman ayininden geçmedir.



HALKIMIZIN



KÖKENLERİ



ve



GERÇEKLER



143



Şaman ve cem ayininin ortak ögeleri kitapçık oluşturacak kadar çoktur. Burada sadece birkaç örnek verilmekle yeti­ nilecektir. a) Cem'lere aynen şaman töreninde olduğu gibi "kadın" A katılır. Alevi cemlerinde "kadın" aktif ve eşit katibin unsuru­ dur. Birçok dönemde bir topluluğun Aleviliğini kanıtlamak için "kadın erkek ayin yaparlar" ölçütü kullanılmıştır. Kadın, şaman ayininde de aynı statüye sahiptir. b) Cem ayinlerinde "dolu" içilir. Dolu yöreye göre şerbet, ya da alkollü içki olabilir. İçki hiçbir şekilde "sarhoş olmak" ya da "eğlence" amacıyla içilmez. Dolu ayinin kutsal bir gele­ neğidir. Dolu içimi şaman ayinin de kutsal bir geleneğidir. Esasen "dolu" Türkmenlerde "saçı" "kurban" anlamı da taşır. c) Gerek cem gerekse şaman töreni kurbansız olmaz. Kurbanın kesimi ve pişirilip dağıtılması özel bir hizmet "makam"ıdır. Alevilerde bu makam kurbana olarak adlandırılır. Şamanlıkta ise kazana dır. Kurbanın pişirilip dağıtılmasına başka kimse karışamaz. Kurban'ın kemikleri Alevilerde ve şamanlarda kesinlikle kınlamaz ve özel bir şekilde gömülür. d) Alevi cemleri şaman ayinleri gibi "saz" sız mümkün değildir. Şaman ayininde "saz"m karşılığı "kopuz"dur. e) Şaman ayininde ateş, ocak temel ögelerden biridir. Ale­ vi ceminde de ateş kültü mevcuttur. Çerağ ya da delil (ateş) uyandırılmadan cem tamamlanamaz. f) Gerek Alevi, gerekse şaman ayininde oyun-dans mev­ cuttur. Semah dönmeden cem yapılamaz. g)Dede cem'i mutlaka ağaç olan bir "değnekle" yönetir. Şaman da "tahta" kılıç veya ağaç değnek kullanılır.



2. Kadın Anadolu Alevilerinde de aynen Orta-Asya Türklerinde olduğu gibi kadın, çağdaş kadın-erkek eşitliği anlayışının çok



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



144



ötesinde bir saygınlığa sahiptir. Radlof'tan İbn-i Batuta'ya. ka­ dar sayısız araştırmacı Türklerin kadına gösterdiği saygıyı ve sağladığı statüyü hayranlıkla dile getirirler. Kadın tarlada göçte, sofrada, ayinde, duada, savaşta erkeğiyle yan yana omuz omuzadır. Kadın vali, ece, kumandan, yönetici olabilir. Hakan'ın yabancı elçiler önünde eşini yanında bulundurma­ sı, o gelince ayağa kalkması, o oturmadan oturmaması, sunu­ lan armağanları, içkiyi önce ona vermesi yüzlerce yıl önce Arap ve Batılı gezginleri hayrete düşürmüştür. Bugünkü Alevi toplumunda da kadına verilen değer, gösterilen saygı aynı Orta Asya Türklerinde olduğu nitelikte­ dir ve özeldir.



3. Ocak-Eşik Ocak ve eşik Alevilerde ve Orta Asya Türklerinde kutsal­ dır. Şamanlıkta eşiğe saygısızlık bazı durumlarda ölüm ceza­ sını gerektirecek kadar büyük bir suçtur. Bugün Aleviler Cem'e geldiklerinde önce "eşiğe niyaz" ederler. Eşiğe basmaz­ lar, Tahtacılar en ilkel barınağın dahi girişine hemen bir tahta eşik koyarlar.



4. Kurban Kurbanın cem ayini ve şaman töreni için taşıdığı önem daha önce anlatılmıştır. Kurban için her iki toplumda da "özel" görevli bulunduğu, kurban kemiğinin asla kırılmadığı, çöpe atılmadığı ve gömüldüğü belirtilmiştir. Şamanlar kur­ ban kemiklerini kırmaz toplar, bir torba içinde ya toprağa gö­ mer ya da çam dalma asarlar. Kurbanın bağırsaklarını ve di­ ğer iç organlarını da Aleviler gibi gömerler. Ayrıca gerek Şamanlıkta gerek Alevilerde kurban "tığlanır" yani kesilirken kanı saçılmaz.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



145



Geleneğin gerisinde kişinin yeniden dirilmesinin kemikle mümkün



olacağı inancı vardır. Kutsal kemik inancı Orta-



Asya inancıdır.



5. Ülüş Ülüş çok köklü bir Türk geleneğidir. Saygı ve statü gös­ tergesidir. Her ne amaçla olursa olsun kesilen kurbanın en makbul kısmı en saygın kişiye, dini lidere, başkana, misafire ikram edilir. Bu ikram şekli kurbanın sözkonusu olmadığı da­ vetlerde de mevcuttur. Genellikle kurbanın "başı" (kelle) en saygın kişiye sunulur. Alevilerde de bu gelenek mevcuttur. Cem ayininde de kurbanın başı dini lider "dede"ye ikram edilir. Ancak bugün bu gelenek kaybolmağa yüz tutmuştur.



6. Saz Daha önce de belirtildiği gibi "saz" Türkmen yaşamının bir parçasıdır. Altay, Yakut Türklerinin alkışlarında (dua), De­ de Korkut hikayelerinde "kopuz"a övgüler düzülür. Kopuzsuz şaman ayini, düğün dernek olmaz. Aleviler için de saz, bağlama bir aşktır. Sazsız dini tören yapılamaz. Sazın teknesi alemi temsil eder. Birçok ozan için saz telli Kur'an'dır, kutsaldır. Bu vesile ile acı bir gerçeği dile getirmek isterim. Pek çok Türk aydını anlaşılmaz bir kompleksle kendi öz kültürünü başka uygarlıklara peşkeş çekmekte adeta yarışmaktadır. Anadolu Uygarlığı isimli eserin yazarı İsmet Zeki Eyuboğlu, sazı bir Hitit çalgısı olarak tanıtmakta, Türklerin sazı Hititlerden miras aldıklarını ileri sürebilmektedir. Bugün TV'ler aracılığıyla, uluslararası folklor gösterile­ rinde açık seçik görüldüğü üzere saz Kırgız, Özbek, Kazak,



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



146



Türkmenistan toplumlarının milli çalgısıdır. O zaman araştır­ macıya sormak gerekiyor, bütün bu uluslar M.Ö. 2000 yılında Anadoluda mıydılar? 7. Tahta Kılıç Tahta kılıç Aleviler için velilerin simgesidir. Hacı Bektaş'a Hacım Sultan'a vs. tahta kılıç kuşatılır. Tahta kılıç şamanın da önemli simgesel bir aracıdır.



8. Tavşan Bazı inanç gruplarının uğurlu ya da uğursuz olduğuna inandıkları hayvanlar vardır. İlkel toplumlarda sadece sevi­ len değil, korkulan hayvanlar da totemleştirilir. Aleviler tavşanı sevmez ve yemezler. Alevilerin tavşana karşı bu tutumu da Şamanlık kalıntısı inançlardandır. Şaman, duası sırasında aşama aşama gök katlarına çıkar ve buralarda gaipten bilgi verir, geleceği okur. Şaman inancın­ da Alevilerce kutsal olan Ay 6. gök katındadır. Alevilerde Ali ay, Hz. Muhammed güneşle tanımlanır. Şaman, ayın bulunduğu 6. kata geldiğinde önüne bir tavşan çıkar, muzırlık eder, yakalanmaz, şamanı uğraştırır. Dolayısıyle Şamanlıkta da tavşan makbul bir hayvan değildir. Bunun gibi Alevi inancındaki pek çok hayvana bakış Türk inançlarını yansıtır. Örneğin Alevilerce sevilen hayvan­ lardan turna, güvercin, geyik, kaz Asya Türklerince de sevilirler.



9. Kutsal Gök Aleviler arasında gök kutsal sayılır. Ay, güneş ve kimi yıldızlar kutsaldır. Hz. Muhammed güneş, Hz. Ali ay, Hz. Fa-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



147



tıma zühre yıldızıdır. Güneşe karşı işemek, ayı parmakla gös­ termek günahtır. Saman inancında da gök kutsaldır. Güneş-ana, ay-baba kötüye karşıdırlar. Bazı Şaman gruplarda tanrısaldırlar. Altay samanlığının en büyük tanrısı ülgen, gök tanrısıdır.



10. Kutsal Ağaç Çok geniş olan bu konuyu birkaç örnekle özetlemek ge­ rekirse, Aleviler için erkan değneği, tahta kılıç tahta eşik kutsal­ dır. Alevilerin ağaçları, korulukları, ormanları direkleri kutsadıklarının sayısız örneği mevcuttur. Tahtacılar törensiz ağaç kesmezler. Bu inançlar tamamiyle Orta Asya kökenlidir.



11. Kutsal Su Aleviler suyu kutsal sayarlar. Suya tükürmek, işemek, eski geleneklere göre günahtı. Tunceli yöresi Alevileri su ba­ şında ant töreni yaparlar. Anlaşmazlıklar su başı toplantıların­ da çözülür. Sulara dilek dilenir. Şaman Türklerde de su kutsaldır. Yer ve suya tapınırlar. Bazı Oğuzlar da sudan korkar ve kaçarlar. Türkler suyu kirl e t m e y i günah saymışlardır. Kimek, Kıpçak Türkleri İrtiş ır­ mağına taparlardı. Oğuzlar nedensiz suya girmezler, yaban­ cıların da girmesini engellerlerdi.



12. Kutsal Dağ Dağların, tepelerin kutsallığıyla ilgili Alevi Şaman inanç­ larının benzerliği ancak bir kitap hacminde incelenebilir. Bugün bile, bazı kırsal kesimlerde her Alevi köyünün kut­ sal saydığı bir iki dağ, tepe vardır. Yörük Türkmen Aleviler göç sırasında Toros dağlarına kurban keserler. Edremit yöresi Ale­ vileri Kazdağı'nı kutsal sayarlar. Kutsal ziyaretler tepelerdedir.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



148



Türkler de dağları inançla kutsamışlardır. Hunlar HanYoan dağında her yıl kurban keserlerdi. Eski Türklerde Ötüken dağı kutsaldır. Şaman ayinlerinde dağ kültü hep ön sıradadır.



13. Alkarısı Şaman Türkler ile Alevilerin ortak inançlarından biri de alkarısı inancıdır. Hamile, doğum yapan kadına kötü bir ru­ hun musallat olacağına inanılır ve bazı kötülüklerini önlemek için çeşitli tedbirler alınır.



14. Alkış ve Gülbank Alkış şaman duasıdır. Gülbank ise Alevilerin Cem ayin­ lerinde okudukları dualardır. Altay şamanlarının alkışlarını Alevi gülbanklarıyla karşılaştıranlar, üslup, anlatım tarzı iti­ bariyle son derece yakın ilişkiler ortaya koymuşlardır.



15. Esrime Alevi cemlerinde kişilerden biri vecd içinde kendinden geçip, bayılır, titrer. Bu her cemde olmadığı gibi bazen cem dı­ şında da olur. Şaman törenlerinde de şaman esrir. Bu halde gaipten haberler verir. Anadolu Alevilerinin Orta-Asya şaman kökenli inançları akademik bir tez konusu olabilecek hacimde ve önemdedir. Yukarı­ da verilen örnekler de Alevilerin Türkmenliğini kanıtlamaya ye­ terlidir. Ayrıca önemli bir husus olarak belirtmek gerekir ki, Aleviler bugün rastlanabilecek en SAF Türkmen topluluktur. Çünkü Ale­ vi olabilmek için ancak Alevi aileden doğmuş olmak gerekir ve Aleviler grup dışı evliliğe kapalıdır. Oğuz kökenli Aleviler bu ge­ leneği 700 yıldır tavizsiz uygulamaktadırlar.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



149



KAYNAKLAR • Abdülbakıy Gölpınarlı, İmam-ı Ali Buyruğu, Nahc'Al Balağa (Emek Yayınevi). • Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, 1995. • Dr. Abdülkadir Sezgin, Ülkemizde Alevilik - Sünnilik Meselesi, 1998. • Abdülhamit Sinanoğlu, Nusayrilerin İnanç Dünyası ve Kutsal Kitabı, 1997. • Ahmet Yaşar Ocak, Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Te­ melleri, 2000. • Ali Toprak (hazırlayan), Hüsniye, 1997. • Prof. Dr. Ahmet Temir, Sibirya'dan Seçmeler (W. Radloff), 1986. • Baki Öz, Osmanlı'da Alevi Ayaklanmaları, 1992. • Cemal Şener, Alevilik Üstüne Ne Dediler, 1990. • Cemal Şener, Alevilik Olayı, 1991. • Cemal Şener, Atatürk ve Aleviler, 1991. • Cemal Şener, Alevilerin Etnik Kimliği, 2004. • Esat Coşan, Makalat-Hacı Bektaş Veli, 1996. • Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye'de Alevilik Bektaşilik, 1990. • Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, İmam Ali, 1996. • Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar, 1980 (3. baskı). • Prof. Dr. Faruk Sümer, Safevi Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişme­ sinde Anadolu Türklerinin Rolü, 1992. • Prof. Dr. Fuat Bozkurt, Aleviliğin Toplumsal Boyutları, 1993 (3. basım). Hazım Aksüt, Anadolu Aleviliğinin Sosyal ve Coğrafi Kökenleri, 2002.



150



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



• Dr. Hüseyin Bal, Alevi Bektaşi Köylerinde Toplumsal Kurumlar 1997. • İsmet Zeki Eyuboğlu, Günümüzde Alevilik, 1997. • Kaşif ül Gıta, Caferi Mezhebi (Çeviren Abdülbakıy Gölpınarlı) 1992. • Prof Dr. Kemal Erarslan, Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmetten Seç­ meler, 1993. • Muhammed Ebu Zehra, Ebû Hanîfe, 1997 Çeviren, Osman Keskinoğlu. • Doç. Dr. Murat Sancak, Kavram ve Misyon Olarak Ehl-i Beyt, 1997. • Nejat Birdoğan, Anadolu'nun Gizli Kültürü Alevilik, 2000. • Nejat Birdoğan, Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşimi, 1995. • Nejat Birdoğan, Anadolu Aleviliğinde Yol Ayrımı, 1995. • Nejat Birdoğan, Şah İsmail Hatai, 1991. • Dr. Ö. Uluçay, Alevilikte Toplu İbadet, 1993. • Dr. Ö. Uluçay, Alevilik Budur, 1993. • Reha Çamuroğlu, Tarih, Heterodoksi ve Babailer, 1992. • Reha Çamuroğlu, Günümüz Aleviliği'nin Sorunları, 1992. • Rıza Zelyut, öz Kaynaklarına Göre Alevilik, 1990. • Rıza Zelyut, Aleviler Ne yapmalı, 1993.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



151



KÜRTLER Denilebilir ki, 20. yüzyılda hiçbir topluluk Kürtler kadar araştırma konusu olmamıştır. Kürtlerin kökenleri, dili, kültü­ rü adeta didik didik edilmiştir. Kürtler hakkında yüzlerce ki­ tap yazılmıştır. Kürtlüğe gösterilen böylesi yoğun ilginin nedeni Batılıla­ rın büyük jeopolitik öneme ve enerji kaynaklarına sahip Orta Doğu'da kendi çıkarlarına hizmet edecek yeni bir etnik unsur yaratma amaçlarıydı. Örneğin Ruslar, 1856 Paris antlaşmasıyla Boğazlar yoluyla Akdeniz'e inme umutlarını yitirince, yeni bir yön ara­ mışlar ve Kafkasya, Azerbeycan, Türkiye, İran, Irak yoluyla Basra Körfezine ulaşmayı amaçlamışlardır. Bu yol ise Kürtle­ rin yaşadığı bölgeden geçmekteydi. Bu nedenle Kürtleri araş­ tırmak için V. Minorsky, B. Nikitin ve Jaba gibi bugün Kürdolojinin önde gelen isimleri olarak anılan kimseleri Urmiye ve Er­ zurum konsolosluklarına getirmişlerdir. Hiçbir planlarında tesadüflere pay bırakmamayı ve gele­ ceği belirlemekte hazırlıklı olmayı ilke edinmiş Batılılar ise dünyanın başlıca petrol rezervi olan Orta Doğu'nun etnik ya­ pısını en küçük ayrıntısına kadar araştırmayı ihmal edemez­ lerdi. Klasik bir Batı stratejisi olan böl, yönet yöntemi ise böl­ gede Türk, Fars, Arap dışında, kendi denetimlerine tabi yeni bir unsur yaratılmasını yararlı görmekteydi. Onlar da bu yeni unsuru keşfetmekle görevlendirdikleri araştırmacıları böl­ geye yığmışlardı. Batılılar tarafından kışkırtılan Kürt milliyetçileri ise duy­ gusal yaklaşımlarla bir efsane peşine düştüler.



152



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Bütün bu yönlendirilmiş, maksatlı, duygusal çabalar so nuçta bilimin şaşmaz, tavizsiz ilkeleri karşısında yenik düştü­ ler ve ortaya tahmin niteliğinde varsayımları aşmayan, bir­ birleriyle çelişen çok sayıda farklı "tezler" çıktı. Kürtlerin kökenlerinin aydınlatılabilmesi için araştırma­ larda aşağıdaki ön koşulların gözetilmesi gereklidir. 1. Bir topluluğun kökenlerini o toplumun bugün yoğun olduğu bölgede araştırmak pek çok örneğin kanıtladığı gibi her zaman geçerli bir yöntem değildir. Buna bir örnek Türkler­ dir. Bugün Türklerin yoğun olduğu bölge Anadolu'dur. Ancak Türklerin kökeni binlerce kilometre uzakta, Orta Asya'dadır. Kürtler bugün Orta Doğu'da yoğunlaşmış bir topluluk­ tur. Ancak Kürtler gruplar halinde Asya, Azerbeycan, Hora­ san, Kur-Araş boyları, Yenisey Macaristan hatta Çekoslovak­ ya gibi bir coğrafyada da mevcut olmuşlardır. Kürtlerin ana­ vatanının Orta Asya ve burada asli kimliklerinin Türk oldu­ ğu artık tartışılmaz bir bilimsel gerçektir. 2. Kürtlerin kökenlerine ya da kimliğine ilişkin veriler yansız, objektif bir bilimsellikle önyargısız değerlendirilmeli­ dir. Özellikle Batılıların kendi çıkarları nedeniyle Kürtlüğü ne yapıp edip Türklükle ilişkilendirmemek şeklinde empoze ettikleri ön-yargı bir kenara bırakılmalıdır. Bilimin gösterdiği gerçek kabul edilmelidir. 3. Etnik kimlik dönemseldir ve değişkendir. Bir topluluk belirli şartlar altında belirli bir dönemde bir etnik kimlikle, başka şartlar altında başka bir dönemde bir başka etnik kim­ likle ortaya çıkabilir. Bugün ne H u n vardır, ne Eti, ne İskit, ya da Sümer, Frig, Kimmer vs. Bundan 10.000 yıl sonra belki de ne Fransız, Alman, Habeş, ya da Türk olacaktır. Dolayısiyle Kürtlük hangi dönemin, hangi şartların etnik oluşumuysa o dönemin şartları çerçevesinde tanımlanmak zorundadır"Bugünkü" Kürt tabakası dil, coğrafya, tarih bilimleri­ nin bütün verileriyle açıkça kanıtlanmaktadır ki, baskın



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



153



olarak Türk ve kısmen Fars ve Arap ve azınlık olarak yerli unsurların kaynaşmasıyla oluşmuş bir etnik kimliktir. 4. Çağımız dünyasında etnik kimliği bir ölçüde kültürel aidiyet belirlemektedir. Kimlik bir duyumsama, kabul inançtır. Bugün Almanya'da anası babası Türk ya da başka kökenden iş­ çi çocuklar "ben Almanım" demektedir. İstanbul'da yapılmış Konda A.Ş. araştırmasında anam babam Kürt diyen % 7.6'lık gurubun yarısı ama ben Türküm demektedir. Boğaziçin Üni­ versitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Binnaz Toprak ve Doç. Dr. Ali Çarkoğlu'nun TESEV için yaptıkları araştırmada "kendi tanımına bağlı" kimlik bağlamında Kürdüm diyenlerin oranı sadece % 1.4'dür (Nisan, 1999), Urfa'daki özbeöz Oğuz Türkü Karakeçiler dillerini unutup Kürt kimliğini benimse­ mişlerdir. Yüzü aşkın farklı kökenden milyonlarca insan bu­ gün ben Amerikalıyım demektedir. Sonuç olarak, Kürt kimliği ve Kürt kökenini açıklığa ka­ vuşturmak için herşeye önyargısız olarak ve bilimin ışığında yeniden başlamak gerekiyor. Bu bölümde Kürtlerin kökenlerine ilişkin tezlerin ve bu tezlerin çelişkilerinin daha iyi anlaşılabilmesi için Kürt tanı­ mını ilgilendiren temel kavramlarla ilgili ön bilgiler önce ve­ rilmiştir.



Verilerin Yetersizliği Meselesi Bugüne kadar, Kürtlerin kökeni konusunda Batılılarca yapılan araştırmalar, yeterli verilerden yoksun, birbiriyle çeli­ şen, varsayımı aşmayan tezler ortaya çıkarmıştır. Bunun nedeni, bu araştırmacıların Kürtlerin kökenini yanlış bir coğrafyada, Güneydoğu Anadolu, İran ve Irak sını­ rı boyunca uzanan Zagros gibi sınırlı bir bölgede aramış ol­ malarıdır.



158



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Başını Cemşid Bender'in çektiği bu grup adeta yeni bir uy­ garlık tezi getirmekte ve bilimi çarpıtmaktan, tarihi tahrif etmek­ ten çekinmemektedir. Öylesine ki bazı aydın Kürt araştırmacılar dahi bu denli bilimsel bir çarpıklığa baş kaldırmaktadırlar. Kürt Dili ve Söylenceleri gibi çok titiz bir araştırmacılık ör­ neği vermiş olan Gürdal Aksoy kitabının 139-144'ncü sayfala­ rını C. Bender'i yalanlamaya ayırmış ve sonuçta hain ilan edil­ miştir. Örneğin C. Bender; Sykes'ın The Caliph 's Last Heritage kita­ bına atfen "Zerdüştün Kürt Kökenli olduğunun kanıtlandığı­ nı" ifade etmiş, Gürdal bu kitapta böyle bir tesbitin bulunma­ dığını ortaya koymuştur. (sf. 143) Aynı kaynaklar bugünkü Kürt coğrafyasında yaşamış veya buralardan gelip geçmiş bütün Önasya kavimlerini herhangi bir bilimsel veri ya da kanıta dayanmaksızın Kürtlerin atası ve kendi aralarında akraba sayarlar. Örneğin Guti, Mittani, Mannai, Subaru, Kardu, Nayri, Med, Lulu, Urartu, Haldi, Hürri, Kassitler bunlar arasındadır. Hatta daha ileri giderek kimlikleri açıkça bilinen Hatti, Hitit, Asurları bile bu küme­ ye dahil edenler ve Gut, Sümer akrabalığını savunanlar da vardır. Herşeyden önce bu kavimler içinde Kürt olmadıkları kesinlikle bilinen Hitit, Asur ve Hurriler dışında özkaynak bırakan hiçbir ka vim yoktur. Bunların ne dilleri, ne etnik kökenleri, ne tarihleri, ne kültürleri, ne de sanatları hakkında yeterli bilgi mevcuttur. Bunlar hakkında bilgiler dolaylı olarak İran ve Asur kaynaklarından elde edilmiştir. Veriden yoksun olunması sebebiyle söz konusu kavimle­ rin ne bugünkü Kürtlerle ne de kendi aralarındaki akrabalıklarıyla ilgili bir tesbit mümkün olmamıştır. Hititler ve Asurların kimliği açıktır. Hurri dilinin ise Türkçeye benzer öğeler ta­ şıdığı İ. Zeki Eyupoğlu tarafından Anadolu Uygarlıkları isimli



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



159



eserde (sf. 62) ifade edilmiştir. Kardular ise Saka Türkleriyle ilişkilendirilir. Ayrıca bu bölgeyi Kimmerler, Makedonlar ve Saka Türkleri ele geçirdiği gibi bölge bir sonraki bölümde sayılan devletle­ ri işgallerini de yaşamıştır. Bu vakıa karşısında ve özellikle Kürtçe tahlil edildiğinde, ayrıca değineceğimiz antropolojik verile­ rin kanıtladığı çelişkiler karşısında Kürtlerin homojen saf bir soy ol­ duğundan söz etmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Kürtlerin kökeni konusundaki araştırmaların başarıya ulaşmasını engelleyen bu tür şövenist ve duygusal yaklaşım­ ların dışında; bugün elimizde mevcut bilgilerin ortaya çıkarıl­ masında katkıları bulunanlara karşın, bazı Batılı araştırmacı­ lar dönemlerinin siyasi konjonktürünün etkisi ile ya da görev­ li memurlar olarak Batı'nın çıkarları doğrultusunda yaklaşım­ lar sergilemişlerdir. Orta Doğu'da Batı'nın çıkarları doğrultusun­ da kullanabileceği yeni bir unsur yaratma gayreti içinde olmuşlar­ dır. Heteradoks Kürt toplum yapısının oluşumunda Orta Doğu'yu denetleyen geleneksel ve yerleşik güçler olan İran, Türk ve Arap etmenini mümkün olduğunca gözardı etmişlerdir. Batılı araştırmacıların Kürtlerin kökenlerini aydınlatmada başarısız olmalarının asıl nedeni ise Kürtlerin asli vatanlarını keş­ fedememiş ya da gizlemiş olmalarıdır. Orta Asya'daki Türk coğraf­ yası Kürtlerin kökenlerini aydınlatacak değil kanıtlayacak verilerle doludur. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da 2700 yıllık bir süreç içinde tabaka tabaka Türk yerleşimi, Türklerin bu bölgenin yerlileri sayılmaları gerçeği ve bu Türk tabakalarının Kürtlüğün oluşumun­ da asli unsurlar olduğu maksatlı olarak göz ardı edilmiştir.



Kürt Bölgesi: Yerleşim ve İstilalar Araştırmacılar, genellikle Zagros dağları (İran-Irak sınırı) merkez olmak üzere Güney Doğu Anadolu, Kuzey Irak, Gü-



160



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



ney İran'dan ibaret dar bir bölgeyi yanlış olarak Kürtlerin anayurdu olarak ele almakta ve bazıları bu bölgede tarih içinde yaşamış bütün kavimleri bilimsel dayanaktan yoksun olarak Kürtlerin ataları olarak göstermektedirler. Bazıları ise ayrıca, bu kavimlerin 5000-9000 yıllık bir süreç içinde tüm istilalardan özgün kimliklerini, ırki özelliklerini koruyarak sıyrıldıklarını iddia edecek kadar ileri giderler. Bu yaklaşım ve savların iki temel yanlışı mevcuttur; bi­ rincisi kurtluk Zagros ve çevresiyle sınırlı değildir. Orta Asya, Horasan, Azerbeycan, Yenisey, Macaristan'da da Kürt varlığı mevcuttur. Kürtlerin anayurdu Orta Asya'dır. Diğer Zagros kavimlerinin de birçoğu Asya kökenlidir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu ise 2700 yıl boyunca Türkleşmiştir. İkincisi, sayılan ka­ vimlerin binlerce yıllık süreç içinde karışmayıp "saf" kalma­ ları bilimsel örneklerin ortaya koyduğu gerçekle bağdaşmaz. Ayrıca birer aşiret niteliğindeki küçük kavimler binlerce yıl önce tarih sahnesinden silinmiş ve üstlerinden yüzlerce asır çok güçlü ve büyük devlet kurmuş topluluklar, tabakalar geçmiştir. Türklük ve Anadolu bölümünde ayrıntılı olarak gösteril­ diği şekilde Doğu ve Güneydoğu Anadolu milat öncesi devir­ den başlayarak sürekli Türk kavimlerince yurt haline getiril­ miştir. Sakalar, Kardular, Hunlar, Sabirler-Suvarlar, Hazarlar, Agaçerileri, Kumanlar, Kıpçaklar, Abbasi Türkleri, çok sonrala­ rı yerleşik beylikler olarak Oğuzlar, Karakoyunlular, Akkoyunlular bu bölgede yerleşmiş, Türkler sürekli ve tabaka tabaka 2700 yıllık süreç içinde bölgenin "yerlilerini" oluşturmuşlardır. Kaldı ki, bir bütün olarak değerlendirildiğinde tabletler, yazılı belgeler Anadolu'da, Güneydoğu'da dahil olmak üze­ re, TURKİ, TURUKKU, ACARAY kavimlerinin varlığını ka­ nıtlamıştır. Romalı yazarlar; Pompaius Mela, Pilinius, Attaliate Anadolu'daki M.S. 1. yüzyıldaki Türk varlığını belirlemiş­ lerdir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



161



Milat Öncesi kavimlerden Gutiler ve Hürriler konunun otoritesi bilim adamlarınca ya Türk ya da Türklükle ilgili ka­ vimler olarak gösterilmişlerdir. Bölgenin en eski kavimlerin­ den PARTLARIN Türklükleri de tartışılan bir konudur. Asırlar öncesi durum bu olduğu gibi 14'üncü asıra gelin­ diğinde bölgeyi gezen bütün Batılı seyyahlar, elçiler Doğu Anadolu'yu Türkomania -Türk ili- olarak tanımlamışlardır. Ünlü İtalyan gezgin Marco Polo bunlardan biridir. Daha son­ raları da Doğu Anadolu'ya Türk ili denmeye devam etmiştir. Klavio, J. Barbaro bu tanımı kullananlardandır. 17'nci 18'inci yüzyıllarda bile Batılılarca yayınlanan coğrafya eserlerinde Doğu Anadolu Türkomania -Türk İli- olarak geçer. J. Grasset et Sauveur, W. Gutrihe'nin eserlerinde, Neuste Reisebescreibung'da tanım aynıdır. 17. yüzyılda Bingöl'ü gezen Evliya Çe­ lebi buradaki Türkmen aşiretleri saysak bir kitap olur demiş­ tir. (bkz. Türklük ve Anadolu) Bölge asırlarca süren Türk yerleşiminin yanısıra pek çok yabancı istila görmüş, Sasani ve Arapların egemenliğine de girmiştir. Charmoy'un Şerefname çevirisine yazdığı önsözde söz ko­ nusu kavimlerin tarih sahnesinden silindiği dönemden bu yana bölgeye yerleşmiş ya da egemen olmuş şu devletler sa­ yılmaktadır: Ahameni'lere bağlı Ermeni Haykan Hanedanı, Büyük İsken­ der, Ermeni Arsakileri; Antoniu'la Kleopatra'nın oğlu Aleksandrados; kah Partlara kah Romalılara tabi olan Arsakiler; Ardeşir ve Şapur Sasanileri; Galerius'tan Jovianus'a kadar Romalılar; yine Sasaniler; Bizans İmparatoru Thedosius; Sasanilere tabi Ermeni Arsakiler, yeniden Bizanslılar; ilk Arap fetihleri; Araplara tabi Ermeni Arizruni prensleri; Mervaniler; Ahlat, Diyarbakır, Erzurum'da Şaharmenler sülalesi; Ani'de Şeddadiler; 11. yy.'da Selçuklular, Bizans; kısmen Moğollar-Hulagu; Timur; 15. yy. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve 16. yy. Osmanlılar. (Nikitin, Kürtler, sf. 270)



162



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Böylesine sık işgal görmüş, böylesine çok kavmin gelip geçtiği bir bölgede herhangi bir ırkın "saflığından" ve "özgün" bir uygar­ lıktan söz etmek mümkün değildir. ANCAK KÖKENE İNİLDİĞİNDE ÇOK AÇIKTIR Kİ BU­ GÜNKÜ KÜRT TABAKASININ OLUŞMASINDA BASKIN UNSUR TÜRKLÜKTÜR. KÜRTLÜĞÜN HAMURU TÜRK­ LÜKLE YOĞURULMUŞTUR. KÜRTÇENİN TAHLİLİ VE FOLKLOR ARAŞTIRMALARININ ORTAYA KOYDUĞU GERÇEK DE BUDUR. İLAVETEN, 16'NCI ASIRDAN BU YA­ NA 1400 YILDIR TÜRK VE KÜRT ORTA ASYA ve ANADO­ LU'DA BİR ARADA YAŞAMAKTADIR. Hint Avrupa ve Ari Irk Ari ırk teoride bugün Hint-Avrupa dillerini konuşan top­ lulukların ortak niteliği olarak kullanılmaktadır. Buna Avru­ pa'nın büyük çoğunluğu, İran, Hindistan dahildir. Arilik tamamen "varsayıma" dayanan sanal bir kavram­ dır. Genel bir kabul olmayıp tartışmalı bir savdır. Kürtçe de Hint-Avrupa dili kabul edilmekte ve Kürtler Aridir, denilmektedir. Nitikin'e göre Kürtçe'nin bir Hint Avrupa dili olduğu da tar­ tışmalı olup değişmez mutlak bir kabul değildir. Gürdal AKSOY'a göre Ari, Aryan teriminin Avrupa bur­ juvazisinin bir ürünü olduğu su götürmez bir gerçektir. (Kürt Dili ve Söylenceleri sf. 148) Ancak Maurice Duvarger daha da ileri gider ve tezi saçma­ lık olarak niteler, şöyle ki; "Adı var kendi yok bir dille tanımlanan; bu adıvar, kendi yok halk topluluğunu, birçok "sözde" bilginler bir yere yerleştirmeye çalıştılar. Vardıkları sonuçların birbirini tutmazlığı, bunların saç­ malığını da açıkça ortaya koymaktadır." (a.g.e., si. 149)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



163



Ve Duvarger birçok bilim adamının Hint-Avrupa toplulu­ ğunun ilk ortaya çıktığını savundukları Hint'ten, K. Afrika'ya Macaristan'dan Baltığa kadar 8 farklı bölge saymalarına tutarsız­ lık örneği olarak işaret eder. (a.g.e., sf. 149) Özellikle Kürtçü araştırmacılar Önasyada yaşamış bir­ çok kavmi de dilleri hakkında bugün en ufak bir ipucu bulunma­ masına rağmen Ari olarak tanımlarlar. Oysa sanal dahi olsa Hint-Avrupalı, dolayısiyle Ari olmanın ilk ölçütü dildir. Ayrıca toplumların "dili" süreç içinde değişebilir. Öz be öz Türk olan Urfa Karakeçilileri bugün anadillerini unutmuşlar­ dır ve Kürtçe konuşmaktadırlar. Dolayısiyle "dil grubu" ile "ırk grubunu "karıştırmamak gerekir. Dil temeline dayalı "Ari ırk" tanımı yanıltıcıdır.



Kürtlerin Antropolojik Nitelikleri Kürtlerin homojen bir unsur olup olmadıklarını tesbit bakımından antropolojik sınıflandırılma konusunda da çalış­ malar yapılmıştır. Birçok bilim adamınca gerçekleştirilen araştırmaların yeterli bir özeti B. Nikitin'in Kürtler adlı eserin­ de mevcuttur. Nikitin'in kitabının "Antropolojik Kanıtlar" bölümü şu tes­ pitle başlamaktadır: "Tarih ve dilbilim alanında yaptığımız bu gezi henüz birçok noktayı karardıkta bırakıyor ve Kürtlerin kökenleri üzerinde 'ANCAK BAZI VARSAYIMLAR' öne sürmemize imkan veriyorsa, ANTROPOLOJİ de bize bu konuda fazla yardıma olmayacaktır." (sf. 48)



Nikitin; Kürtler konusunda araştırmalar yapmak üzere Ruslar'ın Urmiye'de konsolos olarak görevlendirdikleri bir diplomattır. Görevinin mahiyeti konuya yaklaşımını etkilemiştir. Ayrıca bir kürdofil (Kürt hayranı) olarak da kabul edilir.



164



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Nikitin'in bildirdiğine göre Stalze'nin fotoğraflarını çekti­ ği doğu Kürtlerinin hepsi, bölgedeki İran halkıyla tam bir benzerlik taşıyan esmer ve son derece brakisefal tiplerdir. Van Luschan'ın Nemrut ve Zemcenli yöresinde antropolojik yönden titizlikle incelediği batı Kürtleri ise büyük oranda 'sarışın' ve 'dolikosefal'dirler. Luschan sonuç olarak bazı bölgelerde esmer ve brakisefal unsurların ortaya çıkmasını Türklerle, Ermenilerle ya da İranlılar­ la kaynaşmaya bağlar. Millingen Türkiye ile İran'ın kuzey sınır­ larında Kürt tiplerinin çeşitlilik gösterdiğine işaret eder ve "Her ne kadar kara gözlü kara saçlı tipler hakimse de; sarı ve kestane rengi saçlar, mavi gözlü tiplere de rastlanır." (Nikitin, Kürtler, sf 49) der. Yine Van Luschan sarışın ve dolikosefal Kürtleri Cermen olarak nitelemezse de bunların Avrupa'nın kuzeyinden geldik­ lerini varsayar. Bu iddiasına gerekçe olarak "Kuzey Avrupa dı­ şında hiçbir yerde şimdiye kadar, mavi gözlü, sarışın dolikosefal kaynağın tesbit edilmediğini" gösterir. (a.g.e., sf. 49) A. Başmakof'un belirttiğine göre, bu sarışın ve mavi göz­ lü "nordik" tipin Önasyaya geldiği zaman dilinin Kürtçe olma­ ması ve Kürtçe'nin ona, kendisini boyunduruk altına alan İrani unsurlarla temasa gelmesi sonucu zorla kabul ettirilmiş ol­ ması mümkündür. (a.g.e., sf. 50) A. Başmakov'a göre sorun 'muhtemelen' dolikosefal olan ve 'belki' de Kürdün en eski halini meydana getiren 'Kimmer' probleminin temel noktaları tesbit edildiği gün açıklığa kavu­ şabilecektir. (Kimmerler Sibir-Kafkas'dan 8. y.y. gelip güneydoğu­ yu işgal etmiş bir kavimdir. Bunların Türklüğü konusunda Prof. Aydın Taner'in tez çalışması mevcuttur. (T. Ö.) E. Soane'nin tesbitleri daha ilginçtir; "...Aralarında birçok mavi gözlü sarışın insan vardır. (Doğu Kürtleri) Bu tipteki Kürt çocuğu İngiliz çocukları arasına bırakılsa onlardan ayırdedilemez, beyaz tenlidir... Dalga dalga akan açık renk saçlar, sarkık uzun bı­ yıklar ve açık bir ten... sadece yüz ölçüt alınsa ve dillerinde bulu-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



165



nan başka kanıt da hesaba katılmasa bile bütün bunlar ANGLASAKSON'LA KÜRDÜN AYNI KÖKENDEN OLDUĞUNU YETERİNCE KANITLAR." (Nikitin, Kürtler sf. 51) Buna karşın Nikitin Kürdü; Sami (Arap vs.) saymaya ne­ den olabilecek ayrı bir gözleme de yer verir; "Kalde'nin çok eski kralı Ur Nına'nın profili ile yukarı Mezopotamya'daki Buruki Kürdünün profilini karşılaştırmalı olarak yayımlan­ mış bulunan Dr. Hamy bu hususu çok belirgin bir şekilde ka­ nıtlanmıştır" (a.g.e., sf. 51) Buraya kadar gözlem, tesbit ve savların özetlediğimiz bilimadamlarının verdikleri bilgilerin ne denli çelişkili ve farklı olduğu; Kürtler'in brakisefal mi dolikesafal mi, sarışın nordik mi yoksa esmer Önasyalı mı oldukları konusunda tam bir karma­ şa ve kaosun söz konusu olduğu açıkça görülmektedir. Nikitin kendi nihai görüşünü "saptayabileceğimiz tek şey, Kürt etnik tipinin ÇOK KARIŞIK bir karakterde oluşudur." diye özetler ve Urmiye'de kaldığı üç yıl içinde çok sayıda Kürt gör­ mek fırsatını bulduğunu ifadeyle "Mark Sykes'in Halifenin Mi­ rası eserinde (sf. 321-343-425) bulunan; Milli Kürtlerinin (Arap tipi), Girdi Kürtlerin (Merkzi tipi), şamdinan Kürtlerinin (Nes­ teri ve Hakkari tipleri) fotoğraflarını, ya da Lynch'ın (Armenia II) eserinde 109. şekil (Türkmen tipi)ne 114. şekil (çok belirgin bir tip) olarak verdiği Kuzey Kürt'leri tiplerini karşılaştırırsak Kürt' tipi için ortak bir formül bulma düşüncesinin bir HAYAL ol­ duğunu kolayca söyleyebiliriz." değerlendirmesine tamamiyle katıldığını belirtir. (Nikitin, Kürtler sf. 53) . Ve konuyu şöyle bağlar "DEMEK Kİ KÜRTLERİN KÖKE­ Nİ ÇOK TARTIŞMALI BİR SORUNDUR..." (sf. 54) Bu açık tesbitler karşısında, sayısız kavimlere yurt olmuş ve sayısız işgaller görmüş bir bölgede yaşayan bir topluluğun hiçbir ve kanıta dayanılmaksızın nasıl olup ta tek bir kökene bağlanistendiği ve hele bu toplumun 5000 yıldır öz benliğini ve saflığını koruduğu yolundaki önyargılar herhalde sorgulanmalıdır.



166



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kürt tipiyle ilgili antropolojik kanıtları tamamlanmak üzere Kürt Dili ve Söylenceleri isimli kitabından Gürdal Aksoy'un tesbitlerini aktarmakta da yarar vardır. "Kürtler kimdir? Tarih sahnesinde ne zaman yer aldılar? Ko­ nuştukları dil, hangi dil grubuna girer? Bu ve benzeri sorular bi­ linç ufkumun bir köşesinde sürekli yer almıştır. Gerek yazılı belge­ lerin az oluşu, gerek Doğu ve Güneydoğu Anadolu da denilen böl­ gede, arkeolojik kazıların sınırlı tutulması, bu soruları daha kes­ inleştirmekte. DOĞAL OLARAK, KONUNU BULANIKLIĞI BİRAZ DA TARİHÇİLİK OYUNUNU SEVEN KİMİ YAZARLARIN SE­ MERELERİNDEN KAYNAKLANIYOR. Tüm bunlara bir de ge­ niş boyutlu araştırmaların yokluğu eklenince, işin içinden çıkmak büsbütün güçleşiyor." (a.g.e., sf. 147) Ulusun ırk birliğinden çok kültür birliği gerçeğine dayandığı­ nı vurgulayan Aksoy, Ari ırk kavramını irdeler ve sonra Ripley'in Asyatik Türkiye'de oturan Kürtlerin, gerek linguistik gerekse fiziki bakımından İranlı (ya da İrani) olduklarını diğer yandan ve Kürtlerin doğal olarak 'dolichocephic' olduklarını belirttiğini aktarır. Bilimadamları ve araştırmacıların bir kavram olarak, sık kullandıkları "İrani" ya da "İranlı" kelimeleri bugün anlaşıl­ dığı gibi bir ulusu tanımlamazlar. İran aynen Anadolu tabiri gi­ bi birçok ulusa yurtluk etmiş geniş bir geçiş alanı olan coğrafyanın ismidir. Dolayısiyle "İrani" ya da "İranlı" tanımlarını bu çer­ çevede anlamak gerekir. Bu konuda yanlış bir yorum yanılgı­ lara yol açar. (T. O.) G. Aksoy; E. Soane'nin görüşünü Nikitin'in alıntısından biraz farklı aktardıktan sonra Haddan'dan "Bank Kürtler, dolikasefaldır. Yarısından çoğu mavi gözlü, sarışındır; ancak Türk ve Ermeni karışımının artmasıyla birlikte, başlar kısalmış ve genişle­ miş, saç ve gözler de siyahlaşmıştır; Doğulu Kültlerde ise yuvar­ lak başlı, siyah saçlı ve daha çok çirkin olanlar, daha yüksek oran-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



167



da görülür. Kürtlerin, dağlı olmuş Prota-Nordik istep halkından olduğu görüşüne itibar edilebilir" alıntısını verir. (a.g.e., sf. 151) Bu tesbit de Kürt tipinin karışık olduğunun kanıtıdır. Bu durumda Soane'nin Anglasakson ve Haddan'ın protonordik tip olarak tanımladığı Kürtler Asyalı Medler olabilir mi? Yoksa Medler İranlı olmayıp Kuzey Avrupa'dan mı gel­ mişler? Oysa Medlerin anayurdu bellidir (Asya). O halde Kürtleri Medlere bağlayan varsayımın geçerliliği nedir! Luschan 'a göre sarışın nordik tipin tek kaynağı kuzey A vrupadır. Medlerin köken olarak güney Sibir-Hazar yörelerinden Önasya'ya indikleri ve Asyalı oldukları kesin olarak kanıt­ lanmış bir gerçektir. Bu gerçek karşısında yukarıdaki sorular elbette geçersizdir. Bu örnek Kürtleri hem Nordik, Anglaskson hem de "günü­ müzün Medleridir." diye tanımlayan Soane gibi ünlü bir araş­ tırmacının dahi ne denli yanılgı ve çelişkiler içinde olduğunu göstermek bakımından önemlidir. Doç. Yalçın Küçük'te Kürtler Üzerine Tezler adlı kitabında gerçeği özetleyerek "Tipleri ise değişiktir. Bir 'Kürt' tipinden söz etmek kolay görünmüyor; yaşadıkları yöreye ve kaynaştıkları diğer ırklara göre Kürt tipleri birbirinden ayrılıyor." tespitini ya­ par. (sf 39)



Kürt Dili Dil, bir toplumun etnik kökeninin en önemli gösterge­ lerinden biridir. Bu temelde, Kürtçe yapı ve kelime olarak in­ celendiğinde görülmektedir ki, bu dil Türkçe, Farsça (İran) ve daha az olarak Arapça'nın karışımıdır. Bu da Kürt kimliğinin oluşumunda bu üç unsurun ağırlığı olduğunu göstermektedir. Rusya'nın Erzurum konsolosluğunu yapmış olan Auguste Jaba, o dönemin bütün Rus konsolosları gibi Kürtler üzerinde araştırmalarda bulunmuş ve 1860 yılında Kürtçe



168



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



derlemelerini yayınlamıştır. Daha sonra St. Petersburg Bi­ limler Akademisi'nin isteği üzerine, F Justi tarafından, bu kitap esas alınarak, 8378 kelimeden oluşan bir Kürtçe sözlük oluşturulmuştur. Bu sözlük, 146 yıl öncesinin, bugünden çok daha saf Kürtçe'sini temsil etmektedir. V. Minorsky gibi önde gelen Kürdologlar bu sözlükteki kelimeleri menşe (aidiyet) itibariyle tasnif etmişler ve ortaya aşağıdaki tablo çıkmıştır. 3080 kelime Türkçe 2230 kelime Farsça (1200'ü Zend lehçesi) 370 kelime Pehlevi Lehçesi (Farsça) 2000 kelime Arapça 220 kelime Ermenice 108 kelime Keldanice 60 kelime Çerkesçe 20 kelime Gürcüce 300 kelime menşei belli olmayan (Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 119) Bir toplumun etnik oluşumunu en iyi açıklayan kaynak­ lardan biri dilidir. Yukarıdaki tablo açıkça göstermektedirki, Kürt etnik kimliğinin oluşumunda öncelikle unsurlar, sırasıy­ la Türkler, İranlılar ve Araplardır. Ancak; Arapça, Kürtçe'ye büyük ölçüde din ve Osmanlıca yoluyla girmiştir. Dolayısıy­ la Kürt kimliğinin oluşumunda baskın unsurlar Türkler ve İranlılardır. Ahmet Buran'ın Doğu Anadolu Ağızlarının Kelime Hazi­ nesi (BTTD) araştırmasında Kürtçe'de var olan 2500-3000 dola­ yındaki Farsça, Arapça kelimenin % 80'inin Osmanlı Türkçesi, % 40-50'sinin de bugünkü Türkçe olduğu tesbit edilmiştir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



169



Alman De Groot 1300 yıl önce kullanılan Göktürk Türkçesine ait 532 kelimenin BUGÜNKÜ Kürtçe'de halen kullanıl­ dığını tesbit etmiştir. İlgili bölümde örnekleri verilecektir. (Türklük-Kürtlük) Türkçe, Farsça ve Arapça'nın Kürtçe üzerindeki etkileri­ ni bir "Kültür alışverişi" olarak açıklamak mümkün değildir. Toplumların okuryazar olmadıkları, radyo, televizyon, basın, kitap, dergi gibi iletişim araçlarının hayal bile edilemiyeceği, hayvanların ve kağnıların dışında ulaşım araçlarının bulunmadığı bir dönemde bugünkü Kürtçe yapısında bir dilin oluşumunu, toplulukların bire bir ilişki içinde oldukları birliktelik dışında açıklamak mümkün değildir. Dolayısiyle Kürt dili toplumsal bir kaynaş­ manın ürünüdür. Ancak, Kürtçe, Türkçe, Farsça ya da Arapça'nın bir leh­ çesi olmayıp, özgün bir dildir. Ancak Kürtçe, oturmuş, yapı­ sal özellikleri düzenli, temel kuralları lehçeleri kapsayan bü­ tünlük içinde bir dil değildir. Dahası, Kürtçe'nin üç ana lehçe­ si olan Sorani, Gorani ve Kırmançca'nm da kendi içlerinde tutarsızlıklara yol açan ciddi sorunları mevcuttur. Ayrıca, Kürtçe çağdaş anlamda bir kültür dili de değildir. Ülkemizde yaygın olan Kırmançca'dır (% 95). Ancak Kırmançca konuşan toplulukların dahi iletişimde bazı güçlükler söz konusudur. Zazaca, bazılarının sandığı ya da maksatlı olarak yaydığı gibi Kürtçe'nin bir lehçesi değildir. Bu husus, konunun dünyaca tanınmış uzmanları olan Prof. V. Minorsky, Prof. Haddank, Prof David Mac Kenzie, İngmar Sauberg, Terry L. Todd, Prof.Dr. Gouchie Kojima gibi otoritelerce kanıtlanmış­ tır. W. B. Lockwood, T.M. Jhonstone da Zazacayı özgün bir dil olarak görürler. Kısacası, dünyadaki ciddi bilim çevreleri azaca'yı Kürtçe'nin bir lehçesi olarak kabul etmez. (bkz. Zazalar)



170



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Ancak, ne yazık ki, bu gerçeğe rağmen yıllardır T.C. Devleti'nin resmi yayın organı TRT Zazaca'yı Kürtçe'nin bir lehçesi olarak takdim etmekte, Devlet, 2004 AB İlerleme Raporu'nda olduğu gibi Zaza'canın Kürtçe'nin bir lehçesi ola­ rak tanımlamasına sessiz kalmaktadır. Bu tutum, adeta, Zazaları Kürtleştirerek, Türkiye karşıtı Kürtçü cepheyi genişletmeyi hedefleyen bölücülerin işini ko­ laylaştırmaktadır. Bugün konuşulan Kürtçenin kökeni konusunda birbirin­ den çok farklı birçok görüş ileri sürülmüştür. Kürtlerin baş­ langıçta Kaidece, Arapça konuştukları yolundaki savlar ciddi araştırma ve bilimsel verilere dayanmaması nedeniyle geçer­ lilik kazanmamıştır. Zerdüşt'ün bir Med olduğunu ve Avesta'yı Zerdüşt'ün yazdığını varsayan kimi araştırmacılar Kürtçe ile Avesta ara­ sında dolaylı bir bağlantı kurmaya çalışarak Kürtçe'nin köke­ ninin Medce olduğunu "varsaynvşlarsa"da fazla taraftar bula­ mamışlardır. Bölgede M.Ö. 7-6 yy.''da hüküm süren Medlerden geriye birkaç kral isminden başka bir şey kalmadığı gibi, Zerdüşt'ün doğum yeri, yılı, yaşadığı dönem, Avesta'yı kendisinin yazıp yazmadığı ve Avesta'nın yazıldığı tarihler de çok tartışmalı­ dır. Avesta'nın dili ile karşılaştırılabilecek Med dili de ortada yoktur. Antropolojik verilere göre Kürtlerin aslen sarışın, mavi gözlü, dolikosefal Kuzey Avrupalı Nordik bir tip olduğunu savunanlar ise Kürtlerin asli dillerinin İrani olmaması gerekti­ ğini öne sürmüşlerdir. Ancak, Kürtçe'nin temel yapısı genel olarak Farsça'ya ben­ zer. Ayrıca Oğuz Türkçesinin büyük etkisini taşır. Kelimeler ise ağırlıklı olarak Türkçe, Farsça ve daha az oranda Arapçadır. Kürt­ çe sayılabilecek kelimeler çok sınırlıdır. (300 kadar) KÜRT DİLİ, BU TOPLUMUN, BASKIN OLARAK TÜRK, KISMEN İRAN VE KISMEN ARAP HALKLARININ VE YERLİLERİN KAY-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



NAŞMASIYLA



171



OLUŞTUĞUNU BELGELEYEN ÖNEMLİ BİR



DELİLDİR Orta Doğu'da Kürtler'in yoğun olduğu bölge 300 yıl İran Sasanilerinin egemenliğinde kalmıştır. 637 de başlayan Arap işgalleri ve kolonizasyonu etkinliği ise 11. y.y. da Selçukluların gelmesine kadar devam etmiştir. Selçuklular bölgede yerleşik bir düzene bağlı çok sayıda beylikle yeni bir egemenlik tarzı oluşturmuşlar, bu dönem Osmanlılar"ın kuruluşu olan 1299 yılına dek sürmüştür. Akkoyunlu ve Karakoyunlular'ın bölge­ deki hakimiyeti ise 16. y . y ' a kadar devam etmiştir. Sasaniler'le başlayıp, Araplar, Selçuklular'la devam eden Akkoyunlu ve Karakoyunlu'ların tarih sahnesinden çekilmesiyle sona eren sü­ reç 1300 yılı aşmaktadır. BU SÜREÇ İRANLI TÜRK, ARAP, KÜRT TOPLULUK­ LARININ BİRBİRLERİNE KÜLTÜREL MİRASLAR DEVRET­ TİKLERİ, BİR ÖNCEKİLERLE BİR SONRAKİLERİN BİR ARADA YAŞADIKLARI BİR TOPLUMSAL KAYNAŞMA VE KÜLTÜREL OLUŞUM DÖNEMİDİR. Bu kaynaşma ve oluşum kaçınılmaz olarak ırki yapı ka­ dar Kürt dilini de etkilemiştir. Bir başka ifadeyle; Kürtçe'de­ ki Türkçe, Farsça ve kısmen Arapça unsurlar bu dilleri konu­ şan halklarla Kürt toplumunun yoğun kaynaşmışlığının ka­ nıtlarıdır. Tarihi veriler, antropolojik değerlendirmeler de Kürtçe'nin tanıklık ettiği bu toplumsal kaynaşmayı desteklemektedir.



172



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kırmanç / Kurmanç Bugün Kürt denilen topluluğun ana unsuru kendilerini Kırmanç (bazı yörelerde Kurmanç) olarak tanımlar. Kürt keli­ mesi genel olarak yakın dönemde yaygınlaşmıştır. Kırmanç kelimesinin köküyle ilgili varsayımlardan birini 1938 Brüksel Doğu Bilimciler kongresine Kürtlerin Menşei isim­ li tebliğinde V. Minorsky dile getirmiştir. Genel bir ifadeyle Minorsky Kürtlerin kökeninin Med:Mad ve İskitlere dayandı­ ğı varsayımından hareketle; Kırmanç'ın Kürd ve Mad kelime­ lerinin birleşmesinden oluşan Kurd Mad ibaresinden değişe­ rek oluşmuş olabileceğini ileri sürmüştür. Hiçbir bilimsel ge­ çerliliği olmayan böyle gayriciddi bir savı kabul etmek müm­ kün değildir. Ayrıca Madların Kürtlüğü tezi bilimsel olarak geçersiz olduğu gibi o dönemde 'kurd' diye bir kavram ve ke­ lime de mevcut değildir. Ne böyle bir terkip ne de bu terkibin "Kırmanç" a dönüşünceye kadar geçirdiği aşamalar konusunda en ufak bir ipu­ cu söz konusu değildir. Birçok araştırmacının görüşünü özetleyen Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm isimli kitabın yazarı Dr. Mahmut Rışvanoğlu Kır­ manç kelimesini 'gürman' kelimesiyle açıklar. Gürler eski bir Türk kavmidir, men/man eki "Türk+men de" olduğu gibi Türkçedir. Sondaki 'ç' harfi ise aynı "kıskanç" kelimesinde ol­ duğu işlevi haizdir. Dolayısıyla 'gürmanç' yazara göre Türk kavmi olan Kırmanç'ların kök ismidir (sf. 14). Bu sav kendi için­ de Minorsky'nin Kurdmad açıklamasından çok daha tutarlıdır. Esasen, Minorsky'nin açıklaması bütünüyle tutarsızdır. Esasen, Kurmanç kelimesinin kökü olan Kurman'ın Türkçe olduğundan şüphe yoktur. Kaşgarlı Mahmut'un Divan-ı Lügat-it Türk isimli eserinde bu kelimenin Oğuz ve Kıpçak lehçelerinde "gedelgeç, yay konan kap, yaylık" anla­ mına geldiği yazılıdır. (cilt: L, sf. 444)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



173



Ayrıca, Kurman büyük bir Türk boyunun adıdır. (L. Rasonyi/ Dünya Tarihinde Türklük, sf. 139, 148). Kazak-Kırgızların Cappas ve Maskar kabilelerinde birer boyun adı da Kurman'dır (H. Namık Orkun, Türk Dünyası, sf. 102-103) Tatar Türklerinde KURMAN şahıs ismidir. (H. Göktürk, Türk Mühürü;sf.80) Sonuç olarak, Kırmanç/Kurmanç kelimesi Türkçe'dir. Kürtlerin yakın bir geçmişe kadar kendilerini Kırmanç/Kur­ manç olarak tanımlamaları kökenlerinin Türklükle ilişkisinin bir kanıtıdır.



Ekrad Arap tarihçisi Mesudi, 10. yüzyılda Kürt kavimleri, Kür­ dün çoğulu olan bir kelimeyle 'ekrad' olarak tanımlamıştır. Daha sonraki araştırmalar göstermiştir ki Araplar ekrad keli­ mesini esas itibariyle "konargöçer" topluluklar için kullanmış­ lardır. Osmanlılarda ekrad tanımlamasını "konargöçer"aşiretler için kullanmışlardır. Yavuz Sultan Selim zamanında tutulma­ ya başlanan tahrir defterlerinde ekrad tabiri Türk olduğu kesin olan birçok konar göçer Türk aşireti için kullanılmıştır. Sade­ ce birkaç örnek olmak üzere konar göçer Kılıçlı, Döğer, Avşar, Igirmidörtlü aşiretleri sayılabilir. İranlılar, Araplar da ekrad kelimesini aynı anlamda kul­ lanmışlardır. Söz konusu aşiretlerin bulunduğu yörelerde tahrir def­ terlerinde çoğunlukla öz Türkçe isimler ve yöre adları tesbit edilmiştir. Aynı tabir "Kürt" olarak bilinen göçer aşiretler için de kulla­ nılmıştır. Tapu Tahrir Defterleri ilk defa Kürt bölgesinin Yavuz Sultan Selim zamanında 1514'te Osmanlı'ya bağlanmasın-



174



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



dan hemen sonra yapılmıştır. Henüz bir Osmanlı karışımı söz konusu değildir ve yerel etnik durum hakkında doğru bilgiler içermektedir. Bölgenin nüfusunu, ırki özelliklerini, şahıs, aşiret adlarını, vergi d u r u m u n u ayrıntılı olarak belirt­ mektedirler. Tahrir Defterleri incelendiğinde açık seçik görülmektedir ki Kürtlük ve Türklük içiçe kaynaşmış durumdadır. Aşağıda Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Prof. Dr. Hakkı Dur­ sun Yıldız, Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Prof. Dr. Mehmet Eröz, Prof. Dr. Bayram Kodaman, Prof. Dr. Abdûlhaluk Çay tarafından yazılmış Türk Milli Bütünlüğü içerisinde Doğu Anadolu isimli eserde KÜRT BİLİNEN YERLERDE Tapu Tah­ rir Defterlerinden aktarılan bilgiler bu kaynaşmanın ve Kürt bilinen birçok topluluğun aslında Türk olduklarının kanıtıdır. O zaman birçok ilin bağlı olduğu Diyarbakır Eyaleti Mufassal Tahrir Defterindeki vergi mükelleflerinin isimleri şunlardır: (sf. 49) Kığı Sancağı, Şadıllu Cemaati, Çavlu Köyü 1) Ağa, 2) Allahkulu, 3) Başlamış, 4) Alman, 5) Budak, 6) Bahadur, 7) Bayram, 8) Göçbek, 9) Hüdaverdi, 10) Kaya, 11) Karaca Ömer, 12) Kava Ali, 13) Kara Hacı, 14) Keçilü, 15) Kılıç, 16) Kork­ maz, 17) Kulu, 18) Kurt, 19) Şeyh Ali Türkmen, 20) Turalı, 21) Tu­ tu, 22) Yağmur (Defter sf. 744-745-747). Desim (Dersim/Tunceli) Desimlü Cemaati: 1) Alpı, 2) Bayram, 3) Budak, 4) Dengiz (Deniz), 5) Durak, 6) Gemrek, 7) Göçbek, 8) Khanibaba, 9) Kılıç 10) Korkmaz, 11) Kutlu Buğa, 12) Manılu, 13) Melik Kuş, 14) Menteş, 15) Ulaş (Defter, sf 748-749). Bu bilgiler bugün pek çok Türk boyunun zaman içinde kürtleştiklerinin olduğu kadar, Türk Kürt kaynaşmasının da tartışılmaz açıklıktaki kanıtlarıdır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



175



Kürdistan 12. yüzyıla gelinceye kadar Türkiye, İran, Irak, Suriye de da­ hil olmak üzere tarihte Kürdistan olarak anılmış bir bölge mevcut değildir. Kürdistan tabirini idari bir terim olarak ilk kullanan Sel­ çuk Sultan Sancar'dır. (1117-1157) Sancar İran'daki Hamedan şehrinin batısındaki Bahar kalesini merkez alan eyalete Kür­ distan adını vermiştir. Bu eyalet Zagros (İran-Irak kuzey sınırı) dağlarının doğusunda ve batısında olmak üzere Hamedan, Kirmanşah, Dinever, Sincar ve Şehrizor şehirlerini kapsıyor­ du. Bu coğrafya 13. yüzyıl kaynaklarında Cibal (İran tarafı) ve Cezire (Diyarbekir)den oluşmaktaydı. 14. yüzyılda Hamdullah Mustafa Kazvini, Nüzhet'ül Külub adlı eserinde Kürdistanı 16 kasaba olarak tanımlamıştır. (Prof. A. H. Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 91)



Kürtlerin kökenlerine ilişkin araştırmaların İran, Irak, Türkiye üçgeninin sınır kısımları, Zagros Dağları merkezli bir alanla sınırlamış olan batılı araştırmacılar bu dar bölge için bile Kürdistan tanımında anlaşamamışlardır. B. Nikitin bu konudaki güçlüğü şöyle açıklamıştır: Kürtlerin oturduğu ülkeyi tanımak istersek, Kürdistan adına dayanamayız. Çünkü Kürdistan adı zaman ve mekan içinde itibari ve değişken bir terimdir. Dolayısıyla ONA BAŞKA BİR TANIM ARAMAK GEREK (bkz., Kürtler) Yukarıdaki alıntıdan da açıkça anlaşılacağı üzere, gerek Rus gerekse diğer Batı'lı araştırmacılar, Kürtlerin kökenleri­ ni, onların anayurdundan çok uzakta, adını dahi koyamadık­ ları bir bölgede aramışlar, sonuçta da doğal olarak, başarısız olmuşlardır. Oysa, Orta Asya'dan Karadeniz üstü Kuzey Batı Sibir­ ya'ya oradan Macaristan içlerine uzanan geniş coğrafyada, Kafkasya'da, Hazar denizi çevresinde, aynen Avşarlar, Ya-



176



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



kutlar, Çuvaşlar, Teleütler gibi Türkçe isimle Türk olarak var olmuş Kürtler'in kökenini aydınlatmaya yeterli tarihi bil­ gi ve arkeolojik veri mevcuttur. Yenisey'de Elegeş anıttaşında Göktürk isimli, Göktürk ünvanlı Alp Urungu, Göktürkçe "Ben Kürt ilinin Hanıyım" diye seslenmekteydi. Bugün hala seslenmektedir. Özetle, Batı'lı araştırmacıların başarısızlığının, sonuçta hepsi ge­ çersiz kalan çelişkili tezler üretmelerinin nedeni, Kürtler'in kökenini yanlış bir coğrafyada aramaları ve konuya bilimsel değil siyasi yaklaşmaları, aldıkları talimata uygun olarak dünyanın en zengin enerji kaynaklarına sahip Orta Doğu'da "Türklükle, İranlılıkla, Araplıkla ilgisi olmasında ne olursa olsun" zihniyetiyle, bu bölgede ülkelerinin çıkarlarına hizmet edecek yeni bir etnik unsur yaratma gayretleridir. Özetle, Batılı araştırmacıların, özellikle, diğer araştırma­ lara veri tabanı oluşturan ön araştırmacıların -ki bunlar ara­ sında V. Minorsky, B. Nikitin, Jaba (Rusların Urmiye Erzurum konsolosları) önde gelir- konuya "devlet güdümünde" siyasi yaklaşımları tezlerini çıkmaza sürüklemiştir. Batılı devletlerin "yönlendirdikleri" bu araştırmaların tek amacı Orta Doğu'da Türk, Arap, Fars dışında çıkarlarına hizmet edecek yeni bir unsur yaratmaktı. Yaklaşımları bilimsel değil, siyasiydi.



Selahaddin Eyyubi Birçok Kürt araştırmacı Kürtlerin tarihteki varlığını pe­ kiştirmek için 1171-1252 yılları arasında Mısır ve dolaylarında h ü k ü m sürmüş Eyyubi devletini Kürt devleti sayarlar. 1576'da. Kürtlerin ilk tarihini yazan Bitlis Emiri Şeref Han'a göre de Eyyubiler bir Kürt devletidir. Ancak Eyyubi Devletinin tarihi incelendiğinde ve Sela­ haddin Eyyubi'nin (öl. 1193) yakın akrabalarının isimlerine ba-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



177



kıldığında gerçek farklı görünmektedir. Hanedanın kökeni de Türkiye'dedir. Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu isimli eser­ de konu çok yönlü olarak incelenmiştir. Bu eserde kanıtlandı­ ğı üzere Eyyubi Devletinde yerli halk Araptır. Orduda ise Türkler Kürtlere nazaran çoğunluğu teşkil etmektedirler. (Bu hususa Minorsky de katılır) Bayraklarındaki sembol Selçuklularda, Artuklularda, Mengüceklerde olduğu gibi Kartaldır.1 Daha da önemlisi Selahattin Eyyubi'nin kardeşleri dahil pek çok yakın akrabası öz be öz Türkçe isimler taşımaktadırlar. Kardeş­ ler arasında Turan, Tuğtekin, Böri vardır. Eşlerinden biri Unar Bey kızı Amine, iki eniştesi Umaroğlu Sadettin Mesud ve Muzafferuddin Gökböri ve yeğeni Karakuş Türktürler. Bu isimlerin ço­ ğu Şerefnamede de teyid edilmiştir. Eyyubi ordusunun komutanları; Bahaeddin Karakuş, S. Karakuş Tekavi, İzzettin Cavlı, Şarimüddin Kutluova, H. Sungurel Halati gibi Türklerdir.2 Selahaddin'in Gence (Azerbaycan) çevresinde Şeddadil­ er sülalesini kuran büyük dedesi Şeddad oğlu Mehmed'in 3 (951) dedesinin de ismi Kartuk olup, Türktür. Eyyubilerin bir Türk hanedanı olduğunu gösteren en açık belgesel delillerden biri de devrin şairlerinden İbn Senaülmülkün Haleb'in Selahaddin tarafından alınmasından sonra yazdığı methiyedeki bir beyittir. "Arap milleti; Türkler'in devletiyle yüceldi. Ehl-i Salip (Haçh) davası Eyyüb'ün oğlu tarafından perişan edildi." Sonuç olarak Eyyubiler bir Kürt devleti değildir.



1,2,3 Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, sf. 188, 189. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Prof. Dr. Hakkı Dursun, Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Prof. Dr. Mehmet Eröz, Prof. Dr. A. Haluk Çay, Prof. Dr. Bayram Kodaman.



178



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Ermeniler ve Kürtler Türkiye'nin b ö l ü n m e s i n d e n çıkar uman maksatlı çevreler Kürtlerle Ermenileri soydaş gösterme gayreti içinde olmuşlardır. Ancak, Kürtlerle Ermeniler tarihin hiçbir döne­ minde barışık olmamışlar ve karışmamışlardır. Ermenilerle Kürtlerin karışmasını tarih içinde engelleyen en büyük etken din farklılığı olmuştur. Kürtler İslam dinini Türklerden yaklaşık 300 yıl önce kabul etmişlerdir. (645) Müslüman hiçbir toplum Hıristiyan toplumla kaynaşmamıştır. Büyük çoğunluğu (%90) koyu bir sünni mezhebi olan şafiliği benimse­ miş olan Kürtler hıristiyan Ermenilere ne kız vermişler ne de onlardan kız almışlardır. Din farklılığı her zaman farklı grup­ ların karışmasını engelleyen en güçlü etmen olmuştur. Ayrıca, etnik oluşumu açıklayan önemli göstergelerden biri de dildir. Kürtçe'de binlerce Türkçe, Farsça, Arapça kelime mevcutken Ermenice kelime sayısı yok denecek kadar azdır. (200 ci­ varında) Kaldı ki, tarihi kaynaklar Kürt Ermeni düşmanlığının, iki toplum arasındaki uçurumun belgeleriyle doludur. Önde ge­ len Ermeni tarihçileri dahi Ermenilerin Kürtlerden çok çektik­ lerini belirtirler. Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. yy'dan Günümüze Erme­ ni Kürt İlişkileri adlı kitabın yazarı Garo Sasuni gibi bir Erme­ ni milliyetçisi istemese de Kürtlerin ve Ermenilerin hiçbir za­ man kaynaşmadıklarını ifade etmek zorunda kalmıştır. O bile 16 asırda Ermeni-Kürt ilişkilerini anlatırken "Er­ meni ulusu Osmanlı ve Kürt iki ateş arasında kalmıştı" ifade­ siyle iki grubun ne denli çatıştığını kanıtlamaktadır. Bir sey­ yah ise gözlemlerinde "Kürtlerin yüzyıllar süren bu hakimi­ yeti Ermeniler ve Kürtler arasındaki uçurumu yavaş yavaş derin­ leştirecek..." gibi toplumsal kaynaşma bir yana, karşıtlığı ta­ nımlayan ifadeler kullanmıştır. 1847 Bedirhan Bey liderliğin-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



179



de gelişen Kürt isyanında Ermeniler Osmanlının yanında yer almışlar, Vaspurakan Ermenileri Cezire'de Bedirhan'ı sıkıştı­ rıp isyanın bitmesini sağlamışlardır. Bu isyan öncesi Kürtleri Osmanlı'ya şikayet eden Ermeni Patriark Matteas şöyle yazı­ yordu: "Van bölgesinin ahalisi, artık Kürtlerin (Marların) sebep ol­ dukları eziyetlere dayanamayacaklarına kanaat getirerek kitle halin­ de Rusya'ya göç etmeye karar vermişlerdir." (sf. 74) Antropolojik olarak Doğu'da Kürt, Türk, Arap tip benzerdir. Ancak Ermeni tip yabanadır. Kürtçede Ermenice izi yoktur. Müs­ lüman Kürtler hıristyan Ermenilerle hiçbir şekilde kaynaşmamış­ lar ve tarih boyunca çatışmışlardır.



Medler Medler M.Ö. 2000-1900'de Hazar Denizi'nin güneyinde yaşadıkları bilinen bir Asya kavmidir. M.Ö. 9'uncu yüzyılda şimdiki Hemedan'ın (İran) çevresine yayılmış, devlet kur­ muşlardır. Medler M.Ö. 614'te Asuru yıkmışlar 612'de Ninova'yı ele geçirmişlerdir. M. Ö. 600'lü yıllarda Asya'dan büyük bir dalga halinde gelen Sakalar (Türk) Medleri yenerek yönetimi ele geçirmişler ve 28 yıl egemenlik kurmuşlardır. Daha sonra hile ile Sakala­ rı uzaklaştıran Medler bölgede M. Ö. 535 tarihine kadar hü­ küm sürmüşlerdir. Bu tarihte Med ileri gelenleri yönetimi kendi hakanları ile birlikte Perslere teslim etmişler ve Medler tarih sahnesinden silinmişlerdir. İlginç olan günümüze Medlerden dilleri dahil, onların kültür ve medeniyetlerini aydınlatacak hiçbir verinin, belge­ nin kalmamış olmasıdır. Ayrıca, Med ülkesinin kalbinde İranlı Darius tarafından dikilmiş Bisutun abidesinde dönemin önemli dilleri olarak Persçe, Asurca, Elamca'ya yer verilmişken, Medce'nin geçme­ mesidir. Bu durum ve sonradan Medlerin gönüllü olarak



180



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Perslere katılmaları onların Persçe konuştukları ihtamilini ciddi olarak düşündürmektedir. Hiçbir ipucu bırakmadan Perslere karıştıkları bilinen bu kav­ mi Kürtlerin ataları kabul etmek mümkün değildir. Bilinmeyen bir Medce ile Kürtçe arasında ilişki kurmak ise hiç mümkün değildir. Medlerle ilgili savın geçersizliği 1926-30 Ağrı isyanını yönetmiş Kürt milliyetçisi İhsan Nuri'nin Kürtlerin Kökeni isimli eserinde de açıkça ortadadır. İhsan Nuri 1925 Şeyh Sait isyanında Türk ordusunda yüzbaşı iken maiyetiyle birlikte is­ yancılara katılmış bir Kürttür. İhsan Nuri Medlerin hiçbir iz bırakmadan tarih sahnesin­ den çekilmeleri karşısında şaşkındır. Bisutun kitabelerinde Medce'nin bulunmamasına anlam veremediği gibi, hayretini şöyle ifade eder: "Bu büyük milletin (Med) nasıl olup da tarih sahnesinden kay­ bolduğu, adının unutulmaya terk edildiği ve Şeyhname'de bile adı­ nın geçmeyişi ilginçtir. Bugün Med diye bir aşiret de yoktur. Med­ lerin komşuları olan milletlerden Asuri, Keldani, Arman (Ermeni) ve Farslar az çok kendi dilleriyle anılıyorlar" (sf. 86) Hatta İhsan Nuri Medlerin Saka Türklerinden olması ihti­ mali üzerinde bile durur: "Aslında Heredot'un da Farslar'dan saymış olduğu Deropikler de SAKALARDAN OLUP Ural Gölü yöresinde yaşıyorlardı. Aynı şekilde Farslar'dan saydıkları Davinler de SAKALARDAN OLUP Hazar Denizi'nin güneyinde yaşıyorlardı. Budinler de Medlerden sayılmışlardı. Oysa bunların tümünün adını Darius'un Trakya'ya sevkettiği orduda, SAKALAR (Türk) arasında görürüz. Acaba Kürtlerin ataları SAKALAR MI (Türk) İDİLER?" (sf. 92) İhsan Nuri'nin tesbitleri doğru ve kuşkuları haklıdır. Ay­ rıca PKK'nın organı Toplumsal Kurtuluş dergisi yazarların­ dan saygın bir araştırma yapmış olan Gürdal AKSOY da Kürt Dili ve Söylenceleri adlı kitabında, Med tezinin bir çıkmaz oldu­ ğunu söyleyen Doç. Dr. Yalçın Küçük e katılmaktadır, (sf. 182)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



181



Özetle Medlerin Kürtlerin ataları olduğunu kanıtlayabilecek hiçbir veri mevcut değildir. Dolayısıyla Medlerle Kürtleri ilişkilendirmek mümkün değildir.



Nevruz Son yıllarda, bölücü odaklarca, ideolojik bir içerikle, Kürtler için bir kimlik olayına, bir başkaldırı hareketine dö­ nüştürülmek istenen Nevruz, Türk Dünyası'nda 17 yüzyıllık bir geçmişe sahip, asırlardır dünyada bir çok ülkede coşkuy­ la kutlanan bir mutluluk günüdür. Örneğin, Babilliler, Nevruz'un kutlama tarihi olan 21 Mart'ı Akıtu festivali olarak kutlamışlardır. Hititler aynı gü­ nü Pruliyyas bayramı olarak kutlamışlardır. Bugün Japonlar 21 Mart'ı Shunki Korei Sai ismiyle bahar bayramı olarak kut­ lamaktadırlar. Taberi, Mesudi, Mucuc gibi tarihçiler çok eski çağlarda Nevruz'un Mısır'da Irak'ta da kutladığını bildir­ mişlerdir. 21 Mart, güneşin koç burcuna girdiği gündür. Doğayla iç içe yaşayan insanoğlu dünyanın bir çok yöresinde bu günü doğanın uyandığı, dirildiği gün olarak algılamış yeni bir baş­ langıç olarak bilmiştir. Mart ayı, eski zamanlardan beri, bir çok ulusun takvimin­ de yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Örneğin; Jüstinyen öncesi Roma takviminde, Kamboçya'da, Tayland'da. Türk dünyasında da Mart ayı yılın başlangıcı olarak ka­ bul edilmiş, en son Selçuklu Sultanı Melik Şah zamanında 12 hayvanlı takvim düzenlemesinde Mart ayı yılbaşına kay­ dırılmıştır. Bugün, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Sultan Nev­ ruz adıyla coşkulu bir katılımla ulusal bayram olarak ve Tür­ kiye'nin yanı sıra, Gagavuzlar, Çuvaşlar, Yakutlar dahil bir çok Türk topluluklarda kutlanmakta olan Nevruz, Türkler'de



182



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



3. yüzyıla dayanan bir derinliğe sahip en eski Türk bayramla­ rından biridir. Nevruz Türkiye'de daha çok Yılsırtı, Mart Dokuzu, Mart Bozumu, Sultan Nevruz, Gün Dönümü, Yeni Gün gibi Türk­ çe isimlerle bilinmektedir. Hemen her Türk coğrafyasında ve Türk topluluğunda görülmektedir. Fars kültüründen uzak yörelerde Türkçe veya Türklerin yakından tanıdığı isimlerle bilinmektedir: Altay Türkleri Cılgayak Bayramı; Azerbaycan Ergenekon, Bozkurt Bayramı; Başkurt Türkleri Ekin Bayra­ mı; Doğu Türkistan Yeni Gün, Baş Bahar; Gagavuzlar İlkyaz; Hakas Türkleri Cılsırtı, Ulu Kün; Karaçay-Malkar Türkleri Gollü, Gutan, Saban, Toy, Tegri Toy; Kazakistan Türkleri Ulus Günü; Kazan Türkleri ve Karapapaklar/Terekemeler Ergenekon Bayramı; Kumuk Türkleri Yazbaş ; Nogay Türk­ leri Saban, Toy; Türkmenler Teze Yıl; Uygur Türkleri Yeni Gün... İran'a yakın coğrafyalarda ve Fars kültürünün etkisi­ nin görüldüğü yöreler olan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgı­ zistan, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan'ın bazı yörele­ rinde Novruz, Navruz, Nevruz Bayramı, Nevruz Köce, Noruz; Nogay Türkleri'nde Nevroz gibi Farsça nev ve rûz keli­ melerinin birleşmesiyle ortaya çıkan ve "yeni gün" anlamına gelen terimle veya terimlerle bilinmektedir. 1 Dünyada bir çok ulusta görüldüğü gibi Türkler de mut­ lu olayları, kurtuluş, zafer gibi olaylarla özdeşleştirerek des­ tanlaştırmışlardır. Türkler bugün Nevruz olarak kutlanan bu mutlu günün öğelerini, Türklüğün yeniden doğmasının, kurtuluşun simge­ si olan Ergenokon destanıyla ebedileştirmişlerdir. Ergenekon, yok olan Türk ulusundan iki çiftin sığındığı sarp bir vadidir. Burada İlhan'ın oğlu Kayan ve eşi ile yeğe-



1 Prof. Dr. Necati Demir, Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi'nin Tarihi Alt Yapısı, sf. 2, 2005.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



183



ni Tukuz ve eşi yerleşir. Asırlar boyunca çoğalırlar ve çıkış yolu ararlar. Sonuçta demirciler büyük ateşler yakarlar ve körüklerle demir dağda gedik açarlar. Türkler çıkış yolu bu­ lur. Boz bir kurt kendilerine yol gösterir ve kurtuluşa ulaşılır. Türkler'in esaretten kurtulup, yeniden doğmalarını anla­ tan Ergenekon destanının benzer bir şekline Çin kaynakların­ da rastlanmaktadır. Bu kaynaklara göre, Hsi-Hai, yani Batı Karadeniz kenar­ larında yaşayan Türkler, Lin adlı bir ülkenin askerleri tarafın­ dan bir erkek çocuk dışında kılıçtan geçirilmişler, bu erkek çocuk kolları, bacakları kesilerek bir bataklığa atılmıştır. Dişi bir kurt onu bataklıktan kurtararak, bir mağarada beslemiş, büyütmüştür. Kurt bu mağarada 10 erkek çocuk doğurmuş, bunlar büyümüş dışarıdan getirdikleri kızlarla evlenerek ço­ ğalmışlardır. Mağara içindeki büyük ovaya sığmayan bu top­ luluk, dağı eriterek, bu dişi kurtun kılavuzluğunda kurtuluşa erişmiştir. Bu kurtuluş günü Yeni Gün'dür. (Nevruz) 2 Nevruz'un temel öğelerinden biri ateştir. Bilindiği gibi ateş Türkler'de kişileri kötülükten arındıran kutsal bir araç­ tır. Türklerin, ülkelerine gelen yabancıları, ülkelerine bir za­ rarı dokunmasın diye ateş çemberinden geçirip arındırdıkla­ rı bilinen bir gelenekleridir. Bugün Anadolu'nun bir çok yö­ resinde yakılan bir ateşin üstünden atlayarak oynanan sinsin oyunu bu inancın bir hatırasıdır. Türk dünyasında Nevruz kutlamalarının renkleri olan sarı, kırmızı, yeşil, Türklüğün kutsal renkleridir. Bu, birçok veri ve belgeyle kanıtlanmış bir gerçektir. 1947 yılında Belleten dergisinin 48'inci sayısında şu bil­ gi mevcuttur:



2 Prof. Dr. Necati Demir, Nevruz, Orta Doğu Gazetesi, 22.3.2006.



184



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



"1935'te Altaylar'da 7-11'inci asırlarda yaşamış Türk beylerinin mezarlarında yapılan kazılarda, yeşil, san, kırmı­ zı ipekli elbise giydirilmiş cesetlerin bulunması, bu üç rengin Türklerde milli olduğu kadar dini değeri de haiz bulundu­ ğunu göstermektedir." İranlı alim ABDULCELİL EL KAZVİNÎ yaklaşık 850 yıl önce yazdığı eserinde (1161-1165) aynen şöyle demektedir. "Selçuklular'ın Melikleri ve Sultanları eğer yüz bin asker toplarsa, siyah sancak askerlerde bulunmazdı; yeşil, san ve kırmızı sancak bulundururlardı" Osmanlılarda Mahmut Şevket Paşa döneminde Osman­ lı sancakları Sultan'dan bölüklere kadar san, kırmızı, yeşil olarak belirlenmiştir. Bugün hala, Kırgızlar, Hıdırellezde çocuklarına sarı, kır­ mızı, yeşil renkli elbiseler giydirip kırlara çıkarırlar. Türk dünyasında, Nevruz'un, Adem Ata ile Havva Ana'nın cennette buluştukları gün olduğu inancı mevcuttur. Alevi Türkmenler, Nevruz'un Hz. Ali ile Hz. Fatma'nın ev­ lendikleri gün olduğuna inanırlar. Bir çok Hıristiyan ülkede ise, 21 Mart İsa peygamberin gökyüzüne yükseldiği gün olarak kabul edilir ve PASKALYA yortusu olarak kutlanır. Ülkemizde, Nevruz'u coşkuyla kutlayan gruplardan biri de Kürtler'dir. Bu coşku ve kutlamalardaki öğeler, bugün Türk dünyasındaki Nevruz kutlamalarında görülen sarı, kır­ mızı, yeşil renk tutkunluğu ateş, ateşten atlayarak oynanan oyun (sinsin) gibi Türklük öğeleridir. Ayrıca, Kürtlerin Nevruz ile ilgili Kawa Destanı'ndaki öğeler de Ergenekon Destanı'ndaki öğelerle benzerdir. Kawa Destanı'ndaki temel motif de, Ergenekon Destanı'nda oldu­ ğu gibi "kurtuluş"tur. Kurtuluşa öncülük eden Kawa bir de­ mircidir. Ateş toplumsal iletişimi sağlayarak kurtuluşta önemli rol oynamıştır. Kawa Destanı'nda adı geçen Efrey-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



185



sab'ın Turan Hakan'ı (Türk) Alp Er Tunga olduğu tüm araştırmacılarca kabul edilmiş bir gerçektir. Yine bazı Kürtler arasında görülen "Kara Çarşamba" inancında "kurtağzı bağlama" ve "gül ağacı dalından yapılan bir delikten geçiş" de yine Ergenekon Destanı'nın öğelerindendir. Kawa Destanı, İranlı şair Firdevsi'nin Şehname isimli eserindeki söylenceyle de ilişkilendirilir. Ancak, bu söylence­ de zalim Dahhak ve kurtarıcı Kawa Kürt değil, Araptırlar. Ya­ şadıkları bölge ise bir Kürt ili olmayıp, Kudüs'tür. (Talat Ülker) Ayrıca, Şehname'de Kawa öncülüğünde zafere ulaşan topluluğun tekrar İran tahtına oturttukları Feridun bir İran­ lı'dır. Kurtuluşla sonuçlanan mutlu olayın başlangıcı 21 Mart (Nevruz) olmayıp 17 Eylül'dür. Bu tarih ise Mihrimah Bayramı'na tekabül eder. (Talat Ülker) Dolayısıyla, Kürtler'in Kawa Destanı'ndaki öğeler İra­ nı olmayıp, Ergenekon Destanı'ndaki Türklük öğeleridir. Sonuç olarak, Nevruz, Türkle Kürdün kardeşliğinin ve tüm dünyada mutluluğunun simgesi kutlu bir gündür. Kürtlerin Kökenine İlişkin Söylenceler Kürtlerin kökenine ilişkin pek çok "söylence" mevcuttur. Bunların çoğu 1576'da bir Kürt tarihi yazmış olan Şeref Han'ın Şerefname isimli eserinde bulunmaktadır. Bu söylenceler özetle şunlardır: 1 İslamdan önce Kürtler Oğuz Hanlılar soyundan olup onlara tabi idiler. 2. Oğuzlar İslam dinine girdiklerini arzeylemek üzere Buğduz adındaki (Boğduzaman ki Dedekorkut Destanlarında geçer) bir Kürdü Peygambere yollarlar. Çok çirkin olan bu zatı pey­ gamber lanetler ve soyunun dağılmasını söyler. Kürtler bu şe­ ­ilde türemişlerdir.



186



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



3. Kürtler Bokth ve Becen isimli iki kardeşten türemişlerdir. Beceri adı 24 Oğuz boyundan biri olan becene (peçenek) ile ilgilidir. 4. Kürtler üzerlerinden perde kaldırılmış cin taifesindendirler. Dağların cinidirler. 5. Arap olup olmadığı tartışmalı zalim kral Dahhak'ın omuzunda amansız bir yara çıkar. Şeytan'ın tavsiyesi üzerine Dahhak yarasına her gün iki gencin beynini sürerek rahatlar. Bu vahşete dayanamayan cellat her gün bu gençlerden birini serbest bırakır. Bunlar dağlarda çoğalır ve Kürtleri meydana getirirler. 6. Kürtler Milan ve Zilan adlı iki kabileden türemişlerdir. Milanlar Arabistan'dan, Zilanlar doğudan gelmişlerdir. (Dr. Rışvanoğlu bugün mevcut Milan ve Zilan aşiretlerini ayrıntılı bir şe­ kilde inceleyerek Kürtlüklerine karşı çıkar.) 7. Kürtler önceleri Arapça konuşurlardı. Asılları Araptır. Bu söylenceleri bugün için araştırıp doğrulama imkanı yoktur. Pek çok Kürt araştırmacı bu söylenceleri şiddetle eleş­ tirir ve gerçekle bağlantılı bulmaz. Ne var ki bunların çoğu ta 1576'da bir Kürt emiri tarafından derlenmiştir. (Şeref Han) Kürtlerin Kökenleri Ü z e r i n e Tezler Kürtler konusunda, 1850'li yıllardan günümüze, yakla­ şık 150 yıl, özellikle Batılılar tarafından yüzlerce araştırma yapılmıştır. A. Bennigsen, Kürtlerle ilgili, tarih, antropoloji, sosyoloji, edebiyat, seyahatname türü eser sayısını 1932 yılı itibariyle 732 olarak tespit etmiştir.1



1



732 eserin; 270'i Rus, 182'si İngiliz, 157'si Fransız, 123'ü Alman ve diğer ülke araştırmacılarına aittir.) (Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, 4. baskı, sf. 121.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



187



Böylesine yoğun bir çabaya karşın ne Kürtlerin kökeni ne de Kürtçe'nin oluşumu açıklığa kavuşturulabilmiş, ortaya bilimsel dayanaktan yoksun, birbiriyle çelişen geçersiz tezler çıkmıştır. Bunun başlıca nedeni, söz konusu araştırmaların bilim­ sel nitelikte olmayıp, siyasi amaçlı olmaları, Orta Doğu'da Batılı devletlerin çıkarlarına hizmet edecek yeni bir etnik un­ sur yaratma amacı gütmeleridir. Bunu sağlamak için, çoğu devlete tabi, devlet memuru olan Batılı araştırmacılar, 2 ne yapıp edip, Kürtleri, bir şekil­ de Orta Doğu'nun yerli bir kavmine bağlama gayreti içinde olmuşlar, ancak, Kürtleri, bölgenin yerli bir kavmine bağla­ yacak herhangi bir tarihi veri bulunamamıştır. Bu durum karşısında, bu araştırmacılar, Kürtleri yerli bir kavimle, hiç olmazsa ismen olsun, ilişkilendirebilmek için, bilimsel geçerliliği olmayan, bir yaklaşımla, bazı kelimelerin ses çağrışımlarına başvurmuşlardır. Ancak, bu çabaları da sonuç vermemiştir. Kürtlerin kökeniyle ilgili araştırmaları başlıca 5 başlık al­ tında toplamak mümkündür. Bunlar; 1. Gutilik ve diğer Önasyal kavimler tezi, 2. Kardu tezi, 3. Med-İskit tezi, 4. Kartlık tezi, 5. Türklük tezi.



2 Prof. V. Minorsky (konsolos-Urmiye), B. Nikitin (konsolos-Urmiye), A. Jaba (konsolos-Erzurum), J. G. Taylor (konsolos-Diyarbakır), Sir Marks Sykes (diplomat), S. H. Layard (elçi), E. B. Soane (istihbarat subayı), H. Henry Riggs (misyoner), C. J. Edmonds (Irak-Fevkalade Komiser Yrd.), Desiderus Butyka (Avusturalyalı görevli).



188



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



1. Guti ve Önasya Kavimleri Tezi Bir kısım şöven Kürt yazarlar, Kürtlerin kökenini Gutiler'e ve bir çok Önasya kavimine (yaklaşık 15) dayandırırlar. Kürtleri, dünyanın en eski ve en saf halklarından biri, büyük bir dünya uygarlığının kurucusu olarak gösterme kompleksiyle yazılmış, bir kısmı ticari amaçlı bu tür kitaplardaki bu iddialar bilimsel dayanaktan tamamen yok­ sundur. Bilimsel niteliği olmayan bu tür yayınlarda, M.Ö 4000 yı­ lından başlayarak, bugün Kürtlerin yaşadığı Orta Doğu coğ­ rafyasında var olmuş, çoğu farklı dönemlerde, farklı isimler­ de yaşamış, Kassitler, Lulular, Huniler, Subarular, Mannailer, Nayriler, Khaldiler, Cyrtiiler, Medler, Araratiler, Kardular v.s gibi çoğunun etnik kökeni, kültürleri, dilleri bilin­ meyen toplulukların bir kısmı ya da çoğuna, bazen, Gutiler, Sümerler, Hititler, hatta Mısırdaki Hiksoslar da eklenerek hiçbir bilimsel veriye dayanmaksızın ya da bilimsel veriler yok sayılarak, önce bunlar akraba-soydaş, sonra da Kürtle­ rin ataları olarak ilan edilmektedirler. Dolayısıyla bu tür iddiaları değil bir tez, bir varsayım olarak dahi kabul etmek mümkün değildir. Bugün, ne Hitit dilinin Kürtçeyle ve ne de Hititlerin Kürtlükle herhangi bir ilgisi olmadığı kanıtlanmıştır. Hiksos­ lar ise bir Mısır hanedanıdır. Hunice sadece Türkçeyle ilişkilendirilebilmektedir. Sümerce de Türkçe gibi bitişik bir dildir ve gerek yazı gerekse kelimeler itibariyle sadece Türkçeyle karşılaştırılabilir bir dildir. Sümer ve Gutiler (Kut) konusunda dünyanın en büyük otoriteleri arasında sayılan Fr. Hommel Sümerleri bir Türk kavmi olarak göstermekte, B. Landsberger ise "tarihte Türklerle en yakın münasebettar olan, hatta belki de ayniyet gösteren kabile Gutier/Kutlardır" demekte­ dir. (bkz, Türklük ve Anadolu)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



189



Nikitin, Gutiler için "Krallarının adları gerçek bir Hint Avrupalı karakter taşımaz" diyerek (Kürtler, sf. 32) Gutilerin Turani (Asyalı) bir kavim oldukları tezini güçlendirir. Hakla­ rında fazla şey bilinmeyen Gutiler'in (Kutlar) bilimsel verile­ re göre prehistorik devirde Hazar denizinin güneydoğusu ile kuzeyde Aral gölüne dökülen Ceyhun/Amuderya nehirleri­ nin arasındaki bölge, yani, Batı Türkistan'dır. Gutiler, M.Ö. 4000 yıllarında Önasya'ya inmişler, yaklaşık M.Ö. 2750'de Sumerleri yenerek, mezopotamyayı ele geçirmişler ve burada yaklaşık 125 yıl hüküm sürmüşlerdir. Gutileri Kürtlerle ilişkilendirenlerin tek dayanakları Asur Kralı Tıglatplaser dönemine ait bir tablette Quti bir di­ ğerinde ise Qurtie kelimelerine rastlanmış olmasıdır. İkinci kelimenin okunuşunun Kurhi olduğu tahmin edilmiştir. (Encyclopedia of Islam, sf. 1132) Ancak, bu kelimenin nasıl telaffuz edildiği tam olarak bi­ linmemektedir. Prof. V. Minorsky, İslam Ansiklopedisi'nin İn­ gilizce nüshasında, Kürtler (Kurds) maddesinde söz konusu tabletleri inceleyen arkeologun kendisine özel olarak Qurtie kelimesinin Kurhi olarak okunduğundan emin olmadığını söylediğini belirtmiştir. Kaldı ki, tek bir kelimeye dayanarak herhangi bir toplu­ luğu, 6 bin yıl önce yaşamış bir kavime bağlamak ne mantı­ ken ne de bilimsel olarak mümkündür. Kaldı ki, bu tez hiçbir bilim çevresinde kabul görmemiştir. Gutileri ve çok sayıda Önasya kavmini hayali bir yakla­ şımla Kürtlerin ataları arasında gösteren Kürt yazarlara ör­ nek olarak Selahattin Mihotuli (Asya Uygarlıklarından Kürtle­ re) Çemşit Bender (Kürt Uygarlığı ve Tarihi) W. Tori - N. Tori (Kürt Kökeni Büyük Boylar) M. Emin Zeki (Kürdistan Tarihi) İh­ san Nuri (Kürtlerin Kökeni) gösterilebilir.



190



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



2. Kardu Tezi Yaklaşık M. Ö. 2000 yılına ait 2 Sümer eşik taşında Karda-ka diye bir ülke adına rastlanmıştır. Bu ülke halkından "su taifesi" olarak söz edilmiştir. Kardaka kelimesinin ilk harfinin okunuşu tam belirle­ nemediği gibi kelimedeki "ka" son ekinin işlevi açıklanama­ mıştır. Araştırmacı Driver, "Su" halkının yaşadığı yerin, ses benzerliği nedeniyle, Van'ın güneyinde, Bitlis'e yakın "Sûy" kenti olabileceğini düşünmüştür. Eşik taşlarından yaklaşık 1000 yıl sonrasına ait bir Asur tabletinde, kral Tiglaht Pleser'in Azu'ya yaptığı seferde, Kur-ti-e isimli halktan söz edilmiştir. Yine ses benzerliğinden hareketle, Azu'nun, bugün Güneydoğu Anadolu'da olan Hazu (Sasun) olabileceği tahmin edilmiştir. Ayrıca, Kur-ti-e kelimesinin okunuşu açıklığa kavuştu­ 3



rulamamıştır. Batılı araştırmacılarca yukarıdaki, mahiyeti tartışmalı verilere dayanılarak, Kürtlerin, Van-Bitlis yöresinde yaşamış bir halk olabilceği düşünülmüştür. M. Ö. 401 yılında, İran'dan dönen paralı Yunan askerle­ rinin ardçı komutanı, Ksenofon yazdığı Anabasis, Onbinlerin Dönüşü isimli hatıratında, Bohtan Suyu'nun doğusu, Dicle Nehri'nin sol tarafı ve Cudi Dağı arasında Karduk di­ ye dağlı bir kavimden söz etmiş, bu kavim hakkında bilgi ver­ miştir.



3 Prof. V. Minorsky, The Kurds, Encyclepedia of Islam, sf. 1132.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



191



Ksenofon'un verdiği bilgiye göre, Karduklar, son dere­ ce çevik, savaşçı, İran kralından nefret eden, tehlikeli bir ka­ vimdir ve Yunanlılar'a başlangıçta hayli sorun yaşatmışlardır. Karduklar'ın, komşuları Ermenilerle de aralarında düşmanlık vardır.4 Bu hatıratta, Karduk savaşçılarının ok atarken yaya sol ayaklarıyla basıp, yayı sonuna kadar gerdikleri, oklarının çok uzun olduğu anlatılmıştır ki, bu tipik olarak Saka Türkle­ ri'nin tarzıdır. Karduk kelimesi, sonraki yıllarda, klasik araştırmacılarca, bazı telaffuz güçlükleri nedeniyle değiştirilmiş, Karduk ülkesi korduene olarak anılmıştır. Karduk bölgesi Aramice Beth-Kardü diye isimlendirilmiş, Ermeniler bölgeye Kordudh, Araplar Bakarda demişlerdir. 5 Karduk bölgesi, sonraki yüzyıllarda, tarihçiler tarafın­ dan, Gorduaia, Gordya (Strabon, I. yy.), Gorduaia (Ptolemeus II. yy.), Korduen (Cassius, Marcellinus, IV. yy.) olarak da adlan­ dırılmıştır.6 Bazı Batılı araştırmacılar, Ksenofon'un hatıratında ge­ çen Karduk kelimesini, Sümer eşiktaşlarında geçen Kardaka ve Asur tabletindeki, okunuşu tartışmalı Kurtie kelimesini, ses benzerlikleri nedeniyle ilişkilendirerek ve de Kardukların yurdunun Kürtlerin yaşadığı bölge olduğu görüşünden hare­ ketle, Kürtlerin kökenini Karduklara bağlamak istemişlerdir. Bu görüş, Kürtler ile Karduklar arasında maddi, tarihi bir bağ bulunamaması ve de M. Hatmann, Nöldeke ve Weisbach'ın, Kardu ve Kürt kelimelerinin eşanlamlı olmadıkları-



4 Xenophon, Anabasis (Onbinlerin Dönüşü), çev. Hayrulah Örs, sf. 105123, İstanbul, 1976. 5 Prof. V. Minorsky, The Kurds, Encyclopedia of Islam, sf. 1132. 6 Prof. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Her Bakımdan Türk Olan Kürtler, sf. 50.



192



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



nı, bu kelimelerin köklerinin ayrılması gerektiğini ortaya koymaları üzerine geçersiz kalmıştır.7 Burada önemle belirtilmesi gereken husus, Kürtlerle Kardular arasında etnik bir bağ bulamayan Batılı araştırma­ cıların, Karduk'ların, Türklükle olan yakınlığını görmez­ den gelmeleridir. Bir çok bilimadamı, Kardu(k)'larm Saka Türkleri'nin bir kolu olduğu görüşünde birleşmektedirler.8 Ksenofon'un M. Ö. 401 yılında karşılaştığı Karduklar, M. Ö. 625 yılına kadar, 28 yıl Medlere ve bölgeye egemen olan Sakaların, bu tarihte, kralları Alp Er Tunga'nın, hile ile öldürülüp dağılmaları, bir kollarının Güneydoğu Anado­ lu'ya çekilmeleri sonrasında ortaya çıkmışlardır. Burada, Karduları Saka Türkleriyle ilişkilendiren 2 önemli veriden söz etmek de gerekir. M. Ö. 2000 yılında, Sü­ mer tabletinde; Kardaka halkı "Su" olarak adlandırılmakta­ dır. "SU", Saka Türklerinde bir hanedan adıdır. (diğeri, Sİ) 9 Bir diğer önemli husus ise, araştırmacı Driver'ın Su hal­ kının yaşadığı yer olarak tahmin ettiği Bitlis'e yakın SÛY ka­ lesinin, o günkü adı Kentrites olan Bohtan Irmağı'nın yakı­ nında olmasıdır. Kentrites kelimesinin kökü, Yunanca "tes" (dis) eki atıldığında Kentri olmaktadır. Kent Oztürkçe bir isim olduğu gibi, Orta Asya'da Baykal Gölü'nün güneyinde bir dağ silsilesinin adı "Kentei"dir. Bu veriler, bir kanıt niteli­ ğinde olmayıp, Kardu-Saka Türkleri ilişkisini düşündüren il­ 10 ginç çağrışımlar olarak kabul edilebilirler.



7 Prof. V. Minorsky, The Kurds, Encyclopedia of Islam, sf. 1133. 8 Bkz. Ord. Prof. A. Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, Edip Yavuz, Tarih Boyunca Türk Kavimleri, Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Her Bakımdan Türk Olan Kürtler. 9 Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Her Bakımdan Türk Olan Kürtler, sf.8. 10 Edip Yavuz, Tarih Boyunca Türk Kavimleri, sf. 8.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



193



Ancak, Karduları Türklüğe bağlayan tarihi veriler, coğ­ rafi açıklamaların çok ötesindedir. Çok sayıda değişik kaynakta dağınık olarak mevcut bilgiler bir bütün olarak değerlendirildiğinde Kardu(k)'larm Türk ve Türk Sakalar'in bir kolu olduğu anlaşılmaktadır. Sakalar ve Kardu(k)'lar konusunda önemli bilgi veren kaynaklardan biri, Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu'nun Her Bakımdan Türk Olan Kürtler isimli kitabıdır. Prof. Kırzıoğlu, bu kitabında, özellikle Erzurum, Kars yörelerinden çıkıp Hazar Denizi'ne dökülen Aras, Kür ır­ makları havzalarına, kısmen Mezopotamya ve Doğu Anado­ lu'ya (Yukarı Mezopotamya) egemen olan Küçük Arsaklılar Devleti döneminde (M. Ö. 149 - M. S. 429) yaşamış halklara da­ ir bilgiler veren, başta Khorenli'nin11 eserleri olmak üzere, bölgeyi iyi tanıyan çok sayıda, Yunanlı, Bizanslı ve Arap ta­ rihçinin ünlü eserlerine atıfla, Sakalar ve Kardu(k)'ların Türklükleri hakkında önemli bilgiler vermektedir. 12 Bu kaynaklardaki bilgiler, Orta Asya kökenli Türk boy­ ların etkin unsurlar oldukları bölgede, M. Ö. II.yy'dan Vl.yy'la kadar, her dönemde Gordyene, Korduen, Gortu, Gortuk/Kortuk, Gortik, Gortrik, Gorduia gibi isimlerle ta­ nımlanan bir ilin var olduğunu ve bu ilin halkının bu isimle­ 13 ri taşıdığını göstermektedir. Bu il, Hakkari, Cizre, kısmen Diyarbakır'ı kapsayan, Ksenophon'un M. Ö. 401'de, Karduklar'la karşılaştığı bölgenin kalbindedir. Dolayısıyla, yuka­ rıdaki isimlerle anılan Beğ'lik halkının Kardular'dan başkası olduğu düşünülemez.



11 Khorenli Mouses, 4. yy. sonlan ve 5. yy. başlarında yaşamıştır. Muş'un Ahlat Sancağına bağlı Khoren Köyünde doğmuştur. Hayasdan (Armenya) Tarihi ve Hayasdan Coğrafyası isimli 2 önemli eseri mevcuttur. 12 Prof. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Her Bakımdan Türk Olan Kürtler, sf. 50-58. 13 Age., sf. 50-58.



194



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Prof. M. F. Kırzıoğlu, yukarıda adı geçen kitabında Khorenli'den alıntı olarak, Küçük Arsaklılar'ın "Büyük" un­ vanlı II. Tiridat Han'ın (287-325) katibi Romalı Agathangelos'un, bir çok Arsaklı Beğ'liği gibi, Korduk/Gortuk Beğliği'nin de, Torkom, Torkomon (Türk) ırkından olduğunu be­ lirttiğini aktarmaktadır.14 Khorenli'den bir başka alıntıda, II. Tridat Han'ın katibi Romalı Agathangelos, Arsaklı ülkesinde, Hıristiyanlığı ya­ yan kişinin, Horasan kökenli, Türkmen Suren Bahlav ailesi­ ne mensup Anak Beg oğlu, Işıksaçan unvanlı Aziz Greguvar olduğunu, bu dini E. Tridat'ın 305 yılında kabul ettiğini, içle­ rinde Kortuk/Gortuk Beği bölgesi de dahil olmak üzere, o dönemde mevcut 16 satraplığın (ilbeyliği) hepsinin kısa süre­ de Hıristiyan dinine geçtiğinden söz edilmektedir.15 Gerek Agathangelos'un, gerekse sonraki yıllarda Kıloglı Zenon'un verdiği bilgiler, Aziz Greguvar'ın babası Anak Beg ve onun mensup olduğu Suren Bahlav ailesinin Hora­ sanlı Türkler ve bu ailenin Arsaklılarla aynı soydan oldu­ 16 ğunu ortaya koymaktadır. Bu bilgiler, Arsaklıları kuran boyun ve Arsaldılar döne­ minde Gortu vb. isimlerle anılan Karduklar'ın Türk (Tor­ kom) olduğunu göstermektedir. Bu gerçeği pekiştiren bir başka önemli bilgi ünlü araştır­ macı ve tarihçi Deguignes'ın "Hunlar'ın, Moğollar'ın, Tatarlar'ın ve Tarihi Umumisi" adlı kitabında yer almaktadır. Ki­ tapta, "Hakkında pek az malumat olan bu millet (Türk), elyevm, Gurşistan vilayetinin dağlarla, yalçın kayalarla mu-



14 Age., sf. 55. 15 Age., sf. 55. 16 Age., sf. 119,120.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



195



hat bir vilayeti olan KARDU EL (il) kurbunda Çar namı al­ tında payidar olmaktadır." 17 Bilindiği üzere, Gurşistan, Gur Türklerinin yurdudur. Ana unsurlardan biri Khalaç Türkleri olan Türk Gurların yurdu İran'ın doğusu, Afganistan'ın kuzeyi ve Hindukuş Dağları'nın eteklerindeki bölgedir. Ayrıca, Kardu(k)'larm Orta Asya'da yaşayan bir Türk topluluğu olduğu da tespit edilmiştir. Orta Asya'da Tiyenşan'ın güneyinde Türk Hami Tatarları'yla meskun Karduk isimli bir köy mevcuttur. 1 8 Horasan Türkistanı'nda Özbek "Kongurat" boyunun 5 oymağı olan "Kancakalı" Türkleri­ nin bir tiresinin adı "Kurtuk"dur.19 Macar Türkologlar, 830'lu yıllardaki Bizans arşivlerine dayanarak, Kürt kelimesinin, Macaristan birliğinin kurulu­ şuna katılan 7 Türk boyundan biri ve anlamının "kar çığı", "kar" olduğunu tespit etmişlerdir. 20 Macar Türkolog, Gyula Nemeth, Kürt isminin 12.-14. yy. arasında Kurtu, şeklinde de kullanıldığını ortaya koymuş­ 21 tur. Bu bakımdan Kardu kelimesini Kurtu kelimesiyle de ilişkilendirmek m ü m k ü n olmaktadır. Kurtuk, Doğu Türkistan'da bir Türk boyunun adıdır.



22



Yine Karduk kelimesini çağrıştıran Kûrdak'lar ve Kar23 duk'lar, Orta Asya'daki Türk topluluklarının adlarıdır.



17 Edip Yavuz, Tarih Boyunca Türk Kavimleri, sf. 24; Deguignes, çev., Hü­ seyin Cahit Yalçın, III., sf. 272. 18 W. Radlof, Sibirya'dan, çev. Prof. Dr. Ahmet Temir, cilt I, sf. 225. 19 Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Her Bakımdan Türk Olan Kürtler, sf. 15. 20 Prof. Dr. L. Rosanyi, Tarihte Türklük, Gyula Nemeth, Yurt Kuran Ma­ carlar, F. Eckhart, Macaristan Tarihi. 21 Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 222. 22 Hilmi Göktürk, Anadolu'nun Dağında Ovasında Türk Mührü, sf. 61. 23 W. Radlof, Sibirya'dan, çev. Dr. Ahmet Temir, cilt 1, sf. 148,157, 250.



196



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kardu, Kaşgarlı Mahmut'un Divanı Lugat-it Türk isim­ li eserinde öztürkçe bir kelime olarak yer alır ve anlamı "zemheri sırasında suda yüzen fındık büyüklüğünde buz parçalarıdır" 2 4 Bugün artık, Türk olduğu belgelenmiş Selahattin Eyyubi'nin mensup olduğu Şeddadilerin kurucu atası, Şeddat oğ­ lu Mehmet'in büyük dedesinin adı da Kartuk'dur.25 Kürt kelimesinin bir çok Türkçe lehçede "kar çığı", "kar", "sertleşmiş kar" anlamına gelmesi ile Türkçe'de kar­ du kelimesinin buz anlamına gelmesi arasında da bağ kuru­ labilmektedir. Tüm bu bilgiler, Karduk'ların, tarihin çeşitli dönemle­ rinde, farklı bölgelerde, bu isimler ya da bu ismin değişik ifa­ deleri olan "Gortu", "Gortuk" isimleriyle bir Türk oymak, uruk, boy, topluluk olarak yaşadıkları belgelerle açık bir gerçek olarak ortaya koymaktadır. 3. Med-İskit Tezi Bu tez V. Minorsky'e aittir. Minorksy İslam Ansiklopedisine yazdığı Kürtler maddesinde, Kürtleri İrani bir kavim olarak nitelemekle birlikte, bunun ırki bir mülahazaya dayanmadığını, daha çok dil ve tarih mütalaalarıyla varılan bir sonuç olduğu­ nu belirtmiştir. (sf. 1089) Bu maddede daha çok farklı görüşle­ re, bölgenin tarihine, antropoloji, dil gibi konulara yer veren Minorsky 1938'de Brüksel'de toplanan Doğu Bilimciler kong­ resinde Kürt'lerin kökenini Med-İskitlere dayandıran tezini sunmuştur. 8 yıl sonra ilk görüşünü değiştirmiştir.



24 Besim Atalay, çev. cilt I, sf. 419. 25 Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Her Bakımdan Türk Olan Kürtler, sf. 30.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



197



Medler Kuzeyden Asya'dan gelmiş ve M.Ö. 7.-6. yy.'larda İran merkez olmak üzere güçlü bir devlet kurmuş, M.O. 550 civarında Persler tarafından ortadan kaldırılmış bir kavimdir. Medlerden günümüze birkaç kral isminden başka kalmış hiç­ bir şey yoktur. Darius'un ünlü Bisutin abidesinde bile dönemin önemli üç diline yer verilmişken Medce'ye rastlanmaz. Med'ler hakkındaki bilgiler dönemin komşuları tarafından aktarılmaktadır. Sakalar (İskitler) da M.Ö. 7. yy.'da kuzeyden gelmiş ve bir ara Med'leri yıkarak bölgede 28 yıl hüküm sürmüş güçlü bir Türk Asya kavmidir. Kafkasya dahil Çin'den Tuna'ya kadar haki­ miyet kurmuşlar, bütün doğu ve güneydoğu Anadolu'yu ellerine geçirmişlerdir. Minorksy'nin tezinin çıkış noktasını Kürt denilen toplu­ lukların Med ve İskit çöküntüsünden sonra ortaya çıkmaları ve bugünkü Kürt coğrafyasının Med ve İskitlerce paylaşılmış ol­ ması oluşturmaktadır. Minorsky kendilerinden hiçbir kalıntı bulunmayan ve dilleri bilinmeyen Medlerle Kürtler arasında hiçbir sağlıklı maddi belgesel bir bağlantı kuramamıştır. İskitleri ise iyi araştırmamıştır. Kırmanç kelimesini dahi o dönem bilinmeyen "kurd" ve Mad (Med) kelimelerinin birleşimine bağlamak isteyen Minorsky'nin çaresizliği ortadadır. Doç. Yalçın Küçük gibi Gürdal Aksoy da Med tezini bir çık­ maz olarak nitelendirmişlerdir. 1925 Şeyh Sait isyanında Türk ordusunda yüzbaşı iken Şeyh Sait tarafına kaçan ve 1926-30 Ağrı isyanına komutanlık eden Kürt milliyetçisi İhsan Nuri de Kürtlerin Kökeni isimli ki­ tabında yana yakıla Medlerden hiçbir iz bulunmadığını itiraf etmektedir. "Bu büyük milletin nasıl olup tarih sahnesinden kaybolduğunu, adının unutulmaya terk edildiği ve Şeyhname'de bile adının geçmeyişi ilginçtir. Bugün Med diye bir aşiret de yoktur." (sf. 86)



198



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Dahası İhsan Nuri Medlerin Saka Türklerinin bir kolu olabileceğini de ihtimal olarak kabul etmektedir. "Aslında Heredot'un da Farslardan saymış olduğu Deropikler de Sakalardan olup Ural Gölü yöresinde yaşıyorlardı. Aynı şe­ kilde Farslardan saydıkları Dainler de Sakalardan olup Hazar Denizi'nin güneyinde yaşıyorlardı. Budinler de Medlerden sayılmış­ tı. Oysa bunların adını Dariyus'un Trakya'ya sevkettiği orduda SAKALAR ARASINDA GÖRÜRÜZ. ACABA, MED ve MİTANLAR, PARS TAİFESİYLE ASLINDA SAKALARDAN M İDİLER? (sf. 92) Kendilerinden hiçbir karşılaştırılabilir veri kalmamış olan Medlerle bugünkü Kürtleri ilişkilendirmek mümkün değildir. Ayrıca Darius tarafından Medya'nın merkezinde dikilmiş ünlü Bisutun kitabesinde dönemin üç önemli dili (Asur, Pers, Elam) kullanılmışken, Medce'nin olmayışını ve Medlerin M.Ö. 535'de kendi yöneticilerinin kararıyla Perslere katılma­ ları bu kavmin sonunu açıklamaktadır. Medler muhtemelen Persçe konuşuyorlardı ve onlarla kaynaşıp gittiler. Persler İranlıların atalarıdır. Dolayısıyla Medleri Kürtlerin ataları olarak kabul etmek mümkün değildir.



4. Jafetidologların Tezi Gürcü N.J. Marr'ın ortaya attığı bu teze göre Kürtler baş­ langıçta Kartveli grubuna ait bir dil konuşuyorlardı. Marta göre Kürtçe Jafetik halinde Gürcü ve Khald diline akrabadır. Martın tezi birkaç dil öğesini tahlilden öte geçmemiş ve ciddiye alınmamıştır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



199



5. Kürtlerin Türklüğü Tezi Kürtlerin Türklüğünü savunan tez temelde İskitlerin Türk olduğu ve Kürtlerin; İskitlerin Kafkasya'nın kuzeyin­ den gelip Doğu Anadolu ve Van'ın bir bölümünü işgallerin­ den sonra ortaya çıktığı görüşüne dayanmaktadır. Bu tezi ilk ortaya atan Kürtlerin Türklüğü adlı eserinde Prof. F. Kırzıoğlu olmuştur. Kırzıoğlu adı geçen eserin girişinde "... Kürtlerin İranlı kökenden geldiğini gösteren bir bilgi yoktur. "Hint-Avrupa" ka­ vimlerinin hiçbirisinde, tarih boyunca 'Kürt' veya buna benzer bir adla tanınan ulus, oy veya oymak yaşamadığı gibi bugün de yok­ tur. Böyle iken, Türklüğün beşiği Orta Asya'nın kuzey kesiminde­ ki yukarı Yenisey boyundan Orta-Tuna'daki Macaristan'a değin uzayan Türk-Oğuz bölgeleri ile atlı göçebe Türk urukları arasın­ da "Kürt" ve "Kürdak" adım taşıyan anadili Türkçe topluluklar yaşayagelmiştir. Bunun gibi, Türkeli (Türkistan) ülkesini ikiye ayı­ ran Tanrıdağlar (Tiyenşan)'dan Fırat'a değin bölgelerdeki İran'a komşu bulunan rKürt' adlı kavimler de, tarihte tarandıkları çağ­ dan beri Sakak (İskit) Oğuz, Türkmen soyundan ve onların kalın­ tıları bilinmiştir" demektedir. Bu savın değerlendirmesine geçmeden önce Kürtlerin Türklüğü tezinin tarih, sosyal kültür, dilbilim alanlarında uz­ man Dr. Mahmut Rişvanoğlu, Prof. B. Ögel, Prof. H. D. Yıldız, Prof. M. Eröz Prof. B. Kodaman, Prof. A. H. Çay, Prof T. Gülensoy, N. Sevgen, M. Şerif Fırat, E. Yavuz, Şükrü Seferoğlu, Ord. Prof. H. Velidi Togan, Prof. Aydın Taner, Hayri Başbuğ gibi daha birçok araştırmacının katkılarıyla geliştirildiğini belirtmek gerekir. Prof. Kırzıoğlu Kürtlerin Türklüğünü İskitlere (Sakalar) dayandırırken diğer yandan birçok kavmin menşeine ait belgelere uyanarak bazı tesbitlerde bulunmuştur. Buna göre Kürtler birçok yörede, bölgede Türklere bağlı tire, oymak, uruğ olarak yaşa­ mışlardır. Ayrıca aslen Türk olan birçok topluluk Kalaçlar, Gürler,



200



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



İğirmidörtlüler vs. tarih içinde zaman zaman 'Kürt' olarak anılmış­ lardır. Birçok Türk bölgesinde Kürt coğrafyası olarak anılan yöreler mevcuttur. Kırzıoğlu Kürtleri a) Yenisey-/Sayan Altay b) Batı Türkis­ tan/Afgan Horasan c) Dağıstan-Macar d) Kur-Aras/Aran ve ayrı­ ca Dicle bölgesi itibariyle inceler. Birçok yerli ve yabancı kaynaklara dayanarak ve örnek­ leriyle bu bölgelerde Kürt ve Türklerin içiçe, yanyana yaşa­ dıklarını kanıtlar. Kürtlerin Türklüğünü savunan diğer araştırmacılar ise dil bölümünde özetlediğimiz Oğuz dilinin Kürtçeye olan ciddi etkile­ rini ortaya koyarlar ve de özellikle "folklor ve kültür" birliğini bel­ geleyen değerli incelemeler sunarlar. Aynı araştırmacılar bugün Türkiye'de Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki yüzlerce yerleşim biri­ minin adlarının Türkçe olduğuna dikkat çekerler ve pek çok Kürt bilinen aşiretin Türk olduklarını kanıtlarlar. Kürtlerin asli kökenlerinin Türk olduğu tezini şu bulgu, belge ve kaynaklardaki bilgiler desteklemektedir. 1. Yenisey Elegeş'teki Alp Urungu yazıtı. 2. Bizans arşivinde mevcut, 830 yılına ait, Karadeniz'in Kuzeyinde, batı Sibirya'da yaşayan Kürt isimli boyun Türk olduğunu gösteren belgeler. (Prof. Dr. E Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, sf. 29) 3. Gyula Nemeth, Prof.L.Rosanyi gibi Macar tarihçileri­ nin, Macar birliğinin kurulmasında önemli rol oynamış Kürt isimli boyun Türk olduğunu ortaya koymuş olmaları. 4. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi ve Şerefname'deki veriler. 5. Orta Asya'da, doğu Sibirya'da, Kafkas-Hazar bölge­ sinde halkı Türk olan Kürt isimli yerleşim birimlerinin mev­ cudiyeti, bu bölgelerde Kürt isimli ya da Kürt bilinen bir çok tire, urug ve boyun Türk olmaları.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



201



6. 24 Oğuz boyundan biri olan Peçenekler'deki oymak, kişi ve köy adlarıyla Doğu Anadolu'da mevcut yerleşim birimleri. 7. Anadolu'da ve Orta Asya'da Kartı isimli köylerin mevcudiyeti ve Kartıların, Sakalarla ilişkilendirilebilir olmaları. 8. Dede Korkut Oğuznameleri'ndeki bilgiler 9. Kürtçe'deki Oğuz Türkçesi'nin derin izleri ve Kürt­ çe'de mevcut 500'ü aşkın Göktürkçe, Kırgızca kelime 10. Kürt geleneklerinde (ülüş, koçkatımı), Kürt folklorun­ da (müzik, oyunlar, dokuma, destan, batıl inançlar, tekerleme, bil­ mece bulmaca vs.) Kürt kültüründe (12Ti hayvan takvimi, 12 ve 24Tü idari yapı vs.) var olan Türklük öğeleri, (bkz. Türklük Kürtlük) Kürtlerin Türklüğü tezinin, yukarıdaki kapsamla, tarih­ çilerin yanı sıra, sosyologların arkeologların, dilbilimcilerin de katılımıyla uzman bir ekip tarafından yeniden ele alına­ rak, Karduların, Orta Asya ve Sakalarla ilişkisinin açıklığa kavuşturulması, Rus, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, İran, Bizans, Macaristan arşivlerinin değerlendirilmesi sadece Kürtlerin asli kökenlerinin Türk olduğu gerçeğini pekiştir­ mek bakımından değil, söz konusu coğrafyada yaşamış bir çok kavmin tarihini aydınlatmak bakımından da bilime ve Türk tarihine büyük bir hizmet olur. Burada bir gerçeği önemle belirtmek gerekir. Orta Asya'dan kalkıp, Sibirya üzerinden Batı'ya giden Avrupa Hunlarının bir kısmı, Peçenekler, Uzlar (Oğuzlar), Kumanlar, Ongurlar, Bulgarlar dahil birçok Türk boyu gibi, Türk Kürtler de buralarda önce din sonra dil değiştirerek asimile olmuşlardır. Orta Asya'dan Orta Doğu'ya Türk olarak gelen Kürtler ise burada, İran ve kısmen Arap unsurla ve de içlerinde



202



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Türklerin de bulunduğu küçük yerli unsurlarla karışarak ye­ ni bir dil, yeni bir kültür, yeni bir kimlik oluşturmuşlardır. Bu yeni unsur, 8. yüzyıldan itibaren bölgeye gelmeye başlayan Türkler ve 1040'dan itibaren, özellikle 1071 ve son­ rasında Doğu Anadolu, Kuzey Irak, İran'ın Anadolu sınırı, ve Suriye'ye hakim olan Oğuz Türkleriyle yeni bir kaynaş­ ma yaşamıştır. Ve bu kaynaşma, 1071 tarihinden bu güne 900 yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Bugün, Orta Doğu'da Kürt olarak tanımlanan topluluk böyle bir tarihi sürecin oluşumudur. Sonuç olarak, "Bugünkü" Ortadoğu Kürt tabakasını oluş­ turan topluluk, bu bölgeye Orta Asya'dan gelmiş, özellikle dil un­ suru ve manevi değerler bağlamında ve bir ölçüde antropolojik tip ortalamasıyla ve tarihi veriler değerlendirildiğinde baskın olarak Türklük, kısmen İranlılık ve Araplığın kaynaşmasının ağır bastı­ ğı, yerli toplulukların da karıştığı bir sentezi temsil etmektedir. Kürtlerin Türk oldukları tezini destekleyen, doğrula­ yan geniş bilgi, sonraki, Tarihi Süreç içinde Kürt Kelimesi ve Anlamı, Kürtçe ve Kürtçedeki Türkçe Öğeler, Türklük ve Kürtler başlıklı bölümlerde verilmiştir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



203



TARİHİ SÜREÇ İÇİNDE KÜRT KELİMESİ ve ANLAMI Tarihte, Kürt kelimesinin geçtiği en eski belge, Göktürk yurdunun yanında bulunan 7. yüzyıla ait Yenisey Yazıtla­ rından 1 biri olan, Elegeş Yazıtı'dır.2 Göktürkçe'nin eski bir şekliyle yazılmış olan bu yazıtta, ilin (ülkenin) hanı (ilhan) halkına Türkçe olarak "(men) KÜRT elkan Alp Urungu Altunlıg keşiğim bantım belda. Yaşım tokuz kırk. Kanım, Elima, sizima, yıda bükmedim. Elime, yıda, adırıltım" diye seslenmektedir. 3 Metinin bugünkü Türkçeyle anlamı "Ben KÜRT İlhan (ilin hanı) Alp Urungu, Altınlı okluğum sardım belime. Yaşım otuzdokuz. İlime (ülkeme) sizlerime ne çare doymadım. Ha­ nım. İlim(den) ne çare ayrıldım" dır.4 Ölümü sonrası, kendi adına dikilen, ağıt şeklindeki bu anıttaşa kazılan yazıtta, halkına Türkçe hitabeden Alp Urun­ gu'nun adı, Göktürklerin Çin esaretinden kurtuluşlarını an­ latan ünlü Kürşat Destanı'ndaki 40 kahramandan birinin adıdır. Kaşgarlı Mahmut'un Divanı Lügat-it Türk isimli ki­ tabında (1073) Alp'in anlamı "yiğit'tir. 5 Alp, Dede Korkut Oğuznameleri'nde; 'gazi', 'ulu kahraman' anlamında bir



1 Yenisey Yazıtları'nın dili, 1893 yılında Danimarkalı bilim adamı Thom­ son tarafından çözülmüştür. 2 Elegeş Yazıtı, Yenisey Irmağı'nın başkollarından Ulu Kem çayına karı­ şan Elegeş Deresi kenarındadır. Boyutları 60 cm'e 3.20 cm'dir. Elegeş Yazıtı, Yenisey Yazıtları'nın en uzun olanıdır. Tamamı 12 satırdır. 3 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, sf. 389 - 596. 4 Prof. Dr. Abdûlhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 221. 5 Besim Atalay, çev. cilt I, sf. 41.



204



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



yiğitlik ünvanıdır. Alp, Türkler arasında bugün de, erkek ismi olarak kullanılmaktadır. Orta Asya'da, Baykal Gölü'nün solundan çıkan Yenisey Irmağı ve bu ırmağın buradaki kollan civarında bulunan, bu nedenle Yenisey Yazıtları olarak adlandırılan yazıtların sayı­ sı 32'dir.6 Bu yazıtların hepsinin dili, bu yazıtlarda geçen kişi, yer, coğrafya isimleri Türkçedir. Kürt kelimesinin geçtiği en eski belge olan, günümüz­ den yaklaşık 1300 yıl öncesine (7. yy.) ait Elegeş Yazıtı, Kürt­ lerin Orta Asya'da yaşamış bir Türk uruğu olduklarım orta­ ya koyması bakımından önemlidir. Elegeş anıttaşından sonra, Kürt kelimesi, 830Tu yıllar­ dan itibaren, Karadeniz'e bağlı Azak Denizi'ne akan Don ve Dinyeper nehirleri arasında, daha sonra da, Batı'da, Karpat Dağları'nın eteklerinde, Güney'de Tuna Nehri boylarında yaşayan yine bir Türk boyunun ismi olarak tespit edilmiştir. Macar ve Çekoslovak bilimadamları, 830'lu yıllarda böl­ gede Hristiyanlığı yaymakla görevli Bizanslı misyonerlerin raporlarına, Bizans Kayzeri Konstantin Porfirogenatos'un 950 yılında yazdığı İmparatorluk İdaresi kitabına, 12.-14. yüzyıl belgelerine dayanarak, Kürt isimli boyun, Macaris­ tan'ın kurulmasında büyük rol oynayan 7 Türk boyundan biri ve Kürt kelimesinin anlamının "kar çığı" olduğunu açık 7 bir şekilde ortaya koymuşlardır.



6 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, sf. 389 - 596. 7 Prof. Dr. Laszlo Rosanyi, Tarihte Türklük, çev., H. Z. Koşay, sf. 114,121,128. - F. Eckhart, Macaristan Tarihi, çev. Prof. İbrahim Kafesoğlu, sf. 5, 6, 7. Türk Tarih Kurumu, 1946. - Prof. Dr. Abdûlhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, 4. baskı, sf. 219, 222; Gyula Nemeth, AHunfoglalo..., Magyarsag... - Prof. Dr. Joseph Blaşkoviç, Reşit Rahmet İçin, Ankara, Türk Kül. ArşEnst., sf. 348,1966.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



205



Bilimadamları, Kürt isimli bu Türk boyunun, Göktürk­ ler dağılmasından sonra, Hazar Türk Devleti'ne katılan Kürt isimli Yenisey Türkleri oldukları ve Hazar Devleti yıkıldık­ tan sonra Onogur Türkleri içinde bu bölgelere göç ettikleri görüşünde birleşmişlerdir. 8 Kürt isimli Yenisey Türkleri'nin torunları, sonraki yıl­ larda, Türk Tobol Tatarları içinde Kûrdak ismiyle anılmış­ lardır.9 Orta Asya, Sibirya, Afganistan, Kafkasya, Azerbaycan, İran, Doğu Anadolu'da Kürt isimli çok sayıda Türk uruk, oymak, boy mevcuttur. Bugün dahi Anadolu'da çok sayıda Kürt isimli halkı Türk köy bulunmaktadır. Örneğin; Kurtköy (Silifke) (yeni adı Pelitpınarı), Kürtleravşarı, Süsükürtleri, dört köy oluşturan Kürtü Oymağı (Kahra­ manmaraş), Küçükkürtler (Aydın), Kürtderesi (Çine-Aydın), Kurtköy (Uşak), Kürtler (Mut-Mersin), Kürtevci (Akdağmadeni), Kürtalp (Ankara), Kürtler Mahallesi (Tunges, Yusufeli, Art­ vin, yeni adı Yukarıyamaç)1" Bu konuda Türklük ve Kürtler başlıklı bölümde geniş bilgi verilmiştir. Kürt kelimesinin geçtiği ve anlam ifade ettiği en eski kaynaklardan biri yine Türkçe bir eser, Kaşgarlı Mahmud'un 1073 yılında tamamladığı ünlü Divanı Lügat it Türk adlı ki­ tabıdır.



8 Ogur / Ongur / Onogur'lar Orta Asya'da Türk Konfederasyonu oluş­ turan Türklerdir. Macarlar gibi Kürtler'de bu konfederasyona dahil bir Türk boyudur. (Ord. Prof. Dr. A. Z. Velidi Togan, Umumi Türk Tarihi­ ne Giriş, sf. 157,158,1970. Prof. L. Rasonyi, Tarihte Türklük, çev. H. Z. Koşay, sf. 114,121, 128, Ankara, 1971. G y u l a Nemeth, Yurtkuran Ma­ carların Tarihi, bölüm IV) 9 W. Radlof, Sibirya'dan, çev. Dr. Ahmet Temir, cilt I, sf. 148,157, 250, İstanbul, 1954. 10 Doç. Dr. Mehmet Eröz, Doğu Anadolu'nun Türklüğü, sf. 34-36.



206



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Oğuz dili ve Türk lehçeleri konusunda bilgi veren bü­ yük bir sözlük ve dilbilgisi niteliğindeki, 4 ciltlik bu eserde, Kürt kelimesinin anlamı "dallarından yay, kamçı, değnek gi­ bi nesneler yapılan kayın ağacı" olarak verilir.11 Aynı eserin aynı sayfasında, 'sert ses' iması olarak, 'at ar­ payı kürt kürt yedi' örneği vardır. Kayın ağacı, Türkler arasında 'erkeklik timsali' olarak da kabul edilmiştir. Eski çağlarda, Türkler 'kayın ağacına', 'toz', 'huş' dedik­ leri gibi 'Kürt' de demişlerdir. 12 Burada, Türkler'de kayın ağacına büyük saygı duyduk­ larını, bu ağacı kutsadıklarını belirtmek gerekir. Eski Türk şaman geleneğinde "kayın" ağacı kutsanır ve Bay Kayın olarak anılır. Şaman inancında "Bay Kayın, Ata Ülgen ile Umay Ana tarafından gökten indirilmiştir. Uygur Türklerinde, "atalarının kayın ağacından türedikleri" söylen­ cesi mevcuttur. Başkurt Türklerinde "Bay Kayın", kurban ke­ silen, adak adanan kutsal bir ağaçtır.13 Özetle, Kürt kelimesi, eski Türklerde, kutsanan kayın ağacının adıdır. Macar Türkologlar ve çok sayıda Türk bilimadamı, Kürt kelimesinin, değişik Türk lehçelerinde, ağızlarında, "kar", "kar çığı", "yatık sertleşmiş kar" anlamına geldiğini de tespit etmişlerdir. Örneğin, Kazak Türkçesinde 'kürt' kelimesi, kalın kar yığını, kürtük kelimesi; yeni yağmış kar anlamına gelir. Şor Türkçesinde kürt, çığ; Taranciler'de kürt, yeni yağmış kar; Kazan Tatarcası'nda kört, kar yığını; Çuvaşça'da kurt, karla-



11 Besim, Atalay çev. cilt I, sf. 343. 12 Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, sf. 248. 13 Kerim Yund, Türklerin Kutlu Ağacı Kayın (huş) Adı Üzerine, Türk Kül­ tür Dergisi, sayı 120, sf. 36-40, Ankara, Ekim 1972.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



207



rın dağda oluşturduğu saçak şeklindeki çıkıntı veya kar yı­ ğıntısı; Uygurca'da körtük, kar denizi, kar gölü; Teleütler'de körtük, kar yığını; Soyonlar'da körtük veya hörtük, kar yığı­ nı; Karakırgızlar'da körtük veya kürtkü, kar yığını; Yakutlar'da kürçük, kar yığını anlamına gelir. Orta Asya kökenli Fin Çeramisler'de de "Kürt" terimi aynı anlamı taşır.14 Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Anadolu'nun birçok yerinde de, sayılan Türk lehçe ve ağızlarında olduğu gibi, üzerinde yüründüğünde batmayacak derecede sertleşmiş yatık kara 'kurtuk', 'kürtük', 'kürtün' dendiğini tespit et­ miştir.15 Türklerin halk söylencelerinde de Kürt kelimesi, 'kar', 'kış', 'soğukla' özdeşleştirilir. Azerbaycan, Dağıstan, Doğu Anadolu'nun bazı yörele­ rindeki inanca göre "çoban hesabı" adı verilen takvimde, "güçük" (küçük) ay Şubat sonlarında üçüncü cemrenin topra­ ğa düştüğü gece yarısı için "Kürdoğlu kayada yattı", "Kürdoğlu kayada kaldı" tabiri kullanılır. O gün, gece yarısına ka­ dar dondurucu soğuk olan hava, cemrenin düşmesiyle hızla 16 ısınmaya başlar. Bu çoban hesabında "kürdoğlu" deyimi, halk inanışına göre "kar adamın oğlu", "karoğlu"dur. Cemrenin düşmesi ile birlikte "kürdoğlunun" yüksek dağlara çekildiğine inan­ ılmaktadır.17



14 Türk Milli Bütünlüğü içerisinde Doğu Anadolu, sf. 69, 70. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Prof. Dr. Dursun Hakkı Yıldız, Prof. Dr. M. Fahrettin Kır­ zıoğlu, Prof. Dr. Mehmet Eröz, Prof. Dr. Bayram Kodaman, Prof. Dr. Abdûlhaluk M. Çay. 15 Prof. Dr. M. F. Kırzıoğlu, Dağıstan, Aras, Dicle, Altay ve Türkistan Türk Boyları'ndan Kürtler, sf. 5. 16 Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, sf. 17. 17 Age., sf. 17.



208



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



13. yüzyıldan kalma Uygurca yazılı Oğuz Kaan Desta­ nı'nda da, Orta Asya'da, Tanrı Dağları'nın yüksek kesimle­ rinde yaşayan Karluk/Karlık Türklerine bu adın Oğuz Kaan tarafından, bu kavmin "karlı" yörelerde yaşadığı için verildi­ ği yazılıdır.18 Bunun gibi, yine Orta Asya'daki Kürdak Türklerine bu isim, karlı yörelerde yaşadıkları için, Sibirya'ya ismini veren Sibir/Sabir Türkleri tarafından verilmiştir. Kürdaklar'ın ya­ şadığı Tabarkay Dağları'nın güneyinde Kürte Kar Obası'nın varlığı, "Kürt" ve "kar" kelimelerinin anlam ilişkisini göste­ ren bir örnektir.19 Asya'da, Kürt ve kar/kış kelimeleri arasındaki anlam ba­ ğını pekiştiren, Türk hakanların kış aylarında kullandıkları birçok "kışlak" mevcuttur. Örneğin, Timur'un (1336-1405), Afganistan'da Herat Ça­ yı'na yakın Kürt Neşin (Kurt Konağı) isimli "kışlağı" çok ün­ lüydü. 20 Bunun gibi, Oğuz Kaan Destanı'nda, Türk Olcay Han'ın kışlağının adı Kürt Tag'dır.21 Bunlar gibi, Afganistan, Horasan, Türkmenistan'da bir çok köy, yaylak, kışlak ve konağın adı Kürt'dür ve buralarda 22 yerli halk Türktür. Bunların dışında, 10. yüzyıl ve sonrasında, Arap tarihçi­ ler ve Osmanlı yönetimi tarafından Kürt kelimesinin Arapça çoğulu Ekrad kelimesini "konar göçer" kabile, aşiret anla­ mında Türkmen boylar, uruğlar için de kullanılmıştır.



18 Age., sf. 18. 19 Dr. Mehmet Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, sf. 17. 20 Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, sf. 28. 21 Ord. Prof. Z. Velidi Togan, Reşuiddin Oğuznamesi, sf. 17 (4-A). 22 Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, sf. 28.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



209



Örneğin Akhunlardan, "Balasaganlar", 24 Oğuz boyun­ dan olan, Avşarlar'ın, Beydilliler'in, Dögerler'in, yine Oğuz olan İgirmidörtlüler'in konar göçer olanları, büyük bir Türk kavmi olan Khalaçlar dönem dönem Ekrad (Kürtler) olarak tanımlanmıştır. Ancak, başta da belirtildiği gibi, bu Türk topluluklar için "ekrad" etnik bir kimlik tanımı olarak değil "konar gö­ çer" anlamında kullanılmıştır. Sonuç olarak; Kürt kelimesi, en eski belge ve kaynaklardan bu yana Türkçe bir kelimedir. Kürt kelimesinin, tarihi süreç içindeki anlamı ve Kürt kelimesinin, Türk, boy, urug, oymaklarının, Türklerle mes­ kûn bölgelerde, şehir, köy gibi yerleşim birimi, dağ, nehir, ova gibi coğrafya ismi, kişi adı olarak kullanılması, Kürtlerin ASLİ kimlik itibariyle Türk olduklarının açık bir kanıtıdır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



211



KÜRTÇE ve KÜRTÇE'DEKİ TÜRKÇE ÖĞELER 1800'lü yıllardan başlamak üzere Kürtler ve Kürtçe üzeri­ ne çok sayıda araştırma yapılmış, yüzlerce kitap yazılmıştır. A.Benningsen Kürtler konusunda 1932 yılına kadar Batı'lı araştırmacılarca yazılmış kitap sayısını 732 olarak tespit etmiştir.1 Burada önemle belirtilmesi gereken husus, Batı'lı araştır­ macıların büyük çoğunluğunun, konuya siyasi bir yaklaşım­ la, Orta Doğu'da kendi devletlerinin çıkarlarına hizmet ede­ cek, Türklük, İranlılık, Araplık'la ilişkilendirilemeyecek bir unsur yaratma gayretiyle bilim dışı bir yaklaşım içinde olma­ larıdır. Bunun önemli bir nedeni bugün Kürdoloji uzmanı olarak tanınan bir çok önemli araştırmacının konsolos, vali, istihbarat elemanı gibi devlet politikalarına tabi memurlar ol­ malarıdır.2 Bir kısım araştırmacının Kürtçe'yi Kartça, Kaidece, Hi­ titçe, Sümerce, Hürrice v.s gibi dillere bağlayan varsayımları bilimsel dayanaklardan yoksun olmaları sebebiyle ciddiye alınmamışlardır. Bir kısım Batı'lı araştırmacı ve şöven Kürt tarafından Kürtçe'yi Medce'ye bağlayan varsayım ise, Medce'den gü­ nümüze birkaç kral isminden başka hiçbir şey kalmamış ol­ ması- Kürtçe'yi Medce'yle karşılaştırma imkanı bulunmama­ sı nedeniyle geçersiz kalmıştır.



1 Prof. Dr. A. Haluk Çay, Hey Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 121 2 Prof. V. Minorsky (Konsolos) E. B. Soane (İstihbarat subayı), Sir Mark Syks (Misyoner heyet başkanı) A. Jaba (Konsolos) B. Nikitin (Konsolos) S. H. Layard (Büyük Elçi).



212



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kürtçe ile ilgili ilk ciddi araştırmalar, E Rödiger ile A. F. Pott'un Kürtçe'nin Kaidece ile ilgisinin olmadığını, bu dilin İran menşeyli olduğunu ileri sürmeleriyle başlamış, sonraki araştırmacılar Kürtçe'nin bir Kuzey-Batı İran dili olduğunu benimsemişlerdir. 3 Kürtçe üzerine yapılmış araştırmaları değerlendiren, Batı'nın, "Kürdoloji'nin babası" olarak takdim ettiği Prof. Viladimir Minorsky de Kürtçe'yi Kuzey-Batı İran dillerinden bi­ ri olarak kabul eder. Ancak, Kürtçe'yi aynı dil grubuna giren bugünkü Farsça'dan ayırır ve Kürtçe'nin bir bütün olarak Farsça'dan açık şekilde farklı olduğunu belirtir, Kürtçe'nin farklı bir başka kökenden gelmesi gerektiğini ileri sürer. An­ cak, bu kökenin hangi dil olabileceğine açıklık getirmez. Prof. V. Minorsky, Kürtçe ile Farsça arasındaki farkları 5 grupta özetler. Bunlar 1. Talaffuz farkları 2. Şekil farkları 3. Nahiv (cümle yapısı) farkları 4. Kelime farkları 5. Aynı kökten kelimelerin ses değişimlerindeki farklardır.4 Batılı'ların Kürtçeyle ilgili araştırmaları, bu dilin yapısı­ nın açıklanması, Kürtçe ile Farsça'nın ve Arapça'nın karşılaş­ tırmalı olarak incelenmesi, Zazaca'nın Kürtçe'nin bir lehçesi 5 ve Zazaların Kürt olmadığını ortaya koymaları bakımından yararlı olmuştur. Ancak, bu araştırmalar, Türkçe'nin Kürtçe'yi etkileyen temel dillerden biri olduğu gerçeğini görmezden gelerek gü­ dük kalmışlardır ve sonuçta Kürtçe'nin bütüncül bir temelde değerlendirilmesi mümkün olmamıştır.



3 4 5



Bazil Nikitin, Kürtler, sf. 31. Deng. Yay. 1994 Prof. V. Minorsky, Kürtler, İslam Ansiklopedisi, 4. cilt, sf. 1111. V. Minorsky, Hadank, D. Mackenzie, Prof. Dr. Goiçhie Kojima, Ingmar Sauberg, Garo Sasuni Zazaca'yı Kürtçe'nin bir lehçesi olarak kabul et­ mezler, ayrı bir dil olarak tanımlarlar.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



213



Türkçe, Farsça ve Arapçayla birlikte gerek söz bilgisi ve de gerekse yapısal olarak Kürtçe'yi belirleyici ölçüde etkilemiş 3 önemli dilden biridir. Hepsi ayrı bir önem arzeden Kürtçe'deki belirleyici Türkçe öğeleri şöyle sıralamak mümkündür. (Kürtçe'nin, Türkiye'de %95'i aşan bir oranla yaygın olan Kırmançi lehçesi esas alınmıştır.)



A. Kürtçe'deki Türkçe Kelimeler 1.1879 yılında Rusya'da St. Petersburg Akademisi'nde Ferdinand Justi tarafından Kürtçe bir sözlük hazırlanmıştır. 8378 kelimeden oluşan bu sözlükte, Rusya'nın eski Erzurum Konsolosu Auguste Jaba'nın 1860 yılında Kürtçe'nin Kırmançça lehçesinden derlediği kelimeler esas alınmıştır. Gü­ nümüzden 146 yıl öncesinin çok daha saf Kürtçesini temsil eden bu 8378 kelime daha sonra Prof. V. Minorsky tarafından 6 menşeleri (dil aidiyeti) itibariyle tasnif edilmiştir. Bu tasnif sonucu, söz konusu 8378 kelimenin, %37 Türk­ çe olmak üzere %91.7 sinin Türkçe, Farsça ve Arapça olduğu tespit edilmiş, menşei bilinmeyen 300 kelime ise Kürtçe kabul edilmiştir. Bu kelimelerin menşe olarak dağılımları şöyledir: 3080 Türkçe, 2230 Farsça (1200'ü Zend lehçesi) 370 Pehlevi leh­ çesi (Farsça), 2000 Arapça, 220 Ermenice, 108 Kaldanice, 60 Çerkesçe, 20 Gürcüce, 300 menşei belli olmayan (Bu 300 keli­ 7 me Kürtçe kabul edilmiştir).



6 V. Minorsky, Rusya'nın Urmiye konsolosu, 1917 devriminden sonra Londra'ya gitmiştir. Burada kendisine Prof. ünvanı verilmiştir. 7 Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 119.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



214



Rus kaynaklarına dayalı olarak bir Rus akademisinde bir Rus bilim adamınca ortaya konan gerçek, Kürtçe'de söz­ cük olarak en etkin dilin Türkçe olduğudur. Prof. V. Minorsky, bu gerçeği bizzat kendisi tespit etmiş olmasına rağmen, Türkçe'yi, Kürtçe'nin hiçbir tahlilinde söz konusu etmemiş, Kürtçe'nin, Türkçe ile yapısal ilişkisinin araştırılması gereği üzerinde durmamıştır. Çünkü, V. Minorsky de, diğer birçok Batı'lı araştırmacı gibi, Orta Doğu'da, Türklük, Farslık, Araplıkla ilişkisi olma­ yan, kendi çıkarlarına hizmet edecek bir Kürt unsur oluştur­ mayı siyasi bir hedef olarak benimsemiş, Rusya ve sonrasında diğer Batı'lı devletlerin güdümünde bir devlet görevlisidir. 2. Birçok yerli ve yabancı bilim adamı bugünkü Kürt­ çe'de yaşayan, 1400 yıl öncesinin Göktürk, Oğuz, Uygur, Kırgız, Kıpçak Türkçesi'ne ait yüzlerce kelime tespit etmiş­ lerdir. Bu tespitler Kürtçe Türkçe ilişkisi kadar Kürtlerin asli kimlik olarak Türk olduğunun göstergesi olarak da çok önemlidirler. Sadece Prof. De Groot'un Kürtçe'de tespit etti­ ği Asya Türkçesi'ne ait kelime sayısı 532 dir.8 Bugünkü Kürt­ çe'de hala kullanılan 1400 yıl öncesinin Orta Asya Türkçelerindeki kelimelerden bir kaçı örnek olarak aşağıdadır. Gök. Uyg. vs



Kürtçe



Anlamı



apa mın ka kent buge kon kutay



apo min ka / ko gend / gund bug(e) kon kutni



amca ben, benim, bana aile büyüğü, yaşlı kişi şehir, köy gelin konak yeri, çadır parlak kumaş



8 Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Türkler ve Kürtler, Cumhuriyet, 16.10.1998.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



215



3. Doç. Dr. Ahmet Buran, Kürtçe'de mevcut yaklaşık 3000 Farsça ve Arapça kelimenin %80'inin Osmanlı Türkçesi olduğunu tespit etmiştir.9 4. Kürtçe'de aşiret yaşamı, akrabalık, temel yiyecek mad­ deleri, hayvanlarla ilgili çok sayıda kültür kelimesi Türkçe ya da Türkçe kökenlidir. Birkaç örnek; beg-bey axe-ağa khanhan Apo-amca khal/kalo-yaşlı kişi, ihtiyar kako/kek/keko-ağabey, kardeş, dadaş khalın-başlık bug/buge-gelin eci/ecü-büyük anne, büyük baba khel-el, oymak ve boylar birliği, tarkhan/terkhan-imtiyazh kişi ve aile kon-çadır lor-süt ürünü, peynir tutmanç-tutmaç (bir yemek) baran/beran-koç bab/bav/bavo-baba10 Yukarıda dört maddede özetlenen veriler Kürtçe'deki kelimelerin büyük kısmının Türkçe olduğunu göstermekte ve ayrıca Kürtçe'nin Türkçe ile bağlantısının 1400 yıllık bir geç­ mişe dayandığını ortaya koymaktadır. Esasen, Orhun Kitabeleri'ne yakın Yenisey Kitabeleri'nden Elegeş anıttaşı, Kürtlerin asli kimliğinin Türk oldu­ ğunu ve 1400 yıl önce Göktürkçe konuştuklarını hiçbir kuş­ kuya yer bırakmayacak açıklıkla ortaya koymaktadır. Bütün dünya literatürüne kayıtlı ve bugün hala yerinde olan Elegeş anıttaşında, ünlü Göktürk destanı Kürşat destanındaki kırk kahramandan birinin adını taşıyan, Göktürk ün­ vanlı Kürt ilhanı Alp Urungu, halkına Göktürkçe "Men Kürt ilinin ham Alp Urungu, altunluğ keşiğim (okluğum) bantım belda (belime sardım) yaşım otuz dokuz..." diye hitap etmek­ 11 tedir. Bundan da anlaşılmaktadır ki, bu Kürt topluluğun be-



9 Doç. Dr. Ahmet Buran, Doğu Anadolu Meselesi Sempozyumu, Yeni Düşünce Gazetesi Mart 3,4,1990. 10 Dr. Mahut Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, sf. 66-76. 11 Prof. Dr. A. Haluk Çay, her Yönüyle Kürt Dosyası sf. 221.



216



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



yi Türktür ve Kürt isimli bu boyun dili Türkçe'dir. Bir başka ifadeyle, tarihte ilk defa Kürt olarak anılan topluluk Türktür. Ayrıca, Kürt kelimesi Oğuzca bir kelime olup anlamı Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lugat-it Türk isimli kitabında verilmektedir. (1072)12 B. Kürtçe'deki Türkçe Fonolojik (ses) Özellikler Kaşgarlı Mahmud'un 1072 yılında tamamladığı Divan-ı Lugat-it Türk isimli eserinde Oğuzca ve diğer Türk dilleriy­ le ilgili olarak verdiği bilgiler ve Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Prof. Dr. M. Halûk Çay, Doç. Dr. Ahmet Buran, Edip Yavuz, Dr. Mahmut Rişvanoğlu gibi araştırmacıların eski Türk dilleri ile Kürtçe'nin karşılaştırma­ lı değerlendirmeleri, Kürtçe'deki birçok fonolojik ve yapısal Türkçe özelliklerin 1400 yıldır korunduğunu ortaya koymak­ tadır. (Örneklerde ilk kelime bugünkü Kürtçe, sonraki bugünkü Türkçedir) 1. Oğuz ve Kıpçaklar, genelde, kelime başlarındaki y se­ sini yutarak konuşurlar. Kürtçe'de de aynı telaffuz özelliği mevcuttur: iğit/ağit/eğit-yiğit emiş-yemiş ilan-yılan asağ-yasak 2. Oğuz Türkçesi'nde "şedde" (vurgu) - bir sesi ikiz oku­ ma yoktur. Kürtçe'de de aynı özellik mevcuttur: bekal-bakkal cenet-cennet kuvat-kuvvet Ala-Allah



12 Divan-ı Lûgat-it Türk; Kürt; dallarından yay, kamçı baston gibi daya­ nıklı nesneler yapılan dağ ağacı, haz. Besim Atalay Cilt.I, sf. 343/ Prof. Dr. A. Haluk Çay. Kürt ve bu kelimeden türeyen kört, kürtük v.s; kar yı­ ğını, kar çığı anlamındadır. Her yönüyle Kürt Dosyası sf. 228/ Kürt ke­ limesi bir çok Türkçe lehçede sert, yatık kar anlamına da gelir. (a.t.ö)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



217



3. Kıpçak Türkleri k sesine h sesi katarlar. Bu özelliğe Kürtçe'de de rastlanır: khamir-amir khalın-kalın (başlık parası) çerdakh-çardak khel-el (el, oymaklar birliği) 4. Kürtçe'deki kelimelerde h+ türemesi tamamen Oğuz Türkçesine has bir özelliktir, hozan-ozan hişik-eşik huç-uç huka-okka hesir-esir13 5. Türkçe'de rastlanan b sesinin v ye dönüşmesine Kürt­ çe'de de rastlanır, evdal-abdal hevrişim-ibrişim14



C. Kürtçe'deki Türkçe Morfolojik (şekil) ve Yapısal Öğeler15 1. Tatarlarda mm, Azerilerle, Kazaklarda'da ve Kıpçaklarda men şeklinde yazılıp okunan, ben, benim, bana anla­ mındaki kelime Kürtçe'de de aynı anlamda min şekliyle mevcuttur. Min dît/Ben gördüm Masa min/Benim masam Wey li minâ!/Vay bana! (dişil) Min kelimesi Kürtçe ile Türkçe arasındaki 1400 yıllık ta­ rihi bağın derinliğini gösteren önemli bir kök kelimedir.



13 Doç. Dr. Ahmet Buran, Doğu Anadolu Ağızlarında Kelimelerin oluş­ ması ve Yapısı Üzerine Bir Deneme, Doğu Anadolu Meselesi Sempoz­ yumu, Yeni Düşünce Gazetesi, 3-4 Mart,1990 Ankara. 14 Age. 15 Bu bölümdeki bilgiler 2a-d ve 6 maddeleri dışında tarafımca tespit edil­ miştir. Bu tespitlerde E.Celadet Bedirxan ile Roger Lescot' un Kürtçe ramer (Kırmançi lehçesi) isimli kitabı esas alınmıştır. (Doz. Yay. 5)



218



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



2. Türkçe ve Türkçeleşmiş (Osmanlıca) bir çok son ek Kürtçe'de de aynen mevcuttur: -cı; Deveçî/Deveci Qehvveçî/Kahveci gasabçî/Kasap Dawaçî/Davacı -daş; sînordaş/Sınırdaş Oldaş/Yoldaş -xane (hane); dersxane/Dershane dermanxane/Eczahane -keş; Afiyunkeş/Afyonkeş Serkeş /Serkeş 3. Dr. Mahmut Rişvanoğlu, Doğu aşiretleri ve Emper­ yalizm isimli kitabında, Kürtçe'deki Türkçe eklerle ilgili şu bilgileri verir; a) Ko, ke, ki son ekleri aile adlarının sonuna eklendiğin­ de "yakınlık" "sevgi" ifade eder. (-cığım) Bavo-ko/Babacığım Kalki/Kaliki/Dedeciğim, ihtiyarcık. Dr. Rişvanoğlu, ki eki­ nin Kaşgarlı Mahmud'ta "hısımlık" ifade ettiğini, kelime sonlarına gelince "acıma-sevme" anlatan bir edat olduğunu belirtir. (sf. 75) b) Kürtçe'de Le, lo eklerinin insan adlarının sonuna gel­ diğinde bre! be! anlamını verdiğini belirtir ve bu ekleri Oğuzca'ya has be!, yahu! anlamına gelen -la son ekiyle ilişkilendirir: Oğuzca: Ol bardı la!/O vardı gitti be! O keldi l a / O gel­ di yahu! Kürtçe: Fate le!/Hey Fatma! Memo lo!/Bre (hey) Mehmet! (sf. 75) c) David Mackenzie'nin Kürtçe'de tespit ettiği -man eki­ nin Türkçe olduğunu, Avşar Türkçesi'nde bulunduğunu be­ lirterek şu örnekleri verir: Aklman/(Akıllı) Arazuman (Arzu­ lu) Dertman (Dertli) (sf. 13) d) Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu'nun Dicle Kürtleri ağ­ zında tespit ettiği " T " çoğulluk son ekinin (bugün pek rastlan­ mıyor) Göktürkçe'de ve Saka dilinde de çoğul eki olduğunu belirterek şu örmekleri verir. (sf. 76) Göktürkçe: Tarkat/Tarkanlar Tiğit/Tiğler lit/Oğullar Saka dilinde: Sokolot/Sekeller Barulat/Barular



Oğu-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



Kürtçe: Bağat/Bağlar et/Adalar Ağavat-Ağalar



Khelat/Eller, Boylar



219



Ada-



4. Kürtçe'de belirteç, belgisiz zamir, soru zamiri, bağlaç, v.s gibi bir çok yapısal kelime Türkçedir. Ya da Türkçe ile or­ taktır. Örnekler: Eger em dewlemend buna/Eğer biz zengin olsaydık... Egerçi ez pîr bûme/İhtiyar olmama rağmen... Herkes pe dizane/Herkes onu biliyor... Li gora ve kitebe/Bu kitaba göre... Ha ji dest - ha ji zend/Ha elden çıkmış ha bilekten Filanî got ko.../Filan dedi ki... Te îro filankes dît.../Bu gün filancayı gördüm Kî li vir dimine?/Burada kim kalıyor? Kî hatin?/Kimler geldi? Herçi ko... /Herkim ki Diğer kelimeler: Ancax (Ancak) Belkî/Belko (Belki) Ta/kadar, Ta bi şeve/(Ta) geceye kadar Hem..., hem/Hem..., hem Geh..., geh/Kâh.. .,kâh Hema/Hemen, derhal Tene/tine/bi tene/yalnız, tekçe Ha­ şa.../Haşa... Bi temamî/Tamamen Hiç/Hiç (Seyrek rastlanır) Eynê/Aynı Eynê ev e/Tıpatıp aynıdır Berî/Önce İle/İlla, zorunla olarak İşela/İnşallah Ort/Arasında, ortasında (seyrek kullanılır) Xelk/Halk Eseh-essah (sa­ hi, gerçek, doğru) 5. Kürtçe'de Türkçe ile benzerlik gösteren iki yapısal özellik üzerinde durulması gereken hususlardır. a) Kürtçe'de 1. şahıs zamiri Ez (ben) kelimesine fiil uyu­ mu, genel olarak, Türkçe'de olduğu gibi m (im, em) se­ siyle sağlanır. Ez mezin im/Ben büyüğüm Ez disûm/Ben biliyorum (Bila) Ez herim/ben gideyim



220



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



b) Kürtçe'de yan cümleleri bağlayan ko bağlacı Türk­ çe'deki ki bağlacı gibi işlev görür. Çawan ko/Öyle ki (çünkü, zira) Min dît ko.../Gördüm ki... Axe emir kri­ ko... /Ağa emir verdi ki... Dibejim ko ne raste e/Diyo­ rum ki doğru değil... 6. Kürtçe'deki bir çok ünlem Türkçe'den geçmedir ve Türkçe düşünme tarzım yansıtır. Ah! Ah! Ay! Ax! Oh! Oh! Weh!/Vah! Wey!/Vay! Wey li mine!/Vay bana! Ya! Ey! Ha ho!/Ha ha! Pif!/Püf! Deh!/Deh! (hayvan haydamak için) Aferin! Bravo! 7. Kürtçe'deki birçok deyim ve atasözü Türkçe'den geç­ medir. Kürtçe-Türkçe karışımı, hatta Kürtçe olan deyim ve atasözleri dahi Türkçe'den tercüme, Türkçe düşünme tarzı­ nın örnekleridir:16 a) Agla zizare/Akla zarar Degiş tokiş/Değiş tokuş Devlet kuşi/Devlet kuşu Fırsendçî/Fırsatçı Qere xeber/Kara haber El emegi/El emeği El yeman! Bey yeman!/El mi yaman! Bey mi yaman! b) Ahım şahım nine/Ahım şahım değil Gozdahı dayın/Gözdağı vermek De bêje!/De bakalım! c) Penç pera nake/Beş para etmez Denge defe ji dûrye xweşe/Davulun sesi uzaktan güzeldir. De bıbin data werin/Anayı gör kızı al Dûri çava dûri dıla/Gözden ırak gönülden ırak Hesin bi gernmi di tewe/Demir tavında döğülür Dest oh ser destra heye/El elden üstündür. 16 Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, 4. baskı sf. 124.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



221



D. Kürtçe'de Ses Değişimine Uğrayan Türkçe Kelimeler Kürtçe'de ses değişimine uğramış çok sayıda Türkçe ke­ lime mevcuttur. Bu nedenle, bu kelimelerin Türkçe olduğu büyük çoğunluk tarafından anlaşılmaz ve bilinmez. Söz konusu ses değişimlerinin başlıca nedenleri Kürt­ çe'nin kendine özgü bir fonolojisinin (ses yapısı) olması, dola­ yısıyla Kürtçe'deki bir çok harfin Türkçe'de bulunmaması (w, x, q, û, î, e, x, h) buna karşılık Türkçe'deki bazı harflerin Kürtçe'de olmamasıdır. (ı, ö, ü, ğ)17 Bu ses değişiminde, bugünkü Kürtçe'de 1400 yıl öncesi­ nin Oğuz, Kıpçak, Kırgız vs. Türkçe'lerinin fonolojik (ses) özelliklerinin hala korunmasına rağmen, bu özelliklerin bu­ günkü Anadolu Türkçesinde bulunmamasının da önemli pa­ yı mevcuttur. Bu ses ve alfabe farklılıkları sonucu Kürtçe'deki birçok Türkçe kelime farklı yazılıp okunur, farklı telaffuz edilir ve bu kelimelerin Türkçe kelimeler oldukları anlaşılmaz. Örnekler (birinci kelime Kürtçe, ikinci kelime Türkçe ve keli­ menin Kürtçe'deki anlam karşılığıdır.): gol-göl dol-döl duz-düz uto-ütü ancax-ancak belko/belkî-belki eger-eğer ilan-yılan igit/egit-yiğit gora/gor-göre evdal-abdal kuvat-kuvvet hema-hemen, derhal xerdaş-hayırdaş, iyiliksever qere-kara xeber-haber weh-vah wey-vay desgîn-dizgin hesir-esir huç-uç oldaş-yoldaş



17 Karşılıklı olarak, Kürtçe'de ve Türkçe'de olmayan harflerin temsil ettiği seslerden bazıları her iki dilde de yerel ağazlarda mevcuttur. Örneğin Maraş Türkmen k ö y l e r i n d e w sesi (f ye yakın dudaksı v) vardır. at (kuvvet) Gaziantep Türkçesinde ê sesi vardır. êğêm (ağam) Kürtçe'de h ya yakın sert ğ harfi yoksa da sert ğ sesi (x) vardır. Xeber (haber).



222



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Bu örneklere, ayrıca, bugünkü Kürtçe'de bulunmasına rağmen Orta ve Batı Anadolu Türkçesinde unutulmuş yüzler­ ce eski Orta Asya Türkçesi kelimeler de eklenebilir: apo (am­ ca) buge (gelin) kon (çadır,konak) baran/beran (koç) min (ben, bana) ban/bani (dağ tepesi, tavan) betik/bitik/pitikGöktürkçe bitiğ (kutlu yazı) kal/kalik (Oğuzca-yaşlı kişi) Sonuç olarak, Kürtçe'de, gerek sözcük, gerek fonolojik (ses), gerek mor­ folojik (şekil) ve de gerekse sentaktik (yapı) olarak önemli öl­ çüde Türkçe öğe mevcuttur. Kürtçe'deki Türkçe öğeleri dışla­ yarak bu dilin yapısını açıklamak ve bu dili tanımlamak mümkün değildir. Hemen hemen bütün Batı'lı ve şövenist Kürt araştırmacılar bu yanlış içindedirler. Dolayısıyla bunla­ rın Kürtçe ile ilgili tespitleri kabul edilemeyecek ölçüde ek­ sik, önemli ölçüde de yanlıştır. Daha önce belirtildiği üzere, Yenisey Kitabeleri'nden Elegeş anıt taşının kanıtlandığı üzere Kürtler asıl olarak bir Göktürk han (Alp Urungu) tarafından yönetilen ve Göktürkçe konuşan isimleri Türkçe olan (Kürt) bir Türk boyudur. Kürtlerin aslen Türk olduklarını kanıtlayan başkaca bir çok bilgi ve belge mevcuttur. Örneğin, Bizans Kayzeri Konstantin Profirogenetos 950 yılında yazdığı Devlet İdaresi isimli kitabında 830 yılında, Karadeniz'in Kuzey Batı'sındaki boylar arasında misyonerlik yapan papazların raporlarına dayanarak, buradaki 7 boyun hepsinin Türk ve bu boylar içinde en güçlülerinden birisinin Kürt isimli Türk boyu ol­ duğunu belirtir.18



18 Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, sf. 29.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



223



Aynı şekilde, Macar bilim adamları Gyula Nemeth ve J.Rosanyi bu bilgiyi doğrularlar ve Macar birliğini kuran 13 boydan 7'sinin Türk ve bu Türk boylarından en güçlüsünün Kürt isimli boy olduğunu belirtirler. Bu bilgilerin ortaya koyduğu gerçek, Orta Asya'dan Azerbaycan, Kuzey İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya gelen Kürt Türklerinin anadillerinin Türkçe ol­ duğu ve Kürtçe'nin, Göktürk şivesinin Farsça ve Arapça'nın etkisiyle değişimi sonucu oluştuğudur. Kürtçe'deki Göktürkçe, Oğuzca, Kırgızca, Kıpçakça, Uygurca öğeleri başka türlü açıklamanın imkanı yoktur. Ayrıca, bir dilin yüzlerce yıllık süreç içinde oluştuğu ve 1400 yıl öncesinin ilkel iletişim, ulaşım, haberleşme şartların­ da Kürtçe'nin oluşumunun, Türk, Fars ve Arap unsurların uzun süreli birlikteliğinin ve birebir içiçeliğinin bir sonucu ol­ duğunu kabul etmek gerekir. Bu tespitler, dilin etnik bir grubun kökeninin önemli bir göstergesi olduğu gerçeğinden hareketle, bugünkü Kürtlü­ ğün büyük ölçüde Türk, Fars ve Arap unsurların karışımı bir unsur olduğunu ortaya koymaktadır. Burada önemle belirtilmesi gereken husus, Kürtçe'nin temelde Türkçe, Farsça, Arapça'nın etkisinde gelişmiş bir dil olmasına rağmen, özgün bir dil olduğu ve sayılan dillerden hiçbirinin lehçesi olmadığıdır. Kürtçe konusunda daha geniş bilgi için aşağıdaki kay­ naklardan yararlanılabilir. 1- Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lûgat-it Türk, haz. Besim Atalay. 2. Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 101126. 3- Dr. Mahmut Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, sf. 57-77.



19 L. Rosanyi, Tarihte Türklük, çev. H. Z. Koşay, sf. 114, 121,128.



224



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI 4. Prof. Dr. B. Öğel, Prof. Dr. H. D. Yıldız, Prof. Dr. M. R. Kırzıoğ. lu, Prof. Dr. M. Eröz, Prof. Dr. B. Kodaman, Prof. Dr. A. Haluk Çay, Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, sf. 79-90. 5. David McKenzie, Kurdish Dialect Studies, cilt 1, sf. 62, 64 146,152. 6. Prof. Dr. Ahmet Buran, Doğu Anadolu Meselesi Sempozyu­ mu, Yeni Düşünce Gazetesi, 3-4 Mart 1990 Ankara. 7. Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Kırmanci ve Zaza Türkçeleri Üze­ rine Bir Araştırma-İnceleme ve Sözlük. 8. Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Doğu Anadolu Dil Araştırmaları, Kayseri, 1990.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



225



TÜRKLÜK ve KÜRTLER Kürtlerin "asli" köken olarak Türk oldukları, bugün, kanıtlanmış bir gerçektir. Kürtler Orta Asya'da, Karade­ niz'in kuzeyinde ve Macaristan'da bir Türk boyu olarak yaşamışlardır. Daha sonraki yüzyıllarda Orta Asya'dan Güney'e, Kafkaslar'a, İran, Kuzey Irak ve Doğu Anadolu'ya inen Kürt Türkleri, buralarda, Türkçe olan isimlerini koru­ makla beraber, İranlılar'a, Araplar'a ve yerli halkla karış­ mışlar, yeni bir kültür ve dil geliştirmişlerdir. Bugünkü Kürt kimliği bu unsurların kaynaşmaları sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu bölümde, Kürtlerin Türklüğü, 11 başlık altında, kap­ samlı bir araştırmaya, somut verilere, belgelere dayalı olarak ortaya konulmaktadır. I. Tarihte Türk Boy ve Uruğu Olarak Kürtler A. Tarihleri Orhun Kitabeleri'nden eski olan Yenisey Kitabeleri'nde Elegeş anıttaşındaki bilgiler, Kürtlerin Gök­ türk birliği içinde yaşamış bir Türk boyu olduğunu açık ola­ rak kanıtlamaktadır. Söz konusu anıttaşında, eski Göktürk alfabesi ve diliyle kazılmış olan kitabede, Göktürk ünvanlı (ilhan) ve ismi ünlü Göktürk destanı Kürşat'taki kahraman­ lardan birinin ismi olan Alp Urungu, halkına "Men Kürt el kan Alp Urungu. Altunlıg keşiğim bantım beldä. Elim. Tokuz kırk yaşım. Kanun! Elimä, sizima, yıta bükmedim. Karum Elimä yıta adırıltım. Köök tenridä kün ay azdım. Yıta sizimä adırıltım", diye hitap etmektedir. Bugünkü Türkçede anlamı: Ben Kürt elinin Hanı Alp Urungu. Altunlu okluğum bağladım belde. Ülkem. Otuz do-



226



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



kuz yaşımda. Hanım! Elime (ilime), sizlerime, ne çare; doyma­ dım, Hanım! elime (ilimden) ne çare; ayrıldım. Mavi semada güneş, ay azdım. Ne çare; sizlerimden ayrıldım.1 Elegeş Yazıtı, sayıları 32 olan Yenisey Yazıtları'ndan bi­ ridir. Bu yazıtlardaki tüm kişi, yer, coğrafya isimleri Türk­ çe'dir. Bu yazıtlar 7. yüzyılda Yenisey Nehri'nin çıktığı yere yakın bölgede yaşamış Kürt isimli topluluğun Türk olduğu­ nun açık kanıtlarıdır. Kürtlerin kökeninin Türk olduğunu belgeleyen bu anıttaşlar hâlâ yerindedirler ve dünya arkeoloji müzelerinde ka­ yıtlıdırlar. B. Macar ve Çekoslavak bilimadamları, 830'lu yıllarda bölgede Hıristiyanlığı yaymakla görevli Bizanslı misyoner­ lerin raporlarına, Bizans Kayzeri Konstantin Porfirogenatos'un 950 yılında yazdığı "İmparatorluk İdaresi" kitabına, 12.-14. yüzyıl belgelerine dayanarak, Kürt isimli boyun, Ma­ caristan'ın kurulmasında büyük rol oynayan 7 Türk boyun­ dan biri ve Kürt kelimesinin anlamının "kar çığı" olduğu­ nu açık bir şekilde ortaya koymuşlardır.2 Bu bilimadamları, Kürt isimli bu Türk boyunun, Göktürkler'in dağılmasından sonra, Hazar Türk Devleti'ne katı­ lan Kürt isimli Yenisey Türkleri oldukları ve Hazar Devleti yıkıldıktan sonra Onogur Türkleri içinde bu bölgelere göç et­ tikleri görüşünde birleşmişlerdir.



1 2



Prof. Dr. A. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası sf. 221. Prof. Dr. Laszlo Rosanyi, Tarihte Türklük, çev. H. Z. Koşay, sf. 114,121, 128; F. Eckhart, Macaristan Tarihi, çev. Prof. İbrahim Kafesoğlu, sf. 5, 6, 7, Türk Tarih Kurumu, 1946; Prof. Dr. Abdûlhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, 4. baskı, sf. 219,222; Gyula Nemeth, A. Hunfoglalo, Magyarsag; Prof. Dr. Joseph Blaşkoviç, Reşit Rahmeti İçin, Ankara, Türk Kült. Arş. Enst, sf. 348,1966.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



227



Kürt isimli Yenisey Türkleri'nin torunları, Orta Asya'da sonraki yıllarda, Türk Tobol Tatarları içinde Kûrdak ismiyle anılmışlardır. 3 C Hive Hanı Ebulgazi Bahadır Han 1661de yazdığı Şecere-i Terakime (Türkler'in Soy Kütüğü) adlı eserinde bir Türk oymağı olarak Kürtleri anmıştır. Bu Kürt Türkleri Hazar Denizi'nin doğusunda "Ulu Balkan" ve "Kiçi-Balkan"bölgesinde yaşayan Ensari Türkmenleridirler. E. Bahadır Han eserinde şöyle der: "Khizir Eli oymakları içinde bir Kürt boyuna Kürtler derler. Anlar Kızıl Çuranung neslinder tururlar."4 D. Kürt isimli Türk boyu tarihte KURTU olarak da anıl­ mıştır. Doğu Türkistan'da tanınmış bir Türk Boyu'nun adı KURTUK'dur.5 E. Bugün Türkiye'de Kürt olarak bilinen MUKRİLERİ Afganistan araştırmalarıyla ünlü Gunnar Jarring, Tumanoviç'e dayanarak GÖKLEN TÜRKMENLERİNDEN göstermiş­ tir.6 F. Azerbaycan'da ve Macaristan'da yaşayan Kürt olarak bilinen Senekli (Mac. Sekel) isimli oymağın halkı Başkurt Türküdür. 7



3 W. Radlof, Sibirya'dan, çev. Dr. Ahmet Temir, cilt 1, sf. 146, 248, 250, İs­ tanbul, 1954. 4 Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, çev. Muharrem Ergin, sf. 93. 5 Hilmi Göktürk, Anadolu'nun Dağında, Ovasında Türk Mührü, sf. 61. 6 Doç. Dr. Mehmet Eröz, Doğu Anadolu Hakkında, sf. 10. 7 Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Hatıralar, sf. 7, 294, İstanbul, 1969.



228



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



G. M.S. 6. yüzyıldan başlayarak 12. yüzyıla kadar Kalaçlar, Akhunlar, Gürler, 24 Oğuz boyundan olan, İğirmidörtlüler, Döğerler, Avşarlar gibi Türk boyları, değişik dönem­ lerde Kürt olarak da tanımlanmışlardır. Bu tanımların teme­ lindeki neden, o tarihlerde, Kürtlüğün Türklük ifade etmesi, Kürtlerin bir Türk boyu olmasıdır. Burada önemli bir husus olarak, Kürtlerin sadece Türk coğrafyalarında var olduklarını, Türkün bulunmadığı hiçbir yerde Kürtün bulunmadığını belirtmek gerekir. H. Kaşgar'dan gelerek, Erzurum, Muş, Bitlis, Van do­ laylarında yerleşen, buralara Duru Beran adını veren Türk Mamık ve Konak kardeşlerin aşireti olan Mamıkonlular, Şerefname'de Kürt olarak gösterilmişlerdir. Ermenice metin­ lerde Mamukonyan olarak geçen bu aşiret, bu metinlerde de Torkom (Türk) olarak tanımlanmışlardır ve Türktürler.8 I. İran'da yerleşmiş Oğuz Türkleri'nden oluşan 55 uruklu Türk topluluğunun birinin adı Alikürtlü'dür.9 J. Bizans'lı tarihçiler, devlet adamları Selçuklular ile Dicle Kürtleri'ni aynı soydan ve Partlar'ın torunları saymış­ lardır. 1071'de Malazgirt Savaşı sırasından Bizans ordusu­ nun başında olan Kayzer Romanos Diyegenos'un Başba­ kan'ı, Mikâel PSELLOS, "Choronographie" isimli kitabında Selçuklu Sultam Alp Aslan'dan, o dönemde, Kürtler bir Türk boyu olarak görüldüğü için "Kurton Vasileus" (Kürt padişahı, vasalı) olarak söz etmiştir.10



8 Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Her Bakımdan Türk Olan Kürtler, sf. 59. 9 Cengiz Orhonlu, Kaşgaylar, Türk Kültürü, sayı 54, sf. 424, 425. 10 Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, Her Bakımdan Türk Olan Kürtler, sf. 61-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



229



II. Asya ve Avrupa'da Halkı Türk Olan Kürt İsimli Yerleşimler ve Coğrafya A. Yenisey'deki Göktürk Kürtlerinin mevcudiyetini Elegeş anıttaşında Alp-Urungu yazıtı kanıtlamaktadır. Ayrıca, Türk mollalarınca 16. yüzyılda müslümanlaştırılan Yenisey Kürtleri­ nin torunları 400 yıl boyunca KÜRDAK olarak anılmışlardır. Yenisey, Alagöl'ün doğusundaki TARBAKATAY Dağları'nın güneyinde bir KÜRTE KAR OBASI mevcuttur. KÜRDAKLARIN yaşadığı YENİSEY bölgesi Çarlık Rusyası döneminde 'KÜRDAK-SKAYA-VOLEST" (Kürt bölgesi) olarak adlandırıl­ mıştır. KÜRDAKLAR Türktür ve dilleri TÜRKÇEDİR.11 B. Macar Türkolog Gyula Nemeht, Macaristan'da 11. yy'da Kürt olarak adlandırılan Kürtlerin, 1138, 1156, 1329 belgelerinde, "KURTU", "KÜRTÜ", daha sonraları "Kirth", "Kyurtu" olarak adlandırıldığını belirmektedir. 12 Macaristan ve Çekoslovakya'da, Kürt isimli Türk uru­ ğunun yaşadığı bir çok bölge, şehir, köy mevcuttur. Macaristan ve Slovakya arasındaki bir ovanın adı "Kürtos Kurtözü"dür. Slovakya'nın Macar sınırına yakın Batasay Yarmat şehri kuzeyinde bir kent adı "Nay-Kürtos" ve bir derenin adı 'Kürtos"dur. Macaristan'ın Romanya'da kalan bir parça­ sında "Kurtya" (Kürtya) "Kürt yurdu" isimli bir kasaba mev­ cuttur.13



11 Dr. Mahmut Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, sf. 17. 12 Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, Her Bakımdan Türk Olan Kürtler, sf. 20, 21. 13 Dr. Mahmut Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, sf. 30.



230



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Budapeşte yakınında bir kasabanın adı Kürt'dür. Slovakya'nın, Macaristan sınırında Tuna Nehri'ne karışan Gran Çayı'nın adının Türk "Guran" boyunun adından geldiği açıktır. Çünkü bu çayın karşısındaki kasabanın adı "Gur Kürtos"dur.14 Bu bölgelerde ve şehirlerde yaşamış olan Kürt isimli bo­ yun Türk olduğu bir önceki bölümde belgelere dayalı olarak açıklanmıştır. C. Prag Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yusuf Blavkoviç "Çekoslovakya'daki on köyün isminin Kert-Kürt oldu­ ğunu ve bunların Macaristan'da yerleşmiş Türk asıllı boy olduğu­ nu ve anlamının da "Kar çığı" olduğunu söyler.15 D. Orta Asya'daki Kürtlerin, Türklerin bir boyu ya da oymağı olduğunu kanıtlayan verilere Ord. Prof. Z. V. Togan'ın bir tespitini de eklemek gerekir. Afganistan'ın kuze­ yinde bir zamanlar Karluk Türk Devletî nin bulunduğu, bu­ gün de, Karlukların yaşadığı alan içinde, Doğu Buhara'da bir "Kend-i Kürt" köyü mevcuttur. Kent, Göktürkçe'de de köy anlamındadır. Kend-i Kürt köyünün halkı Karluk Türkleridir. 1917 komünist ihtilaliyle, Rusya'da, çarlığın yıkılmasından sonra Kartuklar, Türkistan milli hareketinin başlatılmasın­ da önemli rol oynamışlardır. Bu tesbiti yapan Ord. Prof. Z. V. Togan, Karlukların Kend-i Kürt'de toplanan milli kon­ 16 gresine, bizzat katılmıştır.



14 Age., sf. 30, 31. 15 Age., sf. 11. 16 Prof. Fahrettin Kırzıoğlu, Dağıstan, Aras, Dicle..., Türk Boylarında Kürtler, sf. 8.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



231



E. Türklerin anayurdu olan, Orta Asya'da Tiyenşan'ın güneyinde bir Türk köyünün adı Kardu(k)'dur. Bu köyün halkı Türk Hami Tatarlar'dır. (Kürtler, tarihte Kardu, Korduk, Gortuk, Kurtu isimleriyle de anılmışlardır.)17 Horasan Türkistanı'nda Özbek "Kongurat" boyunun 5 oymağı olan "Kancakalı" Türklerinin bir tiresinin adı "Kurtuk"dur.18 Bugün, Türkiye'de isimleri Kardu, Kardı ve bu kelime­ lerin değişik şekilleri Gardı, Kurtuk, Hortuk, Hortık, Hartu, Kırtık olan çok sayıda köy mevcuttur. Örneğin; Kardı (yeni adı Ağaçkonak-Adıyaman, Afyon-Sandıklı, Mardin-Savur), Kardu (Diyarbakır-Çermik), Gardı Mera (Trabzon-Akçaabat), Hortık (Karduk, Diyarbakır-Kulp, Erzurumİspir, Sivas-Suşehri), Kurtuk (Diyarbakır-Merkez, Malatya-Pötür-



ge, Siirt-Beşiri), Kurtuk Ülya ve Kurtuk Süfla (Urfa-Yaylak), Hortık Obi Bala ve Hortuk Obi Vasat (Trabzon-Maçka). (Bu köylerin çoğunun bu tarihi isimleri bugün değiştirilmiş olabilir.)19



F. Orta Asya'da Horasan, Azerbaycan, Türkmenistan, Afganistan'da Türk Hakanlarının konakladığı çok sayıda "kışlak" ve "yaylak"m ismi "Kürt"dür. Örneğin; Timur'un (1336-1405), Afganistan'da Herat Çayı'na yakın Kürt Nesin (Kürt Konağı) isimli "kışlağı" çok 20 ünlüydü. Bunun gibi, Oğuz Kağan destanı'nda, Türk Olcay 21 Han'ın kışlağı'nın adı Kürt Tag'dır.



17 W. Radlof, Sibirya'dan, çev. Prof. Dr. Ahmet Temir, cilt 1, sf. 225. 18 Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, Her Bakımdan Türk Olan Kürtler, sf. 15. 19 Hilmi Göktürk, Anadolu'nun Dağında, Ovasında Türk Mührü, sf. 61. 20 Prof. Dr. Mahmut Rişvanoğlu, Kürtlerin Türklüğü, sf. 20. 21 Ord. Prof. Dr. Z. Velidi Togan, Reşuiddin Oğuznamesi, sf. 17 (4-A).



232



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



III. Anadolu'da Halkı Türk Olan Kürt İsimli Yerleşimler Bugün Anadolu'da halkı Türk, anadilleri Türkçe olan çok sayıda köy mevcuttur. Kürtler'in, "asli" kimlik itibariyle Türk olduklarının ka­ nıtı olan, bu köylere bir kaç örnek şunlardır: Küçükkürtler (Aydın), Kürtderesi (Çine-Aydın), Kurtköy (Uşak), Kürtler (Dinar-Afyon), Kürtalpi (Ankara), Kürtler (Mut-Mersin), Kürtevci (Akdağmadeni-Yozgat), Çaykürt (Hafik-Sivas), Kürtler Köyü (Silifke-Mersin, yeni adı Pelitpınarı), Kürtleravşan (Kahraman­ maraş), Süsükürtleri (Kahramanmaraş), Kürtül Oymağı (Kah­ ramanmaraş). Bunlar gibi, İzmir Kuşadasında bugünkü Türkmen mahal­ lesini kuranların Bozulus Türkmenlerinden "Kürt"Mihmatlu oy­ mağı olduğu kanıtlanmıştır. Artvin Yusufeli'nin Tünges köyün­ deki Kürt isimli mahallenin halkı da Türkmendir.



IV. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Koç ve Koyun Mezartaşları Koç ve Koyun mezartaşları adeta Türklüğün bir damgasıdır. Bu taşlar daha çok Akkoyunlular ve Karakoyunlular'ın yaşadığı, egemen olduğu coğrafyada görülür. Koç ve koyun mezartaşlarının üzerinde kabartma şekillere (figürler) rastla­ nır. Bunlar, bir süs olmayıp ölünün cinsiyeti, mesleği, sosyal konumu vb. konularda bilgi verir. Örneğin; üzerinde iğne, sap, küskü şekilleri olan bir koyun mezartaşı ölenin kadın ol­ duğunu ifade eder. Koç ve koyun mezartaşlarına en çok Doğu Anadolu'da rastlanır. Bu konuda Prof. Dr, Abdûlhaluk Çay kapsamlı bir araştırma yapmış ve bu araştırmasının bulgularını eserinde yayımlamıştır. Aşağıdaki veriler bu eserden derlenmiştir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



233



Koç ve koyun mezartaşları, Doğu Anadolu'nun şu illeinde mevcuttur: Ağrı, Bingöl, Bitlis, Elazığ, Erzincan, Er­ zurum, Diyarbakır, Ardahan, Iğdır, Kars, Malatya, Van, Tunceli. Doğu Anadolu'daki bu koç ve koyun mezartaşları, Akkoyunlu ve Karakoyunluların bu bölgelerde yerleşik toplu­ luklar olduğunu ve bugün bu bölgedeki Kürtlerin ataları ara­ sında bu Türk boylarının da olduğunu gösterir.



V. Kürdistan Kürtlerin yaşadığı bölge anlamında Kürdistan kelimesi, tarihte ilk defa Büyük Selçuklu Sultanı Sencer (1117-1156) ta­ rafından kullanılmıştır. Bu bölge, İran'da Zagros dağlarının doğusunda Hemedan, Dinaver, Kirmanşah ile batıda Sincar ve Şehrizor vilayetlerini kapsıyordu.22 VI. Kürt Türkçe Bir Kelimedir A. Kürt, yazılış ve okunuş şekli ve anlamı olarak Türkçe bir kelimedir. Kürt, daha önce de açıklandığı üzere Türk urug adıdır. Kürt kelimesinin geçtiği ve anlam ifade ettiği en eski kaynaklardan biri yine Türkçe bir eser, Kaşgarlı Mahmud'un 1073 yılında tamamladığı ünlü Divanı Lügat it Türk adlı ki­ tabıdır. Oğuz dili ve Türk lehçeleri konusunda bilgi veren bü­ yük bir sözlük ve dilbilgisi niteliğindeki, 4 ciltlik bu eserde, Kürt kelimesinin anlamı "dallarından yay, kamçı, değnek gi­ bi nesneler yapılan kayın ağacı" olarak verilir.23



22 Prof. Dr. Abdûlhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 91. 23 Besim, Atalay çev. cilt I, sf. 343.



234



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Aynı eserin aynı sayfasında, 'sert ses' iması olarak, 'at ar­ payı kurt kurt yedi' örneği vardır. Kayın ağacı, Türkler arasında 'erkeklik timsali' olarak da kabul edilmiştir. Eski çağlarda, Türkler 'kayın ağacına', 'toz', 'huş' dedik­ leri gibi 'Kürt'de demişlerdir.24 Kayun, Türkler'in büyük saygı duyduğu, kutsadığı bir ağaçdır. B. Macar Türkologlar ve çok sayıda Türk bilimadamı, Kürt kelimesinin, değişik Türk lehçelerinde, ağızlarında, "kar", "kar çığı", "yatık sertleşmiş kar" anlamına geldiğini de tespit etmişlerdir. Örneğin, Kazak Türkçesinde 'kürt' kelimesi, kaim kar yığını, kürtük kelimesi; yeni yağmış kar anlamına gelir. Şor Türkçesinde kurt, çığ; Taranciler'de kürt, yeni yağmış kar; Kazan Tatarcası'nda kort, kar yığını; Çuvaşça'da kurt, karla­ rın dağda oluşturduğu saçak şeklindeki çıkıntı veya kar yı­ ğıntısı; Uygurca'da körtük, kar denizi, kar gölü; Teleütler'de körtük, kar yığını; Soyonlar'da körtük veya hörtük, kar yığı­ nı; Karakırgızlar'da körtük veya kürtkü, kar yığını; Yakutlar'da kürçük, kar yığını anlamına gelir. Orta Asya kökenli Fin Çeramisler'de de "Kürt" terimi aynı anlamı taşır. Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Anadolu'nun birçok yerinde de, sayılan Türk lehçe ve ağızlarında olduğu gibi, üzerinde yüründüğünde batmayacak derecede sertleşmiş yatık kara 'kurtuk', 'kürtük', 'kürtün' dendiğini tespit et­ miştir.25



24 Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, sf. 248. 25 Prof. Dr. M. F. Kırzıoğlu, Dağıstan, Aras, Dicle, Altay ve Türkistan Türk Boyları'ndan Kürtler, sf. 5.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



235



C. Kürtlerle ilişkilendirilen kardu kelimesinin, Kaşgarlı Mahmud'un Divan'ındaki anlamı da "soğuk" ifade eder. An"zemheri sırasında suda yüzen fındık büyüklüğünde buz parçalarıdır"26 Bu örnekler, "Kürt" kelimesinin anlam ifade ettiği tek di­ lin Türkçe olması, Kürtler'in "asli" köken itibariyle Türk ol­ duklarının bir başka kanıtıdır.



VII. Kürtçe'deki Türkçe Öğeler A Alman bilimadamı De Groot'un verdiği bilgiye göre Orhun anıtında mevcut 1300 yıl öncesinin Göktürk Türkçesindeki 532 kelime BUGÜNKÜ Kürtçe'de kullanılmaktadır. Örnek: Gök. Uyg. vs apa mm ka kent buge kon kutay



Kürtçe apo min ka / ko gend / gund bug(e) kon kutni



Anlamı amca ben, benim, bana aile büyüğü, yaşlı kişi şehir, köy gelin konak yeri, çadır parlak kumaş



B. Rusya'da St. Petersburg Akademisi'nde Prof. V. Minorksy ve ekibi tarafından Rusya'nın Erzurum konsolosu Auguste Jaba'nın 1860 yılında derlediği 8.378 kelime köken olarak değerlendirilmiş, bu kelimelerin 3.080'inin Türkçe, 2.230'unun Farsça (1.200'ü Zend lehçesi), 370'inin Pehlevi leh­ çesi (Farsça), 2.000'inin Arapça, 220'sinin Ermenice, 108'inin Kaldanice, 60'ının Çerkesce, 20'sinin Gürcüce olduğu tespit 26 Age., sf. 419.



236



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



edilmiştir. 300 kelimenin menşei tespit edilememiş ve bunlar Kürtçe kabul edilmiştir.27 Kürtçedeki, bu orandaki Türkçe kelime sayısı, Kürtlerin asli kimlik olarak Türk olduklarının bir başka kanıtıdır. C. Kürtçe'deki "yapısal" öğeler, önemli ölçüde, Oğuz Türkçesi öğeleridir. Bunlar, cümle yapısı, fonoloji, morfoloji dahil 5 özgün grupta toplanmaktadır. (bkz., Kürtçe ve Kürt­ çe'deki Türkçe Öğeler, sf. 211) Bilimsel bir tespit olarak, iki kavmin tarihteki yakınlığı­ nın, ayniyetinin en önemli ölçütlerinden biri, dillerindeki or­ tak öğelerdir. Bu ölçütle değerlendirildiğinde, yukarıda belir­ tilen ortak dil özellikleri karşısında Kürtlerin asli kimlik iti­ bariyle Türk olduklarını yadsımak mümkün değildir. VIII. Anadolu'daki Oğuzlar Öncesi Türk-Kürt Kaynaşması Asya'yı kapsayan, Avrupa'ya uzanan, Türk-Kürt soy­ daşlığı, Anadolu'da da, Oğuzlar'dan (1071) asırlarca önce, Anadolu'yu yurt tutan Türk boyları ile Kürtlerin kaynaşmasıyla pekişmiştir. Anadolu'ya Oğuzlardan asırlar önce aşağıdaki Türk boyları gelmişler ve Anadolu'yu yurt yutmuşlardır. A. M.Ö. 7. yüzyılda SAKALAR gelmiş, Medleri yenerek 28 yıl hükmetmiş ve Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da yerleş­ mişlerdir. Daha sonra, Sakaların bir kolu olan Kardular Hak­ kari, Van, Şırnak yörelerini yurt tutmuşlardır. Bölgede bugün dahi bu isimlerle yaşayan köyler mevcuttur. Örnek; Siirt Beytuşşebab, Van Ahlat'a bağlı SAKA ve SAK köyleri. Diyarbakır



27 Prof. Dr. Abdûlhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, sf. 119.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



237



Cermik'e bağlı KARDU Adıyaman merkezde, Mardin Sa­ vur'da KARDI (Kartı) köyleri. B. Suriye-Irak sınırındaki DURA-EVROPOS yazıtlarıyla da belgelendiği üzere HUNLAR Kapgan, Topçak, Tarkan Beg, Kubat, Kurtak, Basık vs. isimli komutanlarla M.S. III. yüzyıl­ dan itibaren Azerbeycan'dan Kudüs'e kadar birçok defa Ana­ dolu'ya girip çıkmışlardır. Bölgede HUN isimli yerleşim bi­ rimlerine örnek; Erzincan Lardusu, Elazığ Palu, Bingöl Gölhan'daki HUN isimli, Muş merkezdeki HUNAN, Artvin Yusufeli'ndeki HUN-GİMEK köyleri. C. 466 yılında Avrupa Hunlarına bağlı Ağaçeri Türkleri Anadolu'ya gelmişlerdir. Bugün bu adla anılan yerleşim bi­ rimlerine örnek, Tunceli, Mazgirt'te HAÇERİ, HAÇERİ SÜFLA, HAÇERİ ÜLYA köyleri. D. 6. yüzyılda SABİR-SUVAR (Zıvar) Türkleri ve HA­ ZARLAR Anadolu'da yerleşmişlerdir. Bugün hâlâ bu kavmin ismiyle bulunan çok sayıda yerleşim birimi mevcuttur. Ör­ nek: Bitlis merkez, Van, Erciş, Erzurum Oltu'da SUVAR, Adı­ yaman'da SUVARLI köyleri, Elazığ Madende HAZAR(IK), Çemişgezek'te HAZARI, Siirt Eruh'ta HAZAR(AN) Doğubeya­ zıt'ta KAZAR köyleri. E. KIPÇAK, KUMAN, KİMEK Türkleri de Doğu Anado­ lu'da yerleşmişlerdir. Bugün, Doğu Anadolu'da bu Türk boylarının hatırası birçok köy mevcuttur. Örneğin; Diyarbakır, Silvan'da GOMAN-TAHTANİ, Elazığ Mazgirt'te KOMAN, Tokat merkezde KUMAN, Malatya Pötürge, Erzincan Kiği'de KİMEK, Sivas Hafik'te KIPÇAK



238



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



F. 7. yüzyılda yaşamış ve döneminde Doğu Anadolu'yu tanımış Ermeni tarihçisi MOISEY ünlü eseri AĞVAN TARİ­ HİNDE mevcut bilgiler bölge halkının Türk olduğunu kanıt­ lamaktadır. Moisey eserinde "Bu topluluklar uzun saçlı, ma­ hir ok atan kimseler olup, taştan kaç at heykelleri yontmada da oldukça usta idiler. En büyük ilahlarına Khan-Tengri der­ ler." Koç, At heykel yontuculuğu tamamen Türk sanatıdır ve HAN-TANRI Türkçedir ve Türkün inancıdır.28 Koç heykel mezar taşları sadece Türklere mahsus eser­ lerdir. Bugün bu heykellerin en sık rastlandığı yöreler, Bingöl, Tunceli, Van, Bitlis, Elazığ, Erzincan, Diyarbakır, Ardahan, Iğ­ dır, Kars, Malatya gibi Doğu ve Güneydoğu illeridir. IX. Anadolu'da Abbasiler Dönemi Türk-Kürt Kaynaşması Araplar, Anadolu'ya 7. yüzyılda girmişler ve Bizans'la uzun süre çatışmışlardır. Abbasiler, 9. yüzyılda Mersin, Tarsus, Adana, Ha­ tay'dan başlayıp, Malatya, Adıyaman, Erzurum'da "sugur" denilen uç vilayetler zincirine yoğun olarak Türk nüfus yerleştirmişlerdir. Bu gerçek tarihi belgelerle kanıtlanmıştır. Hatta gelen Türk komutanların isimleri dahi kayıtlıdır. Bu­ günkü Nusayrilerin ataları bu Türklerdir. Abbasiler daha önce de 722'de 30.000 kişilik bir Türk ordusunu bölgeye yer­ leştirmiştir. (bkz., Nusayriler) Mesu'di Malazgirt Savaşı'ndan iki asır önce Volga Türklerinin Tarsus kıyılarına çıktıklarını bildirmiştir. Romalıların Anadolu'ya UZ, PEÇENEK, KUMAN, BULGAR Türklerini yerleştirdikleri belgeli gerçeklerdir.



28



Rasim Efendiyev, Daşlar Danışır Kençlik Baki, sf. 9,1980.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



239



X. Anadolu'da Selçuklular D ö n e m i Türk-Kürt Kaynaşması Anadolu'ya en son gelen, ancak en yoğun Türk nüfusu ile giren Türkler Oğuzlar olmuştur. Oğuzlar, önce Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu yurt tutmuşlar. Bu bölgelerde yerle­ şik beylikler kurmuşlar, bu beyliklerin halkı, Kürtlerle karışıp kaynaşmışlardır. Dolayısıyla, bugün bu bölgelerdeki Kürtlerin soyunda Oğuzluk da mevcuttur. Oğuzlar'ın bu bölgelerde kurdukları beylikler şunlardır: 1. Erzurum, Bayburt, Tercan, İspir, Oltu'da SALTUKLAR (1072-1202)



2. Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar'da MENGÜCEKLER (1080-1228) 3. Bitlis ve Erzen'de DİLMAÇOĞULLARI (1084-1393) 4. Van, Malazgirt, Ahlat, Erciş, Adilcevaz, Eleşkirt Tat­ van, Silvan, Muş'ta SÖKMENLİLER (Ahlat Şahlar 1110-1207). 5. Diyarbakır'da



YINALOĞULLARI (1098-1183)



6. Harput, Palu, Çemişgezek, Arabgir'de ÇUBUKOĞULLARl (1085-1113) 7. Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Harput, Palu, Siirt, Di­ yarbakır, Harran, Halep, Silvan, Malatya, Mardin, Hami'de ARTUKLAR (12-15 yy.) 8. Bayburt, Kayseri, Sivas, Maraş, Elbistan, Ankara, Çankırı, Çorum, Amasya, Tokat, Ünye, Bafra'da DANİŞMENDOĞULLARI (1097-1178) 9. Diyarbakır,



Harput,



Tunceli'de



İNALOĞULLARI



(1095-1195)



10. Kastamonu ve çevresinde ÇOBANOĞULLARI 11- İzmir ve çevresinde ÇAKA BEY



240



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Bu beyliklere ilaveten bütün Doğu ve Güneydoğu Ana­ dolu 1365-1496 yılları arasında KARAKOYUNLU ve AKKOYUNLU devletlerin egemenliğinde kalmıştır. (243 yıl) Bu yerleşik 9 beylik ve 2 devletin Türkmen halkı bu­ gün Doğu ve Güneydoğu'da Kürt olarak tanımlanan halkın ataları arasındadır. Sonuç olarak SAKALAR'la başlayıp AKKOYUNLULAR'a kadar geçen yaklaşık 2200 yıl boyunca Türkler Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da var olmuşlardır. Dolayısıyla, Türkler, Anadolu'nun 2200 yıllık yerlileridir.



XI. Kürt Kültüründe Türk Öğeler Sadece özet olarak sayılırsa; 24'lü toplumsal idari düzen, 12 hayvanlı eski Türk takvimi, Al karısı, Atalar, Yersu, Ateş, Kül­ tü, destan nitelikleri, atasözleri, bilmece, tekerlemeler, cirit, sinsin aşık oyunları, halk müziği dize yapısı, Nevruz, özbeöz Türkmen renkleri olan sarı, yeşil, kırmızıya tutkunluk, hah ve kilimlerde temel renkler ve ana motifler, ülüş geleneği, bunların hepsi Kürt kültürünü etkilemiş, Türk kültürünün öğeleridir. Sayılan öğeler elbette bütün yöreleri kapsamamaktadır. Ancak bu öğelerin hepsi Kürt toplumunun yaşadığı şu ya da bu yörede saptan­ mıştır. Aynı kumaşın dokuması kadar bütünleşmiş kültür or­ taklığı da Kürtlerin asli kökeninin Türk olduğunun ve son­ rasında devam eden Türk-Kürt kaynaşmışlığının önemli bir kanıtıdır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



241



Tablo-I 17 yüzyılda yaşamış Evliya Çelebi'nin seyahatnamesi7 ve 8. ciltlerinde Macaristan'da tesbit ettiği Türk yer isimleri ve bugün Doğu ve Güneydoğu'daki yer isimleri ay­ dır Bu isimler, Doğu Anadolu'daki halkın asli kimlik olarak Türk olduğunun önemli belgeleri olarak değerlendirilmelidir. Old



Sayfa



Macaristan'da



Türkiye'de



7



143-14



Bodin



Bodin, Pötürge'de köy



7 8



74-170



Çobaniçse



Çobanik, Urfa, Çobanisa



7



153



Dal



153



Darde



Dal, Kığı, Karakoçan, Pülümür'de köy Dardeğan, Divriği



133 162



Direkel Ekre



20



Graç



155



Hatvan/Katvan



Direğil, Malatya Ekrek, Çermik, Eğil Keban, Maden, Palu Refahiye, Tercan, Oltu, Pasinler, Kars, Divriği (köy) Graç-banısı, Posof Kıraç; Elazığ Tatvan, Bitlis-İlçe



155 148



Hodan Kiviz



Hodan; Genç, Malazgirt Kivi; Oltu



40 138



Keban Osk



Keban, Oltu Osik, Ovacık



139 39,52



Sivin Şaviz



Zivin; Sarıkamış Şavi; Birecik (Urfa)



160



Tise (Nehir)



Pötürge Tisa; Birecik (Urfa)



Zakanay



Zakoni; Lice (Diyarbakır)



7 7



7 *Dr. Mahmut Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, sf. 32.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



242



Tablo-II Peçenek Tarihi incelendiğinde de, aynen Macaristan ör­ neğinde olduğu gibi, özellikle Doğu Anadolu'da bir çok yer­ leşim merkezinin kurucularının Türkler olduğu görülmekte­ dir. Peçenekler 24 Oğuz boyundan biri olup Üçoklardandır. Sibirya üzerinden Doğu Avrupa'ya göçen Peçeneklerin bir kısmı Romalılar tarafından Anadolu'da sınır bölgelerine yer­ leştirilmiş, bir kısmı Macaristan'da zaman içinde asimile ol­ muştur. Aşağıda, Peçenek Tarihi'nden (Akdes Nimet Kurat) der­ lenmiş ve bugün (bir kısmının adı değiştirilmiş) Doğu Anado­ lu'da bir kısmı Kürt köyü olarak bilinen, Peçenekçe yer, oy­ mak, kişi isimlerinden bir kaç örnek Kürtlerin kökeninde Türklüğün varlığını kanıtlayan önemli verilerdir. Sayfa



Peçenekçe Kimliği



Türkiye'deki yeri



33,58



Hopan



Oymak adı



Hopan, Malatya



57



Kançu



Oymak adı



Hopan, Balıkesir, Hopa, Rize Kançuğaz, Çınar (Diyarbakır)



22,33



Karabay



Başbuğ adı



Bingöl, Elazığ'da (vs) köy



31,37



Kimak



23 96



Kaydu Küre



Bizans emrinde Zimak, Pülümür'de köy (Tunceli) Peçenekli Kimek Bingöl Kiğı'da köy Oymak adı Kayda-Çilin Bingöl'de Köy Yer adı Anadolu'da onlarca köy, bucak



242,247 Moros



Köy adı



244 245



Köy adı Köy adı



Marta Barat



Moruşka Çemişkezek'te köy (Tunceli) Marta-nis Çıtakta köy Yusufeli'nde köy (Artvin)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



243



Değiştirilen Köy İsimleri Türkiye'de gerek doğru bir milli kültür politikası olma­ sı ve gerekse yöneticilerin Türklük konusundaki bilgi yetersizlikleri nedeniyle, sonuçları düşünülmeden ciddi yanlışlar yapılmakta, Anadolu'nun Türklüğünün simgesi olan bir­ çok tarihi kanıt anlaşılması mümkün olmayan bir şekilde yok edilmektedir. Bu tahribatın bir şekli de, bir çok öz be öz Türkçe köy, kent isminin, Ermenice ya da Kürtçe zannedilerek değiştiril­ mesidir. Oysa bu isimler Anadolu'daki Türk varlığının derin­ liğinin ve yoğunluğunun tarihi kanıtlandır. Örneğin, Adıyaman'ın merkeze bağlı Kartı köyünün is­ mi Ağaçkonak olarak değiştirilmiştir. Oysa Kartı/ Kardu(k) Orta Asya'da Tiyanşan'da bir Türk köyünün adıdır ve Ana­ dolu'da bu isimli daha pek çok köy mevcuttur. Bunun gibi, Burdur'da Oğuzhan köyünün adı Bucak, Tefenni'de Yüreğir köyünün adı Yeşilköy, Burdur Gülhisar'da Bayındır köyünün adı, Tarsus'a bağlı Manas köyünün adı Beylice, Artvin, Yusufeli'nde adını Göktürk kitabelerindeki Tünges dağından alan köyün adı Yukarıyamaç olarak de­ ğiştirilmiştir. Yüreğir ve Bayındır 24 Oğuz boyundan ikisinin adları­ dır. Manas ise ünlü Kırgız destanının ve bu destandaki kah­ 29 ramanın adıdır. Aynı şekilde, Tunceli Çemişkezek'te Türkkaravenk kö­ yünün adı Aşağıbudak, Diyarbakır Bismil'de Türkdarh (Türkyurdu) köyünün adı Aşağıdarlı, Karsın Digor ilçesine bağlı Türkeşen köyünün adı Kırdamı, Ağrı'nın Eleşkirt ilçe­ sine bağlı Türkali köyünün adı Dikendere, Mardin'de Reyhanlı Türkmen aşiretince kurulmuş Reyhaniye köyünün adı



29 Prof. Dr. Mehmet Eröz, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, cilt 10, sayı 56,



244



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Fesleğen olarak değiştirilmiş, bu köylerin Türklükle tarihi bağlan yok edilmiştir. 30 Ardahan ve Göle ile, Ağrı'nın Tutak ilçesine bağlı Hive Türkleri tarafından kurulmuş Hive adlı 3 köyün ve Tunce­ li'nin Mazgirt, Urfa'nın Bozova, Elazığ'ın Palu ilçelerine bağ­ lı Kaçar Türkleri tarafından kurulmuş Kaçar isimli 3 köyün adları da değiştirilmiştir. Kaçarlar Anadolu Türkmeni Şah İsmail'in İran'da kurduğu Türk Safevi devletini yönetmiş bir Türk boyudur. 31 Bu birkaç örnek dahi, Türkiye'nin milli kültür politikası­ nın ne denli temelsiz ve yanlış olduğunu göstermeye yeterlidir. Bu köylerin Türkçe olan asli isimlerinin iade edilmesi Devletin, Türklüğe ve ulusuna karşı bir görevidir. Anadolu'da yüzlerce yerleşim merkezi Türk oymak, yer, kişi adları taşımaktadır. Bunlar Türklerin Anadolu'ya ne den­ li yoğun bir nüfusla geldiğini göstermektedir. Örneğin Anka­ ra şehri ismini Baykal gölüne dökülen Yenisey nehrine karı­ şan Ankara (angara) nehrinden almaktadır. Harran ovasının adı, Orta Asya da Cu vadisindeki Harran Cuvan (ak-tepe) şeh­ rinden gelmektedir. (Prof. Dr. Bahaeddin Öğel, İsl. Önce Türk Kültür Tarihi, sf.321) Hatay Orta Asya Türklerinde, Başkurtlarda boy adıdır. Artvin, öz Türkçe bir kelime olup anlamı 'bin tepe'dir. Hopa ilçesinin ismi bir Türk boyunun adıdır. (Hopan) Anadoluda'ki Seyhan ve Ceyhan ırmakları isimlerini Orta Asya'daki Seyhun ve Ceyhun ırmaklarından almaktadır. Kitabın sonunda, Anadolu'da Türk boyu oymak, kişi, yer adları taşıyan yerleşim merkezlerinin listesi verilmekte­ dir. Artvin, Gümüşhane, Rize ve Trabzon illeriyle ilgili liste­ ler Lazlar bölümünün sonunda verilmiştir.



30,31 Necdet Sevinç, Yeniçağ Gazetesi, 23.11.2004.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



245



Son olarak, Burada, önemle belirtilmesi gereken husus, her etnik grubun tarihi süreç içinde değişik ölçülerde de olsa, başka gruplarla karıştığı, kökeni ne kadar karışık olursa olsun her etnik kimliğin eşit ve saygın olduğudur. Dolayısıyla, Kürt, Zaza, Çerkes, Arap, Laz, ülkemizdeki bütün kimlikler ev­ rensel insan hakları temelinde eşittir. Bu temelde, bilim adamının görevi hiçbir gruba kimlik biçmek değildir. Çağı­ ­ızda, kimlik, kişinin kendi kabulüne dayalı bir tanımdır. Ancak, tarihi gerçekleri objektif olarak ortaya koymak bi­ lim adamının görevi ve sorumluluğudur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



247



ZAZALAR Zazalar yerleşik olarak yoğunlukla Tunceli, Bingöl, kısmen Erzincan ve Sivas, Urfa-Siverek, Mardin arasına serpiltilmiş olarak, Diyarbakır merkez ve değişik oranlarda ilçelerin­ de yaşarlar. Göç nedeniyle çok sayıda Zaza büyük şehirlere yerleşmiş durumdadır. Malatya, Erzurum, Elazığ, illerinde de Zazalar mevcuttur. Zazaların nüfusu anadil temelinde yakla­ şık 1 milyon olarak tahmin edilmektedir. Zazaların yarıya ya­ kını Alevi, diğer kısmı Sünni'dir. Bazı kaynaklar yanlış olarak Zaza'ların Kürt ve Zazaca'nın Kürtçenin bir lehçesi olduğunu belirtir. Bu kaynaklar ciddi bir araştırmaya dayanmazlar. Konunun uzmanı ciddi araştırmalar ise Zaza'ların Kürt­ lüğünü kesinlikle reddederler. V. Minorsky; İslam Ansiklopedisi'nin daha doğru olan İngilizce nüshasında (Encyclopedia of Islam) açıkça "kesinlik­ le" ibaresini kullanarak "20. yy.'da Kürtler arasında KESİN­ LİKLE Kürt olmayan bir unsurun -Zaza- tespit edildiğini" belirtir. (sf. 1134) "Zazaların Kürtçeden çok farklı bir Kuzey­ batı lehçesi konuştuklarına" değinir. (sf. 1152) Minorsky, Zaza kelimesinin geçtiği her yerde "gerçek Kürt olmayan" notunu düşer. (sf. 1151)



Minorsky, aynı şekilde Zazalarla ilişkilendirilen Güran'larında Kürtlüklerini kesinlikle reddeder. Esasen Güranlar bir Türk boyudur ve Zazaca'nın en yakın olduğu dil Güranca'dır. Ayrıca bu konunu en yetkili uzmanları kabul edilen O. Mann, David McKenzie ve Haddank, Hollandalı araştırma­ cı M. V. Bruinessen'in Ağa Şeyh ve Devlet isimli kitabında



248



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



belirtildiği gibi Güran, Hewrami ve Zazaların Kürtlüklerini KARARLILIKLA reddetmektedirler. (sf. 144) İlaveten, Japon asıllı araştırmacı ünlü Prof. Goichie Kojima, Zazaca'yı ayrı bir dil olarak sınıflandırmakta, hatta da­ ha ileri giderek bir Kürt dil grubunun bulunmadığını, diğer lehçelerin de ayrı bir dil hüviyeti taşıdığını belirtmektedir. Ermeni tarihçi Garo Sasuni de, Kürt Ulusal Harekeden ve 15. yy'dan Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri isimli kitabında Prof. Thomanshek, Heartman, Nöldeke'nin Dersim Zazalarını Kürt olarak kabul etmediklerini belirtir. (sf. 29) Doç. Yalçın Küçük; Kürtler Üzerine Tezler adlı kitabın­ da; "Zazaca, çokça sanıldığının aksine Kürtçe'nin bir lehçe­ si değildir. Zazaca Kürtçe dışı kalıyor" demektedir. (sf. 37) Ayrıca, Zazaların kültürel değerler yönünden de Kırmanç'lardan (Kürt) farklı yönleri oldukları tespit edilmiştir. Örneğin köklü bir bahçe kültürleri vardır ve yerleşik düzene aşinadırlar. Zazaları; Deylemliler'e bağlayanlar da mevcuttur. (Deylemliler Türklüğün egemen olduğu bir topluluktur.) Bunun nede­ ni uzak bir ses çağrışımı olup kendilerine 'dimili' demelerin­ den kaynaklanmaktadır. Oysa, ilke olarak, ulusların kökenle­ rini etimoloji yoluyla kanıtlamak yanlıştır; etimolojiler tarihi ve coğrafi olgularla desteklenmelidir. Türkiye dışında "yerli" olarak Zaza'ya rastlanmaz. Zazaların kökenleri, daha çok Horasan, Harezm, Gür ve Karluk Türkleriyle ilişkilendirilir. Zazaların yaşlılarının önemli bir bölümünü kendilerinin bu kökenlerden geldikleri­ ne inanır. 1937 Tunceli'de incelemelerde bulunan Nazmi Sevgen burada bir çok yaşlının kendisine biz Horasan Türkmenleriyiz dediğini belirtir.1 1 Belgelerle Türk Tarihi, sf. 5.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



249



Zaza kimliği üzerinde geniş bir araştırma yapmış olan, kendisi de Hormek aşiretine mensup alevi bir Zaza olan M. Şe­ rif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi isimli eserinde, yörenin Zazalarının bir kısmının İç Anadolu'dan bir kısmının ise daha eski zamanlarda Horasan ve Harezmden geldikleri belirtmiştir. M. Şerif Fırat aynı eserinde Hormek aşiretinin kökeninin Türk olduğunu ortaya koyan Orhan Gazi ve Sultan Murat tarafın­ dan onaylanmış, 12 nesillik soy kütüğünü kanıt olarak göster­ mekte ve Zaza bölgesindeki pek çok yer, aşiret, kişi, türbe is­ minin öz Türkçe olduğunu belirtmektedir. (sf. 52-54) 1938 yılındaki Tunceli (Dersim) isyanının alevi Zaza lide­ ri Seyit Rıza, devlete yazdığı mektupta "...şayet hükümet, hizmet ve sadakatimizden şüphe ederse âbâvu ecdadınızın (atalarımızın, atö) eskiden geldikleri Yukarı Türkistan, Horasan vilayetine bütün mensubini aşiretimizle hicret (göç) etmeğe himmet buyursun" diyerek Zazaların ana yurt­ larının yukarı Türkistan, Horasan olduğunu belirtmiştir.2 Ayrıca, Koçgiri aşiretlerinden olan Alişir de bir şiirinde "ceddimiz Şeyh Hasan, Şah-ı Horasan" (atamız Şeyh Hasan, Horasan Şahı) dizesinde, Zazaların Horasan kökenli olduğu­ nu söylemektedir.3 Aynı eserde, kendisi Zaza ve Tunceli'li olan (Pertek, 1880 -1959) ve Tunceli İli'nde yıllarca kaymakamlık yapmış olan M. Zülfü Yolga, Zazaların, Timur'un Horasan'ı ele geçirme­ sinden sonra büyük bir topluluğun bu bölgeden Anadolu'ya geldiklerini ve Dersimlilerin de kendilerini Horasanlı olarak tanımladıklarını belirtir. (sf. 47) Kendisi Zaza olan değerli araştırmacı Cemal Şener, Alevi­ lerin Etnik Kimliği adlı eserinde (2. baskı), hem alevi Zazaların hem de Alevi Kürtlerin köken olarak Türkmen olduklarını tar2 ATASE Arşivi, Ask. Tar. Str. Etüd Bşk..'lığı, Alg 2750, D301 E l . 3 M. Zülfü Yolga, Dersim Tarihi, sf. 37.



250



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



tışılmaz şekilde ortaya koymaktadır. 400'den fazla köy dolaş­ mış, binlerce Zaza ve Kürt'le görüşmüş olan Cemal Şener bu gerçeği şöyle ifade ediyor. "... Özellikle 60 yaş ve üzerindeki­ ler kendilerinin ısrarla ama ısrarla Kürt ya da Zaza olmadık­ larını, Türk olduklarını ifade ediyorlardı. Kürtçe ya da Zazaca konuşanların veya Kürtçe ve Zazacanın yanında ikinci dil olarak Türkçe konuşan Alevilerin neden ısrarla Kürt olma­ dıklarım ifade ettiklerini anlamaya çalıştım. Bu çalışma BU ÇIĞLIĞI anlamaya yönelik bir çabadır." (sf. 16) Cemal Şener, bu araştırmasının kapsamım ve sonucu­ nu, şöyle açıklamaktadır: "Bu araştırmanın savunucusu olarak, son on yıldır Alevi olup Kürtçe ya da Zazaca konuştukları halde kendilerini Türk olarak ifade eden Alevi yerleşmelerinin %75'ini gezmiş, görmüş birisiyim. Örneğin; Erzincan'a bağlı Tercan, Çayırlı, Kemah, Üzümlü, Refahiye, Kemaliye'ye bağlı yaklaşık 400 Alevi köyünü gözlem amacıyla gezdim. Sivas'ın Zara, Hafik, İmranlı köylerini Malatya'nın Doğanşehir, Akçadağ, Kürecik, Hekimhan, Yeşilyurt ve bazı köylerini, Adıyaman'ın ba­ zı köylerini, Pazarcık ve Elbistan'ın bazı köylerini gezdim. Bu köylerde yaklaşık 1.500 civarında insan ile görüştüm. Bu­ na İstanbul, Şahkulu ve Karacaahmet Dergahları'nda rastla­ dığım Tunceli'li, Antep'li, Maraş'lı Alevi yaşlılarını da ekle­ yince bu rakam yaklaşık 3.000 kişiyi buldu." (sf. 36) Kendileri Zazaca veya Kürtçe'yi bildikleri halde hatta Türkçe'yi bozuk bir şive ile konuştukları halde, bugün yaşı 60'ın üstünde olan ve kendisini Kürt ya da Zaza diye ifade eden yani Türk olmadığım ifade eden BİR TEK, Alevi'ye rastlamadım. Kendisini Kürt ya da Zaza olarak ifade eden kesim ise; son yıllarda Kürtçülük veya radikal sol rüzgardan etkilenen azınlık bir gençlik kesimidir. Bu kesimin savundu­ ğu Kürt ya da Zaza kimliği ise, tarihsel değil siyasi bir kim­ lik olarak kabul edilebilir." (sf. 37)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



251



Araştırmacı Martin Van Bruinessen de; "Alevi Kürtle­ rin Etnik Kimliği Üzerine Tartışma" başlıklı yazısında: "Ritüel dili olarak neredeyse tamamen yalnız Türkçe kullanan ve hatta çoğu Türkçe aşiret adlarına sahip olan Kürtçe ve Zazaca konuşan Aleviler'in varlığı birçok yazarın izahat kabi­ linde hayal gücünü meşgul etmiş bir vakadır. Hem Türk, hem de Kürt milliyetçilerinin bu grupların muğlak kimliklerini ka­ bul etmekte güçlükleri olmuş ve bunlar sıkıcı ayrıntıları ört­ bas etmeye çalışmışlardır." 4 diyerek, Zazalar'ın Türklüğü'ne işaret etmekte ve devam ederek: "Dersimli'lerin nereden geldikleri sorusunu akla getiren ve hem resmi tarih ekolüne bağlı olanlar, hem de liberaller ol­ mak üzere, birçok Türk akademisyence bu soruya verilen ce­ vap, bunların Kürtleştirilmiş (ya da Zazalaştırılmış) Kızılbaş Türk aşiretleri olduğudur. Bu varsayım o kadar mantıklı gö­ rünür ki, bazı Batılı akademisyenlerce de hiç sorgulanma­ dan kabul edilmiştir. Örneğin Melikof 1982, a:145."5 "Bruinessen, Jandarma Genel Komutanlığı tarafından hazırlanan bir raporda şu bilgilerin yer aldığını belirtir: "Zaza Aleviler'e gelince: Bunlarda mezhep ve ibadet dili Türk­ çe'dir. Ayinlere iştirak edenler Türkçe konuşmak mecburiye­ tindedir. Bu mecburiyettir ki, Alevî Zazalık asırlardan beri ih­ mal edildiği halde, Türklük'ten pek de uzaklaşmamış Der­ sim Alevileri arasında cevap istememek şartı ile Türkçe me­ ram anlatmak m ü m k ü n d ü r " açıklamasından sonra, söz ko­ nusu raporda "20-30 yaşlarından yukarı olanlarla Türkçe ile anlaşmak m ü m k ü n iken 10 yaşından küçük çocuklarla Türk­ çe konuşmak imkanı ortadan kalkmak üzeredir" denildiğini söylemektedir. Bruinessen raporun sonlarına doğru ise; "Bu



4 5



M. V. Bruinessen, Birikim Dergisi, sayı 88, çev., Özgür Gökmen, Ağus­ tos 1994. Ag.dergi.



252



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



netice, Dersim Alevi Türkleri'nin de benliklerini kaybetme­ ye başladıklarına ve ihmal edilirse günün birinde Türk dili ile konuşana tesadüf edilemeyeceğine delildir" açıklaması yapı­ lıyor" diye yazıyor.6 Türkolog Prof. İrene Melinkof da, Kirmanca (ve Zazaca) konuşan Koçkırı aşiretinin Türk olduğunu şu sözlerle ifade ediyor: "Araştırmalarım beni Kurmanca denen ve Kürtler olarak tanınan insanlar arasında kalmaya götürdü. Töreleri Orta Asya'ya kadar uzanan Türk töreleri idi. Ölümle ilgili adetler, al inanışı, Türklerin On İki Hayvanlı takvimlerine, es­ ki yeni yıl bayramları olan Hızır bayramının kutlanması vb. Sorduğumda, kaynaklarımdan birisi bana soy olarak biz Kürt değiliz, fakat inançlarımız dolayısıyla çok eza gördük, dağlara sığındık, Kürtlere karıştık ve Kürtler olarak adlan­ dırıldık.7 İ. Melinkof, aynı eserinde, bu tespitine şunu da ekliyor: "Bunu söyleyen, birçok ayaklanmada etkinliği bulunan tanınmış Kürt aşireti Koçkırı'lardandı. Artık aramızda bulun­ mayan Ömer Lütfi Barkan'a şüphelerimden sözettiğim za­ man, bana Koçkırı adının, dil yönünden Türkçe olduğunu ve Akkoyunlu, Karakoyunlu vb. adlandırmalarla karışlaştırılabileceğini işareti etti. Bunlar, sahip olunan sürülere göre veril­ miş Türk aşiret adlarıdır diyor." "Osmanlı İmparatorluğu'nda uzun yıllar görev yapan ve Doğu Anadolu'nun birçok yerini gezen Alman Feldmareşal Moltke, gözlemlerini 'Türkiye Mektupları" adlı kitabında toplamıştır. Moltke, 6 Nisan 1838'de yazdığı mektupta Maraş ve yö­ resinde yaşayan Alevi aşiretlerin Türk olduklarını şu sözlerle açıklıyor:



6 7



Ag.dergi. İrene Melinkof, Uyur İdik Uyardılar, Cem Yay. İstanbul, 1999.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



253



"Pazarcık ovasını geçtik. Bu ovada üç Türkmen kabilesi: Atmalı, Kılıçlı, Sinemililer konaklamıştı. Bu üç kabile hal' 2000 çadırda oturuyordu. Reşit Paşa, en nüfuzlu Kürt beylerinin akıllarını başlarına getirdikten sonra Bu TÜRKMEN­ LER de hükümete karşı olan sevgi ve bağlıklarını ilan etmişler­ di ve 400 kese akçelik (20.000 florin) bir salyana (yani vergi) ödü­ yorlardı."8 Bugün, bazı kesimlerce Kürt oldukları iddia edilen bu kabilelerin özbeöz Türk olduklarım, 179 yıl önce yazılmış bu mektuptan daha iyi ne kanıtlayabilir! Alman mareşal Moltke'nin 179 yıl önce söz ettiği Türk­ men kabileler, Rişvan aşiretine bağlı olup, bugün Adıya­ man, Maraş ve Gaziantep'te yaşamaktadırlar. Küçük bölümü Ankara'nın Haymana ve Bala ilçelerindedir. Dr. Mahmut Rişvanoğlu'nun araştırmasına göre Rişvanlar, Ciğil ve Çepni Türkmenidirler. İki boya ayrılırlar; a) ATMALI, b) SİNEMLİ. ATMALI aşiretinin Maraş ve Adıyaman'daki köylerinin isimleri hiç değiştirilmemiştir ve öz Türkçe olup Oğuz boyla­ rının, totemlerinin isimleridir. Bunlar, TİLKİLER, HAYDARLI, SADAKALAR, KARAHASANLAR, AĞCALAR, KABA­ LAR, KİZİRLİ, KIZKAPANLI, KETİLER, KARALAR, TU9 RUÇLU, MAHKANLI'dır. Zazaların bir kısmı, kendilerini Harezm Türkü olarak tanımlar. Dersim (Tunceli) milletvekili Hasan Hayri bey, 1921 yılında TBMM'de yaptığı konuşmasında, alevi Zazaların kö­ keninin Harzem (harezm) Türkleri olduğunu ifade eder. Bu konuşmasında Hasan Hayri Bey; Harzem'den gelen ve Türkçe konuşan atalarına Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat'ın buralara yerleşme izni verdiğini, Yavuz Sultan Selim zamanında Harzem'li Alevi Türkler'in, can güvenlikle-



8 Moltke'nin Türkiye Mektupları, sf. 191, çev. Hayrullah Örs, Remzi Yay. 9 Dr. Mahmud Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, sf. 113.



254



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



ri nedeni ile, Dersim dağlarına çekilmek zorunda kaldıkları­ nı ve bu tecrit neticesinde kendilerini gizlemek için Kürtçe öğrendiklerini, süreç içinde Türkçe'den uzaklaşarak Kürtleştiklerini belirtmesi çok anlamlıdır.10 Kendisi Dersimli (Pertek) ve Zaza olan ve bu bölgede 1896 ve 1926 yılları arasında kaymakamlık yapmış olan Meh­ met Zülfü Yolga'da Dersim Tarihi adlı eserinde, Zazaların kökenlerinin Horasan Türklerine, Karakoyunlular ve Akkoyunlular'a ve Harezm Türklerine dayandığını belirtir ve Haydaran, Hormek, Balaban, Çarik, Bulan, Bahtiyar, İzolu gibi 12 aşiretin Harezmilik hususiyetini sıkı sıkıya koruduk­ larını belirtir. (sf. 84) M. Z. Yolga aynı zamanda, Bölgenin Türklüğünü, böl­ gedeki coğrafya, dağ, köy aşiret adlarını Türkçe, gelenek ve adetlerinin Türk gelenek ve adetleri olduğunu geniş biçimde açıklar ve de Pertek kalesindeki Karakuş heykelinin Türklü­ ğün sembolü olduğunu belirtir. (sf. 46) Araştırmacı Ali Kaya'da Dersim Tarihi adlı eserinde Za­ zaların Türklüğünü savunuyor ve Hasan Hayri Bey'in sözle­ rini doğrulayan şu bilgileri veriyor. "İbni Batuta'nın 1333-34 yıllarında Kuzey Dersim'e uğ­ radığında iki Türkmen kabilesi olan Karakoyunlu ve Akkoyunlular'ın birlikte Moğollarla sürekli savaştıklarını belirti­ yor, (sf. 125) Bu kalıntıları bugün Dersim yöresinde mezar taşlarındaki koç resimlerinde izlemek mümkün. Yine Ali Ka­ ya aynı araştırmasında; "Alaattin Keykubat, Bağın'ı ziyare­ tinde Şeyh Mamur" a bir şecere vermiştir. Bu secere, Mazgirt ilçesinin Şöbek köyünde Seyyit Cafer oğullarının evinde muhafaza edilmektedir. Şecere ile ilgili olarak ise, okuyucu­ ya şu bilgiyi vermektedir: "Bu şecerede 12 aşiretin Türk aşi­ retleri olduğu söylenmektedir. Bunlardan Hıran (Cafer'in



10 M. Eröz, TBMM Gizli Celse Zabıtları, cilt II., sf. 252.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



255



kardeşi olup Ali dost oğullarıdır) Koçgiri, İzol aşiretlerinin ya­ nı sıra Hormek aşiretinin de Şöbek köyünde oldukları söy­ lenmektedir" diyerek Ali Kaya bu konuda verilen bilgileri doğrulamakladır." Alevi dedesi Pir Ahmet Dikme dede de, alevi Zazaların ve Kürtlerin kökenini Harzemlilere bağlamakta ve 1999 yılın­ da yayınladığı Haykırıp Duyuramadıklarım adlı eserinde bu konuda şu bilgileri vermektedir. "Moğolların baskılarına dayanamayarak yurdunu terk etmek zorunda kalan Muhammet oğlu Celalettin Harzemşah'ta yer yer çarpışarak, batıya doğru ilerler ve bir çatışmada yaralanır. Yaralı olarak dostu ve sırdaşı olan Şeyh Hasan'ın ya­ nına gelir ve orada bir Kürt tarafından öldürülür. Öldürüldü­ ğü haberini alan, Celalettin Harzemşah'ın düşmanı olan Sel­ çuklu 2. Alaattin Keykubat şöyle der "Celalettin Harzemşah bir Kürt babayiğidinin elinde can verdi. Allah'a hamdü sena­ lar olsun." 12 İşte bu şekilde öldürülen Celalettin Harzemşah, bizdeki kaynaklara göre, beraberindeki oğlu Mehmet'i Şeyh Hasan'a emanet eder. Şeyh Hasan evvela saygı duyduğu dos­ tu Celalettin'in naaşını götürüp Dojik Dağının zirvesine def­ neder ondan sonra da Celalettin'in oğlunu kendi himayesine alır, üç dört yıl sonra da Mehmet'i kendi kızı ile evlendirir." 13 Cemal Şener, konuyla ilgili olarak şu notu ekliyor. Harzemşahlar'ın Türkistan'dan gelen Türkmen boyla­ rından Beydilli Türkmen aşiretine mensup bir kol olduğu da bu yazılara eklenirse durum daha açıklık kazanabilir. Pir Ahmet Dikme işte bu tarihsel alt yapıyı bilerek, "Munzur dediği dağın güney yakasında bir tek Kürt yoktur. Orada yaşayan Şeyh Hasan Aşireti tamamen Horasan kökenli Türkmenler-



11 Cemal Şener, Alevilerin Etnik Kimliği, 2. baskı, sf. 127. 12 Bilal Aksoy, Tarihsel Süreç İçerisinde Tunceli, s. 134-135. 13 Age., sf. 23.



256



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



dir. Daha doğuya, Pülümür'e doğru gelindiğinde ise, Arelî Lolanlı, Şahvelanlı, Kemanlı, Çerekanlı ve daha birçok aşi­ ret oturmaktadır. Bu aşiretlerden hiçbiri Kürt değildir. Tama­ mı Türk kökenli aşiretlerdir. Ben bu konuyu her platformda tanışmaya hazırım" diye yazıyor.14 Cemal Şener, ayrıca, "Alevilikte dedelik, ocak geleneği ile yaşar. Babadan oğula geçerek yaşar. Sahte dede veya ocakzadeler türemediği sürece dede ocaklarının bozulma şansı çok azdır. Bu nedenle Dersim bölgesinde dede ocaklarının tümü kendilerinin Horasan'dan gelen Türkmen Aşireti ol­ duğunu savunur." demekte ve Zaza ve Kürtlerin Horasan Türkmeni olduklarını vurgulamaktadır. (sf. 25) Bütün bu bilgiler Zazaların asli köken olarak Türklü­ ğünü belgeleyen kanıtlardır. Bugün Zazaların yoğun olduğu bölgelerdeki halkın as­ len Türk oldukları, Türkçe konuştukları ve 20'nci yüzyıl baş­ larındaki Osmanlı kayıtlarında da mevcuttur. Bu belgeler Doç Dr. İbrahim Yılınazçelik'in l9'uncu yy. İkinci Yarısında DERSİM SANCAĞI isimli eserinde yer almaktadır. Dersim Mutasarrıfı Arif Bey'in 1903 yılındaki raporunda "Dersim öteden beri şayi ve zan olunduğu gibi umumen Kürt değildir. Çemişkezek ve Çarsancak kazaları halkı ka­ milen Türk'tür. Hozat kasabası ile İnceağa kariyesi ve Torot aşireti halkı Türk'tür ve fakat ihtilaflar neticesinde Kürtleşiyorlar. Mazgirt kasabası ile Ovacık Kazası'nın ova köyle­ ri halkı da neslen Türk'tür. Ve halen lisan-ı Türki üzerine mütekellimdirler. Yalnız teessüf olunur ki Ovacık Türkleri hem Kürtleşmiş hem de Şiileşmişlerdir. Kızılkilise (Nazimi­ ye) kamilen Şii ve Kürt'tür. Dersim sancağı Türklerin pek kadim mevasıdır. Türklerden gayri hiçbir neslin asar ve ha­ tıratına tesadüf olunmaz"15



14 Age., sf. 23.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



257



Dersim Mutasarrıfı Celal Bey de 1906 tarihli raporunda daha da geniş bilgi vererek, Erzincan sancağı merkezinin, Kemah, Erzurum'un Kiğı, Diyarbakır'ın Palu, Elazığ'ın Harput ve Eğin kazalarının Dersime bağlı Çemişgezek ve Çarsancak halkımın Türk olduklarını belirtir.16 Zazalar'ın Gür Türkleri ile bağı da üzerinde önemle du­ rulacak bir husustur. Bugün İran'ın güneyinde yaşayan Türk Güranlar'la Zazaların dini inanç ve dil bakımından yakınlık­ ları mevcuttur. Hint Tarihi isimli eserinde Y. Hikmet Bayur, Gür Türk­ leri ile ilgili şu bilgileri verir. "El-Utki"nin Kitabü-l Yemini'sinde Kalaçların, Hindikuş güneyinde yerleşmiş olduklarını ve Orta Asya'dan gelen diğer Türklerin Hindistan'ı fethinde çok önemli rol oynadık­ larını yazarken, Gür devleti sultanı Alaüddin Cihansuzun Türk - Selçuk Sultanı Sancar tarafından esir edilmiştir." der.17 "Orta Asya'da Türk urukları arasında bulunan Gürler oldukça önemli bir yer tutar. Nitekim Oğuz Kağan destanında Oğuz Han'ın Hindistan seferinde Gürler ülkesine girip bura­ dan Doğu Avrupa'ya Bulgar ülkesine hareket ettiği, seferden sonra Gürler'in reislerinin kendilerini Semarkant'ta karşıladı­ ğı belirtilir. Güran Türkman taifesinden bahseder." Yazar, "İran'daki Güranların da menşe itibariyle gürler anlamından Türkler olduğunu öne sürer. -an farsçada çoğul ekidir. Dolayısıyla Guran, "Gürler" anlamındadır der. Şeyh Sadi'nin ünlü Bostan adlı eserinde bir İranlı köylünün Gür hükümdarına "ey Türk" diye hitap etmesi de Gürlerin Türk­ lüğüne bir kanıt olarak gösterilir." der.



15 Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik, 19. Yüzyılın II. Yarısında Dersim Sancağı. 16 Age.,sf. 173. 17 Dr. Mahmut Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, sf. 39.



258



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



İbn-i Haldun'da Mukaddime adlı kitabında Gurilerin Türklüğünü kati olarak ifade eder. Müneccimbaşı ve diğer­ leri Guri'lerin Hota (hita) Türklerinden olduğunu kabul ederler.18 Dr. Mahmut Rişvanoğlu'da Doğu Aşiretleri ve Emper­ yalizm adlı eserinde Zaza Aşiretlerinin Türklüğü konusunda geniş bilgi verir. (sf. 113-131) Zazalar ve Gurların köken birli­ ğini şu şekilde açıklar. "Ortaçağda Afgan ile bugünkü Taberistan ve Yeni Del­ hi (Hindistan'ın kuzeyi)ne kadar geniş bir sahada imparatorluk kurmuş olan Gazneliler'in yıkılmasından sonra yerlerine "GUR-LUĞ" adlı güçlü bir yeni Türk uruğu geçmiştir. Guriler devletini kurmuşlardır (1284 -1304). Ayrıca 1526 -1830 se­ neleri arasında büyük Türk hükümdarı Babür Şah'dan son­ raki Babüriğ hakanlarının devam ettirdiği Gurkaniye devle­ ti de bunun devamı idi. Bu bakımdan daha evvelce yukarıda bir nebze kendilerinden bahsettiğimiz Kikiler ve Kalaçlar İs­ lam fethi esnasında birleşik uruğlar olarak Gurilerdir. Ayrıca Tabakat-ı Naşiri de Bengal Fatihi Melikü'l Gazi İhtiyaruddin Muhammed'den bahsederken bu kişinin Gur ve Keşmir'deki Kalaçlardan olduğunu yazar ki, bundan da Gurlu ve Kalaç19 lar'ın bir arada bulunduğu anlamaktayız, (sf. 49)" "Bugün Bingöl, Tunceli, Siverek'te bulunan ve Zaza, Çarekli, Dersim adıyla adlandırılan oymaklar işte bu Gurlu (Guran-ı) larla gelenlerdir. Bir manada toplayıcı bir ad olarak 20 Zaza diye anılmaktadırlar." "Bütün bu tarihi gerçeklerin ışığı altında görmekteyiz ki, bugün Doğu Anadolu'da hem Kürmanç ve hem de Zaza lehçeleriyle konuşan, aslında ilk geldikleri yerdeki eski



18 Dr. M. Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emparyalizm, sf. 114. 19 Age., 23, 24. 20 Age., sf. 21.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



259



Türkçe yi koruyan bu Türkleri, Gürani Türkleriyle beraber, Afganistan ve kuzeyinde bulunan Karluk Türk devletinin kılmasından sonra Orta Asya Türk kavimlerinin göçleri ile Hazar'ın kuzeyinden, güneyinden Anadolu'ya gelmişlerdir. Özellikle Zaza Türklerinin konuştuğu lisanda Gurani Türkçe'sine ait kelimelerin fazla oluşu bunu belgelemek­ tedir.21 Zazaların Türk olduklarına önemli bir kanıt, Güney­ doğu Zazalarıdır. Zazaları, Türkiye'de 2 kol olarak incelemek gerekir. Bir kol Tunceli, Bingöl, Erzincan ve yakın illerdeki Kuzey Za­ zaları diğer kol Güneyde, başta Urfa-Siverek olmak üzere Diyarbakır, Elazığ-Palu Zazalarıdır. Kuzeydeki Zazaların çoğu Alevi, Güneydeki Zazaların çoğu Sünni'dir. Kuzey Zazaları ile ilgili yeterli bilgi bu bölümün başında verilmiştir. Güneydeki Zazaların en yoğun olduğu Siverek (Şanlıurfa) Zazalarıyla ilgili önemli bilgi Prof. Dr. Mehmet Eröz'ün Doğu Anadolu'nun Türklüğü isimli alan çalışması­ na dayalı değerli eserinde mevcuttur. (sf. 120) Bu kitaptaki Siverek Zazalarıyla ilgili bilgilerden küçük bir özet aşağıdadır. Siverek Zazaları beş ana kola (aşirete, boya) ayrılırlar. Bunlar, 1. Karardı, 2. Bucak, 3. Kırvar, 4. Haseran, 5. Bapviran boylarıdır. Bu boylardan Karanlılar (Karahanlılar), Karluk Türklen'nin iki kolu olan Yağıza ve Çiğil Türklerindendir. Kara­ manlılar bu kaynaklarda Elikhanlar olarak da anılır. (sf. 121, 123) Siverek Karahanlılarının köylerinin isimleri tamamen Türkçe'dir. (Karahan Köyü, Kepirkuyu Köyü, Güvercin Köyü, Dindar Köyü, Hamamviran Köyü, Şilân Köyü) (sf. 125)



21 Age., sf. 23; (Hikmet Bayur, 18.18 a.s. 6. C. I. Hint. Tar.).



260



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Haseranlılar da özbeöz Türkmendirler. Köylerinin hep­ sinin ismi öz Türkçedir. (Ağaçhan, Tikyol (yolu dik, yokuş) Karakaya, Doğan, Konaklı, Hoya, Karamusalar, Derdere, Hindibaba, Şeyhandede, Ahirmat, Sarsap, Budaran) Bucaklar boyu da tamamen Türktürler (PKK'ya karşı Devletin yanında olmuş, bölgeye PKK'yı sokmamışlardır. Türk­ lüklerinin bilincindedirler). Bucakların köylerinin isimleri de Türkçedir. (Güngörmez, Bahçe, Mezra, Bitik (Oğuzca kitap, yazma), Kalemli, Daralık, Çeftali, Kale, Sepetviran, Çamurlu (Su­ riye'nin Lâzkiye vilayetine bağlı Bayır ve Bucak beldeleri vardır. Bu beldelerin halkı Türktür ve Türkçe konuşur. Bucak'ın köylerin­ den birinin adı da, Siverek Bucaklarında olduğu gibi Çamur­ lu'dur.) (sf. 127) Kırvar boyu da Türktür. Odabaşılar'dan gelmedirler. Bu boy ismini kutsama yolundan almaktadır. Siverek'te köy isimleri gibi coğrafya, ırmak, su isimleri de Türkçe'dir. Örneğin Topyolu (Sultan Murad'ın toplan geçir­ diği yol), Karameşe (Karakaya-Tikyol köyleri arasında), Büyükçay (Çamçay), Kızılçubuk Çayı, Soğuk Pmar. Siverek'te kalabalık bir nüfusa sahip aşiretlerden biri Karakeçililer'dir. Aslen Oğuzların Kayı boyundan oldukla­ rı düşünülür. Karakeçililer'in damgası olan X, 24 Oğuz bo­ yundan biri olan Avşarların damgasıdır. Siverek ilçesine bağlı 60-70 kadar Karakeçili köyü var­ dır. Hemen hepsinin adı öz Türkçe'dir. Örneğin; Ağaören, Deliktaş, Karayük (Karahöyük), Kurtini, Karadibek, Daşlı, Bozkuyu, Kapaklı, Böğdük, Göllü, Payamlı (Bademli), Toru, Saluca, Çipini vb. Siverek Karakeçilileri, yakın zamana kadar Kürtçe ko­ nuşmakta ve kendilerinin Kürt olduklarını sanmaktaydılar. Ancak, daha sonra, Anadolu'da çok sayıda yörede yaşayan akrabaları vasıtasıyla Türk olduklarını öğrendiler.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



261



Siverek Karakeçilileri'nin akrabaları (aynı boydan) olan diğer Karakeçili yerleşimleri şunlardır: Bursa, Bilecek, Eski­ şehir, Balıkesir, Adapazarı, Kırıkkale, Gaziantep'te; Kor­ kun, Barak, Haabayram. Bu şehirlerdeki Karakeçililerin hepsi Türk olduklarını bilir, hepsinin anadili Türkçedir. Ayrıca, Ankara Haymana Karakeçili Beldesi, Bingöl Simsar Köyü halkı da Karakeçilidir. Sonuç olarak, Zazaların "asli" köken itibariyle Türk oldukları, yerli ve yabana çok sayıda araştırmacının ortaya koyduğu ortak bir tespittir. Zazaların büyük bir bölümü bu gerçeği bilmektedir. An­ cak, Osmanlı'dan bu yana devletin ve şartlandırılmış halkın, Zazaları Kürt olarak görmesinin, Zazaları Kürtlüğe itmesinin, bölücü çevrelerin Zazaları Kürtleştirme propagandaları kar­ şısında önlem alınmamasının, Devlet'in Zazaları yalnız bırak­ masının tabii bir sonucu olarak, bir kısım da olsa Kürtlüğü bir üst kimlik olarak benimseyen bir grup Zaza mevcuttur. Devlet ve toplum olarak, bugün, hâlâ, bu grup Zaza'ya Türk oldukları gerçeğini anlatabilmek, Zazaların Türklük bi­ lincini pekiştirmek imkanına sahibiz. Bunun için, Devlefin, büyük bir zaafı olan bugünkü etniklik politikasının değiştirilmesi, bilimsel olan, gerçekçi, doğru, bilinçli bir etniklik politikasının benimsenmesi şarttır. Ek olarak, TV, basın ve eğitim imkanları bu hedef doğ­ rultusunda seferber edilmelidir. Bunun için, özel bir propaganda kampanyasına ihtiyaç yoktur, bilimsel verilerin yansız olarak oraya konması yeter­ lidir. Çünkü, bilim, hakikât, Türkiye'nin ulusal bütünlüğü­ nün, birlik ve beraberliğinin yanındadır. Ancak ne yazık ki bugün hâlâ hatada ısrar edilmekte, vatanseverliklerinden kuşku duyulamayacak önemli ve etkin



262



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



kişiler dahi, hâlâ, geniş kitlelere hitab eden özel TV program­ larında, basında hâlâ Zazalara Kürt demekte ve Zazacayı Kürtçenin bir lehçesi olarak tanımlamaktadırlar. Aynı hata Devlet TV'sinde de tekrarlanabilmektedir. Asırlardır süren, devletin ve toplumun Kürtlük dayat­ ması karşısında, bölücülerin bu kadar yoğun beyin yıkama kampanyaları, propagandaları karşısında, yalnız bırakılan, eğitimsiz ve Tunceli acısını da yaşamış Zazaların Kürtlüğe bu kadar güçlü direnişleri, her türlü takdirin ötesindedir.. Yabancı kaynaklar dahi, bölücü Kürtçü kesimin, güçbirliği sağlamak amacıyla Zazaların Kürtleştirilmesine büyük önem verdiklerini, bu yolda gerçekleri nasıl tahrif ettiklerini açıkça belirtirken, ilgililerin, yetkililerin duyarsızlıklarına, gafletine, dalaletine isyan etmemek mümkün değildir. Devlet bu konuya derhal eğilmeli ve tahrik niteliği or­ tada olan yanlışlara meydan vermeyi önleyecek önlemleri derhal almalıdır. Kaldı ki, bilimsel gerçekte bunu emret­ mektedir. Türkiye, kültür politikasının önemini, kültür politikala­ rının temellendiren sosyal bilimlerin değerini idrak etmedik­ çe, bunun ağır bedelini ödemek zorundadır. Kültür politika­ sındaki duyarsızlık ve ihmallerin sonuçlan sadece milli birlik ve beraberliği tehdit eden gelişmelere değil, daha pek çok yı­ kıma yol açar, açmaktadır. Kalkınmanın, gelişmenin, güçlenmenin temeli, milli birliktir, huzurdur. Bunun temeli ise, ulusal bilinçtir, ulusal kültürdür. Ekonomi ve teknoloji, herşey olmadıkları gibi/ kültürel, sosyal yapının birer sonuçlarıdır. Türkiye bu gerçeği artık kavramak zorundadır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



263



GÜRCÜLER Tarihte Gürcistan denilen bölge Batı'da Eğer (Kolchida), Kuzey'de Kafkasya sıra dağlarının orta kısmı, Güney'de Er­ menistan ve Doğu'da Kuzey Azerbeycan ile sınırlanmıştır. Suram dağlarının doğusunu, Güney Kafkasya'nın ortasını ve Kür ırmağı havzasını kapsar. Efsaneye göre Gürcülerin kökeni Targema'nın oğlu Kartles'a dayanır. Kartvel kavmi bunun sülalesinden türemiştir. Bir başka görüşe göre Kartvel adının bazı araştırmacıların Gürcülerin ilk anayurtları olarak gördüğü Kardu'dan geldiği söylenir. Bilindiği gibi Kardular Güneydoğu Anadolu'da İskit Türklerinden kalma bir kavim olarak düşünülür. Gürcülerin atalarının Van'dan çıkarılan ve önündeki kavimleri sürerek ve onlarla karışarak Kafkasya'daki yurtlarına geldikleri yay­ gın kanıdır. Daha sonraki yüzyıllarda Gürcülerin etnik oluşu­ munda değişik oranlarda yerli Kafkasyalıların, değişik birçok dönemde buraya gelen Türklerin, kısmen Arapların ve İranlı­ ların, Moğollarında yer aldıkları kabul edilir. Gürcistan 2. yüzyılda Romalılar tarafından işgal edilmiş­ tir. M.S. III. yüzyılda ise Bizans ve İran arasında paylaşılmış­ tır. 643-645 yıllarında ise Gürcistan'a Araplar egemen olmuş­ lardır. Bütün bu devirlerde ve öncesinde bölgeye çok sayıda Türk kavminin gelip yerleştiği bilinmektedir. Hıristiyanlık Gürcistan'a 320-330 yılları arasında girmiştir. 9. yüzyıla kadar burada Antakya Kilisesi egemen olmuştur. 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı egemenliği döneminde bir bölümü müslümanlığa geçmişlerdi. Müslümanlığın merkezi Batum'du. 1877-78 savaşından sonra binlerce müslüman Batum'dan Türkiye'ye geçmişlerdir.



264



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kitabımızın amacı Gürcülerin tarihini yazmak değildir Kitabın ilk baskısında nüfusu 100.000'i aşan gruplar içinde ol­ madığı için Gürcülere yer verilmemiştir. Ancak okuyucudan gelen yoğun istek üzerine Gürcü ve Türk halkının Osmanlı­ dan bu yana 500 yıllık kaynaşmasından asırlar önce kaynaş­ mış ve akraba olduklarını kanıtlayan bilgileri bu baskıda sun­ mamız bir görev oldu. 1965 yılı Genel Nüfus Sayımında "anadili" Gürcüce olanların sayısı 34.330'dur. Bilindiği gibi anadil her şartta et­ nik kimlikle örtüşmez. Ancak etnologlar yanlış da olsa başka­ ca veri olmadığı için bu rakamı Gürcülerin sayısı olarak kabul etmişlerdir. İkinci dil olarak Gürcüce konuşanların sayısı ise aynı sayıma göre 48.974'dur. Mangnerelle 1979'da Türkiye Gürcülerin sayısını 60.000 Barrett 1982'de yine 60.000 olarak tahmin etmişlerdir.



1965 genel nüfus sayımına göre anadili Gürcüce olanla­ rın illere göre dağılımı şöyledir. Artvin, Ordu, Sakarya, Bursa, Kocaeli, Samsun, Giresun, Bolu, Amasya, Balıkesir, Sinop, İstanbul, Toka Ülkemizdeki Gürcüler müslümandırlar. Barrett'e göre Gürcülerin 10.000'i örgütsüz Ortodoks Hıristiyanlardır (1982). Bütün Gürcüler Türkçe konuşur. Gürcüce unutulmaya yüz tutmuştur. Din, dil, kültür birliği Türk-Gürcü kaynaşmasını kolay­ laştırmıştır. Bu nedenle Mangnerelle Türkiye Gürcülüğünü "kıs­ mi" bir etniklik olarak görür. 1915 Rus savaşında Gürcüler tamamıyla Türklerin ya­ nında büyük kahramanlıklar göstererek savaşmışlardır. Gürcülerle Türklerin Osmanlı'dan asırlar önce ne denli kay­ naştıklarına dair yeterli bilgi Hollandalılar taralından en ünlü oto­ ritelere 30 yılda hazırlatılmış en temel kaynak eserlerden biri olan İslam Ansiklopedisinin 4. cildinde fazlasıyla mevcuttur. GürcüTürk kaynaşması tarihte eşine çok az rastlanan bir bütünleş­ medir. Bu akrabalıktan öte yakınlığı belgeleyen bilgileri İslam An-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



265



siklopedisinden aynen aktarmanın en doğru yaklaşım oldu­ ğu kanısındayız. Bu alıntılardaki bilgiler bir bütün olarak okuyucu tarafından kolayca değerlendirilebilir ve Gürcü Türk birlikteliğinin yoğunluğu kolayca kavranabilir. "Bütün bu devirlerde, belki Gürcülerden daha önce, bu bölgeye KÜLLİYETLİ MİKTARDA TÜRK UNSURUN gelip YERLEŞTİĞİNİ görüyoruz. O zamanlar ve daha sonraları doğu Avrupa'nın hâkim nüfusunu teşkil eden MUHTELİF TÜRK BOYLARI, buraya bazen akıncı ve bazen de müttefik sıfatı ile geliyor ve memleketin yaylak ve kışlağa elverişli ta­ raflarında OTURUYORLARDI. En eski destâni GÜRCÜ TA­ RİHİ sayılan Kartlis Tshovreba TÜRKLERİN GÜRCİSTAN'A İLK GELİŞİNİ ŞÖYLE ANLATMAKTADIR: -İmaos (TÜRKİS­ TAN'DAKİ TANRI DAĞI) bölgesine kadar uzayan HUN veHAZARLARIN şarkındaki Çenestan hükümdarlığı ülkesinde büyük karışıklıklar oldu. Buranın hükümdarı Çenbakur ölünce, kavgalar çıktı. Sonunda mağlûp olan taraf kaçmaya başladı. Kafkasların Tiflis şimâlindeki Daryal geçidine yeti­ şerek, Kartli ülkesine girdiler ve Mtshet'te Kartlos hanedanı reisinin yanına geldiler. Gürcistan'ı İran istilâsından kurtar­ mak mukabilinde, yerleşip oturmak için, yer istediler. KARTLOS REİSİ KABUL ETTİ VE ONLARI VAKTİYLE KÜR'ÜN SAĞ KOLLARINDAN HIRAM ÇAYININ SOL KIYI­ SINDA YAPTIRMIŞ OLDUĞU ORBEL (kartal yuvası) KALE­ SİNE YERLEŞTİRDİ. Daha XIII. asırda bu kaleye Şamşavilde (üç ok) denilmekte idi. Bu kaleye izafetle BU TÜRKLERE ORB-ULK VE ORBELYAN DENİLDİ BUNLAR GÜRCİS­ TAN'I İRAN TAHAKKÜMÜNDEN KURTARDILAR VE MÜ­ KÂFAT OLARAK ÜLKENİN DAİMİ BAŞ KUMANDANLIK UNVAN VE VAZİFESİ ALDILAR. Büyük İskender'den sonra Gürcü kıratlığının kurucusu olan Parnavaz, Orbelyan (Türk, t.ö.) ailesine son derece itimat ve hürmet gösterdi; BUNLAR KRALDAN SONRA EN YÜKSEK HAKLARA SAHİP OLDULAR. BU HAL ASIRLARCA, BU HANEDAN YE-



266



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



RİNİ 1177'DE KIPÇAK TÜRKLERİNE TERKEDİNCEYE KA­ DAR, DEVAM ETTİ. VII. (m.ö.) asrın ortalarında vuku bulan İskit akınların­ dan sonra TÜRKLERİN şimalden Gürcistan'a akını daha va­ zıh ve sistemli bir şekil almıştır. Gürcü vak'anüvisleri, daha İskender zamanında (m.ö. IV. asırda) Kür nehri boyuna, BUNTURKİ ve KIPÇAK isminde, İKİ TÜRK kavminin gelip yerleş­ tiğinden bahsetmişlerdir. BUNTURKİ tabirinin "İPTİDÂİ TÜRK" demek olduğu ileri sürülmektedir (krş. Brosset, I, 33; Ailen, sf. 52). M. Horenatsi (II, 9), III. asır Süryâni müverrihle­ rinden Mar Apaş Katina'dan naklen, II. (m.ö.) asırda Bulgar­ ların (Türk, t.ö.) Kafkasya dağlarını aşarak, Ermenistan'ın şi­ malinde Gugark eyâleti ile yan-yana Tayk (Tao) prensliğinin Kog (Pilinius, VI, 5'te Colica) eyâletini (bugünkü Kars ve şimal kıs­ mı) işgal ettiklerini bildirmekte (Horenatsi'ye atfedilen VII. asır Ermeni coğrafyası, sf. 52 v.d.) ve bu Bulgarların (Türk, t.ö.) 460 (M.S.) yılında Bulgarca coğrafi adlar taşıyan bu bölgede yaşa­ makta olduklarını kaydetmektedir. Aynı Horenatsi (II, 65), II. asrın sonları ile III. asrın başlarında yaşamış olan Bordesan'dan naklen, daha İskit camiasında hâkim bir kavim ola­ rak adı geçen Barslı'ların (Türk, t.ö.) II. asırda, Hazarlar (Türk, t.ö.) ile birlikte, cenubi Kafkasya'ya geçtiklerini yazmaktadır; bugün Gürcistan'ın doğu düzlüklerini ve Kür Irmağının sa­ hillerini işgal eden BORÇALU TÜRKLERİNİN yukarıda adla­ rı geçen BARSLILAR olduğundan şüphe edilmemektedir (krş. İslâm Ansiklopedisi, II, 98). Ermeni müelliflerinin Hun ve Bizanslıların Sabir adını verdikleri TÜRKLERİN V. asrın son­ ları ile VI. asrın ilk yarısı arasında, ilk önce Bizanslıların ve sonra İranlıların müttefiki olarak, bütün cenubî Kafkasya ile Pontus ve Doğu Anadolu'yu istilâ ettikleri malumdur (krşKulikovskiy, İzvestiya Vizantit, II, 38). Daha Arap hâkimiyeti devrinde ANADOLU'YA KADAR YAYILAN HAZAR TÜRK­ LERİNİN VII. asrın ilk yarısında Cebu Hakan ve onun oğlu Şat'ın kumandası altında, Tiflis'i muhasara ve işgal ettikleri-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



267



ni Gürcü, Ermeni ve Bizans müellifleri müttefikan kaydeder­ ler (bkz., M. Kagankatvatsi, Agvan tarihi", sf. 107, 119, 126 ve tür. yer.; Yazıkov, Opıt po İstorii Hazarov, sf. 155 vd.). Umumiyetle Arap hâkimiyetine tekaddüm eden yıllarda, Sâsânilerden Keykubad devrinin sonlarına doğru Arran (şimali Azerbay­ can), Sisecan ve Vaspurakan ile birlikte, GÜRCİSTAN DA HA­ ZARLARIN (Türk, ta) VE ONLARA AKRABA OLAN TÜRK­ LERİN ELİNDE OLMUŞTUR, (krş. Balâzori, s. 194; İbn Fakih, s. 287;İbn Hurdâzbeh, sf. 122; Ka'kûbi, Tarih, I. 203). Bundan dolayıdır ki, Araplar bütün bu ülkelere, "HAZARLAR MEMLEKETİ" (Türk, t.ö.) demişlerdi. (Taberi, 1,884). Araplar devrinde Gürcis­ tan'ın merkezini teşkil eden Tiflis'in Arran şehirleri arasında zikredilmesi de bundan ileri gelmektedir (krş. İştahri, s. 187; Mukaddasi, s. 373; İbn Havkal, s. 244). Gürcistan SELÇUKLU­ LAR DEVRİNDE BİLE HAZARLAR (Türk, t.ö.) memleketinin bir kısmı addedilmekte devam ediyordu (krş. Bundari, s. 31). ŞİMALDEN GELEN TÜRK AKINLARI Gürcistan'da İs­ lâm hâkimiyeti devrinde de devam etmiştir. O devrin müelli­ fi Gevond'a göre, halife Marvân I. zamanında HAZARLAR (Türk, t.ö.) Derbend ve Daryal geçitlerinden geçerek, 683 ve 688'de bütün cenubi Kafkasya'ya gelmişlerdir. İslâm tarihin­ de HAZARLARIN (Türk, t.ö.) ANCAK 707 TARİHİNDE KAF­ KASLARIN ŞİMALİNE ATILABİLDİĞİ YAZILI İSE DE, BUNLARI 717'DE CENUBİ AZERBAYCAN'A KADAR YA­ YILMIŞ GÖRÜYORUZ. 728'de Arap kuvvetlerini mağlup eden HAZARLAR (Türk, t.ö.) YENİDEN BÜTÜN CENUBÎ KAFKAS­ YA'YA HAKİM OLMUŞLARDI (krş. TM, II, 146 v.d.) 764-765 yıl­ larında HAZARLAR (Türk, t.ö.) büyük bir ordu ile gelerek, Kür ve Aras boylarını istila ve Tiflis'i zaptettikten sonra, GÜRCİS­ TAN'ın 7 SANCAĞINDA YERLEŞİP KALMIŞLARDIR (krş. Gevond, frns. trc. Chahnazaryan, Paris, 1856, sf. 128-131). 799'da HAZARLAR YENİDEN KÜR VE A R A S BOYLARINI İŞGAL­ DEN SONRA, MUSUL'A KADAR İLERLEDİLER.



268



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



İslâm hakimiyetinden sonra dahi zaman-zaman GÜR­ CİSTAN'IN MUHTELİF YERLERİNE YERLEŞEN HAZARLARIN, (Türk, t.ö.) sonradan gelen kıpçaklar (Türk, t.ö.) ile birlikte Gürcü kilisesi etrafında Gürcü camiasına karışması, Müslü­ man müelliflerini onları da Gürcü addetmeğe sevketmiş ise de, Osmanlı müellifleri Gürcüler ile Türkleri tefrik etmeği ih­ mâl etmemişlerdir (krş. Müneccimbaşı, Şaha'if al-Ahbâr; Nişancızâde, Mir'ât-i kâ'inât, Nuruosmaniye Kütüp., nr. 3417, var. 563). Daha Malazgirt meydan harbinde (1071) Alp Arslan'ın imha veya esir ettiği Bizans ordusu içerisinde, "Oğuz, HAZAR, Gürcü ve Abhazlar" ile birlikte, adı geçen (Bundari, sf. 39) ve GÜRCİSTAN'DA YERLEŞİP KALAN BU KIPÇAKLARIN (Türk, t.ö.) 1177 tarihinden itibaren, ORBELYANLARIN (Türk, t.ö.) ye­ rine, Kubasar sülâlesini kurarak, Gürcü tarihinde büyük aske­ rî, siyasî ve iktisadî rol oynadıkları görülüyor. KUBASAR KIP­ ÇAK TÜRKLERİNDEN BÜYÜK BİR KUMANDANDI VE GÜRCÜ ORDUSUNUN BAŞINDA DURUYORDU (krş. L. Râsonyi, Dünya Tarihinde Türklük, Ankara, 1942, sf. 140) Samoyloviç'in garbî Azerbaycan'ın ZAKATALA BÖLGESİNDE TESBİT ETTİĞİ KIPÇAK TÜRKÇESİ İLE COĞRAFİ ADLAR (bk. Azer­ baycan'ı tetkik ve tetebbu cemiyetinin ahbarı, Baku, 1926, sayı 2, s. 26) bu devirden kalmış olduğu gibi, buraya bitişik bulunan GÜRCİSTAN'IN DOĞU BÖLGESİNDE SIĞINAH GİBİ ŞEHİR­ LERİNDE, TÜRKİSTAN'DAKİ SIGNAK'IN BİR BENZERİ OL­ MAK ÜZERE, O DEVİRDE KIPÇAKLAR (Türk, t.ö.) TARAFIN­ DAN KURULDUĞU MUHAKKAK SAYILABİLİR (krş. Zeki Velidi, Azerbaycan'ın Tarihi Coğrafyası, Azer, Yurt Bilgisi, İstanbul 1932, yıl 1, sayı 4/5). Tamara devri, bu hanedanın en parlak devri sayılmakla beraber, hiçbir zaman mütecanis bir devlet olmayan kırallık daha ziyâde gayr-i millî bir mahiyet almıştı. Bu yüzden dahil­ de ve hariçte emniyeti şüpheli bir manzara arzediyordu. DEVLETİN MUKADDERATINA, ORDU, MALİYE VE İKTİ-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



269



SADİYÂTI ELLERİNDE TUTAN KIPÇAKLAR (Türk, t.ö.) HA­ VİM BULUNUYORDU. Bu Türklerin reislerinden, devletin mâliyesini idare eden KUTLU ASLAN 1184-1185 yıllarında, Kıraliçe Tamara'nın hâkimiyetini tahdit ve bir nevi meşruti idare te'sis etmek suretiyle, DEVLETLE MUKADDERATINA HÜKMEDEBİLECEK KADAR KUVVET VE NÜFUZ SAHİBİ OLDUĞUNU İSBAT ETMİŞTİ. Umumiyetle Bagratoğulları, şimali Kafkasya'dan celbetmiş oldukları KIPÇAKLAR SAYE­ SİNDE Selçukluların saltanat kavgalarından istifade ederek, yayılabilmişlerdi. Kıpçakların Müslüman olan kısmı ise, Da­ ğıstan yolu ile, Azerbaycan'a girmiş ve buradaki Müslüman Türkler ile beraber, Gürcüler ile mücadeleye girişmişlerdi. İbn al-Aşir (sf. 234 v.d.)'e göre, Şirvan'ın istimdadı üzerine, SELÇUKLULARDAN Sultan Mahmud 517 (1123)'de Şirvan'ın yardımına koştu. FAKAT GÜRCÜ ORDUSUNUN TEMELİNİ TEŞKİL EDER. KIPÇAKLAR, (Türk, t.ö.) tıpkı MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİNDE OLDUĞU GİBİ, KARŞILARINDA IRKDAŞLARI TÜRKLERİ GÖRÜNCE, İSYAN ETTİKLE­ RİNDEN, HARBE LÜZUM KALMAMIŞ VE DAVİD II. ÇEKİL­ MEĞE MECBUR OLMUŞTUR. Selçuklulardan Sultan Arslan Şah devrinde, 556 (1160)'da İldenizliler sülalesinin kurucusu Şemseddin İldeniz TÜRKMENLERDEN İBARET BÜYÜK BİR ORDUNUN BAŞINDA, Nahçivan'dan hareketle, Dvin'i zapt ve Gence'den haraç talep eden Gürcüleri mağlup etti ve Ars­ lan Şah ile birlikte, Gence'ye döndü (Ahbâr-i Davlat-i Salçukiya, sf. 110-114). Tamara'nın zamanına tesadüf eden Azerbaycan'da İldenizliler hâkimiyeti Gürcülere karşı yapılan muharebeler ile geçti. Bu sülaleye nihayet veren CELALAL-DİN HVARİZMŞAH (öl. 1231) Tebriz'de yerleştikten sonra, GökçeGöl'ün cenubunda Kıraliçe Rusudana (1223-1247)'nın ordusu­ nu mağlûp etti. Ondan sonra şimale geçerek, Arran'ın merkezi olan Gence'yi aldı ve Gürcistan'a girdi. 10 Mart 1226'da, bir asırdan beri müslümanların elinden çıkmış olan Tiflis'i zap-



270



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



tetti ve aynı yılın eylülünde Abhazistan'ın içerilerine kadar ilerledi. 1229 yılının başına doğru, RUSUDANA, KIPÇAKLARDAN, YENİDEN MÜHİM BİR KUVVET TOPLAMAĞA MUVAFFAK OLMUŞTU. Calâl al-Din Harizmşâh bunu haber alınca, 1229 başlarında harekete geçti. KIPÇAKLARA TUZ VE EKMEK GÖNDEREREK GÜRCÜLERDEN AYRILMALARINI İSTEDİ. ONLAR DA BUNU KABUL EDEREK AYRILDILAR. Calâl al-Din Gürcüleri mağlup ederek, tekrar Tiflis'e girdi ve Gürcülerin elinde bulunan bütün Müslüman kalelerini geri aldıktan sonra, Beçni mevkiinde Gürcülere son darbeyi indir­ di (Calâl al-Din Hvrazmşah bahsi için bk. İA, III, sf. 49-53). KIPÇAKLARI HAZARLARDAN İBARET BİLEN ve o devirde he­ nüz taammüm etmemiş olduğu halde, Abhaz kırallığı yerine, Gürcülerden bahseden Deguignes'ye göre, Calâl al-Din bü­ yük bir ordu ile Azerbaycan'a sahip olduktan sonra, Gürcüle­ re hücum etti. Gürcü kiralı şiddetli bir mukavemete hazırlan­ dı ve mikdarca faik bir ordu ile Calâl al-Din'e karşı geldi. Sul­ tan bir tepenin üstünde bu orduyu bizzat tetkik ederek GÜR­ CÜLERİN PİŞDARLARININ ÖNÜNDE BİR HAZAR (Türk, ta) MÜFREZESİ BULUNDUĞUNU gördü. Babasının saltanatı devrinde isyan etmiş olan bu kavimler Calal al-Din'e müraca­ at etmişlerdi. Calal al-Din babasından onların affını istihsal eylemişti. Bundan istifade ederek, HAZARLARA TUZ VE EK­ MEK GÖNDERDİ; ifâ etmiş olduğu hizmeti onlara hatırlattı. VELİNİMETLERİNE KARŞI HARP ETMEKTEN UTANAN HAZARLAR DERHAL GÜRCÜLERDEN AYRILARAK KEN­ Dİ MEMLEKETLERİNE ÇEKİLDİLER. XIV. asrın ortalarına doğru, İlhanlıların zayıf düşmesin­ den istifade ederek, GÜRCİSTAN istiklalini ilan etmek iste­ mişse de, İlhanlılar ile Osmanlıları ayıran devir içerisinde KARA KOYUNLULAR, TİMUR VE AK-KOYUNLULARIN NÜFUZU ALTINA GİRMİŞTİR. Bu devirlere ait Ermeni ve Gürcü vesikalarında GÜRCİSTAN'DA BÜYÜK PRENS MA-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



271



SASINDA ULU HAN GİBİ RÜTBELER İLE ATABAG, AĞA v.b. TÜRKÇE UNVANLARA SIK-SIK TESADÜF EDİLMEKTE­ DİR (krş. Voprosı İstorii, Moskova, 1447, nr. 5). Ak-Koyunlulardan, Uzun Hasan'ın Fatih Sultan Mehmed II.'e karşı Otluk-Beli (Baş-Kent) mağlubiyetinden (1473) daha önce Trabzon'u zapteden Osmanlılar, BAYEZİD II. (14811512) ve SELİM I. (1512-1520) DEVRİNDE ONLARDAN SON­ RA KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN I. (1520-1566) ZAMANIN­ DA GÜRCİSTAN'IN CENUP VE CENUB-İ GARBİ BÖLGELE­ RİNİ OSMANLI İMPARATORLUĞUNA İLHAK ETMİŞLERDİ. 1647'de Gürcistan'ı ziyaret etmiş olan EVLİYA ÇELEBİ: - "AHALİSİNİN EKSERİSİ OSMANLI ZAMANINDAN BERİ SÜNNİ OLUP HANEFİ VE ŞAFİİ MEZHEBİNDEDİRLER. ULEMASI ÇOKTUR"- demek suretiyle Tiflis şehrini bile bir Müslüman beldesi olarak tasvir ve ŞEHİRDE BİRÇOK HAN, HAMAM VE CAMİİN BULUNDUĞUNDAN BAHSETMEK­ TEDİR (krş. Seyahatname, II, 317, v.d.) Bu devirde Gürcistan (Kartli)'da Rüstem isminde müslüman bir kiralın hükümdar­ lık ettiğini 1658 tarihli bir fermandan öğrenmekteyiz (krş. Pahomov, sf. 47). Süryâni müelliflerden Mar Apaş Katina'nın II. (m.ö. ?) asırdan itibaren BULGAR TÜRKLERİ İLE MESKÛN GÖSTERDİĞİ VE SONRALARI HUN, HAZAR, AĞAÇERİ, SABIR VE KIPÇAK TÜRKLERİNİN YERLEŞİP OTURMASI İLE DAHA ZİYADE TÜRKLEŞEN TAO (Tayk) -Klaret prensliğinin, dahil bulunduğu Çoruh havzasındaki Samtshe-Saatabago (Meshetiya ve Sa-Atabago=atabegler ülkesi) kırallığı BİR TÜRK-HIRİSTİYAN KIRALLIĞI TEŞKİL EDİ­ YORDU. Daha Tamara devrinde buralarda, "İVANE ATABEGLİĞİ" gibi TÜRK HIRİSTİYAN PRENSLİKLERİ KURUL­ MUŞTU (krş. N. Emin, Armyanskie Nadpist Karse, Ani i vokrestnostsyah, Moskova, 1881; vaprosi istorii, Moskova, 1947, nr. 5). İl­ hanlılardan Abaka Han devrinde (1265-1282) AHEKA BÖL­ GESİNDEKİ ÇALDIR ATABEYLİĞİ İLE BU ÇEVREDE YERLEŞMİŞ OLAN HIRİSTİYAN KIPÇAKLAR İslamiyeti kabule



272



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



başlamışlardı (krş. A. Zeki Velidi Togan, Umumi Türk tarihine gi­ riş, İstanbul, 1946, İ, 1245). 1625'TE SAMTSHE-SAATABAGO KIRALI BEKA'NIN RESMEN İSLAMİYETİ KABUL ETMESİ İLE BU MEMLEKET KATİ SURETTE İSLÂM TÜRK CAMİ­ ASINA GİRMİŞ VE XVIII. ASRA DOĞRU OSMANLI DEVLE­ TİNE TAMAMİYLE İLTİHAK ETMİŞ BULUNUYORDU. (krş. Bol. Sov., Ents., Moskova, 19, XIX, 566). 1917'den sonra kurulan cenubi Kafkasya Federasyonu­ nun merkezini de Tiflis teşkil ediyordu. Sovyet istilasından sonra bu şehirde TÜRKÇE YENİ FİKİR GAZETESİ İLE DAN YILDIZI MECMUASI İNTİŞAR EDİYORDU. HÂLÂ ŞEHİRDE TOPLU BİR HALDE 30.000'DEN FAZLA TÜRK YAŞAMAK­ TADIR. (Bk. M. Bala, Azerbaycan Türk Matbuatı, Bakü 1922; İA., IV, 577-581). Tiflis'in doğu ve cenup doğusunda, Azerbaycan ovaları­ nın devamını teşkil eden BORÇALI VE KARAYAZI OVALA­ RINDA VE TİFLİS'İN KENDİSİNDE YAŞAYAN 200.000'DEN FAZLA AZERBAYCAN TÜRKÜ VARDIR. Bu yerler, Azerbay­ can'ın Kazak bölgesi ile birlikte, Kazak-Şemseddin Türk Han­ lığım teşkil etmekte idi." Dünyanın en güvenilir Batı kaynaklarından biri olan İs­ lam Ansiklopedisindeki Gürcüler maddesinden aktarılan yu­ karıdaki alıntılardaki bilgiler bir bütün olarak değerlendiril­ diğinde Türk-Gürcü kardeşliğinin akrabalık derecesinde olduğu açıkça kanıtlanmaktadır. Elbette Gürcülük farklı bir etnik kim­ liktir ve özgün dilleri ve kültürleri mevcuttur. Ancak bu kimli­ ğin içinde Türklük de önemli bir unsur olarak mevcuttur. Kitabın "Lazlar" bölümünde Artvin ilinde Türklerin 100'lerce yıl önce kendi oymak isimleriyle kurdukları yerle­ şim birimlerinin listesi verilmiştir. Bu listedeki yerler tek tek incelendiğinde Türk Gürcü kaynaşmasının bugünkü delille 11 de görülmektedir. Türk Gürcü akrabalığı kardeşlik yakınlığındadır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



273



LAZLAR Lazlar Batı Karadeniz bölgesinin en ucunda Rize, Pazar (Rize), Arhavi, Hopa ile sınırlı küçük bir bölgenin yerlisi olan bir topluluktur. Daha önce de belirtildiği gibi halkımız etik bir bakışla (dışarıdan) her Karadenizliyi Laz olarak görür. Bu tamamen yanlıştır. Karadeniz Bölgesi Zonguldak Ereğlisinden Hopa'ya kadar uzanan geniş bir bölgedir. Bu bölgede yaşayan insanların; Pazarlılar, Arhavililer, Hopa'lılar dışında hiçbiri Lazlığı haklı olarak kabul etmezler. Lazlarla ilgili araş­ tırmalar yapan Bennighaus, Meeker gibi bilim adamları da Pa­ zar, Arhavi, Hopa dışında Laz'a rastlamadıklarını, bu toplu­ luğun küçük bir grup oluşturduğunu, ancak Türk halkının bu gerçeğin farkında olmadığını belirtmişlerdir. Lazlar hakkında bilgi veren bütün tarihi kaynaklarda da Laz bölgesi; Artvin-Batum arasındaki Çoruh vadisi (yaklaşık 50 km) Ri­ ze, Arhavi, Hopa ve Türkiye sınırı dışındaki kısa Karadeniz kıyası olarak gösterilir. Bu toplumun tarihi kökenini incelerken her şeyden önce bilinmesi gereken, küçük bir bölgede yaşayan o tarihlerde sa­ yıları 10.000'lerle ifade edilen bir halktan bahsedildiği ve bu bölgenin sayısız kavime özellikle de Türklere yurt olup, çok sık el değiştirdiğidir. Örneğin 1873 gibi yakın bir tarihte dahi Osmanlı kayıtlarına göre Lasiztan'ın nüfusu "9205 hanede (ev) oturan 55.350 kişi"dir. Aynı kayıtlara göre "Lazistan," Hana, Gonio, Arhavi, Hemşin ve Atina (Rize-Pazar)'dan ibaret Trabzon eyaletine "bağlı" küçük bir alandır. Trabzon hiçbir kaynakta Laz yurdu olarak gösterilmemiştir. (M. Vanilişi, A. Tandilava, Lazların Tarihi, sf. 60) 'Laz" tabiri de yerli halkın kendi tanımı olmayıp M.S. 200 yıllarında bölgeyi ele geçiren Romalıların bu topluma



274



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



"verdiği" bir isimdir. Tarihi kayıtlarda geçen Arkeolopolis Atina (Pazar) vb. şehir isimleri de Romalıların kurup isimlen­ dirdikleri şehirlere aittir. Gürcüler ise Lazları Çan olarak ta­ nımlarlar. Laz diline, yakın ilişkiler içinde oldukları Gürcülerin di­ li etki etmiştir. Bazı yerlerde Lazca Yunanca'dan da etkilen­ miştir. Bu etkinin bilinen nedeni, bölgedeki ticaretin tamamen Yu­ nanca konuşan azınlıkların elinde olması ve Lazların 6. yy'da Hı­ ristiyanlığa girmeleridir. Ticaret ve din dili olarak Yunanca Lazca'yı bir ölçüde etkilemiştir. Bu etki her toplumun doğal ola­ rak yaşadığı bir durumdur. Egemen, yöneten unsur olmaları­ na rağmen Selçuklular döneminde Farsça resmî dil hüviyeti kazanmıştır. Osmanlıcada ise Arapça ve Farsça hakim olmuş­ tur. Dolayısıyla Lazca'da birkaç kelime ve bazı yörelerde "ak­ san" olarak görülen önemsiz Yunanca etkisini, bu toplumu Yu­ nanlıyla karışmış olması şeklinde gösterme gayretleri "maksatlıdır" ve bilimsel verilere aykırıdır. Romalıların "Laz" ismini verdiği bu toplumun etnik kö­ kenlerini açıklayabilmek için "Çerkesler" ve Gürcüler bölüm­ lerinde bilgi verilmiş olan Lazistan'ı da içine alan Kolhid böl­ gesi kavimlerine dönmek gerekir. M.Ö. 12. yüzyıla kadar uzanan Kolkhide uygarlığını ya­ ratan önemli unsurlardan birinin Asyalı İskitler (Saka Türkleri) olduğu bilinmektedir. İskitler, çoğunluk ve egemen unsuru Türk olan bir kavimdir. Ancak Laz ve Gürcü bölgesindeki et­ nik oluşumda sonraki dönemlerde Türklerin yanısıra İranlıla­ rın ve Arapların da bir ölçüde etkisi olmuştur. 2. yüzyılda Lazika ve Gürcüstan'ı ele geçiren Romalılar burada "ticaret merkezleri" oluşturmuşlar, kurdukları idari yapıyla başa geçirdikleri Laz ve Gürcü yönetimler aracılığıyla bölgeyi insafsızca sömürmüşlerdir. Bu küçük toplumu denetim altında tutmak için "büyük" askerî güç yerleştirmeye dahi gerek görmemişlerdir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



275



Lazika o dönem üzümüyle, zeytiniyle, narıyla, fındığıyla turunçgilleriyle, derileriyle ve özellikle de balıyla anılan bir bölgedir. Lazika'nın daha o dönemlerde bir diğer adı da "Bal Ülkesidir. Ülkenin zenginlikleri 7. yüzyıla kadar bölge el değiştirdikçe Roma ve İran tarafından sömürülmüştür. Ro­ malılar ürün sömürüsü dışında bölgeyi "esir" kaynağı olarak kullanmıştır. Bütün kaynaklar Çerkes, Abaza, Gürcü, Laz böl­ gesinde esir ticaretini önemli bir kazanç uğraşı olduğunda birleşirler. En çok rağbet gören esirler ve Çerkes ve Kıpçak Türkleridir. Hollanda'da yazılmış olan ünlü İslam Ansiklopedisi araştır­ macıların sık başvurduğu en güvenilir kaynaklardan biridir. Verilen bilgiler mutlaka referanslandırılır ve her konunun so­ nuna geniş bir bibliyografya eklenir. Eser 1940 yılında Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel döneminde Türkçeye çevril­ miştir. İngilizce ve Türkçe nüshaları Milli Kütüphanede mev­ cuttur. İslam ansiklopedisi Lazlar ve Lazlarla Gürcülerin yaşa­ dığı bölgenin etnik yapısı hakkında şu bilgileri vermektedir. "Lazların eski tarihleri, Kafkasya kavimlerinin isimlerin­ de umumiyetle hakim olan kat'iyetsizlik yüzünden, çok karı­ şık bir vaziyette bulunmaktadır: aynı isimler, asırlar boyunca, ayrı birlikleri (veya grupları) ifade etmiştir. En eski Yunan mü­ ellifleri Lazlardan bahsetmemektedirler. Adına ancak Hıristi­ yanlık devrinden itibaren rastlanıyor (Plininus, Hist. Nat, IV. 4; Arrianus, Periplus, XI, 2; Batlamyus, V, 9, 5). Lazoinin malum olan en eski yerleri Lazos şehri yahut eski Lazikadır ki, Arrianus buranın mukaddes limanın (Noworossiisk) tahminen 680 stad (aş, yk. 124 km.) cenubunda, Pityus'un 1.020 stad (185 km.) şimalinde, yani Tuapse civarında bulunduğunu söyler. Kiessling'e göre, Lozoi, Kerketayların (Çerkes) bir koludur; bunlar, Hıristiyanlığın ilk günlerinde kendilerine Adige (Adzıge) adını veren Zygoinin (yani Çerkes, b. bk.) tazyiki altında, cenuba göç etmek zorunda kalmışlardır.



276



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Lazika adının en kudretli bir unsuru ifade ve birçok kabi­ lelerden müteşekkil bir gruba delalet etmesi muhtemeldir. Lazlar VI. asrın başlarında Hıristiyanlaştırıldılar." (Cilt 7) "Evliya Çelebi de, bölge kavimlerini (Lezgi), yani Meğril (mingreliler), Gürcüler, Abhaz (Abaza), Çerkes ve Lazları say­ dıktan sonra, bu sonuncuların Trabzon'a en yakın bir yerde oturduklarını ekliyor. Trabzon'un cenub-i şarkisinde Çepni dağlarındaki "İran şahına mabut gibi tapan (müfrit şiiler) ve Lazlar ile birlikte yaşayan (müsteşrik) Türklerden bahsetmekte­ dir." (Cilt. 7) "Laz tabiri, Türkiye'nin garbında, fark gözetilmeksizin, Kara­ deniz'in cenub-i şarki (kuzey doğu) kısmındaki ahaliyi ifade için kullanılır, halbuki hakikatte, kendilerine Laz diyen ve Lazca konu­ şan halk, bugün Hopa ve Pazar (Atina) kazalarında oturmaktadır. Batum'un cenubunda az sayıda Laz vardır ki, bunlar Türk h u d u d u n u Sarp (Çoruh munsabının cenubu)'a getiren 16 Mart 1921 tarihli Türk-Rus anlaşması gereğince Türkiye'ye alındı­ lar, (sf. 25,26,27) (İslam Ans., Cilt. 7)" İslam Ansiklopedisinde Gürcistan-İberya'ya yerleşen ka­ vimler hakkında verilen bilgiler Kolkhide bölgesi içinde önem­ li ölçüde geçerlidir, dolayısıyla Lazika'yı da kapsar. Dolayısıyla, Laz Türk kardeşliği, Gürcü-Türk kardeşliği kadar geçerlidir. O dönemde nüfusu 100.000'ni bulmayan bu bölgenin alanı Erzurum, Kars illerinin toplam alanlarından küçüktür. İslam Ansiklopedisi'nden yukarıda aktarılan alıntılarda bölgenin etnik oluşumuna ışık tutan bilgilerin "Çerkesler" bö­ lümünde Kolhid uygarlığı konusunda verilmiş olan bilgilerle ve Gürcüler bölümünde verilmiş olan bilgilerle birlikte değerlendiril­ mesi gerekir. Laz vatandaşlarımızı üzen ve tepki duymalarına neden olan bazı maksatlı çevrelerin yakıştırmaları ve piyasada Sov­ yetler birliği döneminde "talimatla" yazılmış çeviri Laz Tarihi kitapları mevcuttur. Araştırmacı niteliği ve akademik çalış-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



277



ması olmayan tek tük kişiler Lazların Yunan dönmesi olduğu gibi saçma sapan söylentiler çıkarırlar. Daha önce de belirtildi­ ği ve tarihi verilerin kanıtladığı üzere Yunanlılar Kafkasya'da tarihin hiçbir döneminde tüccar grubu küçük bir nüfus ol­ maktan öte bir toplum oluşturmamışlardır. Üstelik bu tüccar sınıf bölgenin kıyı bölgesinde limanı olan şehirlerde yerleş­ miştir. Romalılar döneminde Lazika'da kalabalık askeri gar­ nizonlar da mevcut değildir. Romalılar bölgeyi aynen İngiliz­ lerin Hindistan'a uyguladığı yöntemlerle sömürmüşler; böl­ geyi kendilerine bağlı, kendilerince onaylanan yerli yönetim­ lerle denetlemişlerdir. Romalılar, ancak büyük bir isyan ya da İranla yapılan savaşlarda asker getirmiş ve dönmüşlerdir. Lazları bazı lehçelerinde bazı Yunanca kelimeler bulunması bazı şivelerde Rum aksanının izlerinin görülmesi tamamıyla ticaret hayatının ve de özellikle 6. yüzyılda Hıristiyanlığa gir­ melerinin sonucudur. Lazlar Hıristiyanlığa öyle sahip çıkmış­ lardır ki, çevre topluluklara dahi papaz yetiştirip göndermek­ teydiler. Gürcü Prof. Niko Maar'ın ifadesiyle "Laz kiliselerinde iba­ detler Yunan geleneğine göre yapılmaya başlanmıştı." Tarihçi P. Acaria'da "Lazların arasında, artık Laz lisanını terkedip Yunancayı benimseyen, kendilerini de Yunan olarak tanıtan bir züm­ re belirmişti. Bu zümre kendi dini merkezleri olarak da İstanbul Rum Ortodoks Patrikliğini tanımıştı. Buna rağmen bu zümrenin Yunanlı olmadığı konuşmalarındaki aksan farklılığıyla kolayca anlaşılmaktaydı" diyerek bunun ırkî bir karışma olmadığına dikkat çeker. Özetle söylemek gerekirse Lazlarda Yunanlılık yoktur ama Yunanlılarda Lazlık olabilir. Bir iddia da Lazların Gürcü kökenli olduğudur. Kolkhide bölgesinin 2000 yıllık tarihi ayrıntılı olarak bilinmektedir. Bu süre içinde ne Gürcülerin, ne Lazların ne Gürcülerle iç içe yaşamış olan Abhazların ne Adigelerin aynı isimle anıldığı, aynı bayrak altında 'ulus' olarak toplandıkları hiçbir dönem



278



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



mevcut değildir. Ancak, şurası bir gerçektir ki bunlar yakın ilişkileri içinde yaşamış topluluklardır. Lazları Gürcü olarak gösterme çabaları ve propagandası tamamen Sovyetler Birliği kaynaklıdır. Bugün birçoğu Türk­ çe'ye çevrilmiş "Laz Tarih"leri Sovyetler Birliği dağılmadan önce "yazdırılmıştır." Bilindiği gibi bugünkü Gürcistan ve Er­ menistan Sovyetler Birliği'nin denetimindeydi. Sovyetler kendi üyesi olan Gürcistan'ı Artvin ve Rize üzerinde hak sa­ hibi kılmak ve bir Gürcü federasyonu oluşturma yönünde büyük çaba göstermiştir. Kars, Ardahan, Ağrı'yı işgal eden Rusların bir amacı da Artvin'i (Rize de plana dahil olarak) Gürcistan'a bağlamaktı. Pi­ yasada sık rastlanan Gürcü Üniversitelerinin öğretim üyele­ rince yazılmış bütün kitaplarda propaganda niteliğinde Lazların Gürcülüğü teması işlenir, Osmanlılar ve Bizanslılar bölücülükle suçlanır. Lazların tarihi II. yüzyıldan itibaren ayrıntılı olarak bilin­ mektedir. Bu yüzyılda bölgeyi işgal eden Romalılar bu topluma Laz ismim verirler. Roma imparatorluğu 4. yüzyılda ikiye bö­ lündükten sonra Lazika Bizansın payına düşer. Romalılar bir taraftan ticaret kolonilerini kurarlarken bir yandan da halkı Hıristiyanlaştırmıştır. M.S. 337 yılında bölgede Hıristiyanlık devlet dini olarak kabul ettirildi. Ancak Hıristiyanlığın tam anlamıyla toplum dini haline gelmesi 6. yüzyılda gerçekleş­ miştir. Çok geçmeden "mazdeist" dininde olan İranlılar böl­ ge üzerinde hak iddia etmeye başladılar ve Bizanslılarla çatış­ tılar. Sonuçta 532 yılında yapılan bir antlaşmayla bölge Bizans ve İran arasında paylaşıldı. Lazika Bizanslılarda, İberya (Gür­ cistan) İranlılarda kaldı. Ancak Bizansın acımasız sömürüsüne dayanamayan Lazlar İran'dan yardım istediler. 542 yılında bu defa Lazika İran egemenliğine girdi. Mazdeist dininde olan İranlılarla Hıristiyan Lazların anlaşmaları güçtü. Ayrıca İran da Lazika'yı sömürmekteydi. Lazlar bu defa Bizans'a başvurdular ve 562'de tekrar Bizans boyunduruğuna girdiler-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



279



626 yılında tam Lazika ve İberya İranlılardan temizlendi. Bianslı tarihçi Teofane'nin bildirdiğine göre Bizanslılar 689'da Laz krallığım kaldırarak başa Laz patriği Eristav S. Bornukisdze'yi geçirdi. 643 yılında bu defa Arap istilaları başladı. 730 yılında Emeviler bölgeyi işgal etti. Daha sonra 8. yüzyılda bölge Bizansın yardımıyla Abhazların denetimine girdi. Ancak Bi­ zanslılar hâlâ Lazika'ya hakimdi. 1204 yılında Gürcü Tamara Bizansı püskürterek Trabzon Krallığını kurdu. Orta Asya Türklerini bir kenara bırakırsak, Osmanlıların bölgeye geliş tarihleri 1341'dir. Bu tarihte Trabzon Osmanlılar­ ca yağmalandı. 1461 yılında ise Fatih Sultan Mehmet savaşsız olarak Trabzon'a girdi ve böylece Lazika kapıları Osmanlıla­ ra açılmış oldu. Diğer yandan Anadolu'nun Türkleşmesinde çok önemli roller oynayan Oğuz Çepniler Trabzon'a kadar olan bölgeyi, Ordu ve Giresun'u daha 1380'1erde ele geçirmiş­ ler ve buraları yurt tutmuşlardı. Trabzonu çevreleyen dağlara da Çepni Dağları ismini vermişlerdi. Osmanlılar bölgedeki sö­ mürüye son verdiler ve halkı müslümanlaştırmak için yoğun gayret gösterdiler. Özellikle Yavuz Sultan Selim (1512-1520) döneminde İslamlaştırma faaliyetleri hız kazandı. Lazlar Türk unsurla kay­ naşmaya başladılar. 1615 yılında bölgeyi ziyaret eden misyo­ ner Lui Grancerios "Lazlar yetişkin kızlarını yeniçerilerle evlendir­ meye özen gösteriyorlar" diye yazıyor. 17. yüzyıl sonlarına ge­ lindiğinde Lazlar müslümanlaşmış ve Türk unsurla kaynaş­ mıştı. 18. ve 19. yüzyıllar bölge Osmanlı Rus çatışmalarına sahne oldu. Müslüman Lazlar Ruslara karşı Osmanlı ordu­ sunda büyük kahramanlıklar gösterdi. Osmanlıların Trabzon vilayetine "bağlı" olarak kurdukları "Lazistan" Hona, Gonio, Arhavi, Hemşin ve Pazar'dan oluşan küçük bir bölgedir. 1873 Osmanlı kayıtlarında Lazlar 9205 hanede (ev) 55.350 kişi ola­ rak tesbit edilmiştir.



280



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Lazların ve Gürcülerin ve pek çok Kuzey Kafkas toplumun et­ nik kimliğinin oluşumunda Kıpçak, Hazar, Sabir, Bulgar, Avar İskit Türklerinin ne derece önemli rol oynadıkları Batılıların eserlerinden ve İslam Ansiklopedisinden açıkça anlaşılmaktadır. İslam Ansiklo­ pedisinde sözü geçmeyen ancak bölgedeki etnik oluşumlarda etkin iki önemli Türk unsur daha mevcuttur. Bunlar Avar Türk­ leri ve Alanlardır. O dönemde bölgeyi gezen bütün seyyahlar Alanları Türk olarak tanımlamışlardır. Tarihi veriler de bu tesbiti doğrular. Alanlar zamanla dil değiştirmişlerdir ve bugün­ kü Asetinlerin ve Dağıstanlıların da ataları arasındadırlar. Lazlar, Abhazlar, Adigeler, Gürcüler ve diğer KubanKolhid uygarlıklarını paylaşan halklar başlangıç itibariyle bölgenin yerel unsurlarıdır. Ancak tarihi verilerin, Arkeolojik kalıntıların kanıtladığı üzere söz konusu toplulukların etnik oluşumlarına katılan en eski unsurlardan biri İskitler, Alanlar, Hazarlar, Bulgarlar, Kıpçaklar, Sabirler-Türkler olmuştur. Bölge halkıyla Türklerin kaynaşması sonraki dönemlerde de aralık­ sız sürmüştür. Kuban, Kolhid uygarlık alanının unsurları olan Kafkasya top­ luluklarının etnik oluşumlarında Türklerin 2800 yıllık derinliğe uzanan etkisi ve bugün Türkiye'deki Çerkes, Laz ve Gürcülerin ır­ kî nitelik itibariyle pek çok etnik gruptan daha fazla Türk oldukları tarihi bir gerçektir. Bilindiği gibi coğrafî isimler etnik kimlik oluşumunda köken ilişkilerini kanıtlayan önemli verilerdir. Doğu Karadeniz bölgesindeki Türkçe coğrafî isimlere ba­ kıldığında Laz ve Gürcülerin etnik kimlik oluşumunda Türk boylarının ne denli önemli payı olduklarını, bu isimlerin is­ lam Ansiklopedisi gibi pek çok kaynakta verilen bilgileri ne denli doğruladıklarını açıkça görmek mümkündür. Bölümün sonunda, Türkiye'nin Laz-Gürcü bölgesi ola­ rak bilinen Rize ve Artvin illerindeki yerleşim birimlerinin et­ nik kökenle ilişkisini açıklayan bir liste sunulmaktadır. Bölgeye, komşu Trabzon ve Gümüşhane illeri de eklenmiştir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



281



Ne yazık ki bu yerleşim birimlerinin çoğunun adı bilinç­ siz ve yetersiz kültür politikalarının sonucu "yabancı" sanıla­ rak değiştirilmiştir. Bugün Laz olarak tanımlanan toplumun etnik kimliğinin oluşumuna etki eden kökenlerin değerlendirmesine geçme­ den önce, Lazların Türklükle ilişkisini gösteren önemli bir ve­ riye değinmek gerekir. Orta Asya Türklerinde şaman baksıların kullandığı saza "kopuz" da denir. Kopuz bugünkü Türk bağlamasının atasıdır. İçi boş bir teknesi ve uzun bir sapı vardır. Tel yerine kıl kullanılır ve ilk dönemlerde mızrapla değil "yay"la çalınırdı. Kopuzun Anadolu'da aldığı bir şekil de bugün Türk halk mü­ ziğinin temel sazlarından biri olan "kabak kemanesi" dir. (Ke­ mence de denir). Teknesi içi boş bir kabaktır ve iki karış sapı, burguları vardır. Tellidir ve yayla çalınır. Bugün Lazlara özgü bir saz olan kemençe de temel yapısı itibariyle bir "kemane"dir. Sa­ pı kısadır, teknesi uzun ve ağaçtır, tellidir ve yayla çalınır. Bağlama, kabak kemanesi ve kemençe ile çalınan ezgiler makam denilen ses dizgileri itibariyle, aynı seslerden oluşur. Kısacası hem bağlamanın hem kabak kemanesinin, hem de kemençenin atası kopuzdur. Rosanyi nin Dünya Tarihinde Türklük adlı eserinde verdiği bilgiye göre KEMENÇE Kuman Türklerinde erkek ismi olarak da kullanılmıştır (sf. 139,143) (Ayrıca L. Rosanyi Tarihte Türklük, sf. 143) Kumanların, Lazları da içine alan bölgenin etnik oluşumunda etkin bir unsur oldukları da bilenen bir gerçektir. Ancak daha da önemli olmak üzere Lazların diğer folk­ lor sazı olan "tulum" ve "çite düdükle" ilgili araştırmalar bu sazların bölgenin etnik oluşumunda etkin olan Avar Türkleri­ nin enstrümanları olduğunu göstermektedir. Çok önemli olan bu bulguları, L. Rosanyi, Macar Arkeolojisinde Hunlar, Avarlar, Macarlar adlı eserinde bu konuyu şöy­ le değerlendirmektedir (sf. 18-19).



282



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



"Bu eser muhaceret devrinden kalmış biricik musiki aleti­ dir. Bu alet 1933 senesinde Szolnok vilayetinde -şimdiye kadar yalnız kısmen kazılmış- bir mezarlıkta çıkmıştı. Bir Avar erkek iskeletin el kemikleri arasında bulunmuş,-turna kemiğinden ya­ pılmış bir çift kaval vardır, ses deliklerinin sistemli sıralanışı (2-5) delik ve kemik işlemesinin ince ve muayyen olması çok yükselmiş bir tekniği gösteriyor. Bu alet kendi cinsinin en mü­ kemmel tipindedir ve her halde uzun bir tekamülün mahsulü­ dür. Benzerleri Kafkas ve Türkistan' da ve bilhassa İtil civarındaki halklarda bugün de bulunuyor. Bu alet hakkında Arkeologia Hungaria serisinde müstakil bir cilt çıkaran Barth Çin ve Garbi Avrupa arasındaki sahalarda bulunan her çift-kaval tiplerini tet­ kik ederken şu neticeye varmıştır: İtil civarındaki numuneleri­ nin Avar Zummara tipinden daha çok inkişaf etmiş oluşu bu ka­ valların yayılma merkezinin de takriben Ural-Altay arasındaki saha olması fikrini kuvvetlendiriyor. Bu suretle bu alet müzik folklor'unun güzel bir tabakası gibi Ural Altaylılar'ın, yahut Pretürkler' in en eski müşterek medeniyet mahsullerinden biridir." Araştırmamızda kaynak olarak yararlandığımız Sayın Hilmi Göktürk'ün "Anadolu'nun Dağında Ovasında Türk Müh­ rü" adlı eserinde bu konuda verilmiş olan bilgi önemlidir. (sf. 145, 146). "Anadolu'nun bilhassa Trabzon ile Artvin vilayetleri çevresinde halen yaşayan ve halk arasında tulum ismiyle anı­ lan bu çalgı bile, çok eski bir Türk icadıdır. Ve bu Türk çalgı­ sının icad tarihi milattan önceki yüzyıllara kadar dahi uzanır. Buna en alan canlı misal ise, Anadolu'daki tulum çalgıların­ da görülen çift-düdük şeklinin aynısını, 1933 yılında Macaris­ tan'ın Szolnok vilayetinde Avar Türklerine ait olduğu tesbit edi­ len bir mezarda meydana çıkarılmış olmasıdır. (566)" "Bu husus üzerinde hassasiyetle duran Sayın M. Ragıp Kösemihal Bey, Avar Gaydası yani Tulum çalgısı ile ilgili olarak şu izahatta bulunurdu (567):"



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



283



"Dolmabahçe Sarayı müzesinin Avarlar bölmesinde asılı ve Macaristan kazılarında bulunan birtakım izlere göre restore edile­ rek çizilmiş Avar Gayda ve Düdüklerinin resimlerini gidip gör­ mek herkes için mümkündür. Avarlar'ın bir kolunun Trabzon ta­ raflarına indiğini bildiğimiz için bu buluşların değeri büsbütün artıyor, belki o göçlere kadar çıkıyor... "O restore edilmiş şekillere göre; Avar gaydasında tulumun bir tarafında ağıza gelecek üfleme düdüğü duruyor, tulumun alt tarafında muvazi surette yan yana bağlanmış iki tane düdük gö­ rülüyor ve her biri üstünde birer sıra parmak deliği bulunan bu çift düdüğün son başlarına da iki düdük için müşterek, huni bi­ çimli ve sesi büyültecek eğrice boynuz ağız takılı bulunuyor. "Bu şekil Artvin taraflarında hâlâ kullanılan tulum düdük­ lerin tıpkısıdır..." Çift-Düdük halen yine Türkistan'da yaşamakta olup, şimdi­ ki KOŞNEY ismini taşımaktadır. Artvin çevresinde bilhassa çobanlar tarafından bugün dahi, tulum haricinde de çift-düdük kullanılmaktadır. Kırgız Türklerinin kullandıkları çalgılar arasın­ da tulumun mevcudiyeti de göze çarpar. Binaenaleyh, bir zaman­ lar Avarlardan bir kolun ta Trabzon'a kadar uzandığını ve Trab­ zon çevresinde birçok Avar ailelerinin yerleştiklerini gözönüne alacak olursak, bu müzik aletinin durumu daha iyi anlaşılmış olup, tulumun Avarlar vasıtasıyla Anadolu'ya gelmiş olduğu ke­ sinlik kazanır. Esasında tulum kelimesi Öztürkçedir ve bütün türk lehçele­ rinde bu kelime mevcut olup, "içi çıkarılmış davar derisi, kırba manalarına" geldiği görülür. Kaşgarlı Mahmud da aynı anlama gelmek üzere Divanü Lügat-it Türk'de "tulum" kelimesini kullanarak, Öztürkçe olduğunu göstermiş ve hatta Divan'ın bir yerin­ de ''TİM"kelimesine temas ederek "şarap dolu tulum" anlamına geldiğini belirtmiştir (568). Bugün de Anadolu'da tulum ve tuluk Peynirlerinin varlığından haberdarız. Bu hususlardan da anlaşılacağı gibi, Yunanca'da görülen ve "şişkinlik" manasına gelen TILI-



284



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



MOS/TULUM (OS) kelimesi dahi doğrudan doğruya Türkçe'den Yunancaya geçmiş bir kelimedir. Bu itibarla, Türk icadı olan tu­ lum çalgısı Türkler vasıtasıyla Avrupa'ya kadar getirilmiş ve za­ manla buradan ta İskoçya'ya kadar uzanmıştır." (sf. 145, 146) Lazların etnik kökenlerini oluşturan unsurların öğrenile­ bilmesi için sadece bu bölümde verilen değil, Kolkhide kültü­ rünü yoğuran kavimlerle ilgili olarak Türklük ve Anadolu baş­ lıklı bölümde İskitler (Sakalar) kısmının ve de ayrıca "Çerkesler" ve "Gürcüler" başlıklı bölümlerinde Kolkhide uygarlığıyla ilgili kısmın mutlaka okunması gerekir. Sunulan tarihi kanıt niteliğindeki veriler değerlendirildi­ ğinde Lazların etnik kimlik oluşumu açıklık kazanmaktadır. 1- Lazlar Rize, Arhavi, Hopa, Batum kıyı çevresinin yer­ leşik halkıdır. 1873 Osmanlı kayıtlarında nüfusları 53.000 gös­ terildiğine göre eski zamanlarda küçük bir kavimdir. 2- Kolkhide bölgesinin yerli bir unsuru olan Lazların et­ nik kimlik oluşumunda en etkin unsurlar arasında M.Ö. 800 yı­ lında başlayıp M.S. 12. yy.'a kadarlık 2000 yıllık süreçle Saka­ lar, Alan, Sarmat Türkleri ve Kıpçak, Bulgar Sabir, Hazar, Borçalu, Avar Türk kavimleri bulunmaktadır. 3- Sadece bazı yörelerde bazı kelimelerin Yunanca olması köken karışımının bir kanıtı olmayıp, Lazların bütün ticareti elle­ rinde bulunduran Yunanlıların dillerini de öğrenme zorunlulu­ ğunun sonucudur. Ayrıca Lazların koyu Hıristiyan olarak ya­ şadıkları 1000 yıllık dönemde Yunan kilisesinin etkisinde kal­ maları da Yunancanın yaygınlaşmasını sağlamıştır. Laz bölge­ sindeki Grek isimli şehirlerin kurucuları Lazlar değildir ve bu şehirlerdeki tüccar zümreler Bizans'ın çekilmesiyle yurtlarına dönmüşlerdir. Kalan önemsiz küçük bazı gruplar Lazlaşrmştır. 4- Lazika'nın Osmanlı egemenliğine girdiği 1461 yılından itibaren toplumsal kaynaşma başlamıştır. Çünkü Osmanlı buraya sadece asker değil nüfus da getirmiştir. Ayrıca Lazlar kısa sürede müslümanlığı benimsemiş ve Türk ve Laz toplum ara-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



285



da kaynaşma engeli kalmamıştır. İlk etnik kökenlerinde Türklük de bulunan müslüman Lazlar Türklerle bugüne kadar 537 yıl kız alıp vermişlerdir. Osmanlı donanmasında denizcilerin % 70'ini oluşturmuşlar, ülkenin her yönüne yayılmışlardır. 5- 75 yıllık Cumhuriyet döneminde Laz-Türk kaynaşması ivme kazanmış ve bugün ülkenin her yanında Laz ve Türk ai­ leler akrabalık bağlarıyla kaynaşmış durumdadırlar. 6- Lazlar müslüman oldukları dönemden itibaren vatanla­ rını, bayraklarını 500 yıl Osmanlı ve Türk olarak Ruslara, Av­ rupalılara karşı savunmuşlar, yiğit, savaşçılar olarak tarihlere geçmiş kahramanlıklar göstermişlerdir. Sonuç olarak, Bugün Laz olarak tanımlanan vatandaşlarımızın Türk kimliğiyle sorunları yoktur. Lazlık onlara Romalıların verdiği bir isimdir. Türklükleri ise 2800 yıllık bir süreç içinde ataları arasında bulunan kavimlerden miras aldıkları ve Anadolu Türklüğü içinde kendilerinin yoğurduğu bir kimliktir. Konda A.Ş.'nın 1993 İstanbul araştırmasında ana-baba tarafından Lazım diyenlerin oranı %4.28'dir. Aynı grubun tamama yakını, "kendinizi ne hissediyorsunuz?" sorusuna Türk cevabını vermiştir. Lazların bugünkü nüfusu, kişi beyanına dayalı olarak yaklaşık 200.000 civarındadır.



286



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Doğu Karadeniz Bölgesinde Türkmenler Tarafından Kurulmuş Yerleşim Birimleri Artvin ili Kobak: Köy (Yusufeli) Kumanca şahıs adı. Beç-Avul: Köy (Merkez) Başkurt, Tabin kabilesinde oy­ mak adı. Makaret: Mahalle yöre adı. Hers ve Uşkum köyleri (Yusu­ feli) Başkurt Yurmati oymağı. Anlamı, kısa, bodur, genç adam. Bakad: Yayla adı. (Şavşat), Mikeletköyü. Ongurlarda şehir adı. Hamrut/Kamrut: Köy (Yusufeli). Zevikal köyünde mezra adı. Başkurt-Nogay Yolu kabilesinde Tabın'a bağlı oymak. Hıva/Hive: Köy (Ardanıç) Türk boy ismi. Orta Asya'da şehir ve hanlık ismi. Suvet: Köy (Merkez) Hazer Türklerinde köy ismi. Divanı Lugat-it Türk "Suvlag" hayvanı sulanacak yer suvet-yalak. Oker: Köy (Yusufeli) Türkmen şahıs ve aşiret ismi. Div. Lug.-Trk. "Okar at" alnında akı olan at. Daba: Köy (Şavşat) Kırgızlarda oymak ismi. Mezra. İtik: Mezra (Yusufeli Erkinis bucağı) Kuman kökenli isim. Köpek anlamına da gelir. Haravul/Kara-avul: Köy (Ardanuç) Ensari Türkmenleri­ nin bir boyu. Tünges: Köy (Yusufeli) TUNGES-TÖNEKES Orhun ya­ zıtlarında dağ ismi. Karavat: Köy (Şavşat) Türkçe isim. Bulgar Türklerinin bir hanının adı Karabat. Oğdar: Köy (Yusufeli) Oğdar-oktar Türkçe erkek adıHun beylerinden Rua'nın kardeşi.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



287



Baragan: Barka köyünde mahalle (Yusufeli) Türk erkek adı. Altay efsanelerinde bir kahraman. Kırım'da da köy adı. Saka(lar): Muhtarlık. Berta nahiyesi. Türk. SAKA kavmi. Barat: Zemavan köyünde bir mahalle. (Yusufeli) Altaylı Teleut'larda bir boy. Macaristan'da da sık rastlanan yer adı. Beran(et): Pınarlı köyünde bir mahalle (Şavşat). Türkçede Bavan "boynuzsuz koyun." Kazan Türkçesinde beran erkek kuzu. Sakalarda bir kabile. Terek: Mezra (Arcıvan köyü) (Yusufeli) Türk erkek adı. Türkistan'da, Kafkasya'da yer ismi. Koçkar(et): Mezra Bit köyü (Yusufeli) Kazak-Kırgız oymak ismi. Tanrı Dağlarında bir bölümün adı. Artvin: Artbin Türkçe bin tepe anlamına gelir. Bin, art, tepe. Kelensev: Mahalle, Barkal köyü (Yusufeli) Kazak, Kafkan tatarlarında soy adı. Veçenket: 24 oğuz boyundan olan Peçenek/Becere'den değişme (Mahalle/Yusufeli) Porta: Köy (Merkez) Borta Türkçe "boz" anlamında Borta-Çına, Bozkurt. Uğuz Mezerleri: Yüksek yerlerdeki kutsal ziyaretlere ve­ rilen ad. Oğuz. Karguyel: Dağ (Yusufeli) Karguy, dağ doruklarına yapı­ lan yüksek yapı (Div. Lug. Türk.) Hung-Gımek: Köy (Yusufeli) H u n ve Gımek iki Türk kavmi. Şamırhev: Köy (Borçka) Kabır-kev. SABIR-SUVAR Türk boyu. Suara: Köy (Ardanuç) Sabır, Suvar Türk boyu. Telaffuzları ZUVAR, SUVARAN, SAMIR, SUARA. Ahot/Akot: Köv (Yusufeli) Sibirya'da nehir ismi. Akot-ay. Türkçe.



288



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Avına/Avana: Köy (Borçka) Türklerde erkek adı. İtil: Yayla adı. Erkinis bucağı (Yusufeli). Divan-ı Lugat-it Türk'te Kıpçak illerinde akan bir ırmağın adı. Lök: Köy (Yusufeli). Divan-ı Lugat-it Türk'te bir ağaç adı. "Kılıç, hançer, keski gibi şeylerin saplan berkitilir." Karakeçi­ lilerin kullandığı bir kelime. Sırya/Syra: Nahiye (Merkez). Eski Türk dilinde "bira, şa­ rap." Sırya nahiyesi çok eski tarihlerde şarapları ile ünlüydü. Sokar: Mezra, Oker köyü (Yusufeli) Sukar Sibirya'da bir Türk boyunun ismi. Divan-ı Lugat-it Türk, Sokar koyun, boy­ nuzsuz koyun. Hayta Oğlu: Mahalle, Kocabeyköyü (Şavşat). "Hayta" yörüklerde bir oymak adı. Maraş: Mahalle, Peterek köyü (Yusufeli). "Miriş" Teke Türkmenlerinde bir boyun adı. Karadağ: Dağ (Yusufeli) Azerbaycan'da bölge ve Türk kabile adı. Başkurt Türklerinden bir kavim. Kazak(lar): Mahalle, Kolüg(i) Sufla köyü (Yusufeli) Büyük Türk kavmi. Ayrıca Kölüğ de Türkçe'dir. Ardeşen: İlçe. Nogay Türklerinde kadim bir boyun adı. Ardışın/Irdeşen. Hopa: İlçe. Hopa. Malatya'nın Kahta ilçesine bağlı bir köy. Aslı KOPAK. Türk erkek adı. KOPAN. Hopan, Türk boyu. Obi/Cala: Köy. Afganistan'da Oğuzlar'ın Karadaşlı bo­ yuna bağlı bir oymak CALA(lı). Cala: Mahalle, Hungimek Sufla köyü (Yusufeli). Afganis­ tan'da Oğuzlar'ın Karadaş boyuna bağlı bir oymak CALAC, "yerleşmeye uygun yer." Macar: Mezra, Erkinis bucağı (Yusufeli). Türk boyu. ONGUR. (HUNGAR) Kıcaklı/Macarlı: Dere adı, Kumrutköyü (Yusufeli). Macar­ lar yerleşim adı olarak Anadolu'da çok yaygındır. Macarlar (On ogur) büyük bir Türk kavmidir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



289



Kumrut/Hamrut: Köy. Bozkurt Türklerinde bir oymak adı. Merya: Bucak (Şavşat). Mirya. Türk kadın adlarındandır. Avrıca Fin Türklerinin bir boyunun adı. Şana: Köy (Hopa) Türkçe'de kurt anlamında. Şor Türkle­ rinde "kayak" anlamında. Türk erkek ismi. Zor: Köy (Yusufeli). Türkmen boyu. Bu köy Türkmenle­ rin iskanıyla kurulmuştur. Bu köydeki aile adları da Türkmen adlarıdır.



Trabzon ili Kapan: Köy (Of). Oymak adı. Göklenler'de tire adı. "Bü­ yük, üstü kapalı alış veriş yeri" anlamında. Kotlu: Mahalle, Yukarıogene köyü (Of) KOT Sibirya'da bir Türk boyu. Anadolu'da "ölçek". Şinik: Köy (Akçaabat) Uygur Türkçesinde çınar ağacı (Div. Lug. Türk) Kumrıt: Köy (Of). Başkan, Nogay Yolu kolunda Tabın oymağı. Kutula: Köy (Maçka) Türk erkek adı. 12. yy. bir Türk ha­ nının adı. Zurha/Surna: Köy (Merkez) Erkek adı. Alp Er Tunga'nın oğlunun ismi Surha. Şova: Köy (Vakfıkebir) Teke boyu, Kara, Daşayak şubesin­ de bir oymak. Bırnak: Köy (Sürmene) Akkoyunlulara tabi olmuş bir boy (Bırnak-Burnak). Uta: Mahalle, Makavla köyü (Sürmene) Altay'larda nehir ve havza adı. Karagaş Türklerinin yurdu. Matara: Mahalle, Baksa köyü. Kerkük'te bir Türkmen köyü. Sekel: Mahalle, Çifteköprü köyü (Sürmene) Boy ismi. Kabar 6. yy. Tuna boylarında yerleşik. Ak(lar): Mahalle, Aksu köyü (Sürmene). İran'da Türkmen Ak Atabay kolu mevcut.



290



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kara: Mahalle, Horavi köyü (Akçaabat) Türkmen oymak adı. Ensani Türkmenlerinde 12 oymağa sahip bir boy. Aydınlı: Mahalle, Solaklı köyü (Of). Azerbaycan'da bir Türk kavim. Türk erkek adı. Bıyıklı: Mahalle, Ganeni köyü. Yörüklerde bir oymak adı. Çakırlı: Mahalle, Avanos köyü (Sürmene) Ak ve Karakoyunlulara tabi olmuş bir Türkmen boy. Os: Köy (Sürmene). Os ya da Uset Kafkasya'da Türk kö­ kenli grup. Şur: Köy (Of). Altay'larda bir Türk boyu Şur, Şor. Çamurlu: Mezra, Minareköyü (Akçaabat) Türkmen oymağı. Kalaya: Mahalle, Burnak köyü (Sürmene) Türkmen oyma­ ğı. Göklen Bayındır koluna bağlı bir tirenin adı. Kabasakal: Köy (Vakfıkebir). Yörüklerde bir oymak adı. Aho Ako: Köy (Sürmene). Yakut lehçesinde ako "yüksek, yukarı yer" Sibirya'da nehir ismi (Ago Ako). Gardı Mera: Köy (Akçaabat). KARDU(K) Türk boyu. Tiyanşan'da bir köy (Kardu). Zavera: Köy (Maçka). Sabır, Suvar Türk boyu. Türkiye'de bölge ağızlarında Zuvar, Suvar(lı), Suvar Zivir-Zavera. Hazar/Kuzen: Of ta 2, Sürmene'de 1 köy. Hazar/Ozan: Hazar, büyük devlet kurmuş Türk Kavmi. Koman(ıt): 2 köy (Of). Kuman (Goman) ünlü Türk kav­ minin adı. Karadağ: Mahalle, Köprübaşı köyü (Sürmene) Azerbay­ can'da bölge, kabile adı. Başkurtlar'a bağlı bir kabile. Zorlu: Köy (Of). Türkmenlerde boy adı. Anadolu'da sık rastlanan köy ismi. Balaban: Köy. Bir Türk oymağının adı. Yaygındır. Ilan(os): Köy (Akçaabat). Türkçe ilan/yılan. Bulgar Türk­ lerince sayılan hayvan.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



291



Karaman: Köy (Akçaabat). 24 Oğuz boyundan Salurların bir kolu. Araplı: Köy (Sürmene). Arap bir Türkmen boyunun ismi­ dir. Bu anlamda Arap kavmiyle ilgisi yoktur. Göklen Türkmenlerinde, Özbeklerde oymak.



Rize ili Ardeşen: İlçe. Nogay Türklerinde bir boy; Irdeşen/Ardışın/Ardeşen. HunaryHungar: Köy (Pazar) Macar Türklerinin adı. Aslı ONGUR (HUNGAR)dır Çakmakçı(lar): Köy (Merkez). Türkmenlerde oymak adı. Gürgenli: Muhtarlık (Çay). Yomut Türkmenlerinde oy­ mak adı. Kutat/Kutad: Köy (Pazar). Türkçe'de kut kökünden KUTAD veya KUTADMAK; "uğurlu kılmak, devlet idare et­ mek" anlamında. Koda: Mahalle. Sıfat köyü (Suvat). Semerkant'da dere adı KODA/KUDA Kışlık ayva. Sarısu: Muhtarlık (Çayeli). İran Azerbaycan'ında Türk­ men köyü. Orta Asya'da yer ismi. Güneşli: Köy (Merkez). Ensari Türkmenlerinde bir bo­ yun adı. Sapı: Köy (Pazar). Afganistan'da Sarık Türkmenlerinin Pulat-Şah Şubesinin bir oymağı. Azaklı: Köy (Merkez). Türk erkek adı. Oğuz Beyi; AZAK (Div. Lug. Türk). Hopa: İlçe. Malatya, Kahta İlçesine bağlı köy. KOPAK, Türk erkek adı. HOPAN, Türk boyu.



292



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Gümüşhane ili Asut: Köy (Kelkit). Eski Türk adı. Kayı boyunda ünlü bir boyun adı. Pardı/Pardu: Köy (Merkez). Pardu/Bardu. Öztürkçe keli­ me. "Üste giyilen şey" Ovacık, Tercan, Pülümür, Suşehri ilçe­ lerine bağlı köylerin ismi. Sökmen: Köy (Kelkit) Türk erkek adı. Div. Lug. Trk. "yi­ ğitlere verilen ünvan." Hadırak/Kadrar: Köy (Bayburt). Türk erkek adı. Div. Lug. Trk. "Yan, yamaç, dağ yamaçları." Kaşha/Kaşkay: Köy (Torul) İran'da bir Türk uruğu Kaşga/Kaşgay. Ara: Köy (Şiran) Altaylar'da bir boy adı. Bayburt: İlçe. Türkmenlerde ünlü bir boy Bayburtlu. Karaca: Köy (Şiran). Özbek oymağı. Arap Dere: Köy (Merkez). Türk boyu, Arap, Göklen Türkmenlerinde bir boy. Bu yerleşim birimlerinin isimleri, bugünkü Lazlığın olu­ şumunda Türklüğün rolünü göstermeleri bakımından çok önemlidir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



293



ÇERKESLER Türkiye'de "Çerkes" olarak tanımlanan topluluk gerçek­ te 1864'te Rusların sürdüğü birbirinden tamamen farklı dillere sa­ hip farklı Kuzey Kafkas halklarından oluşan 8 ayrı etnik gruptur. Çerkes diye bir halk ve Çerkesçe diye bir dil yoktur. Çerkeslik bir üst kimliktir. Kuzey Kafkas topluluklarının Ruslar kar­ şısında 1864'te acı bir yenilgiyle sonuçlanan destansı bağım­ sızlık savaşı sonrası tarihin tanık olduğu en büyük insanlık trajedilerinden biri yaşanmış ve Kuzey Kafkas toplulukları vatanlarından, mülklerinden koparılarak Osmanlı toprakları­ na sürülmüştür. Olayın tanığı tarihçilerin bir "facia" olarak tanımladıkları sürgün esnasında yüzbinlerce Çerkes yolda öl­ müştür. Şemseddin Sami'ye göre sürgün edilen 1.000.000 in­ sandan ancak 200.000'i sağ olarak Anadolu'ya varmıştır. Di­ ğer kaynaklar sürgün edilenlerin sayısını 1.500.000 Anado­ lu'ya ulaşabilenlerin sayısını 400.000 olarak gösterir. Dolayı­ sıyla Çerkeslik vatanlarından koparılmış insanların kader bir­ liğinden doğan bir özlem, dayanışma kimliğidir. Türkiye'de Çerkes olarak tanımlanan grupların etnik ad­ ları Adigeler, Abazalar, Ubıklar, Asetinler (Osset), Dağıstanlılar, Çeçen-Inguşlar, Balkarlar ve Karaçaylardır. Her birinin dili ayrıdır. Balkarlar ve Karaçaylar ise Türktür ve Türkçe konuşurlar. Tarih literatüründe ise ço­ ğunlukla sadece Adigeler için Çerkes tabiri kullanılmıştır. Abaza ve Ubıklar için de aynı tabir zaman zaman geçerli ol­ muştur. Meydan Larousse Çerkesleri Abzah, Byeduh, Şapşığ, Natuhay, Temigay, Besleney, Hakuşi, Kabartay olarak tasnif eder. (Cilt. 3) Tarihi kayıtlar Yunanlıların antik çağda Adigelere "kherket", "kerket" dediklerini, bu tanımın giderek bütün Kuzey



294



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kafkas halklarına mal olduğunu, Romalıların Kafkasya'da dolaşırken 70 tercüman bulundurduklarını belirtir. Oysa, bu kelime Türkçe "gerkes" kelimesinden gelmektedir. Çerkes adı değişmemiş olarak aynen Orta Asya'da kulla­ nılmıştır. Kazak-Kırgızlarının Bavlı Ovlı (oğlu) kabilesine bağ­ lı bir boyun ismi "Çerkes"dir. (H. N. Okun, Türk Dünyası, s. 102) Altaylarda Tanrı Dağları kesiminde bir bölüm de "Çerkes" adını taşır. Boz Ulus Türkmenlerinin bir şubesi de "Çerkes Oğ­ lu"dur. Bugünkü Gökleri Türkmenlerinin bir boyu da "Çerkes"lerdir. Çerkes ve Gerkes eski Türk efsanelerinde yer alan bir kuşun adıdır. Yunanlıların kullandığı "Kerkes" kelimesi­ nin Kuzey Kafkasya'da karşılaştıkları Çerkes, Gerkes kavim­ lerinin adlarının bir karşılığı olduğu ve bu kelimeyi Yunanlı­ ların Türklerden aldığı açıktır. Çerkes diye bilinen ilk unsu­ run Türk oymağı olduğu ise kesindir. (Hilmi Göktürk, Türk Mührü, sf. 157) Meydan Larousse olsun, İslam Ansiklopedisi olsun birçok Çerkes Tarihi olsun Çerkeslerin etnik kimliklerinin oluşumunda Türk unsurun önemli rol oynadığında birleşmişlerdir. Özellikle bölgeye daha M.Ö. 8. yüzyılda egemen olan Sakaların ve on­ ların boyları olan Sarmat ve Alan Türklerinin bu oluşumdaki yeri önemlidir. Fransız tarihçisi Deguignes, "Hunlar, Moğollar ve Türk­ lerin Umumi Tarihi" isimli eserinde "Çerkes'lerin ve "Kerkisler"in aslında bir Sibirya kavmi olduğunu ve bir zamanlar Baykal gölüne akan Ankara nehri yakınında yaşadıklarını ve daha sonra Gürcü bölgesine geçtiklerini belirtir ve Çerkesle­ rin orada KERKES namını taşıdıklarını ve Avrupalıların bu is­ mi Cırcasse'ye yani Çerkes'e değiştirdiklerini zikreder (H. Göktürk, Türk Mührü, s. 157 Ref, Deguignes'ten çeviren H. Cahit Yalçın, cilt 2, sf. 491-493) "Etnik yapılarında İskit, Sarmat, Alan kabileleri yer alan Çerkesler M.Ö. 6. yüzyılda Kuzey Kafkasya'ya yerleşmişlerdir." (Meydan Larousse, cilt 3, sf. 199)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



295



"Çerkesler tarihleri boyunca Hun, Avar, Kıpçak, Altın Ordulular ve Kırımlılar ile temasa gelmişlerdi" (İslam Ans. cilt, 3) "G-N. Potanin (Vostoçnie moviti v srednovekovom evrop, epose Moskova 1899) ise daha ileri giderek Kafkasya Milletlerindeki bütün destanların menşeini (kökenini) Altaylara kadar gö­ türmüş, motif ve eşhar itibariyle, bunların tamamen Turam ol­ duklarını iddia etmiştir." (age., cilt 3, sf. 378) "Çerkes gruplarından Karaçay ve Balkarlar Türk dili ko­ nuşurlar. Miller ise Karaçay ve Balkarları H u n İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra ortaya çıkan Kafkasya Bulgarları (Türk)'nın temsilcileri olarak görür... Osetinlerin tarihin ünlü, büyük kavmi Alanların temsilcileri oldukları kabul edilir... (sayfa 16)... Kolkhide Kazıları sırasında Abhazya'nın Kulanırkha köyünde bir başka antik kültürün verilerine de rastlanmış­ tır. Fantastik özelliklere sahip bu kültür İskit (Saka Türkleri) kültürüdür. Kolkhide kültür ürünleri ile iç içe bulunan İskit eserleri genellikle süs eşyaları, takılar, at koşumları vb.'dir. Bi­ lindiği gibi İskitler yaşadıkları çağda oldukça kalabalık bir halktı. Asya kökenli bir Türk kavmidir. Göçebe ve savaşçı bir kavimdir. Güney Rus steplerinde beşyüz yıl kadar yaşadıkla­ rı tahmin edilmektedir. M.Ö. 7. yüzyılda adları duyulmaya başlandı. Yine M.Ö. 670 yılında Küçükasya'ya yürüdüler. İran, Suriye, Filistin gibi ülkeleri ellerine geçirdiler. O dönem­ leri yazan tarihçilere göre, 28 yıl bu ülkelerde yaşadılar. An­ cak İranlıların şiddetli direnişi karşısında geri dönmek zo­ runda kaldılar. Bu olaydan sonra M.Ö. 2. yüzyıla kadar Kafkasya'nın birçok yerinde ve Kırım'da varlıklarını sürdürdüler. Kulanırkha'da yaşadıkları Arkeolog Mihail Trapş'ın kazıları so­ kucunda ortaya çıkmıştır. Bu kazılara kadar İskitlerin Abhazya da yaşamış olabilecekleri tahmin edilmiyordu. Çünkü, Herodot, İskitlerin Güneye inerken, Kafkas dağlarını sağ ta­ ­­­larına aldıklarını yazmıştır. Herodot'un yazdıklarına göre Abhazya'ya uğramış olma olasılıkları yoktur. Kulanırkha'da bulunan İskit (Saka) eserleri ondördü bakırdan, beşi de çelik-



296



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



ten yapılmış toplam ondokuz adettir. Yine aynı yerde bulu­ nan at geminin de İskit eseri olduğu düşünülmektedir. Çün­ kü benzerleri Kuban ve Dinyeper'de bulunmuştur ve 2600 yıl­ lıktır. Yine bu kazılarda göze çarpan en önemli nokta, buraya gelip yerleşen İskitlerle burada yaşayan Kolkhidelilerin kaynaşmış oldu­ ğudur. Çünkü mezarlıkları bile ortaktır. (Çerkes Tarihi; H. Ersoy, A. Kamacı, sf. 24, 25). "Sözünü ettiğimiz dönemde Abhazların Kuzey-Doğu komşuları, Adige-Çerkes halkları ve günümüz Asetinler'in ataları olan Alanlardır. Aynı tarihte bölgeye Türk Kökenli halk­ lar da gelip yerleşiyorlar." (Çerkes Tarihi; H. Ersoy, A. Kamacı, sf. 29) Prof. Dr. Hasan Tankut'ta 1938'de yayımladığı eserinde Kır­ gızların Edige ve Adige kabilelerinden bahseder. Üstelik bugünkü Çerkes grup içindeki Balkar ve Karaçaylar Türktür ve Türkçe ko­ nuşmaktadırlar. Yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı üzere Çerkes böl­ gesi halklarının etnik kimlik oluşumuna en eski dönemden itibaren katılan en önemli unsurlardan biri Türklerdir. Çünkü İskitler Türk unsurun egemen olduğu bir Asya kavmidir. Ancak böl­ ge halklarının etnik yapısını daha sağlıklı olarak belirleyebil­ mek için Kuzey Kafkasya tabirini biraz iyi tanımlamak ve binlerce yıl yan yana, iç içe yaşamış toplulukların kimler ol­ duğunu belirlemek gerekir. Kuzey Kafkasya deyince coğrafî olarak Kuban nehriyle sıradağlar arasında dar bir bölge anlaşılır. Oysa tarihi bakım­ dan bölge kuzeyde Azak Denizine, batıda Kafkas sıradağları­ nın kuzeybatısına, doğuda Hazar denizine kadar uzanır. Adige, Çeçen, İnguş, Dağıstan (Lezgi), Asetin, Ubıklar Kuzeyde­ dirler. Güney'de Abhazlar mevcuttur. Ancak Abhazların ya­ nındaki Gürcüler ve Lazlar da bu toplumlarla yakın ilişki içinde olmuş iç içe yaşayan halklardır. Bu nedenledir ki bir­ çok tarihçi Gürcü ve Lazlara da Çerkes grubu içinde yer verirler. Bu şekilde Çerkes tabiri en geniş anlamıyla 18 hal



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



297



kapsar. Bölge geniş sınırlarıyla Anadolu'nun 1/5'i kadar bir büyüklükte düşünülebilir. Çerkes bölgesinin 18 grubu değişik ölçülerde de olsa bir­ birleriyle daima ilişki içinde olmuşlardır. Özellikle Abhazlar, Adigelerle olduğundan belki daha çok Laz ve Gürcülerle te­ mas etmişlerdir. Bu 18 halkın her birinin etnik kökenini ayrı ayrı belirlemek mümkün değildir. M.Ö. 8. yüzyıla inildiğinde bölgede İskitler, Alanlar dışında bugünkü adlarıyla anılan ka­ vim de yoktur. Bu bölge birbirine yakm özellikler taşıyan iki uygarlıkla anılır. Bunlar Kuban ve Kolhid uygarlıklarıdır. Böl­ ge halkına genel olarak Kolhidler denmiştir. (Kolchid) Herodot eski Kolchida'nın yerli halkı Kolh'ları siyah derili, kıvırcık saçlı ve Mısır kökenli göstermektedir. (İslam Ans. cilt 3, sf. 839) Bu tipik bir zenci tanımıdır. Ancak bugünkü bölge halkı kumral, sarışın, açık tenli, uzun boylu ve renkli gözlüdür. Milattan sonraki dönemde buraları gezen tarihçiler, sey­ yahlar da bugünkü tipi tanımlamaktadırlar. Bu tanım Orta Asya Türklerine, Oğuzlara, İskit ve Alanlara da uygundur. Arkeolog Mihail Trapş'ın Kolkid kazılarında İskit ürünü eserler ortaya çıkardığı ve Kolhidlerle İskitlerin mezarlarının dahi ortak olduğunu belirlediği belirtilmişti. Kuban uygarlı­ ğını aydınlığa kavuşturan Maykop kazılarında bulunan eser­ ler de Hazar Türk bölgesinde bulunan eserlerle tamamen ben­ zerdir. Amerikalıların Hazar Denizinin Güney Doğusunda (İs­ kitlerin ve Hazar Türklerinin yurdu) Astarabat'ta yaptığı kazılar­ da Alman arkeolog F. Schmidt "TEPEHİSAR" kurganını açmış ve çıkan eserlerin Abhaz'daki Maykop kazılarında bulunan­ larla aynı olduğu görülmüştür. (Çerkes Tarihi, H. Ersoy, A. Kamacı, sf. 22) Gerek Maykop gerek Kolkhide kazılarının bulguları Çerkes bölgesinin en eski yerleşik (otohton) halklarından birinin Türk unsurlar (İskit) olduğunun açık kanıtlarıdır. Türkler bölge halklarının etnik oluşumunda elbette tek unsur değillerdir. Tarih kaynakları Akdeniz havzasından ve



298



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Mezopotamya'dan bazı kavimlerin Kafkasya'ya geldiklerini ve buradaki yerli halkla karıştıklarını da bildirmektedir: "Yapılan tahminlere göre, şimalden (Kuzey) göçen dolikosefal bir kavim, Akdeniz havzasından gelerek, Karadeniz sahili ile şimale doğru yayılan brakisefal bir kavim ile Kuban ırmağı (Kuzey Kafkasya) boylarında karşılaşmış ve karışmış ve bu karışmadan mezosefal bir tip meydana gelmiştir. Fakat bu mutasavvıf antropolojik tip daha çok dolikosefale yakındır. (Şimali Kafkasya mecm. Ağustos, Eylül, 1936) Pantiuhou (sf. 78 v.d.) Çerkeslerin tam sub-dolikosefal tipinde olduklarını söy­ lemektedir. Bu tiplerde açık göz renklere siyah gözlerden da­ ha bol rastlarız. Mamafih bunların esmer brakisefaller ile ol­ dukça karışmış oldukları görülür." (İslam ans. cilt 3, sf. 377) "Kafkasya milletlerinin Yafes'in oğlu Targames (Torgoma)'den geldiği hakkında "efsaneyi" nakleden St Martin (11, 57,176 v.dd) e göre... Kartvel adının Gürcülerin ilk anayurtları olarak anılan ve Chaldeia (Kalde) ilgili sanılan Kardu'dan gel­ diği iddia edilmektedir. Buna göre.... İberler, Chaldeia-Urartu camiasına dahil iken VI. (M.Ö.) asırda VAN havalisinden çıka­ rıldıktan sonra kendilerinden önceki kavimleri kısmen şima­ le (kuzey) sürerek ve kısmen de onlar ile karışarak Kafkas­ ya'ya yerleşmişlerdir." (İslam Ans. cilt 4, sf. 837) İslam Ansiklopedisinin cildinin 838. sayfasında çok sayı­ da tarihi kaynak referans gösterilerek Kafkasya'ya Bulgarlar, Borçalular, Sabirler, Hazarlar, Kıpçaklar, Bulgarlar gibi birçok Türk kavminin daha gelip yerleştiği belirtilmektedir. M.Ö. VIII. yüzyılda başlayan Türk yerleşim ve istilalarının M.S. VII. yüzyıla kadar Güney Kafkasya'ya, Orta Asya'dan Kuzey Kaf­ kasya üzerinden gelen çok sayıda Türk boyu ve kavmi hak­ kında GÜRCÜLER bölümünde İslam Ansiklopedisinden (cilt, 4) aktarılan geniş bilgi verilmiştir. Hemen hemen tamamı Batılı, Rus, Kafkas, Grek tarihçi arkeo­ log, seyyahlarının teshilleri olan alıntılarda mevcut bilgiler göster-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



299



mektedir ki Kafkas Topluluklarının etnik oluşumunda İskitler, Alanlar, Hazarlar, Kıpçaklar, Sabirler (Türkler), hatta Doğu Anado­ lu kavimleri etkin olmuşlardır. Alanlar sonradan dil değiştirmiş ol­ makla beraber Türklükleri tarihi verilerle kanıtlanmış bir kavimdir. İskitler'in ise çoğunluk ve egemen unsurun Türk olduğu Orta As­ yalı kavimlerden oluştuğu bilinmektedir. Esasen gerçeği ifade etmek gerekirse, Çerkesler, Gürcüler, haz­ lar dahil olmak üzere bütün Kafkas unsurlar ırkî nitelik itibariyle yaklaşık 2800 yıl boyunca Türklükle yoğurulmuş etnik oluşumlar­ dır. Arkeolojik kazılardaki bulgular ve tarihi veriler bu gerçeği açık­ ça kanıtlamaktadır. M Ö . 800'de İskitlerle başlayan Türklerle kay­ naşma, bu bölgede Alanlar, Hazarlar, Sabirler, Bulgarlar, Avarlar, Buntürkiler, Barslılar (Borçalular), Kıpçaklarla 13. yüzyıla kadar ke­ sintisiz sürmüştür. Ayrıca, Kafkas topluluklar 1461'de Güney ve 1578'de Orta Kafkasya'yı fetheden Osmanlıyla 300 yıldan fazla beraber olmuşlar­ dır. Bu birliktelik Gürcü ve Lazlarla 537yıldır sürmektedir. Çerkes­ ler ise 1864'ten buyana 141 yıldır Anadolu'dadırlar. Türklükle Kafkas topluluklarının 2800 yıllık derinliği olan kaynaşma gerçeği karşısında denilebilir ki, bugün Türkiye'deki Çerkes, Gürcü ve hazlar ırkî nitelikleri itibariyle diğer pek çok etnik un­ surdan çok daha fazla Türktürler. Ancak etnik kimlik sürekli bir oluşumdur. Bölgeye daha sonra gelen topluluklar büyüklükleri ve ilişkileri oranında mevcut tabakayla karışmışlardır. Tarihi kaynaklar etnik oluşu­ ma katılan topluluklar olarak Araplar, İranlılar, Moğolları da sayarlar. Asli unsurlar yerli halk ve bunların yanında Türklerdir. Kafkasya M.S. 2. yüzyılda Romalıların egemenliğine girmiş ve halk Hıristiyanlaştırılmaya başlanmıştır. M.S. 6. yüz­ yılda Jüstinyen zamanında bütün bölge Hıristiyanlığı benimsemiştir. 5. asırdan itibaren ise Bizans-İran çekişmeleri başlamış ve bölge el değiştirmiştir. 7. yüzyılda Arapların istilaları başlamıştır.



300



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Osmanlılar bölgeyi 1341'de başlayarak 1475'e kadar ku­ şatmışlardır. 1341'de Trabzonu ele geçirmişlerdir. 1380'lerde Ordu ve Giresun Çepni Türkmenlerince alınmıştı. 1461'de Fa­ tih Sultan Mehmet yine Trabzon önlerindedir. 1475te Kuzey­ de Kefe ve Azak Osmanlıların eline geçer. Yavuz Sultan Selim'in Trabzon valiliği döneminde yoğun bir İslamlaştırma faaliyeti başlatılır. 1578de Sohum'u da ele geçiren Osmanlılar Abhazyayı'da alarak bütün bölgeye egemen olur. 17. yy. ge­ lindiğinde bir bölüm Gürcü dışında bütün halklar müslümanlığı benimsemiş durumdadır. 18. ve 19. yüzyıllarda bölge Osmanlı-Rus çatışmalarına sahne olur. Müslüman halk Osmanlıların yanında yer alır. 1856 Paris Antlaşmasıyla Osmanlıların bir Avrupa devle­ ti olduğunun tescilinden sonra boğazlardan vazgeçmek zo­ runda kalarak Kafkaslar Doğu Anadolu-İran-Irak yoluyla Basra'ya inme stratejisini benimseyen Ruslar Çerkeslerle amansız bir çatışmaya girer. Bir Avar Türkü olan Şeyh Şamilin önderliğinde Çeçenler, Ubıklar ve tüm Kuzey Kafkas halkları destansı bir direniş ser­ giler ancak mağlup olur. 1861 yılında zaferden emin olan Rus Çarı Aleksandır II. Kafkasya'ya geldiğinde Çerkeslere iki se­ çenek tanır, ya Osmanlı topraklarına göç, ya da sürgün. 1864 yılında savaş kesin olarak kaybedilince Ruslar Karadeniz sa­ hillerindeki Çerkes yerleşimlerini tamamen ortadan kaldırdı­ lar ve Çerkesleri acımasızca katledip, tehditle Osmanlı top­ raklarına sürdüler. Çok üstün bir gücün karşısında tarihin tanık olduğu en büyük destanlardan birisi yaratan bir avuç Kafkas Halkının yaşadığı bu sürgün insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden biridir. Ubıkların ve Cigetlerin tamamının, Adigilerin % 80'inin ve diğer toplulukların yaşadıkları sürgünü tarihçiler "tam bir facia" olarak kaydeder. Yaklaşık; çoluk, çocuk, kadın, erke 1.000.000 insan, vatanına yurduna, töresine aşık halklar, hay



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



301



van sürülerine dahi uygun olmayan şartlarda, 100.000'lercesi yollarda telef olarak Osmanlı topraklarına geldiler. Tarihçiler bu insanların ancak %40'ının sağ olarak Osmanlı toprakları­ na ayak basabildiklerini belirtirler. Osmanlı, Çerkesleri Balkanlara, Suriye'ye, Filistin'e, Mı­ sır'a, Ürdün'e ve Anadolu'ya dağıttı. Arazi, köy verdi. Balkan­ lara iskan edilenleri Avrupalı istemedi. 1878 Berlin anlaşma­ sından sonra Çerkesler tekrar Anadolu'ya ve diğer Osmanlı ülkelerine dağıtıldılar. İşte bugün Türkiye'de Çerkes olarak tanımlanan vatandaşları­ mız böyle bir felaketi yaşamış. Kuzey Kafkas halklarıdır. Verilen bilgiler Çerkes kimliğinin temellerini de açıkla­ maktadır. Çerkeslik bir üst kimliktir. Çerkeslik, bölge kültürü paylaşan, yıllarca aynı cephede aynı savaşı vermiş, sürgün fa­ ciasını yaşamış, aynı çileleri çekmiş, vatan, akraba özlemiyle tutuşmuş "farklı" kökenlerden farklı dillere sahip toplulukla­ rın ortak "direnç" "umut" "hasret" "dayanışma" kimliğidir. Türkiye'deki Çerkes grupların Kuzey Kafkasya'daki soydaşlarının hiçbiri kendilerine Çerkes demezler. Türki­ ye'deki gruplarda da kendi aralarında asli kimlikleriyle ko­ nuşurlar.



1864 sürgünüyle Anadolu'ya gelen yaklaşık 400.000 Çerkes'in bir bölü bölümü ise Anadolu'da Sinop-Adana, Reyhanlı hattı üzerine yerleştirilmişlerdir. Ancak bugün göç ve kentleşme sonucu bütün büyük şehirlerde ve Batı'da da Çerkesler mevcuttur. Türkiye'deki Çerkes grupların Kafkasya'daki nüfusları Şöyledir: Adigeler



507.000 (1992)



Abhazlar



105.000



Asetinler



60.000



Dağıstanlılar



2.022.000 (1989)



302



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Türk olan Balkarların ve Karaçayların sayısı 4500 civarın­ dadır. Kafkasya'daki nüfusları 190.000'dir. (1992) Çeçen Cumhuriyeti'nin nüfusu ise 1.000.000'nun üzerin­ dedir. Ubıklar, bu soylu ve yiğit Çerkezler Türkiye'ye 15-20.000 kişi olarak gelmişler, ancak Adige ve Abhazlar içinde tamamı asimile olmuştur. Bugün altı nesilden beri Türkiye'de yaşayan Çerkesler köken onuruna sahip olarak Türklüğü tamamen benimsemiş durumdadırlar. Dedelerinin babaları dahi Türkiye toprakla­ rında doğmuş olan, bu toprakları vatan olarak savunmuş Türkiye Çerkesleri, kentleşmenin, iletişimin baş döndürücü ivmesi ve yeni yaşam tarzı ve içinde yaşadıkları kültürün et­ kisiyle giderek ana dillerini büyük ölçüde unutmuşlar ve top­ lumla bütünleşmişlerdir. İstanbul'da yapılan Konda A.Ş. araştırmasında ana ve baba tarafından Kafkas kökenliyim diyenlerin oranı %2.2 çıkmıştır. Kimliğiniz sorusuna cevap verenlerin ise sadece %0.46'sı Çerkes yanıtını vermiştir. %92'i Türküm demiştir. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Türkiye Çerkeslerine "anayurtlarının" kapıları açılmıştır. Bazı gruplar ül­ kelerini ziyaret etmişlerdir. Gürcü-Abhaz, Çeçen-Rusya çatış­ malarında soydaşlarına yardıma koşanlar olmuştur. Ancak görmüşlerdir ki Türkiye artık kopamayacakları vatanlarıdır. Çerkesler, yaklaşık 100 yıllık bir süreç içinde büyük bir çoğunlukla Türklükle bütünleşmişlerdir. Çerkeslerin bugünkü nüfusları, 200.000'i Adigeler, 50.000'i Abhazlar ve diğerleri olmak üzere yaklaşık 300.000'dir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



303



NUSAYRİLER Nusayriler Hatay, Adana, Tarsus ve Mersin'de yerleşik bü­ yük bir topluluktur. İnancın kurucusu Muhammed b. Nusayrul Abdiyy'in Numayridir. (öl. 873) Ancak Nusayriliği sistemleştirip yayan kişi olarak Hamdam (öl. 957) büyük saygı görür. Nusayriler'in kutsal kitabı Kitâb el-Mecmû'dur. Nusayri­ ler kendilerini Alevi kabul ederler. Aleviler de Nusayrileri kendilerinden tanırlar. Ancak Orta Anadolu Aleviliğiyle Nusayrilik çok farklıdır. Örneğin Nusayrilerde cem yoktur. Ka­ dın ibadetlere alınmaz. Kendi usullerine göre cami dışında na­ maz kılarlar, oruç tutarlar. 16 kutsal duaları vardır. Ali ve Ha­ san, Hüseyin sevgisi onları ilahlaştıracak derecededir. Gökyü­ zünde güneş Muhammed, ay Ali'yi temsil eder. Ay'a kötü söz söylemek, aya gidildiğine inanmak birçok Nusayri için gü­ nahtır. Aleviler için kutsal olan Hacı Bektaş, Abdal Musa gibi yerlerle ilgilenmezler. Ali, Muhammed, Selman isimlerinin baş harflerinden oluşan AMS inanç şifreleridir. Ali, Hasan, Hüseyin dışındaki imamlara fazla ilgi göstermezler. Haydari ve Klazi olarak iki gruba ayrılır. Klaziler Türkiye'deki toplulu­ ğun yaklaşık %30'unu oluştururlar ve daha tutucudurlar. Su­ riye'de ise Klaziler çoğunluktadır. Nusayriler Suriye nüfusu­ nun %11-15'ini oluşturur. Hafız Esat Nusayridir. Nusayrilerin birçoğu kökenlerini Horasan Türklerine dayandırırlar. Kendilerini Harun Reşid'in yerine geçen oğlu Mutasım'ın Horasanlı bir Türk olan annesinin aşiretinin to­ runları kabul ederler. Kitabımızın Türklük ve Anadolu başlıklı bölümünde Nusayri bölgesindeki Abbasiler ve Bizanslılar dönemindeki Türk yerleşimine dair geniş bilgi verilmiştir. Nusayrilerin bu Türklerin torunları oldukları kaynaklarca doğrulanmaktadır. Nusayrilerin Türk kökenli olduklarını kanıtlayan bil-



304



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



giler Türklük ve Anadolu bölümünde ayrıntılı olarak verilmişti Aynı bilgiler bu bölümde de tekrarlanmıştır. Prof. Hasan Reşit Tankut 1938 tarihinde yayınlanmış Nusayriler ve Nusayrilik Hakkında isimli kitabında ilginç bilgiler veriyor. "Nusayrileri tarafsız ve ilim gözü ile tetkik etmiş olan antropolog Felix Von Luschan Nusayrileri Anadolu Alevileri ile birlikte tetkik eder. Etnoğrafik birlikleri sayıp belirttikten sonra der ki: "... onların (Nusayrileri kasdediyor) ciddi ve sakin tavırla­ rı, somatolojik vasıfları baştanbaşa ve tamamen Lycia (Likya, Antalya ve Hinterlandı) Tahtacılarını (Türkmen) andırır. (Tahtacı­ lar Türkmen Alevileridir). Her iki taraf için Sünniler, Alevi adı­ nı verirler. Ben bunların kafa endisini aldım vasatileri 85'dir. (2)" Bu vasati ideal Türkmen vasatisidir.1 "Bu zat, Tahtacılarda (Antalya taraflarında dağ halkı) kafa endisini vasati 86 bulmuş ve gençlerin açık renkli olduğunu görmüştür. Bu endis ve müşahede Nusayrilerin Anadolu hal­ kından ve büyük Türk ırkının güzide bir şubesi olduğunu ispat için kafi olmakla beraber, müddeilerin ne kadar kötü duygularla ha­ reket ettiklerini ve ilmi, politikaya veya gareze alet etmek için hakikaten ne kadar uzaklaştıklarını tavzihe mecburuz. Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı Profesör Bayan Afet'in Bükreşte 1 Eylül 1937'de 17. toplantısını yapan "Congres International d'Anthropologie et d'Archeologie preshistorique" da yaptığı (Une etude Anthropometripue sur 200 femmes Turques. "en Turquie") adlı komünikasyonundan aldığım şu endisler Anadolu ve Suriye'deki Sünni ve Alevi bütün Türklerin bugünkü ve ma­ zideki ırklarını sarahat ve katiyetle ifadeye kafidir.



1 Kafatası endisi, antropoloji biliminde toplulukları fizyolojik olarak tasnifte geçerli bir ölçüttür. Bu ölçütün, belirli bir ırkın üstünlüğünü savunan "kafatasçılıkla" ilgisi yoktur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



Elisef Von Luschan Von Luschan Von Luschan Chantre Chantre Hauschild ve Wagenseil Pittard Şevket Aziz Kansu



Umumiyetle Türk Batı Türkü Tahtacı Alevi (Türkmen) Nusayri Anadolu Kızılbaş (Türkmen) Kapadokya Türkü Anadolu Türkü Anadolu Türkü Anadolu Türkü



305



84.40 81 86 86 86.11 84.53 84.19 84.78 84.19



Profesör Bayan Afetin 200 Türk kadını üzerinde yaptığı tetkik 85.06 vasatini vermiştir. Bundan çıkaracağımız netice; Anadoluda ve Hatay'daki Sünnilerin 81-85 ve Alevilerin 85 vasati verdikleridir. Brakisefal olmayan bir camiada bu endisleri bulmak im kan dışındadır. Gerek Anadolu'da gerek Hatay'da Aleviler başkalarıy­ la evlenmedikleri için onların kafa vasatileri 85'den aşağı düşmemiş ve kendileri de tamamen fort brakisefal kalmış görünüyor." (sf. 12) "Burada birkaç kelime ile Samiler'in (arap) antropolojik vasfından da bahsetmeliyim. Anadolu'da ve Hatay'da endis sefalik 85 etrafında olduğu halde, Arapların umumi endis sefaliği 72-75 arasındadır." (sf. 14) Bu bilimsel verilere göre de Nusayriler Türktür ve Sami, Arap ırkından olmaları mümkün değildir. Zaten Nusayrilerin bir bölümü kendileri de Araplığı kendileri de kabul etmemekte ve Türlüklerini savunmaktadırlar. Nusayrilerin bir bölümü de kendilerini Eti Türk'ü olarak kabul ederler. Nusayrilerin bölgeye Abbasiler zamanında yerleştirilmiş olduklarını doğrulayan ayrıntılı bilgiler Türklük ve Anadolu bölümünde verilmiştir. Nusayrilerin asli köken olarak Türk oldukları Halep Salnamelerine İbn-i Batuta, Bertrandan de la Broquire, Prof. D. M. Fuat Köprülü, Taberi Mes'udi, İbn Havkal, Schlumberger, Ebi Ami Osman b. Abdullah b. İbrahim al Tarsusi, G Le Strange, Ramsey, Le-



306



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



beau'nun eserlerine dayanılarak kanıtlanmıştır. (bkz., Türklük ve Anadolu, Abbasiler) Hatta bu Türkleri buraya getiren Türk kumandanların isim­ leri dahi tesbit edilmiştir. Bunlar arasında Ebu Süleym Ferec el Hadim et Turki, Muhammed b. Sül, El Afşin Haydar, b. Kaus Ebu's Sac. Mubarek et Turki, Zirek et Turki, Boğa el Kebir isimli komutanlar vardır. (bkz. Türklük ve Anadolu, sf.74) Hilmi Göktürk, Türk Mührü isimli eserinde pek çok kaynağa dayalı olarak Hatay, Adana, Mersin, Tarsus ve civa­ rında yaşayan halkın Türk kökeni konusunda; şu önemli bil­ gileri vermektedir: "Mesudi'de bir rivayetinde Malazgirt sava­ şından iki asır önce, Tarsus gemileriyle bir kısım VOLGA TÜRK­ LERİNİN Tarsus kıyılarına çıkarak, o taraflarda yerleştiklerinden bahseder (10). Nuredinî Şehidin babası İmadüddin Zengi'de, Oğuzlar'ın bir kolu olan YIVA'ları Suriye sınırlarında yerleştirmişti. Daha Abbasi Devletinin sultanlarından MUTASIM'ın, gerdi Amuriyûm ve gerekse Ankara üzerine göndermiş olduğu "büyük ordu kumandanlarından son neferine kadar Türklerden meydana" getirilmişti. Çok eski tarihlerden beri, Şimalî Suriye ve Kilikya ha­ valisi de gayet kesif Türkmen kitleleriyle kaplıydı; 'kezalik milâdi 722'de çıkan bir kargaşalığı bastırmak için, bu havaliye Suriye'den gelen OTUZBİN kişilik ordu Türklerden" mürekkepti. Milâdi 760'da, Abbasiler'in bu havalinin asayişiyle vazifelendirdiği bu or­ dunun da hemen hemen tamamı yine Türklerden teşekkül ettiril­ mişti (11). Diğer taraftan Bizans İmparatorlarından Aleksi Kommenos'un Muğla'ya, Andronikos'un Manisa'ya çok sayıda TÜRK OYMAKLARINI yerleştirdiklerini de biliyoruz. Binaenaleyh, daha birçok Bizans imparatorlarının Türk kollarından BULGARLARI, HAZARLARI, AVARLARI, PEÇENEKLERİ, KUMANLARI UZLARI kesif kitleler halinde Anadolu'nun muhtelif yerlerine yer­ leştirdikleri de bilinen hususlar arasındadır. Hele Bizans ve Arap hudut boyları kesif Türk kitleleriyle kaplıydı. Çünkü sık sık Arap ve Bizans mücadeleleri "her iki tarat da hudut boylarına savaş? Türkleri yerleştirmeye mecbur etmişti." (12)." (sf. 9, 10)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



307



"Abbasi Devletinin sultanlarından Mutasım zamanında gerek Amuriyûm ve gerekse Ankara üzerine gönderilen ordunun ta­ mamı da Türklerden meydana getirilmişti. Eski tarihlerden beri, Şimali Suriye ve Kilikya havalisi de gayet kesif Türkmen kitleleriy­ le kaplıydı. Halep Salnameleri üzerinde kıymetli araştırmalar ya­ pan Sayın H. Fehmi Turgal da bu gerçeği ortaya koymuş ve hatta bu salnamelerde H 1290'dan 1310 yılına kadar olanlarının Antak­ ya ahalisinden bahsettiğini ve Antakya Müslümanları ile Ermeni­ lerinin Türkçe konuştuğu hususunda bir kaydın da mevcut oldu­ ğunu görmüş ve bu itibarla haklı olarak, bu hususa temas eden mü­ ellifimizin belirttiği gibi, "Değil Halep'te, o zamanlar İstanbul'da bile Türkçülük bir günah, milliyetçilik bir küfür sayılırken hiçbir iddia gözetmeyerek Halep salnamelerine yazılan bu gerçek ancak intakı hak tabiriyle ifade edilebilir. Çünkü gerek müslüman Türk­ ler, gerek Gregoryen Türkler ancak Türkçe konuşabilirdi" (68). Ana lisanlarının Türkçe olduğunu gördüğümüz bu cemaatta eski Türk­ menlerin birer kalıntılarından başka bir şey değildir. Daha doğru­ su hıristiyan olmalarından ötürü, bu Türklere de Ermeni gözüyle bakılmıştır. Buna imkan yok ama, şayet ana lisanları Türkçe olan bu Türkmenleri Ermeni olarak kabul etsek dahi "daha Küçük-Ermenistan krallığınm yıkılmasından önce, Şimali Suriye ve Kilikya havalisi gayet kesif Türkmen kitleleriyle kaplanmış bulunuyordu ki bunların büyük bir kısmı daha o sahada Ermeni Devleti teşekkül et­ meden, hatta Ermeniler oraya ayak basmadan önce gelip yerleşmiş­ lerdi. Tafsilat için İbni Batuta'nın ilk cildinde bu havali hakkında verilen izahlara, (Cihan-Nümâ'ya, sf. 593) ve İbn Battuta'dan hemen bir sonra o yerlerden geçmiş olan Bertrandon de la Broquiere ve XVII. asra ait Evliya Çelebi'nin verdiği kıymetli malumata bakınız. Eldeki tarihi ve coğrafi vesikalar bu meseleyi layıkıyla aydınlatmaya kâfidir" (69). Mesudi'de bir rivayetinde Malazgirt sava­ şından iki asır önce Tarsus gemileriyle bir kısım VOLGA TÜRKLERİNİN Tarsus kıyılarına çıkarak, o taraflarda yerleştiklerinden bahseder. Hatta Nureddini Şehidin babası İmadüddin ZENGİ'de. Oğuzların bir kolu olan YIVA'ları Suriye sınırlarında yerleştirmiş-



308



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



ti. Şayet daha eski tarihlere inecek olursak, "milâdi 722'de çıkan bir kargaşalığı bastırmak için, bu havaliye Suriye'den gelen OTUZBİN kişilik" ordunun tamamı Türklerden mürekkep olduğu gibi miladî 760'da, Abbasilerin bu havalinin asayişiyle vazifelendirdi­ ği bu ordunun da hemen hemen tamamı yine Türklerden teşekkül ettirilmişti. Bu mühim hususları büyük ilim adamı merhum Prof. Dr. M. Fuad Köprülünün kaleminden takip edelim." "Abbasiler zamanında Kilikya'ya gelen İslâm muhacirleri arasında, Türkler, orada kesif bir kitle teşkil ediyorlardı. Milli bir an'anelerine riâyetle, eski SARUS ve PİRAMUS'a (nehir) Türkis­ tan'daki SEYHUN ve CEYHUN adlarını veren bunlardır. İslâm sınırının bekçiliği vazifesini gören ve Tarsus'u merkez ittihaz eden İslâm emirleri arasında EBU SÜLEYMAN-AL TURKİ gibi birta­ kım Türkler de yetişmiş, hatta içlerinde sikke bastıranlar bile ol­ muştur. Bu saha Nikefor Fokas tarafından zapt olunduktan sonra da (M. 962-965) memleketin sarp köşelerinde Türk kitlelerine tesa­ düf olunuyordu. Selçuklu istilâsı buralara tekrar kuvvetli Türk kit­ leleri gelmesini ve Şimalî Suriye ile beraber bu sahanın da son de­ rece gelişmesini intâç etti (Tafsilât için Taberi, Mes'ûdî, İbn Havkal gibi eski Arap tarihçisi ve coğrafyacıları ile Schlumberger'in Un Empereur Bzantin adlı eserine ve bilhassa Ramazanoğlu'nun, Ebî' Amr Osman b. Abdullah b. İbrahim -al Tarsûsî'nin Siyerü'sSugûr (Kâtib Çelebi, Keşfü'z-Zünûn, c. I, sf. 481)'una dayanarak yaz­ dığı La Province D'Adana (Constantinople, 1920)'sına bakınız. G. Le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate (1905, chap, v.) adlı mühim eseriyle, Ramsey'in Küçük-Asya Tarihi Coğrafyasına ve Lebeau'nun Bizans Tarihi'ne de müracaat olunabilir. Sonraları doğrudan doğruya Anadolu Selçukluları'nın hâkimiyeti altına ve­ ya metbû'iyyetine geçen bu sahada Ehl-i Salip (Haçlılar), kesif Türk kitlelerine tesadüf ettiler (Albert d'Aixe, Ehl-i Salip Müverrihleri Kül­ liyatı, c. IV, sf. 342-354; Michaud). Türklerin bu sahadaki eskilikleri­ ni ve çokluklarını Ermeni tarihçileri bile inkâr edemiyorlar (Alichan, Sissouan, p. 42)" (70)." (sf. 31, 32)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



309



Nusayrilerin aslen Horasan Türkmeni olduğunu belgeleyen önemli bir eser de, Adana eski Belediye Başkanlarından Kasım Ener'in Adana Tarihine ve Tarımına Dair Araştırmalar isimli kitabıdır. (Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1978, 3. basım) Kasım Ener, Başbakanlık Arşivindeki mühimme ve tapu defterlerini incelemiş 1552 ile 1604 tarihlerinde Adana, Ko­ zan (sis) ve Kadirli (Kars) ve Hatay halkının etnik kimliğine dair çok değerli bilgiler tespit etmiştir. Söz konusu mühimme ve tapu defterlerindeki kayıtlar­ dan görülmektedir ki, bu bölge tamamen Türk oymak isimle­ ri, öz Türkçe isimler taşıyan kaza, nahiye, köyler, mahalleler ve cemaatlerle doludur. Kayalıbağ, Tepebağ, Nacarlı, Kınık, Sarucalı, Danışmandlu, Tekelu, Tahtalu, Aydoğmuşlu, Kızıl­ lar vs. gibi. Aynı defterlerde, bölge halkının etnik kökenine ilişkin bilgiler de mevcuttur. Bunları tek tek değerlendiren Kasım Ener bu bölgedeki Nusayrilerin köken olarak Irak ve Suri­ ye'den gelen Horasan Türkmenleri olduğunu belgelerle or­ taya koymuştur. Kasım Ener'in tespitlerinin kısa bir özeti mahiyetindeki bilgi kitabından aşağıda aktarılmaktadır: "Brockhaus ansiklopedisi Nusayrilerin 872 yılında Ismaili2 lerden ayrıldıklarını ve bunun üzerine Irak'tan Suriye'ye geldik­ lerini bildirmektedir. Bu göçün temel nedeni de 847yılında Hali­ fe olan Mütevekkil Alellah ile ondan sonraki Abbasi halifelerinin İslam fırkalarına ve tarikatlere amansız mücadele açmalarıdır. Bundan ötürüdür ki, 11'inci Şii İmam Hasan El Askeri'nin Irak başkenti Samarra'da eğleşmeye zorlanması ve 873'te vefat etmesi üzerine vekili Nusayr'e bağlanarak ondan isim alan Nusayriler



2 İsmaililer İmam Cafer Sadık'ın büyük oğlu İsmail'in kurduğu tarikatın mensuplarıdır. Şiiliğin bir kolu olan bu tarikat Arap milliyetçiliğini aşı­ lamaya çalışmış ve siyasal amaç gütmüştür. Mısır'da Fatimiler devleti­ ni kuran İsmaililerdir.



310



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kuzeybatı Suriye'de Cebel Ansariye'nin (Eski Lukkam-Bargyiug dağının) kuş uçmaz, kervan geçmez tepelerine sığınmışlardır. Ce­ bel Ansariye'de incelemeler yapmış olan Prof. Dr. Ewald Banse (Die Türkei Eme Moderne Geographie eserinde) şöyle demektedir: Bu­ rada oturan insanlar eski Hitit (Eti) tipini bütün niteliklerini ko­ rumaktadırlar. Bunların çoğu, sünnilerden gördükleri ağır haka­ retten dolayı kendilerini Fellah (çiftçi) diye adlandırmak zorunda kalan, Nusayriler'dir. Nusayrilerin Irak'tan gelişleri ve Şamanizmi okşayan Alevi­ likleri göz önünde tutulursa Suriye'den Hatay-Çukurova'ya göçü 3 tercih etmelerinin nedenini ırk sorununda aramak gerekir. Reali­ te şudur: Abbasiler devrinde Türkistan'dan Horasan'a bü­ yük akınlar olmuş ve özellikle Mutasım'ın halifeliği sıra­ sında (833-842) Irak Türkler ile dolmuştur. Bunlardan bir kıs­ mı, eski inançları Şamanlığın etkisi altında Tahtacı ve Kızılbaş Türkmenler gibi şia mezhebinin tarikatlarına girmişlerdir. Böyle­ ce şia (şii) tarikatinden Nusayriliği benimseyenlerin Kuzey Suri­ yeli Arap oldukları iddiası yersizdir ve politiktir. Kaldı ki, Kuzey Suriye halkının büyük çoğunluğu Abbasiler, Tolonlar, Hamdanoğulları, Selçuklular, Eyyubiler ve Mısır Türk Memlükleri devrin­ de yerleşen Türkmen aşiretleri oluşturmuşlardır. Bunun oranını ATATÜRK, Yıldırım Ordular Grubu komutam iken 2'nci ve 7'nci orduya gönderdiği 3 Kasım 1918 günlü emrinde belirt­ miştir. Harp dairesi arşivi sayı 5280/4 ve 18 kayıt numaralı bu günlük emrin 2'nci fıkrası şöyledir: Cebel Seman, Katma Havalisinin TÜRKLERLE meskün olduğu ve Halep ahalisi­ nin dörtte üçünün Arapça tekellüm eder (konuşur) TÜRK ol­ duğu her vesile ile hatırda tutulmalı ve her davada bu, esas ittihaz edilmelidir.



3 Handworterbuch des İslam'da, 1921 istatistiklerine dayanılarak verilen bilgiye göre Nusayrilerin % 82'si Hatay ve Çukurova'da bulunmakta idi. Bunların büyük dedeleri, 450 özet sayılı Adana tapu defterlerinden anlaşılacağı üzere Suriye'den göçtükleri vakit Türk soyadı taşıyorlardı.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



311



İşte bu gerçeklerle birlikte Kanuni Sultan Süleyman zama­ nında Nusayrilerin oturdukları Adana köylerinde: Tokbey oğlu, Dursun oğlu, Sevindik oğlu, Dündar oğlu, Seçilmiş oğlu, Torlu oğlu, Tokşah oğlu, Karabey oğlu ve İlaldı oğlu gibi Türk baba adı taşıyan reaya çoğunluktadır. Nusayrilerin kurdukları: Yalmanlı, Dağlıoğlu, Oba, Çandıroğlu, Ada sokağı ve Akkapı ise katkısız türkçedir. Bu kuruluşlar o vakitler çevresinde Türkmen aşiretlerinin kaynaştığı ova kesiminde bulunmaktadır. Çukurova'ya ilk gö­ çen Nusayrilerin buralara yerleşmeleri Araplardan olduğu gibi Türkmenlerden çekinmediklerini, yani aynı kanı taşıdıklarını gös­ terir. Şurasını da söyleyelim ki, resmi kayıtlarda Nusayri veya Fellah deyimlerine rastlanmamaktadır. Adana şeri mahkeme sicil­ lerinde 4 adları bahçeciler olarak geçmektedir. Ve bunların içinde de: Beğendik oğlu, Kaslı oğlu, Topuz oğlu, Boğa oğlu ve Kuyucu oğlu gibi birçok Türk adlıları bulunmaktadır. Nusayri Alevilerin kendi aralarında Arapça konuşmalarına gelince: Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra Osmanlı İmparatorluğunun gerilemeye baş­ layıp bilgisizliğin kök saldığı devirlerde softa hocaların ayına pro­ pagandaları, cahil şeyhlerin tarikatı savunmaları yüzünden sünni soydaşları ile kaynaşamadıkları ve toplu kaldıkları için Kuzey Su­ riye'de öğrendikleri kırık Arapçayı unutmamışlardır. Buna tipik bir örnek, evvelce Atatürk parkının yerindeki mahallede oturan Girit'li göçmenlerdir. Rahmetli Turhan Cemal Berker ile benim başkanlığım sırasında burası istimlak edilinceye dek bu Türk va­ tandaşlarımız bir arada yaşadıkları sürece hep Rumca konuşmuş­ lardır. Garipler cemaati dolayısıyla ele aldığımız Nusayri (Ale­ ­­­ler konusuna burada son verirken diğer bir başka politik söylen­ tiye karşılık şu açıklamayı yapalım ki, İbrahim Paşa'nın, Çukuro-



4 Bu siciller Adana müzesindedir. 1702 yılına ait 5 numaralı defterde ma­ hallelere atılan vergi dolayısıyla bahçecilerden söz edilmektedir. 1749 tarihli ve 29 sayılı defterden ise bahçeciler mahallesinin: İlyas Ağa, Dö­ şeme, Mirzaçelebi, Akkapu ile Sultan ve Ada sokağı semtini kapsadığı öğrenilmektedir.



312



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



va'yı işgali zamanında (1832-1840) getirttiği fellahlar ile Alevi va­ tandaşlarımızın hiç ilgisi yoktur. Çünkü iyi cins şeker kamışının üretimi için fidelerle birlikte getirilen fellahlar Mısırlı kıptilerdir. Ve 1980 yılına ait Adana şeri mahkeme kayıtlarından öğrendiği­ mize göre sayısı pek az olan bu kalifiye tarım işçileri memleketlerine dönmeyerek sünni mezhebine girmişlerdir." (si. 30, 31, 32) Prof. Dr. Hasan Reşit Tankut 1938'de yayımladığı Nusyariler ve Nusayrilik Hakkında adlı eserinde Nusayrileri Anado­ lu'nun ilk Türk toplumları arasında gösterir ve Nusayrileri Etilere bağlar. Buna kanıt olarak da Nusayrilerin Alpin ırkın­ dan olduklarını gösterir. Alpini antropologların Önasya'yı yurt tutmuş sonra Avrupa'ya da geçmiş bir ırk olarak göste­ rirler. Prof. Hasan Reşit Tankut Batılıların maksatlı olarak bö­ lücülüğe zemin hazırlanmak için Nusayrileri haçlı kalıntıları, Hıristiyanlar, Arap oldukları görüşünü yaydıklarını belirttik­ ten sonra "Onlar (Nusayriler) "Ne ırk, ne din, ne de kültür bakı­ mından bizden başka insanlardır. Yurtlarının topografyası gibi ırk­ larının ve dinlerinin karakteristikleri de onların Anadolu'ya bağlı olduğunu gösterir" der (sf. 9). Prof. Tankut Nusayriliği antropo­ loji, tarih, etnografya ve dini inanç bakımından araştırmış bir bilim adamıdır. Daha önce de belirtildiği gibi antropoloji bilimini en ge­ çerli ölçütlerinden biri olan kafatası endisine göre 6'sı yaban­ cı 1'i Türk yedi ünlü antropoloğun 10 farklı endis ölçümüne göre Nusayrilerin ideal Türk endisine (85) sahip oldukları ka­ nıtlanmıştır. Sami olan Arapların endisinin 72-75 arasında ol­ ması nedeniyle Nusayrileri antropolojik verilerle Arap grup­ ta düşünmek ilmen imkansızdır. Prof. Dr. Hasan Reşit Tankut bu hükmün aynen Hatay Nusayrileri içinde geçerli olduğunu belirttikten sonra çok önemli bir tesbitte bulunur ve der ki Hatay Alevilerinin ko­ nuşmasında hakim fonem Alpin bir fonasyondur. Türkler Al­ pin ırkta gruplanır, Araplar, Alpin değildir). Tankut fonem öl­ çütünün grup kimliği belirlemedeki önemini de şöyle açıklar:



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



313



"Fonemler ırkların anatomi ve biyolojisine (somatolojiye) göre karakterlenirler. Her ırkın kendisine mahsus fonem tipi ve katego­ risi vardır ki dili sosyolojik tesir ne şekle sokarsa soksun, o fonem ti­ pi kendini daima belli eder" (sf. 15) ve Hatay Alevilerinin konuş­ masında hakim fonemin Alpin (Anadolu) fonasyona tabi ol­ masına işaret ettikten sonra "Arapça konuşan bir Alevi köyün­ de bile Arapça konuşulurken dikkat edilirse konuşmanın umumi hafetinde Alpinlere mahsus fonemin hakim olduğu görülür. Bu­ nun sebebi, tekellüm ile ırkın çözülmez bağlarla bağlı olmasıdır" (sf. 15) der. (sf. 14) Dolayısıyla bu kabule göre Hatay Alevilerinin Arap olması mümkün değildir. Çünkü Araplar Önasya ırkı olan Alpin ırk grubuna girmezler. Prof. Tankut Suriye'nin gerçek yerli halkının Arap ol­ duğu görüşünü de reddeder. Nusayriliği çok iyi incelemiş olan Celal Bayar Üniversitesi tarih bölümü Başkanı Doç. Dr. Mehmet Çelik de 18.10.1998'de Sabah Gazetesinde Nuriye Akman'la yaptığı söyleşide Suriye'nin yerli halkının esasın­ da Arap olmadığını, Arapların onlar için "Arabülmuarrebe" yani "Araplaşmış" halk dediklerini belirtmektedir. Doç. Dr. Mehmet Çelik daha da açık olarak "Tarihte Suriye diye bir devlet hiç olmadı. En eski dönemlere baktığımız zaman orada Aramiler, Akadlar, İbraniler, Asurlular var. Makedonya Kralı Büyük İskender'den sonra Romalılar geliyor. O dönemin hakim kültürü Helenistik. Emeviler döneminde bile Grekçe resmi yazı diliydi. Arapça halife Abdülmelik döneminde 7. yüzyılda resmi dil oldu. Roma yıkılınca buraya Türkler geldi; önce Selçuklular sonra Memluktular ardından Osmanlılar. Hep Şam eyaleti diye geçer." ... "Arap değildir Suriye halkı" (Sabah 18.10.1998) Özetle Doç. Çelik değil Nusayrileri, Suriye halkını dahi köken olarak Arap kabul etmemektedir. İslamdan önce Hatay denilen mıntıkada Arapça konuşulmadığına Prof. Dr. Hasan Fehmi Tankut da dikkat çeker. Ve bu tesbitine temel olarak pek çok tarihi kaynak gösterir.



314



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Ayrıca Prof. Hasan Fehmi Tankut Gurguma kavminden bahisle bunların Etilerden olduğunu ve ayrıca Hatay halkını İslamın kabulüne ve bilhassa Yavuz Sultan Selim'in şeriat baskısına kadar Hatay halkının Türkçe konuştuğunu savu­ nur ve ekler "Hatay halkının öteden beri Türkçe konuştuğunu is­ ­­­ edecek ...vesikalar sayısızsa da bu broşüre onları sığdırmak mümkün olmayacaktır (sf. 20) Prof. Tankut bölge halkının son­ raki fırkalarını Halaç, Hazar, Yıva Türklerine dayandırır ve ün­ lü Arap tarihçi Mesudi'den konuyla ilgili bilgiler aktarır. Sonuç olarak belirtmek gerekir ki, Nusayriler'in Abbasiler dö­ neminde, 750'li yıllardan başlayarak Hatay, Adana, Tarsus, Mersin'de yerleştirilmiş Oğuz Horasan Türkleri oldukları hiçbir kuşku­ ya yer vermeyecek kadar tarihi verilerle kanıtlanmış bir gerçektir. Nusayriler de Alevi bir topluluk olarak endogamiye sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır. Grup dışı evliliğe kapalıdırlar. 1200 yıldır ne dışardan kız almışlardır, ne de dışarıya kız vermişler­ dir. Nusayriler endogami konusunda Anadolu'daki diğer Alevi gruplardan çok daha katıdırlar. Dolayısıyla, Nusayriler ırki olarak Türklüklerini en saf olarak korumuş bir gruptur. Dolayısıyla, P.A. Andrews gibi araştırmacıların Nusayrileri tamamıyla Arap olarak tasnif etmiş olması ne tarihi veri­ lere ne de grubun kendi kimlik tanımına uymamaktadır. Ancak Nusayriler konusunda devletin ve toplumunun bilme­ si gereken çok önemli bir konuya değinmek gerekir. Nusayrilerle iç içe yaşayan bölge halkı bu özbeöz Türk gruba asırlardır olduğu gibi bugün de 'Arap uşağı" "fellah" demektedir. Bu bakış Nusayriler'de kimlikleri konusunda tereddüt yaratmaktadır. Kendilerini Arap zanneden bir grup Nusayrinin ise Arap kimliğini pekiştir­ mektedir. Ayrıca bilinmelidir ki "Fellah" kelimesinin anlamı Arapça'da "Arap" değil, "çifçidir". Tarımla bahçe ziraatıyla uğ­ raşan kimse demektir. Andrews gibi araştırmacıların bilim dışı tasniflerinde Nusayrilerin Arap gösterilmesine göz yumulmaktadır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



315



Kısacası, Nusayriler dışlanmakta, aynen Zazalar konu­ sundaki yanlış tekrarlanarak başka bir kimliğe zorla itilmek­ tedir. Bu durum Türkiye düşmanı ve kendisi de bir Nusayri olan Hafız Esat'ın rejimine Türkiye aleyhine kullanabileceği fevkalade müsait bir ortam yaratmaktadır. Hatay'ı kendi vilayeti olarak gören Suriye her yıl kendi­ ni Arap zanneden binlerce öğrenciyi kendi vatandaşı kabul ederek ve çok cazip imkanlarla Şam üniversitesinde eğit­ mekte Türk düşmanı olarak beyinlerini yıkamaktadır. Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Doç. Dr. Mehmet Çelik bu çok ciddi tehlikeye önemle dikkat çekiyor ve diyor ki: "Şimdi kitle halinde (öğrencileri) götürüyorlar. Bugün (orada) 2500-3000 öğrencimiz olduğu tahmin ediliyor... Öğrencileri İs­ kenderun'da bir eğitim vakfının organize ettiği biliniyor. Suri­ ye'nin bu son 10-15 yılda yaptığı şey çok bilinçli bir planın parça­ sı... Bu öğrencilerin kontrolleri ise Nusayri Öğrenci Birliği'nin denetimi altında... Hafta sonlarında Baas Partisi elemanlarınca si­ yasi eğitime tabi tutuılmaktalar. Yakında PKK'ya benzer bir örgüt­ le karşılaşırsak hiç şaşırmayalım" (18.10.1998, Sabah) bu çok cid­ di uyarıya sadece devlet olarak değil millet olarak da kulak vermeliyiz. Nusayriler öz kardeşlerimizdir, onları dışlamak bir yana kucaklamalıyız. Onlara "Arap uşağı," "fellah" de­ mekten derhal vazgeçmeliyiz. Temel çözüm yine doğru bir milli kültür politikasına dayan­ maktadır. Milli kültür politikası konusunda aymazca sürdürülen duyarsızlık sürdükçe, MUM Kültür politikasının hayati önemi davranmadıkça Türkiye etnik gerilim sorunlarını çözemez, aksine bu yanlış politikayla, devlet bizzat kendisi yeni sorunlar yaratır. Bu gerçek, artık, mutlaka idrak edilmelidir.



316



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



ARAPLAR Araplar başta Hatay olmak üzere Mardin, Urfa, Adana, Mersin'de yerleşiktirler. Daha küçük gruplar olarak Siirt, Muş, Gaziantep, Bitlis'te görülürler. Arapların büyük çoğun­ luğu sünnidir. Hatay, İskenderun, Samandağı, Mersin'de 4000-8000 civarında Hıristiyan Arap mevcuttur. 1965 genel nüfus sayımında anadili Arapça olanların sayısı 365.340 ola­ rak belirlenmiştir. Genel nüfus içindeki oran % 1,16'dır. Ancak çok önemli bir yanlış Arapça konuşan Alevi Nusayrilerin tamamının Arap olarak yazılmış olmalarıdır. Hatay, Adana, Tarsus, Mersin'de kalabalık bir grup olan Nusayrilerin çoğunluğu Arapça konuşurlar ancak önceki bölümde göste­ rildiği üzere Nusayriler aslen Türkmendirler. Svanberg'in 1985 belirlemesine göre Nusayrilerin sayısı 200.000' dir. 1993 yılında İstanbul'da yapılan Konda A.Ş. araştırma­ sında "kendinizi ne hissediyorsunuz" sorusu yöneltildiğinde Arabım diyenlerin oranı sadece % 0.13'dür. Adana, Mersin, Tarsus, Hatay ovasında halk "fellah" ta­ birini kullanır. Fellah Arapça çiftçi, bahçe tarımıyla uğraşan kimse anlamına gelir. Özellikle Osmanlı döneminde Aleviler bataklık yörelere sürülmüş, bu topraklar zamanla verimli ara­ zilere dönüşmüştür ve Aleviler tarıma geçmişlerdir. İşte fel­ lah denilen grup çoğunlukla Alevi Nusayrilerdir ve aslen Arap değil Türkmendirler. Türkiye'de, Arapların bugünkü nüfusu yaklaşık 800.000 civarındadır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



317



BALKAN KÖKENLİLER Ertuğrul Gazi'yle Anadolu'ya gelen Kayı Boyu 1299 yı­ lında Osmanlı Beyliği'ni kurduğunda Söğüt, Domaniç ve Ka­ radağ'da 4.800 km 2 'lik mütevazı bir toprak parçasına sahipti. Osman Bey'le başlayan fetih hareketleri inanılmaz bir hızla sürmüş, Kanuni Sultan Süleyman döneminde üç kıtada 14.893.000 km 2 'lik topraklara sahip Cihan İmparatorluğu ha­ line gelmiştir.' Nitekim Fransız tarihçisi Grengur "Bu yeni im­ paratorluğun teessüsü, insanlık tarihinin en büyük ve hayre­ te şayan vakalarından biridir" demiştir. Osmanlılar, kurulduktan itibaren Anadolu'daki diğer Türk Beylikleriyle çatışmak yerine Bizans'a yöneldiler. Osman Gazi ve haleflerinin gerçekleştirdikleri fetihler, Ana­ dolu'daki Türkler için yeni gaza ve yerleşme alanları açtı. Osmanlıların Hıristiyan Bizans'a ve Balkan ülkelerine karşı başarılarını gören Anadolu'daki yiğit ve savaşçı gaziler, git­ tikçe artan sayıda Rumeli uçlarına intikal etmeye başladılar. Osmanlı toprakları katlanarak artmaya başladı. Ancak, şunu da unutmamak gerekir ki, Türkler Balkan­ lara ve Orta Avrupa'ya Osmanlılardan asırlarca önce gelmiş, buraları yurt tutmuşlardır. Bunlara örnek olarak 5. yüzyılda Batı Hunlar, 9.-11. asırlarda gelen Uzlar, Peçenekler, Ongurlar, 2 Bulgarlar, Kumanlar, Gagavuzlar, Vardarlar sayılabilir. Bu guruplar büyük çoğunlukla asimile olmuşlarsa da, bir kısmı kimliklerini korumuştur. Bu gruplar doğal olarak Selçuklu'ya ve Osmanlı'ya katılmışlardır.



1



Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU, Türk Milli Kültürü, sf. 70-847 2 A. N. KURAT, Peçenek Tarihi, Urfalı Mateos, sf. 91 vd. B. Kossanyi, 1112. Asırlarda Uzlar ve Kumanların Tarihine Dair, sf. 120-126, F. SÜMER, Oğuzlar, sf. 312 vd. Prof. Dr. Mehmet Eröz, Hıristiyanlaşan Türkler.



318



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Türklerin Balkanlar ile ilişkisi Anadolu Selçuklu döne­ minde başlamıştır. Bölgede Müslüman toplulukların oluşu­ mu da bu dönemde başlamıştır. Özellikle II. Keykubat döne­ minde Bizans ile iyi ilişkiler kurulmuş, Dobruca bölgesine Sarı Saltuklu Türkmenleri yerleştirilmiştir. Saltukname adlı ünlü eser bu bölgede yapılan çalışmaları kapsamaktadır. 3 Osmanlıların 1354'te Gelibolu'ya çıkmalarıyla Trakya ve Balkanlara Türk yerleşiminin önü açılmıştır. Ancak, Beylikten İmparatorluğa giden süreçte Avrupa ulusları direnişe geçerek yeni haçlı seferleri başlattılar. Sultan I. Murat haçlı kuvvetlerine karşı 1364'te Sırp Sındığı, 1371'de Çirmen zaferlerini kazandı. Osmanlıları Avrupa'dan atmak için Sırp, Macar, Ulah, Boşnak, Arnavut, Leh ve Çek kuvvet­ lerinden oluşan büyük haçlı ordusunu 1389'da Kosova'da im­ ha etti. Kendisi de bu savaşta şehit düsen I. Murat'ın yerine geçen oğlu Yıldırım Beyazid, Türkleri Avrupa'dan atarak Ku­ düs Krallığı'nı kurmak isteyen haçlı ordusunu 1391 yılında Niğbolu Savaşında ağır bir yenilgiye uğrattı. Osmanlılar, karşılarında sürekli haçlı orduları kuran Av­ rupalılara karşı fethedilen yerleri ellerinde tutabilmek için 14. yüzyılından başlayarak Balkanlarda sistemli bir yerleşim po­ litikası izlediler. Murat Hüdavendigar zamanında fethedilen bölgelere, Anadolu'dan getirilen Türkmen ve Yörük (göçebe Türkmen) kitleleri, alp-erenler, dervişler, ahiler yerleştirildi. Sonra, dervişler, akıncıların yanında, hatta bazen ilerisinde zaviyeler kurarak sonradan gelen kitleler için tutunma ve toplanma merkezleri meydana getirdiler. Trakya'da halen köy adlarının birçoğu bu dervişlerin, fakihlerin ve yerleşen Türkmen oymaklarının isimlerini taşımaktadır. Balkanlara en büyük ve en kapsamlı Türk yerleşimi Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmıştır. Anadolu'daki Türk Bey3



Hasan Basri ÖCALAN, Balkanlardaki Türk Kültürünün Dünü-Bugünü-Yarını, Uludağ Üniversitesi Yayınları, sf. 145-146.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



319



lileri içinde nüfus ve arazi bakımından en büyük beylik olan Karamanoğulları Beyliği (1250-1487) 2 milyon nüfusa, 25.000 süva­ ri 25-000 yaya ve ayrıca aşiretlerin askerlerinden oluşan büyük bir orduya sahipti. Fatih 1466 yılında ordunun başına kendisi, geçerek başkent Larende'yi aldı ve Karamanoğulları'nın toprak­ larını Osmanlı topraklarına kattı. Sadrazam Mahmut Paşa'ya buralardaki Türkmenlerin, İstanbul ve Rumeli'ye iskan edilme­ leri emrini verdi.4 Böylece hükümdarlığı zamanında fetihleri ta­ mamlanan Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan, Eflak, Boğdan ve İstanbul başta olmak üzere tüm Balkanlara; Karaman, Konya, Aksaray, Niğde ve Kayseri'den gönderilen Türkmen kitleleri yerleştirildi. Ayrıca Karamanoğulları ile bir­ likte hareket ederek Osmanlılara karşı koyan ve 1425 yılında yı­ kılarak Osmanlı Devletine katılan Aydınoğulları yörükleri de aynı şekilde Balkanlara yerleştirildi. Fatih Sultan Mehmet, bu savaşçı Türkmen ve Yörükleri Balkanlar'a yerleştirerek hem Anadolu'daki topraklarım güvenceye aldı ve yeni isyanları ön­ ledi; hem de Balkanları Türkleştirerek yeni haçlı seferlerinin dü­ zenlenmesini engellemiş oldu. Balkanlara yerleşen bu Türkmen ve Yörükler, bundan sonra Osmanlı Ordusunun vurucu gücü ve İmparatorluğun Balkanlardaki güvencesi oldular. Balkanla­ rın fethinde bulunan ve fetihten sonra orada yerleşenlerin ço­ cuklarına Evlad-ı Fatihan, (fatihlerin evlatları) denildi. Balkanlara yerleşen Türklerin kayıtları Osmanlı İlyazıcı Defterleri'ne obalarının isimleri belirtilerek işlenmiş ve her obanın defteri ayrı tutulmuştur. Naldöken Yörükleri, Kocacık Yörükleri gibi. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ulu önder ATA­ TÜRK ve K.K.T.C eski Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ da Evlad-ı Fatihandır.



4



Hammer Tarihi, 3/92, İbn-i Kemal 7. Defter, sf. 176-274, Aşıkpaşazade Tarihi, sf. 170, Dr. Tahsin ÜNAL, Karamanoğulları Tarihi, sf. 232.



320



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Atatürk'ün baba soyu Aydın'dan gelerek Manastır Vilaye­ tine yerleştirilen "Kocacık Yörükleri (Kocahamza Yörükleri)"ndendir. Babası Ali Rıza Efendi, Manastırın Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık Nahiyesinde 1839 yılında doğmuştur. Aile sonradan Selanik'e göçmüştür. Ali Rıza Efendi'nin babası ilkokul öğretmeni Kızıl Hafız Ahmet Efendi, amcası Kızıl Hafız Mehmet Efendi'dir. "Kızıl" lakabı ve yerleştikleri yere "koca­ cık" denmesi; Ali Rıza Efendi'nin soyunun, Anadolu'nun Türk­ leşmesinde önemli rol oynayan Kızıl-Oğuz Türkmenlerinden geldiğini göstermektedir. Ayrıca Osmanlı'da "efendi"; şehzade ler, din adamları, yüksek bürokrat, eğitimli, çevresinde sözü ge­ çen kişiler ve köle sahipleri için kullanılan bir sıfattır. Bu durum Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi'nin saygın bir aileden geldi­ ğini göstermektedir. Annesi Zübeyde Hanım'ın soyu, Karamanoğulları'nın yıkılmasından sonra Karaman'a bağlı Taşkale ka­ sabasından çıkıp, Balkanlardaki Sarıgöl'e yerleşen Türkmenlerdendir. Burası Osmanlıların Makedonya ve Teselya'yı almala­ rından sonra kurulan Türk yerleşim bölgesiydi. Vodina Sancağı'nın batısında bulunan Sarıgöl Nahiyesi'nin, tamamı Türk­ men olan 16 köyden oluşuyordu. Zübeyde Hanım'ın babası Sofu-Zade ailesinden Fethullah Ağa, 1800'lü yılların başında Sarı­ göl'den Selanik yakınlarındaki Lankaza'ya göçtü ve bir çiftlik satın aldı. Zübeyde Hanım 1857 yılında burada doğdu. Zübey­ de Hanım'ın dedesi Feyzullah Efendi'nin büyük amcası, sıla hasretine dayanamayarak yeniden Konya'ya dönmüş ve Mev­ levi dergahına girmiştir. Zübeyde Hanım'ın ailesi Konya bölge­ sinden geldiği için Osmanlı İlyazıcı Defterleri'ne "konyarlar' ismi ile geçmiş ve o yöreden gelenler bu isim ile anılmışlardır. Atatürk'e ait çiftliklerden biri de annesinin göç ettiği Taşkale'ye 5 41 km uzaklıkta, Kızıllar köyündeki Sarıtay Çiftliği'dir.



5 Ali GÜLER, Atatürk'ün Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı Ank. 1999, sf. 40-46; Burhan GÖKSEL, Atatürk'ün Soykütüğü Üzerine Bir Çalışma, Kültür Ba­ kanlığı Yay. Ank. 1994. sf. 7; Enver Bennan ŞAPOLYO, Kemal Atatürk ve



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



321



K.K.T.C. eski Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ'ın atala­ rı da Karaman yöresinden kalkıp Kıbrıs'a yerleşen Türkmenlerdendir. Karamanoğulları'nın 1487 yılında yıkılmasından itibaren yöreden Kıbrıs'a münferit göçler olmuş, 1571 yılında Kıbrıs'ın fethinden sonra Kıbrıs'ı Türkleştirmek amacıyla toplu yerleşimler yapılmıştır. Denktaş atalarının Konya-Kara­ man yöresi Türkmenlerinden olmakla övünç duymaktadır. Karaman'da her yıl yapılan "Dil Bayramı" törenlerine zaman zaman katılmaktadır. K o n u ş m a l a r ı n d a "Konya-Karaman yöresinden gelip Kıbrıs'a öyle bir demir attık ki, 600 yıl ne Rum, ne İngiliz bizi söküp atamadı" diyerek neslinin iradesi­ ni ortaya koymaktadır. 6 Osmanlı İmparatorluğu'nun fetihleri sonucunda Balkan­ larda, Anadolu'nun hemen her tarafından gelen, çoğunluğu ise Karamanoğulları ve Aydınoğulları'nın oluşturduğu bü­ yük bir Türk nüfusu ortaya çıkmıştır. Balkanlardaki Türk yerleşimleri, Osmanlı Mufassal Tahrir Defterleri'ndeki kayıt­ larda mevcuttur ve köy isimleri olarak bulunmaktadır. Ayrı­ ca XVI. yüzyılda Celali İsyanları nedeniyle Anadolu'daki ba­ zı Türk toplulukları da Balkanlara göç etmiştir. Bugün, Türkiye'de "muhacir", "göçmen" olarak tanım­ lanan Balkan kökenli vatandaşlarımız işte bu Türklerin to­ runlarıdır. 500 Yıl süren Türk hakimiyeti döneminde bütün Balkan ulusları parlak bir dönem geçirmişlerdir. Osmanlıların adil bir yönetim uygulaması; halkın dinini, malını, canını, namu­ sunu güvence altına alması, hakim olduğu bölgelerde imar Çalışmalarına önem vermesi farklı halkların barış içinde bir arada yaşamasını sağlamıştır. Milli Mücadele Tarihi, İstanbul, 1958, sf. 39; Lord KİNROSS, Atatürk-Bir Milletin Yeniden Doğuşu, İstanbul, 1978, sf. 25; Türk Parlamento Tarihi, 1919-1923, C-III. T.B.M.M. Vakfı Yay., Ankara, 1995, sf. 132-133; Şecaattin ZENGİNOĞLU, Bilgi Çağındaki Türk Gençliğinin Yükselen Sesi-1999. 6 2000 Siyaset Aylık Dergisi, Karaman Özel Sayısı, C. 7, Sayı: Ekim-2000.



322



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Ancak, yabancı uluslara tanınan bu haklar nedeniyle Balkan kentlerinde yaşayan ulusların mülklerine dokunulmadığı için göç eden Türkler arazinin geniş olduğu kırsal ke­ sime yerleştirilmiş, kentlerde yönetici zümre ve askerlerle birlikte az sayıda Türk iskan edilmiştir. Osmanlının zor kul­ lanmaması, asimile politikası uygulamaması, azınlıkların sa­ vaşma yükümlülüğünün olmaması ve haraç (cizye) vergisi ödeyerek huzur içinde yaşamaları Balkan ulusları arasında Müslümanlığın kapsamlı yayılmasını engelleyen bir faktör olarak ortaya çıkmıştır. İslamiyetin getirdiği çeşitli ibadet yü­ kümlülüğü karşısında hıristiyanlığın bozulmuş ve daha libe­ ral kuralları nedeni ile müslümanlık az yayılabilmiştir. Hatta bu ülkelerde diğer din mensuplarını küstürmemek için "istimalet" denilen uzlaştırıcı bir politika uygulanmış, sancaklar­ da "Hıristiyan" timar erleri görevlendirilmiştir. Hıristiyanlara ve diğer dinlere bu kadar müsamahalı davranışın bedeli çok acı olmuştur. 1789 Fransa ihtilalinin Av­ rupa'da yarattığı milliyetçilik akımı 1800'lerden itibaren Bal­ kanları ateşe vermiştir. Balkan ulusları, Osmanlı Devletine karşı birer birer şiddetli mücadelelere girişmiştir. 1828 yılında Yunanistan, 1866'da Eflak ve Boğdan, 1867'de Sırbistan, 1908 yılında Bulgaristan ve 1912 yılında Arnavutluk, peş peşe ba­ ğımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Osmanlının küllerinden 24 yeni devlet doğmuştur. Balkanlarda müslümanlığı seçen hristiyanlar, büyük ço­ ğunlukla Balkanların önemli kentlerinde oturanlardır. Kırsal kesimden müslüman olanlar çok azdır.7 Müslüman olan bu hıristiyanlar baba adlarını nüfus kayıtlarına (Abdullah) olarak 8 düşmüşlerdir. 1800'lerden itibaren Balkan Türkleri için çileli bir dönem başlamıştır. Sırbistan, Bosna-Hersek, Eflak ve Boğdan gibi Os7 Hasan KALESHÎ, Türklerin Balkanlara Girişi ve İslamlaştırma. 8 Halil İNALCIK, Türkler ve Balkanlar, İstanbul, 1993, sf. 20, vd.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



323



manlı Devleti'nin uç bölgelerinde yaşayan Türkler, Trakya ve Anadolu'ya hızla göç etmişlerdir. Bu göçlerde kendilerine yajyn bulunan Avrupa ülkeleri ve Rusya'nın müdahale ve etnik temizlik korkusu önemli rol oynamıştır. Çünkü Balkan Türk­ leri özellikle Rusya'nın teşviki ile soykırıma uğramışlar; işkence, etnik ayrımcılık ve göçe zorlama sonucu Türkiye'ye göç etmeye başlamışlardır. Özellikle Balkan savaşından sonra, Balkan Ülkeleri Birliği'nin hıristiyan orduları Balkanlar'ı Türklerden temizleme girişimine başlamışlar, hıristiyan olmayı kabul etmeyen onbinlerce Arnavut öldürülmüştür. 9 Yunanistan ve Bulgaris­ tan'daki göçler 1900'lerden itibaren yoğunluk kazanmış ve büyük kitleler halinde olmuştur. Lozan Antlaşması ile Türki­ ye'de yaşayan 1,5 milyon rum Yunanistan'a, 500.000 Türk ise Türkiye'ye dönmüştür. Batı Trakya Türkleri ve İstanbul Rum­ ları bu mübadelede istisna tutulmuştur. Bulgaristan'dan ise 1877-78 Osmanlı-Rus harbinden itibaren beş büyük göç dal­ gası olmuştur. Eski Yugoslavya'nın parçalanması sonucu ortaya çıkan ve Birleşmiş Milletler denetiminde olan Sancak Bölgesi Karamanoğulları'nın yoğun yerleşim bölgelerinden biridir. Bu böl­ gelere yerleşen akıncı aileleri, bölgede Osmanlı hakimiyeti so­ na erdikten sonra da uzunca bir süre Sırplar'a ve diğer Balkan uluslarına karşı direnmişlerdir. Sancak Bölgesi Osmanlı döne­ minde Bosna Eyaletine bağlı olmuştur. Bosnalılar ise bir hıristiyanlık mezhebi olan Bogomil mezhebindekilerin topluca ve gönüllü olarak İslamiyeti kabul etmeleri ile oluşmuş bir toplu­ luktur. Sancak Bölgesi'nin Bosna'ya bağlı olması nedeni ile bu bölgeden Türkiye'ye göç eden ve öz be öz Karamanoğulları Yörük ve Türkmenlerine "Bosna'da yerleşen" anlamına gelen "BOŞNAK" denilmiştir.



9 Trakya Üniversitesi Tarih Bölümü Web Sitesi.



324



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Bir başka örnek olarak, ciddi araştırmaların ortaya koy­ duğu üzere Pomaklar da asli köken olarak Türktürler ve Ku­ man Türklerinin torunlarıdır. Pomak dilindeki kelimelerin %30'u Ukrayna Slavcası %25'i Kuman Kıpçakçası, %20'si Oğuz Türkçesi, %15'i Nogay Türkçesi, %10'u Arapçadır. Araştırmacı Ahmet Cevat, Pomakça'nın fonetik aksanının Çağatay Türk lehçesine da­ yandığını bildirmiştir. (Balkanlar'da Akan Kan, sf. 189,190. Ahmet Aydınlı, Batı Trakya Faciasının İç Yüzü, sf. 34) 1878 Berlin Kongresi'nden bu güne kadar, bölgede baskı ve katliamlar olması nedeni ile büyük göçler olmuştur. Resmi kayıtlara göre Sancak'tan Türkiye'ye 1912-1914 yıllarında 56.000, 1927-1936 yıllarında 19.000, Yugoslav Krallığı ile 1938 yılında yapılan antlaşma gereğince 40.000 ve 1945 yılında 16.000 kişi göç etmiştir. Bugün Romanya'da Anadolu Türkü, Kırım, Noğay ve Gagauz Türkü olmak üzere 95.000 Türk bulunmaktadır. Bul­ garistan'daki 3 milyon Türk ülke nüfusunun %30'unu oluş­ turmaktadır. Yunanistan'daki Batı Trakya'da 200.000 Türk bu­ lunmaktadır. Makedonya'da 77.000 Türk bulunmakta ve nü­ fusun %4'ünü teşkil etmektedir. Buna mukabil halkın %30'u müslümandır. Bosna-Hersek'de etnik yapı Sırp, Boşnak ve Hırvatlardan meydana gelmektedir. Osmanlı'nın bu önemli bölgesinde Türk yok denecek kadar azdır. Ancak halkın %40'ı müslümandır. Arnavutluk'taki halkın %70'i müslüman Arnavuttur ve bunların da %30'u Bektaşidir. Ancak Türk azınlık yok denecek kadar azdır. Kosova ve Sancak'ta ise 250.000 müslüman yaşamasına karşılık 80.000 Türk bulunmaktadır. 1 Balkanlardan 1923-1958 yıllarında Türkiye'ye göç eden­ lerin sayısı 1.163.639'dur. Bu sayıya sadece 1968 ve 1989 yılla­ nnda Bulgaristan'dan yapılan iki göçün eklenmesi gerekmek10 Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV, Balkanlarda Türkler, Makale, Trakya Üniver­ sitesi Tarih Bölümü Web Sitesi.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



325



tedir. 1968 yılında dağılan aileleri bir araya getirmek amacıy­ la iki ülke arasında bir protokol imzalanmış ve 130.000 Türk Türkiye'ye gelmiştir. 1989 Yılında yeni bir kriz çıkmış ve Bul­ garistan 350.000 Türkü sınır dışı ederek Türkiye'ye gönder­ miştir. Komünist rejimin devrilmesinden sonra ilişkiler yeni­ den düzelince Bulgaristan Türkleri kazanılmış emeklilik ve sosyal haklarını kaybetmemek, geride bıraktıkları malların yağmalanmasını önlemek, çocuklarını ve aile fertlerini Türki­ ye'ye getirememek, iş ve ev bulamamak nedenleriyle tekrar Bulgaristan'a dönmüştür. Türkiye'de bu göç sonucu yaklaşık 100.000 Türk kalmıştır. Bu durumda 1923 yılından beri Türki­ ye'ye gelip yerleşen Balkan kökenlilerin sayısı 1.443.639'dur. Bunların da büyük çoğunluğunun anadilinin Türkçe olması­ na karşın az bir kısmının anadilleri ise Balkanlardaki çeşitli halkların dillerindendir. Osmanlı döneminde Anadolu'dan Balkanlara gönderi­ lenlerin çok büyük çoğunluğu kırsal kökenli Türkmenlerdir. Bunların az bir kısmı Balkanlardaki kentlere yerleştirilmiştir. Bu Türkmenler bulundukları şehirlerde azınlık oldukların­ dan o şehirlerde konuşulan dilleri öğrenmek zorunda kalmış­ lar, bir ölçüde asimile olmuşlardır. Bunun sonucunda, anadil­ leri bulundukları ülkenin dili, Türkçe ikinci dilleri olmuştur. Bu durum sosyoloji biliminin doğal kuralları gereğidir. Örne­ ğin, bugün Suriye'nin kuzeyinde yaşayan Türklerin de ana­ dilleri Arapça, ikinci dilleri Türkçedir. Balkanlara yerleşen Türkler Osmanlı idari yapısı nede­ niyle büyük çoğunlukla kırsal kesimde iskan edilmişlerdir. Zeamet ve tımar sahipleri kendilerine verilen topraklar karşılığında Osmanlı ordusunun vurucu gücünü ve çoğunluğunu oluşturan tımarlı sipahileri kırsal kesimde yetiştirmişlerdir. Bu nedenle Balkanlara göç eden ve büyük çoğunluğu kırsal kesime yerleştirilen Türkler kendi kimliklerini ve kültürlerini Türkiye'ye göç edene kadar yaşatmışlardır.



326



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Ancak Balkan ülkelerinden göç ederek gelen öz be öz evlatlarımıza da Türkiye'de bilinçsiz olarak pomak, boşnak arnavut, vb. sıfatlar takılmıştır. Samsun'dan Artvin'e kadar olan bölgelerde yaşayan her Karadenizliye "laz", Adana ve Hatay'da yaşayan her insana "arap uşağı", bütün Doğu ve Güneydoğulu'ya "kürt" denmesi gibi. Bu d u r u m aslında tarih bilincinden yoksunluğun ifadesinden başka bir şey de­ ğildir. Sonuç olarak, Türkiye'ye göçen Balkan kökenli halkımı­ zın çok büyük çoğunluğu Anadolu'nun her tarafından gidip Balkanlara yerleşen, çoğunluğu Karamanoğlu ve Aydınoğlu Türkmenleri olan insanlarımızdır. Yani bunlar öz be öz Evlad-ı Fatihan, fatihlerin torunlarıdır. Bir kısmı Balkan savaşları sürecinde müslümanlara yapı­ lan zulüm ve katliam karşısında Türkiye'ye sığınmış, bir kıs­ mı anlaşmalara dayalı olarak Türkiye'ye "gönüllü" olarak gelmiş Balkan kimlikli vatandaşlarımız ise, çok kısa sürede Türk toplumuyla kaynaşıp bütünleşmiş, Türklükle hiçbir so­ runları olmayan, Türkiye'nin ülkesi ve milletiyle b ö l ü n mez bütünlüğünün teminatı, tek millet, tek devlet, tek bayrak ilkesinin savunucusu, aynı dili konuştuğumuz, aynı iman ve inancı paylaştığımız kardeşlerimizdir.



Not: Bu bölümün yazılmasında Malkara Kaymakamı Sayın Nahsen li'nin araştırmalarından yararlanılmıştır.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



327



Trakya ve Balkanlarda Bektaşi-Alevi Türkmen Erenler Alevilik, Trakya ve Balkanlar'da Türkler kadar yerli halk arasında da yaygın bir İslami inançtır. Buralarda, daha çok Bektaşilik olarak görülen alevilik, bu bölgelerde Anadolu'dan gelen Türkmen alevi erenler tarafından yayılmıştır. Bu erenler kendi güçleriyle ya da Osmanlı ordusu içinde savaşa katılarak Balkanların fethinde ve katıksız bir türkmen inancı olan aleviliği ve Türk kültürünü yayarak Balkanların Türkleşmesinde önemli rol oynamışlardır. Balkan kökenli alevi vatandaşlarımızın Türkmen köken­ lerinin, Balkan kültüründeki Türklük etmeninin daha iyi kav­ ranmasına küçük bir katkı olarak, çok kısa da olsa, Balkan­ ların fetih ve Türkleşmesinde rol oynamış fütühat erlerinden önemli birkaç erenin yaşamı, Balkanlardaki türkmen kültü­ rünün birer hatırası olan yatır, tekke ve makamların ülkeler itibariyle dağılımı aşağıda verilmiştir. Daha fazla bilgi için E W. Hasluc'un Bektaşiliğin Coğra­ fi Dağılımı başlıklı makalesine, Aşık Paşazade tarihine, Evli­ ya Çelebi seyahatnamesine bakılabilir. Sarı Saltuk Horasan erenlerindendir. Bazı kaynaklarda Seyyid Muhammed Hayrani'nin öğrencisi olduğu belirtilir. Dobruca'da faaliyet göstermiştir. Bir süre Edirne'yi yurt edinmiş, Kefe ve Sulhat yörelerini dolaşmıştır. Halifesi Halil Ece'dir. Ölüm tarihi 1296-7 olarak bilinmektedir. Varna'ya bağlı Kaligra Kalesi içinde, Sarı Saltuk Baba türbesi mevcuttur. Yaşadığı dö-



328



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



nemle ilgili bilgiler çelişkilidir. II. Alaaddin Keykubat döne­ minde yaşadığı kabul edilirse de, Evliya Çelebi onun Rume­ li'de Orhan Gazi tarafından görevlendirildiğini belirtir. S e y y i d Ali Sultan Kızıl Deli olarak da tanınır. Horasan erenlerinden Ha­ san Ata'nın oğludur. 1321-1402 tarihleri arasında yaşamıştır. Rumeli'nin fethinde büyük hizmeti olmuştur. Bugün Bursa'da türbesi bulunan Emir Sultan, Seyyid Ali Sultan'ın bay­ raktarlığını yapmıştır. Seyyid Ali Sultan, Hızır Lala'nın küçük oğlu, Balım Sultan'ın babası Mürsel Bali (Baba) ile birlikte Dimetoka'ya yerleşmiştir. Bugün Antalya-Elmalı'da türbesi olan Abdal Musa'nın da bir süre onlarla beraber olduğu söylenir. Dimetoka ve Kırcali'de iki makamı mevcuttur. Edirne'ye bağlı Uzunköprü Bektaşiler kendilerini Kızıl Delili olarak görürler. Malatya-Arguvan ve Sivas-Yıldızeli alevileri de kendilerini Kızıl Deli (Seyyid Ali Sultan) soyundan bilirler. Türk olduklarını bilirler. Karacalar'ı pir olarak tanır­ lar. Pirlerinin soyunu Zeynel Abidin'e bağlarlar.



Otman Baba Gerçek adı Hüsam Şah'tır. 1478'de ölmüştür. 7 İmam ta­ nır. Trakya'da, Kırklareli'nin alevi-bektaşi köylerinde Otman Babalı olarak tanınan topluluklar mevcuttur. 1989-90'da Jivkof'un Bulgaristan'dan sınırdışı ettiği Türklerin bir kısmı İstanbul'un Zeytinburnu semtinde bir Otman Baba tekkesi kurmuşlardır. Otman Baba'nın "hurufi" olduğu kabul edilir. (şekil ve sayılara anlam yükleyen v.s.) Kaynaklar Otman Baba'nın Türk Dili konusunda çok duyarlı olduğunu ve çevresinde Türkçe dışında bir dille konuşulmasını yasakladığını belirtir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



329



Akyazılı Sultan Otman Baba'nın halifesidir. 15. yüzyılın sonlarına doğru ünü yayılmıştır. Mezarı, Bulgaristan'da Varna yakınlarında Balçıktadır. Hasluc, hıristiyanların onu Aya Atanos olarak kutsadıklarını belirtir. İbrahim Sani (ikinci) adıyla da anılmıştır. Maraş-Pazarcık alevi bölgesinde bu isimle bir ocak mevcuttur.



Demir Baba Sultan 1619 tarihli Vilayetname'ye göre, soyu İmam Zeynel Abidin'e dayanır. Babasının adı yine bir eren olan Hacı'dır. Demir Baba çok güçlü bir pehlivan ve gözüpek bir cengaver olarak isim yapmıştır. Kırklareli-Kofça köylerinde bağlıları olan Koç Ali Ba­ ha'nın Demir Baba soyundan olduğuna inanılır. Türbesi, Bulgaristan'ın Deliorman bölgesinde, Rusçuk'un Mumcular köyündedir.



Gül Baba Macaristan'da ün salmış fütuhat erlerindendir. Türbesi Macaristan'ın başkenti Budapeşte'dedir. Balkanlar'ın fethi ve Türkleşmesinde rol oynamış türkmen erenlerin isimlerini taşıyan mezar, türbe, tekke ve ma­ kamların ülkelere göre dağılımı şöyledir: Bulgaristan Varna Kaligra kalesinde ve Babadağ'da Sarı Saltuk ma­ kamları, Balçık'ta Akyazılı Baba, Deliorman'da, Rusçuk Mumcular köyünde Demir Baba, Kırcali'de Seyyid Ali Sultan



330



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



(Kızıl Deli), Mürsel Baba, Ustranca'da İsmail Baba, Filibe ya­ kınlarında Mustafa Baba, Razgrad'da Pehlivan Hasan Demir Baba türbe ve dergahları. Eski Yugoslavya Komaova'da Karaca Ahmet, Kalkandere'de Sersem Ali Baba, Manastır'da Hüseyin Baba, Üsküp'te Süleyman Baba ve Mustafa Baba türbeleri.



Makedonya İştip'te Ohri Gölü'ndeki Aya Naum Manastırı Sarı Saltuk türbesi olarak kutsanır.



Yunanistan Dimetoka'da Seyyid Ali Sultan türbesi, Kavak'ta Evhad Baba tekkesi. Girit Kandiye'de Horasanlı Ali Baba, Rızık Ba­ ba tekkeleri Girit Resmo'da Hasan Baba türbesi, Girit Hanya, Selanik, Topluca, Sarıgöl, Cuma, Odza, Vodarina köy ve şe­ hirlerinde yatan Bektaşi erenleri, Teselya'da Cafer Baba, Mus­ tafa Baba, Şahin Baba, Kırklar tekkeleri. (15.-16.yy)



Arnavutluk Argiri, Ali Bashivan, Koniça, Leskacik, Başka, Fraşiri, Kolonya / Malakastra, Debra, Kroyan.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



331



V. ve XII. Asırlar Arasında Avrupa'da Türkler Türkler, Balkanlar'a ve tüm Orta Avrupa'ya Osmanlılar'dan asırlarca önce gelmişlerdir. Bu Türklerden Hunlar'ın bir kolu, Büyük Hun İmparatorluğu'nun ikiye ayrılmasın­ dan sonraki yıllarda Volga Hun Devleti'ni kurarak doğu Av­ rupa'ya adım atmış (m.s. 374 ), sonraki yüzyılda Macaristan merkez olmak üzere kurulan Batı Hun Devleti (425 - 454) bü­ tün Orta Avrupa ve Balkanlar'a hükmetmiştir. Birçoğu bütünüyle, bir kısmı kısmen Batı Hun Devleti sınırları içinde yer almış olan bugünkü Avrupa devletleri şunlardır: Macaristan, Romanya, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Avusturya, Güney ve Orta Almanya, Güney Rusya, Ar­ navutluk, Moldova, Bosna - Hersek ile Sırbistan'ın kuzeyi, kısmen Bulgaristan. Hunlar'ın ünlü komutanı Attilla zama­ nında Yunanistan'ın Korint şehrine kadar bütün Balkanlar, Niş, Filibe Gelibolu ele geçirilmiş, Batı Roma yenilerek çok ağır şartlarla vergiye bağlanmıştır. Attilla'ın ölümünden sonra dağılan Batı Hun Devle­ ti'nin halkının küçük bir kısmı Orta Asya'ya dönmüş, kalan­ ların büyük çoğunluğu yerli halka karışmış, bir bölümü ise Gotlar'a karışarak bugünkü İskandinav ülkelerine göçmüş, 6. asırda Haylundurlar ve Turgutlurlar isimli Hun boyları ise, Anadolu'ya gelerek Sivas, Karaman ve Konya dolayları­ na yerleşmişlerdir. Avrupa ve Balkanlar'a Türk göçü, 9.-11.-12. yüzyıllarda da devam etmiş, Ongurlar'ın Bulgarlar'ın yanı sıra Uzlar (Oğuz). Peçenekler, Gagavuzlar, Kumanlar, Vardarlar bu böl­ gelere gelip yerleşmişlerdir. Türklük Kürtlük bölümünde kaynaklarıyla açıklandığı üzere Macaristan'ı kuran 13 boydan 7'si Göktürk birliğinin



332



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



dağılmasından sonra bölgeye Sibirya üzerinden gelen Türk boylandır. Macarca'da çok sayıda Türkçe kelime mevcut ol­ duğu gibi Macaristan'da 17. yüzyılda Evliya Çelebi tarafın­ dan tesbit edilmiş, Türk oymakları tarafından kurulmuş, çok sayıda yerleşim birimi mevcuttur. Macarca Avrupa dilleri gi­ bi Hint-Avrupa dil ailesine değil. Türkçe'nin de ait olduğu Asya kökenli Ural-Altay dil grubuna mensuptur. Macaris­ tan'ı kuran boylardan 7.'sinin Türk olduğu, G. Nemeth, L. Rosanyi gibi Macar bilim adamlarınca da kanıtlanmış bir husus olup, Bizans kaynakları da bu tespiti doğrulamaktadır. Macaristan gibi bugünkü Bulgaristanın'da kurucu un­ surlarından biri, bu devlete adını veren Bulgar Türkleridir. Avrupa ve Balkanlar'a gelen Türkler buralarda, önce dinlerini değiştirerek yerli halkla karışmışlar, sonra da dilleri­ ni unutarak asimile olmuşlardır. Ancak, bu boylardan bugün­ kü Gagavuzlar, Selçuklu'lara katılan Peçenekler, Uzlar gibi ırki niteliklerini korumuş gruplar da mevcuttur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



333



YENİ DÜNYA DÜZENİ'NİN HEDEFİ ve TÜRKİYE Konusu etniklik olan bir kitapta, Yeni Dünya Düzeni, küreselleşme, AB vb. konulara değinilmesinin nedeni, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandır­ mayı hedefleyen çokuluslu ya da uluslararası olarak tanımla­ nan küresel sermayenin, bu amacını sağlamak için, ulus dev­ letleri etniklik temelinde bölerek, kendisine tabi, bağımlı parçalara ayırmayı, "seçkinlerin dünya hükümetini" ger­ çekleştirmeyi, kendi ifadeleriyle, "21. yy'da takip edilecek temel ilke olarak" açıklamış olmasıdır.1 Bunun anlamı, "bu yüzyıl boyunca", özellikle, jeostratejik, jeopolitik öneme, başta enerji olmak üzere, yeraltı zenginlikle­ rine, su kaynaklarına sahip üçüncü dünya ülkelerinin etnik yapılarının, küresel sermayenin saldırısına uğrayacağıdır. Küresel çokuluslu gücün, bu konuda ne kadar kararlı ol­ duğunu bilmek için, Yeni Dünya Düzeni'nin, küreselleşme­ nin temsilcilerinin, kuramcılarının bu konudaki açık ifadele­ rini iyi değerlendirmek gerekir. Yeni Dünya Düzeni'nin temsilcisi, önemli kuramcı ve stratejistlerinden biri olan, ABD'li ünlü zengin David Rockefeller, günümüzden 15 yıl önce, Haziran 1991'de, küresel ser­ mayeyi yönlendirip, güçlendiren en önemli kuruluşlardan bi­ ri olan Üçlü Komisyon (Trilateral Commission)'da yaptığı ko­ nuşmada, Yeni Dünya Düzeni ile hedeflenenin seçkin elitle­ rin ve zenginlerin, ULUSÜSTÜ EGEMENLİĞİNE dayalı DÜNYA HÜKÜMETİ olduğunu, çok açık olarak söylüyor ve diyor ki: 1 Belgeler için sonraki sayfalardaki alıntılara bakınız.



334



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



'The Washington Post, The New York Ti­ mes, Time Magazine ve DİĞER BÜYÜK yayın organlarının yöneticilerine toplantıLARIMIZA katıldıkları için, BİZİ KIRK YILI AŞKIN BİR SÜREDİR DESTEKLE­ DİKLERİ İÇİN müteşekkiriz. Bu yıllar bo­ yunca HALKIN DENETİMİNE MARUZ KALMIŞ OLSAYDIK, dünya ile ilgili tasa­ rımızı asla geliştiremezdik. Fakat, şu anda dünya, DÜNYA HÜKÜMETİNE doğru ilerlemek için, daha donanımlı ve hazır. Entellektüel bir SEÇKİNİN ve DÜNYA BANKACILARININ ULUSÜSTÜ EGE­ MENLİĞİ, geçmiş asırlarda uygulanan ulusal özdenetime kıyasla, kesinlikle da­ ha makbuldür." 2 Bu beyan, aynı zamanda, küresel sermayenin arkasında ne kadar büyük medya desteği olduğunu, ve, küresel gücün, "dünya hükümetini" gerçekleştirme faaliyetlerini D. Rockefeller'ın ifadesine göre 1921'den bugüne 85 yıldır sürdür­ mekte olduklarını ortaya koymaktadır. Yeni Dünya Düzeni ve onun stratejik aracı olan küresel­ leşme ile neyin hedeflendiği, böylesine yetkili bir kişi tara­ fından, ancak bu kadar açık olarak ifade edilebilir. Aynı Rockefeller, küresel sermayenin en etkin ekonomik ve siyasi örgütü, kumanda merkezi olan Dış İlişkiler Konse­ yi'nde yaptığı konuşmada da, aynı hedefi, daha kararlı ola­ rak şöyle tanımlıyor.



2



Türk Yolu, sayı 13, sf. 22, Eylül-Ekim 2006; Jim Keith, CIA-CIA'den Medya'ya Kitlelerin Kontrolü", çev. Sibel Can, Nokta Kitap Yay, İstan­ bul, 2005, sf. 57.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



335



"Bir DÜNYA DEVLETİ oluşturduğumuz­ da, modern dünya daha mükemmel ve dengeli olacaktır. Halkların kendilerini yönetme hakları, DÜNYA BANKERLERİ ve ENTELLEKTÜEL ELİTİN OTORİTESİ ALTINA GİRECEKTİR. Bu yüzyılda takip edeceğimiz temel ilke budur."3 Yeni Dünya Düzeni'nin bir başka kuramcısı olan, Ame­ rikan Dış Politika Araştırmaların Enstitüsü Bşk. R. Strausz Hupe ise, hedefi, daha somut bir şekilde ortaya koyuyor ve bir makalesinde bunu şöyle ifade ediyor. "Milliyetçilik bu yüzyılın en güçlü gerici kuvvetidir... mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını engeller, ekonomik ve kültürel gelişimi durdurur. Amerikan halkının misyonu, MİLLİ DEVLETLERİ TARİHE GÖMMEK, onların kalan halklarını, daha küçük birimlerde birleştirmek ve ELİN­ DEKİ GÜÇ İLE, düzenin muhtemel sabotörlerini (...) caydırmaktır. Önümüzdeki 50 yılda gelecek Amerika'nındır."4 Küreselcilerin en etkin 3 kuruluşundan biri olan Bilderberg'in ilk başkanı Hollanda'lı Prens Berndhard ise, en ya­ şamsal görevlerinin ne olduğunu şöyle açıklamaktadır:



3 Erol Bilbilik, Dış İlişkiler Konseyi, CFR, Trilateral-Bilderberg, sf. 18, Umay Yayınları, 1. basım, İzmir, Aralık 2005, sf. 18. Yeni Dünya Düzeni'ni, bugün dünyayı yönetenlerin kimler olduğunu anlayabilmek için bu kitap mutlaka okunmalıdır. Yazarın Amerikan Kuşatması, NATO ve Geniş Orta Doğu Stratejisi, Küresel Dünya Politikaları ve Ulusal Seçe­ nekler, Dünya'yı Yöneten Gizli Örgütler isimli dört kitabı daha vardır. Umay Yayınları, Tel: 0232.422 31 14 - Faks: 0232.464 41 37 4 Age., sf. 17.



336



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



"Milliyetçiliğin hüküm sürdüğü ortamlar­ da, insanlar egemenliklerini uluslararası güçlü bir organa devrini kabul etmezler. Bizim önümüzdeki EN HAYATİ GÖREV, ordan buna razı etmektir."5 Küreselleşmenin ünlü teorisyenlerinden John Naisbitt ise SEÇKİNLERİN DÜNYA EGEMENLİĞİ'ni hedefleyen Yeni Dünya Düzeni'nin stratejik bir gereği olan küreselleş­ menin temel amacının, ulus devletleri küçük parçalara böl­ mek olduğunu açık olarak şöyle ifade ediyor. "... eğer dünyayı TEK PAZARLI BİR DÜNYA haline getireceksek, PARÇALA­ RI KÜÇÜK OLMALI... BİN ÜLKELİK bir dünya, ulus devletin ötesine geçmeyi be­ lirten bir mecaz... Yeni liderler (devlet baş­ kanları, atö), artık devletler arasında değil, bireyler ve ŞİRKETLER arasında stratejik ittifakı kolaylaştıracak, ya da en azından karşı çıkmayacaklardır. ... bu süreç, HÜ­ KÜMETSİZ BİR YÖNETİMİN yayılması­ na doğru ilerleme süreci."6 John Naisbitt, kısaca, bugünkü 200 ülkeli dünyayı, şir­ ketlerin dünya egemenliğinin önünde engel görüyor, bu­ nun için en az 1000, hatta daha fazla ülkeli bir dünyanın ge­ rektiğini belirtiyor. Bununla da kalmıyor, yeni dünya düze­ ninde Devlet Liderlerinin, ŞİRKETLERİN ÇIKARLARINA hizmet eden görevliler olmaları gerektiğini, dahası, hedefin HÜKÜMETSİZ, başsız, otoritesiz devletler olması gerektiği­ ni ifade ediyor. 5 Age., sf. 77, 78. 6 Metin Aydoğan, Yeni Dünya Düzeni, Kemalizm ve Türkiye, cilt 2, sf. 612, Umay Yayınları. Metin Aydoğan'ın bu kitabı konuyla ilgilenenle­ rin mutlaka okumaları gereken önemli bir eserdir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



337



Yeni Dünya Düzeni'nin, yani "seçkin zenginler ege­ menliğinin" sözcüsü, New Perspectives Quarterly dergisi başyazarı ise daha da ileri gidiyor ve küreselleşmenin hede­ fini şöyle tanımlıyor. "Yeni Dünya Düzeni'nin en önemli yapı taşlan silahlı uluslar yerine, GLOBAL ÖL­ ÇEKLİ ŞİRKETLERE ev sahipliği yapan, teknolojik olarak geliştirilmiş, ŞEHİR DEVLETLERİ olacaktır."7 Bu başyazar, Yeni Dünya Düzeni için 1000 ülkeli dünya­ yı da az görüyor, şirketlerin, adeta ofisleri olacak 100.000'lerce "şehir devletleri" öngörüyor ve çok kararlı olarak "bu ola­ caktır" diyor. İsrail Başbakan'ı İzak Şamir, 1983 yılında Brüksel'de yaptığı açıklamada, doğrudan Türkiye'yi hedef gösteriyor ve Türkiye'nin Güneydoğu'sunda bir Kürt Devleti kurulma­ sına şu sözlerle talep etmiştir. 'Türkiye, Kürdistan'ı işgal alfanda tutan devletlerden biridir. Bu devletler laf dinle­ mediği için Kürt halkı bağımsızlığını ka­ 8 zanamıyor" Eski Almanya Şansölyesi Helmut Schmit'in, küresel sermayenin patronu ABD'nin Türkiye politikası hakkında, Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren sözlerine yer verelim: "ABD TÜRKİYE'Yİ BÖLECEK. ABD bu hedefini önümüzdeki 20 yıl içinde GER­ ÇEKLEŞTİRECEK. Türkiye topraklarında KÜRDİSTAN ve ERMENİSTAN kurma planlarım hayata geçirecek."9 7 Hıdır Göktaş, Metin Gölbay, Soğuk Savaştan Sıcak Barışa, Alan Yayınları, 1994, sf. 40. 8 Vural Savaş, Yeniçağ, 26.9.2005.



338



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Tüm bu ifadeler, Çokuluslu-uluslararası küresel gücün, tek merkezli kü­ resel sermayenin, dünya için öngördüğü nihai hedefin ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu hedefte, kesin olan şey Yeni Dünya Düzeni'nde ulus devletlere yer olmadığıdır. Bir başka ifadeyle, ulus devletler mutlaka parçalanarak, yok edileceklerdir. Yeni Dünya Düzeni'nin önde gelen kurama ve temsilci­ lerinin bu kadar açık ifadeleri karşısında Batı'nın hedefinin, Türkiye'yi bölmek olduğu gerçeğini, ulusala bir "parano­ ya", "vehim" bir "komplo" olduğunu söylemek, ulusalcıları, çağdışılıkla suçlamak, ya bilgisizlik, ya işbirlikçilik ya da gaflet olmaktadır. Yukarıdaki ifadelere, Henry Kissinger, Zbigniew Brzezinski, George Kennan, Paul Wolfowitz, Samuel Huntington ve daha bir çok Yeni Dünya Düzeni kuramcısının ve temsilcisinin ifadeleri eklenebilir. Bu beyanlar, açıkça göstermektedir ki, küresel sermaye­ nin ülkeleri etniklik temelinde bölme stratejisi, sadece Tür­ kiye'ye yönelik bir plan olmayıp, tüm dünyayı, özellikle je­ opolitik ve jeostratejik öneme sahip üçüncü dünya ülkelerine yönelik ilkesel temelli "genel" bir stratejidir. Ancak, burada bilinmesi gereken bir başka önemli hu­ sus, bu stratejide Türkiye'nin, Batı için özel bir hedef oldu­ ğudur. Bunun bir çok nedeni mevcuttur. Kısaca özetlenirse, öncelikli neden, gerek jeopolitik ge­ rekse jeostratejik olarak çok önemli bir konuma, büyük bir ge­ lişme potansiyeline sahip olan Türkiye'nin, güçlenmesi, dün­ ya enerji kaynaklarının kalbi olan bölgede "lider ülke" konu9 Hasan Demir, Yeniçağ, 23.8.2006.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



339



muna yükselmesi, Orta Doğu'daki güç ve çıkar dengelerini bozar. Bu durum, Batı'nın bölgedeki çıkarlarıyla bağdaşmaz. Dolayısıyla, başta ABD olmak üzere AB, kısaca Batı, Tür­ kiye'nin bu bölgede güçlenmesine asla izin vermek istemez. Ayrıca, çok önemli olarak, güçlü bir Türkiye'nin dünya enerji kaynaklarının büyük bölümüne sahip Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin, Müslüman ülkelerin "LİDERİ" konu­ muna yükselmesi, Batı'nın çıkarlarıyla asla bağdaşmadığı gi­ bi, Batı'nın Orta Doğu'daki ileri karakolu olan İsrail'in güven­ liği açısından da, Batı için kabul edilebilir bir durum değildir. Ayrıca, bölge için yaşamsal öneme sahip Dicle, Fırat su havzalarının Türkiye'nin denetiminde olması, Batı için Tür­ kiye'nin denetim altında tutulmasını gerekli kılmaktadır. Bunların dışında, Batı, bugün kendisi için büyük bir pa­ zar olan Türkiye'nin gelişip güçlenerek, kendisine dünyada ticari bir rakip olmasını istemez. Bu nedenlerdendir ki, Batı, Türkiye'yi ekonomik olarak bağımlı kılmak, bölerek etkisiz hale getirmek için, ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel her türlü girişimin sadece yanında de­ ğil arkasında olmuştur ve olacaktır. Batı'nın Türkiye ve Türk Dünyası'na uyguladığı politi­ kanın özünü, iç yüzünü ve bu politikanın ne kadar yıkıcı olduğunu anlamak için, "en gizli" (vagram) dereceli bir NA­ TO BELGESİNE bakmak yeterlidir. 1961 yılında, günümüzden 45 yıl önce, Washington'daki Nato Karargahı'nda yüksek rütbeli bir Türk subayının ele geçirdiği "en gizli"den (Cosmic Top Secret) daha yüksek gizli­ lik derecesine sahip (vagram) bir dosyada, Sovyetler Birliği'nin dağılacağı, Orta Asya'da 5 ya da 6 Türk Cumhuriyeti kurulacağı, 30 yıl öncesinden öngörülerek, kurulacak Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye ile ilgili politika, şu şekilde belirlenmiştir.



340



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



"Türk devletlerinin işgal edecekleri coğ­ rafya stratejik yönden çok değerli ve tabii kaynaklar bakımından çok zengindir. Bu devletler Batı'daki Türkiye Cumhuriyeti ile birleşirse o zaman ortaya Hitler Alman­ ya'sı veya Stalin Rusya'sından daha tehli­ keli bir kuvvet Batılıların karşısına çıkar. Türkiye Cumhuriyeti ile Doğu Türklerini birleştirmemek için elden gelen yapılmalı, Türkiye ile bu devletler arasında tampon devletler kurulmalı, TÜRKİYE'nin LİDER DEVLET OLMASINI ENGELLEMEK İÇİN, SİYASİ ve EKONOMİK BÜTÜN TEDBİRLER ALINMALIDIR."10 Bu gizli belge, Türkiye'nin bugün neden bu durumda olduğunu, neden yıllardır bir türlü ayağa kalkamadığım, niçin böylesine vahim boyutta borçlandırıldığını, tarımda­ ki çöküşü, madenlerin işgalini, yabancılara tarım arazisi satışını, cehaleti, işsizliği, bölücülüğü, terörü, siyasi istik­ rarsızlığı, Türkiye'yle ilgili, olumsuz, bir çok şeyi açıkla­ maktadır. Batı'nın bu yıkıcı kuşatmasına, Yıllardır, ülkeyi yönetenlerin basiretsizliği, yetersizli­ ği, aydınların sorumsuzluğu, çıkarcı kesimin işbirlikçiliği eklendiğinde, geriye söylenecek, fazla birşey kalmıyor. Yeni Dünya Düzeni tasarımının ciddiyetini, önemini ve bu tasarımın ardındaki küresel gücün büyüklüğünü, 60 yıl­ dır dünyada neyi değiştirdiğini, neyi değiştirmekte olduğu­ nu, dünya için nasıl bir gelecek öngördüğünü kavrayabilmek için, onun tarihçesi ve sözkonusu küresel sermayenin gü­ cüyle ilgili olarak, en azından şunların bilinmesi gerekir. 10 Hasan Demir, Yeniçağ, 23.8.2006.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



341



Çokuluslu-uluslararası küresel sermayenin, Yeni Dün­ ya Düzeni'ni gerçekleştirmeye yönelik çalışmalarının yakla­ şık 80 yıllık bir geçmişi vardır. Bu yeni düzeni, bir hayal olmaktan çıkarıp, somut bir ya­ pıya dönüştürme hareketinin öncüleri, küresel sermayenin 2 büyük kuramcı ve temsilcisi, dünyanın en büyük zengin­ leri kabul edilen Lord Rothschield ve David Rockefeller ol­ muşlardır. 29 Temmuz 1921'de, Yeni Dünya Düzeni tasarımını ger­ çekleştirmek amacıyla; sermayeyi örgütleyip, geliştirip güç­ lendirmek, başka bir ifadeyle dünyayı küreselleştirmek ve dünya siyasetini küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda yapılandırıp yönlendirmek, sonuç olarak; küçük bir azınlık fakat dev bir maddi güce sahip "seçkinlerin ve zenginlerin" "dünya egemenliğini" gerçekleştirmekle görevli Dış İlişki­ ler Konseyi kurulmuştur. (Council on Foreign Relations-CFR) Bu örgüt, bugün, kendisine bağlı çok sayıda, çok güçlü uluslararası alt örgüte sahip, dünyayı, küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda ekonomik ve siyasi olarak yönlen­ diren hareketin beyni, kumanda merkezi, tamamen küre­ sel sermaye temsilcilerinden oluşan dev bir uluslararası ku­ ruluştur. Dış İlişkiler Konseyi'ne (CFR) bağlı, ondan sonra en et­ kin çok güçlü ve önemli 2 uluslararası kuruluş, Bilderberg ve Üçlü Komisyon'dur. (Trilateral Commission, TC) Bilderberg, 29-31 Mayıs 1954 tarihlerinde Hollanda'da kurulmuştur. Fikir babası Yahudi kökenli, CIA mensubu 33. 11 derece Mason, Joseph Ratinger'dir.



11 Erol Bilbilik, CFR Trilateral-Bilderberg, sf. 75, Umay Yay., Aralık 2005.



342



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Üçlü Komisyon (Trilateral Commission) 1973 yılı başların­ da kurulmuştur. Kurucuları ABD'li ünlü devlet adamı ve bilimadamı ve kuramcısı Prof. Zbigniew Brzezinski ve CFR onursal başkanı David Rockefeller'dir. Üyeleri, ABD, Japon­ ya ve Batı Avrupa ülkeleri'dir. Birleşmiş Milletler'den daha güçlü bir kuruluş olarak tasarlanmıştır. Hedefi, "dünya devleti"ni gerçekleştirmektir.12 Sayılan kuruluşların yönetim merkezi, bu kuruluşlardan 13 temsilciden oluşan, "Dünya Yönetimi'nin", en üst düzey, "çok gizli komitesi" olan Global Stratejik Komite'dir. Ko­ mite başkanı ABD'de Nixon ve Carter dönemlerinde 2 kez Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Henry E Kissenger'dir. Ko­ mite üyeleri arasında devlet görevinde bulunmuş diğer üye­ ler şunlardır. Prof. Zbigniew Brzezinski (Ulusal Güvenlik Da­ nışmanı), George P. Shultz (eski Dışişleri Bakanı), Harold Brown (eski Savunma Bakanı), James Baker (eski Dışişleri Baka­ nı), Lawrence Eagleburger (eski Dışişleri Bakanı, Philips Petrol eski başkanı), D o n a l d Rumsfeld (yeni istifa eden ABD Savunma Bakanı), James R. Schlesinger (eski Dışişleri bakanı Uluslararası Politika Başkanı Danışmanı, CSİS üyesi), Prof. Samuel Huntington (Carter dönemi Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi, Medeniyetler Çatışmasının kuramcısı), Prof. Joseph S. N y e Jr. (G. Bush döne­ mi Ulusal İstihbarat Başkanı), Brent Scoweroft (Em. Tümgeneral, Bush dönemi Ulusal Güvenlik Konseyi danışmanı). 1 3



Yukarıdaki listede yer alan isimler ve bunların devlette bulundukları görevler, ABD'de egemen gücün, gerçekte, küresel sermayenin beyni, kumanda merkezi konumunda olan Dış İlişkiler Konseyi (CFR) olduğunu açık olarak orta­ ya koymaktadır.



12 Age., sf. 65, 67. 13 Age., sf. 37.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



343



Ayrıca, en tepedeki14 48 üyenin 24'ünün, aralarında eski Cumhurbaşkanı W. Bill Clinton, ünlü stratejist Prof. Zbigniew Brzezinski, Poul D. Wolfowitz'in ve eski bakanlar, ba­ kan yardımcıları, milletvekilleri, senatörler, müsteşarlar, büyükelçiler gibi devlet görevlilerinin olması, Dış İlişkiler Konseyi'nin, küresel sermayesinin ABD yönetimindeki gü­ cünün ne boyutta olduğunu göstermektedir. (Türkiye Açık Toplum Enstitüsü kurucusu, ünlü spekülatör George Saros da bu 48 kişiden biridir.)



Dış İlişkiler Konseyinin, ABD'de, devlette ve önemli kuruluşlarda görevli 2433 üyesi bulunmaktadır. Bu 2433 üyenin, 329'u devlette, 470'i üniversitelerde, 331'i medyada, 312'si think-tank'larda (strateji, araştırma kuruluşları), 177'si



sanayi şirketlerinde, 60' ı uluslararası hukuk şirketlerinde, 56'sı ABD Temsilciler Meclisi ve Senato'da, 31'i Federal Rezerv (Merkez Bankası) ve Ulusal Bankacılık kuruluşların­ da üst düzeyde etkin görevlerde bulunmaktadır. (2000 yılı verileri)' 5



Dış İlişkiler Konseyi'nin (CFR) ABD dışında Rusya da­ hil 28 ülkede, kamuda ve önemli kuruluşlarda üst düzeyde etkin çok sayıda üyesi vardır. Dış İlişkiler Konseyi (CFR), BM, NATO gibi önemli ku­ ruluşlarda etkindir. Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, IMF gibi uluslararası ticaret ve finans kuruluşları tamamıyla Dış İlişkiler Konseyi'nin denetimindedir. Çokuluslu-uluslararası sermaye, büyük örgütsel ve si­ yasi gücünün yanısıra, büyük bi medya gücüne, dev bir maddi güce ve askeri desteğe de sahiptir.



14 Bunlar, Dış İlişkiler Konseyi, Üçlü Komisyon ve Bilderberg'in üçüne de üye olan üstün statülü kişilerdir. 15 Age., sf. 43, 47.



344



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Aşağıdaki bir kaç veri, küresel sermayenin gücünün bo­ yutlarını görmek için yeterlidir. BM bünyesindeki Dünya Kalkınma Ekonomileri Enstitüsü'nce 2000 yılı verilerine dayalı olarak, 6.5 milyar olan dünya nüfusunun %1'lik kesimi, bütün dünyadaki toplam servetin %40'ına sahiptir. Dünya'daki %2'lik kesim ise, bütün dünyadaki toplam servetin %60'ına sahiptir. Dünyadaki toplam servet, alt ve üst %10'luk gruplar için değerlendirildiğinde, zengin (üst) %10'luk kesimin sahip ol­ duğu servet, bütün dünyadaki servetin %85'idir. Yeni Dünya Düzeni tasarımının ardındaki güç, küresel sermaye işte böylesine dev bir servetin temsilcisidir. Araştırma, dünyada sadece 499 dolar milyarderi olduğu­ nu ortaya koyuyor. 16 Tanınmış araştırmacı Robert Went'e göre Dünya ekono­ misi, çoğunlukla, egemen uluslardan (ülkelerden) daha bü­ yük (maddi güç olarak) olan bir kaç yüz dev çokuluslu (şirket) 17 tarafından yönlendiriliyor. David C. Korten, dünyadaki en büyük 100 ekonomik gü­ cün yarısının şirketler olduğunu, bunlardan 10 tanesinin toplam satışlarının, en küçük 100 ülkenin toplam Gayri Safi Hasılasından fazla o l d u ğ u n u , dünyanın en büyük 50 ticari banka ve finans kuruluşunun, dünyanın 20 trilyon dolar olan üretici sermayesinin %60'ını elinde tuttuğunu belirtiyor.18



16 Radikal, 6.12.2006. 17, 18 Robert Went, Küreselleşme, çev. Emrah Dinç, Yazın Yayınlan, 1998, sf37, sf 23. Yazara göre, ulus ötesi şirketler dünya ticaretinin %70'ini kontrol ediyor. Tepedeki 5 firma dünya tahıl ticaretinin %77'sini, üç şir­ ket dünya muz ticaretinin %80'ini, 3 şirket dünya kakao ticaretinin %83'ünü, 3 şirket dünya çay ticaretinin %87'sini gerçekleştiriyor, (sf. 40)



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



345



Dış İlişkiler Konseyi (CFR) işte böylesine zengin, güçlü ve örgütlü bir azınlığı temsil etmektedir. Medyatik güç olarak, dünya devleri olan Associated Press ve United Press (ABD), Reuters (İngiltere), France Press (Fransa) Dış İlişkiler Konseyi'nin denetimindedirler. Dünya haberlerinin %65'i ABD kaynaklıdır." Yani, dünyanın büyük çoğunluğu, dünya haberlerini, ABD'nin verdiği, çıkarına uygun olarak verdiği, istediği şekilde öğrenir. Bu medya gücü, Dış İlişkiler Konseyi (CFR) için, dünya kamuoyunu dilediği yönde oluşturmak, insanların beyinlerini yıkamak için, güçlü bir propaganda aracıdır. Askeri güç olarak bakıldığında, Dış İlişkiler Konseyi (CFR) etkisinde olan ABD'nin, 1993 yılı itibariyle; sadece ABD dışında 35 yabana ülkede, 395'i büyük çapta askeri üs ve daha küçük çapta ve tesislerde konuşlandırılmış, dünya­ nın en etkin silahlarıyla donatılmış, her an müdahaleye ha­ zır, 500.000'e yakın askeri mevcuttur.20 Son 60 yıllık dönemde, başta ABD olmak üzere Batı'lı devletlerin başka ülkelere 40'ı aşkın darbe şeklinde ya da doğrudan silahlı müdahalesi olmuştur. Bu istatistiki veriler, Ulus devletlerin, kendilerini etniklik temelinde bölme­ yi, halklarının haklarını elitler ve dünya bankacılarının egemenliğine devrini, temel bir ilke olarak benimsemiş olan küresel gücün, bu devletler için ne denli bir tehdit oluşturduğunu anlamak için yeterlidir.



19 Metin Aydoğan, 16. baskı, sf. 584. 20 Kemal Bilbilik, CFR Trilateral-Bilderberg, Umay Yay., Aralık 2005, sf.19; Michael Parenti.



346



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Yeni Dünya Düzeni'nin vazgeçilmez stratejisi olan kü­ reselleşmenin son kırk yıl içinde dünyada neyi ne kadar değiştirdiğine de bir kaç veri ile değinmek gerekir. Küreselleşme sürecinde, 1960'da dünya nüfusunun en zengin %20'sinin ortalama gelirinin, en yoksul %20'sinin ortalama geliri ile 30 kat olan farkı, 1995'te 82 kata çıkmıştır.21 Bugün bu fark 250 kat olarak hesaplanıyor. Kısacası, küresel­ leşme, zenginlerin zenginliklerini kat kat katladı. Gelişmiş olan ülkelerde 1965 yılında 2.281 dolar olan kişi başına GSMH, 1990 yılında 7.5 kat artarak, 17.056 dolara yükselmiştir.22 Bugün, bu miktar yaklaşık 25.000 dolardır. (1965 yılına göre 13 kat artış)



II. Dünya Savaşı öncesi, hemen hiç borcu olmayan bir kaç az gelişmiş ülke, altından kalkamayacağı bir borç batağı­ na sürüklenmiştir. Bu ülkelerin 1970 yılında %14.4 olan borç/GSMH oranları, 1990 yılında üçe katlanarak, %43.3'e çıktı. Az gelişmiş ülkelerin toplam borçları ise 1970-1990 ara­ sı 20 yıllık dönemde tam 21 kat artmıştır.23 Az gelişmiş ülkeler, borçları sürekli ödemelerine rağ­ men, borçları sürekli artmıştır. Bu ülkelerin, gelişmiş ülkele­ re 1970 yılında toplam 62.5 milyar dolar olan borcu, 20 yılda, 21.5 kat artarak, 1991 yılında 1 trilyon 341 milyar dolara yükselmiştir. 1978 yılında, az gelişmiş ülkelere uygulanan borç faizi %9.7'yken, bu oran 1981'de %17.5'e çıkmıştır. Dünya Bankası'nın verdiği borç (kredi) 1970'de 4.5 mil­ yar dolarken, 1990'da %21 kat artarak 95.7 milyar dolara çı­ karılarak, borç alan ülkeler küresel sermayeye tam bağımlı kılınmıştır. 21 Robert Went, Küreselleşme, çev. Emrah Dinç, Yazın Yayınları, sf. 57. 22 Metin Aydoğan, sf. 603. 23 Age.,sf. 580,581.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



347



Aynı maksatla, IMF'de, 1970'de 0.7 milyar dolar olan dış borcu (verdiği kredi), 49.3 kat artırarak, 1990 yılında 34.5 mil­ yar dolara çıkardı. IMF'den, 1995 yılına kadar borç alan 137 ülkeden 81'inin IMF'ye bağımlılığı ileri düzeyde artmıştır. 89 az gelişmiş ül­ keden 48'inin durumu daha kötüleşmiştir. 32'si ise tamamen yoksullaşmıştır.24 Özetle, Küreselleşme, son 60 yıl içinde, hedefine uygun olarak, zenginlerin zenginliğini kat kat artırırken, yoksul, az geliş­ miş ve gelişmekte olan ülkeleri borç batağına sürükleye­ rek, küresel sermayeye tam bağımlı hale getirmiştir. Türkiye'de bu ülkelerden biridir. Türkiye'nin, 2000 ve 2002 yıllarından 2006 yılana kadar ki 8 yıllık süreçte borç stokundaki ve önemli ekonomik göstergelerdeki vahim değişim aşağıda özetlenmiştir.



Toplam (iç, dış) Borç Stoku (kamu)



2000



2006



85.68 (TL)



367.2



(Katrilyon)



(TL)



kat



Oran



4.28



%329



(Katrilyon)



Esfender Korkmaz, Başkent Üniversitesi, 2007 yılına Girerken Türkiye Paneli



2002



2006



kat



Oran



220 (Milyar $)



3 5 2 5 (Milyar $)



1.6



%60



Dış Tic. Açığı



15.5 (Milyar$)



5 1 3 (Milyar»



3.31



%231



Cari Açık



15 (Milyar $) 34 (Milyar $) 22.7



%2166



Sıcak Para



8.1 (Milyar$)



%554



Toplam



(iç,



dış)



Borç Stoku



53 (Milyar»



** Kenan Sönmezler, Tercüman Gazetesi, 20.12.2006. 24 Age., sf. 519.



654



348



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Türkiye'nin 2006 yılı GSYİH'sı 388.2 milyar dolardır. Bu tablo, Yeni Dünya Düzeni'nin temsilcisi olan küresel sermayenin güdümünde olan Dünya Bankası, IMF ve ben­ zer vasıtalarla Türkiye'yi, ne kadar hızla ve ne kadar vahim bir borç batağına sürüklediğinin, Türkiye'yi ekonomik ola­ rak tam anlamıyla, kıpırdatmayacak şekilde kendisine ba­ ğımlı kıldığının açık göstergesidir. Ekonomik bağımlılık, siyasi bağımlılıktır. Dolayısıyla bu tablo, sadece, Türkiye'nin ne büyük ölçü­ de sömürüldüğünün değil, aynı zamanda Türkiye'nin siya­ si bağımsızlığının da ne ölçüde ipotek altında olduğunun göstergesidir. Bu bölümde, buraya kadar yer verilen küresel sermaye temsilcilerinin, Yeni Dünya Düzeni kuramcılarının ifadele­ ri, belgeler, veriler karşısında, başta ABD ve Avrupa Birliği olmak üzere, Batı'nın Türkiye'yi bölme öncelikli ve ilkesel bir hedefi olduğunu gören, ulusala kesimi "paranoya", "ve­ him", "komploculuk", "çağdışıhk"la suçlayanların, aşağıla­ yanların kime, neye hizmet ettikleri açıktır. Bunlar, Yeni Dünya Düzeni'nin hizmetinde işbirlikçiler ya da dünya gerçeklerinden haberi olmayan gafillerdir. Her şey açıktır, ortadadır. "Türkiye'yi böleceğim" diyen söyleyen Batı'nın KEN­ DİSİDİR. Üstelik bunu ima dahi etmiyorlar, açık açık söy­ lüyorlar. Türkiye'nin doğusunu Kürdistan ve Ermenistan toprak­ ları olarak gösteren haritalar, Pentagon yayınlarında, NATO toplantılarında (Roma) açık açık sergileniyor. Adamlar açıkça "Türkiye'yi böleceğiz", "harita da bu olacak" diyorlar. Bu gerçeği görmemek, duymamak için ar­ tık ya gafil olmak gerekir ya hain.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



349



Bu gerçeği, Türkiye'de tüm aklı başında insanlar, ulusal­ cı aydınlar; bilimadamları, araştırmacılar, yazarlar, düşünür­ ler görüyor. Batı'nın hedefinin Türkiye'yi bölmek olduğunu, sadece ulusalcı aydınlar değil, Devletin en gizli bilgilerine sahip, en üst düzeyde görev yapmış, görev yapan Devlet adamları, askeri yetkililer, başbakanlar, bakanlar, siyasi parti liderleri söylüyor. Ağustos 2006'da emekliye ayrılmış olan eski Genelkur­ may Başkanı Org. Hilmi Özkök, Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmasında, PKK terörüyle hedeflenenin, Türki­ ye'nin ulusal bütünlüğünün, varlığının güvencesi olan Anayasa'nın 3. maddesinin yokedilerek Türkiye'nin bölünmesi olduğunu, bu maddenin tartışılmaya açılmasının dahi, Tür­ kiye'yi çatışmaya götürebileceğini belirtiyor ve şunları söylüyor: "Bütün bu gelişmeler açıkça Anayasa'nın 3. maddesine işaret etmektedir. Bu mad­ denin tartışmaya açılmasının Türkiye'yi bir çatışmaya götürme olasılığı vardır. Bu sebeple, bilinçli herkesin, bırakın tartış­ mayı, ülkemizin bekası ve geleceği için, üniter devlet anlayışına dört elle sarılması ve bu kavramı belleklerde daha da güçlen­ dirmesi gerekir." Gn. Kur. Bşk. Org. Hilmi Özkök, çok önemli bir tespit olarak, bu gelişmeden AB'yi sorumlu tutmakta ve AB'nin desteğinin boyutunu ve bu desteğinin AB sürecinde giderek daha da yoğunlaşacağını şu sözlerle vurguluyor ve Çok ciddi bir şekilde AB'yi suçluyor: "AB tarafından yayımlanan raporlarda, Kürt kökenli vatandaşlarımızla ilgili olarak yer alan hususlar, ferdi kültürel hak­ lardan, toplumsal siyasi haklara orman-



350



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



makta ve Türkiye'nin AB'ye giriş müzak­ erelerinde karşılaşacağı baskıların boyut­ larını da gözler önüne sermektedir." 25 Org. Özkök'ün bu sözleri, AB'nin hedefi Türkiye'yi bölmek olan PKK'nın arkasında olduğunun açık ifadesidir. Org. Özkök'ün sözlerinin önemini kavrayabilmek için, AB ve PKK tarafından hedef alman Anayasa'nın 3. mad­ desini iyi bilmek gerekir. Anayasa'nın 3. maddesi şudur: "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili, Türkçedir. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen beyaz ayyıldızlı bayraktır. Milli marşı, İstiklal Marşı'dır. Başkenti Ankara'dır". Anayasa'nın 3. maddesinin hangi kısmını değiştirmek mümkündür! Maddenin şıklarından herhangi birinin de­ ğiştirilmesi halinde geriye Türk Cumhuriyeti Devleti'nden ne kalır! Ayrıca, bu maddenin değiştirilemeyeceği Anayasa'nın 4. maddesi hükmüdür. Org. Hilmi Özkök, bir başka ifadesinde, AB'nin bölücü­ lüğünü çok kısa ve öz olarak şöyle vurguluyor: "Terör örgü­ 26 tü isteklerini AB vasıtasıyla DİKTE ettiriyor." Yani, PKK'nın hamisi ve sözcüsü olarak, dayatıyor. Kime Türki­ ye'ye. Türkiye'yi bölmek isteyen terör örgütünün destekçisi, hamisi, sözcüsü bir kuruluşun, AB'nin, hangi iyi niyetinden söz edilebilir! İyi niyet bir yana, bu tespitler karşısında, AB'nin Türki­ ye'ye düşmanlığından kuşku duymamak mümkün müdür!



25 Prof. Dr. Ümit Özdağ, Akşam, 25.4.2005. 26 Hulki Cevizoğlu, Yeniçağ, 18.4.2006.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



351



ESASEN, PKK AB'yi DEĞİL, AB PKK'yı KULLAN­ MAKTADIR. PKK, BATI'nın TÜRKİYE'yi BÖLMEK AMA­ CIYLA YILLARCA SÜREN PLANLI ÇABALARI, DESTEK ve YARDIMIYLA YARATILMIŞTIR. Org. Hilmi Özkök'ün yerine atanan bugünkü Genelkur­ may Başkanı, Org. Yaşar Büyükanıt, Havacılık Dergisi'nde Kara Kuvvetleri Komutam iken yer alan açıklamasında, PKK'yı kastederek, terör örgütünün, bazı Avrupa ülkelerin­ den sağladığı yardımlarla, barınma, SİLAH, MÜMİMMAT, EĞİTİM, tedavi, seyahat ve ELEMAN TEMİNİ gibi ihtiyaç­ larını karşıladığım beyan ediyor.27 Türk İstihbarat birimlerinin tespit ettiği, PKK'ya destek olan AB üyesi ve diğer Avrupa ülkeleri şunlardır: ABD, Al­ manya, Fransa, Yunanistan, Hollanda, İngiltere, Avusturya, Danimarka, İsveç, İspanya, İsviçre, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya, Ermenistan, Rusya.28 (diğer ülkeler: Suriye, İran, Irak, Libya, Lübnan, Güney Afrika Cumhuriyeti, sf. 69-70)



Türk İstihbaratı'nın bu tespitleri, AB ve Batı'nın hedefi­ nin Türkiye'yi bölmek olduğunu yeterince açıklıkla ortaya koymaktadır. Terörle mücadeleyi yaşayarak, Devletin en gizli belgeleri­ ne dayalı olarak bilen Jandarma eski Komutan'ı Org. Şener Eruygur, AB ve ABD'nin Türkiye'ye yönelik "bölücü tutum­ larını" şu sözlerle ifade etmiştir. "AB ülkeleri terör örgütü­ nün önünü açmaya yönelik talepleriyle birleşmişlerdir. ABD'nin K. Irak'ta Kürt Devleti kurulması için sağladığı 29 destek saklanamaz hale gelmiştir." Eski Asayiş Kolordu ve 3. Ordu Komutam, (em.) Org. Necati Özgen, Yeniçağ Gazetesi'ne verdiği röportajda, AB'yi 27 Ortadoğu, 6.7.2005. 28 Saygı Öztürk, Kırmızı Klasör, sf. 70-73. 29 Gözcü, 29.8.2005.



352



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



ağır bir dille suçlayıp, AB'yi bir "tehdit" olarak tanımlaya­ rak şunları söylemiştir: "AB, PKK'yı kullanarak, daha doğ­ rusu PKK'nın isteklerini yerine getirmek için 'Kürt' azın­ lıklar yaratarak ki, bu da Türkiye'nin parçalanmasına gi­ der." ... "Şimdi, siz tutup, AB raporunda azınlıklardan bah­ sediyorsunuz. Azınlıklar, gayri müslimlerdir. Şimdi, AB, bu dayatmaları, yapıyorsa, AVRUPA BİRLİĞİ TÜRKİYE İÇİN BİR TEHDİTTİR."30 Eski Başbakan Bülent Ecevit, Tercüman Gazetesi'nde yayınlanan röportajında bir soruya karşılık şu cevabı vermiş­ tir: "Ben terörün, özellikle, dış çevreler tarafından destek­ lendiğine inanıyorum. Bazı terör gruplarına açıkça destek oluyorlar." ... 'Takat özellikle Kürtler, dış çevreler tarafın­ dan tahrik ediliyorlar. AB'de aynı amaçlarla aynı hareket­ lerle açıkça girişmiş durumda. Ben bu hareketlerin ileride Türkiye açısından çok daha ciddi sorun yaratacağım düşü­ nüyorum."31 CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Türkiye'yi bölmeye yönelik girişimlerin hız kazandığını belirterek "Türkiye'ye yönelik bir kuşatma var. Bu artık aklı başında her insanın 32 görmezlikten gelemeyeceği bir gerçek" diyor. CHP Grup Bşk. Yard. Prof. Dr. Haluk Koç, Neşe Düzel'e verdiği röportajda, "Türkiye'yi bölmek isteyen Amerika mı?" sorusuna "Haritalar ortada, planlar stratejiler ortada, Türkiye'yi bölmek isteyen siyasi sürecin arkasında dolaylı olarak bulunan Amerika, Amerika eksenli bir proje var." cevabını vermiştir.33



30 Yüksel Mutlu, Yeniçağ, 17.8.2005. 31 Nursun Erol, Tercüman, 8.11.2006. 32 Gözcü, 28.10.2006. 33 Radikal, 6.11.2006.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



353



Milliyetçi Hareket Partisi Gn. Bşk.'nı Dr. Devlet Bahçe­ li, son genel kurulda yaptığı konuşmasında, AB'yi Türki­ ye'de etnik ayrışmayı desteklemek ve Türkiye'nin milli birliğine ve kardeşliğini hedef alan tahriklere zemin hazır­ lamakla suçlayarak, AB'nin Türkiye'yi bölmeyi hedefledi­ ğini şu sözlerle ifade etmiştir: "Avrupa Birliği, etnik bölücülerin, teröre destek çıkan ihanet odaklarının, milli bir­ liğimizi parçalamak isteyenlerin, Türk ta­ rihini karalamayı ve Türkiye'nin milli de­ ğerlerini aşağılamayı bir geçim yolu ola­ rak gören bütün bedbahtların cesaret kay­ nağı ve sığınma kapısı olmuştur." (Genel kurul, 19.11.2006)



Türkiye'de üst düzey devlet görevinde bulunmuş ve bu­ lunan daha bir çok şahsiyetin, bilimadamının yukarıdaki ör­ neklere benzer çok sayıda beyan ve tespit mevcuttur. Türkiye'nin Başbakanı, Recep Tayyip Erdoğan da, 22 Temmuz 2005 tarihli Milliyet Gazetesi'nde yer alan beyana­ tında: "Avrupa'nın terör örgütüne (PKK) karşı tedbir alma­ dığını, tam aksine bazı Avrupa ülkelerinin bu örgüte yatak­ lık ettiğini, hatta parasal destek verdiğini, misal olarak, İs­ kandinav ülkelerinden birinde (Norveç, atö), bir partinin çok açık ve net olarak desteklediğini ifade etmiş, yine Avru­ pa'dan şikayetle "ya yargıla teröristi, ya bize ver diyoruz, ne yargılıyor ne bize veriyor. Bir de son zamanlarda (PKK'yı kastederek, atö) milis olarak ilan etme havası başladı. Bu çok daha çirkin. Şimdi biz bunlara (Avrupa ülkeleri, atö) nasıl gü­ venelim?" sözleriyle, Avrupa ülkelerinin Türkiye'ye karşı ardniyetli tavırlarını eleştirmiştir. (Genel kurul, 19.11.2006) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, daha önce de, PKK'nın bazı Avrupa ülkelerinden destek gördüğünü, bu ülkelerin DEHAP'lı belediyelere fon kullandırdığını, bü-



354



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



yük yardım paraları verdiğini, çeşitli fonlardan doğrudan belirlenen projelere para aktarıldığını, belediyelerin ihale­ leri bu ülkeleri istediği kişilere verdiklerini, Ankara'yı görmezden geldiklerini dile getirmiştir.34 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de, "PKK'nın gü­ cü Avrupa'dadır" diyerek terörün adresini göstermiştir. Bu ve benzer pek çok örnek vermek mümkündür. Bütün bu beyan ve tespitlerin ortaya koyduğu tek ger­ çek, Yeni Dünya Düzeni olarak tanımlanan, ulus devletle­ ri etniklik temelinde bölerek, seçkinlerin ve zenginlerin mutlak egemenliğini hedefleyen çokuluslu sermayenin temsilcileri konumunda olan süper güç ABD ve ona ba­ ğımlı AB'nin öncelikli hedeflerinin Türkiye'yi bölmek ol­ duğudur. Gerek Batı'lıların, gerekse Türkiye Cumhuriyeti Devle­ tinin en üst düzey yetkililerinin bu kadar açık beyan ve tes­ pitleri karşısında; Avrupa Birliği'nin hedefinin Türkiye'yi bölmek olduğu­ nu söyleyen ulusala yurtsever aydınları, bilimadamlarını, yazarları, düşünürleri, "paranoya", "vehim", "komploculuk" ve "çağdışılıkla" suçlayan, aşağılayan, susturmak isteyenle­ rin bu ülkeyi bölmek isteyenlerle aynı safta olduklarını söyle­ mek bir yanlış mı olur! Artık görülmelidir ki, Ulusalcı kesimi suçlayıp aşağılayanların, susturmak is­ teyenlerin hedefi, ulusala yurtseverler değildir. Ulusala yurtseverlerin şahsında, Türkiye'nin, ulusal bütünlüğü, üniter yapısı, devleti, Türkiye Cumhuriyeti, bağımsızlık karakterimdir diyen Atatürk'ün tam bağımsızlık ilkesidir.



34 Sadi, Somuncuoğlu, Yeniçağ, 9.7.2005.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



355



BATI ve TERÖR Bilim ve sanatıyla, teknolojisi ve sosyal kurumlarıyla 20'nci yüzyıla damgasını vurmuş olan Batı uygarlığı çağdaş­ laşmayı amaç edinen her ülke için bir hedeftir. Bu anlamda Türkiye'nin Batı'dan kopması, Batı modellerine yüz çevirme­ si düşünülemez. Ancak bu uygarlığı yaratan Batılı ülkelerin acımasız bir çı­ kar temeline dayalı politikaları, Avrupalı olmayan hiçbir ülkenin gözardı etmemesi gereken bir gerçekliktir. 20'nci yüzyıla damgasını vurmuş böylesine yüksek bir uygarlığın temsilcisi olan Batı, insanlık tarihinin en kanlı ve acı dolu olaylarının suçlusudur. Batı uygarlığı sömürü, zu­ lüm ve çıkar temeli üzerinde yükselmiştir. Avrupa, endüstri devrimine maddi birikim sağlayan kaynakları; 5 kıtayı acımasızca ve akla gelebilecek her türlü insanlık dışı yöntemlerle sömürerek sağlamıştır. 1184 yılında İtalya Verona'da kurulan din mahkemesiyle başlayan engizisyon dönemi 1808 yılında resmen son bulun­ caya kadar 600 yılı aşkın bir süre milyonlarca insanın işken­ ceyle katliamına neden olmuş, bilim yasaklanmış ve bu dö­ nem insanlık tarihinin en kara lekesi, karanlık çağ olarak tari­ he geçmiştir. Bu karanlık dönem aynı zamanda halkın Kilise-Devlet tarafından acımasızca sömürüldüğü bir çağdır. Batı, Türkleri Anadolu'dan atmak ve İslamı yok etmek için 1096-1270 yılları arasında 174 yıl boyunca Haçlı Seferleri­ ni sürdürmüştür. Haçlı savaşları sadece yobaz bir din bağ­ nazlığının değil aynı zamanda çıkar zihniyetinin eseridir.



356



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Tamamen çıkar temeline dayalı I. ve II. Dünya Savaşla­ rında 5 milyonu fırınlarda yakılıp, gaz odalarında zehirlenen 30 milyon insanın, milyonlarca ailenin sefalet ve acısının gü­ nahı Batı'nındır. Ülkemizi bir iç savaşın eşiğine getirmiş olan ve 1980 Askeri müdahalesiyle önlenen anarşiyi ve bugünkü PKK terörünü, Bati'nın acımasız çıkar zihniyetini kavramadan anlamak mümkün değildir. Batı amansız bir Türk ve Türklük düşmanıdır. Türklüğü yok etmek planı olan Sevr'i uygulamaya koyan odur. Genç Türk Devletini boğmak için Yunan işgalini destekleyen odur. 1925 Şeyh Sait isyanının, 1926-30 Ağrı isyanlarının, 1938 Der­ sim, Hatay olaylarının arkasında hep Batı mevcuttur. Bu ha­ reketler hep Türkiye'yi bölmeye, çökertmeye yöneliktir. PKK terörünün ve sözde Marksist militanların arkasın­ da da Batı mevcuttur. Batı Türkiye'deki teröre; sadece, ülke­ sinde barındırdığı teröristlerle, terör eğitim merkezi kampla­ rıyla, silah yardımıyla değil, demokrasi ve insan hakları kılıfıyla, bütün kurumlarıyla destek vermektedir. Batı'nın Türkiye'ye ve Türklüğe karşı böylesine amansız düşmanlığı iki temel nedene dayalıdır. Bunlardan birincisi "çıkar" diğeri "İslam düşmanlığıdır." Türkiye jeopolitik konumu itibariyle Batı'nın Orta Doğu'daki petrol çıkarlarının tam kalbinde yer almaktadır. Ba­ tı bugün Orta Doğu petrollerini dilediği gibi denetleyebil­ mektedir. Güçlü bir Türkiye'nin bölgedeki güç dengesini bozması Batı için bir kâbustur. Aynı şekilde dünyanın enerji deposu sayılan Türk Cumhuriyetleriyle tarihi ve ırki bağı Türkiye'yi "Batı nezdinde çıkarları" bakımından tehlikeli kılmaktadır. Bunların yanısıra, Türkiye Batı için bir pazardır. Ayrıca güçlü bir Türkiye Batı'da ve dünya piyasalarında da baş edil-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



357



mez bir rakiptir. Güçlü bir Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği de engellenemez. Avrupa Birliği üyeliği ise Türkiye'yi daha da güçlendirir. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini kucaklayan güçlü bir Türkiye ise geleceğin devidir. Batı bu hesapları fev­ kalade dikkatle yapmıştır. Bileğinin gücü yetmedikçe Türkiye'nin Avrupalılarca Avrupa Birliği'ne alınmasını hayal edenler büyük yanılgı içindedirler. Bugün dahi Avrupa'daki 3.5 milyon Türk işçisi­ nin serbest dolaşım hakkı uluslararası anlaşmaya rağmen as­ kıya alınmıştır. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne kabulü halinde Batı'ya akacak işçi sayısı 10 milyonun üzerindedir. Böyle bir durum Batı için bir kâbustur. Nüfus artış potansiyeli itibariyle Türkiye Avrupa Birliği parlamentosunda en çok üyeye sahip ülke olabilecektir. Bu­ nun anlamı, Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin onayı olmadan hareket edememesidir. Batı bunu hayal etmeye dahi taham­ mül edemez. Sonuç olarak, Batı, Türkiye'nin AB üyeliğini olağanüstü bir gelişme olmadıkça asla onaylamayacağı gibi Türkiye'nin bu birli­ ğe üyeliğini vazgeçilmez hale getirecek her gelişmeyi baltalamak için her türlü komplonun hesabın içinde olacaktır ve olmaktadır. Sayılan bütün nedenlerle Batı'nın acımasız hedefi Türki­ ye'yi çökertmek ve güçsüz kılmaktır. Ayrıca, Batı 1096 tarihinde başlayan ve tam 175 yıl süren din maskesi altında tamamen bir çıkar seferberliği olan, kanlı Haçlı Seferleri'nden bu yana, İslam ve onun savunucusu Türklere, Türklüğe düşmandır. Batı, Türkiye'yi karıştıracak, güçsüzleştirecek, çökertecek, Türkiye'nin siyasi iktisadi istikrarını engelleyecek bir oluşumun sadece yanında değil, arkasındadır. Bunun PKK, Marksist terör, irtica, diktatörlük olması çifte standartlı Batı için zerre kadar önem taşımaz.



358



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Geçmişteki ve bugünkü PKK terörünün ardındaki Batı tahrikini daha iyi kavrayabilmek için daha gerilere bakmayı sağlayacak birkaç belgeyi sunmakta yarar vardır. Aşağıdaki belgeler Dr. Mahmut Rişvanoğlu'nun Doğu Aşiretleri ve Emper­ yalizm, Mehmet Eröz'ün Doğu Anadolu'nun Türklüğü, Uğur Mumcu'nun Kürt-İslam Ayaklanması ve Erol Ulubelen'in İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye adlı kitaplarından alınmıştır. 1. Mr. Ryan'ın raporu. "... Reşit Paşayla Kürt meselesini görüştüm ve Albay Noel'in Malatya'yı ziyaretinin zamansız olacağını söyle­ dim. Gerçi Majestenin hükümetinin Kürt meselesinde BÜ­ YÜK MENFAATİ olduğu doğrudur. Fakat bu sadece Mezo­ potamya ile ilgilidir ve sırf orayı korumak içindir..." (Vesika no: 609, sf. 907).



2. 21 Temmuz 1919 Mr. Hohler'den Sir Tilley'e, "... Mezopotamya şimdi bizim olacağına göre Albay Noel'e bir Kürt devleti kurdurup, kuzey dağlarını böylece koruyabiliriz. Abdülkadir ve onun gibilerle konuştum. Kürdistan'a gidip tesirlerini kullanmalarını istedim. Onlara te­ sir edebilmek için, biz de Türklere hile yapıyoruz diye belki beş defa tekrarlamak mecburiyetinde kaldım. Mamafih Kürtlere fazla itimat edilmez." (Vesika no: 464, sf. 693). 3. 28 Kasım 1919 Mr. Kitston'dan Sir E. Crowe'a, "... Kürtlere her ne kadar inanmazsak da onları kullan­ mamız menfaatimiz icabıdır. Doğu Anadolu'yu ancak savaş çıkartarak Ermenistan ve Kürdistan diye bölebiliriz...?" (Vesika no: 609, sf. 907).



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



359



4. 26 Aralık 1919 Kürt meselesinde üçüncü toplantı. "... Kürt kabileleri İngiliz ve Fransız hakimiyetine ko­ nacak. Kürdistan'da hiçbir şekilde Türk bırakılmayacak. Bir tek Kürt devleti mi yoksa birçok küçük Kürt devleti mi kurulacağı düşünülecek. Ermeniler'e Amerikalılar kanalıyla silâh temin edilecektir.." (Vesika no: 633, sf. 966). 5. 19 Ağustos 1919 Amiral Webb'den Lord Curzon'a, "... Amerika, Trabzon ve Erzurum'u içine alan bir Erme­ nistan'ı himaye edecek, geri kalan dört vilayeti de bir Kürt devleti olarak İngilizler'in himayesine bırakıyor..." 6. 27 Ağustos 1919 Mr. Hohler'den Mr. C. Kerr'e, "... Kürtler'in ve Ermeniler'in diğer meseleleri beni ilgi­ lendirmez. Bizim Kürt meselesine verdiğimiz ehemmiyet Mezopotamya'daki kaynaklarımız içindir. Diğer taraftan Wilson beni korkutuyor, ajanları devamlı hatalar yapı­ yor..." 7. 28 Kasım 1919 Mr. Kitston'dan Sir E. Crow'a, ''Ermenilerin Müslüman komşularım kesmelerinden hiç şüphe etmem ve Erivan'ı (Ermenistan'ın başkenti, atö) kontrol altında tutan Taşnak çetesine en küçük bir itimat göster­ memek lazımdır. Bu Taşnaklar, MÜTHİŞ BİR VAHŞETLE ÇALIŞIYORLAR ve talihsiz Ermenilerin hiç de yararına hareket etmiyorlar."



360



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



8. 9 Aralık 1919 Amiral Sir F. Robeck'ten Lord Curzon'a "... Mr. Hohler Kürt meselesi hakkında Kürt lideri olan Şeyh Sait Abdülkadir Paşa'yla görüştü. Kürtler bütün ümit­ lerini İngiliz hükümetine bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. İngiliz (kuvvetleri) Mustafa Kemal'e karşı kullanmak için her para­ yı ödemeye hazırdırlar..." (Vesika no: 620, sf. 925.) 9. 25 Aralık 1919 Mr. Ryan raporu "Türk Milliyetçileri, şimdi iki yol kullanıyorlar: Milli­ yetçi ol çünkü İslam'ı kurtaracak tek yol budur. İslama sa­ dık ol çünkü senin milli varlığını kurtaracak tek yol budur. Bazı kuvvetler ezilebilirse de milliyetçilik ve Bolşeviklik ezilemez. Bu fikirlerin ikisi de İslam dünyasındaki İngiliz hakimiyetini mahvedebilir. Biz gerçek ideali din gibi davra­ nacak çıkarcı bir grubu idareci olarak getirmeye çalışacağız. Panislavizm'i ezemeyiz, bu tıpkı Batı'daki milliyetçilik gi­ bidir. Bizim şimdiki amacımız bölmek, arkadaş gibi davra­ nıp, kazanmak ve sonra hükmetmek olmalıdır." (Vesika no: 647, si. 2003.) 10. 4 Şubat 1920 Lord Curzon (İngiltere Başkanı)



"Türkler Avrupa'dan atılmalıdır. Amerikan Senatör Lodge'nin dediği gibi İstanbul Türklerden tamamen alınmalı, bir veba tohumu olan, savaşların yaratıcısı, komşuları için bir küfür olan Türkler Avrupa'dan silinmelidir. Türkler Asya'nın Kızılderilileridir, akibetleri de onlar gibi olacak-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



361



11. 28 Temmuz 1920 Amiral Sir F. de Robeck'ten Lord Curzon'a "... Kürt meselesi hakkında sizin fikrinizi biliyorum. Daha kesin bir karara varmanız için bunu yazıyorum. 'Damat Ferit Paşa' bana geldi, Sulh antlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaklar, Kürt liderleri 'Mustafa Kemal'i sevmezler. Çünkü o bolşevikliği getirmek istiyor. Siz 'Mus­ tafa Kemal'den nefret ediyorsunuz, çünkü, o sizin yaptığı­ nız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri 'Mustafa Ke­ mal'e karşı kullanalım" dedi. (Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayak­ lanması, sf. 25, 3. basım, 1992) Bir başka İngiliz belgesinde ise "Kürt milliyetçiliğinin doğuşu: Kürt milliyetçiliği Britanya politikasının çocuğu­ dur.... Çocuk kendini şimdi besleyebilir ve ölmeyecek ka­ dar sağlıklıdır. Bu güçlü bir çocuktur ve dünyaya damgası­ nı vuracaktır" denmektedir. (Prof. Dr. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası sf. 379)



12.9.1919 tarihinde Damat Ferit Paşa ve İngiltere Hükü­ meti adına M. Fresrer ve H. N. Churchill arasında imzalanan "gizli" anlaşmada ise şu maddeler yer almaktadır. "Madde 3. Türkiye, bağımsız bir Kürdistan kurulmasına karşı koymaz" "Madde 6. Türkiye, Kıbrıs ve Mısır üzerindeki bütün is­ temlerinden vazgeçer" (age., sf .23) İngiltere Başbakanı'nın İngiltere Dışişleri Bakanı'na, Bosna'da insanlık tarihinin yüzkarası hunhar Müslüman katliamı sürerken, yazılı olarak verdiği talimat, Batı'nın Tür­ kiye ve Müslümanlığa karşı kin ve düşmanlığının asırlardır hiç değişmediğinin kanıtı ve bir ibret belgesidir. "Müslümanlara askeri destek verilmesini kabul etmiyoruz." "BM silah ambargosu kararını uygulamaya devam edeceğiz. Ancak Yunanistan, Avusturya ve Slovenya'nın Sırbistan'a; Almanya, Avusturya ve Slovenya'nın ve hatta Vatikan'ın



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



362



Hırvatistan ile bölgedeki Hırvat milislere silah sağladığını ve askeri eğitim verdiğini bilsek bile bundan çok daha önemlisi, aynı yardımların İslam ülkelerinden ya da İslami gruplar ta­ rafından Müslümanlara yapılmasının başarısız olmasından emin olmamız gerekmektedir." "Bundan böyle, olayların nihai neticesinde meydana gelecek olan Bosna'nın bölünmesi ve Avrupa'nın içinde, kabul edilemeye­ cek muhtemel bir İslam devleti olarak yok olup gitmesine ka­ dar bu politikalar böyle devam edecektir." Ve devamla, "Eski Yugoslavya'da durum düzelene kadar ne pahasına olur­ sa olsun Müslüman sayılan hiçbir devletin, tabii özellikle Türkiye'nin bu bölgedeki Batı'nın politikalarına müdahale etme­ mesinden emin olmalıyız. Bunun içindir ki, Bosna-Hersek artık istikrarlı bir devlet olmaktan çıkıp, Müslüman halk tamamiyle topraklarından çıkarılıp darmadağın olana kadar Müslümanlara yapılacak yardımların önlenebilmesi için Vance Oven'vari (kaypak, oyalayıcı, atö) görüşmelere, göz boyama türünden de­ vam etmek zorunludur." ... "Bu politika Hıristiyan medeniyeti ve ahlakı üzerine kurulu olarak kalması gereken istikrarlı bir Avrupa'nın çıkarlarına en uygundur." ... "Avrupa'daki Müslü­ manlara yeni dünya düzeni içindeki dünya görüşümüze kar­ şı çıkamayacakları gösterilmelidir."(Suat İlhan, Avrupa Birliği­ ne Neden Hayır, sf. 161,162) Bu belgeler, Batı'nın, bugünkü, bir Kürt devleti kurarak Türkiye'yi bölme ve Kıbrıs'ı Türkiye'den koparma politikala­ rını ne kadar eski bir geçmişe dayandığını ortaya koymakta­ dır. Batı'nın bu politikalarında ne kadar planlı, ısrarlı ve ka­ rarlı olduğunu göstermektedir. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, Batı'nın Türklüğe ve müslümanlığa karşı tarihi düşmanlığını ortaya koyan son bir­ kaç yıla ait belgeler dahi bir kitap oluşturur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



363



Burada, son bir iki belgeye daha yer vermekle yetinilecektir. Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından finanse edilen, Doğu Alman Enstitüsü'nün müdürü ve yine federal hükü­ metin Politik Eğitim Fonu'ndan finanse edilen ve son Alman­ ya seçimlerinde en çok oyu alan CDU partisinin vakfı olan Konrad Adenauer Vakfı'nın Türkiye danışmanı olan Udo Steinbach,' 15.9.1998 tarihinde Lingen Akademisi'nde yaptı­ ğı konuşmadan aynen şunları söylemiştir: "Sorun, Atatürk'ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk devleti ve Türk ulusudur. Sorun Kemalizm ve Ke­ malizm'in ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur."2 Udo Steinbach, terörist Abdullah Öcalan'ın yargılan­ ması sırasında verdiği ifadede, kendisini Şam'da ziyaret etti­ ğini, kendisiyle Orta Doğu'nun geleceğini konuştuklarını söylediği kişidir. Benzer şekilde, Eylül ayındaki demecinde Türkiye-AB Karma Parlamento Komitesi Bşk. Yrd. Andrew Duff, Ata­ türk'e dil uzatarak şöyle konuşmuştur: "Türk Devleti terör örgütüyle aynı masaya oturmadıkça sorun çözülmez... Bi­ nalardaki Atatürk resimlerini görmek istemiyoruz, indirin bu resimleri. Bu zihniyetle Avrupa Birliği'ne giremezsiniz." (Ortadoğu, 18.9.2005) Her şey ortada ve bu kadar açık. Türk Devleti, Türk bilim adamı, Türk siyasetçisi, Türk bürokratı, Türk aydını, Türk medyası, Türk halkı bu gerçeği; Batı'nın tu­ zaklarla örülü, komplolarla dolu, ince Türk düşmanlığı politikaları­ nın mahiyetini kavramadıkça, sadece terör değil, Bati tahrikli daha pek çok soruna ilkeli bir çözüm bulunamaz.



1 Tamer Bacınoğlu, Doğubilimci, Cumhuriyet, 6.7.1995. 2 Tamer Bacınoğlu, Doğubilimci, Cumhuriyet, 6.7.1995.



364



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Ancak, bir kere daha belirtmek gerekir ki Türkiye'nin temel zaafı içtedir. Bu zaafı hazırlayan başlıca öğeler ise milletine, kültürüne yabancı, milli çıkar kavramından, milli değer ülkü­ sünden, özbenlik ve kişilikten yoksun kadroların devlette ve toplumdaki etkinlikleri, bilim adamlarının duyarsızlığıdır. Bu zaafı aşmanın öncelikli temel şartı; tavizsiz, ilkeli, çağdaş bir milli kültür politikası oluşturmak ve hayata geçirmektir. Milli Kültür politikasızlığı Türkiye'nin fevkalade önemli temel bir so­ runudur. Bu gerçek bir türlü kavranamadığı gibi, daha acısı; Batı'nın maksatlı olarak empoze ettiği kültürel kavramlarla, çarpıtılmış, yanlış değer yargılarıyla halkımızın, gençliğimi­ zin kimlik erozyonuna, kişilik zaafına uğratılmasıdır. Bir ülke için, bir toplum için bundan büyük tehlike tasavvur edilemez. Milli bir kültür politikası olmaksızın; milli birlik ve beraberli­ ği sağlamak, ülke çıkarlarına uygun milli bir dış siyaset, toplumun çıkarlarını, refahını esas alan milli bir ekonomi geliştirmek müm­ kün değildir. Bilmek gerekir ki, bugün hayran olunan Batı ulaştığı dü­ zeyi milli olarak sağlamıştır ve bugünkü üstünlüğünü milli ola­ rak sürdürmektedir. Batının her şeyini benimserken, atlanılan en önemli ger­ çek, Batı ülkelerinin tavizsiz bir duyarlılıkla gözettikleri "mil­ li olma" nitelikleridir. Türkiye, Batı uygarlık düzeyine erişecekse her şeyden önce Batı kadar ve Batı gibi milliyetçi olmaya, Türk aydını da Batı örneğinde mevcut olduğu üzere devleti kadar milli, halkı­ nın yanında olmaya mecburdur. Bu çağdaşlığı yakalamanın ge­ reği olduğu kadar, medeni olmanın, medeniyete katkıda bu­ lunmanın da gereğidir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



365



ETNİK GERİLİM ve MİLLİ KÜLTÜR Etnik gerilim; farklı etnik gruplar arasındaki karşıtlığın ya da etnik grupların devlete karşı tavırlarının, değişik dü­ zeylerde tanımlanabilen toplumsal huzursuzluktur. Söz ko­ nusu huzursuzluk hoşnutsuzluktan çatışmaya kadar varabi­ len tepkisel bir toplumsal tavıra dönüşebilir. Etnik gerilim niteliğine ve şiddetine bağlı olarak toplum­ sal üretkenliği ve siyasi istikrarı, ekonomik gelişmeyi engelle­ diği gibi, milli birlik ve beraberliği zedeler, ülkenin bütünlü­ ğünü tehdit edebilir. Bu nedenle, her düzeyde bir ülke ve devlet sorunu olarak değerlendirilmesi gerekir. Herhangi bir grup, kendi kültürel değerlerine saygısız karşıt genel bir tutumla karşılaştığında, dışlandığında, kendi kimliğine karşı ayırım yapıldığına inandığında, güven duy­ gusunu yitirdiğinde, grup kimliğini tehdit altında gördüğün­ de ve bunlar gibi nedenlerle savunmadan saldırıya kadar de­ ğişebilen tepkisel tavırlar geliştirir. Hoşgörüsüz, önyargılı, ayırımcı, güvensizlik, eşitsizlik ortamlarında etnik gerilim kaçınılmazdır. Dolayısıyla etnik gerilimin önlenmesinde ve giderilme­ sinde hoşgörü ve eşitliğin güvencesi olan demokratik hak ve özgürlükler önemlidir. Ancak, Demokratik hak ve özgürlükler, topluma, bu hak ve özgürlük­ leri yapıcı bir şekilde ortak yaşam tarzına dönüştürecek "uzlaşma kültürüyle" birlikte verilmedikçe etnik gerilime çözüm getirmezler. Bu sağlanmadıkça, etnik gerilimi ülke için tehlikeli bir boyuta tırmandırabilirler.



366



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kültür boyutuyla birlikte yaklaşılmadıkça etnik gerilime ku­ ramsal demokratik hak ve özgürlüklerle çözüm getirmeyi ummak yanıltıcı ve riskli bir yaklaşımdır. Bugün hayran olunan Batı, bugünkü düzeye erişebilmişse, bunu sadece demokrasi, insan hakları değil, ekonomik sis­ temlerini dahi, bunları işler hale getiren kültür temellerine oturtarak başarmıştır. Ayrıca bu başarıyı bir sindirim sistemi­ nin, özümleme prosesinin duyarlılığı esasıyla aşama aşama gerçekleştirmiştir. Bugün her ileri ve uygar ülke, her biri ayrı ayrı kendine öz­ gü uygulama ve aşamalardan geçerek bugünkü düzeye ulaşmıştır. Türkiye de demokrasi, insan haklan dahil her türlü olumlu gelişmeyi, aynen Batı gibi gerçekleştirmeye, kendi özgün şartları içinde aşamalandırmaya zorunludur. Aynen Batı'nın yaptığı gibi. Türkiye üzerinde uluslararası bir otorite olan Prof. Dr. Bernard Lewis bu duyarlı konuyu sık sık dile getirmiş ve de­ mokrasinin çok güçlü bir ilaç olduğunu, ancak dozunun ayarlanmaması halinde güçlü ilaçların da ölüme yol açtığını özenle hatırlatmış, vurgulamıştır. Ayrıca, unutmamak gerekir ki, özgürlük insan için sa­ dece bir hak değil, aynı zamanda bir sorumluluktur. Kişi­ nin, özgür iradesiyle karar vermesini, seçim yapmasını, so­ rumluluk almasını gerekli kılan bir haktır. Bu hakkın suistimal edilmemesi, toplumsal yarar yönünde kullanılabilmesi her şeyden önce bir "zihniyet" niteliği, bir "kültür" mesele­ sidir. Dolayısıyla, demokratik hak ve özgürlükler kişi için ay­ nı zamanda bir sorumluluktur. Demokrasi aynı zamanda en geniş anlamıyla bir sorumluluk rejimidir. Bu nedenle, çağdaş, bilimsel temellerde oluşturulacak ve halkını mutlu kılmayı esas alan bir milli kültür politikası; demokrasi, özgürlük ve insan hak­ larını kültür olarak da içeren bir program olarak anlaşılmalıdır. Ancak "milli" kelimesini bir "öcü"gibi algılayan, millilikle, ırkçı-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



367



lığı, şovenizmi bir türlü ayırt edemeyen bazı aydın kesimlerimiz, bu hayati konuda politika oluşturulamamasının başlıca sorumlularındandırlar. Milli demek bu millete, bu milletin kutsadığı değerlere saygılı olmak, milli sınırlar içindeki halkımızın mutluluğunu ve çıkarlarını gözetmektir. Evrensel değerleri yoğuran da milli zenginliklerdir. Evrensellik, yerel zengin­ liklerden beslenen bir öz, yerel güzelliklerin buluştuğu üst paydadır. Batı'da milli kültür ve eğitim programı ve politikası ol­ mayan tek bir ülke yoktur. Batı toplumları bugünkü mutlulukla­ rını milli olarak ve milli kalarak sağlamışlardır. Bugünkü terörün maddi ve manevi bedelinin en önemli nedenlerinden biri milli kültür ve milli eğitim politika ve programla­ rındaki eksiklikten öte, yanlışlardır. Türkiye, yıllardır ihmal ettiği milli kültür ve eğitim po­ litikasını sağlam bir temele oturtmadıkça, bu politikaların alt yapı bilimlerinin değerini kavramadıkça, her zaman bir sorunu olacak ve bedel ödemeye devam edecektir. Türkiye'de, bugünkü terörün temel bir nedeninin de yıl­ lardır ihmal edilen milli kültür ve eğitim politikalarındaki yanlışlar olduğu hiç unutulmamalıdır. Milli Kültür politikalarının temeli bilime dayanmalıdır. Çünkü bilimsel gerçek hakikat acı da olsa zaman içinde çözü­ mün ve mutluluğun tek anahtarıdır. Kaldı ki Türkiye halkının et­ nik yapısında çok az ulusa nasip olacak sadece tarihsel değil ırkî bağlar mevcuttur. Türkler, Kürtler, Çerkezler, Zazalar, Lazlar, Gürcüler bin yıllık bir kaynaşmanın bütünleştiriciliğinden öte, bu kitapta çok açık verilerle ve batı kaynaklarıyla kanıtlandığı üzere antik çağlardan beri yakın "akrabadırlar." Üstelik bu "akrabalık­ lar" sürekli ve kesintisiz birliktelikle tek vücut kabul edilebilecek bir bütünleşmeye dönüşmüştür. Bu konuların hiçbirine bugüne kadar tarih kitaplarımız­ da yer verilmemiş, etniklik bir yandan tartışılması tabu bir konu



368



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



haline getirilirken, diğer yandan konu bilgisiz, bilinçsiz, sorumsuz kesimlerin ülke, millet, vatan aleyhine tek yönlü beyin yıkama teke­ line bırakılmıştır. Yıllarca bu sorumsuz grubun Türk halkının, Türk genç­ liğinin beyin yıkama eylemine seyirci kalınmıştır. Etnikliği tartışmayı kendilerine tabu kılanlar, kendilerine tabular koy­ makla kalmışlardır. Türklükten söz etmek adeta bir ayıp, bir suç haline getirilmiştir. Türkiye; mevcut yapısıyla, etniklik tartışmasını hiç korkmadan gündeme getirmesinde yararı olan ender ülke­ lerdendir. Bilim ve tarih Türkiye'nin yanındadır. Ayrıca, bu konuyu tabu olarak görüp susanlar, etniklik politikasını Türkiye'nin gündemine getirmekten kaçınanlar bölücü kesime, hâlâ, beyin yıkama ameliyesinde, Türk hal­ kının şartlandırılmasında, tek taraflı büyük imkan, kolay­ lık, hatta bilmeden destek sağladıklarının farkında olma­ yacak kadar da gaflet içindedirler. Türk halkı bir mozaik olmayıp, harikulade güzel yakın­ lıklara, bağlara sahip fevkalade "birbirinden" bir toplumdur. Bunu tarih, arkeoloji, bilim söylüyor. Türk devletinin artık ertelememesi gereken zorunlu gö­ revi, bilimin sunduğu verileri milli kültür politikasında haya­ ta geçirmektir. Aydınlarımıza düşen görev milli kültür politikasının oluşturulmasında devlete katkı ve kültür politikasına sahip çıkmaktır. Bugün terör için ödediğimiz bedelin önemli bölümü bu ihmal ve gafletin sonucudur. Her şey, ekonomi de, teknoloji de insan ve toplum un­ suruna dayalı bir sonuçtur. Kültür ise, insan ve toplumu yoğurup biçimlendiren te­ meldir. Bu temeldeki eksikliklerin yanlışların doğuracağı olumsuzluklar ekonomik ve teknolojik gelişmeyi engelle-



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



369



mekle kalmaz, karşılaşılacak ağır maliyet sihirli zannedilen ekonomi biliminin reçeteleriyle de asla karşılanamaz. Türkiye milli kültürü politikasının önem ve ciddiyetini kavrayıp, kültür politikalarının temelini yapılandırmakta vazge­ çilmez olan sosyal bilimlerin değerini idrak etmedikçe sadece terör değil dış politika, güvenlik dahil pek çok konuda sorunlarını çözemez. Bugün terör için ödenen bedel; binlerce vatan evladının şehadeti, binlerce gazinin acısı, binlerce ailenin gözyaşı, 200 milyarı aşan maddi kayıp, her şeyden önce milli kültür politikasın­ daki ihmalden de öte yanlışların faturasıdır. Böylesine büyük bir yanlışın ve ihmalin müsebbipleri tarih ve milletimiz önünde sorumludurlar!



370



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



AB ÜLKELERİNDE ETNİK NÜFUS Aşağıda, 1978 yılı istatistiklerine dayalı olarak 6 Avrupa Birliği ülkesindeki etnik nüfus dağılımı verilmiştir. Bunlar içinde, Türkiye'yle karşılaştırılabilir bir örnek olan Fransa'da 17 etnik grup vardır. Bunların 3'ünün nüfusu 1 milyonun, 4'ünün nüfusu 500 binin, 9'unun nüfusu 100 bi­ nin üzerindedir. Toplam nüfusları, Fransa'nın genel nüfusu­ nun % 19,25'dir. Bu yapıda bir Fransa dahi haklı olarak kendi­ sinin etnik bir mozaik olarak tanımlanmasını kabul etmemek­ te ve tanımlanmamaktadır. Çünkü bir ülkenin etnik bir moza­ ik olarak tanımlanabilmesi için o ülkedeki etnik nüfusun ge­ nel nüfusunun en az %35'ini oluşturması öncelikli şarttır. (Prof. Dr. Martin Lipset) Türkiye'de ise nüfusları 100 bin ya da 1 milyonla ifade edilebilen etnik grup sayısı Kürtler, Zazalar, Çerkesler (Adige ve Abhaz) Lazlar, Araplar olmak üzere 6'dır. Türkiye'deki bugünkü toplam etnik nüfus ise yaklaşık olarak 7,2 milyon­ dur. (Genel nüfusun %10'u) Etnik nüfusun, genel nüfusun %19,2'sini oluşturduğu bir Fransa bile etnik bir mozaik olarak tanımlanmazken % l0'luk bir etnik nüfusla Türkiye'yi etnik bir mozaik olarak tanımlamanın imkanı yoktur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



FRANSA Gen. Nüf.: 44.000.000 Alsas Loren bölgesi Almanları : 1.400.000 Diğer bölgelerdeki Almanlar : 200.000 İtalyanlar : 1.200.000 Brötanlar : 1.100.000 Cezayirliler : 875.000 Portekizler : 760.000 İspanyollar : 550.000 Yahudiler : 540.000 Polonyalı : 300.000 Faslı : 300.000



Korsikalı Flaman Katalon Ermeni Tunuslu Basklı Çingene



: 280.000 : 250.000 : 250.000 : 180.000 : 140.000 : 130.000 : 20.000



İNGİLTERE İskoç K.İrlandalı Pakistanlı Yahudi Camaikalı Alman



: 5.000.000 : 2.250.000 : 720.000 : 450.000 : 400.000 : 160.000



Norman : 125.000 Amerikalı : 110.000 İtalyan : 110.000 Galli : 90.000 Kıbrıslı Rum : 75.000 Çinli : 70.000



İTALYA Fliolin Avusturyalı Katalanlar Arnavut Sloven



: 520.000 : 300.000 : ? Sardunya : 115.000 : 100.000



Fransız Yahudi Yunanlı Ladin



: 90.000 : 50.000 : 25.000 : 15.000



371



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



372



HOLLANDA



: 11.350.000



Flaman Frison Alman Yahudi



: 1.650.000 : 400.000 : 150.000 : 15.000



BELÇİKA



: 9.235.000



Flaman Valon Alman Hollandalı Yahudi



: 5.050.000 : 4.000.000 : 90.000 : 60.000 : 35.000



İSPANYA



: 25.700.000



Galisiyen (Portekiz orig.) Basklar Portekizli Çingene



: 3.000.000 : 850.000 : 30.000 : 40.000



Not: Bu ülkelerden Fransa, Belçika ve Hollanda'da çok sayıda ülkeden ya­ bancı işçi mevcuttur. Bu işçilerin bir kısmı bu ülkelerin vatandaşıdır. Dolayısıyla, çok sayıdaki bu gruplar da buralarda bu ülkeler için et­ nik grupturlar.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



373



DOĞU ve GÜNEYDOĞU ANADOLU'DA TÜRK OYMAKLARI TARAFINDAN KURULMUŞ YERLEŞİM BİRİMLERİ Türk boylarının yerleştikleri yerlere, yaşadıkları coğraf­ yaya mensup oldukları boyların, oymakların ve ana yurtları­ nın isimlerini vermeleri köklü bir gelenekleridir. Bir köye Gü­ neşli demişlerse, bu, o yerin bol güneş almasından değil, ken­ dilerinin Güneşli boyundan olmalarındandır. Bir yere KODA demişlerse o yer mutlaka, ana yurtlarında yaşadıkları yerin adıdır. Genel isimlendirme bu şekildedir ve bu bir töredir. Bu isimlerin bir kısmı konunun uzmanı olmayanlarca yabancı kelime gibi algılanır. Örneğin "Mangıt" bir Özbek boyunun adıdır. Ermenice gibi algılanan "Korçik" Türkmen Kızıllarda bir boydur. Hevek, Divanı Lügat it Türk'te "boş, kof, şişkin, gedik" anlamında Türkçe bir kelimedir. Bugün elimizde Anadolu'daki il, ilçe, nahiye, köy, mezra gibi yerleşim birimlerinin, yayla, ova, dağ, akarsu, geçit gibi coğrafyaların, türbe ziyaret, çeşmelerin taşıdıkları adların yöre halkının etnik kökenlerini ortaya koyan yeterli sayıda bi­ limsel araştırma mevcuttur. Bu tür çalışmaların çoğu yerli ve yabancı akademik ka­ riyer sahibi otoritelerce yapılmıştır. Prof. Dr. Faruk Sümer, Prof. Dr. Mehmet Eröz, Prof. Dr. M. Fuat Köprülü, Prof. Dr. L. Rosanyi, Kont Zici, Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat, Prof. Dr. Ah­ met Caferoğlu, Prof. Dr. Fahri Kırzıoğlu, Prof. Dr. Ahmed Arat, Prof. Dr. Mükrimin Halil Yınanç, Ord. Prof. A. Zeki Velidi Togan, Ord. Prof. S. Maksudi Arsal, Prof. Dr. Gesafeher, Prof. Dr. Gy Nemeth, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Prof. Dr. Abdülkadir İnan, Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Prof. Dr. A Haluk Çay, Prof. Dr.



374



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



İsmail Kayabal, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Ord. Prof. Besim Atalay, Prof. Dr. Nazmi Sevgen Dr. Rıza Nur, Evliya Çelebi, Zi­ ya Gökalp, Ahmet Refik, Şerif Baştav, Cevat Türkay, M. Şerif Fı­ rat, Mahmut Rışvanoğlu, Edip Yavuz, Yusuf Azmun, E. Honigman, Hasan Eren, Murat Uraz, K. Kemal Top, T. Balcıoğlu, Ham­ dullah Suphi Tanrıöver, Şükrü Seferoğlu, Yusuf Blaşkovic, Kaşgarlı Mahmut, Evliya Çelebi ve daha pek çok araştırmacının eserleri belgelere dayalı verilerle isim-etnik köken ilişkileri­ ni aydınlatmaktadır. Anadolu'nun Dağında Ovasında Türk Mührü adı ese­ rinde değerli araştırmacı Hilmi Göktürk, sayılan araştırmacı­ ların tamamının eserlerine ve birçok başka kaynağa dayana­ rak Anadolu'daki yerleşim birimleriyle Türk kavimlerinin ilişkisini ortaya koymaktadır. Ne yazık ki, devletin yıllardır süren yanlış kültür politi­ kaları nedeniyle, bu yerleşim birimlerinin bir çoğunun özgün isimleri, yabana isim sanılarak değiştirilmiş, bu köylerin halkını Türklüğe bağlayan hatıraları yok edilmiştir. Rize, Trabzon, Artvin, Gümüşhane, illerindeki yerleşim birimlerinin listesi "Lazlar" bölümünde verilmiştir. (bkz, sf.230) ADIYAMAN Suvarlı (Besni) Sabir. Türk kavmi. Kartı (Ağaçkonak) (Merk. İlçe) Tiyanşanda şehir ismi. Yukarı Sakallı (Merk. İlçe) Yomut Türkmenlerinde bir oymak. Aşağı Sakallı (Merk. İlçe) Yomut Türkmenlerinde bir oymak. Oyratlı (Besni) Türkmenlerde bir oymak ismi. Şam Bayat (Merk. İlçe) "Bayat" 24 Oğuz boyundan biri. Kargalı (Besni) Altaylarda Şor Türklerinin bir boyu. Türk mitolojisinde haberci.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



375



Balaban (Merk. İlçe) Türkmen oymağı. Araplı (Merk. İlçe) Türkmen oymağı. Oğuz. Haydarlı (Gölbaşı) Rişvan Atmalı oymağı. Balkar (Gölbaşı) Bulgar Türk kavminin adı. AĞRI-BEYAZIT Kamışlı (Tuzluca) Türkmenlerde bir oymak. Yağmurlu (Eleşkirt) Yörüklerde bir oymak. Kazar (Merk. İlçe) Hazar. Büyük Türk kavmi. Kutas (Karaköse) Türk erkek adı. Sibirya'da Barabaların (Türk) bir boyu. Kızılkaya (Karaköse) Altay'larda Şor Türklerinin bir boyu. Karaca (Karaköse) Özbeklerin 'Kırk' kabilesinde bir oymak. Badilli (Eleşkirt) Beydili. 24 Oğuz boyundan biri. Davutlu (Diyadin) Osmanlı kaynaklarında Karamanlu taifesinden. Kayalı Türkmenlerde bir oymak. Kızkapan (Patnos) Varsak Türkmenlerinde bir oymak. Kaskan (Eleşkirt) Buhara'da Türk bey adı. Div. Lüg. Türk "içerisinde bataklık, yarlar, çatlaklar bulunan yer." Kargalık Ülya (Tutak) Karga, Altaylarda Şor Türklerinde bir boy. Kargalık Süfla (Tutak) Karga, Altaylarda Şor Türklerin­ de bir boy. Kası/Kasu (Eleşkirt) Kaşgarda yer adı. Koyun ağılı. Çamurlu (Merk. İlçe) Bir Türkmen oymağının adıdır. Dargıt (Tutak) Saka hükümdarının adı, Avar sefirinin adı. Arap Kömü (Eleşkirt) Arap/Arapgirli bir Türkmen oy­ mağıdır. Sarıca (Eleşkirt) Kırgızların Cerik Şubesine bağlı bir boy. Türkmenlerde Sarıcalı bir oymak.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



376



BİNGÖL Hun (Solhan-Arzınık) Büyük Türk kavmi. Şeytan (Dere) Başkurtlarda bir boy. Sibirya'da dağ ismi. Şinük (Merk. İlçe) Öztürkçe. Div. Lüg.-Türk. "Çınar Ağacı". Arduşin (Solhan) Nogay Türklerinde bir boy. Göynük (Solhan) Oğuzlarda büyük bir boy. Karan (Solhan, Güleyan) Altaylarda Şor Türklerinin bir oymağı. Kanan (Genç, Bölükhan) Altaylarda Şor Türklerinin bir oymağı. Karat (Genç, Bölükhan) Kazak-Kırgızlarda bir uruğ. Ma­ caristan'da ova. Şin (Genç) Öztürkçe kelime. Div. Lüg.-Türk "taht, sedir." BİTLİS Suver (Merk. İlçe) Suvar-Sabir. Büyük Türk kavmi. Kemah (Merk. İlçe) Kimek. Türk kavmi. Bor (Merk. İlçe) Kara-Kırgızların ONG şubesine bağlı BUĞU kabilesinin bir oymağı. Şivi/Şibi (Merk. İlçe) Sibirya'da Baraba Türklerinin bir boyu. Çakır (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak. Tıvas/Tavas (Merk. İlçe) Batı Türkistan'da yer adı. Pars (Merk. İlçe) Türk erkek adı. 12 Hayvanlı Türk takvi­ minde bir ayın adı. Paydar (Merk. İlçe) Kuzey Azerbeycan'da Türk boyu. Muka/Makar (Mutki) Başkurt Türklerinin Yurmatı kabi­ lesinde bir oymak. Anlamı: kısa, bodur.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



377



DİYARBAKIR Karabaş (Merk. İlçe) Özbeklerin 'Yüz' kabilesinde bir boy. Karahan (Merk. İlçe) Türkmen oymağı. Karacadağ Şahsevenlerde oymak. Cermik-koy (Merk. İlçe) Türk oymak. Hartık/Kurtu (Kulp) Doğu Türkistan'da bir Türk boyu. Kurtuk (Merk. İlçe) Doğu Türkistan'da bir Türk boyu. Zeve (Merk. İlçe) Orta Asya'da Sur Türklerinin bir boyu. Zıvır (Suvar) (Osmaniye) Suvar-Sabir. Türk kavmi. Goman (Kuman) (Silvan) Türk kavmi. Kuman. Satı (Merk. İlçe) Kırgızların Bugu şubesinin Belek boyu­ nun bir oymağı. Satıyan (Merk. İlçe) Kırgızların Bugu şubesinin Belek boyunun bir oymağı. Tanrı dağlarında isim. Karaçaylar'da 1 yaşında koyun. Koçkar (Merk. İlçe) (Lice) Kazak Kırgızların Çakçak bo­ yuna bağlı bir oymak. Tanrı dağlarında isim. Karaçaylar'da 1 yaşında koyun. Karabörk (Merk. İlçe) Türkmen oymağı. Aluz (Merk. İlçe) Kazak-Kırgızların Kang şubesine bağlı bir boy. Aluz (Merk. İlçe) (Cermiş) Kazak-Kırgızların Kang şube­ sine bağlı bir boy. Badrık (Merk. İlçe) Başkurtların yılan kabilesine bağlı bir boy Divanı-Lügat-ıt Türk'te mızrağa takılan ipek parçası. Barın (Merk. İlçe) (Kulp) Başkurtların Sibir Yolu kabile­ sinin birinin adı. Akrak (Merk. İlçe) Sakaların bir kolu. Göktürkleri çıka­ ran kabile. Dede Korkut hikayelerinde kahraman ismi. Ekrek (Merk. İlçe) Sakaların bir kolu. Dede Korkut Oğuz namesinde isim.



378



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Zeve (Merk. İlçe) Şor Türklerinde bir boy. Kası (Çermik) Kaşgar'da yer adı. Ağaçtan yapılmış ko­ yun ağılı. Karabaş (Merk. İlçe) Özbek Türklerinin 'Yüz' kabilesin­ den biri. Koçuk (Merk. İlçe) Hive Türkmenlerine bağlı bir oymak. Ava (Kent) (Kulp) 24 Oğuz boyundan biri AVA'dır. Kent Türkçe köy anlamındadır. Çepniyan (Merk. İlçe) 24 Oğuz boyundan biri Çepnile:rdir. Köseli (Merk. İlçe) Yörük Türklerde bir oymak. Çarug(un) 24 oğuz boyundan biri. Bozcalı (Merk. İlçe) Türkmenlerde oymak adı. Haymana taifesinden. Selmanlı (Merk. İlçe) Türkmenlerde oymak adı. Mangıt (Hunut) Özbek Türkmenlerde bey ismi. Selmanlı (Osmaniye) Özbek Türkmenlerde bey ismi. Kısga (Tortum) İran Türkmenlerinde Ak Atabaylarda bir oymak. Taban (Merk. İlçe) Bozulus Türkmenlerinde bir oymak. Kabasakal (Merk. İlçe) Yörüklerde bir oymak. Osmaniye (Merk. İlçe) Türkmen taifesi. Küştiyan (Merk. İlçe) "Küşte" Türkmenlerde bir oymak. Koyun (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak. Türk tak­ viminde bir ay. Kamışlı (Silvan) Türkmenlerde bir oymak. Arapkend Türkmenlerde bir boy. "Kent" Türkçe köy şehir. Çakallı (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak. Çanaka (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak. Kozan (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak. Küpeyan (Merk. İlçe) Küpe/Küpeli Türkmenlerde bir oymak.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



379



Ulaş (Osmaniye) Kıpçak Türklerinde bir boy. Tilki (Osmaniye) Türklerde Totem. Tekelerin Toktamış kabilesinde Yusup Şubesinin bir oymağı. Köpekli (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak. Söğütlü (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak. Kirik (Merk. İlçe) Göklen Türkmenlerinde bir oymak. Bırnak Türkmenlerde bir oymak. Polat Uşağı (Çermik) "Polat" Azerbeycan'da bir Türk boyu. Karagöz (Merk. İlçe) Kazak-Kırgız Türklerinde bir boy adı. Baharlu (Merk. İlçe) Karakoyunlu Türklerinde bir boy adı. Karacık (Merk. İlçe) Div. Lüg.-ıt Türk "Oğuzlarda şehir adı." Tıl (Lice) Div.Lüg.-Türk'de düşmandan alman tutsak. Tayan (Osmaniye) Div.Lüg.-Türk'de "tazı". Kolan (Merk. İlçe) Orta Asya'da Türk şehir ismi. Div. Lüg.-Türk'de "yaban eşeği". ERZİNCAN Hunlar (Lardesu) Hun. Büyük Türk kavmi. Kimek (Kığı) Büyük Türk kavmi. Kemah (İlçe) / Kimek. Türk kavmi. Karşılar (Pülümür) Türkmenler ve Başkurtlarda bir ka­ bile. Sibirya'da şehir. Aşut (Refahiye) Eski Türk erkek adı. Kayılarda bey adı Şıp Yatağı (Merk. İlçe) Div. Lüg.-Türk'de "2 yaşında tay." Tıl (Merk. İlçe) Div.Lüg.-Türk'de "düşmandan alınan tutsak".



380



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Karadiğin (Merk. İlçe) Kuzey Azerbeycan'da Türk boyu. Koçuk (Tercan) Hive Türkmenlerine bağlı bir oymak. Mıkar/Makar (Merk. İlçe) Başkurt Türkmenlerinin Yurmatı kabilesinde oymak. Güçet (Kiğı) Div. Lüg.-Türk "Harzem'de bir Türk boyu­ nun adı." Bulak (Refahiye) Türklerde bir oymak. Div.Lüg.-Türk'de "Kıpçak destanında isim." Abhisar (Akbisor) (Tercan) Kırgız-Kazak Türklerinin Alım Ovlu (oğlu) şubesine bağlı Aypak kabilesinin bir boyu Abhis'dir. Karaca (Kiğı) Özbeklerin "Kırk" kabilesinde oymak adı. ERZURUM Suvar (Hınıs) Suvar-Sabir. Büyük Türk kavmi. Zuvar (Oltu) Suvar-Sabir. Büyük Türk kavmi. Çirik (Hınıs) Kırgızların Ong şubesine bağlı bir boy. Tatos (Hınıs) Altay Türklerinden Teleut'larda bir boy. Korçik (Hınıs) Türk boyu Kızıllar'ın bir oymağı. Kurçik; Oğuz Han'ın torunu. Tırgeş (Hınıs) Tuba Türklerinde bir soy. Tirgeş/Türgeş. Bayındır (Hınıs) 24 Oğuz boylarından biri. Akkoyunluların boyu. Mama (Hınıs) Türkmenlerde bir boy adı. Uygurca'da "kadın." Dengiz (Hınıs) Türkmenlerde bir oymak. Karataş (Hınıs) Türkmenlerde bir oymak. Kongur (Hınıs) Teke Türkmenlerinde Tohtamış - Bek oy­ mağının bir şubesi. Kapanlı (Karayazı) Türkmenlerde bir oymak. "Kapan" Göklenlerde Karabakan taifesine bağlı bir tire.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



381



Hınıs (İlçe) Türkmenlerde bir boy adı. Sıldız (Hınıs) Güney Azerbeycan'da bir Türk boyu. Karakaya (Karayazı) Yörüklerde bir oymak ismi. Dundar (Hınıs) Türk boylarından biri. Gez (Merk. İlçe) Bey ismi. Orta Asya'da ırmak. Kuzgun (Merk. İlçe) Başkurt Türklerinde Katay kabilesi­ ne mensup oymak. Yağan (Hasankale) Eski Türk adı. Div.Lüg.-Türk "fil". Uset (Tortum) Altaylarda bölge ismi. Türk boyu adı. İspir (İlçe) Türk boyu adı. Azgir/Azgur (İspir) Kuman Türklerinde yaygın erkek adı. Tavşanlı (Hasankale) 12 Hayvanlı Türk Takviminde bir ay, tavşan. Kısga (Tortum) İran Türkmenlerinin Ak Atabay şubesin­ de Ak boyunda bir oymak. Mangıt (İspir, Hunut) Özbek Türklerinde bir boyun adı. Kıy (Merk. İlçe) Altaylarda Şor Türklerinde bir boyun adı. Kot (Oltu) Sibirya'da bir Türk boyu. Özbek (Merk. İlçe) Türk kavmi. On/Oru (Oltu) Tilki Türkmenlerine bağlı bir oymak adı. Div.Lüg.-Türk'e tahıl saklanmak için kazılan çukur. Çala (Tortum) Afganistan'da Oğuz Kardaşlı boyuna bağ­ lı bir oymağın adı. Lek Budak (Hınıs) Türkmenlerde ve Yörüklerde oymak adı. Abhisar (Tortum) Kazak-Kırgız Türklerinin Alım Ovlu (oğlu) şubesine bağlı Aypak kabilesinin bir oymağı. Abhis'dir. Başkurt Dere (İl Merk.) Türk kavmi. İlanlı (Hasankale) / Yılanlı. Geniş bir Türk boyu. Tutmaç (Oltu) Div. Lüg.-Türk'de "Bir yemek adı." Karahan (İspir) Türkmen boy. Karacadağ Şahseven Türkmenlerinde bir oymak.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



382



ELAZIĞ Hun (Palu) Büyük Türk kavmi. Zıvır Kebir (Palu) Suvar-Sabir. Büyük Türk kavmi. Zıvır Sagır (Palu) Suvar-Sabir. Büyük Türk kavmi. Hazarı (Çemişgezek) Büyük Türk kavmi; Hazar. Hazar (Maden) Büyük Türk kavmi; Hazar. Hazar(lık) (Ergani) Büyük Türk kavmi; Hazar. Koman/Kuman (Mazgirt) Büyük Türk kavmi. Tutık/Tutuk (Palu) Div.Lüg.-Türk'te "eski Türk adı." Sagın/Sagun (Palu) Karluk Türklerinde büyüklere veri­ len ongun Tabib adı "atasagun." Pılan (Mazgirt) Div. Lüg.-Türk'de "Kıpçak ilinde av hay­ vanı." Seyitli (Pertek) Güney Azerbeycan'da bir Türk boyu. Karaçor (Palu) Güney Azerbeycan'da bir Türk boyu. İsim. Sığnak (Mazgirt) Div. Lüg.-Türk'de "Oğuz şehri." Sığnak (Çemişgezek) Div.Lüg.-Türk'de "Oğuz şehri." Sandal (Mazkirt) Div. Lüg.-Türk'de bir ağaç türü. Orhun Kitabelerinde de geçer. Kolan (Mazkirt) Orta Asya'da Türk şehri. Div. Lüg.Türk'de "yaban eşeği." Şorlu (Pertek) Şor. Altaylarda ünlü bir Türk boyunun adı. Kekeç (Sivrice) Türkmenlerde bir oymak. Har (Merk. İlçe) Teke Türkmenlerinin Otamış kabilesine bağlı Sıçmaz oymağının bir şubesi olan Ak-Sofi'ye bağlı oymak. Horuşağı (Merk. İl) Teke Türkmenlerinin Otamış kabile­ sine bağlı Sıçmaz oymağının bir şubesi olan Ak-Sofi'ye bağlı oymak.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



383



Külük(ler) (Ahlat) Div.Lüg.-Türk'de "arka, gölük, yük yüklenen hayvan" "gölge", "erkek adı." Hastaoğlu (Palu) Türkmen oymak. Orzuk (Hozat) Afganistan'da Yomunt Türkmenlerinden Bayram Celilerde oymak. CalaKos (Mazkirt) Cala(lı) Afganistan'da OğuzKardaşlı boyuna bağlı oymak adı. Tırkak/Turkak (Palu) Türkmen oymak. İlanlı (Ovacık) Yılanlı Kuman Türklerinde bir boy ismi. İlanlı (Pertek) Yılanlı Kuman Türklerinde bir boy ismi. İlanlı (Mazkirt) Yılanlı Kuman Türklerinde bir boy ismi. Kekeç (Sivrice) Türkmenlerde oymak adı. Akrak (Palu) Saka Türklerinde erkek ismi. Yaygın bir Türk boyu. Kurtdere (Merk. İlçe) Türkmen boyu. Karaca (Hozat) Özbeklerin 'Kırk' kabilesinin bir oymağı. Karaman (Palu) 24 Oğuz boyundan Salurların bir oymağı. Karaman (Pertek) 24 Oğuz boyundan Salurların bir oymağı. Alpavut (Merk. İl) Yaygın bir Türkmen oymağı. Anlamı, "yiğit." HAKKARİ Sıvın (Merk. İl) Başkurtlarda bir boy. Kıpçak boyu. Kasır (Merk. İl) Sibirya'da Baraba Türklerinin bir boyu. Ağar (Merk. İl) Afganistan'da bir Oğuz boyu.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



384



KARS Yağmurlu (Göle) Yörüklerde bir oymak ismi. Ava(lar) (Göle) Türkmenlerde bir oymak adı. Kobi (Iğdır) Orta Asya'da Şor Türklerinde bir oymak. Bayatlı (Ardahan) 24 Oğuz boyundan biri BAYAT'lardır. Avalar (Göle) 24 Oğuz boyundan biri AVA'dır. KızılkentArpaçay. Kızıl, ünlü bir Türkmen oymağı. Kent, öztürkçe köy, şehir. Tacirli (Iğdır) Türkmenlerde bir oymak. Hive (Ardahan) Önemli bir Türkmen oymağı. Hive (Göle) Önemli bir Türkmen oymağı. Elbeyli (Arpaçay) Oğuz Türk oymağı. Tavşan (Göle) 12 Hayvanlı Türk takviminde bir ay ismi. Göle (İlçe) Macaristan'da sancak ismi, öztürkçe. Zeybek (Sarıkamış) Bir Kırgız oyununun adı. Torunkent (Iğdır). Torun, ünlü Türk oymağı. Karahan (Arpaçay) Türkmen Karacadağ Şahsevenlerde oymak. Kekeç (Sarıkamış) Türkmen oymak. Özbek (Çıldır) Büyük Türk kavmi. Cala (Çıldır) Afganistan'da Oğuz Kardaşlı boyunun bir oymağı. Zor (Iğdır) Ünlü Türk boyu. Zorluca (Sarıkamış) Ünlü Türk boyu. Yılanlı (Merk. İlçe) Kuman Türklerinde boy ismi. Şor (Sarıkamış) Altaylarda ünlü bir Türk boyunun adı.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



385



MARDİN Barman (Savur) Alp Er Tunga'nın oğlunun adı. Mıka/Maker (Mazıdağ) Başkurtlarda Yurmatı kabilesin­ de bir oymak. Mukri (Midyat) Göklen Türkmenlerinde bir oymağın adı. Hozak/Kazak (Cizre) Ünlü Türkmen boyu. MALATYA Kurtuk (Pötürge) Doğu Türkistan'da bir Türk boyunun ismi. Kimek (Pötürge) Ünlü Türk boyu. Poran/Boran (Merk. İlçe) Yaygın eski Türk adı. Pılan/Bulan (Kahta) Div. Lüg.-Türk. "Kıpçak ilinde av hayvanı." Karadiğin (Darende) Kuzey Azerbeycan'da Türk boyu. Karkah/Kavgağ (Kahta) Div. Lüg.-Türk'de "çöl, suyu ve bitkisi olmayan kırlar." Tengü/Tengut (Merk. İlçe) Div. Lüg.-Türk'de Çin yakı­ nında bir grup Türk'ün adı. Arapgir (İlçe) Arap. Türkmenlerin önemli bir oymağının ismi. Arapgirli'dir. Tatar uşağı (Akçadağ) Türk boyu. Balaban (Merk. İlçe) Türkmen oymağı. Karaca (Merk. İlçe) Özbeklerin 'Kırk' kabilesinin bir oy­ mağı. Torun (Hekimhan) Türkmen oymağı. Avşar oymağı. Kurtuşağı (Akçadağ) Kurt. Türkmen oymağı. Arapuşağı (Merk. İlçe) Arap. Türkmen oymağı. Oğuz.



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



386



Baharlu (Hekimhan) Karakoyunlularda bir oymak. Karkah/Karkağ (Kahta) Div. Lüg.-Türk "çöl, suyu ve bit­ kisi olmayan kırlar."



MUŞ Kızılkaya (Malazgirt) Altay'larda Şor Türklerinde bir boy Küştiyan (Malazgirt) "Küşte" Türkmenlerde bir oymak. Hunan (Merk. İlçe) Hun-Türk kavmi. Saer (Genç) Sabir, Türk kavmi. Çirik (Varto) Kırgız Türklerinin Ong şubesine bağlı bir boy. Kaçan (Varto) Kazak-Kırgızların Alım Ovlı (Oğlu) şube­ sine bağlı Törkara kabilesinin Tudum oymağının bir boyu. Yılanlı (Varto) Kıpçak Türklerinde bir boy. Tirik (Varto) Doğu Türkistan'da bir boy ve köy adı. Şamlık (Merk. İlçe) Şamlı. Yörüklerde bir boydur. Döğer(an) (Çapakçur) 24 Oğuz boyundan biri. Kamışlı (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak. Karataş (Varto) Türkmenlerde bir oymak. Kılıç(an) (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak. Okçuyan (Malazgirt) Türkmenlerde bir oymak. Okçu. Tıraş (Sasun) Türkmenlerde bir oymak. Azat (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak. Kereş (Varto) Altaylarda Şor Türklerinin bir boyu. Karakaya (Malazgirt) Yörüklerde bir oymak ismi. Kişmir (Varto) Kaşgarlı Mahmud'un adı. Türk ilinde şehir. Şeytan (Bingöl) Başkurtlardan bir boy. Sibirya'da dağ ismi. Haşkar/Kaşgar (Çapakçur) Türk şehri, KAŞGARLI Mah­ mud'un adı. Sultansin (Varto) Kazak-Kırgız Türklerinde bir oymak. Kıpçak Türklerinde "Sultan" isim. Inak (Varto) Eski yaygın Türk erkek adı.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



387



Kınut/Kıngut (Mutki) Türkmen oymak. Solak (Sasun) Özbek Türklerinde oymak adı. Til (Merk. İlçe) Div. Lüg.-Türk "düşmandan alman tutsak." Kolan (Varto) Orta Asya'da Türk şehri. Div. Lüg.Türk'de "yaban eşeği." Balu (Sasun) Div. Lüg.-Türk'de Çin yakınında bir grup Türke verilen ad. Küluglar (Varto) Külük(ler) Div. Lüg.-Türk "arka, gölük, yük yüklenen hayvan," "gölge." Erkek adı. Lek (Çopakçur) Türkmenlerde ve Yörüklerde oymak adı. Hırgıs/Kırgıs (Bulanık) Ünlü Türk kavmi. Kinut/Kıngıt (Mutki) Türkmenlerde boy ismi. Tatar Gari (Bulanık) Tatar. Türk boyu. İlanlı (Merk. İlçe) Yılanlı Kuman Türk boyu. Akrak (Bulanık) Sakaların bir kolu. Dede Korkut Oğuznamelerinde kahraman adı. Kızılkaya (Malazgirt) Altaylarda Şor Türklerinde bir soy. Kobi (Bulanık) Orta Asya'da Şor Türklerinde bir boy.



MARAŞ Maraş/Mırış(il) Mırış, Teke Türkmenlerinde bir boyun ismi. Avşarlı (Merk. İlçe) 24 Oğuz boyundan biri Avşar'dır. Alanbey (Elbistan) Türkmenlerde bir oymak. Kızık (Andırın) Türkmenlerde bir oymak. Orcan (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak. Orcan (Andırın) Türkmenlerde bir oymak. Bahadırlı (Andırın) Türkmenlerde bir oymak. Bulanık (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir oymak.



388



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Kara(lar) (Merk. İlçe) Karalı Türkmenlerde bir oymak. Kabak(lar) (Andırın) Türkmenlerde bir oymak. Kızkapan (Pazarcık) Farsak Türkmenlerde bir oymak. Kuyumcular (Türkoğlu) Yörüklerde bir oymak ismi. Sadakalar (Pazarcık) Sadak, Türkçe'de "okluk." Tatırlık (Pazarcık) Tatır. Div. Lüg.-Türk'de "Suyu olma­ yan kıraç yer." Karalar (Pazarcık) Türkmenlerde bir oymak. Tilkiler (Pazarcık) Teke Türkmenlerinde, Tohtamış kabi­ lesinin şubesi, Yusuplarda bir oymak. Karaçor (Elbistan) Güney Azerbeycan'da bir Türk boyu. İsim. Kuzgun (Andırın) Başkurt Türklerinde Katay kabilesine mensup bir oymak. Kavsıt (Göksun) Div. Lüg.-Türk'de "erkek adı." Savran (Pazarcık) Oğuzlarda şehir ismi. Karaman (Merk. İlçe) 24 Oğuz boyundan Satarların bir kolu. Karaman (Andırın) 24 Oğuz boyundan Salur'ların bir kolu. Karamanlı Çiftliği (Merk. İlçe) 24 Oğuz boyundan Salur'ların bir kolu. Torunlu (Andırın) Torun. Türkmen oymağı. Avşar oymağı. Arap (Andırın) Türkmen oymağı. Oğuz. Akçakoyunlu (Merk. İlçe) Türk boyu. Akkoyunlular. Akçakoyunlu (Pazarcık) Türk boyu Akkoyunlular.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



389



SİVAS Sivas (İl Merkezi) Türk Finler'in Türk Çuvaş'lara verdiği ad Suvas'dır. Sevir (Divrik) Türkmen oymağı. Kıpçak (Hafik) Büyük Türk boyu. Balta(lar) (Şarkışla) Nayman Türklerinde bir boy adı. Kızılöz (Merk. İlçe) Kaşgar dağlarında bir kışla ismi. Barkan (Divrik) Dağ tepesinde kale. Türk erkek adı. (Div. Lüg.-Türk) Baharlu (Şarkışla) Karakoyunlularda bir oymak. Aylı (Merk. İlçe) Başkurt Türklerinde bir boy. Sandal (Yıldızeli) Div. Lüg.-Türk'de "ağaç adı" (Orhun Kitabelerinde) mevcut. Tutmaç (Merk. İlçe) Öztürkçe. Div. Lüg.-Türk'de "Bir yemek." Bulak (Kangal) Türkmenlerde bir oymak adı. Div. Lüg.Türk "Kıpçaklarla ilgili bir destanda isim." Buldur (Suşehri-Ezbider) Türkmenlerde bir oymak. İşnam/Işkam (Merk. İlçe) Orta Asya'da bölge adı. Işkam Hunlarda din adamı ismi. Adam (Hafik) Doğu Türkistan'da bir Türk boyunun adı. Tavşan (Hafik) 12 Hayvanlı Türk takviminde bir ayın ismi.



SİİRT Zeve (Şirvan) Orta Asya'da Sur Türklerinin bir boyu. Saka (Beytüşşebap) Asya kökenli Türk kavmi. Kurtuk (Beşiri) Doğu Türkistan'da bir Türk boyunun ismi. Hazar(an) (Eruh) Büyük Türk kavmi. Comanı (Kuman) (Garzan) Büyük Türk kavmi.



390



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Asık (Şirvan) Kırgızların Sarı Bağış ile Sultu kabilesine bağlı bir boy. Kirik (Eruh) Göklen Türkmenlerinde bir oymak. Kirik (Beşiri) Göklen Türkmenlerinde bir oymak. Sıd (Şirvan) Kazak-Kırgızların Nayman koluna bağlı Aktar boyunun bir oymağı. Zeve (Şirvan) Şor Türklerinde bir boy. Saray (Şirvan) Özbek Türklerinde bir kabile. Pay (Şirvan) Doğu Türkistan'da bir Türk boyu. Kadıyan (Merk. İlçe) Türkmenlerde bir boy adı: Kadı(lı) Divik (Eruh) Türkmenlerde bir oymak. Kalender (Eruh) Türkmenlerde bir oymak. Hevek/Kevek (Şirvan) Divan-Lügat-it Türk'de "boş, ka­ barık, in." Bana (Eruh) Yakut Türklerinde isim. Kam adı. Poran/Boran (Garzan) Yaygın eski Türk erkek adı. Türkçe. Bıkad/Bakad (Eruh) Ongur Türklerinin yaşadığı şehir. Turna (Beşiri) Eski Türk adı. Div. Lüg.-Türk'te "şarabın köpüren kısmı." Avar (Pervari) Türk kavmi. Curs (Pervari) Türk erkek adı. Avar hanının adı. Aşuta (Beytüşşebap) Sibirya'da nehir adı. Türk bey adı. Til (Merk. İlçe) Öztürkçe. Div. Lüg.-Türk "Düşmandan alman tutsak." Tarhan (Eruh) Öztürkçe isim. Bey adı. Cumış (Şirvan) Karluk Türkmenlerinde şehir adı. Koyan (Beytüşşebap) Kırgızca'da tavşan. Özbeklerin "Yüz" şubesinde bir oymak. Balak (Eruh-Lapis) Eski Türk adı. Anlamı "manda yav­ rusu, buzağı." Zorköy (Beşiri) Zor. Ünlü Türkmen oymağı.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



391



TUNCELİ Çemişgezek (İlçe) Türkmenlerde önemli bir boyun adı. Kalaya (Mazgirt) Türkmenlerde bir oymak. Göklenlerden Bayındıra bağlı bir tire. Pirinçci (Pertek) Türkmenlerde bir oymak. Curs (Pülümür) Eski Türk adı. Avar hanının adı. Kuşçu (Mazgirt) Özbek Türklerinde boy ismi. Orzuk (Çemişgezek) Afganistan'da Yomut Türkmenleri­ nin Bayram-Çoli boyuna bağlı bir oymak. Orzuk (Sığnak) Afganistan'da Yomut Türkmenlerinin Bayram-Çoli boyuna bağlı oymak. Haçeri (Mazgirt) Büyük Türk boyu Ağaçeri. Karamanlı Türkmenlerinde boy. Haçeri Süfla (Mazgirt) Büyük Türk boyu Ağaçeri. Kara­ manlı Türkmenlerinde boy. Haçeri Ulya (Mazgirt) Büyük Türk boyu Ağaçeri. Kara­ manlı Türkmenlerinde boy. Sor Mamut. Zor/Sor. Ünlü Türkmen oymağı. URFA Kurtuk Ülya (Yaylak) Doğu Türkistan'da Türk boyunun ismi. Kurtuk Süfla (Yaylak) Doğu Türkistan'da Türk boyu­ nun ismi. Acar (Yaylak) Türkmenlerde bir oymak. Türk erkek adı. Tonguz (Merk. İlçe) Türklerde boy ismi. 12 Hayvanlı Türk takviminde bir ayın adı. Tutık/Tutuk (Yaylak) Div. Lüg.-Türk'te Türk adı. Kolan (Yaylak) Orta Asya'da bir Türk şehri. Div. Lüg.Türk. "yaban eşeği."



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



392



Savran (Hilvan) Oğuzlarda şehir ismi. Tavşan (Yaylak) 12 Hayvanlı Türk takviminde bir ayın ismi. Tavşan (Suruç) 12 Hayvanlı Türk takviminde bir ayın ismi. Külük(ler) (Hilvan) Div. Lüg.-Türk "gölge, yük yükle­ nen hayvan" isim. Karahan (Siverek) Türkmen oymak. Karacadağ Şahseven Türkmenlerinde oymak. Ang (Birecik) Altaylarda Teleut Türklerinde bir oymak adı. Kargalı (Viranşehir) Altaylarda Şor Türklerin'de bir bo­ yun ismi. Türk mitolojisinde "haberci." Tırkak/Turkak (Suruç) Turkak eski bir Türk boyudur. Tatar(lık) (Yaylak) Türk boyu. Araptil (Siverek) Arap. Arap Türkmen boyudur. Kavşıt (Yaylak) Div. Lüg.-Türk'de "Türk erkek adı." Kun Savran (Hilvan) Oğuzlarda şehir ismi. Arap Viran (Viranşehir) Arap Türkmen Oğuz boyudur. Kuzgun (Hilvan) Başkurt Türklerinde Katay kabilesine mensup bir oymak.



VAN Sak (Ahlat) Saka. Büyük Türk kavmi. Suvar (Erciş) Suvar-Sabir. Büyük Türk kavmi. Hazar (Merk. İlçe) Büyük Türk kavmi. İla-İli (Gevaş) Div. Lüg.-Türk'te "dere adı" Eski Türk ismi. Pars (Kâzımpaşa) Türk adı. 12 Hayvanlı Türk takvimin­ de bir ayın adı. Hayvan ismi. Pars (Başkale) Türk adı. 12 Hayvanlı Türk takviminde bir ayın adı. Hayvan ismi. Burkan (Başkale) Div. Lüg.-Türk'de " p u t " heykel.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



393



Kayas Eran (Kâzımpaşa) Div. Lüg.-Türk'de "Çiğil Türk­ lerinde şehir adı." Kolan (Merk. İlçe) Orta Asya'da Türk şehir adı. Div. Lüg.-Türk'de "yaban eşeği." Külügler (Ahlat) Div. Lüg.-Türk'de Türk-Uygurca "arka, gölük, yük yüklenen hayvan," "göle," "erkek adı." Agı (Erciş) Altay Türklerinde Kızıllarda bir boy. Baz (Başkale) Div. Lüg.-Türk'de "yad, yabancı, garip." Orhun Kitabelerinde mevcut. Rumoğlu (Özalp) Greklikle hiç ilgisi yoktur. Türkmenlerde bir oymak adıdır. Oğuz oymaklarından biridir. Şor (Başkale) Altaylarda ünlü bir Türk boy adı. Şor (Erciş) Altaylarda ünlü bir Türk boy adı. Kargalı (Kâzımpaşa) Altaylarda Şor Türklerinin bir boyu. Türk mitolojisinde "haberci." Orı/Oru (Merk. İlçe) Tilki Türkmenlerine bağlı oymak adı. Div. Lüg.-Türk'de "tahıl saklamak için kazılan çukur." Gerkez (Kâzımpaşa) Göklen Türkmenlerinde bir oymak adı. Macar(is) (Erciş) Türk boyu. Ongur. Mıcaros (Gevaş) Türk boyu. Ongur. Akrak (Ahlat) Sakaların kolu. Göktürkleri çıkaran kabile. Akrak (Muradiye) Sakaların kolu. Göktürkleri çıkaran kabile. Karahan (Muradiye) Sakaların kolu. Göktürkleri çıkaran kabile. Ünlü Türk boyu. Sor/Zor (Ahlat) Ünlü Türkmen oymağı. Sor/Zor (Muradiye) Ünlü Türkmen oymağı. Karabağ (Muradiye) Türkmen oymak. Karacadağ Şahsavenlerde oymak.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



395



YABANCI GÖZÜYLE TÜRKLER Aşağıdaki alıntılar, içlerinde krallar, devlet adamları, ku­ mandanlar, tarihçiler, elçiler, edebiyatçılar, gezginler, bilim adamları da bulunan, Türkleri yakından tanımış ünlü şahsiyet­ lerin Türkler hakkında söyledikleridir. Bunları okurken, başta gençlerimiz olmak üzere hepimizin, yüksek karakter ve insani vasıflarıyla yabancıları dahi büyüleyen soylu atalarımıza, bu­ gün, ne derece lâyık olduğumuzu sorgulamamız gerekir. Plevne savaşım bizzat görmüş ve içinde yaşamış bir Rus muharriri anlatıyor: "Rus ordularını aylarca karşısında tutan ve onlara çok müşkül ve tehlikeli anlar yaşatan Plevne düştü. İlk iş Osman­ lı Kuvvetlerine komuta eden Osman Paşa'yı aramak oldu. Karargâhında bulunamadı. Ortalık arandı, tarandı nihayet yaralı askerler arasında yaralı olarak yerde yatar bir halde bu­ lundu ve esir edildi. Türk esirleri bembeyaz karlar üzerinde küme küme ufuklara kadar uzanıyordu. Doktorla bunları tef­ tiş ediyoruz. Üstleri başlan lime lime etleri görünüyordu, aç­ lıktan bitkin bir haldeler... Bet beniz kalmamış. Nerdeyse öle­ cekler. Aralarında tek tük ölenlere de rastlanıyor. Sağ kalanlar ölüden kalan pusatları boğuşarak kapışıyorlar, ellerinde ka­ lan parçayı üzerlerine alıyorlar, Isınmaya çalışıyorlar, bunla­ rın birkaç saatlik ömürleri ya var ya yok... İşte bu insanlara soruyoruz: "-Bir şeye ihtiyacınız var mı?.. Bir şey istermisiniz? Rus olduğumuzu anlayınca erkek çehreleriyle sert bakıyorlar, belkide yarım saat sonra gözlerini ebediyen kapayacak olan bu adamlar son bir gayretle ayağa kalkarak: "Hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur, karşılığını veriyorlar. Anlıyoruz ki Plevneyi müdafaa eden Gaziler işte bu izzeti ne­ fisleri yüksek Türklerdir." İşte Türk budur.



396



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



'İnsanları yükselten iki büyük meziyet vardır. Erkeğin cesur, kadının iffetli olması. Bu iki meziyetin yanıbaşında her iki cinsi, kadınla erkeği şereflendiren tek fazilet vardır: Vatana, icabında her şeyini feda edecek kadar bağlı olmak. Bu meziyetler ve bu fazilet en büyük kahramanlığı; haya tın elemine, kederine karşı fütursuz kal­ mayı ve ağır hadiselerin acılıklarına göğüs germeyi doğurur. İşte Türkler bu çeşit kahramanlardır ve ondan dolayı: Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler. Türk asker­ lerini dal kılıç olmaya mecbur edecek kadar üstlerine varmamalıdır. Bir defa dal kılıç olmayı göze almış birkaç yüz Türk meydana çıkarsa önlerinde mağlup olmamak mümkün değildir." Napeleon BONAPART "Türkten bahsediyorum. Düşmana saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir deniz ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk, dost yanında ve silahsız kalmış düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli, kasırgayı, göz ka­ maştıran bu gölü coşkun bir denize, ıtrında asalet uçan bu gülü yıldırıma çevirmek tabiatı da inciten bir gaflet olur." TASSE "Poltava'da esir oluyordum. Bu, benim için bir ölümdü, kur­ tuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi... gene kurtuldum. Fakat bugün esirim. Türklerin esiriyim. Deni­ zin, ateşin ve suyun yapamadığım onlar yaptılar, beni esir ettiler. Ayağımda zincir yok. Zindanda da değilim. Hürüm, istediğimi yapıyorum. Lakin gene esirim; şefkatin, ülüvvü cenabın, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar." Demirbaş ŞARL



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



397



"Türkün şefkat ve insaniyet duygusunu inkar mümkün de­ ğildir. Bu duygu insanı atalete sevkedip sefaleti artırmakla bera­ ber, teşkilatı düzensiz bir toplumun bir derdine tek çare demektir. Türk ırkının soyluluğunu gösteren diğer duygular yani en küçük iyiliklere karşı besledikleri minnet ve şükran duygusu, ölmüşlere karşı besledikleri minnet ve şükran duygusu... büyük bir nezaket­ le yapılan konukseverlik adeti ve hayvanlara saygı alışkanlığı gibi faziletlerin inkarı da mümkün değildir." Edmondo De AMICIS 'Türkleri seviyorum. Onlar, cennetten bir köşe olan bu eşsiz memlekete yakışan, eşsiz insanlar. Yaradılışlarında göksel bir aza met, gönül alışlarında ise meleklerde bulunmayan bir mahviyet var. Bu büyük ruhlu milletin arasında vatanımı unutmaktan kor­ kuyorum. Vatan aziz, pek aziz. Lakin Türk de aziz ve çok aziz." Conte De BONNEVAL "Boyun eğmeyeceğiz! Zira öteden beri Hing-nu'lar (Hun) kuvveti takdir eder, tabi olmayı hakir görürler. Savaşçı süvari haya timiz sayesinde bir ulus olduk. Zira bilirler ki, savaşta savaşçıların kaderi ölümdür. Biz öl­ sek de, kahramanlığımızın şöhreti kalacak, çocuklarımız ve torun­ larımız diğer kavimlerin efendisi olacaklardır. Hun Hükümdarı Çİ-Çİ "Dünyada Türk kadar saygıbilir bir kavim daha yoktur. Türkler'de inzibat, büyüklere karşı itaat o derecedir ki, bizim keşiş (dini) sınıfımız bile onlardan örnek alabilir... Türkler bir tek büyük ailenin bireyleri gibi yaşarlar ve dar şartlar içinde obalar dahi yi­ yeceklerini kardeşçe paylaşırlar." Plano CARPİNİ



398



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



"Müsellah milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köy­ lüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadının etek tutuşunda si­ laha sarılmış bin pençe kıvraklığı vardır... O doğduğu günden be­ ri müsellahtır, bundan dolayı da hayata ve olaylara güvenle bak­ mayı öğrenmiştir." Feldmarşal H. Von. MOLTKE "Bütün milletler içinde cesaret ve secaatte Türklerden daha ileride olan ve büyük amaçları elde etmek uğrunda daha ileri gide­ bilen bir millet yoktur. Allahu Teala onları arslan suretinde yarat­ mıştır... Türk, bağı çözüldükten sonra, askere başbuğ olmak veya perdedarlık etmek veya bir topluma emir vermek ve yasak koymaktan başka bir işe razı olmaz." İbn HASSUL "(Türkler) Hayvanlara bakanlar da onlara gayet iyi muamele ederler. Onları durmadan okşayarak muhabbetlerini kazanırlar. Son derece zorda kalmadıkça kızgınlıklarını çıkarmak için değnek­ le hayvana vurmazlar. Bunun sonucu olarak da atlar insanlara karşı gayet muhabbetli oluyorlar. BUSBECQ "Türk asillerin asilidir. Yapma olmayan, gösterişi bulunma­ yan bu pek yüksek soyluluk ona, tabiatın hediyesidir. Sadelik için­ de balagatı, zarif bir durgunluk içinde duygulu bir hayatiyeti ve parıltılı bir hayat içinde kibar bir hakikat hissettiren tek varlık Türklerdir. Şark hülya ve efsaneler alemidir. Türk, o rengarenk alemin gözüdür, dilidir, ışığıdır ve yaşayan gerçeğidir." Pierre LOTI



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



399



"Şimdi, Theisis suyu, büyük zaferimizin şanlı hikayesini Donube'a (Tuna) götürüyor. Fakat Haşmetpenah! itiraf etmeye mec­ burum: Türkler, taşıdıkları parlak şöhrete layık bir biçimde dövüştü­ ler. Türk'e yakışır bir feragatle ve celâdetle çarpışa çarpışa öldüler. Onların sönüşü, pırıltılarla göz kamaştırdıktan sonra sönen şimşekleri andırıyor. Karşımızdan, ağır ağır kaybolan bir ışık küt­ lesi gibi, beyaz bir eriyişle çekildiler, görünmez oldular. Onların galibiyetleri gibi mağlubiyetleri de şanlı ve ibretli." Komutan Prince EUGENE "Türk ülkesinin hiçbir tarafında halktan üstün sayılabilecek beylerle asilzadelerden oluşan hiçbir yüksek tabaka yahut zadegan sınıf mevcut değildir. İşte bundan dolayı etle kemikten ve sinirle kandan ibaret bütün canlı mahluklar hep aynı vaziyettedir (eşittir) ve dünyanın her yerinde olduğu gibi vahşi hayvanlar bile nasıl şe­ caat ve cesaretleriyle ayrılırlarsa, Türkiye'de de insanlar arasında ancak o kadar fark gösterilebilir." İORGA (Romen)



"Yeryüzündeki en ilahi disiplin Türk askerlerindedir." POSTEL



'Türk hakanının gece uyumaması ve gündüz dinlenmemesi yalnız fakir tebasını besleyip giydirmek için değildir. O, Türkün şöhreti ve milletinin şanı ve şerefi için gece gündüz çalışmış ve çarpışmıştır. Mısır fir'avini, İran şahı ve yahut Asur hükümdarı kendi şahısları uğruna yahut ilahlarının kudretin göstermek ama cıyla milletlerini yok ettiği halde, Türk hakanı milletinin hüsn-i şöhretinden başka bir şey düşünmemiştir." Leon CAHUN



400



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



"Türkler yaltaklanma, yaldızlı sözler, münafıklık, kovuculuk, yapmacık, yerme, riya, dostlarına karşı kibir, arkadaşlarına karşı fenalık, bi'dat nedir bilmezler. Çeşitli fikirler onları bozmamıştır. Türkler pek namuslu insanlardır." Arap Alimi CAHİZ "Hiç şüphesiz ki ahlâk bakımında Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek variyettedir." Du LOIR "... Türkler de canlı ve cansız mahlûkatın hepsiyle iyi geçi­ nirler: Ağaçlara, kuşlara, köpeklere, velhâsıl Allah'ın yarattığı her şeye hürmet ederler. Bizim memleketlerde başı boş bırakılan veyahutta ta'zip edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler. Bütün sokaklarda mahalle köpekle­ ri için muayyen fasılalarla su kovaları sıralanır; bazı Türkler de ömürleri boyunca besledikleri kumrular için ölürken vakıflar te'sis edip kendilerinden sonra da yem serpilmesini te'min ederler." LAMARTINE "Güneş ülkeyi yeryüzünde bulmak mümkün mü?... Fikir hürriyetine, vicdan hürriyetine, lisan hürriyetine ilişmeyen Türk­ lerin varlığı hiç olmazsa yarın böyle bir ülkenin var olacağını ba­ na hissettiriyor. Madem ki düşünceyi zindana koymayan, hakikat sevgisini zincire vurmayan bir millet, o cesur ve adil Türkler var... Üzerinde yalnız hakikatin, adaletin ve hürriyetin hüküm sür­ düğü bir Güneş Ülke-Civitas Solis, yarın neden vücut bulmasın?... CAMPANELLA



Not: Bu bölümdeki alıntılar, Hilmi Göktürk'ün "Anadolu'nun Dağında Ovasında Türk Mührü" isimli kitabından aktarılmıştır. Yayınevi bu alıntıların asıllarının M. Turhan Tan'ın "Tarihte Türkler İçin Söylenmiş Büyük Sözler" (Boğaziçi Yay.) isimli eserinde bulunduğu belirtmiştir.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



401



BİBLİYOGRAFYA Andrews, Peter Alford, Türkiye'de Etnik Gruplar, trc. Mustafa Küpüşoğlu, 1989. Aksoy, Gürdal, Kürt Dili ve Söylenceleri Üzerine İncelemeler, 1991. Aksoy, Bilal, Tarihsel Değişim Sürecinde Tunceli. C.1.1985. Aksüt, Hamza, Anadolu Aleviliğinin Sosyal ve Coğrafi Kökenle­ ri, 2002. Arsal, Sadri Maksudi, Türk Tarihi Arvasi, Ahmet, Doğu Anadolu Gerçeği, 1988. Anter, Musa, Ferhanga Khurdi - Tirki, Kürtçe - Türkçe Sözlük, 1969. Anter, Musa, "Kürt Dili Üzerine" Doğu, Aralık 1969, sayı 1. Avrupa Birliği İlerleme Raporu, Ekim, 2004. Aydın, Ahmet, Kürtler PKK ve A. Öcalan, Aydoğan, Metin, Yeni Dünya Düzeni, Kemalizm ve Türkiye, cilt 2, 16. baskı, 2005 Bal, Hüseyin, Alevi Bektaşi Köylerinde Toplumsal Kurumlar, 1997. Bayçarov, S. YA, Avrupa'nın Eski Türk Runik Abideleri, 1996. Baykara, Tuncer, Doğu Anadolu = Türkmenia (Türkmen Ülkesi), 1976. Bayram, Sadi, Kaynaklara Göre Güneydoğu Anadolu'da Proto Türk İzleri, 1990. Bayur, Y.Hikmet, Hindistan Tarihi Bedirhan, Emir Celadet - Lescot, Roger, Kürtçe Gramer Bedirhan, Kâmuran Ali, Türkçe İzahlı Kürtçe Grameri, 1991. Bender, Cemşit, Kürt Tarihi Ve Uygarlığı, 1991. Bender, Cemşit, Kürt Uygarlığında Alevilik, 1991. Beşikçi, İsmail, Doğu'da Değişim ve Yapısal Sorunlar (Göçebe Alikan Aşireti) 1969.



402



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Bilbilik, Erol, Dış İlişkiler Konseyi, CFR, Trilateral-Bilderberg, 2005. Birdoğan, Nejat, Anadolu'nun Gizli Kültürü, Alevilik, 2000. Birdoğan, Nejat, Şah İsmail Hatai, 1991. Blaxkoviç, Yusuf, Çekoslavakya Topraklarında Eski Türklerin İzleri, Reşit Rahmeti Arat İçin, Ankara, 1967. Botan, Amedi, Kürtler Ve Kürdistan Tarihi, I., 1991. Bozkurt, Fuat, Aleviliğin Toplumsal Boyutları, 1993. Bruinessen, M.M. Van, Kürdistan Üzerine Yazılar, trc. Selda Somuncuoğlu Bruinessen, M.M. Van, Kürdistan Üzerine Yazılar. (Türkiye Kürtle­ ri), trc. Bülent Peker - Nevzat Kıraç Bruinessen, M.M. Van, Ağa Şeyh ve Devlet, trc. Levent Kafadar Bulut Faik, Kürt Dilinin Tarihçesi, 1993. Cahen, Claude, Türklerin Anadoluya İlk Girişi, Trc. Y. Yücel B. Yediyıldız, 1992. Cevizoğlu, Hulki, Tarih Türkler'de Başlar, Türk Dilinin Kökeni, 2004 (3. Baskı) Coşan, Esat, Makalat -Hacı Bektaş Veli, 1996. Çay, M. Abdülhalûk, Her Yönüyle Kürt Dosyası, (4. Baskı), 1996. Çay, M. Abdülhalûk, Türk Ergenekon Bayramı (Nevruz), 1996. Çamuroğlu, Reha, Tarih, Heterodoksi ve Babailer, 1992. Çiçekli, Ali, Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügat İt Türk, 1970. Deguignes, Hunların, Moğolların, Türklerin Umumi Tarihi, trc. H. Cahit Yalçın Demir, Necati, Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi'nin Tarihi Alt Yapı­ sı, 2005. Dersimi, Nuri, Kürdistan Tarihinde Dersim, 1952. Durmuş, İlhami, İskitler (Sakalar), 1993. Eagleton, William, The Kürdish Republic Of 1946, trc, Mehmet Emin Bozarslan, 1946 Mahabad Kürt Cumhuriyeti, 1990. Ebu'l Gazi Bahadır Han, Şecere - i Terâkîme. trc. Muharrem Ergin, Eckhart, F, Macaristan Tarihi, çev. İbrahim Kafesoğlu, 1949.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



403



Efendiyev, Rasim, Daşlar Danışır. Neolit Devirden XIX yüzyıla dek, Kençlik Baki, 1980. Eker, Süer - Abatoğlu, Ahmet, Nevruz Ulusun Ulu Günü, 1993. Ener, Kasım, Adana Tarihine ve Tarımına Dair Araştırmalar, 1978 (3. basım). Encyclopedia Britannica, Milli Kütüphane. Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, 1971. Ergin Muharrem, Orhun Abideleri, 1973. Erkan, Rüstem, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Sosyal Yapısı ve Değişme Eğilimleri, Kalan Yay, 2005. Eröz, Mehmet, Doğu Anadolu'nun Türklüğü, 1982. Eröz, Mehmet, Kürtlerin Menşei ve Türkmenlerin Kürtleşmesi, 1966. Eröz, Mehmet, Doğu Anadolu Hakkında. Ersoy, Hayri - Kamacı, Aysu, Çerkes Tarihi, 1992. Eyuboğlu, İsmet Zeki, Günümüzde Alevilik, 1997. Eyuboğlu, İsmet Zeki, Anadolu Uygarlığı, 1991. Fığlalı, Ethem Ruhi, Türkiye'deki Alevilik Bektaşilik, 1990. Fığlalı, Ethem Ruhi, İmam Ali, 1996. Fırat, M. Şerif, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, IV. Baskı, 1981. Fritz, Dr. Kürtlerin Tarihi, trc. Sinan Sanlıer, 1992. Giritli, İsmet, Kürt Türklerinin Gerçeği, 1989. Gölpınarlı, Abdülbaki, imam - Ali Buyruğu, Nahc'al Balağa Göktaş Hıdır, Gölbay Metin, Soğuk Savaştan Sıcak Barışa, 1994. Göktürk, Hilmi, Anadolu'nun Dağında Ovasında Türk Mührü Göktürk, Hilmi, Anadolu'da Oğuz Boylan, Anadolunun Dağında Ovasında Türk Mührü, Cilt: II, 1976. Güngör, Erol, Tarihte Türkler, 1990 Gülensoy, Tuncer, Kürtçenin Etimolojik Sözlüğü, 1994. Gülensoy, Tuncer, Kürmanci ve Zaza Türkçeleri Üzerine Bir Araş­ tırma - İnceleme Ve Sözlük, 1983. Gülensoy, Tuncer - Kalafat, Yaşar K., Doğu Anadolu Dil Araştırma­ ları, 1990.



404



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Gürsel, Dr.-İbrahim Etem, Kürtçülük Gerçeği, Ankara, 1977. Hadank, Kari, Zazalar ve Zaza Dili, trc. Erol Sever, 1994 İbn'ül Erzak, Mervani Kürtleri Tarihi, trc. M.E.Bozarslan, 1990 İhsan, Nuri, Kürtlerin Kökeni, Trc. M. Tayfun, 1977. İnan, Prof. Abdülkadir, Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 1968. İnan, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, 1954. İslam Ansiklopedisi (Milli Kütüphane) Jarring, G., Uzbek Texts From Afghan Turkestan, Lund, 1938. Jarring, G., The Distribution of Turk Tribes in Afghanistan, Lund, 1938. Kafesoğlu, İbrahim, "Asya Türk Devletleri." Türk Dünyası El Kitabı, 1976. Kafesoğlu, İbrahim, Selçuklu Tarihi, 1972 Kafesoğlu, İbrahim, Sultan Melik Şah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul, 1953. Kalafat, Yaşar, Doğu Anadolu'da Eski Türk İnançlarının İzleri, 1990. Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lûgât-it - Türk, (1072-1074), Trc. Besim Atalay, 1939-1941. Kaşif ul Gıta, Caferi Mezhebi, Abdulbaki Gölpınarlı, 1992. Kırzıoğlu, M. Fahrettin, Kürtlerin Türklüğü, 1968 Kırzıoğlu, M. Fahrettin, Her Bakımdan Türk Olan Kürtler, 1964. Kırzıoğlu, M. Fahrettin, Dağıstan - Aras - Dicle - Altay ve Türkis­ tan Türk Boylarında Kürtler, 1984. Kırzıoğlu, M. Fahrettin, Kürtlerin Kökü, 1963. Kiennene, The Kurds And Kurdistan, London, 1961. Kop, Kadri Kemal, Anadolu'nun Doğu ve Güneydoğusu, 1982. Köprülü, Prof. Dr. M. Fuad, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İstanbul, 1934. Ksenophon, Anabasis (Onbinlerin Ric'âti) Çev. Hayrullah Örs, İstanbul, 1939. Kurat, Akdes Nimet, Peçenek Tarihi Kutlay, Naci, İttihat Terakki ve Kürtler, 1990. Küçük, Yalçın, Kürtler Üzerine Tezler, 1990.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



405



Lewis, B., The Emergence of Modern Turkey, London, 1968. Mackenzie, D, N., Kurdish Dialect Studies, 1961,1962. Meydan Larousse (Milli Kütüphane) M. Emin Zeki, Kürdistan Tarihi, 1977 Mihotuli, Selehaddin, Asya Uygarlıklarından Kürtlere, 1992. Mirşan, Kazım, Proto Türkçe'den Bugünkü Türkçe'ye, 1983. Mumcu, Uğur, Kürt-İslam Ayaklanması, 1991 Mumcu, Uğur, Kürt Dosyası, 1993. Muhammed, Ebu Zehra, Ebu Hanife, trc. Osman Keskinoğlu, 1997. Nikitin, Bazil, Kürtler, Cilt 1-2. trc. H. Demirhan-C. Süreyya, 1994. Ocak, Ahmet Yaşar, Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, 2000. Orhonlu, Dr. Cengiz, Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretleri İskan Teşebbüsü, İstanbul, 1963. Orhonlu, Dr. Cengiz, Kaşgaylar, Türk Kültürü. Orkun, Hüseyin Namık, Eski Türk Yazıtları, Cilt. 1-4.1936-1941. Orkun, Hüseyin Namık, Türk Dünyası. Orkun, Hüseyin Namık, Yeryüzünde Türkler, İstanbul, 1944. Ögel, Bahaeddin, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, 1962. Ögel Bahaeddin, M. Eroz, H.D. Yıldız, B. Kodaman, M.F.Kırgızoğlu, M. Abdülhalûk Çay. Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, 1989. Öz, Baki, Osmanlı'da Alevi Ayaklanmaları, 1992. Parmaksızoğlu, İsmet, Tarih Boyunca Kürt Türkleri ve Türkmen­ ler, 1983. Radlof, W. Sibirya'dan, trc.Ahmet Temir, Cilt 1-2,1954. Rasonyi, L., Tarihte Türklük, 1971 Rasonyi, L., "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, sayı 11-12. Rişvanoğlu, Mahmut, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, 1978. Refik, Ahmet, Anadolu'da Türk Aşiretleri Sasuni, Garo, Kürt Ulasal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümü­ ze Ermeni Kürt İlişkileri, trc. B. Zartaryan-M. Yetkin, 1992. Savaş, Vural, İrtica ve Bölünmeye Karşı Militan Demokrasi, 2000.



406



TÜRKİYE'NİN ETNİK YAPISI



Seferoğlu, Şükrü Kaya, Kültür Birliğine Yönelik Dış Yayınlara Dair, 1982 Sekban, M. Şükrü, Kürt Sorunu, 1970 (1933). Saver, Metin, Kürt Sorunu, 1992. Sezgin, Abdülkadir, Ülkemizde Alevilik-Sünnilik Meselesi, 1998. Sevgen, Nazmi, Zazalar ve Kızılbaşlar, (Prof. Dr. M. A. Çay Arşivi) Sevgen, Nazmi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Türk Beylikle­ ri, 1982 Sevgen, Nazmi, "Kürtler", Belgelerle Türk Tarihi, sayı 22, 1968. Sinanoğlu, Abdülhamit, Nusayrilerin İnanç Dünyası ve Kutsal Kitabı, 1997. Soanne, E. B., To Mesopotamia And Kurdistan in Disguise, London, 1912. Sümer, Prof. Dr. Faruk, Karakoyunlular, c. I, Ankara, 1967. Sümer, Faruk, Oğuzlar (Türkmenler) 1980. ( 3. Baskı) Sümer, Faruk, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Ana­ dolu Türklerinin Rolü, 1992 Sümer, Prof. Dr. Faruk, "Bozulus Oğuz Boylarına Dair", A. Ü. DTCF Dergisi, c. XI, sayı. 1 Şadilli, Vedat, Türkiye'de Kürtçülük Hareketleri ve İsyanları, c. I, Ankara, 1980. Şener, Cemal, Alevilik Olayı, 1991. Şener, Cemal, Aleviler'in Etnik Kimliği, 2004 (2. Baskı) Şener, Cemal, Çerkes Ethem Olayı, 1991. Şener, Cemal, Türkiye'de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, 2004. Şeref Han, Şerefname, 1576, trc. M. Emin Bozarslan, 1975. Şimşir, Bilal, İngiliz Belgeleriyle Türkiye'de Kürt Sorunu, 1975. Ulubelen, Erol, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İnceleme, İstanbul, 1967. Uluçay, Ö. Alevilikte Toplu İbadet, 1993. TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. II, Ankara, 1980. Taneri, Aydın, Türkistanlı Bir Türk Boyu, Kürtler, 1983. Taneri, Aydın, Celal-ud-Din Harzemşah, 1977.



HALKIMIZIN KÖKENLERİ ve GERÇEKLER



407



Taneri, Aydın, Kürtler, Ankara, 1976. (Şerefnâme'ye dayanıyor) Tankut, Hasan Reşit, Nusayriler ve Nusayrilik Hakkında, 1938. Tanyol, Cahit, Türkler ile Kürtler, 1993. Tanyol, Hikmet, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, 1968. Tarcan, Halûk. Ön-Türk Tarihi, 1998. Togan, Prof. Dr. A. Zeki Velidi, Bugünkü Türkili (Türkistan) ve yakın Tarihi, İstanbul, 1947. Togan, Prof. Dr. A. Zeki Velidi, Hatıralar, İstanbul, 1969. Togan, Prof. Dr. A. Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, 1970. Toprak, Ali (Hazırlayan) Hüsniye, 1997 Tuna, Osman Nedim, Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi, 1970. Türkay, Cevdet, Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğunda Oymak Aşiret ve Cemaatler, 1979. Türkdoğan, Orhan, Doğu Anadolu'nun Yapısı, 1987. Ugan, Z. Kadir, İbni Haldun'un Mukaddime'sine (c. I, İstanbul, 1955) yazdığı önsöz. Ülken, Prof. Dr. Hilmi Ziya, Ziya Gökalp, İstanbul. Xenophon, Anabasis (Onbinlerin Dönüşü), trc Hayrullah Örs, 1988. Vanilişi, M. - Tandilava, A. Lazların Tarihi, trc. H. Hayrioğlu, 1992. Van Gölü ve Fırat Çevresinde Yaşayan Türkler (Genelkurmay Basımevi), Ankara, 1981. Yalgın, A. Rıza, Cenup'ta Türkmen Oymakları, c. V. Yavuz, Edip, Tarih Boyunca Türk Kavimleri. Yılmazçelik, İbrahim, Dersim Sancağı, 1999. Yınanç, Prof. Dr. Mükremin Halil, Türkiye Tarihi, Selçuklular Devri, İstanbul. Yiğitbaşı, M. Sadık, Kiğı, İstanbul, 1950 Yolga, Mehmet Zülfü, Dersim (Tunceli) Tarihi, 1937. (Yayın, 1993) Zelyut, Rıza, Öz Kaynaklarına Göre Alevilik, 1990. Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Hazırlayan Ş. Beysanoğlu, 1992.