Genel Sosyoloji Üzerine Bir Deneme [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

ANKARA VN İ VERSITESL İ LAHIYAT FAKULTES/ YAYINLARI LXXXVII



Prof. Dr. Mehmet Taplamac ıoğlu



GENEL SOSYOLOJİ Üzerine Bir Deneme



IKİNCI BASKI



ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEV İ . 1969



ANKARA ÜNIVERSITESI ILAHIYAT FAKI İ LTESI YAYINLARI LXXXVII



Prof. Dr. Mehmet Taplamac ıoğlu



GENEL SOSYOLOJI Üzerine Bir Deneme



İ KINCI BASKI



ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEV İ . 1969



ÖNSÖZ Sosyolojinin bilimsel varlığı uzun zaman konuş ma ve tart ışma konusu olmuştur. Bir bilgi kolunun bilimsel kimliğini kazanabilmesi için kendine öz alan, amaç ve metodunun bulunmas ı gereklidir. Geçen yüzyılın ilk yarısında varlığı ilan edilen bu bilim her türlü tak ışmalara göğüs germiş ve müspet disiplinler aras ındaki yerini almıştır. Auguste Comte'tan sonra bir duraklama olmu ştu; fakat Durkheim ve arkada ş larının çalışmalarıyla sosyoloji bugün en verimli a ş amaya ula şmıştır. Son zamanlarda bu alandaki konu şma, tartışma ve takışmalar yalnızca çeşitli görüş farklarma inhisar etmektedir. Durkheim okulu sosyolojiyi o kadar kökle ştirmiş ve verimli kilmıştır ki, bugün bu disiplinin bilimsel niteliğinden şüphe etmeye kimsenin hakkı kalmamıştır. Şüphesiz normal gelişme yanında küçük bazı saptırıcı yönelmeler de olmuştur. Dilthey gibi sosyolojinin varl ığını inkâr edenler yanında sosyolojizm akımına kapılarak bir sosyoloji saltanat ı kurmak isteyenler de olmuştur. Bu çekişmelerden uzak kalarak sosyolojinin, her türlü de ğer yargllarından azade, özel bir konuya sahip bir olaylar bilimi oldu ğunu söylemekle yetinece ğiz. Bu küçük eserde öz adlar ana dillerinde oldu ğu gibi yazılmış, ikinci derecedeki bilgilerle konunun önemli kaynaklar ı, ara ştırıcılara bir yardımı olur düşüncesiyle dip notlarında gösterilmi ştir. Kitabın üç bölümü vardır: Birinci bölüm Sosyolojinin ana kavramlarnu, ikinci bölüm metodunu, üçüncü bölüm tarihçesini inceler. Burada, bilimin vardığı son gerçe ği görmek veya hikmetin son sözünü işitmek isteyenlere cevab ım bu küçük eserin sonuç de ğil, sadece bir başlangıç olduğunu hatırlatmaktır.



Dr. Mehmet Taplamac ıoğlu Haziran 1961



3



İÇİNDEKİLER Sahife ÖNSÖZ Birinci Bölüm (Konu) I. SOSYOLOJ İ Nİ N ANA KAVRAMI A) Sosyolojinin Tanımı B) Sosyolojinin Bölümleri 1. Genel Sosyoloji 2. Toplumsal Morfoloji 3. Toplumsal Fizyoloji C) Sosyolojinin S ınırları D) Sosyolojinin Adlandırılması



9 9 11 11 11 12 13 17



II. TOPLUMSAL OLGULAR A) Toplumun Ana Kavramı B) Toplumsal Olguların Ana Kavramı C) Toplumsal Olguların Yaptırım! 1. Mistik Yaptırım 2. Hukuki Yaptırım 3. Ahlaki Yaptırım 4. Hievi Yapt ırım



18 19 20 23 24 24 24 25



III . TOPLUMSAL OLGULARIN BÖLÜMLERI



26



A) Beşeri Gruplar 1. Biyolojik Gruplar a) Cinsiyet Grupları b) Yaş grupları e) Kandaşlık grupları 2. Coğrafi Gruplar a) Kabile, frateri ve mahalle



26 27 27 27 28 28 29



b) Köyler c) Ş ehir ve Siteler d) Millet ve Koloniler 3. Sosyolojik Gruplar a) Durum Birli ği b) Görev Birliği B) Beşeri Davranışlar 1. Ekonomi Hayatı a) Biçim De ğiştirme b) Yer ve el de ğiştirme (de ğişim) c) Tüketim 2 Münasebet Hayat ı 3 Tapınma Hayat ı IV. SOSYOLOJ İ K GÖRÜ Ş A) Sosyoloji ve Toplumsal Pratik B) Sosyoloji ve Tarih C) Sosyoloji ve Özel Toplum Bilimleri



29 29 30 31 31 32 33 35 35 37 38 39 40 43 43 44 45



V. SOSYOLOJİ K ARAŞTIRMALARIN TEMEL KURALLARI 46 A) B) C) D) E) F) G)



Müşahhaslık Kuralı Şuurlu Tecahül Kural ı Objektiflik Kural ı Toplumsal Olgunun Tayini Kuralı Dayanışmalı Bütünlük Kural ı Normal]. Patolojikten Ayırma Kuralı Toplumsalı Toplumsalla Açıklama Kurah



46 47 47 48 49 49 50



ikinci Bölüm (Metod)



I. VASIFLAMA



6



52



A) Doğrudan Do ğruya Gözlem 1 . Öğrenme 2. Hazırlama 3. Sezme



53 53 54 54



B)



54



Dolayısıyla Gözlem 1. Belgeleri Toplama 2. Belgeleri Tart ışma



55 56



II. KARŞILAŞTIRMA A) Tarihi Kar şılaştırma B) Etnografik Kar şılaştırma C) İstatistik Karşılaştırma



57 58 59 59 61



III . AÇIKLAMA



61 62



A) Yayılış B) Oluş IV. SOSYOLOJ İ K AÇIKLAMA VE SONUÇLARI A) Sosyolojide Tipler B) Sosyolojide Sebeplik Kavram ı C . Sosyolojik Kanunlar D) Sosyoloji de Kanun çe ş itleri 1. Yapı Kanunları 2. Evrim Kanunları 3. İstatistik Kanunlar 4. Tarihi Kanunlar 5. Bağlılaşma Kanunları 6: Birlikte De ğişme Kanunları 7. Sebeplik Kanunlar ı 8. Sosyolojide Öngörü



64 65 66 68 70 70 70 71 71 72 73 74



74



Üçüncü Bölüm (Tarihçe) I. HAZIRLIK DEVR İ A) Kutsal Kitapla İlgili Karşılaştırmalar B) Akdenizle İlgili Karşılaştırmalar C) Evrensel Kgrşılaştırmalar II. KURULUŞ DEVRİ A) Karşılaştırmalarm Geni şlemesi B) Sebeplerin Varlığını Doğrulama C) Sebeplerin İspatı Türkiye'deki Durum Sosyolojinin bugünkü durumu



76 77 79 82 87 88 91 95 98 101



7



(Sosyolojinin Konusu)



BIRINCI BÖLÜM I. SOSYOLOJİNİN ANA KAVRAMLARI Sosyoloji sözü yeni bulu şlardandır. Aug. Comte onu bir lâtin kökle bir yunan ckinden yapmıştır.' Biyoloji ve psikolojide olduğu gibi köklerle ekler yunanca Kelime latince başlar, yunanca biter. Bununla beraber Sosyoloji terimi her yerde tutunmu ştur. Bugün için onun yerine bir ba şkasını koymak pek kolay de ğildir.



A) SOSYOLOJ İ N İ N TANIMI Sosyoloji, toplumu ve toplumsal olaylar ı inceler. Littre sözlü ğü bunu "toplumların gelişmesi bilimi" diye tanımlar. Burada bilim sözü o gün için zamanından önce söylenmi şti Gelişme sözü ise ilerlemenin iyimser bir felsefesini gösterebilir Bilim terimi al ınırsa bundan sosyolojinin, ileride olabilecek varsay ış ve öngörülerle de ğil, yalnızca günün ve dünün gerçek olgularıyla uğraş acağı anlaşılır. Başka bir deyişle sosyoloji toplumsal gerçekler ve onlar ın bağlı oldukları kanunlar üzerinde durur. Bu bakımdan toplumu incelerken, cans ız ve canlılar üzerindeki araştırmalarda tutulan yoldan gitmek gerekir. Toplumsal ara ştırmaların bilimsel ve olumlu niteliklerini belirtmek üzere Rene Maunier, Sosyoloji için şu tanımı ileri sürer: Sosyoloji zaman ve mekanda gözlemlenebilen insan toplumların vasıflayan, karşılaştıran ve açıklayan bir bilim dandır. 2 1 Lâtince kök socius, Yunanca ek logos'tur. Tümü toplum bilimi demektir. Sosyoloji teri mi, ilkin ilmü içtima olarak dilimize çevrildi. Ziya Gökalp, ilmü içtima' ı toplumsal bilim (science sociale) e kar şılık tutarak içtimaiyat terimini kulland ı . Dil devrimi sonunda toplumbilim gibi bir karşılık bulunmuş ise de milletler aras ı bir ra ğbet ta şıyan sosyoloji terimi bugünkü Türkçede yerleşmiş bulunmaktadır. 2 R. Maunier'nin bu tan ımı gözden geçirilecek olursa şu sonuçlara varıhr: a) Bilimsel bir görü ş için muhtemel ve ideal şeylerden de ğil, gerçek olaylardan i şe başlamak gerekir.



9



Daha aç ık olarak sosyoloji, belli zaman ve mekândaki toplumu ve toplumsal gerçekleri vasıflayan, karşılaştıran ve yorumlayan bir bilimdir. Burada ideal ve olas ılı bir nesne de ğil, günün ve dünün toplumsal gerçe ğ i söz konusudur. Do ğrusu, toplumlar biliminin içindekiler bundan başka bir şey olamaz. Bu bilimi, toplu halde ya ş ayan insanlar aras ında meydana gelen ortakla ş a düşünüş ve davranışların somut, tarihi ve co ğ rafi bir incelemesi gibi anlamak gerekir. Toplumsal dernekle insan toplulukların, çe ş itliliği, karma şıklığı ve gerçekli ği içinde incelemek iste ği açıklanmış olur. Ama neden bu ara ştırmada vasıflama, karşılaştırma ve açıklama gibi üçüzlü bir nitelik görülüyor ? Çünkü bu üçüzlü nitelik sosyolojinin anlam ve metodunu açıklar. Tabiat bilimleri veya gözlemci ve deneysel bilimler olayları vasıflama ile i ş e başlar, karşılaştırır, sınıflar ve son olarak açıklarlar. Burada konu ayr ı ayrı gözlemlenir, özellikleri belirtilir, karşılaştırılır ve ortaya ç ıkan benzerlik ve ayk ırılıklara göre bir s ınıflamaya gidilir. Bunlar yap ıldıktan sonra konunun nedenleri, uyarl ık ve aykırılıkları açıklanır. İşte tabiat bilimlerinin ara ştırmalarda tuttu ğu yol budur. Tıpkı bunlar gibi insan bilimleri (Sciences de Phomme) ve özellikle toplumsal insanı inceleyen bilim dahn ın da ortaklaş a yasayı§ olaylarını vasıflama, karşılaştırma ve açıklama ile u ğraşması gerekir. Gözlem, karşılaştırma ve yorumlama (ba şka deyişle müş ahede, rnukayese ve izah) her bilimsel ara ştırmanın gütmekte oldu ğu üçüzlü amacı belirtir. Her bilim, konusuna giren olgular ı ve nedenlerini özetleyen bir tablo ile sonuçlanır. Sosyolojinin amacı bilindikten sonra onu başka amaçlar güden ve ba şka yollar tutan her türlü, nazari dü şüncelerden ayırdetmek gerekir. Toplumsal ya ş ayışı vasıflama, kar şılaştırma ve açıklama olarak anla şılan sosyoloji, insan hakkındaki pozitif bilginin, bugünkü anlamıyla antropolojinin bir dal ıdır. Antropolojinin birbirini açıklayan üç bölümü vardır: Birinci bölüm, insanın fizik veya biyolojik yapısını inceler; buna fizik antropoloji (Anthropologie physique) denir. İkinci bölüm, psikolojik yönden insanı inceler; bu da ruhi antropoloji (Anthropologie Psychique) dir. Üçüncü bölüm toplum içindeki insanı inceler ki bunun da adı sosyoloji veya siyasal antropoloji (Anthropologie Politique) dir. b) incelemelerde herhangi belirsiz bir toplum yerine belirli bir topluluk göz önünde tutulur. e) Tekil olaylar yerine olgular ı vasıflama, kar şılaştırma ve açıklama üzerinde durulur. Bu üç nitelik nazara al ımrsa özel toplum bilimleri ile sosyoloji aras ındaki tartışmalar sona ermiş olur; çünki sosyoloji olay ve olgunlar ın tümü üzerinde durur.



10



B) SOSYOLOJ İ Nİ N BÖLÜMLERI Sosyoloji üçe ayrılır: Genel sal fizyoloji. 3



Sosyoloji,



Toplumsal morfoloji, Toplum-



1. Genel sosyoloji : sosyolojinin konu, metot ve tarihini inceler. 2 . Toplumsal morfoloji : Toplumsal olguların maddi dayanaklarını inceler. Burada bir yandan toplumdaki hacim ve kesifli ğin, toplumsal görevler (fonctions sociales) ve kurumlar (institutions) üzerindeki etkileri, öte yandan toplum ve toplumla çevre ş artları aras ındaki karşılıklı bağlılıklar ara ştırıhr. Bir toplumda ortakla ş a düşünüş , duyuş ve davranış tarzlarıyla bunların maddi dayana ğı olan toprak ve insanlar vard ır. Dü şünüş , duyuş ve davranışın tekrarından do ğan kurumlar toplumun manevi; insan gruplarıyla toprak, alet ve teknik araçlar ise maddi dayanaklar ıdır. Morfolojide ara ştırmalar üç do ğrultuya yönelir:



Birinci kesim, hacım ve kesifli ğin toplumsal görev ve kurumlar üzerindeki etkisini inceler. İkinci kesim, toplumla çevre ş artları arasındaki karşılıklı münasebetleri ara ştırır. Üçüncü kesimde, toplumsal gruplar ele al ınır. a) Hacim: K ısaca toplum teklerinin azl ığı veya çokluğu demektir. Kesiflik ise belirli alandaki insan say ısıdır. Bir de dinamik kesiflik vardır. Dinamik veya manevi kesiflik toplumsal birliklerde iktisat, ticaret ve fikir bağıntılarının çoğalmasından dolayı karşılaşma ve buluşma sayısının artmas ı demektir. Bu görü şme ve bulu şmalar belirli bir toprak parças ında yaş ayan insan say ısını arttırıyor gibidir. Ba ğlı olduğu iktisadi, ticari ve fikri ilgiler dolay ısiyle, fert, toplumsal görev ve kurumlar üzerine etki yapar. Bir toplumdaki hacim ve kesiflik dini, ekonomik, hukuki ve siyasi kurum ve durumlara etki yapar. Hacim ve kesifli ğin artmasıyla dini düşünüş ve inamşlar de ğişir. Mesela, islâmiyet hacim ve kesiflik bakımından genişleyince çeş itli mezhep, fırka ve ö ğretiler (doktrinler) ortaya çıktı ; Hıristiyanlığın hacim ve kesifli ği artınca çe ş itli ulusal kiliseler kuruldu. Buna kar şıhk totemcilik hacim ve kesifli ği çok az bir din olduğundan onda farkl ı inamşlar yoktur. Bir totem üyesi neye inan ıyorsa 3 Bu kitapta toplumsal morfoloji ve fizyolojinin derinliklerine girilmeyerek ana çizgileri üzerinde durulmu ştur.



11



ötekiler de aynı ş eye inamrlar. Hacim ve kesifli ğin artmas ı ayrımlaş ma ve iş bölümünü artt ırır. Van, Urfa, İstanbul ve New-york'ta hacim ve kesiflik farkl ı olduğu için bu ş ehirlerdeki i ş bölümü de farklıdır. Hacım ve kesiflik, hukuk kurum ve durumlar ı üzerine de etki yapar. Hacim ve kesifli ği dar olan ilkel toplumlarda ortakla ş a mülkiyet vardır. Çağdaş hukuk, ferdi mülkiyete yönelmektedir. Bunun gibi ferdin iradesini nazara almayarak düzenlenen statüler yani mülki (statuts reels) ve ş ahsi hükürnler (statuts personels) yerine taraflar aras ında kiş isel bir hukuk yaratan sözle şmeler (contrats) yer al ır. Hacim ve kesifli ğin artmas ı, toplumlarda demokrasi ve e ş itlik ilkelerinin yerle şmesini sağlar. b) Morfolojik araştırmaların ikinci türü, toplumla çevre ş artları arasındaki ba ğlılıkları aramakt ır. Bu konu çe ş itli yönlerden ele alınır: Fransızlar böyle bir incelemeye be ş eri co ğrafya (Geographie humaine); Ratzel, İnsan Co ğrafyası (Anthropogeographie); Amerikal ılar ise Be şeri Ekoloji (Human Ecology) ad ını verirler. c) Morfoloji konusunda son olarak, toplumsal gruplar ele al ınır Bunlar sırasıyla kan, toprak ve i ş güç gruplar ıdır. 3. Toplumsal fizyoloji: Bu bölümde tıpkı fizyolojide oldu ğu gibi toplumsal görevler incelenir. Toplumsal görevler, Din, Ahlak, Hukuk, iktisat, dil ve estetik gibi kurumlarla ilgili ortakla ş a düşünüş , duyuş ve davranışlardır. O halde toplumsal fizyolojinin konusu bu görevler veya bu görevlerin daha k ıvamlı bir ifadesi olan kurumlard ır. Toplumsal kurumlar, bir toplumda tekrarlanan ortakla ş a düşünüş , duyuş ve davranış tarzlar ıdır. Bu bakımdan yalınç değil bileş iktirler. Din kurumunda inanışlar düşünüş ve duyu ş , tapınmalar ise davranış tarzlarıdır. Ahlâkta, ahlak hakk ındaki fikirler dü şünüş , bu düşünüş e göre gidiş i ayarlama ise davranış tarzıdır. Görülüyor ki her toplumsal kurum tekrarlanan ortakla ş a düşünüş , duyuş ve davranıştan meydana gelen bile şik bir fonksiyondur. Bu duruma göre toplumsal fizyoloji, tekil toplum bilimleriyle ilgili bir ara ştırma koludur. Din sosyolojisi hukuk sosyolojisi, iktisat sosyolojisi ilgili bulundukları kurumları inceleyen birer özel sosyolojidir. Din sosyolojisi, dinle toplumun kar şılıklı bağıntılarını inceler. Toplum münasebetlerini, Hukuk sosyolojisi yapt ırım (müeyyide) ve adalet, Iktisat sosyolojisi üretim, de ğişim, da ğıtım ve tüketim, Ahlak sosyolojisi ise ahlak idealleri aç ısından ele ahr.



12



Toplumsal kurumlar iki türlü incelenir: Birincisi bunları durmuş ve donmuş sayarak incelemektir. Bu türlüsüne statik veya anatomik inceleme denir. Belli bir toplumda ekonomi, din ve hukuk sistemlerini incelemek böyledir. Bu çe ş it ara ştırmaya statik sosyoloji adı verilir. İkincisi, toplumsal kurumlar ı, evrim aş amalarına göre hareket halinde incelemektir. Buna da dinamik veya fizyolojik inceleme denilir. Aile kurumunun, ilkel şekillerinden evrimli şekillerine kadar geçirdi ği aş amaları ara ştırma, böylesine bir dinamik incelemedir. Bunun ba şka bir adı jenetik sosyoloji (Sociologie Genetique) dir.



C) SOSYOLOJ İ N İ N SINIRLARI İnsan bilimlerinin ba şında gelen sosyolojinin s ınır ve alanının dar veya geni ş tutulmas ı üzerinde birçok bilginler durmuşlardır. Bu konuda biri daraltıcı diğeri genişletici iki tez vardır. Daraltıcı teze göre, toplumsal ya ş ayış , insanın gidiş ve davranışlarında ikinci derecede bir olgudur. Toplumsal yasay ı§ insanın özünde saklı bir hal olmadığı gibi insan yarat ılışının temelli bir niteli ği de de ğildir. İnsan her şeyden önce fizik bir varl ıktır. Davranışlarının nedenlerini onun şuurunda ve şuur altında aramalıdır. İnsanın yapayalnız yaş aması pekâlâ düşünülebilir. O halde onu tek olarak ele almal ıdır. Bu duruma göre fert, toplumla de ğ il, toplum fertle aç ıklanır. Bu görü şün tabii bir sonucu olarak sosyoloji, be şeri durum ve davranışın özü ile de ğil, sözü ile yani geçici nitelikleriyle u ğraşır. Bu yönden sosyoloji, insan bilimleri arasında ikinci plânda kalır. Bütün insanlarda sakl ı olan ilgi ve isteklerin benzerli ği, ortaklaş a hayatta üstün bir yer tutar. Buna göre psikoloji sosyolojiden önce gelir. Bu görüşü bugün bile tutan ve payla ş anlar vardır. Doğuştan yalnız yaşayan insanın ruhu üzerinde deneme ve aç ıklamalar yap ılmıştır. 12. yüzyılın sonunda arap filozofu İbn Tufayl4 Hayy Bin Yakzan adlı bir roman yazmıştı. Yazar bu önemli eserinde toplumla hiç bir ilgisi olmaksızın tek ba şına yaş ayan bir insanın zihni geli şimini göstermeye 4 İbn Tufayl 12. yüzyılda Endülüs araplar ı arasında yeti şmiş bir filozof ve hekimdir. Gırnata yakınlarında do ğmuştur. En önemli eseri felsefi bir roman olan Hayy Bin Yakzand ır Yazar burada toplum çevresinden uzak ya şamış bir insanın zihni gelişimini ele almaktadır. Bu eser 1923 yılında Mihrap Mecmuas ında Babanzöde Re şit bey tarafından dilimize çevrilmi ştir (Bk. Islam Ansiklopedisi İbn Tufyl Maddesi).



13



çalışmıştır. Eser, 1671 yılında Edward Pococke tarafından Kendini Yetiştiren Filozof (Philosophus Autodidactus) ad ıyla lâtineeye çevrildi. şüphesiz bu roman 1720 y ılında Daniel Defoe'lun' yay ınladığı Robinson Crusoe'nun ilham kaynaklarından biri olmu ştur. 18. yüzyıl bu türlü fantezilerden ho şlarnyordu. Bu yolda hiç bir yazar 1764 y ılında Tabiatın Öğrencisi (Eleve de la Nature) adl ı eseri yayınlayan Gaspard Beaurieux'den daha ileri gidemedi. Dikkat edilirse eserin ad ı, toplumun ö ğrencisi de ğil, tabiatın ö ğrencisidir. Buna göre insan, tabiat ın her vakit açık duran büyük kitab ından hiç bir e ğitim ve ö ğretim görmeksizin ders alabilen ve her zaman tek ba şına yaş ayabilen bir yarat ıktır. Zimmerman, inziva (de la solitude) adl ı eserinde yalnızlığı övüyordu. Bugün bu fikirler henüz ortadan kalkm ış de ğildir. Gabriel Tarde'a ve birçoklarına göre fert, özelli ğini yapan ihtiyaç ve yönelişleriyle tanınır. İnsan başkalarının kendi üzerinde yapt ığı etkiye ba ş vurulmadan da pekâlâ anlaşıhr. Bu yönden toplumun tek üzerindeki etkisi (action) bir gölge olay (epiphenomene) dan ba şka bir ş ey de ğildir6 Fakat bilim âlemi uzun zaman bu görü şü yıkmaya çalıştı. Aristo, insanı toplumsal hayvan (Anthropos zoon politikon) olarak ele allyor 7 ş a hayata olan yetene ğini insan yarat ılışının sürekli ve veonurtakl temelli bir özelli ği gibi görüyordu. 14. yüzyılda yaş amış olan arap filozofu İbn Haldun Berberler tarihinin Mukaddimesinde toplumsal ya ş ayışın temeli ve zorunlu olduğunu açıklamıştı'. 5 Daniel Defoe, (1661-1731) ünlü bir ingiliz yazar ıdır. En tanınmış eseri Robinson Crusoe'dir. 6 Gölge olay, bir temel olaym üzerine eklenen ve olay ın oluş , gidiş ve sonucu üzerine hiç bir etki ve tepki yaratmayan ikinci bir olayd ır. 7 "Anthropos Physei Politikon Zoon" sözü dinler tarihi ve din sosyolojisinde sonucu do ğrulanmış bir ilkedir. 8 Un Haldun tarih felsefesi ve sosyolojinin kurucular ındandır. 1332-1406 yılları arasında yaş amıştır. Eserlerinden Mukaddimenin ilk k ısmı Şeyhül islam Pirizâde Mehmet Sahip efendi tarafından 1849 yılında dilimize çevrilmi ş ve hicri 1272 (1856) yılında Istanbul'da bas ılmıştır. Cevdet Pa ş a ise Birinci Kitab ın 6. bölümünden itibaren tercüme ederek 1861 y ılmda bastırmıştır. Ad ı 500 sahife tuttu ğ u halde ekler ve yorumlarla birlikte türkçesi 1024 sahifedir. Bat ı dillerinden fransızcaya Slane taraf ından çevrilmi ştir. Burada konumuzla ilgili olarak yazar, toplumun zorunluğunu



" İnsanın toplu halde ya ş aması zorunludur" cümlesi ile özetlemektedir.



14



Bununla yazar sosyolojinin biyoloji ile aynı sıra ve derecede gerçe ğ e ve zoruna dayanan bir bilim oldu ğunu belirtiyordu. Bu fikir yavaş yavaş yayılmrş ve Espinas'ın dediği gibi, her türlü toplum biliminin gerçek ilkesi haline gelmi ştir. İlk sırada Ferguson olmak üzere sosyolojinin öncüleri, toplumun fer t üzerindeki etkileri dü şünülmeden insan denilen anla şılması güç yaratığın kavranılamıyaca ğını söylediler. Toplumsal ya ş ayışın, insan davranışlarında geçici oldu ğunu gösteren hiçbir belirti yoktur. Genişletici teze gelince; Birinci tezin tersine, burada toplumsal alanın sınırlarını geriye almak, geni şletmek ve uzaklara götürmek söz konusudur. E ğer toplu halde ya ş amak insanın temelli bir niteli ği ise bu hal aynı zamanda, hayvanlar ın veya hiç olmazsa hayvanlardan bir çoğunun da bir özelli ğidir. O halde hayvan toplumlar= da hesaba katarak karşılaştırma alanını aşırı derecede geni şletmek gerekir. Romal ılarda Varron9 insan kolonilerini arı kovanlarına benzetmi şti. Yunanlılarda Lucienw Eski ça ğ sitelerini karınca cumhuriyetleriyle kar şılaştırmıştı . Hayvan Psikolojisi üzerindeki tart ışmalar devam ederken bu fikir epeyce işlendi. 18. Yüzyılda bir hayvan sosyolojisi kuruldu. Versay (Versailles) saray ı avlanma te ğmeni Georges Le Roy, hayvanlar hakkındaki yazısında arıların toplumsal iç güdüsüne ili şkin sabırlı bir gözlemin geniş sonuçlarını açıklıyordu. Ondan sonra Dupont de Nemours Enstitüde okunan iki muht ırasında hayvanların toplumsalhk vasfı nı ileri sürüyor ve bunu misallerle ayd ınlatıyordu. Alfred Espinas'ın 1877 de yayınladığı hayvan toplumları (societ es animales) adlı doktora tezi, yeni ara ştırmalara yol açmış ve bunun da insan toplumlarının olumlu bir anlayışına yardım edece ği umulmuştu. O kadar ki a şağı sınıf hayvanların bile aile ve mülk edinme iç güdüleriyle kendilerini gösterdikleri, yard ımlaşmaya elveri şli ve ortakla ş a davramşlara sahip oldukları sanılmakta idi. Biyoloji bilginlerinden Perrier, Houssay, Bormier, Bouvier ve Rabaut bu fikir üzerinde durmu şlardır. 9 Varron, Milâttan önce 116-27 y ıllarmda yaş amış bir Lâtin yazar ıdır. Ansiklopedik bilgisi ile zamamn en seçkin bilgini olmu ştur. Sayısı çok eserlerinden elimizde kalan ı yalnız tarım ekonomisidir. 10 Lucien, bugünkü Urfa ilinin F ırat suyu üzerinde bulunan Samsat kasabas ında doğmuştur. 125-192 yılları arasmda ya şadığı samlmaktadır. Birçok gezilerden sonra bir aral ık Antakyada avukatlık yapmış ve sonra Atinaya yerle şmiştir. 82 kadar eseri vard ır. Bunlar arasmda ölüler diyalo ğu ve Tarihin yazılması usulü gibi eserleri büyük zekâ ve zeyreklik örnekleridir. Lucien Yunan yazarlar ının en önemlilerinden sayılır.



15



Ş üphesiz, hayvan sürülerinin gerçekten toplum oldu ğu görü şüne takışilmıştı r. Rousseau, bunun üzerinde konu şulması n" bile istemez; zira bu, Tanruun, ba şlangıçtan beri iyili ği yalnızca insanlara verdi ği hakkındaki inanc ı zedelemektedir. İ kisi ortas ı düşünenler ölçülü olmayı öğütlerler, bunlar hayvan davranışlarını insan kurumlarıyla karşılaştırmak istemezler. İktisatç ı Adam Smith bunlardan biridir. Frans ız sosyologlarmdan Durkheim ve Bougle bu fikirdedirler. Tabiat bilginleri insanlarla hayvanlar arasında a şırı benzetmelere kar şı araştırıcıları uyarmaya çal ışırlar. Bu arada insanların do ğrulum (tropisme ou tactisme) etkisine ba ğlı olduklarını söyleyenler ve bu yüzden insanl ığı daha a ş ağı bir mertebede görenler bile olmu ştur." Bugün bu meseleyi çözümlemek durumunda de ğiliz: Belki zamanla insan ve hayvan toplumlar ı aras ında daha derin benzerlikler ortaya çıkar. Fakat bunlar ı araştırmak sosyologların değil biyoloji bilginlerinin iş idir. 12 Ş imdilik, Sosyolojinin, insan toplumlar ın incelemekle yetinmesi en yerinde bir harekettir. ,



11 Doğrulum (tropisme, d ış arıdan gelen fizik ve kimyevi uyar ıcılarm etkisi ile bir organizma tüm veya parças ının bir do ğrultuya yönelmesidir. Uyarım etkisi altında bir organizma parçasının bir do ğrultuya yönelmesi as ıl doğrulum (tropisme)dir. Halbuki organizma bütününün hareketi taktizm (tactisme) ad ını alır. Etken güne ş olursa buna heliotropisme, su olursa hydrotropisme, ışık olursa phototropisme, yer çekimi olursa geotropisme ad ını ahr. Bu hal ilkin bitkilerde sonra ilkel ve a şağı sınıf hayvanlarda görülmü ştür. Olumlu ve olumsuz olarak kendini gösteren tropizm veya taktizmin yüksek s ınıf hayvanlarda hatta insanlarda bile mevcut oldu ğu ileri sürülmüş tür. İ lk defa bilimsel bir metotla bunu inceleyen Alman bilgini Loeb'dir (Bk. Jacques Loeb, Introduction to Comparative Psychology, 1900). 12 İnsan ve Hayvan toplumlar ında toplu yaş ama ve iş bölümü gibi benzerlikler, tıpkı İnsan toplumu gibi bir hayvan toplumunun varlığına inandırmıştır. Gerçekten bu gibi kar şılaştırmalar bugün için doğru de ğildir. İnsan ve Hayvan arasmda oldu ğu kadar bunlar ın meydana getirdikleri toplumlar aras ında da kapat ılması güç farklar vard ır. Fizik bakımdan insan dik durur, sesli konu şur, baş parmağını ötekileriyle kar şılaştı= ve dimağ ağırlığı hayvanlardan fazlad ır. Toplumsal yönden, farklar büsbütün büyüktür. a) İnsan alet yapar ve onu geli ştirir. b) İnsan toplumu, kültür, medeniyet ve ideal yarat ır. Millet, memleket sanat, din ve ilim idealleri hayvan toplumlar ında yoktur. e) İnsan toplumlarında din, dil, ahlak, iktisat ve devlet kurumlar ı vardır. d) İnsan toplumu yalnız insanların eseridir; oradaki gelenek ve görenekler hayvanlardaki varlığını ve türünü koruma iç güdüsü ile k ıyaslanamaz.



16



D) SOSYOLOJ İ Nİ N ADLANDIRILMASI Çözülmesi gereken bir ba şka soru da toplumsal insan ı inceleyen bu araştırmaya Sosyoloji adından başka bir ad verilip verilmiyece ğidir. Gerçekten Sosyoloji sözü bir tak ım üzücü yarulmalara yol açar, geliş i güzel söylenir ve nadiren yerinde kullan ılır. Sosyoloji ile çoğu zaman Siyaset ve Ahlak hakk ında söylenen ve yazıianların tümü anlatılmak istenir. Sosyoloji adına, bilimle sanat, gözlemle de ğer yargıları biribirine karıştırılır; hem bir hüküm verilir hem de bu hükme tk ışılır Her Ideolog, her yönetici ve yeniletici kendine Sosyolog ad ını verir. Bu durumda toplumsal olgular bilimini ötekilerden ay ırdetmek için üzerine yeni bir etiket yap ıştırmak gerekmez mi? Bir dereceye kadar Tarih ve Coğrafya ile ilgili olan bu bilimin Metafizik ve Teoloji ile hiçbir ilgisi yoktur." Fakat bu ay ırdetme i ş i sanıldığı kadar kolay de ğildir. Gelene ğe dayanan Sosyoloji sözü yerine pek çok terimler ileri sürülmüştür. Eskiler buna siyaset (Politique) ad ını veriyorlard ı ." Fakat burada gözlem ile de ğer hükmü birbirine karışıyor ve hiçbir zaman Sosyoloji, Felsefeden ay ırdedilmiyordu. Ço ğul ve tekil olarak siyasal bilgiler (Sciences politiques) veya Almanya'da oldu ğu gibi devlet bilimleri (sciences camerales ou d'Etat) terimlerini kullananlar da yan ıhyorlardı . Eski çağ, bilim ile sanatın sınırlarını ayıramadı . Karışıklığın hüküm sürdüğü orta ça ğda durum gene böyle idi. Toplumlar ı vasıflama ve karşılaştırma daha çok Ahlak kitapiar ında yer alıyordu. Yeni ça ğda Siyasi Iktisat (Economie politique) diye yeni bir terim ortaya çıktı . Adam Smith 15 ve Jean Baptiste : - ay'e göre siyasi iktisat, zaman ve mekanda toplumlar ı vasıflayan bilgilerin hemen hemen tümünü kapsar. Bu bilim, aynı zamanda toplumsal de ğerlendirme ve düzeltme (ıslahat) görevlerini de üzerine al ır. istatistik sözü uzun zaman sadece say ım' değil, millet hayatını vasıflam.a ve çözümlemeyi de gösteren bir terimdi. 16 Fakat istatistik sözü zamanla çok dar bir mâna aldı . Şimdi sosyolojik bir vasıflama ve gözlem usulüdür. Bu durumu ile, sayılabilen ve sayı ile gösterilebilen olgulara ili şkindir. Mâ13 Din sosyolojisi teoloji ile ilgilenir. Fakat bu ilgilenme, sadece illhiyat ve din bilgininden bir çalişma ipotezi istemek ve olaylarm nedenlerini anlamak içindir. 14 Doğuda Siyasetname, Siyaset-ül-medeniye gibi adlar toplum bilimi anlamında kullanıldığı gibi batıda da politika (Politique) kent anlammdaki polis'ten türemi ş olmak bakımından topluma ili şkin ilkeleri gösteriyordu. 15 Adam Smith serbest de ğişim taraftar ıdır. Kendisine iktisadın babası denir. 16 P. A. Du Fau'nun traite de statistique adl ı eseri gerçekte bir sosyolojidir.



17



nevi bilimler ve ahlâk terimi 18. yüzy ıldarı kalmadır. Sosyoloji ansiklopedilerinin tarih s ırasıyla ilki olan J. B. Robinet'in büyük sözlü ğünde (Dictionnaire de J. B. Robinet) bu terime rastlanabilir. 17 Toplumsal bilim (science sociale) terimini sanıldığına göre, Condorcet bulmu ştur. Spencer ve Carey bu terimi benimsemi şlerdi; Fourier okulu, görü ve ön - görülerine parlakl ık ve renk vermek ve prestij sağlamak üzere bu terimi kullanm ış ve ço ğu zaman kötüye kullanmıştı . Fakat gerçekte terim üstünlük sa ğlayamadı . Auguste Comte'ün ortaya att ığı Sosyoloji terimi yalnız Fransada de ğil, bütün dünyada ra ğbet gördü. Almanlar (Soziologie), italyanlar (Sociologia), İngilizler (Sociology), Türkler (Sosyoloji) ve daha bir çok milletler, bu terimi kolaylıkla ve devamlı olarak kullanmaktadırlar. Amerika Birle ş ik devletlerinde Powell ve Dorsey ve daha bir çok yazarlar, bu terimi benimsediler. Bugün sosyoloji terimi art ık resmi kılığa girmiş dir. Giddings daha ölçülü olmak üzere bu terimi bir s ıfatla birlikte kullanır: Inductive sociology (tüme var ım sosyolojisi). Fakat yazar bu yolda yalnız kalmıştır. (Soci&ologie) terimi de ileri sürüldü. SaintSimon'un kullandığı Toplumsal fizyoloji, Quetelet'nin kulland ığı toplumsal fizik terimlerinin canland ırılması düş ünüldü. İngilizler toplumsal antropoloji deyimini buldular. Maksatlar ı pozitif ara ştırma alanını normatif alana kar ıştırmamaktı . Fransada buna çok yak ın bir anlamda etnoloji sözü kullanıldı . Son iki terimin çok sevimli olmas ına ra ğmen sosyolojinin yerini tutma ş ansları çok azdır. Söz yarışmasında soyoloji teriminin kuvvetli tarafı kısa olmas ındadır. Bu konuda tıpkı Amerikalı Giddings gibi davranmak yerinde olur: Sosyoloji terimi tek başına kullanılacak, fakat ona tak ılan sıfatlar içten tekrarlanacakt ır. Meselâ tek ba şına sosyoloji deyince kar şılaştırmalı sosyoloji anlaşılacaktır. Çünkü kar şılaştırma her türlü ara ştırmanın temelidir, karşılaştırma vasıflamadan sonra ve açıklamadan önce gelir. İlmin ilk i şi ayrı ayrı vasıflanmış olguları karşılaştırmak ve aralar ındaki benzerlik ve ayrıhklara göre onlar ı sımflamaktır. İşte bütün bunlar kar şılaştırmalı sosyoloji teriminin kısaca anlatmak istedi ği manalardır. Bu sakıncaları göz önünde tutarak sosyoloji terimini kullanmak daha uygun olur. ,



II. TOPLUMSAL OLGULAR "Sosyoloji, toplumlar bilimidir" demekle onu tammlamaktan daha çok adlandırmış olduk. O halde toplum nedir? Onda ne gibi olay ve 17 Dictionnaire universel des sciences morale, economique, politique et dipinmatique, ou bibliotheque de I'homme d'etat et du citoyen, c 30, Londres, 1777-83 .



18



olgular vardır? Şimdilik açıklanması gereken sorular bunlard ır. Bu açıklama ve inceleme sonunda toplumun, toplumsal olguların karışım ve bileşiminden ba şka bir şey olmadığı anlaşılır. A. TOPLUMUN ANA KAVRAMI Maddi yönden toplum, bir insan toplulu ğu (Assemblee d'hommes) yahut Spencer'in dedi ği gibi bir insan yığıııı (Agregat humain) dır; fakat bu ancak onun dış görünüşüdür. Her toplumda otorite alt ında bir teşkilâta rastlanır. Başka bir deyişle toplum, sürekli veya geçici olarak bir araya gelen insanlar ın bir takım gelenek, görenek ve yasalara bağh olmaları şeklinde görülür. Barbar dahi olsa hiçbir toplumun yasasız yaşamış olduğuna inanılmaz. Şekilsiz ve düzensiz bir topluma hiç bir tarihte rastlanmam ıştır. Her toplumun yerle şmiş örfleri, alışılmış adetleri ve uyulmakta olan kural ve kanunlar ı vardır. Bundan dolayı toplum içinde yaşayan insan hiçbir yönden serbest de ğildir. Üzerinde türlü kaynaklardan gelen bir baskı vardır: Yaşlıların nüfuzu, önderlerin prestiji, yasalar ın etkisi, kuralların tepkisi, halk oyunun a ğırlığı, ahlak törelerinin yapt ırımı bu gibilerdendir. Burada baskının nereden gelmiş olduğu o kadar önemli de ğildir. Bütün mesele, toplu halde yaşayan insanlar üzerinde kaç ınılmaz bir dış baskının var olmasıdır. Bundan dolayı toplu halde yaşayan insanlar arasında yerle şmiş gelenek ve paylaşılmış görenekler, ço ğu zaman akıl ve mantık kurallarına bile meydan okurlar. Toplum hayat ının ana kuralı buyruklara saygı, ana şartı ise yaptırım (müeyyide) dir. Hukuki ve fiili yapt ırımların uygulanması işi toplum içinde bencilik ve başsızlık (anarşi) tan çok daha pekin olan yapıcı ve kurucu, sürekli ve koruyucu bir düzene ihtiyaç duyulmasındandır. Durkheim, "fert üzerindeki zorlarm yapt ırım (Contrainte sur l'individu), insan toplulu ğunun bir özelli ğidir" dernekle bu durumu ne güzel anlatmıştır. Otorite (Autorite) terimi Durkheim'in kulland ığı zorlarc ı yaptırım sözünden daha az enerjik, fakat daha anlaml ıdır. Zira bu terim, belirsiz bir üzüntü olan moda veya görgünün (mua şeret) yaygın bir yapt ırımını ifade etti ği kadar hukukun a ğır basan zorlama gücünü de gösterir. O halde toplum ayn ı otorite ve töreye ba ğh bir insan toplulu ğu diye tanımlanabilir. İnsanlar ortaklaş a davranışları olan yaratıklardır; aynı töre ve adetlere uyduklar ı, ahenkli düşünüp davrandıkları ve kayna ş tıkları andan ba şlayarak kendi aralar ında bir toplum kurmu ş olurlar. Kısacası, toplu insanların bir toplum sarlabilmesi için bu guruptaki insanlar aras ında ortakla ş a düşünüş , duyuş ve davranışların meydana gelmesi, etki ve tepkilerle bu insan



19



yığınının kaynaşması, anla şması, ruhen birle şmesi ve üyelerinin iktisaden dayanışması gerekir. Gönülle veya zorla uyulan, bir otorite alt ında uygulanan, tekrarlanan ve sayısı arttırılabilen ortakla ş a âdetler (usages communs) bütün anlamıyla toplumsal olgulard ır. Bu yönden toplum, toplumsal olgular ın içinde kayna ştığı kutsal bir pota gibidir. B. TOPLUMSAL OLGULARIN ANA KAVRAMI İnsanların duyuş , düşünüş , davranış ve yaş ayış tarzlarında gerçekle şen birlik ve beraberlik toplumsal olgular ı doğurur. Daha do ğrusu, toplumsal olgular insan topluluklar ının ortakla ş a seziş , duyuş , görüş , düşünüş ve davran ışlarında beliren anla şma, kayna şma ve uygunla ş madır." Bu anlamda Tarde, tekrarlama toplumsal! tayin eder, diyordu". R. Maunier ise, toplumsalm yepyeni ve görülmedik bir şey de ğil, tekrarlanan bir eylem oldu ğunu söyler. Toplumsal olgu tek bir ki ş i tarafından yap ılsa bile, o kimse bunu çevresinde haz ır bulmu ş ve başkalarından almıştır. Bunu yapmakla fert, çe ş itli derecelerde hareket serbestli ğini engelleyen bir kurala uymaktad ır. Kiş isel bir buluş kendiliğinden toplumsal de ğildir. Ancak, tekrarlana tekrarlana toplumsal bir renk alır. Bunun bir sonucu olmak üzere toplumsal olaylar, genelle şmiş olgular ve bir çok kimselerce payla şılmış ortakla ş a düşünüş , duyuş ve davranışlar olarak görülür. Topluca yap ılmamış olsalar bile bir toplulu ğu varsaydırırlar. O halde bir sözle şme, bir tören ba şka sözle şme ve törenlerin tekrar ı olmak bakımından toplumsal olgulardandır. Toplumsal bir olgu genelle şmiş bir olgudur, zira ayni biçim giyinmek, ayni işleri yapmak, ayni görevlere de ğer vermek, aynı şeyleri be ğenmek veya aynı şeylerden tiksinmek hep toplumsahn özellikleridir. Toplumsal, kiş iselin karşıtıdır. Ortakla ş a olmak ve halkla ilgili bulunmak toplumsal olman ın gereklerindendir. Genel özelin kar şı tıdır. Toplumsal popüler'in ta kendisidir. Ki şiler bencilik ve çekimserlikten uzakla ştıkları derecede toplumsal olurlar. Toplumsal veya görgülü olmak sayg ılı ve uysal olmak demektir. Bütün bunlar çok büyük sonuçlar verir. Toplumsal olgular say ılabilen olgulardır. Sayıca 18 Durkheim toplumsal olguyu, saptanm ış olsun veya olmasın, fert üzerinde d ış tan bir baskı yapmaya elveri şli her türlü yapma tarz ı . "Est fait social, toute maniere de faire, fixee ou non, susceptible d'exereer une contrainte exterieure sur l'individu." diye tan ımlar. (BK. E. Durheim, Regles de la methode sociologique, sh. 14, Paris 1950). 19 La repetition definit le social.



20



artırılmaya elverişli olduklarından sayı veya istatistik türündendir. Ne kadar tekrarlan ırlarsa o kadar kesinlikle ortakla ş a yaşayış a uydukları meydana ç ıkar ve o kadar aç ıklıkla bir otoriteye ba ğlanma gere ği kendini gösterir. Büyük sayılar kanunu (La loi des grands nombres) nun i şe karış abildiği nisbet ve derecede toplumsallik veya ortakla ş a yaş ama yeterli ği var demektir. 2° O halde sosyoloji, bir istatistikle sona ermelidir. Büyük Fransız ansiklopedisi (Grande Encyclopedie) nin sosyoloji maddesinde P. Fauconnet ve M. Mauss aynı fikri başka türlü anlatırlar. Bu yazarlar ortakla ş a alışkanlıkları (Habitudes Collectives), toplumsal olgular olarak al ırlar. Bu terim, insanlar aras ındaki uygunlaşım (conformite) lar ın" sebep ve kaynaklar ını açıklar gibidir. İster kör bir içgüdü veya şuur altı bir alışkanlık olsun, ister yap ılagelen bir teamül, açık bir arzu veya üzerinde fikir yürütülen bir karar olsun, hepsi de sosyolojinin konusuna girer. Bundan dolay ı sosyolojide adet, tarz, tavır, pratik, teamül, gelenek ve görenek, kural veya kanun gibi biyoloji ve psikolojiye do ğrudan do ğruya ba ğlanmayan terimleri kullanmak daha uygundur. Adet (usage) sözü bunlar ın en geniş anlamlısıdır. J. W. PowelPın yaptığı gibi sosyolojiye sadece kurumlar bilimi demek yetersizdir. Çünkü kurum (müessese) aç ık anlamıyla iyice saptanmış ve tekrarlanm ış âdetlerdir. Dini tören ve inam şlar, ahlak töreleri, etiket ve görgü kurallar ının bir ço ğu beyan ve ilan edilmemi ş yani kurum haline gelmemi ş oldukları halde pekala ortakla ş a adetlerdir. Her kurum katılaşmış bir adetler bile şimidir. Fakat her âdet mutlaka bir kurum değildir. Beş eri âdetler anlay ışı, en geni ş anlamıyla sosyolojinin açıklama ve incelemeyi hedef tuttu ğu bir temel konudur. Bir bakıma toplum, uygunla şma (mutabakat), birlikte ya ş ama ve otorite demektir. Bu son cümlede kullan ılan uygunlaşma veya uygunla şım (conformite) sözünün çe ş itli anlamları vardır. Uygunla şım biri mekan, öteki zamanda olmak üzere iki türlü gerçekle ş ir. Zamanda gerçekle şen uygunla şımın adı yapılageli ş , eski adı teamül (coutume) dür. İnsanlar atalarının yaptıkları gibi yapar, dü şündükleri gibi düşünürler. Ku ş aktan kuş ağa geçen adet, gelenek, örf ve e ğitim, aslında toplumsaldır. Kuş aklar arası nda ortakla ş a olan ve zaman içinde devam eden dü şünüş , inanış ve 20 Büyük sayılar kanunu bir olayın gerçekle şme şansının yüzdesini tayine yarayan kuralların tümüdür. Büyük sayılar kanunu şu şekilde anlatıhr. Gözleme kat ılan birim sayısı arttıkça geçici ve tesadüfi sebeplerin olumlu ve olumsuz yöndeki etkileri birbirini daha büyük ölçüde yok ederek olayın devamlı ve genel sebeplerin etkisi alt ındaki ana e ğilimi daha doğru olarak belirir. Buna göre bir yığın olayın ana e ğilimi, gözleme katılan birim sayısı sonsuz oldu ğu zaman kesin olarak belirtilebilir. 21 Uygunlaşım (mutabakat) fertlerin birbirlerine ve toplum kurallar ına uyması demektir.



21



yaşayış tarzları, toplumsal yaşayışın devamlılığım sağlar. Teamüllerin kesin bir yapt ırım gücü olmadığı ve olmayaca ğı çok doğru bir düşüncedir. Hiçbir toplum oldu ğu yerde çivilenip kalmış değildir. Zamanda gerçekleşen düşünüş ve davranış uygunlaşımı, çeş itli renklere bürünür. Bununla birlikte teamül de ğişmeyi engellemez. Ilkel toplumlar bile evrim ve devrimlere sahne olmu ştur. Eskiyi koruma ve şekil değiştirme (conservation et transformation) toplumlar ın temelli niteliklerindendir. Bu yönden teamülü, de ğişebilir kaydi ile anlamak gerekir.' Öte yandan uygunla şım mekanda da gerçekle ş ir. O zaman bunun adına görenek veya moda denir." Belirli zaman -ste s ınırlı alanda insanlar aynı eylem ve âdetlere uyarlar. Konu şma, giyinme ve ev yapma tarzları, ahlak töreleri, inan ışlar ve pe şin hükümler, sınırlı alanlarda yayılır ve etki yaparlar. Nasıl, zamanda uygunlaşım kesin değilse, mekânda uygunla şım da böylece kesinlik göstermez. Aksi halde insanlar aynı fabrikadan ç ıkmış tek tipte, tek görünü ş ve görüşte olurlardı. Yerli, ulusal ve uluslar aras ı âdetler kadar meslek ve aileye öz adetler de vardır. Her meslek ve ailenin kendine göre bir yaş ama ve düşünme tarzı olduğu gibi her köy, her kent ve her ülkenin de kendine has ya ş ama ve düşünme tarzları vardır; her sosyete aleminin de yine kendine göre yaşayış, gidiş ve düşünüş tarzları vardır. Toplum hacım bakınundan öteki gruplardan daha geni ş olduğu halde orada benzerlikler say ıca daha az, çe şitlenmeler daha çoktur. Önce de belirtildi ği üzere, aynı adet ve geleneklere ba ğlı aynı görenek ve a şırı istekleri benimseyen, aynı din, dil, hukuk ve ahlak beraberli ğini gerçekle ştiren insanlar, bir kültür birli ği kurarlar. Bunun gibi ayn ı bilim, teknik ve aletleri kullanan ve aynı iktisadi cihazlanma içinde ya ş ayan toplumlar, bir medeniyet birli ği meydana getirirler. Etnolog Adolf Bastian bunlara co ğrafi iller (Provinces Geographiques) ad ını verir.24 Gerçekte bu çevreler birbirinden farkl ıdırlar. Pascal' ın dediği gibi "Pirenelerin bu yamac ında doğru olan, öte yamaçta yanh ştır.25 İster gelenek veya görenek olsun, 22 Huariou, Precis de droit constitutionnel, Sh. 69 da toplumsal düzeni şöyle anlatıyor: toplumsal düzen bir harekettir. Burada ak ıncı kuvvetler yamnda tutucu ve koruyucu kuvvetler vardır: Akıncı kuvvetler şunlardır: a) Hayat ve onun yaratt ığı yenilik, b) Insanlar ın aşırı istekleri, c) Adalet duygusu. Bu üç akıncı kuvvete kar şı tutucu ve koruyucu kuvvetler de şunlardır: a)Atalet kuvveti (force d'inertie). b) Iktisadi yat ırımlar. c) E ğitim ve ö ğretim. d) Hükümet kuvvetleri. Ancak, bu iki türlü kuvvetin karşılıklı etki ve tepkileri sonunda toplumsal ilerleme ve geli şme gerçekle şir. Kar şılıklı etki ve tepkiler yüzünden ilerleme ve geli şmenin geç kaldığı da olur. 23 G. Tarde'a göre yap ılageliş (Teamül) atalarm, görenek (moda) ise yabanc ılarm taklididir. 24 Annee sociologique XII. sh . 46-50 25 Verite en-deça des Pyrenees, erreur au-delh.



22



ister zaman ve mekânda gerçekle şen uyguıdaşım (mutabakat) olsun, bir toplumda süreklice göze çarpan şey bir uygunla şımın var oluşudur. Aynı grup içinde uygunla şma, gruplar aras ında ayrımlaşma vardır. Genel olarak bu durum, i ş i dıştan gören yolcu, röportajc ı ve turistin ilgisini çeker. Tabii bir ihtiyaca cevap verdi ği sanılan giyim tarz ı bile toplumsaldır. İş elbisesi, bayram elbisesi, balo elbisesi, tören veya matem elbisesi, yerli veya milli kıyafet böylesine düzenli şeylerdir. Hepsi de halkın ortakla şa duyu ş , düşünüş ve davranışına bağlıdır. Hiçbir kimse bu konuda alabildi ğine serbest de ğildir. İnsan, davranış larının tümünde de ğilse bile büyük bir kısmında bir takım kural ve kanunlara ba ğlıdır. Mimarlığın, ticaretin kendine göre bir tak ım kuralları vardır. Bunlar her vakit iklim ve ihtiyac ın etkisi altında olmayan bir takım alışkanlık ve geleneklerdir. D ıştan içe gidilerek ahMk töreleri ve mantık kurallarmın ortakla ş a nitelikleri ispatlanabilir. Fakat en gizli tutulan pe ş in hüküm, günlük eylem ve i şlemlerde bile insano ğlunun her vakit serbest olmad ığı görülür. Ne do ğum, ne ölüm, ne miras, ne yeme içme, ne de giyinme tarzlar ı kanun veya hiç olmazsa gelenek, teamül ve görene ğin (modanın) baskısından kendini kurtarabilir. Böylece ortakla ş a yaş ayışın sürekli bir özelli ği olan uygunlaşım iki do ğrultuda etki yapar: 1) Uygunlaşım, insanların davranışlarını düzenler ve uygulamalara bir do ğrultu verir. 2) Uygunlaşım, inanışlar (itikatlar) üzerinde etki yapar ve üstünlük Sağlar. Ayrıca iç hayatımıza tesir ederek d ış hayatımızı düzenler. Bundan dolayı toplum hayat ı , otorite baskısı altında düşünüş, duyuş ve davranış tarzlarının bir uygunla şma ve kaynaşması olarak da kendini gösterir. C. TOPLUMSAL OLGULARIN YAPTIRIMI 26 Yaptırım, toplumsal bir âdet veya kural ı koruyan ve yaş atan bir tepkidir. En geni ş anlamıyla toplumsal olgular ın bir özelliği sayılan kanunun de ğer ve geçerli ği nedir ? Gönülle veya zorla ki şinin boyun e ğdiği bu baskı, acaba kar şı koyulamıyacak derecede kuvvetli bir zorlama gücü müdür ? Burada otorite nas ıl sağla= ? Tek kelime ile otoritenin yaptırım gücü varmıdır? Hemen söyleyelimki toplumsal olgu26 Yaptırım terimi henüz resmi bir k ılığ a girmediği halde müeyyide (sanetion) ve Durkheim sistemindeki zorlama (contrainte) terimlerinin kar şılığıdır.



23



ların çe şitli yaptırımları vardır. Ş imdi bu yaptırım çe ş itlerini birer birer ele alalım: kdetlerin bir kısmı azçok zorla yürütülmektedir. Kimisi dinin buyru ğu, kimisi halk oyunun baskısı altında yerle şmiştir. Bir takımı da hemen hemen serbest b ırakılmıştır. Bu sonuncular ö ğüt verme veya yol gösterme türündendir. O halde toplumsal olgular ın uygunlaşım ve yaptırımında üç a ş ama göze çarpar. Zorlananlar, gelenek ve görenek olarak uygulananlar, ho ş görülenler. Mübahla memnu', buyrukla yasak aras ında büyük bir mesafe vard ır. Fransız sosyologu Rene Maunier'e göre toplumsal olaylar ın dört türlü yapt ırım! vardır 27 : 1. Mistik yaptırım (Sanction mystique) Bir çok toplumlarda kanuna sayg ı, dini gereklerdendir. Kanuna aykırı hareket eden kimse günah i şlemiş olur. Bu günah]. i şleyen ondan arınmak yani günahının kefaretini (Expiation) vermek zorundad ır. Zira bu kimse Tanrı veya tanr ıları öfkelendirmi ş , temizlik ve esenli ğini kaybetmi ş , içten kirlenmi ş ve toplum dışına çıkmış sayılır. Dinin, yenmesini yasak etti ği şeyleri yemek, görülmesini uygun bulmad ığı şeyleri görmek ve yak ın hısımlarla evlenmek ço ğu zaman gerçek günahlardandır. Hepsi de mistik yaptırım]. gerektirir. Eski Yunanda adalet ve öc alma tanr ısı olan .1Wın6is, Kanunlara kar şı gelenler hakkında kovuşturma yapardı. 2. Hukuki yaptırım (Sanction juridique) Toplumsal âdetler, daha çok kulaktan kula ğa giden gelenek ve teamüller veya yazılı yasalardır. Çi ğnenmesi veya gereklerinin yerine getirilmemesi hukuki yaptırıma yol açar. Burada ya cezay ı gerektiren bir suç veya geri verme ve ödemeyi gerektiren yasaya ayk ırı bir eylem söz konusudur. Kanunlarda iki türlü yapt ırım gücü vardır. Kimisi kişisel cezayı veya para cezas ını gerektiren ceza hukuku ile ilgilidir. Ötekiler geri verme ve ödemeyi gerektiren özel hukukla ilgili yapt ırımlardır. Görülüyor ki, bu türlü yapt ırım, bir baskı ve zorlama arac ıdır. Cezaya çarp ılma korkusu veya ödeme yükümü kanunlara boyun e ğmeyi saklar. 3. Ahlaki yaptırım (Sanction ethique) Ahlaki olgularda uygulanan bir yapt ırımdır. Toplum içinde öyle kurallar vardır ki bunlara aykırı bir tutum dine ve yasalara sayg ısızlık 27 Rene Maunier, Introduction a la soc ıologie, s. 19-23, Paris 1929



24



değildir. Bunlara uyulmazsa yukar ıda sözü edilen mistik veya hukuki bir yaptırım uygulanmaz. Zira ahlaki bir kural ın çi ğnenmesi, ne bir günah ne de bir suçtur. Bu olsa olsa ahlaki bir eksikliktir. Buna ayk ırı hareket edenlere kar şı halk aras ında kınama, yadırgama veya ayıplama şeklinde bir tepki uyanır Fakat hiçbir vakit günahtan ar ınmayı veya cezalanmayı (punition) gerektirmez; sadece be ğenilmemek ve ayıplanmakla (reprobation) kal ır Ço ğu zaman bu gibi bir ayıplama insanlar üzerinde kanunlardan daha büyük bir etki yapar. Eskiden bu türlü yaptırım toplumsal düzende çok büyük bir rol oynard ı . Eskiler aras ında manevi ostrakizm (toplum dışı edilme) korkusu bir fazilet etkeni idi.



4. Hievi yaptırım (Saetion satyrique): Toplum içinde bir takım usul ve adetlerin yerine getirilmemesi veya bunlara aykırı bir yol tutulmas ı ne günaht ır ne suçtur ne de manevi bir eksikliktir; sadece insan ı gülünç bir duruma sokar. Görene ğe aykırı davranış , aşırı yenilik gösterisi, beceriksizlik, al ışılmış kurallara aykırı durum, tutum ve benzerleri alaya ve gülü ıusemeye yol açar. Burada günahtan ar ınma, cezalanma, ayıplanma yerine de ğerden dü ş me ve hafiflik (depreciation) gibi sonuçlar söz konusu olur. Moda hastalıkları, bobstillik, züppelik, kil:karl ık gösterileri yapmac ık dil, kırıtma, sağ duyu direnmeleri hep böyle hicvi yapt ırımı , gerektirirler. Bu haller insanı gülünç bir duruma koyar, alaya yol açar ve küçük düşürür. Her s ınıfa göre bir takım etiket ve görgü kurallar ı vardır. Çok kere insan, i ğrenç olmadan gülünç olabilir. Gözün al ışmadığı bir tuvalet, tuhaf bir yürüyü ş , kaba saba bir ifade hemen yad ırganır. Bu kurallar yer, zaman ve bunlar ı uygulayan insanlara göre de ğiş ir. Her grubun kendine has adetleri vardır. Bugün başı kapalı olarak bir daireye girmek ne kadar ho ş görülmeyen ve be ğenilmeyen bir hal ise, eski devirde fessiz bir yere girmek veya resmi bir yerde fesini ç ıkarmak ta o kadar ho ş görülmeyen bir eylemdi. Bunun gibi güney illerimizin baz ı yerlerinde misafirin tabak dibinde biraz yemek b ırakması bir kibarlık gösterisi oldu ğu halde, bat ı memleketlerinde böyle bir durum misafirin yemeği beğenmemiş olması anlamında ho ş görülmeyen bir eksiklik sayılır. Bütün bunlar özetlenirse, âdetlerin yapt ırımları şöyle sıralanır: Günahtan arınma (Expiation), cezaland ırma (Punition), kınama ve ayıplama (R eprobation) ve hafif görünme, küçük dü şme veya de ğerini kaybetme (depreciation). Demek oluyor ki insan dü şünüş ve davranış 25



larmda tam olarak serbest de ğildir; doğru yoldan ayrılırsa, toplumun yaptırım gücüyle kar şılaşır; o halde toplumsal olaylar yapt ırım]. (müeyyidesi) olan âdetlerdir."



III. TOPLUMSAL OLGULARIN BÖLÜMLERI Toplumsal olguları bölümlemede bir dereceye kadar biyolojinin vardığı sonuçlardan yararlanmak mümkündür. Uzviyetçi (organiciste) denilen öğretiyi savunanların gittiği yolu izleyerek biyolojideki bölümler topluma uygulanabilir. Şu kadar ki sosyoloji, yolu insan üzerinden geçen bir bilim olarak biyolojiden ayr ılır. Bu gerçe ği unutmamak gerekir. Bununla beraber metot ve kadrolar ayn ıdır Canlılarda organlarla fonksiyonlar birbirinden farkl ıdır. Bir canhda inceleme konusu, organlar ve bu organların çalışma ve i şlemeleridir. Organları incelemek amacını güden anatomi veya morfoloji, fonksiyonlar ı incelemek amacını güden fizyolojiden ayr ıdır. Tıpkı bunun gibi kavram, be şeri gruplar toplumun organları ve beşeri davranışlar ise bu gruplar içinde gerçekleşen görev, eylem ve i şlemlerdir. Be ş eri gruplarla be şeri davranışlar, toplumsal olguların iki büyük bölümüdür. Saint-Simon, Jean Baptistesay ile aynı zamanda toplumsal fizyoloji terimini bilim alan ına sokmuştu. Bundan yüzyıl önce istatistikçi William Petty bir siyasi anatömiden söz açmıştı. Toplumsal organlarla bunlara ili şkin görevler, sosyolojinin iki büyük inceleme konusudur: Be ş eri gruplar, be şeri davranışlar.



A) BE Ş ER İ GRUPLAR Barbar dahi olsa hiç bir toplum yoktur ki birçok gruplar ı içine almış olmasın. Durkheim toplumun organlar ına alt gruplar (Groupes secondaires) adını veriyordu. Hiç bir toplum yal ınç de ğildir. İlkel toplumlar bile çe ş itli gruplardan meydana gelmi şlerdir. Aile ve klan, en küçük gruplardandır. Karma şık olma, hayatın sürekli bir halidir. En küçük bir hücre bile karmakar ışık bir âlemdir. Cezayirliler a şiretleri harnup a ğacının yemişlerine benzetirler. Keçi boynuzu da dedi ğimiz yemişlerde çok sayıda tanecikler bulunur. Onlara göre bu tanecikler toplumdaki aileleri gösterir. İlkel insanlar, böylece, kendi topluluklar ın çok sayıda canlı yaratıklara benzetirlerdi. İlkel toplumlarda durum böyle olunca ileri toplumlarda haydi haydi böyledir. Bu sonuncularda çok sa28 Les faits sociaux sont des usages sanctionn6



26



yıda grup ve alt gruplara rastlan ır. Aileler, köyler, bölgeler, şehirler, iller, loncalar, tarikat ve dernekler içlid ışlı daireler te şkil ederler. Böylece bir insan aynı zamanda bir ailenin üyesi, bir tarikat ın mensubu ve bir derne ğin yöneticisi olabilir. İnsan topluluklar ı türlü şekillerde olur. Halep şehrinde 10. yüzyılda eserlerini yazm ış olan Türk filozofu Farabi bunu daha önce sezmi ş bulunuyordu. Ünlü filozof topluluk türlerini sebep ve kaynaklar ı bakımından s ınıflamıştı . Yazar, istek veya zor, do ğum veya kom şuluk, birlikte barınma ve birlikte gezm.enin gruplanmadaki rolünü belirtmektedir. Sosyolojide Be şeri Gruplar ba şlığı altında incelenen kesimlere baz ı yazarlar yap ı araştırmaları derler. Bu ara ştırmalar Rene Maunier'e göre üç örnek kategoride toplan ır: Biyolojik veya kan gruplar ı , Coğrafi veya toprak grupları, Sosyolojik veya i ş güç grupları .



1 . Biyolojik Gruplar Üyeleri fizik bir ba ğla birbirine ba ğlı olan topluluklardır. Bir ailenin üyeleri aynı kanı taşıdıkları, aynı müşterek ana ve babadan geldikleri için bir topluluk kurmu şlardır. Üyelerin hak ve görevleri bu tabii ba ğlardan ileri gelir. O halde bu topluluk, üyeleri aras ındaki maya ve tabiat birli ğine (Communaute de complexion) dayanmaktad ır. Birlik, maddi varlığa ilişkin tabii eylemden ç ıkar. Bundan dolay ı bu türlü topluluğa biyolojik grup denmiştir. Bunun da çe ş itli alt grupları vardır: başlıcaları cinsiyet, ya ş ve akrabalık gruplarıdır.



a) Cinsiyet grupları (Groupements sexuels) Hemen her toplumda erkek ve kad ınlar ayrı gruplar te şkil ederler. Kadınlar hiç bir zaman erkeklerle ayn ı teamül ve fikirlere malik de ğildirler. Adet ve inanışları farklı ve ço ğu zaman birbirine kar şıttır. Cins gruplarından herbirinin kendine öz bir ya ş ayış ve görü ş tarzı vardır. Bu durum ilkel toplumlarda daha çok göze çarpar. Her cinsin ya ş ama ve düşünme tarzları ayrı olduğu gibi iş güçleri ve dini törenleri de ayr ıdır. Bununla beraber iki grup aras ında işbirliği vardır. Zira ortakla ş a bir hayat sürmektedirler. İki cins birbirinden farkl ı , birbirine karşıt oldukları halde genel olarak aralar ında bir mertebeler düzeni ve dayanışma vardır.



b) Yas grupları (Groupes d'âge): Yaş grupları da cinsiyet gruplar ı gibidir. Yaşları birbirine yakın olanlar bir kuşak (nesil-generation) meydana getirirler. Bu türlü grup27



lanmada fikir ve menfaatler, bir grubu ötekinden ay ırır. Gruplar arasında anla şmazlıklar olur. Bunun örneklerine her yerde rastlan ır. Fransa'da genç kalemleri bir araya toplayan gençler derneği (Societe des Jeunes) bu gibilerdendir. Hele ilkel toplumlarda bu durum daha aç ık olarak kendini gösterir. Burada her ku ş ak kendine has yasa, gelenek ve sırları ile ayrı birer kurulu ştur. Oraya Erdirme Töreni (Rite d'Initiation) denilen karmaşık bir takım giriş ve geçi ş törenleri ile girilir. Atina'da gençlik kolejinde (Ephebie Attique) de durum böyle idi. Ya şlar derece ve a ş amaları gösterir. Çocuk, genç ve ihtiyarlar kendi aralar ında bir mertebeler düzeni kurarlar. Orada hak ve yetki a ş ağıdan yukarıya doğru artarak gider. Önderler ile sava şçılar ba şka baş ka kimselerdir. Prestij ve otorite ya şhlardadır. Ingilizlerin söyledikleri gibi bu türlü yönetimlere sihirli ihtiyarlar yönetimi (Gerontocratie magique) denir. Ilkel toplumlarda otorite fizik güce de ğil, mistik kuvvete dayanır. e) Akrabalık veya Kandasl ık grupları (Groupements Consanguins): Kandaşlık grupları , insanlar aras ındaki tabii bir ba ğdan ileri gelir. Durkheim bunlara aynı kandan gelme gruplar (Groupemer ıt Consanguin) diyor. Bu gruptaki insanlar ı birbirine ba ğlayan ba ğ, nesep ba ğıdır. Akraba toplulu ğu, aile, klân (sop), gens veya fratri (boy), sib veya Sippe hep kanda şlığa dayanan gruplard ır. Bu gruplara genel olarak do ğum ile girilir ve ancak ölüm gibi tabii bir olayla ç ıkıhr. Üyeler ortakla ş a (mü şterek) bir atadan gelir veya geldiklerini sanarlar. Ayn ı atadan gelmenin gerçek veya farazi olmas ı bölüınlemede o kadar önemli de ğildir. Üyelerin soyadını taşıdıkları atanın torunları olduklarını sanmaları kanda şhk grubunun kurulabilmesi için yeterlidir. Aile sonsuz çeş itleriyle biyolojik gruplar ın en önemlisidir. 2. Coğrafi Gruplar Biyolojik gruplardan sonra co ğrafi gruplar veya Durkheim' ın toprak gruplar ı (Groupements territoriaux) dedi ği gruplar gelir. Burada, biyolojik gruplarda oldu ğu gibi, topluluk tabiat ve kan birli ğine (Com!umlaute de Complexion) de ğil, komşuluk ve birlikte ya ş ama temeline dayanır. İnsanlar ya rastgele yahut gönül ve istekle yan yana gelmi ş ve toplum halinde örgütlenmi şlerdir. Akraba veya kanda ş olmadıkları halde insanların yan yana oturmalar ı, birbirlerine ba ğlanmalarını gerektirir. Böylelikle yepyeni toplumsal bir grup do ğar. Grup üyelerini birbirine bağlayan ba ğ komşuluk ve birlikte bar ınmadır. Komşuların birbirlerine kar şı olan yetki ve yükümleri, çok defa, akrabalar aras ın28



daki yetki ve yükümlerden daha üstündür. 29 Bunun bir sonucu olarak topra ğa ve toprak birliğine ba ğlı hukuk sistemi (jus soli) kanda şlık birliğine dayanan hukuk sisteminin (jus sanguinis) yerini al ır. Bu türlü grupların çe şitleri pek çoktur. Kabile, şehir ve millet gibi topluluklar bu aradadır.



a) Kabile, fratri (boy) ve mahalle : Başlangıçta akrabalık veya kanda şhk grupları arasında idi. Bugün bunlar komşuluk gruplarından başka bir şey de ğildir. Bunlar, barınma ve sınırlı bir toprak edinme sonunda birer toprak grubu haline gelmi şlerdir.



b) Köyler : Toprağa dayanan toplulukların en yalıncıdır. Sürekli komşuluğun meydana koydu ğu ortakla ş a duyguların şiddeti, birçok belirtilerle kendini gösterir. Cezayirin yerle şik berberileri aras ında her köyün kendine göre sözlü gelenek ve görenekleri ve yaz ılı töreleri vardır. Bu duruma göre her köy kendine öz anayasa ve yönetim tarz ı ile bir bütündür. Fransa ve Türkiye'de yersel ve bölgesel âdetlerin otoritesi herkesce bilinmektedir. Türkiye'de köy ve ilin gerçek varl ığı ve tüzel ki şiliği vardır. Kaza ve nahiye ise tüzel ki ş iliği olmayan birer yönetim basama ğıdır.



c) Şehir veya Siteler : Şehir genişlemiş , büyümüş bir köy gibidir. Şehrin geçmişte malı mülkü, menfaat ve hakları vardı. Bugün de kendine özgü kanunlar ı, ahlak töreleri ve emlâki vard ır. Sitelerde, tıpkı mahalleler aras ında olduğu gibi, kimi zaman dö ğüşmeler bile olur. Şehirlerin fonksiyonu hiç bir zaman belli ve tek cepheli de ğildir. Bunlar sığınma, üretme tap ınma, ve buluş ma merkezleri olabilirler. Boyutlar ı küçükten büyüğe, çok küçükten çok büyüğe doğru gider. Bugünkü şehirler eski ça ğ devletlerinden daha çok nüfusu barındırmaktadır. Fakat şehrin en doğru vafsı, sakinlerinin ortaklaşa bir birli ği olmasıdır. Her şehrin kendine göre bir ahlak görü ş ve düşünüşü vardır. En büyük şehirlerin düşünüş ve ya ş ayışları kendilerine özgü renklere bürünür. Birçok yazarlar şehirleri bir ahlaks ızlık yuvası 29 Kur'an yakın ve uzak komşuya iyilik edilmesini emreder. Bk. Nisa suresi Ayet 36.



29



ve rezalet kayna ğı olarak görürler. Zaman ımızda Simmel gibi sosyologlar orada daha çok orijinallik, daha çok ferdilik ve daha çok e ş itsizlik ve oynakhk bulmaktadırlar. Bu yazarlara göre devrimizin büyük şehirleri iyilik ve kötülük tohumlar ını aynı zamanda geli ştirmeye elveri şli yerlerdir.



d) Millet ve Koloniler : Milletler, sitelerde oldu ğu gibi toprağa bağlı topluluklardır. Sitelerin ve milletlerin arı koyanın andıran kolonileri de yine topra ğa bağlı gruplardan sayılır. Renan'dan önce ve ondan beri milleti tammlayanlar oldu. 3° Genel olarak, milletin, ancak birçok şartların yan yana gelmesiyle gelişip devam etti ği anlaşılmaktadır. Köy ve kent, soy ve sop, dil ve din, dilek ve menfaat birli ği millet için esas tutulmaktad ır. Fakat itiraf etmeli ki bu fikirler çok yenidir. Daha eski, de ğişmez ve şaşmaz bir etken de ortakla şa bir toprak parças ının (ülkenin) var olmas ıdır. Millet, devlet ve imparatorluklar, ülke ve yurtlar ıyla temsil, tasvir ve sembolize edilirler. Düne kadar Papal ık, Eski Milletler Cemiyeti ve bugünkü Birleşmiş Milletler, belirli ülkeden yoksun olduklar ından, birçoklarma göre gerçekten bir devlet say ılamazlar. Sınırlar, sınırkentler (Marches Separantes) bir ülke veya milletin şekil ve biçimini tayin ederler. Eski çağ sitelerinden yeni ça ğın büyük devletlerine kadar s ınırlar vatan fikrinin ilk dayana ğı olmuştur. Ratzel ile Guillaume de Greef", s ınırların, milletlerin kişilik ve varlığı kavramında oynadıkları rolü belirtmişlerdir. O halde yurt, milletin maddi oldu ğu kadar manevi bir unsurudur. Yurt, düşünülmüş , hazırlanmış ve tekrarlanmış bir kavramdır. Sınır iki ülkeyi ayırıxta2a kalmaz, ayn ı zamanda onları tayin eder ve kar şılıklı iddiaları ifade ederdi. Bu sebeple Aristo'dan bu yana birçok politikac ılar, büyük imparatorluklara kar şılık, sınırlarının daha yakın, daha belirli ve daha canlı görünmesi bakımından küçük devletleri övmü şlerdir. Bugün daha çok renkli ve noktalı haritalar ve sembollerle milletler aras ındaki farklar gösterilir. Devletlerin gücü, ülkelerinin yüz ölçümü ve nüfusunun say ısı ile ölçülür. Bir milleti buyruğu altına almak yerine bir ülkeyi zaptetInek 32 sözü kullanılır. Bu fikir zamanımızda bile devam edegelmektedir. 30 Millet için Bk. Ernest Renan, Qu'est-ce qu'une nation, 1882-R. Maunier, Essai sur les Groupements Sociaux, Ch. 6.. Mehmet İzzet, Milliyet Nazariyeleri ve milli hayat, 1339... Ziya Gökalp, Türkçühiğiin Esasları, 1339. Hilmi Ziya -Diken, Sosyoloji, 1943 İstanbul. 31 Ratzel, Anthropogeographie, 1909. G. de Greef, Theorie des fronti&e et des classes, 1908 32 Soumetrre un territoire au lieu de conquerir un peuple



30



Manda altındaki milletler denecek yerde manda alt ındaki toprak veya ülkeler denilmektedir." Ata sözleri ve özlü sözlerin aç ığa vurdu ğu bir fikre göre milletlerin ayr ımını daha çok manevi yönde aramak gerekir. Çünkü her milletin kendine has karakter ve orijinal bir yarat ılışı vardır. Bu konuda Boutmy siyasi psikolojiden, Lazarus ve Steinthal milletler psikolojisinden bahsederler. Savigny gibi yazarlar her milletin kendine göre bir hukuk sistemi bulundu ğunu ileri sürerler. Bütün bunlar do ğrudur. Fakat millet fertlerin yüzlerce ve hatta binlerce y ıl görüşüp buluşmadan ve komşuluk bile etmeden zamanımıza kadar sürüp geldi ği bir gerçektir. İşte mes'elenin özü ve can damar ı buradadır. Bununla beraber devrimizde toprak ba ğı, ilk zamanlardakinden daha çok kuvvetli bulunmaktadır. 3. Sosyolojik Gruplar Burada topluluk i ş güç, kaygı ve dü şünce birli ğine dayanır. Grup üyeleri birbirinin akraba veya kom şuları olmadıkları halde, aynı iş i yapan ve aynı amacı güden kimselerdir. Böylece bir tarikat, bir meslek sendikası, bir üniversite, bir bilimsel ara ştırma derne ği, uluslar aras ı bir varlık olabilir. İş , görev, birlik ve ortakl ığın çe ş itleri pek çoktur. Bu gruba giren toplulukların zengin sözlü ğü de bunu gösterir: Cemiyet, dernek, şirket, birlik, federasyon, koalisyon, ittihat, kartel, omniun, konsorsium, tröst ve benzeri terimler bu çe şitliliği gösterir. Kendili ğinden ortaya ç ıkan kanda şlık ve komşulukla hiç bir ilgisi bulunmayan bu grupları bölümlemek ve sınıflandırmak icap eder. Bunlar, kabataslak ve biraz da yapmaca olarak iki ba şlık altında incelenirler: durum birli ği (Unit e de situation), görev birli ği (Unite de forıction). a) Durum Birliği : Durum birli ği, menfaat birli ği demektir. Toplumsal sınıflarda görülen bir haldir. Ilkel de olsa her toplumda bir mertebeler düzeni vard ır. Her toplumda hak ve görevleri, zenginlik ve üstünlükleri, ba şka bir deyimle toplumsal durumlar ı birbirinden ayrı sınıflara rastlan ır. Denebilir ki toplum bu gruplardan yap ılmış bir piramittir. S ıra, sınıf, rütbe, karakter ve kutsallık farklarının nasıl ortaya çıktığı ve nasıl geliş ip oluştuğu herkesin bildiği ş eydir. Sınıflar ya hukuki yahut fiili yönden 33 Territoire sous mandat (Manda idaresi birinci dünya sava şından sonra kurulmu ş milletler arası bir yönetim şekilidir. Geri kalmış milletler daha ileri milletlerin yönetimi alt ında kültür ve teknik bak ımdan geli ştirilir ve ba ğımsızlığ a kavuşacak hale getirilir).



31



ayırdedilirler. Temiz ve kirli, özgür ve köle, asil ve esir, usta ve ç ırak, patron ve i ş çi, varlıklı ve yoksul grupları böyle hukuki veya fiili bir ayırımın sonuçlarıdır. Hukukta veraset, görevde tekelcilik, mülk edinme inancası , toplum içinde insana de ğer ve prestij saklar. Her s ınıfın oynadığı bir rol, yapmaktan çekindi ği bir yasak vard ır. Eski devirlerde soylu kimseler tar ım ve tecim gibi i şlerle u ğraşmazlardı . Bu gibi yerle ş miş fikir ve pe ş in yargıları zihinlerden silmek için uzun zaman geçmi ştir. Sınıf, kast haline geldi ği zaman yasaklar daha belirli olarak kendini gösterir. O zaman bunlar yiyecek yasa ğı, görü şme ve buluşma yasa ğı, evlenme yasa ğı ş eklinde görünürler. Evlenme yasa ğı, iç evlenme (Endogamie) yani bir kasttan ötekine k ız vermemektir. Her kast ın içindeki insanlar aralar ında evlenirler. Burada ş eref ve prestij bile ço ğu zaman imtiyazlar cümlesindendir. Do ğuda mertebeler düzenine o kadar önem verilir ki bu hal, selânı verme tarzlar ına bile •tesir eder. S ınıf zihniyeti (Esprit de classe) her gerçek s ınıfın, kendini ötekilerden ay ırdeden, fikir ve sembollere sahip bulunmas ıdır. Fakat modern toplumlarda gruplanmalar daha çok, çal ışma ve görev birli ğine dayanmaktadır. Her sınıfın önceden açıklanmış bir görevi (Fonction) vard ır. Bir toplumda ne kadar rol, amaç ve menfaat varsa o kadar ayr ımlı, karşıt ve özel gruplar vardır. b) Görev Birliği : Kimi gruplar, üyelerinin toplumsal davran ışları ile ilgilidir. Ahilik (Confrerie), gizli cemiyet ve dernekler, mezhep ve tarikatlar bu gibilerdendir. Bunlar ço ğu zaman uluslar aras ı olur ve aralar ında ülkelere, illere ve bölgelere göre bir i ş bölümü vardır. Do ğu ve batıdaki büyük üniversiteler böyle uluslar aras ı gruplardandır. Diğer gruplar da, üyelerinin gördükleri i ş güçle ilgilidir. Bundan sürekli bir meslek çalışması kadar geçici bir i ş veya görevi de anlamak gerektir. Do ğu ve batı dünyas ına serpilen esnaf dernekleri, loncalar, işçi dernekleri, sendikalar, ö ğretmenler birli ği, patron ve i şçi birlikleri (Koalisyon) hep bu gruplardand ır. Ö ğrenci dernekleri de bu s ınıfa girer. Her boyut ve ölçüdeki yar ıcılık (Metayage), her türlü kooperatif gruplar ı, ticaret ortakl ıklar', kötü tiynettekiler, belâhlar, suçlu ve şerirler grubu ve bunların kurdukları gizli dernekler (Maffia ou camera), partiler, hareket komiteleri, komiteciler, islahat ve devrim ocaklar ı aynı türdendir. Bunlar ı birbirinden ayıran ş ey gütmekte olduklar ı amaçlardır. Bir takım grupların amacı bilim, e ğlenme ve dinlernedir. Yani menfaats ız çalış ma, kârs ız ara ştırmadır. Sayılamayacak kadar çok olan 32



bu gruplar, yerine göre, mahfel, klüp, dernek, cemiyet, lokal, yurt gibi bir takım adlar alır. Spor, gezi ve e ğlence klüpleri, avc ı, hikâyeci, müzikci dernekleri, felsefe ve edebiyat cemiyetleri, hep bu türdendir. Aile, site ve devlete ba ğlı olan fert, kendi dile ği ile seçtiği birlik ve derneklere ba ğlanmak ister. O halde do ğum ve yerle şme olayı ile kiş inin içinde bulunduğu gruplara, fikir, ç ıkar, e ğlence ve dinlenme için kurulmuş olan grupları da katmak gerekir. Böylece serbest seçme yetkisi gruplanma etkenleri aras ına girer. B) BE Ş ERİ DAVRANI Ş LAR (COMPORTEMENTS HUMAINS) Toplumun organları beşeri gruplardır. Bunlar, be şeri düşünüş ve davramşların içinde cereyan etti ği kapalı vazolara benzerler. Toplu halde ya ş ayan insanlar ın duyma, düşünme ve davranma tarzlar ı, gruplanma tarzlar ı gibi yaptırım gücünü ta şıyan ortakla ş a âdetlerdir. Bunun Amerikadaki ad ı Behaviour'dır. Her canlı yaratığın davranışında iki a ş ama vardır: kavramlar (notions) ve bu kavramlar ı açığa vuran eylemler (actions). Bir yanda duyu ve dü şünceler, öte yanda olgu, yarg ı ve davranışlar göze çarpar. Toplu yaş ayan insanların inandıldarı ve duydukları şeyler kadar yaptıkları ve denedikleri şeyler de vard ır. Şüphesiz hareket olarak gerçekleş en eylem, duyulan, dü şünülen tasarlanan, istenen ve umulan şeyleri açığa vurur. E ğer bu fikir ve hareketlerin s ınıflanması isteniyorsa güdülen amaçlar göz önünde bulundurulmal ıdır. Gerçek olmasa bile hiç olmazsa görünürdeki amaçlara göre bir s ınıflama ve düzenleme yapmak gerekir. İnsanlar bazı amaçlara varmak üzere hareket eder görünürler. Yaptıkları eylem ve giriştikleri işlemlerle baz ı ihtiyaçları' gidermeye çalışırlar. Düşünüş ve davranışlar ihtiyaç derecelerine göre s ıralanırlar. ihtiyaçlar üç türlüdür: Maddi, siyasi ve mistik ihtiyaçlar.



Maddi ihtiyaçlar : (besoins materiels) İnsanların eşyaya kar şı duydukları ilgi ve iste ği gösterir. Bu ihtiyaç ı gideren endüstri (Büyük sanayi) ve sanat (art) t ır. Geniş anlamda buna ekonomi " veya üretim hayatı da denir. 34 Ihtiyaç, bir şeyin yokluğundan dolayı duyulan bir ıstıraptır. Bk. Charles Gide, Economie Politique, Paris 1931 "Besoin" bahsi. 35 Ekonomi, servetin üretim, de ğişim, bölünüm ve tüketimi dolay ısıyla insanlar arasındaki bağıntılardan bahseden bir bilim dal ıdır.



33



Siyasi ihtiyaçlar (Besoins politiques) : kolektif ihtiyaçlard ır. İnsanların insanlara karşı duydukları istek ve özlemden ileri gelir. Dil ve hukuk bu ihtiyacı giderme araçlar ıdır. Muaş eret veya münasebet hayat ı (La vie de relation) diye adland ırılır. Mistik ihtiyaçlar (Besoins mystiques) : dini ihtiyaçlard ır. İnsanların Tanrı veya tanrılarına karşı duydukları özlemi gösterir. Din veya sihir, insan o ğlunun bilinmeyen şeyleri ö ğrenmek iste ğini yerine getirme araçlarıdır. Her toplumda bir tak ım fikir ve ameller vard ır ki bunlar görülmeyen ki şiliklere ilişkin olmak bakımından metafizik dü şüncelerdir. Mesela, bir dinin öteki dünya varkl ıkları üzerindeki demeti böyledir... O halde bu, tapınma hayatı (la vie d'adoration) denilen şeyin ta kendisidir. Üretim, münasebet, tap ınma sözleri alt ında insan o ğlunun toplum içinde tasarlayıp gerçekle ştirdiği kavram ve eylemlerin tümü kasdolunur. Bu sıralama göründü ğünden daha az iste ğe ba ğlı ve daha az yapmacadır. Be şeri davranışları, duyulan ihtiyaçlara veya güdülen amaçlara bağlamakla hiç bir vakit bunların kesin ve derin sebepleri üzerinde ön yargılara saplanılmış olmaz. Freudizmin, s ınırlarını çizdiği, bilinç altı labirentlerinde dola şmak hevesinde de ğiliz. Hiç bir yoldan bu bilinmedik alanlara (Terrae incognitae) girmek istemiyoruz." Davranışlarımızın ancak dış belirtilerle aç ıklanabilece ğine iş aretle yetiniyoruz. Bunlar ı bilim diliyle söylemek gerekirse sosyoloji, görünmiyen amaçları değil, ancak kavranabilen olgular ı göz önünde tutar 37 İnsanların duyum (sensations), heyecan (emotions), görü ş (opinions) ve eylemleri (operations) üç do ğrultuya yönelir: e şya, insan, Tanrı veya tanrılar. Ekonomi ve sanat çal ışmaları e şya ile ilgilidir. Ortaya koydukları fikir ve hareketler maddi 'Mem (Monde materiel)e dokunur. 36 Freudizm'in psikoloji, sosyoloji ve din sosyolojisini ilgilendiren yönleri vardır. Psikanaliz ad ı altında toplanan kısım ruh hastalığı ile ilgilidir. Nevrozlerin bir tedavi usulüdür. Başka suretle yorumlanamayan ruh haletlerini inceler. Öte yanda, bilimsel psikolojinin esasl ı bir bölümü olarak görülür. Burada bilinç alt ı âlemin ruhi hallerimizde ne türlü etki yapt ığı incelenir. Freudizmin din sosyolojisini ilgilendiren yönü, totem ve tabu adl ı eserde toplanmıştır Burada bilinç alt ı hayatımızla din ve toplum hayat ımız arasında karşılaştırmalar yapılmaktadır. Doktrinin özü, cinsi hayat ın toplumsal hayatı düzenlediği noktasında toplanır. Psikolojik okulun bir kolu olan psikanaliz okulu, toplumsal olaylar ı ruhi olaylara indirme suretiyle aç ıklama yoluna gitmi ştir. Bk. Prof. Faruk Erem, Adalet psikolojisi, S. 35-46, Ankara, 1950—Freud, Totem ve Tabu, Türkçeye çeviren Niyazi Berkes, M. E. Bas ımevi, Ankara, 1947. 37 Be şeri davram şlarda bir iç safha vard ırki buna fikir, dü şünce, kavram, inan denir; iç safhanın dış görünüşüne yerine göre fiil, hareket eylem veya amel denir.



34



Konuları her vakit fiziktir. Üretmek, maddelerin durum ve niteliklerini de ğiştirmek demektir. K ısacası bütün bunlar e şya üzerine etki yapar. Dil ve hukuk, insanlarla ilgilidir; konusu, her zaman toplumsal ve siyasaldır. 38 Çünkü konuşmak veya sözle şmek her vakit insanlar üzerinde bir etki yapmak amac ım güder. Din ve sihir, tanrılarla ilgilidir. Bu yoldaki dü şünce ve davranışlar ruhani âlem (monde spirituel)e dokunur. Konusu her vakit mistiktir. Tanr ılar, ruhlar veya sihirli kuvvetler e şya ve insan gibi fizik de ğil, fizik ötesi manevi kavramlard ır. Bunlar her vakit efsane, inanma ve tap ınmanı n sebep ve konusu olurlar. Kurban kesmek, dua etmek veya tap ınmak, tanrılar üzerinde bir etki yapmak amacını güder. E şya, İnsan, tanrı ; toplumda ya şayan insanın hedef tuttu ğu üç unsur ve üç temel konudur. 39 Üretim hayat ının konusu eşya, münasebet veya mua ş eret hayat ının konusu insan, tap ınma hayatının konusu ise Tanrı veya tanrılardır. Bu üç konu, insan o ğlunun dünyada ilgilendiği üç temel ilkedir.



1. Ekonomi Hayatı (La vie economiqııe): Ekonomi geniş anlamıyla üretim hayat ı (la vie de production) demektir. D ış alemi yapan e şyada üç türlü de ğişme söz konusu olur: Biçim de ğiştirme (Transformation), yer ve el de ğiştirme (Translation) yoketme (Destruction). D ış âlemdeki bu de ğişmeler bazı düşünce veya tasavvurları gerektirirler. Heykeltra ş eline bir mermer blokunu al ı nca bundan bir heykel mi, yoksa masa üstü mü veya küvet mi yapmas ı gerekti ğini düşünür ki, bu, e şyanın ihtiyaçlara uydurulmas ı demektir. Heykeltra ş böylece bir üretim amac ını açıklıyor demektir. a) Biçim De ğiştirme (Transformation): Eşyamn şeklini değiştirmek suretiyle faydas ımn artaca ğı sanılmaktadır. Bir maddeyi al ıp onun durumunu, biçimini ve yerini de ğiş tirmek, mesela topra ğı alıp çanak, bardak yapmak, deriyi al ıp tulum veya kırba yapmak, bal ığı avlayıp yemek yapmak bir üretimdir. -Üretim 38, Siyasi sözü devlet i şlerine ilişkin demektir. Siyaset ise devlet i şi demektir. Bat ı dilinde buna (politique) denmektedir. Yunanca kökte polis devlet anlammdad ır. Eski devlet bir şehire inhisar etti ğinden politika, toplumla ilgisi olan bir sözdür. Bu sebepten dolay ı siyasal sözünü eskiler ço ğu zaman toplumsal yerine kullanm ışlardır. 39 Les choses, les hommes, les dieux: tels sont les eMments de l'univers pour les hommes en socite (R. Maunier, Introduction â la sociologie) Sh. 40 Paris, 1929.



35



için bir madde ve bu madde üzerine etki yapan bir kuvvete bizum vardır. Madde üzerinde etki yapan araçlar ı teknoloji inceler. Teknoloji sanat ve endüstrinin bulu ş ve uygulamalarını n bütünü demektir. Kimi zaman e şya olduğu gibi kullanılır. Bir ta ş ocağının ham ta şları, çömlekleri düzlemek için kullan ılan çakıl, de ğnek, hezeran, kırba, mesane ve benzerleri bu aradad ır. Bütün bunlar öyle ş eylerdir ki hemen hemen hiç bir de ğiş ikliğe lüzum kalmadan kullan ılırlar. Ço ğu zaman e şyanın hal ve durumu de ğiştirilir. Bu, hazan tabii ş eyleri taklit için kopya (copie) veya benzerini yapma (reproduction), kimi zaman şekilsiz bir madde üzerinde i şleyerek uyarlama (adaptation), veya haz ırlama (elaboration) yolu ile gerçekle ş ir. Bir sepetçinin kam ışlardan bir sepet, bir mobilyacının keresteden bir dolap yapmas ı gibi... Bu iş lem ve eylemler için gerekli kuvvet, çe ş itli kaynaklardan gelebilir. Uzun zaman insanın eli, ayağı, dişi böyle bir kuvvetin kayna ğı idi. Sonraları insan alet yardımıyla elinin uzad ığını , ayağının kuvvetlendi ğini, diş inin daha tesirli oldu ğunu görmüştür. Bu durum tarihten önceki devirlere ili şkin aletlerden ba şlıyarak devrimizin en ince ve tesirli aletlerine kadar uygulanagelen araçlar ı kapsar. Daha sonra insano ğlu hayvan gücünden yararlanmış ve son olarak makine ve atomu bulmu ştur. Makine gücü (la force des machines) alet gücünden (force des outils) farkl ıdır. Zira, alet, insan kuvvetiyle harekete geçti ği halde ; makine, tabii ve cans ız cisimler yardımıyla işler. Bu arada bir de makine-aletten (machine outil) söz açmak yerinde olur. Makine-alet, ad ının da gösterdi ği üzere, aletle makinenin birle şmesinden çıkmış bir kuvvet kayna ğıdır. Aletten farklıdır, çünkü alet insan eliyle i şledi ği halde burada alet el vazifesini gören makine ile i şler; yani elin yerine makine i ş görür. Elektrik motorunun çalıştırdığı tesviyeci tornas ı, elektrikli diki ş makinesi, elektrikli tra ş makinesi, elektrikli matkap ve benzerleri alet-makinenin (maehine-outil) örnekleridir. Halk dilinde diki ş makinesi, yazı makinesi gibi sözler kullanılmaktadır. Gerçekte, bunlar makine de ğil, âlettir. Dikiş makinesi ancak bir elektrik motoru ile çevrildikten sonra bir makine-alet niteli ğini kazanır. Makine, tabii ve cansız cisimler ve unsurlar yard ımıyla işler. Gerçekten rüzgar, su, ısı, buhar, elektrik ve atomun da ğılma ve yayılması makinelerin kuvvet kaynaklar ıdır. Le Play doktrininde pek do ğru olarak, davran ışlar üzerine yapt ığı sonsuz etkileri dolayısıyla, bir makine çağından (Ages de machines) bahsedilmekte idi İkinci Dünya savaşından sonra atom bar ışçı gayelerle kullanılmaya ba şlandı . Öte yandan gezegenlere füzeler f ırlatmak feza yolculu ğuna çıkmak insano ğlunun özel bir kaygusu oldu. Rusların fırlattığı Sputnik sun'i peykine 36



karşılık, Amerikalılarca Exploror (ka şif)un fezaya fırlatıldığı, ay yolculuğundan insanların sağ olarak döndü ğü, Sovyet Rusyada ölü bir köpeğin tekrar hayata kavu şturulduğu, Ankarada türk doktorlar ı= bir ölüyü diriltip ya ş attığı haberleri insanlığın bilim ve teknik bakı mından çok zengin alanlara yöneldi ğini gösterir. Yakın geleceğin büyük buluşlara, ve umulmadık ilerlemelere sahne olaca ğını söylemek hiç te bir kehânet say ılmaz. Nitekim sinema, sessizden sesliye, tek renkliden çok renkliye (technicolor), tek boyutludan çok boyutluya, dış temaş adan iç tema ş aya (cinerama) 40 do ğru bir gelişme göstermiştir. Bu ça ğa verilecek en yak ışık ad atom ve uzay ça ğıdır (atom or space age). Bütün bunlar daha önce söylendi ği gibi toplumsal şeyler olup yalnızca mantıktan do ğmuş değildirler. Tekniğin al ışılan usulleri (Errements de la technique) büyük çapta görenek ve geleneklere ba ğlı bulunmaktadır. Bir çok davranışlarlınızda hurafe, alışkı, görenek ve geleneklerin etkisi görülür: Bunun en güzel misali ulaştırma araçlarında varılan ilerlemeyi alışkı, gelenek ve göreneklerin büyük ölçüde kösteklemesidir. Hava alanlar ı arasında 50 dakikalık bir uçuş kaydeden ulaştırmada normal ş artlar alt ı nda, hava alanı ile şehir aras ındaki yolculuğun, ço ğu zaman uçu ş süresinden daha çok zaman aldığı görülmektedir. Bu ise toplumsal i şlerde teknik ayarlama= henüz gerçekle ş medi ğine alâmettir. Hava alan ı ile şehir arasında hava treni (monorail) veya özel yer alt ı trenleri düşünülmektedir. Ayr ıca hava, kara ve deniz yollar ında aynı zamanda yürüyebilecek olan Hovercraft'lar ın yapılmasında da çok geç kalmıştır. Her grubun kendine öz aletleri ve adetleri vard ır. Yer yüzündeki alet lerin toplumsal bir co ğrafyas ı çizilebilir. Medeniyet, ba ğlı bulunduğu üretim sistemi ile kendini belli eder. Aletlerin kullan ılması düşünceler üzerine bile etki yapar. Noire'ye göre konu şma tarzı ve alışkılar bile, birlikte çal ışmanın bir sonucudur. Di ğerlerine göre be şeri kavramlar (concepts humains) sanayi çal ışmalarının evrimini akşettirmektedir. Tarihi maddecilik (materialisme historique) bizi bu a şırı sonuçlara götürmü ştür4°. b) Yer ve el de ğiştirme (Translation) veya değişim hayatı : Buna eski bir terimle tedavül (Circulation) yani bir mal ın el değiştirmesi denir. E şyanın el veya yer de ğiştirmesi, insanlar ın bu eş 40 Cinerama: Seyircinin seyretti ği olayları bizzat ya şaması demektir. 41 Tarihi maddecilik, spiritualizmin kar şıtıdır; Iktisadi yani alt yap ının üst yap ıyı tayin edece ğini savunur.



şartların toplumsal



şartları,



37



yadan yararlanmak ve kazanmak amac ıyla baş vurdukları bir başka imkândır. Ke şfedilmiş bir şey, kopya edilmi ş bir eser veya i şlenmiş eşya, gerçekte onlar ın yapıcı ve bulucusu olmayan ellere geçebilir. Bir şeyi bu şekilde ele geçirmiş olan kimse o şeye en yüksek de ğeri verir. İnsanlar kendileri için çalıştıkları kadar ba şkaları için de çalışırlar; böylece insan veya insan gruplar ı aras ında bir mal ve e şya alış veriş i başlar. Malın el de ğiştirmesi ya zor kullanma ile olur ki buna, zorla el değiştirme (La transmission violente) denir. Yahut bar ış ve yavaşhkla olur; buna da anla şmalı el de ğiştirme (transmission paisible) denir. Birincinin örne ği ya ğma (Predation), ikincininki ba ğış (donation)tır. Başlangıçta bağış , daha sonraları alış veriş , her yerde de ğerlerin ve malların el de ğiştirmesini sa ğlamıştır. Bütün bunlar kavram (notions) ve eylemleri (actions) gerektirir. De ğer, çıkar (menfaat), kazanç, ve zarar dü şüncesi toplumsal olgular ın kavram veya fikir yönünü; al ış veriş, kira, bağış ve ödünç verme bu olgular ın eylem veya işlem yönünü gösterir. Bütün bunlar belirli âdetler (Usages) le düzenlenir. Ö ğrenimi kolaylaştırmak için ayırdedilen bu iki bölüm (kavram ve eylem), beşeri davranışlar (comportements humains) in kopmaz parçalar ıdır. c) Tüketim veya yok etme (consommation ou destruction des choses): Eşyanın yok edilmesi veya tüketimi, üretimle aç ılan devreyi kapatır ve ona son verir. E şya ve emtia insanın isteğiyle veya iste ği dışında tükenir ve yok olur. Bu i şlemlerden ya kazanç veya zarar meydana gelir. İnsanlar bunların sonuçlarından yararlanır yahut ac ı duyarlar. Yok edilme maddi veya mecazi olur. Birinci halde bir mal, bu malı kullanan tarafından hemen yahut zamanla yok edilir, İkinci halde mal veya e şya terk edilir, fakat gerçek anlamda yok edilmez. Eski zamanlarda ölülerle birlikte gömülen öteberi, zaman ımızda denize atılı p su etkisine dayanan emtia, modan ın değişmesiyle müzelere giden süs e şyası bu türdendir. Daha sonra bulunan bu e şyadan yararlanılabilir. Eski mobilya ve elbiselerin büyük bir kısmı bu gün müzelerde saklanmaktad ır. Üretim hayat ıyla ilgili kavram ve eylemlerde âdetlerin nasıl devam edegeldikleri ve zamanla nas ıl değiştikleri açıkca görülür. Yine burada ortakla ş a hayat için çok gerekli olan uygunla şımın (mütabakatın), çe şitlenmeyi (diversite) ortadan kald ırmadığı görülmektedir. Her zaman moda, teamülü yenmek üzere sava ş halindedir.`" b 41b Toujours la mode combat la coutume pour en triompher souvent. R. Maunier, introduction t la sociologie, sh. 44.



38



2 . Muaşeret hayatı (la vie de relation): İ nsanlar aras ındaki münasebetler: dil, ahlak ve hukuk yard ımıyla sağlanır. Muaşeret hayat ı toplumu ilgilendiren izlenim, heyecan, düşünüş ve davranışları içine alır. Bu davranışlar görgü kurallar ıyla ilgilidirler. O halde dil, hukuk ve ahlak töreleri insanlar ın insanlar üzerinde yaptıkları etkiyi açığa vururlar. Konuşma bir muaşeret ve münasebet arac ıdır. Anlatma tarzlar ı birinci derecede düzenlenmi ş âdetlerdendir. İnsanların bir toplum kurabilmeleri için anla şmaları ve anlaşmak için de ses, hareket ve jestten yararlanmaları gerekir. Her toplumsal grubun kendine özgü bir dili ve konuşma tarzı vardır. Konuşma yersel, ulusal veya mesleki olabilirse de her vakit toplumsald ır. Her meslek ve çevrenin kendine göre bir lehçesi ve argosu vard ır. Dil kollektif bir nitelik ta şır. Adam Smith'e göre konuşma ve dil, toplumsal münasebetlerin bir belirti ve arac ıdır. Kısacası, dil ortakla ş a hayatın vaz geçilmez bir gere ğidir. İnsanların insanlar üzerine yapt ıkları etki ahlak ve hukuk alanlar ında daha iyi görülebilir. Yaş amak için insanların her an aralarındaki münasebetleri değiştirmeleri gerekir. Evlenmek, sözle şmek, mirascı olmak, bağışlamak, ödünç vermek bu gibilerdendir. Bunlar hukuki ba ğıntılardır. Bu bağı ntıları düzenleyen kurallar hukuk ve ahlak kurallar ıdır. Ahlak ve hukuk kuralları ancak yaptırım yönünden ayırdedilebilirler. Hukukun yapt ırımı (müeyyidesi), teamül (Coutume) ve kanundur; Ahlak ın yaptınmı ise halk oyudur. Hukuki yapt ırım, ahlaki veya hicvi yapt ırımdan büsbütün ba şkadır. Hukuk kuralı her vakit yükümlülük veya yasaklar, buyruk ve engeller, hiç olmazsa kolayl ık veya önleyici kurallar şeklinde kendini gösterir. Kanun bir şeyin yap ılmasını hazan emir, bazan yasak eder; hazan da yap ılmasını veya yap ılmamasını ö ğütler. Ahlak ta aynı şeyleri yapar. Her grubun kendine göre bir tekni ği ve dili olduğu gibi kendine göre bir hukuk ve ahlak töresi de vard ır. Bundan dolayı beyti, millî mesleki bir hukuk ve ahlaktan bahsedilebilir. Münasebet hayatında her s ınıf veya grubun kendine ait öz adetleri vard ır. Şehir ahlaki hiçbir suretle saraydakine uymaz. Serseri, haydut, düzenbaz, kumarbaz ve dalaverecilerin kanun hükmünde olan gizli bir tak ım örfleri vardır. Hak ve vazifeler yerine göre de ğiş irler. Çünki bunlar herşeyden önce ortakla şa nitelik ve niteliktedirler. ,



Hukuk söz konusu olunca eylem ve i şlemlerin iki yolda düzenlendiği görülür. Bu, Henri Maine'in tüzük (statut) ile sözle şme (contrat) arasında çizdiği büyük bir ayırımdır Hukuk kuralları arasında bazılarım fertler istekleriyle de ğiştiremezler. Onlar ı ister istemez kabul 39



etmek zorundadırlar. Ayni statü (statut reel) yahut ta şınmaz mallara (gayri menkül) ili şik kanunlarla ki ş isel statü (statut personnel) yahut kişilere ba ğlı kanunlar ve benzerleri böyledir. Zira bunlar ın her ikisi de özel kiş ilerin de ğiştiremeyecekleri ve uymak zorunda olduklar ı kural ve kanunlardand ır. Evlenme ve miras ı kanun tarif etmi ştir. Bunların gerektirdi ği ş art ve sonuçlar hiç bir suretle ilgililerin dilek ve isteğine bırakılmış değildir. Fertler bu eylem ve i şlemleri yapmaya zorlanmışlardır. Bütün kamu ve ceza hukuku bu türdendir. Buna kar şılık, sözle şmede irâde serbestli ği büyük bir rol oynar. Hukuki i şlemleri yapanlar a ş ağı yukarı kendi isteklerine göre sözle şme ş artlarını tesbit ederler. Faiz nisbeti, sat ış fiatı ve benzerleri, taraflar ın istek ve seçmelerine bırakılmıştır. Sözle şme taraflar aras ında kanun hükm.ündedir. Burada i şlem serbesttir. Hiç bir kimse sözle şme yapmaya veya yapmamaya zorlanamaz. Buna kar şıhk bir çok toplumlarda belirli zamanlarda evlenmek zarureti vard ır. Daha açık bir dille, sözle ş menin kendine göre bir statüsü vardır denebilir. Ahlak ve hukuk bu statünün temel ve ilkelerine hakim bulunmaktad ır. Bu yönden hiç bir ş art, kamu düzeni, ahlak töresi ve kanun hükmüne ayk ırı olamaz. Aksi takdirde sözle ş me yasak edilir. Irade, statü konusunda oynayamad ığı rolü sözleşmede pekala oynayabilir. Hukuki i şlemlerin ş art ve yargıları, sözleş mede, statüde oldu ğundan daha fazla bir serbestlikle düzenlenir. Hukuktaki ilerlemeler sözle ş melerin ileride statülere üstün gelece ği inancını vermektedir. Gerçekte sözle şme serbestli ği gün geçtikçe kuvvet bulmaktad ır. Bu ifade yüzde yüz do ğru ise, gün geçtikçe sözle şmeler üstün bir rol oynayacakt ır. Öte yandan toplumda kanun ve kuralların uygunlaşımı kadar çe ş itlenmesi de yer almaktad ır. Bununla beraber uygunla şım (mutabakat) çe ş itlenmeden (diversite) daha önce gelir. Bir topluluktaki insanlar ın eylem ve i şlemleri aynı damga ile damgalanmak ve aynı modele uymak zorundadır. Yeter ki bu uygunlaşım de ği şmeyi bertaraf etmesin. Sanat davran ışlarında oldu ğu gibi hukuk davran ışlarında da toplum hayat ının iki yönü vardır. Biri iç âlemle ilgilidir ki yerine göre buna fikir, dü şünce, tasavvur, karar ve ana kavram (notion) adlar ı verilir. Hareket ve davranma şeklinde kendini gösteren d ış görünüşe de yine yerine göre eylem, i şlem, etki, tepki ve i ş (action) adı verilir. 3. Tapmma hayatı (La vie d'adoration) Tapmma hayatı deyimiyle e şya ve insana ilişik olmayan, Tanr ı ve ruhlarla ilgili heyecan, dü şünüş ve davranışlar anla şılır. Buna mistik 40



hayat denildi ği gibi âyinlerle sonuçlanmas ı bakımından dini törenler hayatı da denilebilir. Bugün bu terimle din ve sihiri (magic) içine alan tanrı hakkındaki dü şünüş ve davran ışların tümü anla şılmaktadır. Bu alanda ikinci derecede dü şünüş ve davranışların bölümünü ele alalı m: Birinci bölüm, efsaneler (mythes), iman, inan, duyu ve duyu şlar gibi dini tecrübe (Experience religieuse)nin içsel yönleridir İkinci bölüm ibadet, mensek (Rites) ve törenleri kar şılayan uygulamalard ır. Bunlar dini tecrübelerin d ış belirtileridir. Efsane ile mensek veya imanla tapı nma, din ve sihirin iki temelli yönünü gösterir. Her ikisi de bir gruptaki insanlar aras ında ortakla ş a davranışlardır. Her grubun kendine özgü bir imanı ve bu imana ba ğlı dini törenleri vardır. Bunun dışında toplumsal niteli ği olan bir şey akla gelemez. Burada töre ve adetlerin toplumdaki uygunla şımı üstün bir rol oynar. Mistik yapt ırım veya günah düşüncesi, Tanrı veya tanrılara itaatı saklar. Toplumun çeşitli sınıfları/la göre din görü şü başka ba şkadır. Tanrı fikri hazan ki ş isel olmayan soyut güçlerle, kimi zaman totem veya ata ruhlarıyla sembolle ştirilir. İnsanın totemle münasebette oldu ğu sanılır ve bundan totemcilik denilen bir din do ğar.42 Totemcilik sisteminde bir ş ey veya bir hayvan mana denilen ads ız bir gücü gösterir". Bazan ki şisel ruhlar, yersel ve ulusal tanr ılar ve hatta h ıristiyanlık, musevilik ve müslümanlıkta oldu ğu gibi uluslar aras ı ve evrensel Tanrı, inanma ve tap ınma konusu olur. Bundan dolay ı Courno, dinleri uluslar aras ı dinler (Religions proselytique ou internationales) ve ruhani veya ulusal dinler (Religions Hieratiques ou nationales) diye ikiye ayırmıştı r. Bunun gibi, çok tanrılı , ve tek tanr ılı dinler (Poly ou monotheism.e) tasnifi de vardır. Bütün bunlar her grubun kendine mal etti ği fikir, inanma ve tap ınma sonuçları olup bunlara saygısızlık gösterilmesi günah say ılır. Hukuk ve ahlak üzerindeki yank ıları bakımından bunlar toplumsal bir mana ta şırlar. Benjamin Constant, Frazer'den çok daha önce dinin, hukuki geli şme ve ahlaki de ğişmedeki bu rolünü belirtmi ştir. Mistik yapt ırım, ahlaki ve hukuki yapt ırıma giden yolları açmıştı . Ne dini ne töresi vard ır, ş eklindeki ata sözü manasızdı r." Dinle töre, imanla kanun, ötedenberi birbirine ba ğh kalmışlardır. Ruh ve tanr ılara iman, eskiden oldu ğu gibi bugün de manevi bir önem ta şımaktadır. Ibadet veya tap ınma, iman ve itikatta 42 Eski Türklerde toteme ong ım derlerdi. Bk. Z. Gökalp, T. Medeniyeti Tarihi. 43 Mana polinezya dilinden alınmıştır Eski Türkler buna kut derlerdi. Gökten inen nur sütunu, altın-ışık şeklinde tasarlanm ıştı . Eskilere göre kut herhangi bir insan ve hayvana dokunursa onu gebe b ırakırdı . Bk. Z. Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi. 44 N'avoir ni foi ni ki.



41



olduğu gibi, çeşitli şekiller gösterir. Tap ınmada bazı eylemler ve çekimserlikler vardır. Bunlar müsbet (Rites positifs) ve menfi törenler (rites negatifs) olarak ikiye ayr ılırlar Tanrıları ve Ruhları memnun etmek için yapmak zorunda oldu ğumuz şeyler kadar yapmamak ve çekimser kalmak zorunda oldu ğumuz ş eyler de vardır. Müsbet törenler, sözle (rites oraux) veya el hareketleriyle (Rites manuels) yapılan törenler türünden sözler ve hareketlerdir. Birincinin örne ği dualar (les prieres), ikincinin örne ği kurbanlardır. Birçok toplumlarda bu müsbet törenler fertlerin bütün hayat ını kapsarlar. Beş ikten mezara kadar bu böyle devam eder. Do ğum ve erdirme törenleri (rite d'initiation), evlenme, evlat edinme (adoption) ve ölüm gibi hayatın bütün geçit olaylar ı törenlere yol açar. Varl ığın bütün olay ve olgularında aynı hal görülür. Yap ı , yolculuk, savaş , konuşma, sözleşmede, uygun bazı davramşlarla, tannlarm i şlere karıştırıldıgı ve tapınma şekillerinin hayat ımıza etkiler yapt ığı görülmektedir. Seyyah ve bilginler bu gibi boş inançları yeniden canlandırmışIardır. Bazan bu dini inanış ve davranışlar çok geni ş törenlere yol açmıştır. Dini bayram ve yortular bu gibilerdendir. Bu bayramlar ortakla ş a ba ğları koruma ve tazelemede büyük bir rol oynarlar. Bayramlar ın kolektif (ortakla ş a) yönden etkileri çok önemlidir. Tanrıların olağanüstü güçlerinden yararlanmak yahut iyilik ve yard ımlarını sağlamak tap ınma törenlerinin güttü ğü amaçlardandır. Denebilir ki bütün törenler, iyili ği sağlamak kötülü ğü önlemek üzere yap ılırlar. Tanrılar sevgi kadar saygı da isterler. İşte bu sebepten dolay ı menfi törenler (rites negatifs) doğmuştur. Yasaklar veya Polinezya diliyle Tabular45 , bu gibilerdendir. Bugün bütün dillerde yerle şmiş olan bu sözü biz de tabu diye kullanacağız. Kelime bat ı dillerine Tabou, Taboo olarak geçmi ştir. Tanrı veya tanrılar' öfkelendirmemek isteniyorsa, yasak edilen şeyleri yapmamak veya bazı çekimserliklerde bulunmak gerekir. Çekimserlik kendili ğinden toplumsal davram şlara dahildir. Bir çok toplumlarda bütün hareket ve davranış tarzlarına bu yasakların girmiş olduğu görülür. E şya, insan ve davramşlarla ilgili yasaklara her toplumda rastlan ır. Bu türlü yasaklar şöyle sıralanır: görme, dokunma, yapma, sanat, zaman, mekan, yiyecek yasakları, ve cinsi yasaklar hep bu temellere dayan ır. Görülüyor ki, saygı veya saygısızlıktan ileri gelen bir sürü buyruk ve çekimserlikler bu yasaklar kategorisine girerler. 45 Tabu (Tabou) türkçe kar şılığı tekinsizdir. Buna halk dilinde tekin de ğil derler. Tekin, bo ş ve içinde bir şey yok demektir. Tekinsiz ise içinde cin ve peri gibi çarp ıcı kuvvetler bulunandır. Eski türklerde tabu kar şılığı koruk sözü kullamlırdı (Bk. Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, sh. 67-68 ) .



42



Hukuk, ahlak ve dil gibi dinin de kendine özgü bir tak ım kural ve kanunları vardır. Bütün bunlar, olumlu eylemler veya çekimserliklerle (Actions ou abstentions) sonuçlamr. Bu ise, bütün toplumsal olaylar ın ortakla ş a bir niteli ğidir. Nasıl, hukukun da buyrukları (commendements) ve yasakları (empechernents) varsa, dinin de yükümlülükleri (obligations) kadar yasakları (interdictions) vard ı r; abi:akın, dilin, modanın da kendine özgü iyilik ve kötülükleri, do ğruluk ve yanlışlıkları, kabalık ve incelikleri olabilir. Toplumdaki töre ve adetlerin uygunla şımı (mutabakat ı) iki şekilde kendini gösterir. Burada uygunla şıın, inanılan veya inanılmayan, yapılması gereken veya yasak edilen, yap ılabilen veya yap ılamayan, söylenebilen veya söylenemeyen, giyilen veya giyilemeyen konular ı düzenler. Bir toplumdaki insanlar ın davranış ve duyu şları kadar, çekimserlikleri de birbirine ba ğlı ve uygundur. Böylece uygunla şım ilkesi ortakla ş a davranışların tümü üzerinde etki yapar.



IV. SOSYOLOJ İK GÖRÜŞ A . SOSYOLOJİ VE TOPLUMSAL PRATİ K İlk olarak sosyolojiyi, normatif bilimlerden ayırdetmek gerekir. Eskiler pozitif ve deskriptif bir bilim olan sosyolojiyi, de ğerlere dayanan normatif bilimlerle kar ıştırıyorlardı . Sosyolojide, gerçe ği anlamaya, problemleri ayd ınlatmaya ve olgular ı bilimsel yönden kavramaya çalış an teori, prati ğin izinden gitmek zorundad ır. Ancak bu sayede rasyonel bir uygulama sistemi kurulabilir. Bu gere ği Aug. Comte, zamanında anlamıştı . Bundan dolayı Fransada sosyoloji, nazari temellere dayanan bir bilim dalı sayılmıştı . Bu ise, Anglo-Sakson görüş üne zıttı r. Amerikada toplumsal ara ştırmalar, ço ğu zaman Toplumsal hizmet (Social Service), Toplumsal i ş (Social Work) veya Toplumsal yönetim (Social Management) adıyla tatbiki sosyolojiye ba ğlı kalmaktadı r. Burada prati ğin çözemedi ği bazı mes'elelerle kar şılaşılır. Fransa'da ise maliye, diplomasi gibi pratik formüllere dayanan bilgi kollar ı üniversite kürsüleri aras ında yer almıştır. Öte yandan ne kadar yetenekli olursa olsun bir sosyologun toplumsal kanunlar ı yaratmak iddias ı ile ortaya at ılması do ğru de ğildir. Demek oluyor ki ne pratik, ne de teori yalnız başına sosyolojinin kurulması için yeterli malzemeyi verebilir. Şüphesiz teori kadar prati ğin de kendine göre özellik ve üstünlükleri vardır. Bu sebepten teorik mânada anla şılan sosyoloji ile toplumsal pratik aras ında bir ayırım yaparak herbirine pay ını vermek yerinde olur. Toplumsal prati ğin anayurdu olan Amerikada bile ünlü bilginler 43



bu ayırımı yaparlar. Fakat teori ile pratik aras ındaki münasebetler bilhassa şu sebeplerden dolay ı çok karışık ve karma şıktır: 1. Sosyoloji bilginleri, her vakit belirli bir zaman, belirli bir memleket ve belirli bir s ınıfın adamlarıdır. Pe şin fikir, yerli tasa ve günlük kaygılardan kolaylıkla sıyrılamazlar. 2. Bir an için sosyolojinin pratiğe sırtını çevirdi ği kabul edilse bile bu, sosyolo ğun uygulamalara aldırışsız kalaca ğı anlamında de ğildir. Durkheim, "ara ştırmalarımız sadece teorik bir bilgi edinme hevesimizi gidermek için yapılmış olsaydı, bir saatlik zahmete de ğmezdi" diyor. 3. İç tecrübeyi gerektiren manevi bilimler kar şısında teorik bir araştırma, belirli bir tecrübe ve toplumsal ya şayışın gerçekleriyle kişisel teması gerektiren bir sosyoloji de vardır. B. SOSYOLOJ İ VE TARİ H Sosyolojiyi tarihten ay ırdetmek gerekir. Tarih geçmi şe ilişkin toplumsal olguları somut olarak belirli zaman ve mekân içinde inceler. Tarihin malzemesini te şkil eden beşeri davranışlar zaman ve mekâna göre de ğiş ir. O kadar ki bu farklar ı ara ştırmak tarihin konular ı arasındadır. Bu olgular üzerinde sosyoloji, genel tipleri kuran bir tahlile girişir. Kimi tarihçilerin sand ıkları gibi sosyoloji, tarihe karşıt bir bilim dah de ğildir. Bunlar sosyolojiyi, günün; tarihi ise geçmi şin bir etüdü olarak alırlar. Bütün bilimsel ara ştırmalarda oldu ğu gibi sosyoloji de zaman ve mekâna ba ğlanmayarak her yerde ve her zamanda tekrarlanabilen gerçek olgularla ilgilenir. Bundan dolay ı tarihçi Paul La Combe de ğişmez benzerlikler gösteren kurumlar (instituts)la tarihin konusunu te şkil eden tek olayları (ev enement) birbirinden ay ırt etmiştir. Mesela, Türkiyede kapitülâsyon rejiminin nas ıl başladığım, nasıl yerle ştiğini ve nasıl kalktığım incelemek tarihçinin i şidir. Fakat kapitülasyon rejimine özgü nitelik ve nicelikleri belirterek genel fikirlere varmak ise sosyologun yapaca ğı bir i ştir. Şunu da belirtelim ki tarihçinin anlad ığı zamanla sosyologun anladığı zaman aras ında fark vardır: Tarihçi zamandan birbiri ard ı sıra gelen tarih ve kronolojileri anlar. Halbuki sosyologa göre bir kimse öldükten sonra da ya şayabildi ği gibi, bir doktrin de aradan uzun bir zaman geçtikten sonra anla şılabilir ve yeni bir devir açabilir. Tarihi olgular, toplumsal gruplarca duyulup tasavvur edildikleri nisbette toplumsal anlamlarını almış olurlar. Bu iki bilim dal ı arasındaki derin 44



farklara ra ğmen her ikisi de birbirine yardım eder ve bütünlerler. Sosyolojik bir inceleme için tarihi bilgi çok de ğerlidir. Buna karşılık sosyoloji, oluş fikrini hiç bir suretle ihmal edemez. Öte yandan sosyolojinin bulduğu tipler de ğişmezlik sırrma ermi ş olgular de ğildir. Bunlar bir dereceye kadar k ıvam ve benzerlik gösteren tarihi olaylard ır. Toplumsal olaylar, tarihi kıyaslamalarla meydana gelmi şlerdir. Fazla olarak, olay ve olguları doğru olarak tesbit etmek için, tarihçinin sosyolojiYe ihtiyacı vardır. Ş öyleki: ancak iyi anla şılan şeyler güzelce vas ıflanır ve tesbit edilebilirler. İyi anlamak da karşılaştırma ve kavramla ştırma ile mümkündür. Durkheim, "tek olgu iyice vas ıflanamaz" diyor. Aynı anlamda tarihçi Gustave Glots da, "olgular ı anlamak için özel hallerden ayrılarak genel fikirlere varmak gerekir" diyor. Tarih, tarihi olaylar ı açıklamak yani onların nedenlerini anlamak amac ını güttüğü zaman sosyoloji tarih için çok de ğerli ve gerekli bir yard ımcıdır. Bire çok tarihçiler tarihi özel, sosyolojiyi genel olaylar bilimi diye al ırlar. Tarih de ğiş en, sosyoloji kıvam ve denge gösteren olgular bilimidir. Tarihi olgular zaman ve mekânla ba ğhdırlar. Sosyolojik olgular ise zaman ve mekan kaydından ayrılmak ve slyrılmak suretiyle incelenirler.



C. SOSYOLOJ İ VE ÖZEL TOPLUM BILIMLERI Sosyoloji, iktisat, hukuk, din, ahlak ve dil gibi özel toplum bilimlerinden ayrı bir bilim dalı olarak ele alınamaz. Mü ş ahhas muhtevasından ayrılan bir sosyoloji, olsa olsa kategorileri her yazar ın iste ğine göre de ğişen belirsiz bir toplum felsefesi olabilir. Bu şekilde anlaşılan bir genel sosyoloji, bir italyan dü şünürünün dedi ği gibi, Babil Kulesinden başka bir şey de ğildir. Sosyoloji, toplumsal ya ş ayışın tümü ile ilgilenen bir disiplindir. Nasıl anatomi, fizyoloji, botanik, zooloji ve benzerleri Biyoloji bayra ğı altında toplamyorsa; nas ıl optik, yankı, ısı ve elektrik dalları fizik bilimini meydana getiriyorsa Sosyoloji de, tıpkı bunlar gibi özel toplum bilimlerinin tümünü içine al ır. Sosyoloji, bağıms ız uzmanlarca geliştirilen çeşitli ve farkl ı olgular arasında sıkı bir yakınlık olduğunu bize ö ğretir. Bu olgular birbiriyle sık ıca bağlantılıdır ; o kadar ki bunlar tek tek ele ahn ırlarsa anla şılamazlar. Bununla beraber ayn ı tabiatta olgulard ır. Hepsi de aynı toplumsal gerçe ğin çeş itli belirti (tezahür) leridir. Bugün sosyolojik görü ş , bu özel disiplinleri canlandırmaya ve iskolastik baskılardan kurtarmaya ba şlamıştır. Öte yandan ansiklopedik sosyolojinin ele ştirme ve takışmalara yol açtığı bir gerçektir. Spencer gibi bir dü şünürün tek ba şına özel toplum 45



bilimlerinin tümünü kucaklamak iddias ı karşısında bu eleştirmeler haklı olarak ileri sürülebilirdi. Fakat bugün için böyle bir iddia ve böyle bir eleş tirmenin bilimsel alanda yeri yoktur. Ilerlemeler sonunda, bütün deneysel bilimlerde oldu ğu gibi, sosyolojide de bir uzmanla ş ma, bir iş bölümü ve bir ekip çal ışması kendini göstermi ştir. Özel toplum bilimlerinin inceledi ği olay ve olgular, diğer toplumsal olgulardan ancak kağıt üzerinde ve hayali olarak ay ırdedilebilirler. Özel olaylar, ba ğlı oldukları müşterek ortamlara gidilmek suretiyle anla şılırlar. Durkheim ve Durkheim yolunda gidenlerin açıkladıkları gibi bütün bunlar bir genel sosyolojinin var olmas ı imkanlarım ortadan kaldırmaz. Amerikalı sosyolog F. Znaniecki, sosyolojinin eski sentetik anlam ının canlanması gere ğine inanmıştır. Zira toplumsal olgular aras ında çok canlı zihni ve manevi bir ilgi ve ba ğlantı kurmak söz konusudur. Dü şünen her insan bağlı bulunduğu medeniyetin tümünü kavramak, onu ötekileriyle karşılaştırmak ve insanlık tarihi evriminde baz ı yöneliş ve doğrultuları keşfetmek için tarihi yorumlar yapma ğa çalışır. Fakat burada, önceden söylendi ği gibi, ancak mü şahhas bir Genel Sosyoloji söz konusu olabilir. Böyle bir genel sosyolojinin rolü, özel dallarda elde edilen kısmi sonuçların bir sentezini yapmaktan başka bir şey olamaz.



V. SOSYOLOJİK ARAŞTİRMALARİN TEMEL KURALLAR İ A. MÜŞ AHHASLIK KURALI (Regle du concret) Sosyoloji artık metafizik de ğil, toplumsal olguların deneysel bir bir bilimidir. Metodun ilk kuralı, müşahhas olaylardan, toplumsal gerçeklerin gözleminden ve deneyden i şe ba şlamayı emreder. Yerinde yapılan soruşturmalar (anketler), bilgin, sömürge memuru ve misyonerlerin yerlilerle yapt ıkları görüşme ve konuşmalar ve bir işletmenin yönetim ve çah şmalarnıa katılmalar bu kuralın gereklerindendir. Romanya okulunun sava şcı sosyoloji (Sociologie Militante) adını verdiği bu görüşte hiç bir partizanlık yoktur. Beatrice Webb ve kocas ı Sidney endüstriyel Demokrasi (Industrial Democracy) adl ı eseri yazmak için işçi elbisesi giyerek Londrada atelye atelye i ş aramış ve böylece i şçiyaş ayışını kendileri üzerinde denemi şlerdi. Andre Philip, i şçi meselesi üzerine eser yazmadan önce Amerikan fabrikalar ında çalış mıştır. Bugün sosyometri, bu sava şçı sosyoloji gereklerini gerçekle ş tirmek amacındadır.' 46 Sosyometri, toplumsal olguları tartmak, saymak ve ölçmekten ibaret bir usuldür. Ekoloji insanla çevre ba ğmtılarma ilişkin olduğu halde sosyometri insanla insan ha ğıntılarını arayıp bulur. (Bk. Sosyometri k ısmı).



46



B. Ş UURLU TECAHÜL KURALI (Regle de Pignorance consciente) Sosyolog, toplumsal konuda pratikle teorinin ba şka başka şeyler olduklarını anlamalı dır. Bunun tabii bir sonucu olmak üzere uygulama ve pratik için yeter say ılan sa ğduyu toplumsal gerçe ğin anlaşılmas ı için yetersizdir. Paul Bureau, "toplumsal ya ş ayış üzerindeki bilgiler, toplumsal olaylar ı bilimsel yönden incelemede yard ımcı de ğil, çok ciddi sakıncalar ve engellerdir" diyor. Bacon, bilimsel ilerlemeye engel olan idola'lardan metodik şüphe yoluyla kurtulmadıkça hiç bir sosyoloji çalışması mümkün de ğildir" diyor. Durkheim, sosyolojik incelemelerde her türlü pe ş in yargılardan sistemli bir şekilde kaç ırmayı ö ğütler. 48 Bacon bu konuda 12 önerme ileri sürer; bunlar sa ğduyu (sens commun) ya çarpt ıkları halde kendilerine göre sosyolojik gerçeklerdir. Pratik ya ş ayışta gözümüze çarpan ve insanl ığı yakından ilgilendiren kimi e şya ve eylemler hiç bir vakit bilimsel ara ştırmalarımızda bize kılavuzluk edemezler. Bir kimsenin mide fizyolojisini bilmesi için kendisinde bir midenin bulunmas ı yeter olmadığı gibi Hafıza kanunlarını bilmesi için bazı hatıraları olması ; Heyecan kanunları n bilmesi için de heyecanlara mâlik bulunmas ı yeter sayılmaz. Sosyolog tıpkı fizyoloji bilgini gibi inceleyece ği konu karşısında bilmezlik duygusu (sentiment de son ignorance) na sahip bulunmalıdır. Bilgin, toplumsal olaylar hakkında pratik olarak edindi ği bilgileri, zihninden silip atmas ını ve kafasını bir levhi emles yapmas ını bilmelidir. Bilgin, prensip olarak olayların özellik ve niteliklerinden ve onlar ın ba ğlı bulundukları sebeplerden hiç bir şey bilmediğini kabul ederek i şe başlamalıdır. Levy Bruhl'ün dediği gibi, çok karma şık olan mensek ve törenlerini çok iyi bir ş ekilde bilen Avusturalyalıların bu bilgilerine bilimsel bir değer vermek sadece gülünç olur. O halde bilgin, ampirik olarak edindi ği duygu ve kanılardan tamamen ayr ılmasını ö ğrenmedikçe toplumsal gerçekleri inceleyem.ez. C. OBJEKTİ FLİ K KURALI (Regle de Objectivite) Durkheim, Toplumsal Olgular Eşya Gibi ıncelenmelidir49 dediği zaman bunu yanlış anlayanlar, kendisini tenkit ya ğmuruna tutmu ş 47 Bacon, pe şin fikirler kar şılığı IDOLA terimini kullanmıştır Çe şitleri için Bk. H.Z. tTlken, Sosyolojinin Problemleri, sh. 134-135. 48 Il faut eviter systematiquement toutes les prenotions. Durkheim Prejuges yerine Prenotions terimini kullanm ıştır (Bk. H.Z. Ülken, aynı eser, sh. 141). 49 La premiere Regle et la plus fondamentale est de considerer les faits sociaux comme des choses.



47



lardı . Oysa ki objektiflik kuralı bilimsel sosyolojinin gerekli bir şartıdil.. Bu kuralı tanımayan bir kimse sosyolojiyi bilim olarak kabul etmiyor sayılır. Burada objektiflik ne materyalist bir mana ta şır ne de Auguste Comte'ın deyimiyle toplumsal fizik anlam ındadır. Sadece sosyolojinin henüz ke şfedilmemi ş alanlarda inceleme yapan herhangi bir bilim gibi, objektif bir durum takınması gere ğini gösterir. Toplumsal olguları her insana göre de ğişen inanma, kanı, sanı ve tasavvur gibi gösteren düş ünce ve görü şler sübjektif olduklarından bilimsel incelemelere pek elveri şli de ğildirler: Aynı olguların hareket, e şya ve kurum olarak objektifle şen yönleri vard ır ki bunlar ölçülebilir ve tekrarlanabilirler. Sosyoloji bu olguların objektif yönlerini inceler. Mesela bir dini incelemek istedi ğimizde, onu, bizim Tanrı, dünya ve ahiret inamşımıza ve genel olarak dini görü şlerimize göre de ğil, belirli bir dinin tap ınma şekilleri ve kutsal kitaplar ı, din törenleri şeklinde gözlemlenebilen ve objektif görü şlerle incelemelidir." Durkheim' ın fikirleri bütün ele ştirmelere ra ğmen bu konuda ayakta durmaktad ır. Yazarın ortaya koydu ğu kural toplumsal gerçe ği gerçekten anlamanın, deneysel bilimlerde oldu ğu gibi, sabırlı ve uyanık bir çözümleme ile mümkün olacağını gösterir.



D. TOPLUMSAL OLGUNUN TAYİ Nİ KURALI



(R. de la dftermination du Fait social) Objektif olmak kaygusu, toplumsal olgular ı doğru olarak s ınırlamayı gerektirir. Tümevar ım metodu, tipler kurmaya götüren bir yoldur. Bulunan tipler ideal tipler de ğil, deney ve gerçeklerden ç ıkarılan sonuçlardır. Bu türlü çah şmanın sosyolojideki önemi, öteki bilim dallarından daha büyüktür. Çünkü halk aras ında kullanılan söz ve kavramlar sosyoloji için yetersizdir. Bir tarihçi, sanat , devrim, evrim, ulus, köy, kent ve benzeri kavramlar ı tarif ve tayin etmeyerek oldu ğu gibi kullanabilir. Fakat Sosyoloji, genellik kavram ve anlam ına de ğer verdiğinden bu konu üzerinde daha çok durmak zorundad ır. Şüphesiz genel demek müphem demek de ğildir. Genel demek belirli ve aç ık olan kavramsal dü şünce (Pensee conceptuelle) demektir. Intihar sözü halk dilinde çeşitli anlamlardadır. Kelime kendini öldürme, yanl ış bir hareket, paray ı boş yere harcama, sa ğhğı hiçe sayma anlamlarma gelir. Bundan dolayı intihar sözü müphemdir. Buna kar şılık din sözünün 50 Bk. H. Z. [iken, Sosyolojinin Problemleri, sh. 140-141 İstanbul, 1955.



48



rnedeniyetimizde dar bir anlam ı vardır. Araştırmaların doğru ve iyi sonuçlar vermesi için ele alınan konuyu ve onu gösteren terimi aç ıkça tanıtmak ve belirtmek önemli ve gereklidir. E . DAYANI Ş MALI BÜTÜNLÜK KURALI



(R. de la totalite solidaire) Çözümleme ve kavramay ı kolayla ştırmak için yap ılan bölümleme ve ayırmalar hiç bir vakit toplumsal bütünü meydana getiren unsurların birbirine s ıkıca ba ğlı bulunduklarını unutturmamal ıdır. M. Mauss bu konuda şöyle yazıyor: "toplumsal bir olay, kollektif heyetin tümüne göre ele al ınmazsa hiç bir ş ey anlaşılmaz". Bundan dolayı, toplum konusunda parçalar ı de ğil, bütünü göz önünde bulundurmak gerekir. Her olay, toplumsal bütünün kopmaz bir parças ıdır. Yalın, tek ve tekil bir toplum olay ı yoktur. Incelemelerde zihni bir soyutlama ile bütünü parçalara böleriz. Gerçekte olay ve olgular yal ınç değil, karmaşık ve bile ş iktirler: iktisat, hukuk, estetik bir arada bulunur. Mesela, kendinize bir ayakkab ı alaca ğımızı düşünelim bir kere bunun fiat bakımından kesemize uygun olmas ını ararız (Iktisat); kunduracı dükkanına girerek sözle şme yaparız (Hukuk); ald ığımız ayakkabının güzel olmas ını da hesaba katar ız (Estetik). Görüliiorki bir çok bölümlerin bir araya gelmesiyle bir çift ayakkab ı alınmış oluyor. Fakat bu unsurlar ı incelerken bunu bütün olaya nisbetle incelemezsek sonuç verimli olmaz. O zaman gerçekten kesemize uygun fakat kimsenin karşısında giyemiyece ğimiz bir çarık almış oluruz. O halde toplumsal olaylar, bütün olarak ele al ınan olaylardır. F. NORMALİ PATOLOJ İ KTEN AYIRMA KURALI



(R. de la distinction du normal et de la pathologie) Aralarında kimi bağıntı ve bağlantılar olmasına ra ğmen acı duyma her vakit bir hastal ık belirtisi de ğildir. Tersine, kimi zaman da ac ı duymamak bir hastalık belirtisi olur. Nitekim do ğum sancıları normal bir hal oldu ğu halde acı duyulur. Buna karşılık morfinlenmi ş bir hastanın acı duyması normal de ğil, patolojik bir hâldir. Biyolojik hastal ıkla sosyolojik hastalığı birbirinden ayırt etmelidir. Toplumsal hayatta bir olgu ancak belirli bir tipe göre marazi veya normal say ılabilir. Mutlak bir marazilik yoktur. Gerek Biyolojide gerekse sosyolojide her tipin 49



kendine özgü normal ve marazi halleri vard ır. Gelişmesinin belirli bir safhasında ele alınan sosyolojik bir tipin ortalamas ı normaldir. Marazi ise bu ortalama tipe göre istisnai ve ar ızi olandır. Toplumsal alanda bunun bir çok örneklerine rastlan ır. Mesela, fiatlar ın istikrarlı olması, teknik ve sanayii ileri memleketlerde normal; fiyat f ırlama ve dü şmeleri ise marazidir. Fakat sanayile şmeye yeni at ılmış , teknik ve iktisaden geri kalmış memleketlerde fiatların yüksek tutulmas ı çok kere normal ve tabii bir olaydır. Çünkü bu sayede bir çok i ş adamları anayurtlarından uzak olan bu yeni memlekete bol para kazanmak hevesiyle ak ına başlar; memleket sanayicileri üretimi artt ırır; yabanc ı sermaye daha yüksek bir kazanç elde etmek için memlekete gelir ve bütün bunlar kalkınmayı hızlandırır. Pek tabii olarak bu merhalede bulunan memleketlerde gerek fiatlar ın yüksek olmas ı ve gerekse kazanç nisbetiiiin fazla olması bundan önceki misalin tersine normaldir ve buna kar şılık fiatların ve kâr hadlerinin a ş ağı olması da marazi sayılabilir. O kadar ki bu aşağı fiat memleket ekonomisini felce u ğratabilir. Bir ba şka misal de Durkheim'ın ele aldığı suç ve suçludur. Suç, mahiyeti itibariyle kollektif duygularda tepki uyand ıran bir eylemdir. Bu her toplumda vardır. Yalnız şekilleri de ğişir. Bu sebeple suç normal bir olayd ır. Bir cemiyetin ilerlemesine i ş aret sayılır. Ilerleme orijinalliklerin bir eseridir. Bir çok idealistlerin, ortaya ç ıkıp, devirlerini a ş an bir seviyeye ula şması karşısında, devrinden a şa ğı bir seviyede kalan suçlunun ortaya çıkması normal bir olaydır. Kimi zaman vaktinden önce harekete geçen idealistlerin çal ışması kanunun cezalandırdığı fiiller aras ına girer. Namık Kemal, Ziya ve Mithat Paş aların ve hatta Mustafa Kemâlin, Eski Idarece idam ferman ına yol açan suçlar ıdır ki bugünkü verimli, toplumsal yaş ayışın temelini atmıştır. Her toplumda dâhi kadar, dehası tersine dönmü ş insanların varlığını kabul etmek laz ımdır. Zira genel olarak ilerleyen bir toplum geri kalmakta direnenleri cezaland ırır. Hayat geçmişten gelece ğe doğru akan olaylar zinciridir. Bu zincirlemeyi engelleyen her olay cezay ı gerektirir. Yukar ıda biraz anlattığımı z gibi kimi zaman ceza piyangosu hayat ak ışında aşırı derecede ileri gitmek ve normal gidiş i zorlamak isteyen idealistlere de dü ş er. G. TOPLUMSALI TOPLUMSALLA TAYIN KURAL'



(R. de la d'âermination du social par du social) Sosyologlardan bir ço ğu toplumsal olgular ı açıklamak için toplum dışı sebeplere ba ş vurmu şlardır. Halbuki toplumsal olay ve olgular ın 50



açıklanmasında sonucun do ğmasına etki yapan sebep (Cause efficiente) göz önünde bulundurulmalıdır. Bu yoldan yürünürse "toplumsal bir olayın sebebi, yine bir toplumsal olayd ır" gerçe ği kendiliğinden anlaşılır. Durkheim bu kural ı, büyük bir açıklıkla ortaya koymu ştur. Önceleri toplumsal olaylar, fizik, biyolojik, psikolojik ve astronomik sebeplerle izah edilmişti. Bu görüşler tamamen yanlıştır."



51 Bk. E. Durkheim, Sosyoloji metodunun kaideleri, Türkçeye çeviren: Selmin Evrim, İ stanbul, 1942.; H. Z. Vlken, Sosyolojinin Problemleri, sh. 234-235 İ stanbul 1955.



51



IKINCI BÖLÜM METOT (Vasıflama, karşılaştırma ve açıklama) Sosyolojinin tanım ve bölümü bu bilimin gütmekte oldu ğu amacı belli eder, Metot ise bu amaca götüren yollar ı gösterir. Sosyolojinin konusu toplum ve toplumsal dü şünüş ve davranışları vasıflama, karşılaştırma ve açıklamadır. O halde kendine özgü kurallar ı olan üç aş amamn incelenmesi söz konusudur. Ama olgular ı nasıl vasıflamalı , nasıl karşılaştırmalı, nasıl açıklamalı ? Kısacası , toplumsal yasayısı nasıl kavramalı ve anlamalı ? Bütün bunlar bilimde kar şılaşılan teknik konulardır. Burada sadece genel ilkeler ve belirli örneklerle yetinece ğiz.



I. VASIFLAMA (Description) Sosyoloji'de ara ştırmalar, vasıflama ile ba şlar; açıklama ile biter. Bu durum sosyolojinin tabiat bilimleri gibi deneysel olmasından ileri gelir. Burada usuller, tarih ve etno ğrafya'da kullanılanlara benzer: Belgelere dayanan ele ştirmeli çözümleme ve her türlü envanter usulleri kullanılır: Müzeografi, kartografi, ses alma cihaz ı, sinema, folklor metinleri, efsane, menkıbe, gelenek, destan, atasözü, özlü söz (dicton) ve benzerleri bu gibilerdendir. Fakat, dünün ve uza ğın toplumsal gerçe ği bizi ilgilendiren biricik konu de ğildir; Günün ve yakının gerçekleri ile sıcağı sıcağına karşılaş mak, zamanımız toplum ve toplumsal olaylarının oluş ve geli şimini bilmek te önemli ve gereklidir. Yukarıda belirtti ğimiz gibi sosyolojik ara ştırmalarda geçilmesi gereken ilk a ş ama, olguları vasıflamadır. Buna, genel olarak, toplumsal olguların gözlemi (observation) denir. Günün ve dünün İnanma ve yaşama tarzlarını göstermek, bunlar ın do ğru bir portresini çizmek, 52



onlara karşı duyulan sevgiyi, uyanan tiksintiyi unutmak san ıldığı kadar kolay de ğildir. Hiçbir kimse yamyamlıktan ho şlanmaz. Bununla beraber bu durumu, çok yayg ın bir hal olarak ele almak ve aç ıklamak gerekir. Toplumsal olgular iki türlü gözlemlenir: do ğrudan do ğruya gözlem, dolayısıyla gözlem. A. DOLAYSIZ GÖZLEM (Observation directe) Günün olaylarını olduğu gibi do ğrudan doğruya görmektir. Yurt ve yuva, öz ve oba, köy ve kent, i ş ve sanat incelemelerinde bu yol tutulur. Buna monografi usulü denir. Le Play okulu bunu alabildi ğine kullanmış tı r. Afrika ve Avustralya'n ın garip adetli toplumlar ı nın yaş ayışı bu usulle saptanır. Bunlar daha çok etnoloji ve etnografyan ın konusudur. Ilkel toplumlar ın nasıl yaş adıklarını ö ğrenmek için oraya kadar gidip görmekten ba şka çıkar yol yoktur. Sosyolog, etnolog veya etnograf kendi gözleriyle olgular ı görebilir.° Fakat, bakmas ını ve görmesini bilmek lazımdır. Ayrıca gözlemin yöneltilmesi de önemlidir. Do ğrudan do ğruya gözlemin kendine özgü bir tekni ği vardır: Burada s ırasıyla öğrenme, hazırlama ve sezmeden söz aç ılabilir. 1. Öğrenme (initiation) Bir toplumun ya ş ayışını iyice gözlemek için o toplumun dilini ö ğrenmek gerekir. Çünkü bir toplumun duyu ş , düşünüş ve davranışını en iyi açığa vuran dil ve dilde kullan ılan söz ve sanatt ır. Ayrıca o toplumun tarihini bilmek ve günlük ya ş ayışıyla temasa geçmek laz ımdır. Bu da uzun zaman o toplum içinde ya ş amakla sa ğlamr. Turistlerin notları ve az süren izlenimler hiç te güvenilir vas ıflama ve gözlemlerden de ğildir. Bir kabilenin gelenek, görenek ve ilkelerini anlamak ve çözmek için bu kabilenin içinde ya ş amak, toplum hayat ına girmek gerekir. İyi gözlemciler gözlemini yapt ıkları topluluğun içinde ya şar; durumu elveri şli bulurlarsa o topluluğa üye olur ve gerekli dini törenlere kat ılarak o toplulu ğun gizliliklerini iyice ö ğrenirler. Gözlem her yönden, ölçülü olmayı ve uyanık kalmayı gerektirir. 1 Etnoloji, sosyoloji gibi bir bilimdir. Sosyoloji bugünkü toplumun kar şılaştırmalı bir etüdü; Etnoloji ise bugünkü kültür derecesine varmam ış olan ilkel toplumların tetkikidir. Burada yaş ayan veya sönmü ş olan ilkel toplumlar ın medeniyet ve kültür seviyeleri kar şılaştırmalı bir inceleme konusu olur. Etnografya ise, kültür antropolojisinin bir kolu olarak ilkel veya sönmüş bir toplumun tasviri bir etüdüdür.



53



2. Hazıırlama (Elaboration) Gözlem için bir hazırlığa ihtiyaç vardır. Gözlemci işe başlamadan önce hazırlanmak, çalışmayı düzenlemek ve bir do ğrultuya yönelmek zorundadır. Bu yapılmadıkça olguların akıcıliğı ve çokluğu karşısında insanın gözü kama şır ve körle şir. Bunu önlemenin en iyi yolu soru kağıdı (Questionnaire) kullanmaktır. Gerçek olgularla ilk kar şılaşmadan sonra ileride yap ılacak anketin cevapland ıraca ğı soruların listesi yapılır. Gerçe ğe varmak için olaylar ı, karışıklık ve karma şıklığı içinde arayıp bulmak ve açıkça görmek çok önemlidir. Bas ılmış soru kağıtları vardır. Bunlar iki türlüdür: Genel ve özel soru ka ğıtları . Genel soru k liğulart, belirli bir toplumda ara ştırılması gerekli her türlü olgularla ilgili sorular ın bir tablosunu verir. Fransa'da Foucart ve Louis Martin'in soru ka ğıtları veya Napolyonun Mısır seferine kat ılan bilginlerin kullandıkları soru kağıtları bu gibi genel soru UOlandır. Birtakım soru ka ğıtları da özel ve sınırlı bazı olguların saptanmas ıyla ilgili soruları cevaplandırır. Bunlara özel soru ka ğıtları denir. Turgot'nun çinlilerin ekonomi hayatı, James Frazer'in din ve sihir hayat ı, Kohler ve Post'un hukuk hayat ı, Kaindl'ın folklor üzerinde düzenledikleri soru ka ğıtları , özel soru kağıtlarıdır. 3. Sezme (İntuition) Gözlemin iyi olması için gözlemcinin anlayışlı ve sezgili olması önemlidir. Eldeki malzeme becerikli ve ustal ıklı kullanılmazsa her türlü çalışma boş ve de ğersiz kalır. Gözlem bir do ğuş yetene ği ve uyanıklık ister, bunlar olmadıkça insan bakar kör olur ve en önemli olay ve olgulara kar şı bir ilgi duymaz. Bir özlü sözde belirtildi ği gibi, iyi gözler gözlüklerden daha iyidir. Gözlemci pek çok fakat iyileri pek azd ır. Cushing Amerika'da Lafcadio Hearn Japonya'da ve Doutt6 Afrika'da iyi gözlemciler olmuşlardır. B. DOLAYLI GÖZLEM (Observation indirecte) Konusu geçmişle ilgili bir vasıflamadır. Bir şeyi görmeyen onu görenlerden ö ğrenir. Bu türlü gözlem pratik olarak tarihi usulle yap ılır. Etnoğrafya incelemelerini bürolar ında yürütmek istiyenler seyyahlarm gezi notlarından yararlanırlar ki bu gerçek anlamda tarihle ilgili de ğildir; olsa olsa, günün olaylarını vasıflamaya yarayan dolays ız yapılmış bir gözlem sayılır. Dolaylı gözlemde söz, ş ahit, kaynak ve belgelere bırakılır. Ancak ba şkalarının gördü ğü ve yazdığı olgular bilinir. O 54



halde gerçe ğe iki aşamada varılır. Biri bu tanık, kaynak ve belgeleri arayıp bulmakla, ötekini bunları değerlendirmekle... Bu ise, k ısaca belgeleri toplamak ve do ğruluklannı tartışmak demektir. 1. Belgeleri toplama (Colleetion des documents) Belgelerin toplanmas ı derin bir bilgi ister. Üç türlü belge vard ır: Sözlü belge ve gelenekler (traditions orales), yaz ılı belgeler (informations ecrites) ve ş ekillenmiş anıtlar (monuments figures).



a) Sözlü Gelenekler : Masallar, efsaneler, özlü sözler (dictons) ve atasözleri (proverbes) içinde pek çok olgu, âdet ve gerçeklere rastlan ır. Ağızlarda dola şıp daha sonra yaz ılmış olan ko şma, türkü ve ş iirler toplum bilgisinin çok küçümsenen artakalanlar ıdır. Anayasa hukuku bilgini Esmein, miiikiyet ve sözleşmeleri Homeros'un ş iirleri ışığı altında incelemiştir. Flach, senyörler aras ındaki karde şlik geleneklerinin izini eski Fransanın ş anson dö jest (Chanson de geste) lerinde bulabildi. 2 Ortaça ğın yazılmadan önce söylenmi ş hutbeleri, hikâyeleri zamanlarının hukuk ve ahlâk törelerini oldu ğu gibi aksettirmektedir. Bu cihet, M. Ch. Langlois'ın yazdığı Ortaçağ Fransasındaki yaşayiş adlı eserde güzelce görülür. Burada en yüksek feodal s ınıfa mensup kadınların utanç duymadan yerlere tükürdükleri yaz ılmaktadır. Bu da edinilmi ş fikirlerin yer ve zamana göre büyük de ğiş iklikler gösterdi ğinin açık bir örne ğidir.



b) Yaz ılı belgeler : Yazılı belgeler çok yararl ıdır. Bunlar, men şe efsaneleri (legendes d'origine) ve göç menkibe ve destanlar ından tutun da yaz ılı kanunlara, anla şmalara devlet yönetimindeki tutumlara, hesap ve envanterlere ve hatta aile reislerinin tuttuklar ı hatıra defterine (Livre de raison), yaz ışmalara ve hat ıraları belirten her türlü yaz ılara kadar giderler.



c) Şekillenmi ş anıtlar : Bu belgeler ta şınır ve ta şınmaz anıtları içine alır. Mimâri de ğerdeki harabe, çe şme, saray, ehrânı, heykel, tap ınak ve benzerleri, ta şın2 Chanson de geste, eski Fransa'da vielle denilen ve bizdeki Ud'a benzeyen bir âletle ahenkli bir şekilde çalınan ve okunan ve yiğitlerden bahseden şiirlerdir. Bunlar ın en tanınmışı, Chanson de Roland'dır. Arap ispanyollara kar şı elde edilen ba şarıyı anlatır.



55



maz anıtlar aras ındadır. Çanak, çömlek, elbise kal ıntıları, mutfak öteberisi, resimler, tablolar, minyatürler, mühürler, eski para ve benzerleri ise geçmi şi canlandıran ta şınabilir belgelerdendir. 2. Belgeleri Tartışma (Discussion des documents) Belge ve kaynaklar ı topladıktan sonra onlar üzerinde ele ştirme ve tart ışmalar yap ılır. Tanıklık (şahitlik), yalancı veya şüpheli olabilir. İyi bir gözlemci bunlar ı de ğerlendirmesini ve gerekirse reddetmesini, Cournot'nun dedi ği gibi, olasılık (Ihtimal) derecesini ölçmesini bilmelidir. Tarihi metinler kadar etnografik masallar ı da kullanırken ölçülü olmak gerekir. Aynı olgu ve olayla ilgili iki ça ğdaş belge aras ında büyük aykınhklar olabilir. Her şeyden önce yalanın güdülerini ve yanılmanın nedenlerini aramak lâz ımdır. Tanığın ( ş ahidin) çıkan, iç-tepileri (impulsions), savsaklama veya a şırı istekleri, bilgisizlik ve beceriksizli ği gözlemin de ğer ve önemini yok edebilir. Buna iç ele ştirme (critique interne) denir. Eski ve antika say ılan bir şey, uydurma olabildiği gibi; do ğru ve do ğrulanmış sayılan bir kaynak da tersine düzme (apocryphe) olabilir. Bu duruma özellikle avusturalyal ılar konusunda rastlan ır. Belgelerde do ğruluk ele ştirmesi (Critique d'authenticite) dirki iç ele ş tirmeyi gereksiz k ılabilir. Zira uydurma bir belge art ık kullanılmayacaktır. Do ğrudan do ğruya ve dolayısıyla gözlem sonunda do ğrulanmış ve ispatlanmış olgulara varılır. Gözlem araçlar ı yeteri kadar iyi ve yetkin ise gözlem bir istatistikle sonuçlan ır. Olgular toplandıktan sonra, olabilirse, onlar ı saymak gerekir. Uygulamalar ın tekrarlanmas ı (frequence des pratiques) say ı ile ifade edilerek o olgudaki toplumsal uygunlaşım payı (part de conformite) ölçülebilir. Böylece her hangi bir Metin kural veya kural-d ışı olup olmadığı bilinecek ve normal anormalden ayırdedilecektir. Etnografya anketinde buna yak ın yollardan gidilebilir. Burada onlar ın sadece adlar ını vermekle yetinece ğiz: Tylor ve Rivers'in Şecere usulü (procede genealogique) Thurnwald ve Radin'in biyografi sistemi bu aradadır. Bunlardan birincisi hısımlık bağı olan yerlerde şecereleri (soy kütü ğü) çizmekten, ikincisi ise ya ş ayışlanyla yürürlükteki âdetleri ayd ınlatacak derecede önemli kimselerin hayat ını kısaca anlatmaktan ibarettir. Her iki usill bir eylem, uyla ş ma ve gelenek istatisti ği ile sonuçlanır. 3 3 Eldeki kaynaklar arasmda konuyu en iyi, en kasa ve özlü bir şekilde belirtmesi bakımından R. Maunier'nin Introduction â la Sociologie ve Precis de traite de sociologie'sinden faydalanılmıştır.



56



II. KARŞILAŞTIRMA (COMPARAİSON) Vasıflama usülünün yetersizli ği Bilimsel bir gerçe ğe varmak için tek ba şına gözlem ve vas ıflama yeterli de ğildir. Olayları tesbit etmek ve gözlemek amac ını güden Sosyografi, konusu olguları vasıflama, karşılaştırma ve açıklama olan sosyoloji demek de ğildir. Zira bilim yalnız tesbit ve vas ıflama ile yetinemez, aynı zamanda konusuna giren olgular ı açıklamak zorundad ır. Fakat çok mutlu bir sonuç olmak üzere sosyolojinin somut bir bilim olduğu, toplumsal olgular ı e şya gibi inceledi ği ve buna kar şılık sadece ya ş anmış bir tecrübenin (experience vecue) bilimsel bir konuda gerçek bir bilgi veremeyece ği kuvvetle ileri sürülebilir. Sosyoloji, olguların tümünü ele alır ve çözümlemeyi bütünün parçalar ı üzerinde yapar. Bu yönden monografi veya anket, bu bütün göz önünde tutulmadan yap ılı rsa, kuvvet, do ğruluk ve uygunluk derecelerini kaybeder. Bir iki örne ği bütün olgulara te şmil etmek, mantıkan abes ve ilmen yersizdir. Hele bu örnekler genellendikten ba şka, bir de keyfi olarak yorumlanırsa, gerçe ğe varmak oldukça güçle ş ir. Bütün bu sakıncaları önlemek üzere kar şılaştırma metodunu kullanmak zaruridir. Hangi şekil altında olursa olsun bilimsel sonuçlara varmak için somut ve tek bir halin ele al ı nması yetersizdir. Çünkü bu durum insanı salt tecrübe ve öncel yarg ılara götürür. Bunun önlenmesi için kar şılaştırma metodunun kullanılması, üstelik kar şılaştırmanın vasıflama ve gözlem ile ba şlaması gereklidir. Ancak iyi anla şılan şey iyi vasıflanır. Anlamak ise kar şılaştırmak ve çe ş itli kaynaklardan gelen bilgilerin do ğruluğunu aramakla mümkündür. O halde kar şılaştırma, sosyolojik açıklamalara kalkan bir kimseye belirli bir veriyi çözümlemek ve ondan belirli, soyut ve genel unsurları çıkarmak olabilirli ğini (imkân) veren biricik yoldur. Sosyolojide, diğer tabiat bilimlerinden farkl ı olarak deneyim (experimentation) yoktur, veya çok az ve güçtür. Sosyolojinin lâboratuvarı toplum ve toplumsal gruplard ır. Burada toplumsal denemeler bir bilim adamının deneti altında de ğil, hayatın karmaşık gerçe ği içinde her vakit canl ı olarak yap ılır. Bu yönden tabiat bilimlerindeki bilimsel inancadan yoksundurlar. Gerçi son zamanlarda sosyometri bu bo ş luğu doldurmaya çalışmaktadır. Fakat usiilün yapma oldu ğu gözden kaçmayacak kadar aç ıktır. Çünkü toplumsal olgular ı gerçek kadrolarından ayırmak onları ayırdedici toplumsal niteliklerden soyutlamak 57



demektir. Durkheim'in dedi ği gibi karşılaştırma metodu, dolayısıyla bir deneyim (tecrip) dir. Bu yönden kar şılaştırmalı sosyoloji denilen ş ey, do ğrudan do ğruya sosyolojidir. Esasen sosyoloji, olgular ı tartışmak iste ğini güder ve vasıflayıcı olmaktan öteye geçmek isterse var ılan sonuçlar kendili ğinden karşılaştırmalıdır. Kimi yazarlar tümevar ım (Induction) metodunu bir kar şılaştırma metodu sayarlar. Sosyolojide karşılaştırma diğer bilimlerdeki deneyim metodunun yerine geçer. Üç türlü kar şılaştırma vardır: Tarihi, etnografik ve istatistik kar şılaştırma. A. TARIHI KAR Ş ILAŞ TIRMA (Comparaison historique) Tarih, sosyoloji için geni ş bir kar şılaştırma alanıdır. Bu alanın zenginlik ve geni şliği detaylardaki tereddütleri giderir. Kavramla ştırrna (Conceptualisation) yöneli şlerine kar şı , tarihte toplumsal olu ş (devenir) süreci yer al ır. Kurumlarda unsur ve parçalar ın birbiri ardından nasıl do ğcluklarırlı göstermesi bakımından tarih bir çözümleme arac ıdır. Tarih kendili ğinden açıklayıcı de ğildir. Bununla beraber aç ıklamayı mümkün kılar. Bir yandan, içinde do ğdukları toplumsal çevre ve birlikte de ğişen ş artlar aras ında toplumsal konular ın bir tablosunu gözönüne serer; öte yandan kar şılaştırmayı mümkün kılar. Sosyolog, tarihçiden farkl ı olarak, tek bir millet ve tek bir zaman ı göz önünde tutmakla yetinemez. Bugün bir çok tarihçiler, sadece bir devreye saplanıldığı taktirde, incelemenin çok güç olaca ğını anlamışlardır. Bu yönden tarih, kar şılaştırmaları kolayla ştıran önemli bir a ş amadır. Bu karşılaştırmalar çe ş itli şekiller alır. 1. Karşılaştırma bir toplum içinde ve ba şka ba şka zamanlarda geçen olaylar aras ında yap ılır. Türk toplumunun çe ş itli devirlerinde aile kurumunu kar şılaştırma gibi. 2 . Karşılaştırma aynı tip toplumlarda geçen olaylar aras ında yapılır: Roma ve Atina sitelerinin kurumlar ı arasındaki karşılaştırmalar gibi .



3. Karşılaştırma birbirinden farkl ı toplumların kurumları arasında yapılı r: Fustel de Coulange'in Eski Medine (Cit e Antique) adl ı eseri, baz ı indi düşünce ve pe ş in hükümlerine ra ğmen, tarihi kar şılaş tı rma us ıllünün güzel örneklerini verir. Roma hukuku ile islâm hukuku aras ındaki karşılaştı rmalar da yine benzeri örneklerdendir. G. Smets'in dedi ği gibi, sosyoloji, gerçek fikrine ancak tarih yoluyla 'ula şır; tarih ise gerçe ği ancak sosyoloji yard ımıyla açıklayabilir.



58



B. ETNOGRAFİ K KAR ŞILAŞTIRMA (Comparaison ethnographique) 18. yüzyıldan başlayarak baz ı karşılaştırmalar yap ılmıştır. Tevratın tanıttığı Eski İbranilerin örf ve adetleriyle Amerika yerlilerinin adetleri, yine Amerika yerlilerinin adetleriyle ilk ça ğ insanlarını n adetleri, Çinlilerin örfleriyle eski ça ğdaki insanların adetleri kar şılaştırma konusu olmu ştur. Ne yaz ık ki kar şılaştırma rnetodunun kullan ılması ilk insana, yahut tabiatın elinden ç ıkan insana 4 varmak iddiası yüzünden sonuçsuz kalm ış ve bo ş a çıkmıştır. Bu ve benzeri iddialar Viyana okulu gibi bazı bilim çevrelerinde bugün bile ya ş amaktadır. Viyana okuluna göre Pygmee'ler kat ıksız ilkel bir soydur. Fakat bu gibi yorumlar şu sebeplerden dolay ı doğru de ğildir: Bu yorum, soysal düzenle toplumsal düzeni birbirine kar ıştırır. Sosyoloji, iptidal terimini insanların fizik nitelikleri için de ğil, fakat baz ı toplumsal tipleri göstermek için kullan ır. İlk insana (L'Homme des origines) varman ın imkans ızlığı karşısında, ilkel (iptidai) terimini kronolojik anlam ından tamamıyla ayırmak gerekir. 5 Bu metoda kar şı bir çok takışmalar olmuştur. Bunları tekrarlamak sözü uzatır. Sadece bu metodun da baz ı eksikleri oldu ğunu söylemekle yetineee ğiz. C. ISTATISTIK KAR Ş ILAŞTIRMA



(Comparaison Statistique)



Bir vasıflama arac ı olan istatistik aynı zamanda bir kar şılaştırma usâlüdür. Bu anlamda Simiand ile birlikte gerçek bir istatistik deneyiminin (Experimentation Statistique) var oldu ğu ileri sürülebilir. Bu metot yardımıyla karşılaştırmalar yıllara, ça ğlara, çe ş itli yerlere göre yapılır. Istatistik, mahiyeti bak ımından, yığın olaylarının tesbitine yaradığı kadar bunlar ı karşılaştırmada da önemli bir rol oynar. Sebepleri muhtelif, sonuçlar ı aynı olan olaylar istatisti ğin konusu olurlar. Suç, intihar ve üretim kar şılaştırmalarında özellikle bu metoda ba ş vurulur. Karşılaştırma Metodunu!' Tahlili Karşılaştırma ile olguların gözlemi bütünlenmi ş ve aydınlanmış olur. Tek başına monografi kısırdır. Belirli bir zaman ve mekanda 4 Phomme des origines, Phomme sortant des mains de la nature. 5 Bk. H. Z. -Diken, Sosyolojinin Problemleri, s. 183-184.



59



yürürlük ve geçerlikte bulunan bir Metin özelliklerini anlamak için en iyi yol, bunu ba şka zaman ve mekânda rastlanan olgularla kar şılaştırmaktı r. Fransada derebeylik sistemini incelemek iyidir; Fakat bunu do ğu ve batıda rastlanan benzerleriyle kar şılaştırmak daha iyidir.' Ancak bu suretle köklü ve sürekli bir olay, geçici olaylardan ay ırdedilir. Böylece normale ve özlü niteliklere var ılır. Kimi zaman bir toplumsal olgunun bir yönüne burada, ötekine bir ba şka yerde rastları z; fakat her yerde o olguya vücut veren temel ilke ayn ıdır. Parçalardan bütüne ve tüme varmak isteyen gözlemci için kar şılaştırma metodu de ğerli bir yoldur. Gerçekte genelleme ve kar şılaştırma olmadan bilim olamaz. Dil ve din konusunda bu metodun çok yarar ı görülmüştür. Karşılaştırmanın bir yapılış tarzı vardır. Spencer'den sonra İngiliz antropologlarının sık sık yaptıkları gibi katıksız ve düpedüz bir karşılaştırma verimli de ğildir. Westermarck ve hele Alt ın Dal (Golden Bough) yazar ı Frazer tarz ında türlü kaynaklardan gelen ve her zaman ve mekânda raslanan olgular ın bir katalo ğunu yapmak elbette faydal ıdır. Fakat bunlar, gerçek anlamda, kar şılaştırma sayılmaz. Gerçek kar şılaştı rma büsbütün ba şka şeydir. Kar şılaştırmanın amacı alışkıları (adetleri) iyice inceleyerek, onlar ı sebepleriyle aç ıklamak üzere benzerlikleri kadar ayrılık ve aykırılıkların' da ortaya koymakt ır. O halde karşılaştırılabilen ş eyleri kar şılaştırmalı. Fakat birbirinden farkl ı olguları da geliş i güzel bir araya getirmemelidir. Ancak, uzun gözlemlerin tanıttığı özde ş veya komşu tip toplumlar aras ında verimli ve yararl ı karşılaştırmalar yap ılabilir. Toplumsal tipleri bu türlü inceleme, gere ği kadar ilerlemi ş de ğildir. Öteden beri toplumlar iktisadi ya ş ayışlarına göre sınıflanmıştı . Avcı , çoban, göçebe, çiftçi toplumlar diye yap ılan sınıflamalar böyledir. Göçebelik veya yerle ş ikliğin dil, din, ahlak ve hukuk üzerinde büyük etkiler yapt ığı sanılmaktadır. Bugün toplumlar, te şkilât ve kurulu şlarına (Organisation et constitution) göre s ınıflanmaktadır. Auguste Comte ve Saint-Simon'dan sonra Spencer, askeri durumla endüstri durumu arasında bir ayrım yaptı . Taine aile ve devlet gibi tabii gruplarla parti ve sendika gibi yapma gruplar aras ında bir ayrım yapılmasını ileri sürdü. Tönnies ve Durkheim, cemaat ve cemiyeti (Gemeinschaft und gesellschaft); parçal ı ve te şkil:atlı toplum tiplerini (Type segmentaire et type organis e) kar şılaştırdılar Bütün bunlar çok basit görülebilir. 6 Bk. Grande Eneyelopedie'de Charles Mortet'nin yazd ığı Feodalite maddesi.



60



Morgan ile Powell'in ürkekçe daha önce denedikleri gibi toplumlar ı boyut, örgüt ve uygarlıklarına göre s ıralamak yerinde olur. Annee Sociologique dergisinde bu türlü bir s ınıflama vardır.'



III. AÇIKLAMA (Explieation des faits) Bilimsel araştırmalarda ancak kar şılaştırmalar yaparak aç ıklamalara gidilir ve ancak bu yolla toplumsal olay ve olgular ın mekân ve zamandaki uygunluk ve aykırılıkları ortaya ç ıkar. O halde niçin şurada burada birbirine benzeyen al ışkılara (âdetlere) rastlan ıyor ve neden bu alışkılar birbirine uygundur ? Bu sorular ın iki türlü çözgesi vardır: ya yılış , oluş .



A. YAYILI Ş (Diffusion) Uzun zaman fikir ve olgular ın yayılma, benzeme, ba şka yerlere götürülme ve da ğılmaları onların zaman ve mekânda gerçekle şen uygunluğuna (Confomit es) yorulmu ştu. Benzemelerin taklitten ileri geldiğ ine inanılıyordu. E ğer Çinlilerle Romal ılar baba ş ahhk sistemini uygulamışlarsa bu, her iki milletin sistemlerini kendilerinden daha eski bir milletten aldıklarını gösterir. Bundan dolay ı ilkönce alışkıların kök ve ba şlangıcını aramak ve onları kimlerin buldu ğunu incelemek gerekir. Bundan ötesini gönüllü veya zorunlu nüfus aktarmalar ı ve güçler tamamlar. Ba şka milletlerden alarak memleket kültür ve medeniyetinde a şılamalar yapmaya iktibas, bunun kural ve kanunlar ın gösteren bilgiler tümüne de iktibas teorisi (Theorie de I'emprunt) denir. Yahudilerin, eski ça ğlarda bütün dünyaya yay ılma ve yerle şmeleri olayı ile Yeni ve Eski Dünya aras ındaki benzerlik ve ayk ırılıklar yorumlanıyordu. Lâfitau, Amerikal ıları, İbranilerin gerçek torunlar ı olarak görüyordu.' De Brosses da bu ş ekilde düşünür. Bougainville Taiti'de Eski Dünya ile ortakla ş a bir başlangıcın izlerini buldu ğuna inanıyordu. 9 Bugün hurafe ve birtak ım kurumların kökü, eski Mısırhlarda aranmaktad ır. Bir zamanlar Çinlilerin Mısırlı soydan geldikleri ileri sürüldü. Bugün Ingilterede Elliot Smith ve Perry bu görü şleri 7 Bk. Annee Sociologique, XI, 286-288 ve XII 90-91, 365-366. 8 Yazar mü şrildiğin Tevrat'tan ç ıktığını doğrulayan eserlerin bir listesini vermi ştir. Saint Paul'dan Akinal ı Saint Thomas'a kadar gelen H ıristiyanların savunduklar ı tez de bu idi. 9 M. Cardale Luck (The origin of Maasai 1926) çok yeni olarak Orta Afrika Zencilerinin Ibrani soyundan geldiğini iddia etti.



61



genellemi ş ve genişletmişlerdir. Bu yazarlar a şırı ve hayal gücüne dayanan görü şlerini Rivers'e kabul ettirmi şlerdi. Fakat Jacques de Morgan, Mısır kurumlarıyla Kaldelilerinkini kar şılaştırma veya iki kültür ve medeniyet aras ında ortakla ş a bir odak arama gere ğine Manmıştı .°° İnsanların birbirinden pek çok şeyler ö ğrendikleri ve aldıkları doğrudur. Göçlerin, ürünlerle beraber, fikirleri de bir yerden ba şka yere geçirdikleri yine do ğrudur. Dinlerin kar ışma ve birle şmesi (Syncretisme) de eskiden beri olagelmektedir. Efsane, masal, örf, töre ve yasalar k ıtadan kıtaya dolaşmıştır. Etnoloji, önemi bilinmeyen bu olaylara büyük bir de ğer verir. Büyük milletler sömürgelere ü şüşmüş ve medeniyetlerini uzaklara götürmüş lerdir. Fakat bu aktarma kendili ğinden bir aç ıklama de ğildir. Bunun da kendine göre ş artları, sımrları ve engelleri vardır. Aktarma veya iktibas ın kendisi bile aç ıklanmaya muhtaçtır. Nerede kaldı ki tek ba şına iktibas her türlü medeniyet benzerli ğini açıklayabilsin. Ferguson'a göre ço ğu zaman toplumun bulmay ı niyet ettiği şeyler iktibas olunur."



B. OLU Ş VEYA T'e REY İS (Formation) Adetlerin zaman ve mekan içindeki uygunla şımı, buluş (invention), oluş veya türeyi şe (formation) yorulmaktad ır. Aynı olgu ve sonuçlar (Effets) ayn ı sebeplerden ileri gelirler." O halde toplumsal olgu ve olayların açıklanması her şeyden önce nedenlerin ve olgular aras ındaki bağlılaşmalarm aranmas ıyla mümkündür. Her hangi bir yanl ışlığa yer vermemek için hemen söyliyelim ki kültür veya soylar ın tek bir kökten geldiği hakkındaki ö ğreti (Monogenisme) nin do ğruluğu şüphelidir. Gerçe ğe daha çok uyanı , insan kültür ve soyunun çe ş itli köklerden geldiğini söyleyen görüş (Polygenisme) tür. İnsanlar, benzeri durumlarda, benzeri ş eyleri bulur, yapar ve yarat ırlar; yine benzeri konularda benzeri sonuçlara varırlar. Aynı inan ve aynı uygulamaları insanlara iklim ve çevre ş artları aşılamış ve empoze etmi ştir. Sosyolojinin bu konudaki postulâtı şöyledir: ya şayış ş artlarının benzerli ği fikir, ahlak ve adellerin benzerli ğini meydana getirir." Bu ise, kar şılaştırma metodundan alınan ,



10 J. de Morgan, La prOnstoire Orientale, II, s. 248 ve devam ı , 1926. 11 On emprunte souvent ce qu'on se disposait a inventer. 12 Les memes faits ou les memes effets procedent des memes causes. 13 L'analogie des conditions de vie produit I'analogie des Wes et des moeurs.



62



bir derstir. Adetler ba ğlı bulundukları yer +ve çevrenin ş artları ve raslantıları olmak bakımından yerli, ulusal veya evrensel, olurlar. Ortaya çıkan her türlü ihtiyaçlarla birlikte ister iklim, ister yer, isterse toplumsal çevre olsun; her zaman sebepleri arama gere ği ileri sürülmektedir. Bir adet di ğer bir âdeti var sayd ırır, bir kurum başka bir kurumu açıklar. O halde biyolojide, daha önce denenmi ş olan metotlar dışında acaba hangi yollarla bu sebeplere var ılır ? Bu yollar Stuart Mill'in adlandırdığı gibi uygunluk metodu (Methode de concordance) ve birlikte değiş me metodu (Methode de variation concomitante)nda aranmalıdır. İki olay birlikte var veya yok olur; üstelik birbirine uyarak değişir, doğru veya ters orant ıda artar veya eksilirse bu iki olay arasında bağhhk vardır. Bunun gibi aynı mekân ve zamanda ak ışıp giden iki olay aynı şekilde i şlem görür ve e ğer bunlar aras ında nitelik ba ğı meydana gelirse yine bu iki olay aras ında bağlılık vardır denir. Bu metot daha önce Etnolojide kullan ılmıştı . Böylece âdetler aras ındaki ba ğlılaşmaları (Correlations) incelikle ve do ğrulukla ölçmeye bile giti şilmiştir". Niebor bu yoldan giderek kölelik ba ğlarını incelemiş ; Hobhous ise çevre ve endüstri münasebetleri içinde ilkel kurumlar üzerinde geni ş bir anket yapmıştır. Bu nıetotlarm eksi ği, uygulama araçlarının eksikli ğinden ileri gelir. Genel olarak küçük say ılar üzerinde hüküm yürütülmektedir. İki olay veya olgu arasındaki bağıntının doğruluk derecesi, gözlemin az çok büyük sayı üzerinde yap ılmasına ve tekrarlanmas ına ba ğlıdır. Buna Büyük Sayılar Kanunu (La loi de grands nombres) denir. İş böyle gider, durum bunu gösterir ve istatistik te buna yol verirse bu metotlar yardımıyla sosyolojide, biyolojinin daha önce varmış olduğu açıklık ve doğruluğa varıhr. O zaman birlikte de ğişme, ba ğhlaşma (correlation) ile ifade edilir Yani olaylar aras ındaki ba ğlılaşmanın ş iddet veya ifadesi söz konusu olur. O zaman katsay ı (coefficient) ve say ı endeksleri (indices numeriques), birlikte de ğişimlerin bağhlaşma derecesini gösterir. Böylece buğday fiatlarmın değişmesiyle evlenme sayısı arasında bir sebeplik bağı (Rapport de cause â effet) kurulabilir.is Olas ılık yahut kar şılıklı bağıntının katsayı hesabı karmaşık formüllerle yapıhr.° 6 Örnek olarak, sosyolojide ba ğhlaşma derecesini gösteren basit bir formülü uygulayahm.• Birbiriyle ba ğıntılı olan iki olgunun içinde bulunduğu değişmeleri ayrı ayrı tesbit edelim: Aynı doğrultuda değişen 14 Etnolojide uygunluk metodu için Bk. Mc. Lenan, The patriarchal theory, s. 172, 1885. 15 F. Simiand, Statistique et Experience 1912, (Bu eseri M. Servet Berkin , Istatistik ve Tecrübe adıyla türkçeye çevirmi ştir). 16 Basitleştirilmiş formüller için Bk. J. A. Harris. Biometrica, VII, s. 214, 1909.



63



hallerin say ısına e (yani bu iki olay birbirine ba ğlı olarak aynı do ğrultuda artsın veya eksilsin), birbiriyle ters do ğrultularda de ğişen hallerin say ısı na da d diyelim (burada olgulardan biri artt ığı zaman ötekisi eksilir yahut de ğiş mez). Bu duruma göre, e—d =



e+d denklemi elde edilir. İ endeksi, başka deyimle ba ğhlaş ma katsay ıs ı — I den H- I e kadar giden de ğişiklik gösterir. c = 0 oldu ğunda İ = — I olur ve iki olgu aras ı nda hiç bir uyan ık ve ba ğıntı kalmaz. d = o oldu ğunda İ = + I olur. Bu takdirde olgular aras ındaki ba ğhlaşma (correlation) eksiksizdir. İ endeksi birime ne kadar yakla şırsa incelenen olgular aras ındaki ba ğ o derecede s ıkıdır. Tersine, İ endeksi — I e yakla ştığı derecede bu iki olgu aras ındaki ba ğhlaşma azalır ve tam İ = — I olursa iki olgu aras ında hiç bir ba ğlantı kalmaz. Olgular arasındaki ba ğlılaşmanın az veya çok, sürekli veya geçici, s ıkı veya gevşek olmas ına göre fikirlerin yak ınlık veya uzaklık derecesi ölçülür. Genel olarak toplumsal olgular ın açıklanması bu derecede incelik ve do ğruluk göstermekten uzakt ır. Fakat sosyoloji ister istemez bu yola girmek ve bu do ğrultuya yönelmek zorundad ır. Bilimsel dü şünce bunu gerekli kılar.



IV. SOSYOLOJİK AÇIKLAMA VE SONUÇLAR' Vasıflayıcı sosyolojiye ba ğlı olarak, tarihi, etnografik ve istatistik karşılaştırmalar bizi sosyolojik açıklamalara götürmelidir. Aç ıklama konusunda Dilthey'in Manevi Bilimler (Geisteswissenschaften) ve Max Weber'in Anlay ış (Verstehen) sosyolojisi görü şüne dokunmak gerekir. Daha önce ş uurlu tecahül ve objektiflik kurallar ını incelerken bu konuya ilişmiştik. Burada özet olarak bir iki noktay ı aydınlatmakla yetinece ğiz. Max Weber toplumsal olaylar ın anlayışından söz açmıştı ; fakat bunun sübjektif olarak dü şünülen ferdi hareketlerin anlam ını keşfe götürece ğine inanmak büyük bir hata olur. Bir kere anlay ış eylemi (operation de Verstehen), bu kavram ı savunanlar tarafından hiç bir vakit açıkça tanımlanmış olmadığı gibi bu eylemin nas ıl yapılaca ğı ve niteliklerinin ne olaca ğı da gösterilmiş değildir. Anlayış eylemi psikolojik yönden ele alınırsa üç vetirel 7 göze çarpar: Bir d ış uyarıcının içten duyulması , 17 Vetire (Processus) olaylar zincidir. Türkçede buna süreç te denir.



64



bu duyuya içten verilen cevap ve bunun sonucu olarak ortaya ç ıkan bir davranış ve hareket... Sars ılmış dünyada insanlar iç güvenlik ve gönül rahatı ararlar. Lundberg'e göre insanlar, bunlar ı önsüz ve sonsuz gerçeklerde bulurlar. Bu hal ş öyle bir kıyasa yol açar: 1) D ış karars ızlık ferdin şuurunda bir uyars ızlık (intibaksızlık) duygusu yarat ır. 2) Önsüz ve sonsuz gerçeklere (bizde Tanr ıya) inanma, insana iç güvenlik ve gönül rahatl ığı verir. 3) Kendinde güvensizlik ve uyars ızlık (intihaksızlık) duyan kimseler, güven ve iç rahat ını bu önsüz ve sonsuz gerçeklere inanmada bulur. Do ğru gibi görünen bu kıyas ve önermeler (Propositions) basit ihtimallerdir. Zira bunlar herkesin ki şisel görüşüne bağlı sübjektif yorumlara dayan ır. Bu yönden anlayış kavramı bilimsel görüşün bir gerçekleme metodu (Methode de verification) say ılmaz. İşin kötüsü, anlayış ilkeleri olarak yaln ızca ferdi güdü ve tasavvurlar ın alınması , bu metodu sosyolojiye ayk ırı (Anti-sociologique) k ılar. Ferdin verdiği mâna ile toplumsal olayların açıklanması yamlmalara yol açar. Bunu haber veren yaln ız marksist sosyologlar de ğildir. V. Pareto ve bütün bilgi sosyolojisi (Wissensoziologie) mensuplar ı bu konudaki yanılma payının açıklanması gere ğini duymuşlardır. Durkheim Labriola adl ı eserin tanıtma yazısı nda "toplumsal hayat ı ona katılanların anlayış lanyla de ğil, şuuru aşan derin sebeplerle aç ıklamanın verimli olacağına inanıyorum" diyor. Bougle, fertlerin bilerek güttükleri amaçlar ın, toplumsal evrimin yeterli sebepleri olmad ığını ve insanların kendi davranışları için gösterdikleri sebeplerin nadiren kurumlar ın gerçek sebepleri olduğunu belirtiyor. Sosyologların pek çoğu bu noktada birle ş irler. O halde sosyolojiyi, Dilthey'in yapt ığı gibi, manevi bilimlerden sayarak tabiat bilimlerine kar şıt bir durum takınmak yersiz ve yapmacad ır. Sosyoloji, tabiat bilimleri gibi, tipler, sebepler ve kanunlarla u ğraşır. A) SOSYOLOJ İDE Tİ PLER Sosyolojik açıklamanın ilk basama ğı, olguları, tür ve tiplere ay ırmaktır. Durkheim ve Steinmets gibi özel hallerin toplanmas ını isteyen yazarlar, bu i şlerde en önemli ş eyin, olgular sayısında de ğil, olgular arasında gözlemlenen tipik vas ıflarda aranmas ı gere ğini hatırlatırlar. Benzeri ş artlar içinde ahlâki, hukuki, dini durum ve kurumlar ayn ı olur. Birbirinden uzakta ve aralar ında hiç bir ula ştırma arac ı olmayan kimi kurumlar birbirine benzerler. Bu durum bugün san ıldığından daha basit görünmektedir. Toplumsal ya ş ayışın bütün alanlarında nisbi bir sebat ve kıvam gösteren tiplerin bulundu ğu artık bir hakikattir. Ilkel toplurnlardaki potlaç (potlatch) kurumu bunun güzel bir örne ğidir. 65



Potlaç ilk önce Boas tarafından kuzey bat ı Amerikada gözlemlenmi ş , M. Mauss tarafından Melânezyada" ve Ziya Gökalp taraf ından da Orta Asyanın eski Türklerinde bu kurumun varl ığı haber verilmiştiı ". Bunun gibi alıilik teşkilat ı (Societe de confrerie) da böyle birbirinden çok uzak olan yerlerde ayn ı oluş ve kuruluşta karşımıza çıkmaktadır. Birçok kurum, inan ış ve törelerin, içinde bulunduklar ı yer ve topluluklarda görünen bu kurulu ş , inanış ve törelerin, ana hatlanyla baz ı benzerlikler gösterdikleri ve bu yönden tiplere ayr ıldıkları da doğrudur. Bu sebepten totem sistemi Amerika'da, Avusturalya'da ve eski Türklerde ana hatlanyla birbirinin ayn ıdır. Hepsinde de dış evlenme, ana tarafından hısımlık, parazit iktisat, mant ık öncesi zihniyet (Mentalite prelogique) ve kollektif mülkiyet gibi niteliklere rastlan ır. Yine evrensel dinlerin bir tip te şkil ettikleri ve bunların ortakla ş a nitelikler gösterdikleri bilinen olaylardandır. islamiyet, Hristiyanlık ve Budistlik, soy, ülke ve renk farklarına bakmayarak bütün insanlığa hitabeden evrensel dinler zümresindendir. R. Maunier, Sosyoloji ve Roma hukuku adlı eserinde Kuzey Afrikan ın Kabil (kabylie) denilen toplulukları içinde yaptığı araştırma sonunda bunlardaki aile sistemini Roma ailesi tipine bağlamıştı. Bu sayede binlerce y ıl önce yaş amış olan Roma aile tipini canlı bir ş ekilde bu Kabil zümresi içinde bütün incelikleri ile izlemi şti. Görülüyorki burada halen ya ş ayan yabans ı (exotique) bir sistem tarihi bir sistemi açıklamaktadır." Siyasi alanda yine bu türlü tiplere rastlan ır. Orta ça ğ feodalite sistemi bir tip meydana getirir. Bu tipe bugün Bat ı Afrika sahillerinde ve Mikronezya'da rastlanmaktad ır. Iktisadi yönden de tipler dikkati çeker. Parazit iktisat, kapal ı aile iktisâdı, şehir iktisadi, milli iktisat bu tiplerdendir. B) SOSYOLOJ İ DE SEBEPL İ K KAVRAMI Bir olayı açıklamak onun sebebini bilmek demektir. Sebep kapalı bir sözdür. Mant ıkçılarla metafizikçiler bu konuda enine boyuna münakaş a etmişlerdir. Bilginler için önemli olan sebep de ğil, kanun 18 Bk. Georges Davy, La Foi Juree, s. 167. 19 Eski Türklerde potlaça benzeyen gayet müsrifane muhte şem bir ziyafet vard ı ki adı toy idi. "Dirse han di şi ehlinin sözü ile ulu toy eyledi hacet diledi; attan ayg ır, deveden bu ğra, koyundan koç kırdırdı . İ ç Oğuz dış o ğuz beylerini üstüne yığınak etti; aç görse doyurdu; ç ıplak görse donattı, borçluyu borcundan kurtard ı ; tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sa ğdırdı" (Bk. Kitab ı Dede Korkut, s. 9). Resmi toylara ş ölen adı verilir. (Bk. Ziya Gökalp Türk Medeniyeti Tarihi, s. 58). 20 L'exotique fait comprendre l'historique (Sociologie et Droit Romain) sh. 8.



66



kavramıdır. Tarihi olgunun türünde tek olmas ı yüzünden, tarih alanında, sebep arama i ş inin çok güç oldu ğu do ğrudur. Sosyoloji alanında durum büsbütün ba şkadır. Burada sebep sözü, bazan etki yapan sebepler (Causes agissantes) d ışında, elveri şli ş artları ve basit imkanlar ı gösterir; bunlar bazan maddi ş artlar, bazan olayı n biricik sebebi olan psikolojik unsurlar, bazan şekli ve yaptırıcı sebepler olarak etki yapan toplumsal şekiller (formes sociales), bazan da bir hadisenin oluşunda kıvılcım vazifesi gören tutu şturucu olgulardır (faits declenchants). Mac Iver, 1942 yılında yayınladığı Toplumsal Sebeplik (Social Causation) adlı eserde sebeplik kavram ını ele almıştır. Yazar toplumsal olayların psikolojik unsurlarla açıklanmasına, haklı olarak, tak ışrnaktadır. Be şeri davranışları güdülerde aramak her vakit kolay de ğildir. Zira sübjektif güdülerle toplumsal olgular ı açıklamak çok kere hayal kırıcı olur. Mac Iver, harekete geçiren tutu ş turucu sebeplerin, toplumsal olguların çabukla ş masına ve bir an önce patlak vermesine yard ım ettiğine iş aret etmi ştir. Oldukça durulmu ş (müstakar) bir denge içinde harekete getirici olgu, kesin bir sebep olur. K ısacası tarih, türü içinde tek olan bir olayı ele aldığı halde sosyoloji her vakit durumu tümü ve bütünü ile ele al ır. Mac Iver, pek çok sebep ba ğları aras ında toplumsal sebeplik ba ğının özel vas ıfları bulundu ğu sonucuna varıyor. Zira bu ba ğ şuurlu yarat ıklarda mevcuttur. Şuurlu yaratı klarda birçok dinamik alanlar vard ır: de ğer ve amaçlar alan ı olan kültürel düzen; bu de ğer ve amaçların gerçekle şme araçlarını içine alan teknolojik düzen ve son olarak, gruplar ın oluşunu açığa vuran ve insanlar aras ındaki münasebetler ayarlayan Toplumsal Düzen... Bu üç düzen birbirine kar ışır. Kollektif veya dinamik takdir içinde toplumsal hayat ın çeşitli faktörleri birleşmiş olur. Toplumsal sebeplik meselesi bu üç düzenden her birine özgü olan dinamizmi tek bir sebep kadrosu içine sokmaktan ibarettir. Dinamik takdir bu birli ği yarat ır. Burada kesin rolü, toplumsal te şkilatın dış görünüşü de ğ il, toplumsal olarak kabul edilen takdir sistemi oynar. Tek ba şına bu takdir, iktisadi çöküntü zamanlar ında evlenme sayısının düşük olmas ı sebebini açıklar. Şüphesiz bu yorum ferdi psikolojiye dayanan yorumlara nazaran bir üstünlük ve ilerlemedir. Fakat öte yandan da kollektif psikolojiyi ilk sebepler mertebesine ç ıkarmaya hiç te lüzum yoktur. Bu anlay ış , sebebe dayanan kanunlar ı (Lois causales) hiç bir sak ınca ileri sürmeden, sosyolojiye sokma çabas ına karşı koymaktad ır. Burada Simiand ile birlikte, sebeplik ba ğının bir fail ile fiil, bir güçle sonuç aras ında de ğil, tamamen aynı türden olan iki ol ay arasında kurulmakta oldu ğunu ve bunun da istikrarl ı bir münasebeti, 67



bir kaideliliği ve bir kanunu gerektirdi ğini tekrarlamak laz ımdır. Aranılan şey, sebebin genel olmas ı de ğil, sebep ve sonuç münasebetlerinin genel olmas ıdır. Şartların çe şitliliğini, sebep ba ğlarımn karma şıklığıiii: ileri sürmek faydas ız ve ş artların hepsini aynı planda tutmak da yersizdir. Bir barut yığınana ate ş vererek bir kayay ı uçurdu ğumuzda kaya, barut ve ate ş eşit olarak patlamanın sebep ve ş artlarıdır. Birçok şartlar arasında sebep denmeye layık olanını ayırdetmek gerekir. Say ılan ş artların hiçbiri patlamanın gerçek sebebi de ğildir. Gerçek sebep olsa olsa gazın aniden genişlemesi veya, daha genel olarak, enerjinin bir anda serbest kalmas ıdır. Bu prensibi paradoksal bir misâle uygulayahm: Stanley Jevosn, iktisadi buhranlar ın devrili ği konusunda çok çekici bir açıklamada bulunmu ştu: Buna göre buhranlarm sebebi güne ş üzerindeki lekelerin devrili ğidir. Bu açıklama, zamanında kozmojenik bir roman olarak kar şılandı . Aynı teori ve aç ıklama, 1923 yılında daha bilimsel, daha farklı bir şekilde istatistiklerle destekli olarak yeniden ortaya çıktı . Amerikalı iktisatçı Ludwell Moore, do ğurucu ekonomik devreler (Generating economic cycles) adl ı eserinde bundan bahsetti. Dünya ve güne şe nazaran Venüs gezegeninin hareketleriyle meydana gelen ya ğmurlu ve kurak devreler, birbiri ard ından gelen alternatif buhranlara sebep gösterildi. Şüphesiz, iktisadi buhranlarla ürünlerin bolluk ve darlığı ve yıllık hava şartları arasında bir ba ğlıhk vardır. Fakat sosyologu özellikle ilgilendiren cihet ürünlerde arz ve talebin artıp azalmas ı ve buna ba ğlı olarak fiatların fırlaması veya düşmesidir Yani insan gruplarının bu durumlar kar şısında gösterdikleri ekonomik etki ve tepkilerdir. İnsan gruplarının ekonomik tepkisi fizik olaylar dışında başka sebeplerden de ileri gelebilir: Mesela ürünün artt ırılması veya stokunun yok edilmesi yahut makine ve stoklann geli ştirilmesi gibi... 0 halde en genel münasebetler ancak ekonomik tepkilerle olaylar arasında mevcut olabilir. Bundan dolay ı astronomik olaylar de ğil, ancak bu olaylar karşısındaki ekonomik tepkiler buhranlann gerçek sebepleri olabilir. Bu anlamda toplumsal olaylar ın sebepleri yine toplumsal olaylardır, formülü Durkheim' ın "Toplumsal olayı toplumsal olayla açıklamalı" (Expliquer le social par du ocial) 2 ' prensibini do ğrular. C) SOSYOLOJ İ K KANUNLAR (LES LOIS SOCIOLOGIQUES) Kimi bilginler sosyolojik kanunlar yerine basit yöneli ş kaideliliği araştırması (La recherche de simples regularites tendancielles) yahut 21 Bk. Armand Cuviller, Manuel de Sociologie Tome 1, Paris, 1958.



68



bilimsel sebeplikten ziyade en yak ın tekil tarihi sebeplik ara ştırması deyimlerini ileri sürerler. Fakat bu görü şler şu sebeplerden dolayı yanlıştır. 1. Sosyolojide hiç bir vakit insanl ığın tümünü kapsayan, Vico'nun Üç Çağ Kanunu (La loi des trois âges) Aug. Comte'un Üç Hal Kanunu (La loi des trois etats) veya Lowie'nin i ş aret etti ği bir evrensel sosyoloji bahis konusu de ğildir. Bu kadar büyük ve a şırı istekler Sosyolojinin de ğil, tarih felsefesinindir. 2 . Sosyolojide tek sebep kavram ı manasızdır. Ancak ba ğıntıda kaidelilik oldu ğu yani gözlenen ba ğıntı aynı şekilde tekrarland ığı zaman sebep ba ğıntısı vardır denir. Tek bir halin sebebi yoktur ve onun üzerinde sosyolojik yönden bilimsel bir aç ıklama yap ılamaz. .



3. Sosyologlarm bugüne kadar ortaya att ıkları kanunların baş arısızlığın' ileri sürmek yanl ış bir düşünce, bozuk bir kıyas (Paralogisme)tır. 17. yüzyılda fizikte de hiç bir kanunun ortaya at ılamıyaca ğı söylenmişti. Görülüyor ki bütün bu ele ştirmeler, gerçekte kanun hakk ında edinilen yanlış bir anlayıştan ileri gelmektedir. G. A. Lundberg'in dedi ği gibi, bilimsel kanun deyimi, herhangi bir bilimde ne anlamda ise, toplumbilimlerinde de t ıpkı odur. 22 Sosyolojik kanunlara yöneltilen bir ba şka takışma, bu ilmin ancak sınırlı bir alanda uygulanabilece ği konusundad ır. Dikkat edilirse bu takışma fizik ve biyoloji için de varittir. Bütün bu filmlerde en kuvvetli sanılan kanunlar bile baz ı ş artlara ba ğlı ihtimaliyet derecesini geçemezler; kurulmu ş olan ba ğlılık ve ba ğıntılar bütün hallere uygulanmaz. Mesela Yer Çekimi kanununa göre cisimlerin dikine yere dü şmesi, yan itmelerin olmamas ı ş artına bağlıdı r. Biyolojide türlerin geometrik dizi (Progression geometrique) ile ço ğalması bu türlere yetecek yiyece ğin bulunması ve hepsini yok edecek bir âfetin ortaya ç ıkmaması ş artına bağlıdır." Görülüyor ki kanun, müsbet bilimlerde bile bir yöneli ş kaideliliğini açıklamaktan ileri gidemez. Baz ı ş artlarla s ınırlıdır. Bilimsel gerekircili ğin (determinisme), şartlı bir gerekircilik oldu ğunu bugün artık bilmeyen yoktur. 22 G. A. Lundberg, Foundation of Sociology, N. Y. 1939 Sh. 133 (Le terme de la ki scientifique peut et doit signifier dans les sciences sociales exactement ce que signifie dans n'importe quelle autres sciences.) 23 Malthus insanlarm geometrik dizi, besin ve az ıkların aritmetik dizi ile ço ğalmakta olduğunu ve bu yönden zamanla ang ın insanları geçindiremeyece ğini ileri sürmüştür ki buna benzer kötümser bir fikri çok daha önce islam dü şünürü Maarri ortaya atm ıştır: (Babamın beni dünyaya getirmekle i şledi ği cinayeti ben i şlemedim).



69



Sosyolojiye yöneltilen bir tenkit de toplumsal olgulardaki karmaşıklığın sebep ve sonuç aras ına büyük bir kesinsizlik soktu ğu, her türlü yabancı etkenlerin giderilemedi ği ve uygun etkenlerin de kontrol edilemediği yolundadır. Iş aret edilen güçlük, sosyolojiye özgü bir güçlük de ğildir. Genel olarak hemen her bilimde kanunlar ın hangi özel ş artlar altında do ğru çıktıkları ve bu ş artların ne dereceye kadar gerçekle şme ş ansı olduğu bellidir. Fakat bu güçlük deneysel tahlil, teknik bilgi ve ölçülerin gelişmesi sayesinde giderilir. Sosyolojik kanunlara yöneltilen son bir tak ışma da şudur: Sosyologlar, toplumsal olaylar ı objektif olarak ele ald ıkları halde hayatın sübjektif yönlerinde objektif olmak gibi garip ve a şırı istekle çelişmeye düşüyorlar. Güçlük, bu bilginlerin toplumsal olaylar ı objektif olarak ele almamış olmalarından ileri gelir. Üstelik bu sosyologlar derinli ğine inceleyece ğiz diye toplumsal olguları yalınç şuur hallerine indiriyorlar. Bu takışma ve ele ştirmeye cevab ımız kısaca şudur: şuur hallerini inceleyen psikoloji bile ancak bu sübjektif a ş amayı geçtikten sonra bilimsel bir kılık alabilmiştir. Nerede kald ı ki konusu daha çok dış alemi ilgilendiren sosyoloji bu yanl ış yola sapmış olsun... D) SOSYOLOJ İ DE KANUN ÇE Ş ITLERI 1. Yapı Kanunları (Lois de Structure) Sosyolojik tipler, biyolojide oldu ğu gibi, gerçekten yap ı kanunlalarına yol açarlar. Bu kanunlar bir bütünün parçalar ı arasında organik bağhlaşmaları (Correlations organiques) ifade ederler. Parça veya elemanların birkaç ı bilinince ötekiler ondan ç ıkarılır. Mesela, bir tipte totem inanı, dış evlenme ve ortakla ş a mülkiyet varsa bu tipin toplumsal yapısı Man, iktisat sistemi parazit ve dü şünüş tarzı da mantıköncesi olduğu sonucuna var ılır. 2 . Evrim Kanunları (Lois d' evolution) Sınırlı bir alanda evrimin hangi a ş amalardan geçti ği bilinince ele alınan bir kurumun gelece ğ i ve geçmişi kolayca tayin edilir. Mesela, iktisadi düzende kapah ekonomiden de ğişim ekonomisine, ev sanayiinden fabrika sanayiine gidilir Hukuk düzeninde teamül hukukundan yazılı hukuka, siyasi düzende klândan fratriye, fratriden kabileye, kabileden siteye geçilir. Burada ara ştırma konusunun evrim zinciri içinde 70



geçmişi ve gelece ği belli edilir. Bu kanunlara tiplerin nesepleri (filiation des types) de denir. Yaln ız burada sergüze ştçi bir tarih felsefesinden veya tek çizgili bir evrim faraziyesinden kaç ınmak gerekir. 3. İstatistik Kanunlar ı (Lois Statistiques) İstatistik kanunlar ı, sosyolojik kanunların en tipik olanlarıdır. Bunlara genel bağıntı kanunları (Lois de relation generale) denir. Burada sebepleri muhtelif, sonuçlar ı aynı olan olaylar ele al ınarak belirli ba ğmtılara vard ır. Türkiye'deki nüfusun art ış nisbeti, erkek ve kadın nüfusun oranı , fert başına düşen dış borçlar, suç ve intikarlarm nüfusa nisbeti, hep bu kanunun yard ımıyla elde edilir. Bu kanunlar toplum olaylarının ter& tasavvurlar ı aşan niteliklerini açıklamağa yarar. Burada amaç, herhangi bir birimin özelliklerini de ğil, çok sayıda birimlerden müteşekkil grup veya yığınların özellik veya ana e ğilimlerini belirtmektir. 4. Tarihi Kanunlar (Lois Historiques)z 4 Bu kanunlara tarih felsefesinde s ık sık rastlanır. Burada tarihi olgular zincirinde herhangi bir olaydan sonra hangi olay ın gelece ği araştırma konusu olur. Tarihi kanunlar ın çe şitleri şunlardır: a) Tek tarafh zincirleme, tarihi kanunlar ın en yahncıdır. Geniş anlamıyla başlangıç ve sonuç bakma göre bir olayın başka bir olay ardından gitmesidir. Mesela, devletler için gençlik ve zenginlik devrinden sonra çöküntünün ba şlaması gibi... b) Devri kanunlar (Lois cycliques), tarihi kanunlar ın bir başka türüdür. Eflatun yunan sitelerindeki siyasal hayat ı bir devrenin tekrar ı gibi görüyordu. Filozofa göre devlet şekilleri s ırasıyla Monarş i, Aristokrasi ve demokrasi devrelerinden geçer. İbn Haldun da buna benzer fikirler ortaya atm ıştır. Büyük İslam yazarına göre psikolojik sebeplerden dolayı bir hânedan, parti veya grubun siyasal egemenli ği üç nesil sürer. Burada fatih, mirasyedi ve gafil ku şak veya devreleri s ıralanır. c) Mukadder cereyan fikrine dayanan tarihi kanunlar, büyük tarihi olayları, ucu buca ğı belli olmayan veya kapanmayan devreleri ve bunlara hâkim olan fikirleri aç ıklar. Burada bir kurum, bir toplum 24 Bazı yazarlar bu kanunlar ı evrim kanunlar ı başlığı altında toplarlar.



71



veya bir siyasal rejimin mukadder şekli ve geni ş evrim do ğrultuları gösterilir. Mesela, Aug. Comte'un Üç Hal Kanunu'nda, İlahi devreden sonra metafizik devrenin gelece ği zaruri ve mükadder bir sonuç olarak kabul edilmektedir. Olaylar zinciri, kanunlar ın gösterdiklerinden ba şka türlü olamaz. Bu kanunlar daha çok tarih felsefesi ile ilgilidir. Önce de söylediğimiz gibi bu aşırı istekleri sosyolojiye mal etmekten mümkün olduğu kadar kaçmmahrz.



5 . Bağldaşma Kanunları (Lois de Corr elation) 25 Mantıkan biri ötekini gerektiren iki veya daha çok önermelerin bağıntısıdır. Ö ğretmen ile ö ğrenci, baba ile o ğul bağıntısı gibi tek veya çok taraflı olabilir. a) Tek taraflı bağlılaşmada, kısaca, nerede A olay ı varsa orada zaruri olarak B olay ı da vardır. Bu kanunun en iyi uygulama alan ı nüfus hareketleridir. 110 erkek çocuk do ğumuna kar şı 100 kız çocuk do ğduğu gözlemlenirse bu kanun veya kurala göre yaln ızca kız çocukların sayısı bilinmekle erkek çocuk say ısı bulunabilir. Hat ırda tutulacak şey 110 erkek çocuk do ğumuna kar şılık 100 kız çocu ğun do ğmakta olmas ıdır. b) Çok tarafl ı bağlılaşmalarda kanun birçok sebep ve sonuç ba ğıntılarını açıklar. Kimyada iki cisim birle ş ince üçüncü bir cisim meydana gelir. Toplumsal olaylarda i ş bu kadar basit de ğildir. Birçok sebeplerin bir sonucu, bir sebebin birçok sonuçları ve son olarak, birçok sebeplerin 25 Sosyolojü.' kanunların en önemlisi olmak bakımından Ba ğlılaşma kanunların biraz açıklamak yerinde olur. Ba ğhlaşmayı , batı dillerindeki corrâlation karşılığı almaktayız. İ slâm ı



âleminde Correlation'a tezayüf



fi



•••



L:L;



ve Correlatire de mütezayif



t„;1_:_..4 denmiştir.



İbn Sina'nın, Necatında tezayüf bir bab ın adıdır. Bürham Gelenbevi tercümesinde (cilt I, sah. 101) de - übüvvet bünüvvet gibi herbirinin taakkulüne nisbetle olan mevcudeyn beyninde Tezayilf vardır deniliyordu. Bu görüş bugünkünün aynıdır. Belot'un sözlü ğünde yan yana bulunmak, iki şeyin yekdi ğerine izafeti, nisbeti, denilmi ştir. Bu da, Zayf



sözünün yan anla-



mından ileri gelir. Tabii Kanun iki hâdise arasında nisbet-i sâbite demek olduğuna göre bugünkü manayı anlamak bakımından bu açıklamalar yararl ıdır. Biyoloji ve fizikte de bu kanunlardan faydalamlır. Boyla a ğırlığın, iş bölüm ü ile nüfus kesâfetinin ba ğı nt,sı nisbetleri de bu kanunla ilgilidir. Bir de eskilerin tezayüf emsali dedikleri kat-say ı vardırki bu ciheti bundan önce aydınlatmış bulunuyoruz. Bu kavramın en özlü tanımını Fransızca'da bulmaktayız Petit Larusse'da Gırrelation için mant ıkan biri diğerini çağıran (gerektiren) iki önermenin ba ğ' ıntısı, Correlatif için, mantıkan bir kar şılıklı nisbeti gösterir: Baba ile o ğul, hükümdarla tebea korelatif önermelerdir diyor. Bizim kulland ığımız bağlıla şma terimi kısalık ve yorumiama amacını güder.



72



birçok sonuçları olduğu bilinen bağıntılardandır. Ayrıca toplumsal hadiselerin oluş unda bir çok dinamik ve duygusal unsurlar da i ş e karışır. Bunların anla şılması, sayılması ve ölçülmesi çok güç ve oynakt ır. Bekta ş ilerin bulundukları yerlerde tav ş anın bol olması , İslânı memleketlerinde yaban domuzunun iktisadi bir de ğer ta şımamas ı ve benzerleri, ölçülmesi güç, bir tak ım duygusal ve dinamik unsurlarla aç ıklanabilir. Bunu gören baz ı bilginler sosyolojide ancak Yöneli ş Kanunları (Lois tendancielles) mn bulunabilece ğini söylerler. Yine bu duygusal ve dinamik unsurlar konusunda Eski İspartada sava şta yavrularını kaybeden annelerin yas tutacak yerde ş enlikler yapt ığı, insanın bağrını ve bo ğazını yakmasına ra ğmen içkilerin acı yerine gönül ferahlığı verdi ği, bir me ş in topun koca bir ba şkenti co şturdu ğu herkesce bilinen örneklerdendir. K ısacası bütün toplumsal kanun ve kurallarda dini inanış , estetik duyu ş , bilimsel anlayış , bâtıl düşünü ş ve pe ş in yargılar iş e karışı r ve bunlar ço ğu zaman gerçe ği saklar veya tersine çevirirler. Çok taraflı ba ğlılaş malarda bu türlü duygusal ve dinamik etkenlere karış an olayları bilim süzgecinden geçirmelidir. 6. Birlikte Değişmeler Kanunu (Lois de Variations Concomitantes) Bu kanunun en basit ifadesi A olay ı de ğişmeye ba şladığı zaman bununla do ğru veya ters orant ıll olarak B olayının da de ğ iş mesidir. Bu kanunlar, genel olarak, denge kavram ından ayrılmazlar. Dengeler pek seyrek olarak yalınç, ço ğu zaman bile ş iktirler. Çünkü iki olay orantil ı olarak de ğiş meye ba şladığında, bunların yanında ba şka olaylar da de ğişirler; neticede çe ş itli dengeler ortaya ç ıkar. Bu kanunda hat ırda tutulacak nokta, de ğişimlerin toplumsal yap ılarda belli sınırlar arası nda cereyan etmesidir. Mesela bir çocuk üzerinde e ğitim sebebiyle yapılan maddi ve manevi bask ı, belirli sınırlar içinde ölçülü olmal ıdır. Aşırı bir baskı çocu ğu yola getirecek yerde çileden ç ıkarır ve doğru orant ı yerine tersine orant ı başlar. Çocuk a şırı baskı sonunda ters orant ıli olarak kötüle şir. Görülüyorki her olguda bir de ği şme katsayısı (Coefficient) vardır ki mekân ve zaman ş artları bunları de ğiştirebilir veya tersine çevirebilir. De ğişkenlerden biri daha a şırı bir derecede de ğişmeye devam ederse toplumsal olgunun mâhiyet ve tabiati de ğişmeye ba şlar. Yukarıda aldığımız çocuk e ğitimi iş inde çocuk üzerindeki baskı çocuğu yaralıyacak, melekelerini yok edecek veya bir uzvunu tatil edecek dereceye vardırılırsa o zaman bunun islâh ile ilgisi kalmaz ve olgunun yap ısı de ğiş erek bu hareket ceza kanununa göre bir suç olur. Şimdi bu meseleyi daha iyi belirtmek için birkaç örnek daha alal ım: Bir memlekette 73



bilimsel ara ştırmalar ne_ derecede resmi makamlar ın kontrolü dışında yapılırsa buluşlar ve bilimsel sonuçlar o kadar verimli olur. Fakat birlikte de ğiş meler kanununun i şleyebilmesi belirli toplum ş artlarına ba ğlıdır. Zira ilmin de ğerini bilmeyen, bilimsel ara ştırmalara önem vermeyen bir toplumda bu kanun i şlemez hale gelir. Dünyan ın en verimli bilgini zaman ve mekân ş artlarına uymadığı takdirde mükâfat olarak ters yüz veya işkence görür ve sürekli olarak süründürülür. Alt ının de ğerini sarraf bilir, ilmin de ğerini alim bilir, yollu ata sözleri bu durumu aç ıklamaktadır. Bundan dolayı yukarıda övdüğümüz akademik ba ğımsızlık, tersine bir orantı ile memleket kültürünü geriletebilir. Bu durumda idareciler memleket kültürünü belirli bir seviyeye yükseltmek ve o seviyede tutmak kararına varırlarsa o zaman bask ı ve zorlamalar ba şlar. Gelene ğe ba ğlı kültürün yetersizli ği karşısında iktibas (aktarma) yolu ile daha ileri memleketlerin kültür ve medeniyeti memlekete sokulur. Beklenilen seviyeye gelinceye kadar resmi makamlar akademik hayat ın ve kültür hayat ını n yöneticisi ve koruyucusu kal ırlar. Rusyada Deli Petro, Japonyada 1868 yılındaki yenile şme hareketi bu arada sayılabilir. Buna kendi kendini sömürgele ştirme anlamında Auto-colonisation (otokolonizasyon) derler. 7. Sebeplik Kanunları (Lois Causales) Olaylar zincirinde önce gelen halkalar ın, sonrakilerin sebebini teş kil etmesi halidir. Buna daha çok ekonomi alan ında rastlanır. Bir memlekette bolluk ve geli şme devrinde yat ırımların artmas ı, kuvvetli bir üretim gücü yarat ır. Bu da s ırası gelince fiatlar ın düşmesine sebep olur. Görülüyor ki zincirin halkalar ı kendinden sonra gelen halkalar ın (olayların) sebebini te şkil ederek sıralanıp gitmektedir. Burada zaman ve mekan ş artlarını v e fertlerin olaylar kar şısında gösterdikleri etki ve tepkileri hesaba katmak gerekir. Sosyoloji pozitif bir bilim olarak neden, nerede ve ne zaman sorular ını cevaplandırmak zorundad ır. Fiatlar ucuzladı ; neden; çünkü bolluk ve geli şme ile piyasaya fazla mal geldi.



8. Sosyolojide Öngörü (Previson en Soeiologie) Toplumsal hayatta tekrarlamalar oldu ğundan ileride tekrarlanacak olayı bir dereceye kadar önceden kestirmek mümkündür. Kar şılıklı etki ve tepkilerin çoklu ğu yüzünden şüphesizki yetkin ölçüde bir öngörü söz konusu olmaz, yeni bir olay ın hangi anda ve hangi şekilde 74



ortaya çıkaca ğı kesin olarak söylenemez. Fakat baz ı sınırlar aras ında toplumsal bir şeklin evrimini yahut bir kurumun yap ısındaki de ğişmeleri ve belirli hareket evreleri ard ından gelecek olan olaylar ı önceden görmek hiç te imkans ız değildir. Durkheim, bir kurumun de ğişmesiyle ilgili kanun bilindiği takdirde henüz olu ş halinde bulunan belirli bir kurumun ileride ne şekil alaca ğını önceden haber vermenin mümkün olacağını açıklamıştır. Bugün Konjonktür servis ve enstitüleri yardımıyla, tabir caizse, iktisadi kehânetin çok kesin metotlar ı elde edilmiştir. Bunun gibi demografik olaylarda, daha az kesin olmakla beraber, kanaat olaylarında önceden görme imkanları vardır. Bu usulün suçlara da uygulanmas ına başlanmıştır. Amerikalılar evlenme konusunda bile bu usule ba ş vururlar. Böylece ileride kurulacak yuvan ın ahenkli olup olmayaca ğı öngörü metotlarıyla aydınlatılır. Prof. H. Z. Ülken'in belirttiği üzere toplumsal olaylarda üstten alta, yüzden derine, yal ınçtan karmaşığa gidildikçe öngörü zay ıflar; buna kar şılık insan bilimlerine has sezgi ve ön sezgi artar'''.



26 Metot bahsi için özellikle şu eserlere bakılmalıdır: Prof. Hilmi Ziya Vlken, Sosyolojinin Problemleri, İ stanbul, 1955. R. Maunier, Introduction k la Sociologie, Paris, Alcan, 1929. Armand Cuviller, Manuel de Sociologie, Paris, 1958. E. Durkheim, Les r eş gles de la Mahode sociologique, Paris, 1947 bas ısı. Simiand, Istatistik ve tecrübe (M. Servet taraf ından dilimize çevrilmi ştir, 1928). Necmettin Sadık ve Maks Bonafus, İçtimaiyat, İ stanbul, 1927 (eski harflerle). G. Bouthoul, Traite de Sociologie, Paris, 1947.



75



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SOSYOLOJ İNİN TARİHİ ' I. HAZIRLIK DEVRİ (LA PREPARATION) Sosyolojinin ancak son yüzyılda başlamış olduğu söylenmektedir. Bu duruma göre Sosyoloji sözünün bulucusu olan Auguste Comte, bu bilimin kurucusudur. Bu görüş , her bilgi dalının ba ğlı bulunduğu kuruluş süreç ve sonucunu bilmemekten ileri gelir: Bilim, içe do ğma, yaratma ve buluşlarla de ğil, daha çok oluşma ve geli şmelerle vücut bulur; o halde kurucuların öncüleri de olmak gerekir. Tarih, tarih öncesi (Prehistoire) olmadan dü şünülemez. Sosyoloji, bugünkü anlamda, ancak bu yüzy ılın başında, daha do ğrusu, geçen yüzy ılın sonunda kurulmuş , gerçek varlığını duyurmuş ve göstermi şti. Sosyolojinin gerçekten bir bulucu ve kurucusu aranıyorsa bu da İbn Haldun ile Adam Ferguson'dur. 2 Bu bilimi batı dünyasında ilk yayanlar ideolog ad ını taşıyan bilginlerdir. 4 ırlık devri, kurulu şundan öncedir. Toplumsal Fakt,soyljinhz olguları vasıflama, kar şılaştırma ve yorumlamaya, aç ık veya kapalı olarak, çok eski zamandan beri ba şlanmıştır. Felsefe, problem ve sistemleri ortaya atarak hemen onlar ı tartışmaya geçti ği halde sosyoloji yavaş yavaş gelişmiş ve oluşmuştur. Felsefe hareketleriyle sosyoloji ilerlemeleri aras ındaki münasebetleri unutmadan bu bilimin olu şma sürecinde ilkin tarih öncesini sonra tarihini çizmek gerekir. Bu durumda, hazırlık ve kuruluş devirlerini ayırdetmek gere ği ortaya çıkar. Hazır1 Bk. R. Maunicr, Introduction â la Sociologie, Paris, Lib. Felix Alcan, 1929, Sh. 67-99. 2 Adam Ferguson (1723-1816) İ skoçyah bir tarihçi ve filozoftur. Sivil Cemiyet tarihi üzerinde deneme (Essay on the History of Civil Society) ve benzeri eserler yazd ı. (BK. II. Bölüm). 3 ideologlar, siyasi ve felsefi bir gruptaki bilginleri gösterir. Condorcet, Laplace, Lamarck, Amper bunlardand ır. Fransada Konvansiyon devrindeki fikir hareketini temsil eden bu kimselerin hepsi insan ruh ve zihniyetinin tahliline koyulmu ş değildirler. Fakat hepsi de gözlem (mü şahede) metodunu uygularlar. Bu ise her türlü metafizik dü şüncelerden uzak bulunmakd ır. (Bk. II. Bölüm).



76



lık devri çok eskiden ba şlamış olup 18. yüzyılda sona erer. Bu devir üç kısma ayrılır: Kutsal Kitapla ilgili karşılaştırmalar, Akdeniz'le ilgili karşılaştırmalar, Evrensel karşılaştırmalar. A) KUTSAL K İTAPLA ILGILI KARŞ ILAŞTIRMALAR (COMPARAISONS BIBLIQUES) Gözlemlenmi ş olan toplumsal olguların açıklanmasını mümkün kılan bir takım karşılaştırmalar yapılmadıkça sosyoloji var sayılamaz. Fakat karşılaştırmalar uzun zamandan beri hayali ölçülerle yapılagelmektedir. Henüz görülmemi ş ve gözlemlenmemi ş olan şeylerin tasarlanması ve hayal edilmesi ileri sürülüyor; ilkel toplum yap ılarının bir takım varsayış ve tahminlerle meydana çıkacağına inanılıyordu. Aynı tarzda, toplumun geli şme ve ilerleme do ğrultuları çizilmişti. Görülmediği ve gözlemlemnedi ği halde, tarihi olaylar ve yabans ı Ctdetler (l'exotique) hayal ediliyordu. Bütün bunlar, kesin olarak, sosyoloji ara ş tırmalarıyla ilgisi olmayan şeyler de ğildir; insanlık alemi bu yolları izleyerek gerçek bilgiye varmıştır. Böylelikle eskiyi ve uza ğı görme ve anlama iste ği doğmuş ve gelişmiştir. Ortaya atılan görüşlerin doğru veya yanlış uygun veya uydurma oldu ğunu anlamak için geçmi şte (tarihte) veya uzakta (Afrika, Avusturalya ve Amerikada) ya ş ayan insan ve toplumlarla ilgili belgeler aranm ıştır. Kutsal Kitaplar bu devrenin belli başlı bilgi edinme araç ve gereçleriydi. Kutsal Kitaplardaki bilgilerle toplum olaylarını bu şekilde karşılaştırma bilimsel soru şturmaların (anketlerin) ilk dayana ğı oldu. Eskiler en eski insan gruplar ının ne şekilde yaşadıklarını sezgi (intuition) ve kehanetle anlayacaklar ım sanmışlardı. Her mezhebin inanç ve idealine göre ya şatmakta olduğu altın devrini veya demir çağın anlamak çabası bu gibilerdendir. Hıristiyanlık ortaya çıktığında Kutsal Kitap bu dinin iman ve akait kitabı oldu. Eski sözleşmede (Tevrat'ın) insanın çıkış ve düşüşü hakkındaki buyrukları imaııııı temel direkleri oldu. Böylece kutsal kitap, içinde kar şılaştırmaların yapılacağı ilk metin oldu. 4 Bu yolla Sosyoloji, her türlü insan bilimlerinde oldu ğu gibi, menşe efsanelerine (Mythes d'origine) kavu ştu. O halde ilk vasıflama ve karşılaştırma isteği, motiflerini din kitapları ve ilahiyat (Theologie) ta buldu. 17. yüzy ılda belirli bir insan grubunda din ve yasaya ili şkin ilk vasıflamaları (descriptions) Kutsal Kita4 R. Maunier, La bible et la sociologie comparee, Scientia (Milan) 1919.



77



ha borçluyuz. Fobein, tarihçi Flavius Josephe'in Yahudili ğin Eski Çağlar', (Les Antiquites Judaiques) adl ı eserini 1545 yılında 5 ; İngiliz ilâhiyatçısı Kembriçli John Spencer ise ibrani yasa ve törelerine ili ş kin büyük eserini 1686 yılında yayınlarnıştı Spencer, üç kitap içinde İsrailin bütün âdetlerini tasvir ediyordu. Bu eser birçok kar şılaştırmalar için kaynak vazifesi görmü ştür. Burada Amerika yerlileri ile Kutsal Kitap'ta adı geçen kavınin özdeşlik ve benzerliğine iş aret ediliyordu. Daha sonra gelen gözlemci yazarlar Kutsal Kitap'tan edindikleri fikir ve hatıraların etkisi altında kaldılar. Ellerinde Kutsal Kitap oldu ğu halde Amerika yerlilerinin ya ş ayışlarını incelemeye koyuldular. XVIII. yüzyılda bu görüş de ğişti. Dinin etkisi altında kalmayan serbest dü şünürler, yazdıkları eserlerle yava ş yavaş ilâhiyat ile sosyolojinin ayrılmasını sağladılar. Bu suretle kar şılaştırmalar Kutsal Kitap'tan ba şka yerlerde de aranmaya ba şlandı . M. Lanson, Montesquieu'nün eserinde Tanrı Milleti (Yahudilik) ne ayr ılan kısmın, Amerika veya Okyanus vahşilerine ayrılan kısımdan daha az yer tuttu ğunu tesbit etmi şti. De Brosses 1760 yılından başlayarak tarihi âdetlerle yabans ı6 âdetleri karşılaştıran yazılarında çıkış noktası olarak, Yahudilerin yerine eski Mısırlıları koymuştu. O zamana kadar hemen hemen her türlü kar şılaştı rma Kutsal Kitap'la ilgili bulunmakta idi. Frazer gibi İngiliz bilginleri bu geleneklere ba ğlı kaldılar. Zamanımızda Robert-Louis Stevenson için Güney denizlerindeki ya ş ayış tarzı eski devirleri andırır. Ona göre Mikronezya şefi, İsrail'in ilk kralı olan Saül'ün çok yakın bir benzeridir. Aydınlanma devrinde hayal gücüne dayanan incelemeler de ğerini kaybetmedi. Teolojinin yerini felsefe ald ı ve altın devri hulyalarına dönüldü. İlk Seyyahlar ve özellikle ilk incil vaizleri (Evangelisateurs) her türlü nua.nt ıki temelden yoksun olarak, vah ş ilerin fazilet ve mutluluğundan bahsediyor ve öteden beriden ald ıkları bilgilerle Havarilerin gösterdikleri fazilet örneklerinden, iyi vah şi (Bon Sauvage) teorisini çıkarıyorlardı . Jezvit,(Jesuites) masallar ının Rousseau gibi bir düşünüre ilkel insanın iyiliği hakkındaki hulyayı ilham ettiğini görmek çok ac ıdır. Karşılaştırma metodunu bo şa çıkaran bu kuruntulara, sadece i ş aret etmekle yetinece ğiz. Burada biri ilkel öteki ileri, biri tabiat , öteki toplum içinde ya şayan iki hayali ş ahsiyet kar şılaştırılmaktadır. İster mutlu, ister kara bahtl ı olsun, insanların yasasız geçen bir anar şi devri yaşadığı üzerinde durulınaktadır. Bu noktadan ba şlayarak özden imparatorlu ğa 5) Flavius Josephe, 37-95 yıllarında Kudüste ya şamış bir Yahudi tarihçisidir. 6 Les Egyptiens ont remplace les juifs comme point de Miart de la comparaison des coutumes historiques avec les coutumes exotiques, (R. Maunier, ayn ı eser, sn. 70).



78



kadar giden ve hiç bir ciddi temele dayanmayan bütün bir tarih zinciri ortaya konmuştur. Karşılaştırmalarda çok kere hayal gücü dü şünceyi, kuruntu gözlemi, dış görünüş gerçe ği boğmuş , ve karşılaştırma metodu başka bir kılığa girmiştir. Bu arada bir Henri . Estienne, bir Bayle, bir Voltaire, bir Lucien'de oldu ğu gibi vahşilerin dini tören ve menseklerinin, Hıristiyan veya Roma dinlerindekilerle kar şılaştırıldığı görülmüştür. Bu kar şılaştırmalar bilimsel amaçlarla de ğil, sadece alay etmek ve sonuncuları gülünç bir duruma düşürmek için yap ılmışlardı . Bununla birlikte ilâhiyat ile felsefenin sosyolojiye giden yolu açm ış oldukları ş aşmaz bir gerçektir. B) AKDENIZLE ILGILI KAR ŞILAŞTIRMALAR (COMPARAISONS ME. DITERRANESNNES) Pozitif ara ştırma nedenini, uzak ve yabans ı ülkelerde ya şayan milletlerin ke şfi sonunda uyanan ö ğrenme merakında aramalıdır. Eski şeyleri ö ğ renme hevesinden sonra yabans ı âdetleri ö ğrenme merakı uyandı.7 Nasıl eski milletlerin ya şayışı, tarih ve kutsal kitaplardan ö ğrenilmişse, yabansı âdetli toplumların yaşayışı da gezilerden ö ğrenildi. Gezi veya yerle şme amacıyla uzaklara giden insanlar istek ve ihtiyaç güdüsü altında karşılaştıkları olayları gözlemleyerek kar şılaştırmalı bir insan biliminin doğmasına yol açtılar. Denebilir ki sosyoloji, kimi gözlemcilerin uzakta ya ş ayan toplumlar aras ına girme, yerle şme ve ara ştırmaları sonunda doğmuştur. Bu devirlerde vas ıflama sırf vasıflamak, karşılaştırma s ırf karşılaştırmak için yapılıyordu. O halde sosyolojinin ilerlemesi, ülkelerin ke şif ve fetihleri sonunda gerçekle şmiştir denebilir. Uzun müddet bir yerde kalmadıkça o yer hakkında esaslı bir bilgi edinmeye imkân yoktur. Bu yönden, toplumlar ın karşıla ştırmalı etüdü, dünyanın keşfi ve sömürgele şmesiyle paralel olarak iki safha gösterir: Akdeniz safhas ı denilen ilk aşamada hinterlantları ile birlikte Akdenizin Asya, Afrika ve Avrupa k ıyılarındaki memleketler gezilmi ş ve bulunmuştur. Bu safha orta ça ğın sonuna kadar uzar. İkinci aş ama Evrensel Safhadır. Bu devrede iki Hindin (Hindistan ve Amerika) ke şfi bütün dünya milletlerini gözlem ve karşılaştırmaya götürdü İlkin Amerika ve Asya, sonra Okyanus ve daha sonra Orta Afrika milletleri incelendi. Modern safha denilen bu devre 300 yıllık bir zamanı kapsar. Eskiler sömürgeler kurdular ve o yolla toplum olaylarını gözlemlediler. Önce yunanlılar, sonra romal ılar ke ş if ve fetihlerle bir ö ğrenme 7 L'attrait de l'exotisme suit celui de l'arcaisme, R. Maunier ayn ı eser 72.



79



arzu ve ihtiyac ını isteklendirdiler. Milattan Önce 4. yüzy ılda nüfus sayımı başlamıştı . Daha sonra Eratostene "in taklit etti ği Hecatee de Millet 9 o zaman bilinen milletlerin bir tablosunu çiziyordu. Bu tabloda gerçek olgularla masal ve efsâneler birbirine kar ıştınhyordu. Herodot 5. yüzyılda barbar dedikleri toplumsal âlemin oldukça zengin bir tasvirini yapmıştı . Herodot aslında bir seyyaht ır. Saflığına ra ğmen iyi bir gözlemciydi. Zamanla de ğerini kaybetmeyen ölmez bir eser yazm ıştır. Eseri bir tarih örnek ve kayna ğı oldu. Dâhi tarihçiden iki bin y ıl sonra Rönensans devrinde ya ş amış olan Henri Estienne °°, Herodotun savunmas ı (Appologie pour Herodote) adli eserinde bu ünlü tarihçinin Eski Dünyada gözlemledi ği âdetlerin benzerini Yeni Dünyada bularak yazd ıklarımn doğru oldu ğunu anlamıştı . Henri Estienne böylece eski ve yeni çağ tarihlerini kar şılaştırmanın ve birlikte incelemenin yararl ı olduğu sonucuna varm ıştı . Yine M.O. 5. yüzyılda Thucydide, yunan tarihini yazmıştı ." Bu yazar, Helenlerin ilk ya ş ayışını gözlerde canlandırmak için ça ğdaşları olan Etoliyen ve lokriyen haydutları arasında uygulanan âdetleri incelemi şti. 12 Bu ise, düpedüz kar şılaştırma kuralımn açılış töreni demekti. Bundan yüz y ıl sonra Aristo dünyaya gelmi ştir. Bu filozof olguları toplayan ve gözlemleyen e şsiz bir dahidir. Ço ğu kaybolmuş bulunan yunan anayasalar ını yazmıştı . Bunlardan Atina Anayasas ı 70 yıl kadar önce bulunmu ştur. İlk olarak, olgular, derleme ve toplanmaya ba şlandı . Derleyiciler karşılaştırıcıların çalışmalarına ön ayak oldular. Milattan yüz y ıl önce Strabon" ve ondan yüzyıl sonra Diodore de Sicile, olgu ve âdetleri topladılar." İkinci yüzyılda Pausanias, Yunanistan kılavuzu (Itineraire 8 Eratosthenes, Millattan önce 275-185 y ılları arasında yaşamış, iskenderiye okuluna mensup bir yunan matematik ve astronomi bilginidir. İlk olarak dünyan ın meridiyenini ve güne ş dönencesinin (medari şemsinin) inhirafını ölçmüştür. 9 Ilecate de Millet, Milattan 4 yüzyıl önce yaşamış bir yunan tarihçi ve co ğrafyacısıdır. 10 1531-1598 yıllarında yaş amış üstün de ğerde bir helenisttir. 11 Thucydide, milattan önce 460-395 y ıllarında yaşamış büyük bir yunan tarihçisidir. Pelepones harplerinin tarihini yazm ıştır. Burada gerçe ğe susamış, tarafsız ve ba ğımsız bir bilgin olarak hareket etmi ştir. 12 Etolie, merkezi Misolongi olan yunanistan ın bir parçasıdır. Burada oturanlara etoliens derler. Bunlar vaktiyle Makedonyahlarm dü şmanı idiler; onlara karşı bir birlik bile kurmu şlardı. Locride, eski yunanistanda bir yönü Ege denizine di ğeri Korent Körfezine bakan bir yerin adıdır. Yerlilerine Locriens derler. 13 Strabon, Amasyada do ğ muş çok ünlü bir yunan co ğrafyacıdır. Co ğrafya adli eseri çok değerlidir. 14 Diodore de Sicile, de ğerli bir taihçidir. Tarihi kitaplığı (Biblioth&pıe Historique), eski devirlerin tarihini içine alan önemli bir eserdir.



80



de la Grece) adl ı bir eserde efsane, âdet ve yasalar ı derlemi şti. 15 Romalılar da kendilerini bu hevese kapt ırdılar. Bunlar gözlemden daha çok derlemeye (Compilation) önem verdiler. Orta ça ğ fikir alemi Romanların miras bıraktıkları bu olgularla beslenmi ş ve Rönesans, Kutsal Kitap dışında bilinen şeyleri Yeni Dünyaya nakletmek için, buradan hareket etmişti. Milattan yüz yıl önce Ponponius Mela" ve Pline,° 7 sonra Valere Maxime," daha sonra Solin," gözleme dayanan vas ıflayıcı sosyoloji ile ilgili eserler yazdılar. Bu vasıflama ve karşılaştırmalar ip uçlar ı verdi. Milattan iki yüz yıl önce Aulu Gelle,2° 12 levha hukuku, koruyucu tanrılar (Faunes) hukuku ve İtalyan yerlileri (Aborigenes)ne ait hukuk sistemlerini kar şılaştırıyordu. Böylece tarih, daha o zaman, etnografya'mn yardımını sağlamış bulunuyordu. Orta Ça ğda, Akdeniz hinterlandı biraz daha tanındı ve bilindi. Araplar bir yandan Afrikaya giderken öte yandan Asyay ı yeniden keşfediyorlardı. 10. yüzyılda İbn Havkal yollar ve ülkeler (Elmesalik Velmemalik) adıyla bir eser yazd ı . Seyyahlar, hac ılar, haçlılar, daha sonra tacir ve misyonerler Tataristan ve Çine kadar gittiler. Venedikli Marco Polo gözlemini yaptığı çevrelerde çeyrek as ır dola ştı ?' Bu yazar olay ve olguları eleştirmesini bilmiş ve kendisine söylenenlerle gördüklerini birbirinden ayırdetmi ştir. O zamandan beri el yazmas ı olarak ortada dolaş an Mir'at (Miroirs), Cihannüma ( İmages) ve Hazain (Tresors) yazarları adı altında yeni derleyiciler türedi. Bütün bunlar dünya durum ve yönetimi ile ilgili yaz ılar yazdılar. Kur'an 1141 yılından başlayarak, bat ı dillerine çevrilmeye ba şlandı . Ş arkın Kanun kitabı (Livre de Loi au Sarras ın) adlı eser, 14. yüzyılda müslümanlar hakk ında bilinenleri halkın anlayaca ğı bir seviyeye indirdi. 15. yüzy ılda Pierre d'Ailly 15 Pausanias, ikinci yüzy ılda ya şamış bir yanan co ğrafyacı ve tarihçidir Yunanistan Rehberi (Itineraire de la GfCce) adli eseri arkeologlar için çok de ğerli ve yararlıdır. 16 Ponponius Maa, Latin coğrafyacısıdır. (De situ Orbis yahut Chorographia) adh eseri coğrafya için çok de ğerli bir kaynaktır. 17 Pline, iki pline vardır. Dayısı olan büyük Pline daha çok tabiat tarihi bilginidir. Genç Pline ise tarihçi ve sosyologdur. Trajan övgüsü (Panegyrique de Trajan) adl ı eseri de ğer biçilmez bir tarihi belgedir. Edebiyat üzerine (De Lettres) adl ı eseri ise eski âdetlerle ilgili bir kaynakt ır. 18 Valere Maxime, Tibere'm ça ğdaşıdır. Önemli olgu ve söylentileri içine alan 9 ciltlik bir eser yazmıştır. 19 Solin, Milattan üç yüz y ıl önce ya şamış bir latin coğrafyacısıdır. Polyhistor adlı eseri çeşitli memleketlerin tabii tarih ve etnolojisinden bahseder. 20 Aulu Gelle, Latin gramerci ve ele ştiricidir. Atikin geceleri (Nuits d'Attique) adl ı eseri çok de ğerlidir. 21 Marco Polo, İtalyan co ğrafyacısıdır. Mogolistan ve Orta Asyay ı dolaşmış, Sumatradan geri dönmüştür. Gezi noktalar ı (Le livre de Marco Polo) de ğerli bir belgedir.



81



ve papa Sylvius Aeneas kozmografya ile ilgili eserler yazd ılar. Nihayet Orta Ça ğın kendine göre yorumcular ı veya kar şılaştırıcıları vardı . Roger Bacon 13. yüzyılda Opus Majus adl ı eserinde Yahudilerinkinden ba şka Arap ve Tatarlar ın tap ınmalarından söz açarak mü şriklerin tap ınmalarım ve puta tapanların hurafelerini H ıristiyanlık inançları ile karşılaştırıyordu. Gervais de Tilbury, Otia imperiala adlı eserde ilk olarak halk inanış ve davram şlarını , itikat ve âdetlerini toplam ıştı . Bu eser, Avrupanın ilk folklor kitab ı oldu. İslâm dünyas ında daha geni ş ölçüde derleme, kar şılaştırma ve yorumlara gidilmiştir. Farabi'den ba şlayarak İbn Sina, İbn Rüş d, İmamı Gazali, toplumsal olaylar ı yalnız derlemekle kalmam ış , onlar üzerinde karşılaştırmalar bile yapm ışlardı "b. İbn Batuta gibi seyyahlar, hayali şeyleri de yaz ılarına karıştırmış olmakla beraber, devrin co ğrafi çevrelerini aydınlatan bilgiler vermi şlerdir. Sosyoloji yönünden en de ğerli eseri, hiç şüphe yok, Tunuslu İbn Haldun'a borçluyuz. Bu bilgin tarih kitabının mukaddimesinde tarih felsefesi ve bugünkü anlamda sosyoloji yapmıştır. Tarihi ve toplumsal olaylar ı ilkin vasıflamış , sonra kar şılaş tırmış , daha sonra onlar ın sebeplerini anlamaya çal ışnuştır. Bu üç a ş ama ise bugünkü anlamda bir sosyoloji yapmak demektir. 22 Orta ça ğın bu türlü eserlerinde çok kad ınla evlenmeden yamyamlığ a kadar giden birçok garip âdetleri ve Pygmees ve Prete-Jean veya Pretre-Jean gibi adlar ı masal ve faraziyelere kar ış an toplum ve ki ş iler üzerinde bazı gözlem sonuçlarını bulmaktay ız. 23 Fakat bütün bu kar şılaştırmalar, uzun zaman, Akdeniz havzas ına yakın memleketlerle s ınırlı kalmıştı . C) EVRENSEL KAR Ş ILAŞTIRMALAR (COMPARAISONS UNIVERSELLES) Dünyanın ke şfi üç yüz yıldan daha az bir zamanda gerçekle şti. Karşılaştırma alanı önce Yeni Dünya, sonra Okyanus adalar ı, daha 21b Bak. Prof. Dr. Mehmet Taplamac ıoğlu, Bazı islam bilginlerinin toplum görü şleri, Ilahiyat Fakültesi Dergisi C. XII, 1964, Ankara. 22 ibn Haldunun tahkik, talil, olaylar ın durumu ve derin sebeplerin aranmas ı gibi sosyolojinin öz ve usulünü aksettiren sözleri çok enteresand ır:



L7A..J.L