Ittihat ve Terakki Cemiyeti, 1896-1909  
 9757369152, 9789757369158 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



Osmanlı İmparatorluğunun çözülüşünün son yılları "İTTİHAT ve TERAKKİ" Cemiyetinin doğuşu. Teşkilatlanması, Padişaha yapılan suikast.. Balkanlarda karışıklıklar, isyanlar, çete ve komitecilerle mücadele, ça rpışmalar.. Abdulhamid'i devirerek istibdat idaresini kaldırmak ve Meşrutiyeti ilan etmek gayesiyle kurulan ve sonradan adını "İttihat ve Terakki" olarak değiştiren gizli Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'nin kuruluşu, Selanik, Manastır ve çevresinde teşkilatlanması, gizli tahlif (yemin) merasimleri... İkinci Meşrutiyetin ilânı.. Siyasi kargaşa ve cinayetler, tahrikler ve 31 Mart olayı...



1896 -



KÂZIM KARABEKİR



! i !



Kâzım Karubekir Paşa bu eserinde, Erkânı Harp (Kurmay Subay) olarak orduda vazifeye başladığı 1905 yılından 1909'da meydana gelen 31 M a r t hadisesinin sonuna kadar içinde yaşadığı olayları anlatmakta, yakın tarihimizin çok az bilinen bir bölümünü daha aydınlatmaktadır.



ISBN 9 7 5 - 7 3 6 9 - 1 5 - 2



1909



[EMRE YAYINLARI



Emre Yayınları: 22 Yakın Tarih Serisi: 11



Basl"-Cilt 'EK©



CESET



Kapak Dönüş Grafik Kapak Baskısı Has Matbaacılık Tashih Fikri Çelik Sayfa Düzeni Emre Yayınları



ISBN 975-7369-15-2



KÂZIM KARABEKİR



İTTİHAT ve TERAKKİ CEMİYETİ 1896



-1909



EMRE YAYINLARI



Cağaloğlu Yokuşu, Evren Han No: 27 Kat: 2/50 Cağaloğlu - İSTANBUL Tel: 520 98 22 - 522 10 6 0



YAYINCININ NOTU



Kâzım Karabekir Paşa, Yakın Tarihimize damgasını vurmuş en önemli kumandanlardan birisidir. Milli Mücadele döneminde M. Kemal Paşa'yı korumuş, kollamış ve ona en büyük desteği vermiştir. Cumhuriyet sonrası ise horlanmış, hakir görülmüş hatta ve hatta idamla dahi yargılanmış bir büyük kumandan. Karabekir Paşa'mn kalem elinden hiç düşmemiş. Belgeler ve kaynaklarıyla gördüklerini ve bildiklerini yeni kuşaklara anlatmayı ve ışık tutmayı en büyük görev sayıp geride binlerce belge ve birçok kitap bırakmıştır. Yayınevimiz; Yakın Tarih konusundaki yayınlarına büyük bir titizlikle devam etmektedir. Ve yayınevimizin prensibi bu eserlere hiçbir müdahalede bulunmadan kelimesi kelimesine okuyucuya sunmaktır. Karan okuyucu verecektir. Karabekir Paşa'mn "İttihat ve Terakki Cemiyeti" isimli eseri de hiçbir müdahalede bulunulmadan aslma sadık kalınılarak okuyucularımızın istifadesine sunulmuştur.



İÇİNDEKİLER Önsöz Kâzım Karabekir Paşanın Hayatı ' Eserleri İttihat ve Terakki Cemiyetinin Tarihi Nasıl Yazılacak? ... İttihat ve Terakki Cemiyeti Neden Kuruldu? Eserimin Esası ve Eki BİRİNCİ BÖLÜM İttihat ve Terakki Cemiyetini Ben ne Zaman ve Nasıl öğrendim? Azgın İstibdat Devri Mürzsteg Programı ve Bulgar İhtilali Yıldız'da Müthiş Bir Bomba Patladı İkinci Defa Olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti Neden Kuruldu? ... Üçüncü Orduya Gidiyorum Selânik'e Hareketim Manastır'a Hareketim Otuzbir Mart Manastırdaki Zabitlerin Apaçık Birliğini Kurdu Ben Bir Türküm Enver ile Hasbıhalimiz Divan-ı Harb-i Mahsusa Verilen Zabitler Sultan Hamid'in Hasta Haberi Selânik Seyahatim Cemal Beyle Hasbihalim Enver Beyle Hasbihalim Kesriye Kumandanlığına Tayinim Yolsuzluklarla Mücadeleden Geri de Kalmadım Dördüncü Defa Olarak Çeteyle Karşılaştım Fikrimce Yeni Bir Alemdar Ordusu Lâzım



7 9 17 19 25 33



35 52 60 73 80 82 84 87 93 102 105 111 113 115 116 118 119 120 122 124



İKİNCİ BÖLÜM İkinci İttihat ve Terakki Cemiyeti Nasıl Kuruldu? Manastır Merkezinin Kurulması Manastır Tahlif Merkezi Olarak Mükemmel Bir Ev Bulduk Bir Müsademe Yaptım ve Göğsümü Gererek İzin Aldım ... Selânik'de öğrendiklerim Selânik'de Yeni Temaslarım Soroviç'de Naki Beyle Hasbıhal Manastır'da Enver Beyle Hasbıhal İlk Manastır Merkez Teşkilâtı Merasimli Tahliflere ve Teşkilâta Başladık İlk Hareketli Faaliyet ve Bir Duraklama Niyazi Beyin Evinde Bir Tahlif Cemiyetin Tensiki Umum Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa Geldi ve Enver'le Beni Çağırttı '... İsmail Hakkı Beyle Başbaşa • Üçüncü Avcı Taburuna Geçiyorum Enver, İsmail Hakkı Beylerle Münakaşa ve Kararlarımız Büyük Tehlike, Şemsi Paşa Geliyor Üsküp'te Teşkilât Başlayacak Bulgarlarla Büyük Bir Çarpışma İstanbul, Manastır'da Gizli Bir Cemiyeti Haber Almış ... Jurnali Kim Vermiş Olabilir? Hürriyet Marşı Mülazım Atıf'm Cemiyete Girişi Osmanlı Uhuvvet Çetesi ve İlk Çetemiz Selânik'in Kararı, Bir Terör Yapmak Selânik de Bizim Fikrimizi Kabul Etti Bir Tesadüf Bana İstanbul Yolunu Açtı Manastır Merkezinin Tensiki Mekadonya Durumuna Toplu Bir Bakış Hazırladığım Plân Manastır'dan Ayrılışım



131 139 145 147 148 153 156 163 181 183 188 193 195 196 199 202 203 207 208 310 211 218 216 219 220 224 228 229 232 235 246 248



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Teşkilâtın Genişletilmesi ve Hızlandırılması Edirne'ye Gitme Teşebbüsüm İstanbul'da İlk Merkez Teşkilâtı İstanbul Terakki ve İttihat Cemiyeti Merkezi ve Teşkilâtı Pangaltı Harbiye Mektebinde Teşkilât Edirne'nin İlk Tahlifi



251 259 261 265 266 267



Merkez Umumiye Raporum Büyük Bir Tehlike de Atlattık Eczacıbaşı Refik'in Öldürülmesi Karan Sultan Hamid'e Suikast Kararı Manastır'a Nasıl Gidecektim Donanmaya El Attım Harbiye Talebesi Golch Paşanm Mektebi Ziyareti Garip Bir Münasebetsizlik . Sisam'a Bir Filo Gidiyor Selânik Merkez Kumandam Nazım Bey İstanbul'da



269 271 281 283 284 287 289 291 292 293 294



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Hürriyet Mücadelesi Başlıyor Hareket Hakkında Talimat Yok Büyük Bir Sarsıntı Geçirdik İstanbul'daki Kuvvetimiz Hareket Başlamış Fakat Selanik'le Temasımız Kesüdi ... Niyazi Beyin Dağa Çıkdığını Nerden Öğreniyoruz Niyazi'nin Kardeşi Osman Beyi Kaçırmak Meselesi Şemsi Paşa'mn Öldürülmesi ve Yerine Osman Paşanın Gönderilmesi Mektubum Ele Geçti, Jurnal da Olunduk Sarayın Bir Hazırlığı Meşrutiyetin İlânı İstanbul Merkezinin Yeni Faaliyeti İstanbul Matbuatını Tenvir ve Bir Gazete Çıkarmal» ... Hürriyet Severlerin Teşkilâtımıza Alınması Meşrutiyetin İlânmdan Sonraki İstanbul'un Hali Hafiyeliğin Kaldırılması Murat Bey ve Mizan Gazetesi İttihat ve Terakki Cemiyeti Osmaniyesi Rivaset-i Aliyesine İstanbul Merkezinin Faaliyeti Selanik'ten Gelen Heyet ve İlk Anlaşmazlık Edirne'de Askeri İsyan Selanik'ten Gelen Heyetin Çalışmaları Sultan Hamid'le Mülakat İstanbul Merkezi İle Heyetri Murahhasa Arasmda İhtilaf Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti Talât Beyle Hasbihal Kâmil Paşanm İlk İcraatı



297 299 301 306 307 303 311 312 314 324 325 330 332 333 334 337 341 342 353 359 365 375 380 390 393 395 406



İttihat ve Terakki Adının Kabültl Keyfi Tart Karannı Protesto



412 413



BEŞİNCİ BÖLÜM Otuzbir Mart Hareket Ordusu Nasıl Teşekkül Etti? İstanbul'a Hareket Yıldız'm İşgali



433 444 447 457



EK 1 İlk İttihat ve Terakki Cemiyeti Nasıl Kuruldu? Nasıl İdare Olundu? İttihat ve Terakki Cemiyeti Avrupa'da Nasıl İdare Olundu?



465 467 478



EK 2 Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti Teşkilât-ı Dahiliye Nizamnamesi



497



EK 3 Tahlif Edileceklere Okunacak Yemin Sureti



515



EK 4 Mümtaz Kolağası Servet Beyin Malûmatı Müşir Tatar Osman Paşa Hazretleri Kadrosu



521 544



ÖNSÖZ



Muhterem babamız Kâzım Karabekir paşa, 1933'de bastırdığı «İstiklâl Harbimizin Esasları» adlı eserinin ön sözüne şöyle b a ş l a r : «Medeni camialarda, her hâdiseyi müteakip alakadarlar derhal hâtıralarını milletlerinin ve cihan ve tarihin huzuruna arz etmeyi en kudsî bir vazife bilirler. Biz tarihimizin en mühim hadiselerinin içinde yoğrulduğumuz halde bu mühim borcu ödemekte bâzı sebeblerin tesiri ile geç kaldık. Daha ziyade gecikmek, hakikat nurunun grubunu seyretmekten zevk almak demek olur.» Tarihi olayların içinde olanların hatıralarını tarihin huzuruna arz etmeleri bir vazife, milletlerin ise kendi tarihlerini doğru olarak bilmeleri bir haktır. Bir millet, geçmişi doğru olarak bilemez ise, ne bu günü anlayabilir ne de yarınını daha iyi görebilir. Tarihi aydınlatan en önemli vesikalar, olayların içinde yaşayanların bıraktıkları hatıralardır. Rahmetli babamız, tüm yaşamı boyunca içinde yaşadığı, gördüğü ve bildiği vakıaları günü gününe hatıratına kaydetmiş, kendisine ait belgeleri muhafaza ederek, her biri yakın tarihimizin bir bölümünü aydınlatan eserlerini meydana getirmiş, ve neşredilmek üzere kıymetli birer vesika olarak bırakmıştır.



Sağlığında bu eserlerin bir kısmı neşredilebilmiştir. Neşredilmemiş diğerlerinin tarihimize tevdii evlatları için şerefli bir görevdir. Şimdiye kadar neşredilmemiş hatıraların bir tanesini daha, ( İ T T İ H A T ve T E R A K K İ C E M İ Y E T İ . Neden kuruldu? Nasıl kuruldu? Nasıl idare olundu?) eserini, hiç bir kelimesine dokunmadan olduğu gibi yayınlamakla, rahmetli babamıza ve tarihimize karşı vazifemizi yerine getirmenin huzurunu duyuyoruz. Ruhun şâd olsun muhterem babamız. Evlâtları.



IfiiıJâri İBrhab n: ry;9rnJ9 mlseibsd miri I sjjtanıabö uo



led b jfattreb ¿sra lo irihaT ti9 s i s s n u m s



.lilidsıöjj iyi



KÂZIM KARABEKİR PAŞA'NIN HAYATI Kâzım Karabekir, 1882'de (1298 Temmuz 1 1 - R u m i yıl) İstanbul Küçük Mustafa Paşa'da doğmuştur. Ceddi Karabekir, Karaman civarında Kasaba (eski a d ı : Gafriyat, şimdiki adı Kâzım Karabekir İlçesi) köyünün en eski Selçuk Türkü ailesine mensuptur. Babası Mehmet Emin Paşa, gençliğinde gönüllü olarak Kırım Harbi'ne gitmiş, Silistre ve Kırım Muharebelerinde bulunmuş, yaralanmış, gümüş harp madalyaları ile taltif edilmiş, ve orduda kalarak paşalık rütbesine kadar yükselmiştir. Mehmet Emin Paşa, Kastamonu alay beyliği, İskilip kaymakamlığı, Hakkâri, Van, Harput'ta görev almış, en son Mekke'de vali vekâleti vazifesinde iken kolera salgınında bu hastalığa yakalanarak Mekke'de vefat etmiştir. Annesi hacı Havva hanım, beş erkek çocuğuna hem annelik hem babalık ederek yetiştirmiş, 1917'de İstanbul'da vefat etmiştir. Beş erkek kardeşin (Hamdi, Hilmi, Şevki, Hulusi, Kâzım) en küçüğü olan Kâzım, ilkokula İstanbul'da Zeyrek'de başlamış, Van, Harput ve Mekke'de devam etmiştir. Babasının vefatında küçük Karabekir 11 yaşında bulunuyordu. Babanın vefatı üzerine aile Mekke'den İstanbul'a dönmüş, Karabekir



12



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



öğrenimini sırası ile Fatih Askerî Rüşdiyesi (1894- 1896), Kuleli İdadisi (1897 - 1899), Pangaltı Harbiye Mektebi (19001902) ve E r k â n ı Harbiye Mektebi (1903 - 1905) nde yapmıştır. Tahsili sırasında, ikametgâhının bulunduğu Zeyrek semtine nisbetle Kâzım Zeyrek diye anılan Karabekir, bütün öğrenimi boyunca sınıf birincisi olmuş ve 1905'de Erkânı Harbiye Mektebinden ( H a r p Akademisi) de sınıf birincisi olarak yüzbaşı rütbesiyle mezun olmuştur. Bu başarısından dolayı altın maarif madalyası ile taltif olunarak orduya girmiştir. Sınıfın ikincisi ile arasında büyük not farkı olduğundan mektep idaresinde muallim olarak alıkonulmak istenmiş ise de, kendi isteği ile iki senelik stajını, bölük komutanı olarak, Üçüncü Ordu'da Manastır'da yapmıştır. O sırada binbaşı olan Enver Bey (Enver Paşa) ile birlikte, sonradan — İ T T İ H A T ve T E R A K K İ — namını alan — Osmanlı Hürriyet Cem i y e t i — nin Manastır merkezini kurmuşlardır. Aynı zamanda Manastır mıntıka müfettişi de tayin olunmuş ve Rum ve Bulgar çeteleri ile yedi çarpışma yapmıştır. Yüzden fazla Bulgardan mürekkep bir çetenin imhası ile neticelenen (Temmuz 1907) bir müsademede gösterdiği başarı üzerine Kol Ağalığı'na terfi edilmiş ve İstanbul Harbiye Mektebi Tabye muallim muavinliğine tayin olunmuştur. İstanbul'da d a İ t t i h a t ve Terakki Cemiyeti'nin İstanbul teşkilâtını kurmak işinde görev almıştır. Meşrutiyetin ilanından sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin siyasi bir partiye dönüşerek meclise girmesi ve ordunun siyasetle uğraşmasının aleyhinde olduğu için, bilhassa 31 M a r t isyanının bastırılmasından sonra siyasete karışmamış ve tamanıiyle askerî vazifesinde kalmıştır. Meşrutiyetin ilanından sonra Edirne'de İkinci Ordu, Üçüucü F ı r k a E r k â n ı Harpliğine (kurmaylığına) tayin olunmuş-



HAYATI



13



tur. 31 M a r t isyanını bastırmak üzere İstanbul'a gelen H a reket Ordusu'nun mürettep ikinci fırkası erkânı harbiye reisi idi. Edirne'den bu kuvvetin çıkarılmasında başarı göstermiş ve ilk trendeki taburla birlikte hareket etmiştir. Karargâhını Pangaltı Harbiye Mektebi'nde kuran bu fırka âsi avcı taburlarının toplanmış oldukları T a ş Kışla ve Taksim Kışlası müsademelerini yapmış ve Yıldız sarayını da işgal etmişti. Bundan sonra, Kâzım Karabekir, (1910) Arnavutluk İsyanında mürettep kol ordu erkânı harbiyesi harekât şubesi müdürlüğünde görevlendirilmiş ve yine bir kaç müsademede bulunmuş, meşhur Kaçanik harekâtında erkânı harbiye reisliği vazifesini görmüş ve kol orduyu düştüğü tehlikeden kurtarmıştır. Harekât bittikten sonra, yine Edirne'de fırka erkânı harpliği vazifesine dönmüştür. 1911 Nisan 15'de Harbiye Nezaretine (Bakanlığına) istida ile müracaat ederek soy adı olan Karabekir namını resmen almıştır. 30 Mart 1912'de Trakya hudut komiserliği vazifesine atanmış ve aynı yıl 14 Nisan'da binbaşılığa terfi etmiştir. Balkan harbinde bu vazife ile Edirne kalesinin müdafaasında yararlık göstermiş ve iki sene kıdem zammı ve dördüncü Osmani nişanı ile mükâfatlandırılmıştır. Balkan harbinden sonra, Alman — H e y ' e t i ıslahiyesi — arasında Erkânı Harbiyei Umumiye (Genel Kurmay) istihbarat (haber alma) şubesini de idare etmiştir. 1914 Birinci Cihan Harbi'ne Kaymakam (Yarbay) rütbesi ile giren Kâzım Karabekir, Birinci Kuvvei Seferiye kumandanlığı ile İran ve öteleri harekâtına memur edilmiş ve Halep'te iken yaralainan Süleyman Askerî beyin yerine Irak kumandanlığı ve Basra Valiliğini yapmak üzere Bağdad'a gönderilmiş fakat Askerî Bey'in biraz iyileşmesi üzerine İstan-



14



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



bul'da Kartal'da bulunan 14.cü F ı r k a (Tümen) komutanlığına getirilmiştir. M a r m a r a ve Karadeniz sahilleri tahkimatını yaptıktan sonra bu fırkası ile birlikte Çanakkale'ye gönderilmiştir. Orada Fransızlara karşı üç buçuk ay Kereviz Dere müdafaasını yapmış, miralaylığa terfi etmiştir. Buradan İstanbul'da Birinci Ordu Erkânı Harbiye Reisliği'ne, sonra Galiçya'ya gidecek ordunun ve sonra d a Mareşal Goiç Paşa'nm erkânı harbiye reisliği ile I r a k ' a gitmiş ve Küttülammara'nın sukutundan biraz evvel bu mevkii muhasara eden 18. Kolordunun kumandanlığına tayin olunmuştur. Birbuçuk yıl Irak cephesinde kalmış, üstün İngiliz kuvvetleri karşısında birçok başarılı muharebeler vermiştir. Buradan 1917'de Diyarıbekir (Diyarbakır) bölgesindeki İkinci Kolordu Komutanlığı'na naklolunmuş ve bu suretle Ruslarla olan muharebelere de iştirak etmiştir. Bu arada, Van, Bitlis, Elaziz (Elazığ) cephesindeki İkinci Ordu kumandanlığı vekâletinde bulunmuştur. 1918 yılı başında, Erzincan karşısındaki birinci K a f k a s kolordusu kumandanlığına naklolunmuş ve kolordusu ile şubat ve mart aylarının müthiş karları içinde Erzincan ve Erzurum'u, Rus subayları ile takviye edilmiş Ermeni ordusundan geri alarak buraları kurtarmıştır. Bundan sonra, Sarıkamış, Kars ve Gümrü kalelerinin ve yine K a r a Kilise (Karaköse) nin zaptındaki başarıları üzerine Livalığa (paşalığa) terfi etmiştir. B ü t ü n bu harekât sırasında Osmanlı Hükümetinin bir çok h a r p nişan ve madalyalarını, Almanların ikinci ve birinci rütbe demir salip ve meziyet, Avusturya ve Macaristan'ın aynı derecedeki harp nişan ve madalyalarını almıştır. (Bu madalyalar ailesi tarafından İstanbul Harbiye Askerî Müzesine hibe edilmiş olup, müzedeki Kâzım Karabekir köşesindedir.) Karabekir, İstanbul Hükümetinin en genç ve en son paşasıdır.



HAYATI



15



Bundan sonraki harekât Ermenistan ve Azerbaycan'ın işgalidir. Kâzım Karabekir Paşa karargâhını Tebriz'de kurmuş ve Azerbaycan'dan İngiliz kuvvetlerini çıkarmıştır. , Şark Ordumuzun bir taraftan İran Azerbaycanına ve diğer tarafdan Bakü ve şimali Kafkaslara kadar uzanan ve zaferden zafere koşan Karabekir komutasındaki kolorduları, Filistin bozgunu üzerine akdine mecburiyet hasıl olan mütareke emrini, bu başarılar içinde iken almış, ve yeni vaziyetlere karşı yine azim ve metanetle cephe almaya hazırlanmıştır. Bu sırada mevkii iktidara gelen Müşir (Mareşal) İzzet Paşa, Kâzım Karabekir Paşa'yı Erkânı Harbiye Umumiye Reisliği (Genel Kurmay Başkanlığı) vazifesi ile İstanbul'a davet etmiştir. İstanbul'a gelen Karabekir İtilaf Devletleri'nin İstanbul'a yerleşmeye ve hükümete tahakküm etmeye başladıklarını görünce bir İstiklâl Harbi açmak için tekrar şarktaki kumandanlık vazifesine gönderilmesinde ısrar etmiş ve bir müddet sonra buna muvaffak olarak önce Tekirdağ'ındaki 14. ve sonra da 15. Kolordu namını alan 9. Ordu kıtalarının kumandanlığına tayin olmuştur. Nisan 1919'da İstanbul'dan ayrılan Karabekir Paşa, 19 Nisan 1919'da Trabzon'a çıkmış ve oradan Erzurum'a geçerek kolordusunun komutasını almıştır. O sıralarda hazırlıkları yapılan Erzurum Kongresi'nin toplanmasını ve Mustafa Kemal Paşa'yı Erzurum'a davet ederek, kongre başkanlığına getirilmesini sağlamıştır. İstiklal Harbi'nde Edirne mebusu ve Şark Cephesi Komutanlığını yapmıştır. İkinci defa Sarıkamış, Kars ve Gümrü kalelerini zaptederek Ermeni ordusunu mağlup etmiş, Ermeni Taşnak Hükümetiyle sulh müzakerelerini millî hükümetimizin murahhas heyeti reisi sıfatıyle idare etmiş, ve Sevr muahedesinden Ermeni Hükümetinin imzasını geri aldırmaya ve Ermeni Ordusunun silah ve askeri teçhizatının mühim bir kıs-



17 İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ mını hükümetimize teslim ettirmeye muvaffak olmuştur. Bu muahede, kırk küsur senedenberi ana vatandan koparılmış olan ve öz Türklerle meskûn bulunan üç vilayetimizi bize kazandırdığı gibi, Garp Ordularımızın başarılarını geniş ölçüde sağlayan Şark Ordusu birliklerinin ve top, tüfek, süngü, kılınç, mühimmat ve teçhizatın Garp Cephesi'ne gönderilmesini mümkün kılmıştır. Kars'ın geri alınmasından sonra Ferikliğe (Orgeneral) terfi olunmuş ve İstiklal Madalyası ile taltif olunmuştur. Bolşevik Rusya ve Kafkasya hükümetleri ile yapılan K a r s Muahedesi müzakerelerini, Ankara Hükümeti'nin murahhas heyeti başkanı olarak idare etmiş ve sonuçlandırmıştır. Bu arada, Şark'ta 4000 kadar yetim T ü r k çocuklarını toplamış hayatlarını korumuş, çeşitli okullar açtırarak yetiştirmiş ve vatana faydalı kişiler haline getirmiştir. Sulhdan sonra, merkezi Ankara olan Birinci Ordu M ü f e t tişliğine tayin olunan Karabekir Paşa, ikinci seçim devresinde İstanbul'dan mebusluğa seçilmiştir. Bu aralık Aydın'dan evlenmiştir. Üç kız çocuğu vardır. 1924 yılı sonlarında siyasî ve sosyal hayatımızdaki inkılaplarda nâzımlık görevini gerekli gördüklerinden, İstiklal Harbinin bânileri olan bâzı arkadaşları ile birlikte teşrii vazifede çalışmaya karar vererek «Terakkiperver Cumhuriyet Fırk a s ı n ı kurmuşlar ve liderliğine Kâzım Karabekir Paşa getirilmiştir. S Aralık 1927'de diğer arkadaşları ile birlikte tekaüt edilmiş ve daha sonra «İzmir Suikasdı» meselesinde bilgisi olduğu iddiası ile İzmir İstiklal Mahkemesi'nde muhakeme edilmiş ve diğer bâzı parti ve askerlik arkadaşları ile birlikte mahkûm edilmesi için sarf edilen gayretlere rağmen beraat etmiştir.



HAYATI



17



Bundan sonra, oniki yıl kadar Erenköy'de evinde inzivay a çekilen Karabekir, bu yıllar zarfında siyasî, sosyal ve kültürel çalışmalarda bulunmuş, hatıralarını yazmıştır. Hayatı boyunca, olayları günü gününe hatıratına kaydeden Karabekir'in neşredilmiş ve edilecek olan eserleri, yakın tarihimize ışık tutmaktadır. 1938 yılında tekrar İstanbul mebusluğuna (milletvekili) seçilen Kâzım Karabekir Paşa, milletvekili olarak ve daha sonra 1946'da Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak teşrii görevine devam etmiş, 26 Ocak 1948'de bir ka'ip krizi sonucu vefat etmiştir. Ankara'da Cebeci şehitliğinde ailesi tarafından yaptırılan kabrinde yatmakta, ve kadrini bilen Türk milletinin kalbinde yaşamaktadır.



fivhaıi aboiva lrç d i » ,mno? ncbnuE -itti W IäM«oa . i ' s y z ßbnilxes ibüi^ od ./njbdineİ m î ı i * } b * > • öz TUitfttmssv innsIsTrtßd ¿umnolud f.BÚI¿tííérfáyl®llüí *İ>XBİ ßnjikiiißri -«Örnbs'Dflig ndz-i



.r.Âr^.9



nsfo



ateşli ba



n á K ^ ^ w d i f ^ r t j e



av



jiraitíwjan



ni.úáadínr/1



.itfasjjLuiluJ Ufi



(UijíavJaíIim)



fnu§ufeudam



fodriElaí



iBijlaí



nab



úaiupi*i



ßbnilnf



8£PI



^Äfit> 'MbÍO Ü H ^ W f f i ,ß?Äi - i M s d r a d m i s * * a s l i ? * -rig inçoî :4/n£Í0 i t t t ^ i î îaîfeaM JsJüM Âı ;«U sb'àMH £ino¿



ufanee. isití ; s- iki



A¡aO ài «simia m«v»b aoivai \nkar* i



-nitqcv n í í nrlG^í 1 i a i f k - l o i nWtóiiim jtypf nalid icpbeji ^ Z



3



f



^



f



v



li,



?iffl,3



j í h v



b^tfşb'fii«JöA sí/temis^ sbnhdsjí nßl abnid



TÜRK İNKILÂBI'NIN BİRİNCİ SAFHASI OLAN İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ'NİN TARİHİ NASIL YAZILACAK ? İkinci Meşrutiyetin ilânından (23 Temmuz 1908) iki ay kadar sonra Selanik'te toplanan Birinci ktihad ve Terakki Kongresi'ne İstanbul Merkezinin murahhası olmak üzere iştirak etmiştim. Muhtelif mes'eleler arasında Cemiyetin tarihini yazmak mes'elesi de münakaşa edilmiş ve Merkez-i Umumi bu vazifeyi üstüne almıştı. Kongrece verilen k a r a r a göre Merkez-i umumi, Meşrutiyetin ilânından önce kurulan muhtelif merkezlerden raporlar alacaktı. Ayrıca m ü h i m vazifeler a l a n c e m i y e t m e n s u p l a r ı n d a n d a i m z a l a r ı a l t ı n d a bilg i l e r v e v e s i k a l a r t o p l a y a c a k t ı . Bu s u r e t l e C e m i y e t i n tarihi; ş u n u n b u n u n a r z u ve z a n n ı n a göre değil vakıaların z a m a n l a n , yerleri ve yapanları hakikate uygun bir t a r z d a tesbit edilmiş olarak o r t a y a çıkarılacaktı. Sonra d a bu tarih bir kaç n ü s h a olarak yazılacak, Merkezi U m u m i azaları t a r a f ı n d a n i m z a l a n a r a k muhtelif



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 20 yerlerde saklanacaktı. Münasip bir z a m a n d a neşrine de yine bir kongrece k a r a r verilecekti. Merkez-i Umumi; b u vazifesini — sebepleri h e r n e olursa olsun — yazık ki başaramadı. Merkezlerden ve a l â k a d a r l a r d a n r a p o r l a r bile toplayamadı ve h a t t a elindeki vesikaları bile t e m a m i l e m u h a f a z a edemedi. Bu cemiyetin b a ş ı n a geçen Talat, Enver ve Cemâl P a ş a l a r ve emsâlleri de Meşrutiyetin i l â n m d a n önce ve s o n r a Cemiyet'in içindeki faaliyetlerini ve bildiklerini ortaya koymadılar. Garplılaşmak hareketimizde metodlu çalışmak mes'elesine bir türlü kavuşamadık. Garbin, yüzlerce yıllardanberi tuttuğu hatıra yazmak â d e t i ve metodologie ile m e ş g u l o l a n l a r ı n bildikleri tar i h y a z m a k u s u l ü bizde hız a l m a k şöyle d u r s u n ciddi engeller karşısındadır bile... Meşrutiyet ve C u m h u r i y e t hareketlerimizin tarihi, t e k sözle İ N K I L Â P t a r i h i m i z ve b u n a d a y a n m a s ı lâzım gelen ansiklopedik eserler; b u g ü n k ü kıt malzem e v e d a r ç a l ı ş m a ç e r ç e v e s i içinde a s l a y a z ı l a m a z . Sel â h i y e t s a h i b i y ü k s e k b i r h e y ' e t h u z u r u n d a d a h i söylemiş o l d u ğ u m sözleri b u r a y a yazıyorum : Tarih y a z m a k bir tahlil ve terkip yapmak demektir. Tahlil, h â d i s e l e r i n k a y n a k l a r ı n ı a r a ş t ı r m a k y â n i ş a h a d e t n a m ı a l t ı n d a t o p l a n a n rivayetler, âbideler, vesikalar üzerinde objektif görüşle tenkidler yapmak, b u n l a r ı n k ı y m e t l e r i n i tesbit etmektir. Terkip v e y a inşa d a tahlil sayesinde t o p l a n a n b ü t ü n şahadetleri bir araya getirerek tarihin bünyesini kurmaktır. Bu ilmi y o l l a r d a n y ü r ü m e k t e d a h a çok gecikirsek i l e r i d e içinde y a ş a d ı ğ ı m ı z İ N K İ L Â P TARİHİ'ni d e ecnebi k a y n a k l a r d a n a r a ş t ı r m a k ihtiyacını d u y a c a k olan



TARİHÎ NASIL YAZILACAK?



21



gelecek nesiller bizi ittiham etmekte çok haklı olacaklardır. Tehlikenin büyüğü de ş u d u r : Milletin idaresini bir gün ellerine alacak olan yeni nesillerin ruhlarına ve vicdanlarına milletin selâmetini temin edebilecek kudret verilemez. Çünkü milli kudret, ancak doğru görülmüş ve doğru anlaşılmış vakıalarla beslenir ve hızlanır. *



**



Bu eserimde İTTİHAD VE TERAKKİ TARİHİ'ne az çok malzeme vermiş oluyorum. Borcumu geç ödemekliğim sebepsiz değildir... Burada benim ne diye borçlu olduğumu izah edeyim : Bazı isim değişikliklerinden sonra yine İTTİHAD VE TERAKKİ namını alan cemiyetin eski mensuplarından bulunduğum gibi ilk Manastır teşkilâtının da başında bulundum. Üsküp, Köprülü, Kevökili ve Edirne'nin teşkilâtile de yakından alâkadar oldum. İstanbul merkezini kurmak ve en mühim olan k a r a ve deniz teşkilâtını yapmak gibi mühim, nazik ve tehlikeli bir vazife de aldım. Muhtelif yerlerde, tarihi rolleri görülen, mühim şahsiyetlere rehberlik ettim. Meşrutiyetin ilânından sonra d a İstanbul ve Edirne merkezlerinde çalıştım. Selanik'te toplanan Birinci Kongreye de İstanbul murahhası olarak iştirak ettim. 31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) irticaini tenkil eden Hareket Ordusunun Beyoğlu ve Yıldız hareketlerini yapan Mürettep İkinci Fırkanın Erkânı Harbiye Reisi idim. Arnavutluk isyanının bastırılmasında Mürettep Kolordu Erkânı Harbiyesinin Harekât Şubesi Müdürü idim. Balk a n Harbi'nden sonra d a Enver Paşa'nm İstihbarat Şubesinde Müdürlük yaptım. Cihan Harbi'nde dahi muh-



22



İLKİTTİHAT)VE TERAKKİ CEMİYETİ fll



telif c e p h e l e r d e b ü y ü k k u m a n d a m a k a m l a r ı n d a b u l u n d u m . İstiklâl Harbi'nde Şark Cephesi Kumandanlığınd a iken E n v e r P a ş a ve diğer bazı İttihad ve Terakki e r k â n i l e t e m a s t a b u l u n d u m v e h a r e k e t l e r i n i t a k i p ettim. B u n u n için: Cemiyetin m a k s a t ve hedeflerini, nasıl b a ş l a y ı p n a s ı l i n k i ş a f e t t i ğ i n i v e y a p ı l a n f e d a k â r lıkları içinden g ö r d ü m . İttihad ve Terakki Meşrutiyetin ilânından sonra Fırka haline çevrildikten sonra c e m i y e t i n e r k â n ve ei'radı a r a s ı n d a b a ş g ö s t e r e n ihtilâfları ve yanlış hareketleri ve cemiyetin karşısına çıkan muhalefetleri ve engelleri yakından gördüm. *



$ *



B u e s e r , iki k i t a p h a l i n d e d i r : B i r i n c i k i t a p i d e a l sahibi bir t a k ı m v a t a n çocuklarının tek v ü c u t bir halde hürriyet dâvası etrafında toplanışlarını ve fedak â r l ı k l a r ı n ı gösterir. İkinci k i t a p da c e m i y e t i n f ı r k a h a l i n e g e ç m e k l e nasıl y a n ı l d ı ğ ı n ı ve b u y a n ı l m a d a n doğ a n acı neticeleri tahlil ve m ü n a k a ş a edecektir. TERAKKİ VE İTTİHAD Cemiyeti, tarihimizin h e r z a m a n için i f t i h a r edeceği bir t e ş e k k ü l d ü . Onu s a r s a n , solduran-, k e n d i t a r i h î adile İTTİHAD V E TERAKKİ Fırkacılık h a y a t ı n a atılması ve kendi kendini a ş ı n d ı r m a s ı olmuştur. Cemiyetin bir uzvu sıfatiîe, o n u n b u v a z i y e t e d ü ş m e m e s i için, b e n ç o k u ğ r a ş t ı m ; f a k a t Cemiyetin bünyesine y a p ı ş a n tufeyliler, h a z ı r a konm a k için o eski f e r a g a t sahibi başları, n a b ı z t u t m a k san'atile hırs ve istibdad ç u k u r u n a sürüklediler. CEMİYET'in şerefli tarihile FIRKA'nın h a t a ve mes'uliyetleri birbirine karıştırılmamalıdır. Fırka büs-



T A R İ H İ N A S I L YAZILACAK?



23



b ü t ü n b a ş k a b i r t e ş e k k ü l v e b ü s b ü t ü n b a ş k a b i r ist i k a m e t t i r . A d e t a İttihad ve T e r a k k i Cemiyeti'nin tereddı'yi a n d ı r a n bir istihalesidir. Bazı ş a h s i y e t l e r i n h e r iki s a f h a d a r o l a l m a l a r ı z i h i n l e r d e b ü y ü k k a r ı ş ı k l ı k l a r ve y a n l ı ş l ı k l a r a s e b e p o l a b i l i r . A n c a k C e m i y e t i n v e F ı r k a ' n ı ı ı t a r i h l e r i ü z e r i n d e y a p ı l a c a k ciddî b i r t a h lil; b i z e h e r i k i s i n i n k a r a k t e r l e r i n i g ö s t e r e c e ğ i g i b i o ş a h s i y e t l e r i n i h t i l â l c i v e d e v l e t a d a m ı s ı f a t ı ile rollerini de bize a n l a t ı r . Meşrutiyetin i l a n ı n a ön a y a k olan İTTİHAD VE TERAKKİ, Fırka h a l i n e girince siyasetden gayrı meşr u istifadeler temin e t m e k isteyenlerin entrikalarına kapılarak bünyesinde z a a f l a r ve t e f r i k a l a r b a ş göst e r d i . Ve b u y ü z d e n i ç t e n ve d ı ş t a n g e l e n d a r b e l e r e k a r ş ı millî b ü n y e n i n m u k a v e m e t i n i k ı r a n â m i l l e r a r a s ı n a girdi. En s o n u n d a C i h a n H a r b i n i n feci akibetile d e i f l â s e d i p t a r i h e k a r ı ş t ı . Milleti u ğ r a d ı ğ ı b u y e n i f e l â k e t t e n k u r t a r m a k için İttihad ve Terakki Cemiy e t i n i n Fırka h a y a t ı n a k a r ı ş m a y a n eski f e d a k â r uzuvl a r ı bile a r t ı k İ t t i h a d v e T e r a k k i n a m i l o o r t a y a a t ı l a machlar. Cemiyeti Fırkacılığa sürükleyen tecrübesiz b a ş l a r m e m l e k e t t e bile k a l a m a d ı l a r . Artık y ı p r a n a n ve mevcut şartlara u y a n yeni bir teşekküle ihtiyaç v a r d ı . İşte M Ü D A F A A - İ H U K U K b u i h t i y a c ı n i f a d e s i d i r : V a t a n ı n y i n e f e d a k â r , v e f a k â r , f a z i l e t l i ve f e r a g a t l i çocukları; son v a t a n parçası ve o n u n l a birlikt e t a r i h i n h e r d e v r i n d e s a h i p b u l u n d u ğ u m u z T ü r k ist i k l â l i n i k u r t a r m a k i ç i n y i n e el ve f i k i r birliğile i ş e giriştiler. A n c a ve k a n c a b e r a b e r l i k l e d i r ki h ü r r i y e t savaşı gibi İstiklâl S a v a ş ı d a m u v a f f a k oldu. Yaptığımız b u çetin savaşlar bize pek açık, pek faydalı dersler verm i ş olsa gerektir : K U R T U L U Ş d a v a l a r ı e t r a f ı n d a mil-



24



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 24



letimizin tek c e p h e h a l i n d e birleştiğini t a r i h ve için de yaşadığımız hâdiseler, bize gösteriyor. Fakat tehlikelerden kurtulunca, o birlik hareketlerinin b a ş m a geçenlerin, çok defa k a z a n d ı k l a r ı ikbal ve iktidarı bazı i ç t i m a î z a a f l a r ı m ı z y ü z ü n d e n m i l l e t i n l e h i n e k u l lanmakta devam edemedikleri ve en sonunda kendilerinin de aşındıkları yine t a r i h i n şahadetile ve k e n d i müşahedelerimizle sabittir. Bu yüzden milletimizin geçirdiği sarsıntılar, u ğ r a d ı ğ ı z a r a r l a r çok k o r k u n ç tur. İTTİHAD VE TERAKKİ h a k k ı n d a bildiklerimi ve hatıralarımı yazarken hâdiselerin bu bakım noktasınd a n delâlet ettikleri m a n a l a r ı d a teşrihe çalışacağım. Lânet zalimlere, lânet zalimin yardımcılarına. «Nefret zalimi alkışlayanlara, yazıklar olsun z a l i m d e n korkanlara.»



İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ NEDEN KURULDU ?



İttihad ve Terakki Cemiyeti'ni zaruretler doğurdu. Bu z a r u r e t l e r i k a v r a m a k i ç i n d e v l e t v e m i l l e t b a k ı m l a r ı n d a n h a k , h ü r r i y e t v e v a z i f e h a k k ı n d a b i r k a ç söz söylemek gerektir: Hürriyet, h a k , vazife fikirlerinin a r a s ı n d a sıkı bir bağlılık vardır. Bu m e f h u m l a r ı n ayrı a y r ı m e n ş e ' ve tekâmüllerini araştırırken üçünün birden karşımıza ç ı k m a s ı b u n d a n ileri geliyor. H ü r r i y e t i n , h a k k ı n , vazifenin k a y n a k l a n ve mahiyetleri h a k k ı n d a metafizik, a h l â k ve e k o n o m i v e s o s y o l i j i d e b i r b i r i n d e n f a r k l ı gör ü ş l e r l e b i r t a k ı m t e o r i l e r o r t a y a k o n d u ğ u n u biliyoruz. Bu teorilerin m u k a y e s e ve m ü n a k a ş a s ı n a girişm e k ve bize h a k ve h ü r r i y e t i n eskiden v e şimdi b u n l a n n hangisine göre anlaşıldığını ve tatbik olunduğunu göstermek tek başına bir kitap dolduracak k a d a r a ğ ı r v e g e n i ş bir m e v z u d u r . Ben, b u r a d a s a d e c e bir cemiyetin en sağlam b a ğ l a n olan bu üç m e f h u m u n asırlarca s ü r e n u z u n bir devre içinde bir çok şark milletleri a r a s m d a gereği gibi t e ş k i l â t l a n d ı n l a m a m a s ı



26



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 26



yüzünden doğan neticeler üzerinde d u r m a k istiyorum: H a k i k a t e n ş a r k t a en eski m e d e n i y e t l e r d e n beri h a k , hürriyet, vazife m e f h u m l a r ı ü z e r i n d e dinler, filosofl a r , m ü t e f e k k i r l e r i n c e d e n i n c e y e işlemişler, b u işleyişten ç ı k a n f i k i r l e r z a m a n z a m a n fiil h a l i n e geçmiş, h a t t a ihtilâllere, inkilaplara sebep olmuş, f a k a t büt ü n bu fikirler ve hareketler sistemli teşkilâtla takviye edilmediğinden sürekli olamamış ve şark cemiyetlerinin derinliklerine k a d a r n ü f u z edememiştir. İşte G a r p âlemine esas itibarile Ş a r k ' t a n geçen h a k ve h ü r riyet fikirlerinin yeni z a m a n d a Garp'te yerleştikten s o n r a Ş a r k ' t a y a b a n c ı gibi g ö r ü n m e s i , h a t t a y a d ı r g a n m a s ı b u t e ş k i l â t f a r k ı n d a n i l e r i g e l m i ş o l s a g e r e k t i r . Zira, G a r p bu fikirleri, hele Rönesans'tan sonra yalnız zihninde u y d u r u p çevirmekle k a l m a m ı ş , h a y a t ı n a sokm a k istemiş, b u n u n için i ç t i m a i v e siyasî c i h a z l a r l a ve sistematik bir surette teşkilâtlandırmıştır. Hususile yeni z a m a n d a (Devlet) fikri e t r a f ı n d a G a r p â l e m i n d e görülen v u z u h a ve inkişafa m u k a b i l Şark'taki karışıklık ve d u r g u n l u ğ u n sebebini d e b u t e ş k i l â t işinde a r a yabiliriz : Devlet, Garp'te millete h i z m e t eden bir siyasî t e ş e k k ü l h a l i n e g e l m e y e b a ş l a r k e n birçok Şark m e m l e k e t l e r i n d e v e O s m a n l ı s a l t a n a t ı n d a o, millet için bir gaile ve b a z a n d a bir haile o l m a y a y ü z tutmuştur. Zevk ve sefasına düşen h ü k ü m e t adamları içinde halkın iztirabile a d e t a eğlenenler vardı. Bunlar; dinî ve a h l â k î prensipleri bilmeyen, bilseler d e i n a n m a y a n y a h u t b u n l a r ı n m a n e v i müeyyidesine ald ı r m a y a n ve milletin içinden çıkan h u k u k î bir m ü r a k a b e teşkilâtı d a b u l u n m a d ı ğ ı için alabildiğine şımar a n bir takım türedilerdi. B u n l a r a artık devlet a d a m ı denemezdi. G a r p âleminde h a y a t a ve teşkilâta giren, Fransız inkilâbile bütün beşeriyete de telkin edilmek istenilen hürriyet, müsavat, a d a l e t . . . fikirlerinin ser-



NEDEN KURULDU?



27



pintileri nihayet bize de geldi. Devletin bir inhilâle doğru gittiğini gören bazı mütefekkirler milli tarihimize göre bize yabancı olmaması lâzım gelen bu fikirleri bizim cemiyetimize de benimsetmek, bizi de Avrupa'da olduğu gibi teşkilâtlandırmak istediler. İşte bu istek ve bu çığır; memleketimizde nebülöz halinde bir takım toplantıların belirmesine yol açmıştır. Şöyle k i : r Bu ilk toplantılar Sultan Mecid'in sonsuz israf ve sefahatine karşı bir kıpırdanmadır: «Umur-u Devleti Islâh» namile bir cemiyet teşkil eden (1859) ve haber alınarak Kuleli (Çengelköyünde) de muhakemeleri yapılan vatandaşlar işte böyle bir töhmet altında idiler. (1860). Daha sonraları Sultan Aziz'in daha azgınlaşan cehil ve israflarına karşı nebülöz bir parça katılaşmaya yüz tuttu. Bu katılık, nihayet Padişah'ı hal' edebilen ve ilk defa olarak bizde meşrutî bir idare kurabilen siyasî bir kudret haline de gelebildi: Yeni Osmanlılar Cemiyeti (1) (Avrupalıların Jön Türkler — Genç Türkler dediği — 1867'de proğrammı neşretmiş ve 1876'da hedefine varabilmişti. Fakat bu cemiyet halk tabakalarına k a d a r kök salmadığı gibi Rusların Türk ordularının güzide kısımlarını mahvederek İstanbul önlerine kadar gelmesi neticesi Sultan Hamid'in emsâllerinden d a h a azgın istibdadına yol açmış ve bu cemiyet erkânını ortadan kaldırarak tamamile sindirmiş ve kendi vehmi de günden güne artmıştır. ( 1)



İttihad ve Terakki'nin siyasî fırka haline kalbohınmasmdan sonraki Masonluk bahsinde yeni Osmanlılardan biraz bahsettim. ' i



28



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 28



Abdülmahid'in münevverlerimizin çoğalmasından ürktüğünü gösteren tavırlar takınması, nihayet kendini zulmün, geriliğin hâmisi ve müsebbibi vaziyetine düşürmesi bizde hürriyet cereyanlarının biraz daha kökleşmesine yol açmıştır. Abdülhamid de kendinden evvelki Padişahlar gibi etrafına toplananlardan, milletten evvel kendi nefsine ve saltanata sadakat bekliyor; onlar da şahsi menfaatleri için ona sadık görünüyorlar, milletin halini ve istikbalini hiç düşünmüyorlardı. Medenî dünyanın her sahada terakki ederek hürriyet ve refaha doğru gittiğini gören ve anlayan milletseverler çoğaldıkça, Sultan Hamid mensuplarının keyfi ve cahilâne idaresile bitkin bir hale gelen halkımızın benliğini kaybederek müstemleke halkı olmaya sürüklendiklerini ve ordumuzun da âciz ellerde ve alaylı zabitler idaresinde günden güne zayıfladığını gören gençler; meşrutî idareyi kurmayı ve onun koruyucusu olmayı hedef tutan (İttihad-ı Osmani) namındaki cemiyeti teşkil etmişlerdi i 1889). Sonraları Ittihad ve Terakki namını alan bu teşekkül milleti hayli irşad etmesine ve büyük ümitler vermesine rağmen emeline muvaffak olamadı. Sultan Hamid bunun teşkilâtını haber aldı ve zulüm ve şenaati altında onu ezdi. Fakat milletin hürriyet ve adalet aşkı sönmedi. Bilâkis sarayın baskısı arttıkça bu asil r u h da genişledi ve kuvvetlendi. Yeni Osmanlı Cemiyetini kuran Namık Kemâl ve Ziya Paşa'nın Sultan Hamid'in aleyhindeki neşriyatı, Ali Suavi'nin öldürülmesi, Mithat ve Mahmut Paşaların boğulması (2) ve ( 2 ) Ali Suavilıin Sultan Murad"ı padişah yapmak teşebbüsü (1878) (1294), Mithat Paşa ve arkadaşlarının Yıldız'daki saray mahkemesince «idama mahkûm edilişleri (1881 «1297»



NEDEN KURULDU?



29



bir çok kimselerin ve m e k t e p talebesinin çöllere sürülmesi veya öldürülmesi ve Sarayda, T a ş k ı ş l a ' d a , Beşiktaş, Beyoğlu k a r a k o l l a r ı n d a y a p ı l a n işkenceler milleti t e m a m i l e S u l t a n H a m i d ve e t r a f ı n d a k i l e r d e n nefr e t ettirmişti. Bir t a r a f t a n yoksulluk, ö b ü r t a r a f t a n d a Y e m e n ve M a k e d o n y a ihtilâlleri b i l h a s s a T ü r k halkını perişan ettiği halde S a r a y ve o n u n sadık bendeleri ve hafiye g r u p l a r ı r e f a h içinde y a ş a m a k t a n zevk a l m a k t a devam ediyorlardı. Haziran 29) ve şahane bir af» ile Taif Kalesinde hapsedilmek üzere sürülmeleri hafiye güruhuna yeni faaliyet sahaları açmış ve Hamid'in vehmi bu suretle gün geçtikçe artmıştı. 1883 (28 Eylül 1299) da Sultan Hamid Sadrazam Sait Paşa'yı çağırtıyor ve ayakta biraz hırpaladıktan sonra elindeki bir kâğıdı Sait Paşa'ya göstererek okutuyor. Bu kâğıt, bir gün evvel Sarayda hapsedilen Müşir Fuat Paşa'ya isnad olunan cürüm hakkında Mahmut Nedim ve Cevdet Paşalar muvacehesinde tutulmuş mufassal bir istintak kâğıdıdır. H ü l â s a s ı : «Sultan Hamid'i hal için Dağıstanlılardan mürekkep bir cemiyet teşekkül ettiği ve bu cemiyetin icral kuvvetinin de Padişah'm zati muhafızları olan Dağıstanlı asker olduğu (O vakitler hassa askeri bunlardandı), bunların başlan da Saray içindeki Dağıstanlı Mehmet Paşa olduğu, Müşir Fuat Paşa ve bazı zatlar da cemiyetin erkânından oldukları, Sadrıazam Sait Paşa'mn da bu cemiyete riyaset ettiği.» Sait Paşa «Aslı, faslı olmayan şeylerdir» deyince Padişah kızıyor ve küçük rovelverini çekip Sait Paşa'nuı başına dayıyor ve sadaret mührünü istiyor ve onu bir müddet bir odaya hapsediyor ve elile de kapıyı kilitliyor. Yerine Ahmet Vefik Paşa'yı Sadrıazam yapıyor. Fakat onsekiz saat sonra serbest bıraktığı Sait Paşa'yı üç gün sonra yine Sadrıazam yapıyor ve yüzünü Taif kalesinde mahpus Paşalara çeviriyor. Padişah hal' etmeye cür'et edenlerin akibetile herkesi korkutmak istiyor : ö n c e gazetelerle Mithat Paşanın firarını propaganda ediyor, arkasından tazyik, tecrid ve nihayet alaylı zabitlere boğduruyor. (8/9 Mayıs 1884 «25/26 Nisan 1300 gecesi»)



30



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 30 Osmanlı camiasından ayrılan u f a k milletler



bü-



yük devletlerden yardım görerek medeni camiada birer devlet olarak yer aldıkları ve ordularını da Osmanlı camiasından koparmak için uğraştıkları parçaların işgalleri için icabeden işleri başaracak surette gençleştirdikleri ve modern bir hale getirdikleri halde Türk milleti yapa yalnız eziliyor ve geri gidiyordu : Kapitülasyonlar ve Düyun-u Umumiye (3) gibi iktisadi ve malî zincirlerle eli ayağı bağlı olan zavallı Türk Milleti; sarayın cahil ve mütereddi insanlarının ağızlarına vurduğu kilit fikri inkişaftan da m a h r u m kalıyor ve ne Avrupa'nın aldığı terakki hızını ve siyasi hırsını ve ne de Türk milletinin içinde bulunduğu gerilik vaziyetini ve düşeceği uçurumu göremiyordu. Gittikçe yaklaşan tehlikeye ka-rşı duracak biricik kuvvet olan Türk ordusu da Sultan Hamid'in vehmine k u r b a n olmuştu. Atış talimlerinden ve manevralardan m a h r u m edilen Türk Ordusu âtıl bırakılmış k u m a n d a n l a r ve Erkânı Harbiye Hey'eti elinde ancak iç asayişin teminine m u v a f f a k olabilecek bir kudrette idi. Bu hal onu uzun yıllar, istense dahi, memleketi m ü d a f a a edebilecek bir kudrete çıkartamayacak kad a r da vahimleşmişti. A v r u p a l ı l a r iktisadî ve malî ve h a t t â siyasî h e r işimize h â k i m olmuşlardı. Ve e n acıklısı T ü r k mille( 3 ) Kırım harbindeuberi yapılan istikrazlar Sultan Aziz devrinde faizlerini ödemek için bile yeni istikrazlara yol açmıştı. Sultan Hamid zamanında İstanbul'da Cağaloğlu'nda Avrupalıların bir kale gibi yaptıkları Düyun-u Umumiye binası, o zaman bizim cesaret ve azmimizi kırmamış bilâr kis vatansever münevver gençlerin daha sıkı ve daha çabuk hürriyet saflarını kurmaya bir âmil olmuştu. Bu ecnebi kalesi Cumhuriyet devrimizin bir Türk irfan yuvası olmuştur.



NEDEN KURULDU?



31



tini gerilik ve kabiliyetsizlikle i t h a m ediyorlardı. Artık m ü s t e m l e k e l e ş m e y e h a z ı r l a n m ı ş o l a n O s m a n l ı topraklarının A v r u p a devletleri a r a s ı n d a paylaşılması tehlikesi de b a ş göstermişti. B ü y ü k devletler; aralar ı n d a b i r h a r p ç ı k a r m a d a n a d ı m a d ı m b u işi i l e r l e t e c e k b i r f o r m ü l b u l m u ş l a r d ı . E n çok M a k e d o n y a ' d a tecr ü b e sahasına koydukları bu formül şu idi: Türk'den gayrı u n s u r l a r a ihtilâller yaptırmak, s o n r a d a orayı n ü f u z m ı n t a k a l a r ı n a a y ı r a r a k j a n d a r m a ve idarî k o n t r o l k o y m a k ve a s a y i ş b ü s b ü t ü n b o z u l d u k t a n sonr a k a t ' i işgallere b a ş l a m a k . R u m l a r , E r m e n i l e r , Bulg a r l a r , S ı r p l a r ... h a t t â d i n î c a m i a i ç i n d e Türklerle k a y n a ş m ı ş o l a n A r a p l a r , A r n a v u t l a r ... h e p b u m a k sadla tahrik olunuyor ve silâhlandırılıyordu. işte; b u i n h i l â l t e h l i k e s i n e k a r ş ı v a t a n s e v e r l e r i n yıllardanberi r u h u n a sinmiş olan hürriyet d u y g u l a n bir ideal halinde yeniden tebellür etmiş ve milletin f a a l , fikirli, f e d a k â r , faziletli ve f e r a g a t l i evlâtlarını b ü y ü k bir hızla birbirine b a ğ l a y a r a k tehlikenin karşısına dikmiştir. îşte; b u k a y n a ş m a n e t i c e s i n d e m e m l e k e t i n h a k i k i s a h i b i n i n s a d e c e P a d i ş a h ve b e n d e l e r i değil, o n u k a n ı b a h a s ı n a k a z a n a n v e k o r u m a y a çalış-' m i l l e t old u ğ u n u fiiliyat s a h a s ı n d a isbat e t m e k m a k s a d i l e kur u l a n cemiyet İTTİHAD VE TERAKKİ'dir.



If



ra



m h iu



t:¡



• rt



uiíbfa m . L ö p ^ í u X ü i l ^



» h f f e ' f ífW&WfcaM



flï.



.



¿ d ¿«um: «ftJ|& j f e j . .



k



".-It: >£*> ;... .ru



:uH



> j w ^ b c í uwiiß;



^jİ bi







náíiravuí



je-nrJÎ rtîrisrf ,iei ¿shÍx&i$ód'9ÁM&ii#



*feırf ti d-HtftfMK



-



i>tarí - t B í a j í a t o e í m afespjfe^ilsai ^ p ^ q p i í u d i d a n h 3! ielafc acf 9v rfB?ibsi j í i b / i é í ü - > í 9 í í t ^ á F a f i i t á a í t e f c í a v i ü i ! u m / § a t > •



ESERİMİN ESASI VE EKİ



İttihad ve T e r a k k i Cemiyeti k u r u l u ş u b a k ı m ı n d a n iki d e v r e y e a y r ı l ı r . B i r i n c i d e v r e k u r u l u ş u n a 1889 (1305) t a r i h i n d e İ s t a n b u l ' d a h e n ü z o l g u n l a ş m a y a n b i r m u h i t t e v e y i n e h e n ü z o l g u n l a ş m a y a n b e ş t ı b b i y e talebesinin hürriyetseverlik heyecanları sebep olmuş ve teşkilâtını h e m e n h e m e n İ s t a n b u l ' a h a s r e t t i r m i ş ve d a h a çok d a m e k t e p talebesini içine almıştır. Ordul a r a d a el a t a m a d ı ğ ı n d a n s a y ı c a ç o k l u ğ u n a r a ğ m e n kudretçe istibdadın merkezi olan İstanbul'da beceriksiz b i r h a l d e s ö z ü a y a ğ a d ü ş ü r m ü ş v e u f a k b i r s a r sıntıya karşı k-oyamayarak varlığını kaybetmiştir. Bu t e ş e k k ü l d e n g e r i y e m e m l e k e t i ç i n d e gizli n a m ı ile h ü r r i y e t e t e ş n e l i k v e A v r u p a ' d a i s e b i r k a ç kişilik b e l i r t i h a l i n d e k i b i r m e r k e z ile m a t b u a t m ü c a delesi kalmıştır.



İkinci devre kuruluşu ise 1906'da İstanbul'dan uzak olan Makedonya'da ihtilâller arasında olgunlaşan bir muhitte ve yine olgunlaşmış sivil ve asker baş-



34



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



l a r ı n z a m a n ı n i c a p l a r ı n ı d ü ş ü n e r e k v e d a h a u z u n gör ü ş m e l e r v e d i d i ş m e l e r l e b a ş l a m ı ş ve S e l a n i k ' t e o n kişilik b i r m e r k e z l e f a a l i y e t e g i r i ş m i ş t i r . Teşkilâtını h e m e n o r d u l a r a h a s r e t m i ş , M a n a s t ı r m m t a k a s ı g i b i , istibdad m i h r a k ı n d a n çok u z a k bir yerde icra kudretini h a i z bir k u v v e t v ü c u d a getirmiş, Rumeli'nin m ü him merkezlerine teşkilâtını teşmil etmiş ve İstanbul, E d i r n e , İ z m i r g i b i y e r l e r d e d e t e ş k i l â t ı n ı b a ş a r m ı ş olduğundan d ü ş m a n ı olan istibdadı yıkmış ve hedefi olan hürriyeti ilân ederek meşrutiyet idareyi kurabilmiştir. B e n , İ t t i h a d v e T e r a k k i C e m i y e t i ' n i n ilk g ü n l e r i n den b a ğ l a y a r a k faaliyetlerine iştirâk etmiş ve M a n a s tır teşkilâtını b a ş a r d ı k t a n s o n r a çok m ü h i m vazifeler almış bir i n s a n sıfatile bildiklerimi ve yaptıklarımı b u eserin esası o l a r a k y a z ı y o r u m . İkinci devre teşkilât ve mesaisini de işittiklerimden ve o k u d u k l a r ı m d a n hülâsalayarak bu eserime ek yapıyorum.



I.



BÖLÜM



İLK İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİNİ BEN NE ZAMAN VE NASIL ÖĞRENDİM? 1896 (1312)'de onbeş yaşıma girmiştim. Fatih Askeri Rüştiyesi üçüncü sınıfmda idim. Zeyrek'te Hacıkadın caddesindeki küçük evimizde otururduk. Babamı küçük yaşta kaybetmiştim. Baba vaziyetine geçen Hamdi ağabeyimin üst katta bir kitap odası vardı. Açık duran kütüphanesinde her çeşitten bir çok kitapları bulunurdu. Bazı mahrem arkadaşlarile ara sıra baş başa bu odada okurlar ve konuşurlardı. Yakın akrabalarımızdan deniz zabitleri de bulunduğundan aynı meslekten arkadaşları da gelir giderdi. Günün mes'elesi Ermeni isyanı idi. Geçen yıl 18 Eylül 1895 (1311) de Babıâli'yi basmak arzusile gösterişe kalkan Ermeniler hayli hırpalanmalarına rağmen şimdi de Galata'daki Osmanlı Bankası'nı basmışlar ve işgale muvaffak olmuşlardı. 26 Ağustos 1896 (1312) silâh seslerini evden duyuyorduk. Fakat beni bu silâh seslerinden ziyade ağabeyimin arkadaşlarile gizli gizli f ı s ı l d a ş t ı k l a n s ö z l e r



meraklandırıyordu.



36



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 36



Ermenilerin üst üste yaptıkları b u i s y a n l a r d a n maksatlarının ne olduğu hakkında sağdan soldan işittiklerimiz: «Ermeniler beylik istiyormuş»dan ibaretti. H a l b u k i ben d a h a k ü ç ü k y a ş l a r ı m d a Van'da H a r p u t ' t a y ı l l a r c a o t u r m u ş v e T r a b z o n , E r z u r u m , Sivas, S a m s u n ve a r a l a r ı n d a k i yerleri k a s a b a l a r ı görmüştüm. Ermenilerden komşularımız da vardı. Van'd a a ş ç ı m ı z b i l e E r m e n i idi. H i ç b ö y l e b i r ş e y i s t e d i k lerini işitmemiştim. Ermenilerin nerelerde beylik yap a c a k l a r ı n a aklım hiç e r m e m i ş t i . Ç ü n k ü hiç bir yerde b u n a elverişli bir E r m e n i t o p l u l u ğ u g ö r m e m i ş v e i ş i t m e m i ş t i m . B u n u n için b u yıl d a h a çok a k l ı m erer e k b u işe m e r a k etmiştim. Ağabeyimin misafirlerine hizmet vazifesi evin en k ü ç ü ğ ü o l d u ğ u m d a n b e n i m ü z e r i m d e idi. G i r i p ç ı k t ı k ça duyabildiğim sözler b ü s b ü t ü n beni m e r a k l a n d ı r mıştı. Bir a r a l ı k dışarı ç ı k a n a ğ a b e y i m e s o r d u m : — Ermeniler nerede beylik yapacakmış? Y a ne yapacağız?



biz



« Ö n c e o k u , a d a m ol. S o n r a n e r e d e n e y a p ı l a c a k ve biz n e y a p a c a ğ ı z öğrenirsin», d i y e r e k ağabeyim lâfı kesti ve beni b a ş ı n d a n s a v a r a k a r k a d a ş l a r ı n ı n yan ı n a gitti. ***



Ertesi g ü n ü ağabeyim evde yok iken sinin b a ş ı n a geçtim:



kütüphane-



— H e r h a l d e a d a m olmak için fazla k i t a p karıştırm a k icabeder, diyerek alt g ö z d e n başlayıp ağabeyim i n kitaplarını sırasile k a r ı ş t ı r m a y a b a ş l a d ı m : Cevdet Tarihi, Tarih-i A t a . . . d e r k e n a r k a l a r ı n d a n sarılı



İLK ITTÎHAD VE TERAKKI CEMIYETI bir takım gazeteler döküldü. kendime söyleniyordum:



37



Ben bir t a r a f t a n kendi



— Ö n c e o k u a d a m ol «... Ö n c e o k u a d a m o l . . . » Ben a k l ı m c a a ğ a b e y i m i n t a r i h k i t a p l a r ı n ı sırasile o k u y a c a k t ı m . F a k a t ö n c e d ö k ü l e n g a z e t e l e r d a h a çok m e r a k ı m ı ç e k t i : A v r u p a d a n gelmiş bir s ü r ü Meşveret ve M i z a n gazeteleri. A h m e t Rıza ve M e h m e t M u rat imzalarile neler yazılmamış: Aptülhamid'in bir kanlı katil olduğu, b u zalim herif o r t a d a n k a l k m a dıkça milletin mahvolacağı, Meşrutiyet idaresinin kurulmasile hürriyet teessüs etmedikçe v a t a n ı n tehliked e b u l u n d u ğ u , sayısı o n s e k i z bini a ş a n İ t t i h a d v e Terakki Cemiyeti'nin b u n u başaracağı... A y n e lezzetli ş e y l e r m i ş b u n l a r , d e d i m . G a z e t e l e r « î t t i h a d ve T e r a k k i » C e m i y e t i ' n i n v a s ı t a - i n e ş r i y a t ı klişesini de taşıyor. O k u d u k ç a n e l e r ö ğ r e n i y o r d u m : Milletin f e d a k â r ve m ü n e v v e r gençleri çöllere sürülüyormuş, boğuluyor, denize atılıyormuş. Milletin par a s ı n ı h a f i y e l e r ve s a r a y h a l k ı y i y o r m u ş . A v r u p a terakki ederken cahil ve katil Padişah milletimizin h e r türlü terakkisine engel oluyormuş. Memleketimizde ilme ve emeğe h ü r m e t yerine yalan, r i y a ve irtikâp h a k i m imiş. Haksızlık, zulüm, israf, s e f a h a t sarayl a r d a ve b ü y ü k y e r l e r d e kökleşmiş, h a l k f a k i r ve benliğinden m a h r u m bir halde müstemleke halkı gibi imiş. M e d e n î m i l l e t l e r i n meclisleri b e ş p a r a n ı n bile h e s a b ı n ı h ü k ü m e t l e r i n d e n s o r a r k e n v e m i l l e t t e n alın a n paraları millet h a y r ı n a s a r f e d e r k e n bizim Padişahlar fakir halkımızı soyarak milyonlarla altınları s a r a y y a p m a k , cariye almak, d a l k a v u k v e h a f i y e besl e m e k g i b i m u r d a r l ı k l a r d a h a r c e d i y o r m u ş . . h ü l â s a işler böyle giderse m a h v ı m ı z m u h a k k a k m ı ş !



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 38 S u l t a n H a m i d ' i n b a b a m a ve dolayısiyle b ü t ü n ailem i z e k a r ş ı yaptırdığı h a k s ı z s ü r g ü n c e z a s ı n d a n dolayı o n a karşı zaten p e k k ü ç ü k t e n bir n e f r e t i m vardı. (lJ B u n u n için o k u d u k ç a k i n ve n e f r e t d u y g u l a r r ı m çoğaldı. ( 1 ) 1870 (1285) de Kastamonu Alaybeyliğine tayin olunan babam bir müddet sonra zaptiye alayları lâğvedildiğinden İskilip kazası kaymakamlığına tayin olunmuş. Sultan Aziz'in pehlivanlığa merakı olduğundan her taraftan pehlivan istenmiş. Babam da İskilip'ten Pehlivan Mustafa'yı göndermiş. Dört ay sonra da yine zaptiye alayları ihya olunarak babam da Kastamonu'ya eski vazifesi başına dönmüş. Sanki Pehlivan Mustafa'yı bulup göndermek ve bu suretle bütün hayatınca rahat yüzü görmemek için kendisine bir talih hazırlamış.» Mithat Paşa'nın 1881 yılında Yıldız Sarayındaki muhakemesinde, Sultan Aziz'in kol damarlarım keserek öldürdüğünü güya itiraf eden, bu Pehlivan Mustafa'yı kim gönderdiği de araştırılmış ve bu suretle babam da bir cürüm sahibi olmuş.» Sultan Hamid aklına esen mükâfat ve milcazatı yapan bir müstebit olduğundan şu iradede bulunmuş : «Pehlivan Mustafa'yı gönderen bu adam terfi hakkından mahrum bırakılsın ve İstanbul'a sokulmasın, en uzak yerlerde vazife verilsin ve bir yerde çok da oturtulmasın.» Sultan Aziz'in ölümile babamın pehlivan Mustafa'yı göndermesi arasında bir münasebet olmamakla beraber tard, idam gibi daha ağır cezalara da çarpılmasına ortada bir mani yoktu. Keyfî idare bu. «Memleketine büyük hizmetler görmüş olan Mithat Paşa ve arkadaşları bile sarayın bahçesinde, Türk tarihine ebedi bir leke olan, bir kukla mahkemesinde idam hükümleri yediklerine göre babam da onların arasına pek âlâ karıştırılabilir ve kimse tarafından da ağız açılmazdı...» Arada bir kaç yıllar maaşsız ve muhassesatsız perişan bırakılmak da dahü olmak üzere Diyarıbekir'den Manastır'a, Manastır'dan Hakkâri'ye, oradan Van, Harput ve en sonr a da Mekke'ye sürülen babam beş erkek çocuğundan bü-



İLK İTTlHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



39



— Meğerse b e n n e cahil imişim! dedim. Tevekkeli d e ğ i l a ğ a b e y i m : ö n c e o k u ! a d a m ol! d e m e d i ! Ben ne k a d a r vakit geçtiğini dalgınlıkla hesap e d e m e d i m . M e r d i v e n d e n y u k a r ı çıkan a y a k seslerini de f a r k edememişim. Kapının açılmasile beraber ağabeyimin parlayan gözlüğü gözlerimi kamaştırdı. Ağab e y i m beni c ü r m ü m e ş h u t h a l i n d e y a k a l a m ı ş t ı . Çevik d a v r a n a r a k d e d i m : — H e y ! A ğ a b e y ! İ ş t e b e n ö n c e o k u d u m , a d a m old u m . Söyle b a k a y ı m şimdi ne y a p a y ı m ? K a r d e ş l e r i m i n a r a s ı n d a en çok t a k d i r ettiği beni güler yüzle karşıladı: yükleri İstanbul'da tahsile bırakmaya ve en küçüğü ben olan diğerlerini de beraber sürüklemeye mecbur kalıyor. Mithat ve Mahmut Paşaların Taif'de boğuldukları 1884 (1300) babam da Hakkâri Zaptiye Alaybeyi bulunuyordu. Beş yıl şark vilâyetlerinde (Van ve Harput'ta ailece biz de bulunduk) vazife gördükten sonra 1890 (1306)'da Mekke'ye nakloldu. Biz de ailece beraber gittik ve üç yıl da orada kaldık. 25 yıl terfi hakkından dahi mahrum bırakılan babam, ölümünden bir hafta evvel paşalığa terfi olunmuştur. Taif kalesindeki fecî cinayetin tafsilâtını Mekke'de mektepte çocuklardan ve yerli ailelerden dinledikçe daha sekiz yaşlarında bir çocuk iken Sultan Hamid'e karşı kalbimde müthiş bir nefret ve kin uyannflştı. Taif kalesi zindanlarında çürüyenlerin çoluk çocuklarının görülen perişan halleri ve devlet ve milletine canla basla hizmet eden Paşaların boğdurulması bütün kalplerle Padişah'a karşı mütemadi artan bir husumete inkilâp etmişti. Uzun yıllar terhis olunmadıklarından dolayı isyan ederek süngülü tüfeklerile Harem-i Şerif'e hücum eden askerin halini gördükçe ve hele babamın yıllarca beş parasız açıkta bırakıldığı zamanlarda yatak yorgana ve bakır takımlarına varıncaya kadar satarak peynir ekmekle geçindikleri günleri anam babamdan dinledikçe çocuklara hâs olan hudud suz intikam duygularım ayaklanıyordu.



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 40 — Bunları ne karıştırdın? Sen b u n l a r d a n evvel tarih oku! D a h a b u n l a r d a n çok şey anlayamazdın. S o n r a b u gibi şeyleri ö t e d e b e r i d e söylersen h a f i y e l e r duyar, çocuk demezler insanı zindanlarda çürütürler, b ü t ü n ailemizi de m a h v e d e r s i n . Y e m i n et b a k a y ı m ! Ne bu gazetelerin adını bir yerde anacaksın, ne de içinden bir şeyini? a n l a d ı n mı? — Vallah, Billâh k i m s e y e , k a r d e ş l e r i m e bile söylem e m . Fakat şu Ermeniler nerede ve nasıl beylik yap a c a k l a r ? bir de b u g a z e t e l e r b i z i m d e «îttihad v e Terakki» komitesinden bahsediyor. Bunlar neye Ermenilerden evvel d a v r a n m ı y o r ? — Kâzım! Ailemizin n a m ı n ı yükseltecek istidadı yalnız sende görüyorum. F a k a t kendini çok koru. Ahlâkını nasıl m u h a f a z a e d i y o r s a n dilini d e öyle tut! O k u y u p a d a m olduktan sonra herşeyi anlarsın ve o z a m a n sen de v a t a n a karşı borçlu o l d u ğ u n vazifelerini yaparsın. D a h a çocuksun. Derslerinden başk a işlere karışma. Yalnız fikrin açılması için k ü t ü p h a n e d e n çıkardığın tarihleri boş kaldıkça oku. Benim bugünkü okuduklarımı ve dinlediklerimi iyi h a z m e d e m e d i ğ i m i g ö r ü n c e b i r a z F r a n s ı z i n k i l a b ı n d a n b a h i s açtı. Sonra da Avrupa hükümdarlarının y ü k s e k tahsil g ö r m ü ş , y ü k s e k seciyeli i n s a n l a r olduğ u n u , i ş l e r i n i "de m i l l e t i n s e r b e s t i n t i h a b i l e s e ç t i k l e r i m e s ' u b l a r m ı n k o n t r o l e t t i k l e r i n i b i z d e ise p a d i ş a h l a rın h e m cahil h e m de s a r a y l a r ı n d a israf ve s e f a h a t içinde tereddi etmiş kimseler o l d u ğ u n u ve akıllarına geleni etraflarındaki d a l k a v u k l a r l a y a p m a k t a olduklarını anlattı. İşte v a k t i l e A v r u p a d a bizim gibi imiş m i l l e t l e r i h t i l â l l e r y a p a r a k işi e l l e r i n e a l m ı ş l a r . Hükümdarlık m a k a m ı n d a dahi cahil ve sefih kimseyi bu-



İLK İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



41



lundurmamışlardır. Elbet bizim milletimizin genç evlâtları da bunu birgün yapacak ve vatanı mahvolmaktan ve milleti esir düşmekten kurtaracaktır, dedi. Ben bugünkü kazancımdan çok seviniyordum. Yalnız aklıma bir şey saplanmıştı. Ermeni komiteleri gibi bizim de Ittihad ve Terakki komitemiz varmış da neden sesleri çıkmıyor? Ağabeyime sordum: — Anlattıklarınıza çok teşekkür, fakat şu «Ittihad ve Terakki» komitemiz nerede, neden onların da Ermenilerin yaptıkları gibi sesleri çıkmıyor? — Her yerde, her aklı eren seciyeli vatandaş îttihad ve Terakki'dendir. Fakat d a h a henüz padişahın hafiyeleri d a h a kuvvetli. Haber aldıklarını öldürüyorlar, boğuyorlar yahut d a zindinlarda, çöllerde çürütüyorlar. — Peki her aklı eren seciyeli vatandaş îttihad ve Terakki komitesinden ise biz de onlardan mıyız? — Kâzım herşeyin dibine darı ekersin, bilirim (2). Ama bu işin dibine darı ekilecek toprak bile bırakmadın! Sen d a h a çocuksun. Ancak beline küıç taktıktan sonra bu işlere karışmaya hakkın olur. Şimdi vazifen derslerine çalışmak ve burada benim odamda yalnız tarih okumak! Anlıyor musun? Bir daha söz ver bakayım, hiç bir yerde bu gazetelerden ve konuştuklarımızdan bahsetmeyeceksin ya? Tüylerim dimdik olmuştu. Ben kendimi hiç de çocuk sanmıyordum. Onbeş yaşıma henüz basmakla ( 2 ) Küçüktenberi işittiğim ve gördüğüm şeyler hakkında çok sualler sorduğumdan çok sorunca b a n a : Artık işin dibine darı ekme.» derlerdi.



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 42 b e r a b e r evimizin h e r m a s r a f ı n ı b e n g ö r ü y o r d u m , evi ben idare ediyordum. Askeri Rüştiyenin son sınıfında idim. Dershanede çavuş, teneffüslerde de nezaretci olarak Dahiliye zabitlerimize bile vekâlet ediyordum. Bütün bu mevkilerim k a f a m d a şimşek sür'atile canlanarak b a n a şunları söyletti: — M e k t e p t e ve e v d e b ü t ü n işleri g ö r ü r k e n k o c a a d a m oldun! d i y o r l a r y a ! N e o l u r ? şu «İttihad v e Ter a k k i y e de alıversinler! Ağabeyim gülerek şu cevabı verdi: — Yirmi y a ş ı n d a n önce a s k e r e almadıkları gibi bu Cemiyet'e de almazlar! Bundan başka bu Cemiyet'e kayıt muamelesinin nerede yapıldığını da bilmiyorum. S e n d e d i ğ i m gibi beline kılıç t a k m c a y a k a d a r a ğ z ı n a cemiyetin adını alma! S o n r a hepimize yazık olur. Şimdi b a n a t e k r a r söz v e r b a k a y ı m k a r d e ş l e r i n e bile b u gazetelerden ve cemiyetten filân bahsetmeyeceksin, değil mi? Yeminle sözümü tekid ettim. O da bana, gelen gazeteleri o k u m a y a m ü s a a d e etti ve şunları a n l a t t ı : «Ahmet Rıza ve M e h m e t M u r a d beylerin Aptülh a m i d ' e ı s l â h a t için l â y i h a l a r v e r d i k l e r i n d e n P a d i ş a h kızmış, onları m a h v e t m e k istemiş, onlar da A v r u p a y a kaçmışlar ve o r a d a n fikirlerini serbest neşrederek m e m l e k e t içinde fikir sahibi i n s a n l a r yetiştirmeye çal ı ş ı y o r l a r v e S u l t a n H a m i d ' i n i s t i b d a d ı ile m ü c a d e l e ediyorlarmış. M u r a t Bey Mülkiye Mektebi'nde okurk e n t a r i h h o c a l a r ı imiş. O z a m a n İ s t a n b u l ' d a M i z a n Gazetesini çıkarıyormuş. Çok kıymetli ve h ü r fikirli bir adammış.» G ü n l e r geçtiği halde a r a sıra gazete gelmekten b a ş k a ses s e d a d u y u l m u y o r d u . Gelen gazetelerde de



İLK İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



43



İ s t a n b u l ' d a ve Edirne'de bazı evlerin basıldığı ve zar bit, doktor, hoca, m e m u r b i r t a k ı m h ü r fikirli v a t a n daşların sürgüne gönderildiği u z u n uzadıya yazılıyor ve S u l t a n H a m i d h a k k ı n d a ağır sözler sarf o l u n u y o r du. Mithat Paşa ve D a m a t M a h m u t Paşaların S u l t a n H a m i d ' i n e m r i l e T a i f ' t e ş e h i t edildikleri h a k k ı n d a cemiyetin eserler de yazdığı ilân olunuyordu. Ağabeyimle hasbıhallerimde, Cemiyet sözü üzerinde d u r m a m a k şartile, h e r şey görüşebiliyordum.



Fatih Askerî Rüştiyesi'nden sınıfımın en ilerilerinde olarak muvaffakiyetle şahadetnamemi aldım. Kuleli Askeri İdadisi'ne de (Lise) açılan müsabakada muvaffak olarak kardeşimle beraber girdik. (11 Nisan 1897 «29 Mart 1313») i Benden dört yaş kadar büyük olmasına r a ğ m e n kitaplarla benim k a d a r başı hoş olmayan k a r d e ş i m H u l u s i ile a y n ı s ı n ı f t a n d ı k . A ğ a b e y i m v e y a k ı n a r k a d a ş l a r ı biz iki k a r d e ş e b i r a z n a s i h a t v e r d i l e r : «Sultan H a m i d g ü n d e n g ü n e vehme s a p l a n a r a k z u l m ü n ü arttırıyormuş. M e k t e p talebesinin bile h ü r r i y e t d a v a s ı n d a b u l u n a n g a z e t e l e r i o k u d u k l a r ı v e cemiyetlere girdikleri hakkında jurnallar aldığından m e k t e p ç o c u k l a r ı a r a s ı n d a n bile h a f i y e l e r k u l l a n ı y o r m u ş . Kulteli'den v e H a r b i y e ' d e n b a z ı e f e n d i l e r t a r d olun a r a k Fizan'a sürülmüş. P a r a ve nişan alacağız diye bazı sütü bozuklar arkadaşlarının ceplerine Avrupa'd a n ve Mısır'dan gelen bu kabil gazeteleri koyuyorlar, s o n r a d a zabitlerine h a b e r vererek n a m u s s u z l u k ediyorlarmış. Hafiyelik h e m çok artmış, h e m de nam u s s u z c a h a r e k e t l e r i p e k ileri gitmiş. D ü k k â n l a r a bile girip p a k e t l e r i n a r a s ı n a e v r a k ı m u z i r r a a d ı n ı verdikleri gazete vesaire koyarak jurnal ediyorlarmış.



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 44 B u n u n için sık sık ceplerinize, y a t a k v e y a s t ı k altlarına bakınız, rast gele kimselerle konuşmayın, derslerinizden b a ş k a şeylerle kat'iyyen u ğ r a ş m a y ı n . K a p u t l a r ı n c e p l e r i n i d i k s e n i z d a h a h a y ı r l ı olur.» Harbiye Mektebi üçüncü sınıftan Kandiyeli Hayrettin ve diğer bir a r k a d a ş ı H a r b i y e ' d e k i cemiyet teşkilâtına girmişler sonra d a h a b e r vermişler. Bir çok talebe T a ş k ı ş l a ' y a hapsedilmiş. Bizim m e k t e p t e n de m a kine muallimi Tavşan Kâmil tevkif edilerek götürülmüş. Ayrıca Hamdi ağabeyimin sıkr tenbihleri ve hususile, A v r u p a ' d a n g e l e n g a z e t e l e r h a k k ı n d a h i ç b i r a r kadaşımla görüşmemek hakkındaki nasihatlere ben çok e h e m m i y e t vermiştim. S ö y l e m e k değil kimseyi dinl e m i y o r d u m bile.



5 Nisan 1313'de (Harp ilânı 7 Nisan'dır) Yunanlılarla h a r p başladı. Ve 6 Mayıs'ta da çabucak zaferle bitti. İzinli çıktığımız günler büyük sevinçlerle zafer ilâvelerini alır okurduk. Ben Alemdar Ordusunu, Tarih-i Ata'dan defalarca o k u y a r a k ezberlemiş gibi o l d u ğ u m d a n d i m a ğ ı m d a sab i t b i r iz b ı r a k m ı ş t ı . I t t i h a d v e T e r a k k i C e m i y e t i n i d e g ö z ü m d e p e k b ü y ü t m ü ş o l d u ğ u m d a n b u iki tesir alt ı n d a k a l a r a k s a n ı y o r d u m ki Y u n a n l ı l a r ı m a ğ l u p eder e k Teselya'yı işgal etmiş b u l u n a n O r d u m u z d a yakında İstanbul'a y ü r ü r ve istibdadı ortadan kaldırır. H a f t a izinlerimizde a ğ a b e y i m d e n böyle bir h a v a dis a l m a k için sabırsızlık e d e r d i m . F a k a t işler b e n i m d ü ş ü n d ü ğ ü m gibi çıkmadı. Perşembe akşamı eve geldiğim vakit ağabeyimi de pek kederli ve düşünceli buldum. Heyecanla boy-



İLK ITTIHAD VE TERAKKI CEMIYET! n u n a atıldım ve teessürünün cevabı aldım:



sebebini sordum.



45 Şu



— Kâzım! Bazı alçakların şimdiye kadar ne facialara sebep olduklarını birkaç kerre sana anlatmıştım. İşte yine, hem de daha geniş mikyasta facialar oluyor. Bir çok kimse sürgün ediliyor. Tıbbiye ve Harbiye mektebinden aylardanberi mevkuf bulunan bir çok talebe ve zabitleri Taşkışla'da Divanıharp adını taşıyan Sultan Hamid'in cellâlları biçarelerin idamın a kadar yürüyecekmiş. (3) Yine Padişahın haydut çetesi işe hâkim oldu. Zavallı İttihad ve Terakki Cemiyeti'ni perişan ediyorlar. On yıllık emekler hepsi mahvoldu. Ben şaşırıp kaldım. Neden Ermeniler gibi bizimkilerin de silâh patlatmadıklarını ağabeyime sordum. Şu cevabı a l d ı m : — Ermeniler icraata geçinceye kadar işlerini gizleyebiliyorlar. Bizim içimizde nenin nesi olduğu belli olmayan sütü bozuklar çok ta ondan. Suİtan Hamid bu gibileri bol para ile köpek gibi kullanıyor. Memlekette ne kadar rezil, namussuz varsa onun hafiye teşkilâtında. Bu alçakların bugün yarın bizim evi basmaları da muhtemeldir. Bugün sana herşeyi söylemek mecburiyetindeyim. Metin ol, böyle bir felâket başımıza gelirse sükûnetini bozma, evi idare ve teselli et! Gözlerimi ve kulaklarımı a ç a r a k dikkat kesilerek dinliyordum. Ağabeyim b a n a şu sırları tevdi etti: ( 3 ) Taşkışla Divan-ı Harbi 2 Temmuz 1897'de 81 kişi mahkûm etmiş : 13 İdam. 22 Müebbet Kürek, diğerleri de muhtelif müddette hapis cezası. Mahkûmlar 26 Ağustos 1313 (8 Eylül 1897'de) Şeref vapurile 78 kişi Trablusgarb'e nefyedilmiş. İdam cezalarım da Padişah müebbet küreğe indirmiş.



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 46 M a d e m ki S a r a y herşeyi h a b e r almıştır. M a d e m k i a r k a d a ş l a r ı n bile ç o k ş e y l e r h a b e r a l m a k t a d ı r l a r . S e n i n d e herşeyi bilmekliğinde hiç beis g ö r m ü y o r u m . E s a s e n a r t ı k işi b i l m e n v e k a v r a m a n d a l â z ı m d ı r . Ağabeyimin bugün b a n a bu kadar açık başladığı beyanatının hikmetini de söyledi: M e n s u p olduğu c e m i y e t kolu d a h i basılmış, reisleri ve d a h a bazı k i m s e l e r tevkif olunmuş, bir çok evrakı d a m ü s a d e r e etmişler. Şu halde artık kendi hüviyetini gizlemek i m k â n ı d a kalmamış. Verdiği malûmatın hülâsası şunlardı:



Mülkiyeden 1305'de mezun olan en büyük ağabeyim îttihad-ı Osmani Cemiyeti'ne 1892'de (1308) Küçük Mustafapaşa'da otururken girmiş. 121'inci Şubenin ll'inci numarasını haizdir. (121/11). Rehberi komşularımızdan Bahriye Zabiti Alâettin Beymiş (4). Şubeler üçer kişi imiş. Üçüncü arkadaşları yine Bahriye Zabiti Hakkı Beymiş (5). Cemiyet 1894 (1310)'da Ittihad ve Terakki adım aldıktan sonra kol kol teşkilâtını büyütmüş. Cemiyet'in maksadı meşrutiyete yemin verdiği h a l d e s ö z ü n d e d u r m a y a r a k k e y f i i d a r e ile m i l l e t i felâkete sürükleyen Sultan Hamid'i indirerek veliahd Reşat efendiyi geçirmekmiş. Y u n a n i s t a n a k a r ş ı zaf e r l e b i t e n b i r h a r b i n s o n u n d a b u işi y a p m a y a k a r a r v e r i l m i ş . E ğ e r m u v a f f a k o l u n s a imiş, b i r ç i b a n ı n cer a h a t i gibi saray e t r a f ı n d a toplanmış b u l u n a n m ü -



( 4 ) Alâettiıı bey Küçük Mustafapaşa'da komşumuzdu. Tekelilerin Alâettin derlerdi. ( 5 ) Hakkı Bey sen zamanlarda Fenerler İdaresinde emekli olarak bulunmakta idi.



İLK ÎTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



47



t e r e d d i unsıor t e m i z l e n e c e k v e y e n i b i r s e ç m e m u h i t le S u l t a n Reşat m e ş r u t i y e t i d a r e y e b a ş l a y a c a k m ı ş . Fak a t gerek Avrupa'daki ve gerekse İstanbul'daki Cemiyet'in faaliyetlerini S u l t a n H a m i d de hafiyeleri vasıtasile bir düziye takip e t m e k t e o l d u ğ u n d a n cemiyet icraata kalkmadan o n a müthiş bir d a r b e vurabilmiş. Ağabeyim bu darbeden kendisinin kurtulacağını hiç ü m i t etmiyordu. Ç ü n k ü m e n s u p o l d u ğ u A k s a r a y şubesinin merkezi olan Oğlanlar Tekkesi basılmış ve bu ş u b e n i n reisi o l a n z a t d a tevkif o l u n m u ş . Onsekiz bin azası olduğu ilân olunan İttihad ve T e r a k k i Cemiyeti'nin hiç bir ses ç ı k a r m a d a n b u suretle b o ğ u l m a s ı n a a k l ı m e r m e m e k l e b e r a b e r çok acıdım. Ağabeyime de bir fenalık gelmesi ihtimâlinden ise çok k o r k t u m . **»



N e ise f ı r t ı n a b i z i m e v e d o k u n m a d ı . M e r k e z l e r i n de evrakı y a k m a k dirayetini gösterenler hafiyelerin eline b ü t ü n teşkilâtın geçmesine m a n i olabilmişler. Bazı kimseler de A v r u p a ' y a kaçabilmiş. Yalnız ileri gelenlerin tevkif olunması, s o n r a d a s ü r g ü n e gönder i l m e s i a ğ a b e y i m i n k o l u n u n C e m i y e t ' l e b i r m ü d d e t irtibatının kesilmesine s e b e p oldu. A r a d a n çok z a m a n geçmeden Hoca O s m a n Efendi a d ı n d a biri bize gelip g i t m e y e başladı. Bu z a t ağabeyimin T a p u D a i r e s i n d e k a l e m a r k a d a ş ı imiş. B u n u n gelip gitmesile y i n e A v r u p a ' d a n gazeteler gelmeye başladı. Meğer bu Hoca O s m a n Efendi vasıtasile ağab e y i m i n k o l u b a ş k a b i r ş u b e ile i r t i b a t y a p m ı ş . B u işe b e n d a h a ç o k \ s e v i n d i m . Ç ü n k ü h e m b ü y ü k fırtınadan kurtulmuştuk, h e m de h a f t a izinlerimde b ü y ü k bir z e v k ve h e y e c a n l a o k u d u ğ u m g a z e t e l e r yi-



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 48



ne geliyordu. Yunanistan'daki muzaffer Ordumuzdan da hiç bir ses çıkmamıştı. Tesalya'nın Yunanlılara geri verileceği mes'elesi acaba Orduda bir galeyan uyandırır da İstanbul üzerine y ü r ü r m ü diye düşüncemi ağabeyim çocukça buluyordu. Çünkü Harbiye ve Tıbbiye mektebinde ve halk arasındaki Cemiyet teşkilâtını yine Cemiyet'e girmiş bazı alçakların Sultan Hamid'e haber verdiği artık öğrenilmişti. Şu halde Ordun u n içinde de bu kabil kimselerin eksik olmayacağını ve bu gidişle daha uzun müddet bir iş yapılamayacağı kanaatinde idi. Gelen Mizan gazetelerinde Taşkışla mezalimi ve Nadir adında birinin hafiyelik ettiği hakkında hayli malûmat vardı. Sonraları tekrar okuduğum bu nüsha 26 Haziran 1897 tarihli idi. İkinci Bastil başlığı altında şunları yazıyordu : «Yeni bir d a r ü l m e z a l i m d a h a açıldı s M e h t e r h a neler, Zaptiye kapıları, H a s a n p a ş a ve Yıldız işkencshaneleri, hatta M a r m a r a açıkları Hamid'in lâyıkile alat-ı s e y y i a t v e i s t i b d a d ı o l a m ı y o r . Bu k a b i l d e n Taşkışla politika m ü t t e h e m l e r i için m a h b e s i n t i h a p ediler e k o r a d a bir Divan-ı H a r b i daimî teşkil edildi... M a h susen inşa edilmiş d a r localarda günlerce a y a k üzerinde d u r d u r m a k , k u r u e k m e k t e n m a a d a bir şey verm e m e k , g ü n d e d e f a s o p a ile d ö v m e k b u mezalimh a n e n i n en âdi i c r a a t ı n d a n d ı r . «Ey p e n ç e - i i s t i b d a d a l t ı n d a k ı v r a n a n c i v a n m e r d millet! Başınızı kaldırınız, gözlerinizin ö n ü n d e c e r y a n eden v u k u a t a nasb-ı n a z a r ı dikkat ediniz... «Daha yirmi sene evvel İttihad-ı Osmanî'de bulun a n Bulgarlar bugün Darülfünunlar, Darülterbiyeler, Kütüphaneler inşa ediyorlar...» Aynı gazetede bu satırlardan



sonra bir fotoğraf



İLK ÎTTÎHAD VE TERAKKI CEMİYETÎ



49



v e a l t ı n d a : «Casus-u b i n a m u s N a d i r hâbisi». B u n u n alt ı n d a d a ş u s a t ı r l a r g ö r ü l ü y o r d u : «Bir b u ç u k s e n e e v vel ilânî h a r p edercesine bir şiddetle i z h a r ederek m ü l k ü n h e r t a r a f ı n ı bir m e z b a h a y a çevirdiği z a m a n N a d i r de — h e r hamiyetli O s m a n l m m yaptığı gibi — F ı r k a m ı z a d e h a l e t etmişti... S o n r a c a s u s l u k etti. Şimdi a ğ l a y a r a k diyormuş k i : «Ah ben n e yaptım!... Ne yaptım!... Ferik İsmail gibi bir habisin i ğ f a l a t m a a l d a n d ı m d a a r k a d a ş l a r ı m a , v a z i f e m e , y e m i n i m e h i y a n e t ettim!» « A l d a n m a k m ı ? Biz b u a l d a n m a y a



aldanmayız...»



Resimden ve adından Nadir'in kim olduğunu ağabeyim tanıdı. Zaten de b u mes'ele Cemiyet e f r a d ı arasında d a şayi olmuş. Şöyle k i : Nümune-i Terakki Mektebi'nin m ü d ü r ü olan Nad i r Bey; B e y o ğ l u n d a T o k a t l ı y a n G a z i n o s u n d a Askeri Mektepler Müfettişi İsmail Paşa ve b u n u n eniştesi M a z h a r Beyle o t u r u r k e n a r k a d a ş ı o l a n M a z h a r Beyi cemiyete a l m a k istemiş! M u h a v e r e y i işiten İsmail Paşa da M a z h a r Beye bu teklifi k a b u l etmesini söylemiş! M a z h a r Bey de k a b u l e d e r g ö r ü n m ü ş . N a d i r Bey de İttihad ve T e r a k k i Cemiyeti'nden ve b u n u n hal' k a r a rının yakın o l d u ğ u n d a n bahsetmiş ve birkaç isim de bildirmiş!... G a z i n o d a n çıkınca İsmail Paşa*ve Mazh a r Bey; N a d i r B e y i m a b e y n e g ö t ü r m ü ş l e r . P a d i ş a h ı n h u z u r u n a çıkarılmış. S o r u l a n şeylere k a r ş ı bildiği şeylerin hepsini söylemek alçaklığını yapmış. B u n u n üzerine g e r e k N a d i r Beyin evinde ve gerekse o r t a y a attığı k i m s e l e r i n evlerinde a r a ş t ı r m a l a r yapılmış ve b u suretle yeniden birtakım kimselerin adı o r t a y a çıkmış. P.: 4



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 51



Hepsi tevkif olunmuş. Nadir Bey de ihanetine mükâfat olarak nişanlara ve ihsanlara gark olunmuş. İsmail Paşa ve Mazhar Bey de Sultan Hamid'in d a h a çok gözüne girmişler ve büyük mükâfatlar almışlar. * **



Her gazetesini okuyuşumda Murat Beyi, k a f a m d a büyük bir vatanperver gibi daima büyüttüm. Ağabeyim de onu çok senâ ederdi. Onun «Turfanda mı Yoksa Turfa mı» adlı romanını büyük bir şevk ve takdirle okumuştum. Fakat «Casus-u bi namus Nadir habisi» yazısile Nadir'in resmini ve mahiyetini ilân ettiği gazetesini okuduğumdan bir h a f t a sonra mektep arkadaşlarımdan biri gizlice kulağıma fısıldadı: Avrupa'ya kaçmış olan Murat Bey İstanbul'a gelmiş! Bunu söyleyen samimî arkadaşıma önce inanmadım. O doğruluğunu, görenlerin şahadetile de temin edince kulaklarıma inanmadım. Hafta izinimde bu acı havadisi ağabeyime yetiştirdim. O da dudaklarını bükerek dedi; — Ben de duydum, inanmadım. Fakat dün kendisine Bonmarşede (6) rast geldim. Hocamızdı. Bana büyük teveccühü vardı ve beni pek iyi tanırdı. Bu sefer beni görünce başını çevirdi. Arkasından iki hafiyenin onu takip ettiğini görünce bu hareketini hoş gördüm. Yeniden bazı tevkifler başladı. Ve «İttihad ve Terakki» Cemiyeti de son darbeyi yiyerek husufa uğra( 6 ) Şimdiki Karlman'm bulunduğu yer.



ILK IITÎHAD VE TERAKKI CEMIYETI







dı. A r t ı k A v r u p a ' d a n d a bize g a z e t e l e r g e l m e z oldu. (Keşki b u A v r u p a ' y a k a ç m a m o d a s ı ç ı k m a s a y d ı d a bir çok g e n ç l e r o n l a r ı n ç ı k a r d ı k l a r ı bir s ü r ü l ü z u m l u lüzumsuz neşriyat y ü z ü n d e n mahvolmasalardı. Ve yine b u t a r z d a k i n e ş r i y a t l a A v r u p a siyasetçilerinin d e ekm e k l e r i n e y a ğ s ü r m e s e l e r d i . Bu h u s u s t a k i m ü t a l â a m ı M a n a s t ı r ' d a y e n i d e n gizli b i r c e m i y e t k u r u l m a k ihtiyacı sırasında zikrettim.)



Kâzım Karabekir (Zeyrek) Harbiye Son Sınıf, 1902



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 53 AZGIN ÎSTİBDAD DEVRİ CaJıil b i r H ü k ü m d a r ; c i ı ı a y e t l e r i n d e k i m u v a f f a k i yetierile milleti t e m a m i l e sindirdikten ve Y u n a n i s t a n ' a karşı o r d u n u n kazandığı zaferle de a v a m m m u h a b b e tini k a z a n d ı k t a n s o n r a neler yapmazdı!... Kuleli A s k e r i İdadisi (Lise), P a n g a l t ı H a r b i y e s i v e yine Pangaltı Erkân-ı Harbiye M e k t e b i (Akademi) ki h e r biri ü ç e r y ı l d a n c e m ' a n d o k u z yıl gittikçe a r t a n b i r b a s k ı a l t ı n d a ezile ezile e r k â n - ı h a r p Yüzbaşısı çıktık. Bütün cihan baş döndürücü bir hızla terakki âlemind e yol a l ı r k e n S u l t a n H a m i d ' i n v e h m i l e T ü r k milleti h e r yenilikten, h e r t e r a k k i d e n geri kaldı. Gerçi ordun u n ıslahı için bazı A l m a n m u a l l i m l e r getirtiliyor v e bazı yeni silâhlar almıyordu. F a k a t bunlar d a serbest b ı r a k ı l m ı y o r , cahil ve m ü t e r e d d i h a f i y e l e r i n bir düziye nezaretleri altında jurnal ediliyor ve h e r şey felce u ğ r u y o r d u . «Hayatım» başlıklı eserimde m e k t e p hayatımca gördüklerimi g ü n ü g ü n ü n e kaydetmiş olduğ u m d a n b u r a d a kısaca şunları y a z m a k kâfidir: — V a t a n ve Millet kelimelerini söylemek ve yazm a k y a s a k t ı r . D i n l e m e z s e n i z m a h v ı n ı z a k â f i b i r sebeptir. B u n u bize Kuleli'de kitabet i m t i h a n ı n d a zabit h o c a l a r ı m ı z şöyle i h t a r e t m i ş l e r d i : «Patrie» ve «Nation» kelimelerinin türkçelerini kat'iyyen yazmayacaksınız! Mes'ul olursunuz!



rine



«Murat» d e m e k yasaktı, Mir'at denirdi. H a m i d yed e H â m i d , Yıldız y e r i n e d e Yaldız k u l l a n ı l ı r d ı .



Bir istida, b i r e s e r m u h a k k a k P a d i ş a h a d u a ile b a ş l a y a c a k t ı r . «Velinimet-i biminnetimiz» d i y e r e k h e r şeyi «saye-i ş a h a n e s i n e » b ı r a k a c a k s ı n ı z . A k s i t a k d i r d e b a ş ı m z a h e r belâ gelebilir.



İLK ÎTTÎHAD VE TERAKKI CEMÎYET!



53



Gazete ve kitaplar neşrinden önce sansöre tabi tutulur. Zararlı şeylere bakılır. Meselâ 1318 Mayısında Çemberlitaş hamamı külhanında 150 çuval kitap ve evrak yakıldı. (7) A k ş a m l a n b ü t ü n o r d u v e a s k e r î m e k t e p l e r ü ç def a «Padişahım çok yaşa!» diye h a y k ı r a c a k eğer can v e g ö n ü l d e n b a ğ ı r m ı y o r diye j u r n a l edilirseniz başın ı z a bir belâ gelir. M i r a l a y r ü t b e s i n e k a d a r z a d e g â n sınıf a r k a d a ş l a r ı n ı z v a r d ı r . S ı n ı f ı n i l e r i s i n d e m i s i n i z , b u n l a r a d e r s öğr e t m e y e m e c b u r kalırsınız. İçlerinde k o r k u n ç şirretl e r i d e v a r d ı r . M ü l â z ı m , y ü z b a ş ı r ü t b e s i n d e k i sınıf z a bitleri ve m u a l l i m l e r bile b u n l a r ı n ş e r r i n d e n korkarlar. Meselâ Kuleli'de ahlâksızlığından dolayı mektept e n kayıtları silinen Ebülhüda' n a m ı n d a k i P a d i ş a h ı n bir m u t e m e d i n e m e n s u b u n u az s o n r a biz Beyoğlu'nda c u m a selâmlık alayından arabayı k u r u l m u ş bir halde d ö n e r k e n g ö r d ü k : G ö ğ s ü , k o l l a r ı s ı r m a l a r i ç i n d e idi. O n y e d i y a ş ı n d a k i b u yakışıklı genç r ü t b e - i b â l â ricalinden olmuş!... Y i n e kendisi gibi o l a n a r k a d a ş ı d a h ü n k â r y a v e r i ü n i f o r m a s i l e s a r a y a t l a r ı n d a n biri üzerinde b i r y e r e i r a d e t e b l i ğ i n e g i d i y o r d u ! B i r g ü n F r a n s ı z c a d a n t e r c ü m e e t t i ğ i m v e b i r çoc u k m e c m u a s ı n ı n bastığı (Kral ve Çoban) makalesi az kaldı felâketime sebep oluyordu. m e n edildim.



Bir d a h a



neşirden



Harbiye mektebinde m u h a f ı z kıt'a neferleri mavz e r l i idi. T a l e b e y e i s e k ö h n e l e ş m i ş m a r t i n t ü f e k l e r i v e a ğ ı r k a s a t u r a l a r ı t a ş ı t ı l ı y o r d u . B i r g ü n K â ğ ı t h a n e Poligonu y a n ı n d a n geçerken bir arkadaş boş bir şarap( 7 ) Kitap ve evrak yakmak Türk tarihinin en lekeli sahiielerinl teşkil eder.



54



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 54



nel kovanı bularak mektebe getirmişti. Az kaldı istikbali mahvolacaktı. Apteshaneye attırarak çocuğu kurtardım.



Harbiye son sınıfda. Kâzım Zeyrek (Karabekir), Hulusi Zeyrek (Karabekir), Seyii Firuzağa (Diizgören)



İLK ÎTTÎHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



SS



Zabit çıktığımız yıl 1902 (1318) Direklerarası'nda kardeşimi tevkif ederek Bekirağa Hapishanesine götürdüler. Meğerse birkaç gün sonra Padişah Hırka-i Şerif'e gidecekmiş, yeni zabitler ortada dolaşmasın denilmiş. Ne kadar yeni zabit varsa hepsini tevkif etmişler. Kardeşim de bu arada m u h a f a z a altında İstanbul'dan çıkarıldı. Teyzemin oğlu bahriye zabiti Mehmet Kaptan'ın kayınbiraderi Rıza Kaptan Yeniköy'de bir ecnebi ahbabının evine girerken jurnal edilmiş, bir yıl kendi, üç ay da eniştesi diye Mehmet Kapt a n hapiste yattılar. Bereket versin eskiden bir arad a otururken hayli zamandır ayrı evlerde ve birbirimizden uzaktık. Erkân sınıflarında artık kafalarımız da olgunlaşmış, mühim bazı hâdiseler de vukua gelmiş, baskı da pek ziyadeleşmiş olduğundan tahsilimiz daha tehlike içinde geçti. Almanlardan askeri dersleri görüyor ve yeni silâhları öğreniyorduk fakat bir telefon, bir otomobil vesair elektrikli vasıtaları hep nazari okuyorduk. Hatta bir tip bile bize gösterilmiyordu. Jurnalcilik ise rekabet edilircesine artmıştı. Biz zabit üniformalı Erkân-ı Harp sınıflarına tıpkı Harbiye talebesi gibi muamele ediliyordu. Maaş yılda ancak üç dört aylığa inmişti. Haftalık namile maaşın dörtte biri ayda, bazan daha uzun zamanda verilirdi. Bütçe açığı ordu ve memurların ve mütekait ve yetimlerin maaşından kapatılırdı (8). Fakat mensuplar ve işini uydur a n l a r maaşlarını kâmilen alırlardı. ( 8 ) Erkânıharp Yüzbaşısı çıktığımız 1905 (1321) yılı bütçesinin masraf kısmı 22,981,107.76 altın iken varidat kısmı 17,681,107.76 altın idi. Bütçe açığı 5,300,000 altındı. Bu açık maaşları vermemekle kapatılıyordu. Bütçenin diğer fasılları şöyle idi. 922,263,61 Sarayın (Fakat muhafızlar vesai-



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 57 F a k a t h a f i y e teşkilâtı, s a r a y muhafızları,



saray



mensupları gittikçe artıyor ve bunlar muntazam maaşlarından başka sadakat göstermeleri derecesine göre ikrâmlar, ihsanlar, rütbeler, köşkler ve konaklar ihsan alıyorlardı. Paşa rütbesinde hafiyeler de vardı. Bunların konakları küçük birer saray halini almıştı. Muhafızların başlarmdakiler en cahil fakat en kuvvetli adamlardı. Meselâ Müşir Tahir Paşa, Arnavut kayıkçı, sonra da kaldırımcı idi, imzasını atamazdı. Kendisi gibi güçlü kuvvetli kaldırımcılar, hamallar Sultan Hamid'in, muhafız kıt'alarmın kumanda hey'etini teşkil ediyordu. Bu muhafızlara tüfekçiler deniyordu. Neferleri bile ayda 10 - 25 liraya kadar maaş alıyorlardı. İçlerinde Türk'ü pek az olan Arap, Rum mühtedisi, Arnavut vesaireden mürekkep mabeyncilerin en az maaşı yüz altındı. Harem ağalarının hayli masrafı vardı. Kızlarağası her masrafı ayrıca tesviye olunur ve ayrıca ayda 300 altın alırdı. Payesi de sadırazam hizasında fakat nüfuzu daha ziyade idi. Padişah bütçenin şu faslı, bu faslı tanımazdı. İstediği yere istediğini verirdi ve aklına geleni de masrafa bakmayarak yaptırırdı. Meselâ Yıldız'da mükemmel bir tiyatro vardı. Her t a r a f t a n gelen ecnebi artistler huzurda oynarlar ve nişanlar ve ihsanlar alırlardı. Hamid'in bazı kaprisleri de vardı. Bunun için Yıldız'da marangozhane, çini fabrikası kurdurmuştu. Ecnebi ustalara bol para verdirirdi. Nişan faslı da çok israflara sebep oluyordu. Sarayda müneccimbaşı, seccadeci b a ş ı . . . namlarile bir çok başlar da vardı. Sultan Hare askeri ve mülkî bütçededir.), 7,241,002.86 Düyunu umumiye, 937,579,73 Tahsisatı hayriye ve müteferrika (Tekaütler, muhtaçlar burada) 8,882,497.35 Askeri, 4,997,764.21 Mülkî.



İLK İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



57



m i d ' i n r ü y a l a r ı n ı n t a b i r c i l e r i v a r d ı . B ü y ü k s a t ı n alm a l a r d a Sultan Hamid'in en yakınları en b ü y ü k hırsızlığı y a p a r l a r d ı . B u n u n a d ı a n c a k s u i i s t i m a l olabilirdi ve o r t a y a ç ı k s a d a s a d ı k k u l l a r ı n d a n k i m s e ceza görmezdi. Ç ü n k ü bir Padişaha dua, olmazsa mab e y n k a p ı s ı n d a k ö p e k gibi h a v l a m a cezası af şöyle d u r s u n üstelik ihsan-ı ş a h a n e v e y a r ü t b e , n i ş a n d a verilmesini mucip olurdu. M u h t a r P a ş a derste bize m a u zer tüfeklerinin üçer b u ç u k altına alındığını halbuki Japonların aynı tüfeği ikişer b u ç u k altına aldıklarını ve sebebinin de Japonların gönderdikleri hey'etler ne 'ziyafet ve ne de en u f a k bir hediye kabul etmezlerdi. Bu h u s u s a dair kat'i e m i r alırlar ve y e m i n veriyorlarmış. Bizimkiler ise e n v a - ı z i y a f e t l e r i v e a d ı h a t ı r a o l a n h e d i y e l e r i v e a p a ç ı k z a r f i ç i n d e g ö n d e r i l e n p a r a y ı bile k a b u l ediyorlarmış. S u l t a n H a m i d c a h i l v e h a y l a z o l d u ğ u h a l d e (*) k e n d i n i ecnebi gazetelerine m e d h e t t i r m e k için p e k çok p a r a sarf ederdi. M u n t a z a m o l a r a k Brüksel'de



( • ) 2 Mart 1333 (1917) de bastırıp yaydığı hatıratında halini şöyle tasvir etmiştir : «Ben saltanatta iken muntazam tahsil ve tetebbüe vakit bulamıyordum. Şehzadeliğim de büyük biraderim gibi kayıtsızlıklar içinde geçmişti. Ben Selânik'e gittikten ve hal ve tahavvülün icabettiği f ü t u r iki Üç ay zarfında zaü olduktan sonra muntazam tahsil etmeye başladım. Edebiyat ile tarih en sevdiğim şuabatı marifettendir. Ben istirahat gibi şan ve şerefin de büyük bir kısmını zamanı menkûbiyetimde kazandım. İşte bugün lehülhamd fikrimi oldukça düzgün bir üslûp Ue ifade edebiliyorum. Fransızcadan kulak dolgunluğile bir çok kelime bilirdim. Selânik'in uzun günlerinde bu lisanı muntazaman tahsil etmeye çalıştım. Şimdi okuduğum gazetelerle risaleleri kamusun muavenetile fakat sühuletle anlıyorum (!).»



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 58



Orient Gazetesi ve arasıra bazı kitaplarda bol p a r a mukabilinde meddahlık yaparlardı. Hükümet ve ordunun idaresi için Babıâli ve Seraskerlik makamlarından başka Yıldız sarayında da Padişahın emrinde birtakım teşekküller vardı. Bunlar a da bir çok muhassesat ve ihsanlar verilirdi. Meselâ Teftiş-i Askerî Komisyonu 44 daimî aza ve 6 f a h r i azadan mürekkepti. Yaver-i ekremlerin sayısı: 275'di. Bunların 6'sı müşir, 10'u birinci ferik, 32'si ferik, 200'ü ü m e r a ve zâbit. Fahrî yaverlerin sayısı 40'dı. Bunların 4'ü müşir, 7'si birinci ferik, 29'u ferik, 9'u mirliva, 40'ı ü m e r a ve zabit. Sarayda 40 aşçı ve b u n u n üç misli yamak var. Hergün sabah akşam 600 tabla yemek çıkıyor ve saraym içinden başka Beşiktaş'ta bir çok emektarların evine de tablalarla yemek gidiyor. Hamid'in sadık bendelerinin ve hafiyelerinin etrafları da birer saray aleminin gittikçe küçülen bir örneği! Bu suretlş birkaç bin kişinin r e f a h ve israf içinde yaşamasına karşılık bütün Türk Milleti ve Ordusu gittikçe sıkıntıya düşüyor ve halk fakirleşiyordu. Hükümete ve h a t t a mahkemelere düşenlerin vay haline, idi. İşler sürüncemede bırakılıyor, rüşvetle iş görülüyor ve halka iyi muamele olunmuyor, onlara hakaret olunuyordu. Sanki onlar müstemleke halkı idi. Zavallı halk Hint fakirleri gibi göbeğine bakıyordu ve Allah kimseyi Hükümet kapışma ve mahkemelerine düşürmesin diye d u a ediyorlardı. Gayr-ı Türkler d a h a mes'uttu, askere gitmiyorlar ve büyük devletlerin himayesine mazhar olduklarından boyuna çocuk yapıyorlar ve zengin de oluyorlardı. Avrupalılar, «Türkler a d a m olmazlar!» diyorlar ve Hıristiyan u n s u r u n terak-



İLK İTTlHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



59



kişine h e r cihetten y a r d ı m ediyorlardı. Büyük devletler aralarında bir h a r p çıkmasına sebep olmadan «Hasta Adam» dedikleri Türklerin mirasmı p a y l a ş m a plânını çiziyorlardı. T ü r k l e r d e d e «Artık biz a d a m olmayız!» k a n a a t i uyanmıştı. Ç ü n k ü y u k a r d a k i acıklı hallerden b a ş k a m a n e v i y a t ı k ı r a c a k çok şeyler vardı. Meselâ o r d u gitt i k ç e f e n a l a ş ı y o r d u , B a l k a n d e v l e t l e r i bile o r d u l a r ı n ı g e n ç l e ş t i r i y o r v e y e n i l e ş t i r i y o r d u . T ü r k O r d u s u ise ihtiyar ve beceriksiz k u m a n d a n l a r idaresinde bırakılmış, m a n e v r a n e d i r bilmiyorlardı. H a t t a atış talimleri bile yapılmıyordu. Erkân-ı Harbiye Hey'eti m a s a başlarınd a ç a l ı ş ı y o r l a r d ı . Z a b i t a n m ç o ğ u a l a y l ı idi. H e l e a s ker vermeyen İstanbul'daki Hassa Ordusunun kadros u n d a n çok f a z l a paşaları ve zabitleri bir s ü r ü cahil kimselerdi. Bu kıt'alarda l ü z u m u n d a n çok fazla küç ü k zabit de b u l u n u y o r d u . S a r a y d a Padişahı a v u c u içinde t u t a n birtakım şüpheli a d a m l a r d a vardı. Bunlar başka devletler hesab ı n a T ü r k m i l l e t i n i P a d i ş a h l a r ı elile, i s t i s m a r e d i y o r l a r d ı . M e s e l â A r a p İ z z e t 1311 n i h a y e t l e r i n d e ( 1 8 9 5 ) ' d e E b ü l h ü d a ' n m tavassutile s a r a y a girmişti. Beyrut'da J e z v i t m e k t e b i n d e n ç ı k m ı ş b i r c i n g ö z d ü (9). D a h a e v vel Hamid'e çatan Hâmisi de aynı fasileden biriydi. B u n l a r ı n o ğ u l l a r ı , y e ğ e n l e r i , m e n s u p l a r ı ... b i r s ü r ü p a r a etmezler zadegân sınıfından sayılırlar ve T ü r k vezirlerile bir hizaya giderlerdi. Bu g ü r u h u n aldığı



( 9 ) Balkan Harbini müteakip Avrupa'ya seyahatimde Arap İzzet ile Viyana sefaretinde Sefirimiz Hüseyin Hilmi Paşa nezdine görüştüm. Türklükle hiç bir alâkası bulunmayan bu adam kurnaz ve başka ellerin bir aleti olduğuna şüphe bırakmıyordu.



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 61 T ü r k a l t ı n l a r ı ile A n a d o l u ' d a m o d e r n y ü z l e r c e k ö y ü yapılabilirdi.



Türk



Bir taraftan da Yahudiler verilmeyen maaşları kır a r a k rüşvet yedirip tahsiline imkân buluyorlar ve ahlâkı büsbütün tereddi ettiriyorlardı. Türk benliği gün geçtikçe eriyordu. Daha bu kabil fenalıklarile milletinin gözünden düşen Sultan Hamid; kendini Arap ve Arnavutlardan mürekkep sarıklı ve fesli Zuhaf Alayları ile ve tüfekçilerle muhafaza ettiriyor ve ayrıca Yıldız'ı bir sürü cahil zabitlerin kumandasındaki Fırka ile de bekletiyordu. Türk Ordusu bu halile dış tehlikeleri karşılayacak kudrette olmak şöyle dursun iyi ellere verilmiş olsa dahi uzun zamanlar bu kudreti kazanamayacaktı. Smıfca Tophane'yi ziyaretimizde Karadeniz Boğazı için yıllarca evvel satın alınıp getirtilen uzun 24 santimetrelik topları bir çardak altında ve yerde gördük. Sebebi Rusya bunların Boğaz'a konmasını dostluk nişanesi bulmadığını Sultan Hamid'e söyletmiş!... Tophane ecnebi ustalar elinde ve iptidai bir halde... Hülâsa devletin mülkî ve askerî teşkilâtı Sultanın vehmi ve bilgisizliği ve ecnebilerin tesiri altında gittikçe fenalaşıyor.



MÜRZSTEG PROĞRAMI VE BULGAR İHTİLÂLİ 1903 (1319)'de biz Erkân-ı Harbiye Mektebi birinci sınıfında iken Trakya'da ve hususile Makedonya'da büyük Bulgarların ihtilâller yaptığını duyduk. Kardeşim bu esnada Selânik'te Merkez Kumandanlı-



İLK İTTİHAT) VE TERAKKİ CEMİYETİ



fll



Kâzım Karabekir Erkân-ı Harbiye Birinci Sınıf, 1903 ğ m d a idi. S o n r a d a İ h t i l â l c i l e r i n m u h a k e m e s i n i y a p a n Divan-ı Harb-i Örfi'de b u l u n m u ş t u . Sonra d a Manastır'a tayin olunmuştu. Kesriye taraflarında takibatta d a b u l u n m u ş t u . B e n b ü y ü k b i r m e r a k l a b u yıl tatil d e v r e s i n d e o n u n y a n ı n a g i t m e k i m k â n ı n ı b u l d u m . Selânik'te ve Manastır'daki hâdiseleri yerlerinde kardeşimden ve arkadaşlarımızdan dinledim. H ü l â s a olarak



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 63



hâdisenin seyri şöyle: 28 Nisan 1903 (15 Nisan 1319) Selanik limanından Marsilya'ya hareket etmek üzere bulunan Mesaj eri Maritim kumpanyasının Guvad-ül Kevir vapurunda bir cehennem makinesi ile infilâk vukubulmuş. Vapur henüz hareket etmemiş olduğundan insan ve eşya kurtarılmış f a k a t bu koca vapur yanmış. Aynı g ü n ü n akşamı istanbul'dan gelen yolcu trenine de suikasd yapılmış. Burada da insan zayiatı olmamış. Ertesi gün ortalık tamamile karardıktan sonra Selânik şehri birdenbire karanlık içinde kalmış. Bulgarlar havagazı ve su borularının geçtiği bir köprüyü dinamitle havaya uçurmuşlar. Bunu müteakip Osmanlı Bankası havaya uçurulmuş, yanındaki Alman Kulübü ve Kolombo Oteli ve yakın binalar da h a s a r a uğramış. Şehir içinde Bulgar Komitecileri sokaklarda ve evlerden bomba atmaya başlamışlar. Şehirdeki isyan bastırılmış. İki gün sonra İtalya ve Avusturya h a r p gemileri Selânik Limanına gelmiş. Osmanlı Bankası'nın altına iki yıldan beri tünel kazıldığı tesbit olunmuş. Tünelin ucu bir bakkal dükkânmdadır. Kimsenin haberi bile olmamış. Bu hâdiselerden birkaç ay sonra da Trakya ve Makedonya ihtilâlleri başlamış. Bunun tarihi de Bulgarların Umden ve Hıristiyanların da Sent Eli dedikleri gün olan 2 Ağustos 1903 (20 Temmuz 1319)'da vukubulmuş (10). Manastır Rus Konsolosunun bir jandarmamız tarafından katli de bundan az sonradır. Ben Selânik ve Manastır'da hâdise yerlerini hayret ve ibretle dolaştım. 1896 (1310)'danberi bu ihtilâl fikren ve fiilen hazırlanmış. Rus konsolosları himayesinde Rus erkân-ı harpleri ve siyaset adamları muh(10) Hayatım nam eserimde tafsilât olduğundan kısaca yazdım.



İLK İTTlHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



63



telif nam ve kıyafetle köy köy dolaşarak köylüye «Türk boyunduruğundan kurtulmak lüzumunu ve nasıl kurtulacaklarını ve nasıl himaye göreceklerini» anlatıyorlar. Bir taraftansa Sofya mekteplerinde tahsil görmüş Makedonyalı veya Bulgaristanlı gençler köy mekteplerine gelip öğretmen oluyorlar ve halkı ihtilâle hazırlamaya uğraşıyorlar. Parola Makedonya Makedonyalılarındır. İlk hedef muhtariyet, sonrası da İstiklâl. Bizim Yunan harbi esnasında herşey mükemmel hazırmış. Hatta bundan iki yıl önce hükümet bu hazırlığı duyar a k bazı depolar ele geçirmiş. Sonraları büyük ihtilâle kadar çete faaliyetleri olmuş. 138 müsademede eşkiyadan ve askerden hayli zayiat da olmuş. 1902 (1318) Teşrinievvel'de (Yani biz Harbiye son sınıftan zabit çıkmak üzere imtihan olurken) Rusya, Babıâli'yi kat'i ıslahat yapmak için sıkıştırmış. Sultan Hamid de Hüseyin Hilmi Paşa'yı Müfettiş-i Umumi tayin etmiş. Vilâyetlerin idarî ve adli vesair işlerine müfettişlik bakacak. Fakat buna verilen talimatı kâfi görmeyen Rusya, Avusturya'yı beraberine alarak mufassal bir proje yapmışlar ve Berlin Muahedesini imzalayan büyük devletlere de kabul ettirdikten sonra Babıâli'ye vermişler. En mühim noktaları (Polis ve Jandarmanın tensiki için ecnebi mütehassıslar istihdamı, n ü f u s nisbetinde Hıristiyanlardan da polis ve jandarma alınması, ekseriyeti Hıristiyan olan köylerin kır bekçilerinin Hıristiyan olması.) Bunları Hükümet kabul ediyor fakat silâh toplamaya gelince Bulgarlar vermiyor. İş ihtilâle kadar gidiyor. Bulgarların ezildiğini gören Rusya İmparatoru, Avusturya İmparatorile Mürzsteg (Viyana'nm 90 kilometre kadar cenub-u garbinde bir kasaba)'de buluşuyor ve 9 maddelik bir program yaparak büyük devlet-



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 64



lere tasdik ettirdikten sonra Babıâli'ye veriyorlar. 7 Kânunuevvel 1903 (24 Teşrinisâni 1319)'da Babıâli de bunu kabul ediyor. Tatbiki için de henüz emir gelmişti. İş m a h r e m tutuluyordu. Bunun mânası Makedonya'nın muhtariyetine yol açmaktı. **



Benim bu seyahatimde gördüğüm yeisli bir şey de ordunun tabur kumandanlarından başlayarak yukarıya doğru alaylı veya işe yaramaz ellerde bulunuşu idi. Manastır'da Kırmızı Kışla'da birkaç sınıf arkadaşımla hasbıhal ederken tabur kumandanları alaylı binbaşı birdenbire odaya girdi ve aynen şöyle söyledi: — Mektepliler, ne konuştuğunuzu ben biliyorum. Bizim Binbaşı eşeğin biri diye çekiştiriyorsunuz! Fakat mektepli zabitlerimiz kıymetli âmir ve mürşitlerden mahrum olduklarından serhoşluk fena bir şekilde. Bir gece kışlaya gelirken konsolosların ikamet yerleri olan caddede iki mektepli serhoş zabitin kavgasına rastladık. Biri palasını çekti. Arkadaşlardan biri cinayeti önlemek için aralarına atıldı fakat parmakl a n doğrandı. Öteki serhoş da ayrıldıktan sonra rovelverini çekerek rast gele ateşe başladı. Kışladan da yine bir hâdise var diye Nizam Karakolu fırladı çıktı. Biz kışlaya yatmaya geliyorduk. Hâdiseyi anlatarak herkesi teskin ettik. Parmakları sarkan arkadaşa doktor getirttik. Bu halden çok teessür duydum. Erkân-ı h a r p zabitleri İstanbul'da, Selânik'te dairelerde toplanıyorlardı. Gerçi 1899 (1315)'den beri kıt'alarda iki yıl staj kabul olunmuştu. Fakat hâlâ bir çoklan kıt'alara gelmiyordu. Asıl işin d a h a vahim ciheti bu yıl istibdal efradı toptan zabit yapüarak bu m m t a k a d a



İLK İTTlHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



65



bırakılmış. Sebebi gidip m e m l e k e t l e r i n d e B u l g a r İhtilâlini a n l a t a m a s ı n l a r imiş! İçlerinde ü n i f o r m a s ı n ı n şerefini m u h a f a z a edemeyecek derecede aptallar da var. B u n l a r d a n birini Selânik'te s i n e m a d a çok çirkin vaziyette görerek O r d u E r k â n - ı H a r b i y e s i n e ş i k â y e t ettim. Kardeşimle Manastır'daki hasbıhallerimde İttihad ve Terakki Cemiyeti h a k k ı n d a biraz m a l û m a t vererek h i ç gizli h e r h a n g i bir T ü r k c e m i y e t i l e t e m a s a gelip gelmediğini ve bu ihtilâller içinde T ü r k k ö y l ü s ü n ü n ve T ü r k münevverlerinin hususile mektepli zabitlerin hallerini ve düşüncelerini sormuştum. Aldığım cevap şu oldu: — Halkın k o r k u ve h e y e c a n d a o l d u ğ u n u ve b u felâketin çok g e ç m e d e n b u r a l a r m istilâya uğrayacağı k o r k u s u u m u m i d i r . B u l g a r l a r ı n gerisinde b ü y ü k devletler ve bilhassa Rusya ve A v u s t u r y a vardır. Mektepli z a b i t l e r b i r a r a y a g e l i n c e a p a ç ı k h e r ş e y i k o n u ş u y o ruz, f a k a t h a f i y e dolu. T a n ı m a d ı ğ ı n ı z birinin y a n ı n d a ileri geri söylemek çok tehlikeli. M e s e l â bizim sınıft a n M ü l â z i m Beşiktaşlı İsmail H a k k ı ile Salih, konsolosun vurulduğu gün gazinoda bilârdo oynuyorlardı. H â d i s e y i i ş i t i n c e : «İyi o l d u , o h o l s u n k e r a t a y a . Nöbetçiye tokat nasıl o l u r m u ş görsünler» diye birbirile h a s b ı h a l e d e r k e n bir h a f i y e işitmiş j u r n a l etmiş. Hem e n tevkif ettiler, S e l â n i k ' e g ö t ü r d ü l e r . H â l â d a Tophane'de mevkufturlar. Gizli hiç bir c e m i y e t işitmedim. »**



P. : 5



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 67



Küçük yaşlanmdanberi şark vilâyetlerinde, Arabistan'da uzun seyahatler yapmış olmak ve küçük yaşta babamı kaybettiğimden hayatla mücadele zaruretinde kalmak beni çok pişirmişti. Fakat bu Manastır ve Selânik seyahati esnasında gördüklerim ve esasen de siyasi vaziyetimiz hakkında küçükten kulaklarımın dolgunluğu b a n a genç yaşımda büyük bir muhakeme kuvveti veriyordu. Zaten küçükten ataklığım vardı. Mektep sıralarında da medenî cesaretim kınlmamış artmıştı. Bunun için Selânik'te ilk işim bu iki kabahatsiz sınıf arkadaşımı ziyaret etmek ve onları k u r t a r m a k oldu. Kimseden izin almadan bunların mevkuf bulunduğu yere geldim. Dışarı çıkarttım. Hemen doğruca Mabeyne acı yazmalarını ve benim de Ordu Erkân-ı Harbiyesine vaziyeti anlatacağımı söyledim. Ve bunları felâketten kurtardım. ***



İstanbul'a trenle döndüm. Bu seyahatten çok feyz almıştım. Artık gerek ağabeyime ve gerekse sınıf arkadaşlarımdan yakınlarıma çok şeyler anlatabiliyordum. Hususile erkân-ı h a r p sınıflarına da harbiye sınıfları gibi yoklamaya çıkma vesaire gibi tazyikler başladığından bunun aksi tesiri olarak bizlerde de kin ve nefret artıyordu. 10 Şubat 1904 (28 Kanunisâni 1319) 'da Japonlarla Ruslar arasında harp açüması hepimize nefes aldırdı. Hele ben a y n bir sevinç duyuyordum. Çünkü Makedonya mes'elesi sürüncemede kalacak ve biz nasıl olsa diploma alarak o dâvada hazır bulunuruz diyordum. Sınıfımın en ilerisinde bulunduğum gibi iç ve dış •iyasl vaziyetlerimizi en iyi bilen de bendim. Sınıf ar-



İLK İTTlHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



67



k a d a r l a r ı m d a n Seyfi Firuzağa (General), Sadullah G a l a t a (Seyr-i S e f a i n M ü d ü r ü , M e b ' u s ) , E m i n Halıcıoğlu (General) siyasi hasbihallerde e n yalanlarımdı. S u l t a n H a m i d i d a r e s i n i n bizi n e r e l e r e sürüklediğini g ö r ü ş ü r d ü k . Bir d e « J e u n e jens!» p a r o l a s ı y a p t ı m . Ş ü p h e l i b i r i g e l d i m i g ö r e n b u n u söylerdi. D e r h a l lâf değiştirirdik. B u p a r o l a y ı «Petit Parisien» resimli m e c m u ada görmüştüm. Her tarafta hafiyelerin kulak kabarttığım gösteriyor ve a l t m d a «Jeuns gens prenez garde a u x choses q u e vous dites — Gençler söylediğiniz şeye d i k k a t ediniz!» y a z ı y o r d u . Bu parola, bizim dörtlü cemiyetimizin a d e t a ismi oldu. Ben seneye yine M a k e d o n y a ' y a k a r d e ş i m i n yar a n a sılaya gitmek k a r a r ı n d a oluşuma arkadaşlar da s e v i n i y o r d u . Ç ü n k ü t a z e g ö r g ü ve h a v a d i s l e r l e gelecektim. H a f t a l a r ı izinli çıktığım z a m a n Beyazıt Küt ü p h a n e s i n e g i d e r ve k e n d i t a r i h i m i z i v e O s m a n l ı car mi asından milli ayrılıklar nasıl başladı, nasıl seyrini t a k i p etti ve şimdi n e h a l d e d i r t e k r a r t e k r a r bulabildiğim kadarını okuyordum. Evde de ağabeyimle bu esasta hasbıhallerde bulunuyordum. Bizim sınıfta bir düzine Şamlı ve Bağdatlı vardı. Yazık ki b u n l a r ı n a r a s ı n d a Araplık cereyanları ve T ü r k düşmanlığı apaçık görülüyordu. Biraz A r a p ç a anladığım için a r a l a r ı n d a k i bu kabil k o n u ş m a l a r ı anlıyor ve çok m ü t e e s s i r oluyordum. Zavallı T ü r k h e r v a t a n d a ş bizim m a h v ı m ı z ı istiyor diyerek ben de g ü n geçtikçe Türk'ten b a ş k a s ı n a d ü ş m a n oluyordum. Bu h u s u s t a bizim jön j a n a r k a d a ş l a r ı m l a d a dertleşiyor ve Araplık cereyanından anlayabildiklerimi onlara da söylüyordum.



68



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 68 Kardeşim Selanik'te Onyedinci Nişancı



Taburuna



nakletmişti. Tatil z a m a n m ı üçüncü smıfa geçtiğimiz 1904 ( 1 3 2 0 ) ' d e d a h i k a r d e ş i m i n y a n ı n a g i t m e y e m u v a f f a k oldum. J ö n j a n a r k a d a ş l a r ı m d a n E m i n Halıcıoğlu, a k r a b a s ı n d a n Selânik'deki Erkân-ı H a r p Kolağası C e m â l B e y e ( İ t t i h a d v e T e r a k k i e r k â n ı n d a n B a h r i ye Nazırı C e m â l Paşa) b ü y ü c e k bir g ü m ü ş a y n a hediyeyi b e n i m l e gönderdi. Bu suretle Selânik'te o n u n l a d a tanıştım. Ve a h v a l h a k k ı n d a hayli m a l û m a t aldım. Ben de geçen y ü Manastır'da ve Selânik'te gördüklerimi v e o r d u n u n z a y ı f v a z i y e t i n i v e i s t i k b a l i n t e h l i k e l i old u ğ u h a k k ı n d a k i düşüncelerimi söyledim. Ve Japonların R u s l a r a t a a r r u z u b a ş l a m a s ı felâketimizi geciktireceğini ve J a p o n l a r ı n galebesinden emin o l d u ğ u m u anlattım. Yalnız bizde hiç bir teşkilât olmadığı halde gayr-ı Türklerin c e m a a t ve komite teşkilâtı çok kuvvetli o l d u ğ u n u , Nişancı taburu kumandanının bile alaylı olduğunu, b u n l a r ı n ne vaziyetle n e de talim ve t e r b i y e ile a l â k a l a r ı o l m a d ı ğ ı n ı , g e n ç z a b i t l e r i m i z i n d e gayr-ı Türk evlerinde pansiyon olduklarının zararlarını anlattım ve bu h u s u s t a hasbıhallerde bulunduk. C e m â l Bey de b e n d e n İ s t a n b u l ve m e k t e p h a k k ı n d a sualler sordu. Sınıf birinciliğimi m ü t e m a d i y e n m u h a f a za ettiğimi tebrik ve d a h a tahsil esnasında bu haval i y e g e l i p g i t m e k l e ç o k iyi y a p t ı ğ ı m ı t a k d i r e t t i . B u o r d u d a h i z m e t a r z u m d a n d a çok m e m n u n kaldı. C e m â l Bey'le g ö r ü ş m e l e r i m d e Selânik'te hiç bir a s k e r i v e y a sivil g i z l i b i r c e m i y e t o l m a d ı ğ ı k a n a a t i m k u v v e t l e n d i . Ç ü n k ü g e ç e n yıl k a r d e ş i m e ricam ü z e r i n e o n u n d a b i r yıllık a r a ş t ı r m a s ı m e n f i n e t i c e v e r m i ş ti. B u n u n g i b i M ü f e t t i ş - i U m u m i l i k E r k â n - ı H a r b i İsm a i l H a k k ı B e y ile ( G e n e r a l C a f e r T a y y a r ' ı n k a r d e ş i ) t e m a s ı m d a n d a netice b u n a varmıştı.



ÎLK İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



69



Makedonya'da Bulgarlardan başka Rumlar ve Sırplar da çeteler teşkil etmişlerdi. Her millet kendi nuntakasıru genişletmekle meşguldü. Her birinin gerisinde kendi ırkından bir küçük devlet ve bunların da gerisinde bir veya birkaç Avrupa büyük devleti vardı. Türklerin ise milli hiç bir teşekkülü yoktu. Bunları ancak Türk askeri muhafaza ediyordu. Selanik, Manastır, Üsküp vilâyetlerinde Bulgar çetelerile müsademeler devamda idi. Eşkiya takibile uğraşmak üzere avcı taburları teşekkül etmişti. Askeri m m t a k a müfettişlikleri ihdâs olunuyordu. Jandarmamızı tensike İtalyan feriki Dejorgie Paşa tayin olunmuş. Manastır vilâyeti jandarmasını İtalyanlar, Serezinkini Fransızlar, Selânik'inkini Ruslar, Dramanınkini İngilizler, Üskübünkünü de Avusturyalılar tensik ediyormuş! Bunların bir kısmı bizim üniformayı, bir kısmı da kendi üniformalarını taşıyor. Bu zabitler evvelce Girit'te de bulunmuşlar! Yani gidecekleri yolu öğrenmiştirler. Umumi Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa'nm maiyetinde Rusya ve Avusturya sivil memurları da dolu. Üçüncü Ordu ecnebi kontrolunda olduğundan maaşlarım tamamile alabiliyorlardı. Edirne'den gelenlerden şu faciayı öğrendim: Marko adında bir yahudi, zabitlerin ve memurların maaşlarını yüzde 20 - 80 arasında kınyormuş. Maaş sahipleri resmî olarak dört ayda bir maaş alıyorlarmış. Ramazan Bayramında yarım maaş, Kurban Bayramında diğer yarısı veriliyormuş! »*»



Bu yıl gördüklerim ve öğrendiklerim d a h a dolgundu. Ve beni çok olgunlaştırmıştı. İstanbul'a dönüşüm-



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 70 de samimi muhitimi d a h a çok aydınlatabiliyordum. R u s - Japon harbi hakkındaki neşriyatı da merakla takip ediyordum. Tünel'in üst b a ş m d a h e r zaman kitap a l d ı ğ ı m bir R u m k i t a p ç ı d a n güzel r e s i m ve krokileri h a v i bir İllüstrasyon aldım ve bir çok k i t a p l a r a d a b a k t ı m . Y a n ı m d a S e y f i d e v a r d ı . G i r e r k e n sınıf y ü z b a ş ı l a r ı m ı z d a n Halil Efendi kitapçının c a m e k â n m a bakıy o r d u . Bizim içeri g i r d i ğ i m i z i g ö r d ü ğ ü h a l d e bize b i r ş e y s ö y l e m e m i ş t i . F a k a t ç ı k t ı k t a n s o n r a bizi t a k i p e t ti ve Tünel m e y d a n ı n d a karşımıza geçerek : — Üzerinizi arayacağım, v a r ! dedi.



sizde evrak-ı



muzirra



Tafsilâtını «Hayatım» d a anlattığım çekişmeden sonra tabu zabit üniformasile üzerimizi aratmadık ve a d a m a h a k a r e t ettim. Ç ü n k ü kıyafeti de hizmetçi gibi idi. B u n u y ü z ü n e h a y k ı r d ı m . Meğer Tünel başındaki kütüphanelere girmek irad e - i s e n i y e ile (!) m e n e d i l m i ş . B e n s ü a d a b u l u n d u ğ u m d a n haberim yoktu. Seyfi'nin de (Düzgören - General) b u iradenin tebliğinden haberi olmamış. Sınıf zabitimiz bizi j u r n a l etmiş. M e k t e p N a z ı r ı Rız a P a ş a m e k t e p t e b i z i ç a ğ ı r d ı v e i r a d e - i s e n i y e ile m e n edilen k ü t ü p h a n e y e gidip öteberi a l a n b u n l a r m ı ? diye h a y k ı r m a y a başladı. Ben sılada idim, h a b e r i m y o k deyince d ö n d ü smıf z a b i t i m i z e v e bizi h u z u r u n d a n k o ğ d u ! O n a k ü f ü r l e r e t t i . Biz k u r t u l d u k z a n n i l e s e v i n i r k e n d ö r d e r h a f t a izinsizlikle ceza g ö r d ü k . * **



İsmet Aksaray (İnönü) de bizim J ö n j a n grubun u n s a m i m i b i r u z v u o l m u ş t u . B i z i m a l t ı m ı z d a k i sı-



İLK ÎTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



71



n ı f t a n o l m a s ı n a r a ğ m e n a k ş a m l a r ı i c t i m a l a n m ı z a gel i r d i . B e n i m M a k e d o n y a s e y a h a t l e r i m v e h a l i m i z istikbalimiz h a k k ı n d a k i a n l a t m a l a r ı m a Seyfi de bir tak ı m kitaplar getirirdi. Bunları b a z a n a y r ı ayrı okur, b a z a n bir kaçımız b e r a b e r okurduk. Erkân-ı H a r p sınıflarının h e r b i r i n d e bizim gibi k a f a d a r l a r üçer beşer g r u p l a r halinde h a l ve istikbal ile h a s b ı h a l e d e n h a m i y e t l i v e m e d e n î c e s a r e t l i i n s a n lar vardı. A r a sıra felâketler b u y ü k s e k başların üzer i n e çökerdi. F a k a t b u bize k o r k u v e r m i y o r d u . Gençliğin ataklığı d a b a z a n l ü z u m s u z b e l â l a r a sebep olduğ u d a vakiydi. İşte biri de bizim b a ş ı m ı z a ç ö k m ü ş t ü . Şöyle ki : İzinsizliğimiz e s n a s m d a bizim g a y r e t l i arkadaş Seyfi d ö r t k i t a p g e t i r t m i ş . Biri T ü r k ç e N a m ı k K e m â l ' i n v a t a n h a k k m d a bir eseri, diğerleri Fransızca. İkisi Leon Tolstoy'un sosyalizm esaslarına u y g u n o l a r a k yazm ı ş olduğu O u est l'issue, La g u e r r e d e Crimée, dörd ü n c ü k i t a p d a L e s m o e n i s m i l i t a i r e s a l l e m a n d e (Alm a n Askerî Ahlâkı) başlıklı Meç divan-ı h a r b i n d e t a r d edilen bir A l m a n M ü l â z ı m m m A l m a n O r d u s u ahlâkiyatı aleyhindeki bir kitabı. Bunları ayrı a y r ı o k u d u k . T ü r k ç e ile kı^k olan O u est l'issue'yü bizim d e r s h a n e d e gece m ü z a k e r e d e n sonr a b e n , İ s m e t , S e y f i b i r a r a d a o k u d u k . B i r A r a p sınıf a r k a d a ş ı m ı z bizi tecessüs ettiğinin f a r k ı n a v a r d ı ğ ı m d a n o k u d u k t a n s o n r a T ü r k ç e y i y ı r t t ı m v e y a k t ı m , diğerlerini y a k t ı r m a m diye Seyfi elimden aldı... Bu gece d e r s h a n e basılmış ve gözler a r a n m ı ş . Seyfi"nin g ö z ü n d e n b u ü ç k i t a p d a a l ı n m ı ş ! Bu m a r i f e t i d e d i ğ e r sınıf y ü z b a ş ı m ı z S a d r i y a p m ı ş . L e o n T o l s t o y ' u n olduğu dahi m a h v ı m ı z a kâfi gelebilirdi. H e m e n Dahi-



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 73



liyeye koştum. Ve Sadri Beyi uzun uzadıya uğraşarak yola getirdim. Kendisi Fransızca bilmediğinden kitapların ismini yanlış tercüme ederse mahcup ve belki de mes'ul kalacağına kendisini inandırdım. Ve tercümelerini ben yaptım. Muharrirleri kendi hiç işitmemiş olduğundan bunlardan ben bahsetmedim. Kitaplara şöyle yakışık adlar bularak üstlerine yazdım : 1. — Kırım Harbi. 2. — Muhasarada Bulunan Sivastopol'da nereden çıkacağız? namile aynı muharrirlerin ikinci eseri, 3. — Alman Ordu Teşkilâtı. Eğer Namık Kemâl'in vatan hakkındaki şiirlerini yakmasaydım berikileri bu suretle yutturmaya tabii imkân olamayacaktı. Evlerimizin aranmasına k a r a r verildiğini Sadri Bey söyledi, f a k a t zararlı değil yalnız proğram dışı Fransızca kitap ! okumak büyük bir cürüm olmadığından yakayı kurtardık. Yalnız evde bir çok güzel kitaplarımı, bir arkadaş vasıtasile yaktırdım. Bu kitaplar yüzünden yalnız sahibi Seyfi'ye dört h a f t a d a h a izinsizlik geldi. Bu mühim bir ders olmalıydı; f a k a t aradan bir hayli vakit geçtikten sonra Seyfi, Sultan Aziz'in hal'i ve Murat ve Hamid'in cülusları zamanlarına ait mükemmel bir Fransızca kitap eline geçirmiş. Fakat bunu ayrı ayrı evlerimizde okuduk. Bu kitap da az kaldı başımıza bir belâ getirecekti : Ben okuduktan sonra izinli bulunduğumuz C u m a günü bize ^elen Seyfi'ye kitabını verdim. Sonra beraber Divanyolu'nda Arif'in kıraethanesine gittik. Bilardo oynadık. Bu esnada kitabın adresi olan sahife nasılsa Seyfi'nin cebinden yere düşmüş. Etraftan da bizi seyredenler vardı. Ne ise kimsenin f a r k m a v a r m a d a n bu sahifeyi müşterek bir hareketle yerden aldık. Bu iyi ders oldu. Artık geçirdiğimiz tehlike ve heyecanları kâfi gördük. Evrak-ı muzirra sayılacak şeylerle uğraşmadık.



İLK İTTlHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



73



YILDIZ D A M Ü T H İ Ş BİR B O M B A PATLADI



21 Temmuz 1905 (8 Temmuz 1321) Cuma günü Yıldız'da Sultan Hamid camiden çıkıp arabasına bineceği sırada seyircilere mahsus arabalar arasından birinde boğucu gazlı bir cehennem makinesi infilâk etmiş. Ben bugün Sarıyer'de ağabeyime misafir gitmiştim. Dönüşte vapurda Harem ağalarının birbirine telâşla anlatırken öğrendim. Mektepte izinsiz arkadaşlar infilâkı işitmişler, ö l ü ve yaralıların naklini görenler de olmuş. Günlerce bu hâdise Sultan Hamid'in istibdadı ve Bulgar ve Ermenilerin Türk'ün z a r a r m a yaptıkları teşebbüsü aramızda konuştuk, durduk. İşin tuhafı bize karşı tazyikin de artması idi. Artık Harbiye talebesi gibi namaz için camiye de zorla götürülüyorduk. Fakat bir t a r a f t a n d a Padişahm marangozhanesinde bizzat meşgul olduğu birer perger takımı ile gümüş liyakat madalyası dağıttüar. Bomba hâdisesinin faillerinden Belçikalı Juris yakalanmış. Muhakemesinde (Ayasofya yakınındaki Adliye binasında) bulunmayı çok arzu ettim. Bunu Seyfi'nin akrabasından bir hariciye memuru delâletile temin ettik. İlk tahkikatı Yıldız'da Necip Melhame'nin reisliğinde Necmettin Molla ve Nazif Süruri Beylerden mürekkep bir komisyon teşkil olunmuş ve bir çok tahkikattan sonra Viyana mamulâtı bir araba tekerleği lâstik parçasından a r a b a ne zaman ve kimin tarafından gümrükten geçirildiği anlaşılmış. Gazeteler Padişaha dualar arasmda biraz malûmat yazdılar ve arabanın resmini de bastılar. Bir Türk Padişahının Ermeni veya sair Türk olmayanlar tarafından öldürülmesini kendi tarihimiz



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 74 b a k ı m ı n d a n ç i r k i n b i r h â d i s e t e l â k k i ile h â d i s e y e ü z ü l m ü ş t ü k . Ç ü n k ü ö l ü m ü gayr-ı Türklerin m e n f a a t i için lâzım bir h â d i s e gibi görülecekti. H a l b u k i vaziyet T ü r k milletinin gittikçe, bu cahil S u l t a n idaresinde tehlikeye yürümesiydi. Şu halde mes'ele körü k ö r ü n e Ham i d ' i n ö l d ü r ü l m e s i değil, d a h a ziyade i d a r e m i z d e sal â h v e t e c e d d ü t t e m i n i idi. B u d a a n c a k T ü r k Milletin i n teşekkülleri ve plânlarile olabilirdi.



Üçü asker olmak üzere 23 kişi telef ve 58 kişi de ağır ve hafif mecruh olmuştu. Sultan Hamid hayatı için bir sürü hafiye ve erbabı sadakat beslediği ve bunlara maaşlarmdan başka türlü ihsanlar verdiği halde ve bombanm atılacağı hakkmd daha önceden de haber alındığına rağmen (11) bu hâdisenin önlenememe(11) İnfilâkın vukubulduğu 8 temmuzdan hemen iki ay evvel firari Ahmet Celâlettin Paşa'dan (Murat Beyi Avrupa'dan getirmeye muvaffak olan ve sonra da Diran Kelekyan ile birlikte kaçan) Sultan Hamid'e Mısır'dan şu malûmat verilmişti. Maruzu çakerkadimleridir Kullan her ne kadar teveccüh-ü şahanelerinden mehcur ve bir takım kimselerin haysiyetine tecavüzleri yüzünden münkesir ve mağdur isem de pek küçük yaştanberi nimet-i hümayunlarıyle perverde olduğumdan Jön Türk ve Ermeni komitelerinin birleşmesi neticesi olarak Ceneve'den son verilen karar mucibince nefs-i hümâyunlarına suikast için tertibat alındığını arz etmeyi kendime bir nimet borcu bildiğim ve bendegân-ı şahanelerinden Diran Kelekyan Efendinin bu haberi teyid ettiğini arz ederim. Ferman Kahire, 17 Mayıs 1321 Burada bir noktayı da hatırlamak lâzımdır : Yine bu serhafiye Ahmet Celâlettin Paşa ve Diran Kelekyan'dır ki bomba infilakı tarihi sıralarında Doktor Bahattin Şakir Beyi Erzincan'dan kaçırmak için Trabzon'da adamlar ve vasıta hazırlamışlardı.



İLK İTTlHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



75



siııe v e şimdilik f a i l l e r i n i n ele g e ç i r i l e m e m e s i n e ç o k üzülerek çok vehimlenmiş ve yetiştirdiği köpeklerin sadakatsizliğine çok kızmış ve ağzına gelen k ü f ü r l e r i s a v u r m u ş . İlk önce b u s u i k a s t i v e l i a h d R e ş a t E f e n d i nin taraftarlarının y a p t ı ğ m a u m u m i bir zan ve hatt a k a n a a t hasıl olmuş. Ç ü n k ü h e r k e s i n v e h m i böyle! Birçok jurnallar da b u mealde, Sultan H a m i d de b u z a n d a ! S o n r a iş m e y d a n a ç ı k m ı ş t ı r . H â d i s e h a k k m d a sonraları aldığım doğru m a l û m a t ş u d u r : Aşağıdaki jurnallan da ibretle okuyalım : Her ne kadar Osmanlı İmparatoru bir ihtiyar Sultan Hamid Han Hazretleri sosyalist umdelerine karşı menfi hareket buyurmakta ise de Alman menfaatinin kendi şahsı ile alâkası bulunması ve Alman sosyalistlerinin prensip noktasından umumi Alman menfaatine hâdim olması hasebiyle Jön Türk ve Ermeni ve Bulgar komitelerinin nefs-i şahane aleyhinde icrasını tasavvur ettikleri suikastin çok geçmeden ikama intizar icab eylediğini bildirmeyi kendime bir vazife bildiğimi arz ederim. 5/11/1904 Alman Sosyalistlerinden Hanri Adolf Rus ve Fransız sefaretlerine mensup Hacı Piyer adındaki bir Ermeni de ara sıra bazı haberler verirmiş. Ve ihsanlar da alırmış. Vak'adan iki ay evvel —Aşağı yukarı Ahmet Celâlettin ve Diran Kelekyan'm haber verdikleri sıralarda— vasıtası olan Nafia Nazırı Zihni Paşa şu haberi şeriyor. «Jön Türk komitesi pek yakında fiiliyata geçerek İstanbul'da bir vak'a çıkarmak istediklerini sefaretlerden mütereşşih haberlere istinaden mahremane surette arz eylerim.» Bu Hacı Piyer İstanbul merkezi azasından avukat Baha Beyin de itimadını kazanmıştı. Bizim Meşrutiyeti kurtarmak için başlayan mücadelemizde ismi geçecektir. İki yüzlü çalıştığı ve bu suretle hem şahsi kazancım temin ediyor, hem de Ermeni komiteleri hesabma Sultan Hamid'e Genç Türkleri düşman gösteriyordu.



76



İLKİTTİHAT)VE TERAKKİ CEMİYETİ fll



Rus Ermenilerinin hazırladıkları bir suikasttir. Eğer Sultan Hamid ölseydi Beyoğlu'nda birçok yerlerde bombalar patlayacak, kargaşalıklar çıkartılacak ve bu suretle Avrupa'nın dikkati şark vilâyetlerinde Ermeni istiklâli mes'elesine çekilmiş olacaktı. Asıl failler bu işi İstanbul'da Belçika tebaasından Juris'in evinde birçok defalar toplantılar y a p a r a k kararlaştırmışlardır. Juris ve karısı Ermenilere yataklık yapmıştır. Suikasdi hazırlayanlar a r a b a d a n Yıldız'da indikten sonra başka bir arabaya binerek doğruca Sirkeci istasyonuna gelerek Avrupa trenine binmişlerdir. Hükümet vak'a akabinde tedbir almadığından bunlar trenle kaçabilmişlerdir. Sultan Hamid Yıldız'da büyük bir hey'eti tahkikiye hazırlatarak işe adli kanaldan başlattığı gibi kendisine yağan jurnallarla da ayrıca uğraşmıştır. Bu mes'ele hakkında Padişaha 8000 jurnal verilmiştir! Bunların bir tanesi Sultan Hamid'in kanaatine pek uygun gelmiş ve hey'et-i tahkikiyenin dahilden ve hariçten bir çok delillerle tesbit ettikleri istikamete aykırı olmakla beraber bizzat günlerce uğraşmasına sebep olmuş. Şöyle k i : Ümeranın da nöbetle cuma selâmlığında bulunması irade edildiğinden Harbiye Mektebi muallimleri de sıra ile gitmeye başlamışlar. Hâdise günü Harbiye kütüphane memuru Binbaşı Mustafa Bey ile baytar sınıfları muallimlerinden Kaymakam Ermeni Minas Bey de sırası gelenler arasında selâmlığa gitmek üzere bir arabaya binerler. Minas Beyin pelerini de varmış. Bunu sarılı olarak karşılarındaki oturma yerine koymuş. Yıldız'da her ikisi de -arabadan inmiş. Pelerin a r a b a d a bırakılmış. Her biri rütbesinin bulunduğu yere gitmiş.



İLK İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



77



H â d i s e d e n s o n r a o telâş içinde b u iki zat d a y i n e b u l u ş m u ş l a r ; f a k a t o g ü r ü l t ü ve kargaşalık a r a s ı n d a arabayı bulmak kabil olamamış. Parçalanmış arabalar, k a n l a r içinde p a r ç a l a n m ı ş insan ve h a y v a n cesetleri herkese bir türlü telâş vermiş, kimi b u l d u ğ u arab a ile, k i m i ' y a y a s a v u ş m a k t a d ı r l a r . M i n a s B e y d e b u şaşkınlığa k a p ı l a r a k M u s t a f a Beye ş u n u söylemiş: — A m a n ben pelerinimden de vaz geçtim, arabad a n d a . S a k ı n b e r a b e r a r a b a ile g e l d i ğ i m i z i v e a r a b a mızın da, pelerinimizin de bu gürültüde kaybolduğun u kimseye söylemeyelim! Bu sözler M u s t a f a Beyin şüphesini uyandırmış. Velinimeti saydığı bahriye feriklerinden H ü s n ü Paşa'ya gidip a y n e n söylemiş. Ş u n u d a ilâve e t m i ş : Pelerinin içinde ağır bir cisim o l d u ğ u n u Minas Beyin ifadesind e n s o n r a anladım. Ç ü n k ü pelerin hiç y e r i n d e n oynam ı y o r ve şeklini değiştirmiyordu. H ü s n ü P a ş a m a k u l ve açık yürekli g ö r ü l ü r bir zat o l m a s ı n a r a ğ m e n b u h i k â y e y i h â d i s e n i n esası gibi kab u l e d e r e k g ü z e l b i r ü s l û p ile S u l t a n H a m i d ' e j u r n a l e d e r ve jurnali d a v e l i n i m e t i ! bildiği K ı z l a r a ğ a s m d a n biri vasıtasile Sultan Hamid'e takdim eder. S u l t a n H a m i d , h e y ' e t - i t a h k i k i y e y i b u işe k a r ı ş t ı r m a d a n B i n b a ş ı M u s t a f a Beyi S a r a y a ç a ğ ı r t ı r ve k e n d i u s u l ve itikadı v e ç h i l e a b d e s t aldırıp iki r e k â t n a m a z k ı l d ı r d ı k t a n s o n r a K u r ' a n - ı K e r i m ' e el b a s t ı r a r a k j u r naldaki ifadelerinin bir iftira olmayıp hakikat olduğun a dair yemin ettirir! A r t ı k s ı r a zavallı M i n a s Beye gelir. K e n d i h a l i n d e v e mesleğine âşık, vazifesinden b a ş k a şeylerle a l â k a lı o l m a y a n b u z a t m u h a f a z a a l t ı n d a Y ı l d ı z s a r a y ı n a



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 78



celbolunur ve cinayeti itiraf etmesi için hususi isticvaplara başlanır! Belânın nereden b a ş m a geldiğini a n l a m a y a n b u yaşlı başlı muallim yeminlerle birşeyden haberi olmadığını a n l a t m a k için çırpınır! N i h a y e t iş h e y e t - i t a h k i k i y e c e d u y u l u r . H a l b u k i onlar a r a b a n m lâstik ve tekerlek parçalarındaki m a r k a l a r ı n d a n a r a b a n ı n V i y a n a m a m û l a t ı o l d u ğ u n u öğrenerek g ü m r ü k t e n ve Viyana sefaretinden arabanın n e r e d e n , n e z a m a n g e l d i ğ i n i v e k i m i n i d a r e s i n d e old u ğ u n u kat'i surette ö ğ r e n e r e k işin Belçika tab'asınd a n Juris'in evinde Rusya'dan gelen birkaç Ermeni tar a f ı n d a n h a z ı r l a n d ı ğ ı n ı o r t a y a ç ı k a r m ı ş l a r d ı r . B u işte a l â k a d a r olanlar d a yakalanıp tahkikat t a m a m l a n mış ve hâdisenin m e ç h u l t a r a f ı kalmamıştır. İşde Min a s Beyin en u f a k bir suçu bile b u l u n m a d ı ğ ı n ı hey'et-i tahkikiye Sultan Hamide' bildiriyorlar. Sultan iradesi şu oluyor: Nisbet-i askeriyesi kesilsin, onbin k u r u ş Ş a m ' d a i k a m e t e m e m u r edilsin!



maaşla



Zavallı M i n a s u z u n yıllık m e s l e ğ i n d e n v e m u a l limliğinden ağlayarak ayrılırken ırkdaşlarından bu c i n a y e t i i r t i k â p e d e n l e r e de, k e n d i s i n i n f e l â k e t i n e sebep olanlara da lânetler okuyor. Ucuzca kurtulduğund a n d a haline şükrediyor! * **



J u r i s h ü r fikirli bir sosyalistti. olarak müstebit bir Padişaha karşı len suikasde y a r d ı m ettiği k a n a a t i n e de-iumumi Necmettin Molla faillerin



Hissine m a ğ l u p y a p ı l m a k istenivarılmıştı. Müdgıyaben, Juris'in



İLK İTTİHAT) VE TERAKKİ CEMİYETİ



fll



de vicahen idamını istedi. Juris sık sık bir ufak şişe içindeki ilâcını içiyordu. Bu mahkemeyi dinlemek çok istifadeli ve çok heyecanlı idi. Hususile Ermeni ve Bulgar ihtilâllerinin iç yüzlerini yıllardanberi öğrenmiş ve kendi milletimizin de istikbalini düşünebilecek bir hale gelmiş olmak dolayısile benim r u h u m d a çok büyük tesirler yapmıştı. Gerek arkadaşlarla ve gerekse ağabeyimle bu mahkemede tatlı sohbetlere hayli esaslar kazandırdığından memnuniyetim büyüktü. Mahkemede idam kararım vermişti. Fakat Sultan Hamid, bu adamı affettiği gibi yüksek maaşla da anarşistlerin kendi aleyhine hazırladıklarını işittiği suikastten malûmat vermesi için onu hafiyeliğine de almıştı. Halbuki Juris anarşist değil sosyalist idi. Sultan Hamid ise anarşistlerle sosyalistleri aynı şey zannediyormuş. *•



Sultan Hamid bu bomba hâdisesinden sonra Yıldız'ın etrafına bazı yerlerde iki kat olmak üzere yüksek duvar çektirdi. Hafiye teşkilâtı kuvvetlendirildi. Fehim Paşa kardeşi Miralay T a n k ile Pangaltı Harbiyesindeki Harbiye ve Erkân-ı Harbiye sınıflannı yakından kontrola başladı. T a n k ve bir hayli maiyeti hemen her gün tramvay caddesindeki muhallebici (Bugünkü memşalarla (helâlar) köşedeki dükkân arası) nin önünde nargile içerdi. Mektebin kendi müdürü Rıza Paşa ve mektepler n a z ı n Zeki Paşa ve müfettiş namile Hamid'in mutemedi İsmail Paşa hep birbirini kontrol ettiği yetişmiyor gibi bir de Fehim Paşa bu irfan müessesesinin üstüne baykuş gibi bakıyordu (12). (12) Harbiye tahsilini ikmâl edemeyen bu zadegân sınıfı yetiştirmesi Fehim Paşa, 1323 ortalarında ve 1323 teşrinisâni



İLKİTTİHAT)VE TERAKKİ CEMİYETİ fll Başhafiye A h m e t Celâlettin P a ş a ' m n d a gözden d ü ş ü p A v r u p a ' y a k a ç m a s ı ve s o n r a Mısır'a gelerek Pad i ş a h a b o m b a hâdisesini bildirmesi ve f i r a r a r k a d a ş ı Ermeni Diran Kelekyan d a ismini jurnalda zikretmesi v e y i n e b u i k i a d a m ı n D o k t o r B a h a t t i n Ş a k i r B e y i n firarını teminleri görülüyor ki şahsi m e n f a a t gören s e r h a f i y e b i l m e y e r e k ve milli m e n f a a t g ü d e n E r m e niler bilerek Genç Türkleri müstebit Padişaha hırpal a t m a k istemişlerdir. Eğer b o m b a hâdisesinin failleri o r t a y a ç ı k m a s a y d ı k i m bilir n e k a d a r T ü r k ç o c u ğ u n u n h a y a t ı veya istikbali mahvolacaktı. Hele bizim safiyetle J e u n e g e n s diye kullandığımız parola d a haber almsa imiş kimbilir başımıza neler gelirmiş.



İKİNCİ DEFA OLARAK İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ NEDEN KURULDU ?



Ben b u r a d a kendi bildiklerimi yani hatıralarımd a n C e m i y e t ' l e ilgili o l a n l a r ı k a y d e d i y o r u m . Y a l n ı z ş u n u k a y d e d e y i m ki e r k â n - ı h a r b i y e s ı n ı f l a r ı n d a n ord u l a r a g i d e n l e r i m i z , b i z d e n ü ç yıl ö n c e o r d u l a r a g i d e n sınıf a r k a d a ş l a r ı m d a n d a h a o l g u n v e a y n ı z a m a n d a (1907)'de iki defa kendine mahsus bomba attırarak Sultan Hamid'in gözüne daha ziyade girmeye uğraşmıştı. Daha sonra'arı 6cnebi tabaalanndan da para almaya kalkışmıştı. Bir Alman tabaasınm bir gemi kerestesini müsadere ve bir İngiliz tabaasmdan da 700 altın istediğinden Alman ve İngiliz sefirlerinin tazyikile Bursa'ya sürüldü. Meşrutiyette halk parçaladı.



İLK İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



81



Sultan Hamid'in idaresine karşı d a h a dolgun bir nefret ve kinle İstanbul'dan ayrılıyorlardı. İstikbalin milletimiz için çok korkunç hâdiselerle dolu olduğunu çok iyi anlamıştık. Ben ise iki defa ihtilâl mıntakasını görmekle beraber olgun bir mürebbi olan büyük ağabeyimden çok şeyler de öğrenmiş bulunuyordum. İki cümle ile bunların hülâsası m ü m k ü n d ü : İdaremizin her şubesi berbad bir halde, çok geriyiz. Padişah cahil, zamanın icaplarmı yapmak şöyle dursun anlayacak bir halde dahi değildir (13). Avrupa devletleri içimizdeki Hıristiyan unsurları yetiştiriyor, ihtilâl yaptırıyor ve yavaş yavaş bizi paylaşmaya gidiyorlar.



(13) Sultan Hamid'in kara cahil bir adam olduğunu işitir dururduk. Hal'inden sonra Selanik'te kendi el yazısile yazdığı hatıratından şu satırları okumak insana hayret veriyor : «Ben saltanatta iken muntazam tahsil ve tetebbua vakit bulamıyorum. Şehzadeliğim de büyük biraderim gibi kayıtsızlıklar içinde geçmişti.. Ben Selâniğe gittikten ve hal ve tahavvülün icabettiği fütur iki üç ay zarfında zail olduktan sonra muntazam tahsil etmeye başladım. Edebiyat ile tarih en sevdiğim şuabat-ı marifettendir. Ben istirahat gibi, şan ve şerefin de büyük bir kısmını zamanı menkûbiyetimde kazandım. İşte bugün de lehülhamd fikrimi oldukça düzgün bir üslup ile ifade. edebüiyorum. Fransızcadan kulak dolgunluğu ile bir çok kelime bilirdim. Selânik'in uzun günlerinde bu lisanı muntazaman tahsil,, etmeye çalıştım. Şimdi gazetelerle risaleleri kamusun muavenetile fakat suhuletle anlıyorum..» Dünya milletlerinin en karışık ve en tehlikeli mes'eleleri kendi iç siyaseti arasında bulunan ve bütün Avrupa büyük devletlerinin iştihasını çeken Osmanlı Devletini, işte böyle bir Padişah idare ediyordu. Yani hâdiseler topyekûn devletimizi bir uçuruma süriiklüyordu. 6



İTTİHAT VE TERAKKİ CEM İV ETİ ı



Erkân-ı Harp Yüzbaşıları (1905) Seyfi, Kazım ÜÇÜNCÜ ORDUYA



GİDİYORUM:



5 İkinci Teşrin 1905 (23 İlk Teşrin 1321)'de erkân ı h a r p yüzbaşılığı diplomasını birincilikle aldım. Uzun yıllardanberi bu mevkii m u h a f a z a ediyordum. Sınıfın ikincisile aramda 61 n u m a r a gibi şimdiye k a d a r görülmemiş bir f a r k vardı. Sınıfımız 44 kişi idi. On üç kişi



İLK İTTİHAT) VE TERAKKİ CEMİYETİ



fll



erkân-ı h a r p olduk, diğerleri erkân-ı h a r p namzedi oldular. Smıfm ikincisile son erkân-ı h a r p arasındaki n u m a r a farkı benimle bu ikinci arasındaki kadardı. Umumi sınıfın sonuncusile benim aramdaki f a r k 449 n u m a r a idi. İlk olmak üzere bana altın maarif madalyası verildi ve kur'ada İkinci Ordu (Edirne) çıktığı halde mektepte bırakılmak istenildim. Ben bu teveccühten istifade ederek Üçüncü Ordu'da kardeşimin yan m a gidebilmek imkânını buldum. Fakat bu ancak iki yıllık staj müddetimce m ü m k ü n olabilecekti. Çünkü mektep idaresinde bırakılmak emrine karşı kıt'ada iki yıl staj yapmak hakkındaki irade-i seniyeye imtisal etmek ve bu suretle orduda tecrübe kazanmak fırsatından m a h r u m edilmemekliğimi beni alıkoymak isteyen Ders Nazırına ve Mektep Müfettişine karşı söylemiş ve hakkımdaki teveccühlerini kardeşimin yanına göndermekle tecelli ettirmelerini rica ettim. Müfettiş İsmail P a ş a kızdı ve b u talebimden şüphelendi. Ders N a z ı n Esat P a ş a d a benim a r z u m a karşı h a y r e t e t t i . F a k a t k a r d e ş i m i n o r a d a o l d u ğ u n u h e r y ü o r a y a s ü a y a gittiğimi ve ailece o r a d a t o p l a n m a k imkânım bulacağımdan bu ricada bulunduğumu anlatınca gevşediler ve stajımı Üçüncü O r d u d a yapmaklığım için delâlette b u l u n d u l a r . Dünya sanki benim olmuştu. Manastır'a gitmek orada samimî bir muhit kurmak, askeri tecrübelerimi de a r t t ı r m a k ve ihtilâl h a v a s ı içinde milletime d a h a faydalı o l m a k m e f k û r e s i yıllardanberi beni çüdırtıyordu. Bu emelimin esasına artık k a v u ş m u ş bulunuyordum. Manastır'a gitmeyi herhalde Selânik'te temin edebilirim ü m i d i n d e idim. F a k a t günler geçiyor, emrimi a l a m ı y o r d u m . T a m b i r a y s ı k ı t a k i p o l u n d u m . Sık sık Beyazıt K ü t ü p h a n e s i n e gider tarih o k u r d u m .



84



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 84



Bir aralık 26 İkinci Teşrin 1905 (13 İkinci Teşrin 1321)'de Avusturyalı bir amiral kumandasında on gemiden mürekkep beş Avrupa büyük devlet donanmasının (Almanya iştirak etmiyordu) Midilli adasmı işgal ettiği ve Kânunuevvel 18'de çekildiklerini işittim. Sebebi Makedonya mmtakası bütçesinin açığını kapatmak için Bâbıali gümrük varidatma % 8 -10 zammetmek istemiş. Büyük devletler de bu mmtaka maliyesi kontrolünü genişletmeyi teklif etmişler. Yani mevcut Rus ve Avusturya maliye memurlarına diğer büyük devletler de birer maliye memuru eklemek istemişler. Hatta bu memurları tayin ve müfettişlik maiyetine göndermişler! Babıâli; bu hali hukuk-u hükümranî'ye muhalif bularak Üsküp'de bulunan umumi müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa'ya bu memurları kabul etmemesini emretmiş. Büyük devletler de bunun üzerine Midilli'yi işgal ederek Çanakkale Boğazına karşı bir gösteriş yapmışlar. Abdülhamid korkmuş, teklifi kabul etmiş! Donanma da çekilmiş.



SELÂNİK'E HAREKETİM s



Bir ay sonra emrimi alabildim. Ağabeyimle son hasbıhalimi y a p t ı m : Hayli zamandanberi fikrimde evirip çevirerek şekilleştirdiğim bir fikrimi açtım: Alemdar Ordusu gibi bir hürriyet ordusile Sultan Hamid'i devirmek. İki fırka bu işi mükemmelen becerebilirdi. Fakat bu nasıl olabilirdi? Bu işi yaparken hariçten bir t a a r r u z a uğrarsak halimiz daha mı feci olurdu? Üçüncü Sultan Mustafa'nın Tarih'i Ata'nın 4'üncü cildinin 67'nci sahifesinde okuduğum şu feryadı beni, neye mâl olursa olsun bu iş mümkünse yapılmalıdır kanaatine sürüklüyordu. Yüzlerce yıllar-



ILK ÎTTÎHAD VE TERAKKI CEMÎYET!



85



d a n b e r i e r b a b ı s a a d e t t e g e z e n h e p h a z e l e idi. V e b u n ların elinde mahvolacaktık. F a k a t onlar emsâli müstemlekelerde görüldüğü veçhile yine saadette yaşayac a k l a r d ı . Ş u h a l d e ilk f ı r s a t t a b i r h ü r r i y e t o r d u s u k ö k ten bir temizleme ameliyesini yapmalıydı. Her tehdid karşısında gevşeyen Sultan Hamid günün birinde M a k e d o n y a ' y a m u h t a r i y e t verebilirdi. Şu h a l d e M a k e donya'daki ordu da şimdiden fikren hazırlanırsa bu işi b a ş a r a b i l i r d i . Üçüncü Mustafa'nm (1717-1774) söylediği A l e m d a r ' m y a p t ı ğ ı : işte saik ve işte ö r n e k !



ve



Yıkılıp dır bu cihan sanma ki bizde düzele şimdi crbab-ı saadette gezen kep hazele Devleti çarht denî verdi mahvı müptezele işimiz kaldı hemen merhamet-i lem yezele.



Tanıdığım ve sevdiğim Manastır'a gitmek ve orada zabitlerin seciye kuvvetine çalışmak, erkân-ı h a r p arkadaşlarla da bu vadide hasbıhaller yaparak hâdiselerin inkişafına emniyetle bakmak ve eğer İttihad ve Terakki mensupları varsa onlarla da anlaşmak ve halkın fikrini yükseltmek gibi güzel k a r a r l a r a vardım. İttihad ve Terakki mensuplarına karşı aile efradımızın çoktanberi hürriyet âşıkı olduğunun delili olmak üzere ağabeyimin numarası olan 121/11'i kullanmak hakkını da ağabeyimden aldım. Diğer bir arkadaşım İzmit'te jandarma yüzbaşısı, diğer İstanbul'da bahriyeli, aynı sınıftan olan kardeşim de Makedonya'da jandarmaya geçmiş bulunuyordu. Büyük kardeşim Defterhanede, iki teyzemin çocukları da İstanbul'da Bahriye Zabiti idi. 19 Şubat 1906'da Sirkeci'den trene binmek üzere Zeyrek'teki evimden ayrıldım. Trene binmeden önce eş-



86



K



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ '



yalarımı Mekke Şerifi kıyafetli iki Arap aradı. Birkaç hafiye ve kanun neferleri de beraberdi. Evde iken Bizans tarihinden imparatorlarının ıssız ve Hayırsız adalardaki cinayetlerine ve zulüm ve istibdadlanna dair yaptığım tercümeleri iyi ki yırtmıştım. Çünkü «Bir Türk Diplomatının Evrak-ı Siyasiyesi» başlıklı 1306'da basılmış olan ve Reşit Paşa'nın siyasî hayatın a ait olan kitap bile Arapları gayrete getirdi. Mukaddemesini okudular altında Safiye Sultandrah Mehmet Selâhattin imzasını da görünce birbirile görüştüler. Sonra biri bana dedi: — Bu kitap yasaktır. Sizde n e arıyor? — Y a s a k olan galiba b u m u k a d d e m e s i d i r « diyer e k b u sahifeyi yırttım eline verdim ve kitabı sandığ a attım. Ve Allah binaşrülsultan! diyerek telâtin sandığı k a p a t ı p h a m a l ı n sırtına y ü k l e t t i m ve y ü r ü d ü m . A r a p l a r bakışa kaldılar. Selânik'e k a d a r k o m p a r t ı m a n ı m d a bir y a h u d i yan ı m d a n ayrılmadı. Fotoğraf ve musikiden d e m vurm a s ı n a r a ğ m e n her ikisinden de haberi olmadığını g ö r d ü m . Yollarda a r k a d a ş l a r ı m a r a s t gelip k o n u ş t u k ç a d i n l i y o r d u . B i r h a f i y e o l d u ğ u n u ilk s a a t t e t a h m i n ederek vaziyet almıştım. D e m i r y o l u b u yıl d a h a s ı k ı m u h a f a z a a l t ı n a a l ı n dığı görülüyor. K o n u ş t u ğ u m t a n ı d ı k l a r ı m d a n öğrend i m ki h e r t a r a f t a cüz'ü t a m l a r d a r m a d a ğ ı n ı k talim ve terbiye geçen yıldan fena, atış talimleri yok, bölük talimi bile yapılamıyormuş. Herkesin kulağı kirişte. İşin e n f e n a s ı d a h a t b o y u n d a bir çok y e r l e r b a t a k lık o l d u ğ u n d a n s ı t m a d a n a s k e r l e r i m i z v e z a b i t l e r i m i z çok p e r i ş a n imişler.



İLK İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



87



Berlin Muahedesi mucibince Türk muhacirlerinin Anadolu'ya gitmeleri şart olduğundan hat boylarına yerleştirilememiş. B u r a l a r ı R u m ve Bulgar köylerile dolu bulunuyor.



Selânik'e yakın Kilindir istasyonunda kardeşim Hulusi beni karşıladı. Ondan en taze malûmatı aldım. Selanik'teki 17. Nişancı Taburuna mektepli bir kumandan gelmiş, d a h a iyi bir halde. O r d u E r k â n - ı H a r b i y e Reisi H a s a n Paşa'yı ziyaretimde b a n a tavsiyen v a r mı? diye sordu. (İstanbul'da i k e n tarih-i h a r p m u a l l i m i m i z «Askeri M ü z e M ü d ü r ü » A h m e t M u h t a r P a ş a t a v s i y e v e r m e k i s t e d i , k a b u l etmemiştim.) — H a y ı r e f e n d i m , böyle bir şey a l m a y ı k ü ç ü k l ü k telâkki edenlerdenim, dedim. — Yarınki trenle M a n a s t ı r ' a gideceksin! dedi. B e n b u n a ç o k s e v i n d i m . F a k a t b a n a k i m s e diplom a n a b a k a y ı m , d e m i y o r d u . T a v s i y e n i n k u v v e t i n e göre r a h a t bir yere — ki b a ş t a Selânik geliyordu — kayıracaklardı. Selânik'te b i r k a ç sınıf a r k a d a ş ı m vardı. O n l a r d a n da ahval h a k k m d a hayli m a l û m a t aldım. Yapılan tam i m l e r d e n Bulgar ihtilâlcilerinin armasını gördüm : Bizim b a y r a k kırılmış, y e r e atılmış.



MANASTIR'A



HAREKETİM:



26 Ş u b a t 1906 s a b a h ı M a n a s t ı r t r e n i n e b i n d i m . İki yıl ö n c e t a n ı d ı ğ ı m y e r l e r d e n g e ç e r k e n b ü y ü k s e v i n ç d u y u y o r d u m . K o m p a r t ı m a n ı m d a b i r R u m z e n g i n i ile bir Bulgar papazı vardı. R u m Fransızca, Bulgar da



İLKİTTİHAT)VE TERAKKİ CEMİYETİ fll R u s ç a biliyordu. H e r ikisile d e b u dillerle k o n u ş a r a k a h b a b olduk. Rum bir Matin Gazetesi o k u m a y a başladı ve b a n a d a S e l â h a t t i n i m z a l ı b i r m a k a l e göstererek p e k beğendiğini söyledi. Ben d e o k u d u m , h ü l â s a s ı şöyle: ¿ A v r u p a m e d e n i l e r i B u l g a r , R u m , E r m e n i . . . ilh. milletlerin Türklerden z u l ü m görmekte olduklarından feryad edip duruyorlar. Ve enva-ı mezalimi Türklere reva görüyorlar. Halbuki felâkete sebep onlardır. Sanki Türkler diğer milletlerden d a h a m ı bahtiyardır. Avrupalıların ve Hıristiyan t a b ' a n m zulmü yetişmiyor gibi P a d i ş a h ı n z u l m ü n d e n e n çok ezilen de onlardır. T ü r k l e r Hıristiyanlar k a d a r bile hürriyetlerine m a z h a r değildirler.» B u l g a r P a p a z ı ilk i s t a s y o n l a r ı n b i r i n d e indi. T ü r k çesi kıt R u m l a F r a n s ı z c a d a h a s e r b e s t g ö r ü ş t ü k . Y ü k sek tahsil g ö r m ü ş b u l u n a n b u R u m ahvali m ü k e m m e l görüyor. M e y d a n ı B u l g a r l a r a s e r b e s t b ı r a k m a m a k için Rumların d a teşkilâtlandığını ve silâhlandığını yoksa T ü r k d ü ş m a n l ı ğ ı t a ş ı m a d ı k l a r ı n ı a p açık söyledi. Avr u p a devletlerinin emellerini, k ü ç ü k milletlerden nasıl i s t i f a d e e t t i k l e r i n i , e ğ e r k ö r ü k ö r ü n e h a r e k e t e d e r lerse k ü ç ü k milletlerin istiklâllerini kaybedebilecekleri h a k k ı n d a k i k a n a a t l e r i m i söyledim. Çok hislendi. K o n u ş m a l a r ı m ı z d a n ş u a ç ı k g ö r ü l ü y o r d u ki « T ü r k i y e inhilâline» k a r ş ı m e y d a n ı B u l g a r l a r a boş b ı r a k m a m a k için d i ğ e r u n s u r l a r d a f a a l i y e t t e d i r l e r . Florina'da b u R u m da indi. Ben b u g ü n k ü temasl a r ı m d a n ve y o l c u l u ğ u m d a n çok m e m n u n kalmıştım. D e m e k ki h ü r b i r h a v a i ç i n d e i s t e d i ğ i m i o k u m a k , gör ü ş m e k v e d a h a iyi d ü ş ü n m e k i m k â n l a r ı n ı a r t ı k e l d e etmiş bulunuyordum. A k ş a m Manastır'a vardım ve



89 Belediye oteline indim. İçimdeki sevincin b ü y ü k l ü ğ ü n ü şimdiye k a d a r tatmış değildim. A c a b a İ s t a n b u l ' u n p e k sıkıcı h a v a s ı n d a n k u r t u l u p pek uzakların h ü r h a v a s ı m kokladığımdan mı? Yalnız b a ş ı m a h a y a t l a m ü c a d e l e y e b a ş l a d ı ğ ı m d a n m ı ? Yoks a v a t a n ve m i l l e t i m e k a r ş ı b u r a d a d a h a b ü y ü k hizm e t l e r g ö r e b i l m e k i m k â n ı n ı b u l a c a ğ ı m d a n m ı ? ... G a liba hepsi bir a r a d a bu k a d a r sevindiriyor. *



* *



Ertesi g ü n O r d u K u m a n d a n Vekili ve Erkân-ı Harb i y e H e y ' e t i n i z i y a r e t e g i t t i m . Asıl k u m a n d a n S e l â nik'te, ordu erkân-ı harbiyesinin bir kısmı d a orada, M a n a s t ı r ' d a d a b i r v e k i l k u m a n d a n ile e r k â n - ı h a r b i y e n i n bir kısmı ve levazım hey'eti v a r . G ü y a b u suretle ahalinin ricası üzerine Manastır'dan ordu merkezi k a l k m a m ı ş oluyor. B ü y ü k ü n i f o r m a m ile z i y a r e t i n e g i t t i ğ i m k u m a n d a n vekili N a z i f P a ş a p e k i h t i y a r b i r z a t . M a h m u z l a rımı ç a r p a r a k sert selâm verdim ve kendimi takdim ettim: — Ordu-yu âlilerinde vazife a l m a k şerefile gelen Erkân-ı H a r p Yüzbaşı Zeyrekli Kâzım. Sağ y a n t a r a f ı n d a uzunca kır sakallı bir ihtiyar Paşa — Süvari Fırkası K u m a n d a n ı İbrahim Paşa imiş — gülerek d e d i : — Yavaş! A l m a n Erkân-ı Harbi! Ortalığı yıkacaks ı n ! O n e m a h m u z ş a k l a t m a s ı , o n e ciddiyet!.. Nazif P a ş a kıs kıs g ü l m e y e başladı, ve d e d i :



İLKİTTlHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 90 — Yeni Erkân-ı H a r p l e r h e p artık A l m a n l a r gibi demek. A canım alaturkalığı d a unutmayın! Bu yetmişi a ş k m ihtiyarlar karşısında d o n a kaldım. Her tarafı ateşler içinde y a n a n ve h e r y a n ı n d a n istilâya m a r u z b u l u n a n bir m ı n t a k a d a b u n e hal? Saltanat hırsile Sultan Hamid'in h e r yerde ve h e r işte g ö r ü l e n b u yıkıcı v e h m i n e v e z i h n i y e t i n e b i r d a h a lânet okudum. Facianın dehşetini vazifeye başladıktan sonra gördüm. Şöyle k i : . Stajıma süvariden başlamayı, alayın üç bölüğün ü n Manastır'da, bir b ö l ü ğ ü n ü n Florina'da, bir bölüğ ü n ü n de Kökili'de o l m a s ı n d a n dolayı a r z u ettim. Tal i m v e t e r b i y e l e r i n e n e z a r e t e t m e k ü z e r e b u r a l a r ı dolaşmak i m k â n ı m olacaktı. Alay k u m a n d a n ı Manastırlı m e k t e p l i , f a k a t b ö l ü k l e r i n i n m e v c u t l a r ı n ı v e o t u r d u ğ u v e t a l i m v e t e r b i y e e t t i k l e r i y e r l e r i b i l m i y o r . Ben i m fırka erkân-ı harbiyesinde kalmaklığımı ve ara sıra talimlere ç ı k m a k l ı ğ ı m ı istedi. H a y v a n l a r ı n bir kısm ı hasta, bir kısmı öte beride, t a l i m e h e r b ö l ü k t e n birk a ç d i z i ç ı k a b i l i y o r . «Ben b i l e k e n d i m e b i r i ş i s t e d i m . Merkez k u m a n d a n ı yaptılar», dedi. Mektepli A r a p binb a ş ı d a b ö y l e s ö y l e d i . G ü y a t a l i m f i l â n y o k m u ş . İş g ü ç öteye beriye m ü f r e z e şevki imiş... Ben bölük k u m a n d a n l ı ğ ı n ı aldım ve b u sözlerin yalan olduğunu gördüm. Mektepli oldukları halde bu k u m a n d a n l a r ı n bir g ü n olsun talimhaneye geldiklerini v e h a r i t a i l e k i t a p l a a l â k a l a r ı n ı n b i l e k a l m a d ı ğ ı nı a n l a d ı m . H e n ü z s ü v a r i a l a y l a r ı M a r t i n t ü f e k l i , fişeklerin barutları çalınmış, dökülmüş, a l a y d a tek sargı paketi yok. Atış talimleri yok, y a r a s a r m a s ı n ı bilen yok. Halbuki h e r ı r k t a n komitecilerin elinde Manliher, sıhhî malzemeleri m ü k e m m e l . A c a b a S u l t a n H a m i d ,



İLK İTTlHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



91



süvari alaylarını İstanbul üzerine yürüyüverirler diye m i bu hale koymuş! M a n a s t ı r ' d a k i topçu k ı t ' a l a n tal i m h a n e talimlerile m u n t a z a m meşgul. Bunlar nisbet e n iyi b i r h a l d e . P i y a d e e s a s e n d a r m a d a ğ ı n ı k . F a k a t topyekûn o r d u d a n e h a r p kabiliyeti var, ne de sevk ve idare kabiliyeti... M u h t e l i f sınıf z a b i t l e r a r a s ı n d a a y r ı l ı k gayrılık var. Drahor boyunda y a n yana üç k a h v e h a n e sınıflar a r a s ı n d a ayrılmış. Her sınıftan bildiklerim var. Hele A v c ı T a b u r u n d a ü ç d e sınıf a r k a d a ş ı m v a r , b u n u n i ç i n muhtelif sınıfları birbirile görüştürmek, birbirinin vakit geçirdiği yere götürmek suretile Manastır'da zabitler a r a s m d a ilk g ü n d e n itibaren bir s a m i m i y e t b a ğ ı o l d u m . Mesleğime ait Fransızca m e c m u a l a r a d a abon e oldum. Alay zabitlerine, k ü ç ü k zabitlerine ayrıca dersler açtım. Sureti umumiyede garnizonda serhoşl u k ve k u m a r a n e f r e t ve vazifeye ve samimî birliğe güzel bir çığır açtım. Birkaç h a f t a içinde g ö r d ü ğ ü m acı şeyler ş u n l a r d ı : J a n d a r m a l a r İtalyanların elinde, b u n l a r ve b ü t ü n konsoloslar bir düziye Hıristiyan halkı hükümetimiz a l e y h i n e teşvik ederlermiş. Bulgarların h ü k ü m e t l e alış v e r i ş i k a l m a m ı ş . K e n d i gizli m a h k e m e l e r i ve i c r a k u v v e t l e r i v a r m ı ş ! S ı k sık t r e n d o l u s u B u l g a r genci A m e r i k a ' y a g i d i y o r m u ş . H e r y e r d e a c e n t e l e r açılmış. Bunl a r d a n p a r a ve fikir k a z a n a r a k d ö n e n l e r de başlamış. Bir g ü n istasyona giderek birkaç a r k a d a ş ı m l a ben de böyle bir kafilenin gidişini seyrettim. Tren k a l k a r k e n B u l g a r c a bir a ğ ı z d a n «Yaşasın Bulgarlar!» diye bağırışıp d u r d u l a r . Elbiseleri m ü k e m m e l d i . Hepsinin çant a ve bavulları d a vardı. Sıhhatleri ve neş'eleri de m ü k e m m e l d i . H a l b u k i T ü r k h a l k ı n s ı h h a t i de, neş'esi de,



92



İLKİTTİHAT)VE TERAKKİ CEMİYETİ fll



k ı y a f e t i d e b u n l a r d a n ç o k a ş a ğ ı idi. B a z a n t e r h i s e d i l m i ş r e d i f l e r i n h a l l e r i i s e p e k a c ı k l ı idi.



Bu Amerika'ya gidiş ve orada her bakımdan kuvvetlenerek dönüş buralarda hâkim yeni bir millet tipi yaratıyordu. Umumi müfettişlik bir ecnebi karargâhına benziyordu. J a n d a r m a yarı yarıya elimizden çıkmıştı. Birkaç yıl sonra bir h a r p çıkarsa halimizin neye varacağını arkadaşlarla hasbihal ettim: Ordumuzun gerilerinde bu ihtilâlci unsurun yapacağı fenalıkların derecesini düşünmek insana dehşet veriyor. Bir t a r a f t a n da Balkan devletleri ordularmı muntazam surette yetiştirirken bizim ordu demiryolları, köprüler, karakollar muhafızı olarak darmadağınık. İlkbahar gelince bir de eşkiya takibrbaşlıyor. Tabur kumandanlarından yukarısı mesleğine ait bir şeyle uğraşmıyor. Teçhizat pek eksik. Bu hal düşünülürse bu da ayrıca elem veriyor. Ben bu tahlili yaptıktan sonra ortaya iki sual attım : Bu gidişle Makedonya bizde kalır mı? Makedonya bizden ayrılırken bütün Türkiye'yi de beraber uçur u m a sürüklemez mi? Üstüste bazı vak'alar zabitler arasında birliği ve düşünceyi kuvvetlendirdi, ona şekil verdi. Meselâ 5 nisan (25 m a r t rumi) de bizim cephaneliklere yakın bir Ulah evi yandı. Bir çok mermi ve bomba patladı. Burası evvelce bir Bulgar'ın imiş. Bir gün evvel 29 kişilik bir Bulgar çetesi imha olunduğu haberi de geldi. J a n d a r m a d a n bir şehit, askerden bir yaralı varmış. Her yıl olduğu gibi yine irade-i seniye tebliğ olunmuş : «Bundan böyle hudutlardan tek komiteci geçirilmeyecektir. Bütün mevcut komiteler de az zamanda imha olunacaktır!»



İLK İTTİHAT) VE TERAKKİ CEMİYETİ



fll



12 N i s a n (30 m a r t r u m i ) İ s t a n b u l ' d a n I ş k o d r a ' y a s ü r g ü n giden altı zabit M a n a s t ı r ' a geldi. Kuleli D e r s Nazırı H a s a n F u a t P a ş a d a t a r d o l u n a r a k Rodos'a sür ü l m ü ş . Ş e h r e m i n i R ı d v a n P a ş a ' y ı v u r d u r a n Ali Şamil P a ş a mes'elesinden d a h a bir çok t a r d ve s ü r g ü n ler varmış! 12/13 N i s a n (30/31 m a r t r u m i ) sınıf a r k a d a ş ı m Geredeli Hilmi kendi askerimizin p u s u s u n a düşerek şehid olmuş.



31 MART MANASTIR'DAKİ ZABİTLERİN APAÇIK BİRLİĞİNİ KURDU (14) 31 M a r t ( m i l â d i 13 n i s a n ) c u m a g ü n ü Manastır m a t e m i ç i n d e idi. B i r T ü r k z a b i t i k e n d i k a r d e ş l e r i n i n kurşunile şehit olmuştu. Merasimle gömülecekti. T ü r k B a y r a ğ ı n a sarılan bu şehit, zabit ve neferlerin ellerinde taşındı. Merasime b ü y ü k rütbeliler gelmediler. Bu isabetti. Bütün r u h u m u z l a k a y n a ş m a y a onlar a n c a k h a i l idiler. M e z a r a g ö m d ü ğ ü m ü z b u ş e h i t b e n i m sınıf arkadaşımdı. Kendisini b ü t ü n arkadaşlarına d a fedak â r l ı ğ ı ile, v e f a k â r l ı ğ ı ile s e v d i r m i ş t i . M e z a r ı b a ş ı n d a ki yüzlerce zabitin o a n d a duyguları, d ü ş ü n c e l e r i birdi. B u n u n kelimelerle d e i f a d e s i n i yine ş ü p h e s i z ki h e p si i s t i y o r d u . O n u b e n i f a d e e t t i m : Hilmi! Seni d a h a şerefli b i r ölüme s a l m a k kündü.



müm-



(14) O zaman kullanılan Rumi tarihçe 31 Mart ne gariptir kl dört yıl sonra İstanbul'da mektepli zabitlerin öldürülmesi ve Meşrutiyetin kaldırılması için bir irtica' günü oldu.



94



İTTIHAT VE TERAKKI CEMIYET!



B u m e r a s i m d e n s o n r a y a k ı n a r k a d a ş l a r ı m l a Kırm ı z ı K ı ş l a ' d a t o p l a n d ı k Ü ç sınıf a r k a d a ş ı m m b u l u n d u ğ u Ü ç ü n c ü Avcı Taburile, s t a j a başladığım Onbeşinc i S ü v a r i A l a y ı n ı n i k i b ö l ü ğ ü b u k ı ş l a d a idi. Benim b ö l ü ğ ü m d e b u r a d a idi. A l a y z a b i t l e r i n e b u r a d a d e r s lere başlamıştım. A k ş a m l a r ı atlı g e z m e l e r ve hususi toplantılarla bu kışlada az z a m a n d a zabitler arasında çok samimi bir h a y a t başlamıştı. B u g ü n h e r z a m a n k i n d e n f a z l a a h v a l ile a l â k a l ı m e v z u ü z e r i n d e h a s b ı hale başladık. Lâflar d ö n ü p dolaşıp şu cümlede k a r a r kılıyordu : B u n u n sonu ne olacak? 1319 (1903) B u l g a r ü ı t i l â l i n d e 30,000 k a d a r B u l g a r ihtilâlcisi ö l d ü r ü l m ü ş ve üç vilâyet ecnebi kontrol u n a a l ı n m ı ş . Ş i m d i y a l n ı z M a n a s t ı r v i l â y e t i n d e 1320 y ı l ı n d a (1904) 27 B u l g a r k u m i t e c i s i ö l d ü r ü l d ü ğ ü h a l d e 1321 ( 1 9 0 5 ) ' d e 78 B u l g a r v e 27 R u m k o m i t e c i s i öld ü r ü l m ü ş . İlkbahar gelince faaliyet başlıyor. Manastır içinde bile iki h a f t a evvel c a d d e d e R u m l a r bir Bulg a r i ö l d ü r d ü l e r . Ertesi g ü n d e B u l g a r l a r iki R u m ' u v u r d u l a r , biri öldü. Y a r a l a n a n d i ğ e r R u m Polistir! Artık yine çete takibatı başlamıştır. Ecnebiler ve b ü h a s sa İ t a l y a n j a n d a r m a zabitleri komitecilere y a r d ı m ettiğinden mahkemeye gitmek, mes'ul olmak, yaralanıp sakat kalmak, ölmek veya bir kazaya k u r b a n gitmek... Hepsi hesapta. Fakat b u n u n sonu ne olacak? A r k a d a ş l a r ı n b u s a m i m i h a s b ı h a l l e r i n i b e n d e şöyle d e r l e y i p t o p a r l a d ı m : (Bölük o d a m ı n d u v a r l a r ı n ı Osmanlı muharebeleri levhalarile tezyin etmiştim. Bunları biz erkân-ı h a r p sınıfında o k u m u ş t u k . Arkadaşlar ı n d a i m a g ö z l e r i ö n ü n d e b u l u n m a k v e b e n d e a r a sır a izahat vermek üzere çok faydalı olmuştu.)



İLK İTTlHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



95



Kısaca Osmanlı Devletinin gerileme tarihini ve Osmanlı camiasından milli ayrılıkların nasıl başladığını ve nasıl bir seyir takip ettiğini ve Sırpların, Yunanlıların istiklâl kazandıklarını gören Bulgarlarm da Rusların yardımile d a h a 1870'de Romanya'da «Bulgar İhtilâl Komitesi» ni teşkil ettiklerini ve neşriyata baş ladıklannı ve Romanya'nın diğer Balkan milletlerine olduğu gibi Bulgarlara da re'sülhareke olduğunu ve buraya dayanarak ve Ruslardan da askeri yardım vaadini alarak Bulgarlarm da ilk ihtilâllerini 21 Nisan 1876'da Yatak köyünde yaptıklarını ve orada bir milli hükümet teşkil ettiklerini gerçi ihtilâl ve milli hükümet ortadan kaldırıldise de devletimizin karşısına İngiliz ve Rus hükümetleri çıkarak hâdiseyi Milletlerarası bir şekle sokmaya muvaffak olduklarını ve neticede de Rusların İstanbul karşısına kadar geldikleri ni kısaca anlattım. Ve Ayastafanos Muahedesi Makedonyalılara Berlin Muahedesinin 61'inci maddesi de Ermenilere şark vilâyetlerimizde istiklâl mefkuresi verdiğini ve münevverlerin bu mefkûrelerini şarkılar, marşlar ve her türlü yazılarla en cahil köylüye varıncaya kadar anlattıklarını ve gizli teşkilâtın uzun yıllardanberi bu milletlerde ihtilâl ruhunu ve kuvvetini vücude getirdiğini, gördüğümüz Ermeni ve Bulgar ihtilâllerinin sağlam kökleri ve dayanacak dış kuvvetleri olduğunu, Amerika'ya giden trenler dolusu Bulgarlarm daha sağlam fikir ve vücutla geri geldikten sonra daha vahim hâdiselerle karşılaşacağımızın şüphesiz olduğunu, işin vahim ciheti İslâm olan Araplar gibi diğer unsurların da aynı mefkurelerle zehirlendiğini ve bunların da Hıristiyan unsurları taklid ettikleri olduğunu izah ettim. Bundan sonra şu suallere münevverlerimiz cevap verdiği gün elbet bizim de istikbalimizden emin olacağımıza şüphe etmemeliyz. Bu



İLKİTTİHAT)VE TERAKKİ CEMİYETİ fll



sualleri birbirimize soralım ve cevaplarında hem fikir olalım : Arkadaş! 1. — İçinde bulunduğumuz vaziyeti etraflıca kavrayabiliyor musun? 2. — Vatan ve milletin istikbalini nasıl görüyorsun? 3. — Mes'ul kimlerdir? 4. — Kurtuluşumuzun çaresi nedir? B e n i m sözlerimi d i n l e y e n a r k a d a ş l a r ı m ilk iki sualin sevaplarını bilmeyenlere öğretebilirler. Üç ve dörde gelince, üzerinde konuşabileceğimiz oldukça m a lûm şeylerdir, diyerek vazifelerimizi b ü t ü n varlığımızla y a p m a y a ç a l ı ş ı r k e n g a r n i z o n u m u z d a k u v v e t l i seciy e sahibi o l m a k ve u m u m ! d u r u m u a p açık k a v r a m a k u d r e t i n i de y a r a t m a k esasları ü z e r i n d e birlik y a r a t malıyız. Açtığım b u çığır a r k a d a ş l a r ı m ı çok m e m n u n ve h a y r a n bıraktı. Şimdiye k a d a r erkân-ı h a r p zabitlerin i n çekingenliklerinden ş i k â y e t ettiler. Benim erkân-ı h a r p üniforması dahi taşımayarak kendi aralarında f a r k s ı z ve teklifsiz ç a l ı ş m a k l ı ğ ı m ı t a k d i r ettiler. İşte sınıf a r k a d a ş ı m H i l m i G e r e d e ' n i n h a k s ı z ölüm ü b u 31 M a r t g ü n ü b i z e M a n a s t ı r ' d a y e n i b i r h a y a t ve zabitler birliği esasını böylece k u r m a y a vesile o l d u . (15) ** *



(15)



İtaıa' her teşebbüsün muvaffakiyet temelini kurduğuna ve vukuf ve seciye kudreti ile her işin başarılabileceğini, ilk Manastır'da, sonra da Edirne'de ve Erzurum'da bizzat çalışarak gördüm. Manastır hürriyetin alınmasında, Edirne irticaın ezilmesinde, Erzurum istiklâlimizin kurtarılmasında Türk milletine üssülhareke olmasının sebebi hikmeti bundandır.



İLK İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



97



Kırmızı Kışla'nın bu feyizli hareketine yanındaki Beyaz Kışla'daki tanıdığım topçu zabitlerinden de iştir a k edenler oldu. Bu suretle Onbeşinci Süvari Alayından Yüzbaşı Rasim, Kâmil, Emin, Baytar Recep, Üçüncü Avcı Taburundan üç sınıf arkadaşım Tayyar, Tevfik, Cemâl ve Yüzbaşı Niyazi, Süleyman, Topçu 13. Alaydan Mümtaz Yüzbaşı, Habip Bolu ve Ziya birinci derecede birliğin samimi varlığı idiler. Herşeyi ap açık bunlarla görüşebiliyor ve bu vasıta ile bütün garnizonda fikir hareketi işliyordu. Bunlardan Yüzbaşı Niyazi, Süleyman ve Rasim beylerin eski İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin Harbiye Mektebindeki şubesi hakkında malûmatları var. Bir ikisi buna girmiş de. 1895 (1311)'de Harbiye Mektebinde teşkilât iyice kuvvetli imiş fakat ikinci sınıftan Kandiyeli Hayrettin ve Tiranlı Abdullah adında iki talebe cemiyeti mektebin m ü d ü r ü Rıza Paşa'ya haber vermişler. Bir çok tevkifler yapılmış, efendilerin dolapları aranmış. Evrak-ı muzirra denen yasak gazeteler kimde çıktı ise hapse atılmış. Gazeteleri getiren İnebolulu Mehmet Efendi Alaya çıkarılmış. 40 efendi 45 gün yatmış. Cemiyete dahil muallimler de varmış. Fransızca hocası Çürüksulu Binbaşı Ahmet Bey (Paşa) ve muavini Muhittin Bey (Paşa) efendilere nasihat ediyorlar, diyorlar k i : Aranızda Abdullah Tiran ve Hayrettin Kandiye gibi seciyesizler bulundukça böyle şeylerle uğraşmayın! Bu iki m u a l l i m c e l â d e t g ö s t e r e r e k h a f i y e l i k e d e n Hayrettin'i de sınıftan döndürüyorlar. Bu İ t t i h a d v e T e r a k k i C e m i y e t i h a k k ı n d a k i m ü s a h e b e m i z d e : M e k t e p talebesinin b u gibi işlere karışt ı r ı l m a s ı n ı n g e n ç l e r için y a z ı k o l d u ğ u n u , y a s a k n e ş r i F.: 7



98



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 98



yatırı o k u n m a s ı n d a n gelen z a r a r l a r ı n f a y d a s ı n d a n çok olduğunu, İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin birşey yap a m a d a n bir çok k u r b a n verdiğini hesaba k a t a r a k n e y a p m a k m ü m k ü n o l d u ğ u b a h s i n d e k a r a r kılındı. H e r kes; m e s ' u l ü n d o ğ r u d a n d o ğ r u y a S u l t a n H a m i d olduğ u n u ve bu öldürülmedikçe hiç bir şey y a p ı l a m a y a c a ğ ı fikrinde bulunuyordu.



Bütün samimi birlik yapanlar ve bunların da dalga dalga diğer samimî muhitlerinden gelen m ü t a l â a da bu şekilde karar kılıyordu. Ben işin bu kadar basit olmadığını ve yalnız Sultan Hamid'in öldürülmesile işlerin bitmiş olmadığı kanaatinde idim. Başka milletlerin tarihinden misâl aramaya ihtiyacımız yoktur. Kendi tarihimizde de bir çok misâller vardır. Müstebit bir padişahın öldürüldüğü veya hal' edildiği vâkidir. Fakat işler düzelmemiş, d a h a fenalaşmıştır. Hususile şimdi Ermeni ve Bulgarlar hazırdırlar. Bizim ise hiç bir teşkilâtımız yok. Neticede gayr-ı Türkler kazanır. Zaten herhangi bir fenalığın sebebi birdir ve onu kaldırmakla iş olup bitmiştir, zannının y u k a r d a n aşağı da misâlleri vardır. Meselâ Viyana bozgunluğun u n sebebi Başkumandan Kara Mustafa Paşa'dır diye Padişah onun boynunu v L ıdurmuştur. Fakat işler dah a fena olmuştur. Bunun için 3 ve 4'üncü suallerin cevabını şöyle tesbit ediyorum : 3 — Mes'ul başta Padişah olmak üzere askeri ve millî vazifesini h a k k i l e y a p m a y a n l a r ı n hepsidir. M e selâ süvari alaylarının elinde h â l â Martin tüfeği var. Mermilerinin barutları dökülüyor veya çalmıyor. Halb u k i komitelerin elinde M a n l i h e r var. Bu a p a ç ı k bir c i n a y e t t i r . H e m d e milli b i r c i n a y e t . Böyle o l d u ğ u h a l de hiç bir k a d e m e y u k a r ı s ı n a b u n u yazıp d a s i l â h l a n d e ğ i ş t i r m e y i teklif e t m i y o r ve y i n e b u cinayeti ele ala-



İKİNCİ



İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



r a k , a s k e r e ve millete, âciz m a k a m l a r ı t a P a d i ş a h a kad a r teşhir e t m i y o r . Değil ata, a r a b a s ı n a bile y a r d ı m sız b i n e m e y e c e k d e r e c e d e i h t i y a r k u m a n d a n l a r ı h â l â iş b a ş ı n d a t u t a n m a k a m l a r d a böyledir. B u n u n gibi göz ö n ü n d e k i bir çok f e n a l ı k l a r ı n m e s ' u l ü elbette yalnız Padişah değildir. Öyle de olsa yerine gelecek veya geleceklerin d a h a b ü y ü k fenalıklar yapabileceğini hes a b a k a t m a k d a l â z ı m d ı r . Ş u h a l d e iş, v a z i f e s i n i y a p m a y a n l a r gibi s u s a n l a r d a suçludur. V e b a ş t a P a d i ş a h olmak üzere hepsi cezaya çarpılmalıdır.



4. — Yapılacak işe gelince : Osmanlı camiasından ayrılan ve ayrılmak için uğraşan milletler gibi bizim de şuurumuz işlemeli, mefkûremiz olmalıdır. Ve millî bir marşımız, ruhlarımızı birleştirmelidir. Bir t a r a f t a n d a vazifesini y a p m a y a n l a r a karşı bir kuvvet hazırlanmalıdır. Bunlar olmaksızın Sultan Aziz'in istibdadına karşı hal' etmek ve meşrutiyet ilân etmek gibi büyük işler de tehlikeyi önleyemedi. Ve bize emniyetli bir hayat yaratmadı. Bugün daha f e n a bir vaziyete düştük. Bunun için askeri vazifelerimizi canla yapmakla beraber tarihimizi ve bizden ayrılan milletlerin tarihini iyi bilmekliğimiz lâzımdır. Ben bu hususta bildiklerimi vakit vakit anlatıyorum. Bulgarlar hakkında hayli malûmat vermiştim. Bugün de 1814'de Odesa'da teşekkül eden ve 1818'de merkezini İstanbul'a nakleden (Etniki Eterya) Rum cemiyeti (Tarih-i Cevdet'in ll'inci cildinden okudum) ve Sultan Aziz'in hal' mes'elesini anlatayım (Fransızca eserden okuduğum gibi anlattım). Aradaki f a r k ne büyüktür, bizim b ü t ü n ihtilâller askeridir. Halk bir şey bilmiyor, ihtilâli yapanlar dahi halka ehemmiyet vermiyor, ona inmiyor. Çok görüşelim ve çok düşünelim ve halkımızı ve askerlerimizi yavaş yavaş fikren yükseltelim. Ta ki g ü n ü n birinde bir felâket karşısmda kalırsak aramızda fikir



99



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 100 ayrılıkları olmadan b ü y ü k bir kuvvet olarak çıkabilelim.



ortaya







**



Samimiyet ve ikna' her işin başı. Kalplere hâkim olan samimiyet, fikirlere hâkim olan ikna'dır. Manastır tahminim gibi hâdiseler mektebi, buradaki zabitler de onun fedakâr talebesidir. Üstüste zuhur eden vak'alar bize ameli olarak ders vermektedir. Ben bunlardan aldığım intibaı günü gününe yapmakla büyük bir vazife yaptığımdan vicdanî haz duyuyorum. Sırası ile şu vak'alar bize haylice feyiz verdi: 15 Nisan (2 nisan rümi) ilk defa olmak üzere üç bölükten 30'ar atlı ile civar köylerde komite aramaya çıktım. Her bölüğe bir köyü sardırdım. Sabaha kadar çamurlar içinde bekledik. Araştırma aydınlıkta yapılacaktı. Asker horuldayarak uyudu. Ben yanımda bir zabit (Fuat Paşa'nın oğlu Hayrettin) ve bir çavuş ve 30 atlı vardı. Neferlerin anlayacağı derecede içinde bulunduğumuz vaziyeti ve ordunun kumandasına ve silâhlarına bakılmadığını anlattım. İki gün sonra da her nefere onar mermi atmak emrini çıkardığımızdan atış talimlerine başladık. Martinler eski, fişekler eski ve bozuk ve atışa hazırlık da esaslı surette yapılmamış olduğundan çok fena neticeler almıyordu. Süvari zabitleri de iyi atamıyorlardı. Gra ile de tecrübeler yaptılar. 200 kademden hedefin aynasına kimse isabet yapamıyordu. En sonra benim de atışa iştirâkimi istediler ve üstüste iki mermiyi aynaya isabet ettirdim. Bu umum üzerine çok büyük tesir yaptı. Martin tüfeklerinin derhal Mauzer filiııtalarile değiştirilmesini resmen yazdım. Fakat bir netice çıkmadı.



İKİNCİ



İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



101



25 Nisan (12)'de bazı komitecilerin trenle sürgün e gönderileceğini işittik. Ve birkaç arkadaşla istasyona gittik. 41 Bulgarla 4 Rum ikişer ikişer bileklerinden kalepçeli olarak trenlere bindirildi. Bir Bulgar Papaz beherine birer altın dağıttı, birşeyler de söyledi. Tren hareket ederetmez hep bir ağızdan Bulgarca haykırıştılar : Yaşasın bizim Bulgar milletimiz!... Terhis olunarak memleketlerine giden askerler gibi şen idiler. Tren gözden kayboluncaya k a d a r haykırıştılar, el ve mendil salladılar. Biz de ibretle bunları seyrettik. Arkadaşlara dedim: İşte millî mefkure! Bu varlığı gösterdiği gün milletimiz de kurtulmuştur. Osmanlı milleti diyoruz, gayr-ı Türklerin mefküresini ve bu uğurdaki fedakârlıklarını görüyoruz. Topçu zabitlerinin istirahat vakitlerinde toplandıkları Osman Ustanm kahvesinde bazı gazete ve mecm u a kolleksiyonları vardı. Kırım seferinden bahseden eski mecmua-i askerileri okurken bir Rus diplomatının : «Zaten Türk milleti batacaktır. Vaktile taksimi makûl olur» yazısını okuyunca kızdım, ben de yanına şöyle yazdım: «Türk milleti ölmeyecektir ve Rus devletinin battığını görecektir.» "i Bir de bir Amerikalının şu ifadesini ibretle okudum : «Türkiye'de her şey onu yapan şahsın n ü f u z veya hayatı müddetince devam eder. Bu makaleleri bütün arkadaşlara okuttum ve bu vesile ile benim «Türk milleti ölmeyecektir» vecizesi üzerinde de hasbıhallere yol açtım. İçimizde başka bir milliyet iddia eden yoktu, fakat göğsünü gererek kimse de ben Türküm demiyordu. Manastır'da birkaç Arap ve Arnavut zabit vardı. İtalyanların Başkıtcılık (Arna-



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 102



vutluk) cereyanı ile gizlice uğraştıklarını da duyuyorduk. Fakat kıt'alarda Arnavut efrad çoktu. Gelen acemi efrad arasında tek Türkçe kelime bilmeyenler vardı. Benim bölüğümde bile Arnavutlar çokluktu. Anadolulu birkaç kişi idi. Bunlar kendilerinin ezildiğinden b a n a şikâyet de etmişlerdi. Ben zabit arkadaşlara açtığım yeni münasebetlerimle Fransa Büyük İnkilabından sonra artık milliyetçilik cereyanının her t a r a f a kök saldığını ve Osmanlı camiasında Hıristiyanların çoktan bu mefkûreyi benimsediklerini, Arapların da Türkleri kat'iyyen sevmediklerini küçük yaşımdanberi gördüğüm misâllerile (Arabistan'da Türklere Nasranî - Gâvur dediklerini ve düşmanlık güttüklerini bizzat görmüştüm) anlattım. Ve netice olarak dedim ki, eğer Makedonya elimizden giderse ve hususile o esnada vatanın diğer kısımlarında bir sarsıntı olursa, bizi kurtaracak biricik mefkûreyi «Türklük» te bulurum. Arnavut olsun Arap olsun zabitler ancak Türk ordusunda bir melce' bulabilirler. Bu devlete hizmet etmiş olan ve Türküm diyen Türktür. Ben en son bu çareyi düşünebildim. Ve lüzumunu evvelce de söylediğim marşı da kabul ettim. Bunu alayın metrûk bandosunu da ihya ederek ona öğretiyorum. Birkaç gün sonra, artık her akşam kışlamızın duvarlarını şu parolanın çınlattığını işiteceksiniz: BEN BÎR TÜRKÜM. Ben böyle bir marş yapmaya da özendim (16). Fak a t şair Mehmet Emin Beyin Yunan Harbi sıralarında yazdığı şiirler arasındakini hale daha uygun buldum. (16) İstiklâl Harbinde karşılaştığımız tehlikeleri ve milli duygulan «Türk Yılmaz» ve «ya istiklâl, ya ölüm» marşlarile tesbit ve terennüm etmekten kendimi alamadım.



İKİNCİ



İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



Çünkü hem kuvvetli idi, hem de basılmış, neşrolunmuş ve yasak edilmemişti. Bestesi şiddetli olmamakla beraber sözler güzeldi. Ben bunu kendim öğrendiğim gibi, alayımızın bandosuna da öğrettim. Bölüğümün neferlerine de dörder mısra' halinde bellettim ve 28 Nisan (15) cumartesi akşam yoklamasından sonra hem bando ile ve hem de ağızdan trennüm ettirdim. Arnavut neferlerinin dahi zevkle haykırdığı bu satırlar aynen şöyledir. (Buradaki Türküm sözünü Arnavutlar İslâm diye Türk neferleri gibi benimserlerdi.) Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur Sinem öziim ateş ile doludur İnsan olan vatanının kuludur Türk evlâdı evde durmaz giderim.







Yarada'nın kitabını kaldırtmam Osmancığın bayrağını aldırtmam Düşmanımı vatanıma saldırtmam Tanrı evi viran olmaz giderim.







Bu topraklar ecdadımın ocağı Evim, köyüm hep bu yerin bucağt İşte vatan! İşte Tanrı kucağı Tanrı evi viran olmaz giderim.



*



Tanrım şahit, duracağım sözümde Milletimin sevgileri özümde Vatanımdan başkası yok gözümde Tanrı evi viran olmaz, giderim.







103



104



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 104 Hangi Türktür gerdenine urgan, kemend vurdurur Hangi Türktür mescidine çanlt kule kurdurur Milletimiz köle olmaz, böyle günde kim durur Biz Türkleriz, kızıl ırmak olur, böyle taşarız.







Bu marşı yazdırıp zabit ve e f r a d a dağıttırıyordum. Her akşam da bando ile ve ağızdan terennüm ettiriyordum. Yasak edilmesine karşı Padişahımızın bunu çok beğendiğini ve h u z u r u n d a sık sık çaldırdığını propaganda ettim. B E N BİR



TÜRKÜM...



parolası ayrılık değil, ümit veriyordu. Günde birkaç defa ben bir Türküm! diyecek şeyler görüyor veya işitiyordum. Meselâ palabıyık bir İtalyan yüzbaşısı herkes gibi benim de hergün gözüme ilişir, ben bir Türküm! dedirtirdi. Bu adam geçen sene bir jandarm a müfrezesile köylerde gezerken bir Bulgar çetesine rast gelmiş. Çete zâifmiş. Türk jandarma çavuşu ateş ettirmek istemiş. Bu palabıyık mani olmuş. Çete ile konuşmuş ve selâmlaşıp ayçilmış! Çavuş Manastır'a dönüşünde şikâyet etmiş f a k a t haksız çıkmış! Palabıyık yine jandarmamızı tensik vazifesinde namus ve şerefle (!) çalışıyor. İkinci bir çete takibine daha çıktım ve üçüncüsünde bir Bulgar çetesile müsademede bulundum : Kışlada nöbetçi yüzbaşı idim. Mıntaka kumandanlığından erkân-ı harp kolağası Fethi Bey geldi. Enver Beyin (17) Lisola köyünde bir Bulgar çetesiyle müsademeye tutuştuğunu, çabuk ne k a d a r atlı çıkarabilirsem, müsa(17) Fethi Okyar, Enver Paşa.



İKİNCİ



İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



deme yerine yetişmekliğimiz emrini getirdi. Tafsilâtı «Hayatım» başlıklı hatıramda yer tutan bu müsademe; benim ilk ateş vaftizim olduğu kadar Enver Beyle samimi anlaşmaklığımıza sebep olduğundan bence çok kıymetli bir hatıradır. Enver, Fethi, ben, üç erkân-ı h a r p bir kârgir kule içindeki komitelerle aramızda sekiz adım mesafede sabahladık. Birkaç el de ben ateş ettim. Bu 17 mayıs 1906 (4 Mayıs 1322) perşembe günü di. 13 Bulgar komitecisi tepelenmişti.



E N V E R İLE H A S B İ H A L İ M İ Z M ü s a d e m e d e n s o n r a üç g ü n t a k i p t e E n v e r ' l e ber a b e r b u l u n d u m . M a n a s t ı r ' a b e r a b e r d ö n d ü k v e ben i m p a n s i y o n u m d a b i r k a h v e i ç i r d i m . Ç o k iyi a n l a ş t ı k . O, b e n d e ç o k t e s i r b ı r a k t ı . B e n i m d e k e n d i s i n e b ü y ü k i t i m a d v e r d i ğ i m i söyledi. B e n i m k ı ş l a d a k i r e s m i ve z a b i t a n a r a s ı n d a k i h u s u s i m e s a i m i t a k d i r l e işittiğini söyledi. Ben de m e s a i m i n h ü l â s a s ı n ı ve sual cevaplarımı, «ben b i r T ü r k ü m » p a r o l a s m ı a n l a t t ı m . Zabitlerin, e r k â n - ı h a r p l e r i n g u r u r u n d a n ve k e n d i l e r i l e tem a s s ı z l ı ğ ı n d a n ş i k â y e t l e r i n i d e s ö y l e d i m v e v a k t i l e teşekkül eden İttihat ve Terakk Cemiyeti'nin tek tük azalarının münferid bir halde bulunduklarını, karşılaşacağımız büyük tehlikeye karşı erkân-ı h a r p arkadaşlarımızın a r a l a r ı n d a anlaşarak plânlı hareket etmekliğimiz l ü z u m u n u anlattım. O r d u n u n başı yoktur. Halkın ve o n u n çocukları olan e f r a d ı n ve h a t t a zabitlerimizin a h v a l d e n haberleri yoktur. Silâh ve teçhizatımız, teşkilâtımız, talim ve terbiyemiz Balkan devletlerininkinden çok aşağı olduğunu izah ettim. (Bulgar ordusu h a k k ı n d a zabitlere de kışlada bir konferans v e r m i ş t i m . ) S ö z ü n kısası k u r b a n l ı k k o y u n l a r gibi gö-



105



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 106 zü bağlı bir t a r a f a gidiyoruz. K u m a n d a n l a r ihtiyar, k o r k a k , bilgisiz ve tecrübesiz. Ben kendi h e s a b ı m a t e c r ü b e s i z e n g e n ç bir e r k â n - ı h a r b i m . Ben de bir yol t u t t u r d u m , g i d i y o r u z . S ı k s ı k b i r l e ş i p b i r p r o ğ r a m çizsek. M a k e d o n y a yangınının b ü t ü n memleketi uçurum a s ü r ü k l e m e s i n d e n k o r k m a l ı ve b u n a göre hazırlıklı bulunmalıyız. E r m e n i ve B u l g a r ihtilâlleri ve A v r u p a ' nın tazyiki karşısında herşeyi kabul edebilir ve Makedonya'daki kontrol memleketin diğer kısımlarına de t e ş m i l o l u n a b i l i r ve b u h a l m e m l e k e t i n t a k s i m i n i n ilk saihası demektir. Eğer memleket hakkındaki karar s a r a y ı n değil milletindir diyebilecek k a d a r bir hazırlığımız olmazsa aceze elinde b u l u n a n ve h a r b e hazır b u l u n m a y a n , o r d u B u l g a r o r d u s u n u bile d u r d u r a m a z . O r d u d a , e ğ e r İ s t a n b u l ' a s a r a y idaresini milli i d a r e y e kalb edebilecek bir HÜRRİYET ORDUSU çıkarabilecek bir hazırlık d a y a p a r s a k y a k l a ş a n tehlikeden kurtulabiliriz k a n a a t i n d e o l d u ğ u m u söyledim. E n v e r Bey m ü t a l â a l a r ı m ı çok kuvvetli b u l d u ğ u nu, f a k a t bu tedbirlerin nasıl temin olunabileceği hakk ı n d a k i d ü ş ü n c e m i sordu. Ben de şöylece söyledim : S u l t a n H a m i d ' i n idaresi o k a d a r keyfi, haksız ve o k a d a r d a bilgisiz v e i d a r e s i z d i r ki h e r y e r d e h e r k e s , h a t t a k ö y l ü l e r ve n e f e r l e r bile b u i d a r e d e n n e f r e t etm e k t e ve u ç u r u m a s ü r ü k l e n m e k t e o l d u ğ u m u z u görmektedir. Hayatlarının bu cahil idare altında hiç uğr u n a s ö n ü p gittiğini g ö r e n genç zabitlerimiz sistemli bir surette tenvir edilirse az z a m a n d a herşey m ü m k ü n d ü r . Z a t e n içlerinde İ t t i h a t ve T e r a k k i C e m i y e t i m e n s u p l a r ı d a v a r ve b u n l a r ı n fikirleri olgundur. Doktorlar ve Mülkiye Mektebi m e z u n l a r ı d a böyledir. Tehlike el ile t u t u l u r b i r ş e k l e girdiği g ö r ü l ü r g ö r ü l m e z d e r h a l o r d u n u n emir ve k u m a n d a s ı n ı kudretli ellere



İLK İTTIHAD VE TERAKKI CEMIYETI



107



almak, şerirleri tepelemek, âcizleri işten el çektirmek ve milli idareyi yer yer kurmakla beraber İstanbul'a bir HÜRRİYET ORDUSU göndermek hiç de zor olmaz. İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin İstanbul'da yediği darbeden ibret alarak (Bu hususta bilgilerimi kısaca anlattım) vaktinden çok evvel teşkilât yapmamalıyız. Genç erkân-ı h a r p zabitleri teşkilât ve icraat plânlarını pekâlâ gizlice hazırlayabilir. Kıt'alarm irşadına gelince benim başladığım tarz münasipse aynen, değilse fikirlerimizi birleştirerek yeni proğram üzerinde yürüyebiliriz. Meselâ şimdi Manastır da umumi müfettişlik erkân-ı harbi Binbaşı İsmail Hakkı Bey var, mıntakada ise Hasan Tosun Bey, siz, Fethi Bey ve daha kıymetli arkadaşlar var. Ordu erkân-ı harbiyesinde Remzi Bey, Selânik'te Cemâl Bey ve daha emin arkadaşlar bulunabilir. Diğer orduda tanıdıklarımız emin arkadaşlarımız vardır. (Mektepteki bizim Jönjan grubundan Edirne'de İsmet ve Seyfi, Üsküp'te Emin Beyler olduğunu anlattım) kıymetli doktor ve sivil arkadaşlarla da sıkı bir temas yaparak hazırlığımızı kıt'alanmız dışına kadar da uzatabiliriz. * * *



Enver Beyle temamile anlaştık. Bana karşı beslediği sevginin bugün çok daha arttığını (18) söyledi (18) Cemiyet'in kuruluşundan sonraki mesai ve fikirlerimi çok takdir eden Enver, bana karşı o kadar büyük itimad beslemiştir ki, bana şu t a k d i r l i beyanatta bulunmuştur : «Kâ-



zım sana o kadar büyük bir itimadım var ki, daha açığı çok etraflı mütalâalarınla benim fikrime o kadar hâkim oldun ki, hususi işlerimde bile seninle münakaşa etmeden karar veremez oldum.» Enver'in hatıraları herhalde ortaya çıkarsa samimî işbirliğimiz hakkında belki de daha çok satırlar göreceğim.



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 108



ve elbirliğiyle çalışmak için ilk esası tesbit edelim, dedi ve benim esaslar üzerinde umumi müfettişlik erkân-ı harbi İsmail Hakkı Bey ile de bir a r a d a görüşmemi muvafık buldu. Manastır'da e ş r a f t a n mülkiye mezunu Kolonyalı Hüseyin Beyin de vaktile Ittihad ve Terakki Cemiyeti'ne girmiş olduğundan-sivil mesaide ondan da istifade edebileceğimizi (ilk Manastır merkezini Enver, ben ve bu Hüseyin Bey teşkil ettik. Aşağıda gelecektir), mıntaka erkân-ı harbiyesi mesaisini ve Selanik'teki arkadaşlarla teması da Enver üzerine aldı. Ben bütün Manastır garnizonu ve ordu erkân-ı harbiyesiııdeki Remzi Beyi (Üçüncü Avcı Taburu Kumandanı Remzi Paşa) tenvir vazifesini de ben aldım. (Ordu erkân-ı harbiyesile mıntaka erkân-ı harbiyesinin arası açıktı. Remzi Bey takiplerin yalnız Avcı taburuna hasredilmesini istiyordu. Mıntaka ise yalnız Avcı taburu kâfi gelmiyor diye diğer piyade ve süvari kıt'alarını da çete takiplerine sevk ediyordu). İşte 20 mayıs (7 rûmi) pazar günü Manastır'da Enver Beyle çok feyizli bir anlaşma yapmış olduk. Çetelerin faaliyeti de arttığından staj yaptığım süvari alayı da sık sık köylere baskın yaparak çete a r a m a y a gönderilmeye başlandı. Bu takip hareketlerinde efradı ve Türk köylülerini de tenvir etmek fırsatını buluyordum. 28 mayıs (15 rûmi) Kulepaç köyünde iki def a müsademeye girdim. Burada dokuz kişilik bir Bulgar çetesini tepeledik. Benim bölükien bir yaralı neferi kendi sargımla sardım. Sıhhiye müfrezemiz olma,dığı gibi sargı da yoktu. Gerek bu ve gerekse çetenin Manliherine karşı bizim hâlâ martin tüfeğimiz idaremizin bozuk ve bakımsız olduğunu, bizim hayatımız bahasına uğraştığımız vatan dâvasına karşı İstanbul hükümetinin ve sarayın kendi keyiflerinde kayıtsız kaldıklarını apaçık söylemek fırsatını vermişti.



İKİNCİ



İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



Sık sık yaptığımız baskınlar a r a sıra bizi Rum veya Bulgar çetesi ile karşılaştırıyordu. 16 Haziran (3 rûmiVde de Orhova köyünde bir inde saklanmış üç kişilik bir Rum çetesini yakladık. Bu işler olurken esas vazifem olan staj vazifemi de görüyordum. Bütün alay zabitlerini ben yetiştirdiğim gibi kendi bölüğümün çavuş ve onbaşılarile istidadlı neferlerine kroki yapmak ve basit rapor yazmak kudretini verebilmiştim. Hiç okuma yazması olmayanlara mufassal harflerle okuma yazmayı çok kolay öğrettim. Enver Beye Manastır'daki kıt'alarm h a r p kabiliyetlerini kontrol için karşılıklı tatbikat yaptırmalarını rica etmiştim. Benim bölüğün küçük zabitlerinden krokili mükemmel raporlar geliyordu. Tatbikat sonund a Enver Bey tenkidini yaparken şunu da ilâve etti: Zabitlerin yazdıkları raporlara «Küçük Zabit» diye adres yazması doğru değildir. Zabit imzasını zabit diye yazmalıdır. Adreslerin hakiki hüviyetler olduğunu söyleyince inanmadı ve bunları yazanları göreyim dedi. Gördü ve sordu. Sonra da hem onları hem beni tebrik ve takdir etti. Nasıl muvaffak olduğumu u m u m a karşı söyletti (19). Zabitlerin ricası üzerine kroki ve rapor usu(19)



Enver Paşa'nm « H u r u f u mufassala» (eski türkçeyi, harf-



leri ayrı ayrı yazma usulü) hevesi bundandır. Bu usulü Harbiye Nazırı iken emrettiği zaman bunun mahzurunu kendisine söylediğim zaman bann Manastır'da bununla muvaffak olduğumu hatırlatmıştı. Bm de hiç okuma yazma bilmeyenler için kullanmıştım ve bu nihayet bir köy yazısı olabileceğini, siz ice bütün i!'m ve fen ya::ısı olarak almakla işi zorlaştırdınız demiştim.



109



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 110 l ü n ü k e n d i l e r i n e d e ö ğ r e t m e y e b a ş l a d ı m . Bu, a s k e r i m e s a i m i z d e bizi p e k s a m i m i k a y n a ş t ı r ı y o r d u . A r t ı k nef e r l e r i m i z de bize f i k r e n b a ğ l a n ı y o r d u .



25 Haziran (8 temmuz) talimhanede zabitlere at üstünde kılıç mübarezesi talimi yaptırırken atım yıkıldı, ben sağ dizimin üstünde sürüklendim. Kaç kerreler rica etmiştim ki talimhanede münavebe ile her kıt'adan bir yardım-ı sıhhi hey'eti bulundurulsun. İşte bugün de benim başıma geldi. Dizim fena sıyrılmıştı. Şehir içindeki hastahaneye kadar bu halde at üzerinde götürüldüm. Burası bizim alayın idare ettiği ve içinde 130 hasta yatan bir hastahane idi. Benim dizimi sarabilecek büyüklükte bir sargı bulamadılar! Araba ile eve geldim ve Merkez Hastahanesinden bir operatör arkadaşa haber gönderdim, geldi dizimi sardı. Orduya acı yazdım. Üç gün sonra bir tamim geldi: Her bölük ikişer teskere yapacak! Fakat tahsisat olmadığından (!) ve köhne kaputlardan bezleri, cebel-i mub a h t a n (dağlardaki sahipsiz ormanlara verilen isimdi) de kolları! B ü t ü n b u rezaletler, z a b i t l e r i değil, azıcık işlemek- • le a s k e r l e r i m i z i d a h i İ s t a n b u l h ü k ü m e t i n d e n ve Padiş a h ı n i d a r e s i n d e n n e f r e t ettirip gidiyordu. O k a d a r ki u f a c ı k bir kıvılcım M a n a s t ı r ' d a m ü k e m m e l bir Alemd a r O r d u s u hazırlar ve İstanbul idaresini yıkmaya koşturabilirdi. M e s e l â 19 t e m m u z (6 r û m i ) ' d e h a y a t ı m ı z b a h a s ı n a y a k a l a d ı ğ ı m ı z R u m ç e t e l e r i n d e n 36 k i ş i sürgüne g ö n d e r i l d i . İ s t a s y o n d a Y u n a n k o n s o l o s u h e r k e s i n göz ü n ü n önünde b u n l a r a p a r a dağıtmış. Aynı günde şu h a b e r de geldi: Grebene cihetlerinde Düyun-u Umum i y e m e m u r l a r ı n d a n biri, m a i y e t i n d e k i d o k u z n e f e r l e



İLK ÎTTÎHAD VE TERAKKÎ CEMÎYETİ



111



Rum eşkiyasmın pususuna düşmüş. Birkaç şehit varmış. Bu çifte haberi derhal efrada dahi anlattık. Herkes bu idareye lânet okudu. Gece yarısından sonra da, sanki dünkü hâdiseleri tes'id için imiş gibi Rum mahallesinden bir yangın çıktı. Sanki bir cephanelik infilâk ediyor. Şuradan, buradan da güya yangını ilân için diye bir çok silâhlar patladı. Bir şehrâyin! Bir taraftan da zabitlerimize iftiralar atıyorlardı. Manastır Mmtaka Erkân-ı Harbiyesine tayin olunduktan sonra ilk olmak üzere beni, hakkında şikâyet olun a n Perister dağları arasındaki Malvişte köyündeki müfreze kumandanı Mülâzım Atıf'ın tahkikine gönderdiler. 26 Temmuz (13 Rûmi) gecesi misafiri olduğum bu zabit Atıftı. Mektepten yeni çıkmıştı. Vaziyetimiz hakkında lâzımı gibi tenvir ettim. Şikâyetçi Rum Papazına da bu zabitin kıymetli ve ciddî bir zabit olduğunu söyledim. İşin teşvik eseri olduğu anlaşıldı. Köyden bir mazbata da alarak Atıf'ı temize çıkardım. (Bu Atıf'ı Cemiyet'in teşekkülünden sonra ikinci bir mülakatımda Cemiyet'e aldım. Şemsi Paşa'yı vurarak hürriyetin istihsâline pek büyük yardımı dokunan bu k a h r a m a n d a n aşağıda bahsedeceğim.) İki gün sonra Florina kazasında bir Rum çetesinden 14 kişi öldürülmüş ve bir de sağ yakalanmış. Bir h a f t a evvelki şehit neferlerimizin intikamı alındığına sevindik. DİVAN I HARB İ MAHSUSA VERİLEN ZABİTLER: Üzerimdeki vazifeler yetişmiyor gibi, beni bir de Divan-ı Harb'i Mahsus kâtipliğine tayin etmişler. 24 Temmuz (6 ağostos) 'da topçu kışlasında işe başladım. Bir çuval evrak ve bir çok zabit idama, tarda mahkûm



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 112



edilmek üzere buraya verilmiş. Bir kısmı daha evvel tard ve hapis cezası yemiş, f a k a t bu ceza az görülmüş! Tetkik ettim. Hepsi haksız yere mahkûm edilmek isteniyor. Bir alaylı miralayla iki zabiti Metroviçedeki Şemsi Paşa (20)'nm hışmına uğramış. Bunları kurtarmak için dedim : — Kabahat dünyadan haberi olmayan, tüfekçilikten yetişen Abdi Beye o vazifeyi veren de, daha büyüğü de bu gibi adamları lâyık olmadıkları bu makamlara çıkaranlardadır. Azadan bir Miralay kulağıma eğilerek : — Oğlum, biz yaşımızı, başımızı aldık. Fakat sen d a h a gençsin. Hepimiz mahvoluruz. Sözüne dikkat et. Yalnız ona vazife veren Şemsi Paşa bile hepimizi uçurtmaya kâfi gelir, dedi. Ben bu Abdi Beyle diğer arkadaşına benim beyanatım dairesinde verecekleri cevabı öğrettim. Aynen hey'ete karşı söylediler. Bunların beraatine kararı temin ettim. Yanya'dan bazı zabitler müteaddit müracaatlarından bir şey çıkmayınca birkaç ay evvel toplu olarak doğrudan doğruya Padişaha müracaatla-, «Kaç aydır maaş alamıyoruz. Zaruret içindeyiz» diye yazmışlar. Padişah kızmış Seraskere havale etmiş, o d a bunları Divan-ı Harbe vermiş. Hepsi de mektepli olan binbaşı ile birkaç zabitin müşterek olarak Padi(20)



Çete takiplerindeki faaliyetimden dolayı beni — Fethi Beyin (Okyar) Mektep idaresine geçerek Edirne'ye hareketi olan 6 temmuz (19 efrenci)den sonra Mmtaka Erkân-ı Harbiyesine aldılar. Staja devam ve Divan-ı Harpte kâtip':> de üzerimde. Üç vazifeyi bir arada bü-ün gayretimi srrfer'.erek başardım ve müddetimi doldurmadan da ateş altında terfi ettim.



İKİNCİ



İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



113



şaha müracaatları bir isyan mahiyetinde gösteriliyor ve şiddetli cezaya çarptırılmaları isteniyordu. Bunların ilk ifadeleri de kendilerini mes'ul edecek derecede fena idi. Bunlara da öğrettim ki Divan-ı Harbe şöyle cevap v e r i n : «Padişah bizim babamızdır. Derdimizi ona bildirmek suç mudur? Her akşam yoklamasında üç defa zabitler ve neferler «Padişahım çok yaşa» diye bağırmıyor mu?» Bunlar da bu suretle beraat kararma kavuştular. Daha bu kabil haksızlığa uğratılmış zabitlere ait evrakı ordatan kaldırarak Divan-ı Harbin işlerini az zamanda temizledim.



SULTAN HAMİD'İN HASTA HABERİ :



Manastır'm en zengin kitapçısı bir Rum'du. İki ecnebi askeri Röveye bunun vasıtasıile abone olmuştum. Bana istediğim gazete ve kitapları da getirirdi. 27 (14 Rûmi) ağustosta bana şu haberi verdi: «16 Ağustos efrenci Paris gazeteleri Sultan Hamid'in ağır hastalığını yazıyor.» Bir t a r a f t a n sevindim, bir taraftan da esaslı bir hazırlığımız ve hatta fikir birkğimiz olmadan böyle bir ölümün sebep olabileceği tehlikeyi düşünerek müteessir oldum. Bazı arkadaşlarıma da bu haberi verince, onlar da önce sevindiler. Fakat gayr-ı Türklerin haricin de teşvik ve yardımile umumi bir ayaklanması ihtimalini ileri sürünce düşünceye ve teessüre daldılar. Bütün tanıdıklarım Enver'le benden medet umuyorlardı. Hakikatte de böyle idi: İstediğiF.: 8



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 114 miz saatte piyade ve süvari kıt'alarmı istediğimiz yere g ö t ü r m e k için r e s m î selâhiyetimiz vardı. E n v e r Beye de b u havadisi yetiştirdim. O n d a d a ilk v e i k i n c i t e s i r a y n ı o l d u . T ü r k l e r t e ş k i l â t s ı z v e p r o g ramsız olduğu halde, gayr-ı T ü r k l e r böyle bir a n için hazırlıkları olduklarına şüphe etmiyorduk. H ü k ü m e t ve ordu u m u m i bir ihtilâl k a r ş ı s ı n d a çok zor bir dur u m a g i r e b i l e c e ğ i gibi, B a l k a n d e v l e t l e r i d e k e n d i ı r k larını h i m a y e maksadile h a r e k e t e geçerlerse işler büsb ü t ü n v a h i m bir şekle döküleceğini g ö z ü m ü z ü n ö n ü n de c a n l a n d ı r d ı k . Böyle â n i b i r h â d i s e y e k a r ş ı n e y a p m a y a karar verirsek Manastır mıntakasmdaki ordu zabitleri, bazı m e m u r l a r ve R e s n e O h r i gibi T ü r k kesafeti olan mıntakaların bizimle birlikte yürüyeceğind e n e m i n idik. Ş u h a l d e b ü t ü n Ü ç ü n c ü O r d u y u (Mak e d o n y a ' d a k i ) d a birlikte h a r e k e t e geçirebilirdik. Fak a t ne y a p m a l ı idik? B ü t ü n mes'ele ne y a p m a l ı idik? S u l t a n H a m i d ' i n hastalığının derecesini U m u m i Müfettişlikten öğreneb i l i r d i k . S u l t a n H a m i d b e l k i iyi o l u r d u . F a k a t b u h a s t a l ı ğ ı b i z i e s a s l ı k a r a r a v a r d ı r m a l ı idi. V a k t i n d e n ö n c e h i ç d e ğ i l s e y a p ı l m a s ı m u v a f ı k v e m ü m k ü n o l a n işler üzerinde işlemek ve m u t a b ı k k a l m a k lâzımdı. Yan i işi p l â n l a m a l ı i d i k . E n v e r Bey bir f i k i r s ö y l e m i y o r , n e d ü ş ü n d ü ğ ü m ü s o r u y o r d u . D e d i m : İ k i b u ç u k a y evvel Lisola m ü s a d e mesinden Manastır'a döndüğümüz günkü hasbıhalimizde ben mütalâamı söylemiştim. O z a m a n d a n b e r i gördüğüm hâdiselerden edindiğim tecrübeler de d a h a f a z l a bir şey öğretmedi. R u s ç u k Y a r a n ı gibi bir M a nastır Y a r a n ı ve A l e m d a r O r d u s u gibi bir H ü r r i y e t Ordusu ve uzun uzadıya vakit geçirmeden Sultan Ha-



İKİNCİ



İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



mid olsun olmasrn İstanbul'a gider, s a r a y d a esaslı bir temizlik yapar. Sıhhati ve ahlâkı h e n ü z tereddi etmemiş bir şehzadeye yüksek kudrette bir saltanat naibi işi ele a l ı r . B u ş e h z a d e d e b i r m i l l e t f e r d i g i b i v e t ı p kı bizim gibi tahsil ve terbiye g ö r ü r y â n i ç e k i r d e k t e n yetişir. Ben f a z l a s ı n ı d ü ş ü n e m i y o r u m . Bu işin maliyetini de n e o l u r s a olsun işleri o l u r u n a t e r k e t m e k t e n ç o k d a h a e h v e n b u l u r u m . Ş u n u d a s ö y l e y e y i m ki dah a ü s t ü n bir p l â n b u l u n c a y a k a d a r bu fikrimde İsrar edeceğim. Bence vakit geçirmeden bizden d a h a tecrübelilerin ve h a t t a bizim hizamızdaki zatların d a artık fikirlerini toplamalı ve m u a y y e n bir p r o ğ r a m etrafınd a fikirlerimizi birleştirmeliyiz. B e n i m m ü t a l â a m nih a y e t ; t a r i h d e k i A l e m d a r h a r e k e t i n i çok t a k d i r ettiğ i m d e n ve îttihad ve Terakki Cemiyeti'nin İstanbul'd a yıllarca l ü z u m s u z yere bir türlü fiiliyata v a r a m a y a n teşkilâtını m a h z u r l u b u l d u ğ u m d a n ileri g e ç m e z . D a h a kuvvetli b i r f i k r e b e n i m de h ü r m e t e d e c e ğ i m tar biidir. Enver'le ikinci d e f a olarak tafsilâtlı g ö r ü ş t ü ğ ü m b u millî m e s ' e l e d e o d a h a a l â k a l ı b u l u n d u . Ve Hamid'in sıhhatini ö ğ r e n m e k ve bir fikir ortaya atmad a n güvendiğimiz kimselerin fikrini toplamak husus u n d a mutabık kaldık. O m ü m k ü n olursa Müfettiş Hilmi Paşa'ya k a d a r hulûl edecek M m t a k a Erkân-ı H a r b i y e s i n i d e o y o k l a y a c a k , b e n d e M a n a s t ı r v e Sel â n i k ' t e o r d u e r k â n - ı h a r p l e r i n d e n t a n ı d ı k l a r ı m l a tem a s edeceğim.



SELÂNİK



SEYAHATİM:



Staj yaptığım süvari Onbeşinci Alayın atış talimlerini b e n idare etmiştim. Alayımızın Kökili'de de bir



115



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 116



bölüğü vardı. Bununkini de nezaretim altında yaptırmak için Alay Kumandanı memnuniyetle emir verdi. 31 (18 Ağustos) cuma günü trenle Selânik'e gittim. Ertesi gün Sultan Hamid'in cülûsu şenliklerinde bulundum. Yapılan geçit resmi yürekler açışıydı. Hiç bir sınıfın h a r p teçhizatı yok. Hatta Nümune Taburunun bile! Birer tüfek ve kasatura o kadar. Ne çanta, ne kazma kürek, bir şeyleri yok. Süvari bölükleri başıbozuklar gibi ata biniyorlar. Hele koca Martinleri ve beli kuşatan koca fişekleri o kadar fena göze çarpıyor ki otuz yıl evvelki Türk - Rus harbine ait gördüğümüz resimlerden bin kat berbad. Süvari fırka karargâhı da Selânik'te. Kumandanlığa da İstanbul Harbiye Mektebi muallimlerinden İsmail Paşa geleli iyidir. Bu geçit resmi Ordu Müşirinin ve erkân-ı harbiyesinin ve seyirci olarak gelen hayrete değer çoklukta yaldızlı elbiseli ecnebilerin huzurunda oldu. Geçit resminden sonra, seyrettiğimiz faciayı Süvari Fırkası Kumandanı ve erkân-ı harbine söylediğim gibi ordu erkân-ı harbiyesinden Cemâl Beye (21) de anlattım ve kendisile hususi görüşmek istediğimi de bildirdim. Üç gün sonra deniz âlemleri yapılacağını, onu da gördükten sonra daha serbest buluşabileceğimizi söyledi. Tanıdığım bazı arkadaşlarım da bu eğlenceyi behemahal görmekliğimi arzu ettiklerinden Kökili'ye hareketi birkaç gün sonraya bıraktım. CEMAL BEYTE HASBIHAL: 4 Eylül (22 oğustos) salı günü akşamı pek tantanalı bir deniz âlemi hazırlığı bütün rıhtım boyunca göze çarpıyordu. Gece çok parlak bir deniz eğlencesi (21) İttihad ve Terakki erkânından Cemâl Paşa.



İKİNCİ



İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



yapıldı. A r k a d a ş l a r bir s a n d a l t u t m u ş l a r , beni de aldılar. Yüzlerce sandal, birçok çalgı takımları, güzel sesler, r ı h t ı m d a askeri b a n d o , varyete m u s i k i h e r t a r a fı ç ı n l a t ı y o r ve a k i s l e r y a p ı y o r d u . H e r t a r a f d o n a n m ı ş , enva-ı d o n a n m a fişekleri eğlence sahasını aydınlatıy o r d u . H a v a y a k ı v ı l c ı m d a n çizgiler çizen h a v a i fişeklerinin gökte patlayıp r e n k renk ziyalar saçması insanı a r a sıra gök y ü z ü n e b a k m a y a m e c b u r ediyordu. Eğlence güzeldi. Hiç diyecek yoktu. F a k a t b e n bu güzellikler içinden üç g ü n evvelki geçit r e s m i n d e g ö r d ü ğ ü m elem verici m a n z a r a y ı seyreder gibi o l a r a k zevk yerine n e f r e t d u y u y o r d u m . Biraz d a Rıhtım gazin o s u n d a oturmak üzere arkadaşlardan ayrıldım. Ve b u r a l a r d a erkân-ı h a r p C e m â l Beye m ü l â k i o l a r a k d a h a b ü y ü k bir h a z l a dertleştim. C e m â l Bey b a n a : — E ğ l e n c e l e r i n a s ı l b u l d u n ? M a n a s t ı r ' d a epice y o r u l u y o r s u n u z . O r a d a nasıl v a k i t geçiriyorsunuz? diye sordu. Ben de : — İnsanın b a ş k a düşünceleri olmasa h a y a t t a end e r b u l u n u r bir gece, diye söze b a ş l a y a r a k M a n a s t ı r intibalarıni ve istikbalin tehlikelerle dolu olmasına karşılık, üç g ü n evvel geçit resminde g ö r d ü ğ ü m elemli m a n z a r a n ı n v e b u n u n o r d u m e r k e z i n d e M ü ş i r i n v e e r k â n - ı h a r b i y e s i n i n g ö z ö ö n ü n d e v u k u u n u n d a h a ziy a d e insanı ye'se d ü ş ü r d ü ğ ü n ü ve h a s t a o l d u ğ u n u h a b e r a l d ı ğ ı m ı z P a d i ş a h ı n ö l ü m i l e v u k u u m u h t e m e l isy a n l a r a k a r ş ı e n d i ş e m i z i i z a h e t t i m . V e a s k e r i v e siyasi bir k a l k ı n m a v e y a bir silkinme için n e l e r d ü ş ü n düklerini sordum. Bizim heyecanımız ve bizim kork u m u z derecesinde o l m a m a k l a beraber h e r aklı başınd a v e v i c d a n ı n ı s a t m a m ı ş i n s a n gibi e n d i ş e d e , f a k a t y i n e h e r k e s gibi işleri tabii c e r e y a n ı n a bırakmanın e n iyi v e e n m ü m k ü n ç a r e o l d u ğ u f i k r i n d e .



117



118







İTTİHAT VB TERAKKİ CEMİYETİ



Herkesin ömründe nadir olarak kavuştuğu bu muhteşem eğlence gecesinde zevkini kaçırıyor gibi sıkılarak sabaha kadar tanıdıklarımdan ayrılamadım ve ertesi günü trenle Kökili'ye hareket ettim. Buradaki Bölük Manastır'dan gelmişti. Bölük kumandanı yüzbaşı İhsan ve mülâzım-ı evvel Kâmil Efendileri tanıyordum. Bu değerli arkadaşlar Manastır'm ciddî ve samimi havası içinden çıkmışlardı. Ve bizimle iikir birlikleri vardı. Gelir gelmez bölüğü teftiş ettim ve üç gün bölüğün atış talimlerile meşgul oldum. Burası da Manastır mmtakası gibi ihıılai ıaaiiyet mmtakası. Buradaki arkadaşları ve kardeşim Hulusi Beyi de vaziyet hakkında tenvir ettim. 8 Eylül (26 ağustos) Selânik'e döndüm ve ikinci gün de trenle Florina'ya, geldim. Buradaki bölüğün teftişini yaptım ve atış talimlerini idare ve zabitlerile hasbihalden sonra 12 eylül (30 ağustos) Manastır'a döndüm.



ENVER BEY'LE HASBİHAL Ordu merkezindeki kıtaların acıklı halini ve ordu erkân-ı harbiyesinin de lâkaydisini anlattım ve vaziyetimizin selâha değil, daha berbad bir hale düştüğünü, bütün Balkan devletlerinin kendi memleketlerindeki harp hazırlıkları ve Makedoııya'daki teşkilât ve çete faaliyetleri, köy mektepleri kanalile de halkı bir düzüye irşadlarma karşı bizim faaliyetimiz ve vatanî endişemiz tabur kumandanlıklarından yukarı geçemiyor. Bu vaziyette işleri tabiî cereyanına bırakmak düşüncesinde olan Selânik'deki ordu erkâıı-ı harbiyesinin halinin ve Abdülhamid'in hastalığına rağmen bu



İKİNCİ sakat düşüncenin



İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ d e v a m ı n ı n tehlikesini Enver Bey'e



anlattım. O da müteessir oldu. Bu hale karşı benim bulduğum biricik çare Manastır'da teşebbüsü ele almaktı. Burada mıntaka ve ordu erkân-ı harbiyesinin genç unsurlarını ve bütün kıt'a zabitlerini ve sonra da b ü t ü n Türk halkı beraber sürükleyebilirdik. Ben bu hususta israr ettim. Enver Bey daha tedbirli hareketi muvafık buluyordu. Onun fikrince Manastır'ı toparlam a k kolaydı. Fakat Selanik'teki ordu erkân-ı harbiyesi ve umumi müfettişlik k a r a r g â h ı ile daha önce anlaşmak lâzımdı. Bu işi kendisi d a h a kolay yapabilirdi. Yakm tanıdıkları ve güvendikleri çoktu. Selânik'e gittiği zaman bu esas içinde temaslar yapacağını söyledi. O r d u n u n en kıdemsiz erkân-ı harplerindendim. E n v e r b i n b a ş ı idi. H e r k e s i d a h a e s k i d e n v e d a h a iyi t a nıyordu.



KESRİYE K U M A N D A N L I Ğ I N A TAYİNİM :



Enver'le görüştüğümün ertesi günü 15 eylül (2 rûmi) mmtaka erkân-ı harbiye reisi binbaşı Tosun Bey, b a n a Kesriye'yi medh ve senâ ederek oranın kumandanlığını deruhte etmekliğimi teklif etti. Bu teklif beni çok müteessir etti. Bu Selânik seyahati beni Manastır'dan da mı uzaklaştıracaktı? Bu bir darbe mi idi, yoksa faaliyetimin kazandırdığı bir teveccüh mü idi? Her ne olursa olsun bu benim için iyiye alınacak bir teklif değildi. Pek sevdiğim mıntıka erkân-ı harbiye reisimiz Hasan Tosun Beyin biricik düşüncesi çete takiplerinde faaliyet göstermek ve bu suretle yüksek m a k a m l a r a karşı boş durmadığımızı fiilen göstermekti. Halbuki biz işi bu dar zaviyeden seyretmiyorduk. Hususile ben aynı zamanda staj yapıyordum. Bir mev-



119



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 120 ki k u m a n d a n l ı ğ ı y a p m a k sırası b e n i m değildi. dilerine şu cevabı v e r d i m :



Ken-



— Ben h e n ü z s ü v a r i d e staj y a p ı y o r u m . S o n r a topçu Üçüncü N ü m u n e Alayına geçmek arzusundayım. En sonra d a Üçüncü Avcı T a b u r u n d a bir bölük almak niyetindeyim. Bu suretle mesleğimde de lâzımı gibi tecrübeleri kazanabilirim. Kesriye Kumandanlığı anc a k stajını bitirmiş o l a n l a r için m u v a f ı k olur. B e n i m o r a d a d a h a iyi i n k i ş a f e d e c e ğ i m i v e f a a l i y e t i m i m m t a k a k u m a n d a n ı H â d i P a ş a ' n ı n t a k d i r ettiğinden böyle m ü s t a k i l bir vazife v e r i l m e k istenildiğini söyledi. Askeri ve millî vazifelerim b e n i m M a n a s tır'dan ayrılmamaklığımı icab ettirdiği kanaatile bu vazifeyi kabul etmedim. O r t a d a staj mes'elesi olduğund a n t a b i i ı s r a r d a e d e m e d i l e r . Ç ü n k ü b e n sırf b u s t a j işi i ç i n İ s t a n b u l ' d a H a r b i y e M e k t e b i n d e a l ı k o n u l m a k a r z u s u n a dahi karşı d u r d u ğ u m u ve benim staja d e v a m e t m e d i ğ i m i m e k t e p i d a r e s i h a b e î - a l ı r a l m a z , b e n i İst a n b u l ' a kendi idaresine aldıracağını m ı n t ı k a y a alındığım z a m a n söylemiştim. Bunu bir d a h a anlattım : İşin t e e s s ü r e d e ğ e r d i ğ e r ciheti de m ı n t ı k a e r k â n - ı h a r b i y e s i n d e hiç t a k i b e ve h a t t â t a h k i k a t a ç ı k m a y a n bazı iltimaslı z a t l a r d a vardı. Y â n i M a n a s t ı r ' d a bile kendine göre iltizam ve iltimas d e v a m edip gitmekte idi.



YOLSUZLUKLARLA MÜCADELEDEN G E R İ DE K A L M A D I M : Hiç bir yolsuzluğa karşı s u s a m a m a k benim bariz bir vasfımdı. Bu h a l i m d e n b ü y ü k l e r p e k m e m n u n değildi. F a k a t b u d a b e n i m u m u r u m d a değildi. N i t e k i m :



İLK ITTIHAD VE TERAKKI CEMIYET!



121



30 Eylül'de (17 rûmi) Harbiye Mektebinde neler nasıl okutulmalı? diye bir lâhiya yazdım. Ve Manastır Harbiye Mektebi Ders Nazırına verdim. Esası şu : Mektepten çıkanların, erkân-ı harpler de dahil olmak üzere, çok az kısmı mütalâa ile meşguldür. Sebebi bir çok ezber derslerden bıkıp usanıldığmdan, kimsede okuma hevesi kalmıyor. Orduda da kimseden ders ve konferans vermek vazifesi istenilmediğinden mütalâa zevki olmadığı gibi mecburiyeti de bulunmuyor. Bunun için lüzumsuz ve ezber derslerin kaldırılması ve ordu zabitlerine mütalâa zevki ve mecburiyeti verilmesi lâzımdır. 1 Teşrinievvel (18 eylül) günü de babası askerde olan bazı fakir aile çocuklarının dilenmekte olduğunu görerek, bu gibilere yardım yapılması için ordu ve mmtıkaya teküf yaptım. 5 Teşrinievvel (22 eylül) Florina civarındaki köyler askerden şikâyet etmişler. Tahkikata beni gönderdiler. Bulgar ve Rum köylerinde münevver adamlar ve kütüphaneler gördüm. Rosne köyünde Robe isminde münevver bir Bulgar Amerika'ya, ela gidip gelmiş. Birkaç yılda İngilizce de öğrenmiş. Beni evine dâvet etti. Hayli görüştük. Kendisi merkeziyet t a r a f t a n (Centraliste) yâni Makedonya istiklâlini isteyenlerden. Bulgaristan'a iltihak fikrinde olan (Virhoviste) lere kızıyor. Askerlerimize iftira atmak için halkı teşvik edenlerin bunlar olduğunu ve tahkik ettiğim şikâyetlerin aslı olmadığını söyledi. Manastır'a dönüşümde intihalarımı h e r t a r a f a anl a t t ı m y â n i B u l g a r ve R u m köylerinde g ö r d ü ğ ü m u y a nıklığı ve b u n l a r ı n âmillerini izah e t t i m : Köy hocalar ı n ı n çok k u d r e t l i ve s a ğ l a m seciyeli i n s a n l a r o l d u ğ u nu, köylerdeki münevver insanların büyük şehirlerde



122







İTTİHAT VB TERAKKİ CEMİYETİ



ve h a t t a ecnebi memleketlerinde kazanmaya gittikleri halde, köylerinde mükemmel evleri, kütüphaneleri, bahçeleri bulunduğunu ve her yıl izin zamanmı köyünde geçirerek muhitini yükseltmeye uğraştığını, Amerika'ya gidenlerin de bir kaç yıl sonra münevver ve iş yapar bir insan olarak yine köylerine döndüklerini ve kendileri ve muhitleri daha bilgili çalıştıklarını, arkadaşlarımın ve mafevklerimin gözlerinde canlandırdım. Ve ne kışlalarda, ne ordu erkân-ı harbiyesinde, ne belediyede kütüphanelerimiz olmamasının ayıplığını ve Manastır'da bir Türk kitapçısı dahi bulunamamasından kendi mesleki ecnebi mecmualarımızı bile gayr-ı Türk kütüphane vasıtasile getirtmek zorunda bulunduğumuzu da anlatarak, bizi bu hale koyanlara her yerde lânet okudum. Florina köyleri Manastır'dakilerden çok ileri idi. Eğer her tarafta gayr-ı Türkler bu hale girerse mes'ele kendiliğinden hallolacağını söyledim. D Ö R D Ü N C Ü D E F A O L A R A K Ç E T E İLE KARŞILAŞTIM:



11 Teşrinievvel (28 eylül) Üçüncü Avcı Taburile uzun bir takibe çıktık. Enver Bey müfrezeye kumanda ediyordu. Yüzbaşı Niyazi (22) ve Süleyman ve sınıf arkadaşlarım Tayyar (23) ile Tevfik ve Mıntıkadan mümtaz Kolağası Servet Beyler beraberdi. Bütün bu arkadaşlarla daha ilk gündenberi herşeyi açık kon u ş u r ve görüşürdük (24). Takiplere ait hatıralarım (22) Hürriyet kahramanı Niyazi. (23) Meşrutiyet devrinde Hürriyet ve l'tilaf'a yardım için dağa çıkan. (24) Bütün hu arkadaşlar Manastır'da cemiyetin fedakâr uzuvları idiler.



İLK İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



123



Kâzım Karabekir Manastır'da, 1906



«Hayatım» eserinde olduğundan burada kısaca kaydedeyim ki, harekâtımızın 011 üçüncü günü Kaymakçalan dsğınuı şimalinde orman içinde bir Rum çctesile müsademe ettik. Ve on bir kişilik çeteyi yok ettik.



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 125 Bizden de bir şehit, yedi hafif y a r a l ı vardı. G a r i p b i r t e s a d ü f b u g ü n r a m a z a n ı n a l t ı s ı idi. Ş e h i t n e f e r i n a d ı R a m a z a n ' d ı v e k e n d i s i d e o r u ç l u idi.



27 Teşrinievvelde (14 rûmi) akşam Manastır'a döndük. Onyedi gün süren bu takipte birbirimize güvenimiz olan hayli zabitin bir a r a d a olması çok samimî seyahate ve çok vatani mes'eleleri görüşmeye de yaradı. Hele Enver Beyle çok dertleştik. İki paralık çete mermilerinin milletimizin güzide evlâtlarının başını yemesi ve daha da yemek için hazır bulunması karşısında sarayın cehil ve gafletini ve bu acı hayat hakkında en ufak bir vukuf ve teessürü olmaması karşısında artık zabitlerimiz bizlerden medet umuyorlardı. Ne desek yapacaklar, nereye desek koşacaklardı. F İ K R İ M C E Y E N İ BİR A L E M D A R O R D U S U LÂZIM: O r d u y a verilen yağın n ü m u n e s i Selânik'te tahlil o l u n m u ş k a ş k a v a l çıkmış! Kırçova ve Ohri'deki kıt'alarm yemekleri ramazan olmasına rağmen pek fena imiş! E n v e r Beyle birlikte t a h k i k a t y a p m a k e m r i n i ald ı k . 4 T e ş r i n i s â n i (22 t e ş r i n i e v v e l , 17 r a m a z a n ) M a n a s t ı r ' d a n E n v e r , b e n v e iki e m i r n e f e r i a t l a r l a y o l a ç ı k t ı k . Benim süvarideki stajım bitmişti. B u g ü n topçu stajım a başlayacaktım. Fakat yedi g ü n süren bu seyahat d a h a m ü h i m d i . Pirplice - Kırçova - P e s o ç a n - O h r i - Resne üzerinden Manastır'a döndük. Askere verilen yağl a r h e l e O h r i ' d e p e k f e n a idi. B u s e y a h a t t e E n v e r ' l e a r a m ı z d a dikkate değer bir m ü n a k a ş a o l d u : Ohri'de S u l t a n H a m i d ' i n ; 1319 r û m i y ı l ı n d a t e z k e r e s ı r a s ı g e len neferlerin memleketlerine giderek M a k e d o n y a mıntıkasında gördükleri ihtilâl hareketlerini h a l k a anlatm a l a r ı n d a n endişesi! Netice zabitlikle yine Ü ç ü n c ü Or-



İLK İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



125



malarından endişesi, netice zabitlikle yine Üçüncü Orduda kalmalarına irade ettiği askerlerden Behçet isminde tam bir ahmak Ohri'de idi. Bunu ve emsalini Selanik'te kardeşimin yanına sılaya geldiğim zaman görmüş ve hatıratıma kaydetmiştim. Bu sefer Ohri'ye geldiğimiz zaman bu adamı arkasından bir çok Bulgar çocuğu Behçet Bey, Behçet Bey! diye bağirarak alay ettiklerini gördük ve bu adamın ve emsallerinin nizamiye kıtalarından ve Rumeli'den alınarak Anadolu'da Redif kıt'alarına naklini yazmıştık. 10 Teşrinisani (28 teşrinievvel)'de Resne'den Manastır'a gelirken tam Gevat boynundan geçtikten az sonra Enver'le aramızda ahvale dair, her zaman olduğu gibi hasbıhal başladı. Enver b a n a s o r d u : — Sultan Hamid'in hastalığı devam ediyormuş. Ne dersin? Bu sual şu muhavereye döküldü: — Eğer işler şimdiye kadar olduğu gibi tabii cereyanına bırakılmakta devam ederse onun ölümü, dirisinden daha meş'um olur kanaatindeyim. Bulgar çocuklarının bile alay ettiği bir ahmağı ve emsalini nizamiye kıt'asından ve Rumeli'den olsun kaldırılmasını yıllardanberi kimsenin görmediği veya neme lâzım diye başını çevirdiği bir hükümetin ve ordusunun düzelmesi için Sultan Hamd'in ölmesini bekleyecek ve bundan meded umacaksak neticede hiç bir şey olmayacak demektir. Ben defalarca fikrimi söyledim. Abdülhamid ölsün ölmesin esaslı bir temizlik yapılmadıkça, hiç bir işin olacağı yoktur. Bunu uzak yakın tarihimizde bir çok misallerile gördük. Sultan Aziz için bile (bir kerre şu herif ortadan kalksın görürsünüz herşey nasıl düzelir ve milletimiz müterakki milletler hizasın a çabucak nasıl gelir!) diyenler sonra kendi başlarını yumrukladılar. Ne hâdiseler ne de yeni gelen padişah-



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 126 lar t a h m i n o l u n d u ğ u gibi çıkmadı. Facia facia üstün e geldi. N e l e r k a y b e t t i k m a l û m . G ü y a m e ş r u t i y e t d e ilân o l u n m u ş t u . F a k a t m e ş r u t i y e t onu ilân edenlerin h a y a t ı n a m â l o l d u . P a d i ş a h , Taif z i n d a n l a r ı n a e n kıymetli devlet a d a m l a r ı n ı s ü r e r k e n ve h a t t â en kıymetlilerini b o ğ d u r u r k e n , n e millet ve n e de o r d u d a u f a k b i r k ı p ı r d a m a bile olmadı. A l e m d a r vak'ası d a bize ibret vermelidir. Ben bu hâdiselere d a y a n a r a k çıkardığ ı m neticeyi h e r t ı r s a t t a size söyledim. Yine de fikr i m d e bir değişiklik yoktur. Hele şu Behçet m a s k a r a lığını y e n i d e n gördükten sonra hâlâ uyuduğumuza acıyorum. Bu o r d u h a r p edemez, bu h ü k ü m e t k e n d i ş a h ı s l a r ı n ı ve m u h i t l e r i n i k a y ı r m a k t a n ve b u n l a r ı z e n gin etmekten b a ş k a birşey düşünemez. Kangren olan uzvun kesilmesi gibi k ö k t e n bir ameliye lâzımdır. A l e m d a r o r d u s u gibi bir o r d u İ s t a n b u l ' a y ü r ü r , temizl i k a m e l i y e s i n i y a p a r , s o n r a işi d e f a l a r c a s ö y l e d i ğ i m veçhile ehline u s u l ü veçhile teslim eder. E n v e r g ü l ü m s e y e r e k b a n a bir selâm verdi ve dedi: — Sir! B u k e l i m e h ü k ü m d a r l a r ı n v a s f ı idi v e N a p o l e o n B o n a p a r t için a l e m o l m u ş t u . E n v e r ' i n şimdiye k a d a r n e z a m a n a h v a l d e n b a h s e t s e k benimle hiç ciddiyetten ayrıldığı yoktu. Bugün o n a ne oldu d a benimle a l a y a kalkıştı, a n l a m a d ı m , s o r d u m : — Ne münasebetle b a n a bu hitabı yaptmız? — İstikbalde seni b u n a n a m z e d g ö r ü y o r u m d a ondan! Az z a m a n d a m ü s a d e m e l e r d e gösterdiğiniz fedakârlık ve cesaret, en tehlikeli işlere karşı atılganlığınız, en m ü h i m m i de m ü t h i ş bir plânınız! N a p o l e o n d a gençliğinde s e n i n gibi a t ı l g a n ve senin gibi m u a z z a m



İKİNCİ



ÎTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



p l â n l a r l a m e ş g u l o l u r m u ş . B u n u n için t e k r a r r u m : Sir!



127 ediyo-



— E n v e r Bey! Gerçi e r k â n - ı h a r p s ı n ı f l a r ı n d a b a z ı saf a r k a d a ş l a r ı m ı z Napoleon'u taklide yeltenirlerdi. Fakat ö m r ü m d e bir kerrecik olsun ona b e n z e m e k akl ı m d a n bile geçmedi. Ş i m d i sizin b u iltifatınız d a a s l a h o ş u m a gitmiş değildir. Bilâkis müteessir oldum. — Ben hakikati s ö y l ü y o r u m



Sir!



— Affedersiniz biraz geç k a v r a d ı m . Bu s e f e r Selânik'e gidip geldikten s o n r a sizde yeni b i r inkişaf v a r v e b u n u n i ç i n g a l i b a siz b e n d e n b u h i t a b ı i s t i y o r s u n u z . Ş u h a l d e . b u n d a n s o n r a s i z e a r t ı k E n v e r d e ğ i l , «Sir!» diye hitab edeceğim. Keşki b u n u d a h a evvel ve apaçık söylese idiniz, Sir! İş b u k e r t e y e g e l i n c e , b u s e f e r d e E n v e r k ı z d ı , ikimiz de s u r a t astık. K a j a n i k ö y ü n e ininceye k a d a r birbirimizle görüşmedik. B u r a d a mola verdik. Bir köpr ü b a ş ı idi. B a k k a l d ü k k â n ı k a p a l ı idi. B e n t e z g â h a o t u r m u ş t u m . E n v e r y a n ı m a geldi. G ü l ü m s e y e r e k : — A m m a s u r a t a s ı y o r s u n ? Ben söz s ö y l e m e s e m dargınlığın çok u z u n sürecek. Artık b u mes'ele bitsin! dedi. Barıştık. Bu r a m a z a n ı birlikte t a k i p ve t a h k i k a t la geçirdiğimizden d a h a sıkı birbirimize b a ğ l a n m ı ş ve kısa bir dargınlığın b a r ı ş m a zevkile de hususiyetimiz d a h a ziyade artmıştı. B u n a r a ğ m e n Enver'in bu sefer S e l â n i k ' t e n d ö n ü ş ü n d e o r t a y a a t t ı ğ ı «Sir!» h i k â y e s i n i n sebebini b a n a b u g ü n bir t ü r l ü söylemedi. (Selânik'te Cemiyet'e girdiğini ikinci bir seferimizde açtı). Birkaç gün sonra bayramdı. Mıntıka erkân-ı harplerile Nazif P a ş a ' n m evine tebrike gittik. Entarili, takkeli. T a m b i r i h t i y a r m a n z a r a s ı . Y a n m d a kedisi, b i r



128



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



ç a n a k içinde süte e k m e k d o ğ r a m ı ş yediriyordu! Ertesi g ü n ü d e Kırmızı Kışla a s k e r i t e b r i k e g e l e n b u ihtiy a r k u m a n d a n ı a r a b a s m a binerken ve inerken e m i r ç a v u ş u y a r d ı m ediyor ve a s k e r i n ö n ü n d e n g e ç e r k e n kılıcını ç a v u ş elinde taşıyordu. Bu elemli m a n z a r a l a r karşısında kin ve n e f r e t d u y m a y a n tek bir zabit yoktu. Artık bir kııvlcım Sult a n Hamid idaresini yakıp yıkabilecek bir k u d r e t yaratacaktı. Muhitimizde herkes yeni bir Alemdar Ordus u n u n gönüllüsü olacaktı.



II.



BÖLÜM



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ NASIL KURULDU ?



Bu C e m i y e t ilk ö n c e S e l a n i k ' t e 1906 e y l ü l ü n d e (1322) O S M A N L I H Ü R R İ Y E T C E M İ Y E T İ a d i y l e t e ş e k kül etmiş ve M a n a s t ı r ' d a d a bir şube açmıştır. Ertesi yıl a d ı n ı P a r i s ' t e k i C e m i y e t l e b i r l i k o l m a k için T E R A K Kİ V E İ T T İ H A D ' a d e ğ i ş t i r m i ş v e 1908 t e m m u z u n d a M e ş r u t i y e t i n i l â m n d a n s o n r a d a ilk k u r u l a n c e m i y e tin adı olan İTTİHAD VE TERAKKİ'yi kabul ederek s i y a s i f a a l i y e t e g i r i ş m i ş ve O s m a n l ı D e v l e t i n i n m u kadderatını kendi elinde sona erdirmiştir.



Ben bu Cemiyete, ilk adı ile anıldığı zamanında Manastır'da girdim. Rehberim erkân-ı harp Binbaşı Enver Bey (Paşa) idi ve Manastır merkezini beraber teşkil ettik. Şöyle k i : 18 Kanunuevvel 1906'da Selanik'te Hürriyet namı altındaki Cemiyete girdiğini sonraları öğrendiğimiz Enver Beyle birlikte 30 kânunuevvel (17 teşrinisâni) cuma günü Manastır şimalindeki Kukraçan ve civar köylerin araştırmasından dönerken, Enver yine her zamanki gibi siyasi bir sohbet açtı. Ve işe lâtife ile şöyle başladı:



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 132 — Kâzım, Sultan H a m i d pek ağırlaşmış, ölüm h a b e r i g e l i n c e M e ş r u t i y e t i n i l â n ı için n a s ı l b i r h a r e ket düşünürsün? — D e r h a l k u v v e t l i b i r m u h t e l i t m ü f r e z e ile M a nastır dışına çıkmalı ve h e r t a r a f a M a n a s t ı r ' d a meşrutiyetin ilân edildiğini ve böyle hareketi h e r taraft a n istemeli ve İstanbul'a d a d e r h a l Meşrutiyet ilân edilmediği takdirde, m ü h i m bir kuvvetin Manastır'dan h a r e k e t e hazır b u l u n d u ğ u h a k k ı n d a mülki ve askeri ve beledi m a k a m l a r ı n d a n telgraflar çektirmeli. Bu işi s e n y a p a r s a n v e t a k i b i n için d e e m i r g e l i r s e ben de takibine çıkarım. Herhalde k a v g a etmeyiz. Çünkü hazırlanacak kuvvet senin emrinde olacaktır. Takip emri de b a n a verilemez, ç ü n k ü ben de senin emrinde b e r a b e r çıkmış olacağım. E n v e r b u c e v a p t a n ç o k m e m n u n o l d u v e ciddi olarak dedi: — K â z ı m v e r elini! B u g ü n s a n a çok m ü h i m b i r sır v e r e c e ğ i m v e bir teklif y a p a c a ğ ı m . Bu sırrı b e n d e n h a bersiz kimseye a ç m a y a c a ğ ı n a da n a m u s u n üzerine söz ver! b a k a y ı m . Atlarımız üzerinde y a n y a n a gidiyorduk. Elimi u z a t t ı m . E n v e r elimi s ı k a r k e n istediği y e m i n i v e r d i m : — N a m u s u m ü z e r i n e s ö z v e r i y o r u m ki, s ö y l e y e ceğin sırrı senden habersiz kimseye söylemeyeceğim. — Kâzım! Sultan Hamid'in hastalığı gittikçe artıyormuş. Uzun yülardanberi Sultan Hamid'in etraf ı n a t o p l a n a n h a ş a r a t milleti e m m e k t e d e v a m e t m e k için H a m i d ' i n ölümiyle b e r a b e r Şehzadesi B u r h a n e d -



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



133



d i n ' i P a d i ş a h y a p m a k i s t i y o r l a r m ı ş . İ s t a n b u l ' d a b u iş için h e r t ü r l ü hazırlıklar yapılmış. Eğer m u v a f f a k olurlarsa bu m u r d a r idare yine b ü t ü n fenalıklariyle d e v a m edip gidecektir. B u n a m a n i olmak ve v e r a s e t , u s u l ü n ü n değiştirilmesine m a n i o l m a k ve v e l i a h d Reş a t Efendiyi p a d i ş a h y a p m a k ve m e ş r u t i y e t i ilân etm e k esası ü z e r i n e bir Cemiyet teşekkül ettiğini Selânik'te b a n a d a h a b e r verdiler ve benim de bu Cemiyete g i r m e k l i ğ i m i teklif ettiler. Ben de k a b u l ettim ve Cemiyete girdim. Senin de hürriyet ve meşrutiyet t a r a f t a rı o l d u ğ u n u h e r f ı r s a t t a ö ğ r e n d i ğ i m için, s a n a d a b u C e m i y e t e g i r m e k l i ğ i n i teklif e d i y o r u m . Bu s u r e t l e M a n a s t ı r ' a a , birlikte, z a t e n m e v c u t olan f i k i r birliğini teşkilâtlandırmış oluruz. — S a n a olan itimadım o k a d a r b ü y ü k t ü r ki böyle b i r teklifi m e m n u n i y e t l e k a b u l ederim. Yalnız b u Cem i y e t h e p i m i z i n bildiği İttihad ve T e r a k k i C e m i y e t i ise b e n o n a y e m i n e t m i ş i m ve n u m a r a s m ı d a taşıyor u m . B u n u size çok önceleri de söylemiştim. B u n u n l a beraber t e k r a r yemine lüzum varsa bir d a h a ne tarzd a istiyorsan edeyim. — H a y ı r İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ değildir. Bu t e m a m i y l e yeni bir teşekküldür. Ve o n u n l a bir münasebeti olmadığından onun mensuplarını da yeniden yeminle kendine alacaktır. — Ş u h a l d e b e n de b u ş a r t a u y m a y ı k a b u l ediy o r u m . A n c a k b i r k a ç şey ö ğ r e n m e k isterim. M e s e l â : B u c e m i y e t i n u m u m i m e r k e z i n e r e d e d i r ? Siz Selânikte yeni girdiğinize göre Selânik'te de b u cemiyetin faaliyete başladığı p e k eski olmadığı anlaşılıyor. A c a b a n e r e l e r d e m e r k e z kurulabilmiştir? A b d ü l h a m i d ' i n ölüm ü n e bağlı olan bu teşekkül onun hastalığından cür'et



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 134 alarak vücut bulduğuna şüphe etmiyorum. Fakat Han ı id ö l m e z d e i y i o l u r s a C e m i y e t n e y a p a c a k ? Onun hayatı uzun sürerse her tarafa dal budak saracak olan b u t e ş e k k ü l ü n u z u n z a m a n g i z l i k a l m a s m a i m k â n olmayacağından bu hale göre ne z a m a n icraata başlay a c a k ? Y a n i b i r c ü m l e ile b u C e m i y e t i n p r o ğ r a m ı n e dir? — Kâzım! Benim bildiğim Merkez-i U m u m i İstanbul'da imiş. Selanik'te e m i n o l d u ğ u m u z a r k a d a ş l a r d a yeni girdiklerine göre b u n a ş ü p h e etmiyorum. Belki başka yerlerde de merkez kurulmuştur. Sultan Hamid ölmezse, ö l d ü r ü r ü z . Ben s e n i n k a d a r sık eleyip ince dok u m a d ı m . Bende N i z a m n a m e yok. Sen bu Cemiyete girmeyi k a b u l edince Selânik'e gideceksin. Cemiyet'in N i z a m n a m e s i n i ve m e r a s i m vesaireye ait talimatını sana verecekler. Maııastır'da b u n a göre teşkilâta başlayacağız. Selânik merkezi beni olduğu k a d a r seni de tanıyor ve i t i m a d ediyor. — E n v e r Bey! D a r ı l m a a m a a k l ı m a t u h a f b i r ş e y g e l d i : Bu S e l â n i k Merkezi dediğin b u Cemiyetin M e r kez-i U m u m i s i ve sen, İsmail H a k k ı ve C e m â l B e y l e r de meselâ başlıca azaları olmasm. — Kat'iyyen. Eğer böyle birşey olsa herkesten önce b u işe seninle başlardık. Yalnız b u b a h s e t t i ğ i n a r k a d a ş l a r d a b e n i m gibi C e m i y e t e yeni girmişlerdir. Selânik'e gidince sen de İsmail H a k k ı Bey (Umumi Müfettişlik erkân-ı h a r b i Binbaşı) vasıtasiyle m e r k e z le t e m a s edebileceksin. Y a n i n i z a m n a m e ve t a l i m a t vesaireyi b u a r k a d a ş ı m ı z d a n alacaksın. İstediğin suallerin cevabını d a yine o n u n vasıtasiyle alırsın. — Şu halde Selânik merkezini müfettiş-i u m u m i H i l m i P a ş a v e b u â y a r d a z a t l a r m ı t e ş k i l e d i y o r ? İşi



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



135



İstanbul idare ettiğini söylediğinize göre orada da a s ı l işi y ü r ü t e n l e r h e r h a n g i b i r S ı d r ı a z a m , S e r a s k e r a y a r ı n d a k i m s e l e r m i d i r ? E ğ e r iş b ö y l e b ü y ü k v e gen i ş bir m e r k e z e d a y a n ı y o r s a , biz de M a n a s t ı r ' d a bizz a t çalışarak ve diğer bazı m ü h i m merkezlerdeki ark a d a ş l a r ı m ı z a d a h a b e r g ö n d e r e r e k a z z a m a n d a Cemiyetin h a r e k e t e geçebilecek bir kuvvet halini almasını temin edebiliriz. Artık İstanbul üzerine y ü r ü m e k zor bir şey de olmaz. — Sen zaten hazır olan plânını gider Selânik'e anl a t ı r s ı n . Ş i m d i s e n e s a s m a k s a d ı M e ş r u t i y e t i ilân etm e k olan ve b e n i m yemin vererek girdiğim Cemiyete girmeyi kabul ediyorsan bana yemin ver bakayım! — Esas maksadı hürriyet ve meşrutiyetin ilânı o l a n OSMANLI HÜRRİYET CEMİYETİ'ne girmeyi ve b u n u n fedai bir azası olmayı kabul ettim. Vallahi ve Billâhi. — Şimdi s a n a bir işaret vereceğim, diyerek sağ elinin b a ş ve ş a h a d e t p a r m a ğ i y l e g ö ğ s ü n ü n ö n ü n d e bir hilâl şekli yaptı. D e d i m : — Bu hilâl! Tuhaf. B a ş k a bir işaret b u l a m a m ı ş l a r m ı ? İşin içinde İslâmcılık c e r e y a n ı m ı v a r ? — H e r ş e y e itiraz e d i y o r s u n . P a r o l a s ı n ı boylesem, k o r k a r ı m b u n a d a b i r k u l p t a k a c a k s ı n . Cemiyete girmeyi kabul edince onun herşeyini itiraz etmeden kab u l e t m e k lâzımdır. Benim a k l ı m a gelmeyen şeyleri nereden bulur d a çıkarırsın? Kışlanın ortasında Alay b a n d o s u n a «BEN B İ R T Ü R K Ü M » ' ü ç a l d ı r ı y o r v e a s k e r lere de söyletiyorsun. Elbette ki hilâl d a h a ş ü m u l l ü bir işarettir. — Rica e d e r i m . D a r ı l m a ! P a r o l a y ı d a söyle.



Her



136



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



ikimiz de h a y a t ı m ı z a kıymet v e r m e y e n ve o n u milletimizin u ğ r u n a f e d a etmekten çekinmediğini defalarca isbat etmiş insanız. F a k a t yine ikimiz de erkân-ı h a r p zabitiyiz ve M a n a s t ı r ' d a b u Cemiyetin bir m e r kezini a ç m a k vazifesini üzerimize alıyoruz. Bu b ü y ü k itimadı hakkımızda besleyenler elbetteki bizden bir n e f e r m u t a v a a t ı değil d a h a ziyade fikir ve teşkilât k u d r e t i bekleyeceklerdir. M a h z u r l u g ö r d ü ğ ü m ü z şeyleri birlikte m ü n a k a ş a ederiz, teklif ederiz. Belki d e takdirle karşılarlar. — Peki! Parolası d a (Muin) dir. Meselâ b e n başı « m i m » h a r f l i b i r ş e y s ö y l e r i m . S e n « a y n » l ı b i r ş e y ile c e v a p v e r i r s i n . S o n r a b e n «y»li b i r ş e y s ö y l e r i m , s e n d e « n u n » l u b i r ş e y l e i k i n c i c e v a b ı v e r i r s i n . Y a n i ikim i z karşılıklı «Muin» k e l i m e s i n i t e l â f f u z e t m i ş olunca anlarız ki h e r ikimiz d e b u Cemiyetin azasıyız. Şimdi başlayalım. Benim verdiğim işareti sen de v e r ve s ö z ü m e d e d i ğ i m t a r z d a c e v a p v e r : M a n a s t ı r ' a m ı gidiyorsun? İşareti a y n e n v e r d i k t e n s o n r a : Ali Bey b e n i görm e k istediği için o r a y a gidiyorum. — Yeri u z a k mı? — N e r e d e o t u r d u ğ u n u bilmiyorum. S o r a s o r a buluruz. — Bravo! İşte b u kadar. v a r mı?



Buna da bir diyeceğin



— E n v e r B e y biz b u r a d a B u l g a r , R u m , S ı r p k o m i te teşkilâtının içinde yaşıyoruz. B u n l a r ı n nasıl çalıştıklarını takip etmek de arazide çete a r a m a k t a n d a h a mühim bir vazifemiz. B u n d a n b a ş k a vaktiyle İstanbul'da teşekkül eden İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



137



çorap s ö k ü l ü r gibi eridiğini gördük. Ben d ü ş ü n c e ve k a n a a t l e r i m i f ı r s a t b u l d u k ç a size de söylemiştim. Şimdi milleti h ü r r i y e t e k a v u ş t u r m a k ve b u suretle o n u d ü ş e c e ğ i u ç u r u m l a r d a n k u r t a r m a k için m a d e m ki e n ağır y ü k ü o m u z u m u z a a l m a y a ve bu u ğ u r d a icab ederse ö l d ü r m e y e ve ölmeye karşılıklı ahdleşiyoruz. Şu halde zekâlarımızı da birleştirerek mutabık kalacağım ı z e s a s l a r ı C e m i y e t i n m e r k e z - i u m u m i s i n e , y a n i dim a ğ ı n a ulaştırmamız d a vazifelerimiz arasına girer. Benim d ü ş ü n d ü ğ ü m noktalar şunlardır : a — Bu cemiyetin merkez-i umumisi nerededir ve k i m l e r d i r bilmeliyiz. Ç ü n k ü iki erkân-ı h a r b i z ve M a n a s t ı r ' d a b i r m e r k e z teşkili vazifesini bize verenlerin, h e r h a l d e bizden d a h a olgun ve dolgun başlı kimseler olması l â z ı m gelir. A k s i h a l d işin b ü t ü n ağırlık m e r kezi M a n a s t ı r ' ı n üzerine ç ö k e r ve b ü t ü n yanlış hesapları b a ş t a seninle b e n b a ş ı m ı z l a öderiz. b — N i z a m n a m e ve p r o ğ r a m hakkındaki mütalâa l a r ı m ı z ı s e r b e s t ç e b i l d i r m e k ve teklif y a p m a k s e l â h i yetimizdir diye s o r m a y a l ü z u m görmeden kabul etmeliyiz. c — M a n a s t ı r , esasen f i k r e n hazırdır. Bir t a r a f t a n teşkilâta başlarız ve b u n u Resne, Ohri m m t ı k a l a r ı n d a k i h a l k a d a t e ş m i l e d e r i z , d i ğ e r t a r a f t a n d a h a etraflıca halkımızı istibdad aleyhine doldururuz. Büt ü n b u i ş l e r b i r k a ç a y d a b i t e r . O n d a n s o n r a H a m i d ölmezse de derhal harekete geçmek lüzumunu şimdiden Merkez-i U m u m i y e bildiririz. M a n a s t ı r mıntıkası çok m ü s a i t o l d u ğ u gibi f a a l i y e t i m i z de b u r a d a H Ü R R İ Y E T O R D U S U esasını hazırlar. İşin u z u n z a m a n s ü r ü n c e mede kalması eskiden İttihad ve Terakkiye karşı yapıldığı gibi y e n i d e n İ s t a n b u l ' d a vesair y e r l e r d e C e m i -



138



İTTİHAT



VE TERAKKİ CEMİYETİ



y e t i n d u y u l m a s ı n a v e H a m i d ' i n y e n i b i r z u l m ü n e seb e p olabilir. Hususiyle m u a y y e n bir işareti ve parolası olan bir cemiyetin azasını kolayca m e y d a n a çıkarmak mümkündür. Şimdilik aklıma gelenler bunlar. C e m i y e t i n n; z a m n a m e s i n i ve p r o g r a m ı n ı aldıktan sonra beraber okur, m ü n a k a ş a ederiz. — K â z ı m B e y ! S e n h a z ı r ol. İ l k f ı r s a t t a S e l â n i k ' e g i t ! Biz b u g ü n ü M a n a s t ı r ' d a O S M A N L I H Ü R R İ Y E T CEMİYETİ m e r k e z i n i k u r m u ş sayarız. İkimiz için de k a n kardeşliği tarihi sayılır. Yalnız şu hilâl işaretine d o k u n m a n hiç de h o ş u m a gitmedi. Bu işaret herhald e «Ben Bir T ü r k ü m » ' d e n d a h a ş ü m u l l ü d ü r . Bu cemiyete yalnız T ü r k l e r i değil, İslâm olan b ü t ü n Osmanlıları d a alıyorlar. Arabi, A r n a v u d ' u d a girebilir, yeter ki h ü r r i y e t ve m e ş r u t i y e t t a r a f t a r ı olsunlar. Hilâl işar e t i y l e s a l i b e k a r ş ı c i h a d a ç a c a k d e ğ i l i z y a (1). A r t ı k ş e h r e g i r m i ş t i k . İkimiz de y o r g u n d u k . Evlerimize a y r ı l m a k z o r u n d a idik. Kısaca şu cevabı verdim : — E n v e r Bey! Sizinle a n l a ş a m a y a c a ğ ı m ı z hiç bir m e s ' e l e o l m a y a c a ğ ı ü m i d i n i b e s l i y o r u m . H u s u s i y l e sen i n d e l â l e t i n l e y e n i b i r c e m i y e t e s e n i n gibi f e d a i olar a k g i r m e k l e b i r b i r i m i z e d a h a çok yaklaştık. M a n a s ( 1 ) Manastır'da teşkilât ilerledikten sonra İsrarım üzerine Cemiyetin hilâl işareti de, parolası da kaldırıldı. İcabedenlere ayrı ayrı işaret ve parola verildi. Enver, hilâl işaretine çok bağlı idi. Nitekim hürriyetin ilânında bazı zabitlerle birlikte fesine hilâl taktı. Meşrutiyetin ilânından sonra İTTİHAD-I İSLÂM'cılık taraftarlarının başlarında Enver de vardı. Bu bahis Meşrutiyetten sonraki devrede görülecek.



y



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



139



tır'da iki fedai arkadaşın kuracağı bir merkezin vatan ve millet için büyük başarılar temin edeceğine şüphem yok. Allah emeklerimizi ve fedakârlıklarımızı boşa çıkarmasuı ve milletin hayır ve selâmetine bahşetsin, mesai tarzımız hakkındaki mütalâamı yarın size izah ederim. — Kâzım! Dikkat et, kan kardeşi oluyoruz. miyetin en güç ve en korkunç vazifelerini birlikte rimize alıyoruz. Allah yardımcımız olsun. Eugünü nastır merkezinin başlangıç tarihi olarak kabul lim. Biran önce senin Selânik'e gitmene ben de şırım, sen de çalış. Allaha ısmarladık.



CeüzeMaedeçalı-



MANASTIR MERKEZİNİN KURULMASI: 30 KÂNUNUEVVEL 1906 (17 TEŞRİNİSANİ 1322) CUMA GÜNÜ OSMANLI HÜRRİYET CEMİYETİ MANASTIR MERKEZİNİN TEŞEKKÜLÜ TARİHİDİR. Ertesi günü Enver'le birleşerek düşündüklerimizi şöylece tesbit ettik: .1 — Manastır merkezi kimlerden ibaret olacak? 2. — Tahlif hey'eti kimlerden ibaret olacak? 3. — Uzaklarda merkezler teşkili için Selânik'e gönderilebilecek emin arkadaşlar hazırlamak. 4. — Ben Selânik'e gidinceye kadarki mesai programımızın tesbiti. 5. — Hazırlığımız ve mütalâalarımızı Merkez-i Umumiye bildirmek ve icabeden talimatı almak üzere benim Selânik'e gitmemi temin etmek.



140



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



Hemen ertesi günü bütün bu esasları Enver'le birlikte tesbit ettik. Hepsi beş maddelik bir program oldu. Enver'in teklifleri şunlardı: 1. — Manastır merkezi Enver, ben ve Hüseyin Bey'den ibaret olmak üzer üç kişi olacaktık. Enver Selanik'te bu yeni cemiyete girmişti. Ben ve Hüseyin Bey de eskiden Ittihad ve Terakki Cemiyti mensubu idik. Ben de mutabık kalırsam Hüseyin Beyi evinde ziyaretle yeni cemiyet namına Enver'le birlikte yemin ettirecektik. Hüseyin Bey, Kolonya eşrafından sivil bir zattı. Mülkiye mektebinden diploma almış, temiz ve seciyli bir insandı. Cemiyetin faal merkezi Enver'le ben olacaktık. Hüseyin Bey ihtiyat olarak işe karışmaz görünecekti. 2. — Tahlif hey'eti benim reisliğimde olmak üzere mıntıka erkân-ı harbiyesinde mümtaz yüzbaşı Server (2) ve süvari yüzbaşı Âkif (general ve meb'us) Beyler olacaktı. Bunlara da aynı suretle yemin ettirilecekti. Enver'in fikrine göre ben bu suretle ilk kuruluşta h e m merkezde ve hem de tahlif hey'etinde bulunmakla işleri istediğim gibi hızlı ve gizli yürütebilecektim. Bu iki teklifi itraz etmeden kabul ettm. Benim üç madde halindeki tekliflerim de şunlardı: 3. — Köprülü, Kökili, Edirne, İzmir, Bolu'da clorhal teşkilât yapabilecek fikren epiyce zamandanberi hazırladığım arkadaşları b u r a d a şahsen tahlif ederek "Selanik merkezine takdim etmek ve bunlara, orada is( 2 ) Albaylıktan emekli olan bu zatın Cemiyet hakkında bildikleri bir rapor halinde kendi tarafından yazılmış olarak bu eserde görülecektir.



L



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



141



terlerse bir daha merasimle yemin ettirip gidecekleri yerler için selâhiyet vermek. Köprülüye gitmek üzere olan benim staj yaptığım süvari Onbeşinci Alayından yüzbaşı Rasim, Alay Baytarı Recep, (Kökili'de aynı alaydan mülâzım-ı evvel Kâmil ve kardeşim yüzbaşı Hulüsi aynı iş için hazırdır). Edirne için yine bu alayın kolağası Ferhad Bey, oraya izinli gidecektir. İ z m i r i ç i n M a n a s t ı r H a r b i y e M e k t e b i t â b i y e v e sef e r i y e m u a l l i m i sınıf a r k a d a ş ı m m ü m t a z y ü z b a ş ı H u l ü s i Bey, o r a y a izinli g i d e c e k t i r .



Bolu ve Kastamonu havalisi için staja başladığım topçu nümune onüçüncü alayın dördüncü bölük kumandanı mümtaz yüzbaşı Bolu'lu Habip Bey (3) oraya izinli gidecektir. Enver bu teklifimi büyük sevinçle kabul etti. Selanik'te müfettişlik erkân-ı harbi binbaşı İsmail Hakkı Beyle aralarında «Çorap» kelimesi parola imiş. Bunu söyleyerek kendilerini tanıtsınlar. Bunları sen dediğin veçhile yemin ettir ve talimat ver gitsinler dedi. Ve ilâve etti: — Eğer muvaffak olurlarsa çok mühim bir eserin olacaktır. Merkez-i Umumi bu teşebbüsünü çok büyük takdirlerle karşılayacağından hiç şüphe etmiyorum. 4. — Manastır'da kenar bir yerde ben yeni bir ev tutacağım. Burası tahlif yeri olacak. Selânik'inki gibi yemin merasimi başlaması için benim gidip görüşmekliğim ve nizamname ve programı getirmekliğim za( 3 ) Birinci Meb'usan Meclisinde meb"us olan ve Cihan Harbinde bulgur kralı lâkabı alan zat.



142



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



manına kadar çok güvendiğimiz arkadaşları tesbit etmek ve hazırlamak. 5. — Merkezde ve gerekse takiplerde ve tahkikata gidişte halkı ve askeri anlayabilecekleri bir dille ahvalden ve istikbalin tehlikesinden ve bunu önlemek imkânından bahsetmek. (Ben Türk köy mekteplerine hediyeler götürmek ve halka memleket işleri hakkında hasbıhale çoktan başlamıştım.) **



E n v e r ve b e n ayrı ayrı b u p r o g r a m ı m ı z ı tatbike k o y u l d u k ve b i r k a ç g ü n içinde esasları h a z ı r l a d ı k . İşin e n g ü ç cihetini b e n i m Selânik'e gidebilmekliğim teşkil etti. Ç ü n k ü d a h a iki b u ç u k a y evvel S e l a n i k ' t e n gelmiş b u l u n d u ğ u m d a n m m t ı k a erkân-ı harbiye reisimiz H a s a n T o s u n Bey izin için b i r ş a r t k o ş t u : Bir m ü s a deme yapmak! Ancak bu suretle m ü k â f a t olarak Hâdi P a ş a d a n izin a l a b i l i r i m , d e d i . Şu halde a r a sıra takibe çıkmak ve komite aram a k lâzım geliyordu. Bu d a z a m a n l a olabilirdi. Bun u n için M a n a s t ı r ' d a n g i d e c e k o l a n y u k a r d a isimleri geçen a r k a d a ş l a r ı C e m i y e t n a m ı n a tahlif ettim, f a kat parolaları öğretmedim. Enver Beyden de Selânik'te İsmail H a k k ı Beye bir m e k t u p a l a r a k b u n l a r a ver-



dim ve «Çorap» kelimesini parola olarak söylemelerini tenbih ettim. B u n l a r d a n süvari kolağası F e r h a t E f e n d i y e a y r ı c a E d i r n e ' d e sınıf a r k a d a ş ı m mümtaz yüzbaşı Seyfi Beye verilmek ü z e r e bir de kartımı verdim. K a r t ı m şöyle i d i : M u s a K â z ı m Zeyrek. E r k â n - ı harbiye zabitanmdan. Arkasına yazdığım da şu idi: (Kardeşim Seyfi B e y e : K a r d e ş i m e f e n d i m . Bu k a r t ı size verecek olan z a t t a r a f ı n d a n size sipariş edilecek



HHHHİHHHİ



İKİNCİ ÎTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



143



hususi bir işin oraca bir an evevl tesviyesini istirham eylerim. Bu zatın ismi Ferhat Efendidir. Takdim etmekle müftehirim. 22 Teşrinisani 1322) (*) Ferhat Efendi aynı z a m a n d a d a h a mektepten fikir birliğimiz b u l u n a n yüzbaşı İsmet Beyle de görüşeckti. E ğ e r k a r t ı m k e n d i s i n e s u a l s o r a b i l e c e k b i r e l e g e ç e r s e s i p a r i ş e t t i ğ i m işin e v l e n m e k o l d u ğ u n u söyleyecekti.



(Kartvizit) s ** E h a r t ı k k e y f i m i z y e r i n d e idi. M a n a s t ı r ' d a m e r k e z ve tehlif hey'eti ve tahlif o l u n a c a k k i m s e l e r d e de f i k i r h a z ı r l ı ğ ı y a p ı l d ı ğ ı gibi, V a r d a r b o y u n d a o r a y a g i d e n ( * ) Benim bu kartımı Meşrutiyetten sonra Edirne'ye gittiğim zaman Seyfi'de buldum. Edirne Cemiyeti bahsinde Edirne'de neden ÇO.Î geç olarak Cemiyetin teşekkül ettiği görülecektir. Seyfi, General Seyfi Düzgören, İsmet de İnönü'dür.



144



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



süvari Onbeşinci Alaydan yüzbaşı Rasim ve baytar Recep Edirne'de Ferhad, İzmir'de mümtaz yüzbaşı Hulusi, Bolu ve havalisinde de mümtaz topçu yüzbaşı Habip Selanik'te tahlif olunarak bir a n d a Cemiyetin muhtelif şubelerini teşkil edeceklerdi. Artık iki işimiz kalmıştı. Biri tahliflere müsait olmak üzere benim oturmaklığım için münasip yerde bir ev bulmaktı. Şimdiki Drahor boyundaki evim bu işe müsait değildi. İkincisi de, sık sık komite takibine çıkarak bir müsademe yapmak ve bu suretle Selânik'e gitmek için m ü k â f a t izini alabilmekti. Avcı taburundan bir müfreze ile 5 kânunuevvel (22 teşrinisani, rûmi) de Buf üzerinden Presbe - Resne - Gobeş mıntıkalarını taradık. Bir h a f t a süren bu takipte karlar içinde büyük zorluk ve tehlikeler geçirdik. İlk gece B u f daki sabit karakolumuz bir Rum çetesiyle müsademe etmiş. İki maktul, bir de sağ ele geçmiş. Uzaktan silâh seslerini duyduk, f a k a t bu müsademeye yetişmek m ü m k ü n olamadı. Tesadüf bir gün sonra olsaydı, işimiz uygun gidebilecekti. Bu müsademeyi tabii bcııim hesabıma saymadılar ve Selânik'e de izin vermediler. Halbuki bu takip az d a h a benim hayatıma mal oluyordu. Şöyle k i : Resne mıntıkasından Gevat boynun a çıkarken k a r fırtınası çok azıtmıştı. Yol tamamiyle kapanmıştı. Yürüyüş kolu intizamsız perakende haline dönmüştü, ö n d e gidenlerin izleri de a n m d a karla örtülüyordu. Yolun sol tarafı uçurumdu. Birdenbire atımla birlikte karlara gömüldük. Atım uçuruma düşmüştü. Yalnız başı dışarda kaldı. Ben de belime kad a r atımla birlikte k a r a saplanmıştım. Çabuk k a r a r verip, yüzer gibi sağ y a n a uzanıverdim ve haykırmaya başladım. İki nefer beni şoseye çekti. Atın dizginlerini bırakmamıştım. Geriden gelenlerin de yardımı ile atı da kurtarabildik.



İKİNCİ ÎTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



146



Bu t a k i p t e R e s n e T ü r k köylülerine ve m ü f r e z e m e başımızda d ö n e n b u belaların nerelerden geldiğini a n l a y a c a k l a r ı b i r d i l ile b e n v e z a b i t a r k a d a ş l a r ı m a n l a t m a k l a , a z d a o l s a h a y ı r l ı b i r iş y a p m ı ş o l d u k .



MANASTIR TAHLİF MERKEZİ OLARAK MÜKEMM E L BİR E V B U L D U K F A K A T :



Mümtaz topçu yüzbaşı Habib Bolu'nun birkaç arkadaşiyle oturduğu zindan altındaki kârgir iki katlı ev, bir bahçe içinde ve tenha bir sokakta idi. Şehrin cenubundaki kışlalara yakın, Harbiye Mektebiyle arada yalnız bahçe ve tarlalar vardı. Habib Bey yukarda yazdığım veçhile Bolu'ya izinli gittiğinden 15 Kânunuevvel (2 Rûmi) de ben avcı taburundan sınıf arkadaşım Yüzbaşı Tayyar'la bu eve taşındık. Fakat elimizde ne tahlif sureti ve ne de cemiyetin nizamname ve talimatnameleri olmadığından merasimle tahlife başlayamıyorduk. Halbuki cemiyetin Manastır merkezi ve tahlif hey'eti hazır olduğu gibi çok emin olduğumuz fedakâr zabitleri de hususi olarak yeminle hazırlamıştık. Enver Bey vaziyeti Selânik'e yazdı. ^ kânunuevvel (13 Rûmi) de Erkân-ı Harp Binbaşı Cemâl Bey (4) Manastır'a geldi. Yeni gelen ve nümune taburu vazifesini görecek olan nişancı taburunun teftişi ve eksikliklerinin tamamlanması vazifesiyle diye. Fakat bun a Enver ve benim görüşmelerimizden müsbet bir netice çıkmadı. Çünkü Cemâl Beyin cemiyetin teşkilâtı ( 4 ) Bahriye Nazın Cemâl Paşa.



T.: 1«



146



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



h a k k ı n d a f a z l a bilgisi o l m a d ı ğ ı gibi M a n a s t ı r için kendisine b i r selâhiyet de verilmiş değildi. B u n u n için b e n i m b e h e m a h a l S e l â n i k ' e g i d i p i c a b e d e n e v r a k ı alm a k l ı ğ ı m z a r û r i idi. C e m â l B e y b i r iki g ü n l ü k t e m a s l a r ı n d a n o k a d a r g ü z e l d u y g u l a n d ı ki, k ı ş l a d a k o ğ u ş ları g e z e r k e n değil z a b i t l e r d e n ; a s k e r l e r d e n d a h i , sord u ğ u suallerin cevapları k a r ş ı s ı n d a s ö z ü n ü n ölçüsün ü b ı r a k a r a k : « H ü r b i r h a v a t e n e f f ü s e t t i ğ i m d e n dol a y ı h a y a t ı m ı n e n m e s ' u t g ü n l e r i n e k a v u ş t u ğ u m u gör ü y o r u m . » dedi. C e m â l Beyin M a n a s t ı r ' a gelişinden biz i s t i f a d e edemedik. Fakat o büyük bir kalp kuvveti ve hayranlıkla Selânik'e döndü. H e n ü z cemiyet h a k k ı n d a reisimiz Has a n T o s u n Beye de m a l û m a t vermemiştik. B u n u Enver Bey s o n r a d a n t e m i n edcekti. B u n u n için b e n i m Selânik'e niçin gideceğimi reisimiz bilmiyordu. O da, Hadi P a ş a d a beııi v a z i f e s i n e d ü ş k ü n ; ç a l ı ş k a n b i r e r k â n - ı h a r p z a b i t i t a n ı y o r l a r d ı . B u h a k i k a t e n d e b ö y l e idi. Ç ü n k ü iki askerî ecnebi m e c m u a y a d a aboneliydim. V e zabitlere, k ü ç ü k zabitlere a y r ı ayrı d e r s l e r de veriyordum. Hatta mecmualardan Rus - Japon harbi hakkındaki neşriyatı takip ediyor ve erkân-ı harbiye tahsili g ö r m ü ş c . r k a d a ş l a r a b u n d a n m e s ' e l e l e r d e v e r i y o r d u m . B u n u n için H a s a n T o s u n Bey h a y r e t l e d e d i : — B u K â z ı m Beyin S e l â n i k ' e sık sık g i d i ş i n e bakınca insan onun hovarda bir insan olduğunu sanacak. Halbuki b u r a d a kitaptan, talimhaneden, kışladan ayrılmaz; üstelik de mıntıkamızın en faal bir erkân-ı harbi... Dedim: — Aziz Reisim. T e v e c c ü h ü n ü z olduğu gibi kalsın. Ç ü n k ü h a k i k a t g ö r d ü ğ ü n ü z g i b i d i r . B e n S e l â n i k ' e git-



İKİNCİ ÎTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



147



m e y i i s t e d i ğ i m o r a d a e ğ l e n m e k için değil, K ö k i l i ' d e k i kardeşimi görmek ve b u seyahatten istifade ederek K ö p r ü l ü ve Ü s k ü p ' e k a d a r u z a n a r a k Rumeli h a k k ı n d a d a h a geniş bir g ö r g ü y e sahip olmak içindir. Maksadım askerî görüşlerimi genişletmektir. Selânik'te ç o k k a l m a y a c a ğ ı m ı size v a a d ederim.



Bu hoş bir netice verdi. Selânik derken Üsküp'e kadar da gidebilmek üzere izin kopardım. Ayın 30 (Rûmi 17) unda yola çıkacaktım. Fakat ortaya öyle bir aksilik çıktı ki yine ayrılmak mümkün olamadı. Debre'de isyanımsı bir vak'a olmuş. Bizzat Hasan Tosun Beyin iki avcı bölüğü ile han. ketine emir çıktı. Hasan Tosun Bey de benim, dönünce^ ^ kadar merkezden ayrılmamı muvafık bulmadı.



BİR M Ü S A D E M E Y A P T I M V E G Ö Ğ S Ü M Ü G E R E R E K İZİN A L D I M :



8 Kânunusâni (26 Kânunuevvel Rûmi) de süvari 14. Alaydan bir müfreze ile ova köylerinde araştırma yaparken Çayırlı köyünde bir Bulgar çetesiyle karşılaştık. Müsademede 5'i ölü ve 3'ü sağlam olarak çeteyi mahvettik. Fakat bir evde ansızın karşıma çıkan bir komiteci, az kaldı rövelverle beni vuruyordu. Fakat kendi telef oldu. (Bu Rövelveri Manastır'da tahlif merasiminde kullandık). Bu müsademe pek makbule geçti. Hâdi Paşa hem bana istediğim izni verdi, hem de beşinci rütbeden bir Mecidiye nişanı ile taltifimi inha etti. Manastır'a geleli daha bir yıl dolmadan; bu, benim beşinci müsadememdi.



148



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ SELANİK'TE ÖĞRENDİKLERİM SANDIĞIMIZ VE HAYALLERİMİZLE GENİŞLETTİKLERİMİZDEN BAMBAŞKA İDİ:



22 Kânunusâni (9 Rûmi) Salı günü sabahı Manastır'dan büyük bir neşe ile yola çıktım, akşam üstü Selânik'e geldim. Ertesi günü Umumi Müfettişlik Erkân-ı Harbi Binbaşı İsmail Hakkı Beyi (5) makamında ziyaret ettim. «Size güzel bir çift çorap getirdim» diye parolamızı da söyledim. Benim geleceğimi bilmekle beraber bu merasimi de yapmak bir zevkti. İsmail Hakla Bey çok samimî idi. Öğleyin evine gittik ve uzun uzadıya görüştük. Benim anlamak istediğim şunlardı: 1. — Osmanlı Hürriyet Cemiyeti hangi tarihte teşekkül etmiştir? idi; açmamış ise bu arkadaşlar muvaffak olabildiler mi? 2. — İttihad ve Terakki Cemiyeti de, aynı maksatla teşekkül etmiş iken, neden bu isimle yeniden hız almıyor? 3. — Cmiyetin umumi merkezi nerededir? 4. — Nerelerde cemiyetimiz şubeler açmıştır? 5. — Manastır'dan gönderdiğimiz zabitlerin gittikleri yerlerde daha önceden cemiyet şube açmış mı 6. — Ben (Kökili'de kardeşimin yanma diye) bir h a f t a izin aldım. Fakat Üsküp'e kadar gidebileceğim. Ve iznimi birkaç gün d a h a uzatabilirim. Kökili ve ( 5 ) Cihan Harbi mütarekesinde Bursa valisi İken ölmüştü.



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



149



Köprülü'de benim staj yaptığım süvari alayı bulunuyor. Buralarda hususi olarak tahlif ettiğimiz zabitler var. Buralarda teşkilâtınız ne haldedir? Ve bu zabitler de teşkilâta alınmış mıdır? İsmail Hakkı Bey bu suallerin karşısında sendeledi, rengi uçtu. Dedi: — Ben bu suallerin cevaplarını verecek mevkide değilim. Yalnız esefle söyliyeyim ki Manastır'dan gönderdiğiniz zabitler geldiler, benimle görüştüler. Fakat ne tahlif olunabildiler, ne de bir vazife alabildiler. Gittikleri yerlerde de henüz teşkilât yapılmış değildir. Kökili, Köprülü ve Üsküp'te dahi d a h a teşkilâta başlanılamadı. Sordum: — Kardeşiniz Cafer Tayyar Bey de Üsküp'te olduğu halde bu nasıl olur? Bu işi kimler, nerden idare ediyor? Biz Manastır'da birkaç haftalık mesai ile harekete geçebilecek k a d a r kuvvetliyiz. Cevabı: — Sultan Hamid'in hastalığı büyük ümit vermişti. Fakat iyi olmuş, yine eski habasetini icrada faaliyet gönderiyor. Galiba bunun için biraz bizimkiler faaliyeti kısıtlar. Bununla beraber sizin suallerinizin cevaplarını sekiz - on g ü n s o n r a s e y a h a t i n i z d e n dönüş-



te vermeye çalışırım. Sanıyorum ki işi burası idare ediyor. — Şu halde şu teklifimi de yapayım. İstanbul'da vaktiyle teşekkül eden Ittihad ve Terakki Cemiyeti'nin gerek istanbul'da ve gerekse Manastır'da azaları vardır. Hatta İstanbul'da ağabeyim de dahildir. 121'inci şubenin l l numarasını haizdi. Bu numarayı bir fe-



150



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



d a k â r l ı k hatırası o l a r a k ben de aldım. Bu yeni cemiy e t i n S u l t a n H a m i d ' i n h a s t a l ı ğ ı n d a n ü m i t l e n e r e k Selanik'te k u r u l d u ğ u anlaşılıyor. Eğer faalyetine d e v a m e t m e y e c e k s e biz M a n a s t ı r ' d a hayli ileriledik. Kökili, K ö p r ü l ü , U s k ü p ' t e d e d e r h a l ş u b e l e r a ç a b i l i r i m . Ittih a d ve T e r a k k i n a m ı n a iaaliyete girişmek de pek m ü m k ü n d ü r . M a n a s t ı r ç o k m ü s a i t t i r . Biz E n v e r B e y l e i ş e b a ş l a y a l ı m ; z a t e n g a y r ı T ü r k u n s u r l a r ı n komice teşkilâtı, m ü s a d e m e l e r d e şehitlerimiz, sivil ve a s k e r î idaredeki beceriksizler, haksızlar M a n a s t ı r ' d a kendiliğind e n bir h ü r r i y e t âşıkı cemiyet k u r m u ş gibidir. T a r ı h i n «Rusçuk Yâranı» gibi a z z a m a n d a bir «Manastır Yâr a n ı » k u r m a k v e h e r n e a d l a o l u r s a o l s u n milli b i r h ü r r i y e t o r d u s u i l e h a r e k e t e g e ç m e k ÇOK k o l a y d ı r . Aklı başında olan herkes memleketin parçalanması günün ü b e k l e m e k t a r a f t a r ı değildir. Geç k a l m a k aynı zam a n d a S u l t a n H a m i d y a r a n ı n ı n z u i ü m ve şenaatlerin e yeni yeni k u r b a n l a r v e r m e k demektir. Haricî tehl i k e l e r e k a r ş ı ise b u g ü n k ü o r d u n u n vazifesini y a p a m a y a c a ğ ı b u g ü n k ü h ü k ü m e t i n d e işi z a m a n a b ı r a k t ı ğ ı , f e l â k e t l e r i n bizi hiç b i r t e d b i r a l a m a d a n b a s t ı r a c a ğ ı k a n a a t i yayılmıştır. S o n Çayırlı m ü s a d e m e s i n d e Bulg a r komitesi m ü k e r r e r ateşli yeni M a n i i h e r iilintaiar ı y l a bizim s ü v a r i l e r ise k ö h n e v e t e k ateşli Martin tüfeğiyle m ü c e h h e z o l a r a k yapmıştır. Üç şehit verdik. İkisi k e n d i s i l â h l a r ı y l a k a z a y a k u r b a n gitti. E m n i y e t tetiği o l m a y a n s i l â h l a r ı dolu imiş. Bu vaziyet değil zabitleri, n e f e r l e r i bile h ü k ü m e t e k a r ş ı l â n e t o k u m a y a şevketti. Âciz k u m a n d a l a r elinde h e r g ü n ordu biraz daha takatten düşüyor. — Ne söylerseniz hakkınız



var.



— B u g ü n g e n ç e r k â n - ı h a r p l e r işi ç a r ç a b u k e l e a l m a z l a r s a ç ö k ü n t ü birden ve u m u m i olacaktır. Edir-



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



151



ne gibi toplu; İstanbul'a en müessir bir garnizonda güvenilebilecek arkadaşlarımız varken ve size Edirne, izmir vesaire için insan gönderdiğimiz halde hiç bir iş yapılmaması beni çok müteessir etti. Asıl işin mühim ciheti de bizim (sizlerin irşadiyle her tarafta faaliyete girdiğimizdir. Bizim artık bu işte geri çekilmemize imkân kalmamıştır. Arkadaşlarımız arasında ne Enver'in, ne de benim bir kıymetimiz kalmayacağı gibi bundan böyle kimsenin de artık bu gibi kurtarıcı hamlelere karşı güven ve inanı kalmaz, 'tevekkeli değil Erkân-ı Harp Binbaşı Cemâl Bey de geçende Manastır'a geldği zaman cemiyete karşı bilgisiz ve alâkasız görünmüştü. Ben yarın Kökili'ye hareket edeceğim. Köprülü'de ve Üsküp'te eski bildiklerim var. Yâni nebülüs halinde teşkilât vardır. Herhangi bir n a m a teşklât hiç de zor değildir. Biz sizlere güvenerek işi ele almamakla beyhude zaman geçirmişiz. Yoksa şimdi bir çok yerlerde — hele Edirne'de — bir merkez yapabilirdik. Orada erkân-ı harp arkadaşlarımızd a n İsmet, Seyli, Hüseyin Kadri ve Manastır dan gitmiş olan Fethi Beylerle teşkilât pekâlâ mümkündü (6). Size bir ricam var. Bu Selanik teşebbüsü sakın; siz, Cemâl ve Enver Bey yaptınız da beni hayli zamanlar büyük bir teşkilât varmış gibi aldattınız mı? — Kâzım Bey, kat'iyyen! İşler zannettiğiniz gibi değildir. Fakat ne söylerseniz hakkınız vardır. Sizden ( 6 ) Nitekim «Terakki ve İttihad» cemiyetinin Edirne merkezinde : İsmet İnönü, General Seyfi Düzgören ve Hüseyin Kadri bulundular. Fethi Okyar da bir yıl sonra tekrar Selânik'e tayin olunduktan sonra burada «Terakki ve İttihad» cemiyetine girmiştir. Bunun rehberliğiyle de Mustafa Kemâl Bey (Atatürk) bu cemiyete girmiştir. Biraz aşağıda fazla malûmat görülecektir.



162



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



aldığım hızla arkadaşlarımla lâzımı gibi görüşeceğim. Siz, seyahatinizde Manastır'daki gibi güvendiklerinizi hususi yeminle bağlayınız ve buraya dönüşte o isimleri bize bildirin. Derhal oralarda teşkilât yapmakta İsr a r edeceğim. Yalnız cemiyetin isminden bahsetmeyin. Maksadı; hürriyet olduğunu söylersiniz. Sizin Manastır'dan getirdiğiniz ruhî kuvvet, bana çok güven verdi. Dönüşünüzde işleri umarım ki farklı bulursunuz. ***



Bütün gece otelde düşündüm. Bu ne hal? Eh Enver! Eğer aldandmsa da; beni aldattmsa da yazıklar olsun. Teşkilâtı her t a r a f t a bulmak şöyle dursun, bizim önlerine koyduğumuz kolaylıklardan bile kaçman iptidaî bir teşekkül karşısında bulunduğumuz apaçık görülüyordu. Fakat bunlar kim olabilirdi? Neden En ver, İsmail Hakkı ve Cemâl Beylerden başkası orta da görülmüyordu? Hele Selânik namına yalnız ortada İsmail Hakkı Bey vardı? Gerçi üç erkân-ı harp binbaşı bu işe pek âlâ başlayabilirdi. Hatta belki de umumi müfettişlik erkân-ı harbiyesi gibi en ziyade siyasî cereyanların geçtiği bir merkezde tek başına müteşebbis bir hey'et dahi bu işi ele almış olabilirdi. Bu ihtimâl bana çok kuvvtli geldi ve Erkân-ı Harp Binbaşı İsmail Hakkı Beyin bizi oynattığı zannım kuvvetli geldi. «Eh» dedim, «Dönüşte bu perdeyi elbette açabilirim.» 24 (11) Kânunusani'de Kökili'ye geldim. Burada jandarma yüzbaşısı kardeşim ve sınıf arkadaşım Mülâzım-ı evvel Hulûsi Beyin yanında dört gün kaldım. Burada kardeşim ve eski alayımdan Mülâzım-ı evvel Kâmil'i; sonra da Üsküp'to sınıf arkadaşım Erkân-ı



L



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



153



H a r p Yüzbaşı E m i n ve Mülâzım-ı evvel iskender'i; Köprülü'de de yine eski a l a y ı m d a n Yüzbaşı Rasim ve Mülâzım-ı evvel E m i n Beyleri h ü r r i y e t n a m ı n a tahlif ettim. Y a k ı n d a S e l a n i k ' t e n teşkilât için bazı z a t l a r ı n geleceğini v e k e n d i l e r i n i isimle a r a y a c a k l a r ı n ı söyledim. Köprülü'deki süvari zabitlerinin elinde Paris'te A h m e t Rıza Beyin çıkardığı Terakki ve İttihad Cemiyeti gazetelerini gördüm. Cemiyete girmek üzere hazırladığım a r k a d a ş l a r a bunlarla meşgul olmamalarını ve askeri vazifelerini aksatmamalarını tenbih ettim. V a r d a r b o y u n c a y a p t ı ğ ı m b u s e y y a h a t d e n çok m e m n u n d u m . Birçok y e r l e r ve a r k a d a ş l a r görmüş, bir h a y li ş e y l e r ö ğ r e n m i ş v e ö ğ r e t m i ş b u l u n u y o r d u m . H e r t a r a f t a ecnebiler gayrı Türkleri ellerine almışlardı. Vaziyetimizin n e k a d a r fecî o l d u ğ u n u b u r a l a r d a g ö r d ü m . M e s e l â Kökili'de R u s binbaşısı Frulof h e r işe h â k i m di. J a n d a r m a t e n s i k i n e b u m e m u r d u . J a n d a r m a b ö l ü k k u m a n d a n ı alaylı bir a d a m d ı ve d o ğ r u d a n d o ğ r u y a y u k a r ı m a k a m l a r a T ü r k l e r d e n j u r n a l v e r m e k l e vazifedardı. Bulgarlar istedikleri z a m a n Rus binbaşısının evine girip çıkıyorlardı. Kardeşim de b u n u n e m r i n d e o l d u ğ u n d a n b e n i m g e l d i ğ i m i h a b e r a l m ı ş v e b e n i diğer jandarma T ü r k zabitleriyle yemeğe çağırmıştı. M a ğ d u r diye gelmiş olan Bulgarlara yanımızda altm para dağıtmaktan çekinmemişti.



SELANİK'TEKİ YENİ TEMASLARIM : S e l â n i k ' t e b u s e f e r d e iki g ü n k a l d ı m . B i r h a f t a l ı k i z i n i m iki m i s l i u z a m ı ş t ı . E n v e r B e y v a z i y e t i b i l d i ğ i için işi o i d a r e e d e c e k t i . S e l â n i k t e İ s m a i l H a k k ı Beyle b i r k a ç g ö r ü ş m e yaptım. Yemin ettirdi-



154



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



ğim arkadaşların isimlerini not ettirdim. O, beni cemiyetin ileri gelenlerden bazılarını Olimpos Palas gazinosunda takdim etti. Daha doğrusu beni onlara takdim etti. Çünkü akşam üstü ben, tanımadığım bazı asker ve sivillerin bulunduğu loş bir köşede onlara takdim olunmuştum. Onlar bana tanıtılmamıştı. Pek az sonr a da İsmail Hakkı Bey : «Haydi bize gidip görüşelim.» deyince onlardan ayrılmıştım. Gece İsmail Hakkı Beyin evinde, sofrada oturduk. Kapısı açık, karanlık odada birkaç kişi vardı. Fakat seçilemiyordu. Benim suallerimin çoğu cevapsız kalmıştı. Fakat şunu apaçık anladım ki işe; yakın bir zamanda Selanik'te başlanmıştır. Fakat müteşebbisler başladıkları işin zorluğunu sonradan anlayarak işi sürüncemede bırakmışlardır. Manastır'da işin alıp yürüdüğünü, bizim de artık teşebbüsü elimizden bırakmayacağımızı görünce bir müddet bizim ne yapacağımıza k a r a r vermişler gibi görünüyorlardı. Bu hissi ban a verdiren sebepler iki idi: Suallerime ve bilhassa Sultan Hamid'e karşı bir millî hürriyet ordusu hazırlamak fikrime ve meşrutiyeti aldıktan sonra neler düşünüldüğü hakkındaki suallerime esaslı cevaplar alamayışımdı. Bana iki büyük kapalı zarf verdiler. İçlerinde Nizamname ve Talimatname, tahlif sureti ve bazı Paris gazeteleri bulunduğunu, bunu benim ve yalnız Enver'le birlikte açmaklığıma müsaade verildi. Diğer zarfın da Saroviç İstasyon kumandanı Binbaşı Naki Beye verilmesi söylendi. Naki Bey ilk azalarındanmış.







Benim, İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne yeminli olduğum, 11 numarayı taşıdığım hakkında verdiğim malûmattan ve esasen Enver Beye de yeni cemiyete girmek üzere yemin vermiş olduğumdan ayrıca yemin _ _ _ _ _ —



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



155



m e r a s i m i n e tabi tutulmaklığıma lüzum görülmediğini d e m e r k e z n a m ı n a İ s m a i l H a k k ı Bey b a n a b i l d i r d i . Z a r f l a r ı s ı r t ı m a iyice yerleştirip ayrılırken; İsmail H a k k ı Bey — o d a d a k i l e r l e birşeyler g ö r ü ş t ü k t e n sonr a — y a n ı m a geldi ve şu suali sordu : — Selanik'te veya yolda veya Manastır'da senden ş ü p h e edip de ü s t ü n ü a r a r l a r s a ; z a r f l a r ı n ele g e ç m e s i f e l â k e t o l u r . Bu h u s u s t a n e d ü ş ü n ü y o r s u n ? Dedim: — Derhal b u n a cür'et edeceklere karşı röverimle k a r ş ı d u r u r u m . F a k a t böyle bir ihtimâli yok k a d a r zaif b u l u y o r u m . Hele Soroviç'ten sonraki bizim mıntıkada; şimdiye k a d a r dolaştığım yerlerde nasıl serbest gezdimse, s ı r t ı m d a k i z a r f l a r l a d a öyle d o l a ş a c a ğ ı m . Y a n i k i m s e h a l i m d e n ş ü p h e edecek değildir. Hususiyle r ö v e r i m i n s i g o r t a s ı ile z a r f l a r e m n i y e t a l t ı n a a l ı n mışken. Ben İstanbul'da Erkân-ı Harbiye sınıflarında i k e n bile Tünel'in üst b a ş ı n d a ü z e r i m i a r a m a k i s t e y e n sınıf z a b i t i m e k a r ş ı g e l d i m ve a r a t m a d ı m . Y a l n ı z b u v e s i l e i l e ş u n u rica e d e y i m ki b u g i b i v e h i m l e r l e E d i r ne, İ s t a n b u l , İzmir, Ü s k ü p gibi y e r l e r d e b i r a n evvel teşkilâta b a ş l a n m a z s a İstanbul üzerine bir h a r e k e t pek z o r b i r i ş o l u r . Biz d e u z u n m ü d d e t M a n a s t ı r ' d a b e l ki gizli k a l a m a y a c a ğ ı m ı z d a n m ü n f e r i t bir h a l d e teşebbüse m e c b u r kalabliriz. — Elden gelen gayreti artık göstereceğiz, İ s m a i l H a k k ı B e y l e v e d a l a ş a r a k a y r ı l d ı m (*).



diyen



( * ) Talât Bey İstanbul teşkilatını en ehemmiyetli bularak birkaç hafta sonra oraya gitmiş fakat muvaffak olamamış. Burada vesair teklif ettiğim yerlerde.



156



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ S O R O V İ Ç T E NAKİ BEYLE



HASBIHAL:



Ertesi g ü n Binbaşı N a k i Beyi istasyonda, odasınd a buldum. Kendimi tanıttım. O n a ait olan zarfı d a verdim. Sıcak kanlı, kendisine sevgi ve saygı ç e k e n bir insan. Zarfı açıp kendisine yazılan m e k t u b u okudu. Gazeteleri de k o y n u n a yerleştirdi. Sonra d a apaçık b a n a şunu söyledi: — Maşallah, bizimkiler yine gayrete gelmişler! K â z ı m Bey size s a m i m i ve a ç ı k y ü r e k l e s ö y l e y e y i m ki e ğ e r siz E n v e r B e y l e b i r l i k t e M a n a s t ı r d a b i r ş e y y a pabilirseniz ne âlâ. İkinizin de cesaretinizi, faaliyetinizi işitip t a k d i r e d i y o r u m . M u h i t de temiz ve m ü s a i t tir. S e l â n i k ' t e n bir şey b e k l e m e y i n ve o r a y a bel b a ğ l a m a y ı n ! Bizim a r k a d a ş l a r a r a s ı r a böyle g a y r e t e gelirler, f a k a t işin s o n u n u g e t i r m e z l e r . F a k a t m a d e m ki b u s e f e r iş S e l â n i k ' t e n d ı ş a r ı ç ı k ı y o r v e h u s u s y l e i ş M a n a s t ı r ' d a sizlere veriliyor, ben d e ü m i t l e n i y o r u m . N a k i Beyin b u açık y ü r e k l i ğ i n e h a y r a n o l d u m . Selânik b a n a bu hakikati bildirse ve m ü t e ş e b b i s l e r d e n d a h a b i r k a ç ı k e n d i n i t a n ı t s a idi d a h a esaslı şeyleri m ü n a k a ş a ve tesbit edebilirdik. Şimdi trenin h a r e k e t z a m a n ı n ı n m ü s a a d e s i nisbetinde N a k i Beyaen bildikl e r i n i ö ğ r e n m e k t e n b a ş k a y a p a c a ğ ı m iş y o k t u . Dedim : — N a k i Bey, açık yürekliliğinizle beni k e n d i n i z e bağladınız. Ü z e r i m i z e aldığımız işin b ü y ü k l ü ğ ü n ü , tehlikesini ve şerefini t a k d i r e d i y o r u m . Esasen h ü r r i y e t aşkı, keyfi i d a r e n i n acısını t a t m ı ş b u l u n a n ailemiz a r a sına çoktan girmiştir. Mülkiye mektebi m e z u n u olan b ü y ü k k a r d e ş i m İ t t i h a d v e T e r a k k i ' y e ilk z a m a n l a r ı n d a girmiştir. Ben de pek k ü ç ü k t e n bu cereyanlardan h a b e r almış ve zabit olunca d a fiilen karışmışımdır.



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



167



Çok sevdiğim ve h ü r m e t ettiğim E n v e r Bey Selânk'te, m a k s a d ı h ü r r i y e t i n k u r t a r ı l m a s ı olan yeni bir cemiy e t e girdiğini h a b e r verdi. B e n i m d e g i r m e k l i ğ i m i teklif e d i n c e t e r e d d ü t e t m e d e n k a b u l e t t i m . S e l â n i k ' e eli boş g i t m e m e k için M a n a s t ı r ' d a h e r hazırlığı bitirdik. H a t t a u z a k l a r d a teşkilât y a p a b i l e c e k zabitler de gönd e r d i k . F a k a t g ö r d ü m ki d a h a e n y a k ı n o l a n Kökili, K ö p r ü l ü , Ü s k ü p g i b i m ü h i m y e r l e r e b i l e el a t m a m ı ş lar. H a l b u k i o r a l a r d a t a h l i f e t t i ğ i m i z u n s u r l a r bile mevcuttur. — K â z ı m Bey! M e s ' e l e b i r ç o k m ü n e v v e r l e r i n ö l ü m d i r i m i ş i d i r . V a z i y e t i iyi b i l m e n i z v e o n a g ö r e işi i d a r e e t m e n i z lâzımdır. E ğ e r M a n a s t ı r ' d a k e n d i n i z e güv e n i y o r s a n ı z işe b a ş l a y ı n ; e ğ e r S e l â n i k ' e b e l b a ğ l a r s a nız y a y a kalırsınız. Selânik'te birkaç a r k a d a ş hâdiselerin verdiği tesirler a l t ı n d a toplanır; şöyle yapalım, b ö y l e y a p a l ı m d e r i z . F a k a t s o n r a h e r ş e y t a v s a r v e işler o l u r u n a gider. — B u i ş i n ilk b a ş l a n g ı c ı n e z a m a n v e k i m l e r t a r a f m d a n d ı r . Bu y e n i d e d i ğ i n i z t e ş e b b ü s h a k k ı n d a n e ler biliyorsunuz? Lütfedip bildirirseniz h ü r r i y e t dav a m ı z a en b ü y ü k bir hizmeti y a p m ı ş olursunuz. İşi o l d u ğ u gibi bilerek ü z e r i m i z e a l m a k l a a n c a k m u v a f f a k olabileceğimize b e n d e k a n i i m . Bu sırrın a n c a k yaln ı z E n v e r ' l e b e n d e k a l a c a ğ ı n a d a size söz v e r i r i m .



NAKİ BEYDEN ÖĞRENDİKLERİM : N a k i B e y b a n a ş u n l a r ı a n l a t t ı : İ l k t e ş e b b ü s 1318 ( M i l â d i 1902) d e b a ş l a d ı . M a k e d o n y a ' d a B u l g a r l a r ı n kaynaşmasını, Avusturya ve Rusya'nın d a bunlara y a r d ı m ettiklerini görünce; b u devletlerin devletimi-



158



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ



zin iç işlerine karışarak işi daha vahim mecralara sürükleyeceklerine bir başlangıç telâkki ettik. Ötedenberi aramızda millî dertlerimizi görüştüğümüz sekiz arkadaş Selânik'te «Terakki ve İttihad» cemiyetinin bir şubesini açmayı kararlaştırdık. Bunlar Posta Mem u r u Talat, Binbaşı Necmeddin, Binbaşı Nuri (Selânik Redif Fırkasında), Binbaşı Kemâl (Jandarma), Ergerili Bayram Fehmi (Denizli mutasarrıflığından mâzul), Binbaşı Naki yâni ben, Yüzbaşı Asım (Selânik Redif zabitlerinden), İsmail Mahir (Selânik Darülmuallimin Müdürü) beylerdi. Paris'te Ahmet Rıza Beye bir mektup yazdık ve altını hepimiz imzaladık. Teklifimiz şu idi: «Vatanın maruz kaldığı tehlike karşısında Paris'teki Terakki ve İttihad Cemiyeti'yle irtibat yaparak onun bir şubesi gibi çalışmak.» Zaten bu arkadaşların bazıları eski İttihad ve Terakki mensupları idi. Paris'ten aldığımız cevap neş'emizi kaçırdı. Ahmet Rıza Bey, Paris'teki bu cemiyetin bir heyuladan ibaret olduğunu ve Terakki ve İttihad namının ancak bir timsâl olduğunu ve kendilerinden birşey beklemeyerek memleket dahilinde müstakil olarak teşkilât yapılması lüzumunu bildirdi. Bulgar ihtilâline ait emareler görünmeye başladığı gibi 1319 ihtilâlini de görünce büsbütün bize bir yılgınlık geldi. Acaba herhangi bir teşebbüs d a h a mı fena netice verir diye. Fakat ara sıra hemen her yıl başta Talat Bey olmak üzere bir kıpırdanma olur; fakat müsbet hiç bir netice vermez. Ya bazı arkadaşlar başka yerlere nakledilir, yahut şu bu bahane işi tavsatır. Bu yeni bildirdiğiniz teşebbüsten benim haberim yok. Ne gibi bir hâdise yine arkadaşları harekete getirdi! Ve yeni kimler bu cereyana karıştı!..



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



159



Ben lâzımı k a d a r aydınlanmıştım. Bu hâdisenin Sultan Hamid'in h a s t a l a n m a s ı olduğu hakkındaki tahminimi kuvvetli o l a r a k söyledim. Talat Beyin en müteşebbis bir zat olduğu hakkındaki kanaatimi de Naki Beye s o r a r a k k u v v e t l e n d i r d i m . N a k i Beye, M a n a s t ı r b u f a a l i y e t i e l e a l a r a k işi y ü r ü t e c e ğ i h a k k ı n d a k u v v e t vererek bu samimi a d a m a hürmetle veda' ederek hareket üzere olan trenime bindim.



Artık buradan sonrası bizim mıntıkamız demekti. Emrim her yerde geçebilirdi. Asker ve halkın sevdiği ve Saray hafiyeleri veya onun hürmetkârlannın ise yıldıklarmdan biri de bendim. Kompartımanımda da kimse kalmamıştı. Artık zarfı sırtımda değil elimde dahi taşıyabilirdim ve açıp okuyabilirdim. Bir istasyon a kadar son ihtiyatı yapmak, aynı zamanda manzarasına doyulmayan Ustruva gölünün güzelliklerini dimağıma iyice sindirmek için etrafı seyretmekle vakit geçirdim. Sonra büyük sarı zarfı açtım, içinden bir takım Paris'ten gelme gazetelerle büyücek bir zarf çıktı. Zarfı açmadım, çünkü üstünde «Manastır Merkezine» adresi vardı. Bunu ancak Enver Beyle açabilirdim. Bunu iç cebime yerleştirdim. Gazeteleri de serbestçe okumaya başladım. İlk elime aldığım İttihad va Terakki Cemiyeti'nin Türkçe neşir vasıtası olan (*) Şurayı Ümmet gazetesinin 1906 Haziran 23 ve Eylül 15 nüshaları Naki Beyiıı verdiği malûmatı tamamlayıcı mahiyette idi. Yani cemiyetimizin faaliyeti pek yeni idi ve h e n ü z de Selâink'e münhasırdı. O n ü s h a n ı n baş-



makalesi



«Hükûmet-i



Hamidiye, Memleketi Nereye



G ö t ü r ü y o r » idi. F e n a l ı k l a r ı v e t e h l i k e l e r i b e l i r t t i k t e n s o n r a şu neticeye v a r ı y o r d u : «İnkiraz b u l m a k t a olan b u devletle İ s l â m i y e t d e b e r a b e r gidiyor.» ( * ) Fransızca neşir vasıtası da Meşveret idi.



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 160



Bu baş makale ile tehlike belirttikten sonra «teşkilât ve neşriyatın lüzum ve faydası» diye memleket içinde yer yer ufak gizli tşkilâtın lüzumunu izah ediyor ve diyor k i : «.. Bizde de eshabı hamiyet, erbabı dirayet eksik değildir. Lâkin bunlar millette istinad edecek bir kuvvet göremeyince meydana çıkmıyorlar. Teşkilât ve neşriyat sayesinde vatanın her köşesinde hak ve zekâyı; (icabında mağdurları) müdafaa edecek hakikî polisler teşekkül edince, şimdi en alçak bir hafiyeden korkan erbabı namus ve hamiyet, o vakit avaz ı şikâyetlerini Yıldız'a kadar çıkarmadan, hırsız memurları tarddan nameşrû vergileri tediye etmemek için hep birlikte nümayiş icrasından korkmazlar... Rusya'daki büyük teşkilâta da lüzum yoktur. Hafta geçmez ki Osmanlı taburlarının muhtelif mahallerde açlıktan, parasızlıktan isyan ettikleri haberi Avrupa gazetelerinde görülmesin. Eğer daha vatanda teşkilât ve neşriyatı vatanperveraneye lâyık vecîıile ehemmiyet verilse idi, şimdi ordunun haysiyetini lekedar eden bu isyanlar; o teşkilât ve neşriyat sayesinde vatanın tahlisi ve selâmeti için ne büyük, ne mahalli kuvvetler teşkil ederdi. Görülüyor ki herşeyin ucu bu gizli teşkilât ve neşriyata ehemmiyet vermeye müncer oluyor.» Bu makale de şu netice ile bağlanıyordu: «Teşkilât ile neşriyat, selâmet-i vatan için ilk atılacak hatvedir; dense, sezadır.» 15 Eylül 1906 Şurayı Ümmet'in başmakalesi de böyle bir cemiyetin kurulduğunu anlatmak istiyordu. Bu makalenin başlığı «Abdülhamid'in Hastalığı, Veraset Mes'elesi» idi. Abdülhamid'in ağır hasta olduğunu anlattıktan sonra şöylece devam ediyordu: «Abdülhamid'in hastalığı kesbi vahamet ederek hayatını teh-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



162



dit ve tahdit edince Avrupa'da veraseti saltanattan bahisler edilerek bazısı garip, bazısı muhik bir takım efkârı mütehalife görüldü... Hünkârın muhatarai hayat içinde bulunduğu anlaşılınca Almanya gazetelerinin ve bazı mehafili siyasiyenin veraseti saltanat bahsine girişmesi ve hatta türlü hukuk ve usulün haricinde olarak Burhanettin Efendinin namını lisana alması insana hayret verecek garibelerden, daha doğrusu Abdüîhamid haininin Almanya'ya verdiği cüretlerdendir.» diyerek siyasî cereyanları da ele aldıktan sonra şu neticeyi memnunlukla kaydediyor : «Osmanlılar için fevkalâde şayanı ibret ve mefharettir ki bu sefer Abdüîhamid'in hastalığı ile Sultan Mehmet Reşat'ın memleketimizi tahlis edecek bir padişah olduğu, tebeddülü veraset ise sevgili vatanımızın düşmanlar elinde mahv ve yağma olunmasına sebebiyet vereceği temamiyle zahir oldu. Yaşasın Sultan Mehmet Reşat! Yaşasm Vatan!..» 1 Teşrinievvel 1906 nüshasmda «Marazı Şahane» başlığı altında Almanyalı Muallim Bergman'ın tekrar İstanbul'a davet olunduğunu, 12 Eylül'de İstanbul'a gelen bu doktorun, Padişahı ameliyata lüzum gösterdiğini, fakat Sultan Hamid'in razı olmadığını yazıyor. 30 Teşrinisâni nüshasında yine «Marazı Şahane» başlığı altında şu satırlar var : «... Marazı Şahanenin daim ve biamaıı olduğu maalmesar İstanbul'dan bildiriliyor.» Bir do karikatür yapmış: Hamid hasta yatıyor. Ayak ucunda bir şehzade. Yanında bir takım iskeletler, üstüne de «dersi siyaset» diye yazmış. 16 Teşrinievvel 1906 tarihli bir İstanbul mektubunu da neşrediyor : «... Umuru devlet şimdiki halde BurF.: 11



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 162



hanettin Efendinin tahtı riyasetinde teşekkül etmiş bir komisyon marifetiyle idare olunmaktadır. Fakat bir çocuğun tahsili, öyle umuru devleti idare edemez. Sadrazamın vesayeti tahtında yaşıyor... Mamafih bu meyanda Şamlı İzzet, icrayı habasetten geri kalmıyor.» «Erzurum'da İhtilâl» başlığı altında da 23 Hazir a n nüshasındaki tavsiyesine bir örnek gösteriyor: «Hükümeti zalimenin temettü vergisi namiyle ortaya attığı yeni bir usulü gasp ve sirkate mukabil ve itiraz eden iki vatanperver, Erzurum ahalisi beyninde bu def a selâmetbahş bir heyecan husule getirdi. Halk, hükümet konağına giderek bu iki menfinin tekrar Erzurum'a getirilmesini, tehdidkâr bir lisan ile validen istedi. Vali bunu yapmadıktan başka, talip halkı silahı zulüm ve itisaf ile reddetmek de istediğinden halk hemen hücum, valiyi darp ve haps, alay beyile sair ümerayı, zabıtayı bir çok polis efradiyle biriikte katil ve cerhetti.»



*



1 Kânunuevvel 1906 nüshasında «Buhran!» başlığı altında şunları yazıyordu : «Yıldız, tebdili veraset mes'elesini bir tehalâkü âzim ile takip ediyor... Zaten bugünlerde vücudu seyyiatmedarmı mezarına sürükleyen Sultan Abdülhamid, ölümünü dahi h u n enşam bir facia, belki bir çok faciat ile kızartmak veya bunu evlâdının hunu hederiyle devirmek istemezse bu mecnunane gayreti bulunduğu yerde terk ederek, tarihin uzak sahifelerintle mütevazi nisyan kalmış vekayiin, bu kanlı avdetinden olsun nefsi habisini tenzih edebilir.» 23 Teşrinisâni tarihiyle de İstanbul'dan iki havadis veriliyor: Biri «Dün haydut Fehim yeni bir intikamı milletten kurtuldu. Akşam üzeri Beyoğlundan



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



163



konağına avdet ederken Mektebi Harbiye civarında arabasına bir humbara atıldı.» Diğeri, «Daima hasta olan Sultan Hamid'i ve Saray erkânını fevkalâde havf ve telâş ilka eylemiştir... Geçen devre-i buhranında doktorlar tarafından tahmin edilen ikinci nöbet bu hafta kendisini gösterdi. Abdülhamid cihazı bevlisindeki evcaı elimden pek muztariptir... Üçüncü defa İstanbul'a gelmesi doktor Bergman'dan rica ve iltimas edilmiştir. Yıldız, sükütu müthişin tarakkübü ile râşenâktir.» Okuduktan sonra bütün gazeteleri iç ceplerime sokuşturdum ve düşünceye daldım. Bu gazeteleri ben Enver'e okuttuktan sonra hemen yakılmasını münasip buldum. Selânik'i de ikaz ederek Avrupa'dan gelecek gazetelerin bizi, bize inananlara dahi zayıf göstermekten başka bir işe yaramayacaklarını anlatmayı muvafık buldum. İcabeden malûmat cemiyet mensuplarına gizlice verilmeli ve ayrıca propaganda faaliyeti yapılmalıdır. — Kulakların çınlasın Naki Bey! Eğer sen de şimdi bu makaleleri okuyorsan, cemiyetimizin ne zaman ve ne sebeple teşkil edildiğini anlarsın! diye uzaktan telkin yaptım. MANASTIRDA ENVER BEYLE HASBIHAL: 7 Şubat 1907 (25 Kânunusani 1322 «7») Perşembe sabahı, benim yeni evde Enver'le buluştuk, gazeteleri ve beraber açacağımız zarfı kendisine verdim, ö n ce kapalı zarfı açtık. Teşkilâta ve tahlife ait malûmat, «7» Rumî yılbaşı Martta başladığından henüz 1322 yılı İdi.



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 164



yemin sureti. dim :



Bunları okumadan evvel Enver'e de-



— Yemin ettirirken kaputlarımızı ters mi giyeceğiz? — Ne münasebet? Birşey anlamadım, diyen Enver Beye: — Bir saniye müsaade! diyerek dışarı çıktım. İçi kırmızı atlas olan k a p u t u n u ters çevirerek ve önünü a r k a y a getirerek giyip içeri girdim. Ve dedim: — Selanik'te beni tahlif merasimine tabi tutmaya lüzum görmediler. Fakat gerek Erkân-ı Harp Binbaşı Cemâl, İsmail Hakkı Beyin ve gerekse Olimpos Palas gazinosunda loş bir yere oturmuş olan, takdim olunduğum zatların vestiyerdeki kaput ve paltolarının astarlarını hep kırmızı atlas gördüm. Bu gafletlerini ilk temasta kendilerine söylemeyi «ukalalık» derler diye söyleyemedim. Bu bir! İkincisi; oku şu Ahmet Rıza'nm makalesini!... Bu iki!... Şimdi beni dinle diyerek gördüklerimi, işittiklerimi, intihalarımı birer birer Enver'e anlattım ve şu neticeyi söyledim : — Selânik'te sekiz on arkadaş ve başlarında yüzünü belki de gördüğüm fakat onun beni yakından takip ettiğine, dinlediğine hiç şüphe etmediğim TALAT Bey adında bir zat vardır. Bunlar dört yıldır başlayıp bırakmak üzere bazı teşebbüslere girmişlerdir. Selânik'ten başka hiç bir yerde teşkilâtı yoktur. Hatta Selanik dahi galiba eski teşebbüsleri gibi bu sefer de işten vaz geçmiş, temsilî kalmıştır. Çünkü atalet tamdır. Benim İsrarımla Manastır'a teşkilât selâhiyetini verdiler. Aynen söylediğim Naki Bey, bize tutulacak yolu apaydın göstermektedir. Ben bunu düşüne düşüne şöyle maddeiedim:



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



165



1. — İnsiyatifi elimize almak. Yani esaslı bir teşkilât ve icraat programları hazırlamak. 2. — Selânik'te Talat Bey kimse onunla ve diğer müteşebbis arkadaşlar ile doğrudan doğruya temasa gelmek ve kuvvetli bir merkezi umumi vücude getirmek. «İsmail Hakkı Bey de müzakerelerde bulunabilir.» 3. — Paris'deki Terakki ve İttihad adındaki bir kaç kişilik temsili cemiyeti de vatana bağlamak. Beni hayretle ve sükûnetle dinleyen Enver dedi: — Eh Kâzım! Dehşetli bir istihbaratçı imişsin. Ben senden önce kaç yıldır mıntıkada istihbaratla uğraştım. Fakat bu işte bu kadar ince malûmat alamadım. Eğer dediklerin doğru çıkarsa müthiş bir şey!... — Selânik'ten başka yerde teşkilât olmadığına mı şüpheniz var; Üsküp'e kadar gittim. Orada İsmail Hakkı Beyin kardeşi Cafer Tayyar Bey bile daha cemiyete alınmamış. İsmail Hakkı Beyi ayıpladım. Edirne ve İzmir'e, Bolu'ya giden arkadaşlarımız Selânik'te ancak İsmail Hakkı Beyin birer kahvesini içmişler. Yakında bunlar gelecek. Şimdiden onlara karşı uyduracağımız yalanlan düşünsek iyi olur. Sonra cemiyetin ne zaman kurulduğuna mı şüpheniz var? İşte Şurayı Ümmet'in makalesi! Bunu, bana Selânik merkezi; arkadaşlarımıza okut, diye verdi! Bundan başka cemiyetin yeni ismini ve faaliyetini Naki Bey benden duydu! Eh daha şüpheniz kaldı ise sen de bir Selânik seyahati yap! Yolda daha önce Naki Beyle görüş! — Hepsi inanılacak şeyler. Hususiyle bunları sen



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 166



söylüyorsun. Ancak Selânik'in dediğin gibi sekiz on kişi olmasına inanamıyoruz. Çünkü benim n u m a r a m 152'dir. Halbuki ben tahlif olunalı şöyle böyle dört aya yaklaşıyor. — Senin n u m a r a n neyi ifade eder? Meselâ Manastır'da ilk numarayı 501'den başlamayı ben münasip görüyorum. Bu suretle ilk resmi tahlif olunacak arkadaş kendinden önce yüzlerce insanın bu cemiyete girdiğini sanır. Sonra dört ay zarımda belki de hiç kimse tahlif edilmiş olmayabilir. Bu kanaati b a n a veren de gönderdiğimiz üç arkadaşımızın tahlif olunmaması ve hiç bir yerde teşkilâta başlanmış olmamasıdır. Cafer Tayyar Bey Üsküp'ten Selânik'e çağınlıp tahlif olunamaz mı idi? Benim kanaatim kat'i olarak ş u d u r : Sultan Hamid iyileşince, Naki Beyin de bildirdiği gibi işler bilmem kaçıncı defa olmak üzere durmuştur (*). Bence Sultan Hamid'in iyileşmesi azmi( * ) Meşruriyetin ilânından sonra öğrendiklerim : Emekli Subay İsmail Yörükoğlu'ndan : 93 Rus Harbi-esnasında (1877- 1878 harbi) İsmail Efendinin babası; Cesri Mustafapaşa kazası mahkemesinde hâkim Yörük Mehmet Efendidir. Talat'ın babası Cepeceli Ahmet Efendi de müstantiktir. Rusların gelmesi ile hâkim çocuklarile Gelibolu'ya, Müstantik de çocuklarile trenle İstanbul'a kaçıyor. Hürmetli'de doğmuş bulunan İsmail, bu esnada altı yaşında, Talât da kucaktadır. Harpten sonra Hâk i m ; önce Hasköy'e, sonra Kırcaali'ye. Müstantik de Edirne'ye tayin olunarak çoluk çocuklarırj da yanlarında bulunduruyorlar. Talât'ın babası 1888'de Edirne'de ölmüştür. Bulgarların Şarkî Rumelini ilhaklarından Kırcaali bir müddet 12 kişi ile idare olunan müstakil bir Türk yurdu kar lıyor. Edirne'de doğmuş bulunan Talât ilk ve orta tahsilini Edirne'de yapıyor. Alyans İzraeliyet mektebinde de iki yıl okuyor. Bir yıl da Türkçe hocalığı yapıyor. 18 yaşında



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



167



mizi kırmamalı ve başlayan bu güzel teşebbüsü durdurmamalıdır. Manastır ve havalisinde bütün kuvvetlerimizi sarfederek teşkilâtımızı tamamlayacağımızı, Selânik'in işe hız vermesini ve Paris'teki Terakki ve İttihad namı altında çalışan birkaç vatansever zatlaiken Edirne telgrafhanesine memur yazılıyor. Hâkim, oğlu İsmail'i Hürmetli köylerine, Kırcaali'ye iltihak için bir mazbata imzası için gönderiyor. Bulgarlar bunu yakalıyorlar. Neticede de Kırcaali Osmanlı Devletine; fakat burar ya iltihak isteyen 30 köy Hürmetli'ye bağlanarak Bulgaristan'a veriliyor. Hâkim de Bulgar idaresinde kalıyor. Hürmetli yakınında çiftliği de vardır. İsmail'i Hasköy Bulgar kaymakamı iki yıl orada Bulgar ilk mekteibnde okutuyor. Sonra Filibe Türk rüştiyesinde iki yıl daha okuduktan sonra Bulgar rüştiyesine giriyor. Filibe'de eşkiya takibine memur bir Bulgar zabiti delâletile Sofya Bulgar Harbiyesine giriyor. (1888'de). 4 yıl tahsilden sonra 1892'de mülâzımlıkla Lumpalanka'da İkinci Süvari Alayına gönderiliyor. Burada bir gün, bir Türk kahvesinde otururken Türk halkının bir adama k ü f ü r ve hakaret ettiklerini görüyor. Bunun Bakkal Şükrü Efendi olduğunu öğreniyor. Ertesi günü bunun dükkânına giderek hakaretin sebebini soruyor. Ve öğreniyor ki bu adam Paris'te Bahattin Şakir Beyle muhabere ediyor, «Osmanlı, Şurayı Ümmet» ve daha bazı bu kabil gazetelere abone'i olduğundan Padişah taraftarı olan halkı bunu haber alarak kendisine hakal%t etmişlerdir. İsmail Efendi de bu gazeteleri okuyor ve «Osmanlı» gazetesine abone yazılıyor. Şükrü Efendi vasıtasile de Bahattin Şakir'le gıyaben tanışıyor, mektuplaşmaya da başlıyor. Bahattin Şakir destelerle bir çok gazete ve risaleleri İsmail Eîendi'ye bedava göndermeye br.şlıyor. İsnıail Efendi de bunları Plevne, Varna ve Rusçuk'taki Türk cemaatine gönderiyor. 1892 yılı, bu suretle İttihad ve Tlrakki Cemiyeti neşriyatının Bulgaristan'ın her tarafına dağılması ve cemiyetin şubelerinin teşekkül ettiği bir tarih oluyor. Lunıpclanka'da crUk İsmail Efendi bir tevzi merkezi oluyor. Bir aralık



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 168



n da bir şube gibi telâkki ve idare etmelerini Manastır merkezi namına Selânik'e teklif edelim. Gerçi teşkilâtın mühim merkezlere teşmilinde gecikmemelerini ben söyledim, f a k a t Merkez n a m ı n a tekidi de lüzumTürkiye'den kaçarak gelen iki Türk zabitini de Şükrü ve İsmail Efendi himaye etmişler ve sonra Rusçuk merkezine göndermişler. (İsmail Efendi en son Rusçuk cemiyet merkezinde çalışmış ve burasının mührünü Mithat Şükrü Beye vermiş, evrakı da Büyük Harp mütarekesinde kurtararak yakmış.) Sultan Hamid Lumpalanka'dan bu gazetelerin Bulgaristan'a yayıldığım haber alınca Sofya komiseri Necip Melhame'ye bunlara mani olmasını tebliğ ettiriyor. Necip Melhame, bu gazetelerin yayılmasına mani olması için Müftü'ye yazıyor. Bu da ihtiyar hey'etine söylüyor. Bunlar da Şükrü Efendiye söylüyorsa da bu zat «Bu bir vazifedir, bırakamam» cevabım veriyor. Ömer Özkoç ismindeki bir hemşehrisi (Harbıumumide Berlin'de Konsolostu. Bir ameliyat sonunda öldü) ve İsmail Efendi de Şükrü Efendi ile birleşerek üç kişi Lumpalanka'da cemiyetin neşriyatını Bulgaristan Türklerine yaymak için bir merkez teşkil ediyorlar. İsmail Efendi, lE93'de Talât Beyi görmek ve ona da bu gazetelerden getirmek üzere izinli olarak ve Bulgar üniformasile Edirne'ye geliyor. Ve Talat'ta misafir kalıyor. Getirdiği gazeteleri doğrudan doğruya Talat'a vermekten çekinerek evveldenberi ailece tanıştığı hemşiresi Kâmile Hanıma ki sonradan bununla evlenmiştir— veriyor. O da Talat'a veriyor. Edirne Postahanesinde memur olan Talat bu gazeteleri okuduktan sonra İsmail Efendiye, bunlardan muntazaman kendisine de gönderilmesini rica ediyor ve Austriche Post (Avusturya Postası) Postrestant Ahmet Ağa adresine gönderilmesini söylüyor. I.umpalanka'ya döndükten sonra Bahattin Şakir Beyin gönderdiği Şurayı Ümmet, Osmanlı, Mizan vesaireyi bu sahte adresle Talat Beye göndermeye başlıyor. Faaliyetini arttıran İsmail'i Lumpalanka ihtiyar hey'eti ve ileri gelenleri tehdit ediyorlar ve İslâmlığa ve Hükûmetseverliğe yakışmadığım söyleyerek bu işten vaz geçmesini söylüyorlar-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



169



lu görürüm. Teşkilâtımız tamamlanınca bir de icraat programı yapar, teklif ederim. Enver Bey sözlerimi can kulağiyle dinledi ve samimi olarak da kabul etti. Ve dedi: sa da o, kulak asmıyor. Fakat aradan çok geçmeden Talat'tan aldığı mektupta, şu kötü haberi alıyor. «Biz yakar landık, hapishanedeyiz. Gazeteleri gönderme.» Az sonra Talat hapishanede arkadaşları arasından topladığı yüz altını bir çıkın içinde elden gönderiyor ve bu parayı Paris'te cemiyete göndermesini rica ediyor. İsmail Efendi bu parayı cemiyet hesabına Bahattin Şakir'e gönderiyor. Bahattin Şakir buna teşekkürle beraber gazeteleri «Türkiye'nin başka taraflarma da gönderebilir misin» diye soruyor. İsmail de «Evet!» cevabım veriyor. Artık Lumpalanka'da İsmail Efendiye bir çok gazeteler geliyor. Bu da ikişer üçer ayırıp paket yapıyor ve üzerlerine : «Bu paketleri Türk karakollarına veriniz.» diye yazarak ve arkadaşları Bulgar zabitlerine ayrıca bu hususu mektupla rica ederek Bulgar hudut karakollarına gönderiyor. Bulgar Hükümeti Türkiye aleyhindeki teşebbüs ve muhabereleri kendi lehine gördüğünden mani olmuyor. Bilâkis memnun oluyor ve kolaylık gösteriyor. Aradan çok geçmeden Talat Beyden bir mektup alıyor. «Ben Selânik'e geldim. Gazeteleri şu adrese gönder : Avusturya Postası vasıtasüe Chul (Şual) İsmail Efendi de göndermeye başlıyor. 1903 (1319) Makedonya'da Bulgar ihtilâlinden az önce İsmail Efendi muvazzaf zabitlikten ihtiyata çıkarıldığından Sofya'ya 1 gelmiş. Türklerle harp ihtimali olduğundan ne kadar Türk memur varsa hepsini geri hizmetlere ve ihtiyata çekmişler. İsmail burada da Bahattin Şakirle muhaberesini temin ediyor. Gazete ve risaleleri dağıtmak için bir



sevkiyat şubesi teşkil ediyor. 7/6/1905'de Sofya'da bir de «Şark Gazetesi» çıkarıyor. Bunun yarısı Türkçe, yarısı Bulgarcadır. Bulgar hariciye nezareti de buna yardım ediyor. Hükümet lehine Bulgar müslümanlarmı kazanmak ve reylerinden istifade etmek politikasiyle. Artık Paris gazetelerini Sofya merkezinden bütün Bulgaristan Türklerine, Selânik'e, İstanbul'a göndermek İsmail



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 170



— Tahlif malzemesi olarak bir masa, bir röver, bir kama, bir Kur'an, üç kırmızı önlük, üç de siyah peçe lâzım. En mühimmi de tahlif için, üç kişilik tahlif hey'eti. için daha kolay oluyor. Hükümet kendisine, her tarafı kolayca dolaşması için bir de paso veriyor. Türkiye'ye gönderdiği paketlerin üzerine : «Arzu edenler Sofya'da Rakofski sokağında 12 numaraya müracaat etsin.» diye de yazıyor. Komiteci Boris Sarafof İsmail'in arkadaşı imiş. Evrakı gönderemediğinden İsmail buna şikâyette bulununca Bulgar postalarile göndermesini tavsiye etmiş ve Makedonya Bulgar komiteleri postaları ile Selanik, Manastır, Iştip, Üsküp vesair yerlere gazeteler kolayca gitmeye başlamış. Koçarinova'da Karaman adında bir zabite de istemesi üzerine Bulgar hudut karakolu vasıtasiyle İsmail gazete göndermeye başlamış. Bir gün Bulgar karakoluna gelen bir Türk neferine verilen paketi nefer, Karaman'a yalmz iken vereceğine zabitlerin önünde atıvermiş. Zabitler de bu paketi Serez kumandanına göndrmişler. Hudut komiseri Kiraz Hamdi Sofya'ya tahkikata gönderilmiş. Birkaç gün kalmış. Fakat bir şey anlayamamış. Paris'teki İttihad ve Terakki merkezi Bulgaristan'a 8'inci şube namını vermişler ve mühür de göndermişler. Merkez Rusçuk'ta kurulmuş. Orada cemiyetten Tahir Lütfü Bey (Arnavutluk'ta sefirdi) Bulgarya adlı bir gazete de çıkarıyor. 1908 başında —Meşrutiyet ilânmdan altı ay önce— İsmail Efendi Talat Beyle görüşmek üzere Selânik'e gelmeye ve hatta orada kalmaya karar veriyor. Selânik'te cemiyetin kuruluşundan haberi yoktur. Sofya'da komiser Sadık elmüeyyet Paşaya müracaatla : Zaruretim var. Sofya'da oturamayacağım. Selânik'e gitmek istiyorum. Bana bir memuriyet verilmesi için delâlet etmesini rica ediyor. O da umumi müfettiş Hüseyin Hilmi Paşaya bir tavsiye mektubu yazarak İsmail'e veriyor. Bulgar ihtiyat zabiti olduğundan bu sefer sivil olarak geliyor. Talat. Rahmi, Mithat Şükrü Beylerle Olimpos Palas gazinosunda toplanıyorlar. Sultan Hamid'in vesvesesini arttıracak, dikkatini comiyetin üzerinden başka tarafa çeke-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



171



Ben —Tahlif için en müsait benim oturduğum evdir. Buna zaten k a r a r vermiştik. Enver — Tahlif hey'eti de sen ve mıntıkadan Servet de Akif (mümtaz yüzbaşı, süvari yüzbaşısı. Servet kurmay albaylıktan, Âkif generallikten emekli) ilk olarak işe başlarız ve ilk tahlifi; sınıf arkadaşım cek tarzda, Ermeni ve Bulgar komitelerinin suikast hazırladıklarını, Sofya'dan İsmail isminde bir Bulgar ihtiyat zabitinin Selânik'e bunu haber vermeye geldiğini şifre ile ve Rahmi Bey vasıtasiyle mabeyne bildiriyorlar. Rahmi Bey Sultan Hamid'in emniyetini kazanmış olduğundan cemiyeti gizlemek için arkadaşlariyle birlikte tertip ettikleri bu kabil şifreleri çekmekte imiş. Bu üç zat geceleri mason locasına gidiyorlar. İsmail mason olmadığından gitmiyor. Ertesi gün Hüseyin Hilmi Paşaya gidip tavsiye mektubunu veriyor. Hilmi Paşa da, «İstanbul'a yazdım, cevap gelinceye kadar her akşam daireye geleceksin.» diyor. İsmail bir ay Selanik'te bu suretle kalıyor. Sonra kendisine Bulgaristan'a geri dönmesi tebliğ olunuyor ve Sofya'ya gönderiliyor. Meşrutiyet mücadelesi başladığı zaman Cavit Bey Talat'tan bir mektupla Sofya'da İsmail'e geliyor. Mektupta : «Cavit'in istediği kolaylığı göster.» deniyor. Cavit de diyor ki : Manastır'da asker dağa çıktı. Maksat meşrutiyeti istemektir. Halbuki Avrupa gazeteleri «Maaş verilmediğinden zabitler isyan ettiler.» diye yazıyorlar. Beni Bulgar gazetecilerine götür, onlarla görüşeyim! diyor. İsmail de götürüyor. Cavit Fransızca onlara vaziyeti anlatıyor. Oradan Viyana'ya gidiyor. Beş gün sonra da meşrutiyet ilân olunuyor. İsmail' Bahattin Şakir'e yazıyor; «Meşrutiyet ilân olundu, ben de Türkiye'ye gideyim mi?» Aldığı cevapta : Meşrutiyetin ne şekilde ilân edildiği bilinemediğinden acele etmemesi bildiriliyor. Birkaç ay sonra gelen mektupta : «Biz Selânik yoluyla İstanbul'a gidiyoruz. İstersen sen de gol. İstersen orada kal, evrakı yanında muhafaza et.» deniyor. Bir müddet sonra İsmail Efendi de Türkiye'ye geliyor ve Edirne'de kalıyor. Burada askeri kulüpte Bulgarca mual-



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 172



Azir Kahire'yi (mümtaz yüzbaşı, sonraları bir çok maceralardan sonra Mısır Ordusu müfettişi oldu. Bazı hâdiselerde ismi geçecektir.) bir hatıra olarak bizim evde tahlif ederiz. Sonra sizin evde istediğin ve kolayına geldiği gibi bir tahlif hey'eti ile işe devam ederiz. limliği yaptı. Balkan Harbi'nden sonra Talat Beyin eniştesi oldu. Kendisini Edirne'de tanıdım. Erenköy'de komşumdu, ara sıra da görüşürüm. Talat Beyin Edirne'de nasıl yakalandığını kendisinden şöylece dinlediğini a n l a t t ı : Talat, İsmail'in gönderdiği gazeteleri Edirne arkadaşlarından Hafız İbrahim, Faik ve Sami Beylere de verir okuturmuş. Sami'nin arkadaşı Şeref (Avukat) Topçu Harbiye mektebinden alaya gitmiş, Edirne'de bir topçu alayında çavuştur. Arkadaşı Sami Beyden eline geçirdiği bir cemiyet gazetesini kışlaya götürmüş ve arkadaşlarına göstermiş. Arkadaşları da, bunu kumandana verirsen seni zabit yaparlar diye teşvik etmişler. Belki de ondan önce haber veren de olmuş ki Şeref tevkif olunmuş ve gazeteyi kimden aldığı söyletilmiş. Bunun üzerine Hafız İbrahim İpekli, Faik Kaltakkıran ve Sami veya Selâmi ve Talat tevkif olunmuş, gazeteleri Talat'm dağıttığı ortaya çıkmış. * **



Manastır'da stajım esnasında orada vali bulunan Bay Hazım Tepeyran (Niğde meb'usu) Erenköy'de komşum olduğundan sık sık görüşür hasbihaller ederdik. Ondan Talat hâdisesini dinledim. Şöyle k i : 1896 (1312 Rûmi) yılında İkinci Ordu Müşiri Arif Paşa aynı zamanda vali vekili bulunuyor. Hazım Bey de vali muavinidir. Arif Paşa bir sabah Hazım Beye şu malûmatı veriyor : «Bazı kimselerin evlerinde muzır evrak bulunduğu haber almdı. Derhal bunların evlerini arattırınız ve kimlerde bulunursa tevkif ediniz.» diye mabeynden şifreli telgrafla bir emir aldım. Derhal evlerini arattım. Üç dört torba evrak bulundu. Birkaç zabitle altı sivili tevkif ettirdim. Evrakı bir hey'et huzurunda tetkik edelim. Hey'et kuruluyor ve getirilen evrak tetkik olunuyor. Ço-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



173



Ben —Pekâlâ! Hususi surette yemin ettirdiğimiz ondan fazla arkadaş var. İşin tabiî şekilde devamı için Kökili'deki kardeşim Yüzbaşı Hulûsi Beyi Manastır'a naklettiririz. Aynı evde iki kişi oluruz. Lâzımına göre bir arkadaşı eve alırım. Hey'eti tahlifiye bu suretle daha seri ve amelî işleriz. Ara sıra diğer arkadaşlarla ve başka yerlerde de şaşırtmaca tahlif yaparız. Son müsademede az kaldı katilim olacak olan şu röverle, benim kamam hazır. ğu Avrupa'dan gelen gazeteler. Birkaç da el yazısı. Mevkuflardan Talat, Şeref ve Faik (İkisi de Edirne ineb'usu idiler), Necip adında bir pasaport kâtibi sevillerden; Kolağası Mustafa Bey de askerlerden göze çarpanlar. Talat'ın hiç bir yazısı bulunmuyor. Fakat Avrupa'dan gelen memnu gazeteleri bazı gençlere vermesi suçu var. Diğerlerinin el yazıları var. Hazım Bey hey'etten maarif müdüriyle birlikte el yazılarının bir kısmım ceplerine koyup apteshaneye atarak suçu hafifletiyorlar ve Hazım Beyin teklifi üzerine bunlar hakkında örfi bir muamele yapılmayarak ceza mahkemesine veriliyorlar. El yazılarından en ağırı Şeref Beyin (Sonradan Avukat olmuştur), Kolağası Mustafa Beyin de «Boğazımıza yağlı kementler de vurulsa hürriyetin istirdadına hizmet edeceğiz» gibi yazıları görülüyor. Necip Beyin ise «Yıldız erbabı zekânın kasaphanesi olmuştur» tarzında basit bir şifre ile yazılmış yazısı bulunuyor. Bazı kelimeleri açık olduğundan Arif Paşa bizzet bunu alıp hallediyor. Bütün mevkuflar bir seneden üç seneye kadar hapse, kalebendliğe mahkûm ediliyorlar. Bu arada Talat da üç seneye mahkûm olarak Edirne hapishanesine atılıyor. Fakat iki yıl sonra affolunuyor. 1898'de Selanik - Manastır arasında seyyar posta memurluğuna, az sonra da Selanik telgraf ve posta baş müdürlüğü kâtipliğine tayin olunuyor. İşte bu esnada sekiz arkadaş Paris'te Ahmet Rıza'ya bir şube açmak üzere mektup gönderiyorlar (1902). Bir yıl sonra posta telgraf başkâtipliğine tayin olunuyor. Paris'ten birkaç yıl önce gelmi$ bulunan Selânik eşrafmdan Rahmi Beyle de arkadaş oluyorlar. Talat idarenin ve hususiy-



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 174



Enver — Ben de evden bir Kur'an alırım. O halde gidelim, önlük ve peçeleri alalım. Bu karardan sonra Selanik'ten getirdiğim ikinci zarfı açıp okuduk. Tahlif nutkunu pek uzun bulduk. Bunu, ben ezberlenecek veçhile d a h a kısa ve açık yazdım. Enver Bey de bunu muvafık buldu. Sonra birlikte çarşıya gittik. Büyük bir Rum mağazasından dört metre kırmızı bez aldık. «Bir metre de siyah ver.» deyince Enver k u l a ğ ı m a : le Sultan Hamid'in aleyhinde gördüğü kimselerle can ciğer ahbap olmaktadır. Paris'teki Terakki ve Ittihad Cemiyeti'nin neşriyatı da kendisine Bulgaristan'ın mühim merkezlerinde kurulmuş olan bu cemiyetin şubelerinden eniştesi İsmail Yörükoğlu vasıtasiyle (Bu zat o zaman Bulgar Prensi Ferdinant'm hassa süvari alayında yüzbaşıdır) gelmektedir. RAHMİ BEY selânik eşrafmdandır. Bu da ced beced Türk'tür. Selanik'te eski İttihad ve Terakki teşkilâtına girmiştir. 1897 (1313) Yunan Harbi sıralarında Sultan Hamid'e suikast için Selânik merkezinden üç Tikveşli İstanbul'a yola çıkarılıyor. Fakat İstanbul, bu adamları şüphe üzerine yakalayıp Yunan hududuna gönderiyor. Selânik teşkilâtım bilen biri de Rahmi Beyi mabeyne jurnal ediyor. Rahmi Bey İstanbul'a getiriliyor ve Taşkışla Divan-ı Harbindo sorguya çekiliyor. Daha bazı zabitler de burada Divan-ı Harp olunmakta iken Serhafiye Ahmet Paşa'nın Paris'e giderek Murat Bey ve diğer firarilerle uyuşması neticesi birçok mevkuflar gibi Rahmi Bey de Serhafiye Ahmet Paşa'nm delaletiyle İstanbul'da kalmak şartiyle tahliye olunuyor. Fakat Rahmi Bey korkuyor ve Avrupa'ya kaçıyor. Orada üç yıl kalıyor. Sonra 1900 (1316) da Selânik'e gediyor. Bir müddet sonra Talât Beyle tanışıyor. İkisi de aynı fikirdedirler. Fakat Sultan Hamid'e karşı bir şey yapmaya cür'et etmekten yılgın olduklarından bir teşebbüse girişmiyorlar. Her yerde herkes gibi Sultan Hamid'e ve günahkâr muhitine lânet okuyup duruyorlar. Fakat bunu okuyanlar çoğaldıkça ve Paris gazeteleri de elden ele yine Talat Bey vasıtasiyle dolaştıkça dert ortaklarım tehlikeden korumak düşüncesiyle mason localarına gi-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



175



— Bunu da başka yerden almalı idik. Diye fısıldayınca yaptığım falsoyu tashih için satıcıya dedim: — Ayyıldız için de bir metre beyaz patiska ver!... Bölüğüm için de evvelce bayrak malzemesi vesair lüzumlu şeyleri buradan aldığımdan Manastır tahlif rerek orada bir nüve yapmaya karar veriyorlar. Karasu (Musevidir) Talat, Rahmi ve arkadaşlarının mason locasına girmelerine ve orada istedikleri gibi çalışmalarını temin ettiğinden emniyetini kazanıyor. Artık locada bu hürriyet cemiyeti nüvesinin bütün evrakım Karasu muhafaza ediyor. 29/Ağustos/1906 (16 Ağustos 1322) de mason locasına hürriyet aşkiyle giren Türklerin sayısı 70'i bulmuştur. Talat Bey şu teklifte bulunuyor : — Artık loca haricinde toplanalım ve bir cemiyet kuralım. Talat Beyi bu karara sevkeden mes'ele : Sultan Hamid'in 18 Ağustos 1906'da ağır hastalandığını ve ölümünde dahi hürriyet ilân olunamazsa Avrupa devletlerinin Osmanlı devletini paylaşma tehlikesi karşısında kalacağımızı, bunun için yer yer, adı ne olursa olsun cemiyetler teşkil olunarak hazır bulunmaktan başka çaremiz kalmadığı hakkındaki Şurayı Ümmet gazetesinin yazdığı makaleler oluyor. Bu teklifi arkadaşları kabul ediyor ve hemen o gün toplanmaya karar veriyorlar. Fakat 70 kişiden yalnız 10'u bu toplantıya geliyor. Talat da gelmeyenler korkaklıklarım isbat ettiler diyerek cemiyeti bu 10 kişi ile kurmayı teklif ediyor ve karar altına almıyor. Toplantıya gelen 10 zat yaş sırasiyle numaralanıyor. Sırasiyle şunlardır : 1 — Tahir Bey (Selânik Askeri Rüştiye Müdürü - Binbaşı) 2 — Naki Bey (Selânik Fransızca hocası - Binbaşı) 3 — Talat Bey (Selânik Posta seyyar memuru) 4 — Mithat Şükrü (Maarifte memur) 5 — Rahmi Bey (Selânik eşrafmdan hukuk mezunu) 6 — Kâzım Nami Bey (Üçüncü Ordu Müşiri yaveri-Yüzbaşı) 7 — Ömer Naci Bey (Mülâzımıevvel) 8 — Hakkı Baha Bey (Mülâzımıevvel) 9 — İsmail Canbolat Bey (Mülâzumevvel - Merkez kumandanlığında)



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 176



hey'etinin örtülüğü içiıı aldığımız bezler tabii bir vaziyette pakete sarıldı. Dükkândan çıktıktan sonra Enver Bey gülerek şu iltifatta b u l u n d u : — Zekâna diyecek yok, a m a biraz daha basiretli olalım. Manastır'da dahi bir sürü hafiye dolu. 10 — Edip Servet Bey (Yüzbaşı) Vaziyeti münakaşa eden bu zatlar (Serdengeçtiler) diye bir cemiyet yapalım münakaşasına girişiyorlar. Fakat Rahmi Bey böyle kalabalık ictimam tehlikesini belirttiğinden bir k a r a r a varamadan dağılıyorlar. Ortada döft zat kalıyor : Talat, Rahmi, Mithat Şükrü, Canbolat. Rahmi Bey diyor ki: «Bu dört arkadaş başbaşa verip çalışalım. Diğerleriyle kalabalık halinde bir iş çıkaramayız. «Serdengeçtiler» diye bir cemiyet kurmak da meşrutiyet dâvasına uygun bir şey olmaz.» Dört arkadaşın ittifakiyle bu teklif kabul olunuyor ve yeni cemiyetin adı ve nizamnamesinin tertibi Rahmi Beye bırakılıyor. Rahmi Bey yalnız başına düşünerek cemiyete «Hilâl» adını ve işaretini uygun buluyor. Bir de nizamname hazırlıyor. Bu aralık Sultan Hanıid'in hastalanması cemiyetin hayat bulmasına yardım ediyor. 1322 (1906) Eylülünün birin ci Cuma gecesi bu dört arkadaş ikinci ictimalarmı yapıyorlar. Hilâl adını ve nizamnamesini ittifakla kabul ediyorlar. Bu suretle ilk Selânik merkezi; Talat, Rahmi. Mithat Şükrü ve İsmail Canbolat'tan mürekkep olarak teşekkül ediyor. Bundan sonraki faaliyette artık Rahmi Bey de bulunmuyor. İşler üç arkadaşın eline kalıyor. 1322 (1906) 5 Eylülde Alatini köşkü karşısındaki Ömer Naci Beyin evinde toplanıyorlar. Hilâl yerine «Osmanlı Hürriyet Cemiyeti» adını kabul ediyorlar. İlk içtimaa gelen on zatın cemiyetin müessisi olarak kabulüne ve bunlara yaş sırası 1 -10 numara vermeye ve usul dairesinde tahliflerin burada yapılmasına ve müessislerin 10'uncu numarasından sonra yüz atlayarak l l l ' d e n itibaren numara vermeye ve bu suretle cemiyetin kuvvetli gösterilmesine karar veriyorlar. Cemiyete alınacak zatlarm İslâm olması —Dönmeler dahi alınmayacak — kumar oynamaz, fazla içmez yâ-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



177



Ben — O halde bir iş de bunları tesbit ve listesin i tanzim olacak. Bunu da siz lütfedersiniz. Akşam üstü Enver bir Kur'anla birlikte benim eve geldi. Kırmızı kumaştan üç önlük, siyahtan da üç peçe kestik ve gözlerini oyduk. Yemin yeri olmak üzeni sarhoş olmaz, evhamsız, cesur ve seciyeli kimseler olması şartları nizamname icabmdandır. (5 Eylül cemiyetin kuruluş günü kabul olunduğundan îttihad ve Terakki kongreleri de bugün toplanmaktadır.) İlk esaslı tahlif 1322 (1906) Teşrinievvelde başlıyor. İlk tahlif hey'eti Talat, Mithat Şükrü ve İsmail Canbolat oluyor ve Mustafa Necip (Mülâzım) tahlif olunuyor ve 111 numarayı alıyor. Manastır merkezi teşkil olununcaya kadar Selanik'te 42 zat tahlif olunmuş bulunuyor. Bunlardan tanınmış kimselerden bazılarının numaraları şunlardır : 116 Manyasi zade Refik Bey (Merhum - Avukat) 132 İsmaü Hakkı Beşiktaş (Maiyetimde tümen komutanlığı ve Şark cephesinde levazım reisliği yaptı. Merhum Albay) 133 İsmail Hakkı (Erkân-ı Harp binbaşı. Valiliklerde bulundu. Bursa valiliğinde öldü. General Cafer Tayyar Eğilmez'in kardeşi) 135 Çolak Faik (Erkân-ı Harp binbaşı. Kolordu kofnutanı iken Cihan Harbinde Şark cephesinde şehit oldu.) 136 Hüsrev Sami (Meb'us) 137 Tevfik Selânikli (Erkân-ı Harp kolağası-Merhum) 138 Halil (Mümtaz yüzbaşı. Geçen Cihan Harbinde ordu komutanlıklarında bulundu. Enver Paşa'nm amcasıemekli general) 150 Cemâl (Erkân-ı Harp binbaşı. Cihan Harbinde Bahriye Nazırı ve Dördüncü Ordu kumandam - Cemiyet erkânından Cemâl Paşa) 152 Enver (Erkân-ı Harp binbaşı. Cihan Harbinde Harbiye Nazırı ve Başkumandan vekili Enver Paşa) Cemiyet bu sırada hayli duraklamıştır. Cemiyetin tahlif yeri de Yalılar'da tuğla fabrikası civarında daha müsait



W ? İS



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 178



re benim evin alt katındaki taşlığı, düz ayak olduğundan muvafık bulduk. Buraya benim geniş cibinliğimi gererek tahlifi bunun içinde yapacağız. Talimattan okumakla beraber Enver bizzat da Selanik'te gördüğü veçhile bir provasını y a p t ı : Masanın üstüne benim hatıra röverle kamamı çapraz koyduk, bunun sağma bir yahudi eviydi. Topçu Rasim Bey tarafından kiralanan yere naklolunuyor. (Bu ev Hürriyetin ilânından sonra kongre karariyle cemiyetçe satın alınmıştır.) Bir müddet sonra alman : (Cemiyetin de adı «Terakki ve Ittihad» şekline çevrilmesi de bu numaarlardadır.) 155 Necip Draga 156 Fethi (Mümtaz yüzbaşı) 158 Rasim (Topçu yüzbaşı. Sultan Hamid'in muhafızlarından. Meb'us-Merhum) 165 Hafız Hakkı (Erkân-ı Harp binbaşı «Sarıkamış faciasında 9. Kolordu Komutanı Hafız Hakkı Paşa-Merhum) 171 Karasu (Bundan sonra cemiyete bazı dönme, Ulah, Ermeni ve Yahudi de alınmıştır. Bir kısmı zabit veya doktordu) 185 Zinnun (Süvari yüzbaşı) 1323 (1907) Eylülünde girmiştir. 186 Eyüp Sabri (Orhili. Meb'us) 1323 (1907) Eylülünde girmiştir. 187 Abdülkadir (Mümtaz yüzbaşı. Asılan) 1323 (1907) Eylülünde girmiştir. 190 Süleyman Fehmi (Süvari yüzbaşı) 1323 (1907) Eylülünde girmiştir. 191 Ali Fuat (Erkân-ı Harp kolağası. General Cebesoy) 1323 (1907) Eylülünde girmiştir. 195 Mustafa Kâmil (Süvari mülâzımı) 1323 (1907) Eylülünde girmiştir. 196 Mühendis Salim (İstanbul merkez azasından) 1323 (1907) Eylülünde girmiştir) Daha sonraları alınanlardan d a : 204 Hasan Rıza (Topçu miralayı. Bağdatlı Hasan Rıza Paşa-Merhum)



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



179



da Kur'anı koyduk. Tahlif hey'eti olan üç zat kırmızı önlük ve siyah peçeleri nasıl takacaklarsa öylece Enver'le karşı karşıya taktık. Tahlif olunacak zat geceleyin gözü kapalı olarak rehberi vasıtasiyle getirilecek ve masanın yanındaki sandalyeye oturtulacak, ö n 238 Baytar Recep (Staj yaptığım alayın baytarı, yüzbaşı idi. Bir yıl önce Manastır'da hususi tahlif etmiştim.) 280 Vasıf (Mülâzım) 295 Cavit (Maliye nazın. Asılan) 1323 Şubatta girmiştir. (O zaman yılbaşı mart olduğundan şubat 1323 denirdi.) 322 Mustafa Kemâl (Atatürk) 1323 Şubat'ta girmiştir. 331 Refet (Jandarma yüzbaşı. Edirne merkezini teşkil etmiştir) 1323 Şubat'ta girmiştir.) 362 Cemil (Maiyetimde süvari alay komutanlığında ve ordu süvari müfettişliğinde bulunmuştur. Erzurumlu. Merhum Cemil Bey) 1323 Şubat 24 (9 Mart 1908) de girmiştir. 385 Ulah Yesarya Efendi 386 Ulah Çele Efendi 387 Reşit Paşa (Serez mutasarrıfı, İstiklâl Harbinde Sivas valisi - Merhum). Burada İttihad ve Terakki Cemiyeti"nin tarihi için mühim bir hakikati de kaydediyorum. O da Mustafa Kemâl Beyin (Erkân-ı Harp Kolağası. Atatürk) cemiyetle münasebeti dir. Terakki ve İttihad namım aldıktan hayli sonra ve 1324 (1908) Şubat'mda cemiyete Fethi Beyin (Merhum Okyar) delâleti ile girmiş ve 322 numarayı almıştır. Suriye'de 1906 Teşrinievvelinde «Vatan ve Hürriyet Cemiyetini» teşkil etmiş. Selânik'e gelerek orada da bir şube açmış, işbu şube de sonra kendisine Terakki ve İttihad ismini vermiş... diye 1931'de basılmış olan tarihin III : üncü cildinin 141'inci sahifesindeki yazılar hakikate uygun değildir. Bu hususu, merkezi umumî azalarmdan da ayrı ayrı tahkik ettim. Esasen böyle bir şey olsa ne diye yıllarca sonra arkadaşı Fethi Beyin delaletiyle giriyor; resmî tahlif olunuyor ve bir de sıra numarası alıyor? Fethi Beyin cemiyete girişi tarzı da Manastır teşkilâtımızda yazılmıştır.



180



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİ V ETİ



ce b e n n u t k u okuyacağım. Kalın ve sert sesle o k u d u ğ u m z a m a n benim olduğu f a r k olunmadığını tecrübe e t t i k . S o n r a y e m i n e d e c e k z a t a a y a ğ a k a l k m a s ı söylen e c e k v e s a ğ eli K u r ' a n ' ı n , sol eli d e r ö v e r v e k a m a nın üstünde olduğu halde yemini tekrar etmesi ihtar o l u n a c a k . Y e m i n b i t t i k t e n s o n r a g ö z l e r i n i a ç m a s ı söylenecek. Bu suretle b u heybetli m a n z a r a y ı bir m ü d det s e y r e d e r k e n n u m a r a s ı bildirilecek. Hilâl işareti ve Cemiyetin fedailik işlerinde adı geçen Yakup Cemil Bey de 1324 (1908) Haziran'ın ilk günlerinde cemiyete girmiştir. Artık cemiyet, numaralan biner atlayarak vermeye başlamıştır. Bu suretle yeni girenler mühim bir kuvvetin teşkilâtlandınldığı zannına varıyormuş. Bu suretle cemiyet haziranın ilk günlerinde 6000'i aşmış şeklim bulmuş. En son, Meşrutiyetin ilânından bir iki gün önce Miralay Nurettin Bey (Müşir İbrahim Paşa'run oğlu merhum Nurettin Paşa) 6436 numara ile cemiyete girmiştir.) Meşrutiyetin ilâm gününe kadar Selânik'te tahlif olunanlar üç bölük halinde tensik olunmuştur : Zabit Sivil (İlmiye, memur ve serbest meslekler) 136 4 179



24 103 59



319



186



(Birinci Bölük ) (ikinci Bölük) (Üçüncü bölük ve perakendeler)



Cem'an 505 zat Selânik'te tahlif olunmuştur. Fakat bunların 145'i 10 Temmuz Meşrutiyet ilânında başka yerlerde bulunduğundan Selânik'te cemiyete girmiş 36 zat mevcut idi. Tanınmış zatlardan Hacı Âdil Bey, Meşrutiyetin ilânından sonra cemiyete girmiştir. Önce yapüan teklifi kabul etmemiştir. Erkân-ı Harp Miralayı Ali Rıza Bey (Hareket Ordusu Erkân-ı Harbiye Reisi) girmemiştir. Meşrutiyetin ilânında merkezi umum! kasasında 80 Mecidiye varmış. Merkezlerden aldıklan paralarla röver vesaire alınmış. Bizim Manastır'dan benim elimle gönderdiğim 23 altın idi Manastır teşkilâtında görülecektir.



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



181



Muin (Eski harflerle MUİN) parolası öğretildikten sonra tekrar gözleri bağlanacak rehberi vasıtasiyle evden çıkarılacak. Münasip bir mesafeye kadar bazı zigzaklarla götürüldükten sonra, geldiği evi bulamayacağı kestirildikten sonra, gözleri açılarak serbest olarak rehberiyle veya yalnız gidecektir. Enver bu ameli tarifinden sonra, dedi: — Kâzım, artık kan kardeşi oluyoruz. — Evet, Enver! Kan kardeşi olduk. Üzerimize aldığımız mes'uliyetin büyüklüğünü ben, Soroviç'te Naki Beyle konuştuktan sonra büsbütün anladım. Şu halde bu vaziyette karşılıklı bir söz vermekliğimiz lâzım: Eğer Selânik bu teşebbüsü yürütmez de yine duraklarsa teşebbüsü elimize alarak bütün hızımızla bu davayı yürütmek, icabederse beraber hayatımızı feda etmek üzere kan kardeşi oluyoruz. — Bütün manasiyle evet.



İLK M A N A S T I R M E R K E Z T E Ş K İ L Â T I s



8 Şubat 1907 (26 Kânunusâni) de Enver, ben, bir de Enver Beyin çok güvendiği, icabmda nüfuzundan memleketinde istifade edebileceğimiz; eski İttihad ve Terakki mensuplarından Kolonya eşrafından ve Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler) mezunlarından Hüseyin Bey ilk merkezi teşkil ettik. Enver Beyle bu zatın evine gittik. Enver onunla beni tanıştırdı. İlk aylık aidatı olmak üzere bir çeyrek lira verdi. Verdiğimiz karar şu oldu: Hüseyin Bey hiç işe karışmayacak. Bu suretle yedek merkez azası olarak bulunacak. Enver'le ben faaliyete başlayacağız. Cemiyetin maliye, hâ-



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 182



kimler hey'eti ve fedai teşkilâtı kuruluncaya kadar ben parayı muhafaza edeceğim. (Azanın aylık gelirinden yüzde ikisini alırdık. Bu parayı altın yaparak boynuma asılı bir beyaz patiska kesede taşıdım). Fedai şubesi bana bağlı olacak. Tahlif hey'etini de ben idare edeceğim. Cemiyete rehberliği şimdilik Enver'le ben yapacağız. Cemiyete alınacaklar hakkmdaki kararı ikimiz kararlaştıracağız. Hüseyin Beyle ben tem a s t a bulunmayacağım. Enver, ona a r a sıra icabı kadar malûmat verecek. Enver sevinçle dedi: İki ittihadcı arasında bir hürriyetçi elbette onların tecrübelerinden ve cesaretlerinden feyz alacaktır. Dedim: İttihadcıların maksadı hürriyetti. Hürriyetçilerin maksadı da ittihaddır. Herhalde önce ittihad, sonra hürriyet gelecek. Yalnız eski Ittihad ve Terakki mensupları memleket içinde olsun, dışında olsun bu yeni cemiyete alınmalıdırlar. Aksi halde onlar da ayrı faaliyete kalkarlarsa fikirler ve fiiller birbiriyle çarpışabilir. Meselâ Avrupa'dan gelen ve Selânik'ten bana verilen gazetelerdeki makaleleri okuyacak cemiyetimiz mensupları, bunlardan iyi fikir almayacaklardır. Bu gazeteler hakkında hayli münakaşalar yaptık ve neticede bunların cemiyet menuspları tarafından okunmaması, hele taşınmaması teklifim kabul olundu. Bunları «Merkezi Umumi» okusun, icabeden tamimleri yapsın teklifinde bulunacağız. Bize gelecekleri de biz okuduktan sonra kimseye vermeyerek imh a edeceğiz. Bugün her münevver kimse, hele zabitlerimiz ordunun çöktüğünü, Haliç'te donanmanın çür ü d ü ğ ü n ü biliyor. Kumandanlar ihtiyar ve âciz olduk-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



183



l a n n ı bir s ü r ü d a m a d beyler ve p a ş a l a r ı n g a y e t seri terfilerle h a k ve e m e k t a n ı n m a y a r a k vazife b a ş ı n d a yetişen a r k a d a ş l a r d a n çok ilerilerde ve İstanbul'da d a i r e l e r d e yığıldıklarını görüyor, Kapitülâsyonlar ve D ü y u n u U m u m i y e gibi belâların milletin h a y a t ı n ı sönd ü r d ü ğ ü n ü biliyor. A d a l e t c i h a z ı n ı n b o z u k l u ğ u v e fikir h ü r r i y e t i n i n b o ğ u l d u ğ u n u , b u gidişle m e m l e k e t i n u ç u r u m a s ü r ü k l e n d i ğ i n i a n l a t m a k için b i r k a ç söz h e r k e s e k â f i tesiri yapıyor ve h ü r r i y e t e k a v u ş t u r a c a k bir cemiyete girmeye can attırıyor. Bunu M a n a s t ı r muhitinde çoktanberi gördük. Şu halde h e m e n yarın akş a m d a n itibaren tahliflere başlamaya k a r a r verdik.



MERASİMLİ TAHLİFLERE VE TEŞKİLÂTA BAŞLADIK:



Manastır'da numaraların 500'den başlamasını ve bu suretle cemiyete girecek arkadaşların mühim bir kuvvete katıldıklarını zannetmelerini ve Manastır'm ll'inci numarasının da tarihi bir hatıra olarak benim; İttihad ve Terakki'den ağabeyime ve onun da bana hediye ettiği n u m a r a y a karşılık b a n a ait olmasını Enver'e teklif ettim. Kabul etti. O da, ilk tahlifin kendi evinde yapılmasını ve kendisinin rehberlik ettiği mümtaz yüzbaşı Aziz Kahire'nin (Arap istiklâlinin önayaklığmı yaptığından Balkan Harbinden sonra Divan-ı Harbi Örfice idama mahkûm edilen, f a k a t Enver Paşa nezdindeki tavassutumuzla kurtulan, bir takım maceralardan sonra Mısır Ordusu umum müfettişliği m a k a m m a kadar çıkan) ilk olarak tahlifini, tarihi bir hatıra olarak teklif etti. Buna göre her hazırlığı yaptık. Pek güvendiğimiz ve hususi yemin ettirdiğimiz a r k a d a ş l a r ı n bir d a h a m e r a s i m l e y e m i n i n e l ü z u m gör-



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 184



medik. Bunlardan mıntıka Erkân-ı Harbiyesinde Mümtaz Kolağası Servet (Emekli Albay) ve Süvari Yüzbaşı Âkif (General, ve meb'us) ve ben ilk tahlifi Enver'in evinde geceleyin yapmak üzere orada toplandık. Enver de gözleri bağlı olarak kolunda Aziz Kahire'yi getirdi. Ufak bahçeden tahlif yeri olarak hazırlanan mutbağa girdik. Sesimi tanınmayacak derecede kalınlaştırabiliyordum. Kısalttığım yemini ezber okudum ve Aziz Beye tekrar ettirdim. Manzara hakikaten heybeli idi: Biz üç arkadaş siyah peçe ve kırmızı önlüklerle ayakta, önümüzde kırmızı örtülü bir masa. Üstünde bir Kur'an-ı Kerim, az açığında bir röverle - kama, birbiri üstünde çapraz vaziyette. Aziz'in sağ eli Kur'an üzerinde, sol eli silâhların üstünde olarak yemini tekrar etti. Sıra gözlerinin açılarak işaret ve parolayı öğrenmesine geldi. Enver de kapının yanında ayakta bize bakıyordu. Bu manzara karşısmda gözleri açılacak Aziz Kahire'nin halini en ince noktasına kadar dikkatle takip ediyordum. — Gözlerinizi açınız! Şimdi size cemiyetimizin işaret ve parolasını bildireceğim! dedim. Aziz, merasimin nelerden ibaret olduğunu bilmediği için sevinçle gözlerini kapayan beyaz mendili başının üstünden çıkardı. Karanlıktan ziyaya çıkan gözlerini biraz alıştırdıktan sonra, gördüğü manzaranın ruhuna büyük bir tesir yaptığını her haliyle gösterdi. Ben de canlı cansız her varlığa dikkat edebilmesi için biraz bekledim. Sonra sağ elimin baş ve şahadet parmaklarını hilâl haline getirerek ve y u m r u k tarafı göğsümün üstünde kendisine göstererek: — İşaretimiz böylece Hilâl'dir. Size bu işareti verecek zat, bundan sonra parolamız olan MUİN kelime-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



185



sinin M harfiyle bir söz söyler. Siz de cevabınızda (Ayn) harfiyle bir şey söylersiniz. O tekrar size (i) harfiyle bir şey söyler, siz de (n) harfiyle cevap verirsiniz. Bu suretle iki cemiyet arkadaşı tanışmış olursunuz. Şimdi tekrar gözlerinizi bağlaym! Sizi rehberinize teslim ederek buradan çıkaracağız, dedim; Enver'e teslim ettim. Aziz Kahire üzerinde bu tahlifin çok tesirli olduğunu bizzat gördüğüm gibi bu merasimin benim ve arkadaşlarım üzerinde de ruhi tesiri büyük olmuştu. Maddli, manevi büyük bir işe artık fiilen de başlamış oluyorduk. Kendimiz gibi bir çok genç vatandaşlarımızı da vatanımızın ve milletimizin selâmeti ve hürriyeti u ğ r u n a yeni fedakârlıklara sevkediyorduk. * •*



Aradan çok geçmeden garip bir dikkatsizliğim, beni Aziz Kahire'ye tanıttı. Şöyle ki ona tahliften sonra Hilâl işaretini gösterirken serçe parmağmda kırmızı taşlı küçük bir gümüş yüzüğün beni tanıtacağını hiç aklıma getirmemiştim. Enver vasıtasiyle tahlifin ne tesir yaptığım, kendisini kimin tahlif ettiğini kontrol ettiğimiz zaman; gördüğü heybetten çok heyecan duyduğunu, o manzaranın gözleri önünden gitmediğini fakat tahlifi yapan kimsenin sesinin kendi tanıdıklarından kimseye benzemediğini öğrenerek sevinmiştik. Halbuki bir gün bir yerde otururken Aziz Kahire de yanımıza geldi. Konuşurken gözlerinin benim serçe parmağımdaki yüzüğe takılıp kaldığını ve Aziz'in bir düşünceye daldığını farkettim. Ben de zor bir dur u m a düştüm. Fakat Aziz pek metin bir insandı. Hürriyete de âşıktı. Enver ise mekteptenberi kendisini bu



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 187



suretle tanıdığını söylemişti. Şu halde Enver'in de reyini alarak onun beni tanımasında bir mahzur görmedim. Bir aralık Enver Bey de yanımıza geldi. Beraber ayrıldık ve vaziyeti kendisine anlattım. Aziz Bey hemşehrisi bir zabiti cemiyete almayı Enver'e teklif etmiş imiş. — Şu halde dedim, bu zatı Aziz'in evinde tahlif edelim. Fakat diğer tahlif hey'eti azaları bulunmasın. Sen ve Aziz bulunun. Tahlifi ben yaparım. Şimdi Aziz'e kendimi tanıtayım. Fakat fiilen gördük ki işaret ve parola tehlikeli bir şey olabilir. Tanışması lâzım gelen azaya hususi olarak başka işaretler ve parolalar verilmesini Selânik'e teklif edelim. Enver teklifimi muvafık buldu. Dedim : «Şimdi Aziz'i de yanımıza çağıralım ve lâtife ederek kendimi tanıtayım.» Aziz'i çağırdım. Yanımıza gelince tahlif esnasındaki bir sesle: — Demincektenberi yüzüğüme bakarak neler düşündüğünüzü; söyleyerek merakınızı gideriyorum, dedim. Aziz (*) bundan çok memnun oldu ve : ( * ) Manastır'da ilk tahlif ettiğimiz bu Aziz Kahire'dir ki 31 Mart isyanının tedibinden sonra apaçık bana «Arap birliği» için çalıştığını, Türklerin mahvolacağım, fakat Araplan n birlik yaparak yaşayacağını, bunun için Arapların yakasını bırakmaklığımızı söyledi. Ben de : Türklerin kendi varlıklarım muhafaza edecek kadar kuvvetli bir seciyeye malik olduklarını söyleyerek gittiği yolun tehlikesini, bunun Araplığı büsbütün yutmak isteyen devletlerin propagandası olduğunu uzun uzndıya anlattım. Bu Aziz Bey Trnblusgarp nıuhareeblerinde de Enver'le arası açılmış, Enver'in Harbiye Nazırlığı zamanında Divan'ı Harb-i Örfî ölümüne karar vermişti. Bunu haber almca Enver Paşa'ya



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



187



— Çok teşekkür ederim. Bu ses değiştirmenize hayran oldum. Hele bu sırrı benden saklamadığınıza ise bütün kalbimle teşekkür ederim, dedi. Onun bir arkadaşını kendi evinde tahlif işini görüştük ve sonra da hallettik. Bir aralık Enver Selânik'e gittiği zaman bu işaret ve parola mahzurunu oraya da kabul ettirdiğinden bunlar kaldırıldı. İttihad ve Terakki Cemiyeti Abdülhamid tarafından para ve ikna kuvvetiyle dağıtıldıktan ve Paris'teki gazetelerinin harfleri bile satın alındıktan sonra Ahmet Rıza ve arkadaşları Terakki ve İttihad Cemiyeti adını almışlardı. Paris'ten Selânik'e gelen bu cemiyetin ileri gelenlerinden Doktor Nazım şu teklifte bulunur : (Doktor Nazım 1907 temmuzunda Selânik'e gelmiş, Hoca Mehmet adiyle sarıklı ve cüppeli, altı ay kalmış, İzmir'e gitmiş). «Avrupa bizim ismimizi tanıyor. Sizin isminizi duyunca, Türkler türlü cemiyetler yapıyor diyeceklerdir. Siz de bizimkini kabul edin...» Bu teklif umumi ittifakla kabul edildi. (Hürriyetin ilânından sonra da İttihad ve Terakki namı altındakilerin ayrılığını gidermek için İttihad ve Terakki şekli, yâni eski ilk ismi kabul olundu. Cemiyetin ismine ilk «Hilâl» denilmesi, sonra bunun işaret olarak kabulü, harice karşı da İslâmcılık zihniyetini de göstereceğinden mahzurlu bulunarak kaldırıldığı halde; hürriyetin ilânını müteakip Enver Beyin başına hilâl takması bir çok zabitlere de bu işareti başlarına taktırması şayanı hayrettir. Hayli sonraları da cemiyetin ileri gelenlerinden bir kısmı mason oldukları halde bir taraftan da ittihadı İslâm siyaseti başladı. EnManastır'da kendi evlerinde Hürriyet Cemiyeti için tahlif ettiğimizi ve ilk numarayı aldığım hatırlatarak bu vahim kararı önledim.



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 188



ver Bey, Harbiye Nazırı, sonra da Cihan Harbinde Başkumandan vekili olunca bu siyasetin başma geçti. Cihad ilânına kadar da yürüttü. Bunları aşağı bahislerde göreceğiz.) İLK H A R A R E T L İ F A A L İ Y E T V E B İ R DURAKLAMA s



Enver'in önünde tahlif, tarihî bir hatıra olarak Aziz Kahire'ye inhisar edebildi. Enver'in annesi, babası, hemşiresi beraberinde olduğundan topyekıin onların uzaklaştırılması bir defalık m ü m k ü n olabilmişti. Zindan altında, Manastır'm en kuytu bir cihetinde, tahlif işlerine çok müsait olarak bulduğum kârgir iki katlı bir evde işlere hız vermiştik. Bahçe kapısından girilen bu evde tahlifleri kolay yapmak için; sınıf arkadaşım avcı t a b u r u yüzbaşılarından Tayyar'ı (Kalkandelenli) da almıştım. Ev altında, geniş cibinliğim içinde geceleri birkaç tahlif yapıyorduk. Manastır'daki Avcı Taburu, Süvari Onüçüncü Alay, Topçu Onüçüncü Alay, Obüs Alayı, Piyade taburları vesair k a r a r g â h l a r a adamakıllı el atmıştık. Hatta staj yaptığım Topçu Onüçüncü Alayın —Topçu alayının — t a b u r kumandanlarından Osman Bey bile Enver tarafından kuvvetimizden haberdar edilmiş bulunuyordu. Birdenbire Mıntıka Kumandanı Hâdi Paşa İstanbul'a istenildi. Bu zat martın 30'unda (Rûmi 17) Manastır'dan hareket etti. Saroviç'e kadar Mıntıka Erkân-ı Harbiyesi kendisine refakat ettik. Hâdi P a ş a nın acele İstanbul'a aldırılması bu Osman Beyin ban a talimhanede bir aralık şunu söylemesine sebep oldu:



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



189



— G e n ç l e r ! Siz iş y a p ı y o r s u n u z ; F a k a t H â d i P a şa'yı uçurdunuz! İstanbul herhalde teşebbüslerinizi hab e r almış olacak ki adamcağızı istediler. — Ben — E v i n d e n b i r yere a y r ı l m a y a n Hâdi Paşa'nın varlığiyle y o k l u ğ u a r a s ı n d a n e askeri ve n e d e siyasi bir ehemmiyet yoktur. Herhalde yerine d a h a iyi birisi gelebilir. Teşkilâtımız p e k kuvvetlidir. Sak ı n benimle E n v e r B e y d e n b a ş k a s ı n a h e r h a n g i b i r fik i r d e bulunmayınız. D e r h a l m e r k e z h a b e r alıp faaliy e t e geçebilir... O s m a n Bey y u m u ş a d ı ve b a n a ş u suali s o r d u : — O halde beni tarihi m e ş r u t i y e t i a l m a k bizim için f e n a o l u r ? İlk m e ş r u t i y e t i n duğunu gördüğümüzden bu



misallerle i k n a ediniz ki d a h a m ı iyi o l u r , d a h a m ı bize çok p a h a l ı y a malolsuali soruyorum.



B e n — Bizi i l k ö n c e R u m e l i ' n d e n k o v m a k i ç i n b ü y ü k devletlerin n ü f u z m ı n t ı k a l a r ı n ı nasıl ellerine aldıklarım ve Bulgar, Sırp, R u m l a r ı n kendi ırklarıyla m e s k û n yerlerde hakimiyetlerini k u r m a k ve m ü m k ü n o l d u ğ u k a d a r b u h u d u t l a r ı g e n i ş l e t m e k için de silâhlı k u v v e t l e r i n — ki biz b u n l a r a çete d i y o r u z — f a a l i y e t lerini görüyorsunuz. Rumeli'den çıkarken Anadolu'da barınabileceğimiz b u gidişle şüphelidir. O r d u l a r ı m ı z ı n h a h meydanda. Zaten yalnız ordu kuvvetiyle karşı k o y m a k d a m ü m k ü n değildir. Bir ü m i d i m i z v a r , o d a millet kuvvetini ortaya çıkararak A v r u p a ' y a bu kudretle görünmek. Bu d a a n c a k hürriyetin ilânı ve meşrutiyet idarenin k u r u l m a s i y l e m ü m k ü n olur. U c u z vey a pahalı b u n a mecburuz, aksi halde topyekûn çökeceğiz.



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 190



Osman Beye ait bu hatırayı kaydettiğimin sebebi böyle bir suale başka bir kimse tarafından m u h a t a p olmadığımdan, Hâdi Paşa'nın gidişi zamanına tesadüf edişindendir. Bu hadise üzerine bir müddet duraklamaya Enver'le k a r a r verdik. Haziran 3 (Rûmi Mayıs 20) de Mıntıka Kumandanlık Vekâletine Süvari Feriki Giritli İsmail Paşa geldi. Pek centilmen olan bu zat, Ecnebi konsoloslarıyla sıkı temasta bulunur, onların belediye bahçesinde başladıkları tenis oyununu her akşam seyrederdi. Nihayet Hâdi Paşa 28 temmuzda tekrar geldi.)



TEKRAR HIZ ALDIK: Sınıf arkadaşım Mümtaz Yüzbaşı Nuri Selânik (Conker) taburuyla Manastır'a gelmişti. Bunu da benim delâletimle ve benim evde yemin ettirerek cemiyete aldık. Bana yakın bir yerde tuttuğu evde de a r a sıra tahlifler yaptık. Bunu gizlemek için de a r a sıra toplanır yemek yer ve eğlenceler tertip ederdik. Süvari Onüçüncü Alay Kumandanı Kaymakam Sadık Bey (Hürriyet ve İtilâfın şöhret alan lideri) ve Ordu Erkân-ı Harbiyesi İkinci Şube Müdürü Binbaşı Remzi Bey (Üçüncü Avcı Tabur Kumandanlığmda şöhret alan, paşalıktan emekli olan) benim tarafımdan cemiyete alınmış, Nuri Beyin evinde yemin ettirmiştik. Bu iki zatı dahi ben İstanbul'a ayrılırken Manastır merkezine aldığımızdan nasıl cemiyete aldığımızı ve nasıl tahlif ettiğimizi kaydediyorum : Sadık Beyi ara sıra Kırmızı Kışla'daki makamında, Remzi Beyi de Drahor boyunda Ordu Erkân-ı Harbiyesinde makamında ziyaretle emniyetlerini ve sami-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



191



miyetlerini k a z a n m ı ş t ı m . S a d ı k Bey F r a n s ı z c a f e l s e f e kitaplariyle meşgul olurdu. Kendisine askeri bazı eserler v e r e r e k mesleğiyle u ğ r a ş m a s ı n ı n ileride lâzım olacağını söyledim. Her ziyaretimde içinde b u l u n d u ğ u m u z kötü vaziyetin gittikçe vahimleşteğini de a ç a r d ı m v e h a s b ı h a l l e r y a p a r d ı k . A r t ı k h e r ikisi d e o l g u n b i r vaziyete gelmişlerdi. E n v e r Beye h e r ikisini d e cemiyete a l m a k kararımı bildirdim. Muvafık buldu. Y e m i n m e r a s i m i için Sadık Beyi Enver'in, Remzi Beyi d e benim, N u r i Beyin evine götürmekliğimizi, y e m i n m e r a siminde dahi bulunmaklığımızı kararlaştırdık. S a d ı k Beyi z i y a r e t i m d e h ü k ü m e t i n , milletin v e ord u n u n hallerini hasbihalden ve Makedonyada gayrı T ü r k siyasî faaliyetlerin gittikçe arttığını ve b u u n s u r ların gerilerindeki Balkan devletlerinin ordularının bizden d a h a ileri o l d u ğ u n u ve h e r birinin d a y a n d ı ğ ı b ü y ü k bir devlet de b u l u n d u ğ u n u belirttikten s o n r a s ö z ü m ü şöyle b i r sual ile b i t i r d i m : Ben — P e k i , f a k a t b u işin sonu n e r e y e Bizim h a l i m i z n e olacak?



varacak?



S a d ı k Bey — K â z ı m Bey, b i z i m için hiç b i r s u r e t te kurtuluş imkânını göremiyorum. Dışarının bir düziye d a r b e l e m e s i ve içimizdeki zaaf ve tereddi bizi m a h vedecektir. Bu felâketin ö n ü n e d u r a c a k hiç bir k u v v e t yoktur. Ben — Y a v a r s a ? Siz de o k u v v e t e katılır m ı s ı n ı z ? S a d ı k Bey — Nasıl k u v v e t b u ? Ben — B i r Cemiyet. İstibdadı y ı k m a k ve yerine m e ş r u t i y e t i y a n i milli k u v v e t i k o y m a k için b i r c e m i yet, kuvvetli bir cemiyet, o r d u y u d a içine a l m ı ş bul u n a n bir cemiyet. H e r h a n g i bir felâketi ö n l e m e k için y a k ı n d a icraata geçecek olan bir cemiyet.



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 192 S a d ı k Bey — Böyle m u h t e r e m bir cemiyet v a r s a size itimadım ve s a m i m i y e t i m o l d u ğ u n d a n delâletinizle d e r h a l girerim. B e n — Y e m i n m e r a s i m l e y a p ı l m a k t a d ı r . Ö n c e sizinle b u l u ş u r u z . Sizi b i r i n e t a k d i m e d e r i m , y e m i n yerine yaklaşınca gözlerinizi b a ğ l a m a k usuldendir. Orad a g ö z ü n ü z açılır ve herşeyi g ö r ü r ve öğrenirsiniz. Sonr a yine gözlerinizi b a ğ l a y a r a k çıkarılırsınız. S o n r a d a gözleriniz açılır. S a d ı k Bey — H e r şartı k a b u l



ederim.



*



•*



R e m z i B e y i d e z i y a r e t l e a y n ı s u r e t l e k o n u ş a r a k işi kararlaştırdık. B u n u ben götüreceğimi ve gözlerini b a ğ l a y a c a ğ ı m ı söyledim. Bu d a t e r e d d ü t g ö s t e r m e d e n k a b u l etti. G e c e E n v e r B e y S a d ı k Beyi, b e n R e m z i B e y i t a y i n ettiğimiz y e r l e r d e n a y n ı z a m a n d a a l a r a k yola çıktık, N u r i Beyin evine y a k ı n gözler bağlandı. O r a d a hem e n e v e g i r m e k o r a s ı n ı b u z a t l a r a b e l l i e d e b i l i r d i .Bun u n için u s u l ü m ü z ü z e r e gözleri bağlı s o k a k t a dolambaçlara başladık. Aksi iktikametlerden geldiğimizden E n v e r ' l e S a d ı k Bey v e b e n i m l e R e m z i k a r ş ı l a ş t ı k . Gözlerini a ç ı v e r m e m e l e r i için Remzi Beye : — Yabancı değil bizdendirler, yın, dedim.



gözünüzü



açma-



E n v e r d e S a d ı k B e y i n k u l a ğ ı n a b ö y l e f ı s ı l d a d ı . Biz ise Enver'le başımızı e ğ e r e k ve t e b e s s ü m e d e r e k geçtik. ö n c e E n v e r ' l e S a d ı k Bey a r a l ı k b u l u n a n k a p ı d a n g i r d i l e r . T a m b u s ı r a d a iki a y a k sesi d a h a d u y u l d u . K a r a n l ı k yaz gecesi piyasasını biraz d a h a u z a t m a y a



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



193



m e c b u r kaldım. Bizden b a ş k a kimse bu eve gelmeyeceği için R e m z i Beyin k u l a ğ ı n a d e d i m : — Gelenler yabancı olacaklar, gözünüzü açm. O d a h e m e n mendilini çekti çıkardı. Fakat h e m hayli d o l a ş m ı ş ve h e m de bağlı gözleri h e n ü z açıldığ ı n d a n b u l u n d u ğ u y e r i t a y i n e d e m e d i . İ k i sivil T ü r k y a n ı m ı z d a n geçti. Az s o n r a t e k r a r gözlerini bağlayar a k b i r iki d o l a ş t ı k t a n s o n r a biz de eve daldık. Yem i n m e r a s i m l e r i n i y a p t ı k , y i n e geldiğimiz gibi çıktık ve yerlerine götürdük. (Nerede ve kimler t a r a f ı n d a n y e m i n m e r a s i m i yapıldığını a n c a k yedi a y k a d a r sonr a b e n İ s t a n b u l ' a a y r ı l ı r k e n h e r ikisini m e r k e z e aldığımız z a m a n k e n d i l e r i n e h i k â y e ettim.)



N İ Y A Z İ B E Y İ N E V İ N D E BİR T A H L İ F C e m i y e t e ilk o l a r a k avcı t a b u r u n u n biricik alaylı zabiti olan A b d u l l a h Efendi de alınacaktı. B u n u m ü sademelerde g ö r m ü ş t ü m . Cesur ve ağır başlı bir a d a m dı. B ü t ü n t a b u r a r k a d a ş l a r ı n ı n e m n i y e t i n i d e k a z a n mıştı. F a k a t alaylı o l d u ğ u n d a n e n sona bıraktığımız gibi ihtiyat tedbir o l m a k üzere de kendine rehberlik eden Niyazi Beyin evinde yemin merasimi y a p m a y ı u y g u n b u l d u k . Tahlif hey'eti o l a r a k Niyazi, S ü l e y m a n (ikisi d e a v c ı t a b u r u b ö l ü k k u m a n d a n ı ) v e b e n b u l u n duk. Sesimi değiştirerek b e n o k u d u m . İşler bittikten sonra Niyazi d e d i : Bizim evde a r t ı k b a ş k a k i m s e y e y e m i n y a p t ı r a m a yız. B a ş ı m a a z k a l d ı b i r b e l â geliyordu. İşin i ç i n d e n güç k u r t u l d u m . Bilmem y a belki d a h a t a m da y a k a m ı k u r t a r m ı ş değilim. F . : 13



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 194



194



— Hayrola! dedik.



— Be yahu! O sizden aldığım (benim evden) bu kırmızı onıuKierı belime sarmıştım. Siyah peçeleri de cepıerıme tiKiştırmışum. tuzun namını ı y t m ae evlenmıŞLi) da bu gece uzak bir Komşuya götürecektim. Ben önceden merdiveni inerken baKtım bizimki arkamdan bir şey çeKereK bana; «¿¡u sallanan Kırmızı da ne oıu>orv» tüye sormasın mı? Meğer o n u n u n o m çözülmüş, ceketimin altından sarKmış. üızım ilanım ua bunu yakalamış merakla hem çeKiyor, nem soruyor. Bir yaıan uyauruncaya kadar yuiKundum, auraum. Niyazi'nin kendine mahsus bir şive ile anlatmasına gütmemek mumKun degıiuı. 1-akat hadise peK gülünecek bir şey olmaktan ziyade duşunuleceK bir şeydi. S o r d u m : — Peki, n e y a l a n



uydurdun!



— Belim a ğ r ı y o r d u . Kışlada elime b u b a y r a k l ı bezler geçti, sıkıca s a r m ı ş t ı m . Nasılsa ç ö z ü l m ü ş ! d e d i m . A m a bizim h a n ı m b u n a i n a n d ı d a mı f a z l a bir şey sorm a d ı , b i l m e m . B i r a z d a n e v e d ö n ü n c e iş belli o l a c a k . Alın b u örtüleri ve a r t ı k bizde b u işleri y a p m a y a l ı m ! — Niyazi! d e d i m . Bir k ı r m ı z ı s e n d e kalsın. Ç ü n k ü s o r a r s a gösteriverirsin. F a k a t o r t a d a n y o k o l m u ş gör ü r s e şüphesi artabilir. Sen d u a et ki ü s t ü n ü başını, ceplerini yoklamaya kalkmasın. Siyah maskeleri görseydi n e yalan kıvıracaktın? — Vallahi h â l â d ü ş ü n ü y o r u m . İkişer göz yeri olan siyah maskeye ne u y d u r u r d u m , bilmem. Dedim: — Takibe giderken



muhbirlerimizi



tanımasınlar



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



195



diye köyleri ararken yüzlerine takarız, diye dın!



atıtferir-



— V a l l a h i ş u e r k â n - ı h a r p l i k b a ş k a şey. K ı r k yıl d ü ş ü n s e m bu incelik a k l ı m a gelmezdi. TAHLİFLERE HIZ V E R M İ Ş T İ K . E M M İ Y E T T E İDİK Artık Ohri'den Resne'den ve etraftan halktan da tahlillere başlamıştık. Kökilı'deki kardeşim yüzbaşı H u l u s i B e y i M a n a s t ı r ' a n a k l e t t i r d i k . B u s u r e t l e i k i biz, b i r d e y ü z b a ş ı '1 a y y a r K a l k a n d e l e n b e n i m e v d e işe koyulduk. Fakat ı ay y a r ı n h e n ü z çocuk olan yeğeni biraz g ü ç l ü k veriyordu. Y e m i n geceleri b u n u bir tar a t a s a v ı y o r d u k . B u n u n için c e m i y e t e a l m a y a k a r a r verdiğimiz M ü m t a z Yüzbaşı Samı Yanya'yı, 'layyar'm yerine eve a r k a d a ş aldım. Y u k a r d a üç o d a d a ayrı ayr ı i d i k . Bi r m ü d d e t S a m i ' y i s a v a r a k y e m i n m e r a s i m i n i y a p t ı k . B i r k a ç gece s o n r a S a m i Beyi y e m i n ettirdim. Nerede ve kimin t a r a f ı n d a n yemin ettirildiğini anlayamadı. A n c a k kendisini de tahlif hey'etine aldığımız z a m a n vaziyeti görerek h a y r e t l e r içinde kaldı. İnsan gözleri bağlı o l a r a k a y n ı s o k a k t a birkaç d ö n ü ş ve m u h telif i s t i k a m e t l e r e y ü r ü y ü ş l e b u l u n d u ğ u yeri şaşırıyor. CEMİYETİN



TENSİKİ



M a n a s t ı r ' d a pek çoğalmıştık. 3 - 5 kişilik g r u p l a r halinde teşkilât yaptık. Her g r u b u n bir başı bulunuy o r ve b u n l a r b e n i m l e t e m a s t a o l u y o r l a r d ı . Bir de fed a i g r u b u y a p t ı k . E n v e r ' l e b e n f e d a i g r u b u n u n esasını teşkil ediyorduk. K a r d e ş i m Yüzbaşı Hulüsi, a v c ı d a n Yüzbaşı Niyazi, S ü l e y m a n , Tayyar, M ü l â z ı m Tevfik, İbrahim, t o p ç u d a n Ziya en güvendiğimiz a r k a d a ş l a r d ı . (Âtıf h e n ü z c e m i y e t e a l ı n m a m ı ş t ı ) . F a k a t m e r k e z t e ş -



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 196



kilâtımız hâlâ olduğu vaziyette kalmıştı. Yeni gelen nizamnamemiz veçhile ayrı bir tahlif hey'eti, bir maliye hey'eti, bir de hâkimler hey'eti bulunacaktı. Bu teşkilât Enver'in hoşuna gitmiyordu. Onun fikrince bu merkez teşkilâtı işlerin hükümetçe haber alınmasına sebep oluyordu. Ben ise gündüz topçu alayındaki staj vazifemden, geceleri de evimde yemin işlerinden yoruluyordum. Maliye işleri de üzerimde olduğundan cemiyete girenlerin aylık gelirlerinin yüzde ikisini rehberleri vasıtasiyle topluyor, biriken p a r a l a n aitın yaptırarak boynumda asılı bir beyaz kesede taşıyordum. İsimleri ve numaraları birer aşırı harflerle ayrı ayrı kitaplara yazıyorduk. Bu kitapların biri Enver'de biri de bende idi. İkimiz bir araya gelmeyince numaralar belli olmuyordu. Enver'in Selânik'te Istıtlaat komisyonunda aza olmasından sık sık oraya gitmesi, bu hususta beni zor duruma koyuyordu. Bazan bir arkadaş numarasını unutur sorardı. Enver Manastır'da bulunmadığı zaman işi savsaklamak lâzım geliyor; bu da tuhaf oluyordu. Bunun için riyaziye düsturları halinde bir eser gibi ve numaraları bir deftere yazdım. Bunu Enver'le benden başkasının anlamasma imkân yoktu. Bundan sonra rahat ettim. Eğer ben Manastır'dan ayrılırsam bu defteri Enver'e bırakırdım. Üçüncü merkez arkadaşımız Kolonyalı Hüseyin Bey ayda bir altın çeyreği aidatını verir, bir şeye karışmazdı. Enver Bey de bunu böyle istiyordu. U M U M MÜFETTİŞ HÜSEYİN HİLMİ PAŞA GELDİ V E ENVER'LE BENİ ÇAĞIRTTI



Hilmi Paşa Türk ve ecnebi kalabalık maiyetiyle yazları Manastır'a gelirdi. Bu yıl da 16 Haziran (3 Rûmi) de Pazar günü yağmurlu bir havada Manastır'a



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



197



geldiler. Silindir şapkalı Avrupalı müşavirleri, bizim için S u l t a n H a m i d a l e y h i n e o r d u y u ve h a l k ı n e f r e t ett i r m e k v e y a k ı n t e h l i k e y i g ö s t e r m e k i ç i n iyi b i r v e s i l e oldu. Bunların ve İtalyan üniformalı j a n d a r m a erkânının m a ğ r u r bakışları herkesin kalbine bir h a n ç e r gibi saplanıyordu. A l i N a d i r P a ş a (*) v e b i r k a y m a k a m d a n m ü r e k k e p bir e r k â n - ı h a r b i y e hey'eti d e M a n a s t ı r ve Pirlep e ' d e d o l a ş m a k t a idiler. B u n l a r d a b u g ü n M a n a s t ı r ' a d ö n d ü l e r ve ertesi g ü n İ s t a n b u l ' a gittiler. İ s t a n b u l ' d a n g e l e n hey'etlerin b i r m a k s a t l a geldikleri k a n a a t i y l e onları göz a l t ı n d a b u l u n d u r u y o r d u k . Hilmi P a ş a geldiğinin ikinci g ü n ü E n v e r Beyle ben i çağırttı. H ü k ü m e t k o n a ğ ı n d a k i (bir t a r a f ı d a o r d u e r k â n - ı h a r b i y e s i idi.) m a k a m ı n a g i t t i k . Bize s a m i m i d a v r a n d ı ve şunları söyledi: — E n v e r Beyi t a n ı r ı m . Seni de y a k m d a n g ö r m e k istedim. Her ikinizin m ü s a d e m e l e r d e k i muvaffakiyetlerinizden m e m n u n u m . Yalnız siyasî vaziyetimiz n a ziktir. Çok şiddet göstermek ve hele m ü s a d e m e l e r d e s i l â h s ı z h a l k t a n d a ö l e n l e r i n b u l u n m a s ı bizi ç o k z o r v a z i y e t e d ü ş ü r ü y o r . S i z l e r v a z i y e t i k a v r a r s ı n ı z . Diğ e r silâh arkadaşlarınızı d a irşad etmelisiniz. Bunu s i z d e n d a h a ç o k i s t e r i m d i y e b a n a h i t a p etti. B e n d e b u vaziyeti elimizden geldiği k a d a r yaptığımızı — h i ç de yalan o l m a m a k üzere — cevaben söyledim. Şunları da anlattım : — Müsademeler k ö y l e r d e o l u n c a h e r iki t a r a f k u r ş u n u y l a b a z a n s i l â h s ı z k i m s e l e r d e v u r u l d u ğ u gib i e s a s e n h e r k ö y ü n d e s i l â h l ı k o m i t e s i d e işe k a r ı ş ( • ) Mütarekede İzmir'i Yunanlılara mukavemetsiz teslim eden.



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 198 m a k t a , sıkıya gelince k a d ı n l a r v e ç o c u k l a r bile silâhları s a k l a d ı ğ ı n d a n silâhı elinde v u r u l a n m d a silâhı bul u n m a m a k t a d ı r . Bu h a l b e n i m d a h i b a ş ı m a geldi. M a h k e m e y e d a h i çağırıldım. Bu h a l b ü t ü n zabitlerin şevk ve gayretini kırmaktadır. Ben bir erkân-ı h a r b i m ve hen ü z kıt a stajımı yapıyorum. A r a s ı r a takiplere ve tahkiklere gönaerilıyorum. B u n u n tehlikesini memlek e t a ş k ı n a hiç g ö r u y o r u m . F a k a t üstelik mes'uliyete ç a r p ı l m a k öuşuncesı pek acı geliyor. Bu işlere n e zam a n son verilebilecektir. Çetelere silâh ve p a r a c a y a r dımı y a p a n büyük devletlerin konsolosları ve g ü y a asayişi k o n t r o l a m e m u r olan hey'etleridir. S o n r a suçl u biz k a l ı y o r u z . Hilmi Paşa gözlerini yere dikti. Enver de dirseğiyle k o l u m u d ü r t e r e k p e k ileri g i t m e m e k l i ğ i m i i ş a r e t verdi. Biraz s o n r a Hilmi Paşa b a n a şu vazileyi v e r d i : — Bugünlerde R u m çetelerinin faaliyeti malûm. H e r t a r a i t a B u l g a r k ö y l e r i n i y a k ı y o r l a r . Bir* ç o k d a B u l g a r ö l d ü r ü y o r l a r . Civar m ü i r e z e l e r i n y a r d ı m a koşm a m a l a r ı b u n u bizim de hoş g ö r d ü ğ ü m ü z manasını ç ı k a r t ı y o r . İşte M a n a s t ı r ' ı n b u r n u n u n dibindeki Sırpça köyü yakıldığı z a m a n Gobeş'deki müfrezemiz bu köye k a d a r geldiği halde çeteyi takip etmemiş. B u n u n sebebini müfettişlik Erkân-ı H a r b i İsmail H a k k ı Beyle birlikte gidip t a h k i k edeceksiniz.. Bize çok i l t i f a t l a r d a b u l u n a n Hilmi P a ş a ' d a n rıldıktan sonra Enver'e dedim:



ay-



— B u işlere son v e r e c e k o l a n işimizi b a ş a r m a y a b a k a l ı m . Bu a d a m l a r d a n bize h a y ı r yok. Ç e t e l e r i n k u r ş u n u y l a ölen veya m a h k e m e l e r i m i z c e mes'ui edilen g e n ç zabitlerimize acımıyorlar d a m a s a başı düşünceleriyle bizi a v u t u y o r l a r . Ben y a r ı n t a h k i k a t a gider-



.



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



199



ken hıncımı İsmail Hakkı Beyden alacağım. Manastır her harekete hazırdır. Bakalım Selanik ve daha başka yerler ne haldedir. t n v e r — bukunetli ol Kâzım. Herşey yoluna girer elbet, ismail Hakkı Beyle görüş, fakat sakın çıkışma! Dönüşte üç kişi beraber esaslıca konuşuruz. İSMAİL HAKKI (*) BEYLE BAŞBAŞA 19 Haziran (6 Rûmi) Çarşamba günü güzel bir havada atlı olarak İsmail Hakkı Beyle Gobeş yolunu tuttuk. Çok deialar geçtiğim ve gezdiğim bu yolun doyulmaz manzarası vardır : Perister dağının şahane kuruluşu. Manastır'dan ayrıldıktan sonra İsmail Hakkı Beye dedim: — Biz hazırız. Bakın tahkikatma gittiğimiz sınıf arkadaşım Selânikli Mehmet Ali de cemiyettendir. Merkez teşkilâtı tamamlanmıştır. Etrafa da kol salmıştır. Bu vaziyet uzun müddet süremez. Bu yakıp öldürmeler, arkasından zabitlerimiz aleyhine tahkikat, mes'uliyet, müsademelerde ölüm, yaralanma tehlikeleri hep müstebit idarenin kötülükleri olduğuna herkes kani olduğundan bu halin devamı cemi^timizin prestijini sarsar ve mensuplarının da maneviyatını kırar. Bundan başka Sultan Hamid bu işi haber alarak insiyatifi eline alabilir. İsmail Hakkı Bey — Çok doğru ama, biz sizin kadar kuvvetli değiliz.



söylüyorsunuz



Ben — Bu ne demek? Selânik Manastır'dpn önce işe başladığı halde neden kuvvetsizdir. Sonra Üsküp'te, Köprülü'de, Kökili'de ben bile altı ay önce sizinle ( *)



General Cafer Tayyar E&ilmez'ln ağabeyisi.



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 200 d e g ö r ü ş e r e k t a h l i f l e r y a p m ı ş v e ilk h a z ı r l ı k l a r ı y a p m ı ş t ı m . E d i r n e ' y e bile kol a t m ı ş t ı k . A n a d o l u ' y a izinli g i d e n a r k a d a ş l a r ı m ı z ı d a size g ö n d e r i y o r d u k . Nerel e r d e n e k a d a r k u v v e t i m i z v a r , s ö y l e y i n . Biz i l k h a r e k e t e geçer ve çığ gibi y ü r ü d ü k ç e b ü y ü k kuvvetleniriz ve n i h a y e t de istibdat yuvasını ezeriz. i s m a i l H a k k ı Bey — S a k ı n h a ! D a h a n e İstanbul'd a ve E d i r n e ' d e v e h a t t a n e de Ü s k ü p ' t e b i r m e r k e z teşkil e t m i ş değiliz. S e l a n i k d a h i h e n ü z p e k zaiftir. Siz b u r a d a çok hızlı gitmişsiniz. Ben — Benim k a n a a t i m ş u d u r : Sultan Hamid hastalanınca bazı siyaset adamları hazırlıklı bulunalım d i y e r e k işe b a ş l a d ı l a r . B a k t ı l a r k i p a d i ş a h ı n ö l e c e ğ i y o k , işi g e v ş e t i v e r d i l e r . B u v a z i y e t e b a k a r a k i d d i a e d e bilirim ki bizi i d a r e e d e n l e r i n a r a s ı n d a insiyatif sahibi, a t e ş a l t ı n d a n g e ç m i ş e r k â n - ı h a r p z a b i t l e r i v e h a t t a böyle zabitler dahi yoktur. B u r a d a tahkikata, takib a t a m u t l a k a e r k â n - ı h a r p z a b i t g ö n d e r i l d i ğ i h a l d e işi n e d e n b u n l a r ı n ele a l m a d ı ğ ı n a h a y r e t e d i y o r u m . Dön ü ş t e E n v e r ' l e d e b i r ûrscfi- g ö r ü ş e l i m . B ö y l e g i d e r s e Manastır'm yalnız başına bırakılacağından korkarım. S o n r a size ş u n u d a s o r m a k isterim. Ü s k ü p b u k a d a r z a m a n i h m a l e d i l m e l i m i idi? S u l t a n H a m i d ' i n d a y a n dığı şimali A r n a v u t l a r ı t u t a c a k , o n l a r ı iyilikle v e y a zorla i c a b ı n d a y o l a getirecek orasıdır. K a r d e ş i n i z Caf e r T a y y a r d a o r a d a d ı r . Sınıf a r k a d a ş ı m E r k â n - ı H a r p Y ü z b a ş ı E m i n B e y e ( G e n e r a l m ü t e k a i d i ) ise a l t ı a y evvel açtığımı, Köprülü'de Kökili'de de y e m i n ettirer e k hazırladıklarımı size d a h a o z a m a n bildirmiştim. B e n i m f i k r i m ş u : E ğ e r S e l â n i k ş u v e y a b u m ü t a l â a ile işi d u r d u r d u y s a bizim d u r a c a k h a l i m i z y o k t u r . Yak ı n d a k e n d i k e n d i n e b u iş b i r p a t l a k v e r e b i l e c e k istidadı almıştır.



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



201



ismail Hakkı Bey — Ne söyleseniz hakkınız var. Fakat Manastır'daki kuvveti gördükten sonra dönüşte Enver Beyle de görüşerek Selanik'te icabedenleri sıkıştırırız. ** *



Akşam Gobeş'e vardık. Lâtif ormanlar arasmdaki bu Ulah köyünde iki gece kaldık. Müfreze kumandanı Mehmet Ali'nin geçenki hadisede bir kusuru olmadığını tahkik ettik. Sırçpa köyünün yandığını görünce müfrezesiyle oraya gitmiş. Fakat geldiği zaman Rum çetesinin daha önce çekilmiş olduğunu görünce icabeden yardımlarda bulunduktan sonra yerine dönmüş. İsmail Hakkı Beye dedim : — Arslan gibi, hürriyet âşıkı bir zabit ve onun gibi askerler. Vazifelerini de lâzımı gibi yapmışlar. Bunlar değil mes'ul edilmesi hatta haklarında tahkikat bile ne kadar güçlerine gider. Geçende Manastır'da ben tahlif ettim. Gözümün içine bakıyor ve hiç şüphe etmiyorum ki «Bu belâyı daha ne z a m a n a kadar çekeceğiz?» diye kalp yolundan bana soruyor. Manastır'daki kıt'alar değil; böyle dağ başındaki müfreze zabitleri de cemiyete girmişler ve her gün bir hareket emri bekliyorlar. Selanik'teki arkadaşlar bu vaziyeti iyi kavramalıdırlar. İsmail Hakkı Bey — Allah razı olsun sizden. söylerseniz haklısınız.



Ne



** •



21 Haziran sabahı Gobeş'ten Tımova - Magarova'ya geldik. Tahkikatı tamamlayarak Manastır'a döndük. Bugün Filorina'nm 20 kilometre cenubu garbinde Ostima'da bir Rum çetesiyle bir müfrezemiz müsademe



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 202



yapmış. Biri Yunan topçu mülâzımıevvel elbiseli olman üzere Kumlardan üç ölü, askerimizden de IKI şehit var. ÜÇÜNCÜ AVCI TABURUNA GEÇİYORUM (*) Benim topçu alayındaki stajım bitti. 22 Haziran (9 Rûmi) de avcı taburunda staja başlamak içm orduya istida'mı verdim. Bu vaziyet mevkiimizi çok kuvvetleııaırecektı. Uçuncu Ordu bizim ana kuvvetimizi teşkil ediyordu. Mıntıka mülettışi sılatıyle esasen bunun üzerinde resmî nüfuzumuz vardı. Hemen bütün zabitleri ae cemiyete alınmış olduğundan ve bir kısmı da zaten sınıf arkadaşım olduğundan manevi nüluzum da çoktu. Fakat şimdi oraya bir bölük kumandanı sıfatiyle gireceğimden gece gündüz ve resmî ve hususi bir arada tek vücut olacaktık. Bu d ü ş ü n c e bende o k a d a r b ü y ü k bir tesir yaptı ki i s t i d ' a m ı verir v e r m e z e l d e n e m r i m i a l a r a k d o ğ r u ca Beyaz Kışla'daki Topçu O n ü ç ü n c ü Alay arkadaşl a r ı m a , k u m a n d a n l a r ı n a v e d a ' l a ilişiği k e s t i m . H e m e n de Kırmızı Kışla'daki Ü ç ü n c ü Avcı T a b u u r ' n a gelerek •işe b a ş l a d ı m . B ü t ü n zabitler çok sevindiler. Bir b ö l ü ğ ü n değil b ü t ü n t a b u r u n k u m a n d a n ı ve muallimliği senin olsun k a r a r ı n ı verdiler. Tabur k u m a n d a n ı b u l u n a n Galip Beyin askerî k u d r e t i de p e k m a h d u d o l d u ğ u n d a n stajımı bir bölük k u m a n d a n ı değil bir t a b u r k u m a n d a n ı olarak y a p m a k fırsatını bulmuş oldum. Bunu, a k ş a m Enver ve İsmail H a k k ı Beylere de müjdeledim. Onlar d a çok sevindiler. ( * ) Bu kahraman tabur, hürriyet hareketlerimiz için bi:'im güvendiğimiz bu askerlerin hürriyetin ilânından sonra büyük gafletler içinde istibdada nasıl âlet olduğunu ve 31 M a ı t hâdisesini çıkardığını göreceğiz.



. İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



203



E N V E R , İSMAİL H A K K I BEYLERLE M Ü N A K A Ş A VE KARARLARIMIZ



22 Haziran akşamı bizim evde üç arkadaş önce memleketin siyasî vaziyetini sonra da cemiyetin vaziyetini inceleyerek, ne zaman ne yapabileceğimizi münakaşa ettik. Enver'le İsmail Hakkı Beyler Sultan Hamıd'ın ölümünden önce hürriyetin alınmasına imkân görmediklerini izah ettiler. Ne yapıp yapıp bu adamı ortadan kaldırmaktan başka bir çare olmadığını ileri sürdüler. Lzun müddet teşkilâtın gizli kalamayacağı ııkrıni onlar da kabul ettiler. Şu halde Usküp ve Vaıdar boyu teşkilâtiyle ismail Hakkı Bey bizzat meşgul olacağına söz verdi. Ben şu mütalâada b u l u n d u m : — Meşrutiyfet idareyi kurmak ve emniyetle yürütmek için onun baş düşmanı olan ve bu düşmanlığını milleti aldatarak, hürriyetseverleri boğarak cihana göstermiş olan Sultan Hamid'in ortadan kalkması fikrini ben de kabul ediyorum. Fakat işe bu adamı ortadan kaldırdıktan sonra başlamak fikrini kabul edemiyorum. Şimdiye kadar Avrupalıların da yardımını gören Ermeniler bile kaç teşebbüs yaptılar. Muvaffak olamadıklarından ezildiler. Bulgarlarm ve Rumların da birşey yapamadıklarını ortadaki vaziyet gösteriyor. Bütün kesafetini İstanbul'da toplayan eski İttihad ve Terakki cemiyetinin de bu yanlış düşüncesi mahv ve perişan olmasına sebep olmuştu. Benim ötedenberi fikrim Rusçuk Yâranı'nın yaptığı gibi İstanbul'a bir Alemdur ordusu göndermek ve bu suretle Sultan Hamid'i devirerek işi kökünden halletmektir. Biz böyle bir ordunun esasını Manastır'da toplar, burada ve mühim merkezlerimizde hürriyeti ilân ederek harekete geçirebiliriz. Tabii mahdud bir m a n a gösterecek olan Manastır Yâ-



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 205 ranı, A l e m d a r o r d u s u gibi n a m l a r vermeyiz. H a r e k e t cemiyetimiz n a m ı n a b a ş l a r ve o r d u n u n adı d a «Hürriyet O r d u s u » olur. Ohri, R e s n e ve M a n a s t ı r vesaireden birçok gönüllüleri de beraberine alarak bu ordu sırf a s k e r i d e ğ i l b i r h a l k o r d u s u m a n z a r a s ı n ı g ö s t e r i r . B e n i m ilk g ü n d e n b e r i E d i r n e ' y e ve Ü s k ü p ' e e h e m m i yet verelim diye İsrarım ve h a t t a oraya kendi insiyatif i m l e k o l a t m a y a ç a l ı ş m a k l ı ğ ı m b u d ü ş ü n c e m d e n ileri g e l m i ş t i r . F a k a t y a z ı k ki b u işin b a ş ı n d a b u l u n a n lar S u l t a n H a m i d ' i n ö l ü m ü n e , — h e m de eceliyle ölüm ü n e — bel b a ğ l a m ı ş l a r d ı r . Bence böyle b i r d ü ş ü n c e bir p l â n değildir. Plânsızlık S u l t a n Hamid'e, h ü r r i y e t sevenlere karşı kanlı bir zafer d a h a kazandıracaktır. Enver — Kâzım'dan b u fikri, d a h a Hürriyet cemiy e t i n d e n h a b e r i o l m a d a n önce de dinledim. O n u n fikrince göller m ı n t ı k a s ı n d a (Ohri ve P r e s p e gölleri) bir h ü r r i y e t o r d u s u n ü v e s i t o p l a m a k ve M a n a s t ı r - Selânik - İstanbul y o l u n u t u t t u r m a k ve bu kuvvetle Sult a n Hamid'i ve taraftarlarını devirmek m ü m k ü n d ü r . Ve b a ş k a ç a r e y o k t u r . Ben b u plânı göller m ı n t ı k a s ı n d a n b e r a b e r g e ç e r k e n d i n l e d i m ve a k l ı m a b i r d e n b i r e k e n d i s i n e «Sir», d i y e h i t a b e t m e k g e l d i . H a t t a b i r a z d a çekiştik. Kâzım'ın plânını a r a sıra dinlerim. Çok parlaktır ve çok d a çekicidir. F a k a t ne dereceye k a d a r tatbik imkânı vardır, ben kestiremiyorum. İsmail Hakkı Bey m ü t a l â a s ı n ı söylesin. Ben — Eğer b u g ü n k ü d u r u m u m u z a göre münakaşa edeceklerse imkânsız olduğunu ben d a h a önce söylerim. Ben, böyle b i r p l â n ı esas o l a r a k k a b u l ederek cemiyetimizin teşkilâtını kurmak, vakit geçirmed e n h a r e k e t e g e ç m e y i teklif e t t i m ve e d i y o r u m da. Halb u k i cemiyetin «Hürriyet» adı bile «Terakki v e Ittihad» şekline d ö n d ü r ü l e r e k «Hürriyet Ordusu» n u n adı bile



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



205



ö n l e n i r gibi oldu. R u s ç u k ' t a n ç ı k a n b i r o r d u İ s t a n b u l ' a k a d a r geliyor d a bizim Selanik'te toplayacağımız bir hürriyet ordumuz n e d e n gidemesin? Bugün millette ve orduda istibdada ve hele Sultan Hamid'e karşı o k a d a r b ü y ü k bir n e f r e t d u y g u s u v a r d ı r ki böyle bir h a r e k e t i n m u v a f f a k o l a m a m a s ı için bir sebep y o k t u r . A v r u p a l ı l a r a g e l i n c e o n l a r ı n b u işi m e m n u n l u k l a s e y r e d e c e k l e r i n e ş ü p h e e t m i y o r u m . Ç ü n k ü millî bir h a r e keti, h ü r r i y e t s e v e r ileri milletler de hoş göreceklerdir. A r a l a r ı n d a k i r e k a b e t ise g a y r ı T ü r k l e r i n y ı l l a r d a n b e r i s ü r ü p giden kanlı ihtilâlleri karşısında d a h i hiç birini k e n d i başına h a r e k e t t e serbest b ı r a k m a m a k t a d ı r . Yalnız yine tekrar ederim Üsküp'te teşkilâtımız olmalıd ı r . Y a n ı m ı z ı k o r u m a k i ç i n E d i r n e ' d e t e ş k i l â t ı m ı z olm a l ı d ı r . Y o l u m u z u a ç ı k t u t m a k için, İ s t a n b u l ' d a teşk i l â t ı m ı z olmalıdır. K a r ş ı k o y a c a k o r d u y u ve d o n a n m a y ı irşad etmek, k u v v e t t e n d ü ş ü r m e k , bazı terörlerle m ü s t e b i d l e r i s i n d i r m e k ve a y n ı z a m a n d a h a l k ı k a z a n m a k için. Beş a l t ı a y i ç i n d e n e l e r y a p a m a z d ı k ? Fak a t b u r n u m u z u n u c u n d a b u l u n a n Ü s k ü p ' e bile d a h a e l u z a t m a m ı ş ı z ! O, Ü s k ü p ' e k i b u n d a n t a m b e ş a y ö n ce Selâııik'te bizzat b u İsmail H a k k ı Beye e h e m m i yetini söyleyerek g i t m i ş v e e l i m d e n g e l e n g a y r e t i göstermiştim. Üsküp, K ö p r ü l ü , Kökili'deki kıt'al arımızın h ü r r i y e t âşıkı zabitleri b u i h m â l e n e m a n a veriyorlar a c a b a ? B u n u n için İ s m a i l H a k k ı Bey mütalâasını-, plân ı n esasına ve b u n a göre teşkilâtın h a z ı r l a n m a s ı lüzum u n a göre söylemelidirler. Eğer p l â n ı n esası ç ü r ü k b u l u n u r s a v e y a S e l â n i k ' t e bizi i d a r e e d e n l e r b ö y l e b u l m u ş l a r s a ilk ö n c e b i r p l â n ç i z m e l e r i n i , o n d a n s o n r a teşkilâtı onun icaplarına göre yapmalarını tavsiye e d e r i m . B u g ü n k ü d u r u m u m u z gelişi güzel bir gidiştir. S u l t a n H a m i d h a s t a l a n ı n c a ölecek, a m a n ç a b u k teşkilâtımız b u l u n s u n d e m i ş l e r . Herif iyileşince işleri gev-



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 206 ş e t m i ş l e r . A m a b i z b u r a d a işi b ö y l e d ü ş ü n m e d i k v e teşkilâtımız bir düziye genişlettik. Nitekim Ohri ve Resne mıntıkaları da yakında kuvvetli birer merkezimiz olacaktır. İşler böyle gidemez. M a n a s t ı r m ı n t ı k a sı k o r k a r ı m y a l n ı z b a ş ı n a b i r p a t l a k v e r i r . V e b u p l â n sız h a r e k e t n a s ı l b i r s o n a v a r ı r k e s t i r i l e m e z . İsmail H a k k ı Bey — K â z ı m ' ı n d ü ş ü n c e l e r i n i ve teşkilât y a p m a k t a k i kudret ve basiretini yakından d a görmekle kendisine karşı g ü v e n i m sonsuz olmuştur. Evet Ü s k ü p , Edirne, İzmir ve h a t t a A n a d o l u içerilerin e k a d a r t e ş k i l â t ı m ı z ı n k ö k l e ş m e s i için nasıl ç ı r p ı n d ı ğ ı n a v e d a h a ilk g ü n l e r d e M a n a s t ı r ' d a n k ı y m e t l i a r k a d a ş l a r gönderdiğine ben de şahidim. Bunları icabed e n z a t l a r a d a a n l a t t ı m , işi g e v ş e t m e k h u s u s u n d a K â zım'ın i t h a m l a r ı n a h a k v e r m e m e k m ü m k ü n değildir. Üsküp'te kardeşim Cafer Tayyar da bulunduğu halde h â l â t e ş k i l â t y a p m a m a k l ı ğ ı m ı z ı n k u s u r u b a n a d a teveccüh edebilir. V a a d ediyorum, b u n u artık y p ^ n z . Plân h u s u s u n d a ben de Enver de Selânik'te arkadaşlarla tekrar görüşmeliyiz. Evet Hamıd'i öldüremcyec e k s e k b a ş k a bir şey de y a p a m a y ı z mı? Enver — Şu Manastır teşkilâtını cemiyetimiz Kâzım'a borçludur. B u n u h e r z a m a n söyleyeceğim. Fik i r l e r i n i d e ilk g ü n d e n çok t a k d i r ettim. H a t t a N a poleon d a olsa bu k a d a r d ü ş ü n ü r . H e m fikirce kuvvetli h e m d e a t e ş a l t ı n d a c ü r ' e t l i bir i n s a n o l a r a k t a k d i r e d e r e k k e n d i s i n e «Sir» d e d i m . O, a l a y e d i y o r u m s a n a r a k b a n a kızdı. F a k a t b u işe bir son v e r m e k üzere Selânik'te İsmail H a k k ı Beyle birlikte teşebbüslerde bulunacağımızdan artık m ü s t e r i h olsunlar. Ben — Teveccühleriniz çok kıymetlidir. Benim endişem, a r a d a n b u k a d a r yıllar geçtikten sonra, cahil



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



207



bir hükümdarın erkân-ı harplerin elinde teşkilâtlandırılan hürriyetseverler cemiyetine ikinci bir darbe d a h a vurarak milletimizi büsbütün sindirmesin! Eğer Selanik işi bundan böyle de yavaş alırsa Manastır Merkezi Umumilik vazifesini üzerine almalıdır. İsmail Hakkı Bey bu sefer bizim içimizde çalışır ve Selânik'le yine irtibat yapar. Ben bu kadar da ileri varılma tehdidiyle Selânik'in faaliyete geçirilmesine çalışılması fikrindeyim. Biraz daha hasbihalden sonra üç erkân-ı harp, üç hürriyetsever arkadaş aşağı yukarı fikir birliğiyle, sevgi ve saygı ile münakaşalarımıza son verdik.



BÜYÜK TEHLİKE — ŞEMSİ P A Ş A GELİYOR



Heyecanlı münakaşalarımızın ertesi günü resmi bir h a b e r : Şemsi Paşa acele Metroviçe'den atlı olarak İlbasan'a gitmiş. Birkaç gün sonra Manastır'a gelecekmiş. Geleceği gün ihtiyaten benim Filorina'ya gitmekliğimi kararlaştırdık. Bugünlerde Bulgarlar Rum köylerini, Rumlar da Bulgar köylerini yakmakta idiler. Filorina mıntıkasında bir Rum çetesiyle müsademe oldu. Rumladan onbir ölü, askerlerimizden iki şehitle bir yaralı var. Hem bunun tahkik ve hem de hükümet ve mektep binalarının açılış merasiminde bulunmak üzere 28 Haziran Cuma günü trenle Filorina'ya gittim. Şemsi Paşa da bugün Manastır'a geldi. Ertesi gün ü trenle Selânik'e geçti. Müşirle dargın olduğundan görüşmemek için Selanik'ten bir istasyon önce inip Üsküp trenine binmiş. İlbasan'a çok sür'atle gittiğinden rahatsızlanmış, bunun için Manastır üzerinden



İKİNCİİTTİHADVE TERAKKİ CEMİYETİ 208 t r e n l e d ö n m ü ş , d e d i l e r . Biz b u s e y a h a t i n d a h a ç o k bir ş ü p h e üzerine h e m Şemsi P a ş a y a bu havaliyi tan ı t m a k ve h e m de Sultan H a m i d aleyhinde b u l u n a c a k l a r a bir göz d a ğ ı v e r m e k için o l d u ğ u k a n a a t i n d e idik. Bu a d a m p a d i ş a h ı n g ü v e n d i ğ i m ü h i m bir k u v v e t ti. C a h i l b i r A r n a v u t . Maiyetinde bir sürü haydut. S u l t a n Hamid'in, as kes dediğini, c a n a v a r l a r gibi şuursuzca yok edecek bir kuvvet. Ali N a d i r P a ş a h e y ' e t i n d e n s o n r a , Ş e m s i P a ş a n ı n gelişi b e n i m , «işimizi S u l t a n H a m i d h a b e r a l ı r v e iş g ü n ü n b i r i n d e M a n a s t ı r ' d a b a ş ı m ı z a kalır.» dediğimin haklı olduğunu Manastır'a dönüşümde Enver Bey d e İ s m a i l H a k k ı Bey d e h a k verdiler. (Bir a y s o n r a Hadi P a ş a vazifesi başına dönünce İstanbul'un neler h a b e r aldığını ve Şemsi Paşayı seyahate çıkard ı ğ ı n ı g ö r e c e ğ i z . A y n ı z a m a n d a b i r yıl s o n r a M a n a s tır'da Şemsi Paşayı öldürmesi m u k a d d e r olan Hürriyet k a h r a m a n ı Âtıf'ı, cemiyete nasıl aldığımı d a göreceğiz.) Bu şemsi Paşa, cemiyetin bir n u m a r a l ı d ü ş m a n ı idi. E ğ e r b u g e l i ş i n d e c e m i y e t i m i z e k a r ş ı u f a c ı k b i r h a r e k e t i g ö r ü l s e y d i M a n a s t ı r m ı n t ı k a s ı n d a y o k edilmesi için t e r t i b a t almıştık.



ÜSKÜPTE TEŞKİLÂT



BAŞLAYACAK



MÜJDESİ İ s m a i l H a k k ı Bey bize ş u m ü j d e y i v e r d i : Ü s k ü p ' t e n Vali M a h m u t Şevket Paşa, M e k t u p c u Beyi (Sonraları birçok valiliklerde bulundu) Müfettişi U m u m i likte b a z ı işleri t a k i p için g ö n d e r m i ş . Çok e m i n o l d u ğ u m bir adamdır. B u n u n vasıtasiyle Üsküp'te bir m e r -



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



kez açabiliriz. Yakında Selânik'e gidecektir. icabeden talimatı alıp Üsküp'e gidecektir. (*)



209



Orada



( • ) Mazhar ve Cafer Tayyar Beylerden aldığım notlar : Mazhar Bey, haziranda Manastır'dan geliyor. Birkaç gün sonra Selânik'e gidiyor. Talât Beyle arkadaşlığı olduğundan Ismaü Hakkı Bey kendisine onu tavsiye etmiş. Onunla görüşüyor, tahlif olunuyor. Üsküp'e teşkilât yapabileceğini vaad ediyor. Merkezi umuminin İstanbul'da bulunması fikrinde bulunuyor. Talat Bey Üsküp'te en emin arkadaşı kim ise Selânik'e göndermesini söylüyor. Jandarma Kumandanı Galip Beyi (Paşa) almayı teklif ediyor. Üsküp'e gider gitmez Galip Beyin bir vazife Ue Selânik'e gitmesini temin ediyor. Fakat Galip Bey Selânik'te anlaşamadığından tahlif olunmadan Üsküp'e dönüyor. Tekrar Mazhar Beyle hayli münakaşadan sonra kabul ediyor, ona yemin veriyor. Üçüncü olarak Necip Draga'yı alıyorlar. Adliyeden Süreyya Bey de Selanik'ten tahlif olunarak Üsküp'te vazifesine geliyor. Yine bu aralık Üsküp'le Manastır'ın Helyosta teşkilâtı için Pirlepe'de Enver Beyle bulunan Car fer Tayyar Beyi (General Eğilmez) de Enver cemiyete almış bulunuyor. Müfettişi Umumi Hilmi Paşa Üsküp'ten Selânik'e ayrılırken —Ağustos nihayetlerinde belki de eylül içinde— İsmail Hakkı Bey diyor ki «Artık beş kişi oldunuz. Artık bugün Üsküp merkezini kurmaÂsınız.» İlk ictima.ı bugün Necip Draga'mn evinde Mazhar, Galip, Cafer Tayhar, Necip Draga, Süreyya Beyler toplanıyorlar. «Terakki ve İttihad» cemiyetinin Üsküp merkezini kuruyorlar. Artık faaliyete koyuluyorlar. Altıncı olarak Topçu Yüzbaşı Recep Bey (Kalkandelen - Cihan Harbinde ileri harekette topçu kumandanımdı) Cafer Tayyar Beyin evinde tahlif olunuyor. Yedinci olarak da dâva vekili Necip Bey Üsküp (Merhum) sonra da Recep Bey vasıtasiyle sınıf arkadaşım Erkân-ı Harp Yüzbaşı Emin Bey (Dokuz ay kadar önce Üsküp'e seyahat yaptığım zaman kendisine açtığım, hususi yemin ettirdiğim) cemiyete alınıyorlar. Sonraları Emin ve Cafer Tayyar Beyler birlikte bir ev tutarak F . : 14



210



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ B U L G A R L A R L A B Ü Y Ü K BİR Ç A R P I Ş M A B Ü Y Ü K TEHLİKELER VE T E R F İ İ M



Bulgaristan'dan yeni bir takım asker çeteler geldiği ve Tikveş'le Pirlepe arasındaki dağlarda mühim Bulgar çete reislerinin müzakereler yapmak üzere toplanacakları haberi üzerine bunları orada bastırarak yok ötmek vazifesi Enver'le bana verildi. Daha Rum çetelerini takipten yeni gelmiştim. Bu mühim takibe Enver Beyle birlikte Üçüncü Avcı Taburu ve biraz da süvari alarak 10/11 Temmuz (Rûmi 27/28 Haziran) gecesi Manastır'dan Pirlepe'ye yola çıktık. Pirlepe, Köprülü, Tikveş'ten çıkarılan müfrezelerle t a r a m a y a başlayarak 16 Temmuz sabahı Pirlepe'nin 20 kilometre kadar şimal doğusundaki Rakle köyünün hemen şimalindeki tepelerde bu Bulgar çeteleri g r u b u n u yakaladık. Burada ve daha sonraki günlerde muhtelif-yerlerdeki müsademelerde cem'an doksan dört Bulgar komitecisi öldürüldü. En meşhur çete başları bu arada yok edildiğinden Meşrutiyetin ilânına kadar artık Bulgar komitelerinin faaliyeti görülmedi. Pirlepe Şimâliyle Brod - Kırşova arasında arazide faaliyetde bulunan Sırp çetelerini de günlerce aradık. Bunlarla karşılaşma olmadı. 27 Temmuz akşamı Manastır'a döndük. Onsekiz gün süren ve birkaç günü Bulgar çeteleriyle çarpışma ile geçen ve birkaç tehlike de gecirburada tahliflere devam ediyorlar. Müddeiumumi Âsim Bey, Emin Bey Kalkandelenli ve bazı Üsküp eşrafı, Adliye ve Maliye müfettişleri sırasiyle tahlif olunuyorlar. Üsküp binden başlayarak numara veriyor. Merkeze vergi müdürü İslâm Beyi de alarak nizamname mucibince altı kişi oluyorlar.



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



211



diğimiz bu takip hareketimiz her t a r a f t a pek parlak akisler yapmıştı. Şimdiye kadar bu k a d a r muvaffakiyetli bir hareket görülmemiş olduğundan herkes bizi tebrik ediyordu. Rumlar pek memnundu, Bulgarların ise ağızlarını bıçak açmıyordu. Bu benim çetelerle yedinci müsadememdi. Birkaç zabitle benim terfiim inha olundu. Hatıra olarak birer de Manliher filintası aldık. Canlı olarak bir de çoban köpeği yavrusu aldım. (Kolağalığa 17 Ağustosta terfi olundum. (*) Usulen erkânıharp yüzbaşıları iki yıl sonra kolağası olurlardı. Ben bu suretle altı ay kadar önce ateş altında terfi etmiş oldum. Hatıra filintayı Terakki ve Ittihad cemiyetinin ilk çetesinin bir numaralı silâhı olarak Ohri'ye götürdüğüm aşağıda' gelecektir.)



İSTANBUL, M A N A S T I R D A GİZLİ BİR CEMİYETİ HABER ALMIŞ



28 (Rûmi 15) Temmuzda Hâdi Paşa eski vazifesi başına, Manastır'a geldi. Süvari Feriki İsmail Paşa da Selânik'b fırkası başına gitti. Hâdi Paşa Arnavut eşrafından birinin genç bir kıziyle evlendi. Hâdi Paşanın Yemen'e kumandanlıkla gönderilmek karariyle Manastır'dan alındığını öğrenmiştik. Böyle âni olarak geri gelmesi ve yaşiyle uygun olmayan bir Arnavut kıziyle acele evlenmesi çok garibimize gitmişti. Kendisi Bağdatlı Arap olduğundan Sultan Hamid'in siyasetine yani işine elverişli olabilirdi. Biz bu teşhi( • ) Hayatımın garip cllvesidir. Rütbelerimin çoğunu; Paşalığımı (General) ve ordu kumandanlığında ferikliğimi ateş altında ve vaktinden önce kazandım. Vaktinden çok önce de askerlikten tekaüden ayrıldım : 44 yaışmda!



212



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



si koyduğumuzdan bu sefer dikkitamizi d a h a çok sarfetmeye başladık. Az sonra Hadi Paşa güvendiği Erkânıharbiye Reisi Binbaşı Hasan Beye şu mühim malumatı verdi: «istanbul, Manastır'da geceleri zabitlerin gizlice tahlif edildiklerini haber almış. Gözler bağlanıyormuş. Tahlif olunanlar Arnavut zabitleri imiş. Avusturya Konsolosu tercümanın evinde tahlif olunuyormuş. Hatta avcı taburu yüzbaşılarından Niyazi Beyin dahi gözleri bağlı olarak gittiği görülmüş. Hâdi Paşayı İstanbul'a bunun için istemişler. Aylarca tahkikat yapılmış. Şemsi Paşanın ve diğer bazı kimselerin Arnavutluk'ta ve Manastır'da dolaşmalarının sebebi bu gizli cemiyet hakkında malûmat almak maksadiyle imiş. İpucu bulamamışlar. Bunu ancak Mıntıka Erkânıharbiyesi ortaya çıkarabilirmiş!..» Cemiyete tahlife girmemiş bulunmakla beraber kendisine vaktiyle teklif olunduğundan faaliyetimizi bilen ve hatta Selanik'ten gelen evrakı biz takipte iken muhafaza ederek dönüşümüzde bize teslim eden ve karşılıklı sevgi ve güvenimiz çok büyük olan Hasan Tosun Bey, işi Enver'le bana tevdi etti. YaniSuItan Hamid korktuğu bir işi tam ehillerinin eline vermiş bulundu. Bir Arnavut kıziyle evlenmesini de belki Sultan Hamid tavsiye etmişti. Çünkü kayın biraderi sık sık mıntıka erkân-ı harbiyesine gelir, aramızda otururdu. Oldukça tahsil görmüş olan bu genç fotoğrafa çok meraklıydı. Güzel bir makine almış fakat d a h a onu açmasını bile bilmediğinden kendisine bildiklerimi ve makinesini kullanmasını öğrettim. İyi arkadaş olduk!. Enver'le bu yeni vaziyeti ne suretle halledeceğimizi düşünürken 31 Temmuz (18 Temmuz Rûmi ta-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



213



rihli) (*) Ohri Kumandanı Kaymakam Rıza Beyden bir rapor geldi. Hülâsası şu : «Arnavut komiteleri Bulgar çeteleriyle birleşerek Türk köylerine zulüm yapmaya başlamışlardır.»



JURNALİ KİM VERMİŞ OLABİLİR? İstanbul'a jurnali veren kimse; ya Niyazi benim evde tahlife gelirken görmüş, f a k a t iyi takip edememiş; veyahut Niyazi'nin evinde bir kerre yaptığımız tahlifi yanlış bir şekilde haber almış; veyahut Niyazi'ye bir düşmanlık olarak yapmıştır. Bunu Niyazi Beye de bildirdik o da bu ihtimalleri kabul etti. Arnavut zabitlerinin tahlifine dair bir şey de ortada yoktu. Kalkandelenli Tayyar, sınıf arkadaşımdı. Benimle birlikte oturuyordu. Ara sıra tahlif hey'etine de alıyorduk. Çok emindik. Bunların iki taraflı hareketine imkân yoktu. Ordudaki zaptüraptan daha fazlasını cemiyet teşkilâtında tatbik etmiştik. Şu halde bu jurnali veren, Şemsi Paşayı İlbasan ve Manastır'a keder göndermeye sebep olan ve Hâdi Paşayı yerinden oynatan herhalde kendisine Sultan Hamid'in kıymet vereceği bir şahsiyet veya bir makam olmalı idi. Bunu İtalyanların yaptığı kanaatine vardık. İtalyan veya Osmanlı üniformalı İtalyan zabitlerinin Sultan Hamid'e sadakatle çalıştıklarına bir misâl oluyordu. İşe Avusturya Konsoloshanesi kâtibinin de karıştırı-1 ması, İtalya ve Avusturya'nın Arnavutluk'un paylaşılmasmdaki rekabetten ileri gelmiş olacak. Avustur( * ) Bu zamanlarda Rûmi tarih kullanıldığından o zamanın vesikaları veya yazılmış hatıralariyle karşılaştırıldığı zaman güçlük çekilmemek için ara sıra kerre içine hu tarihi de kaydediyorum. Kaydetmediklerim efrencî tarihtir.



214



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



ya - Macaristan şimali Arnavutluk'u, İtalyanlar d a Manastır'da beraber olduğu halde cenubi Arnavutluk'u benimsiyorlardı. Bunların hudutlarmda ve bazı kabile veya şahsiyetlerin elde edilmesinde menfaatleri çatışıyordu. Bulgarların vaziyetine gelince, Yununlıları İngilizler tuttuğundan İtalyanlar Bulgarları çok tutuyorlardı. Ohri mevki kumandanının raporu doğru idi. İtalyanlar Arnavutlarla Bulgarların dost geçinmelerine ve hatta birlikte hareketlerine çalışıyorlardı.



BU VAZİYET KARŞISINDA KARARIMIZ 1. — İstanbul'un vehmini doğru göstermek ve bu suretle kendi cemiyetimizi perdelemek. 2. — Teşkilâtımıza hız vermek. - 4*



3. — Hareket plânımızı kat'ileştirmek ve Selânik'i vaziyetten naberlendirerek işe hız vermelerini istemek. Bunlardan birincisini inandırıcı bir şekilde yapmak için Manastır, Resne ve Ohri mıntıkalarında tahkikat yapmak lüzumunu Hâdi Paşaya bildirdik. Enver Manastır'da, ben de Resne ve Ohri'de tahkikata memur edildik. Bu suretle ben müsait müfreze zabitlerimizden cemiyete henüz girmemiş olanlarını da alabileceğim. Yâni ikinci madde de aynı z a m a n d a olabilecek. İstanbul'u sabırsızlandırmamak için de Hâdi Paşaya şunu yazdırdık: «Arnavutların bazı gizli tahlifleri haber alınmış ise de şiddetli takip dolayisiyle devam edememektedirler. Bu hususta ziyadesiyle müte-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



215



yakkız bulunuyoruz. Ohri'den alman haberde Arnavut ve Bulgar komitelerinin m ü ş t e r e k h a r e k e t e başladıkları ve T ü r k köylerine z u l ü m yaptıkları bildiriliyor. Y e r i n d e t a h k i k a t a b a ş l a n m ı ş ve esaslı tedbirler alınmış olduğu.» Ü ç ü n c ü m a d d e ü z e r i n d e E n v e r l e ç o k d u r d u k . İstanbul bir gün de hakiki vaziyeti haber alabilir de c e m i y e t i c r a a t a g e ç m e d e n ö n c e şiddetli t e d b i r l e r alm a y a kalkışırsa ne yapacağız? Şiddetli tedbirin ne olabileceğini Şemsi Paşanın s e y a h a t i bize b i r a z olsun gösterdi. Bu a d a m b e r a b e r i n d e A r n a v u t kıt'alariyle gelebilir, b a ş k a y e r l e r d e n N i z a m i y e v e y a Redif t a b u r l a r ı d a gönderilebilirdi. İ s t a n b u l ' d a n Selânik'e d o n a n m a d a gelebilir. En hafifi işin b a ş ı n d a b u l u n a n l a r ı u z a k yerlere naklettirebilirler. Bu h a l l e r i d ü ş ü n m e k ; b i z i m h e r z a m a n için m e ş rutiyeti açıkça istemeyi ve Manastır mıntıkasında hürriyeti ilân ederek İstanbul üzerine bir h a r e k e t haz ı r l a m a k l ü z u m u n u bir defa d a h a gösteriyordu. Ben b u h u s u s t a k i f i k r i m d e İ s r a r e t t i m . B u n a h a z ı r l ı k olm a k için R e s n e v e O h r i Redif t a b u r k u m a n d a n l ı k l a r ı n a o r a c a h a l k ı n sevgi ve güvenini kazanmış, y a n i oranın hemşehrisi olan ve cemiyetimize girmiş bulun a n k i m s e l e r i t a y i n e t t i r m e k (*) o r a l a r d a b i r e r m e r kez k u r m a k . Civar m ü f r e z e l e r i n zabitlerinden cemiyete h e n ü z girmeyenleri b u s e y a h a t i m d e y e m i n ettirm e k ve Manastır'a getirip merasimle yemin ettirerek ( * ) Resne'ye benimle beraber müsademeden terfi eden Kolağası Niyazi, Ohri'ye Selanik'te tahlif olunan Eyüb Sabri Beyler getiirldi. Meşrutiyetin ilânmda bu tayinlerin isabeti görüldü.



218



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



o n l a r a tesir y a p m a k . Bir d e b i r h ü r r i y e t m a r ş ı hazırl a m a k hususlarını Enver'e söyledim.



Enver Bey — Hepsini kabul. Fakat bu marş ne olacak ve kim yapacak? dedi. Ben — Marşın ne olacağını Bulgarların «Makedonya bizimdir!» diye bağırarak halka ve bizzat bunu haykıran komitecilere ne kadar tesir yaptığını ve kuvvet verdiğini görüyoruz. Fransızların Marseyyez (Marseilleise) i ihtilâlcilere ve hatta bugünkü Fransızlarla yaptığı tesiri işitmiyor muyuz? Böyle bir marş hürriyet isteyenlere kuvvet vereceği kadar Sultan Hamid'e ve taraftarlarına manevî tesir yaparak onlan korkutur ve sindirir. «Ben bir Türküm» marşı insana nasıl heyacan veriyor. Böyle bir şey yazmak hiç de zor olmaz sanırım. Böyle bir şey yazacak birini elbet buluruz. Enver bey vaziyetin gittikçe nazikleştiğini kabul e d e r e k Selânik'in sıkıştırılmasını k e n d i üzerine aldı.



HÜRRİYET MARŞI



Göller mıntıkasında bazı Bulgar ve Rum çetelerinin faaliyeti haber alındığından oralarda araştırma vazifesi bana verildi. 31 Temmuz (18 Rûmi) sabahı atla — h e r zaman olduğu gibi— Manastır'dan yola çıktım. Pelister dağının pek sevdiğim görünüşü, a r a sıra zabit arkadaşlarımla kiraz yemeye gittiğim Brosnik bahçeleri ve dağların yeşil yamaçları, nihayet Gevad boynunun Manastır ve Resneye bakan geniş ve lâtif manzarası, cemiyetimizin yakmda muvaffakiyetle hürriyeti ilân edeceği ümidi bugün benim şairlik damarlarımı kabarttı. Kuleli, Harbiye ve hatta erkân-ı h a r p sınıflarında edebiyat derslerimiz vardı.



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



217



Ben de edebiyata olduğu kadar musikiye de meraklı olarak bazı şiirler yazmıştım. (*) Hürriyet marşı olar a k şöyle bir şey karaladım : Biz hep bütün Osmanlılar Artık hürriyet isteriz. Yeter kanlı yaşlarımız Mutlak hürriyet isteriz.







Vermezseniz almak kolay Biz birleştik alay alay. Dağıtmalı menhusları, Toplamalı meb'usları.



*



Belli değil alan, satan Tehlikede güzel vatan. Bütün millet bir olmalı İstibdattan kurtulmalı.



*



Artık hürriyet isteriz. Mutlak hürriyet isteriz. Vermezseniz almak kolay Biz birleştik alay alay



* İlk o l a r a k R e s n e ' d e k ı ş l a i n ş a s ı n a m e m u r avcı t a b u r u y ü z b a ş ı l a r ı n d a n M a n a s t ı r ' d a c e m i y e t e aldığım ı z Ziver Beye o k u d u m . Çok beğendi. «Yarın sokak( * ) Biri çocuklar İçin «Hareket Oyunları» diğeri de «Duygula nm» adlı manzum iki eserim vardır.



218



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



l a r d a ç o c u k l a r ı n bile a ğ z ı n a verebiliriz,» dedi. Bir suretini yazdırdım ve m a h r e m tutmasını, bu veya d a h a iyisini a n c a k hürriyet mücadelesine başladığımız zam a n h a y k ı r ı r ı z d e d i m . B u g ü n için; « R e s n e v e O h r i ' d e h a l k t a n merkezleri faaliyete geçirmek, etrafındaki m ü f r e z e zabitlerinden henüz cemiyete girmeyenleri c e m i y e t e almak, g ü n ü n birinci vazifesidir,» dedim. E r t e s i g ü n için î l b a s a n ' a gidecek t a b u r d a n t a n ı d ı k l a r a y e m i n e t t i r m e k v e y o l b o y u n c a k ö y l e r i a r a m a k işini hazırlattım. E r t e s i g ü n a r a ş t ı r m a ile u ğ r a ş t ı k . Z i v e r B e y l e b i r likte Bukova adındaki T ü r k köyüne geldiğimiz z a m a n köylüye sordum: — K ö y ü n ü z e bir T ü r k çetesi gelirse n e y a p a r s ı | Köylüler birbirlerinin yüzüne baka kaldılar. Korktuklarını ve ne diyeceklerini şaşırdıklarını anlac^m. D e d i m : nız?



— N e k o r k u y o r s u n u z ? Türklerden b a ş k a bir milletin çetesi kendi ı r k d a ş l a r m m k ö y ü n e gidince besleniyor, y e r buluyor, itibar buluyor. Yıllardan beri ask e r l e uğraşıyoruz. Bunları temizleyemiyoruz. Belki biz de böyle çeteler çıkarırız da b u işlere bir son verir i z . O z a m a n siz d e b u n l a r a k a t ı l ı r s ı n ı z . H e p b e r a b e r işlerimizi düzeltiriz. Köylüler canlandılar, beraber olursanız o z a m a n biz de yardım ederiz dediler. Köylülerde, şehirlilerde yıllardan beri d e v a m eden emniyetsizlik ve asayişsizliğin sona ermesini c a n d a n istiyorlardı. B u n l a r a "Hürr i y e t i ilân edelim o r t a l ı k düzelir» gibi k ı s a b i r söz k â f i idi. B u n u h e r y e r d e g ö r ü y o r d u k . Ş u h a l d e k e n d i l e rini silâh altına ç a ğ ı r m a k ve istediğimizi y a p t ı r m a k -



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



219



t a bir zorluk yoktu. Resııe'den ve Ohri'deıı Manastır'da tahlif ettiğimiz zatlar bu günlerde faaliyete başlayacaklardı. Bu göller mıntıkası istediğimiz bir hareketin başlangıç mıntıkası olacaktı. Ziver Beyle bunları hasbıhal ederek Resne'ye döndük. M Ü L Â Z I M Â T I F ' I N CEMİYETE GİRİŞİ (*)



Prespe gölü etrafında Rum çetelerini takip vesilesiyle etraftaki müfrezeleri de toplamıştım. Bu arada Malvişte'den de Âtıf gelmişti. 4 Ağustos Pazar günü Prespe gölü kıyısını takip ederek göl şimalindeki Podmaçan'a gelirken Âtıfla hasbihale başladım. Zaten geçen yıl hakkındaki şikâyeti tahkik için, müfrezesiyle bulunduğu Malviş'te köyüne gittiğim zaman tanımıştım. Vaziyeti izahtan sonra Avrupalıların devletimizi parçalamaya hazırlandıklarını, bu belâdan kurtulmak için hürriyetin ilâniyle meşrutiyet idareyi kurararak Avrupalılara, kendileri gibi bizim de millî mevcudiyetimiz bulunduğunu göstermekten başka çaremiz kalmadığını anlattım. Âtıf içinde bulunduğu vaziyetin tehlikesini herkes gibi görüyordu. Bunun için kısaca s o r d u : — Hürriyeti kim ilân edecek? Cevap verdim: — Biz ilân edeceğiz. Kuvvetli bir cemiyet her tar a f t a hazırlanmalıdır. Her vatanseven fedakârlar bu cemiyete girmektedir. Âtıf — O halde rica ederim, beni de bu cemiyete almız. Ben de h e r fedakârlığa hazırım. C * ) Şemsi Paçayı vurarak birinci derecede bir vazife gören kahraman.



220



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



Ben — C e m i y e t i n a y r ı c a f e d a i şubesi d e v a r . İcabında ölümü gözüne alarak tek b a ş m a dahi hürriyetin ilânına m a n i olacaklar h e r kim olurlarsa olsunlar onları öldürmek vazifesini alacaklardır. Âtıf — Beni b u f e d a i ş u b e s i n e yazınız. T e k bir hemşirem var. O n u n istikbali temin olunsun, b e n her fedakârlığı yaparım. Ben — T e ş e k k ü r ederim Âtıf. S e n d e n de b u cevabı bekliyordum. İnşallah en şerefli bir vazife hissene d ü ş e r . B e n b i r k a ç g ü n k a l d ı k t a n s o n r a M a n a s t ı r ' a döneceğim. S e n d e gel ve b e n i gör. Tahlif m e r a s i m i n i yaparız. Y a l n ı z b a n a ş i m d i ş u y e m i n i t e k r a r e t : «Şeref v e a n m u s u m ü z e r i n e y e m i n e d e r i m k i T e r a k k i v e İttihad Cemiyetine ve o n u n fedai şubesine girmeyi kab u l ettim. B u n u bir sır o l a r a k izinsiz k i m s e y e söylem e y e c e ğ i m . V a l l a h i , Billâhi.» Âtıf sözlerimi a y n e n t e k r a r e d e r e k b a n a k a r ş ı yeminini verdi. Âtıf'ın coşan duygularını y ü z ü n d e n , sözlerinden ve ümitle parlayan gözlerinden görüyordum. (Manastır'da birleştiğimiz z a m a n Enver'e de bu fedai zabiti takdim ettim ve tahlifinde Enver'in de b u l u n m a s ı n ı rica ettim. K e n d i m yemini o k u d u m . Kendisine çok g ü v e n d i ğ i m Âtıf o n b i r a y s o n r a s u l t a n Hamid'in en güvendiği Şemsi Paşayı ortadan kaldırarak hürriyet davamızda en b ü y ü k bir vazife gördü). OSMANLI U H U V V E T ÇETESİ V E İLK Ç E T E M İ Z



7 Ağustos (25 Temmuz) yatsı vakti Manastır'a geldim. Ertesi günü öğleden sonra mıntıkaya gittim. Daha raporumu vermeden ve Hürriyet marşımı Enver'e okumaya fırsat bulmadan Erkân-ı Harbiye Re-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ isimiz H a s a n Tosun Bey hiddet ve telâşla söze ladı :



221 baş-



— Hoş geldin. F a k a t h e m e n y a r ı n Ohri'ye gideceksin! H e r m a k a m telâş içinde. İstanbul, U m u m M ü fettişlik, Vilâyet s o r u ş t u r u p d u r u y o r , s e f a r e t l e r Babıâliyi sıkıştırıyorlar. Ohri'de «Osmanlı U h u v v e t Çetesi» adile b i r c i n a y e t işlenmiş. Bir B u l g a r d a s k a l ı (Muallimi) Ohri kasabası kenarında öldürülmüş. Göğsüne bir y a f t a yapıştırılmış. Üzerinde şu yazı v a r : « O s m a n l ı l a r a r a s ı n d a f e s a t ç ı k a r a n l a r a i b r e t olsun. Hepsi b u akibeti görecektir.» Yazının altına d a b ü y ü c e k bir m ü h ü r basılmış. O d a şöyle: «Osmanlı U h u v v e t Ç e t e s i » . A r n a v u t l a r gizli t e ş k i l â t y a p ı y o r l a r , A r n a v u t ve Bulgar çeteleri birleştiler Türk köylerine z u l ü m yapıyorlar d e r k e n işin b ü s b ü t ü n b a ş k a bir m a hiyette olduğu anlaşılıyor. Git de pirincin taşını ayıkla!.. — Bu, bizim için d e p e k z a r a r l ı b i r c i n a y e t t i r . Herhalde yapanları ortaya çıkarmalıyız, dedim. Ohri k a y m a k a m l ı ğ ı v e m e v k i k u m a n d a n l ı ğ ı n d a n g e l e n raporları okudum. S a b a h yola çıkmak üzere hazırlığ a başladım. Benim hürriyet marşımdaki «Biz h e p b ü t ü n O s m a n l ı l a r » l a «Osmanlı U h u v v e t Çetesi» a r a sında m ü n a s e b e t b u l u r l a r endişesiyle m a r ş ı kimseye açmadım. F a k a t Resne ve Ohri merkezlerinin faaliyete geçmesinin, Ohri'de de bir çetemiz bulunmasının, herhangi bir arkadaşımızı gizlemek veyahut âni olarak herhangi bir kararımızı tatbik mevkiine k o y d u r m a k için, l ü z u m v e e h e m m i y e t i n i E n v e r Beye anlattım k a b u l etti. Bu s e y a h a t i m d e b u işleri y a p m a k v a z i f e sini b e n aldım ve R a k l a m ü s a d e m e s i n d e h a t ı r a ola-



222



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



r a k a l d ı ğ ı m f i l i n t a m ı d a ç e t e m i z i n ilk s i l â h ı olarak h e d i y e a y ı r d ı m . S e l a n i k m e r k e z i n i n de işe hız v e r m e sini ve d ü ş ü n c e l e r i n i bize bildirmesini de d ü ş ü n d ü k . B u işi d e E n v e r ü z e r i n e a l d ı .



9 Ağustos Cuma sabahı Manastır'dan atla seyahate çıktım. Kıymetli bir hatıram olan Manliher filintasını da sırtımda büyük bir zevkle taşıdım. Bol da cephanesini beraberime aldım. Akşam Resne'de kalarak buradaki merkezi faaliyete geçirttim. Manastır'da tahlif ettiğimiz Avcı Yüzbaşı Ziver, Belediye Reisi Cemâl, Komiser Tahir ilk işe başlayanlardır. Ohri'de geçen hâdiseden Resne'de henüz kimsenin haberi yok. Ertesi g ü n ü Ohri'ye geldim. Eyüb Sabri Beyin hemşiresinin evine misafir oldum. Gece M a n a s t ı r ' d a y e m i n e t t i r d i ğ i m i z Reji m e m u r u Nufel, e ş r a f t a n Nim e t ve L ü t f ü Beyler de geldiler. L ü t f ü ' y ü y e m i n l e cem i y e t e aldım. Bu üç kişi O h r i m e r k e z i n i teşkil ettiler Lütfü bir s u ç u n d a n dolayı h ü k ü m e t t e n gizlenmiş bul u n u y o r d u . B u n a filintamı hediye ettim. Lütfü, Pesoçanlı E m i n ve P a ş o üç kişilik gizli cemiyetimizin M a n a s t ı r m e r k e z i n e tabi çetesi o l a r a k vazife aldılar. (Dah a s o n r a l a r ı Belediye Reisi S i n a n , B a n k a c ı Halil, m e murlardan Hamdi, Posta m e m u r u Haydar Ağazade Selim efendiler Ohri merkezini i d a r e ettiler). B u r a d a icabedenlerden «Osmanlı U h u v v e t Çetesi» h â d i s e s i h a k k ı n d a m a l û m a t s o r d u m . H â d i s e ş a y i olmuş f a k a t kimlerin yaptığı kestirilemiyordu. ö l d ü rülen Bulgar daskalının komiteci bir a d a m t a n ı n m a sı; o n u n B u l g a r l a r t a r a f ı n d a n ö l d ü r ü l m ü ş o l m a s ı i h timalini zayıflatıyordu. R u m l a r ise Ohri'de birşey yap a c a k h a l d e değillerdi. Ertesi g ü n ü M ü m t a z Yüzbaşı



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



223



Kahireli Aziz Bey aleyhine bazı şikâyetleri tahkik için Ustruga'nın şimalinde Veleşte köyüne kadar gittim. Burası Arnavut köyüdür. Bir beyin evinde misafir kaldım. Daha ertesi gün Vehican Bulgar köyünde tahkikat yaptım. Bir h a f t a kadar önce Aziz Bey burada bir çete reisiyle birkaç avenesini müsademe neticesinde yok etmişti. Buradan Ohri'ye döndüm. Buradan d a doğruca — Resne'de kalmadan — 14 Ağustos (1 Rûmi) Manastır'a geldim. Mıntıkaya nasıl bir rapor vermekliğim lâzım geldiğini Ohri ile Resne gölleri arasında Petrine karakolunda İstanbul'un Çamlıcalarınm manzarasını andıran o lâtif yerde kahvaltımı yaparken kararlaştırmıştım. Hâdisenin esası şu idi: Ohri civarındaki çeteleri idare eden Ohri daskalı imiş, Arnavutlarla uzlaşarak faaliyetini arttırmış. Bizim Manastır cemiyetinin ilk numarasını verdiğimiz ve ilk merasimle tahlif ettiğimiz Kahireli Aziz Bey Vehican'da bir Bulgar çetesini imha edince bunların merkezini teşkil ettiğini öğrendiği Ohri daskalasmı d a öldürtmüş ve üzerine «Osmanlı Uhuvvet Çetesi» diye uydurduğu bir mühürle malûm yazıyı yazıp bıraktırmış. Aklı sıra bu tehdit komitecileri sindirecekmiş!.. Kendisine işin aldığı vahim istikâmeti ve vakitsiz cemiyetimiz hakkında şüpheler uyandıracağını, esasen cemiyete mensup bir kimsenin kendi kafasından herhangi bir teşebbüste bulunamayacağını anlattığım zaman onun da ayakları suya erdi. Raporumu, bir intikam kasdiyle yapılmış bir cinayet olduğunu, fakat işe siyasi bir mahiyet vermek ve ecnebileri de tahrik için yapılmış olduğunu beyan suretiyle tertip ettim. Tabu Hasan Tosun ve Enver



224



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



Beylere h a k i k a t i söyledim. Bu suretle cemiyetimizin ikinci bir ş a h s ı n ı n d a h i b u c i n a y e t t e n h a b e r i olmadığı hakikatini onlara anlattım. (Hâdi P a ş a r a p o r u m u a y n e n u m u m i müfettişliğe gönderdi. Raporlar İstanbul'u tatmin etmemiş! Hüsey i n H i l m i P a ş a O h r i ' y e sivil b i r h e y ' e t göndermeye ve b u n a E n v e r Beyi de k a t m a y a k a r a r verdi. Tabiî benim tahkik r a p o r u m d a n fazla bir malûmat alamadılar.)



SELÂNİK'İN KARARI BİR T E R Ö R Y A P M A K



17 AğytŞtos (4 Rûmi) Enver Bey memuriyetten geldi. Çok mühim bir mes'eleyi görüşmek üzere bizim evde buluştuk. Enver Bey, Merkezi Umuminin şu kararını söyledi: «İstanbul'da bir tedhiş yapmaya karar vermişler.» Sebebi, İstanbul'un bir müddettenberi cemiyetimiz hakkında malûmat alması ve buralarda bazı tahkikat yaptırmakta olması imiş. Sultan Hamid'i sindirmek lazımmış. Enver şunları da ilâve etti > — A r a p İzzet'i ö l d ü r m e k için k a r a r verdiler. Kendisine a h b a p l a r ı n d a n biri t a r a f ı n d a n bir hediye gönderilecektir. Hediyeyi götürecek olan kimse m a k s a d ı bilmediğinden fedaimize tavsiye m e k t u b u da verecek ve b u s u r e t l e o n u n A r a p İzzet'in k a r ş ı s ı n a k a d a r çıkm a s ı t e m i n o l u n a c a k t ı r . F a k a t S e l â n i k ' t e b u işi y a p a c a k m ü n a s i p b i r f e d a i b u l a m a d ı k l a r ı n d a n b e n d e n istediler. B e n de v a a d ettim. Kimi g ö n d e r m e y i m ü n a sip g ö r ü r s ü n ? — Ben — Bu gibi k a r a r l a r d a m ü t a l â a m ı z a l m s a d a h a isabetli o l u r sanırım. M ü t a l â a l a r ı m ı kestirmeden



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



225



ve apaçık söylemek âdetim olduğunu bildiğiniz ve bun u bir lâtife diye söyledinizse biraz gülüşebiliriz. E n v e r — N e latifesi? Ciddi s ö y l ü y o r u m . K a r a r verilmiştir ve ben de bu kararı beğendim. B u n d a gülünecek ne var? Ben — O h a l d e ağlayalım! E n v e r Bey k a r a r d a isabet g ö r m ü y o r u m . G a f l e t g ö r ü y o r u m . Hele tatbiki için M a n a s t ı r ' d a n f e d a i i s t e n m e s i ise g a f l e t l e r i n ş a h e s e r i d i r . F e d a i f a r z e d e l i m k i a r z u o l u n a n işi b a ş a r s ı n . N e tice ne olacaktır. D ü p e d ü z : «Manastır'da bir cemiyet v a r d ı r ve o r a d a n fedai gönderilmiştir.» Şu h a l d e Manastır'a karşı b ü t ü n istibdad kuvvetleri h a r e k e t e geçirilecektir. Selânik bakalım M a n a s t ı r ne y a p a c a k diye seyirci m i k a l a c a k ? M a n a s t ı r gibi u z a k l a r d a n gelecek bir fedai ve b u r a l a r d a k u r u l a c a k bir cemiyet Sult a n H a m i d gibi tecrübeli bir m ü s t e b i d i sindirir m i ? Y o k s a a k s i n e o n a «Bir o h ! H e l e İ s t a n b u l ' d a , E d i r n e ' de ve h a t t a Selânik'te böyle zararlı kimseler y o k m u ş m u dedirir. Z u l m ü n e d a h a çok m u c ü r ' e t v e r i r ? E n v e r — M a d e m k i S e l â n i k işini s e n i n l e a n l a ş a r a k ben üzerime aldım. Verdiğimiz k a r a r a senin de u y m a n lâzımdır. Ben — K a r a r a u y m a k kolay bir iştir. N i t e k i m Sel â n i k b u işi y a p t ı r s a y d ı b i z b u r a d a i ş o l u p b i t t i k t e n sonra haber almış olurduk. Fakat mademki fedaiyi biz göndereceğiz; e l b e t t e ki m ü n a k a ş a y a h a k k ı m ı z vardır. Bütün âkibetleri hesaba katmazsak birçok arkadaşlarımızla beraber f e n a vaziyetlere düşebiliriz. En fenası belki de lânetleniriz. Hani 'İstanbul'da teşk i l â t v a r d ı ? H a n i S e l â n i k k u v v e t l i idi. Biz b ü t ü n a r -



P.: 15



226



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİ V ETİ



kadaşlarımızı b u n a inandırdığımız halde göndereceğimiz fedai arkadaşın aklına «neden Manastır'dan bu iş için b e n i seçtiler,» d i y e b i r ş e y g e l m e z m i ? Böyle b i r fikir diğer arkadaşlarımıza yayılırsa vaziyet ne olur? Eğer b u fedai böyle bir şey s o r a r s a biz n e c e v a p verebiliriz. E n v e r Bey; b u m ü t a l â a l a r ı m d a n ç o k sıkıldı v e kestirme olarak dedi: — Şu halde seninle a r a m ı z d a k u r ' a çekeriz, hang i m i z e ç ı k a r s a o b u işi ü z e r i n e alsın! Ben — K u r ' a y a l ü z u m g ö r m ü y o r u m . îş b u n a kald ı y s a b e n g i d e r i m . F a k a t i s t e r s e n git, i s t e r b e n gidey i m , n e t i c e a y n ı o l u r . İ s t a n b u l ilk iş b u r a d a k a l a n birimizi y a k a l a m a y a v e M a n a s t ı r ' ı e z m e y e k a l k a r . Sel â n i k k e n d i s i bile zaif b i r h a l d e o l d u ğ u n d a n , m ü h i m merkezlerde cemiyet teşkilâtı yapılmamış bulunduğ u n d a n Sultan H a m i d b u sefer de cemiyeti ezerse artık T ü r k Milleti çok u z u n yıllar için h ü r r i y e t e k a v u şamaz. Belki- d e A v r u p a l ı l a r ı n v a t a n ı m ı z ı p a r a l a m a a m e l i y a t ı n a cür'etleri d e artar. T ü r k Milleti ebediyen h ü r r i y e t e v e d a e t m i ş olur. Bence asıl o l a n m e s ' e l e n i n k e n d i s i n i iyice m ü n a k a ş a edelim. S e l â n i k ' t e k i a r k a daşların yanlış düşündüklerini de kendilerine anlatar a k , yapılması lâzım gelen işler h a k k ı n d a esaslı bir p r o ğ r a m kabul ettirmeliyiz. Enver biraz yumuşadı ve



dedi:



— Kâzım, s a n a olan g ü v e n i m o k a d a r ç o k t u r ki bir mes'eleyi incelediğin z a m a n gösterdiğin deliller karşısında hayranlıkla fikrimden vaz geçerim. Hususi h a y a t ı m d a , aile işlerimde bile seninle m ü n a k a ş a etmeden bir k a r a r a varamaz oldum. Bunu takdirle



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



227



s ö y l ü y o r u m . (*) S ö y l e d i k l e r i n t e m a m i y l e doğrudur. Ben, k a r a r a tabi olacağımız zaruretini asıl olarak düş ü n d ü ğ ü m d e n bir i t i r a z d a b u l u n m a k a k l ı m a bile gelm e d i . B e n i m için ç o k a ğ ı r o l m a k l a b e r a b e r m e r k e z i m i zin m ü t a l â a s ı d ı r diye bir cevap verebiliriz. F a k a t aklım a şu d a g e l i y o r : A c a b a S e l a n i k bizi d e n e m e k m i istiyor? Yani İstanbul'a gönderecek k a d a r fedai teşkilâtımız kuvvetli midir? B u n u a n l a m a k mı istiyor? Ben — D e n e m e k için A r a p İzzet'i m i buldular? S u l t a n H a m i d deselerdi, b u n u n için d e s e n v e y a b e n ort a y a atılsaydık, yakışık alır bir d e n e m e olurdu. Ben şu fikrimde İsrarla duruyorum. Yarı tedbir daima büy ü k z a r a r g e t i r i r . İ s t a n b u l , E d i r n e , Ü s k ü p v e h a t t a İzmir'de cemiyet merkezleri k u r u p teşkilâtlanmadan işe b a ş l a m a m a l ı d ı r . H a t t a Sultan Hamid'i ö l d ü r m e k t e ş e b b ü s ü için d a h i b u t e ş k i l â t a l ü z u m v a r d ı r . Çünk ü suikast m u v a f f a k olmazsa netice yalnız cemiyetin değil birçok aydın kimselerin de felâketine sebep olur. M u v a f f a k o l u n s a b i l e işi b i r m e r k e z d e n i d a r e ç o k l â zımdır. A k s i h a l d e t ü r l ü cemiyetler, t ü r l ü f e s a t l a r söz ü a y a ğ a düşürebilir. S ö z ü n kısası «tam teşkilât, t a m i c r a a t . » F a k a t b e n i m a n l a d ı ğ ı m S e l â n i k işi e s a s l ı o l a r a k ele a l m a m ı ş t ı r . İşi M a n a s t ı r ' a y ü k l e t i p s e y r i n e b a k m a k isteyecek k a d a r s a k a t d ü ş ü n ü y o r . Sen, İsmail H a k k ı ve ben bir kerre d a h a görüşerek Selânik'e kat'i b i r p l â n t e k l i f e t m e l i y i z . İ c a b e d e r s e işi e l i m i z e d e a l malıyız. ( * ) Meşrutiyetin ilânından sonra irtica hâdisesi karşısında olduğumuzu ve buna karşı alınacak tedbirleri ve daha sonraki iç ve dış mes'elelerimizi; vukuundan çok önce inceleyerek ortaya attığımdan dolayı pek yakm arkadaşım İsmet Bey de (İnönü) beni aynı suretle takdir eder ve (eşhası iyi tetkik ettiğinden hâdiseleri vukuundan önce görebiliyorsun,) derdi.



228



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



Enver — istanbul ve Edirne teşkilâtını y a p m a k ve S u l t a n H a m i d ' i R a m a z a n ' d a k i H ı r k a i Şerif ziyaretind e ö l d ü r m e k vazifesini biz üzerimize alalım. Sen veya ben, y a h u t h e r ikimiz. B u n a n e dersin. P l â n d a b u e n kuvvetli bir m a d d e olacaktır. Beşiktaş'ta bizim evin Yıldız'dan gelen yola b a k a n bir penceresi var. Bir tüf e k tesbit ettin mi? mes'ele k a l m a z ve b u n u b e n yaparım. S E L Â N İ K DE BİZİM FİKRİMİZİ KABUL ETTİ M u v a f f a k olsun olmasın İstanbul'da bir terör yaptırmanın f a y d a d a n çok z a r a r vereceğini ve İstanbul'd a kuvvetli bir merkez k u r u l a r a k o r d u ve d o n a n m a y a el a t ı l m a s ı n ı , a y n ı z a m a n d a E d i r n e , İzmir, Ü s k ü p ' t e d e teşkilât yapılması ve bu surette civar ordularla ve oralardaki hürriyetseverlerle temasta bulunulması h a k k ı n d a k i mütalâamızı Selânik merkezi umumisi de k a b u l etti. Bu g ü n l e r d e aldığımız şu haber, M a k e d o n y a hakkında A v r u p a büyük devletlerinin yeni bir k a r a r a hazırlandıklarını gösteriyordu : J a n d a r m a m ı z ı tensike m e m u r o l a n D e c a r c i s P a ş a b i r Yeşil K i t a p y a z a r a k İngiliz P a r l a m e n t o s u n a d a h i g ö n d e r m i ş . M a k e d o n y a ahvalini tasvirden sonra Türk askerlerinin jandarmaları ifsad ettiğini bazı vak'alar göstererek izah etmiş. Bununla Makedonya'da yalnız j a n d a r m a kuvveti b ı r a k ı l m a s ı h a k k ı n d a p r o p a g a n d a y a p ı l m a k istenildiği anlaşılıyordu. Devletlerin h e r h a n g i bir k a r a r ı n d a n ö n c e h ü r r i y e t i l â n e d e b i l m e k l i ğ i m i z i ç o k l ü z u m l u görüyorduk. Eğer Sultan Hamid kendi idaresi aleyhine Selânik ve Manastır'da bir cemiyet k u r u l d u ğ u n u ha-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



229



b e r alsa-, M a k e d o n y a ' d a k i o r d u y u t e r h i s l e z a b i t l e r i n i T r a b l u s ' a , Y e m e n ' e g ö n d e r e b i l m e k için A v r u p a l ı l a r ı n «Makedonya'daki o r d u m u z u çekmek» teklifini S u l t a n Hamid'in m e m n u n l u k l a kabul edeceğine şüphe etmedik. Bu d ü ş ü n c e d a h i cemiyet teşkilâtımızın b i r a n evvel İstanbul, Edirne, İzmir mıntıkalarına d a yapılması l ü z u m u n d a h e m f i k i r olduk. İstanbul teşkilâtı için E n v e r v e y a ben gidecektik. Hangimiz m u v a f f a k olursa.



BİR T E S A D Ü F B A N A İSTANBUL YOLUNU AÇTI



20 Ağustos (7 Rûmi) Rakle müsademesinden dolayı, 4 Ağustos Rûmi'den itibaren kolağalığa terfi olunduğum telgrafı geldi. Artık Üçüncü Avcı Taburunun kumandanı vaziyetinde idim. Manastır Harbiye Mektebi de imtihanlarda beni mümeyyiz tayin ettiği hakkında davetiye aldım. 26 Ağustos (13 Rûmi) Pazartesi günü mektebe imtihanlara gittim. İstanbul'dan müfettiş olarak gelmiş bulunan Topçu Kaymakamı Emin Bey beni görünce tebrik etti ve dedi: — Vay, K â z ı m Bey s e n b u r a d a mısın? S t a j ı n bittiği halde n e d e n m e k t e p idaresine h a b e r h a b e r verm e d i n . Mektep, seni k e n d i m a l ı s a y m a k t a ve s t a j ı n ı n bitmesini beklemektedir. E m i n B e y , K u l e l i ' d e b i z i m M a n t ı k h o c a m ı z d ı . Sınıf birincisi o l d u ğ u m d a n d a h a o z a m a n d a n tanırdı. Askeri M e k t e p l e r Müfettişi İsmail P a ş a n ı n çok teveccühünü kazanmıştı. Askerlikten ziyade edebiyatla m e ş g u l olur bir zattı. Erkân-ı h a r p yüzbaşısı çıktığım ı z z a m a n birinci o l d u ğ u m d a n b e n altın, ikinci d e



230



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



g ü m ü ş M a a r i f M a d a l y a s ı . i l e taltif o l u n m u ş t u k . O zam a n yapılan merasimde okuyacağımız nutukları bu zat h a z ı r l a y a r a k bize o k u t m u ş t u . İkinciyle a r a m ı z daki b ü y ü k n u m a r a f a r k ı n d a n dolayı m e k t e p idaresinin beni m u a l l i m l i k l e a l ı k o y m a k istediğini, b e n i m d e iki yıllık k ı t ' a s t a j ı m ı b i t i r m e d e n f a y d a l ı o l a m a y a c a ğ ı m ı bildirdiğimi E m i n Bey biliyordu. Bu g ü z e l tesadüftü. B u n d a n d a h a geniş istifadeyi d ü ş ü n d ü m ve şu cevabı v e r d i m : — Kıymetli teveccühünüze teşekkür ederim. Dah a s t a j ı m b i t m e d i . Bir B u l g a r m ü s a d e m e s i n d e k i m u vaffakiyetten dolayı vaktinden önce terfi ettim. Mektepten çıkar çıkmaz muallimlikle kalmadığıma çok isabet ettiğimi kazandığım tecrübelerle de anladım. N i t e k i m siz d e b u r a d a k i t a l e b e y i î s t a n b u l ' d a k i l e r d e n ü s t ü n görmekle sebebinin; hey'eti talimiyenin, pişkin, t e c r ü b e l i z a b i t l e r o l d u ğ u n u t a s d i k b u y u r a c a k s m ı z . İst a n b u l H a r b i y e ve h a t t a Erkân-ı Harbiye Mektebi m u allimlerinin bile çoğu K â ğ ı t h a n e s ı r t l a r ı n d a n ve derelerinden b a ş k a birşey görmedikleri halde b u r a l a r d a h e r varlığı o l d u ğ u gibi g ö r e r e k ve o r d u n u n içinde tecr ü b e sahibi olan hey'eti talimiyenin kudretli talebe yetiştirdiği h e r k e s i n g ö r d ü ğ ü bir hakikattir. B u n u n için kıymetli delâletinizle buralardan İstanbul Harbiye mekteplerine muhtelif sınıflardan birkaç zabit naklettirilirse o r d u m u z için p e k b ü y ü k bir h i z m e t yapılmış olur kanaatindeyim. Manastır Harbiye Mektebi ders nazırı Erkân-ı H a r p M i r a l a y ı Ş e v k i Bey de, b e n O h r i ' d e i k e n İ s t a n b u l ' a n a k l o l u n m u ş t u . Şimdi b u vazifeyi Erkâıı-ı H a r p Binbaşı V e h i p Bey g ö r ü y o r d u . Dahiliye M ü d ü r l ü ğ ü n ü de yeni gelmiş b u l u n a n Piyade Binbaşı Kâzım Bey y a p ı y o r d u . Bu z a t bizim t a l i m m u a l l i m i m i z d i . H e r iki-



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



231



siııin b a n a t e v c e c ü h l e r i v a r d ı . F a k a t biz b u z a t l a r ı cem i y e t e a l m ı ş değildik. V e h i p Bey «Paşa» (Ben İstanbul'a geldikten s o n r a alınmış) b e n i m sözlerimi tasdik ettiler. E m i n Bey de b u n l a r ı dikkatle dinledikten sonra dedi: — Ç o k isabetli o l a n m ü t a l â a n ı m e k t e p t e n çıktığın z a m a n muallimlikle alıkonulmak istenildiği zam a n d i n l e m i ş t i m . Ş i m d i a r k a d a ş l a r ı m ı z ı d a a y n ı fik i r d e g ö r d ü ğ ü m gibi b i z z a t s e n i n bile n e k a d a r b ü y ü k bir tecrübe k a z a n m ı ş bir insan haline geldiğini h e r halinden g ö r ü y o r u m . H a k i k a t e n hey'eti talimiyeler a r a s ı n d a çok f a r k olduğu görülüyor. Tabii bunların yetiştirecekleri talebe de böyle farklı olacaktır. İstanbul'a d ö n ü ş ü m d e müfettişliği bu hususta lâzımı g i b i i k a z e d e r i m . Ş i m d i d e n İ s t a n b u l ' a n a k l e t m e k isteyecek a r k a d a ş l a r m ü r a c a a t etsinler. Ben m e m n u n l u k l a d e l â l e t e d e r i m . T a b i i a r t ı k seni de b u r a d a bır a k m a y ı z . Terfi etmişsin, s t a j ı n d a bitmiş sayılır. * **



Bu h a b e r i ve şu t e r t i b a t ı m ı E n v e r Beye söyleyince çok s e v i n d i : M a n a s t ı r H a r b i y e « i n d e n c e m i y e t e aldığımız z a b i t l e r d e n S ü v a r i Y ü z b a ş ı Salih Efendi Topçu Emin Beyin a k r a b a s ı o l d u ğ u n d a n o n u n İstanbul'a nakli kolaydı. Bir de P i y a d e Y ü z b a ş ı Ali E f e n d i n i n naklini muvafık bulduk. Bunun kardeşi erkân-ı harb i y e s ı n ı f ı n d a t a h s i l d e idi. ( R a m a z a n d a s ı l a y a g e l d i ği z a m a n c e m i y e t e aldık. F e d a i şubesine yazılan bu mert arkadaşın İstanbul teşkilâtında adı geçecek tir.) Kardeşim H u l û s i B e y d e m e k t e p t e idi. Fakat o n u n M a n a s t ı r ' d a k a l m a s ı n ı iki b a k ı m d a n t e r c i h et-



235



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



tim. Biri onunla mektuplaşmak, ikincisi de onu vesile ederek icabında Manastır'a gelebilmek. Topçu alayından da İstanbul'daki Topçu Harbiyesine iki zabit almak, bü suretle İstanbul'a gider gitmez Pangaltı Harbiye Mektebinde ve Haliçteki Topçu Harbiyesinde birer şube açmış olabilirdim. (Topçudan Yüzbaşı Kâzım ve Mülâzımıevvel Davut Efendiler naklolundular. Eczacı Mektebinden ftesneli Niyazi Beyin kardeşi Osman Bey de Manastır'a sılaya geldiği zamajj cemiyete fedai olarak girdiğinden İstanbul'a gittiğim zaman gerek bunlar ve gerekse Talat Bey t a r a f m d a n İstanbul'da veya Selânik'te tahlif olunmuş birkaç arkadaş hazır bir halde idiler.)



MANASTIR MERKEZİNİN



TENSİKİ



Benim İ6tanbul Harbiye Mektebi Tâbiye muallim muavinliğine tayin olunduğumu 21 Eylül Rûmi gazeteleri yazdı. Fakat emrim 3 Teşrinisâni Rûmide geldi. Ben de 20 Teşrinisâni Rûmide Manastır'dan hareket edebildim. Bu zaman zarfında takiplere, tahkiklere gitmek ve Üçüncü Avcı T a b u r u n d a çalışmakla meşgul oldum. Resne'deki kışlanın açılış merasimine cülûs günü olan 19 Ağustos Rûmide ben gittim. Civar köylerde Rum çeteleri de aradık. Ordu Müşirliğinden 9 Eylül Rûmide gelen bir emirde, benim veyahut Enver Beyin karaferye kumandanlığına tayinimiz hakkında emir geldi. Fakat ahvalin her ikimizin de ayrılmasına müsaade etmediği cevabı verildi. Filorina'da tahkikattan henüz d ö n m ü ş t ü m ki K ı r ç o v a ' n ı n Plice k ö y ü n d e a s k e r l e r i n b i r çok B u l g a r i



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



233



dövdüğü, y a ğ m a yaptığı vesaire hakkındaki şikâyetleri y e r i n d e t a h k i k için a d l i y e ve m ü l k i y e d e n b i r t a h kik hey'etiyle gittik. Bir d e İtalyan j a n d a r m a zabiti t e r c ü m a n i y l e geldi. D o k u z g ü n s ü r e n b u s e y a h a t i m d e D e b r e d a ğ l a r ı n d a k i k a r a k o l l a r ı m ı z ı d a teftiş ett i m . (Bu s e y a h a t i m i n k a y d a d e ğ e r n o t l a r ı v e İ t a l y a n ların Bulgarları tutmak ve ordumuzu kötülemek için sarf ettikleri g a y r e t l e r h a t ı r a l a r ı m d a yazılıdır.) T a h k i k a t için bir d a h a d a h a Filorina'ya gittim.



Rûmi Teşrinievvel ortalarında Selânik'ten süvari yüzbaşısı Süleyman Fehmi Bey (Albay mütekaidi Tunçay) Merkezi Umumiden mühürlü bir zarf getirdi. Bunda cemiyetin yeni nizamnamesi vardı. Bir de Manastır merkezinden ilk yardımı istiyorlardı. Zarfı Selânik'te İsmail Canbolat Bey (O zaman merkez kumandanlığında mülhak yüzbaşı idi. Meb'us iken İzmir'de İstiklâl Mahkemesi tarafından suikastla ilgisi var diye asıldı.) vermiş. O da muhabere merkezimiz olan Mıntıka Erkân-ı Harbiye Reisi Hasan Tosun Beye vermiş. Enver Beyle birlikte benim evde okuduk. Gönderebileceğimiz mevcudun dörtte biri olan yirmi üç altını cevap yazarak hazırladık. Selânik'e döneceği gün parayı ve cevabı benim evde Süleyman Fehmi Beye teslim ettim. Süleyman Fehmi Beyle hasbihalde Manastır'ı çok kuvvetli bularak hayrete düştüğünü söyledi. Selânik'in henüz zaif olduğunu da esefle bildirdi. (Bu yılın Eylülünde giden Süleyman Fehmi Beyin n u m a r a sı 190 dır. Selânik'te n u m a r a l a r 111 den başladığına göre Merkezi Umumide dahil olduğu halde cemiyete doksanıncı olarak girmiş demektir. Halbuki Manastır 200 ü aşmıştı.)



234



İTTİHAT VB TERAKKİ CEMİYETİ



Manastır merkezi şimdiye kadar Enver, ben ve Kolonyalı Hüseyin Beyden ibarettik. Hüseyin Bey hiç bir işe karışmaz, bir kenarda yedek aza idi. Bütün işler benim üzerimde idi. Enver Bey böyle idarede israr ediyordu. Çok kimsenin işi bilmesi zararlı olur, Selanik de böyle çalışıyor, diyordu. Merkez, tahlif, millî işler, muhakim (şimdilik bir işi yoktu) hep benim üzerimde idi. Şimdi yeni Nizamname bunları ayırmıştı. Merkez hey'eti de altı kişi olacak. Üçü daimi, diğer üçü ihtiyat olacak. Hatta bunlardan biri asla toplanmalarda bulunmayarak herhangi bir felâkete karşı yeniden merkez kurabilmek için gizli kalacaktı. Hüseyin Bey buna münasipti. Şimdiye kadarki temaslarımızdan düşünce ve enerjilerine güvendiğim ve rehberleri olduğum şu d ö r t zatı E n v e r Beye teklif ettim. O da münakaşa etmeden kabul etti: Sadık Bey: Süvari Onüçüncü Alay K u m a n d a n ı Kaymakam. Remzi Bey: O r d u Erkân-ı Harbiyesinde Şube Müd ü r ü - Kolağası. Habip Bey: Topçu Onüçüncü Alayın dördüncü b ö l ü k k u m a n d a n ı m ü m t a z y ü z b a ş ı Bolu'lu. (Benim staj yaptığım bölük.) Ziya Bey: Aynı alayın aynı bölük mülâzımıevveli.



Enver Bey kendi sınıf arkadaşı Tevfik Efendiye de çok güveni olduğundan icabında bundan da istifade ederiz, dedi. Benim teklif ettiğim arkadaşlarla 22 Teşrinisâni (9 Rûmi) Cuma gecesi Enver Beyin evinde toplandık. Bu arkadaşlara kendilerini idare eden ve tahlif eden kimler olduğunu söyledim. Ordu, Mıntıka, Üçüncü Avcı, Süvari, Topçu, Obüs alayları, di-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



235



ğ e r p i y a d e ve topçu t a b u r l a r ı , H a r b i y e Mektebi, Redif, J a n d a r m a , H ü k ü m e t v e h a l k t a n , Manastır, Pirlepe Filorina, hususiyle O h r i ve Resne'deki kuvvetli teşkilâtımız ve Ohri'deki çetemiz h a k k ı n d a m a l û m a t verdim. Hayranlıkla dinlediler. Mevcut p a r a m ı z ı d a teslim ettim. Tahliflerde kullandığımız N a g a n t roverini de tahliflerde kullanılmak üzere bıraktım. Yalnız k a m a m ı İstanbul için h a t ı r a o l a r a k aldım. İstanbul'a niçin ve ne suretle gitmeye m u v a f f a k olduğum u da anlattım. H ü s e y i n Beyin y i n e gizli m e r k e z azası olarak kalmasını, b u n u n yeni merkez arkadaşlarınca dahi bilinmesine lüzum olmadığını Enver Bey istiyordu. H a b i p Bolu b u m e ç h u l a z a l ı ğ a kızdı ve dedi: — Bize m e r k e z i t e s l i m e d i y o r s u n u z d a b u a r k a daşı gizliyorsunuz. Bu d o ğ r u değildir. Bu bize karşı d a itimatsızlık demektir. E n v e r B e y d e b u n u n ü z e r i n e g ı y a b e n H ü s e y i n Beyi t a n ı t m a k z o r u n d a kaldı. B e n y a k ı n d a h a r e k e t edeceğimden işlerimi yeni a r k a d a ş l a r a devrettim. Yeni t a l i m a t n a m e y e göre idarî, malî, adlî hey'etlerin tayini ve y ü r ü t ü l m e s i işlerini d e o n l a r a b ı r a k t ı m . Yalnız b u işler yapılırken b u yeni a r k a d a ş l a r ı n g e r e k şahısl a r ve g e r e k s e s a i r e h a k k ı n d a s o r a c a k l a r ı ş e y l e r için on g ü n k a d a r d a h a M a n a s t ı r ' d a k a l m a k l ı ğ ı m ı istediler. B e n d e k a l d ı m .



MAKEDONYA DURUMUNA BİR B A K I Ş



biz



TOPLU



Türlü manasına gelen Masedoin (Macödonie) a M a k e d o n y a d i y o r u z . B e r l i n m u a h e d e s i y l e Bal-



236



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



k a n devletlerinin siyas h u d u t l a r ı dışında ve hudutlar ı n a y a k ı n y e r l e r d e k e s a f e t o ı r k t a n o l m a k ü z e r e bilh a s s a M a n a s t ı r vilâyeti o r t a l a r ı n d a Bulgar, Sırp ve R u m l a r birbirine t e m a s e d e r ve b a z e n birbiri içine g i r m i ş b i r d u r u m d a b u l u n u r . M a n a s t ı r ş e h r i n i n içi d a h i böyle bir d u r u m d a d ı r . M a n a s t ı r ' d a ve muhitinde Ulahlar da vardır. Garba doğru Arnavutlar da başlar. Bulgarlar, R u m l a r ve Sırplar m ü m k ü n olduğu k a d a r k e n d i m ı n t ı k a l a r ı n ı g e n i ş l e t m e k için çetelerini faaliyette bulundururlar. İcabederse köy yakarlar, i n s a n ö l d ü r ü r l e r . B u n u n için M a n a s t ı r vilâyeti çetelerin diğer vilâyetlerden d a h a çok faaliyetlerine ve hâdiselerine şahit olur. H e r ırkın k e n d i k u r u l m u ş devletinden gelmiş ord u m e n s u p l a r ı n d a n m u n t a z a m çeteleri olduğu gibi yerli h a l k t a n d a yardımcı çeteleri vardır. Bunları idare eden t e ş k i l â t h ü k ü m e t i m i z i n i ç i n d e gizli bir h ü k ü m e t halinde çalışırlar. H a l k ı n d a v a l a r ı n ı bile g ö r e n gizli m a h k e m e l e r i v a r d ı r . M ü m k ü n o l d u ğ u kad a r h a l k ı H ü k ü m e t i m i z l e t e m a s a gc,"ı.r:emeye çalışırlar. M a n a s t ı r ' ı n içinde bile sık sık cinayetler olur. M e s e l â b i r T ü r k m u h b i r i m i z o l a n D ü l g e r A l i A ğ a ism i n d e biri b i r g ü n bizimle t a k i p t e b u l u n m u ş t u . Köydeki mahalli çete teşkilâtı t a r a f ı n d a n tanınmış Man a s t ı r m e r k e z l e r i n e h a b e r verilmiş. A d a m c a ğ ı z ı güv e n d i ğ i b a z ı k o m ş u s u B u l g a r l a r a l d a t a r a k b i r e v e göt ü r m ü ş v e b e y n i n e çivi ç a k a r a k ö l d ü r ü p ş e h i r i ç i n d e Drahor deresi b o y u n a asmışlardır. R u m l a r d a yine bizimle takipte b u l u n a r a k e ş k i y a n m saklandığı yerleri gösteren bir Ulahı — A v c ı askerimiz kıyafetinde olduğu h a l d e — tanımışlar ve Manastır teşkilâtına h a b e r vermişler. A d a m c a ğ ı z a s k e r elbiseleriyle kışla-



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



237



d a n çıkıp y a k ı n d a k i b a k k a l d a n aldığı a y r a n l a zehirlendi. Bu kurtarıldı ve b a ş k a bir yere naklolundu.



Kendi ırklarından çetelerin tekliflerini kabul etmeyenler de öldürülür, veyahut diğer ırklardan işlerine engel olanlar da suikasde uğrar. îşte Manastır'dan ayrılmak üzere olduğum şu günlerde 28 Teşrinisani (15 Rûmi) Naguvan köyü papazı köy halkına vaazında kendilerinin Rum değil Arnavut ırkından olduklarını söylediğinden papaz Manastır'a geldiği zaman Selanik Oteli önünde —Manastırın en işlek caddesi — güpegündüz iki genç Rum tarafından röverle öldürüldü. Vuranların biri yakalandı: Onaltı yaşmda bir çocuk!.. ***



H e r ırkın gerisinde istiklâline k a v u ş m u ş ve siyasetini bir b ü y ü k A v r u p a devletininkine u y d u r m u ş , ord u s u n u n ve m e m l e k e t i n i n kalkınmasını tanzim e t m i ş bir devlet var. Türklerden gayrisi biran önce O s m a n lı i d a r e s i n d e n k u r t u l a r a k k e n d i ı r k ı n d a n o l a n d e v l e t idaresini kendi mıntıkasına getirerek kendisinin de o c a m i a d a yer almasını ideal olarak benimsemiş, varını, y o ğ u n u b u u ğ u r d a s a r f t a n zevk alıyor. Bir d ü ziye m ü s t a k i l m e m l e k e t l e r i n edipleri, politikacıları Osmanlı idaresinde kalan ırkdaşlarını uyandırmakla, t a h r i k etmekle meşguller, Avrupa'nın b ü y ü k devletleri d e k e n d i işlerine geldiği gibi B a l k a n l a r a şekiller v e r m e k istediklerinden onların da kendi hesaplarına M a k e d o n y a h a l k ı n a yardımlar, tahrikler bir düziye d e v a m d a . Selânik ve civarı Rum olduğundan buralardaki diğer unsur hususiyle Bulgarların işine gelen b i r M a k e d o n y a m u h t a r i y e t i d i r . F a k a t ırkçılık g a y -



238



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



İ reti ve b u n u n A v r u p a edebiyatındaki yeri d a h a üst ü n olduğundan b u n u isteyenlerin fiiliyattaki eserleri z a i f v e m e y v e v e r e c e k g i b i g ö r ü n m ü y o r . D i ğ e r u n sur olan Ulahlar, Yahudiler vesaire Osmanlı idaresini d a h a hayırlı buluyorlar. Pek derin d ü ş ü n e n bazı d i ğ e r u n s u r l a r d a n k i m s e l e r ve h e l e yaşlıları d a b u fikirde. Onlar, Osmanlı idaresi kalkınca Makedonya'nın bir mezbahaya döneceğinden korkmaktadırlar.



Bulgar, Sırp ve Rumlardan Türklerle arası en fen a olan Bulgarlardır. Hele Rumlar hükümetimize ve askerimize karşı o kadar vahşi değildirler. Çok defa biz de onları korumak zorunda kalıyoruz. Bulgarlarla Türkler arasındaki büyük nefret 1903 (1319) ihtilâlinden başlar. Üç ay kadar süren bu ihtilâlde Bulgarlar zayıf buldukları yerlerde Türk halkını ve askerini bastırarak öldürmüşlerdir. Tabiî ihtilâli tenkil sırasında bunun cezasını vermişlerdir. Bulgarlar besledikleri emellerine kavuşamamışlardır. Hem Türklerle araya kan girmiştir, hem de Sırp ve Rumlar da aynı siyasi faaliyete başlayarak çetelerini Makedonya'ya göndermişler ve Osmanlı devletinin parçalanması veya Makedonya'nın paylaşılması ihtimâline karşı hazır bulunmuşlardır. Bulgarların yaptıkları ihtilâllerde yaktıkları, yıktıkları eserler hâlâ yer yer görülüyordu. Ben ihtilâlin akabinde Manastır'a geldiğim zaman onları sıcağı sıcağına görmüştüm. Anasını babasını kaybedenler, her iki tarafın da, birbirlerine karşı ebedi bir kin besliyorlardı. Bulgarlar milli marşl a n n d a k i Makedonya bizimdir, İstanbul bizimdir!... (Marş Marş Çarigrad naş, Marş M a r ş Makedonya naş!) sözleri d e o n l a r a karşı n e f r e t ve kini genişle-



tiyordu.



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



239



Bulgar ihtilâli esnasında (*) Makedonya'da 239 müsademe olmuştur. Bunların 150 si Manastır vilâyetinde vukubulmuştur. 350.000 askerimizin Makedonya ihtilâlini teskin ettiği, ihtilâlcilerin 26.000 kişi oldukları biliniyor. Fakat halkın da sonradan kamilen dağlara çıkarak isyana karıştıkları hesap olunursa Bulgarların da yüzbinleri aştığı anlaşılır. Yalnız Manastır vilâyetini 17 ihtilâl şubesi idare etmiş. Bunla-



( • ) Ben Manastır'a gittiğim zaman orada vali bulunan Hazım Bey (Milletvekili Hâzım Tepeyran) bana sonradan Bulgar ihtilâli hakkında ibrete değer şu malûmatı vermiştir : Dedeağaç'ta mutasarrıf bulunuyordum. 19 Mayıs 1896 oradaki Bulgar tüccar vekili Yoef adında biri, Trakya ve Makedonya İhtilâl Komitesi namiyle gizli bir cemiyet teşkü ettiğini bana ( bildirdi. Hemen aynı tarihte Mabeyne şifre ile bildirdim. Kimse aldırış etmedi. Yedi yıl sonra 15 Nisan 1903' de Selanik'te Guadalkivir adlı Fransız vapuru Karaburun önlerine varmadan makine dairesine Bulgarlar tarafından konmuş bulunan bir bombanın çıkardığı yangın ile yandı. İki saat sonra saat 14'de Osmanlı Bankası'nın Selânik şubesine dinamit atıldı ve isyanlar başladı. Mabeyn Başkâtibi ve Sadrazamın Bulgaristandaki komiserliğimiz arasındaki şifrelerin hemen ertesi günü Bulgar kapı kâhyası tarafından harfiyen elde edilmekte olduğunu da Yoef bana haber verdi. Bunu da Mabeyne bildirdim. Yoef'in haberleri hakkında Mabeyne yazdığım şifreler dahi Bulgar Hükümetinin eline geçmiş olacak ki bu adam Sofya'da —güya suiistimalinden— hapsedildi ve hapishanede — güya zehir içerek— inhitar etti. İhtilâlden üç yıl sonra, Manastır'da vali bulunur iken — Rusya sivil ajan muavininin evinde Fransızca «Hakiki Makedonya Mes'elesi» adlı ve 1901'de basılmış olan bir eserde, Makedonya işlerine dair Mabeyn başkâtibi tarafından Sadrazama yazılmış olan bir tezkere ile Kosova ve diğer bazı Rumeli vilâyetleri valileri tarafından Babıâüye takdim olunan resmi tahriratın fotoğraflarım gördüm.



240



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



rrn emrinde 14.000 ihtilâlci varmış. Asker ve Türk ahaliden ölenler 3087, Bulgarlardan ise 30.000 dir. Çetelerin faaliyeti müzmin bir şekil aldığınd a n ihtilâlden bir yıl sonra 1904 de (1320 Rûmi nihayetine doğru) mıntıka teşkilâtı yapılmıştır. Manastır mıntıkası teşekkülünden sonraki müsademelerde öldürülen komitecilerin sayısı şöyledir: Tarihi 1904 1905 1906 1907



(1320) (1321) (1322) (1323)



Bulgar 27 78 74 138 317



Rum



Sırp



Ulah



Yoktur 27 133 110



5



3



5



3



270



Diri diri yakalanan Bulgarlar da ölünün % 10 u, Rumlarda % 401, Sırp ve Ulahlarda ise % 50 dir. Ben Manastır'da iki yıla yakın kıt'a stajı için bulunduğum halde Mıntıka Erkân-ı Harbiyesinde dahi vazife verildiğinden birçok takiplerde ve tahkiklerde dolaştığım gibi üçü Rumlarla ve dördü de Bulgarlarla olmak üzere yedi defa çetelerle karşılaştım. Altısını müsademe ile imha ettik. Bir Rum çetesini de gizlendikleri bir inde yakalayarak teslim aldım. Hatıratımda teferrüatiyle kaydettim. Rahat ve emniyet yüzü görmüyorduk. Bu müzmin y a r a askeri kuvvetten ziyade kuvvetli bir milli hükümetin vücuduna ihtiyaç gösterdiğini her gün ve her hâdisede görüyorduk. Meşrutiyetle idare olunur tecrübeli bir hü-



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



341



kûmetin neler yapabileceğini beyan etmezden önce b ü t ü n Osmanlı diyarında Türklerle gayrı Türklerin ne halde bulunduklarını kaydetmeliyim : D a ğ l a r a r a s ı n d a k i ü c r a köylerde bile gayrı T ü r k lerin mektepleri genç dinç ve çoğu m e n s u p olduğu ı r k ı n o r d u s u n d a i h t i y a t z a b i t i olein m a l û m a t l ı m u a l limler elinde b u l u n d u ğ u n d a n çocukların beden, fikir ve r u h terbiyelerine çok e h e m m i y e t veriyorlar. Köylerde ve Manastır'ın içinde muhtelif ırkların mekteplerini g ö r d ü m ve bizimkilerle mukayeseler yaptım. A r a d a k i f a r k i n s a n ı n yüreğini sızlatıyor. H a l k a gelince, b i r t a r a f t a n A m e r i k a ' y a ve Mısır'a gidip k a f a ve kesece zengin d ö n e n l e r i n ve bir t a r a f t a n d a d ü n y a yı a h r e t t e n d a h a iyi ö ğ r e n m i ş ve milli d u y g u l a n h a d dinden a ş k m bir hale gelmiş b u l u n a n papazların bir düziye vaaz ve nasihatleriyle Türklerden çok ileri b i r d u r u m d a d ı r l a r . Bizimkiler ise h e r b a k ı m d a n acın a c a k bir halde. D a h a v a t a n ve millet kelimelerini t e l â f u z bile bir c ü r ü m . İdari ve çeteler teşkilâtı yıllardanberi yapılmış. H e r g ü n biraz d a h a kuvvet bulduğ u n d a n b u h a l d e o n l a r a çok k u d r e t ve g ü v e n veriy o r . H e r ı r k ı n a r k a s ı n d a g ü n ü n b i r i n d e b u r a l a r ı istilâya hazır olan ve g ü n d e n g ü n e k u v v e t bulan Avr u p a benzeri orduları d a var. Bu orduları idare edecek olan h ü k ü m e t l e r i Livre Jaune, Affaire Macedoin e ( s a n Kitap, M a k e d o n y a İşleri) adlı muiıtazam n u m a r a sırasiyle ç ı k a n v e h e r dile t e r c ü m e olan kitaplardan, ayrıca kendi diplomatik hey'etlerinden ve çete teşkilâtından aldıkları raporlarla vaziyete hâk i m o l d u k l a r ı h a l d e b i z i m ilgili m a k a m l a r a n c a k r e s mi raporları okuyabiliyorlar. Avrupada çıkan bu kabil eserler e v r a k ı muzirrel..



r . : 1«



242



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



O r d u g ü n d e n g ü n e askerliğini kaybediyor. Teçhizatı yok gibi. Süvari alayları hâlâ siyah barutlu m e r m i a t a n tek ateşli Martin tüfekleriyle mücehhez!.. Alaylardan yukarı kumandanlar ihtiyar veya cahil ve beceriksiz insanlar. Ordu t a m manasiyle a n c a k bir ihtilâle m a n i olabilecek bir kudrette, yani J a n d a r m a ! Sevkulceyşi hareketleri idare edecek kumandanlar yok, vasıta d a yok. H a t t a birkaç m e y d a n m u h a r e b e sini idare edecek c e p h a n e dahi. Fakat Sarayı H ü m â y u n b u halleri anlayacak bir kabiliyette değil. O h a k i k a t i ö ğ r e n m e y e de y a n a ş m ı y o r ve k e y f i n i n kaçırılmasına karşı şahlanıyor. Babıâliden ve Erkân-ı Harbiye-i U m u m i d e n gelen emirler y ü r e k l e r acısı! M e s e l â b i r e m i r g e l i r : H u d u t l a r d a n zinhar tek bir komiteci dahi geçirilmemelidir! Şu kadar g ü n zarfında memleketimizde komite kalmamalıdır! D a h a n e c a h i l â n e herzeler!.. M e k t e p t e n çıkar çıkmaz Damadlığa koşanlar veya m a h d u m beyler, Babıâli gibi Erkân-ı Harbiye-i U m u m i y e y i de dolduruyor. O r d u l a r d a g ü n e ş ve ateş altında veyahut buzl u o v a l a r d a , d a ğ l a r d a t ü r l ü m a h r u m i y e t l e r içinde didişen arkadaşlarından birkaçar rütbe ileride gidiyorlar. O r d u y u , halkı, m e m l e k e t arızalarım asla tanımadıklarından bir nevi Mabeyin şaklabanlığı yapıyorlar. Cahil p a d i ş a h m keyfî idaresine k u v v e t veriyorlar ve milleti a v u t u p uyutuyorlar. Yakın bir z a m a n d a Balkan devletlerinin de yardimiyle v u k u u n u muhtemel gördüğümüz bir ihtilâl o r d u m u z u ve T ü r k halkını mahvedecek ve Avrupalıl a r ı n b u h e z i m e t i f ı r s a t bilerek belki de b ü t ü n m e m leketimizi paylaşacaklardır. Bu halleri göz önüne alınca meşrutiyetin bir a n e v v e l k u r u l m a s ı n d a n v e m e s ' u l b i r h ü k ü m e t i n işi e l e



. İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



243



almasından başka bir çare akla gelmiyor. Tez elden idareyi, orduyu âciz veya hırsızlıklardan k u r t a r a r a k orduyu hazırlamakla beraber siyasi tedbirlerle de felâketi önlemek ancak cahil ve müstebit bir idareden kurtulduktan sonra m ü m k ü n olabilecek işlerdir. Siyasî olarak neler yapılabileceğini k a v r a m a k için Rumeli'nin ırklara göra nüfuslarına bir göz atmak lâzımdır : Bizim resmi rakamlarımıza göre: Manastır, Kosova, Işkodra, Yanya vilâyetlerinin n ü f u s u İslâm



Hıristiyan



900,000 2,600,000 — — 20,000



— — 520,000 500,000 —



3,520,000



1,020,000 95,000 4,635,000 Selânik ve Edirne Vilâyetlerinin İslâm



Hıristiyan



1,298,000 — — — 67,000



— 330,000 640,000 35,000 —



1,365,000



1,005,000 198,000 2,568,000



Irkı Türk Arnavut Bulgar, Ulah Rum Çingene Yekûn Yahudi Hepsi nüfusu: Irkı Türk Bulgar ve Ulah Rum Ermeni Çingene Yekûn Yahudi Hepsi



244



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



Görülüyor ki Türkler ve İslâmlar h e r vilâyette çokluktadır. Makedonya mıntıkası (Selanik, Manastır, Kosova kısmen) n ü f u s u n u ecnebi kaynaklan şöyle gösteriyor: Yekûn



İslâm



Hıristiyan



1,179,000 498,000 225,000 78,000 125,000 55,000 70,000 22,000



147,000 498,000 14.000



1,032,000



2,252,000



820,000







116,000 45,000 — —







211,000 78,000 8,500 10,000 —



22,000 1,361,500



Irkı Bulgar Türk Rum Ulah Arnavut Çingene Yahudi Diğer unsurlar Yekûn



Bu rakamların doğru olmadığına şüphemiz yok. f a k a t bu esasta kitaplar, haritalar, grafikler cihana yayılmaktadır. Osmanlı Hükümeti ise vaziyete seyircidir. O yalnız elinde silâhiyle gezenlere çete veya komite der ve ancak bunlarla müsademeye müsaade eder. Biz mıntıkaca en tehlikeli Bulgarlan görüyor ve Rumlarla d a h a dost bulunuyorduk. Çünkü Rumlar d a Bulgar istilâsmdan korkuyorlar ve bize d a h a yakın bulunuyorlardı. Sırplar da öyle idi. (*) Şu halde meşrutiyetin ilanıyla beraber iyi valiler ve memurlarla İslahat yapılması, ordunun kuvvetlendirilmesi, ( • ) Balkan Harbinden önce Sırplar Cafer Tayyar Bey (General Eğilmez) vasıtasiyle bizimle ittifak yapmayı dahi teklif etmişlerse de hükümet ilgi göstermemiş.



İKİNCİ İTTİ HAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



345



Yunan ve Sırp h ü k ü m e t l e r i y l e a n l a ş m a imkânları ümit verici bir d u r u m yaratabilirdi. O l m a s a dahi herh a n g i a l e y h i m i z d e b i r k a r a r a k a r ş ı millî b i r m u k a v e m e t göstermekle vatanın geri kalan kısımlarını paylaşmaya kimse kolay kolay cür'et edemezdi. Bugünkü d u r u m bir çok memurları d a hırsızlığa sürüyordu. Ç ü n k ü u m u m i k a n a a t şu idi: Bu devlet yaşamaz, y a k m d a batacaktır. Bari biz kendimizi k u r taralım. K u r t a r m a k d a u z u n yıllar aileleriyle f e r a h f a h u r y a ş a y a b i l m e k için çalıp ç ı r p a r a k p a r a y ı ğ m a k



demekti. Burada şu hoş hikâyeyi kaydetmeyi yerinde bulurum. Birgün topçu kışlasında yüksek rütbeli zatlarla hasbihal e d e r k e n b u kötü zihniyetin n e z a m a n b a ş l a d ı ğ ı n a söz g e l d i . O b ü s a l a y ı k u m a n d a n ı b i z e ş u nu anlattı: 1878 (1294) R u s m a ğ l u b i y e t i n d e n s o n r a T r a b l u s g a r p ' e ı s l a h a t için m ü h i m bir p a r a ile b i r hey'et gönderilir. Hey'et reisi hırsızlığa başlar ve a z a y a d a b i r a z t u t m a l a r ı için hırsızlık yapmalarını teklif e d e r . A z a d a n b i r i i t i r a z e d e r v e d e r : — Bu millete yazıktır. E m a n e t edilen p a r a y ı yerin e sarfetmeliyiz. Hey'et reisi b u d o ğ r u l u ğ a h a y r e t l e ş u c e v a b ı verir



:



— Millet dediğin h a s t a adamdır. Y a k ı n d a ölecektir. Hiç o l m a z s a biz yaşayalım!.. Hırsızlığa a r k a d a ş l a r d a bularak n a m u s s u z l u ğ u n a d e v a m eder. Birkaç yıl s o n r a b u herif a ğ ı r h a s t a lanır. Y a ş a m a s ı n d a n ü m i d i kesilince arkadaşlarına Şöyle s ö y l e r : — Sağlam olan ben ölüyorum. Fakat h a s t a a d a m



246



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİVETİ



dedikleri millet yaşıyor. Vicdan azabı beni kıvrandınyor. Kimse benim gibi sin ve kötülük yapmasm. Bu milletin se görmeyeceğine kani oldum. Fakat ten sonra...



d a bir t a r a f t a n kötü düşünmeöldüğünü kimiş işten geçtik-



***



Ferdleri sağlıklarında bu hakikate inandırmak Sultan Hamid'in bilgisiz, adaletsiz haysiyetsiz ve tabiatı ile hırsız idaresinde m ü m k ü n değildir. Bu ancak hürriyet idealiyle ve Türklük aşkiyle temin olunabilir. İşte bu aşk bizleri genç yaşımızda, en parlak bir meslekte her tehlikeyi göze alarak vatanımızı parçalamak isteyenlere müsademelere ve Sultan Hamid'in istibdadını yıkmak için de Terakki ve Ittihad cemiyetini kuvvetlendirmeye ve onu istibdadm hıihrak noktasına kadar götürmeye sevkediyor. HAZIRLADIĞIM PLÂN istanbul, Edirne, izmir'de (Üsküp ve Serez'de merkezler faaliyete geçmiştir) şu maksatlarla hemen birer merkez açmalıdır : 1. — Hürriyet mücadelesi başlar başlamaz bu merkezlerden kuvvet sevkolunmak ihtimalini şimdiden göz önünde bulundurarak ordu içinde teşkilâta başlamak, bu suretle icabında zabitan ve efradı davanın meşruiyetine inandırarak müsademeye meydan vermemek. 2. — Daha faal hareketle bu kıt'alan da hürriyet davasında beraber yürütmek. 3. — İcabediyorsa istibdada alet olan kumandanl a n yok etmek.



İKİNCİ İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



247



4. — Teşkilât zayıf ise cemiyet mensupları asker kıyafetinde ordu içine girerek bilhassa topların iğnelerini veya nişangâhlarını saklamak. (İstanbul için donanmaya el atmak en başta gelir.) 5. — Üçüncü Ordu İstanbul'a yürüyor, hürriyet ilân olunmazsa, padişahın hal' olunacağı hakkında şayialar çıkarmak. Bunu Saraya aksettirerek korkudan sindirip herhangi bir karşı durmayı önlemek ve hürriyetin ilânına zorlamak. **



İstanbul'da münferid cemiyet mensupları bulunduğu gibi Manastır'dan Pangaltı ve Haliç Harbiye mekteplerine ikişer zabit gitmekte olduğundan çabuk birkaç merkez hazırlayabilirdim. Bu esasları ve hürriyet marşını Enver'e okudum. Esaslarda zaten evvelce de görüşmüş olduğumuzdan muvafık buldu. Teferrüatın Selânik'te hallini kararlaştırdık. Hürriyet marşının bestesini de olmazsa «Ey Gaziler» e uydururuz. Fakat d a h a güzel bir marş hazırlansa elbet d a h a iyi olur (*) Manastır'da Enver Beyle muhaberemizin Selânik'te herhangi bir zatla muhabereden daha emin olduğun u kararlaştırdık. Sıhhat haberlerimiz ve havai havadisler açık yazılacak. Cemiyete ait malûmat iki şekilde verilecek. Biri Kod usulü yani açık şifre ile. Meselâ: ( • ) Hürriyetin ilânında bizimki unutuldu. «Yaşasın Niyazi Enverler» diye isimler üzerine bir şey çıktı. Bu marşı ileride garip bir zihniyetin ifadesi olarak göreceğiz.



248



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Almancaya başladım = Cemiyet teşkilâtma başladım. (Mektepte Rusça okumuştum. Manastır'da Almanca'ya başlamıştım. Şu kadar lûğat öğrendim = Sayımız şu kadar oldu. Filân ile çorap gönderdim = Gönderdiğim cemiyete alınmıştır. Bunların dışmdaki havadisleri de gizli yazı ile yazışacaktık. Mektubun neresine limon suyu ile yazacağımızı da tesbit ettik. Limon suyu ile yazı görünmüyor. Ateşe tutunca yavaş yavaş kızararak yazılar belli oluyor. Haberler çok mühim olursa imza rastgele bir isim olarak yazılacak. Enver'in b a n a yazacağı; Harbiye adresime, benim ona yazacağım da Mıntıkadaki adresine olacak. Enver'le samimiyet ve hukukumuzu herkes bildiğinden mektuplar resmi adreslerimize geldiğinden tabiî kimse şüphelenmeyecek. Bu suretle Enver Bey Selânik'e benim verdiğim haberleri bildirecek. Kardeşim Hulusi Beyle muhaberemiz d a h a çok dikkati çekeceğinden ona yalnız aile mektubu göndereceğim. Cemiyet mensuplarından hiç bir kimse bana, ben de onlar a yazmayacağım. Manastır'dan ayrılırken Enver'le kardeşimden başka istasyona cemiyete mensup hiç kimse gelmeyecek. Yalnız Ulah doktoru samimi dostum Mişe Selanik'te tahlif olunmak üzere aynı trende bulunacak. MANASTIR'DAN



AYRILIŞIM



3 Kânunuevvel (20 Teşrinisâni) salı günü Manastır'dan trene bindim. Enver'le ve kardeşimle öpüşerek



İKİNCİ ÎTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



349



mukaddes yolumuzda muvaffakiyetler dileştik. Bu ayrılık b a n a çok acı geldi. İlk gençliğimin en enerjili zamanlarını geçirdiğim Manastır'ı çok sevmiştim. Küçüklüğümden beri vatan aşkiyle çırpman ruhum bur a d a istediği gibi bir çalışma sahası bulmuştu. İstediğim fedakâr bir muhiti b u r a d a yapmıştım. Geceli-gündüzlü üzerlerinde dolaştığım iki taraflı yüksek dağlar, uzun ovalar, aradığımız, konakladığımız köyler, türlü tehlikeler geçirdiğimiz müsademe yerleri sinema şeridi gibi süzülüp geçerken yeni askeri ve millî vazifem dahi dimağımda hemen aynı hızla tekrar tekrar gelip geçiyordu. Filorina'dan sonra artık Manastır ovası bitiyordu. Kaymakçalan ve Perister'in muhteşem manzaraları beni kendilerine çekti. O, 2500 metrelik yükseklikleri ruhumla bir daha dolaştım, oralara da vedaımı yaptım. Ostrova gölünü dolanırken, Vodina şelâlesini seyrederken, berzamanki gibi her düşünceden sıyrılarak doya doya bu manzaraları seyrettim. Dimağımdaki güzel albüm serisindeki yerlerini kuvvetlendirdim. Nihayet Karaferye'yi de geçtik ve akşam üstü Selânik'e vardık. Bir otele indim. Ertesi günü Umum Müfettişlikte, Erkânıharp Binbaşı İsmail Hakkı Beyi ziyaret ettim. Bu gece kendi evinde görüşüleceğinden yemekten sonra buluşmayı kararlaştırdık. Manastır'dan aynı trenle gelen Ulah doktor Mişe'yi de İsmail Hakkı Beye takdim ettim, ayrıldım.



4 ...







-te"*



-ibriï'.cMmc»



fttgfórtfKÜ



urtonaM



gisŞr^



^--.O .



A l i a « H e * n*tfatfjWÖH u



¡ífst rnrnSft&v a b a i a f a i o .mıişalob arfab lid almurfın ri



r



'í.rtEfrí^flS



.nwHMxn



III.



BÖLÜM



TEŞKİLÂTIN GENİŞLETİLMESİ VE HIZLANDIRILMASI 4 Kânunuevvel (21 Teşrinisâni) Çarşamba akşamı yemekten sonra ismail Hakkı Beyle buluşarak evine gittik, iki katlı ufak bir evdi. Yukarı çıktık. Bizden önce gelmiş bir sivil ile bir de sarıklı, cübbeli bir hoca vardı, ismail Hakkı Bey beni bunlarla tanıştırdı: I — Talât Bey ve Doktor Nâzım Bey; fakat şimdilik Mehmet Hoca. Onlar seni çoktan tanır. Buyurun bakalım, dedi. Talât Bey benim Manastır'daki faaliyetimi büyük takdirlerle yadettikden sonra kendilerinin bir aralık, bizim hakkiyle tenkidimiz veçhile, durakladıklarını; fakat Manastır mıntıkasının harekete hazır bir hale gelmesi, tekrar kendilerini de gayrete getirdiğini; Üsküp, Serez, Drama vesair Üçüncü ordu mıntıkasında merkezler teşekkül ettiğini; istanbul, Edirne, izmir gibi mühim yerlerde ve Anadolu'da henüz teşkilât yapamadıklarını anlattı. Doktor Nazım'ın izmir teşkilâtını üzerine aldığını, yakında hareket edeceğini, sizin de istanbul ve mümkünse Edirne merkezlerini teşkil etmek gibi çok tehlikeli bir işi üzerine almanız bi-



252



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



ze b ü y ü k k u v v e t verdi diyerek i s t a n b u l h a k k m d a malûmatı verdi:



şu



— Ben, geçen kış i s t a n b u l ' a bizzat gittim. O r a d a tanıdığım bazı zatları şahsi olarak yeminle cemiyete aldım. F a k a t bir m e r k e z k u r a m a d ı k . İstanbul'da böyle b i r c e m i y e t s a r a y c a ç a b u k d u y u l u r . Ç o k f e n a n e t i celer de verir. Bu vaktiyle d e bir k e r r e t e c r ü b e olunm u ş t u , dediler. İşte bir yıla y a k ı n z a m a n d ı r o r a d a vaziyet böyle. Siz bir düziye İ s t a n b u l ve E d i r n e teşkilâtının yapılması l ü z u m u n u İsrarla istiyorsunuz. Bun u n e h e m m i y e t i n i biz de t a k d i r e d i y o r d u k ve bizzat b e n gidip u ğ r a ş t ı m . Şimdi b u iş s e n i n ü z e r i n d e . E ğ e r Manastır'daki m a h a r e t ve cür'etin İstanbul'da da m u v a f f a k olursa kazancımız p e k büyüktür. Fakat yak a l a n ı r s a n s a r a y etlerini c ı m b ı z l a yolar. Bu d a gözüm ü n ö n ü n e gelince s a n a acıyorum. Talat Beyin b u ifadelerindeki ve halindeki samimiyet beni kendisine çok bağladı. Doktor N a z ı m d a peltek f a k a t tatlı konuşmasiyle b a n a çok yakınlık v e r d i . İ s m a i l H a k k ı ' y ı ise ö t e d e n b e r i c a n d a n s e v e r v e s a y a r d ı m . O n l a r ı n d a Talat Beyin -belki de d a h a önceleri d e t e k r a r l a n m ı ş b u l u n a n - b u fikrini vaz' ve halleriyle d o ğ r u gibi g ö s t e r m e l e r i ü z e r i n e b e n d e ş u cevabı v e r d i m : — O halde ben Manastır'a geri döneyim. T a l a t Bfef t e l â ş i a : — B u n a s ı l o l u r ? İ r a d e i s e n i y e ile İ s t a n b u l H a r biye Mektebine muallim gidiyorsun. Selânik'e geliyorsun. Sonra; vaz geçtim M a n a s t ı r ' a dönüyorupi; diy o r s u n . B u n a n e d e r l e r ? D e r h a l s e n i tevkif ile m u h a f a z a a l t ı n d a İ s t a n b u l ' a g ö t ü r ü r l e r v e ...



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



253



Ben — öyle şey yok! Ben Manastır'a dönünce derhal harekete geçeriz. Manastır, Resne, Ohri merkezlerinden «Hürriyet istiyoruz!» diye Padişaha telgraflar yağdırmaya ve istibdad taraftarlarını da yok etmeye başlarız. İstanbul inat ederse Cihan Seraskeri kumandasında Hürriyet Ordusu olarak da yola çıkarız. Talat — Sakın ha! Biz daha bu gibi işlere Selanik'te dahi hazır değiliz. Siz Manastır'da göller mıntıkasında, dağlar başında herşeyi yaparsınız ama kuvvetimiz bu halde iken işin sonu çıkmaz. Sultan Hamid'in Makedonya'ya muhtariyet vererek orduyu terhis ve zabitlerini uzak yerlere sürebilmek ihtimalini Manastır'dan mütalâa olarak siz bildirdiniz. Biz de kabul ettik. Ben size İstanbul'un tehlikesini belirtmek istedim. Şu «Cihan Seraskeri» de kim oluyor, bir öğrensek!.. diye biraz da işi lâtifeye boğdu. Ben de : — Bir başkası bulununcaya kadar Enver Beydir, diyerek hikâyesini anlattım. (*) işin Alemdar ordusunun muvaffakiyetli hareketi gibi Manastır.dan bir hürriyet ordusunun İstanbul üzerine harekete başlamasını, Selânik ve yol boyunca bilhassa Edirne'den kuvvet alarak büyümesini, orduları ve İstanbul'daki seraskerlik makamını d a şaşırtmak; Sarayı dehşete salarak teslime mecbur etmek için Kumandanına Ci( * ) Enver Bey'e Cihan Seraskeri unvanını vererek ve benim Erkân-ı Harp kordonumu takarak köylüleri korkutmuş ve bir miktar silâh toplamıştık. Enver Balkan Harbinden sonra Harbiye Nazın ve Erkân-ı Harbiye Reisi olduğu zaman beni Erkân-ı Harbiye istihbarat şubesine almıştı. İlk temasta bu hâdiseyi kendisine hatırlattım. Gülümsedi.



254



İTTİHAT'



h a n Seraskeri rum.



VE TERAKKİ CEMİYETİ



ünvanının



verilmesini



düşünüyo-



Talat — Y a h u , K â z ı m y a m a n m ı ş be! Seni a r k a d a ş l a r çok cesur ve çok d a düşünceli derlerdi. B u n u k a r ş ı m d a k e n d i m g ö r ü y o r u m . Bize ç o k k u v v e t veriyorsun. Eğer İstanbul'da teşkilât y a p m a y a m u v a f f a k olursan s a n a icabında b u r a d a n birkaç fedâi de göndererek terörler de yaptırabileceğimize inanıyorum. İstanbul'da sana üç arkadaş tanıtayım. Avukat Baha. Galata'da Osmanlı Bankası karşı sırasmda Tahtabur u n y a n H a n ı üç n u m a r a d a d ı r . M u h a r r i r M a h m u t Sadık. B u n u B a h a Bey size b u l u r . M ü h e n d i s Salim. Naf ı a N e z a r e t i n d e m ü h e n d i s t i r . Bu, S e l â n i k ' t e m e r a s i m le tahlif o l u n m u ş t u r . İ s t a n b u l m e r k e z i için b u ü ç ark a d a ş işinize y a r a r . B a h a ve Salim Beylere, teşkilât yapmak üzere yakında bir genç zabitin İstanbul'a geleceğini bildirdik. Bunları yerlerinde bulursunuz. Ellerini sıkarken şehadet p a r m a ğ ı n ı z ı n u c u y l a bileğ i n e b a s a r s ı n ı z . O n l a r d a size a y n ı s u r e t l e k e n d i l e r i n i t a n ı t a c a k l a r d ı r . B u n l a r d a n b a ş k a iki değerli z a t d a h a var a m a ben ikna edemedim. Korkutmadan sen muv a f f a k o l u r s n çok işinize y a r a r . Biri M e r c a n İdadisi M ü d ü r ü Hüseyin Cahit bey. Diğeri Şurayı Devlet âzas ı n d a n R e ş a t B e y . ( * ) . B u n l a r ı B a h a B e y s i z i n l e gör ü ş m e y i t e m i n edebilir. Bizim ilk i s t e d i ğ i m i z İ s t a n b u l m e r k e z i n i teşkil etm e n i z ve M a n a s t ı r ' d a o l d u ğ u gibi bir de fedai şubesi hazırlamanızdir. Artık ümidimiz senin dirayetine bağlıdır. İ s t a n b u l ' u n M a n a s t ı r gibi h a t t a S e l â n i k gibi bir m u h i t o l m a d ı ğ ı n ı , v e h e r y e r d e h a f i y e l e r i n e k s i k olmadığını tabiî h a t ı r d a n çıkarmazsın. ( • ) Reşat Bey ikidir. Erenköytiiıdeki değil.



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



255



Ben — istanbul için düşündüklerimin bir parçası olmuş gibidir. Pangaltı ve Haliç Topçu Harbiye mekteplerinde birer fedai şubesi kurulmuş gibidir. (Manastır'dan giden ve gidecek olanlarla sılaya gelip tahlif ettiğim hemen hepsi fedai olan arkadaşlar hakkında malûmat verdim) Ben bütün gayretimi donanm a d a n bir h a r p gemisini elde etmeye çalışacağım. Buna m u v a f f a k olacağıma eminim. Herhangi bir ihtimâl ile yakalanmaya karşı da üzerimde daimî bir röverle bir de süblüme şişesi vardır. En u f a k bir sırrın dahi f â ş olmayacağından emin olunuz. Yalnız istanbul teşkilâtmı kolay ve tehlikesiz yapabilmek için bazı düşüncelerimizin kabulünü rica edeceğim: 1. — T e ş k i l â t ı m e r k e z i n h e r u z v u k e n d i k o l u n d a n yapacaktır. Yani h e r k o l u n reisi a y n ı z a m a n d a m e r k e z i n azâsıdır. Bunlar kendi şubelerini nasıl idar e m ü m k ü n s e o sayı ve şekilde teşkil edeceklerdir. Bu kimseleri m e r k e z i n diğer a z â s m ı n bilmesine d a h i lüzum yoktur.



2. — Tahlifler buradaki gibi merasimle olmayacaktır. Gözü açık ve örtüsüz olarak Şube Reisi ve rehberi tarafından yaptırılacaktır. Yemini esasen ben Manastır'da dahi kısaltmış ve ezberlemiştim. Bunu merkez arkadaşlarıma d a belleteceğim. 3. — Cemiyetin mensupları, üzerlerinde h ü k ü metin evrakı muzirra sayacakları yazılı veya basılı şeyler bulundurmayacaklardır. Aslâ başkaları yanında cemiyetin varlığını anlatabilecek veya kendilerini tehlikeye sokacak şeylerden bahsetmeyeceklerdir. 4. — Muhabereye Enver Bey vasıta olacaktır. Fakat u f a k tefek işler için Avukat Baha Bey vasıtasiyle de görüşebiliriz. Herhangi icraat için tebligat behe-



256



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



m a h a l b a n a yapılmalıdır. Bu tekliflerim nuyor mu?



kabul



olu-



Talat — Çok esaslı d ü ş ü n m ü ş s ü n ü z . Ç o k m u v a f ı k . B u h u s u s l a r d a istediğiniz gibi h a r e k e t t e serbestsiniz. Ben — Şimdi belki d a h a m ü h i m göreceğimiz mes'elelere geliyorum. M e r k e z çoğalacağına göre; Selan i k v i l â y e t i m e r k e z h e y ' e t i i l e M e r k e z î U m u m i a y r ı olm a l ı d ı r . B e n d e k i i n t i b a b u r a d a k i işlerin d e E n v e r Bey i n M a n a s t ı r ' d a İsrarla istediği t a r z d a y a n i bir iki zat a b a ğ l ı o l m a s ı k e y f i y e t i d i r . Biz esaslı m e r k e z teşkilâtını benim hareketimden birkaç g ü n önce yaptık. Fakat kuvvetli bir merkez vücude getirdik. Enver'le R e m z i gibi iki değerli e r k â n ı h a r p zabiti d e m e r k e z d e dir. Selânik'in v e Merkezî U m u m î n i n a r a s ı n d a d a m ü teşebbis, tecrübeli, zekî e r k â n ı h a r p l e r ihmâl olunmamahdır. Talat — B u n a emin olunuz. Heıhalde Manastır m e r k e z i gibi kuvvetliyiz ve öyle d e olacağız. Kıymetli e r k â n ı h a r p l e r i S e l â n i k ' e n a k l e ç a l ı ş ı y o r u z . (*) M e r kezlerin ayrılması fikriniz de çok isabetlidir. ( * ) Ben Manastır'a geldikten bir müddet sonra. Edirne Harbiye Mektebi ders nazarı muavinliğine giden Fethi Bey (Oky&r) tekrar Manastır'a gelmişti. Kendisini Enver Bey cemiyete alacağını, fakat şimdilik Kesriye mıntıka kumandanlığında bulunması muvafık olduğunu söylemişti. Ben İstanbul'da iken İsmail Hakkı Bey teftiş esnasında kendisine açmış. Fethi Bey Enver'e ve bana karşı bu hususta kırgınlık göstermiş ve nasıl olup da hiç bir taraftan haber alamadığına hayret ederek : «Demek ben uyuyormuşum.» demiştir. Birkaç gün sonra Manastır'a gittiği zaman Enver Beyin rehbetliğiyle tahlif olunmuştur. Az sonra Selânik'e nakledilmiştir. Selânik merkez hey'eti de bu sırada teşkil



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



257



B e n — İ k i n c i ricam p l â n l ı h a r e k e t t i r . Merkezi U m u m i esaslı o l a r a k plânını tesbit etmeli v e h a r e k â t ı z a m a n ı n d a bir elden idare etmelidir. Ben b u husustaki m ü t a l â a m ı İsmail Hakkı ve Enver Beyler vasıtasile sizlere bildirdim. Ben İ s t a n b u l ' d a n d o n a n m a v e y a ordu gönderilmesi ihtimâline karşı tedbirler alacağım. Bir fedai şubesiyle d e emrinize h a z ı r b u l u n a c a ğım. Aynı teşkilâtın Edirne'de de y a p ı l m a s ı n a çalışac a ğ ı m . H a t t a S e l â n i k M e r k e z K u m a n d a n ı N a z ı m Beyd e n izin alabilirsem g i d e r k e n Edirne'ye u ğ r a m a k niyetindeyim. O r a d a E r k â n ı h a r p Yüzbaşı İ s m e t ve Seyfi (İnönü, General Düzgören) b u işe h a z ı r d ı r l a r . Işden haberleri de var. Fakat y a benim gitmekliğim veya sizin birini göndermeniz icabediyor. Edirne'nin vaziyeti m ü h i m d i r . Bu m e r k e z i n h e m e n f a a l i y e t e geçirilmesinde d a h a ziyade vakit geçirilmemelidir. Doktor N a z ı m Bey de h e m e n İzmir'e h a r e k e t l e a y n ı faaliyete koyulmalıdır. T a l a t — Fikirlerinize i ş t i r a k ediyoruz. A s l a acele etmeyeceğiz. S u l t a n H a m i d ' i k a l d ı r ı p y e r i n e S u l t a n Reşat'ı geçirmedikçe meşrutiyet idaresinin kurulam a y a c a ğ ı n a d a kaniiz. B u n u n için S u l t a n H a m i d ' e m u v a f f a k i y e t l i b i r s u i k a s t l e işi s a ğ l a m a b a ğ l a m a k i ç i n gelecek R a m a z a n ı bekleyeceğiz. Sizin Beşiktaş'ta bir olunduğundan Feth Bey de merkeze alınmıştır. Bu suretle Mthat Şükrü, İsmail Canbolat, Topçu Rasim, Hamdi ve Fethi Beyler merkezi umumiden ayrı olarak Selânik merkezini teşkü etmiştir. Bu aralık Mustafa Kemâl Bey (Atatürk) de Selânik'e Ordu Erkân-ı Harbiyesine, Fethi Beyin yanına nakletmiş olduğundan Fethi Beyin rehberliğiyle o da cemiyete alınmıştır. Girdiği tarih 1906 Mart, numarası da 322' dir, merkezde bulunmamıştır. T.: 17



258



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



binayı hazır bulundurmanız b u b a k ı m d a n lâzımdır. O tarihe k a d a r gerek Rumeli ve gerekse Anadolu merkezlerinde teşkilâtımız t a m a m l a n m ı ş olur. Eğer hâdiseler v a k t i n d e n evvel bizi h a r e k e t e getirmeye mecb u r ederse o n a göre size de t a l i m â t göndeririz. Ben — Beşiktaş'ta E n v e r Beyin evi m ü s a i t olduğ u n u v e b u ş e r e f l i iş için k e n d i s i n i n d a h i o z a m a n gelm e k t a s a v v u r u n d a olduğunu söyledim. Benim ayrıca b i r ev b u l a r a k c e m i y e t t e n birini o t u r t m a y a çalışmaklığım m u v a f ı k olur. Enver'in evi de bir ihtiyat olur. Talat — Desene işler ç o k t a n y o l u n a girmiş. Yalnız Sultan Reşat'la t e m a s a geçmek ve elinden meşrutiyete hizmet edeceğine dair bir senet a l m a k d a lâzımdır. Bu nazik ve tehlikelidir. B u n u s o n r a düşüneceğiz. Ben — Ü ç ü n c ü bir mes'ele kalıyor ki o n a Enver'le b i r t ü r l ü k a r a r v e r e m e d i k . O d a m e ş r u t i y e t i n ilân ı n d a n s o n r a o r t a y a ç ı k m ı ş b u l u n a n f e d a i z a b i t l e r vey a diğer vazife alanlar ne olacak? Cemiyet mensupl a r ı siyasî f ı r k a l a r a a y r ı l a c a k mı, a y r ı l a n l a r ı nasıl tutabileceğiz? Cemiyetin vazifesi hürriyeti ilân ve meşrutiyetin kurulmasiyle bitecek midir? Enver'e göre işin güçü meşrutiyetin kurulmasıdır. Sonrası kolaydır. Şimdiden b u n u n l a fikrimizi y o r m a y a l ı m diyor. İ s t a n b u l ' d a b u s u a l l e r k a r ş ı s ı n d a k a l a b i l i r i m . N e cevap vermeliyiz? Talat — Ben de o fikirdeyim. Meşrutiyetten sonr a açılacak bir k o n g r e d e sonrası için k a r a r l a r verilir. Şimdilik düşüneceğimiz Sultan Hamid'i ve idaresini devirmektir.



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



259



Birkaç saatlik sohbet ve münakaşalarımız samimiyetle sona erdi. Konuşan Talat Beyle ben idim. Diğer iki arkadaşımız tek tük söze karışmışlardı. İstanbul'daki zor, nazik ve tehlikeli vazifelerimizi fazla kimselerin bilmemesi hususunu da tesbit ettik. Biz dört, bir de Enver Bey beş kişi kâfi görüldü. Herhangi bir hürriyet ordusunun kuruluşunda kumanda mes'elesinde kıdem ve ehliyetin dikkate alınmasını da öne sürdüm. En değerli kumandanlardan birini iyilikle veya zorla işbaşına almanm cemiyetten ufak rütbeli bir arkadaşın k u m a n d a s m a tercih edilmesi muvaffakiyetin temini için lâzımdır, dedim. Üsküp'te Tatar Osm a n Paşanın bu iş için elverişli olabileceğini de ilâve ettim. Sarıştık, öpüştük, cemiyetimizin muvaffakiyetini diledik. Ben otelime ayrıldım. EDİRNE'YE GİTMEK TEŞEBBÜSÜM 5 Kânunuevvel Perşembe günü Merkez Kumandanı Padişah yaveri Miralay Nazım Beyi ziyaret ettim. Enver Beyin eniştesi olduğundan, ondan selâm • getirdiğimi söyledim. Beni iyi kabul etti ve İstanbul'a gideceğimden tebrik de etti. — Bir r i c a d a b u l u n m a k



istiyorum,



dedim.



— Mümkünse hemen yaparım, dedi. — Edirne'de bir arkadaşım var. Hemşiresiyle izdivaç fikrindeyim. Geçerken uğrayıp bu işi görüşmek istiyorum. İstanbul'a gidince, yeni geldin diye izin vermezler. Bu müsaadeyi sizden rica ederim. N a z ı m — Ben izin veririm. Bu kolay. F a k a t Edirn e ' d e n bir gözü açık seni jurnal edebilir ve felâketin e de sebep olabilir.



260



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Ben — Beni n e diye j u r n a l edebilirler. Bu alçaklığı n a s ı l y a p a r l a r ? B e n ailevi b i r işim için E d i r n e ' y e gidersem n e diye jurnal edilebilirim? Hususiyle Manastır'dan İstanbul Harbiyesine nakledilmek tevecc ü h ü n ü kazanmış olduğum halde. N a z ı m — Senin b u işlere aklın p e k ermez. Edirn e ' y e ç ı k a r ç ı k m a z h e r h a n g i bir kimse şöyle bir jurnal verebilir: «Üçüncü Ordudan İstanbul'a tayin o l u n d u ğ u halde Edirne'ye u ğ r a m a s ı n d a bir maksadı vardır.» ve seni o r a d a takip ederler belki artık İstanb u l ' a değil, b u o r d u y a bile d ö n e m e z s i n ! B u n u bil d e öyle g i t m e y e k a l k . İ s t e r s e n b e n izin verebilirim. Nazım B e y i n b u h a l i b a n a o n u n iyi kalpli b i r a d a m o l d u ğ u hissini verdi. Hiç değilse Enver Beyin h a t ı r ı için s a m i m î a r k a d a ş ı o l d u ğ u m d a n b a n a acıdı. Fakat Sarayla hususi münasebeti olduğuna; Padişah y a v e r i v e genç y a ş ı n d a Selanik gibi m ü h i m bir şehr i n m e r k e z k u m a n d a n ı v e a r k a d a ş l a r ı n d a n çok ileri r ü t b e d e o l u ş u ş ü p h e b ı r a k m ı y o r d u . Bu n o k t a d a d u r u n c a beni iskandil ettiğini k a b u l e t m e k lâzımdı. Benim için b u son şıkkı k a b u l e t m e k lâzımdı. Saf bir tavırla kendisine şu cevabı verdim : — Çok t e ş e k k ü r ederim. Edirne'den şimdilik vaz geçtim. İ s t a n b u l ' a gittikten s o n r a a r t ı k m e k t e p t e n izin alırım. Siz l ü t f e n İ s t a n b u l için izin tezkeresi lütfediniz. N a z ı m — Hayırlısı d a bu! Teveccüh kazanmış İstanbul'a naklolunmuşsun. Nene lâzım başını derde sokacaksın.



¿TEŞKİLÂTIN GENİŞLETİLMESİ



261



İstanbul'a izin tezkeremi aldım. Teşekkürle ayrıldım. Edirne'de Seyfi Beye, Manastır'da d a Enver Beye Edirne'ye gidemeyeceğimi yazdım. İsmail Hakkı Beye de vaziyeti olduğu gibi anlattım. İsmail H a k k ı Bey kararımı beğendi ve d e d i : — Çok akıllı h a r e k e t ettin. Belki ilk jurnali kendi yazar ve Edirne'nin de dikkatini çekebilirdi. Çünk ü vazifeleri bu. F a k a t samimi h a r e k e t etmiş, sen de iyi yapmışsın.



İSTANBUL'DA İLK MERKEZ TEŞKİLİ 6 Kânunuevvel efrencî C u m a g ü n ü trenle Selânik'ten hareketle ertesi g ü n ü İstanbul'a geldim. Doğr u c a Zeyrek'teki evimize gittim. İlk işim en b ü y ü k ağabeyime cemiyetin kuvvet ve kudretini anlattım. İstanbul'da d a teşkilâtı yapılmış ve kuvvetli göstererek vazifemi o n d a n dahi gizlemeyi ihtiyatlı buldum. Onu -cemiyetteki kıdemine ve tecrübesine r a ğ m e n merkeze almayı m u v a f ı k bulmadım. Ç ü n k ü çoluk çocuk sahibi ve evi ayrı idi. İstediğimiz yere istediğimiz saatte gelmesi kolay olmadığı gibi dikkati de çekebilirdi. Ondan d a h a ziyade d o n a n m a y a el a t m a k için istifadeyi d ü ş ü n ü y o r d u m . Ç ü n k ü eski cemiyet arkadaşlarından bahriye zabitleri olduğu gibi teyzemin oğlu Mehmet K a p t a n (Bırak) onun yaşında idi ve iyi de arkadaştılar. D o n a n m a y a bu suretle el a t m a k imkânı olup olmayacağını sordum. Aldığım cevap bu yold a n birşey b a ş a r m a k imkânsızlığını gösterdi. Şöyle k i : M e h m e t Kaptan'ın kayınbiraderi Rıza Kaptan (Sonradan Bahriye Erkânıharbiye Reisi) birkaç yıl önce Yeniköy'de ahbabı b u l u n a n bir ecnebi-



262



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



nin ziyaretine gittiği zaman jurnal edilmiş. J u m a l d a «Basra'ya tayin olunduğu halde gitmeyerek ecnebilerle sıkı temasta bulunmaktadır» denilmiş. Derhal tersanede Camialtı'ndan hapse atılmış, evi aranmış. Eniştesi Mehmet Kaptan d a alınarak hapse atılmış. Bir müddet sonra Basra'ya tayin olunan Rıza Kaptan'm başka bir zat olup çoktan memuriyeti başına gittiği anlaşılmış ise de bir ecnebiyi ziyareti evrakı muzirr a getirtmekte olduğu içindir diyerek hayli hapiste kalmışlar. Sonra çıkarılmışlar. Fakat sıkı tarassut altında imişler. Ağabeyimle de pek temasta bulunmuyorlarmış. Şu halde başka yoldan yürümek zaruridir, diyerek ağabeyimin kimseye yeni teşkilâttan bahsetmemesini rica ettim. 8 Kânunuevvelde Cağaloğlu'ndaki Nafıa Nezaretinde Salim Beyin bulunduğu mühendisler odasına gittim. Kapıcı ile kendisini dışarı çağırttım. Bize Riyaziye mümeyyizliğine gelmiş bulunduğu için kendisini tanırdım. Elini sıkarken şehadet parğamımın ucuyla bileğine basmca sevindi ve aynı işareti vererek dedi : — Sizi sabırsızlıkla bekliyordum. Kıymetli genç mühendislerimiz Anadolu'nun muhtelif yerlerine gittiler. Birkaç gün önce gelmiş olsaydınız onlardan da istifade ederdik. — Zararı yok. Ben sizinle eskiden tanıştığımdan sizi ziyarete geldim. Yarın akşam bizim eve gelirseniz tafsilâtlı görüşürüz. Avukat Baha Beyi de yarın ziyaret edeceğim, dedim. Salim Bey, Baha beyi tanımıyormuş. Evimizin ad-



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



263



resini vererek yarın akşam bizde görüşmek üzere ayrıldım. 9 Kânunuevvel Pazartesi günü Pangaltı Harbiye Mektebine gittim. Resmi ziyaretlerimi yaptım. Tâbiye muallim muavinliğine tayin olunduğumu ve yarın ilk dersim olduğunu öğrendim. Mektepten dönüşte Bankalar önünde tramvayd a n indim. Takip olunmadığımı gördüm. Tahtaburunyan hanı 3 numarada Avukat Baha Beyi buldum. Aynı işaretle tanıştık. Baha, bana Talat ve Manyasî zade Refik Beylerden şikâyet ederek dedi: — Aylarca beyhude vakit geçirdik. Burada Selânik gibi merasimle tahlif olunur mu? İkinci günü baskına uğranz. Anlatamadım, gitti. Teşkilâta memur olarak geleceğinizi haber alınca sevindim. Fakat pe-' şin söyleyeyim ki hâlâ işte İsrar olunuyorsa İstanbul'd a böyle şey olmaz. Yok yere başımızı da başkalarını de belâya sokarız. — Hayır, ben tam selâhiyetle geldim. Ne teşkilât ve ne de tahlifler Selânik ve Manastır gibi olmayacaktır. Bu husustaki düşüncelerimi bildirmeden önce altı kişilik İstanbul merkezini teşkil etmgkliğimiz lâzımdır. Selânik'ten bazı zatları tesbit ettiler. Bunlar içinde siz de varsınız. Reşat, Hüseyin Cahit ve Mahmut Sadık Beylerle beni siz tanıştıracaksınız. Ben yalnız Mühendis Salim Beyle görüşebildim. Ara sıra ziyaretinize gelirim. Siz de bana gelirsiniz. Şimdi sizinle eskidenberi bir ahbaplık uyduralım. Bu ahbaplığı tesbit ettik. B a h a Bey a r t ı k işler y ü r ü y e c e ğ i n d e n e m i n olarak p e k sevindi. Bu aralık bir z a t o n u z i y a r e t e geldi. Ş u r a y ı D e v l e t t e n R e ş a t Bey imiş. Ne güzel tesadüf. B a h a Reşat Beye d e d i :



264



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ — İşte Selanik'ten beklediğimiz genç zabit!



R e ş a t Bey s a m i m i b i r h a l ile elimi sıktı ve b a ş ı n ı iki t a r a f a s a l l a y a r a k d e d i : — A l l a h m u v a f f a k i y e t v e r s i n . F a k a t b u i ş i n İst a n b u l ' d a p e k tehlikeli o l d u ğ u n u sizlere söylemeyi vazife sayarım. G e n ç bir zabitsiniz. Cesaretiniz b u vazifeyi üzerinize aldırmış. A n c a k burası Selanik, M a n a s tır gibi değildir. Siz S u l t a n H a m i d ' i n k u v v e t i n i n n e o l d u ğ u n u bilmiyorsunuz. Bu a d a m d a n m e ş r u t i y e t alın a m a z . (*) — Ben d e size ş u n u söylemeyi vazife s a y a r ı m ki Rumeli'de b ü t ü n ordular ve h a l k meşrutiyetin ilânı için y e m i n etmiştir. İcabederse A l e m d a r o r d u s u gibi b u r a y a g e l i p b u işi b e h e m a h a l y a p a c a k l a r d ı r . S i z d e cemiyetin kuvvetini bilmiyorsunuz. — E h öyle ise biz d e d u a edelim. F a k a t b e n b u gör ü ş t e değilim. Beni m a z u r görün. Bir yerde ağzımı açm a m . Elimden gelen yardımı d a yaparım. R e ş a t B e y g i t t i k t e n s o n r a B a h a B e y :— G ö r ü y o r s u n ya, İstanbul b a ş k a yerlere benziyor m u ? Bakalım diğerlerinden n e cevap alacağız, dedi. Birkaç g ü n s o n r a H ü s e y i n C a h i t Bey de b e n i m l e görüşmesi h a k k ı n d a k i B a h a Beyin teklifini k a b u l etm e d i . B u n l a r ı n c e v a p l a n d a a ş a ğ ı y u k a r ı a y n ı d ı r : «Birşey yapabileceklerini ü m i t e t m e m , hele İstanbul'da ( * ) 31 Mart hâdisesini tenkilden sonra Dolmabahçe Sarayımda Sultan Reşat'a biat merasiminde Saraydan çıkarken bu Reşat Beyle karşılaştım. S o r d u m : — Nasıl Beyefendi, dediğim çıktı mı? Birden şaşırdı ve sonra samimi ellerimi yakaladı ve ben takdir edememişim, dedi.



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



265



teşkilât d o ğ r u değildir» t a r z ı n d a d ı r . F a k a t M u h a r r i r M a h m u t Sadık cesaret ve samimiyetle bizimle b e r a b e r çalıştı. Baha Bey Salacak'ta oturuyormuş. Birbirimizin a d r e s i n i aldık. C u m a g ü n ü k e n d i s i n e geleceğimi söyleyerek ayrıldım. ***



Karaköy Köprübaşmdan bir sandala binerek Haliç'in İ s t a n b u l ' a b a k a n o g ü z e l m a n z a r a s ı n ı p e k neş'eli o l a r a k s e y r e d e ede U n k a p a n ı ' n a ç ı k t ı m v e e v e geldim. A k ş a m , M ü h e n d i s S a l i m Bey z i y a r e t i m e geldi. İlk iş m e r k e z i t e ş k i l e d e c e k k a n a a t v e s e c i y e s i k u v v e t l i a r k a d a ş l a r ü z e r i n d e g ö r ü ş t ü k . O, F a t i n H o c a i l e T o p çu m e k t e b i n d e m u a l l i m Binbaşı N a h i t Beyle ötedenberi hemfikir olduklarını, bunları cemiyete alarak merkez azalığmda bulundurmaklığımızı teklif etti. (Bunları biz d e cemiyet n a m ı n a tahlif ile işe b a ş l a dık).



İSTANBUL TERAKKİ VE İTTİHAD CEMİYETİ MERKEZİ VE TEŞKİLÂTI Bir h a f t a içinde m e r k e z i teşkile m u v a f f a k olmuşt u m . Altı a r k a d a ş cesaretle, gayretle v e s a m i m i y e t l e işe b a ş l a d ı k : E r k â n ı h a r p Kolağası K â z ı m (Ben K a r a bekir), M ü h e n d i s Salim, A v u k a t Baha, M u h a r r i r M a h m u t Sadık, Fatin Hoca, Topçu Binbaşı Nahit. Teklifim veçhile teşkilât şöyle b a ş l a d ı : Merkezi teşkil e d e n h e r a r k a d a ş bir kol teşkil edecek. Bunları birbirimize bildirmek mecburiyetinde d a h i değiliz.



266



İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ t



Bu kolların başı kendimiz olacak, bir de lazımsa muavin intihap edeceğiz. Fedai Şubesini ben teşkil edeceğim ve b a n a bağlı olacak. İçtimalar ya benim evde veya A v u k a t Baha Beyin evinde yapılacak. Fakat h e r içtimada bir iki aza bulunmayacak. Neticeyi h a b e r vereceğiz. İçtimalar sık olmayacak. Selanik'le m u h a bereyi ben ve ikinci derece işler için Baha Bey yapacak. Tahlifler gözü açık ve bizzat; veya bir a r k a d a ş huzuriyle yapılacak ve yemin sureti yazılı olmayacak. Kısaca benim yaptığım ezberlenecek. Cemiyet mensupları n e evlerinde ve n e de üzerlerinde h ü k ü m e t ç e evrakı m u z i r r a sayılan şeyler taşımayacaklar. Talebe cemiyele alınmayacak. Yalnız erkânıharbiye sınıfları zabit olduklarından alınacaklar. Cemiyet kemiyetten ziyade keyfiyete ehemmiyet verecek. Bu suretle sözün a y a ğ a düşürülmemesi ve h ü k ü m e t i n duyması önlecenek. PANGALTI HARBİYE MEKTEBİNDE TEŞKİLÂT Harbiye üçüncü sınıfına ilk tabiye dersini 10 Birinci k â n u n d a vermiştim. Dahiliyede Manastır'da tahlif ettiğimiz iki fedai zabitimiz, Süvari Salih, Piyade Ali Beylerle Erkânıharbiye ikinci sınıfından Ali Beyin kardeşi Remzi ve Dişçi Mektebinden Niyazi Beyin kardeşi O s m a n Bey ve Topçu Mektebindeki iki Mnastır'd a n gelen zabitler ayrı ayrı b a n a bağlı idiler. Topçu mektebindekileri Salim ve Nahit beylere de tanıtmıştım. Remzi Bey, smıf arkadaşı olan Filibeli Rüştü'yü de b a n a eve getirdi, tahlif ettim. Bu d a fedai yazıldı. Remzi Reis, Rüştü muavini olarak Erkân sınıflarında b i r şube a ç m a l a r ı n a m ü s a a d e ettim. Bunların şube-



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



267



sinden bir de Mecit fedai olarak yazıldılar. Bu suretle altısı Pangaltı Harbiye M e k t e b i b i n a s ı n d a o l m a k üzer e d o k u z f e d a i idik. Yalnız muallimler a r a s ı n d a n güvenip açtıklarım tehlikesini belirterek kabul etmiyorlardı. Ben de derh a l eğer b u n u b a ş k a birine a ç a r s a şeref ve h a y a t ı n ı tehlikeye koyacağı tehdidini savuruyordum.



E D İ R N E ' N İ N İLK



TAHLİFİ



Edirne'ye benim k a d a r kimse ehemmiyet vermiy o r d u . Bir yıl ö n c e M a n a s t ı r ' d a n b i r k a r t v i z i t l e İ s m e t ve Seyfi Beylere takdim ettiğim Süvari Kolağası Ferh a d Bey, S e l â n i k ' i n d e g e v ş e k l i ğ i üzerine Edirne'de b i r ş e y y a p a m a m ı ş t ı . Bir y ı l d ı r n e o r a d a n b i r i S e l â n i k ' e getirilebildi ve n e de Selanik'ten o r a y a gönderilebildi. Aksi gibi b e n İ s t a n b u l ' a g e l i r k e n u ğ r a m a k istedim, o d a o l m a d ı . F a k a t t e e s s ü r ü m ç o k s ü r m e d i . B e n İstanbul'a geldikten az sonra Edirne'den Erkânıharp Yüzbaşı H ü r r e m Bey d e m i r y o l u n u m u h a f a z a e d e n tab u r u teftiş vazifesiyle d r e z i n l e H a d ı m k ö y ' e k a d a r gelmiş. O r a d a n d a İ s t a n b u l ' a sıvışıp gelmişti. Evinde b i r gece kalıp dönecekmiş. Çok eskidenberi tanıştığımızdan bana da uğradı. Buna, tesadüfün bir lütfü olarak cemiyetimiz nam ı n a çok s e v i n d i m . D e v l e t i n siyasî d u r u m u n u n tehlikesini ve b u n a k a r ş ı bir yıldır Ü ç ü n c ü O r d u n u n gizli teşkilâtla hazırlandığını hürriyetsever halk ve m e m u r l a r ı n d a t e ş k i l â t a a l ı n d ı k l a r ı n ı , b i r yıl ö n c e E d i r n e ' y e izinli giden F e r h a d Bey v a s ı t a s i y l e y a p t ı ğ ı m t e ş e b b ü s ü n neticesiz kaldığını izahla b u cemiyete kendisinin d e girmesini ve Edirne'de E r k â n ı h a r p İsmet, H ü s e y i n



268



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Kadri ve Seyfi Beylerle bir merkez teşkil ederek hürriyet mücadelesinde Üçüncü Ordunun teşebbüslerini kolaylaştırmaklığımızı rica ettim. Hürrem Bey, cemiyete girmeyi kabul, Edirne'de bu arkadaşlara vaziyeti anlatarak çalışacağını vaad etti. Ferhad Bey teşebbüsten haberi olmadığını da söyledi. Hürrem'i cemiyet n a m ı n a yemin ettirdim. Kısa yeminin suretini de bellettim. İlk iş Selânik'e emin bir arkadaş göndererek Merkezi Umumi ile nasıl temasa geçeceklerini söyledim. Edirne'de teşkilâtın ne şekilde yapılabileceğini Merkezi Umumi ile karşılaştırılmasını rica ettim. Hürrem bütün bu tekliflerimi memnunlukla ve iftihar d u y a r a k kabul etti. Üçüncü Ordunun İstanbul üzerine bir «Hürriyet Ordusu» göndermesi halinde Edirne'nin vaziyetinin ehemmiyetini belirterek oradan dahi bir kuvvet eklenmesinin Edirne Ordusu (2 inci Ordu) için bir şeref olacağını, eğer Edirne Sultan Hamid'in elinde sadık kalırsa bütün emeklerin heba olabileceğini ve yüz yıl önceki hürriyetsever Alemdar Ordusu k a d a r d a bir iş yapamazsak maddi manâvi b ü t ü n suçun birinci derecede biz erkânıharplerin olacağını izah ve İstanbul'da da icabeden hazırlıkların yapılmış olduğunu anlattım. Büyük sevinç ve ümitlerle ayrıldık. (*) ( • ) Ne yazık ki üç ay daha Edirne'de teşkilât yapılamamıştır. Bu geç kalmanın bedelini çok pahalı ödedik. Bu hususu meşrutiyetin ilâm bahsinde göreceğiz. Geç kalmanın sebebini Hürrem Bey de Ferhat Beyin aynı sözleriyle izah etti. Haber gönderdiğiniz arkadaşlar işi lâyık olduğu ehemmiyetle ele almadılar. Edirne teşkilâtı 12 Mart 1908'de (Rûmi Şubat s o n l a n ) Selânik'te tahlif olunarak 331 numara alan süravi mülâzımı



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



269



MERKEZİ UMUMİYE RAPORUM İstanbul'da merkezin teşkil olunduğunu ve altı koldan işe başladığımızı Edirne'den gelen bir a r k a d a ş ı d a tahlif ettiğimi ve kuvvetimizi açık şifremizle, (Code) kısmen de limon suyu ile gizli olarak k â n u n u e v velin ilk günlerinde Enver Bey vasıtasiyle Merkezi Umumiye yazdım. Birkaç h a f t a k a d a r sonra 11 Kânun u s â n i 1908 (29 Kânunuevvel Rûmi) de mektepte nöbetçi beyi iken cevabmı aldım. Yatma zamanı o d a m m kapısmı sürmeledikten sonra mektubun beyaz yerini m a n g a l a tuttum. Limon suyu sarardı. Enver Bey de kısmen açık, ve kısmen de limon suyu ile cevap vermişti. Gayret ve muvaffakiyetime teşekkür ve d u a l a r ediyordu. Merkezi Umuminin de teşekkürünü bildiriyordu. Kendilerinin de çalışmakta devam ettiklerini bildirerek müşterek davamızda muvaffakiyet diliyordu. Birkaç kerre okuduktan ve Manastır'ın h ü r havasını, bu m e k t u b u koklayarak, zevkle duyduktan sonr a m a n g a l d a yaktım. evveli Dimetokalı Refet Bey vasıtasiyle yapılabilmiştir. (Jandarma yarbayı ikeoı İstiklâl Harbi'nden sonra ölmüştür.) Bu zabit Edirne'ye gelince topçu mülâzımı evveli İhsan Divitçiler'i (Bahriye Nazırlığı yapan) cemiyete almış ve her ikisinin gayretiyle Edirne'deki erkânıharplerden zaten cemiyetten haberi olan İsmet, Hüseyin Kadri, Seyfi, Alâettin ve Hürrem (İstanbul'da tahlif ettiğim) Beyleri ve çoğu topçu zabiti olmak üzere hürriyetin ilânına kadar sırf zabit olmak üzere on dokuz kişi olabilmişlerdir. Bunların arasında Alay Müftüsü Harun ve Doktor Kolağası Hüseyin Bey ve halen meb'us olan o zamanki topçu mülâzımıevveli İrfan Bey de vardır. Halktan kimse olmadığı gibi memurlardan ve diğer sınıflardan da kimse alınamamıştır. Yalnız Uç piyade mülâzımı alınmış, bunların da ikisi uzak yerlerdeki kıt'alara aittir.



270



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



_ B i r k a ç g ü n s o n r a E r k â n ı h a r p B i n b a ş ı V e h i p Beyd e n ( M e r h u m Paşa) de bir m e k t u p aldım. Bu d a Enver'le a r a m ı z d a k i açık şifreyi k u l l a n a r a k lâtife eder gibi sözler y a z ı y o r d u . B a n a A l m a n c a ' y ı kolay ilerlettiğimden çok m e m n u n kaldıklarını kendisinin de Ulahça öğrenmeye başladığını bildiriyordu. B u n a hayret ettim. Ç ü n k ü b e n M a n a s t ı r ' d a i k e n V e h i p Beyi cemiyete a l m a m ı ş t ı k . Sebebi de p e k sır t u t m a y a c a ğ ı n ı söyleyenler o l m u ş t u . E s a s e n biz de m e k t e p m ü d ü r l e r i ve ders nazırlarını a l m a y a pek cesaret edemiyorduk. Çünkü her akşam n ü m u n e karavanası padişaha d u a merasimiyle görülüyor, p a d i ş a h a fazla bağlılık görülüyordu. A c a b a b e n d e n s o n r a V e h i p Bey cemiyete a l ı n m ı ş m ı idi? Ben b a ş k a bir m a n a v e r e m i y o r d u m . F a k a t Enver beni ve şifremizi h e m e n Vehip Beye nasıl bildirirdi? B u n a akıl e r d i r e m i y o r d u m . M e k t u b u ateşe t u t t u m , gizli y a z ı y o k . B i r d e b u o l s a y d ı i ş l e r b ü s b ü t ü n t a m a m dı! E n v e r ' i n s ö y l e m e s i k a d a r V e h i b i ' n i n b a n a b u k a b i l m e k t u p y a z m a s ı g a f l e t t i . (*) Enver Beye b u n u şikâyet ettim ve cevap vermediğimi de bildirdim. Benim mevkiimin p e k nazik oldu( * ) Kosova mektuplusu Mazhar Bey (sonradan vali olan) Üsküp Terakki ve İttihad Cemiyeti merkezinde aza iken hey'eti takibiye diye yapılan teşkilâtta Enver Bey'le birlikte çalışmış. Kânunuevvel iptidalarmda Manastır'a geldiği zaman Drahor boyunda hükümet karşısındaki hey'eti taklbiye merkezinde benim bu ilk mektubumu Enver Beyle beraber okuduğunu şöylece anlattı : Mektupta «Dideye limon suyu tavsiye ettiklerinden artık kullanmaya başladım.» cümlesini okuyunca Enver Beye dedim ki : Ateşe tut, belki malûmat vardır. Enver gülüyor ve biliyorum, diyor. Sonra ateşe tutarak ilk teşkilâtı okuyorlar. Demek Enver, benim nazik mevkiimi, Manastır'ın havası içinde, pek düşünemeyerek iftihar makamında sağa sola okumuş.



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



271



ğ u d i k k a t e a l ı n a r a k d a h a tedbirli h a r e k e t i kendisine r i c a ettim. Bir m ü d d e t s o n r a aldığım c e v a p t a V e h i p Beyin de cemiyete alındığını ve samimi olduğunu, fakat mektup yazmasının doğru olmadığım kendisine de bildirdiğini yazıyordu. ***



B u n u n b i r b a ş k a t ü r l ü s ü d e b a ş ı m a g e l m i ş t i . İst a n b u l m e r k e z i n i teşkil e t t i ğ i m i z z a m a n c e m i y e t i n esr a r ı n ı v e r m e m e k için i c a b ı n d a k u l l a n m a k ü z e r e yan ı m d a b i r s ü b l ü m e şişesi b u l u n d u ğ u n u a r k a d a ş l a r a k u v v e t v e r m e k için söylemiştim. Fatin Hoca b u n d a n çok iftihar d u y m u ş ve cemiyete aldığı bazı zatlara « Ü ç ü n c ü o r d u n u n gelen f e d a i zabitler ceplerinde icab ı n d a i n t i h a r için s ü b l ü m e şişesi t a ş ı y o r l a r » demiş. B u n u bizim Kuleli İdadisinde hendese ve Kozmoğrafy a h o c a m ı z B i n b a ş ı A h m e t Z i y a Bey d e i ş i t m i ş , m e k t e p te h e n d e s e derslerini b a n a takrir ettirdi. Manastır'd a n gelen zabitler b u n u n a k r a b a s ı E m i n Bey vasıtasiyle gelmiş b u l u n d u ğ u n d a n Ziya Bey b e n i m d e b u a r a d a geldiğimi biliyordu. Manastır'dan gelen Salih B e y d e Z i y a B e y i n y e ğ e n i idi. O n u n l a b a n a h a b e r g ö n derdi. Ş e h z a d e b a ş ı ' n d a n e v e gelirken S a l i h ' e r a s t geldim. B a n a şöyle söyledi: — K â z ı m Bey cebinizde bir s ü b l ü m e şişesi b u l u n d u ğ u n u siz b a n a söylemediniz, f a k a t b e n işittim. A h m e t Ziya Beyin selâmı var. Aynen K â z ı m ' a şunları söyle dedi. Ben de a y n e n s ö y l ü y o r u m : K â z ı m cebinde s ü b l ü m e şişesi t a ş ı m a s ı n ! a ğ z ı n ı d a sıkı t u t s u n v e M a n a s t ı r ' d a değil İstanbul'da b u l u n d u ğ u n u unutmasın!» B Ü Y Ü K BİR TEHLİKE DE A T L A T T I K



İstanbul merkezinin kurulduğu ve teşkilâtm altı koldan ilerlediği, fedai şubemiz ve Edirne'ye de el



272



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



verdiğimiz hakkındaki r a p o r u m ü Enver Bey alınca sevinçle Selânik'te Talat Beye gösteriyor. O da, eh artık işler yoluna girmiştir, diyor ve gelecek raporları sabırsızlıkla bekliyor. Teşkilâtın muvaffakiyetle devam ettiğini, Sultan Hamid'in hiç bir şeyden kuşkulanmadığını görünce y a n m a Manuel Karasu'yu alar a k İstanbul'a geliyor. En tehlikeli işi bizzat yapmak ve beynimle görüşerek alınacak tedbirleri tesbit etmek istiyor. Tehlikeli olan iş: Veliahd Reşat efendiden el yazısı ve imzasıyle hürriyete ve meşruti idareye sadık kalacağı hakkında cemiyetimize bir t a a h h ü t n a m e almaktır. Şurayı Devlet Temyiz Dairesi Reisi olan dostu Reşat Bey, veliaht Reşat Efendinin süt kardeşi olduğundan onun vasıtasiyle bu taahhütnameyi yazdırıyor ve Talat beye vermek üzere evinde saklıyor. Talat Bey Avukat Baha Bey vasıtasiyle b a n a da, Üsküdar'da Sultan tepesindeki Reşat Beyin evinde buluşmaklığımız hakkında, zaman vererek haber gönderiyor. Ben de askeri kıyafette ve kış olduğundan kaputlu olarak vapurla Üsküdar'a çıktım ve Sultan tepesi yolunu tutturdum. Halbuki bu gece mühim hâdiseler olmuş, Talat'a h a b e r verilmiş, Baha da benden evvel bu eve gelerek işi haber alıp evine savuşmuş. Ortada herşeyden habersiz ben kalmıştım. Vaziyet şu : Paris'te çıkan Je sais tout (Ben herşeyi bilirim) mecmuası bu aralık Sultan Reşat'm fotoğrafını basmış ve altına da hürriyetsever olduğunu ve padişah olunca âdilâne idare k u r m a y a k a r a r verdiğini, sıhhatinin mükemmel olduğunu yazmış. Buna sebep te şu imiş: Paris Osmanlı Sefareti Fransız gaze-



¿TEŞKİLÂTIN GENİŞLETİLMESİ



273



telerine, Reşat Efendi sarhoştur, bunamıştır. Burhanettin Efendi veliahtlığa daha lâyıktır gibi propagandalara bir kargılık imiş. Hafiye Eczacıbaşı Refik, Sultan Reşat'ın resmi bulunan mecmuayı haber alınca şöyle bir jurnal vermiş: «Sultan Reşat'ın fotoğrafını Şurayı Devlet Temyiz Dairesi Reisi Reşat Bey Paris'te bulunan oğlu Nihat Reşat beye göndermiş, o da bu Fransız mecmuasında o yazılarla birlikte bastırmıştır. Reşat Beyin Sultan tepesindeki evinde daha mühim evrak bulunacağına şüphem yoktur. Araştırma yapılmasına müsaade buyurulsun.» Meş'um bir tesadüfle oynayan bu Eczacıbaşı Refik 1903 yılında Hindistan'dan Beyrut'a dönüşünde Doktor Nihat Reşat Beyi jurnal etmiş ve onu karadan Erzurum'a sürdüdmüş ve paşa da olmuştu. Nihat Reşat Erzurum'dan Paris'e kaçınca onun hareketlerini gözden kaçırmayarak bu sefer de bu yeni jurnali vermek fırsatını yakalıyor. Baş mabeynci Ragıp Paşa, bizim buluşacağımız günden bir gün önce bu jurnali almış ve Eczacıbaşı Refik'i çağırarak diyor k i : — Sen deli misin? Reşat Bey akıllı bir adamdır. Evinde böyle bir şey bulundurmaz. Bir^ey çıkmayınca da Padişaha şikâyet eder, kötü bir vaziyette kalırız. Bunun üzerine Refik, Beyazıt'ta Reşat Beyin kızı Hayriye Hanımın evinin aranmasını teklif ediyor ve b u n a k a r a r veriliyor. Bu hanımın kocası da Posta ve Telgraf Nezareti havale kalemi Müdürü Şevki Bey'dir. İstanbul'da değildir, teftiştedir. Gece yarısı EczaF . : 18



274



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



cı Refik Paşa, Zaptiye Nezareti Hey'eti Teftişiye Reisi Mehmet Ali Bey, dört beş sivil polis ve hafiye evi basıyorlar. Ellerinde tabancalar olduğu halde her tarafı arıyorlar. Döşemelere şişler sokuyorlar, mangalları alt üst ediyorlar, yatakları didikliyorlar. Üst başı arıyorlar. Birşey bulamıyorlar. Birşeyden habersiz ve yalnız bulunan Hayriye Hanımın korku ve göz yaşların a bakmayarak çocuğunu da alıyorlar. Hafiye Refik köpürüyor. Muhakkak bir şeyler vardır iddiasını ortaya çıkarmak için Hayriye hanımın henüz küçük yaşta ve mektepte bulunan oğlu Rayet'i mabeyne götürüyor. Orada Ragıp Paşa ve Nazif Süruri tarafından çocuk sorguya çekiliyor ve tehdit olunuyor : — Senin büyük baban Reşat Bey Paris'teki oğlu ile muhabere ediyor, biliyoruz. Bu evrakı bul getir! Hangi vasıta ile muhabere ediyor? Öğren! Sana büyük mükâfat verilecek, lütuflar göreceksin. Aksi halde döveriz, hapsederiz. Çocuk ağlıyor ve diyor: — Müsaade edin, eve gideyim, arayayım, ne bulursam çalıp getireyim. Ertesi sabah çocuğu bırakıyorlar. (Yani benim Talat beyle buluşacağım gün) Çocuk da Reşat Beyin yolunu tutturuyor. *



* *



Reşat Beyin diğer damadı Niyazi Bey, Hayriye Hanımın evinin basıldığını haber alır almaz gece yarısı bir kayıkla Üsküdar'a geçiyor ve Sultan tepesine Reşat Beye gelip, Eczacı Refik'in kızının evini bastığını ve araştırma yaptıklarını haber veriyor. Reşat



¿TEŞKİLÂTIN GENİŞLETİLMESİ



275



Bey kendi evinin de basılma ihtimâlini ve elindeki Reşat Efendinin taahhütnamesinin ele geçmesinin doğuracağı faciaları düşünüyor. Bu mühim vesikanın yakılmasını da cemiyete karşı bir cürüm sayarak emin bir yere saklamaya k a r a r veriyor. Geceleyin Sultan tepesinin arkasındaki Bülbül dederesinde dönmelerin mezarlığma gelmeden önce Şeyh Camii yanındaki Bakkal Yorgi'ye -Bu adam Reşat Bey ailesinden çok iyilikler görmüş olduğundan onlara karşı minnettardır- evindeki mühim kâğıtları götürüp emin bir yerde birkaç gün sakalmasını istiyor. Yorgi'nin memnunlukla ve sadakatle bir yağ tenekesine koyarak kapatıp dükkânının yanındaki kuyuya salladığı ve iki h a f t a kadar burada muhafazasını üzerine aldığı kâğıtlar şunlardır: «Veliaht Reşat Efendinin cemiyetimize verdiği taahhütname, Nihat Reşat ve cemiyetle muhabereler, Manyasi zade Refikle muhabereler» Sabaha karşı Reşat Bey yorgun argın eve dönüyor. Sabahleyin Mabeynde tehdid olunan torunu Rayet de gelip dün evin nasıl basılıp arandığını ve kendisini Mabeyne götürüp nasıl tehdit ettiklerini ve neler istediklerini anlatıyor. Reşat Bey, Talat Beye hâdiseyi bildirerek gelmemesini haber gönderiyor. Çoluk çocuk bugün kendilerinin de araştırmalar ve tazyiklerle hırpalanacakları endişesiyle sızlanmaktadırlar. *



»*



Benim bir şeyden haberim olmadığından Reşat Beyin bahçe içerisindeki kapısını çalarken acaba Talat Bey (Sadrazam Talat Paşa merhum) benden önce



276



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



gelmiş midir? diyor ve dum.



görüşeceğimden



seviniyor-



Kapıyı onyedi onsekiz yaşlarında bir genç açtı. Kendimi tanıttım. «Buyurun!» diye karşılık beklerken titrek bir ses ve ürkek bir eda ile b a n a şunları söyledi : — Aman Kâzım Bey! Çabuk gidiniz. Şimdi nerede ise bizim evi de basacaklar. Belki sokakta polisleri, hafiyeleri de görmüşsündür. Gece Beyazıt'taki ablamın evini bastılar. Her tarafı aradılar. Mangalları bile döktüler, yatak yorganları söktüler. Yapmadık bırakmadılar. Bugün bizim evi de basacaklar. Üsküdar Ravzai Terakki mektebinde bir talebe olan bu genç, Reşat beyin küçük çocuğu Fuat Reşat'tır. Korku ve ızdırap içinde beti benzi atmış bu zeki çocuğa şunları söyledim: — Demek burada kiralık daire yok. Müstakil u f a k ev veya iki odalı bir daire arıyordum. Şu halde komşulara da sorayım, olmazsa bekçiyi bulmalı... Sor a n olursa böyle söyersin, olmaz mı? Allaha ısmarladık. Dışarı çıkınca etrafa baktım, kimseler yok. Bir iki kapı daha çalarak kiralık ev aradığımı tesbit edecek şahitler de hazırladıktan sonra yokuşu inerken bekçiye rastladım. Onu ihtiyat olarak, benim kiralık ev aradığım bir erkânıharp zabiti olduğuma şahit yapmış oldum. Doğru Salacak yolunu tuttum. Baha'd a n tafsilât alabilecektim. Ona haber verdiler mi? Verdilerse neden beni Üsküdar iskelesinde vaziyetten haberdar etmedi. Yoksa onun d a mı başına bir belâ gelmişti. Düşüne düşüne evin kapışma geldim. Bir-



¿TEŞKİLÂTIN GENİŞLETİLMESİ



277



kaç adım d a h a geçtikten sonra takip olunmadığımı görünce geri dönerek kapıyı çaldım. Az sonra kapı açıldı ve başında beyaz bir çarşaf bulunan bir hanım sordu: — Kimi arıyorsunuz efendim? — Avukat Baha Beyi ziyaret Ben arkadaşlarından Kâzım.



etmek istiyorum.



— Sizi takip eden var mı, efendim? — Hayır, benden başka sokakta kimseler yok. Bu sözüm üzerine başından çarşafı atarak Baha ortaya çıktı v e : — Aman çabuk gir içeri! Hepimize geçmiş olsun. Yukarı çıkalım orada görüşürüz, dedi. Mükemmel bir hanım sesi ve kıyafetiyle Baha herhangi bir takibe karşı kendini saklamış!.. Hakikaten ben kendisini bir hanım sandım. Hâdiseyi Baha'ya d a haber vermemişler. Baha benden az önce Reşat Beyin köşküne gittiği zaman öğrenmiş. Onu da genç Fuat Reşat karşılayarak nerede ise köşkün basılacağı haberini vermiş. Baha'nm diz b a ğ l a n çözülmüş ve soluğu evinde alarak kadın kıyafetine girmiş. Kendisini yakalamaya geleceğini hayallendirdiği polis ve hafiyelere karşı saklanmış!.. Dedim: — Baha, ben hâdiseyi haber almca evime savuşmak hatırıma gelmedi. Seni aramaya koştum. Bu murdar idare elini senin evine kadar uzatınca kapıyı açanın bir hanım olduğunu görünce, döner gider mi? Elbette evi araştıracaklar ve seni de önlerine katarak saatlerce uğraşacaklarından seni de ortaya çıkaracaklardır. Gözünün önünde aileni alıp götürecekler.



278



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



senin kim olduğunu soracaklar ve belki de hırpalayacaklardır... Baha — Ben, Reşat Beyin evini arayacak hey'etin belki senin geldiğin v a p u r d a olduğunu tahmin ettim. Tabiî bunları sen v a p u r d a veya yolda görür işi anlarsın, dedim. Bu bir tesadüf mü yoksa nedir, bilmem. Bizim ictimamızı mı haber aldılar ne oldu, bir türlü anlayamadım. Ben — Ben, Sultan tepesinde kapı kapı kiraık ev aradım şeklini verdim. Reşat Beyin evine de tesadüfen bu a r a d a uğramış oldum. Şimdi de ahbabım Baha'yı ziyarete geldim. Şöyle deniz görür bir ev belki bu civarda olabilir değil mi? Üst tarafını fazla düşünmeyelim. ***



Reşat Beyin köşkü aranmadı. Fakat bugün Reşat Beyin teyzesi topal Fatma Hanım Beşiktaş'taki Hasanpaşa karakoluna götürülerek sorguya çekilmiş Fatm a Hanım, Hasan Paşaya gayet güzel bir cevap vermiş : — Padişahımız, benim gibi bir kadından mı korkuyor Paşa Hazretleri? Hasan Paşa gülmüş. Zavallı kadın A d a p a z a r i n a sürgün edilmiş. (Meşrutiyetin ilânına kadar orada kalmıştır.) * **



Talat Beyle Manuel Karasu'ya gelince : Bunlar geldikleri gündenberi takip olunmuşlar. Her ikisi de mason olduğundan bazı mason localarına gittikleri tesbit olunmuş. Manuel Karasu'nun sıkıştırılarak Se-



¿TEŞKİLÂTIN GENİŞLETİLMESİ



279



lânik'ten ııe maksatla geldikleri hakkında malûmat almak vazifesi Kabasakal Mehmet Paşaya verilmiş. Karasu'nun anlattığına g ö r e : Mehmet Paşa, Karasu'yu küçük bir v a p u r a bindirerek Sarayburnu önlerinde sorguya çekmiş ve tehdit etmiş. Sanki onu denize atmak selâhiyeti elinde imiş. Sorduğu şeyler: «İstanbul'a sen ve Talat Bey niçin geldiniz? Talat kimlerle görüştü ve görüşecek?» Karasu İspanyol tab'asından ve Mason locasınd a n olduğunu söyleyerek sırf mason localarını ziyaret maksadiyle geldikleri cevabını vermiş ve tehditlere kulak asmamış. Ne garip tesadüf. Bizim Sultan tepesinde toplanacağımız günü geçen bu hâdisede Talat Bey de sıkı takipte imiş. Bu takip ve tazyiklerin ve diğer cihetten de Reşat Bey etrafında dönen araştırmaların felâketli bir neticeye varmasını düşünen Talat Bey, arkadaşiyle hemen Selânik'e dönmüştür. Almak istediği mühim vesika kendisine bir müddet sonra yine Reşat Bey vasıtası ile gönderilmiştir. İk günlerde cemiyete girmekten çekinen Reşat Bey korktuğundan fazlasını başma getirmek üzere idi. Bu vartadan sonra artık meşrutiyeti Hamid'in elinden alacağımıza inanmamakla beraber cemiyete girmiştir. Selânik'le İstanbul arasında kuryelik vazifesini yapan Meveddet Hanımdı. Selânik'te Manyasi zade Refik Beyin yanında kalırdı. Bunun vazifesini bilmeyenler tarafından bazı dedikodular olduğundan, Refik Bey de bu hanımı siyasi bir nikâhla aldı. Bu hanım-



280



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ



dan şüphe edilerek bir kerre Sirkeci'de aradılar. Fakat her defasında üzerinde kâğıt getirmediğinden kurtuldu. Refik Beyin kaynanası Zişan Hanım da bu vazifeyi arasıra gördüğünden şüpheyi çekmediler. *



**



Bu bahsi kapatmak için Talat Beyin geçen kışın İstanbul'a gelişinde geçirilen tehlikeyi de burada kaydedeyim : Selânik'ten Manyasi zade Refik ve Manuel Karasu'yu da beraberine alarak İstanbul'a teşkilât yapmaya gelen Talat Bey Üsküdar'a bunlarla birlikte vapurla geliyor. Burada Manyasi zade Refik Bey kendilerini karşılayıp Avukat Baha Beyin evine götürüyor. O zaman Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin İstanbul teşkilâtını yapmaya uğraşıyorlar. Fakat birkaç kişi tahlif etmekten ileri gidilemiyor. Avukat Baha Beyden sonra, Moda'da Manyasi zade Refik Beyin evinde Selânik'ten gelen bu üç zat Manyasi zade Refik (Galatasaray son sınıfında), İzzet (Aynı sınıftan. Cumhuriyet devrinde Almanya'da talebe müfettişi iken ölen) ve Ayet (Osmanlı Bankasında memur. Harbi Umumide Mısır cephesinde şehit oldu.) Beyleri tahlif etmişlerdir. Talat ve Manyası zade Refik Beyler Reşat Beyi de ziyaretle onun da cemiyete almaya uğraşmışlar. Bu ve daha bazı kimseler arasında Hüseyin Cahit Bey de kabul etmemişler. Bunları T a l a t Beyin de b a n a Selânik'te anlattığını yukarılarda yazmıştım. Bir akşam Baha Beyin evinde içtima halinde iken ev basılmış. Fakat aynı zamanda saz eğlencesi de olduğundan; Talat ve Refik Beyler harem cihetine kaçabildiklerinden bir tehlike olmamış.



¿TEŞKİLÂTIN GENİŞLETİLMESİ



281



Talat kendisinin İstanbul'da şüpheli olduğunu bildiği ve daha Edirne'de hapis edilmesinden beri takip olunduğuna ihtimâl verdiği ve ilk gelişinde böyle bir hâdise geçirdiği halde çok tehlikeli bir iş için kalkıp İstanbul'a gelmesi ve burada benimle dahi görüşmek istemesi cesaretten ziyade bir şeyle vasıflandırılacağı tabiidir. Çünkü bu iş için onun gelmesine hiç de lüzum yoktu. Eğer yakalansa idik, İstanbul teşkilâtı ve belki de birçok yerlerdeki teşkiât, en hafif tabirle, sarsılabilirdi. ECZACIBAŞI REFİK'İN ÖLDÜRÜLMESİ KARARI Talat Bey, Selânik'e gidince ve İstanbul'daki hâdisenin elebaşısı olan hafiye Refik Paşanın öldürülmesine k a r a r vermekle yeni bir hata yapmıştı. Baha Beye yazdığına g ö r e : Selânik'ten Eczacıbaşı Refik Beyi öldürmek üzere iki fedai gönderilecek imiş. Ben Refik'in nerede vurulması mümkün olacağmı tahkik edecek ve fedailere bildirecekmişim. Sonra da İstanbul Fedai şubesinin yardımiyle bu fedailerin kaçmasını temin etmeli imişim! Nasıl kaçınacağı bile öğretiliyor: Fedailerin kaçtıklan istikametin tersine kaçtıklarını takip edecek polis veya saireye söyleyerek bu yapılabilirmiş!.. Bunu bana bildiren Baha Beye, — Buna senin akim erdi mi? Hatta İstanbul fedailerinden yardım istemeseler dahi bu iş doğru olur mu? diye sordum. Baha Bey böyle bir teşebbüsün çok fena neticeler vereceği kanaatinde bulunduğunu söyledi.



282



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



— Şu hade Refik Beyi takip ile icabında nerede kolayca yok edilmesi imkânını tahkik ederim. Fakat bu kabil münferid icraatın ve hele üçüncü beşinci şahsiyetlere tevcihinden birşey çıkmayacağını ve herhangi icraatm Merkezi Umumi karariyle olması lüzumunu ben . icab edenlere yf,zarım, dedim.



Bir t a r a f t a n İstanbul merkez arkadaşlarımın da bu hususta mütalâalarını sordum. Hepsi benim düşüncemde bulundular. Yani İstanbul'da böyle ehemmiyetsiz bir şahsiyetin ortadan kaldırılması cemiyetin mühim şahsiyetlerinin ve beki de bir çok kimselerin felaketine sebep olacağını, katillerin kaçırılmasının m ü m k ü n olamayacağı, zayıf bir ihtimâl ile kaçırılabilse dahi kaçırmaya çalışanların onlarla müşterek olduğu anlaşılarak d a h a kötü neticeler doğurabileceği kararına vardık. Aynı zamanda Eczacıbaşı Refik Paşanın h e r cum a günü Divanyolu'ndaki Ârif'in kıraathanesindeki incesaz dinlemeye geldiğini de gördüm. Yanma yılışık âdi tavırlı bir takım hafiyeler gelip gidiyor. Kulağına birşeyler fısıldıyorlar. Kendisi de yanına gelip gidenler ayarında bir herif. Bunun ortadan kalkmasiyle yerine oturacak hergele çok. Bunun vurulmasının Sultan Hamid'e yapacağı tesir ancak onu kudurtmak olacaktır. •



**



Enver Beye bu mes'ele hakkında şikâyette bulundum. Vaktiyle Arap İzzet'in vurulması kararının da Talat Beyden çıktığına hükmettim. Mecbur edilmedik-



¿TEŞKİLÂTIN GENİŞLETİLMESİ



283



çe münferit suikastler yapılmaması hakkındaki kararımızı hatırlattım. Refik Bey hakkındaki malûmatı ve kararımızı kendisi de Talat Beye bildirmesini Baha Beye söyledim. Bu iş de böylece kapandı.



SULTAN HAMİD E SUİKASD KARARI Münferit suikastlerden sakınılması ve hele İstanbul'da böyle. teşebbüslerin vaktinden önce cemiyetin ortaya çıkmasına ve belki de tehlikeli âkibetler doğuracağına Merkezi Umumide yeniden bir daha kani' olmuş ki bundan vaz geçtiler. İş yine Sultan Hamid'e suikast yapıması k a r a r m a döndü. Bunun cuma selâmlığında yapılması imkânı olmadığmı bizzat sıram gelip te merasime davet olunduğum zaman gözümle gördüm. Şu halde, Ramazanın onbeşinci günü Hırkai Şerif ziyareti için şimdiden Beşiktaş'ta bir ev kiralanması hakkında yine Baha Bey vasıtasiyle Selânik'ten tebligat yapıldı. Bu hususu ben Manastır ve Selânik'te iken görüşmüş olduğumdan faaliyete geçtik. (Enver Beyin Beşiktaş'ta, Yıldız'dan inan yokuşa bir şahniş penceresiyle bakan deniz cihetindeki evi ancak Enver kendisi gelirse kullanılabilecekti.) Beşiktaş'ta Baha Bey çok aramış. Zaten yol boyunca mahdut evler kamilen Sultan Hamid'in bendeleri tarafından tutulmuş bulunuyor. Fındıklı'da merkez arkadaşlarımızdan Topçu Binbaşısı Nahit Beyin evi caddeye bakıyor ve çok münasipti. Nahit'i ziyaretle bu evi tetkik ettim. Daha Ram a z a n a çok var. İcabında istifade edebiliriz. Fakat uzun bir selâmlık esnasında birkaç fedainin sokak*"



284



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



bu işi yapabileceğini bu iş için görüşmek üzere ben Manastır'a k a d a r gelmeye çalışacağımı Enver Beye yazdım. MANASTIR A NASIL GİDECEKTİM ? İki teşebbüs aklıma geldi: Biri imtihanlardan sonr a tatilde (Ramazandan birkaç h a f t a evvel tatil başlardı.) sılaya gitmek isteyen zabit ve talebenin isimlerini ve nereye gitmek istediklerini beş altı ay önce sordular. Yerlerinde tahkikler yapılırmış. Ben Manastır'da bulunan kardeşim Hulûsi Beyin y a n m a gitmek istediğimi yazdım. Birkaç gün sonra Mektepler Müfettişi İsmail Paşa beni çağırdı. Yukardan aşağı süzerek dedi: — Kâzım Bey! Sen Manastır'dan geleli d a h a yarım yıl olmadı? Ne kadar çabuk yine oraları özledin, kimlerle görüşmeye gideceksin? — Manastır Mektebi Harbiyesindeki kardeşimden başka özlediğim yok. Onun y a n m a gitmek istedim, dedim. — Ya, o halde işin kolayı, kardeşini bu Harbiyeye senin y a n m a getirmektir. Sen hiç zahmet edip yorulma. Yakında kardeşin de b u r a y a gelir. Bana, teşekkür ederek dışarı çıkmaktan başka yapacak birşey kalmadı. Hakikaten de hemen yıldırım süratiyle birkaç gün içinde (21 Nisan "8 Nisan 1324") kardeşim istanbul'a geldi. Pangaltı Harbiye Mektebi dahiliye zabitliğine tayin olunmuş. Bu suretle Harbiye Mektebinde ve dahiliyede üçüncü bir kuvvetli fedai zabiti d a h a yanımda yer aldı. Bu surete istanbul'da cemiyetin bir ailede üç kişi azası da olduk.



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



285



Karabekîr Kardeşler Hamdi, Hulûsi, Kâzım



Bu tedbirim boşa çıkınca şu ikinci tedbire başvurdum : Müfettiş İsmail Paşanın iki çocuğu binbaşı rütbesiyle talebem idi. Ben kolağası idim. Mülâzım rütbesinde dahi muallimler vardı!.. Bu iki kardeşten büyüğü Celâl bana çalışkan ve daha zeki görünüyordu. Nöbetçi Beyi olduğum bir gün onu yalnız yakaladım. Bütün talebe yemeğe gitmiş, o sınıfta ders çalışıyordu. Yanma gittim ve dedim : — Ne kadar çalışkan ve zeki olsanız, iyi bir asker olmak için mutlaka İstanbul'dan uzakları dolaşmak mecburiyetindesin. Dağlar, nehirler, ormanlar görülmeden burada Çamlıca tepeleri, Kâğıthane sırtl a n ve dereleriyle anlaşılmaz. Bak ordularda hizmet etmeyenlerle, benim gibi ordularda hizmet eden hocalarınız arasındaki f a r k m büyüklüğünü görüyorsunuz. Sizin çalışkanlığınızı ve zekânızı takdir ediyorum. Fa-



286



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



kat nazariyat içinde boğularak kuvvetli bir asker olamayacağınıza da acıyorum. Celâl cevap verdi:



îttihad ve Terakki Cemiyeti'nin ilk üyelerinden üç kardeş Ahmet Hamdi, İsmail Hakkı, Cafer Tayyar (General)



(Buraya, sevgili arkadaşlarımdan bizim gibi cemiyete mensup üç kardeşin de takdir ve hürmetle fotoğraflarım koyuyorum.)



¿TEŞKİLÂTIN GENİŞLETİLMESİ



287



— Teveccühünüze teşekkür ederim. Fakat ben ordu mıntıkalarını nasıl görebilirim? — O pek kolay, dedim. Edirne ve Manastır'da Harbiye mektepleri var. Ben Manastır'da iken Topçu Emin Bey oradaki imtihanları teftişe gelmişti. Şu halde bu yıl İstanbul imtihanları d a h a önce bitebilir ve siz de kardeşinizle bu teftişe memur edilecek zatların yanında vazife alabilirsiniz. Eğer yanınızdaki müfettiş d a h a önce oraları görmüş hocalarınızdan biri olursa az zamanda çok şey öğretir. Meselâ seninle ben Manastır'a gitsek dönüşte seni herkes, değil arkadaşlarından, hatta hocalarından bile üstün bulur. Fak a t bunu babana kendi düşüncen gibi söylersen hem gitmeye muvaffak oluruz, hem de zekâna hayran olur. Celâl bu telkinimden çok sevindi ve hemen bu akşam temin edeceğini söyledi ve teşekkürler etti. (Babası Manastır'ı münasip bulmayarak beni Edirne mektebi imtihanlarını teftişe memur etmiş. Çocukları da beraberimde gidecekler.) DONANMAYA EL ATTIM İstanbul'da askerler arasında dahi teşkilât Manastır'daki gibi kolay olmuyordu. Ben Manastır'da kimi münasip görüp açtımsa hepsi büyük bir heyecanla hürriyet mücadelesine atılmak için cemiyete girmeyi kabul etmişti. Şüpheli gördüklerimize ise zaten açmazdık. Fakat İstanbul'da Harbiye Mektebinde kaç kişiye açtımsa vaziyeti ümitsiz buldukları halde cemiyetten bahsedince garip vaziyetler alıyorlardı. Fak a t ordu teşkilât muavini Erkânıharp Kolağası Selâhattin Âdil Bey (İstiklâl Harbinde Müdafaai Milliye



288



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



müsteşarı Emekli General) teklifimi tıpkı Manastır'daki arkadaşlarımızın gösterdikleri cesaret ve şevk ile kabul etti. Kendisini tahlif ettim ve donanmaya el atmak ihtiyacımızı da kendisine anlattım. — Benim güvendiğim bir arkadaşım var. Görüşeyim, size söylerim, dedi. Birkaç gün sonra d a : — Peyki Şevket süvarisi Kolağası Rauf Beyin cemiyete girmeyi kabul ettiğini ve ikinci süvari kardeşi olduğunu da bildirdi. Zeyrek'teki ağabeyimin bahçesinde Rauf Beyi de tahlif ettim. (*) Rauf Bey her türlü fedakârlığa hazır olduğunu, ikinci süvari Selâhattin Beyin kardeşi ve kıymetli bir arkadaş olduğunu, istenildiği zaman bütün gemisiyle emre hazır olduğunu bildirdi. Rauf bende çok değerli bir tesir yaptı. Bugün pek samimi bağlandık. (Bütün hayatımızca da bu samimi birliğimiz sürüp gitti.) Yalnız gemide mermi bulunmadığını söyledi. Dedim: — Mermi mes'elesi ikinci kalır. Asıl mes'ele Üçüncü Ordu harekete geçince Selânik'e bir filo gönderilirse onlara karşı durmak değil, onlarla birleşmek ve eğer İstanbul üzerine bir hareket olursa yine o taraf a geçebilmek birinci vazifemizdir. Şimdi yapılacak iş sözü ayağa düşürmeden ve işi hafiye g ü r u h u n a duyurmadan donanmamn mühim simalarını elde etmektir. ( * ) Raııf (Orbay) Beyi tahlif ettiğim yerde 29/11/1918 yani Birinci Cihan Harbi mütarekesi başlarında Miralay İsmet Beyle (İnönü) İstiklâl Harbi yapmak lüzumu hakkında münakaşamız geçmiş ve burada kendisine : Tek bile kalsam İstiklâl Harbi'ne kalkacağımı ve tek dağ başı mezar oluncaya kadar uğraşacağımı söyledim.



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



289



— Bu işi b a n a bırakınız. Çok kıymetli arkadaşlarımız var. Fakat şimdiden cemiyete alınmaları mahremiyeti kaybedebilir. Fakat hepsi hürriyet seven insanlardır. İcab ettiği zaman donanma cemiyetin emrine girebilir. — Şu halde, dedim, ben ayrıca donanmadan kimse ile temas aramayacağım. Siz istediğiniz zaman bir şube açmakta selâhiyetlisiniz. (Miralay Vasıf ve Arif Beyleri «Amirallar» Rauf Beyin delaletiyle hürriyetin ilânı akabinde cemiyete aldık. Rauf Bey ve bu arkadaşlarının himmetiyledir ki 31 Mart isyanına rağmen donanmamız hareket ordusuna karşı koymadı, onun emrine girdi.) Donanmaya el attığımı ve bir kruvazörün cemiyetin emrine hazır olduğunu Enver Beye bildirdim. Bu nisan ayının çok bereketli bir işi idi. H A R B Î Y E TALEBESİ



Talebenin cemiyete alınmamasını ilk İttihat ve Terakki cemiyetinin on yıl önceki tecrübesine dayanarak k a r a r vermiştik. Fakat onları kendimize bağlamak için seciyelerini kuvvetlendirecek sözleri bir düzüye söylüyordum. Erkânıharbiye smıflarındaki cemiyetin şubesiyle de kulaktan kulağa istibdad aleyhine lâzımı gibi işliyorduk. Arazi üzerindeki tatbikatta tecrübesiz muallimlerle olan farkım bana muallimler ve talebe arasında büyük sevgi uyandırmıştı. Hele Erkânıharbiye birinci ve ikinci sınıflarda okutulan riyaziye derslerinin talebenin zihinlerini perişan ettiğini ileP . : 19



290



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



ri sürerek Erkânıharp kolağası Mümtaz Beyle birlikte askerî maarif meclisinde bu derslerin lüzumsuzluğunu isbat ederek, hayli münakaşalara rağmen, kaldırmaya m u v a f f a k oluşumuz Erkânıharp sınıflarını d a büsbütün bağladı. Benim işi sıkı tuttuğuma rağmen birgün kardeşim Hulûsi Bey şu malumatı verdi: — Dahiliye zabiti Yüzbaşı Ali Bey, Harbiye ikinci sınıftan bir efendinin -Kahramanı hürriyet Niyazi Beyin kardeşi İstanbul'da b a n a bağlı olan Osman Beyin kayın biraderi olan- dahiliye zabitlerinden biri tarafından tekdir edildikten sonra kapıdan çıkarken: «Yakında size göstereceğiz!» diye söylendiğini duymuş. Herhangi bir koldan cemiyete alındığını zannederek haber verdi. Bunun nasılsa cemiyete alındığını öğrenerek kendisine rehberi vasıtasiyle şu haberi gönderdim: «Yakında size göstereceğiz!» tehdidiyle cemiyete girdiğinizi, sizi tanımayan bir cemiyet azası sizi tanımıştır. Eğer bunu bir hafiye işitseydi sen de ve belki d a h a birçok kimseler de senin yüzünden mahvolabilirdi. Talebenin cemiyete alınmaması kararına rağmen cemiyete alınmışsın. Fakat hiç bir arkadaşına bunu açmayacaksın. Seni takip ediyoruz. Bir daha bu gibi münasebetsizlik etme! Çok hayrette kalan bu efendi bir daha hiç bir yerde ağzını açmayacağına n a m u s u üzerine söz verdi. Bu hâdiseyi Mühendis Salim Beye anlatınca o da Topçu Harbiyesi (Mühendishane) üçüncü sınıf birincisi olan efendinin çok hürriyetsever ve fedakâr olduğunu, bir düzüye kendisine bu esasta mühim şey-



¿TEŞKİLÂTIN GENİŞLETİLMESİ



291



ler sorduğunu, bunun d a Topçu Mektebinden bir örnek olarak cemiyete almaklığımızı rica etti. Kabul ettim. Bu suretle her iki Harbiyeden birer talebe almış olduk. GOLÇ PAŞANIN MEKTEBİ ZİYARETİ 18 Mayıs (5 Rûmi) Golç Paşa mektebi ziyaret etti. Bunu şu bakımdan kaydediyorum. Sultan Hamid ordusunu ıslah için bir çok Alman muallimler getiriyordu. Erkânıharp sınıflarında askeri dersleri onlardan öğreniyorduk. Golç'ün himmeti ise çok büyüktü. O gelinceye kadar Erkânıharp sınıflarında bile eski Fransız proğramları tatbik olunuyormuş. Kutuu ahcar ve eşcar yani taş ve ağaçların kesilmesi, gülle İstifi gibi bir takım dersler okutuluyormuş. Arazi üzerinde tatbikat bilinmiyormuş. Bu zat lüzumsuz dersleri kaldırmış ve arazide tatbikatı öğretmiş. Fakat Sultan Hamid'in zaten lüzumundan fazla olan vehmini etrafındakiler ve bunların avenesi hafiyeler bir düzüye körüklediklerinden Golç Paşa istediği gibi çalışamamış ve manevralar yaptıramamıştır. Zaten orduların hali, ayakları bağlı bir insanın yerinde zıplaması kabilinden bir terakki!.. Yani Sultan Hamid hem ordunun ıslahını istiyor, hem de korkusundan cahil kafasiyle ileri gitmesine bir çok engeller yapıyor. (Meşrutiyetten sonra Edirne'de Fırka Erkânıharbi bulunduğum zaman ilk manevrayı bize Golç yaptırdı, ilk hâki elbise giyen benim f ı r k a idi. Toplu bir halde Yanık Kışla şimalindeki talimhanede teftiş eden Golç beni de takdir etti. Cihan harbinde ben Fırka kumand a m iken o da ordumuzun kumandanı idi. Riva deresinden Şile'ye kadar Karadeniz sahillerinde fırkamın yaptığı tahkimatı ve fırkayı teftiş etti. Şile'de bir ge-



292



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



ce kaldık. Beni çok takdir etti. Ne tesadüftür ki Bağdat'a Altıncı Ordu Kumandanı olduğu zaman Erkânıharbiye Reisliğine ben tayin olundum. Ve ölümünde yanında bulundum.) GARİP BİR MÜNASEBETSİZLİK Birgün Manastır'da Hasan Tosun Beyden samimi bir kartvizit aldım. Zarf büyücekti ve açıktı. İçinde küçük bir zarf vardı. Üzerinde «Düyunu Umumiye Komiseri Sait beyefendiye» yazılıydı. İçinde de birşey yoktu. Bunun manasını düşündüm. Dedim Hasan Tosun Bey galiba bu zatı tanıyor, cemiyetimize yardımı olur diye takdim ediyor. Birkaç arkadaşa bu zat hakkında malûmat sordum. Bilen yok. İhtiyatlı davr a n m a k şartiyle kendisini ziyarette mahzur görmedim. Düyunu Umumiye'de ziyaretine gittim. Beni nezaketle kabul etti. Dedim: — Manastır'dan Hasan Tosun Beyefendi samimi selâmlarmı iblâğa beni tavsit ettiler. Bu vesileyle ile teşerrüf etmek istedim. — Çok memnun oldum. Ancak Hasan Tosun Bey kimdir, tanımıyorum. Dedi!.. — Erkânıharp Binbaşıdır. Mıntıka Erkânıharbiye Reisidir, dedim. Düşündü, dudaklarını büktü ve : — Hiç hatırlamıyorum. Fakat madem ki samimî selâm göndermişler. Çok memnun oldum, dedi. — Belki zatıâlilerini gıyaben hürmetkârmız olacak derecede tanımış olacaklar ki bu vazifeyi bana verdiler. Rahatsız ettiğimden affmızı dilerim, diyerek



¿TEŞKİLÂTINGENİŞLETİLMESİ



293



ayrıldım ve hayretler içinde «kaldım. İyi ki adamcağız tanır görünerek biraz d a h a derinlere dalmadı. Hâdiseyi Hasan Tosun Beye yazdım. O zarfı kendi koymamış ve o da bu zatı tanımıyormuş. Demek Postahanede bu iş kendiliğinden olmuş. Sait Beyin zarfm m içindeki kart düşmüş ve zarfı benim adresim olan zarfa girmiş. Nazik işlere şeytanın karıştığı çok oluyor.



S İ S A M ' A BİR FİLO GİDİYOR



Sisam adasında Rum ahali isyan ettiğinden Halil paşa kumandasında beş h a r p gemisi gideceği ve bunlar arasında Rauf Beyin Peyki Şevket kruvazörü ile Hamidiye kruvazörünün de bulunduğunu haber aldım. Donanmanın cephanesi Zeytinburnu cephaneliklerinde muhafaza olunduğundan oradan cephane aldıktan sonra harekete geçeceklerdir. 27 Mayıs 1908 (13 Mayıs Rûmi) de Peyki Şevketle M a r m a r a Gambotu yatsı namazından sonra yola çıktılar. Hamidiye bunlardan sür'atli olduğundan ertesi günü hareket etti. Hamidiye süvarisi Miralay Vasıf Bey de (Meşrutiyetin ilânını müteakip cemiyete tahlif ettik) bizim fikrimizde olduğundan filonun Selânik'e de uğramasını çok istiyordum. Fakat 30 Mayısta Sisam'a varan filo bombardımandan sonra Vati limanında yirmi iki gün kaldı. 27 Haziran (14 Rûmi) Peyki Şevket Midilli'ye gitti. Ertesi günü Hamidiye de oraya geldi ve Peyki Şevket İstanbul'a döndü. Cephanelerini tekrar Zeytinburnu'na çıkarmak için bu işe m e m u r olan Kabasakal Mehmet Paşa, Peyki Şevket'in bu işine yetişemediğinden Rauf Bey, Sisam'da



294



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



sarfolunan cephane miktarı İstanbul'ca bilinmediğind e n h e r top için bir m i k t a r c e p h a n e a l ı k o y a r a k Halice girmiştir.



Bu tarihte işler hayli ilerlemiş bulunduğundan İstanbul'da herhangi bir hareket için b u n a çok ihtiyaç vardı. Cephanelerin tahallülüne mani olmak için soğuk hava vermek, b u n u n için de geminin fayrap etmesi lâzımdır. Rauf Bey, bunu geceleri gizlice, kazanları temizliyoruz diyerek yapıyor. Meşrutiyetin ilânında Hamidiye Midilli'de idi, kendiliğinden İstanbul'a geldi. Donanmanın en mühim şahsiyetlerini cemiyete alarak donanmayı tamamiyle ele aldık. SELÂNİK MERKEZ KUMANDANI NAZIM BEY İSTANBUL'DA



Mayısın ilk haftasında Sarıyer'deki ağabeyime gitmek üzere Köprü'den vapura binmiştim. Güvertede otururken Nazım Bey, Yaver kordonu ve üniforması İle göründü ve tam karşıma oturdu. Derhal selâm verdim. Beşiktaş'a çıkıncaya kadar beni hayli dikkatinden geçirdi. Ben etraf manzaralariyle meşgul olur göründüm. Nazım Bey herhalde Mabeyne eli boş gitmiyordu. Onun hal ve tavrından ve tam karşımda oturup benimle meşgul oluşundan kafasında geçenler b a n a da aksediyor gibi idi. Derhal Enver Beye bu vaziyeti bildirdim. Nazım Beyin sıkı kontrol altında bulundurulması lüzumunu da tavsiye ettim.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR 296



Kinm Karabekir



IV.



BÖLÜM



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR Bu mücadelenin nasıl başladığını ve nasıl bir gidişle hürriyet ilân olunduğunu iki tablo halinde göreceğiz : Biri İstanbul'da bizim bildiklerimiz; ikincisi de hâdise yerinde geçen hakiki vak'alardır ki bunu meşrutiyetin ilânından sonra Selânik ve Manastır'da hürriyet mücadelesine fiilen iştirâk eden cemiyet mensubu arkadaşlarımdan öğrendim. BÜYÜK DEVLET SEFİR VE KONSOLOSLARINA BİRER MUHTIRA VERİLMESİ Avrupa matbuatında «şark mes'elesinin artık halli gelmiştir. Bir Avrupa kıt'ası olan Makedonya'da kan ve ateş tufanının durdurulması için artık kat'i kararlar verilmelidir, gibi...» aleyhimize yayımlar Merkezi .Umumiyi tehlikeyi önlemeye sevk ediyor. Bir muhtıra hazırlıyorlar. Fransızcasını da bastırıyorlar. Rusya'dan başka büyük devlet sefirlerine 28 Mayıs 1908 (15 Mayıs Rûmi) de verilmesini Selânik, Manastır ve Üsküp'teki konsolosluklara da aym günde verileceğini ve bunu merkez azasından Fransızca bi-



299



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



len a r k a d a ş ı n y a p m a s ı n ı M e r k e z i U m u m i bize yazıyor. Zişan H a n ı m l a A v u k a t B a h a Beye gönderiyor. B a h a Bey b a n a h a b e r verdi. M u h t ı r a y ı o k u d u k . Hül:sası ş u : «Şimdiye k a d a r k i fenalıklar h e p istibdad i d a r e d e n ileri geliyordu: A r t ı k millet k a r a r v e r m i ş t i r . Meşrutiyet idareyi k u r a r a k bu fenalıkları ortadan k a l d ı r a c a k t ı r . A n c a k h e r zayıf z a m a n ı m ı z d a f ı r s a t bekleyen R u s y a i m p a r a t o r l u ğ u n u n m ü d a h a l e s i n d e n kork u y o r u z . Milli h a r e k e t l e r i m i z sıralarında bize tecavüz etmemesine insanlık n a m ı n a engel olunuz! Bu muhtırayı, R u s y a ' d a n b a ş k a b ü y ü k devletler sefir ve k o n s o l o s l a r ı n a t a k d i m ettik.» İ ç i m i z d e F r a n s ı z c a b i l e n A v u k a t B a h a idi. B u işi k o l a y c a nasıl y a p a c a ğ ı n ı biliyorlar ki ona vermişlerdi. Bunu kendisine de s o r d u m : Rus sefareti tercümanı E r m e n i Haci Biyar m a s o n d u r ve ahbabımızdır. Bu i ş l e r i m e m n u n i y e t l e y a p a c a ğ ı n ı T a l a t Bey d e M a n y a si z a d e R e f i k B e y d e b i l d i k l e r i n d e n işi b a n a h a v a l e e t m i ş l e r . F a k a t o n u n l a a n c a k G e d i k p a ş a ' d a k i e v d e görüşülebilir. E m a n e t l e r o r a d a teslim olunabilir. Bun u d a Salim Beyin y a p m a s ı d a h a u y g u n olur. *



»*



Salim Bey b u vazifeyi k a b u l etti ve m u h t ı r a l a r ı a l a r a k F a t i n H o c a i l e b i r a r a b a y a b i n e r e k H a c ı Biy a r ' m evinin y o l u n u t u t t u . Birlikte o r a y a gitmeyi doğr u b u l m a d ı k l a r ı n d a n Fatin Hoca a r a b a d a n indi. Salim yalnız olarak evinde Hacı Biyar'a m u h t ı r a l a r ı verdi. O d a b u vazifeyi m e m n u n i y e t l e k a b u l etti v e yaptı. (*) (• )



Said Paşa hatıratında : (Sahife 390 ve 07) bu hâdiseyi şöy. le yazıyor :



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



299



Artık Terakki ve Ittihad cemiyeti resmen kendini ilân etmiş olduğundan şimdiye kadarki zanlar ve t a h m i n l e r açığa v u r u l m u ş oldu. R a m a z a n ı n onbeşinde yâni eylül sonlarma doğru düşünülen h a r e k e t dört ay k a d a r önce başlamış oldu.



HAREKET HAKKINDA TALİMAT YOK T a b i i M a b e y n işi h e m e n h a b e r a l d ı . Cemiyetin kuvvet ve kudretini a r a m a y a koyuldu, istanbul'da, Sarayın burnunda d a h i T e r a k k i ve İttihad cemiyeti s ö n d ü r ü l e m e m i ş , için için y a n ı y o r m u ş . Bu işin M a k e d o n y a m ı n t ı k a s ı n d a dahi b a ş göstermesi ş ü p h e yok ki S u l t a n H a m i d ' i n u y k u s u n u k a ç ı r d ı . İlk iş sıkı t a k i p ve tarassutlar başladı. Şimdiye k a d a r hiç takip o l u n m a d ı ğ ı m h a l d e Hacıkadın kahvesinin önünde oturan Harbiye Mektebi askeri kıt'ası zabitlerinden birinin bizim evin kapısını gözetlediğini gör'düm. Ayrıca hafiyelerle t a k i p başladı. F a k a t a ğ a b e y i m S a r ı y e r ' e sayfiyeye g i t t i ğ i n d e n biz kilise c a m i i m i h r a b ı k a r ş ı s ı n d a k i o n l a r ı n evine geçmiştik. H e r g ü n a ş a ğ ı d a k i eve de u ğ r a d ı ğ ı m d a n beni hâlâ b u r a d a sanıyorlardı. Beni t a r a s s u t ve t a k i p u z u n sürmedi. Birgün m e k t e p t e n ö b e t ç i b e y i i k e n s a b a h l e y i n e r k e n d e n iç b a h çede mektebin emekli doktoru ihtiyar bir İtalyan olan M i ş e l P a ş a ile g ö r ü ş ü r k e n M ü f e t t i ş İ s m a i l P a ş a g e l d i . 14/Mayıs/1324'de Mabeyne çağrıldım. İttihad ve Terakki cemiyetinin Manastır'da konsolorlara birer beyanname verdikleri-veyahut verecekleri haberi Saraya aksettiği ve İstanbul'da dahi ahvalden şikâyet için Düveli Muazzama sefaretlerine müracaat zehabı hasıl olmuş.



300



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



B a h ç e d e n d a i r e s i n e g e ç e r k e n bizi b i r a r a d a k o n u ş u r g ö r ü n c e ilk ö n c e b e n i çağırdı. B e r a b e r o d a s ı n a gittik. Ş ü p h e l i b i r e d a ile s o r d u : — S a b a h l e y i n e r k e n d e n Mişel P a ş a ile n e şuyordunuz?



konu-



— Yazın ameliyatlara d a h a e r k e n çıkıp sıcak zam a n l a n i s t i r a h e t t e g e ç i r m e n i n d a h a m ü n a s i p o l u p olmayacağını sormuştum. Ç ü n k ü bizim talebeliğimiz zamanında b u n a dikkat olunmadığından güneş vurm a s ı ve sıcak ç a r p m a s ı neticesi çok hastalıklar oluyordu, diye mütalâasını sormuştum. O d a b a n a h a k veriyordu, dedim. Mişel P a ş a y ı d a çağırttı. O n a d a sordu. O d a a y n ı c e v a b ı v e r i n c e ç o k sıkıldı ve v a z i f e m d e n b a ş k a şeylerle u ğ r a ş m a d ı ğ ı m d a n memnun o l d u ğ u n u söyledi. Artık t a k i p ve t a r a s s u t l a r d a kesildi. Şimdi f a a l i y e t sırası b a n a geldi. S e l a n i k ' t e n hiç bir h a b e r gelmiyordu. H a l b u k i ilk a d ı m atıldığına gör e yeni p l â n a g ö r e bize d e t a l i m a t g ö n d e r m e l e r i lâzımdı. İ s t a n b u l ' d a h e n ü z telâşlı h a z ı r l ı k l a r a v e y a sevk i y a t a d a i r hiç bir şey g ö r ü l m ü y o r d u . Y a l n ı z b i r k a ç g ü n önce S i s a m ' a bir filo gitmişti. B u n u n S e l â n i k ' e herhangi bir hareketi tedibe gönderilmesinden endişe e t m i y o r d u m . Ç ü n k ü b u filo cemiyetin elinde demekti.



Muhtıraların dağılmasından sonra eğer cemiyet hiç bir hareket göstermezse bunun birkaç kişinin gayretine atfolunması tabu olacak, bu da harice çok fena tesir edecekti. Bu mes'eleleri Merkezi Umumi ile görüşmek ve ne mümkünse kararlaştırılmak üzere Selânik'e mer-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



301



k e z i m i z d e n b i r i n i n g i t m e s i n e l ü z u m g ö r d ü m . B u işi b a ş a r a c a k A v u k a t B a h a idi. Ç ü n k ü , d i k k a t i ç e k m e d e n işleri için diye gidebilirdi. Ne güzel tesadüf. B a h a Beyin de Selanik'te m ü h i m b i r işi ç ı k m ı ş . B e n o n a d ü ş ü n c e l e r i m i s ö y l e r k e n o d a b a n a b u n u m ü j d e l e d i ve b i r k a ç g ü n içinde gitti.



B Ü Y Ü K BİR S A R S I N T I



GEÇİRDİK



B a h a ' n ı n d ö n ü ş ü n ü sabırsızlıkla b e k l i y o r d u m . Sey a h a t i ç o k u z a t m a d a n g e l d i . İyi h a b e r a l m a k ü m i d i y le S a l a c a k ' t a k i e v i n e g i t t i m . Kendisinden vaziyetin aydınlatılacağını beklerken çok elemli bir d u r u m d a kaldım. U z u n boylu bir m ü t a l â a söylemeye l ü z u m görmeden dedi: — Ben artık cemiyete ç a l ı ş a m a y a c a ğ ı m . Çok zar a r ediyorum. Selânik'te aylık alanlar var, Doktor Nazım bile İzmir'de aylık a l ı y o r m u ş . B a n a d a c e m i y e t aylık versin. A v u k a t Baha biraz delişmen mizaçlı o l d u ğ u n d a n o n u h u y u n a s u y u n a g ö r e i d a r e e d e r d i m . İşi l â t i f e y e alarak idare ettim. Mevcut p a r a m ı z ı n hepsini versek dahi kendisine esaslı bir y a r d ı m o l a m a y a c a ğ ı n ı anlattım. ve : — Bize n e h a v a d i s getirdin, o n u pahasını biçelim! dedim.



söyle de



onun



B a h a t a m ciddi bir t a v ı r a l a r a k artık kendisinin bizimle çalışamayacağını, a n c a k kendi işleriyle meşg u l o l a c a ğ ı n ı k e s i n b i r dil i l e s ö y l e d i . D o n a k a l d ı m . S e lânik'te olup bitenler nedir? Kimlerle görüşmüştür?



302



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Hiç bir şey söylemedi. Hiç bir hâdiseden haberi yok, hiçbir şahsiyetle görüşmemiş gibi davrandı. — Baha! Merkez arkadaşlarına bu fikrini açabilirsin. Fakat eğer hükümet teşkilâtımız hakkında bir haber alırsa bunu senden bilerek tedbirlerimi alacağım, diyerek hayret ve teessürle ayrıldım. Baha'nm bu haline hiçbir m a n a veremiyordum. Selânik'in icr a a t a başlayacağı hakkında haber aldı da yıldı mı? Yoksa hükümet teşkilâtımızı haber aldı ve Baha da herhangi bir tarafla temasa mı girişti? Aklıma başka birşey gelmiyordu. Bu ikinci fikri kuvvetlendirecek iki sebep vardı. Biri herhangi icraata başlamak hususunda bize de tebligat yapılacağını tabiî görüyordum. Sefaretlere muhtıranın Baha'ya korku verdiğini asla hissetmemiştim. Sebebin ikincisi, birkaç h a f t a önce birkaç merkez arkadaşımızla Baha Beyin evinde içtima halinde iken Baş Mabeynci Ragıp Paşanın oğlu Abidin Beyin geldiğini haber vermişlerdi. Ben Baha'ya kabul etmemesini söylediğim zaman, o, cemiyetimizdendir ve kendisine emniyetim vardır gelsin ne olur? demişti. Ben de kızarak o halde başka bir odaya al, yanımıza getirme demiştim. Baha bu zatı karşılamaya gidince ben de ihtiyaten de bir t a r a f a çekilmiştim. Çünkü ben üniformalı idim. Diğer iki arkadaşım sivildi, beni teşhis etmesi cemiyetimiz için çok d a zararlı olabilirdi. Benim çekilmemi diğer arkadaşlar da istemişlerdi. Az sonra Baha beni buldu ve mutlaka Abidin'i görmelisin, istediğin zaman sana bir fedai olur, diyerek kendi kolundan olan bu adamın yanma gelmekliğimde İsrar etmişti. Ben de, bizim merkez azası olduğumuzu sakın söyleme ihtariyle gelmiş görüşmüştüm.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



304



Baş Mabeynci Ragıp Paşanın oğlunun cemiyetimize h e m de fedai olarak girmesi m e r a k ı m ı Baha şu izahla teskin etmişti: Bu çocuk bir kızla evlenmiş, babası b u n a m a n i o l m a k için çok İsrar etmiş. H a t t a ihtim a l hemşirenle evleneceksin! Seni evlâtlıktan reddederim! tehdidini de yapmış. Fakat çocuk dinlememiş ve evlenmiş. Ragıp P a ş a d a dediğini y a p m ı ş : Evlâtl ı k t a n r e d d e t m i ş , m i r a s ı n ı iki o ğ l u n a v e b i r m i k t a r ı n ı d a k ı z m a bağışlamış. Abidin de babasından intikam a l m a k için cemiyete girmiş. Kendisiyle g ö r ü ş t ü m , ateşli bir genç. îcabederse b a b a m ı d a h i , h ü r r i y e t u ğ r u n a ö l d ü r ü m , d i y o r d u . (*) « »«



B a h a ' n ı n b o z g u n c u l u k ettiğini m e r k e z a r k a d a ş l a r ı n a anlattım. Bir ikisinin kendisiyle görüşmesini ve b a n a söylediklerini d u y m a m ı ş g ö r ü n m e s i n i d e teklif ettim. Bir iki g ü n içinde b i r k a ç a r k a d a ş ı m d a a y n ı cevabı aldıklarını b a n a h a b e r verdiler. Bir t o p l a n t ı y a p a r a k tedbirler almayı kararlaştırdık. Şimdiye k a d a r hiç toplanmadığımız Fatih'te Fatin Hoca'nm evinde bir gece toplantısına k a r a r verdik. Bugünlerde Selânik Merkez Kumandanı Nazım Beyin ayağından yaralı olarak Sirkeci'de trenden yardımla indirildiğini M ü h e n d i s Salim Bey g ö r e r e k h a b e r verdi. Bu, B a h a ' n ı n Selânik'te birşeyler öğren e r e k y ı l d ı ğ m a b i r delil olabilirdi. ( • ) Meşrutiyetin ili,nından hayli sonra bahası ölünce kardeşlerinden miras lâvaşı açan bu zavallı, dâvasını kazan amayınca intihar etmiştir.



304



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Haziranın ilk ılık bir gecesinde Fatin Hoca'da; ben, Mahmut Sadık, Salim ve Nahit, beş merkez arkadaşı toplandık. Bu içtimanın tehlikeli bir sona varması ihtimalini önlemek için Fatin Hoca iskambil kâğıdı bulunduralım, basılırsak kumar oynarız diyordu. Dedim: — Cepleıimizi a r a s a l a r k u m a r l ı k p a r a bulamazlar. H a y d i oynayın d a görelim deseler ö m r ü n d e kum a r o y n a m a m ı ş insanlarız, yalanımız bu suretle de > ortaya çıkar.



— O halde bir kadın bulundursak ta zamparalık için toplandık, desek! diye, Fatin Hoca daha cahili bulunduğumuz bir işi teklif etti. Buna hepimiz itiraz ettik. Yalanımız yine ilk soruda ortaya çıkacak gibi böyle herhangi bir kadın yok yere; başımıza korktuğumuz belâyı getirebilirdi. Bunun için kısaca hepimizin şu cevabı vermesini teklif ettim : — Ahbabız toplandık. Geç vakit hiç birimiz evimize dönemeyiz, herkes uyumuştur. Bunun için havadan, tavadan sohbet edip duruyoruz! deriz, dedim, ve sohbet zeminini de çocukluk ve mektep hayatımızdan alarak bir kaçar hikâye konuşarak tesbit ettik. Esas mes'eleyi üç madde olarak öne koyduk: (1) Baha'nın çekilmesinin sebebi ne olabilir? (2) Herhangi bir kötü harekete cür'et eder mi? (3) Bu hususa dair k a r a r ı m ı z ne olacaktır? Bir daire üzerinde yürüyor gibi dönüp dolaşıp yanı yere geliyorduk. Nahit hukuk tahsili için Avrupa'ya gitmeye k a r a r vermiş idi. (*) İzin verilmediğinden ( * ) Nahit Bey, Atina'da iken Manastır'da Şemsi Paşanın rurulduğu haberini almış, Paris'te Ahmet Rıza Beyle çalışmış.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



SOS



kaçacaktı. Şu halde iş dördümüzün üzerinde kalacaktı : Ben, Fatin, Salim, Mahmut Sadık. Bekçi bilmem kaçıncı defadır sopasını taşlara vur r a r a k geçiyordu. Fatih minarelerinden dinlediğimiz ikinci ezandı. Yatsıyı dinlemiştik, yanık sesler sabah ezanını okuyorlardı. Artık ben kararımı vermiştim. Bunu arkadaşlarıma söyledim: 1. — Bundan böyle merkezimiz dört arkadaş olarak işleri yürütsün. Fazla kimse almayalım. 2. — Baha'nın bilerek veya bilmeyerek bir felâkete sebep olması ihtimâlini önlemek işini ben şu tarzda halledeyim: Bir fedai zabitle kendisini yazıhanesinde ziyaret edeyim ve şu ihtarda bulunayım: Meşrutiyetin ilânma kadar hiç bir işe karışmamam biz de uygun bulduk. Fakat meşrutiyet ilânma muvaffakiyet hasıl olunca seni yine aramıza alacağız ve beraber eskisi gibi çalışacağız. Bugünkü halinden Merkezi Umumiye şikâyette bulunmayacağız. Fakat sen de hiç bir kimseye cemiyet hakkında, hele bizlere dair en ufak bir şey ağzından kaçırmayacaksın! Eğer hükümet bir haber alırsa bunu senden bileceğiz ve sen idama mâhkum olacaksın! İşte bu hıfcusta vazife alanlardan biri! Bu teklifimi itirazsızca İstanbul merkezi arkadaşlarımız kabul etti. Ben de birgün sonra kardeşim Hulusi Beyle Baha'nın yazıhanesine giderek kendisine nezaket ve samimiyetle bu ihtarı yaptım. Şimdiye kad a r hiç gqrmediği ve tanımadığı kardeşimi: «İşte fedailerden biri!» diyerek kısaca gösterdim. 4



* P.: M



306



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



B a h a benim teklifimi pek samimi olarak kabul etti. K e n d i s i n d e n a s l a ş ü p h e e t m e m e k l i ğ i m i z i rica etti v e v a z i y e t t e n ç o k ü r k t ü ğ ü n ü d e a p a ç ı k s ö y l e d i . K e n disine k a r ş ı gösterdiğimiz b u cemileye teşekkürle h ü r riyetin i l â n ı ile b e r a b e r k e n d i s i n i n v e y a z ı h a n e s i n i n e m r i m i z e h a z ı r o l d u ğ u n u b i l d i r d i . (*) İSTANBUL'DAKİ KUVVETİMİZ Selânik'ten verilecek emirleri n e dereceye k a d a r yapabileceğimizi etrafiyle esasen Enver, İsmail Hakkı ve T a l a t Beylerle g ö r ü ş m ü ş t ü m . B u n a biz lâzımı k a d a r h a z ı r d ı k . B u n u k e n d i l e r i n e h a z i r a n b a ş ı n d a bildirdim. Benimle b e r a b e r on altı f e d a i benim ş u b e m d e h a z ı r d ı . D i ğ e r a r k a d a ş l a r d a y e t m i ş i a ş ı y o r d u : (Meşr u t i y e t i n i l â n ı n d a b i z o n a l t ı , d i ğ e r ş u b e l e r d e 78 kişi idi. F e d a i l e r i n i s i m l e r i n i belli e t m e m e k i ç i n K â z ı m Bey ve a r k a d a ş l a r ı onaltı diye k a y d o l u n m u ş t u r . ) ( * ) Bahattin Şakir Beyin neşrolunan hatıralarına göre : İstanbul teşkilâtı yapıldıktan bir müddet sonra Baha Şakir Bey Paris'ten gizlice İstanbul'a gelmiş. Avukat Baha'nın yazıhanesinde Paris ve Selânİk merkezleri hakkında görüşmüşler. Paris merkezi, Selânikten ayrı olarak İstanbul'da bir şube teşkiline karar vermişler. Bunun İçin Baha Şakir Bey Silistirell İbrahim Paşa zade Hamdl Beyle görüşerek Selânİki n İstanbul'daki faaliyetine karışmayarak neticeyi beklemek (demek hazıra konacaklar!) İçin İstanbul'un tenha bir yerinde teşkilât yapmaya karar vermişler.'Beş kişiden mürekkep bir merkez de yapan Baha Şakir, Paris'e dönmüş. Bu doğru ise demek bizim Avukat Baha da bunların prensibine uygun olarak kenara çekilmişi Merkez şun. 1 ardan mürekkep imla: Daniş Bey (Şurayı Devlet Kâtiplerinden) Ali Sedat Bey (Maliye kâtiplerinden), Ham di Beybaba, İsmail Kaptan, Arap Mehmet Bey. Halbuki Hamdl Baba, Fatin Hoca delâletiyle 40 arkadaşiyle merkezimize bağlanmıştı.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



307



Fatin Hoca, yirmibin numaradan başlamış ve ilk numarayı Kâmi Bey (Sonradan Darüşşafaka Müdürü olan) almış. Tevfik Fikret, Hüseyin Kâzım Bey gibi şair ve edipler de bu kolda cemiyete alınmıştır. Tevfik Fikret Beye bir de Hürriyet Marşı (Hak yoludur tuttuğumuz yol...) yazdırılarak Selânik'e gönderilmiştir. (Meşrutiyetin ilânından iki ay önce gönderilmişti). Musa Kâzım Efendi (Sonra Şeyhülislâm olan) önce kabul ettiği halde sonra çekilmiş, f a k a t cemiyete dahil gösterilmiştir. Kimyager Nurettin ve Erkânıharp Yüzbaşı Sabit Bey, kozmoğrafya hocası Ahmet Rıza, ülemadan üç zat da bu koldandır. İstihkâm Yüzbaşı Selim Sırrı Bey (Beden terbiyesi mütehassısı olan Ordu milletvekili) Nahit Beyin kolundandır. Eski, Murat Bey zamanmdaki İttihad ve Terakkiden kalma 40 kişilik bir grubu da Hamit Baba (Silistireli İbrahim Paşa zade) şimdiye kadar elinde tutabilmiş. Bunları tesadüfen Fatin Hoca vasıtasiyle öğrendik Selânik'e sorduk. Müsbet cevap aldığımızdan merkezimize bağladık. H A R E H Â T BAŞLAMIŞ; FAKAT SELÂNİK'LE TEMASIMIZ KESİLDİ



9 ve 10 Haziran (27 ve 28 Mayıs Rûmi) de Reval'de İngiltere kralıyla Rusya ç a n arasında Makedonya'nın taksimi vesaire hakkında aleyhimize kararlar verildiğini haziran ortalarına doğru işittik. Enver Beye yazdığım mektuplara cevap alamaz oldum. Oralard a n artık kimseler de gelmez oldu. Bildiğimiz bir şey varsa, Selânik Merkez Kumandam Nazım Beyin ayağından yaralı olarak İstanbul'a geldiği idi. Fakat bir kazaya mı uğradı vuruldu ise gayrı Türkler mi vur-



308



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



du, yoksa cemiyet tarafından m ı vuruldu? öğrenemiyorduk.



Bir t ü r l ü



Hareket plânımız böyle ikinci üçüncü derece insanlarla işe başlamak değildi. Şu halde acaba cemiyetin teşkilâtı haber alınarak h ü k ü m e t tarafından bazı tevkifler mi yapılmak istendi de cemiyet de zarurî bu kabil icraata geçti? Gidip gelmeler ve hatta mektuplaşmalar da bu yüzden yasak mı edildi? Bunları araştırıp d u r u r k e n vaziyeti Mabeyn kanalından öğrenmeye başladık.



NİYAZİ BEYİN D A Ğ A ÇIKTIĞINI NERDEN



ÖĞRENİYORUZ?



4 Temmuz 1908 (21 Haziran 1324) sabahı Mektebe geldiğim z a m a n beni fedai zabitlerimizden Salih Bey karşıladı ve şu haberi v e r d i : Bu sabah müfettiş İsmail Paşa beni çağırttı ve şunu s o r d u : — Niyazi Bey Resne'de bazı asker ve halk ile dün dağa çıkmış. Niyazi'yi tanıyor musun? Bu, ne maksatla bu hareketi yapmıştır? — Tanımıyorum, maksadını d a bilmiyorum, cevabını verdim. — Kâzım Bey Niyazi'yi tanır mı? dedi, ben de — Kâzım Bey Üçüncü Avcı Taburunda stajını yapmıştı. Niyazi Bey de aynı t a b u r d a bulunuyordu. Herhalde tanır; f a k a t arkadaşlıkları derecesini bilmiyorum, cevabmı vererek tabiî güründüm. Bu suretle şüphelenmesine meydan vermedim. Herhalde sizi de çağırıp soracağına şüphe etmiyorum, haberiniz olsun.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



309



S a l i h Bey b u n l a r ı a n l a t ı n c a y a k a d a r k o r i d o r boyunca h a s t a h a n e m e r d i v e n i n e k a d a r gelmiştik. Bu a r a l ı k İsmail P a ş a n ı n m e k t e b e girdiğini g ö r ü n c e Salih'e şunları söyleyerek h a s t a h a n e y e ç ı k t ı m : — H a v a d i s e t e ş e k k ü r ederim. Cevabınız g a y e t tabiî v e g ü z e l . F a z l a m a l û m a t ö ğ r e n m e y e g a y r e t et! •







Hastahanede nöbetçi doktorundan u y d u r m a bir m i d e r a h a t s ı z l ı ğ ı n a ilâç a l a r a k m u a l l i m l e r odasına d ö n d ü ğ ü m e s n a d a İ s m a i l P a ş a n m b e n i i s t e d i ğ i n i bildirdiler. Üst katta Boğaz'a b a k a n odasında paşayı bularak : — Beni emretmişsiniz, dedim. Baııa ş u n u s o r d u : — Kâzım beyi M a n a s t ı r ' d a Avcı T a b u r u n d a stajınızı y a p a r k e n o r a d a b ö l ü k k u m a n d a n l a r ı n d a n Niyazi a d ı n d a b i r i v a r m ı ş . Ş i m d i R e s n e ' d e T a b u r k u m a n danı, Kolağasıdır. Bu a d a m ı tanıyor m u s u n ? — Evet e f e n d i m , t a n ı r ı m . Cesur, f e d a k â r ve sadık bir zabittir. C e v a b m ı verdim. — T a n ı d ı ğ ı n ı z a m e m n u n o l d u m . Bu Niyazi Bey Resne'de asker ve h a l k t a n bir kuvvetle d a ğ a çıkmıştır. B u n u n sebebi n e d i r ? d i y e s o r a r k e n alt çenesini de k o r k u n ç b i r c e v a p a l a c a k m ı ş gibi s a ğ a sola oynatıyordu. D e d i m : — P a ş a h a z r e t l e r i ! N i y a z i Bey dehşetli Bulgar düşmanıdır. Sakın askerle Bulgar çetelerini bitiremedik. Bari biz de çete h a l i n d e onlarla döğüşerek onları o r t a d a n kaldıralım fikrine sapmasın? Bulgar çeteleri



310



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



eğer Niyazi Beyin herhangi bir mülkünü yaktılarsa veya yakınlarından birini öldürdülerse Niyazi'nin yapacağı, hiç şüphe etmem ki budur. İsmail Paşa aldığı bu cevaptan memnun göründü, geniş bir nefes aldı. Benden hiç bir şüphesini sezmiyordum. Kendisine tavrımla ve sözlerimle pek saf göründüğümden açık yürekle her sorduğuna dosdoğru cevap verdiğimi ve vereceğimi kabul etmiş görünüyordu. Soruşturmalarına devam etti: — Peki! Ya bu Niyazi Beyin Şevketmeap Efendimize karşı olan duyguları hakkında neler biliyorsun? Bir lâhza düşünmeden hemen şu cevabı yapıştırdım : — Niyazi Beyin ağzmdan Şevketmeap Efendimize karşı sık sık hayırlı dualar işitirdim. Eğer başımızda Padişahımız bulunmasaydı daha 93 Rus mağlubiyetinden sonra Rumeli elimizden gitmişti. Allah onu üzerimizden eksik etmesin! dediğini de bu kulaklarımla duydum. Onun nasıl olup ta herhangi bir sebeple bir çete halinde dağlara çıktığına hayret ediyorum. Acaba sebebini kimseye söylemiyor mu? İsmail Paşa hallolunmaz görünen bir mes'eleyi halletmiş gibi sevindi. İki elini birbirine çarparak kavuşturdu, yüzü gözü güler bir eda ile dedi: — Kâzım Bey; cevaplarına çok memnun oldum. Demek Niyazi Beyin Şevketmeabımız hakkında hiç bir kötü düşüncesi yoktu. Bilâkis onu candan severler. Teşekkür ederim. Gidiniz. Ama icabederse belki daha bazı şeyler de sorarım. — Evet, paşa hazretleri. Niyazi Beyi Padişahımı-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



311 *



z a sadık ve onu candan sever tanırım. Her ne zaman emrederseniz başka tanıdığım zabitler hakkında da m a l û m a t arz edenin. Dedim ve fazla malûmat ister gibi görünmedim. Merakım Enver Beyin ne halde bulunduğu idi. Niyazi d a ğ a çıktıktan sonra onun da artık fiilî işe karışması muhtemeldi. Fakat onun hakkında birşey sormadığın a göre Niyazi gibi henüz dağlara çıkmış olmadığına hükmettim. Paşa hemen arabasma binerek Saray yolunu tuttuğunu gördüm. Müjdeye gidiyordu!..



NİYAZİNİN HARDEŞİ OSMAN BEYİ KAÇIRMAK MES'ELESİ Osman Beyi Manastır'da bizzat tahlif etmiştim, istanbul fedai şubesine girmişti. Arasıra görürdüm. Bunun yakalanması hoş bir şey olmayacaktı. Gerçi benden başka kimseyi tanımıyordu. Fakat kendisine bir fenalık gelmesini dahi istemiyordum. Onu derhal vaziyetten haberdar ederek Selânik'e kaçırmayı ve bu suretle Merkezi Umumiye şifahi de olsa vaziyetimiz h a k k ı n d a bir rapor vermeye ve talimat istemeye kar a r verdim. Derslerimi verdikten sonra doğruca Sirkeci'deki yattığı yere geldim. Takip olunmadığımı anladım. Eczahaneden Osman Beyin gelip gelmediğini sordum. Ne aksi henüz gelmemiş. Biraz dolaşıp t e k r a r gelmek üzere dışarı çıkar çıkmaz kendisiyle karşılaştım. — Niyazi Resne'de dağa çıkmış. Harekâtın başladığı anlaşılıyor. Henüz istanbul h a k k ı n d a talimat almadık. Şüphesiz seni tevkife kalkışacaklardır. Hem e n şimdi Selânik'e gidecek İdarei Mahsusa vapur-



312



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



l a n n d a n birinin ateşçiliğine (*) yazıl. Ocak başına geç, yüzünü gözünü de kömür tozlarına bula Selânik'e ve oradan Manastıra yollan! Buralarda derhal cemiyet mensupları vasıtasiyle mühim malûmatla İstanbul'dan geldiğinden, merkezle görüşeceğini söyle. «İst&nbul hazırdır. Talimat istiyor. Niyazi'nin dağa çıktığını Mabeyn kanalından öğrendiler. İrtibatın teminini rica ediyorlar.» Manastır'dan adresime uydurm a bir imza ile de vaziyeti behemahal yaz. Osman Bey hemen hareket etti. Az sonra odasını bastılar ve Osman'ı her tarafta aramaya başladılar. Bunu tanıdığım eczacıdan öğrendim. Birkaç gün sonr a da bu hâdiseden Hükümetin ve Mabeynin telâşa düştüğü haberini aldım. Manastır'da kardeşinin dağa çıktığını Osman'ın derhal nasıl haber aldığını ve İstanbul'un içinde nasıl ortadan kaybolduğunu inceleyen Hükümet ve Mabeyn İstanbul'da da cemiyetin faal teşkilâtı olduğuna kanaat getirmiş. Demek Sarayın kapısına kadar dayanmışlar!.. Çok doğru düşünmüşler, henüz Sarayın içine ayak basamadık, fakat kulak vermiştik. ŞEMSİ PAŞANIN ÖLDÜRÜLMESİ VE YERİNE OSMAN PAŞANIN GÖNDERİLMESİ Şemsi Paşanın cemiyeti tenkil için iki Arnavut taburu ile Manastır'a gittiğini; fakat aynı günde bir za( * ) İdarei Mahsusa"nın pek garip olan bir hali vardı. Herhangi bir vapur hareket edeceği zaman eksik olan ateşçiliklere SLrkeci'den adam ararlardı. Eğer fiyatça uyuşmazlıklardan veya adam bulamadıklarından vapurun hareketi günlerce kalırdı!.. Bunu erk&n-ı harbiye sınıflarında iken Selânik'e giderken bu yüzden bir gün vapurda beklemekle öğrenmiştim.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



313 *



bit tarafından öldürüldüğünü ve yerine Üsküp'ten Tatar Osman Paşanın tayin olunduğunu bizim Salih Bey vasıtasiyle yine Mabeyn kanalından vak'adan birkaç gün sonra öğrendim. 7 Temmuz 1908 (24 Haziran 1324) de vurmuşlar. Ne Selanik'ten, ne Manastır'dan hiç bir haber gelmiyordu. Bu hale bakarak işin plânlı olarak değil, gelişi güzel kendi kendine geliştiğine hükmediyorduk. Merkez arkadaşların vasıtasiyle duyduklarımı cemiyet efradına yayıyor ve yakında umumi bir hareket için hazır bulunmalarını bildiriyorduk.



GÜZEL BİR TESADÜF Yeni köprünün Eminönü başında sınıf arkadaşım Erkânıharp Emin Beye (Emekli General Emin) rastgeldim. Daha Üsküp seyahatimde cemiyet hakkında görüştüğüm ve cemiyete girmeyi kabul ederek sonradan Üsküp merkezinde çalışan bu arkadaşımla karşılaşmakla dünyalar benim oldu. Çünkü Selanik'ten yeni gelmişti. Herhalde bir çok bildikleri vardı. Ayakta şu malûmatı aldım : Şemsi Paşanın vurulması üzerine 9 Temmuzda (26 Haziran) Üsküp Mıntıka Kumandanı Tatar Osman Paşa İstanbul'a çağrılmış. Müşürlüğe terfi ve Teftişi askeri komisyonu azalığma tayin olunmuş. Gelirken yanma Erkânıharp Binbaşı Recai ile Kolağası Emin Beyi almış. Birlikte gelmişler ve hemen Manastır'a gideceklermiş. Üsküp Sükûnette bulunuyormuş, Selânik'te Merkez Kumandanı Nazım'ı bir zabit baldırından vurmuş. Merkezi Umuminin hiç bir t a r a f a bir



314



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



emir ve talimatı yokmuş. Niyazi Beyin kendiliğinden olduğu kanaatinde (*)



hareketinin



— Enver ne yapıyor? Neden bizimle teması kestiler? Niyazi'nin kardeşi Osman Beyle gönderdiğim habere de cevap alamadım. Hareket tarzımız hakkında talimat bekliyoruz. Bunu Selanik ve Manastır'da arkadaşlar vasıtası ile merkezlere bildir! Osman Paşaya gelince: Selanik'ten ayrıldıktan sonra kendisine de biraz açılarak cemiyete almaya çalış! Bizim bir k u m a n d a n a ihtiyacımız vardı. İstanbul üzerine bir hareket için. Niyazi Bey teşebbüsü bir başlangıç olabilir. İşi, Merkezi Umumi Erkânıharp arkadaşları idare etmelidir. Merkezlerle irtibatın kesilmesi arkadaşlar üzerinde hoş bir tesir yapmıyor. Edirne ile de sıkı temasta ihmâl etmesinler.



MEKTUBUM ELE GEÇTİ; JURNAL DA OLUNDUK Osman Paşa, Manastır'a vardığı halde hâlâ bize bir t a r a f t a n haber gelmiyordu. Bizim yapabileceğimiz herhangi bir fiilî hareketin İstanbul'da, belki de Edirne vesair yerlerde bir çok zulüm ve şenaatlere yol açabileceğini ve Merkezi Umuminin arzusuna da uymayacağı çünkü vaktinden önce ezilirsek bizden bekledikleri hizmetlerden hiçbirini yapamayacağımızı düşünerek harekete geçemiyordk. Fakat çok da sabırsızlanıyorduk. Büsbütün de boş d u r m a m a k için Üçün( • ) Sultan Hamid Osman Paşaya, bu İşleri Hidiv yapıyor. Hilâfet mes'elesidir. Zabitlere bunu anlat ve nasihat et! demiş. Demek hâlâ işin farkında değil. Belki böyle jurnallar da almıştır.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



315 *



c ü O r d u m ı n t ı k a s ı n d a h a l k ve o r d u n u n h ü r r i y e t istediklerini yayıyorduk. Birkaç t a beyanneme y a z a r a k öteye beriye a t t ı r d ı m : « B ü t ü n m i l l e t h ü r r i y e t istiyor» d i y e . 20 T e m m u z (7 T e m m u z R û m i ) P a z a r t e s i g ü n ü S a lih B e y d e n m ü h i m b i r h a b e r a l d ı m : M a n a s t ı r ' d a n b i r Kayserili, H a r b i y e Mektebi hemşehrisi olan Rıza Paş a y a bir j u r n a l göndermiş. Rıza P a ş a d a bu jurnali ayn e n p a d i ş a h a v e r m i ş . J u r n a l i n h ü l â s a s ı ş u i m i ş : «Mazabitlerin kâffesi ın a s t ı r ' d a n İ s t a n b u l ' a n a k l o l u n a n T e r a k k i v e İ t t i h a d c e m i y e t i n e m e n s u p t u r l a r . » (*) ( • ) Mabeyin Başkâtibi Tahsin Paşa hatıratının 242 ve 243'ncü sayfalarında üş Göriceli'nin İstanbul hakkında malûmat verdiklerini yazıyor: Bu istihbarat arasında Selanik'te müfettişi umumi Hüseyin Hilmi Paşa'dan gelen şifreli telgrafname Abdülhamid' in bilhassa dikkatini celbetmlşti. Sultan Hamid'in, müfettişi umumi Hüseyin Hilmi Paşa'mn dirayetine, gayretine ve sadakatine itimadı vardı. Bahusus ciddi esaslara istinad etmeyen haberleri vermiyeceğini büiyordu. Hüseyin Hilmi Paşa'dan 19 Mayıs 324 tarihinde gelen şifreli telgraf şu idi : «Jön Türk, Ermeni, Makedonya fesat komitelerinin son umumi içtimalannda verdikleri karara tevfiken Selânik veyahut Manastır dahilinde bir mahalli mahsusta (merkez icraat komitesi) namiyle bir hey'eti ihtilaliye teşkil edip pek yakm vakitte fiiliyata başlıyacaklan malum olan İtalyan menbamdan İstihbar edildi. Bu babda tahkikatı mahremayene devam olunuyor, alınacak malumatı arz ederim.» Müfettişi Umumi Hüseyin Hilmi. Hüseyin Hilmi Paşa'ya bu malumatı veren İtalyan membaı Müfettişi Umumiliğin vesaiti lstlhbariyesinden İdi. Rumeli'de rekabeti dövellyeden bu suretle istifade olunmak fırsatı kaçmlmamıştı ve birçok mesailde bundan pek* faideli neticeler elde edilmişti. Müfettişi Umumiliğin İni tel-



316



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Bu jurnal üzerine Padişah İsmail Paşayı sıkıştırmış. Gözden düştüğünü gören İsmail Paşa çok müteessirmiş, düşünüp duruyormuş. grafı esasen AbdüLhamid'i kâfi derecede kuşkulandırmış iken buna zamimeten bir de Görice'den İstanbul'a gelen iîç zatın takdim ettiği ariza meselenin vehamet ve ehemmiyetini büsbütün arttırmıştı. Bu arizada, müfettişi umumi paşanın maruzatı teyid olunuyor; isim ve mahal tasrih elunmamakla beraber içlerinde Türkler de bulunduğu halde muhtelif milletlere mensup ihtilâl komitelerinin birleştikleri ve hepsinin Paris'ten talimat almakta bulundukları ve aglebi ihtimal Manastır! merkez ittihaz edecekleri bildiriliyordu. Bu arizayı veren Günceliler Selânik'te mason cemiyetine mensup ve maruf bir takım zevatın bunlara yardım etmekte olduklarını ve masonluğun gayet hafi ve fakat son derece kuvvetli teşkilâtından ihtilalcilerin çok İstifade ettiklerini, komitenin İstanbul'a da kol atarak burada teşkilâta başladığım ve bu İşe iki üç zatm memur edildiğini şifahen ifade ettiler. Gene bu Göricelilerin beyanatına nazaran komitenin maksadı kanunu esasinin meriyetini iade ettirmek, Meclisi Mebusam toplamak ve meşruti idareyi tesis eylemek imiş. Bunlar şimdiye kadar Avrupa'nın muhtelif mahallerinde çıkan gazetelerle ve doğrudan doğruya saraya takdim ettikleri arizalarla bu mes'eleyi padişaha arz etmişler ise de Abdülhamid her nedense bunları kabul etmediğinden ve bundan fazla beklemeye memleketin ve vaziyeti siyasiyenin tamammülü olmadığından eğer son teşebbüsler üzerine şene bir netice çıkmazsa fiilen ve cebren maksatlarını istihsale azmetmişlerdir. Göricelilerin bu maruzatını Hünkâra aynen arzettiğim cibi bir çok taraflardan aynı mesele hakkında gelen malumat ve tafsilatı da bildiriyordum. Bir müddet sonra Atina sefirimizden 6 Haziran 324 tarihli bir mektup aldık. Bunda, sefarethanenin hususi İstihbarat memurunun Makedonya komitecisi kıyafetine sokularak ve komiteci yazılarak ihtilal heyetinin içine sokulduğu beyan edildikten sonra bu zatm komiteden topladığı şu malumat bildiriliyordu : (İkin-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



317 *



Vaktiyle Alemdar Ordusu 7 Temmuz Rûmide İstanbul'a girmişti. Bizimkilerin n e zaman ve nasıl gelecekleri şimşek gibi k a f a m d a n geçti. Vaktinden önce karşımıza çıkan tehlikeye karşı tedbir olarak şunları düşündüm ve yaptırdım : 1. — Eğer İsmail Paşa veya başkası bu hususta bir şey sorarsa şöyle bir cevap vermesini Salih Beye söyledim : «İstanbul'da dahil olmak üzere bütün orduların cemiyetin emrine girmiş olmasmı kabul etmelidir. Tabii halkta böyle olacak.» 2. — Herhangi bir tevkife karşı silâhla karşı durmak. Millet ve ordular hürriyet istiyor diye haykırmak. Bunu fedai şubeme tebliğ ettim. 3. — Rauf Beyin cephanesi bulunan Peyki ket kruvazöründen bir düziye, Belgrat Ormanına riyet Çeteleri çıkmış gibi mabeyni tehdit etmek. kendim kruvazöre gidebilirsem -ki her hazırlığı mıştım- ahvale göre faal hareketlere girişmek.



Şev- ' HürEğer yap-



4. — İsmail ve Rıza Paşaların masalarına bir tehdit mektubu koymak; Padişahımızı aldatmayın! Herhangi ufak bir hareket İstanbul'da dahi silâh patlatacak ve çeteleri harekete geçirecektir. (Bunu Erkânıharbiye smıflanndaki fedai şubemizden Remzi ve Rüştü Beyler yapmıştır.) * * *



ci ve Üçüncü Ordulpra mensup zabitandan bir çoğu ihtilal komitesinin fikir ve maksatlarına taraftardırlar. Bunlar, idarei hükümetin tebeddülüne ve meşrutiyetin iadesine çalışmak için söz vermişlerdir. Arnavutlardan nüfuzlu bir takmı şahsiyetler de ikna edilmiş ve muavenetleri temin olunmuştur. Bu suretle alman tertibat yakında fiiliyat sahasına çıkarılacaktır.)



318



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Biz iki kardeş bu gece evde h e r ihtimale karşı silâhla karşı d u r m a k için hazırlıklı bulunduk. Evde iki filinta, iki röver, birkaç pala, kılıç ve kamamız vardı. Her iki kardeş de bu silâhların kullanılmasını pek iyi bilirdik. Maliyede memur olan büyük ağabeyimiz Hamdi Bey Sarıyer'e yazlık evlerinde idiler. O silâhsızdı ve karşı durmayacaktı. Birşeyden haberi yok görünecekti. Gece şükûnetle geçti. Ertesi salı g ü n ü mektepte dersim vardı. Her zaman olduğu gibi röverimle mektebe geldim. Müfettiş İsmail Paşa rahatsız olduğundan bugün gelmeyecekmiş, Mirgün'deki yalısında beni görmek istiyormuş, haberini verdiler. Ayrı ayrı bulunmak üzere kardeşim Hulûsi Beyle birlikte köprüye indik. Vapurla Mirgün'e gittik. Benim silâhlı olan kardeşim iskelede kaldı. (İskele Mirgün meydanı rıhtımında idi). Ben de İsmail Paşanın yalısına girdim. İsmail Paşanın yanında Tıbbiye Mektebi Müdürü Albay Esat (*) (Müşür İzzet Paşanın kardeşi) vardı. İsmail Paşa bunların eniştesi idi. İsmail Paşa, b a n a tam karşılarında yer gösterdi. Oraya oturdum. Sapsarı benzinden korku içinde olduğu görülüyordu. Aramızda şu konuşma başladı: — Kâzım Bey! Hakkımızdaki dedi. Dişleri birbirine çarpıyordu.



kararınız nedir?



C • ) Esat Bey Birinci Cihan Harbinde Filistin ordusunda Şeria vadisinde büyük fedakârlıklar göstermiş ve yaralanmıştır. İstiklâl Harbi'ne de iştirâk etmiştir. Sonra benim Birinci Ordu Müfettişliğimde Süvari Tümen Kumandanı idi. İstanbul valiliği de yapmıştır.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



319 *



— Ne k a r a n ? Anlayamadım, efendim? dedim. Bu korkuyu hayırlı havadis alacağımın delili görerek sevindim. — öyle ya Hasan Tosun Beye yazdığın mektupta «Cihan Seraskeriyle temas edemiyorum, nerelerde, nasılsınız?» diye soruyorsun! diyerek iki gün önce Hasan Tosun Beye yazdığım mektubu gösterdi. Selanik ve Manastır'la bir türlü irtibat temin edemediğimizden birde Hasan T 0 sun Bey vasıtasiyle malûmat almayı düşünmüş ve ona yazmıştım. Manastır Mıntıka Erkânı Harbiye Reisi Binbaşı Hasan Tosun Bey cemiyete girmemişti, fakat her suretle yardımı vaad etmişti. Herhalde onun vazifesine devam ettiğini sanıyordum. Kapalı d a olsa biraz malûmat vereceğini ve arkadaşlanmıza şikâyetlerimizi bildireceğini umuyordum. Mektupta, Enver'in ismini açık yazmay a r a k «Cihan Seraskeri» demekle, Manastır'da takipte Enver Beye verdiğim ve sonra aramızda lâtife ettiğimiz bu «Cihan Seraskeri» lâkabını kullanmıştım. İsmail Paşa elindeki mektuptan bu cümleyi okuyarak sözüne devam e t t i : — Arkadaşlarını anyorsan, hiç biri yerinde deği.l Önce Enver Bey kayboldu. Şimdi de Hasan Tosun Bey Selâhattin Bey kayboldular. İşin vahim ciheti Şemsi Paşa'dan sonra zavallı Osman Hidayet Paşayı d a vurdular. Selânik'te bazı hareketler var. Bu işleri çeviren Manastır'daki arkadaşlannızmış. Elbette bizim hakkımızda sizlere talimat vermişlerdir. Hakkımızdaki k a r a r m ne olduğunu öğrenmek için size rica ediyorum. Sonra bu «Cihan Seraskeri» kimdir? — Efendim, ben kimseden hiç bir kimse hakkınd a bir k a r a r almadığımı namusumla temin ederim.



320



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Yalnız ş u n u arz edeyim ki çok nazik zamanlar geçiriyoruz. Mabeynin yanlış bir işi bütün memleketi ve hatta İstanbul'u kan ve ateşe boğabilir. Bir takım ayak takımının p a r a koparmak için yazdıkları ve yazacakları m u r d a r jurnallara inanmamah. Padişahımız halkın ve orduların istediğini kendi içlerinden hey'etler isteyerek dinlemeli ve yapmalıdır. Enver Bey, Hasan Tosun Bey, Selâhattin Bey gibi en değerü erkânıharplerimizin karıştığı bir d a v a elbetteki mühimdir. Şunun b u n u n âdi jurnalleriyle hallolunamaz. Eğer bendenize m ü s a a d e ederseniz Selânik ve M a n a s t ı r a gidip bu arkadaşlarla görüşür ve bir hey'et de padişahımıza getirebilirim. İsmail Paşa baygınlık geçiriyor gibi idi. — Manastır'dan İstanbul mekteplerine hayli zabit getirtmiştim. Bunların da Manastır'daki cemiyete mensup olduklarını Şevketmeabımıza jurnal etmişler. İyi ki sizleri getirtmişim. Yosa siz de bugün arkadaşlarınızla birlikte dağlara çıkmış olacaktınız. Ben bu işten pişman değilim. Bir iyilik yaptım kanaatindeyim. Cihan Seraskeri dediğiniz, bizim serasker Rıza Paşa mıdır? Onu ziyaret ettiniz mi? Onunla temas edemediğinizi arkadaşlarınıza şikâyet mi ediyorsunuz? , Ne zor bir d u r u m a düşmüştüm. Selânik ve Manastır'da olup bitenleri kimlerden haber alıyordum... Bu m a l û m a t a dayanarak tahmin ve faraziyelerle kaf a patlatıyordum. Niçin Merkezi Umumi bize bir şey bildirmiyor? Buna bir türlü aklım ermiyordu. Acaba her gönderdikleri adam veya mektup ele mi geçiyordu? Böyle olsa bunlar hakkında bizlere de hükümet bir şeyler soracağına veya icraata geçeceğine



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



321 *



ş ü p h e etmiyordum. Ascaba Merkezi Umumi kendi dertlerine düşerek panik mi yaptı? Fakat böyle bir halde İstanbul'da bir iki icraat yapın diye ne yapıp yap ı p h a b e r yetiştirmeleri lâzımdı. Üçüncü bir ihtimâl de İstanbul üzerine bir hareket hazırlanıyorsa bizi şimdiden muhabere ederek tehlikeye koymadansa tam z a m a n ı n d a haber vermek istemeleri idi. İstanbul'dan h e r h a n g i asker veya donanma sevkiyatma karşı vazifelerimiz d a h a önceden kararlaştırılmıştı. Biz de bu h u s u s t a tetikte idik. Her ne hal ise hükümetin aşağı y u k a r ı hakkımızda hayli malûmat aldığı görülüyordu. Selânik'e kadar bir gidebilsem her iş hallolunacaktı. Fakat İsmail Paşa b u n a hiç yanaşmadı. «Cihan Seraskeri» tabiri onları çok ürkütmüştü, ö y l e ya işi «Serasker Rıza Paşa idare ediyorsa!» Hürriyet Ordusu kolayca İstanbul'a gelebilir. Hatta İstanbul Ordusu d a istikbaline çıkardı. Şimdi ben cevap vermeli idim. Eğer maksadım Serasker Rıza Paşa idi desem belki adamcağızı mahvederlerdi. (*) (Bahsetmediğim halde ertesi günü Sadrazam Ferit ve Serasker Rıza Paşaların azillerini gazetelerde okuduk) Benim de saf bir eda ile Selânik'e, Manastır'a gönderilmekliğim büsbütün şüpheli görülerek belki b a n a ve Manastır'< * ) Rıza Paşa hatıratında 3 Temmuz'da kendisinden vaziyet sorulunca : İş alevlenmiştir, kanunu tathik etmekten başka çarem yoktur, dedim. 9 Temmuz Çarşamba günü Babıâli" de Meclisi Vükelâda iken Mabeynden istenildim. Fakat Beşiktaş'tan Yıldız'a çıkarken bir yaverle azlolunduğum iradesini aldım. Şifahen de «Mabeyne gelmeyin doğruca konağınıza gidin» emri tebliğ olundu. 10 Temmuz akşamı bir vapur hazırlanmış, sürgüne gönderiliyordum. 11 Temmuz'da hürriyetin ilânlyle kurtuldum, diyor. F . : 21



322



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



dan gelen arkadaşlarıma karşı d a bir fenalık yapmaya kalkışırlardı. Şu halde işi tam hakiki çehresiyle göstermek ve biraz da korkulu bir şeyler karıştırmak davamız için de hayırlı olabilirdi. Bu kısa düşünce ile şu cevabı verdim : — Efendim! Ben ne Serasker Rıza Paşayı ziyaret ettim, ne de ziyaret arzusundayım. Kendileriyle tanışmam Manastır'da iken Enver Beye «Cihan Seraskeri» denildiğini işitmiştim. Hayli zamandır kendisinden haber alamadım. Birlikte birçok müsademe ve takiplerde bulunduğumuzdan sever ve hürmet ederim. Sıhhatinden merak ederek Hasan Tosun Beye sormuştum. İsmail Paşa fazla bir şey sormadı. Konuşacak hali de kalmamıştı. Esatbey hiç söze karışmadı. Ben de müsaade isteyerek kalktım. Elimi, dehalet ediyor gibi sıktı ve beni oda kapısına k a d a r getirdi. Odadan çıkarken tavır ve haliyle sanki şöyle söylüyor gibi idi: — Hayat ve şerefimiz size emanet Kâzım bey!.. Esat Bey de sokak kapısına kadar beni getirdi. Pek samimî eilmi sıktı ve gözlerime baktı. Onda dahi aynı duyguyu anlıyordum. Artık hiç şüphem kalmadı ki muvaffak olmuştuk. Bunu iskelede sabırsızlıkla beni bekleyen kardeşime müjdeledim. Birlikte köprüye geldik. Ben hemen merkez arkadaşlarımı buldum ve işin kemâle geldiğini, bir hareket yapıp yapmamayı konuşalım, dedim. Fatin Hoca; bir hey'et halinde merkezce veya bir nümayiş halinde bütün cemiyet kuvvetiyle Babıâli'ye gidip meşrutiyetin ilânını istesek fikrinde bulundu.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



323 *



Tophane'de Rıza Paşa kendi kolundan tanıdığı Erkânıharp Yüzbaşı Sâbit Beye dün, İstanbul'da cemiyetin bir teşekkülü olduğunu haber aldık, bunlar kimlerdir? diye sorduğunu ve Sabit Beyinde Kanlıca'ya gelerek kendisine haber verdiğini de bildirdi. Merkezi Umumi'den talimat almadan herhangi bir hey'et halinde Babıâli'ye gitmek İstanbul teşkilâtını hükümete göstermek demek olacağı gibi herhangi bir şey istemek de neticesi belli olmayan bir takım mahzurlar ve tehlikeler doğurabilirdi. Hususiyle Edirne'de henüz sükûnetin devam ettiğini, orada cemiyetin hiç bir faaliyeti olmadığını biliyorduk. Tahminimiz, Üçüncü Ordunun henüz kendi mıntıkasında hazırlık devrinde olduğu idi. Sultan Hamid'in, İstanbul üzerine bir hareketi görünce meşrutiyeti ilân a yanaşması, kuvveti ve onu idare edenleri gördükten ve meşrutiyet ilâniyle onları yumuşattıktan sonra karşı harekete geçmesini veyahut böyle bir hareketin başladığını görnince İstanbul Ordusunu ve donanmayı harekete geçirmesi, İstanbul'daki belli olan bizlere ve şüpheli görülenlere karşı şiddet göstermesini de düşündük. Bu iki ihtimâle göre de kararımız aynı oldu : • 1. — Meşrutiyet ilân olunsa dahi merkezimizi ve teşkilâtımızı ortaya çıkarmamak ve Merkezi Umumi'den alacağımız talimata göre hareket etmek. 2. — Meşrutiyetin ilânı halinde önceden düşündüğümüz gibi Avukat Baha Beyi kendi arkadaşlariyle gösterişlere başlatmak. 3. — Eğer tevkiflere veya ordu ve donanmayı karşı harekete sevketmeye kalkışırlarsa hazırladığımız esaslara göre karşı harekete geçmek: Fedai şu-



324



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



besi, ordu içine karışacak propagandacılar ve diğer cemiyet mensuplariyle b ü t ü n kuvvetimizle icraata b a ş l a y a r a k «Millet meşrutiyet istiyor, hürriyet orduları İstanbul'a geliyor» avazesini h e r t a r a f a sözle ve yazı ile açıktan y a p m a k . SARAYIN BİR HAZIRLIĞI 23 Temmuz 1908 (10 Temmuz 1324) istanbul gazeteleri baş s ü t u n l a r ı n d a ve tuğrayı h ü m â y u n altında «Hattı Hümâyun» başlığı altında şunları yazdılar: (Veziri mealisemirim Sait Paşa) (Ferit Paşanın infisali v u k u u n a binaen mesnedi s a d a r a t sadakanitize mebni uhdenize tevcih ve ihale kılınmıştır. Cenabıhak tevfikati suphaniyesine mazh a r buyursun. Amin.) (Fi 23 Temmuz Cemaziyülahır Sene 1326) * * *



(Şeyhülislâm Devletlû Semahatlü Mehmet Cemâlettin Efendi Hazretleri Mesnedi meşihatte ipka buy u r u l m u ş olduğu gibi tecrübe ve sadakatine binaen sadrı esbak ebhetlû Devletlû Kâmil Paşa hazretleri meclisi vükelâya m e m u r buyurulmuş ve Seraskerlik memuriyetinde b u l u n a n Rıza Paşa hazretlerinin infisali ile ve Seraskerlik unvanının evvelce de olduğu gibi Harbiye Nezaretine tahviliyle Nezareti mezkûreye yaveri ekrem Hazreti Padişahı Erkânıharbiyei Umumiye Reisi Devletlû Ömer Rüştü Paşa Hazretleri tayin vesair vükelâyı f e h a m hazeratı ipka buyurulmuştur.)



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



25 *



Seraskerin azli, Ferit Paşa yerine Sait Paşanın sadnazamlığa gelişini Sultan Hamid'in bir, mücadele hazırlığı gibi telâkki ettik. Herhalde kurnaz f a k a t cahil ve korkak olan padişah bir şeye hazırlanıyordu. Acaba Sait Paşa gibi, meşrutiyet taraftarı olmayan bir kimse ile sadakatlerine emin olduğunu resrman de millete, orduya ilân ettiği bu ve bunun gibi kimseleri iş başma ne için getirdi? Serasker unvanından korktuğu için mi bunu Harbiye Nazırlığına değiştirdi? Sultan Hamid'in vaktiyle de meşrutiyete sadık görünerek onu kabul ettiğini, fakat kendinde kudret görünce hürriyeti nasıl boğduğunu, hürriyet severlere ve hele milletin değerli büyüklerine karşı ne kıyasıya davrandığını bildiğimiz için ikinci bir defa ona inanmak akılsızlık olurdu. Onun pusuya yattığını kabul ederek tedbirlerimizi almak lüzumunda hepimiz aynı düşüncede idik. Kulak kesilerek tetikte bekliyorduk. Ordu ve donanmaya herhangi bir emri vaktinde alabilecek bir halde idim. Kaç gecedir aşağı evde karanlıkta oturuyor ve yukarı evde kardeşimin kararlaştırdığımız işaretini gözlüyordum. Hasretle bütün merkez arkadaşlarımız Selânik yolunu gözlüyorduk. Yol gözlemenin hakikaten ateşten daha şiddetli olduğunu pek acı tadıyorduk. Günler, geceler şü birkaç gündür geçmek bilmiyordu. MEŞRUTİYETİN



İLÂNI



24 Temmuz 1908 (11 Temmuz 1324) Cuma günü gazetelerde birinci sahifelerinin ortalarında şu klişeyi gördük:



326



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Tebligatı Resmiye Şerefhaıılık buyuruları iradei seniyei Hazreti Zıllullahı Mantuku Hümâyununca mercii âlisinden keşide kılınan telgrafnamei umumi suretidir: Tesisi Celili Cenabı Hılâfetpenahı olan Kanunu Esasi'de sureti teşkili beyan olunan Meclisi Meb'usan'ın içtimaa davet olunması şereftaalluk buyurulan iradei seniyei hazreti hilâfetpenahî icabı âlisinden bulunmuş ve h ü k m ü celili bilcümle vilâyatı şahane valilikleriyle elviyei gayrı m ü l h a k a mutasarrıflıklarına tebliğ kılınmış olmakla oraca da kanunu mezkûrde münderic safahatı haiz intihabatm icrası. Gazeteler şunları da yazıyordu : Arzı şükran ve mahmedet Ceridei askeriyede o k u n m u ş t u r : Cenabıhak velinimeti biminneti âzam ve erham ve kumandanı umumii akdesi ve efham Padişahımız efendimiz hazretlerini cihan durdukça kemâli afiyeti inşirahpervane ile erike pirayı şevket ve hilâfet buyursun. Amin. Cünudu mülükâneleri haklarında an bean f ü r u ğ e f ş a n lütfü ihsan olan enveri inayatı seniyei cenabı zıllullahı azamlarımn bir tecelli nevini âtıfetkarini olmak üzere mütekait ve eytam eramili askeriye nizamnamesinin tahsisi maaş muamelesine ait kısmında ahiren icra kılman tadilât hasebiyle tahsis olunan maaşatın miktarı merahimi seniyei cenabı hilâfetpenahi ile kabili telif olmadığı karini ıttılagâhı hazreti cihanbanı â z a m l a n buyurularak maaşatı mezkûrenin tezyidi miktariyle beraber tediyatm bir kat d a h a tanzimi emrü fermanı hümûyunu şahaneleri iktizayı âlisinden bulunmuş...



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



327 *



«Padişahım Çok Yaşa» •duayı vacibüledasımn tekrarile... Gazeteler, tevcihat başlığı altında da şunları yazıyordu : Erkâmharbiyei Umumiye Dairesi Riyasetine Teftişi askerî komisyonu âlisi azasından Müşir Devletlû Şakir Paşa hazretleri tayin buyurulmuştur. Yaveranı Hazreti Şehriyarîden Üçüncü Orduyu Hümâyun Topçu Kumandanı ve müfettişi birinci Ferik Devletlû Şükrü Paşa hazretlerinin uhdesine rütbei sayei Müşiri tevcihi. (İkinci ve Üçüncü Ordu zabitleri birer derece terfi olunuyordu. Üçüncü bunu reddetti! Sonraları bu keyfi hareket kökünden hallolundu.) (*) *



* *



Sultan Hamid, böylelikle millete ve hele aralarında bulunduğu İstanbul halkına karşı, orduların kendisine sadık olduğunu. Kanunu Esasiyi lütfen kendisi münasip zamanı geldiğinden ilân etmiş görünüyor ve ancak üç ayda bir maaş alan birçok tekaüt, dul ve yetimleri de sevindirerek kendisine duftcı kılmak istiyordu. ( • ) Meşrutiyetin bir blöfle alındığını, İstanbul'daki ikinci fırkadan bir tabur gönderilseydi teşebbüsler Selanik ve Manastır'da önlenebilirdi gibi mütalâalar yayanlar Terakki ve İttihad cemiyetinin o zamanki kuvvet ve kudretini bilmeyen ve hele Makedonya'da ihtillâler arasındaki halkın ve ordunun Sultan Hamid idaresine karşı olan kin ve nefretinin derecesini anlamayan bazı yazarlarımızdır.



328



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Resmi tebliğde hürriyet ve meşrutiyetten milletin üzerindeki hafiye belâlarınmın ve matbuatın üzerindeki sansür kâbusunun kaldırıldığından, siyasî mücrimlerin affından bahis olmadığı gibi resmi ve hususi şenlikler yapılması hakkında da bir tebliğ yoktu. Günün cumaya tesadüfü Yıldız Selâmlığına giden ve oradan dönen bir çok asker kıt'alarmın İstanbul sokaklarını saatlerce doldurmasına da sebep olmuştu. İşin ciddiyetini bozan d a meşrutiyet aleyhtarı tanınan Sait Paşa'nm birkaç gün önce sadarete getirilmesi ve bu yeni adımın onun hükümetine attırılmak istenmesi idi. Sultan Hamid; işlerin ikinci bir Alemdar ordusuyla halline, yani kendisinin hal'ine gittiğini, hürriyetseverlerin bu sefer işi kendi kudretinin en zayıf olduğu bir diyarda hazırlayarak kendi burnunun dibine kadar teşkilât yaptıklarını ve en tehlikelisi Üçüncü Orduyu tamamiyle ele aldıklarını ve diğer bazı ordulara da el attıklarını ve çok plânlı hareket ettiklerini anlamış bulunuyordu. Şu halde işi gevşetmek, böylelikle korkunç bir akibeti önlemek için milletin uğrunda bunca kurbanlar vererek yıllardanberi almaya çalıştığı hürriyeti verir gibi görünmekten başka çare kalmamıştı. Fakat Sultan Hamid'de uzun yılların kökleştirdiği kötü istibdad ve zulüm r u h u n u n kalktığına kim inanabilirdi. İnsan bir a d a m a bir kerre aldanabilir, fakat ikinci aldanışa ahmaklık derler. Hamid'in pusuya yatması ihtimâlini biz d a h a önceden hesaba katmış olduğumuzdan bu gibi. bir halde bizim geri çekilmiş olan Avukat Baha Beyi öne sürecektik. Bundan yukarılarda bahsetmiştim. Kardeşim Hulusi Beyi ona gönderdim, arkadaşlarından münasip göreceklerle fa-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



329 *



aliyete geçmesini bildirdim. O nümayişleri idareye başladı. Ona istihkâm yüzbaşısı Selim Sırrı Bey gibi kuvvetli bir hatip de yardım etti. Baş Mabeynci Ragıp Beyin Baha Beyin şubesine çoktanberi girmiş olan oğlu Abidin, Baha'nın yanında çalışan Avukat Vasfi Raşit Beyler de çok yardım etti. Bir iki gün sonra Filosof Rıza gibi henüz cemiyete girmemiş kimseler de bulundu. İstanbul halkı günlerce işin samimiliğine inanmadıklarından heyecanlarını gösteremiyorlardı. Şüphesiz ki hürriyete susamış binlerce kimseler ve aileler vardı. Şenlikleri iradei seniye ile yapmaya alışkın olan halk kendiliğinden harekete geçemiyordu. Şüphesiz ki "haklı idiler. Çünkü bütün dekorlariyle iğrenç idare olduğu gibi yerinde duruyordu. Bunların gün geçtikçe sarsılacağı şüphesizdi. İşlerin böyle akımı da bir bakımdan hayırlı idi. Çünkü bazı icraat yapmak hakkındaki düşüncemize şair T evfik Fikret Bey bizi ikna edici şu sözleri söyledi : — Aman sakın! Tek kurşun bile atılmasın ve tek insanın burnu kanamasın. Çünkü nerede k a r a r kılacağı kestirilemez. Ayak takımı da işe karışır ve kinler, garezler, suçsuz bir çok vatandaşın mahvına sebep olur. İşi zamana bırakınız. Bu tedrici hareket en hayırlı neticelere varır. Fransa inkilâbında olup bitenleri biliyorduk. Taşralarda muayyen bir kaç habisi tepeleyerek vaziyete hâkim olmak kolaydı. Hükümet idaresi derhal temamiyle hürriyetseverlere uygun bir yola girerdi. Fakat İstanbul gibi istibdadm mihrakında hürriyetseverlerin gücü ancak birkaç zalimi ortadan kaldırabilirdi. Sonrası meçhul bir âkibet?!..



330



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Fatirı Hoca'nın kolundan olan Tevfik Fikret'le Avukat Baha'nın yazıhanesinde bu ilk görüşmem idi. Onu çok sevdim ve sözlerine karşı saygı duydum.



İSTANBUL MERKEZİNİN YENİ FAALİYETİ Merkez toplantısını meşrutiyet ilânının ertesi günü yapabildik. Mevcudumuz benim fedai şubem 15, diğer şubeler mevcudu 72, Silistreli Hamdi Baba kolu 40 mevcudunda idi. Şu esasları kararlaştırdık: 1. — Ordu ve donanmanm meşrutiyete sadakat yeminini temin etmek. 2. — Donanmayı çabuk teşkilâtlandırarak cemiyete sadık kılmak. 3. — Merkezi Umumi ile temasa gelerek selâhiyetli bir hey'et istemek. 4 — İcabeden merkezlere ve Padişaha tebrik telgrafları çekerek irtibatı ve emniyeti temin etmek. 5. — İstanbul matbuatını tenvir etmek ve cemiyetin yayım vasıtası olarak yeni bir gazete çıkarmak. 6. — Her gün buluşup bulmak.



çalışabileceğimiz bir yer



7. — Hürriyetseverleri vetlenmek.



teşkilâtlandırarak



kuv-



8. — Merkezimiz namına müracaatları kabul ve merkezimize bildirmek ve nümayişleri idare etmek.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



331 *



Bu maddelerden baştan dördünü ben, matbuat işini Mahmut Sadık, 6 ve 7 yi Fatin ve Salim Beyler, 8 inci maddeyi de Avukat Baha ve Salim Beyler üzerine aldı. Merkezi Umumiye, Selanik, Manastır, Üsküp, Edirne merkezlerine ve Padişaha İstanbul merkezi namına tebrik telgraflarını ben yazdım. Ayrıca Enver Beye de hususi yazdım. Merkezi Umumi'den selâhiyet sahibi bir hey'etin birkaç fedai ile birlikte hemen gönderilmesini de mektupla Selanik'te Talat, Enver ve İsmail Hakkı Beylere yazdım. Ordu ve donanma zabit ve efradının Kanunu Esasi'ye sadık kalacakları hakkında yemin etmeleri cemiyeti çok memnun bırakacağını makamlara ve Padişaha kadar aksettirdik ve temin ettik. Donanmadan Rauf Bey, zırhlılarımızın süvarilerinden Albay Vasıf ve Arif (Amirallar) Beyleri bana tanıttı. Bu zatlar cemiyete alındığı takdirde zaptüraptin de temini suretiyle donanmanın cemiyet emrine alınabileceğini bildirdi. Bu arkadaşları cemiyete yeminle aldım. Bu suretle bu mühim iş de başarılmış oldu. Donanmadan İbrahim Aşki Bey de bu suretle sonradan İstanbul merkezine aza alındı. Enver Beyden hususi tebrik telgrafı aldığım gibi Viyana'da çıkan ve şark işleriyle en çok uğraşan Almanca Noye fraye prese (Yeni Hür Gazete) muhabiri Selanik'ten Enver'in bir mektubuyla bana gönderildi. Eve gelmiş bulamamış. Kendisine Beyoğlu'nda yattığı Bristol otelinde karşı ziyarette bulundum. Bazı suallerine cevap verdim. Fakat bazılarına merkezce görüştükten sonra diyerek sonraya bıraktım. Bu arad a topçu miralayı Hasan Rıza Beye de rast gelerek



332



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



cevapları tesbitten sonra birlikte bu zatla bir daha görüştüm. Bu zatın en çok anlamak istediği madde ordunun siyasetle ne derece uğraşacağı mes'elesi idi. Ne kadar zabitin meb'us olacağını merakla da soruyordu. Bunlara ileri devletlerde olduğu gibi demokrasi esaslarına riayet olunacağının arzumuz olduğunu, fakat bütün işlerin İstanbul'dan değil Selânik'te Merkezi Umumi tarafından idare olunduğunu ve herhalde benim şahsi mütalâamın ordunun siyasetle uğraşmayacağı, fakat meşrutiyetin koruyucusu kalacağını anlattım. Cemiyetimiz lehine gazetesine yazılar yazdığını ve yazacağı vaadini verdi.



İSTANBUL MATBUATINI TENVİR VE BİR GAZETE ÇIKARMAK Bu işle Mahmut Sadık ve Fatin Hoca en ziyade uğraştılar. Tevfik Fikret, Hüseyin Kâzım gibi cemiyete önceden giren kıymetli kimseler bulunduğu gibi Apdullah Zühtü ve Hüseyin Cahit gibi hürriyetsever cemiyet yakınları da vardı. Mahmut Sadık Aptullah Zühtü'ye, Fatin Hoca da Hüseyin Cahit'e tekliflerde bulundu. Hüseyin Cahit Bey şu cevabı verdi: — Ben daha önce girmedim. Şimdi girmeyi doğru bulmam. İş olup bitti. Ben müstakil adamım. Reyimde böyle kalmak isterim. Fakat müstakil olarak çıkaracağım "Tanin* gazetesiyle cemiyete yardım ederim. (Hüseyin Cahit Bey hakikaten gazetesiyle cemiyete yardıma başladı. Sonradan meb'us olmak için cemiyete de girdi. Cemiyete muhalif kimseler ve gazetelerle lüzumundan çok fazla münakaşa ve mücadelelere de girdi. Bu pek te iyi neticeler vermedi.)



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



333 *



Bizim ilk günlerde elimizde bir gazete çıkaracak kadar paramız olmadığından Hüseyin Cahit Beyin bu düşüncesini kabul ettik. Hüseyin Kâzım Bey vasıtasiyle cemiyetin bir gazete çıkanncaya kadar tebliğlerini Tanin'e vereceğini; Hüseyin Cahit Beyin tamamiyle müstakil kalmasını uygun bulduğumuzu bildirdik. Mahmut Sadık d a Apdullah Zühtü'yü cemiyete alarak onunla birlikte gündelik haline getirilen Resimli Gazete'de çalışıyorlardı. Bu gazete Karabet'in olduğundan Tanin'i b u n a tercih etmiştik. İSTANBUL CEMİYET MERKEZ BİNASI Bunu da Mahmut Sadık vasıtasiyle bulduk. Babıâli yokuşunu çıkarken sağ t a r a f t a ikdam matbaasına giren kapının üzerinde iki odalı caddeye bakan bir yer. Burayı gizli tutuyorduk. Selânik'ten istediğim selâhiyet sahibi hey'eti de gizlice b u r a y a getirmeyi kararlaştırdık. HÜRRİYETSEVERLERİN TEŞKİLÂTIMIZA ALINMASI Ben Harbiye Mektebinde namuslarına ve hürriyet severliklerine emin olduğum zabitleri yeminle cemiyete aldım. Tıbbiyeden de bazı kıymetli doktorları ve zabitleri aldık. Diğer şubeler de böyle hareket ettiler. Bu arada Fatin Hoca da meşrutiyet ilânından iki h a f t a sonra Kara Kemâl'i (*) on arkadaşiyle Şehzadebaşı'nda bir yerde yemin ile cemiyete almıştır. ( • ) Sonraları İstanbul merkezinde faal vazifeler gören ve Cihan Harbinde iaşe işleriyle uğraşan Kara Kemâl, Muşta-



334



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



MEŞRUTİYETİN İLÂNINDAN SONRAKİ İSTANBUL'UN HALİ 25 Temmuz (12 Rûmu) Cumartesi günü bütün cemiyet efradının da yardımı ile her t a r a f t a gösterişler yapıldı. Bugünkü gazeteler birinci sahifelerde tuğra altında kaim PADİŞAHIM ÇOK YAŞA ve d a h a altında d a d ü n k ü Cuma selâmlık resmi âlisini yazıyorlardı. Kanunu esasi maddeleri de yazılmıştı ve Meclisi Meb'usandan da bahsedilmişti. Fakat Sultan Hamid hakkında medhiyeler dolu idi. Satır aralarında boşluklar bırakılarak b u r a l a r a Padişahım çok yaşa sıkıştırılmıştı. İstanbul'un belli başlı gündelik gazeteleri şimdilik İkdam ve Sabah idi. Bugünkü gazetelerde şu havadisi de o k u d u k :



hayret ve ibrete değer



«Şurayı Askerî Ordumuz için Mauser fabrikasına 15,000 adet filinta sipariş edilmiştir.» Süvari alaylarımız Martin tüfeğiyle ve onun kar a barutlu mermileriyle çetelerin Manliher filintaları karşısında kaç yıldır ne tehlikeli durumlar geçirmiş ve ne beyhude zayiat vermişti. Yazdığımız acı raporlar, lâyihalar hep cevapsız kalırdı. Ben Manastır'da staj yaptığım bölüğümün fişeklerini birer birer elden geçirdiğim zaman bir çocuğun barutlarının eksik olduklarını da görmüş ve pek acı üst makamlara yazmıştım. Barutlar çalınıyor veya dökülüyordu. Çünkü kurşunlar zamanla oynuyordu. Yahut ki el ile açılıp b a r u t u çalındıktan sonra yerine konuyordu. Bu fa Kemâl'e İzmir suikasdi failleriııdendir diye takip olundu. Ele geçmemek için saklandığı yerde kendisini öldürmüştür.



fc



^











^



^



^



^



^



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



335 *



marifeti tezkere alan Arnavut arkerlerin yaptığını öğrenmiştim. Memleketine giderken eli boş gitmiyordu. Sultan Hamid'in ve onun hamiyetsiz, vicdansız muhitinin süvari alaylarımızın günün birinde bir Alemdar ordusu gibi İstanbul üzerine yürüyeceklerinden korktuklarını daha doğrusu hayvanlar gibi ürktüklerini pekâlâ biz de Manastır'da anlıyorduk. Vatana ihanet binbir türlü olur. İşte biri de böyle idi. Fakat kaldırılması lâzım gelenler yalnız k a r a barutlu Martin tüfekleri değildi. İlk iş hafiyelik belâsının kaldırılması lâzımdı. Birçok vatandaş bu pis, yalancı ve zalim teşkilâta girerek tereddi ediyor ve değerli vatandaşlar da bunların ateşine yanıyordu. Bu fakir milletin dişinden tırnağından ayırdığı nice altınlar da bu murdarların kesesine dökülüyordu. İşte bugünkü nümayişte «Kahrolsun hafiyelik, hafiye istemiyoruz» diye de bağırışmalar da temin ettik. Fakat her t a r a f t a halkın içinde dolaşan bu mel'unlar da «Padişahım Çok Yaşa» diye bağırıyor ve bun a çok alışkın olan kimseleri de beraber sürükleyerek sık sık bu naralar sokakları dolduruyordu. Halk akını Yıldız'a kadar dayandı. Burada da tek tük «Kahrolsun hafiyelik» feryadını «Padişahım çok yaşa» avazeleri takip ediyordu. Halk artık kendi k a b a r a n duygularını gösteriyordu. «Padişahımızı görmek isteriz» feryatları yükseliyordu. Fakat bütün hayatını millet dışmda ve Saray duvarları içinde geçiren Sultan Hamid kolay kolay buna cesaret edemedi. Fakat halk ta çekilip gitmedi. Gece oldu. Haykırışmalar durmuyordu. Vaziyet korkunç bir hal almıştı. Sarayın kapılarına hücum olunabilir ve iş idare edilmez bir şekle dönebiürdi. Alaturka dört buçukta Sultan Hamid hususî dai-



336



İTTİHAT'



VE



TERAKKİ CEMİYETİ



resine gelerek pencereyi açıp görünmek mecburiyetinde kaldı. H a l k ı n niçin geldiklerini sordurdu. Haykınşmalardan çıkan mana: «Hainler sizi bize göstermiyorlar. Sizi görmeye geldik» den ibaretti. Arkasından sık sık Padişahım çok yaşa naraları ortalığı titretiyordu. «Kahrolsun hafiyelik» nidaları bu naralar arasında boğuluyordu. Şüphe yok ki yüzlerce hafiye bu kalabalığın içinde idi ve korkularından titreşiyor ve halkı «Padişahım çok yaşa» bağınşmasına sık sık teşvikle kelbi sadakatlerini son gayretle sarfediyorlardı. Padişahm yanında Sadrazam Sait, Harbiye Nazırı Ömer Rüştü Paşalar, Şeyhülislâm Cemâlettin Efendi ve Kâmil Paşa da bulunuyordu. Padişah önceden hazırlanmış olan yazılı şu nutku okudu : «Bidayeti cülusumdanberi vatanımm saadet ve selâmetine çalıştığım gibi en büyük emelim evlâtlarımdan farkı olmayım tab'amın saadet ve selâmetidir. Buna Cenabıhak şahidi âdildir.» (Bu geceki âlemi iki gün sonra gazeteler yazdılar. Halkın dileğini de şöyle kaydettiler: «Sıhhat ve afiyeti hümâyunlarından başka arzumuz yoktur. Otuz iki senedenberi bazı hainler didarı hümâyunlarmı bize göstermediler. Size müştâk idik. Çok şükür şimdi gördük. Padişahım çok yaşa! Padişahım çok yaşa!..» * * *



Biz bu gece merkez ârkadaşlariyle Beyoğlu'na çıktık ve halk araşma karıştık. İkişer üçer bir düziye «Hafiyelik kalkmalıdır. Yoksa meşrutiyete kimse inanmaz. Eğer hükümet bunları kaldırmazsa öldür-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



337 *



meli, linç etmeli» diye her yerde konuştuk. Bir aralık Bonmarşe'ııin (*) karşısındaki muhallebicide buluşduk. Orada Paşa üniformasiyle biri de vardı. Avukat Baha buna ağır bir k ü f ü r savurdu. «İşte bu da bir hafiyedir!» diye bağırdı. Tadışığı üniformasına hürmetle onu korumak zorunda kaldım. Aynı zamanda rastgele kimselerin namuslu bir kimseye de hafiye, diye çatabileceğim ve haksız yere namuslu vatandaşlarımızın da tahkir veya d a h a ağır muamelelere maruz kalabileceğini arkadaşlarıma anlatarak daha ileri gitmeyerek hükümetin bir iki gün içinde bu işi halletmezse programlı olarak harekete geçmekliğimizi teklif ettim Kabul ettiler. Hafiyelik kaldırılmazsa milletin Padişahın meşrutiyetine sadık kalacağma asla inanmayacağım, hafiyeleri öldürmeye başlayacaklarım bugün Harbiye Mektebi teşkilâtımızla Mabeyne kadar da aksettirmiştik. HAFİYELİĞİN KADIRILMASI 26 Temmuz (13 Rûmi) Pazar gazeteleri dünkü gösterilerden uzun uzadıya bahsediyorlardı. Ayrıca «Hafiyeliğin ilgası» diye şu tebliği de yazıyorlardı: «Umuru siyasiye ve âdiyede hafiyelik hizmetinde istihdam olunan kesanm bir çok ef'ali n a maraziyeye cür'etleri sevgili padişahımız efendimiz hazretlerince nazarı dikkate alınarak badezzin Kanunu Esasi mucibince Osmanlıların kâffesi hürriyeti şahsiyelerine malik ve aharın hukuku hürriyetine tecavüz et< • ) Şimdiki Karlman'm bulunduğu yer. F.: 22



338



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



memekle mükellef olduklarından ve hürriyeti şahsiye her türlü taarruzdan masun bulunduğundan hafiyeliğin ilgasmı ve hafiye tahsisatının kat'ı. Polislerin kanun ve nizam dairesinde ifayı vazife etmeleri hu-susunu emriferman buyurmak gibi zatı akdesi şahanelerine hâs bir büyüklük eseri daha ibraz buyurmuşlardır. Tab'ai sadıkaları hakkında yeni bir lutfu âli olan bu emri hümâyun makamı aidinden bilumum vilâyet ve elviyei gayrı mülhakaya ba telgraf tebliğ edilmiştir.» Mektep müfettişi İsmail Paşa, kayın biraderi olan Tıbbiye Mektebi ders nazırı Miralay Esat Bey de azlolundular. (İki gün sonraki gazetelerle de ilân olundu.) Kanunu Esasinin 10 uncu maddesi ele alınarak bâzı gazetelerde yazılar da görülüyor: «Hürriyeti şahsiye her türlü t a a r r u z d a n masundur. Hiç kimse kanunun tayin ettiği sebep ve suretten maada bir bahane ile mücazat olunamaz.» Bunlar iyi. Fakat birçok yüksek mekteplerden hemen .aynı kalemden çıkmış telgraflar d a görülüyordu. Hukuk, Mülkiye, Hendesei mülkiye, Askeri Tıbbiye talebesi n a m ı n a bunları şüphe yok ki Mabeyn yaptınyordu. Şu iki telgrafı örnek olarak kaydediyorum : . Hakipayi hazreti hilâfetpenahı âzamiye Tesisi celili cenabı şehriyarileri bulunan Kanunu Esasî'nin tatbiki hakkındaki iradei seniyei hazreti tacidarilerinden dolayı kulûbu ümmetten yükselen şevk ve şâdiye iştirakle menabii pakizei kalbimizden cûşan olan selsebili şükran ve imtinammızı arz ve



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



takdim eyleriz. Cenabıhak ömrü şevketi müzdad buyursun Amin.



339 *



şahaneyi



Ziri himayei hazreti hilâfetpanehilerinde bulunmakla mübahi Mektebi Hukuku şahane şakirdanı şakirülihsan kulları Hakipayi hazreti hilâfetpenalıi âzamiye Tesisi cehli hilâfetpenahileri olup devleti ebedmüddetı Osmaniyenin terakki ve devamını ve saadet ve refahı reayayı kâfil bulunan Kanunu Esasl'nin tatbiki hakkındaki iradei seniyei hazreti şehriyaril erinden dolayı ak'idei ümmeti lebrizi şükr ve mahmedet eden şadımam umumiye ansamimülkalp iştirak ile ihtisasatı minnettarane ve şükrü güzarımızı arz ve takdim ederiz! Cenabı Hak ömrü şahanelerini efrun ve her teşebbüsü tab'a perverilerini muvaffakiyete makrun buyursun. Âmin. Tıbbiyei Askeriyei şahane şakirdam şakirul ihsan kulları Bugün sokaklardaki gösterişlere Tıbbiye Mektebi de iştirâk etti. Ellerinde bayraklar; ara sıra halkın «Padişahım çok yaşa!» nidalarına onlar da tabiatiyle iştirâk ediyorlardı. Müteakip günlerde diğer mektepler de sokaklara döküldü. Harbiye Mektebini ilk günden çıkarmak mümkündü. Fakat bunların «Padişahım çok yaşa!» diye sokaklarda da bağırmak zorunda kalmaları hiç de hoşa giden bir şey değildi. Zaten de meşrutiyet padişahın ilâniyle İstanbul'ca duyulmuş bir hâdise idi. Harbiye mektebinin sokaklarda gösteriş yapmasına sebep yoktu. Fakat Tıbbiye mektebi müteakip günlerde Harbiye mektebine gelip bunları da aldılar. Artık



340



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Harbiye ve Bahriye mektepleri de askeri üniformaları ile sokaklara döküldü. Gerçi askerce dolaştılar. Fakat her nümayişin her yerde «Padişahım çok yaşa!» avazelerine sebep olması hoşa gider bir şey değildi. Bunun için meşrutiyetin ve hürriyetin bir lütuf olarak padişah tarafından verilmiş değil, cemiyetimiz tarafından büyük teşkilât ve büyük fedakârlıklarla kurtarıldığını halka anlatmak için bir beyanname bastırdık. 27 Temmuz (14 Rûmi) de cemiyet mensupları vasıtasiyle sokaklarda dolaşan mekteplilere ve halka elden dağıttığımız ve bazı yerlere yapıştırtdığımız ve ertesi 28 Temmuz (15 Rûmi) günkü gazetelerle de aynen neşrettirdiğimiz bu beyanname aynen şöyledir: Ittihad ve Terakki (*) İstanbul merkezi tarafından dün tevzi ve bir nüshası gazetemize irsal olunan beyannamedir: Artık herkes işiyle meşgul olsun. (Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti) bütün vatan kardeşlerini, Allah'a hamdüsenâlar olsun ittihad ve muhabbet bayğı altında topladı. Herkesi birbirine sevdirdi. El birliğiyle, yürek birliğiyle vatanı zincirlerinden kurtardı. Artık herkes hür, herkes mes'ut ve mesrurdur. Fakat bunun için,' (buna tamamiyle muvaffak olmak için) cümlenize cemiyetin bir nasihati, bir ihtarı vardır; Zerre kadar namustan doğruluktan, itidalden ayrılmayınız. Heyecanlı nümayişler, bilhassa heyecanlı ve nâ makûl nümayişler maksadı yalnız bulandırır. Kimse başkasmın malına, ırzına, canına tarruz etmesin. Herkes biribirine hürmet ve sehabet göstersin. Bilhassa memleketimizde yaşayan ecnebi dostlarımızın malı, ( • ) Cemiyetimizin adı Terakki ve İttihad i d i Fakat yakında İttihad ve Terakki namını almak Özeredir.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



341 *



cam, ırzı kat'iyyen bizim kefalet ve emniyetimiz altında bulunmalıdır. Namus, muhabbet ve intizam altında yalnız vatanın selâmetine çalışmakla tarihimizde, tarihî âlemde pâk, şanlı ve ebedî bir n a m bırakalım. Çalışmak için cemiyetin vesaiti mahsusa ile millete tebliğ edeceği beyanattan kıl kadar ayrılmayınız. Cemiyetin ihtarat ve ikazatı hilâfında hareket edecek olanların sebebiyet verecekleri naseza hallerden dolayı pek büyük mes'uliyet yüklenmiş olacaklarım bilelim. Bilelim ki Osmanlılık şanını m u h a f a z a etmek namus ve hamiyetten ayrılmamakla olur. Vatan bizden bunu istiyor. Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti İstanbul Merkezi (Mühür) Bu beyanname Sarayın ve o taraflıların hoşuna gitmemiş olacak ki ilk karşımıza Murat Bey Mizan'la dikildi.



MURAT BEY — MİZAN GAZETESİ 30 Temmuz (17 Rûmi) de Murat Beyin Mizan gazetesi gündelik olarak çıkmaya başladı. Murat Beyin Sultan Hamid'i tuttuğunu ve cemiyetimizle mücadeleye hazırlandığını görmekle müteessir olduk. Gazetesi; Sultan Hamid'in üzerimizden nice nice seneler eksik olmaması duasiyle başlıyor ve imzalı başmakalesinde Sultan Hamid'in ilk meşrutiyeti kaldırmasını haklı gösteriyor. Bu defa da hürriyeti onun bahşettiğini birkaç defa tekrar ediyor ve aynen şöyle söylüyor: «İkinci defa olarak eline verilen o beratı hürriyeti yine



842



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



oyuncaklarına astar yapmaya kalkışırsa acaba ne gibi bir vesayete ihtiyaç davet etmiş olur.» Sonra her iki meşrutiyeti de şöylece Sultan Hamid'in lûtfuna bağlayarak: «İlk naşiri Sultan Apdülhamid; Müceddidi Sultan Apdülhamid Han, hakkı sarihini teslim etmeye mecbur oluruz. Eğer basarülbasiretimiz bunr dan fazla bir hakşinaslık izharından âciz kalırsa bizi takip edecek olan bitaraf müverrihler bâlâda musavver olan (İstibdad) acuzesinin vesayetine lâyık görülmüş olan tufuliyetimizi an'anesile izah ederek bütün şan ve şerefi zatı mülükânenin asarı celilesi sahifesine nakşeyler. Bunu dahi müdekkik kari'lerimizin takdirlerine hassaten tevdi ediyoruz.» Asıl maksadım da makalenin sonunda «Açık muhabere» başlığı altında açığa vuruyor. Bununla bizim yaptığımız beyannameyi ve hatta merkezimizi padişah ve halk nazarından küçültmek istiyor. Sultan Hamid'in hürriyet ve meşrutiyetten neler anladığım ve sözünde durmayı bir namus borcu bilmediğini pek iyi bilmesi lâzım gelen Murat Beyin bu yazısı dikkate değer. İleriki hâdiselerin nasıl bir başlangıçla açılmaya başladığını anlamak için bunu da aynen okuyalım : İTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ OSMANİYESİ RİYASETİ ALİYESİNE ... Efendim ... Malûmu âlileri buyurulan şurut ve ahvalde vaki olan avdeti âcizanem üzerine, bu defa şerefzuhur eden ahvali hazırai necatbahşanm ihdâsı nezdi celili cenabı padişahide esasen tekarrür etmiş ve hatta işbu atıfeti vatanperveranei hazreti hilâfetpenahiye mukadde-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



343 *



mei celile olmak üzere affı umumi kısmı Sarayı Hümâyunu mülükaneden usulü veçhile devairi aidesine tebliğ buyurulmuş iken işbu mukaddemenin ve gerek anı takip edecek olan diğer âsan celilenin kimlerin tabasbuskârane ihanetleri sayesinde geri kaldığı elbette kuyudatı merkeziye sahifelerine geçirilmiştir. Maksadı âcizanem sükûnetin bir dakika mukaddem avdetinden başka artık bir ihtiyacı kalmamış olan şu ıydi saidi ümmet eyammda o hainlerin isimlerini ifşa etmekten pek baiddir ve vakiti merhununa intizaren bunun böyle olması pek tabiîdir. Çünkü velev o nimet düşmanları hakkında galeyanı hissiyat ile ağızdan kaçırılan fazla bir sözün şu sahrayı şükrânın nuraniyetine karıştırılmasını tecviz edemem. Fikri âlileri de elbette bu merkezde olmak lâzım gelir. Yine malûmu âlileridir ki o menhus müdahalenin neticesi olarak işgal ettiğim mevkii âriyet sırasında ve talep ve rızayı bendegânem hilâfında şurayı devlete memur buyurulduğum eyyamda âdet veçhile vaki olan tahlifi resmîden başka mücerred kendi rızamla aile ve bağ ve bahçe dairei resmiye umuru cariyesinden gayrı bir şey ile meşgul olmayacağım hakkmda en muhterem makama söz vermiş idim. Kanunu Esasi ile affı umumi tabiî olarak o bendi üzerimden ref etmiş iken bununla iktifa etmeyip geçen Pazar günü mahalline azimetle verilen sözün iadesini istid'a ve muvafakatim istihsal eyledim. Şu suretle hürriyeti hareketime malik olduğum dakikadan bugüne kadar gazete işleri ve memuriyetten fekki rabıta muamelesi ile meşgul olarak ihvanı •gayretten biriyle görüşüp konuşmaya ve bu babdaki



344



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



emri âlilerini almaya vakit bulamadım. Bugünlerde ise her vakitten ziyade meşgul bulunduğumdan şu sureti müracaatı ve emirlerine intizarı tercih ettim. Bu dakikada cemiyeti muhteremenin hakkı &cizanemdeki fikir ve mevkii ne merkezde olduğunu tabiî bilemem. Anı bilmek hakkı sarihime istinaden arz ve istid'a eylerim ki son onbir senelik harekât ve sekenatı âcizanem icab ve mevkie ve iktizayı namus ve haysiyete muvafık olduğu nezdi ulyalannda tebeyyün ederek ihsan buyurulacak tebriyei zimmet mazbatasını nasıl hüsnü kabule mail ve haheşker isem nizamatı hususiyei cemiyet ve adabı umumiyei memleket ahkâmına muvafık olarak cemiyetçe verilecek hükümlerden ve âdi tevbihten bede' ile en ağırına kadar bilcümle mücazatı dahi aynı teslimiyet ile kabul edeceğimi peşinen beyan ederek vakti mahalli mülakatı mübeyyin olacak cevabı kerimanelerinin yarınki Cuma günü saat onu geçmezden evvel matbaaya tebliğe himmet buyurulmasına intizar eylerim. Cevabın ademi vürudu nezdi âcizanemde tebriyei zimmet mazbatası makamına kaim olarak cemiyete karşı dahi hürriyeti hareketimi iade etmiş olacağım. Şu isticali âcizaneme olan sebebi aslîye gelince hasbslicab cemiyetten infikâk ve inzivayı ihtiyar ettiğm sırada her türlü fedakârlığa hazır bulunmak ile beraber hiç bir vakit de tefahür gibi bir zaafa mağluben kendini marifet ve muvaffakiyetlerini ifşaya esasen mezun bulunmayan cemiyet namına olarak şu günlerde mühürlü mühürsüz ve «Biz şöyle yaptık ve böyle muvaffak olduk» gibi nabemahal ibareleri havi seyyar ve sâbit ilânlar neşrolunmasıdır. İkiden biri: Ya cemiyetimizin şekli esasisi tebed-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



346



*



düle uğramış, yahut cemiyet namına bir takım yabancılar hüsnü veya suiniyetle bu harekete kıyam etmiş demektir. Şu son zannım daha galip olduğu gibi cevabı âlilerinin vakti muayyende gelmemesi dahi anı külliyen teyid etmiş olacağından Paris ve mülhakatı şubeleri riyasetinden Saint Germain 21 Kânunuevvel 1312 tarihiyle ve Çürüksulu biraderimizle idarehaneye gönderilip neticesi baklanda henüz bendelerine malûmat verilmemiş olan istifanameyi keeıılemyekün addile ve yine şube reisi sıfatiyle sayei adaletvayei cenabı şehriyaride Kanunu Esasî'nin bahşettiği hak ve dairei aleniyet dahilinde mezkûr neşriyatın menabiini taharri etmek ve icabına göre ifayı vazife eylemek üzere kendimi muhtar bileceğim. Olbabda emrü irade hazreti minelemrindir. İmza Murat Murat Bey, Şifahen görüşmek mümkün olduğu halde gazetesiyle böyle bayrak açması, tehditler savurması, teşkilâta başlayacağını, hatta karşı vaziyet alacağını bildirmesi ve hatta bizimle görüşmeye zaman bulamadığını bildirdiği halde padişahla görüştüğünü imâ etmsei bizi hayli düşündürdü. Sultan Hamid'in bazı gazeteleri eline almak isteyeceğinde şüphemiz yoktu. Bunlara istedikleri sermayeyi ve hükümet yardımını da deriğ etmeyecekti. Eğer şiddetli hareket etmezsek daha ilk günlerde hürriyet ve meşrutiyetin döne döne yine Apdülhamid'in ayaklarına kapanacağına şüphe etmedik. Bir taraftan kendisine aşağıdaki cevabı hasırladık, bir taraftan da diğer gazetelerin Murat Beyin istid'asmı nasıl bulduklarının neşrini hususi olarak istedik Kendisine şifahen de çok



346



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



kötü bir tarzda işe başladığını ihtar eden de olmuş! Fakat o tuttuğu yolun doğru olduğu fikrinde imiş. Bazı gazeteler Murat Beyi çok acı tenkit ettiler. Ertesi günkü 1/Ağustos (19 Temmuz) gazeteleri de merkezimizin cevabım aynen yazdılar. Bunu da okuyalım : Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti İstanbul Merkezi'nden vürud etmiştir: Mizan Gazetesi Sahip ve Muharriri Murat Beye: Terakki ve İttihad cemiyetinin Dersaadet'deki hey'eti idaresi bir hey'eti merkeziyeye merbuttur. Hey'eti merkeziyenin de tanınmaması meşruttur. Binaenaleyh sizinle mülakat gayrı mümkündür. Tebriye'i zimmet mazbatanızın itasını -istifanızla bundan sonraki ahval- mümteni' kılar. Hakkınızdaki k a r a r bilâhare ita ve tebliğ olunur. Hüsnü veya suiniyetle cemiyet namına, cemiyetin malûmatı olmaksızın yabancılar tarafından neşrolun a n beyannameler hakkında tedabire tevessül kat'iyyen hey'eti merkeziyenin hakkıdır. Sizin hakkınızda hey'eti merkeziyenin reyi ş u d u r : Hey'et sizi kat'iyyen efradı cemiyetten tanımaz. Şube reisi sıfatiyle değil hiç bir suretle cemiyet namın a bir harekette bulunmanıza müsaade götermez. Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti İstanbul Merkezi (Mühür) Murat Bey istediği bu cevabı gazetesinde neşretmedi. Yalnız Sabah gazetesinin ağır tenkidine karşı hiç bir fenalığa âlet olmadığını isbata kalkıştı.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



347 *



Bugün ben Avukat Baha ile Sirkeci'de büyük hanlardan birinde İstanbul merkezi için icabmda kullanılmak üzere yaptırdığımız ve üzerinde (Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti İstanbul Merkezi) ve ayyıldız bulunan büyücek ipekli bayrağı almak üzere gittiğimiz zaman Murat Beye rasgeldik. Bir salonda oturuyordu. Bize karşı çok kayıtsız bulundu. Baha da yüksek sesle alayımsı birşey söyleyerek hızlıca yürüdü çıktı. Ben, Murat Beyi tanımadığım için önce birşey anlamadım. Dışarı çıkınca Baha dedi: — Gördün m ü Murat'ı? Beni tanıdığı halde aldırış etti mi hiç? Ben de müstahak olduğu muameleyi yaptım. — Bence iyi yapmadm. Bana d a h a önce onun Murat Bey olduğunu söylese idin, kendisine samimî davranır ve bazı sualler sorarak. Hangi yolun yolcusu olduğunu öğrenir ve kendisine nasihat de ederek tuttuğu yolun yanlışlığını anlatırdık, dedim. Baha kısaca şu cevabı v e r d i : — Tanımazsın sen onu, onu biz iyi biliriz. Arkadaşlarımız da Murat Beyin sakınılması lâzımgelen bir şahsiyet olduğunu söylediler. Murat Bey arkadaşlarımızın bu kanaatini teyit edecek neşriyata girişti. 20 Temmuz 1324 tarih ve 4 numaralı Mizan'da «İnkilâbı hayrın kadrini bilip biraz ciddi olalım!» başhğı altında Sultan Hamid'i medhetti. Cemiyetimize karşı amiyane taarruzlara kalkıştı. Kendisinde padişahı tutmakla büyük bir kuvvet ve kudret görüyordu. Halkı kendi etrafına toplamaya ve cemiyeti çocuk oyuncağı göstermeye çalışıyordu. Bu uzun makaleden şu satırları aynen okuyalım:



348



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Şu devri asayiş ve büluğda biz dahi ciddiyetten ayrılmayalım. Eyyamı buhranda sokaklarda işitilen bazı âcîp sedalarla neşrolunan bir takım varakalardan işin içine bazı değnek suvar bebeklerin karıştığı hissolundu. Esasen hulusu niyetten bait olmayan bu gibi hallerin netayici vahimeyi tevlid ettikleri tecrübeten sabittir. Bizde o rütbe zararları olmadı.. Buna şükretmekle beraber tekerrür etmemesini de temenni etmeliyiz. Hatta bu kadar bile değil, icabederse men'i çaresini düşünmeliyiz. İlk nüshamızda «açık muhabere» ile İttihad ve Terakki cemiyetiyle münasebet peydasma talip olduk. Gazetemizin neşrinden birkaç saat sonra malûm ve muteber bir zat gelip konuştuk. Yalnız acele ettiğimize teessüf etti. Kendi dairei malûmatı itibariyle hakkı derkâr idi. Ve bu hak ric'at imkânına müstenit idi. Lâkin kendi malûmatı hususiyemize göre öyle endişelere mahal olmadığından bahisle temin ettik. Gizli kapaklı cemiyetlere artık lüzum kalmayıp kanunun yeni bahşettiği hukuku sariha sayesinde cemiyet programları ile ictimalarını, nutuklarını muhaberatı müstakbeleyi meydanı aleniyete çıkarmak lüzumunu anlattım. Ertesi günü iki varaka aldık. Biri eski rüfekayı gayretten biri tarafından yazılıp hini ictima'da aleni müzakerata konulacak mevaddı ve bazı mütalâatı musibeyi muhtevi idi. Diğeri ise yukarda bahsolunan değneksuvarların kendi oyunlarma ciddi nazarla bakmak mertebesine kadar işi ilerlettiklerini irae ediyordu. Bizim vazifei insaniye iktizasmdan olarak şimdilik ifşadan teeddüp ettiğimiz işbu eseri hiffeti ertesi günü musannileri tarafından gazete sütunlarına kadar isâl olunduğunu görürseniz ne olur? Biz ise hayret ve taaccüp deryasına gark olduk! Çünkü gerek hukuku beşer ve gerek adabı cemaat itibariyle şu hük-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



349 *



mü karakuşînin bir eşini bulmak için Kurunu Vusta'daki Venedik'in mahud «Onlar Meclisi» mukarreratı gıyabiyesi kuyuduna kadar varmak iktiza eder. Bir cemiyetin velev cüz'i bir müddet için riyaseti ulâsını işgal ile müşerref olmuş bir adam, cemiyetin takip ettiği fikrin husulünü teshil ve tesri etmek maksadı yegânesi ile hakkında verdirilen hükmü gıyabii idamı yeddi icrada tutulan bir hey'eti mustebideye tarziye ve teminat makamında yalnız kendi nefsi itibariyle bilâşart, cemiyet ve vatan itibariyle şurutu kafiyeye mukabil teslimi nefseder ve onbir sene, ancak vatanı uğurunda borçlu olduğu fedakârlığın neticesi olması hatırası işin içinde olmasa, çekilmesi takati beşer fevkinde addedilecek bir azabı vicdânı içinde kalır. Akibet şu girdabı belâdan sayei ıydi mülette kurtulduğu anda esasen talip olmayarak hamil olduğu maaş ve memuriyeti terk ile yine meydanı gazaya (!) atılır ve mücerret selâmeti vatan ve memleket itibariyle lâbed olan bir vazife ifasına vazifedar olanları davet ve ademi icabetleri halinde meydanda mevcut olmadıklarına hükm ile ve «cemiyetin isbatı vücut etmesine kadar» kaydı sarihiyle muvakkaten: Cemiyeti şube riyaseti vazifesini ifaya mecbur olacağını beyan eylerse şu devri hukuk ve hürriyette o adama isticvap ve istizahtan ve binaenaleyh izah ve müdafaadan âri bir hükmü gıyabii karakuşî itası ile iktifa etmek kâfi görülebilir mi? Görülüyor ki iş oyuncağa çevriliyor. Bunu kat'iyyen tecviz edemeyiz. Her bir tahammülün bir haddi olması tabüdir. Anın bizde na mahdud olduğunu şimdiye kadar fUlen ve kerraren müşahede etmişler. Buna binayı emel etmek artık caiz olmadığım ihtanvecibeden biliyorum. Tahammülü mesbuk, mücahede hengâmına aitti. Anın için, had ve payansız olması icabedeceğini ben dahi teslim edeyim. Fakat ar-



350



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



tık cayı selâmet ve saadete vasıl olduğumuz şu eyyamı mes'adette icab ettirirlerse hicaptan herbirini birer deliğesokacak hitaplara muktediriz. Evelleri bu hitaplarda mahzur vardı, şimdi ise yoktur. Sebep oldukları için mes'uliyet te kendilerine raci olacaktır. Bu hitabımızın Rumeli ve Anadolu erbabı himmet ve hamiyetine kat'iyyen taalluku olmayıp İstanbul dıvarları dahilinde münhasıran mehafili mahsusa ile kâşanelerden sokağa yeni dökülmüş nevzuhur gayretlilere racidir.» Altım çizdiğim cümleler yalnız İstanbul merkezini değil cemiyetin bilhassa fedakâr kısmını çok kızdırdı. Murat Beyin meşrutiyeti k u r t a r m a k için her tehlikeye göğüs gererek yaptığı teşkilâttan ve fedakârlıklardan haberi olmadığı da anlaşılıyordu, veyahut bazı bilmeyenler gibi o da böyle bir teşkilâtın aslı olmadığını ve Sultan Hamid'in bir blöfle meşrutiyeti ilân ediverdi zannmda idi. Her ne olursa olsun Avrupa'ya kaçışı da oradan İstanbul'a gelip Sultan Hamid'e teslim oluşu da birçok gençlerin felâketine ve İttihad ve Terakki cemiyetinin perişan olmasına sebep olan Murat Bey, Mizan'mda ilk önce kendi âmalini tartmalı idi. Halbuki o meydanı gazaya atıldığım göğsünü gere gere ilân ediyor, mensuplarının çoğu ordu zabitleri olan ve bu kerre meşrutiyeti kurtaran cemiyeti hiçe sayıyordu. Ona yaraşan ne bu suretle ileride vat a n ve millet için faydalı bir insan olmaya yardım edecek tavır siyasete değil, ilim adamı olmak için tekr a r tarih hocalığına atılmak idi. Bu suretle günahlarını da affettirir, eski hürmeti kazanırdı. Halbuki o cemiyetin hemen bütün mevcudiyetiyle meydana çıkmasını da isteyecek kadar tehlikeli ve şüpheli işler de istiyordu. Daha henüz istibdad aletlerinin yerli yerinde ve işler vaziyette bulunduğunu ve Sultan Hamid



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



351 *



gibi cahil bir adamın meşrutiyet ve hürriyetle alış verişi olamayacağını ve ilk fırsatta yine eskisi gibi döneklik yapabileceğini Murat Bey acaba düşünemez mi idi? Sonra gizli bir inkılâp cemiyetinin ahvalden emin olmadan ve bir kongre ile kendine yeni bir hareket hattı çizmeden uluorta bir h a f t a içinde meydana çıkması doğru olur mu idi? Biz Murat Beyden bu gibi istekler değil, tecrübelerine ve ilmine dayanarak çok yüksek fikirler beklerdik. Eğer matbuat âlemini bu millete hizmet için en feyizli bir yol olarak seçti ise, ilk numarasında Saraydan bir ihtar gibi cemiyete çatacağına ve onu küçük göstereceğine, samimi ve ilmi yazılar beklerdik. Asıl işin kötü ciheti bugünkü makalesinden sonra «Ali Kemâl» amzasiyle Almanya İmparatoruna ve Alm a n matbuatına neden İngilizler gibi bizim meşrutiyetimizi alkışlamıyorsunuz? diye çatan bir makale bulunmasıdır. Gerek Murat Beyin ve gerek Ali Kemâl'in vaktiyle Sultan Hamid'e dehalet ettiğini ve birçok vatandaşlarımızın felâketine sebep olduklarını herkes biliyordu. Demek bunlar şimdi Sultan Hamid'i tutarak vaziyete hâkim olmaya çalışıyorlardı. Bunların padişahla münasebeti hayırlı bir alâmet değildi. Sultan Hamid şimdiye kadar yürüttüğü m u r d a r istibdadına bundan sonra hizmet edecek kalemleri de bulabilecekti demek. Bu günlerde Ali Kemâl'in h u z u r a kabul olunduğu ve ihsan da aldığı haberini aldık. Sultan Hamid yanlış kapı çalıyordu. Bu hal kendisini de yeni uşaklarını d a felâkete götürecek ve belki millete de pahalıya mâl olacaktı. Kur'anma ve silâhma ellerini basa-



352



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



rak hürriyete ve meşrutiyete yemin etmiş binlerce aydın gençler, bu gafiller alayını uzun zaman seyretmeye dayanamazlardı. Nitekim Tanin gazetesi ilk mücadelesini açtı ve Padişahtan meşrutiyetin icaplarını istedi. 25 Temmuz nüshasında Ali Kemâl oyununu da açıkça ortaya koydu. Aynen okuyalım: Ali Kemâl Beye Açık Mektup Geçen gün huzuru şahaneye kabul buyurularak mazharı iltifat oldunuz. Dörtyüz elli İira atiyei seniye aldınız. Bu parayı bir ciheti hayra sarfedeceğinizi ümit ederek iki üç gündür bekledik. Fakat bu yolda bir ilânınıza tesadüf etmediğimiz için henüz ciheti sarfını kararlaştırmadığınız anlaşılıyor. Şu ihsanı şahanenin «İanei millîye» hesabma Bankı Osmaniye tevdi buyurulması hamiyeti müsellemelerinden muntazırdır. Ali Kemâl buna verdiği cevapta ikiyüz altmış altın aldığını, padişahın tab'asma vermesi hakkı değilse veririm diyor. Tanin de Ali Kemâl'in mazisini ortaya attı ve mektubundaki «Bazı hususatı ahvalin i!caatı ile vatanıma avdetime müsaade buyulmasını atiyei şahaneden istirham eyledim idi» fıkrasını ele alarak b u n u n ancak casusluk olabileceğini yazarak uzunca cevap verdi (*) Murat Bey bir aralık cemiye( * ) Ali Kemâl İkdam*! eline aldı. Mizanla diğer bazı gazetelerle ki bu arada Volkan dahi vardır. İttihad ve Terakki cemiyetini küçük göstermeye ve 31 Mart isyanının çıkmasına bir sebep oldular. Sultan Hamid de devrildi, kendileri de. Ali Kemâl İstiklâl Harbinde dahi İstibdada alet olarak Milli Mücadele aleyhinde bulundu ve bunu İzmit'e halk tarafından parçalanarak ödedi. Murat Bey 31 Mart'tan dolayı sürgün cezası yedi ve hayatı, milli mücadeleye kadar yetişemedi.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



353 *



te girmek te istemiş ise de kabul olunmadığından yine karşı bir tavır almıştır. İstanbul'da Şurayı Ümmet çıktıktan sonra Ahmet Rıza, Bahattin Şakir, Doktor Nazım, Sami Paşa zade Sezai Beyler gibi Avrupa'da kalıp Sultan Hamid'le mücadeleye devam edemeyenlerle Murat ve Ali Kemâl Beyler gibi padişaha dehalet edenler arasındaki çekişmeler 31 Marta kadar devam etti. Tarihleri gelince,bunları da kısaca okuyacağız. Burada şunu kaydedeyim ki Selânik'teki Merkezi Umumi, cemiyetin adını Terakki ve İttihad'dan Ittihad ve Terakki ye çevirmeyi, bu Murat ve Ali Kemâl'lerin bu n a m d a n istifade ile ortaya atılmalarına mani olmak için bugünlerde kararlaştırmıştır. Hatta Selânik'te bugünlerde «İtiihad ve Terakki» gazetesi adında gündelik bir gazete de çakırılmaya başlandı. İSTANBUL MERKEZİNİN FAALİYETİ Gün geçtikçe halk tabakası hürriyetin tadını alıyordu. Topluluklar çabucak hasıl oluyor ve büyüyebiliyordu. Bu halk kümelerini çenesi kuvvetli kimseler her t a r a f a çekebilirdi. Bunun için her topluluğa cemiyet efradının da kendiliğinden karışmalarını ve şuursuzca hükümet otoritesinin kırılmamasına ve aynı zamanda cemiyetimiz aleyhine tek bir söze meydan verilmemek için «Yaşasın Hürriyet, Kahrolsun istibdadı» narasiyle halkı bunu tekrara sürükleyerek önlenmesini temin etmiştik. Merkez azalan da bu gibi topluluklara birer ikişer karışarak efkârı umumiyeyi yakından takip ve bir düziye hürriyet ve meşrutiyetin feyzini şuna b u n a anlatıyorduk. F.: 23



354



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ



31 Temmuz (18 Rumi) de Taksim bahçesinde tahsil görmüş Osmanlı gençler kulübü açılışı şerefine yapılan nümayişte ben de şubemden birkaç arkadaşla bulundum. Muhtelif kimseler tarafından muhtelif dillerde nutuklar verildi. Serasker Rıza Paşanın oğlu Erkânıharp Miralayı Süreyya Bey (Paşa) da Fransızca bir nutuk okudu. Ordunun meşrutiyeti kurtarmak hususundaki fedakârlığını belirtti. Umumi surette hatipler halka iyi fikirler verdiler. Halk pek coşkundu. Fakat Sultan Hamid'in marşım elindeki gramofonda çaldırarak dolaşan biri de göründü. Fakat, «Yaşasın Hürriyet! Kahrolsun istibdad!..» avazeleri daha üstün çıkıyordu. Burada dikkate değen bir şey de bazı tanın mış hafiye ve saray mensuplarının da bu nümayişe katılmaları ve halktan d a h a coşkun olarak «Yaşasın Hürriyet! Kahrolsun istibdad!» avazelerine katılmaları dikkati çekiyordu. Bunların y a n m d a yüksek sesle şu muhavereyi yapıyorduk. «Eh artık Sultan Hamid meşrutiyetten ayrılamaz ve halk tarafından sevilir. İlk meşrutiyete yaptığı gibi dönmek isterse tac ve tahtını kaybeder.» * *



i



Anadolu'nun muhtelif yerlerinden ve hatta Beyrut'tan merkezimize tebrik telgrafları, 18 Temmuz 1324 tarihinden sonra yağmaya başladı. Bazıları îtti had ve Terakki imzasiyle veriyordu. Buralarda meşrutiyetin ilânından önce merkez teşkil olunmamıştı. 'Acaba Merkezi Umumi buralara adam göndererek teşkilât mı yapıyordu? Fakat henüz Selanik'ten İstanbul'a bile kimse gelmemişti.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



355 *



Her ne hâl ise bunları cevapsız bırakmamaya merkezimiz k a r a r verdiğinden bir arkadaşımız bunlara cevap yetiştiriyordu. * **



ARAP İZZETİN KAÇMASI : 18 Temmuz 1324 gazeteleri Arap İzzet'in oğlu ile birlikte Alman Sefarethanesine kaçtığı işitilmiştir, diye yazdılar. Müddeiumumilikçe suiistimallerinden dolayı Arap İzzet'le Selim Melhame hakkında mahkemeye müracaat olunduğunu haber alınca kaçmış. Bunun memleket dışına kaçmasına meydan vermemek için kendisiyle tanıştığım cemiyetten Avukat Yusuf Kemâl Beyi (Meşrutiyet ilânının beşinci günü Fatin ve Baha Beyler Beyazıt'ta İttihad ve Terakki namına imza toplarken gördükleri bu zata cemiyetten vesikan var mı diye sormuşlar, henüz cemiyete girmediği anlaşılınca cemiyete girmesini teklif etmişler. Bu da kabul etmiş, girmiş.) Donanma komodorluğuna gönderdim. Komodor Arif Hikmet Paşa cemiyetimize vasıtamla aldığımız Arif Beyin kayınbabası idi ve hürriyet severlerdendi. Arif Hikmet Paşa hemen Hamidiye süvarisi Vasıf ve Peyki Şevket Süvarisi Rauf Beyleri (İkisi de cemiyetten) çağırtarak Yusuf Kemâl Beyle birlikte, Tophane önünde muvakkaten Fransız bandırası çekmiş olan bir Yunan vapuruyla kaçacağı öğrenilen Arap İzzet'i yakalamaya memur ediyor. Hamidiye'den bir müfreze silâhendaz alarak bu arkadaşlar ortalık kararırken Tophane önünde demirli bulunan vapura giriyorlar. Çarkçıbaşı bir Avusturyalı imiş. Geminin kaptanı d a h a gelmemiş. Arap İzzet eşyasını ve yiyecek ve içeceğini göndermiş. Kendisi daha gelmemiş. Kaptan geliyor. Gemi Arap İz-



356



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



zet'in gelmesini bekliyor. A r k a d a ş l a r d a s a b a h a kad a r v a p u r d a bekliyorlar. A r a p İzzet gelmiyor. S a b a h l e y i n h a b e r a l ı y o r l a r ki İzzet a i l e s i y l e b i r l i k t e M a r i i s m i n d e k i k ü ç ü k k a b o t a j y a p a n u f a k b i r İngiliz g e m i siyle a d a d a k i e v i n d e n k a ç m ı ş t ı r . (*). S a k a l ı m t ı r a ş ettirerek ve ş a p k a giyerek kıyafetini değiştirmiş. Arif H i k m e t P a ş a b u g e m i y l e M a r y a v a p u r u n u t a k i p e d e r e k A r a p İ z z e t ' i n y a k a l a n m a s ı için R a u f Bey h e y ' e t i n e e m i r v e r i y o r . Y u s u f K e m â l Bey d e b e r a b e r olduğu halde yola çıkıyorlar. Ertesi s a b a h Ç a n a k k a le'deki f e r m a n gemisi (Gemilerin h a r e k e t m ü s a a d e sini y o k l a m a e d e n ) H ı z ı r z ı r h l ı d u b a s ı n d a n t o p a t e şiyle f e r m a n s o r u l u y o r . B u n l a r d a b u d u b a n ı n y a n m a demir atıyorlar. Bahriye Nezaretinin b u r a y a h a b e r v e r m e m e s i y ü z ü n d e n m u h a b e r e ile v a k i t k a y b o l u y o r . A n c a k a k ş a m ü s t ü h a r e k e t e geçebiliyorlar, Pire civarında Lavriya limamnda tahkikat yapıyorlar. Buray a u ğ r a m a m ı ş l a r . Belki Ziya a d a s ı n d a d ı r d i y o r l a r . Fak a t b u r a d a d a bulamıyorlar. D ö n ü p Sakız'a geliyorlar. Bahriye Nezaretine bildiriyorlar. Geri gelin emrini aldıklarından İstanbul'a dönüyorlar. A r a p İzzet'in M a r y a v a p u r u y l a kaçtığını öğrenince İstanbul m e r k e z i n a m ı n a S a d r a z a m a b u n u n Çan a k k a l e ' d e d e r d e s t i için e m i r v e r i l m e s i n i r i c a d a b u lunduk. S a d r a z a m Sait P a ş a m u t a s a r r ı f a b u h u s u s t a t e l g r a f ç e k i y o r . M u t a s a r r ı f t a İngiliz k o n s o l o s u ile C * ) O zamanki Alman sefiri Kiderlen Wachter'in hatırasında şu satırlar yazılı: Arap İzzet Paşa Büyükdere'deki Alman Sefarethanesine kaçtı. Buradan bir istimbotla İngiliz gemisine gitti. Bu adam dünyada emsâli görülmemiş bir hırsızdı. Fakat bize karşı eşkiyalara hâs sadakatiyle bağlı olduğundan tutuyorduk.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



357 *



birlikte v a p u r a gidiyor. Güya Arap İzzet elinde serkâtibi hazreti şehriyarî Tahsin imzasiyle «Hicaz demiryolunda yapılacak merasimde hazır bulunmak üzere İradei Seniye ile memuren Suriye'ye gönderilmiştir.» diye bir vesika bulunduğundan yolundan alıkonmamış!.. Arap İzzet'in Fransız bandıralı Yunan vapurundaki eşyası arasında Sultan Hamid'e hitaben kaçmasın a müsaade istediği kâğıda Sultan Hamid kendi el yazısiyle «Gürültüye pabuç bırakma!» diye yazdığı görülmüştür. Eşyası arasında birçok şampanya ve a r a f a t ve hac vesaire resimleri havi bir lünet bulunmuştur. Arap İzzet Londra'ya gitmiştir. Milleti kıyasıya soyanların başında gelen bu adam hele ordu için Almanya'dan satın alman şeylerden insafsızca p a r a vurdu. Mauser tüfeklerimizi üçer buçuk altma bizim devlet satın aldığı halde Japonlar aynı tüfekleri iki buçuk altına almışlardı. Edirne kalesi için Train renard adı verilen ve güya şoselerde işleyen bir lokomotifle birkaç vagondan binlerce altın vurdular. Bu tren güya kalede ihtiyatların sür'atle nakline yarayacaktı. Asla işleyememiş ve kışla kapılarında nizam karakollarına koğuş hizmeti görmüştür. Arap İzzet'in Avrupa bankalarında 25 milyon altın lirası, bizim Türk altınıyla 1,250,000 lirası bulunuyormuş. Meşrutiyet ilân edilmeseydi bu ve emsâli hırsızlar başlı başına Osmanlı devletini iflâsa götürecek amiller olacakmış. (31 Mart isyanını Londra'dan hazırlayanlardan biri olduğu iddia olunan Arap Izzet'i ben 1914 Birinci Cih a n Harbi arifesinde Avrupa'ya yaptığım seyahatte Viyana'da gördüm. Sefirimiz ( Hüseyin Hilmi Paşayı — Manastırda mmtıka Erkân-ı Harpliğim sırasında — umum müfettişti, Enver Beyle beni çağırarak siyasi



358



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ



vaziyetimizin icabı olarak takiplerde şiddetimizin tâdili hakkında nasihatlerde bulunmuştu- ziyaretim sırasında Arap İzzet te gelmişti. Türk milletini soyan bu arap, Enver Paşa'ya selâm yollamaktan ve kendisinin sanıldığı gibi kötü bir adam olmadığını söylemekten hiç de utanmıyordu. Zamanında kafası ezilmeyen millet hırsızlarının sonraları nasıl r e f a h içinde Avrupa'da yaşadıklarına kim bilir bu herif kaçıncı misâldi.) SELİM MELHAME PAŞANIN KAÇMASI : Orman ve Maadin Nazırı olan bu gayrı Türk te 15 milyon altın franklık servetiyle birlikte bir İtalyan vapuriyle kaçmıştı. Karısı Fransız olan bu herifin damadı d a bir italyan zabiti idi. Ordumuzda iki yılda paşalığa kadar da rütbe verildi. Üç yıl k a d a r önce biz erkânıharbiye üçüncü sınıfta iken Selim Melhameye d a m a t olmuş ve ordumuza girmiş bir İtalyan yüzbaşısı idi. Ara sıra atlı talimlerimize gelirdi. Kaya yut sırtlarında (Bugünkü Hürriyet Tepesi) süvari muallimimiz birer birer bütün sınıfımızı bu a d a m a takdim etmişti. Benim sınıf birincisi olduğumu ve her zaman bu mevkii muhafaza ettiğimi söylediği zaman sınıfımın en küçüğü olduğumu görerek Fransızca güya iltifat olarak : «Vous êtes encore jeune! Siz henüz küçüksünüz!» demişti. Bütün sınıf bu a d a m m bir casus olarak; Selim Melhame'ye çattığı kanaatinde idik. Sultan Hamid bu iki en sadık kölesini kaçırmakla meşrutiyete karşı asla sadık kalmayacağını d a h a açık göstermişti. Bunlar vasıtasiyle Avrupa devletleriyle yeni bir cinayet hazırlaması endişesi bizi kendisinden büsbütün soğuttu. Hususiyle Mithat Paşanm oğlu Ali Haydar Beyi Mabeyne çağırıp iltifat etmesi, hediyeler vermesi, ayan azalığına tayin etmesi ve ar-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



859 *



kasından Londra sefaretine tayin etmesi ve Sadarete de Kıbrıslı Kâmil paşayı geçirmesi bazı şüpheler uyandırıyordu. Almanların yetiştirdiği erkânıharp zabitlerinin hürriyetseverlerin başmda görünmeleri Sultan Hamid'i Almanya'dan soğutmuş olabilirdi. Şimdi o kendini İngilizlerin kucağına atar görünüyordu. (Alman Sefiri Baron Marşal; istibdadı geri getirmek için Sultan Hamid'in İngilizlere bazı vaadelerde bulunduğunu 31 Mart hâdisesini bildiren bir raporunda yazmış.)



SELANİK'TEN GELEN HEVET VE İLK ANLAŞMAZLIK 19 T e m m u z 1324, s a b a h l e y i n M e r k e z i U m u m i ' d e n gelen bir t e l g r a f t a bir h e y ' e t i n yola çıktığı bildiriliyordu. H e m e n m e r k e z a r k a d a ş l a r ı Sirkeci İstasyonun a gittik. B e n i m t e k l i f i m veçhile k e n d i l e r i n i belli etm e d e n birkaç a r k a d a ş m geleceğini sanıyorduk. Merkezimizi gizli t u t t u ğ u m u z d a n g e l e c e k a r k a d a ş l a r ı h e r birerlerimiz alarak ayrı ayrı İkdam m a t b a a s m ı n kapısı ü s t ü n d e k i b i n a d a t o p l a n m a y a k a r a r verdik. T r e n d e n E r k â n ı h a r p Binbaşı Cemâl, Rahmi, Cavit, Necip D r a g a ve Kolonyalı H ü s e y i n Bey çıktılar. M u t a d d a n biraz f a r k l ı olan k a l a b a l ı ğ a karşı Cem â l Bey t r e n p e n c e r e s i n d e n bir n u t u k söyledi. Halkın çabuk dağılması bu hey'ete karşı bir karşılama m e r a s i m i hazırlanmadığını hey'ete gösterdi. Cemâl Bey b u n u hoş görmedi. F a k a t gelen hey'et bizim teklifimize u y a r a k her biri birimizin koluna girerek h a l k içine karıştık. Bu suretle p e k dikkati ç e k m e d e n merkezimizde toplandık.



360



ÎTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



R a h m i B e y k ö ş e d e d a y a l ı b u l u n a n « T e r a k k i v e İttihat Cemiyeti İstanbul Merkezi» diye kırmızı atlas üzerine beyaz yazılı bayrağı g ö r ü n c e yerinden fırlayar a k b a y r a ğ ı kaptı ve b a ğ ı r d ı : — B u n u n yeri b u r a s ı değil, p e n c e r e d e n



sarkmalı-



dır. Ben de a y a ğ a k a l k a r a k R a h m i Beyi önledim merkezimizin şu kararını söyledim:



ve



— Selânik'ten gelmesini istediğimiz selâhiyet sahibi b i r k a ç a r k a d a ş l a esaslı b i r p r o ğ r a m h a z ı r l a n m a dan İstanbul merkezinin m e y d a n a atılmasını u y g u n bulmuyoruz. Merkez n a m ı n a diye arkadaşlarımız faaliyette b u l u n u y o r . P r o ğ r a m ı h a z ı r l a d ı k t a n s o n r a Selanik'ten cemiyetin şanına lâyık bir surette açık bir hey'etin gelmesini düşünüyorduk. Bunun donanmamız vasıtasiyle yapılması, h a l k a ve padişaha karşı çok kuvvetli tesirler y a p m a s ı lâzımdır. Hiç bir şeyi kararlaştırmadan proğramsız bir şekilde Selânik'ten bir hey'et gelmiş diye işin k ü ç ü l t ü l m e s i n i d o ğ r u bulm u y o r u z . Bizim m e r k e z i n kimlerden ibaret olduğun u n o r t a y a ç ı k m a s ı v e m e v c u d u m u z u n belli o l m a s ı d a çok m a h z u r l u d u r . Bir e r k â n ı h a r p kolağası, b i r m ü hendis, bir m u h a r r i r , bir sarıklı, bir a v u k a t gerçi b i r kuvvettir. Fakat birçok haris veya müteşebbis kimseler ve hele terörle hürriyetin ilânını k a b u l eden Sult a n H a m i d v e s a r a y e r k â n ı n ı n ü z e r i n e gizli k a l d ı ğ ı mız derecede tesirli olmaz. C e m â l Bey söze karıştı v e reddit bulunan Rahmi Beye:



ayağa kalkarak



müte-



— Bayrağı elinde ne tutuyorsun, pencereden dışar ı s a l l a n d ı n v e r ! d e d i . R a h m i B e y b u işi y a p a r k e n C e -



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



361 *



m â l Bey sol eliyle s a ğ o m u z u m u n a r k a s m a h a f i f h a fif v u r a r a k b a n a d a ş u n l a r ı s ö y l e d i : — K â z ı m ! Biz s e n i ç o k c e s u r s a n ı y o r d u k . Siz h â lâ b u r a d a k o r k u i ç i n d e y a ş ı y o r s u n u z . H a l b u k i biz Selânik'te herşeyimizi ortaya çıkardık. Sultan Hamid'den artık k o r k u l a c a k bir şeyimiz kalmadı. Bakın Manastır ve Ü s k ü p merkezlerinden de a r k a d a ş l a r a l a r a k Merkezi U m u m i a r k a d a ş l a r ı b u r a y a a p a ç ı k geldik. Bu a r a l ı k B a b ı â l i ' d e n g e l i p g e ç e n l e r b a y r a ğ ı gör ü n c e a l k ı ş l a m a y a ve k a p ı ö n ü n d e t o p l a n m a y a b a ş l a d ı l a r . « Y a ş a s ı n Cemiyet!» d i y e h a y k ı r ı ş l a r d a b a ş l a dı. R a h m i Bey eliyle ve b a ş i y l e p e n c e r e d e n h a l k a k a r şılık s e l â m l a r g ö n d e r i y o r d u . C e m â l Beye ş u c e v a b ı v e r d i m : — Beyim, ş a h ı s l a r ı m ı z ı g i z l e m e d i k . Hürriyetin i l â n m ı h a z ı r l a m a k için i s t i b d a d ı n m i h r a k ı o l a n İ s t a n bul'da pek tehlikeli olan S a r a y ı n b u r n u n u n dibinde canla başla çalışan arkadaşlarla karşı karşıya bulun u y o r s u n u z . Bu gidişle S u l t a n H a m i d ' i n bir d a h a talimi deneyeceğine ş ü p h e e t m i y o r u m . Öyle bir g ü n d e k a ç a n l a k o ş a n ı g ö r ü r ü z , C e m â l Bey! (*). Bu g a f l e t i n ( • ) 31 Mart hâdisesi üzerine ben, Edirne'den fırkamın ilk kademesi olan iki taburla Hadımköy'e trenle geldiğim zaman Cemâl Bey de İstanbul'dan kaçan bazı meb'uslarla buraya gelmişti. Kendisine sordum: — Dediğim korkunç günde kaçanla koşanı gördünüz mü Cemâl Bey! Cemâl Beyin rengi uçtu, titrek bir ifade ile beni tasdik etti. Fakat Balkan Harbinden sonra iktidar mevkiine geçince benden intikam almaya kalktı. Haksız yere beni Divan-ı Harbi örfi'ye verdi. Cezaya çarptırmaya uğraştı. Ağır hüküm de yedirtti. Fakat cezayı tatbika muvaffak olamadı. Teferrüatım sırasında göreceğiz.



362



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



cezasını çekeceğimiz g ü n çok u z a k l a r d a değildir. O g ü n de bu arkadaşlarınızı yine cesur görürsünüz. C e m â l Bey sözlerime gülümsedi ve pencereye yür ü d ü . A l k ı ş l a n m a d a n h a z d u y d u . R a h m i Bey d e bir galip a d a m tavriyle yerine oturarak haykırdı: — Yaşasın Selanik! Necip Draga da bağırdı: — Y a ş a s ı n Firzovik ve Ü s k ü p ! A r n a v u t l a r ı biz i d a r e ettik. B u n l a r y o l a gelmeseydi, n e y a p a c a k t ı Selânik? C e m â l Bey de «Yaşasm Selânik!» t a r a f ı m tutar a k ç e k i ş m e y e b a ş l a d ı l a r . Bu s a h n e n i n h o ş a g i d e r yeri yoktu. Bizim İstanbul m e r k e z i a r k a d a ş l a r ı diğer o d a y a s a v u ş t u l a r . B e n i m h a y r e t l e b u ç o c u k l u ğ u seyr e t t i ğ i m i f a r k e d e n H ü s e y i n B e y k u l a ğ ı m a ş ö y l e fısıldadı : — S e l â n i k ' t e n b e r i b u d a v a ! Ç o k ç i r k i n b i r iş y a p tıklarını birkaç kereler söylediğim halde b u r a d a d a b a ş l a d ı l a r . Ben m ü t a l â a n ı z a t a m a m i y l e iştirak ediyor u m . O r t a d a hiç bir p r o ğ r a m yok. Bir şımarıklıktır gidiyor. Ben b u hey'etle çalışamam, h e m e n Manastır'a dönmeye k a r a r verdim. M a n a s t ı r ' m ilk m e r k e z a r k a d a ş ı m o l a n H ü s e y i n Bey M ü l k i y e m e z u n u , ağır başlı ve b a n a çok g ü v e n i olan bir insandı. Kendisine hey'etten ayrılmamasını v e b e n i m m ü t a l â a l a r ı m a k u v v e t v e r e r e k y a r d ı m etmesini rica ettim. Diğer odadaki İstanbul Merkez ark a d a ş l a r ı n ı n y a n m a gittim. S e l â n i k ' t e n g e l e n l e r şeref d a v a s ı n ı o k a d a r h a r a r e t l e çekişmeye koyulmuşlardı ki içeriye girip çıkanların f a r k ı n d a bile o l m u yorlardı.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR Yanlarına girdiğim arkadaşlar ağızdan:



hemen



363 * hep



bir



— K â z ı m Bey! Bu n e h a l ? Bize b i r d ü z i y e m e d hettiğin insanlar meğerse ne dar kafalı adamlarmış. Biz M e r k e z i U m u m i y i büsbütün başka sanıyorduk. Bu a d a m l a r l a m a k û l m ü n a k a ş a nasıl olur? Ş i m d i b u alkış budalalariyle ne yapacağız? — A r a d a k i g ö r ü ş f a r k ı m u h i t l e r i n tesirinden olacak. H e r h a l d e boş kafalı i n s a n l a r değiller. Biraz sük û n e t e gelsinler de birlikte t o p l a n a r a k bir p r o ğ r a m h a z ı r l a y a l ı m . Siz b i r a z d a h a b e n i o n l a r l a y a l n ı z b ı r a kın, d e d i m ve t e k r a r S e l a n i k ' t e n g e l e n h e y ' e t i n y a n m a gittim. Şu m u h a v e r e y i açtım : Ben — Merkezi U m u m i ve diğer merkezler tam a m i y l e k e n d i l e r i n i belli e t m e l e r i n d e v e hürriyeti şurası aldı burası aldı gibi m ü n a k a ş a l a r d a mahzur g ö r m ü y o r m u s u n u z ? Biz, S a r a y b u h a l i y l e o r t a d a d u r u p d u r u r k e n ve cemiyetimiz m e ş r u t i y e t idareye n e ş e k i l d e f a a l i y e t l e i ş t i r a k e d e c e ğ i n i b i r k o n g r e ile k a r a r l a ş t ı r m a d a n önce b ü t ü n i d a r e m e k a n i z m a m ı z ı ort a y a ç ı k a r m a k t a tehlike buluyoruz. İçten dıştan binbir entrikalarla çıkarılacak bir irtica' hareketi karşısında herşeyimizin apaçık h ü c u m a m a r u z bulunmasını tehlikeli görüyoruz. «Alkışlar ve Yaşa» haykırışları k a r ş ı s ı n d a zevk d u y m a k t a n İstanbul m e r k e z i kend i m m e n ' etmiştir. M e ş r u t i y e t i S e l â n i k aldı, Ü s k ü p aldı gibi m ü n a k a ş a l a r d a a r k a d a ş l a r ı m ı z ü z e r i n d e f e n a t e s i r y a p m ı ş t ı r . M e r k e z i U m u m i ' n i n ilk işi b i r b e y a n n a m e ile İ s t a n b u l ' d a , E d i r n e ' d e , İ z m i r ' d e v e s a i r y e r lerdeki teşkilâtını ilân ederek istibdad idaresinin kaldırılarak h ü r r i y e t i n ilânı için yenilmez bir k u d r e t e sa-



364



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



h i p o l d u ğ u n u i l â n e t m e l i idi. (*). A k s i n e o l a r a k siz işi m a h d u t s a h a y a i n h i s a r edici m ü n a k a ş a l a r y a p ı y o r s u nuz. H e m de yeni t e m a s a geldiğiniz İstanbul merkezi a r k a d a ş l a r ı m ı z a k a r ş ı . S u l t a n H a m i d , b u işin n i h a y e t Üçüncü O r d u y a dayandığını s a n ı r s a milletin b a ş ı n a altından k a l k a m a y a c a ğ ı bir istibdad halkasını geçirmeye cür'et eder. — H a l k ı n ş u h e y e c a n ı h e r işin a r t ı k h a l l e d i l m i ş o l d u ğ u n u göstermiyor m u be Kâzım! diye b e n i m hak i k a t e u y g u n o l a n m ü t a l â a l a r ı m ı R a h m i Bey v e o n u t a s d i k l e C e m â l Bey c e r h e t m e k istediler. — Ş u b a ğ ı n ş a n l a r ı n ve el ç ı r p a n l a r ı n y ü z d e seks e n i n i n S u l t a n H a m i d t a r a f t a n ve h a t t a h a f i y e t e ş k i lâtına m e n s u p kimseler olmadığını nasıl inanıyorsun u z ? E ğ e r S u l t a n H a m i d c ü r ' e t e d i p sizin t e v k i f i n i z e emir verse İstanbul'daki bir avuç cemiyet mensuplar ı n d a n b a ş k a sizi m ü d a f a a y a k o ş a c a k k a ç kişi b u l u nabilecek sanıyorsunuz? Merkezi Umumi'yi temsilen İ s t a n b u l ' a böyle mi gelmeniz d o ğ r u d u r . Selâhiyet sah i b i iki a r k a d a ş g e l s e y d i n i z . Y a p a c ğ ı m ı z p r o ğ r a m m esas maddesi Merkezi Umumi'yle Sultan Hamid'in resmi teması olacaktı. Eğer bu padişahı t u t a c a k s a k onu b e l k i S e l â n i k ' e b i r s e y a h a t e b i l e r a z ı e d e r d i k . B u olmazsa Merkezi Umumi hey'etine karşı m u a z z a m bir i s t i k b a l r e s m i h a z ı r l a r d ı k . O r d u v e d o n a n m a n ı n iştirak; e t m e s i l â z ı m g e l e n b u m e r a s i m d e n h ü k ü m e t i d e h a b e r d a r ederek cemiyetimizin azametini İstanbul'a ve bu suretle cihana gösterirdik. O z a m a n cemiyetimiz belki bin misli k u d r e t kazanırdı. ( * ) Şifahî ve tahriri olarak hatta Edirne merkezinden dahi milracatlanmıza rağmen böyle bir beyanname çıkarmayan Merkezi Umumi gafletini ancak 31 Mart İsyanım görünce anladı.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



365 *



Sözlerimin tesirini gördüm. Suçlu gibi bu arkadaşlar birbirine bakıştılar. Hüseyin Bey de bana hak vererek dedi: — Çok doğru söylüyor. Merkezi Umumi'nin meydana çıkması ve bu şekilde bir hey'etin İstanbul'a gelişi hakikaten bizi olduğumuzdan daha zayıf gösterecektir. Cemâl ve Bahmi Beyler birbiriyle bir şeyler konuştular. Selanik'ten on fedai istemeye k a r a r vermişler. Kod usulü bir telgraf yazdılar ve bugün istirahat edeceklerini yakında Talat ve Hafız Hakkı Beyler de Eidrne'den geleceklerinden esaslı görüşüleceğini söylediler. EDİRNE'DE ASKERÎ İSYAN 20 Temmuz 1324 de merkeze uğradığım zaman Talat ve Hafız Hakkı Beyleri burada buldum. En karanlık günlerde tanıştığım Talat Bey boynuma sarıldı, öpüştük. İlk sözü: — Kâzım! Edirne'de askerin isyanından haber aldmız mı? dedi. Ben — Edirne'den hiç bir haber alamadığımdan sıkılıyordum. İsyan mı çıkmış? Siz neler biliyorsunuz? diye sordum. T a l a t — B e n H a f ı z H a k k ı ile E d i r n e ' y e g i t m e k ü z e -



re Kuleli Burgaz'da hey'etten ayrıldık. Birkaç gün önce Serez ve Drama'dan Erkânıharp yüzbaşı Ruşenî, Yüzbaşı Ragıp Rıfkı, Drama ceza reisi Azmi ve eşraftan bazı kimseler bir hey'et halinde Edirne'ye gitmişlerdi. Bunlar Selânik'e döndüler. Bir şeyden bahset-



366



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ



mediler. Fakat dün bir askeri isyan olduğunu haber aldığımızdan Edirne'ye gitmeyerek İstanbul'a geldik. 17 Temmuz gazetelerinde de, Selanik'ten bir hayli zabit ve asker Edirne'ye geldi. İstasyonda pek parlak istikbal olunduğunu yazıyordu. Ben — Sirkeci telgrafhanesine gidelim. Edirne merkezinden Erkânıharp Yüzbaşı İsmet Beyi makine başına çağırtıp vaziyetin ondan öğrenelim. Talat Bey memnun oldu. Gündelik gazetelerde bu hususta havadis var mı diye de göz gezdirirken îkdam'da şu telgrafı gördüm : Dün gece Edirne'den aldığımız telgrafnamedir: Sevgili vatandaşlarımıza ahvali hazırayı suitefsir etmemelerini rica ederiz. Padişahımız Sultan Hamid'i sâni efendimiz hazretleri bizim yegâne istinadgâhımızdır. Nefsi hümâyunları bütün ordu ve millettin canı ve kanile tahtı kefalettedir. Biz cümleten hayatı şahanelerini millete bağışlaması için gece gündüz bârgâhı kibriyaya dua etmekteyiz. Maksadımız birkaç hainin ortadan kalkması idi. Padişahımız bize o büyüklüğü de ihsan etti. Askerin istediği Padişahımızın selâmına nail olması idi. O da hasıl oldu. Binaenaleyh artık düşünecek, isteyecek bir şey yoktur. Yaşasın Sultan Hamid. 19 Temmuz 1324 İttihad ve Terakki Cemiyeti Talat Beyle Sirkeci Talat Bey dedi:



telgrafhanesine



yola çıktık.



— Kâzım! Bu vaziyet hiç hoşuma gitmiyor. Bakalım iş nereye varacak? Edirne merkezi; «Padişahım Çok Yaşa!» ya başladı. Arkadaşlara askerler zorla



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR m ı y a z d ı r d ı l a r , k i m bilir. Ş a ş k ı n l ı k t a n c e m i y e t i n nı bile alt ü s t etmişler.



367 * adı-



Dedim: — T a l a t Bey! V a k t i y l e E i d r n e ' y e e h e m m i y e t verilmesini defalarca söylemiştim. Orada teşkilâta çok geç başladınız. Sonra da meşrutiyetin ilâniyle berab e r işi b i r e l d e n i d a r e i ç i n b i r p r o g r a m y a p a r a k v e mühim merkezlerden birer m u r a h h a s ç a ğ ı r a r a k Sel â n i k v e y a İ s t a n b u l ' d a gizli bir t o p l a n t ı ile b u p r o ğ r a m ı t e s b i t ile işe b a ş l a m a d ı n ı z . E n b ü y ü k h a t a d a İ s t a n b u l ' a b i r yolcu gibi bir h e y ' e t i n gelmesidir. B u n u h ü k ü m e t e d e bildirerek b ü y ü k m e r a s i m l e y a p m a l ı idik. M e ş r u t i y e t i n i l â n ı n d a n s o n r a bile E d i r n e ' n i n h a l i n e vakıf o l m a m a k Merkezi Umumi'mizin pek de kudretli e l l e r d e o l m a d ı ğ ı k a n a a t i n i h e r k e s e g ö s t e r m e k t e dir. T a l a t B e y ç o k y e ' i s l i idi. B a n a y a v a ş s e s l e ş u cevabı verdi: — K â z ı m ! N e s ö y l e r s e n h a k k ı n v a r . Biz S e l a n i k ' te kolayca meşrutiyeti ilâna m u v a f f a k olduk diye neş'eden fazla sarhoş olduk. A m a Sultan Hamid'in kend i n i h a l ' e t m e y e k a d a r işi i l e r i g ö t ü r e c e ğ i m i z d e n e n d i şe e t m e s i n e d e m e y d a n v e r m e m e k için m e ş r u t i y e t i n ilânının ertesi g ü n ü de onu teskin edecek bir beyann a m e n e ş r e t t i k . Sizin İ s t a n b u l m e r k e z i n c e neşrettiğiniz b e y a n n a m e onu ürkütebilir. T a l a t Bey cebinden b u b a s ı l a r a k d a ğ ı t ı l a n b e y a n n a m e l e r i n i n bir tanesini b a n a verdi. Sirkeci telgrafhanesine de gelmiştik. Edirne m e r k e z i n d e n Erkânıh a r p Y ü z b a ş ı İsmet ve Seyfi Beyleri istedik. B u n l a r bulduruluncaya kadar ben de beyannameyi okudum. Aynen şudur:



368



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



12 TEMMUZ 1324 TARİHLİ SELÂNİK MERKEZİNİN BEYANNAMESİ Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti, Kanuni Esasî'nin tatbikini temin etmek ve Meclisi Meb'usanı açtırmak maksadı mukaddesini takip etmiş ve hükümdarımız 11 Temmuz 1324 tarihinde Milleti Osmaniyeye Kanunu Esasi'yi ve Meclisi Meb'usanı bahş eylemiştir. Memlekette şimdiye kadar cari olup cümlenin mucibi şikâyeti olan ahval ve kavanini mevzua ahkâmının keyfe göre tağyir ve tebdili ve nizamatı devlete gerek idarei keyfiye gerekse ahali t a r a f ı n d a n riayet edilmemesi yüzünden ileri geldiği herkesin malûmudur. Ahiren hükümdarımız Milleti Osmaniye'ye bahşi hürriyet etmiş ve binaen aleyh badema Kanunu Esasi dahilinde ifayı u m u r edecek hükümet meşru olup hürriyet meşruiyet ve meşrutiyet dairesinde nizamatı mevzuanın temamii tatbik ve infazına mecbur olan bilcümle memurini hükümet tarafından vaki olacak tebligata riayet ve mutavaat edilmesi zaruri; aksi halde memleket dahilinde harekâtı hodserane temadisinde emniyet ve asayişi umumiyenin muhtel olacağı tabiîdir. Bu ise cemiyetin maksadına külliyen münafi olacağından harekâtı mezküreye mütecasir olanlar ve işaat ve beyanat ve tebligat ve metalibatı ferdiye ve indiyeye kıyam edenler cemiyetin himayesinden ziyade takip ve takbihe duçar olacağım ve Milleti Osmaniyemize yeni bir devri hürriyet ve saadet küşâd etmiş olan padişahımız hakkında lâyık olan hürmet ve riayette kusur edilmemesini Osmanlı Terakki ve İttihad cemiyeti görülen lüzum üzerine ahaliye tebliğ ve ilân eder. 12 Temmuz 1324 Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti Selanik Merkezi



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



369 *



Sultan Hamid'i hal'etmedikçe meşrutiyetin kurulacağına asla i n a n m a m ı ş b u l u n a n ve S u l t a n Reşat'ı g e ç i r e r e k işi k ö k ü n d e n h a l l e t m e k k a r a r ı n d a b u l u n a n arkadaşlarımızın t a m m u v a f f a k olacakları bir sırada b u h a t a y ı nasıl i r t i k â p e t t i k l e r i n e h a y r e t e t t i m v e Talat Beye sebebini s o r d u m . Sebebi pek g a r i p şöyle k i : U m u m Müfettiş Hüseyin Hilmi P a ş a meşrutiyetin ilânının ertesi g ü n ü Selânik'te M a n y a s î zade Avuk a t R e f i k Beyi ç a ğ ı r a r a k d i y o r k i : « P a d i ş a h ı m ı z h a k k ı n d a b a z ı ş a y i a l a r v a r . C e m i y e t b u n u t e k z i b etsin!» Meşrutiyetin ilâniyle b e r a b e r Merkezi Umumi, Selanik merkeziyle birlikte Splandid Palas otelinde ç a l ı ş ı y o r m u ş . R e f i k Bey gelip H ü s e y i n H i l m i P a ş a n ı n a r z u s u n u bu merkezlere bildirmiş ve böyle bir beyann a m e n e ş r i l ü z u m u n u d a anlatmış!..? H e r iki m e r k e z de b u n u kabul ederek bu sakat beyannameyi yazıp bastırmışlar. Selânik merkezi mührüyle mühürlener e k s o k a k l a r a astırmışlar, ve elden dağıtmışlar. — T a l a t Bey! Ş u h a l d e E d i r n e ' d e a s k e r i n i s y a n ç ı k a r m a s ı n a h a y r e t e t m i y o r u m . Ç ü n k ü s i z k e n d i elinizle Sultan Hamid'e bu fırsatı vermişsiniz! Mademki h ü r r i y e t i o b a h ş e t m i ş , y i n e m ü s a i t z a m a n d a a l a b i leceğine elbette inanmıştır. Bu a r a l ı k E d i r n e telgrafhanesine İsmet Beyin ( İ n ö n ü ) g e l d i ğ i n i b i l d i r d i l e r . Biz d e k e n d i m i z i b i l d i r e r e k isyanın sebep ve mahiyetini sorduk. — Padişahımıza suikast yapılmış diyorlar. Gidip p a d i ş a h ı m ı z ı g ö r m e k isteriz! diye b a ğ ı r ı ş a r a k kışlal a r ı n d a n çıkan bir kısım asker zabitlerinin sözünü d i n l e m e y e r e k i s t a s y o n a gittiler. S a d r a z a m ve MaP . : 24



370



ÎTTİHAD VE TERAKKİ CEMİYETİ



b e y n l e m u h a b e r e e d e r e k T r e n l e İ s t a n b u l ' a y o l a çıktılar. Şimdilik Edirne'de s ü k û n e t vardır. Vaziyetin nasıl ve nerede k a r a r vereceği anlaş ı l m a y a n b u i s y a n T a l a t Beyi f e n a h a l d e s a r s t ı . Ç o k ye'isli b i r h a l d e t e l g r a f h a n e d e n çıktık. (*) T a l a t Bey b i r iç a c ı s i y l e b a n a ş u n l a r ı s ö y l e d i : — K â z ı m ! Ş i m d i n e o l a c a k ? Bu a s k e r l e r , b u r a d a kileri de a y a k l a n d ı n r s a bir de S u l t a n H a m i d b u n l a r d a n cesaret a l a r a k h a r e k e t e geçerse n e yaparız? Keşk e m e r k e z i n i z gizli k a l s a y d ı . A h v a l i b i l m e y e n a r k a d a ş l a r ı m ı z ı n b ü y ü k g a f l e t l e r i bize p a h a l ı y a m a l olacak. Çok haklı imişsin. Şimdi n e d ü ş ü n ü y o r s u n ? — T a l a t b e y ! Y a p ı l a c a k ilk iş b a s i t t i r . Derhal Harbiye Nazırına müracaatla bu askerin kat'iyyen Sirkeci ye indirilmeyerek m ü n a s i p bir yerden v a p u r la Beşiktaş'a nakillerini istemektir. Aynı z a m a n d a bu askerin içme Beşiktaş'tan adamlarımızı k a t a r a k onlara şu propagandayı yaparız: «Terakki ve İttihad cemiyeti padişahımızdan terh i s i n i z i r i c a etti. Siz d e i s t e r s e n i z P a d i ş a h ı m ı z i r a d e eder.» ı Ondan sonraki ahvale göre hareket tarzını düş ü n ü r ü z . Biz t e ş k i l â t ı m ı z ı t e m a m i y l e o r t a y a a t m a d ı k . H e l e f e d a i l e r i m i z t e m a m i y l e gizlidir. İ h t i y a t olar a k s i z l e r a h v a l i n a ç ı l m a s ı n a k a d a r gizli b u l u n u n u z . T a l a t Bey m ü t a l â a m ı b e ğ e n d i v e b e n d e d e r h a l icabeden tedbirleri aldım. Beşiktaş'a askerin a r a ş m a ( * ) Bu telgrafhane sonraları bir aralık İstasyon lokantası oldu. Daha sonraları da yıkılarak oraları meydan haline konuldu.



HÜRRİYET MÜCADELESI BAŞLIYOR



371



b u işi e n iyi b a ş a r a c a ğ ı n ı b i l d i ğ i m k a r d e ş i m m ü l â z ı m ı e v v e l ( Ü s t e ğ m e n ) H u l u s i Beyi sivil o l a r a k saldırdım.



Harbiye Nezaretince de askerin İstanbul'a sokulması mahzurlu görülerek Harbiye Nazın Ömer Rüşt ü ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Şakir Paşalar treni mahsusla Hadımköy'e giderek bizim düşündüğümüz gibi vapurlarla Ayastafanos'tan (Yeşilköy) Beşiktaş'a naklolunduklarını ve sayılarının 350 nefer olduğu «terhisinizi isteyiniz!» propagandasının çok hoşlarına gittiğini, «cemiyete Yaşasın!» dediklerini öğrenerek Talat Beye müjde verdim. Talat boynuma sarılarak teşekkürlerini söyledi. Benim Edirne teşkilâtım kuvvetlendirmek için bir aralık Edirne'ye gitmekliğimi rica etti. Bunu çok önceden düşünerek Edirne Harbiye ve İdadi mekteplerinin imtihanlarını teftişe memur edildiğimi ve Ağustosun haftasında buradaki Harbiye mektebi imtihanlarmdaki vazifem bitmiş olacağmdan oraya gideceğimi söyledim. Çok memnun kaldı. Edirne isyanının mahiyetini Edirne'ye gittiğim zam a n i n c e d e n i n c e y e a r a ş t ı r d ı m v e t e l g r a f h a n e d e n isy a n e d e n a s k e r i n İ s t a n b u l ile m u h a b e r e l e r i n i d e a l d ı m . Şöyle k i : Üçüncü O r d u n a m ı n a diye meşrutiyetin haftas ı n d a E d i r n e ' y e S e r e z ve D r a m a ' d a n b i r h e y ' e t gelmiş. E r k â n ı h a r p Y ü z b a ş ı Giritli Ruşeni, Yüzbaşı Rag ı p Rıfkı, D r a m a c e z a reisi A z m i B e y l e r ( İ s t a n b u l Polis M ü d ü r ü U m u m i s i o l a n ) v e D r a m a S e r e z e ş r a f ı n d a n bazı zatlar. Edirne'deki arkadaşlarımız b u n l a r a parlak bir karşılama hazırlamışlar. Asker kıt'alan ve koşulu b a t a r y a l a r bile çıkarmışlar. Y a p ı l a n t a k l a r a o z a m a n a k a d a r â d e t olan «Padişahım çok yaşa»



572



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



levhlan da konmuş. Ruşenı bu parlak merasimden heyecanlanarak büsbütün çileden çıkmış ve kılıcını çekerek bağırmış: — Bu menhus levhalar hâlâ burada neden asılı duruyor! Biz onu şöyle yaptık, böyle yaptık!., diye söylediğinin sonradan dahi farkına varmadan kılıcı ile bu levhaları parçalamış!.. (*) Bu vaziyet askere çok kötü tesir yapmış. Orada ses çıkmamış. Fakat kışlalara döndükten sonra kaynaşma başlamış. Münakaşaların sonunda cemiyetin padişahın düşmanı olduğuna, padişahımızı öldüreceklerine veya öldürdüklerine k a r a r verilmiş. 19 Temmuz 1324 de kışlalardan boşanarak istasyon yolunu tutmuşlar. Yollarda cemiyete karşı küfürler savurmuşlar. Bunları durdurmak ve nasihat vermek isteyen bazı zabitleri ve bu a r a d a Edirne cemiyetinin ikinci numarasını taşıyan ve merkez azasından bulun a n Topçu Yüzbaşısı İhsan Divitcileri de dövmüşler. Askerin başında Alay m ü f t ü s ü Yalıya ve alaylı Kolağası Ömer bulunduğu halde istasyona gelmişler. Makine başındaki muhaberelerine ait üç telgraf aynen şunlardır: Sadrazam Sait Paşa Hazretlerine, Atabei Şahaneye Cemiyeti İttihadiye namı mefsedetiyie Padişahımızın düşmanı olduğuna ve Padişahın çok yaşa elvahı daiyesini çâk ederek nefsi nefisi h ü m â y u n u n a suikast etmek ve madalyalarımızı toparlayarak iradei ( * ) Söylediğini anlamak kabiliyetine göre insanlar dört çeşittir : 1. — Söylemeden düşünür. Şu halde sözünün mânasını bilerek söyler. 2. — Söyledikten sonra ne söylediğinin farkına varır. 3. — Söyledikten sonra da farkına varmaz, ancak kendisine İhtar olunursa anlar. 4. — Kendisine ihtar olunsa da «ninma* veya anlasa da inat eder durur.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



373 *



şahaneleri olmadan bir nişanei mefsadet olmak üzere allı yeşilli şerit taktırdıkları, biz müslüman asker kulların gayreti diniyemize dokunarak bizzat padişahımız efendimiz hazretlerinin tahtı âlibahtı Osmanide istikrarı uğrunda ve bilumum efradı şahane ve bir alay müftüsü ve iki üç zabit bulunduğumuz halde hâkipayı şahanelerine yüz sürmek ve uğuru şahanede can vermek üzere Edirne istasyonunda bekliyoruz. Ferman Padişahımız efendimiz hazretlerinindir. 19 Temmuz 1324 Alay Müftüsü Yahya Efendi Sadrazam Sait Paşa Hazretlerine Zabitan umumiyet denilecek derecede cemiyete dahil olduğundan ve cemiyetin amali de sadıkanı padişahiyi katletmek üzere yemin ve ahdi misâkta bulunduklarından her birerlerimizi günagün ve bahusus başımızdaki zabitanı katletmek ağlebi ihtimâl olduğundan her bir taburdan miktarı münasibinin ve kaç kişiden mürekkep olmak icabederse bir hey'etin kabulü veyahut bizim ne suretle idamei h u k u k u m u z lâzım geleceği arz ve istizan olunur. 19 T e m m u z 1324 U m u m efradı Kolağası Alay Müftüsü şahane Ömer Yahya Telgrafnamei sami' Timurtaş'ta U m u m Asakiri Şahane n a m ı n a Alay Müftüsü Y a h y a ve Kolağası Ömer Beylere C. 1 9 / T e m m u z 1324. V e l i n i m e t i m i z Padişahımız e f e n d i m i z hazretlerinin k a v a n i ı ı i âdilelerinin tahtı himayesindesiniz. Sabır v e itidali iltizam e y l e m e n i z Harbiye Nezareti Celilesinden b a iradei seniye vaki ola-



374



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



cak evamire ve vesaya dairesinde hareket etmeniz lâzımdır. Telgrafınız Nazın müşarünileyh hazretlerine elden verilmiştir. 19 T e m m u z l 3 2 4



Sadrazam Sait Bu hâdisenin neticesini Edirne merkezi telgrafla 24 Temmuz saat 5 işaretli telgrafiyle bildirdi: İstasyonda toplanmış olan efradı müstebeddileden üçyüz elli k a d a n başlarında hemen hiç zabit bulunmayarak İstanbul'a gittiler. Hadımköyü'nde istikbal ve Ayâstafanos'ta vapura irkâp olunarak Beşiktaş'a nakledildiler. Sarayda birkaçı şeref misüle nail oldu. Kendilerine zabitlerine itaatleri emrolundu. Avdetlerinde istasyonda bulunan bilcümle asker ile beraber kışlaya girdiler. Bu harekât esnasında heyecan görülmüş ise de ahaliye hiç bir tecavüz vukubulmamış olması emniyet vermiştir. Talepleri ve fikir ve niyetleri tam para ile müstebdel olmaya inhisar etmiştir. Merkezde bulunan efrad bütün matluplannı almak için israr ettiklerinden elde mevcut para verilerek terhis ediliyorlar. Mevaki'de efradı müstebdilenin dahi tam matluplan verilerek terhis edilmeleri derdesttir. Edirne Merkezi. Merkezi Umumide bunu aynen bastırarak on para fiatlı bülten şekilde her t a r a f a yaydı. İsyana sebep olan Ruşeni'yi de Selânik'e çağırarak İzmir'e bir hey'et halinde yollamak gibi kısa düşünürlük yaptı. Edirne'ye gittiğim zaman Merkezi Umumi'nin bu gafletini oradaki arkadaşlanm bana şikâyet ettiler. Edirne'deki çalışmalanm bahsinde bunu da göreceğiz.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



375 *



SELANİK'TEN GELEN HEY ETİN ÇALIŞMALARI Ben, Merkezi Umumi'nin İstanbul'a selâhiyet sahibi bir iki kişi göndermesini istediğimin sebebi ilk iş Sultan Hamid hakkında vaktiyle düşündüğümüz kararın tatbikini kararlaştırmak idi. Bu ve diğer işler hakkında proğram hazırlayarak neleri, nasıl yapacağımız hakkında fikirlerimizi birleştirmek ve tesbit etmekti. Bu arada Merkezi Umumi'den resmi bir surette bir murahhas hey'etinin de parlak bir merasimle gelişini de hazırlayacak idik. Çok sayıda bir hey'etin tam Edirne'de askeri isyan çıktığı bir sırada İstanbul'a gelişi cemiyetin prestijini çok küçülten bir hâdise idi. Bunu niçin yaptıklarını sorduğumda Talat Beyden şu cevabı aldım : — Sadrazam Sait Paşa, Meşrutiyetin ilânını müteakip Selânik'teki müfettiş Hüseyin Hilmi Paşaya telgarf çekmiş. Terakki ve İttihad merkeziyle yakmdan temas edebilmek maksadiyle İstanbul'a murahhas gönderilmesini istemiş. Merkezi Umumi de bizi seçti. Burada Merkezi Umumi selâhiyetiyle iş görebilmek için kuvvetli geldik. Sultan Hamid de meşrutiyeti kabul ettiğinden yapılacak işleri ona yaptırabileceğimiz kanaatindeyiz. Ona karşı yapılacak her hareket krallık ve imparatorlukla idare edilen İngiltere ve Almanya'da da fena tesirler yapar. Eğer meşrutiyeti kabul etmeseydi tabii biz de işi sonuna kadar götürerek vaktiyle düşündüğümüz gibi Reşat Efendiyi tahta geçirirdik. Ben — Siz teşkilâtınızı ve bütün şahsiyetlerinizi ortaya atarken Sultan Hamid'in para ve mevki kuvvetiyle bir takım gizli teşkilât yaptırmayacağı ve ga-



376



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ



zeteler satın almayacağı ve ilk fırsatta bir irtica' hareketiyle hürriyet severleri yok ederek daha kötü ve daha zalim bir istibdad idareye dönmeyeceği hakkında düşüncelerinizde bir hava payı bırak mıyorsunuz? Tarihin birçok misâlleri, hele kendi tarihimizin ve hatta Sultan Hamid'in yaptığı ortada dururken bu hareketimiz saflık değil daha ağır bir şeydir. Şu Edirne isyanı da gösterdi ki en ufak bir bahane ile İstanbul'da veya başka yerlerde askeri isyanlar çıkarılabilir. Bu isyanlar hürriyet ve meşrutiyet severleri ve bütün cemiyetimizi kanlar içinde boğabilir. Talat — Eğer Sultan Hamid isteseydi bu Edirne isyanını pek âlâ istanbul'a veya başka yerlere de teşmil edemez mi idi? Bu Edirne isyanı da gösterdi ki Sultan Hamid'e güvenmekte isabet etmişiz. (Öyle, doğru diye hey'etten de tasdik edenler oldu.) Ben — Ben öyle düşünmüyorum. Henüz Sultan Hamid ve taraftarları cemiyetimizin kuvvet ve kudretini anlamış değillerdir. İstanbul'da kuvvetli bir .fedai teşkilâtı olduğunu, Ordu ve donanmada da cemiyetin kuvvetli teşkilâtı bulunduğunu sanıyorlar. Henüz ilk darbenin tesiri de ortadan kalkmamıştır. Bundan başka Edirne isyanı nihayet tezkere isteriz şeklinde sona ermesinden bu kuvvete güvenemeyeceğini Sultan Hamid pekâlâ anlamıştır. Talat — Peki, ne yapalım o halde? Ben — Cemiyet teşkilâtını ortaya atmayalım ve yine gizli faaliyetine devam ettirelim. Cemiyetin mevcut kuvveti hakkında Merkezi Umumi beyanatta da bulunsun, istanbul ve Edirne'de teşkilât, icabında Sultan Hamid ve istibdad taraftarlarını ortadan kaldırabilecek fedai teşkilâtı saraya kadar sokulsun. Bir taraf-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



377 *



tan da meşrutiyet idarenin icabı siyasî partiler kurulsun. Bunlar cemiyetin tanınmış şahsiyetleri tarafından yapılacak fikir arkadaşları topluluğu ve proğramiyle açıktan faaliyete girişirler ve intihabat ta bu esasa göre yapılır. :jt* O



Benim bu mütalâalarım, hiddetle sonra da istihza ile karşılandı. Bu işlere ancak Selânik'te toplanacak kongrede k a r a r verilebileceği söylenerek şimdi hey'etin neler yapmasını düşündüğüm benden soruldu. Ben — İkişer ikişer kabinenin muhtelif azasiyle görüşelim. Onlarm fikirlerini önce tesbit ettikten sonr a ikinci bir toplantı 3'aparak fikirlerimizi beyan edelim ve bir proğram yapalım. — Bu fikir güzel, bravo, bravo! diye sesler bu teklifimi beğendiler ve kabul ettiler. İkişer ikişer ayrıldık. Talat ve Hafız Hakkı Sadrazama, ben Avukat Baha ile Tophane Nazırı Ali Rıza Paşaya gittik. 13 Temmuz 1324 de Zeki Paşanın yerine bu makama tayin olunan Ali Rıza Paşa, bizi sevgi ve saygı ile karşıladı. Cemiyetin bu kararından çok memnun kaldığını bildirerek, padişahı kuşkulandırmamak çok mühim olduğunu ve hükümetin kendi proğramım serbest olarak tanzim ve ilân etmesinin en hayırlı bir yol olduğunu, meşrutiyet idarenin kökleşmesi için lâzımgelen icraatın hükümet tarafından almması her türlü fenalıkları önleyebileceğini, cemiyetin de bir murahhas hey'etiyle hükümetle bir düziye temasta bulunması maksada kâfi geleceğini izah etti. Bu güzel fikirlere teşekkür ettik. Yalnız bir endişemin beyanına müsaadelerini isteyerek dedim :



378



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



— Güzel fikirlerinizi bütün arkadaşlarımızın kabul edeceğine şüphe etmiyoruz. Ancak uzun yıllar keyfi idareye alışmış bulunan Sultan Hamid'in zayıf bir zamanımızda ikinci bir defa daha bu yola sapmak isteyeceğini hiç mi düşünmeyelim? — Cemiyetiniz hürriyeti almak için neler düşündü ve yaptı ise onu devam ettirmek için de düşünüp yapabileceğini elbette Sultan Hamid de hesaba katar. *5i:*



Selanik m u r a h h a s hey'eti ve İstanbul merkezi ikinci ictimamızda aşağı yukarı aynı cevaplan almış olarak toplanmış bulunuyorduk. Şu halde kararımız kolay oldu : Hükümeti icraatında serbest bırakmak, proğramını istemek ve murahhas hey'etinden ayrılacak bir iki kişi ile bir düziye hükümetle temasta bulunmak. Ben ayrıca d a h a önceden de ileri sürdüğüm iki ricada bulundum. Biri cemiyetin kuvvetini göstermek için bir beyanname neşri. İkincisi Sultan Hamid'e karşı çok ihtiyatlı bulunmaklığımız. Akşamları Sirkeci'deki Köfteci Ali Efendinin lokantasında bulunmak karariyle ayrıldık. * *



*



İstediğim beyannameye yanaşılmadı. Üsküp merkezinden gelen Necip Draga da buna pek içerledi ve meşrutiyetin alınmasında; Firzovik'te toplanan Arn a v u t l a n n Üsküp merkezi vasıtasiyle padişahı tehdidin tesirlerini -kendi bildiği ve arzu ettiği gibi- yazdırdı. Bunlardan hayli nüsha alarak Üsküp'e gitti. Giderken Selanik arkadaşlanmıza karşı ateş püskürerek bana dertler yandı. Sultan Hamid'e karşı çok ihti-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



379 *



yatlı bulunmaklığımız lüzumuna Selanik'ten gelen arkadaşlar hiç de ehemmiyet vermiyorlardı. Hatta 21 Temmuz gazetelerinde kendilerini ilân dahi ettirdiler. Ne ise ki ilk beyannamelerindeki hatayı anlayarak İstanbul merkezinin fikrine gelmişler, Kanunu Esasi'yi cemiyetin ilân ettirdiğini ilân etmişlerdi. Tebliğ aynen ş u d u r : TANİN İDAREHANESİNE (Diğer gazetler de var) Osmanlı Terakki ve İttihad cemiyeti mülkü millete Kanunî Esasi'yi bahşettirmiş ve kanunu mezkûrdan temamii istifadeyi mukaddes ve muazzez bir maksad olarak takip etmekte bulunmuş olduğu umumun malûmudur. Sayei şahanede bir şekli meşrutiyet kazanmış olan hükümeti haziranın cemiyetin maksadı mukaddesine henüz tamamen kesbi ıttıla edemediği varidi mütâlâa olduğundan cemiyet ise bütün iktidar ve mesaisi ile yeddi erbabı namus ve liyakatte görmek istediği hükümetin tealii şanu şevketini temin ve millete müstait ve müstahak olduğu refah ve saadeti istihkar etmekten başka bir emeli olmadığından ve el birliğiyle ve bir saiyi mütemadi ile sırf bu emeli muazzez ve mukaddesin saha arayı huhusul olması için ibrazı mesai edilegelmekte olduğundan hükümeti hazıra ile hadimi millet ve vatan olan cemiyet beyninde vücudu lâzimeden olan itimat ve emniyetin celb ve terakkisine çalışılarak bu babdaki emeli mübeccelin tesrii, husulü için efradı cemiyetten Erkânıharp Binbaşı Cemâl ve Hakkı Beylerle Necip, Talat, Rahmi, Cavit ve Hüseyin Beylerden mürettep bir hey'eti mahsusa Dersaadete azimet etmişlerdir. 19 Temmuz 1324 Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti Selânik Merkezi



380



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



SULTAN HAMİD'LE MÜLÂKAT Akşam üstü köfteci Ali Efendinin lokantasına gittim. Az sonra Talait ve E r k â n ı h a r p Binbaşı Hafız Hakkı Beyler geldiler. Çok m e m n u n ve şen idiler. İsmail Hakkı Bey sordu : — Kâzım! Bil bakalım, biz nereden geliyoruz?.. Ve arkasından şu sözleri de yetiştirdi: — Beyhude düşünme bulamazsın. Hiç kimsenin aklına gelmeyeceği bir yerden! (Kulağıma eğilerek yavaş sesle) Saraydan! Sultan Hamid'le mülakattan!., dedi. Ben — Mülâkatm şekli hoşa gidecek tarzda değil. Daha öncede söylemiştim. Selânik'ten hükümetin, padişahın ve b ü t ü n İstanbul halkının tantanalı bir şekilde karşılaması lâzım gelen bir hey'et gelmeliydi. İcabeden bu tarzda Saraya gidilmesi cemiyetimizin şerefi ve prestiji için pek iyi olurdu. Bari görüşülen şeyler hepimizi m e m n u n edecek işler midir? Henüz bir proğram tesbit etmeden yapılan bu mülakata Sult a n Hamid; kendisine cemiyetimizin arzı şükranı gibi bakacak ve öyle de yapacaktır. Hafız Hakkı Bey — Kâzım bey! Herif korkusund a n ölecek!.. Cemiyetimizden titriyor. Ne isterseniz y a p m a y a hazırım, diyor!.. Ben — Hakkı Bey, ölen cemiyetimizin prestijidir. Köfteci Ali Efendinin lokantasından saraya gidilmez. Oradan d a yine bu lokantaya gelinmez. Sultan Hamid şu a n d a sizin bu halinizi öğrenerek sevincinden ihtimâl kabına sığamaz olmuştur. Hele elinizde esaslı bir proğram olmadan bu eski müstebit k u r d u n karşısına çıkarak onu hâkim vaziyete sokmanız, ona kim-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



381 *



bilir ne ümitler verdi. Lâfın kısası bütün millet ve ordunun yıllardanberi nefretini kazanan Hamid bu sefer de partiyi vurdu. Bakın başımıza ne çoraplar örecektir. Böyle bir mülakat yapacağınızı hiç değilse dah a önceden İstanbul merkezine haber verseydiniz. Her hususta d a h a hazırlıklı gidebilirdiniz. Talat Bey söze karışarak dedi: — Kâzım! Ben seninle gitmeyi de düşündüm. Fakat bir sivil, bir asker kâfidir, dedim. Hakkı senden kıdemli olduğundan onu yanıma almayı tercih ettim. Sultan Hamid'le temastan sonra ona karşı emniyetim daha çok arttı. Onun artık hürriyete, meşrutiyete ihanetine imkân yoktur. Herif bizden ziyade hürriyete t a r a f t a r olmuş. Eğer kendisini ölünceye kadar tutacağımızdan şüphe etmezse dünyada bizden ayrılmaz. Bize karşı bir padişah kibir ve azametini aslâ göstermedi. En yakın arkadaş gibi, hem de kendini bir düziye küçük göstererek bizimle görüştü. Hafız Hakkı da sevincinden ağzı kulaklarına varır gibi bu hali tasdik etti: — Vallahi! Billahi! Öyle. Hayret yahu! Bu herifi yakından görünce insan bunun ne korkak adam olduğunu anlıyor. Ben — Mithat Paşanın ve bir çok vatandaşların katili olan, hürriyet sever insanları zindanlarda, sürgün yerlerinde çürüten bir zalimle görüşmeyi asla düşünmedim. Ona karşı şu dakikada da içimde nefretten başka bir şey uyanmıyor. Ben mütalâalarımı söyledim. Zalimlerin hepsi korkaktır. Zulümlerini tıpkı bir yılan gibi korkak olduklarından yapmaktadırlar. Siz bu halinizle ve hele saraydan köfteci Ali Efendiye gelmekle ona f e n a ümitler verdiğiniz kanaatindeyim.



382



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



O sizi adım adım takip ettirdiğine, hergûn aldığı ve alacağı jurnallarla kendini daha kudretli görerek bir irtica' hazırlayacağına ben de zerre kadar şüphe kalmamıştır. Elinizde bir proğram görmemesi bu eski kurdu zıvanadan çıkaracağım siz de kabul ederseniz. Cemiyetimizin ve dolayisiyle bütün milletin çok hayrın a olur. Talat — Kabineyi değiştirerek şüpheli olan Sait Paşa yerme Kâmil Paşayı getirecek. İnanalım bu herife be Kâzım! Selânik'teki Beyaz Kule bahçesini de cemiyetimize hediye etti. Ben — İnşallah benim düşüncelerim bir vehim çıkar da ben mahcup kalırım. * * *



Arkadaşlarımız, muvaffakiyetlerini ilâve tarzındaki ve on p a r a fiat yazıh beyannamelerle de neşrettiler. 24 Temmuz 1324 gazeteleri de aynen bastı: SELÂNİK'TE OSMANLI İTTİHAD



VE TERAKKİ



CEMİYETİ DAHİLÎ MERKEZİ UMUMİSİNE Bugün dahi arz olunduğu üzere bu gece Mabeyni Hümâyun'a azimet olunarak vatanm selâmeti k a f iyesini temin eyleyecek surette Kâmil Paşanm tahtı riyasetinde isimleri yarın sabah batelgraf arz edilecek olan bütün namuskâr ve pek muktedir zevattan mürekkep bir kabinenin teşkiline ihrazı muvaffakiyet olunmuş ve cemiyeti mukaddesemizin niyyat ve âmalinin n e f i mülkü millet ve padişaha fartı sadakat esaslarına müstenid olduğu hakkında emniyeti kat'-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



383 *



iyei şahane tebşir edilmiş ve Selanik'teki Beyaz Kule bahçesinin Osmanlı İttihad ve Terakki cemiyeti namına inayet ve ihsam makrunu müsaadesi şehriyari olmuş bulunduğu ve üç günlük mesai ve teşebbüsatı âcizanemiz hakkındaki tafsilâtın baposta arz edileceği ve tebşiratı vakıai âcizanemizin Suriye vilâyeti dahi dahil olmak üzere bütün Anadolu ve Rumeli vilâyatı merkezlerine tamim buyurulması maruzdur. Hey'eti Meb'usa 25 Temmuz gazeteleriyle de şu beyannameyi neşrettirdiler : OSMANLI TERAKKİ VE İTTİHAD CEMİYETİNİN BEYANNAMESİDİR Muhterem Vatandaşlarımız; Osmanlı Terakki ve İttihad cemiyeti milletimizi muhtaç olduğu hükümeti mevşrutaya nail etmek için uğraştı. Zatı şevketmeap hazreti padişah! bu maksadın muazzeziyet ve mukaddesiyetini takdir buyurarak milletin Kanunî Esasî'sine, hürriyetine mazhariyetini ilân edilmesini ferman buyurdu. Bu emir ve fermani hümâyunu mülûkane bütün vatam bir gülizan saadet haline getirdi. Bütün kulübü milleti pür neşat ve meserret ve hâkipayi mülükânelerine karşı lebrizi ubudiyet ve hürmet kıldı. Onbeş gündenberi sevgili memleketimizin her noktasında icra olunan parlak nümayişler mahzuziyeti umumiyenin derecei kemâlini ve bilâtefriki cins ve mezhep bilumum tab'anm makamı muallâyı hükümdariye doğru müteveccih bulunduğunu gösterdiğinden şayam şükrandır. Fakat



384



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ



artık bu n ü m a y i ş l e r e n i h a y e t verilerek b ü t ü n efradı •milletin k e n d i i ş l e r i y l e , g ü ç l e r i y l e , v a z i f e l e r i y l e i ş t i gâl edecekleri z a m a n hulûl etmiştir. Cemiyet b u ciheti k e m â l i s a m i m i y e t l e u m u m a i h t a r e y l e r .



Padişahımız efendimiz hazretleri, tab'ai sadıkalarına gerek Osmanlı Terakki ve İttihad cemiyetinin hüsnü niyet ve sadakatine temamiyle mutmain bulunduklarını ve âmali hümâyunu şehriyarilerinin yalnız memleketin temini ü m r a n ve saadetine ma'tuf bulunduğunu lisanı h ü m â y u n u mülükaneleriyle beyan buyurmuşlardır. Artık padişah ile millet arasında hiç bir kuvveti haine kalmadığını izhar eden bu iradatı hakimane milletin muhtaç olduğu namuskâr bir hey'eti vükelânın tayiniyle de kesbi kuvvet ve teeyyüt eylemiştir. Bugün teşekkül eden bu hey'et bütün efradın mazharı itimadı olmaya bihakkın lâyık olduğundan milletin lıey'eti vükelâya temamen raptı kalp etmesini tavsiye ederiz. Bugünden itibaren lıey'eti vükelânın malik oldukları selâhiyeti kâmile dairesinde çalışabilmeleri, vatanm terakki ve tealisini temin edecek mesaili ıslah:yenin müzakeresiyle meşgul olmaları yalnız bir şeye muhtaçtır ki oda, ahali nin idarei u m u r u hükümete ne suretle olursa olsun müdahale etmemesidir. Aksi harekete karşı, memlekette hükümetin mefkudiyeti hissini vereceğinden elbette kat'iyyen şayanı tecviz olamaz. Kan dökmeksizin istihsal edilen maksat ve onbeş gündenberi bütün ecanibin takdir ve talisinin! celb cdecek bir dairei edep ve terbiyede cereyan eyleyen muamelât halkımızın ne k a d a r durendiş, tecavüzden müetenip, her ferdin h u k u k u n a ne kadar riayetkâr olduğunu gösterdiğinden şimdi kazanılan bu muvaffakiyetin kaybedilmemesi için el birliğiyle çalışmamızı umum vatandaşlarımıza ihtar eyleriz.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



385 *



Osmanlı Terakki ve İttihad cemiyeti, muamelâtı resmiyei hükümete bilhassa memurları tayin ettirmek gibi teferruata kat'iyyen müdahale eylemek hakkını haiz değildir. Binaenaleyh güya cemiyet namına hareket ediyorlarmış gibi sahte bir vaz'u tavır takınarak bu kabil metalibatta bulunacaklar hakkında hükümetçe muamelei lâzime icra olunduktan başka harekâtı vakıanın cemiyetçe de şediden muvalıeze ve takbih olunacağı nazarı dikkatten dür tutulmamalıdır. Cemiyet vazifesini suiistimal etmeyerek daima dairei meşruiyette hareket eylemiş ve eyleyecektir. İdarei sabıkaya mensup bazı kimse hakkında da ne yolda muamele icrası icabedeceği makamatı a idesinde tezekkür edilmekte olduğundan bu hususta dahi örfî ve tahakkümî muamelâttan kat'iyyen ihtiraz ve ictinab olunmalıdır. Zira, şunun bunun millet namına hareket etmekle bir kimsenin zarardide olmasını talep eylemeye hakkı yoktur. Aksi takdirde eskiden şikâyet etmekte olduğumuz girivei muamelâta biz düşmüş oluruz ki bunu da elbette vatandaşlarımız tecviz etmezler. İşte bu esbaba mebni Osmanlı Terakki ve İttihad cemiyeti, umum efradı v a t a n a zatı şevketmeap hazreti tacidariye hürmet ve ubudiyetlerinin payidar olmasını, heyîeti vükelâya emniyet ve itimat ve netayice intizar edilmesini, her bir ferdin idarei umuru millete müdahale etmeyerek kendi umuru hususiyesiyle meşgul olmasını ve şahsiyattan ictinab ve ihtiraz etmesini halisane beyan ediyor. Bugünkü gazeteler Sait Paşanın da istif asiyle yerine Kâmil Paşanın tayin olunduğunu ve Şeyhülislâm F. : 25



386



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ



Cem âlet tin Efendinin yerinde bırakıldığını da ilân ettiler. Tarihi bir hatıra olan Padişahın iradesiyle yeni hükümeti kimlerden kurduğunu bildiren, sadrazamın cevabmı aynen yazıyorum : (Veziri mealisemirim Kâmil Paşa) (Sait Paşanın vukuu istifası cihetiyle mesnedi sadaret mücerrep olan sadakat ve ehliyetinize mebniuhdenize ihale ve tevcih ve mesnedi meşihat dahi Cemalettin Efendi uhdesinde ibka kılınmakla diğer vükelânın Kanunî Esasî'miz mucibince bitteşkil memuriyetleri icra olunmak üzere arz ve ahseri amalimiz Devleti Âliye ve Memaliki Şahanemizin müstait bulunduğu her türlü terakkiyatın istikmâli ve bilcümle teb'ai şahanemizin tezayüdü refah ve saadeti kaziyei mühimmesi olmakla, ona göre sarfı mesai olunması matlubu şahaııemizdir. Cenabıhak tevfikatı ilâhiyesine mazhar buyursun.) Fi 9 Recep Sene 1326 HATTI HÜMAYUNU MÜLÛKÂNE SURETİ MÜNİFESİDİR. Mucibince icra olunması Sadareti Uzmanın takriri maruzî suretidir : Teşkili uhdei âcizaneme havale buyurulan Hey'eti Vükelânın sureti tertibi bervechiâti arz olunur Harbiye Nezaretine Recep Paşa Hiriyice Nezaretine İpkaen Tevfik Paşa Adliye Nezaretine İpkaen Hasan Fehmi Paşa Şurayı Devlet Riyasetine Orman ve Maadin ve Ziraat Nazırı sabıkı Tevfik Paşa



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



387 *



Dahiliye Nezaretine Reşit Âkif Paşa Maliye Nezariten esbak Ziya Paşa Bahriye Nezaretine Zırhlı Donanmayı Hümâyun Komodoru Arif Paşa Evkafı Hümâyun Nezaretine Şurayı Devlet Azasından Mahmut Ekrem Bey Maarif Nezaretine İpkaen Hakkı Bey Ticaret ve Nafıa Nezaretine Babıâli Hukuk Müşaviri Gabriyel Efendi Orman ve Maadin ve Ziraat Nezaretine Şurayı Devlet Azasından Mavrokordato Efendi İntihab olunmuş ve Harbiye ve Dahiliye Nezaret lerine intihab edilen Recep ve Reşit Paşaların Dersaa dete vüsullerine kadar Harbiye Nezareti umurunun Tophane Nazırı birinci ferik Rıza Paşa ve Dahiliye Nezareti vezaifinin Maarif Nezaretinde bulunacak Hakkı Bey taraflarından vekâleten idaresi münasip görünmüş olmakla takriri âcizanem münderecatı rehini tasdiki âli olarak bâlâsı Hattı Hümâyun cenabı hilâfetpenahileriyle tevşih buyurulduğu halde müşarünileyhin memuriyetleri icra ve ilân olunacağı muhatı ilmi âliyi hazreti padişahlleri buyuruldukta katibei ahvalde emrü ferman hazreti veliyülemir efendimizindir. Fi 9 Recep Sene 1326 Fi 24 Temmuz Sene 1324 Sadrazam Mehmet Kâmil bin Salih 26 Temmuz 1324 İstanbul gazetelerinde «Dün aldığımız Tan gazetesinde okunmuştur» başlıklı Rahmi Beyin İstanbul'daki Paris'te çıkan Fransızca Temps



388



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



gazetesi muhabiri ile mülakatım yazdılar. İstanbul'a geür gelmez yapıldığı anlaşılan bu beyanat hey'eti meb'usa veya m u r a h h a s a diye anılan Selanik'ten gelen arkadaşların Merkezi Umumiye namına iç ve dış siyasetimiz hakkındaki fikirlerini de bildirdiğinden İkdam'dan aynen kaydediyorum: «Selanik Belediye Meclisi a z a s m d a n olup «İttihad v e Terakki Cemiyeti» tarafından Dersaadete irsal o l u n a n h e y ' e t i n reisi R a h m i Bey ile a h i r e n u z u n bir mülakatta bulundum. Rahmi Bey beni kabul edip tebliği i f a d a t a diğer aza t a r a f m d a n memur edilmiş idi. İ ş t e s ö z l e r i :Teşkilât v e t e r t i b a t ı b i l h a s s a b u r a d a h ü k ü m f e r m a olan casusluk sebebiyle pek ziyade sektedar olmuş olan Dersaadet şubesini m u h k e m surette tensik v e tarsin için b u r a y a geldik. Bu k u v v e t i bulunca h ü k ü m e t e daha müessir surette ifayı nesayih edebileceğiz, şimdiki halde bazı v ü k e l â n m tayinind e n o k a d a r m e m n u n değiliz. (Bu ifadelerin y e n i kabinenin teşekkülünden önce olduğunu beyana hacet görmeyiz.) Bahusus Bahriye Nazırının ipkası ve Abdurrahman Paşanın hey'eti vükelâda kalması hoşum u z a gitmedi. Sait Paşanın Sadrazam olmak üzere i n t i h a b e d i l m e s i n i d e m u v a f ı k b u l m u y o r u z . 1876 K a nunî Esasî'sini b o ğ m a k e m r i n d e m u a v e n e t i s e b k e d e n odur. Elhasıl maiyeti ş a h a n e d e evvelce bulunup hâlâ mevkilerini m u h a f a z a e t m e k t e olanlara yol verilmesini t a l e b e d i y o r u z . B u ı ı a d a i r y a r ı n , y a n i S e l a n i k ' t e n diğer mürahhaslarımız geldikten sonra karar ittihaz edeceğiz. M u v a s a l a t ı m ı z g ü n ü n d e n beri e f a l v e icraatımıza d a h a kuvvetli bir v a h d e t v e ittirad verdik. Daha bugün, bütün İstanbul gazeteleri cemiyetimiz i n s e v k v e i d a r e s i n e t a b i o l m a y ı k a b u l e t t i l e r . Zatı şevketmeap hazreti mülükâne tercübesi medidelerinden memleketi müstefid edebileceklerinden şahsı hü-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



389 *



mâyuıılarını muhafaza bizce vazifedir. (Sabah gazetesi bu cümleyi yazmamış, onun yerine henüz bir program tanzim edemedik, demiş) «Siyasi programımızı soruyorsunuz. Şimdilik böyle bir programımız yoktur. Bugüne kadar yıkmak için uğraştık. Şimdi Kanunî Esasi'yi harfiyen muhafaza etmeye çalışıyoruz. Badehu memleketin âtisi için, terakkisi için çalışacağız. Zira cemiyet nabedid olmayacak. Hükümet ile iş görmeye devam edecek ve şayet hükümet doğru iş görmezse anı doğruluğa icbar eyleyecektir. (Sabah gazetesinde: Cemiyet ona ihtaratta bulunacaktır.) «Umuru hariciyeye gelince, Devleti Âliye'nin asayişi tamma muhtaç olduğuna kanaatimiz berkemâldir. Bilhassa ahran akvamın, İngiltere'nin, Fransa'mın, İtalya'nın muavenetine itimadımız vardır. Bulgaristan'dan bahsediyorsunuz. Evet, ihtimâl ki bu memleket Devleti Osmaniye'nin hakikaten asrı hazıra muvafık devlet şeklini ahzetmesinden o kadar memnun olmayacaktır. Fakat Makedonya'daki Bulgarların bizimle müttefik olduklarım beyan edebiliriz. Zaten eğer Bulgaristan birşey yapmak isterse ona mukabil biz de haricen bir istinatgâh tedarik ettik. Hakikat hürriyeti istihsâl ile uğraşmakta olan bir kavme hücum etmek namuskarlık değildir. «Teşkilâtımıza gelince onbeş senedir devam ediyor. Cemiyet merkezi Selânik'te olmak üzere bir Meclisi Umumii dahilinden, Merkezi Paris'te olmak üzere bir Meclisi Hariciden mürekkeptir. Mühim bilâd ve kasabatın her biri bir idare komisyonu, hükümleri icraya memur bir adliye komisyonu ve badeltahkik yeni azayı kabule mahsus bir tahkik komisyonu var-



390



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



dır. Teşkilâtı mezkûre son derece mahfi tutulmuş idi. Muhaberatı temin için emin adamlarımız vardı. Hatta enzan tecessüsten azade kadınları da alalekser muhaberata tavsit ettik. Biz hiç bir vakit iki veya üç kişiyi mütecaviz cemiyet teşkil etmezdik. Hükümet komitemizi ancak yakın bir zamanda keşfetti ve o vakit Makedonya'ya tahkikata memur bir askerî hey'et gönderdi. İşte bunun muvasalatı kıyamın vukuuna sebep oldu. «Elhasıl Yunanlıların, Ermenilerin ve Bulgarların hukukunu kalemleriyle müdafaa etmiş olan erbabının biz Türkleri dahi düşünmelerini rica etmekte olduğumuzu ilân etmenizi sureti mahsusada rica ederim. Zira biz dahi çok ızdırap çektik, erbabı kaleme âmik kalplerimizden, samim lulıumuzdan müracaat ediyoruz.» İSTANBUL MERKEZİYLE HEY'ETİ MURAHHASA ARASINDA İHTİLAF Bu beyanat İstanbul merkezi arkadaşlarını ayrı ayrı noktalarda müteessir etti. Toplanarak hasbihal ettik. Rahmi Beyin beyanatından bazı noktalar hepimize fena tesir etmişti: (1) İstanbul teşkilâtının casusluk sebebiyle pek ziyade sektedar olduğundan Selânik'ten gelen hey'eti murahhasanın bunu muhkem surette tensik ve tarsin edeceği (2) İstanbul gazetelerinin kendileri geldikten sonra cemiyetimizin sevk ve idaresine tabi olduklarını söylemesi. (3) Şimdilik bir proğramımız yok diye bütün cemiyeti medeniyet âlemine karşı küçük düşürmesi. (4) Dış işleri hakkında d a r görüşlülük.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



391 *



Biz, en güvenilecek kimseleri istibdadın ve hafiyeliğin en kuvvetli yeri olan İstanbul'a teşkilâta almıştık. Meşrutiyetin ilânından sonra da etrafımızda dalkavukları toplayacak bir d u r u m yaratmamıştık. Bunu Selânik'te ve İstanbul'da kendileri yaratmışlardı. Taşralardan gelen ve «Terakki ve İttihad» yahud «İttihad ve Terakki» cemiyeti diye imzalı tebrik telgraflarından tanımadığımız merkezlere cevap bile vermiyorduk. Halbuki birçok yerlerde mütegallibe veya hükümet adamları bu kabil telgrafları çektiklerine şüphe etmiyorduk. Selânik Hey'eti kuvvetli görünelim diye bunlarla muhabere ediyorlardı. Talat Beye, bunun mahzurlarını söylediğim z a m a n : — Sultan Hamid'e karşı kuvvetli görünelim diye muhabere ediyoruz cevabını verdi. (*). Ben de kendisine şöyle söyledim : ( * ) Selânik'te birinci kongrede bu hususu ileri sürdüm ve öğrendiğim bazı yerler hakkında malûmat da verdim. Fakat dinletemedim. Muhtelif yerlerde valiliklerde bulunmuş olan Hazım Bey (Dahiliye Nazırlığında da bulunmuş olan Niğde Milletvekili Hazım Tepeyranl'in anlattığı şu hatırası Meşrutiyetin ilânını müteakip memleketin her yerindeki duruma bir misaldir. «Meşrutiyet ilân olunduğu zaman ben Dirzor mutasarrıfı idim. On giftı sonra Diyarıbekir'e geldim. Valilikle Sivas'a gidiyordum. Diyarıbekir'e geldiğim zaman Belediye Reisi Pirinççi zade Arif Bey, bana müracaatla dedi ki : Muhtelif vilâyetlerden ve kazalardan birdenbire ortaya çıkan kimseler «Diyaribekir İttihad ve Terakki Şubesine» hitabiyle birçik telgraf yağdırıyorlar. Vali Mahmut Paşaya ne yapacağımızı sordum. O da işin içinden çıkamadı. Burada cemiyetin şubesi olmadığından kimse almıyor. Hepsi Belediyede toplandı. Bunları ne yapalım? Ben de şu cevabı verdim : Anlaşılan cemiyet kendisini kuvvetli göstermek için her tarafta şubeler farz ederek oralara telgraf çekiyor. Siz de İttihad ve Terakki Cemiye-



392



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



— Hürriyetin ilânından önce kurulan merkezler esas kuvvetimizi teşkil ettiği halde bunları türedi ve ne oldukları belli olmayanlar arasında boğmanın cezasını birgün birlikte çekeceğiz. Nerelerde teşkilât yapılacaksa emniyetli arkadaşlar gitmeli ve oranın hürriyetsever insanlanyle teşkilât yapmalı. Sizin bu kör döğüşünüz istibdat taraftarlarını cemiyetimizin güzel namı arkasında teşkilâtlandırıyor. Bu cinayettir. Bütün memleketde ve İstanbul'da cemiyet bilâkis Merkezi Umumi'nin ve m u r a h h a s hey'etinin yanlış hareketleriyle sayıca çoğalıyor f a k a t keyfiyetçe zayıflıyordu. Bunu kendilerine bir d a h a anlatmaya k a r a r verdik. İstanbul gazeteleri mes'elesinde en çok Mahmut Sadık Bey teessür duymuştu. Bütün gazeteler —Muti"nin Diyanbekir Şubesi diye bir mühür kazdırarak o mühürle bu telgraflara ve gelecek tebligata münasip cevaplar veriniz. Fakat gelenlerden münasebetsiz olanlar gibi yazma yınız. Meselâ: Hapishaneleri boşalttık, köpek bağladık gibi telgraflara cevap vermeyiniz! Bir de Diyanbekir'de iyi yazan kimse yok mu diye sordum. Hükümette bir kâtip olan yeğenim Ziya bendeniz var. iyi yazar diye belediye reisi bana bir isim söyledi. Ben de pekâlâ cevapları buna yazdırırsınız dedim. Belediye reisi hakkâke bir mühür kazdırmış. Muvafık mı diye gösterdi. Muvafık, dedim. Ertesi gün Vali Mahmut Paşanın yanında idim. Belediye reisi cemiyetin mührünü havi bir liste getirdi : Azilleri istenen memurlar! Listeyi yazan da Ziya Bey imiş. (Sonradan Gökalp diye şöhret kazanan) Belediye reisine kısaca teessüf ederim! dedim. Ankara'da bazı kimseler Vali Reşit Beyi (sonra Dahiliye Nazırlığı yapan) soakklarda hakaretle gezdirip mahpusları boşaltıyorlardı. Bu gibi hallerin birkaç yerde daha vukubulduğu işitiliyordu. Hemen her yerde imdyatiii mahpusların akrabaları almış, mahpusları salıveriyorlardı.



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



393 *



rat Beyin Mizan'ından başka— bize t a r a f t a r idiler. Bunlarla en ziyade Mahmu Sadık Bey mesleği icabı temasta idi. Rahmi Beyin geldiği gün Tahin gazetesi de çıkmış bulunuyordu. 4 Recep 1326 ve 19 Temmuz 1324 tarih ve 1 numarayı taşıyan bu gazetenin müessisleri olan Hüseyin Kâzım ve Tevfik Fikret Beyler meşrutiyetten önce cemiyetimize girmişlerdi. Hüseyin Cahit Bey de cemiyete yardım edecekti. Nitekim bu ilk nüshada Murat Beye verdiğimiz cevabı bastığı gibi şu tebliğimizi de ilân etti. (Az soma Mabeyn kâtiplerinden Müştak Bey de bu gazeteye girerek dört kişi oldular.)



OSMANLI TERAKKİ VE İTTİHAD CEMİYETİ İhtar: Osmanlı Terakki ve İttihad cemiyetinin mürevvici efkârı olmak üzere «Şurayı Ümmet» namiyle derdesti intişar bulunan gazete neşrediiinceye kadar cemiyetin tebligatı gazetemiz vasıtasiyle vukua gelecektir. Gazetemizle neşredilmeyen tebligat cemiyetin değildir. Hüseyin Cahit imzasıyle Başmakale «Babıâlinin Meslrği» başlığı altında tenkitlerden sonra şunları yazıy r d u : « .rap İzzetlerin, Çerkez Mehmetlerin, Tahsinlerin n. lâ Sarayı Hümâyun'da bulundukları, affı uraumir n ilân edilmediğini. Zeki Paşaların, Rami Paşaların vesairenin değiştirilmediğini gören halk Babıâli'ye ımid edebilir miydi? Selim Melhame, Arap İzzt; gibileri efkârı umumiyeden korkarak kaçtılar.



394



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ



Efkârı umumiyenin tazyiki, gazetelerin lisanı şiddetini artırdı. Bu sayede Zaptiye Nazırı, Tophane Müşiri değiştirilerek yerlerine şayanı emniyet zatlar getirildi. Çerkeş Mehmed, Kenan Paşalar teb'id edildi... Fakat nakıs. Hâlâ Meclisi Hâsta, ahalinin —muvakkaten olsun — itimat edemeyeceği kimseler var. Arap İzzet gittiyse hâlâ Başkatip Mabeynde.» (Tanin, Murahhas Hey'etinin İstanbul işlerini tamamiyle ellerine alıncaya kadar fikirlerimize muvafık hareket etti. Sonraları Ali Kemâl ve dolayısiyle İkdam'la ve diğer Avrupa'da birbirleriyle anlaşamayan Murat Bey zümresiyle mücadeleye başladı.) Rahmi Bey, tehlikeli istibdad ve onu takip eden nazik hürriyet ilânı günlerinde İstanbul merkezinin faaliyetlerinden hiç bahsetmeyip onları bir tarafa iterek kendilerini göstermek gayreti ne kadar merkez arkadaşlarımı müteessir etmiş ise diğer iki maddedeki gafları da bizleri hayli sukuta uğrattı. Hiç bir proğram yok! Bunu biz de gördük ve İsrar edip durduk. Fakat bu gazetelere, hele Avrupa gazetelerine aksettirilmemeli idi. Üstü kapalı bir iki sözle bu geçiştirilemez mi idi? Meselâ «Proğramımızı yakında kongre huzuruna arzederek kat'ileştireceğiz» denemez mi idi? Dış işlerimiz ise sanki yalnız Bulgarlarla bir mes'elemiz varmış demesi Selânik'den ve Merkezi Umumi içinden gelen bir mürahhasın söylemesi asla doğru olmayacak sözdü. Yalnız Makedonya için Bulgarlar kadar Rumlar ve Sırplar ve hatta Arnavutlar da faaliyette idiler. Her birinin arkasmda bir iki büyük Avrupa devleti duruyordu. Bosna, Hersek, Şark vilâyetleri, Araplık hepsi birer mes'ele idi. Şu halde bir ecnebi muhabire karşı yine umumi tarzda birşey söy-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



395 *



lenebilirdi. Avrupa devletlerinin bir kısmının ismini yadetmeye hiç de lüzum yoktu. «Bütün hürriyetseven milletler» demek doğru olurdu. Her ne hal ise, münakaşalarımızın sonunda bu beyanatı protesto etmek ve artık İstanbul merkez azalığından istifa ile teşkilât ve matbuat işini dahi onlara bırakmayı arkadaşlarım istediler. Ben, işin Merkezi Umumi ile bir muhalefet mes'elesi gibi telâkki edilecek, bir şekle dönmemesini, b u n u n için de merkezimiz namına birimizin veya topluca hepimizin harekete geçmemesini ve ilk önce Rahmi Beyin beyan a t ı n a şahsî olarak teessürlerimi, Selânik'ten tanıştığım Talat Beye benim söyleyerek İstanbul merkezine ait işlerin de kendileri tarafından görülmesini teklif etmekliğimi ileri sürdüm. Bu, hale uygun görüldü, TALAT BEYLE HASBİHAL Talat Beye meşrutiyetin ilânından bugüne kadar İstanbul'da geçen hâdiselerin ve gazetelerin neşriyatını hülâsa olarak bildirdim: 1. — ö n c e Sait Paşa kabinesinin düşürülmesinde m a t b u a t m büyük tesiri olduğunu ve Sultan Hamid'in yılllardanberi hürriyeti uğrunda çalışanlara karşı türlü zulüm yapan ve keyfi saltanattan zevk duyan bir adam olup bulunmaz bir meta' gibi onun cemiyet tarafından medhedilmesi ve çok yüz verilmesi hürriyetseverler üzerinde pek acı bir tesir yaptığını ve bu yüzden cemiyetin bünyesinde sarsıntı başladığını anlattım. 2. — Tarihi hâdiselerimizden ibret almaktan gaflet etmemekliğimizi rica ettim. Alemdar hâdisesin-



396



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



de Rusçuk Yârânı şeklinin bu sefer de Selanik Yaranı şeklinde daraltılmasının başımıza bir ikinci Kabakçı irticai çıkarabileceğini, hususiyle iş başında aynı hükümdarın bulunması bu işi kolaylaştıracağını akıllarından çıkarmamalarını ısrarla tavsiye ettim. Sultan Hamid'in para kuvvetiyle bazı gazeteleri de elde edebileceğine dikkati şektim. 25 Temmuz tarihli Tanin gazetesinde Ali Kemâl'e hitaben yazılan şu satırları gösterdim: «Geçen gün huzuru şahaneye kabul buyurularak mazharı iltifat oldunuz. Dörtyüz elli Ura (Altın) atiyeni seniye aldınız. Bu parayı bir ciheti hayra sarfedeceğinizi ümit ederek iki üç gündür bekledik. Fakat bu yolda bir ilânınıza tesadüf etmediğimiz için henüz ciheti sarfını kararlaştıramadığmız anlaşılıyor. Şu ihsanı şahanenin «İanei Milliye» hesabına Bankı Osmaniye tevdi buyurulması hamiyeti müsellimelerinden muntazırdır.» (Ali Kemâl verdiği cevapta: İki yüz altmış altın aldığını, Padişahın teb'asma ihsan etmesi onun hakkı değilse vereyim. Bazı hususatı ahvalin ilcaatı ile vatana avdetime müsaade buyurulmasını utbei şahaneden istirham eyledimdi, diyor. Hüseyin Cahit Bey de «Tehlikenin En Büyüğü» başlıklı makalesinde Ali Kemâl'in mazisinden başlayarak bu tarzda vatana gelişin bir casusluk olabileceğini uzun boylu yazıyor. Artık Tanin'de Hüseyin Cahit ve İkdam'da Ali Kemâl karşılıklı cephe aldılar ve tabii her birinin de 28 Temmuz 1324 İkdam'da Ali Kemâl imzasıyle iki sütundan fazla ağır yazılar yazdı. — Matbuatm vazifesi ve şahsiyatm çirkinliğini izahtan sonra hâşiye olarak şunları yazdı:



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



397 *



«Tanin'in taarruzu müfteriyanesine yegâne cevabım Avrupa'da ve Mısır'daki hayatı malümemdir. Senelerce temadi eden «Türk» gazetesiyle «Mecmuai Kemâl» «Mes'elesi Şarkiye» vesaire gibi neşriyatı israranemdir. Şayet içimizden çokları gibi, Dahleden dinimize bâri Müslüman olsa Devri sabıkta casusluğa tenezzül edemedim, benim için ne Mısır'a gitmeye, ne o neşriyat ile, ne de bu ticaretle meşgul olmaya hacet yoktu, bugün ya sefir, ya vali idim, Dersaadete avdetimden beri Utbei Şahaneye maruzatım varsa b a n a ne mutlu!.. Çünkü o zamandan beri Padişahımız hayrı muhzi işlemiştir. (Tehlikenin En Büyüğü) makalesine müteallik ittihama gelince : Ben ne yazdım, sen ne jehmettin garip Vahibiilidrâk milzdad eylesin iz'amnt



efsanedir/



diyeceğim geliyor. Fakat (İkdam) a alelhusus hemei naçiziye öyle siyasiyatı düveli hercümerc edebilir bir ehemmiyet isnat eylemek o muarizini kirâm için ne büyük zühuldür!.. «Efkârı amme bir malıkemei âdiledir, yazdıklarımız da meydandadır. Artık fazla söze hacet yok. Ali Kemâl» Tanin ve İkdam gazetelerinin karşılıklı cephesi Selânikten gelen murahhas hey'etinden Rahmi Beyin ecnebi muhabirlerine beyanatına taban tabana zıt bir hakikat idi. Hem de o beyanatın yapıldığı günden başlayarak. Bu hususta kendisini de Talat Beyi de bu işe son vermeleri için tekrar tekrar ikaz ettim! Fakat Hüseyin Cahit Bey bile «Ben fikrimde hürüm, kim-



398



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ



seye tabi olamam» cevabını vermişti. İki şahıs ve iki gazete; iki cephe yarattı ve istibdad taraftarlarına ümit verdi ve bu hal 31 Mart irticaına temel taşı oldu. Talat Beyden şunu rica ettim : A v r u p a ' d a k i İttihad ve Terakki, Terakki ve İttihadcılarm yeniden memlekette matbuatla atışmalarının e f k â r ı u m u m i y e ve S u l t a n H a m i d ü z e r i n d e y a p a c a ğ ı t e s i r l e r i a n l a t a r a k , ş a h s î ç e k i ş m e l e r e yol v e r i l m e m e s i ni ve bir n a m altında eski cemiyet m e n s u p l a r ı n ı d a a l a r a k m e ş r u t i y e t i m i z i n açtığı yeni u f u k l a r d a k i siyasi ve içtimai ve iktisadî mes'elelere karşı halkı teçhiz edebilecek bilgilere e h e m m i y e t verilmesini u y g u n buld u ğ u m u söyledim.



3. — Halkın d u r u m u : Herkes ilk iş olarak hapishanelerdeki yakınlarını kurtarmaya koyuldu. 15 Tem-( muzda mücrimlerin affı k a r a r ı üzerine hapishaneler boşaldı. Akli erenler Sultan Hamid'in ilk fırsatta meşrutiyete ve Kanunî Esasi'ye sadakatsizlik göstereceğinden korkuyordu. Gerçi padişahın da Şeyhülislâm huzurunda Kanuni Esasî'yi muhafaza ettiği şayi olmuştu. Fakat o bunu Mithat Paşa ve arkadaşlarına karşı da yaptığını bilenler çoktu. Bunun için birçok kimseler Şeyhülislâmın makamına giderek işin doğruluğunu ve emniyetin derecesini anlamak istediler. 15 (28) Temmuz. Halkın i s r a n üzerine Şeyhülislâm Cemâlettin Efendi kapıya çıkarak padişaha yaptığı yemin merasimini aynen tekrar ederek halka gösterdi, onları inandırdı. Babıâli'ye de aynı günde birçok halk aynı merakla toplandığından 16 (29) Temmuz gazetlerinde Sultan Hamid'in Kanuni Esasi'ye sadakat yemini verdiğine dair yazılar neşrettirildi. 17 Temmuzda hafiyeliğin kaldırıldığı ilân olundu. 18 (31)



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



399 *



Temmuz. Cuma selâmlığında müthiş kalabalık toplandı. Halk kırmızı beyaz kordelâ taşıyordu. Sultan Hamid de kırmızı beyaz kordelâlı olarak göründü. Arabasında, karşısında Sadrazam Sait ve Harbiye Nazırı Ömer Rüştü Paşalar vardı. Sultan Hamid'e, suikast yapılacağı hakkında jurnallar da verilmiş ise de inanmamış görünüyordu. Hatta yaverlik dolayısiyle se lâmlığa gelen Askerî Mektepler Müfettişi Zülüflü İsmail Paşa saraya kabul olunmadığı gibi Askeri mekteplerin Nazırı bulunan Tophane Müşiri Zeki Paşa da azledilerek yerine padişah yaveri Rıza Paşa tayin olunmuştu. 21 Temmuz. Tanin gazetesi «Bazı Esran Mühimme» başlığı altında (Başkâtip Tahsin ile isimlerini şimdilik neşretmek istemediği bir iki zatın padişahı selâmlığa çıkmamak için teşvik ettiklerini, Tahsin ve emsali kimselerin mabeynde kaldıkça bu tezvirlerin arkası kesilmeyeceğini, ahalinin heyecanı zail olmayacağını, Hakipayi Şahaneye haber vermek matbuatın vazifesi olduğu kadar Sadrazam hazretlerinin de cömlei vezaifinden değil midir) diye yazdı. Halk galeyana gelerek Tahsin Paşanın Göztepe'deki köşkünün camlarını taşladılar, gösterişler yaptılar. Bunun üzerine 22 Temmuzda Mabeyn Başkâtibi Tahsin ve Mabeynci Ragıp Paşaların sarayla ilişikleri kesildi. Baş Hafiye Kadri Beyle İbriktâr Rıfat ve üç şifre kâtibinin mabeyne gelmemeleri emir olundu. Hafiyelikle ve halka zulümle iş gören bir takım polis müfettiş ve komiserleri de memuriyetlerinden çıkarıldı. Bugün ikişer üçer bahriye neferleri birkaç kola ayrılarak gayet sarhoş bir halde İstanbul'da Kapalı-



400



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



çarşı'ya girerek ellerinde k a m a l a n y l e : «Biz Ahmet Paşa fedaisiyiz!» diye şuna b u n a sarkıntılık etmişlerse de yakalanarak hapsedildiler. Bunları teşvik ettiği anlaşılan Ahmet Paşa da askeri hapishanede tevkif olunarak hepsi divanıharbe verildiler. Osmanlı Uhuvvet Cemiyeti, Osmanlı Hukuk Cemiyeti, Halei Hürriyet Encümeni gibi siyasi veya ilmi teşekküller hız almaya başladı. 4. — Ordu ve Donanmanın h a l i : 22 Temmuzda Harbiye Nezareti meydanında parlak bir yemin resmi yapıldı. Harbiye Nezaretinin bütün mensupları Alay müftüsünün kelime kelime okuduğu Kanuni Esası'ye sadakat yeminini herkes tekrar etti. Kışla ve karakollarda da aynı merasim ayrı ayrı muhtelif günlerde alay sancakları altında yapıldı. Bu yemin merasimi ordu ve halk üzerinde meşrutiyet lehine iyi tesirler bıraktı. Donanmaya d a h a ziyade güveniyorduk. Çünkü daha iyi ellerde ve toplu bir halde idi. Bahriye Nazırı Hasan Paşa daha 16 (29) da vükelâ ictimamda bulunmamıştı. 19 Temmuzda, Bahriye zabitlerinden mürekkep bir hey'et Kasımpaşa'daki Bahriye Nezaretine giderek Erkân-ı Harbiye ve Şurayı Bahriye Reislerine «Her yerde adalet tesis edilirken mürtekip ve hırsız bir bahriye nazırının hâlâ neden yerinde oturduğunu» sormuşlardı. Hasan Rami Paşa buradaki vaziyetini tehlikeli görerek Babıâli'ye gelmiş ise de bu sefer de orada birikmiş olan halkın «Yuha» sesleriyle karşılanmıştır. Gazetelerde bu adamın irtikâpları hakkında yazılar da başladı. Meselâ 20 Temmuz gazetelerinde «Bahriye Nazırının İhtilasları» başlığı altında (Hasan Râmi'nin Bahriye Nazırlığında yalnız bir senelik yağ münakaşasında ye-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



401 *



dibin a l t m irtikâp ve ihtilâs eylediğini i d d i a ediyor u m ve edeceğim) diye imzalı iddialar görüldü.



Selânik'ten hey'etin geldiği gün, (19 Temmuz) Sultan Hamid Babıâli'de ikinci Mabeynci Nuri Paşaya bir hattı hümâyun okuttu. Bunun onuncu maddesinde; «Makamı Meşihatte ve Harbiye ve Bahriye nezaretlerinde bulunacak zatlardan başka vükelâyı Sadrazam intihap ve tasdikimize arz edeceği gibi» diyordu. Sultan Hamid belki bir hal'den korkarak bunu yapmıştı. Fakat bu hal' meşrutiyete ve Kanuni Esasi'ye karşı sadakatsizliğini gösteriyordu. Birkaç gün içinde Sultan Hamid'in bu kötü niyeti dillere düşürüldü. Matbuat Kabineye ve Sait Paşaya müşterek hücumlarda bulundu. Sait Paşa istifaya mecbur tutuldu. Kâmil Paşa kabinesi, 24 Temmuz iradesiyle ve yalnız Makamı Meşihatte Cemâletten Efendi irade ile yerinde bırakılarak Harbiye ve Bahriye Nazırlarının intihabı da Sadrazama ait olmak üzere iş başına geldi. Sultan Hamid'in bir hal'den k o r k a r a k H a r b i y e ve Bahriye nazırlarını kendi intihab etmek istemesinin sebebi şu olacak : Sisam hâdisesinden sonra Hamidiye Kruvazörü Midilli'ye d ö n m ü ş t ü . İ s t a n b u l ' a gelecekti. ^ ı l t a n Hamid b u n u n cephanesiyle birlikte İstanbul'a gelmesind e n k o r k a r a k M a l t a ' y a g i t m e s i n i i r a d e etti. G e m i n i n süvarisi M i r a l a y H a k k ı Beydi. A m i r a l Halil P a ş a d a içindeydi. İkinci K a p t a n E n v e r Beydi. Zabitler M a l t a ' y a gitmek iradesine kızdılar. Meşrutiyetin b u heyecanını İstanbul'a gelerek t a t m a l a r ı n a engel olan b u iradeyi dinlemediler ve İstanbul'a h a r e k e t için m a f e v k F . : 29



402



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



lerini zorladılar. Bu esnada Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa idi. Fakat daha Hamidiye İstanbul'a gelmeden önce İstanbul Halkı arasında (Hasarı Harami) diye zelil bir mevkie düşmüş bulunuyordu. Halk ve Bahriye zabitleri Babıâli'de bu adama hakaret ve gösteriş yapacaklarını haber alan Ertuğrul Yatı süvari muavini Binbaşı Vasıf ve Peykişevket süvarisi Rauf Beyler, Tophane önünde karakol gemisi bulunan Utarit'in süvarisi Arif Beye gidiyorlar. Her üçü de, Hasan Râmi Paşayı istifa ettirerek bu sonu belli olmayan kötü durumu önlemek kararını veriyorlar. Vasıf ve Rauf beyler 20 Temmuz 1324 Hasan Râmi Paşayı sarayda Başmabeynci Ali Paşanın dairesinde buluyorlar. Şu ricada bulunuyorlar: — Halkta ve zabitlerde çok galeyan var. Çekilmenizi ve bu suretle çıkması muhakkak olan hâdiseleri önlemenizi ricaya geldik. Hasan Râmi Paşa — Ben namuslu adamım. Divanı muhasebât takdirnamelerini göstereyim. Vasıf ve Rauf Beyler — Size hakaret edecekleri muhakkaktır. Çekilmeniz şahsınız için de askerlik şerefi için de hayırlı olur, diye İsrar ediyorlar. Hasan Râmi Paşa — Sultan Hamid bırakmıyor. Fakat bir daha teşebbüs edeyim. *



»»



İşte Hamidiye Kruvazörünün Haliç'e girişi bu sıradadır. Vasıf ve Rauf Beylerin İsrarlarının sebebi şudur: Hamidiye'deki Halil Paşanın Bahriye Nazırlığına taraftar olanlarla Hasan Râmi Paşa taraftarları arasında -Sultan Hamid'in de arzu ettiğine şüphe olma-



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



403 *



yan- bir hâdise çıkmasını önlemek. Filhakika Midilli'den Hamidiye zabitleri Halil Paşanın Bahriye Nazırlığına getirilmesini Mabeyne yazmışlardır. Halil Paşa İngiliz donanmasında bulunmuş, Japon Amirali Togaya benzer. Fakat seciyesi zayıftır. 18 Temmuzda Midilli'den kalkan Hamidiye akşam üstü Çanakkale'ye geliyor. Buraya muvasalatında Bahriye Nazın Hasan Râmi Paşadan gelen şu telgrafı ilk önce zabitlerden saklamıştır: «Havuza olan ihti yacınızın ref ve izalesi için Malta'ya hareket etmeniz İradei Seniye muktezasından olduğunu tebşir ederim.» Halbuki Bu telgraf zabitler arasmda şayi olmuştu. İstanbul'a gelmek üzere Çanakkale'ye gelmiş bulun a n Hamidiye'nin hareket etmediğini gören zabitler arasmda galeyan başladı. Halil Paşaya bir ariza yazar a k birkaç zabitle gönderdiler. Halil Paşa bunlara şu cevabı verdi: «Hakkımdaki teveccühünüze teşekkür ederim. Fakat bilirsiniz ki İstanbul'da Bahriye Nazırı olacak herif şeytanet fenerini yakmış, bizi başka türlü gösteriyor. Ben zaten lekelendim. Size acınm!» Hamidiye, Çanakkale'de ertesi cuma günü akşamına k a d a r kaldı. Zabitlerin ne duruyoruz? diye söylenmeleri üzerine akşam üstü Halil Paşa zabitleri toplayarak ş u n l a n söylüyor: «Bahriye Nazınndan telgraf aldım. Düşündüm. Anladım ki bu bir tezvir neticesidir. Nihayet üçyüz lira ile Dersaadette icrası kabil olan bu ihtiyacın binlerce lira sarfiyle ecnebi memleketlerine müracaat ederek izalesi milletin bugünkü fakri içinde bir ihanettir. Karar verdim. Bu gece Dersaadete müteveccihen hareket edeceğiz.» Bahriye Nazınndan aldığı ve yirmi dört saattir gizli tuttuğu, fakat zabitlere şayi olan Bahriye Nazırının yukardaki telgrafını d a okuyor.



404



İTTİHAT'



VE TERAKKİ CEMİYETİ



Padişaha ve Sadrazama da hareketi hakkmda iki telgraf çekiyor. Köprülerin açtırılması ve tamire olan ihtiyaç bildiriliyor. 5,30 da hareketle sabahleyin Ayastafanos (Yeşilköy) önlerine geliyorlar. Sarayburnu'n a kadar üç defa kayıkla gelen Saray memurları selâmı şahaneyi tebliğ ediyorlar. Hamidiye, Kasımpaşa'da Divanhane önünde Mes'udiye zırhlısının yanında şamandıraya bağlanıyor. Halil Paşa saraya gidiyor. Artık geri gönderilmiyor. Hamidiye'nin cephanesini almaya gelen mavnalar geri döndürülerek cephane verilmemiştir. Bu hususta Vasıf, Arif ve Rauf Beylerle geminin ikinci süvarisi Enver Bey k a r a r vermişlerdir. Donanma komodoru Ferik Arif Hikmet Paşa (Arif Beyin kaymbabası) Mes'udiye'ye gelerek kumandanı alıyor. Bu z a m a n a kadar yalnız Bahriye Nazın donanmaya emir verebilirdi. Donanma komodorluğu gayrı faal bir makamdı: Komodor Haliç'te kıçtan k a r a korvetlerden birinde otururdu. Komodorluğun işe başlaması bu tarihden başlar. Arif Hikmet Paşa, damadı Arif Beyin delaletiyle ve Vasıf ve Rauf Beylerle de anlaşarak Ittihad ve Terakki cemiyetine girmiştir. (Bu Arif Hikmet Paşa, Âteş Mehmet Paşanm oğludur. Dahiliye Nazın olan Damad Arif Hikmet Paşa başkadır.) Vasıf ve Rauf Beyler saraydan Tophane önündeki Utarit'e gelip Arif Beyi de alarak Mes'udiye zırhlısına geliyorlar ve Arif Hikmet Paşa ile görüşüyorlar. Bu görüşme neticesinde Arif Hikmet Paşa Hamidiye Süvarisi Hakkı Beyi (Kendi halinde namuslu, f a k a t hiç bir şeye k a n ş m a y a n eski bir adam) çağırtıyor. Ona izin vererek yerine Vasıf Beyi Hamidiye



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR s ü v a r i s i yapıyor. H a k k ı Bey d e s o n r a d a n süvariliğine tayin olunuyor.



405 * Mes'udiye



İşte S u l t a n H a m i d ' i n bir h a t t ı h ü m â y u n l a H a r b i ye ve Bahriye nazırlarını kendi seçeceğini bildirmesin e sebep; H a m i d i y e zabitanının Midilli'den Halil Paşanın Bahriye Nazırlığına geçirilmesini istemeleri ve Vasıf ve Rauf Beylerin de s a r a y d a H a s a n R â m i Paşay a istifa teklifleri üzerine b u n u n Sultan Hamid'e m ü racatı olmuştur. Babıâli'de b u hattı h ü m â y u n o k u n d u ğ u g ü n Vasıf, A r i f v e R a u f B e y l e r M e s ' u d i y e z ı r h l ı s ı n d a A r i f H i k m e t Paşayı ziyaretle bu hattı h ü m â y u n u n Kanunî Esasî'ye mugayir olduğunu görüşüyorlar. İttihad ve T e r a k k i cemiyeti İ s t a n b u l m e r k e z i de a y n ı fikirdedir. Arif H i k m e t P a ş a Başkitabet vasıtasiyle padişah a şu m e a l d e bir telgraf ç e k i y o r : «Hattı H ü m â y u n K a n u n i Esasî'ye m u g a y i r o l d u ğ u n d a n b u n a m ü s a a d e edilemeyeceğinden sarfınazar buyurulması.» İstanbul m a t b u a t ı d a tenkide başlıyor. Bahriye Nazırı aleyhine imzalı ve D o n a n m a zabitanı n a m ı n a d i y e r e k ağır h ü c u m l a r yazılıyor ve t a h k i r edileceği ilân olunuyor. Halk ta bu hattı h ü m â y u n d a n galeyan a gelmiş o l d u ğ u n d a n hey'eti vükelâ Babıâli'ye gelirk e n üzerlerine y u m u r t a , k ö m ü r vesaire a t a r a k ve tük ü r e r e k n a z ı r l a r a h a k a r e t ediyorlar. Bu t e s i r l e r altınd a Sait Paşa kabinesi değişerek yerine Kâmil Paşa, K a n u n i Esasi dairesinde bir kabine kurarak hüküm e t i n b a ş ı n a geçiyor. Yani Sultan H a m i d zor karşıs ı n d a h a t t ı h ü m â y u n u n u geri alıyor.



406



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ



Talat Paşa ile hasbıhalimizde birkaç ay içinde donanmanın temamiyle elimize geçmiş olacağını, Selanik'ten de birkaç tabur getirilirse Sulitan Hamid'in hal'inin pek kolay olabileceğini, yakında Edirne'ye gideceğimden cemiyetin maddi ve fikri takviyesine çalışacağımı bildirdim. İstanbul Harbiyesinin imtihanları dolayisiyle mühim hâdiseler olmazsa İstanbul merkezi ictimalarında bulunamayacağımı, fakat arzu ettikleri zaman, istedikleri yere gelebileceğimi bildirdim. Esasen İstanbul işleriyle kendi ve arkadaşları yakından meşgul olduklarından bizlere ihtiyaçları kalmadığı hakkındaki durumu da apaçık ortaya attım. İstanbul merkezi arkadaşlarımızı kırmamalarını, teşkilâtımızı sarsıntıya uğratmamalarını da, Sultan Hamid'in tehlikeli şahsiyetini korkunç göstererek, rica ettim. KÂMİL PAŞANIN İLK İCRAATI Sadarete geçtiğinin ertesi günü, (23 Temmuz 1324 de) Kâmil Paşa, haklarında adli bir tevkif kararı olmaksızın bazı ileri gelen paşaları ve Mabeyn mensuplaıu ı evlerinde tevkif ile Harbiye Nezaretine getirdiğini 24 Temmuz (16 Ağustos 1908) gazetelerinden öğrendik. Yollarda bunlara halk tarafından hayli hakaretler de yapılmış ve yüzlerine tükürülmüş. Tevkiflerine sebep olarak : İstibdad devrinde fenalıkları ve suiistimalleri imiş. Güya firar edeceklermiş!.. Ben bu işleri Selânik Murahhas hey'etinin tesirine atfettim. Kâmil Paşanın kendi başına bu işlere cür'et edebileceğine kimse de inanmıyordu. Tevkif olunanların listesi başına bazı gazeteler «Hainlerin tevkifi» başlığım da kondurmuştu. Tevkif olunanlar şunlardı :



HÜRRİYET MÜCADELESİ BAŞLIYOR



407 *



Eski Serasker Rıza Paşa Eski Tophane Müşiri Zeki Paşa Eski Dahiliye Nazırı Memduh Paşa Eski Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa Başkâtip Tahsin Paşa Baş Mabeynci Ragıp Paşa Şehremini Reşit Paşa Ser İbriktâr Kâmil Bey Ebülhüda Oğlu Hasan Basurcu Seyit Agâh Paşa Arap İzzet'in adamlarından Tevfik Bunların bir kısmı gündüz, bir kısmı da gece tevkif olunmuşlar ve Harbiye Nezaretinde Merkez Kumanlığında bir odaya hapsedilmişler. Yalnız Ebülhüda ile oğlu ayrı odada imiş. Ehemmiyetsiz siviller Zaptiye Nezaretine gönderilmişler. Hepsi de ihtilâttan men olunmuş. Yalnız ailelerine, merakı mucip bir şey olmadığı; haber verilmiş. Evlerinden yemek gönderilmesine müsaade olunmuş. Bursa'da sürgünde bulunan zamane azgınlarından Fehim Paşa da Eskişehir'e firar ettiği esnada Yenişehir'de indiği otelden arabasına binmek üzere iken ahali tarafından sopalarla döğülerek öldürülmüş. *



* *



Bu vaziyet ne benim ve ne de cemiyet mensuplarının hoşuna gitmedi. Akşam üstü merkez arkadaşlarımı buldum. Onlar da bu hareketin asla doğru olmadığım söylediler ve Selânik'ten gelen hey'etin bu hususta kendüerine bir haber olsun vermediklerinden teessür duyduklarım söylediler. Mahmut Sadık Bey,



408



İTTİHAT'



VE T E R A K K İ C E M İ Y E T İ



bu hareketin matbuat âleminde de fena tesir bıraktığını söyledi. Talat'ı buldum. Keyfi tevkifler, emniyetsizlik havası yaratacağından cemiyetimizin prestijini sarsacağını söyledim. Bir darbede Sultan Hamid'i kaldırmak daha hayırlı olurdu. Eğer lâzım idiyse meşrutiyet ilânından önce daha ağır icraat yapılabilirdi. Hele sizler İstanbul'a geldikten ve Padişahla da görüşerek tam meşruti şekilde bir kabine de kurulduktan sonra artık işi Adliye vasıtasiyle hukuku umumiye namına bir dava açtırarak, yahut da zulüm görmüş kimse veya ailelerinin şahsî hukuklarını aramaları suretiyle açacakları dava ile ve tevkif müzekkeleri çıkarıldıktan sonra icabedenlerin tevkifinin muvafık olacağını söyledim. (*) Hiç değilse Meclisi Meb'usan toplandıktan sonra bunlar hakkında bir k a n u n çıkarınız. O zamana kadar evlerinde otursunlar. Talat işi omuzundan a t a r a k Cemâl Beye yükledi. Bu işlerle o uğraşıyormuş! Rahmi Bey de berabermiş. * *



*



Edirne'de tezkere alacak askerlere bile verilecek para yokmuş. Rahmi Bey Seraskere «Bankı Osmanide 100 bin altının varmış. Bunu müzayakada bulunan Maliye hazinesine hediye ediniz!» o da razı olmuş. ( * ) Bu adamlar bir müddet Harbiye Nezaretinde mevkuf tutulduktan sonra «Büyüiada»ya gönderildiler ve orada bazı köşklere ve evlere yerleştirildiler. Aileleriyle beraber oturmalarında da müsaade olundu. Bunlara «Ada misafiri» adı verildi. (23 Ağustos «5 Eylül 1908»), Daha sonra da Midilli adasına sürgün edildiler. Balkan Harbine kadar da orada kaldılar. '



H Ü R R İ Y E T MÜCADELESİ B A Ş L I Y O R



410 *



Demek tevkifler aynı zamanda hazineye para toplamaya da kanunsuz yardım edecek!.. 25 Temmuz 1324 günkü Tanin, bu adamları yerlerinde ziyaret ettiklerini bildirerek şu satırları yazdı: -Bu adamlar o kadar âciz, o kadar sefil, o kadar boynu bükük idiler ki Osmanlı ulüvvücenabi, Osmanlı mürüvveti bunların karşısında bütün gayzını unutuyordu.» Merkezi Umumi murahhas hey'etinin 25 Temmuz 1324 gazetelerinde bir beyanname neşrettiğini gördüm. Aynen şöyledir: Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyetinin Beyannamesidir Muhterem Vatandaşlarımız; Osmanlı Terakki ve İttihad cemiyeti milletimizi muhtaç olduğu hükümeti meşrutaya nail etmek için uğraştı. Zatı Şevketmeap hazreti padişahi bu maksadın muazzeziyet ve mukaddesiyetiııi takdir buyurarak milletin Kanuni Esasi'sine, hürriyetine mazhariyeti ilân edilmesini emir ve ferman buyurdu. Bu emir ve ferman hümâyunu mülûkâne bütün vatanı bir gülizarı saadet haline getirdi. Bütün kulubu milleti pür ııeşat ve meserret ve hakipayi mülûkâııelerine karşı lebrizi ubudiyet ve hürmet kıldı. Onbeş gündenberi sevgili memleketimizin her noktasında icra olunan parlak nümayişler mahzuziyeti umumiyenin derecei kemâlini ve bilâ tefrik cins ve mezhep bilumum tab'anın makamı muallâyı hükümdarîye doğru müteveccih bulunduğunu gösterdiğinden şayanı şükrandır. Fakat artık bu nümayişlere nihayet verilerek bütün efradı milletin kendi işleriyle, güçleriyle, vazifeleriyle iştigal edecekleri zaman hulûl etmiştir. Cemiyet bu ciheti kemâli samimiyetlo umuma ihtar eyler.



410



İTTİHAT'



VE T E R A K K İ CEMİYETİ



Padişahımız efendimiz hazretleri, tab'ayı sadıkal a n n a gerek Osmanlı Terakki ve İttihad cemiyetinin hüsnü niyet ve sadakatine temamiyle mutmain bulunduklarım ve âmali hümâyunu şehriyarilerinin yalnız memleketin temini ümran ve saadetine matuf bulunduğunu lisanı hümayunu mülükâneleriyle beyan buyurmuşlardır. Artık padişah ile millet arasında hiç bir kuvveti haine kalmadığını izhar eden bu iradatı hakimane muhtaç olduğu n a m u s k â r bir hey'eti vükelânın tayiniyle de kesbi kuvvet ve teeyyüd eylemiştir. Bugün teşekkül eden bu hey'et bütün efradın mazharı itimadı olmaya lâyık olduğundan milletin hey'eti vükelâya temamen raptı kalp etmesini tavsiye ederiz. Bugünden itibaren hey'eti vükelânın malik oldukları selâhiyeti kâmile dairesinde çalışabilmeleri, vatanm terakki ve tealisini temin edecek mesaili ıslahiyenin müzakeresiyle meşgul olmaları yalmz bir şeye muhtaçtır ki o da, ahalinin idarei umuru hükümete ne suretle olursa olsun müdahale etmemesidir. Aksi hareket ecanibe karşı, memlekette hükümetin mefkudiyeti hissini vereceğinden elbette kat'iyen şayanı tecviz olamaz. Kan dökmeksizin istihsal edilen maksat ve onbeş gündenberi bütün ecanibin takdir ve tahsillini celbedecek bir dairei edep ve terbiyede cereyan eyleyen muamelât halkımızın ne k a d a r dûrendiş, tecavüzden müctenip, her ferdin h u k u k u n a ne k a d a r riayetkâr olduğunu gösterdiğinden şimdi kazamlán bu muvaffakiyetin kaybedilmemesi için el birliğiyle çalışmamızı umum vatandaşlara ihtar eyleriz. Osmanlı Terakki ve İttihad cemiyeti, muamelâtı resmiyei hükümete bilhassa memurları tayin ettirmek gibi teferruata kat'iyen müdahale etmek hakkını haiz değildir. Binaenaleyh güya cemiyet namına hareket ediyorlarmış gibi sahte bir vaz' ve tavır takma-



H Ü R R İ Y E T MÜCADELESİ B A Ş L I Y O R



411 *



r a k bu kabil metalibatta bulunacaklar hakkında hükümetçe muamelei lâzime icra olunduktan başka harekâtı vakıanın cemiyetçe de şediden muvaheze ve takbih olunacağı nazarı dikkatten dür tutulmamalıdır. Cemiyet vazifesini suistimâl etmeyerek daima dairei meşruiyette hareket eylemiş ve eyleyecektir. İdarei sabıkaya mensup olan bazı kimseler hakkında da ne yolda muamele icrası icabedeceği makamatı aidesinde tezekkür edilmekte olduğundan bu hususta dahi örfî ve tahakkümî muamelâttan kat'iyyen ihtiraz ve içtinap olunmalıdır. Zira, şunun bunun millet n a m m a hareket etmekle bir kimsenin cezadide olmasmı talep eylemeye hakkı yoktur. Aksi takdirde eskiden şikâyet etmekte olduğumuz girivei muamelâta biz düşmüş oluruz ki bunu da elbette vatandaşlarımız tecviz etmezler. İşte bu esbaba mebni Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti, umum efradı vatana zatı şevketmeap hazreti tacidari'ye hürmet ve ubudiyetlerinin payidar olmasını, hey'eti vükelâya emniyet ve itimat ve netayice intizar edilmesini, her bir ferdin idarei umuru millete müdahale etmeyerek kendi umuru hususiyesiyle meşgul olmasını ve şahsiyattan içtinap ve ihtiraz etmesini halisâne beyan ediyor. * *







Bu beyanname de gösteriyor ki, yavaş yavaş söz ayağa düşmek istidadındadır. Bazı gazeteler «Hırsız Çetesi» başlığı altında, eski nazırlar ve devlet adamları hakkında şikâyetlere başladılar. Nişantaşı ve Beşiktaş taraflarında şunun bunun konağına veya şahsiyetine tecavüzler de başladı. Talat beni çağırtmış.



412



İTTİHAT' VE TERAKKİ CEMİYETİ



fikrimi sordu. «Gezecek devriyelere cemiyet azasından birer zatın tefrik edilmesi ve asayişe mugayir bir hal vukua gelirse bunlar tarafından nasihat edilmesi muvafık olur. Yani hükümetin prestiji olmadığından cemiyetin nüfuzundan istifade muvafık olur.» dedim. Bu tedbir muvafık görüldü, Hükümet de kabul ettiğinden gazetelerle şu tebligat ilân olundu. (29 Temmuz 1324) İtiihad ve Terakki Cemiyeti İstanbul Mcrkezi'nden Tebliğ Olunmuştur. Bazı edepsizler dairei edep ve terbiyeyi tecavüzle öteye beriye sarkıntılık ettikleri haber alınması ve bir hükümeti mcşruayı âdilede herşeyden evvel asayişi mahalliyenin muhafaza ve istirahati ammenin temini lâzimeden bulunması cilıetiyle İttihad ve Terakki ccmiyeti tarafından vukubulan müracaat üzerine hükümeti seniyece berrî ve bahrî asakiri şahaneden mürekkep kollar tertip olunarak zabıta memuru refakatiyie dolaştırılmakta olduğundan halkın kollar tarafından vukubulacak ilk ihtara hemen mutavaat etmeleri lüzumu ihtar ve yine istirahati umumiyeyi ihlâl edecek harekâta cesaret edenlerin hükümeti âdiîoi Osmaniyece kanunen mücazata çarptırılacağı sureti kafiyede ilân olunur. «İTTİHAD V E TERAKKİ» A D I N I N K A B U L Ü



Cemiyetimizin adı «Terakki ve İttihad» idi. Eski «İttihad ve Terakki» cemiyeti mensuplarından yeni cemiyete girmemiş olanlar da bu nam altında arasıra gazetelere yazı göndermekte ve bazı teşebbüslerde bulunmakta oldukları veya olacakları duyuluyordu. Bu ikiliğe yer kalmamak üzere Selânik, cemiyetimi-



H Ü R R İ Y E T MÜCADELESİ BAŞLIYOR



413 *



zin adını «Terakki ve İttihad» dan «Ittihad ve Terakki» ye çevirmiş ve bu nam altında Selanik'te bir de gazete çıkarmaya başlamıştır. İşte 29 Temmuz gazetelerindeki İstanbul merkezinin de adının «İttihad ve Terakki» görülmesi bundandır. Ne gariptir ki birgün önce yani henüz cemiyetin adı «Terakki ve İttihad» iken Sultan Hamid; Meclisi Meb'usan dairesi inşası masraflarının hazinei hassadan verilmesini irade etmiş ve bu vesile ile şu sözleri söylemiştir: Bütün efradı millet Terakki ve İttihad cemiyeti azasmdandır. Ben de reisleriyim. Artık birlikte çalışalım, vatanımızı ihya edelim.» KEYFÎ T ABD KARARINI PROTESTO İzmir'de Ahenk gazetesinden naklen bazı İstanbul gazeteleri 29 Temmuzda şu hâdiseyi yazdılar: «Osmanlı İttihad ve Terakki» cemiyeti mukaddesesinin Selânik Merkezi Umumi'sinden şehrimize gelmiş olan müessisini cemiyet ve k a h r a m a n ı hürriyetten doktor Nazım Bey ile rüfekayı muhteremesinin, cemiyetin İzmir'deki erkânı ile beraber evvelâ belediye ve badehu her kavim vatandaşlarımız tarafından izhar olunan arzuyu fevkalâdeye binaen sırasiyle Rum metropolithanesine, Ermeni m u r a h h a s a dariesine, Musevi havrasına azimetle -fikri ittihad ve uhuvvetin bilâ istisna her kavim efradında zevali napezir bir şiddet ve kuvvetle caygir olduğunun en kahir nişanesiden olmak üzere- h a k l a r ı n d a ihtiramat, ikramat, takdirat ve teşekküratı fevkalâdede bulunulmuştur.



414



İTTİHAT'



VE T E R A K K İ C E M İ Y E T İ



Bu ziyaretler esnasmda miri mumaileyh doktor Nazım Bey ile rüfekasmdan ve serferezanı hürrüiyetperveraııdan Yüzbaşı Ruşenî Bey taraflarından hürriyet, müsavat ve muhabbeti vataniyeye dair hissiyatı vatanperveriyi müheyyic, mülk ve millet hakkında amal ve makasıdı ulviye ve hayırhahaneyi musavver ve gayet müessir nutuklar irad olunmuştur. (Müftülüğe gitmemişler!..) Hey'eti muhterem metropolithaneye gittiklerinde orada Rusya'dan memleketine avdet ederken İzmir'e uğrayıp dört beş saat kalmış olan Yunan kralı hazretlerinin mehadiminden Prenses Andre ve Prens Hristofor ile refikalarına tesadüf eyleyerek müşarünileyha prens ve prensesler hazeratı hey'eti muhtereme ile musafaha eylemişler ve usulü meşrutiyeti samimane alkışlamışlardır. Nazım Beyefendi ile rüfekayı kirâmı bu ziyaretler esnasmda bililtizam Aşmalı Mescit caddesinden dahi geçerek mücahidi vatan mumaileyh Nazım Beyin «Yakup Ağa» namı müstearmı taşıdığı ve fikri ittihad ve uhuvveti a h r a n ümmete telkin ve tamim eylediği sıralarda caddei mezkûrede açmış olduğu tütüncü dükkânı dahi ziyaret edilmiş ve yüzbaşı Ruşenî Bey tarafından Nazım Beyin mücahedesini, hizmeti vatanperveranesini musavver ve hazirunu giryebadı teessür eyleceyek bir nutuk irad etmiştir. Kışlada R e f i Rütbe Merasimi « Hey'eti muhtereme, bâlâda yazdığımız ziyaretlerini ifadan sonra kışlayı h ü m â y u n a gelmişlerdir. Dün istibdadın meşahiri zalimesinden olan İzmir fırkası kumandanı sabık birinci Ferik Tevfik'in enzarı ümmet-



H Ü R R İ Y E T M Ü C A D E L E S İ BAŞLIYOR



415 *



te muhakkak olan mesavii ahvaliyle beraber el'an silki askeride bulunması şerefi milliyi ve haysiyeti askeriyeyi muhil bulunduğundan, r e f i rütbesiyle silki mukaddesi askeriden tardı icra kılınmıştır. Cemiyetin her gün makasid ve icraatı hak ve adaletle memzuc olmak hasebiyle millete birçok kurban verdirmiş olan bu hain -ihtiyarlığına hürmeten- e n z a n millete teşhir edilmemiştir, şu kadar ki Nazım Bey tarafından tadad ile tükenmek bilmeyen seyyiatı ahval ve harekâtından bir nebze bahsolunarak herkes lânetler yağdırdıktan sonra mevkuf bulunduğu odaya üç zabit efendi azimetle kordon ve nişanlarını sökmüştür. Onu müteakip yine devri istibdadın yadigârlarından olup hafiyelikle iştihar etmiş, bu silki şenaatpîrada birçok canlar yakmış, hanımanlar söndürmüş olan mahud Aydm Serkomiseri Mehmet'in mezalim ve ta'diyatı yüzbaşı Ruşenî Bey tarafından sureti muvahhire ve f a k a t müessirede şerh ve izah edildikten sonra şahsı mel'anet ihtisahı dahi kışlanın harici meydanına getirilerek hazır bulunan binlerce efradı milletin enzarı istikrâh ve nefrini karşısında teşhir edilmiş ve onu müteakip kollarında taşıdığı ve aleti mel'anet, vasıtai şenaat ve habaset olarak istimâl eylemiş olduğu komiser nişanlariyle düğmeleri söktürülmüştür. i t Askerlik ve polislik mesleklerinden sureti ânife üzere tard edilen merkuman Tevfik ve Mehmet mevkufen Selânik'e izam olunacaklardır. *k Kezalik idarei sabıka zamanında hafiyelikle iştihar .etmiş olan Osman zade Hacı Hasan Paşa — k i hafiyelik sayesinde paşa unvanına irtika eylemişti — dahi derdest ve tevkif olunmuştur.