İktidar ve Tarih: Türkiye'de ''Resmı Tarih'' Tezinin Oluşumu (1929-1937)
 9789750501203 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

BÜŞRA ERSANLI İstanbul'da doğdu. lQ78'de Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Ede­ biyatı Bölümü'nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Siyaset Bilimi Bölümü'nden master ve doktora dereceleri aldı. 1990 yılından bu yana Marmara Üniversitesi Siya­ set Bilimi ve Uluslararası ilişkiler Bölümü'nde öğretim üyesidir. Türkiye'de milliyet­ çilik, tarih yazımı, Orta Asya ve Kafkasya konularında araştırmaları vardır.



BÜŞRA E R S A N L I



İktidar ve Tarih



Türkiye'de "Resmî Tarih" Tezinin Oluşumu (1929-1937)



A f a Y a y ı n l a r ı , 1992-1996 (2 b a s k ı )



İ l e t i ş i m Y a y ı n l a r ı 8 8 0 • A r a ş t ı r m a - İ n c e l e m e D i z i s i 139 ISBN 9 7 5 - 0 5 - 0 1 2 0 - 3 © 2003 i l e t i ş i m Y a y ı n c ı l ı k A . Ş. 1. B A S K I



2003, İ s t a n b u l (1000 adet)



EDİTÖR K e r e m Ü n ü v a r KAPAK U t k u L o m l u KAPAK FOTOĞRAFI A t a t ü r k , A n k a r a ' d a B i r i n c i T ü r k T a r i h K u r u l t a y ı ' n a k a t ı l a n ü y e l e r ve tarih ö ğ r e t m e n l e r i (9 T e m m u z 1932) KAPAK FİLM/ 4 N o k t a G r a f i k DİZGİ R e m z i A b b a s UYGULAMA H ü s n ü Abbas - Hasan Deniz DÜZELTİ S i y a m ı K u z u DİZİN S e ç k i n O k t a y MONTAJ Ş a h i n E y i l m e z BASKI ve CİLT Sena Ofset



İletişim Yayınlan Klodfarer C a d . i l e t i ş i m H a n N o . 7 G a ğ a l o g l u 3 4 4 0 0 İ s t a n b u l Tel: 212.516 22 6 0 - 6 1 - 6 2 • F a x : 212.516 12 58 e - m a ü : i l e t i s i m @ i l e t i s i m . c o m . t r • web: w w w . i l e t i s i m . c o m . t r



İÇINDEKILER



YENİ BASKIYA ÖNSÖZ



9



ÖNSÖZ



11



GİRİŞ



13



B İ R İ N C İ KISIM



Türk Ulusçu Tarih Yazımının Düşünsel Kökenleri



19



BATININ ETKISI



21



Ulusçuluk Öncesi Tarih Anlayışı



26



Tarihçilikte Romantizmin Etkileri



29



Pozitivist Yorumlar



33



Alman Tarihselciliği



39



OSMANLı'NıN MIRASı



47



Reform Dönemine Kadar Osmanlı Tarih Yazımı



47



Geç Osmanlı'da Merkezileşme ve Reform



53



19. Yüzyılda Osmanlı Tarih Yazımı



58



TÜRK ULUSÇULUĞU VE KAYNAKLARI



69



İKİNCİ T Ü R K TARİH KONGRESİ (1937):



Ulusçuluk ve Türkçülük



71



TARTIŞMA T Ü M Ü Y L E Y O K O L U Y O R



189



Tek-Parti "Bilimselliği"



189



1. İmparatorluk "Milliyetçiliği": Osmanlı-Türk Ulusçuluğu. 2. Etnik Kimlik İdeolojilerinden Türfe Ulusçuluğu



76



1. Şefler ve İlkeler



79



2. Eğitim ve Kültür Alanındaki Üniversite Reformu ve DTCF



Esinlenen



3. Pozitivizm ve Sosyolojiden Esinlenen Türk Ulusçuluğu



193 Önlemler: 196



İkinci Kongrede Kanunlaşan Bilimler: 84



Dil ve Tarih İçin İlk Kurumlaşma



Doğa Yasaları, Pozitif Bilimler ve Türkler



91



1. Doğadan Çıkan "pozitif 2. Ulusun Topraklarının



İ K İ N C İ KISIM



3. Türh-Osmanh



"Resmî Tez"in Oluşumu: Siyasal Çerçeve, Kitaplar, Kongreler



ıoı



SİYASAL Ö N C Ü L E R V E D E R S KİTAPLARI



103



Siyasal Öncüler, Siyasetçi-Tarihçiler



108



Örnek Ders Kitapları (1924-1932)



Ekonominin



202 205



Dil



Tanımlanması:



213



Arkeoloji



Tarihi: Sosyoloji ve Yöntem Sorunları



221



SONUÇ



231



114



E K : "SİYASET", " T A R İ H " V E "RESMİYET"



247



1. Türkiye Tarihi (1924-1929)



116



1990'lann Ders Kitapları



247



2. Türk TarihininAna



119



Yeni Tarih Kitaplarında "Türk Dünyası"



253



126



En Uzun Ömürlü Türk Devleti: Osmanlı



264



Hatları



3. Tarih ve Ortamektep İçin Tarih



Avrupa Tarihi ve Osmanlı



BİRİNCİ T Ü R K TARİH KONGRESİ (1932): TARTIŞMALAR



Türkiye Cumhnriyeti'nin Tarihi



139



KAYNAKÇA



Kongre'nin Özellikleri ve Ortaya Çıkan Tartışma Konulan ı



Tartışmaların Başlıca Aktörleri 1. Afet (İnan): Yurttaşlık 2. Fuad Köprülü:



Eğitimi Olarak Tarih



Ulusal Tarihte Muhalefet



1



285



147



DİZİN



305



147 153



175 Özeleştirisi



-



301



5. Yusuf Akçura:



Osmanlı"nın



271



SEÇİLMİŞ EK KAYNAKÇA



167



6. Ahmeci Refik: "Çöken



'.



268



.139



3. Samih Rıfat: Bir Hayali Güç Olarak Tarih 4. Dr. Reşit Galip, Sadri Maksudi, Zeki Velidi: Türk İrkının İncelenmesinde Ulusal Coğrafya ve Göçler. Ulusal Tarih Yazımı



;



161



180 :



I



YENİ BASKIYA ÖNSÖZ



iktidar ve 7dnlı'in ilk kaleme alınışından bu yana 14 yıl geçti. Türkçeye aktarılarak yayınlanması ise tam 10 yıl önce oldu ve 3 kez basıldı. Bu süre zarfında ülkemizde tarih yazımı, anlatı­ mı, tarih ders kitapları ile ilgili birçok araştırma ve proje başla­ tıldı, birçok çeviri yapıldı. Yine bu alanda, özellikle de ders k i ­ tapları ile ilgili Batı'dan Doğu ya komşularımızla ortak projeler gerçekleştirildi. Son onbeş yılın yaygın k i m l i k çatışmaları siya­ setin güncelliği ile değerlerin, imajların geçiciliğini daha kes­ k i n bir biçimde ortaya çıkardı. Kalıcılığından kuvvet umulan bazı tarihi değerler hala sorgulanıyor. Artık "tarihe geçmek" medyatik bir kıvraklık işi oldu, siyasal alanın çarpıcı geçiciliği­ ne çok yakınlaştı. Bir yandan da tarihe karışmak ve katılmak isteyen sıradanların sayısı artıyor. Hem ülkemizde hem de bölgemizde geçmişte yaşanan her şeyin tabii çoğulculuğu siyasette henüz adil bir yansıma bula­ madı. Hatta bu i k i alanın, tarihin ve siyasetin kopmaz beraber­ liği, ve bağımlılığı çok daha etkileyici bir biçimde iktidarlar le­ hine belirginleşti. Yeni tarih metodlanyla keşfedilen sıradanhklar büyük iktidar söylemiyle başedemiyor ama geçmişin as­ kerî/siyasî olmayan alanlarına merak hayli artıyor ve artık her şeye sayfa ayrılabiliyor. Yorumlamak, yeniden dillendirmek ise



özellikle genç tarih öğretmenlerinin ve b i l i m adamlarının öz­ gürce çözümleme heyecanına kalmıştır. Birçok üniversitenin tarih, siyaset, sosyoloji bölümlerinde ilgi gören b u kitap benim İçin, iktidar ve tarihin dönüşen kav­ gasını çözümleme sürecidir, b u sürecin ülkemizdeki önemli bir cephesidir: Kavga yönüyle de diyalog yönüyle de tarihçilik, bir yandan siyasal müdahalelerle daha çok geçicilik k a z a n ­ makta bir yandan da k i m l i k l e r i dayanıklı kılan yöntemleriyle güvenlik oluşturmaktadır. Tarihçilerin her zamandan daha çok strateji alanına kaymaları da b u nedenledir. Sözünü ettiğim b u disiplinlerarası güvenlik sürecini, ufak bir cephede de olsa, daha fazla paylaşma imkanımı güçlendir­ diği için İletişim Yayınlan'nm ilgisine teşekkür ederim. Rumelihisarı Ekim, 2002



ÖNSÖZ



Ortaokulda ve lisede tarih derslerinden uzak durmaya çalışan öğrencilerden b i r i y d i m . Olaylar arasındaki bağlantıları çoğu zaman algılayamadığım için de pek az hakkıyla ezberleyebil­ d i m . Aslında insan i k i arada bir derede kalıyordu, çünkü, 1) eleştiriye ya da sorgulamaya açık bir anlatım tarzı y o k t u ve 2) buna rağmen birçok olay anlatılması en az mümkün olabile­ cek bir nedensellik bağı (!) ile anlatılıyordu. Yani hem sorgulayamayacaksm h e m de sorgu la yamadığın olaylar inandırıcı bir biçimde anlatılamamış olacak, yüzeysel bir biçimde"geçişti­ rilmiş olacak... Başka bir deyişle "resmiyeti z a y ı f olacak. Tabii o zamanlar aynî mantığa sahip olan ancak bir bakıma daha o k u n u r daha cazip basılmış 1930ların tarih kitaplarını da bil­ miyordum. Ancak o yıllarda bile tarihin siyasal açıdan önemi­ n i sezmek zor değildi: örneğin, Demokrat Parti'nin doğuşu ve siyaset sahnesindeki yerine ilişkin yorumlar, kitaplara girdiği hızla çıkabilmişti. "Resmiyet ve "reddi resmiyet" aynı yüzey­ sellikle birbirleriyle yarışırcasına tarih eğitimine ve tüm tarihyazıcılığma sinmişti. B u d u r u m u n örneklerini özellikle 1970'lerde ve 80lerde bol b o l gördük. Resmî tarihin "resmen meşru" ilan edilişi ancak ulusa ve va­ tandaşlarına kuvvetli bir k i m l i k kazandıramamış oluşu ve ikti­ darla muhalefet sorunları Türkiye'de tek-parti döneminin ta-



10



rihyazıcılığmı araştırma k o n u s u seçmemin ana etkenleri oldu. Konuya siyasal çözümleme yönünden yaklaşma isteğimi tez hocam Şerif M a r d i n her zaman teşvik etti ve İngilizce doktora çalışması olarak kaleme alman bu araştırmanın her safhasını izledi. E n başta değerli hocam Şerif Mardin'e teşekkür borçlu­ y u m . Bu çalışmanın doktora tezi olarak i l k yazımına değerli eleştirileri ve önerileriyle Selçuk Esenbel önemli katkılarda b u l u n d u ve bana daima çalışma azmi verdi. Hocalarım Metin Heper ve Taha Parla çeşitli dönemlerde ve özellikle de kritik anlarda y o l gösterdiler ve yardım ettiler. Avrupa'da tarihyazıcıhğmı ve b u n u n siyasal çözümleme ile bağlantısını benimle tar­ tışan H u l l Üniversitesinden N o e l O'Sullivan bu k o n u d a k i i l k okumalarımı zenginleştirdi ve bana, b u karmaşık konuya özel­ likle tarihçi olmadan girme cesaretini verdi. Tez çalışmalarının uzun sürdüğü sık sık rastlanan bîr olgu ancak ne kadar u z u n sürmüş olsa da ben b u çalışmanın enin­ de sonunda bir ödev olduğunu, hazırlayıcı ve eğitici yanının ağır bastığını düşünüyorum. Türkçesini yazarken elimden gel­ diğince b u yanını yoketmeye çalıştım. Bu çabamda da bana en çok Kemali Saybaşüı ve Günay Göksu Özdogan yardımcı o l ­ dular. B u çalışmamı her yönüyle destekleyen aileme, ayrıca sezgi­ lerimi ve meraklarımı disiplinle barıştıran C e m Behar'a sonsuz teşekkürler.



GİRİŞ



Tarihi, geçmişi algılama, olaylarıyla düşünce akımlarıyla bü­ tünleştirerek kavramanın ve günümüzle ve gelecekle köprü kurmaya çalışmanın y o l l a n olarak ele alırsak, parçalarla bütü­ nün aynı derecede önemli olduğunu kabul etmemiz z o r u n l u ­ dur. Parçalar, seçilen belirli dönemler, genel bakış açısına ha­ k i m olamayacağı gibi her değişen siyasal iktidar da, temel bir tarihsel yaklaşım değişikliğini getirmemelidir. Tarihsel yakla­ şımda değişim uzman tarihçilerin katkılarıyla oluşabilir. Dev­ l e t i n , ulusçu bilinçle kimliğimizi g ü ç l e n d i r m e k amacıyla önemsediği b u tarih kitaplarının yaklaşımı kimliğimizi, amacı­ nın tersine, sürekli bozabilmektedir. Değişimle süreklilik bir türlü barışmamıştır. Türk aydınının z i h n i n d e değişim genel olarak devrim, yıkmak, atmak, unutmak; süreklilik ise saplan­ tı, tutuculuk, yeniliğe kapalılık olarak algılanır Oysa değişim ve süreklilik ancak birlikte güçlü olabiliyorlar. Esas kimliği kaybetmeden ve hatta güçlendirerek yeniliklere açık olmak yenilikleri özendirmek gerekiyor. Esas ilgi alanım siyaset b i l i m i ve tarihsiz b i r siyaset b i l i m i n i kabul etmenin çok güç olduğuna inanıyorum. Siyasetin kur­ gusu elbette farklı çıkar ve yaklaşımları birlikte yaşatmaya ve geliştirmeye yönelik olarak yapılmalıdır. 1940'h ve 1950'li k u ­ şakların en az y i r m i yılı da demokrasiyi anlamaya ve uygula-



12



13



maya çalışmakla geçti. Siyaset b i l i m i eğitimi sırasında sağlam tarihçiliğin demokrasi alanındaki en belirleyici adım olduğu açıktır. Ülkemizde genel hatlarıyla tarihyazıcıhgmm özellikle de tarih eğitiminin ağırlıklı olarak demokrasi, iktidar ve m u ­ halefet kavramlarını ters bir mantıkla etkilediği varsayımından hareket ettim. Gerçekten de özellikle orta dereceli öğrenimde tarih bugün anladığımız anlamda demokrasiyi özendirmiyor­ d u ; şimdi de öyle. Tarihçilik, zaman ve mekâna adil davranmıyordu, tarihsel ve tarih öncesi dönem ve yer seçiminde otori­ ter, pragmatik ve işlevseldi. Değişimleri birer oldu-bitti olarak görüyor, rastlantısal ve darbeci bir anlayışla dile getiriyordu. Siyasal ve kültürel bir k i m l i k için aşılanması gereken süreklili­ ği ise bir türlü oturtamıyordu. Orta Asya, Osmanlı-öncesi İslâ­ miyet, Osmanlılık, Atatürk devrimleri, kimliği belirleme çaba­ sında sürekli yer değiştiriyor bazen b i r i ya da diğeri kuvvetle gölgeleniyordu. Bazı deneyimli yazarlar Ben Atatürkçü Değilim diye kitaplar yazabiliyordu. Bu olumsuz anlamdaki siyasal iktidar-bagı.mh değişimler ise pedagojik formasyondan dış p o l i ­ tika sorunlarına kadar etkili oluyordu. Yukarıda değindiğim sorunları incelemeye yönelik bir çalış­ manın, İngilizce yazılmış olan doktora tezimin, büyük ölçüde Türkçe çevirisi olan b u kitap esas olarak Türk Tarih Tezi ile i l ­ gilidir. Bazı Avrupalı tarihçi ve coğrafyacılar Türkleri i k i n c i sı­ nıf bir ırk olarak tanımlamışlardı. Osmanlı İmparatorlugu'nun yıkılışından sonra Osmanlı /Türk kimliği meşruluğunu yitirdi­ ğinden b u yargıyı, Osmanlı öncesi Türklere atıfta bulunarak değiştirmek mümkündü. "Türk halkının brakisefal olan ve Mısır, A n a d o l u , Ege ve Mezopotamya'da büyük uygarlıklar kuran bir ırka mensup olduğu" savı böylece ön plana çıkarıla­ caktı. Yeni kuşakların b u "gerçeği" öğrenmeleri ve bundan uluslaşma süreci için gerekli gücü almaları gerekiyordu. U l u ­ sal bilinç oluşturma amacıyla yapılan tarihsel araştırmalar da "millî ve ilmî bir vazife" olarak görülecekti. 1932'deki Birinci Türk Tarih Kongresi'nde dile getirilen resmî teze göre tarihin ^kiU-bi_amaçı,_cumal.ıydı: Osmanlı öncesi dönemlere dayanıla­ rak güçlü bir ulusal bilinç oluşturmak ve b u bilinci "doğa ya14



saları"na (örneğin arkeolojiye) dayandırmak. Araştırmamda çağdaş Türkiye'nin tarihyazıcılığmı siyasal bir bakış açısıyla yakından incelemeyi seçtim çünkü bence ta­ rih yazılması ve öğretilmesi bir t o p l u m u n zihinsel haritasının en önemli ve en kalıcı öğelerinden biridir. Yakın ve uzak geç­ mişe atfedilen bakış, kişinin âna ve yakın geleceğe karşı tav­ rıyla doğrudan ilintilidir. Türk Tarih Tezi de Cumhuriyet k u ­ şaklarına dünyayı algılayabilmek için bir dizi anahtar sunmuş­ tur. Bunlara bağlı olarak, tarihyazıcıhgmm Türkiye dışındaki birçok ülkede de siyasal amaçlarla, ve özellikle ulusal bilinç oluşturmakla bağlantılı olduğunu savunmak mümkün. 1932 ve 1937 Türk Tarih Kongreleri, çağdaş Türk tarihyazıcılıgmm özellikle başlangıç sorunlarına ışık tutmak için seçil­ miştir. Türk Tarihine bu yeni bakışın i l k tartışmaları 1932'deki ilk Kongrede yapıldı ve Türk Tarih Tezi o kongrede oluştu. H e ­ men hemen hiçbir tartışmanın yapılmadığı 1937'deki İkinci Kongrede ise Türk Tarih Tezi'nin "katî zaferi" tescil edilmiş o l ­ d u . Bu arada 1930'Iu yıllarda kaleme alman Lise Tarih kitapları ise hemen hiçbir değişikliğe uğramaksızm yirmi yıla yakın bir süre kullanıldı. Daha sonra, k u r u l a n b u zihinsel yapıya bazı "demokratik" ve "anti-demokratik" yamalar yapıldı. Söz konusu olan, Kemalist " d e v r i m " i n kültür cephesidir. Bu cepheye üç ayrı açıdan bakmak mümkün. K o n u y a öncelikle düşünceler tarihi açısından bakılabilir, i k i n c i olarak k o n u , dö­ nemin ulusçuluğunun ideolojik sorunları açısından ele alına­ bilir. Nihayet k o n u Birinci ve İkinci Türk Tarih Kongrelerinin siyasî ve akademik atmosferini hazırlayan dönemin realpolitife'i olarak incelenebilir. Bu sonuncusu ise ulusçuluğun tartış­ malı bazı sorunlarının sadece bir sonucudur. Cumhuriyet Türkiyesİ'nin tarihyazıcıhgı bugüne dek ayrın­ tılı ve karşılaştırmalı bir biçimde incelenmemiştir. B u alanda ülkemizde özellikle siyaset b i l i m i açısından h e m e n h e m e n hiçbir araştırma yapılmadı. Türk Tarih Tezi ya Afet İnan, Bekir Sıdkı Baykal, Uluğ İğdemir, Hasan C e m i l Çambel gibi eski k u ­ şak tarihçileri tarafından savunulmuş, en azından gerekli gö­ rülmüş, ya da daha genç kuşağın tarihçilerince anlamsız ve et15



kisiz olarak değerlendirilmiştir. Son 10-15 yılda tarih eğitimi ve tarihyazıcıhgı üzerine yapılan birkaç önemli araştırma ise önyargılı ulusçu tarihçiliğin aksaklıklarını kabul etmekle bir­ likte bunları Türk Tarih Tezi'nin yarattığı b i r zihniyet olarak ele almamışlardır. Bazı tarihçiler çağdaş tarih araştırmalarının Türkiye Cumhuriyeti'yle, daha doğru b i r deyişle "Burjuva De­ mokratik Devrimi"yle birlikte başladığını öne sürebilmişlerdir. Bazılarına göre tarihçilikte bilimselleşme bu radikal dönüşüm­ le olmuştur. Daha genç kuşağın tarihçileri, devrimlerin b i l i m ­ sel gelişmedeki rolleri hakkında b u denli kesin yargılara sahip değildirler. Önceki kuşaktan bazıları ise Türk Tarih Tezi'nin ve Güneş-Dil Teorisinin en büyük zararının b i r etnik üstünlük ve baskı yaratma olduğu üzerinde durmaktadır. Oysa Türk Tarih Tezi, etnik bir hegemonyanın baskıcı etkisini yaratmakla bir­ likte daha önemlisi siyasal iktidarla sınırlı bir tarih anlayışının meşruluğunu sağlamıştır. Tarihçiler C u m h u r i y e t l e b i r l i k t e ulus-devlet kurucuları olarak görülmüş, tarihçilerin siyasal misyonu bilimsel uğraşma daima üstün tutulmuştur. Türk Tarih Tezi'nin bilimsel niteliğini sorgulayan en anlamlı eleştiriler Osmanlı tarihçilerince yapılmıştır. B u eleştirilerin yelpazesi epey geniştir. Osmanlı İmparatorlügu'nun temelinde İslâm d i n i n i n yattığı y o l u n d a k i eski müsteşrik (Orientalist) bakış açısından başlayarak " m o d e r n l e ş m e " , " b a ğ ı m l ı l ı k " , "merkez-çevre", "dünya sistemi" gibi Batılı söylemlere kadar uzanan b u yelpaze içinde, daha yakın tarihlerde Osmanlı'yı da kapsamına almaya başlayan "gelişme" ya da "meşruiyet" teori­ leri de anılabilir. B u çalışmanın birinci kısım i l k bölümünde Türk Tarih Tezi'ni etkileyen Avrupa kaynakları ele alınmıştır. 19. yüzyıl A v ­ rupa tarihçiliğinin başlıca akımlarını inceleyerek zaman ya da değişim gibi tarihsel düşüncenin temel kavramlarının yirminci yüzyıl Türk tarihyazıcılığmda nasıl farklı bir biçimde kavranıp yorumlandıklarını görmek fırsatını bulacağız. Türk tarihi yazıcılığı üzerinde Osmanlı'nın etkilerini kısaca ele alan i k i n c i bölüm ise dikkatlerimizi geç Osmanlı ve O s ­ manlı sonrası dönemlerdeki tarihyazıcılıgmm yöntem, amaç 15



ve üslup açısından devamlılıkları ve farklılıkları üzerine çek­ mektedir. Türk tarihyazıcıhgı üzerinde Osmanlının etkisi ay­ nı zamanda C u m h u r i y e t tarihyazıcılıgmm miras aldığı özel­ l i k l e r i ortaya sermektedir. Yine burada birbirine zıt i k i dünya görüşünün başlıca kavramlarından biri olan zaman kavramı i k i gelenek arasındaki devamlılığın doğası hakkında ipuçları vermektedir. Ü ç ü n c ü bölümde, tarih yazımının başlıca i l h a m kaynağı olan ulusçuluk akımlarının yüzyılın i l k yıllarındaki yorumları ve sorunlarıyla birlikte b u yorumların tarihyazıcılıgma nasıl malzeme oluşturdukları ele alınmaktadır. B i r bakıma önceki i k i etki alanının, yani Batı ve Osmanlı'nın Türk ulusçuluğu üzerindeki izlerini yorumlamaya da çalışmaktadır. Türk tarihyazıcılığmdaki Türk ulusçuluğu anlayışı görüldüğünden çok daha karmaşıktır ve tarih yazma dürtüleriyle çok yakından ilintilidir. Kitabın ikinci kısmında ilk olarak C u m h u r i y e t i n i l k yılla­ rında siyasetçilikle tarihçiliğin bağlantısını kurmaya çalışarak dönemin siyasî iktidar anlayışını kısaca irdelemektedir. C u m ­ h u r i y e t i n ilk o n yılında orta dereceli okullarda okutulan ör­ nek ders kitapları ele alınmıştır ve Türk Tarih Tezi'nin hangi amaçla şekillendiğini göstermeye çalışmaktadır. B u çerçevede siyasal olarak tezin kabul edilmesinden önce ders kitaplarını değiştirme faaliyetine girişilmiştir. B u ders kitaplarında daha önce sözünü ettiğimiz ulusal k i m l i k sorunları yansımaktadır. Ulus devletinin oluşturulması ve güçlendirilmesi için gerekli standart ulusal değerler dikkat çekmektedir. 1 9 2 0 l e r i n kitap­ larıyla 1930'larm kitapları arasındaki farklar dönemin siyasal ve eğitsel amaçlarını sergilemektedir. Bu kısmın en u z u n bölümü Birinci Türk Tarih Kongresi'nin tartışma konularına ve kongreye bildiri sunan ve tartışmalarda aktif rol alan önemli kişiliklere ayrılmıştır. B u aşamada, tarih tezinin derinlemesine çalışılması ve ders kitaplarında en son şeklini alabilmesi için oluşturulan b i r k u r u m içinde tarih, " b i ­ limsel b i r statü" kazanmaktadır. B u kongrenin b i r önemi de tarih çalışmalarının başım çeken kişilerin aynı zamanda ulus17



çuluk çalışmalarının öncüleri olmalarıydı. Türk ulusçuluğu­ n u n karmaşık yorumları yine bu kongre tartışmalarında su yüzüne çıkmaktaydı. Son bölümde İkinci Türk Tarih Kongresi ele alınmaktadır. Bu kongre tarih tezinin "kati zaferi" ile sonuçlanmıştır. Sade­ ce ulusçu ve siyasetçi tarihçileri değil uluslararası Türkoloji uzmanlarını da kapsamıştır. B u kesin zafer nedeniyle Türk Tarih Tezi'nin utangaç ve çekingen bir biçimde de olsa sorgu­ lanması sona ermiştir. Artık önemli olan b u tezin tüm ülke politikacıları, uzmanları, öğretmenleri ve halkı tarafından sorgusuz kabul edilmesinin sağlanmasıdır. Bu kanıt en çok arkeoloji dalında başarı sağlamış ve popüler olmuştur. A n c a k İkinci Kongre'nin genel amacı ve sebeb-i hikmeti henüz yeri­ ne oturmayan bir " b i l i m s e l l i k " i n parti bilimselliği olarak s u ­ nulmuş olmasıdır. Tarihyazıcıhğtnda çağdaş gelişmelerin, devrimci ya da şefçi bir atılım olmadığını ileri sürerek Türk Tarih Tezi'nin Avrupa tarihyazıcıhgı ve Osmanlı tarihyazıcıhğı ile karşılaştırılmasın­ dan yararlanmaya çalıştım. Bu karşılaştırma, ülke ve yönetim biçimi farklılıklarından çok, u z u n zamanla kısa zaman karşı­ laştırması ya da uzun bir süre içinde bir dönemi kendi içinde kıyaslama olarak görülebilir. Bunu yapabilmek için de Birinci ve İkinci Tarih Kongreleri'nin bildirilerini ve tartışmalarını ay­ rıntılı bir biçimde ele almaya özen gösterdim. Çalışma aslında bir "örnek olay" çalışmasıdır ve tarih kitaplarının yazımındaki ana etkenleri o yıllarda o insanların yaklaşımlarıyla ve siyasal kararlarıyla ele almaktadır.



18



BİRİNCİ K I S I M



Türk Ulusçu Tarih Yazmanın Düşünsel Kökenleri



BATI'NIN E T K İ S İ



Tarih yazımı incelenirken siyasal iktidarın niteliği mutlaka gözönünde bulundurulmalıdır. Çünkü bir ülkenin siyasal kültürü geçmişinin tanımlanmasında belirleyici rol oynuyor. Büyük dö­ nüşümler, devrimler o ülkeye yeni bir k i m l i k kazandırırlar ve böylece betimlemenin ve tanımın unsurları değişir, tarih de b u ­ na paralel olarak tümüyle yeniden yazılmasa bile büyük ölçüde değiştirilir. Tarih yazımında yeni akımların oluşumu da büyük ölçüde siyasî düşünce akımlarına paralel bir gelişme göstermiş­ tir. Osmanlı tarih yazımının 15. yüzyılın sonunda bir yüksel­ me göstermesi "büyük bir imparatorluk kurma b i l i n c i " ile bağ­ lantılı görülmüştür. 19. yüzyılın Fransız tarih yazımının ana özelliği Fransız Devrimi'nin yoğun etkisi altında şekillenmiş oluşudur. Fransa'da tarih yazımına i l h a m teşkil eden siyasal düşünce akımları içinde en etkin olanı da ulusçuluktur. 1



2



1 Tarihçiliğin "Altın Çağı" 19. yüzyıl Avrupası'nın siyasal akımlarıyla beslenmiş çeşitli yöntem, açıklama ve eğilimlerle tanımlanır. "Tarihçiler yöneticilere da­ nışman, siyasi partilere rehber ve halkın ruhunun sözcüleri haline gelmişler­ dir". Ernst Breisach, Historiography, Alicimi Medieval and Modern, (Chicago, 1983) s. 261-67. Bu ilişki için ayrıca bkz. T. C . R. Horn, Harry Ritter, "Interdis­ ciplinary History: A Historiographical Review", The History Teacher, Cilt 19. N o . 3, 1986. 2



Halil İnalcık, "The Rise of Ottoman Historiography", Historians of the Middle East, (derleyenler B. Lewis and P M . Holt), (Londra, 1962) s. 152. 21



Herder, Ranke, Michelet, Treitschke, Croce gibi ünlü tarihçi­ ler Avrupa ülkelerini ve devletlerini bir çözümleme birimi ola­ rak ele almaya başladıklarında, tarih yazımının tarihi de başla­ mış ve "historiografı" olarak adlandırılan bir disiplin niteliğini kazanmıştır. Osmanlı İmparatorlugu'nda da çağdaş anlamda ta­ rih yazımı 19. yüzyıl sonlarında ulusçu uyanışlara paralel olarak benzer bir biçimde gelişmiştir. Çağdaş Türkiye de bu genelleme­ n i n dışında tutulamaz. y ^ i £ ^ £ J ^ L i i î H l ^ ^ ^ ton^r^gıjggJnMt^ab^anması aşağı yukarı eş zamanlıdır. İlk çağlardan beri tarih yazımmda belirleyici olan bazı anah­ tar kavramlar "zaman", "süreklilik" ve "sabitlik" olmuştur. B u bölümde, Türk resmî-tarih yazımım doğrudan etkileyen akım­ lar, b u temel kavramların irdelenmesi çerçevesinde ele alına­ caktır. Gerek A v r u p a gerekse Osmanlı tarih anlayışlarında hangi özelliklerin b u kavramlar çerçevesinde ortak ya da farklı olduğunu anlamaya çalışmak gerekmektedir. Tarih ders kitap­ larının yeniden yazıldığı 1930'lardaki resmî tarihçilik yakla­ şımlarında kaçınılmaz olarak bu farklılıkların ve devamlılıkla­ rın yansımaları görülmüştür. Osmanlı tarih anlayışı ile A v r u ­ pa'dan uyarlanan bazı akımlar şaşırtıcı bir düzeyde uzlaştırılmaya çalışılmış ve bu uzlaştırma faaliyeti de gelecek kuşakla­ rın tamamen terk edildiğini sandığı imparatorluk tarihçiliğini ve "milliyetçilik"ini aslında, hiçbir zaman farketmeden tersten benimsemesine yol açmıştır. Türk resmî tarih anlayışını etkileyen historiografı akımları özellikle Fransız ve A l m a n tarihçiliğinde görülen romantik, idealist, pozitivist ve tarihselci akımlar olmuştur. A l m a n ve Fransız etkisi "kendi kaderini tayin" hakkına dayanan ezilen kültür esprisi ile "egemenlik milletindir" Jakobenizmİnin bir­ leştiği noktada yerini bulmuştur. Çünkü Osmanlı milletlerin­ de imparatorluğun patronluğu ile Avrupa'nın sömürüsü birlik­ te yürüyordu. Aynı güçte başka bir etken de Osmanlı İmpara­ torluğunun tarihe bakışıdır. Osmanlı tarihçiliği, İslâm düşün­ cesinin önemli özelliklerini taşıyan ancak aynı zamanda A v r u pa'daki çözülen imparatorlukların çağdaş ulusçuluğu y o r u m ­ layan akımlarindan da etkilenmiştir. v



22



a



Ulusçuluktan önceki dönemde Osmanlı tarihi k o n u açısın­ dan siyasî, yöntem açısından ise betimleyici İdi ve diğer disip­ linlerle bağlantısı yoktu. Siyaset terimi de doğal olarak gele­ nekle sınırlıydı. Eski Roma'da olduğu gibi İstanbul'da da tarih ancak askerî ve diplomatik nedenlerle gerekli görülüyordu. Batı'da ulusal tarih siyasetle beraber diğer sosyal b i l i m dalla­ rını da içine alıyordu ve merkezileşme ve kültüre! kalkınma yolunda ulusçu siyasetlere yardım edebildiği sürece eğitsel ve ahlâkî özellikleri de geliştiriyordu. Ayrıca ulusal tarih yazımı bu ülkelerde yeni yöntemlerin ortaya çıkarılmasına, eleştirel ve analitik yaklaşımların yaratılmasına da yardımcı olmuştur. 19. yüzyılın i k i n c i yarısında, okullarda ve üniversitelerde tarih eğitimi ulusçuluğun yayılmasıyla orantılı olarak artmıştı. B i r yandan, (coles libres denen okullarda ulusal geçmiş kolektif hafızaya intikal ettirilmeye çalışılıyordu, diğer yandan da aka­ demik çevrelerde tarih bilimsel b i r disiplin olarak bir ilgi alanı olmaya başlıyordu. Başka b i r deyişle, Avrupa'da tarih eğitimi ulusal k i m l i k yaratmak ve güçlendirmek için bir araç haline getirilmiştir. Bu açıdan baktığımızda ulusçuluk ve tarih yazımı birbirleriyle sıkı sıkıya bağlantılıdır. A n c a k ulusçuluğun Batı'da tarih yazımı üzerindeki diğer önemli etkisi elyazmaîarmm araştırılması, bir kaynağın önceki kaynakla nasıl bir bağlantısı bulunduğunun incelenmesi ve d i l b i l i m i alanında mükemmel yayınların yapılması sonucunu da doğurdu. Gerçekten de 19. yüzyıl tarihçileri kültürel gelenek­ lerin d i l , folklor ve etnik köken gibi önemli öğelerinden etraflı bir biçimde yararlandılar. Bütün b u çalışmalar tarihî kaynakla­ rın basılıp yayınlanmasına y o l açtı." Ulusal bir olgu olarak tarih yazımı laisizim, romantizm ve pozitivizm gibi düşünce akımlarının gelişimiyle de yakından 3



3



"Manuel d'histoire" ve "Ense iğnem ent de 1'histc. ire/l denli t c Nationale", Diclionaire dts Science Hisloriaue, P U F , 1986. Sırasıyla s. 432-6 ve 249-52. Aynca Bkz. Perceptions of History, International Textbooh Research on Britain, Germany and the United States, (derleyenler Volker R. Berghalm and Anna Schissier). (Oxford. 1987), s. 1.



4



"History and Historiography". Encyclopaedia of the Social Sciences VV11-V111.. (New York, 1957). s. 377. 23



ilişkilidir. Uluslaşma çağından önce tarihçilik gerçeğin açık­ lanması olarak ele almıyordu ve daha çok epistemolojik bir i l ­ gi alanıydı. A n c a k daha sonraki gelişmeler sonucunda felsefî kaygılar tarih çalışmalarından yavaş yavaş dışlandı. Aydınlan­ ma çağında, tarihçilik, "tarih felsefesi" olarak adlandınlmışsa da aynı çağda yani 18. yüzyılda, siyasal ve kültürel olaylara bağlı özgün bir mantığı olan farklı bir k o n u ve ayrı bir alan olarak da ele alınmıştır. Ulusal tarihçilikle bütünleşen sonraki akımlar, " b u yeni b i l i m i n ardındaki epistemolojik sorunlarla ilgilenmediler, ... tarihsel verilerin toplanması ve düzenlenme­ siyle ilgilendiler". Kısacası Aydınlanma çağından farklı olarak sonraki dönemde tarihin kendisine başlı başına özel bir önem verilmeye başlandı. 5



Batı Avrupa'da tarih düşüncesi sadece Fransa ve A l m a n ya'daki gelişmelerin doğurduğu bir sonuç değildi; ancak, b u i k i ülke tarih alanında öncülük yaptı. Daha açıkça belirtmek gerekirse, 1757'den itibaren tarih Almanya'da Göttingen Üniv e r s i t e s i ' n d e c i d d i b i r biçimde öğretilmeye b a ş l a n m ı ş ve 1769'da Fransa'da College de France'da Tarih ve Ahlâk Kürsü­ sü açılmıştı. 1824'de Ranke, i l k kitabı olan Latin ve Tötonik Kavimlerin Tari/ıt'nin (1494-1535) önsözünde şöyle diyordu: 6



"Gelecek çağlara yararı dokunsun diye, geçmişi yargılamak ve şimdiki zamanı yönlendirmek görevi tarihe verildi. Benim bu çalışmamın böyle bir iddiası yoktur; bu çalışma sadece ger­ çekte ne olduğunu ortaya koymak istiyor." 7



Tarih yazımının tarihi (historiografi) bir disiplin olarak b u ülkelerde ortaya çıkarıldı ve tarih yazımı ile ulusçuluk arasın­ daki en sıkı bağ da i l k kez b u ülkelerin tarih düşüncesinde formüle edildi. Bu i k i ülke hem Avrupa'daki diğer ülkeler hem de Avrupa dışı ülkeler için birer esin kaynağı oluşturdular. A l m a n ve Fransız historiografi okulları Türkiye'de yeni ta5 Horn and Rilıer, "Interdisciplinary History..." s. 130. 6 Arthur Marwick, Die Nature of History, (Hong Kong, 1970), s. 36. 7



Leopold von Ranke, The Secret of World History Selected Writings on the Art and Science of History, (derleyen Roger Wines) (New York, 1981), s. 7.



24



r i h yazımı akımlarının ortaya çıkmasına da neden oldular. B u n u n b i r kanıtı 18. yüzyıl i l e r l e m e c i l i g i n i n 19. yüzyıl O s ­ manlı reformlarında yankısını bulmuş olmasıydı. Voltaire'in tarihte ilerleme fikri başta Tanzimat reformcularının beğeni­ s i n i kazanmıştı. Çünkü b u anlayış ahlâk eğitimi için pragma¬ tik b i r önem taşıdığı g i b i kötümser tarihçiliği de mahkûm eden bir özelliğe sahipti. C u m h u r i y e t ' i n i l k o n yılında tarihin yeniden yazılması denemelerinde Aydınlanma filozoflarının ve Fransız r o m a n t i k tarihçilerinin e t k i l e r i k u v v e t l e görül­ mektedir. O dönemde Türk tarihçileri tarafından en çok sözü edilen ta­ rihçiler Fransız "Ecole Méthodique" akımının üyeleridir k i bunların pek çoğu 19. yüzyılın Fransız pozitivist-ulusçu tarih­ çileridir: G . M o n o d , C . V Langlois, C . Seignobos, E. Lavisse, P h . Sagnac, H . Taine ve onu izleyen arkadaşları tarihsel verilerin toplanmasıyla evrensel yasalara ulaşmak isterlerken, A . Comte ve onu izleyenler bir adım daha ileri giderek "tarihin doğa b i ­ limleriyle aynı epistemolojik düzleme getirilebileceği'"ni ve hat­ ta mutlaka böyle olması gerektiğini söylüyorlardı. A . Comte "doğa bilimlerinin gözlenebilir olguların ampirik analizinden evrensel yasaların oluşturulmasına geçişi sağlayabilecek bir ye­ teneğe sahip bulunduğuna inanıyordu". August Comte ve da­ ha önce saydığımız tarihçilerin geliştirdiği bu pozitivist akım en çok Ziya Gökalp'in yazılarında yankısını bulacaktı. Ayrıca, ileri­ deki sayfalarda göreceğimiz gibi "Ecole Méthodique" tarihçile­ rinin ilkeleri arasında İlginç paralellikler bulunacaktır. 8



Fransız etkisi kendisini kuvvetle hissettirirken diğer yandan da Almanların tarihlerini çok gerilere götürerek b i r destansı d u r u m yaratma y o l u n d a k i girişimleri de Türk tarih yazımı üzerinde etkili olmuştu. Özellikle otuzların i k i n c i yarısında cumhuriyetçi liderler, kültür ve hükümet etme siyasalanyla uğraşırlarken devlet gücüne destansı bir nitelik kazandırma gereksinimi duydukları zaman, A l m a n ulusçu tarihçilerinin yaklaşımı daha da fazla ilgi uyandırmıştır. 8



Horn and Rilter, "Interdisciplinary History..." s. 431. 25



Fransızların pozitivist ve ahlâkî tarihçiliği ile Almanların idealist ve devletçi tarihçiliği Türk t a r i h yazımı üzerinde 1930'îarda i k i l i ve güçlü etkisini sürdürdü. A n c a k o dönemde b u ülkelerde gelişmiş ve gelişmekte o l a n , örneğin A n n a l e s O k u l u gibi diğer akımların 19401ı yıllara kadar Türk tarihçile­ ri tarafından dikkatle izlendiği pek söylenemez. Çünkü 19. yüzyılın sonlarından itibaren pozitivist akımı eleştirenleri ya da disiplinlerarası bir bakış açısını savunan Annales O k u l u ' n u izlemediler, ya da izleyen olduysa bile tarih yazımının sorgu­ lanması gereken bazı noktaları olduğunu düşünmediler, disip­ linlerarası bir tarihçiliğin ya da yeni yöntemlerin araştırıcılığı­ nı yapmadılar. Kısacası tarih yazımını sorunları olan bir dü­ şünce akımı olarak degiİ herhangi bir hükümet politikası ola­ rak ele aldılar. Bu t ^ J ^ m k r ı İ J > j n j z y ı l Osmanlı "tar'ifiçlTi^geleneginin bir tür devamı olarak görülebilir. 1937'de toplanan İkinci Tarih Kongresi'nde bazı iktisat ve sosyal tarih örnekleri verildi. A n c a k ana akım, arkeoloji ve antropolojiye ağırlık ve­ ren tarihselci yaklaşımdı; çünkü, eski, tarih öncesi dünya ile destansı kahramanlık hikâyeleri yaratmak daha kolaydı. Kısacası r o m a n t i z m , p o z i t i v i z m ve A l m a n h i s t o r i s i z m i C u m h u r i y e t tarih yazımının i l k o n yıllarının esin kaynağını teşkil etti: Romantizm, tarihçilerin ulusal ülkülerini geliştir­ meleri için bir moral güç yaratıyordu; pozitivizm kısa vadeli siyasetin pragmatik ve laik hedefleri için gerekliydi ve nihayet A l m a n historisizmi "ideal-devlet-iktidar" özdeşliğini kafalarda yaratmak için çok uygundu. Bu araştırmanın amacına uygun olarak Türk tarihyazıcıhğı üzerindeki A l m a n ve Fransız etkilerini ele alırken, eleştirel ve felsefî tarihsel yaklaşımların bir anlamda görmezden gelinişi ile idealizmin ve pragmatik pozitivizmin neden özellikle tercih edildiği k o n u s u üzerinde duracağız. Ulusçuluk Öncesi Tarih Anlayışı Tarih yazımının tarihi, yani historiografi alanında çalışmış olan düşünürler, modern çağın ana felsefî kavramı olan deği26



şim anlayışından önce tarihin bir disiplin olarak kabul edile­ meyeceğini savunurlar. Örneğin G r e k - R o m a tarih yazımında R o m a gibi s o n s u z l u k içeren ve değişmeyen kişilikler ya da mekânlar destanlaşmış bir bilgi olarak kabul edilir; bu nedenle tarih dışıdır, hatta tanrısaldır: ... ardında bir gerçek yatan fizikötesi (tözçü fizikötesi) sadece değişmeyenin bilinebileceğini savunan bir bilgi teorisine da­ yanır. Ancak değişmeyen şey tarih dışıdır. Tarihsel olan şey ise geçici bir olgudur. Dolayısıyla Livy'nin tarif ettiği Roma şehrinin kökeni, onun daha sonra varolduğu biçimiyle varlık mertebesine mu­ cizevi bir şekilde atlamış halidir. 9



A n c a k Grek tarihi bilimsel ve hümanist tarihin de temelleri­ ni atmıştı, hem süreklilik içeren hem de değişen öğeleri vardı. Çünkü hem insanlarla hem de geçmiş olaylarla i l g i l i y d i . Bu dönemden sonra Helen tarihi daha geniş bir zaman ve mekân birimlerini kapsadı, zaten siyasî ve askerî varlığı b u farklılığı da getirmişti. A n c a k esas olarak değişmeyen maddî gerçekliğe dayanan Grek-Roma tarih anlayışı tarihin yazımında ve algıla­ nışında bir eksiklik, bir zaaf olarak değerlendirilebilir. Tarih düşüncesinde Hıristiyanlığın etkisi tarihin hümanist ve tözçü (substantialist) özellikleri karşısına dikilmişti. Grek­ lerin ve Romalıların tersine Hıristiyanlığın "evrenselliği" i n ­ sanoğlunun kökeni, uygarlıkların yükselişi ve düşüşü ile ya­ kından ilgili görüldü. Ortaçağ tarihçiliği ise Grek-Roma tarih­ çiliğinin bir devamı olarak değerlendirilir. Çünkü o da olgula­ rın esas dayanağım gelenekte arıyordu. Nihayet Rönesans tarihçileri, tarih yazımına "insan arzula­ rının, insan doğasının gerekli belirtileri olduğu" anlayışını ge­ tirdi. Ancak, "Rönesans tarihçisinin gözünde insan, eski felse­ fenin betimlediği, zekâsıyla hareketlerini kontrol eden ve ka­ derini çizen bir insan değildi. İnsanın betimlenişi Hıristiyan düşüncesinden geliyordu. İnsan arzu ve dürtülerin yaratığıy9



R . G . Collmgwood, The idea ofHistory (Oxford, 1956), s.



42-3. 27



d ı " . Macchiavelli, bu anlayışın laik y o r u m u n u n mükemmel bir temsilcisidir, siyaset teorisinde kaydettiği önemli değişim tarih teorisine de paralel bir biçimde yansımıştır: aynı derece­ de meşru olan i y i ile kötünün ve. siyasette güç öğesine verilen önemin yaygınlaşması. Bu dönemde doğa da coğrafya, topografi ve arkeoloji olarak gündeme gelmişti. Bunlar hatırlanma­ yan geçmişin yeniden inşa edilmesi için kullanıldı. 17. yüzyılda çağdaş tarih düşüncesinin babası olarak kabul edilen Vico, önceki tarihçilerden farklı olarak insan deneyimi­ n i n kökenini ve sosyal ve kurumsal olarak gelişimini gözönüne alan bir tarihçiydi. Vico doğa bilimlerini tarihin üzerinde tutan Kartezyen metodun sorgulamayan tavrını eleştirmişti. 17. yüzyılın sonlarına doğru tarihî bilginin ya da d i l b i l i m , m i ­ toloji ve gelenek gibi kanıtların yapıcı yönlerini b i r düzene koydu. Vico, insan topluluklarının kaçınılmaz olarak bazı be­ lirgin aşamalardan geçtiklerine inanıyordu: milletlerin doğal yasasını Tanrılar çağı, kahramanlar çağı ve insanlar çağı olarak ayırıyordu; aynı evrimin dillerin gelişiminde de geçerli oldu­ ğunu kabul ediyordu. K e n d i özgün kuralları olan b u tarih an­ layışı 18. yüzyılın şevkini ve A l m a n tarihyazıcıhğmda meyda­ na çıkacak olan araştırma yeteneğini müjdeliyordu. Aydınlanma çağında, H u m e ve Voltaire gibi filozoflar, İnsan hayatının ve düşüncesinin her kısmını dinî geleneğin vurduğu damgadan kurtarmak için uğraştılar, b u damgayı her yerde protesto ettiler. D i n , papaz, ortaçağ, barbarlık gibi terimler o n ­ ların gözünde, Vico'da olduğu gibi, tarihî terimler değildi; aydmlanmacı tarihçiler için b u terimlerin felsefî ya da sosyolojik bir anlamı da y o k t u . Bunları sadece, kötülükleri açıklayan kavramlar olarak görüyorlardı. Aydmlanmacılarm tarihsel kavramları duygusal öğeler taşıyordu. Tarihin didaktik ve iler­ lemeci bir yanı olması gerektiğine inanıyordu. Condorcet'ye göre tarih insanın sosyal ve zihinsel standardını yükseltmeye yarayacak bir araçtı. Voltaire, Kant ve Condorcet gibi filozoflar için tarih insanı yükseltecek bir bilgi i d i . A n c a k bazı yöntem10



10 a.e., s. 58.



28



1er de gelişmeye başlıyordu, örneğin Montesquieu, tarihi olay­ ların coğrafî etkilerle açıklanabileceğini söylüyordu ve ayrıca sosyolojinin rolünün altını çiziyor ve yardımcı bir disiplin ola­ rak kuvvetle devreye sokuyordu. Böylece doğa yasaları tarihçi­ liğe daha güçlü bir şekilde nüfuz etmiş oluyordu. Tarih yazımının, sırasıyla mitolojik, teokratik, estetik, şiir­ sel, felsefî, laik, romantik, bilimsel, pragmatik ve ulusçu aşa­ malardan geçtiğini söyleyebiliriz. B u saydıklarımızın i l k bakış­ ta bir kronolojik anlamı var gibi gözükse de bazı aşamaların bazı dönemlerde birarada yaşadığı, çok önceki bazı aşamaların çağdaş tarihyazıcıhğmda k e n d i n i gösterebildiği de savunulabi­ lir. Bazı aşamalar yöntem biçimine girerek tekrarlanmış, bazı­ ları daha derin kavramsal açıklamalarla yeniden gündeme gel­ miştir. E n çarpıcı olan ve belki de felsefede olduğu gibi önemi­ n i yitirerek tarihin açıklanmasında ortadan silinebilecek aşa­ ma laik, ulusçu ve pragmatik tarihyazıcılıgıdır. A n c a k bu prag­ matik gerçekçilik içinde ulusçu tarih yazımının destansı ro­ man tik-bilimselci özellikleri de olduğunu kısaca vurgulamak­ ta yarar bulunmaktadır. Laik ve ulusal tarih yazımı gerçekten de tarihçiliğin insan aklının, zekâsının ya da arzularının açıklanması aşamasından, bilgi teorisi dışındaki faydacı anlamda, siyaset ve iktidarın be­ lirtisi aşamasına gelmiştir. Bugünkü tarihyazıcılığı tüm çö­ zümleyici ve eleştirel yöntemleriyle h e m siyasî hem de kültü­ rel etkinlikleri yüksek olan ülkelerin ve b u ülkelerin tarihçile­ r i n i n ürünüdür. Yine belirtmek gerekir k i Batı dünyasını en çok saran romantik ve pozitivist tarihçilik akımları Türkiye'de de ulusal k i m l i k aramada en yaygın etkinliğe sahip olanlardır. Tarihçilikte Romantizmin Etkileri Gerek dünyada gerek Türkiye'de ulusçu tarihçilikteki roman­ tik akımın rolü oldukça önemlidir. 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir yüzyıl etkisini kuvvetle sürdürmüş olan romantik akımın en büyük özelliği geçmişi, nostaljik b i r hayranlıkla yüceltmekti. Doga yasaları romantiklerin hayranlığını u y a n 29



dırmıştı ve insan doğasını da b u yöntemlerle yorumlamaya yatkındılar. Tarihi, geçmişteki olgulara ve doğa yasalarına da­ yandıran romantikler, aynı zamanda belgeler üzerinde araştır­ ma yapmak ve genel olarak tarihi yorumlamak için y e n i yön­ temler de geliştirdiler. A n c a k doğa yasalarına kaderci b i r b i ­ çimde bağlanmak istemiyorlardı; umutlarını halkın eğitilmesi yoluyla aydınlanmış kişiler yaratmaya bağlamışlardı. Halkın eğitilmesinden de anladıkları tarihsel değişimi hızlandırabil­ mek için irade kavramına temel önem vermekti. Böylece ro­ m a n t i z m i n ulusçu tarih kavramını ilerletici bir güç olarak ge­ liştirdiğini söyleyebiliriz. Yalnızca insan aklının evrenselliğini değil aynı zamanda insanoğlunun egitilebilecegine de inanı­ yorlardı. Ulusların ortaya çıkışı tarihçilikte h e m yöntemin h e m de düşüncenin gelişmesine neden oldu ve b u d u r u m en çok A l ­ manya'da kendini gösterdi. Herder (1744-1803) ulusu bir or­ ganizma gibi ele alma üzerinde duran i l k tarihçidir. Diğer ro­ mantikler gibi o da tarihin çeşitli bazı dönemlerine özel bir sempati besliyordu. Yine diğer romantik tarihçiler gibi tarihte düzenli bir gelişim gözlemlemişti ve dolayısıyla tarihsel sürek­ liliğe inanıyordu. Romantikler h e m genel olarak tarihte hem de tek tek uluslar bazında ilerlemeye inanıyorlardı. "Herder'in tarih felsefesine göre her ulus k e n d i n i özgün bir biçimde ifade ederek insanlığın gelişimine katkıda b u l u n u y o r d u " . " Romantikler genel olarak devrimciliğe karşıydılar. Tarihte evrimciliğe inanıyorlardı. B u açıdan değerlendirdiğimizde A y dmlanmacılarm ya da Fransız Devrimi'nin hatta daha sonraki dönemde pozitivistlerin karşısında yer alıyorlardı. Ranke'nin deyimiyle, devrimci tarih "eleştirel bir biçimde düzeni bozan b i r g ü ç t ü r . . . . b u g ü ç t a r i h i n u z u n süren e m e ğ i n i sabote .eder".' Tarihin evrimsel bir yönü olan ulusçuluk ve u l u s u n ilerlemesi bakımından eğitimin önemi, A l m a n tarihçiliğinde, 2



11 R . R . A . M . Ergang, Herder and the Foundations of Geıman



Nationalism (New



York, 1931), s. 95. 12 Leonard Kreiger "Elements of Early Historicism: Experience, Theory and His­ tory in Ranke" History and Theory: Essays in Historicism (Londra, 1975). s. 3. 30



bir bildung" (kişinin özünün dönüşüme uğrama hali) süreci olarak ele almıyordu. Bildung anlayışına göre, kişi, eğitim y o ­ luyla ulusal olanı evrensel olana dönüştürerek yeni çağın İde­ alini gerçekleştirebilirdi; bazı üstün uluslar da evrensel değer­ ler yaratabilirlerdi. Gerçekten de öznellik ile evrensellik arasındaki çekişme ta­ rihçilikte romantik iddianın özünü oluşturur. Başlangıçta ev­ rensellik üzerinde pek durmayan romantik tarih akımı temsil­ cileri, tümevarımcı bir akıl yürütme yoluyla, kültür, ulus ve devlet kavramlarının birbirlerine iyice yakınlaşması yoluyla ortaya çıkacak güç sonucunda ulusal değerlerin evrenselliğe doğru yol alacağına inanmaya başladılar. Romantik tarihçilikte, A l m a n ve Fransız yorumları, ulusları­ nın üstünlüğünü açıklama biçimlerinde farklı bakış açıları be­ nimsemişlerdi. Romantik akımdan etkilenen Herder, Ranke ve ? İ 9 . b î ^ S ^ î j A j i 2 ? ^ ^ ^ S ^ 'Ç ~ l l " k i m T i ^ n " r u h " u ^ siyasetten ve siyasî geçmişten "çok did^Ş^n^liydk^T^TySzyv İm ortalarına kaçlar Fransızların mutîak'svyasîjüs^ rıjdealisU^ itmişti. Fransız ro­ mantik tarihçiliğinin çarpıcı bir örneği olan Mİcheîet için ise, tarih bir bütündü ve "vatan aşkı" esas alınarak siyasî bir anlam kazanmıştı. Bu anlamda Fransızlar pragmatikti. Guizot, Thi¬ ers, Micheiet h e m birer tarihçi h e m de siyasî hayatta tanınmış kişilerdi ve tarihçilikte devletlerinin ve uluslarının rolünü art­ tırmaya çalışmışlardı. Fransızlar eğitim ile u l u s u n siyası irade­ si arasında yakın bir bağ olduğuna inanıyorlardı. Ancak, geç­ mişi, klasik dönemi, Ortaçağı ve Hıristiyanlığı araştırma alan­ ları olarak seçmiş olmaları ortak özellikleriydi. H e r i k i ülkenin tarihçileri de son çözümlemede, uluslarının kültürel ve siyasal geçmişlerine ulusun kendisine güvenini arttırması beklentisiy­ le dört elle sarılıyorlardı. in



u



u s a



13 Bildung kişinin içsel varlığının genel kabul g ö r m ü ş büyük evrensel değerlerle olgun eğitim g ö r m ü ş bir varlığa d ö n ü ş ü m ü olarak açıklanır. "Bildung ortak bir dile dayalı bir ulusun kültürel bir çerçeve içinde birlik yaratma süreci ola­ rak ele alınabilir". Klaus Vendung, "German Nationalism and the Concept of Bildung", Romantic Nationalism, (derleyen J . C . Eade), (Sydney, 1983), s. 139. 31



Almanların, Fransızlardan en büyük farkı ahlâkî bütünlüğün siyasî iradeden bağımsız olarak mümkün olabileceğini savun­ malarıydı. Almanlar, toplumun ruhsal d u r u m u ile devlet ara­ sında yakın b i r bağ olduğuna inanıyorlardı. F i c h t e (1762¬ 1814) d i l ve kültürün tarihçilik ve ulusçuluktaki rollerini yü­ celtti ve urvolk (arı ve gerçek halk anlamında) kavramını or­ taya attı. Fichte gibi romantik ve idealist bir A l m a n tarihçisi için, ulus, tarihin k o n u s u y d u . B u anlayışa göre ulus özgün, "doğal" ve nesneldi. B u idealizm insan ile devletin haklarını birbirine o denli yaklaştırmıştı k i vatan-devlet ve kültür öğele­ r i n i n ulusçuluk çerçevesinde bir bütün haline geleceğine ve böylelikle insanoğlunun en üstün uygarlık düzeyine erişeceği­ ne inanıyorlardı. Almanlar bir sonraki yüzyılda da romantik ve idealist arayışlarını sürdürdüler. Hatta 1848 yenilgileri büyük tarihçi Ranke'nin öğrencilerini Ortaçağ C e r m e n İmparatorlu­ ğunu yazmaya yöneltti. Böylece geçmiş başarılarıyla övünebile­ cekler ve kendilerine güvenleri artacaktı. Ulusal tarihte ro­ mantik yaklaşım 19. yüzyılda doruk noktasına ulaştı; her ulus geçmişini tanımlamak için yoğun bir tarih araştırması faaliyeti­ ne girdi. Almanlar d i l ve kültür üzerinde yoğunlaşırken, Fran­ sızlar ulusal ve siyasî zaferleri üzerinde durdular. U l u s , artık "gündelik hayattaki her şeyi elle tutulamayan gözle görüleme­ yen soyut fakat güçlü bir laik d i n haline dönüştürülmüştü". 14



15



16



Aslında Fransız partizan-milliyetçi tarihçiler bir bakıma A l ­ man tarih e k o l l e r i n d e n etkilenmişlerdi ve b i r i n c i l kaynaklara başvurarak araştırma yapmaya başlamışlardı. Örneğin M i c h e let Fransız tarih yazımında coğrafyanın etkisi üzerinde duru17



14



Walter Veil, "Johann Gottlieb Fichte and Romantic Nationalism", Romantic Nationalism, s. 162.



15 Macromedia, Cilt 20, 1985, s. 635. 16 Thomas Nipperdey, "In Search of Identity: Romantic Nationalism, Its Intellec­ tual, Political and Social Background", Romantic Nationalism, s. 5. 17 Gottingen O k u l u tarihin hem a m a ç l a n hem de yöntemleri üzerine çalıştı ve tarih bilimi Almanların katkısıyla ve Romantizmin etkisiyle bir disiplin haline geldi. Farklı disiplinler arası genellemeler ve bağlantılar ciddi bir biçimde ele alındı. "Pozitif bilimler'in y ö n t e m l e r i n i , özgün tarih y ö n t e m l e r i ile birlikte kullanarak tarihi etraflı bir biçimde incelediler ve ç o k sayıda eser verdiler. 32



yordu. Ancak özellikle bu tarihçinin romantik ve abartılı bir üslubu vardı. Augustin Thierry de tarihte halkın ve toplumsal yaşamın önemini vurguluyorlardı. G e n e l olarak r o m a n t i k Fransız tarihçilerde abartmalar ve dramatikleştirmeler çok yaygındı. Michelet'in Fransız tarih eğitimine katkısı, ve birin­ c i l kaynaklara verdiği önem üzerinde durulmaya değer, zaten bu katkıların kökü de başında söylediğimiz gibi A l m a n tarih anlayışının ve araştırma geleneğinin bir etkisiydi. Özetlersek, romantik çagm tarihçilikte i k i yönlü etkisi o l d u : birincisi romantikler, geçmişi olduğu gibi ve sempatiyle karşı­ layarak ele alıyorlardı. Geçmişi; ''içenden^ çalışmak ıstıvorlarc\\, lkincisi^."ulusa! kişilik kavramını tarih eğitimine ve yazı­ mına katan da romantiklerdir. Ulusal k i m l i k ve kendine güven iÇ^j*enyj^öjrij^^ akımla başlayan başka bir eğilimdi. Pozitivist Yorumlar 19. yüzyılın sonlarından bu yana bilim ve bilimsel ilerleme ile i l ­ gilenen Türk seçkinleri kendilerini en rahatlıkla pozitivist fikir akımları aracılığıyla ifade edebildiler. Siyaset adamlan, tarihçiler ve eğitimciler olarak Türk aydınlarının, A . Comte'a, Gustave Le Bon'a ve bazı benzerlerine aşinalıkları vardı. Pozitivist tarihçile­ rin algıladığı biçimiyle tarihçilik Türk reformcuların birinci dere­ cede öncelikli amaçlarına cevap verebilecek özellikler taşıyordu. Pozitivizm romantik akımı reddeden bir yaklaşım olarak gö­ rülmemelidir. Aslında pozitivist tarihçilik akımı romantizmin katkılarıyla şekillenmiştir. Kesinlikle bir antitez değil, tersine, "romantik eğilimlerin abartılmış bir şeklidir". Pozitivist dü­ şüncenin çekirdeği pozitif-objektif bilginin doğa bilimleri yön­ temleriyle elde edilebileceği inancıydı. Doğa b i l i m l e r i n i n yön­ temi ise bilindiği gibi öznel olanı, açıklayıcı bir söylem olarak ele almıyordu. A. Comte'un "tarihte ilerlemeci teori ile toplumsal ve siyasal 18



18 B. Croce, Théorie et Histoire de LHistoriographie,



(Cenevre, 1968), s. 192. 33



örgütlenmenin sorunlarına duyulan ilgiyi bağdaştırmaya çalı­ ş a n " pozitivizmi, 19. yüzyıl Fransız tarihçileri için çekici bir yaklaşım yaratıyordu. "Olguları doğrulamak ve yasaların çer­ çevesini çizmek" pozitivizmin temel ilkeleridir. A n c a k pratikte tarih çalışmalarının olayların ve ayrıntılarının bir yığını olarak sunulması sıradan insanlara çekici gelmeyecekti. C o l l m g w o od'a göre, "Comte tarihsel olayların daha önemli b i r şeylerin hammaddesi olarak kullanılması konusunda ısrarlı i d i . Sosyo­ loji adı verilen yeni bir b i l i m olmalıydı". Böylece tarih araş­ tırmaları doğal bilimlerle eşit olarak değerlendirilebilirdi. Yeni toplum b i l i m i ayrıca tarih eğitiminin de çerçevesini çizecekti. B u açıdan bakıldığında pozitivist bir düşünür, pozitivist an­ lamda ayrılmış ve atomik bir niteliğe sahip olan ve kişinin dı­ şında k a l a n olgular hakkında f i k i r yürütmemelidir. Tarihin hammaddesini bir laboratuvar bulgusu ya da bir araç haline ge­ tirmek, pozitivisti, dışsal olaylara öncelik tanımaya itti ve b u ­ n u n sonucunda düşünce tarihinin bizzat kendisinin doğrudan ya da dolaylı olarak olaylara neden olduğunu k a b u l edemez hale geldi. "İşte bu nedenledir k i pozitivist tarihçilik, eski usu­ lün etkisiyle tarihi siyaset tarihi ile özdeş görme hatasına düş­ tü ve sanat, d i n ve b i l i m tarihini gözardı etti..." Tarihin sadece pozitivist bir biçimde yorumlanması poziti­ vist tarihçiler e l i n d e , A v r u p a m e r k e z l i siyasal eğilimlerin önemli bir aracı haline gelmiştir. A . Comte'un gözünde tarihin başlangıç noktası Avrupa deneyimi i d i ; dışsal olaylar, olgular, bilimsel veriler hepsi de b u coğrafî bölgeden kaynaklanıyordu. Ayrıca, 19. yüzyıl pozitivist tarihçileri olayların gelişiminde genel yasalar arıyorlardı. B u düşünce biçiminin siyasal anlamı "en ileri halkların gelişimi" ekseninin incelenmesi d e m e k t i . Comte'cu düşüncenin b u düz çizgi üzerinde ilerleme anlayışı 19



20



21



Fransız Metodik O k u l "Ecole Méthodique" grubu tarihçileri­ n i n anlayışlarına benzemektedir. C o m t e ' u n sınıflandırmasına göre tarihin kronolojik ilerlemeci aşamaları, yani teolojik, me­ tafizik ve bilimsel aşamalar günümüz dünyası ülkelerinin coğ­ rafî, toplumsal ve kültürel koşullarına uymaktadır. Bu ülkele­ r i n özgünlüğü ancak perfectionnement (eksiksizleşme) derece­ lerine gönderme yaparak belirlenebiîmektedir. Böylece tarihin en önemli bir özelliği olan zaman kavramı, bilimsel görecelik içinde anlamım yitirmektedir. B u nedenle de ortaya şu sonuç çıkmaktadır: geçmiş ancak bugüne dikkatlerimizi yoğunlaştır­ mak amacıyla çalışılır. Fransa'da pozitivizmin tarihçilik alanına girmesi, 19. yüzyılın ikinci yansında, romantik akımdan pragmatik ve nihayet ahlâkî ulusçuluk akımlarına doğru bir değişim olduğu sırada gerçek­ leşmiştir. Bu gelişme, Guizot, Thierry ve Michelet'nin bilimselromantik girişimlerinin bir devamıydı. Ulusçuluğun ve siyasetin tarihçilikteki rolü ile doğrudan bağlantılı olan Metodik O k u l ta­ rihçileri bu çerçevede özel bir yer tutmaktadırlar: Victor Duruy, Guizot, Gabriel M o n o d , Charles Seignobos, Hipolyte Taine ve Ernest Lavisse.. Bu tarihçilerin tümü ulusal eğitimde tarihin ro­ lünün belirleyici olduğu noktasında birleşiyordu. Aslında bu ye­ n i bir şey değildi. Michelet'nin bu konuda bir eğitimci olarak da önemli katkıları olmuştu; ancak Metodik O k u l grubunun yön­ temleri pozitivist kuralların tarihe yerleştirilmesi anlamına geli­ yordu. Genel anlamda bilimcilik, p o z i t i v i z m ve ulusçuluk M e ­ todik O k u l ile yakından ilgili kavramlardır. 23



24



olmalıydı, s. 274. Breisach, S. Andrevski (derleyen) den alıntı veriyor. The Es­ sential Comte, New York, 1975, s. 205: "Tarihçilerin ilgisini çeken insanlığın g e ç m i ş deneyimi Comte'un ilgisini çekmiyordu. Ona göre inceleme 'en geliş­ miş halkların kalkınmasına yönelmeliydi, şu ya da bu nedenle evrimleri daha geri bir aşamada kalmış bulunan uygarlıkların merkezinden titizlikle uzak du­ rulmalıydı.'" Ayrıca pozitivist tarih yazımının Avrupa merkezli özelliği İçin bkz: K. Lowith, Meaning in History, (Chicago, 1949), s. 67.



22



19



Theories of History, (derleyen P Gardiner), (New York, 1959)



20



R. Collingwood, The Idea of History, s.



21



a.e., s.



22



E . Breisach, Historiography..., s. 272, "Comte insanoğlundan sozederken aslın­ da insanlığın evrimindekı ağırlıklı kısmın gösterisi işlevini g ö r m ü ş olan Avru­ pa ülkelerinin özgün yeteneğini kastediyordu". Bu evrim tarihin odak noktası



34



s.



73-4.



128.



23



Tarih eğitimi yoluyla ilerleme, dayanışma ve her şeyin üstünde pragmatik bir kimlik arayışı bu dönemde Fransız tarihçilerinin en başta gelen hedefiydi.



24



G ü n ü m ü z tarihçileri arasında bu okulun temsilcilerini pozitivist olarak görme­ yenler de var. Bunlardan bazıları, Metodik O k u l temsilcilerinin tarihin siyaset üzerinde bir etkisi olmasını istemediklerini açıkça belirttiklerini vurguluyorlar;



132.



35



1876'da La Revue Historique dergisinin Gabriel M o n o d tara­ fından yayımlanmaya başlanması genellikle b u yeni dönemin başlangıcı olarak ele alınmaktadır. M e t o d i k O k u l tarihçilerinin en belirgin özelliği b i r önceki yüzyılın "felsefe" denilen dü­ şünce akımını bir yana bırakmaktı. " B u tarihçiler tarih alanın­ da mutlak bir nesnellik görüyorlardı". M e t o d i k O k u l tarihçi­ lerinin ilkeleri L a Revue Historique dergisinin açıklamalarına göre, bilimsel, tarafsız, siyasal ve felsefî teorilere kapalı, tarihte evrensel bir yasa arayışı için geçmişin İncelenmesiyle ilgili idi. Ancak L a Revue Historique dergisinde b u şekilde vurgulanan ilkeler gerçek hayata geçirilememişti. Çünkü M e t o d i k O k u l grubunun üyeleri, kısa bir süre içinde siyaset ve felsefe çalış­ malarına girdiler. Aslında bu grup, zaten değişmiş bulunan eği­ timin rolü ile siyaset yapma arasındaki köprüyü tarihin yardı­ mıyla kurmuş olan önemli bir gruptur. Uygulamada da ulusçu­ luk h e m tarih hem de siyaset olarak başlıca itici gücü oluştur­ maya başladı. B u grubun tarihçileri halk tarafından tanınan eğitimciler ve yeni cumhuriyet rejiminin savunucularıydılar, çağın siyasal ülkülerine sıkı sıkıya bagh kişilerdi. Fransız ulus­ çuluğu ise onların tarihsel bakış açılarının önemli bir parça­ sıydı. Revue Historioue'in b u "partizan tarihçiliği okuyucuları­ na, siyasal ve dinî uzantılarının çok açık olduğu o günün ba­ kış açısını vermeye çalışıyordu". Pozitivist tarihçilerin taraf­ sızlığı düpedüz bir hayaldi. Fransız pozitivizmini tarih yöntemine yansıtan başlıca yapıt 1898'de Langlois ve Seignobos'un b i r l i k t e kaleme aldıkları. Introduction Aux Etudes Historiques * adlı yapıttır. B u kitapta yazarlar daha başlangıçta belgeler olmadan tarihin yazılamaya25



25



27



2



diğer bazıları ise bu kişilerin tarihin evrensel yasaları olduğu görüşünü kabul etmediklerini ileri sürüyorlar. Ancak b u iki neden de oldukça tartışmalıdır. E Nora, "Instituteur National", Les Lieux de la Mémoire (Paris, 1984), s. 247-289. 25 G u y Bourde ve Hervé M a n i n , Les Ecoles Historiques, (Paris, 1983), s. 138. 26 Charles-Olivier Carbonell. Histoire et Historiens Une Mutation idéologique des Historiens Français 1865-1885, (Toulouse, 1976), s. 433. 27



a.e., p. 441.



28 Charles Langlois and C . Seignobos, introduction aux Etudes Historiques, (Paris, 1898).



cağını belirtmektedirler. A n c a k tarihi sadece olaylar üzerine kurmak yeterli değildi. Yazarlar tarih bilgisi için gerekli olan koşullan şöyle özetliyorlardı: maddî ve psikolojik diye ayırabi­ leceğimiz bu i k i tür belgenin h e r i k i s i n i de yakından tanı­ mak... B u tanınmış kitabın önsözünde, Langlois ve Seignobos, kitaplarının tarih bilgisinin kurallarını ve sınırlarını çizdiğini ve tarihin uzmanlara değil tarihle ilgilenen halka hitap ettiğini vurguluyorlardı. O n yıl kadar sonra bir konferansta Seignobos tarih eğitimi­ n i n siyasal eğitimde bir araç olarak ne kadar belirleyici oldu­ ğunu vurgulayacaktı. B u konferansta Seignobos tarihin, top­ l u m u , dönüşümleri ve eleştirisiyle öğrencilerinin gözleri önü­ ne serdiğini söylüyordu. Tarih dersi, öğrencilere, ulusları, dev­ leti ve hükümetlerini tanıtmakla görevlendirilmişti. A n c a k b u ­ n u n , öğrencileri siyasal hayata, siyasal sorumluluğa hazırla­ mak İçin yeterli olup olmadığı konusunda Seignobos'un yanıtı açıktı. O n a göre yeterliydi, çünkü "tarih fikirlerin, ülkülerin ve geleneklerin bilgisini aktarıyordu, zaten bu bilgiler de siya­ sal hayatı anlamak ve siyasal hayata katılmak konusunda bir hazırlıklı oluşu" sağlıyordu. Seignobos'un i k i n c i sorusu, "Siya­ sal eğitime hizmet edebilmek için tarih ne şekilde öğretilmeli­ d i r ? " i d i . Eğitim nasıl yönlendirilmelidir k i , uluslar ve ulusla­ rın alışkanlıkları hakkında bilgi verilsin? Sonuç olarak siyasal bir eğitim vermenin yararlı o l u p olmadığını tartışmaya açan yazarın b u soruya yanıtı da, b i r sonraki kuşağın ne amaçla ye­ tiştirilmek istendiğine bağlı bulunduğu yolundadır. O n a göre tarih, bir yurttaşlık bilgisi şeklinde okutulmalıydı ve tarih öğret­ menleri gelecek kuşakları, geleceğin ySımaşIanm" eğitine mis­ y o n u n u üslenmeliydi. 29



30



Seignobos ve Langlois'nm ileri sürdükleri b u noktalar aslın­ da pozitivizm ile ulusçuluğun ilkeleri ve kurallarıyla bütünleş­ tirilmiş öğretilerdi. Dolayısıyla, tarihin b u şekilde ele almışı, hem tarihselci, hem pozitivist, hem de ulusçudur. Tarihseldir, 29 a.e., s. XVTI-XVH1. 30 C . Seignobos, "L'enseignement de l'Histoire comme instrument d'éducation politique" 1907, Etudes de Politique et D'Histoire, (Paris, 1934).



36



)



37



çünkü tarihsel açıklamalara önem verilmektedir. Pozitivisttir, çünkü organizma olarak toplum seçilmiştir. Ulusçudur, çünkü t o p l u m u açıklamak için seçilen tüm değerler yumağı her şey­ den önce "uîusal"dır. Metodik O k u l grubunun başka bir önemli üyesi de instuteur national (millî i l k o k u l öğretmeni) adıyla anılan Ernest Lavisse'dir. Lavisse 1870-1914 yılları arasında Fransız ulusçu ülküsü­ nün mimarı olarak bilinir. Tarihi ulusal bilincin sağlanması yo­ lunda bir eğitim siyasasının rehberi olarak görüyordu. "Lavisse, H . Taine ya da Fustel de Couianges gibi tarihin herhangi bir ala­ nında uzmanlaşmış büyük bir tarihçi değildi, tarihin 'aşama aşa­ ma kendi aşamamızın bize ait olduğu ana kadar insanlığın sey­ rini izlediğine inanıyordu'." Lavisse Ancien Regime'i eleştirir­ ken 'cumhuriyetçi' rejimi de haklı çıkarmaya çalışıyordu. H . Taine ise, bazı pozitivist yaklaşımlar taşımakla birlikte felsefî bir y o l izlemiştir. A . C o m t e ' u n sadık bir izleyicisiydi. Tarihin bir olaylar b i l i m i olduğuna inanıyordu. O n u n gözünde bir insanın kişiliği ile doğanın kişiliği arasında fark yoktu. B u nedenle de, fizik yasaları insanı ve tarihini çalışmak için yeter­ l i olabilirdi ve özellikle coğrafya ve i k l i m koşulları tarihteki olayların itici güçleri olarak ele alınabilirdi. Taine özgün olgu anlayışına karşı çıkıyordu ve geniş " b i l i m s e l " genellemeler amacıyla olayları üstüste yükleyerek mükemmel bir tarih elde edilebileceğine inanıyordu. O n a göre kişinin eylemleri metafi­ zik güçler tarafından belirlenmezdi. Ancak, olgulara ve belge­ lere uygulanan tümevarım yöntemiyle bir d i z i nedene ulaş­ mak amacı aslında insanoğlunun yeteneklerini, kapasitesi ve iradesini dışlıyordu. Dolayısıyla insan eyleminin ardında daha 31



32



31



R Nora, Inslkuteur National.., s. 256. Lavisse'in tarih eğitimi üzerindeki etkisi uzun süre devam etti hatta bazıları bu etkinin 1940'lı yıllara kadar sürdüğünü iddia ederler, 1960'h yıllara kadar sürdüğünü söyleyenler de vardır. Seignobos ise Lavisse'in A l m a n tarihçiliğinden etkilenmiş olmasıyla birlikte her şeyiyle tam bir Fransız olduğunu söylemektedir: Ona göre "eğer Lavisse hayat ve öz­ gürlük aşkı ile ç o k tayin edici bir dönemde reformlarda inisyatifi ele almasay­ dı ne tarih eğitimi ne de üniversitelerin yeni rejimi bugünkü halini alabilirdi". C . Seignobos, Etudes de Politique et Hisioire, s. 172-5.



32



E, Breisach, Historiography, s.



38



275.



büyük bir güç olmalıydı ve eğer bu güç b i l i m idiyse b i l i m tanrısallaşıyordu... B u kaderci k o n u m H . Taine'nin şu sözleriyle veczediliyordu: Après la collection des faits, la recherche des ca­ uses (Olayların toplanmasından sonra nedenler araştırılır). Aynı yüzyılın sonunda, H . Taine bile p o z i t i v i z m i n d e n ötürü eleştiriliyordu. A n c a k bu pozitivizm felsefî i d i ve Seignobos ve Lavisse'in eğitsel ya da ulusal amaçlarına hizmet etmiyordu: La Revue Historique dergisi için çalışan tarihçilerden b i r i , "Tüm belgeler insanoğluna ait işlerdir b u nedenle de insan r u ­ h u n u n tüm ürünleri g i b i matematiksel b i r k e s i n l i k t e n k a ­ ç a r " , demiştir. B u eleştiri, Taine'nin kendi ülkesinden geli­ yordu. Fakat daha genel ve kalıcı bir eleştiri Almanya'da geliş­ meye başlamıştı bile. Tarihçiliğe yepyeni bir yaklaşım poziti­ vizme duyulan siyasal ve tarihsel tepkiyle beslenmekteydi. 33



Alman Ta rihs elciliği C u m h u r i y e t dönemi T ü r k tarihçiliği üzerinde e t k i s i o l a n üçüncü akım da A l m a n tarihselcîligi olmuştur. A l m a n tarihçi­ liğinin devleti her şeye kadir bir güç olarak gören idealist ve devletçi ezellikleri Türkiye C u m h u r i y e t i tarihçiliğini en azın­ dan kırklı yıllara kadar etkisi altında bulundurmuştur. A l m a n tarihselciliği devleti yücelttiği gibi u l u s u da yüceltiyordu; aynı zamanda da geçmişin araştırılması konusunda zengin bir yön­ tem geliştirmişti. Özellikle Almanların A n a d o l u topraklarında yaptıkları arkeolojik ve antropolojik araştırmaları ve bu alan­ daki yöntemleri Türkler için ulusal geçmişlerini kanıtlama yö­ nünde yeni bir ilgi alanı yaratmıştı. Tarihseîcilik doğa olayları ile tarih olayları arasında temel bir farklılık bulunduğunu varsayıyordu. B u da toplumsal ve kültürel bilimlere yaklaşımın doğa bilimlerine yaklaşımdan te­ melde farklı olduğu varsayımına dayanıyordu. Doğanın insan yeteneğini yönlendirdiği kabul edilmiyordu. Iggers'ın da ileri sürdüğü gibi, b u çerçevede tarihseîcilik. 33



C.Jullian, Historiens François du XlX-Siéde,



(Paris, 1897), s. X C V 39



" m o d e m düşünceyi i k i bin yıldır h a k i m olan doğa yasası te­ o r i s i n i n egemenliğinden kurtarıyor"du. E v r e n i n 'zamansız, mutlak geçerliliği olan doğrularının evrene egemen olan akılcı düzene karşılık oluşturduğu' y o l u n d a k i anlayış, yerini, 'insan­ oğlunun tarihsel deneyiminin tamlığı ye çeşitliliği' y o l u n d a k i bir anlayışa bırakmıştı". Zaman, devamlılık, geleneklerin ev­ rimsel yönleri ve özgünlüğün varlığını sürdürebilmesi, tarih­ sele! akımın başlıca özellikleridir. Gene de romantik akımdan doğduğu ve doğanın gücü tarafından desteklendiği için, tarihselcilikte doğa bilimleri ulusal ülküler kadar önemliydi, çün­ kü toplumsal bilimler ve tarih b i l i m i doğa b i l i m l e r i n i n yön­ temlerinden de yararlanıyordu. 34



35



Ancak tarihseîcilik de günün kaygılarını taşıyordu. Poziti­ v i z m i n aşın bir biçimde şimdiki zamana k e n d i n i adamışlığın­ da olduğu gibi, tarihselciligin de k e n d i n i geçmişe adamışlığı, bazen zamanın ve tarihsel devamlılığın e v r i m i n i n öneminin gözardı edilmesine y o l açıyordu. Tarihselciligin zaman zaman içine düştüğü bu tarihe karşı tavır, özellikle Bismarck devletçi­ liği ve Prusya idealizmi döneminde belirlenen siyasal ve kültü­ rel amaçlarla u y u m l u olarak, geçmişin bazı dönemlerinin ele alınıp diğer dönemlerinin dışarıda bırakılmasında açıklıkla gözlemlenebilir. Ranke'nin History of the Latin and Teutonic Nations: 1494-1515 (Latin ve Tötonik Ulusların Tarihi) adlı eserinde bu i k i büyük gücün "Fransız üstünlüğüne" karşı İtti­ fakım vurgulaması ve Slavları Hıristiyanlık dışı, Türkleri de Avrupa dışı bırakması b u tür siyasal kaygılarla yapılan "tarih­ sel gerçekler" seçimine güzel bir örnek teşkil eder. 36



Bu açıdan baktığımızda A l m a n tarihselciliği de Fransız p o z i ­ tivizmine karşı geliştirilmiş bir siyasal dürtü taşımaktadır. E l -



bette Fransız siyaseti ile A l m a n siyaseti arasındaki farklar b u tarihçilik akımlarına da yansımıştır. Gerçekten de, Fransız pozitivistleri ya da romantikleri gibi, A l m a n idealistleri ve tarihselcileri siyasal sorunlarla ilgileniyorlardı. B u ilgileri d i l b i l i m ve psikoloji alanındaki ulusal k i m l i k arayışlarından istilalara, askeri çarpışmalara, siyasal anlaşmalara ya da anlaşmazlıklara kadar uzanıyordu. Başka bir deyişle " A l m a n tarihselciliği 19. yüzyıl Prusya'sının va Almanya'sının oluşturacağı bir siyasal ve toplumsal yapının teorik temellerini teşkil e d i y o r d u " . B u çerçevede Göttingen O k u l u ' n d a n Barthold G . N i e b u h r ve Le­ opold von Ranke gibi tarihçilerin historisizmi, Prusya Okulu adı altında başka bir tarih ekolü oluşturdu. Prusya O k u l u ta­ rihsel açıdan Fransız Devrimi'ne karşı bir siyasal tepki olarak ortaya çıkmıştır ve aynı zamanda A l m a n birliği, A l m a n ulusal kimliği konusunda önemli bir siyasal iz bırakmıştır. A n c a k A l ­ man tarihselciliği sıradan bir tepkiden öte bir anlam da taşır. Bu bakımdan Prusya-Almanya ikiliğinin yarattığı ekonomik, siyasal ve kültürel sorunların z o r u n l u bir entelektüel sonucu olarak da görülebilir. 37



Dahası, bilimsel ve insanî olan ile doğal ve tarihsel olan arasında süregelen mücadele 17. yüzyıldan beri tarih okulla­ rına yansımıştı. Ne romantikler ne de tarihselciler b i l i m i n et­ kisinden kurtulabilmişlerdir. Aynı şekilde ne pozitivistler ne de tarihselciler insan ilişkileri ve siyasal kararların özgün k u ­ rallarını gözardı edebilmişlerdir. A l m a n tarihselcileri de b i l i ­ m i n tarih üzerindeki damgasının etkisi altında kalmışlardır ve " k e n d i l e r i de k e n d i yarattıkları incelmiş çelişkileri yaşa­ mışlardır". İkilik, doğa ve tarih arasındaydı, dönemin A l m a n tarihçileri b u n u " i k i farklı d ü n y a " olarak algılamışlardır. Ve b u çelişkiyi anlamak için gösterilen çaba ancak 19. yüzyıl so38



34 Georg G . Iggers, The German Conception of History, (Connecticut, 1983), s. 5. 35 Hayden White, C . Antoni'nin kitabının çevirisine yazdığı ö n s ö z d e , roman­ tizmden doğan tarihselciligin aynı zamanda, d o ğ a bilimlerinin bulgularıyla güçlendirilmiş olduğunu ve b ö y l e c e de haklı çıkarılmış b u l u n d u ğ u n u ileri sürmektedir: White, üç t ü r tarihselcilikten sözetmektedir: naturalist, metafi­ zik ve estetik. Carlo Antoni, From History to Sociology, The Transition in Ger­ man Historical Thinking, (Londra, İ 9 5 9 ) . 36 L. von Ranke, The Secret of World History..., s. 56-7. 40



37



G . G . Iggers, German Conception of History, s. 17, ayrıca bkz. James J. Sheehan, "What is German History? Reflections o n the Role of the Nation in G e r m a n History and Historiography", Journal of Modern History, Cilt 53, Mart 1981, s. 1-23.



38 R . G . Collkigwood, The Idea of History adlı kitabından A l m a n tarihselciliği ile yaratılan çelişkilerin etraflı bir tablosunu çizmektedir. Özellikle, "Scientific History" adlı bölüme bakınız, s. 165-83. 41



nunda meyvesini vermiş ve tarihselcilik önemli b i r bunalım geçirmiştir. Iggers'in belirttiği gibi, A l m a n tarihselciliginin kökleri ay­ dınlanma akımının evrensel söylemine karşıt bir tutumda yat­ maktadır; b u tepki ifadesini bireyselcilik olarak ulusçulukta buldu ve devletin en önemli görevini A l m a n halklarını örgüt­ lemek ve düşman güçlerden kurtarmak olarak ele aldı. W . v o n H u m b o l d t devletin ölümsüzlüğünün ve kimseye hesap verme­ si gerekmeyen bir güç oluşunun teorik temellerini attı. Ranke tarihselciligin teorik temellerine katkıda b u l u n d u . Dahası, H u m b o l d t , Niebuhr ve Ranke eserlerinde siyaseti vurgulaya­ rak b i r önceki yüzyılda gelişerek ilerleyen toplumsal ve eko­ nomik tarihi bir kenara bıraktılar. " A l m a n e k o n o m i , kültür ve siyaset tarihindeki sorunlar ulusal inşa sürecinin dışında gö­ rüldüklerinden sık sık ihmale uğradılar ve yerleşen bakış açı­ sının kenarında kaldılar". Aslında yukarıda sözü edilen ne­ denlerden dolayı Almanların siyasal eğilimleri, sözel açıdan çok daha dışa dönük olan Fransız tarihçileri kadar güçlüydü. Tarihselcilerin insanoğlunun ilerlemesinde devlete yükle­ dikleri r o l A l m a n Birliği için mücadelenin sürdüğü 1830-1880 döneminde oldukça etkili o l d u . Özellikle 1848 Devrimi'nden sonra Prusya'nın ve Bismarck'm politikalarında yeni emeller vardı. Nedensellikten kaçan ve bir olguyu yücelten idealist ba­ kış açısıyla mutlak otoriteyi birleştirmek tarihselciligi de siya­ sal emelleri de güçlü b i r biçimde besliyordu, j . Gusıav Droysen ve birçok başka tarihçi devletin rolünü özellikle vurgula­ yarak güçlenmiş olan tarihselci akımın y o l u n u izledi. Kendilerini politikaya bu kadar adamalarına ve siyasal mü­ cadelenin doğrudan içine girmelerine rağmen, ne Göttingen O k u l u ne de Prusya O k u l u tarihçileri, tarihte bilimsel yöntemi geliştirme y o l u n d a k i araştırmalarını ve çalışmalarını b i r yana bıraktılar. İlk ve Ortaçağ tarihleri üzerine birçok çalışmalar ya­ pıldı ve yine bu dönemde özgün kaynaklar yayınlandı. The¬ odor M o m m s e n antik çağ araştırmalarının geliştirilmesine yar39



39 James J.. Sheehan. "What is German History"", s. 1 1 . 42



dımcı oldu; el yazmaları, yasalar, gelenekler, metal paralar" ve sanat, edebiyat eserleri ve d i n i gelenekler üzerinde çalıştı. A r ­ keoloji ve antropoloji de 19. yüzyıl ortalarında gelişerek önem kazandı, ilginin bu yönde çok gelişmesi tarihselcilikte b i r çe­ lişki yaratıyordu; doğa bilimlerinin açıklamalarından mı yarar­ lanacaklarını yoksa özgün ve bireysel-ulusal açıklamalardan mı yararlanacaklarını b i r türlü kestiremediler. Öte yandan da, arkeolojik ve antropolojik çalışmaların özendiriîmesinin ev­ rensel anlamda bilimsel amaçlar taşımadığı açıktı. B u çalışma­ ların tümü u l u s u n ıırvolk (üstün ırk)'u için yapılıyordu. B u yaklaşımlar h e m destansı mitolojik açıklamalara neden oluyor hem de bilimsel kazılar ve antropolojik araştırmalar aracılığıy­ la, tarihçilikte bilimsel yöntemlerin gelişmesine önayak olu­ yordu. Klasik dönemin hatta tarih öncesi dönemin tarihe en­ tegre edilmeye çalışılmasıyla yaratılan b u İkilik daha sonra gö­ rüleceği gibi Türk tarihçiliğinde de ortaya çıkmıştır. Sömürgecilik döneminde insanların karşılaştıkları sorunlar sonucu ırkların farklılığının gerekliliğini kanıtlamak, b i r çö­ zümleme b i r i m i haline g e l d i . A n t r o p o l o j i ve antropometrt b u alandaki çalışmaların kolları o l d u . Ulusçu teorilerde ise, ırklar, dillerle birlikte ya da dillerin yerine kullanıldı. Örne­ ğin, Treitschke (1834-96) benzer yeteneklere sahip olamadık­ larını ileri sürdüğü bazı ırklararasında rekabet, yenilgi ve za­ fer gözlemledi. Gobineau ise ırklararası sınıflandırma k o n u ­ sunda çok tanınmış bir uzman o l d u . O n u n teorik sınıflandır­ ması üç temel ırkın varlığını öne sürüyordu: Siyah, sarı ve be­ yaz ırklar, 19. yüzyılda bilimsel b i r sınıflandırma olarak ele alındı. Pozitivist yaklaşımların t o p l u m b i l i m l e r i n i "arı b i l i m ­ ler" haline getirmesi nedeniyle, insanların fiziksel özellikleri, çeşitli toplumlar arasındaki farklılıkları açıklamak için ciddi bir biçimde ele alındılar. Böylece, ulusları açıklamak için ırkçı bir söylem de yerleşti. Gene bu dönemde Avrupa'nın başka bölgeleriyle karşılaştı­ rıldığında, Almanya'da tarih eğitimi en üst noktasına yüksek 40



40 Erie Hobsmbawm. TheAge o/Empire, 1875-1914, (Londra, 1987) ve Alaaddin Şenel, Irh ve İrkçılık Düşüncesi, (Ankara, 1984). 43



öğrenimde erişti ve üniversite profesörleri ve araştırmacılar ül­ kelerinde hem etkinlik h e m de o n u r l u bir k o n u m kazandılar. C i d d i resmî dergiler yayımlanmaya başlandı. 19. yüzyılın so­ nunda tarih araştırmaları ve tarihsel nesnelerin korunması ve restore edilmesi amacıyla hemen hemen Avrupa'nın tüm ülke­ lerinde yaygın bir kurumlaşma o l d u . Tarihselcilik yine aynı dönemde ciddi eleştiriler aldı ve bir bunalım geçirdi. E k o n o m i k ve sosyal tarih önem kazanmaya başladı ve tarihçilik etkili bir alan haline geldi. Tarihselcileri eleştirenler, onların geçmişte tek bir doğru olduğunu kanıtla­ ma çabalarını ve tarih çalışmalarında doğa b i l i m l e r i n i n pek ro­ lü olamayacağı yolundaki inanışlarını eleştiriyorlardı. Bir yan­ dan da historisizmin etkisi devam etti; özellikle devlete atfedi­ len rol ve birer tarihsel olgu olarak ulusların özgünlüğünü ka­ bulü b u akımın kalıcı etkileri oldu. A l m a n h i s t o r i s i z m i özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde ve diğer Doğu ülkelerinde çok e t k i l i o l d u ; çünkü, h i s t o r i s i z m Avrupa-merkezli yaklaşımlar karşısında ulusların k i m l i k l e r i n i v u r g u l u y o r d u . Bu anlayışta gerçek genel anlamda ulusların özgün değerlerine dayanıyordu. Batı liberalizmi ile başedemeyen Doğu ülkelerinin gözünde historisizmin devlete yükledi­ ği önemli görev büyük bir anlam taşıyordu. A l m a n idealist ve historisist geleneği "mümkün olan en yüksek sayıda kişinin refahının, topluluğun tarihî kaderine" bağlı olarak ele alınma­ sı gerektiğini varsayıyordu. Tarih " b i l i m i " ve ulusçuluk ara­ sındaki yakın ilişki Slav ülkelerinde ve M a c a r i s t a n ' d a çok kuvvetli bir biçimde kanıtlanmıştır. Örneğin tarihçilikte tü­ müyle ulusçu olan Çek O k u l u , A l m a n tarihselciliğinin etkisi altındaydı. B u ülkelerde tarihçilik idealist ve dramatikti, ro­ mantizme ve Herder'in Slav ırkına yaklaşımına dayanıyordu Polonyalı, Çekoslovak ve M a c a r tarihçiler k e n d i i l k e l altın çağlarını aradılar ve açıkladılar. K u v v e t l i bir kültürel dayanış­ maya sahip bulunan ezilen ulusların ülkülerini dile getirdiler. B u ülkelerin tarihçileri "tarihin eğitici rolünü i y i kavramışlar4 1



41 Jaroslav Vverstadt, "The Philosophy of Czech History", Slovanic Revieıv, 3 Mart 1925, 44



s.



539.



dı, tarihin yabancı yönetimi altında ezilen halklar gözünde ne a n l a m taşıdığını b i l i y o r l a r d ı " . T ü r k tarihçileri de u l u s a ! k i m l i k arayışları sırasında A l m a n h i s t o r i s i z m i n d e n aynı ne­ denlerle çok etkilendiler. 42



Türk ulusçu tarih yazımında en çok etkili olan Batılı akım­ lar romantizm, pozitivizm ve A l m a n idealizmiyîe bütünleşen tarihselcilik olmuştur. Ulusçuluk akımlarının i l k geliştiği 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başında Batı ulusçuluğu üzerinde en çok e t k i l i o l a n akım romantik akımdı. Romantik akım h e m geçmişe h e m de doğa yasalarına nostaljik bir hayranlık duyuyordu. Ulusçulu­ ğu ise insan iradesine de verdiği önemle ilerletici ve eğitici bir güç olarak ele alıyordu. Ulusçuluk y o l u y l a i l e r l e m e k Türk ulusçuluğu için de son derece çekici bir k i m l i k yaratma aracı olarak görülmüştür. Pozitivist tarihçilikte ise tarihsel gerçeklikler pozitif b i l i m ­ lerde olduğu gibi yoruma gereksinme göstermeyen maddî b u l ­ gular olarak ele almıyordu. Pozitivist tarihçiler geçmişin olgu­ larının üstüste konarak tek geçerli maddî kanıta ulaşılabilece­ ğine inanırlar ve nedensellik bağım da b u n u n üzerine kurar­ lar. B u açıdan bakıldığında örneğin Fransız pozitivist tarihçi­ ler, tarihçiliğin felsefî ve siyasal bir özelliği olamayacağına ka­ naat getirmişlerdir. Romantik ulusçuluk akımını b u yaklaşım­ la yorumlamak ise Batı ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de tarihçiler için son derece işlevsel bir nitelik kazanmıştır. Hay­ ranlıkları maddî kanıtlarla belgelemek k i m l i k belirlenmesinde oldukça sağlam ve kolay bir y o l olarak görülmüştür. A l m a n idealistleri ise p o z i t i v i z m i n somut olguya d u y u l a n tapınmasını eleştirmişler ve özgün bir ulus ile o u l u s u n ideal devletinin en büyük ve tek gerçeklik olduğunu savunmuşlar­ dır. Tarih disiplininin kendi başına tüm gerçeklikleri açıkla42



Franciszek Ryszka, "Poland: Some Recent Revaluations", Journal of Contempo­ rary History, Cilt II, No. 3, s. 107. 45



maya yeterli olduğunu ve ulusal özgünlüklerin -elbette başta A l m a n u l u s u n u n - özel niteliğinin insan iradesi dışında varol­ duğunu ve b u varlığını da devleti yüceltme yoluyla güçlendir­ diğine inanmışlardır. R o m a n t i z m i n geçmişe hayranlığı, p o z i t i v i z m i n kolaycılığı, ve'tarihselciliğin ve idealizmin otoriter gücü Türk ulusçuları­ nın tarih anlayışları için çekici, zengin, ancak üstüste bindirildiğinde oldukça karmaşık ve içinden çıkılmaz hale gelebilen bazı özellikler içeri yo rlardı.



OSMANLı'NıN MIRASı



Türk tarih yazımında Avrupa tarihçilik akımlarının yanısıra aynı derecede etkili olan bir başka kaynak da tabii k i Osmanlı tarih yazımının yarattığı gelenektir. Gerçekten de Osmanlı tarihçilik geleneğinin Cumhuriyet tarihçiliğine hem üslup ve tarz olarak hem de zihniyet olarak önemli etkileri olmuştur. Bu nedenle Os­ manlı tarihçiligindeki devamlılıkları ve değişimleri kısaca göz­ den geçirmek erken Cumhuriyet tarihçiliğinin incelenmesinde yararlı olacaktır. Genel olarak "zaman ve değişim", Avrupa tarih felsefeleri etkisi ortaya çıktıktan sonra bile evrimsel değişim an­ layışı çerçevesinde Osmanlı tarihyazıcılıgma girmemiştir. 1



Reform Dönemine Kadar Osmanlı Tarih Yazımı Osmanlı rejimi kendisini 19. yüzyıla kadar bir imparatorluk olarak görmemişse de Osmanlı tarihyazıcıhğı bir İmparatorluk 1



46



Osmanlı tarihlerinde "değişim" genellikle esas ve kalıcı olanın karşısında raslantısal (kazai) olarak kendini gösterdi -bu sadece dinî açıdan değil geleneksel a ç ı d a n da böyle oldu- bazen başarılı yöneticilere atıflarda bulunuldu. Halil İnalcık, Birinci Beyazıd hükümranlığının "suistimallerini" eleştirmek amacıyla birinci Osmanlı hükümdarına atıfta bulunulduğunu örnek vermektedir. B. Le­ wis ve E M . Holt (derleyenler), Historians of the Middle East, Londra, 1962, s. 159-60. Bu örnek, zamanı ve dönemin koşullarını gözardı ederek yapılan eleş­ tiri anlayışındaki devamlılığı gösteren iyi bir örnektir. 47



tarih geleneği olarak adlandırılabilir. Yönetici Osmanlılar -pa­ dişah, vezirler ve ulema- tarihi yapan ve yazan kişilerdi. Genel anlamında Osmanlı lmparatorluğu'mm tarihsel varlığı ve dev­ let ve iktidar anlayışı, sarayda resmî bir k o n u m u olan Osmanlı tarihçisinin ya da vakanüvisinin dünya görüşünün temelini oluşturuyordu; b u kişi ya da kişiler, padişahlar tarafından için­ de yaşadıkları hükümdarlığın olaylarını yazmakla görevlendi­ riliyorlardı. Kısmen b u nedenle, Osmanlı tarihçileri sadece 14. yüzyılın hemen öncesini ele alıyorlardı. Böylece Türklerin Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşuna fazla bir katkısı oldu­ ğu i z l e n i m i v e r i l m i y o r d u . Buna rağmen Ercüment Kuran'ın işaret ettiği gibi "Osmanlı tarihçilerinin eski Türklerin askerî ve siyasî tarihlerine verdikleri önem, Türklerin uygarlığına verdikleri önemden çok daha fazla i d i " . B u n u n nedeni belki de kısmen imparatorlukta yaşayanların çoğunluğunun Türk olduğunun i y i b i l i n m e m esiydi. Fakat daha çok imparatorlu­ ğun siyasal kimliğinin Osmanlı askerî ve siyasal seçkinleri ve onların zaferleriyle sınırlı bulunmasıydı. Osmanlı olmak, ha­ nedanın bir üyesi olmak ya da daha geniş anlamında, Osmanlı Devleti'ne hizmet veren yönetici sınıfın bir üyesi olmak anla­ mına geliyordu. H a l i l İnalcık, Osmanlı tarihçiliğinin çeşitli safhalarıyla Osmanlı tarihinin gelişimi arasındaki ilişkinin s i ­ yasî iktidar ile imparatorluk tarihçiliği arasındaki ilişkiye doğ­ rudan bağlantılı olduğuna işaret ediyor. 2



3



4



Osmanlı yönetiminin i l k birkaç yüzyılında daha ziyade yö­ neticilerin hayatlarının ve başarılarının, özellikle de askeri ve siyasî başarılarının bir betimlemesi i d i . Tarihyazıcılıgma ege­ men akım imparatorluk ve başarıları etrafında dönüyordu; pa­ dişahın yetkisinden sorgu sual olunmazdı. Çünkü tarihçinin zaman ve mekân anlayışı, imparatorluğu başka ortamlardan ya da çeşitli zaman dilimlerinden karşılaştırma yapılarak gözlem­ lerde bulunabilecek şekilde geniş tutulmamıştı. " A k a n zaman­ daki değişim, akan zamanın getirdiği biçimlenme ve atmosfer değişikliği tarih yazıcının tahayyülü dışındadır". Yöneticilerin başarıları gelecekte hatırlanmak İçin ya Arapça ya da Farsça yazılıyordu, fakat bazı padişahlar aynı amaçla Türkçeyi de seçebiliyorlardı. H a l i l İnalcık'ın belirttiği g i b i , "Tarih yazmanın uzun vadeli siyasî mükâfatı Osmanlı yöneti­ cileri tarafından kavranmışım Tarihsel varlık gelecekteki iddia ve taleplerin tarihi temellerini oluşturacaktı". Köprülü'nün görüşünü yani, Osmanlının etnik ve dinî içeriğinden çok esas olarak siyasal ve kısmen de askeri bir anlamı bulunduğunu, hatırladığımızda tarihyazıcılıgı ile Osmanlının kendine bakışı arasındaki özgün ilişkiyi görmek daha da kolaylaşacaktır. Islâmî tarih kavramı aynı zamanda "günler" anlamına gelir, ve Avrupa'daki gibi felsefi bir içeriğe sahip değildir. Özellikle Avrupa'da tarihyazıcılıgı "takdiri i l a h i " n i n tarih üzerindeki et5



6



7



8



9



5 2



David Kushner, The Rise of Turkish Nationalism, (Londra, 1977), s.27-31.



3



E r c ü m e n t Kuran, "Historiography in the Tanzimat Period", Historians of the Middle East, s. 428.



4



Halil İnalcık, "The Rise of Ottoman Historiography", aynı yerde, s. 152. İnalcık çeşitli örnekler vermektedir: Nesri, Sultan Beyazıt'm Osmanlı Sultanları tarihi­ nin herkesin anlayabilmesi için T ü r k ç e yazılmasında ısrarlı olduğuna dikkatle­ ri çeker, ldris Bitlisi (15. yüzyıl sonu), Osmanlı tarihinin. Osmanlı sarayına la­ yık olabilecek, seçkin insanların beğenisini kazanacak bir biçimde F a r s ç a yazıl­ ması gereğine dikkat çekmektedir. Ve Kemalpaşazade (1500'lerin ilk y ı l l a n ) eserinin girişinde Sultan tarafından, kendisinin ve atalarının basanlarının gele­ cekte hatırlanmak için kaydedilmesi yolunda görevlendirildiğinden sözetmektedir. Bu kitap T ü r k ç e açık bir dille yazılmıştır... s. 164, 166. Ayrıca bakınız Halil inalcık, "Some Remarks on the Study of History in Islamic Countries", Middle East Journal, Cilt VII, 1953, s. 451-2.



48



Victor L Menage, "The Beginnings of Ottoman Historiography", Historians of the Middle East, s. 177-8; ve E Köprülü, Osmanlı Devletinin Kuruluşu, (Ankara, 1984), s. 5.



6



7



liber Ortaylı, "Osmanlı Tarih Yazıcılığının Evrimi Üzerine Düşünceler", Türki­ ye'de Sosyal Bilim Araştırmalarının Gelişimi (Sevil Atauz, derleyen), (Ankara, 1986), s. 423. Onaylı Osmanlı tarihçisinin ya da vakanüvisinin kendi zamanı ve mekânıyla kısıtlı olduğunu ve diakronik bir bakış açısına sahip bulunmadı­ ğını vurgulamaktadır. H . inalcık, " T h e Rise of Ottoman Historiography", Historians of the Middle East. s. 155.



8



Fuad Köprülü, Osmanlı Devletinin Kurulusu (Ankara, 1984 (1959)), s. 5.



9



Franz Rosenthal, A History of Muslim Historiography (Leiden, 1968), s. 11. "Tarih"in bazı tanımları: Ibni Haldun: "Tarih, belirli bir ç a ğ a ya da ırka özgün olayları konu almaktadır". Al-Makrizi, "Tarih biliminin amacı dünyada vuku bulan olaylar hakkında bilgi vermektir"; Al-Kafiyaji: "Tarih bilimi zaman di-



49



kişinden kurtulunca İslâm tarihi kavramıyla Avrupa tarih kav­ ramı arasındaki fark daha da büyümüştür. Değişim fikri Batı tarihlerinde önem kazandığında tarihsel nedenselliğin esası olarak görülmüştür, islâm felsefesinde ise nedensellik " A l ­ lah'ın hükmüne bağlıdır ve A l l a h sadece insan iradesini yarat­ makla kalmamış onunla u y u m içinde olmayı da başarmıştır".' Avrupa medeniyetinin Osmanlı seçkinlerini etkilemeye başla­ dığı 18. yüzyıla kadar Osmanlı tarihyazıcıhgmı esas etkileyen Islâmı tarih anlayışı olmuştur. Tarih olaylar hakkındaki bilgi­ n i n (kabar) öyküsü, aktarımı ve yansımasıdır. Tarih kısaca an­ latmaya ya da aktarmaya değecek olayların öyküsü olarak algı­ lanmıştır. ' B u dönem Osmanlı tarihini İnceleyen bazı tarihçiler, O s ­ manlı tarih yazımının bir çeşit edebî eserler olduğunu ileri sü­ rerler." Çünkü tarz zenginliği ve birkaç d i l i n birden kullanıl­ ması tarihyazıcılığına önemli bir incelmişlik sağlıyordu. Tarihi resmî bir görev olarak yazan tarihçiler öykü tarzında vakainameler kaleme almışlardır; bunlar genellikle saray tarihçileri idi. Fetihnameler, popüler a n o n i m vakainameler de (Tevarih-i A l - i Osman') saray için yazılıyordu. Ayrıca evrensel tarih, des­ tan, d i n ve kahramanlık öyküleri de ya padişah için yazılıyor­ d u ya da onun yetkisini k o n u alıyordu. Osmanlı dönemi tarihçileri tarafından kullanılan edebî tarz0



limlerini ve bu zaman dilimleri içinde yeralan olayları araştıran ve aynı zaman­ da bu zaman dilimlerine bağlı bulunan koşulları zamanla ilişkisinde sabit tuta­ rak ele alan bir öğrenme dalıdır", s. 15-6, ve Sahavi'nin dediği gibi "tarih kazai olayların insan ve zamanla ilgili olan genel bir çerçevesidir". 10 Zeki Velidı Togan, Tarihte Usul, (istanbul, 1985), s. 145. Islâmda "takdiri ila­ h i " kavramı Hıristiyanlıkta kinden farklıdır, "ilk g ü n a h " sadece Hıristiyanlığa ö z g ü bir kavramdır. Islamda Tanrı insan tabiatını ta ilk baştan iyi olarak kabul eder, b u nedenle de dünyadaki eğitimin önemi hiçbir zaman Hıristiyanlarda olduğu kadar büyük olmamıştır. 11 Ilber Ortaylı Osmanlı tarih yazımını bir edebî tarz olarak incelerken 18. yüz­ yılda O s m a n l ı tarihçiliğinin saray tarihçisine verilen resmi sıfat nedeniyle resmî bir üslup kazandığını da ileri sürer. Bu nedenle de b u resmî atamanın ç o k kuvvetli bir gelenek yaratmadığını fakat hükümdarların önekli olaylarının ve başarılarının aktarımı olan edebî üslubun Osmanlı tarihyazıcılığınm esas özelliğini oluşturduğunu söyler. "Osmanlı Tarih Yazıcılığının Evrimi", Türki­ ye'de Sosyal Bilim..., s. 20-2. 50



Iar genel olarak şunlardı: 1) gaza ya da gazavatname, 14. ve 15. yüzyıllarda yazılmış olan savaş ya da askeri zaferlerle ilgili tarihlerdi; 2) şehname, 16. ve 17. yüzyıllarda destan tarzında şiir ya da düzyazı olarak yazılan resmî vakainamelerdi; 3) menakıbname, kahramanlık ya da halk öyküleri anlamına geliyor­ d u ; 4) seyahatname coğrafya ve uygarlık tarihi içeren gezi not­ larıydı; ve 5) nasihatname tarihten ders çıkarmak amacıyla ya­ zılmış eleştirilerdi. Tarihçiler padişaha ve de o n u n yardımcıla­ rına hizmet etmek durumundaydılar ve bunu "eleştirileri" ve gözlemleriyle yapıyorlardı; ancak tabii k i yöneticilerinin i y i n i ­ yetini ve iktidarını sorgulamıyorlardı. Osmanlı tarihçilerinden birkaç örnek vermek yöntem ve k o n u bakımından bize bir fikir verecektir: Bunlar arasından 15. yüzyıl tarihçisi Aşıkpaşazade'yi ve 16. yüzyıldan Neşri'yi alabiliriz. Aşıkpaşazade, basit a n o n i m hikâyeleri ve eserlerinin d u r u , kolayca okunabilen bir Türkçeyle yazılmış olmasıyla ta­ nınır. Neşrî Tarihi^ ise zamanının siyasî ve askerî olaylarını k o n u almıştır Giriş bölümünde Türkçe olan Osmanlı öncesi kısa tarih pek önemli addedilmez. Neşri aynı zamanda evren­ sel bir tarih şeklinde ele alınmış olan Cihannüma'nm da yaza­ rıdır. Aynı yüzyılda Hoca Saadeddin, zamanının kültür, edebi­ yat alanlarındaki tanınmış kişiler hakkında bilgi içeren b i r eser kaleme almıştır." 16. yüzyılın kayda değer bir tarihi eseri ise tarihçi Mustafa Âli tarafından yazılmış olan Kunftti'İ Ahbar'dır ( 1 5 9 1 - 9 9 ) . Bu eser Osmanlılar tarafından yazılmış en önemli genel tarih­ lerden biri olarak bilinir. Kitap beş bölümden oluşmaktadır, i l k i k i bölümü dürtya d i n l e r i n i , îslâmiyeti ve peygamberleri k o n u alır. Sonraki i k i bölüm genel olarak devletin nasıl k u ­ rulduğu ile ilgilidir. Osmanlı tarihi ve o n u n siyasî iktidarı ise 52



1



15



12 Bu tarzların ayrıntılı bir incelemesi için bakınız H . inalcık ve Menage, Hisîorians of thc Middle East; ve Z . V Togan, Tarihte Usul; ve İslam Ansiklopedisi, (Le¬ iden, 1941). 13 Mehmet Neşri, Neşri Tarihi, Cilt 1 ve II, (Ankara, 1983). 14 Hoca Saadeddin, Tacu't Tevarih, Hatime, Cilt 5, (istanbul, 1979). 15 islam Ansiklopedisi, Cilt 4, s. 304-6. 51



devlet kuruluşu ile i l g i l i bu-bölümlerden b i r i içinde kaleme alınmıştır. "Türkler ve Tatarlar"m küçük bir bölümde ele alı­ nışı ise Mustafa Âli'nin, döneminin tarihçileri yanında ne k a ­ dar çok yönlü ve zengin bir tarih çalışmasına girmiş olduğu­ nu göstermektedir. İmparatorluk içinde üst düzey bir göreve sahip bulunan Âli, d i n ve siyaset tarihleri, askerî tarihler ve akınlar, hüsnühat ve ciltçilik t a r i h i üzerine de birçok eser vermiştir. Diğer yandan Evliya Çelebi'nin çok bilinen coğrafya tarihi Seyahatname' 17. yüzyılda yazılmış olan gezi notları Osmanlı topraklarım ve komşu ülkeleri k o n u alır. B u büyük eser çok canlı anlatımıyla tanınır ancak açık seçik bir tarihsel zaman kavramına sahip olmayışına işaret edilir. B u yüzyılın bir başka önemli eseri ise aynı zamanda bir şair olan Müneccimbaşı Ah¬ med Dede tarafından yazılmış olan Cami-ü'd-duvel'dir. Arapça yazılmış olan b u eser islâm dünyası tarihini geniş bir biçimde ele almaktadır; Avrupa tarihini ise kısaca yüzeysel bir biçimde anlatmaktadır. 16. yüzyıl sonunda ve 17. yüzyılda nasihatnameler çok yazı­ lır olmuştur. Resmî tarihçilerin imparatorluğun gerilemesi k o ­ nusundaki endişelerinin b u tarzın gelişmesine i l h a m kaynağı teşkil etmiş olabileceğini varsayabiliriz. Sarı Mehmet Paşa 17. yüzyılın sonunda böyle bir nasihat kitabı yazmıştı: Nesayih-ül vüzera ve'l ümera. Sarı M e h m e t Paşa b u eserinde özellikle, önceki yüzyıllara oranla iktidarı daha çok ellerinde tutan ve­ zirlerin başındaki kişilerin b u iktidarı kötüye kullanmalarını k o n u alıyordu. 6



17



18



Özetle, Osmanlı tarihçiliğinin tek bir k o n u y u esas almadığını söyleyebiliriz: ne tek başına Islâma, ne d i n propagandası yoluy­ la yayılan etnik gruba, ne de Türkler gibi tek bir ırka hasredil­ mişti. Osmanlı tarihçiliği imparatorluk siyasetlerinin bir ürünü olarak hepsinin bir karışımından oluşuyordu. Diğer İmparator­ luk tarihleri gibi geleneksel Osmanlı tarihçiliği de temelde gele16 Evliya Çelebi, Seyahatname ( G i r i ş ) , (Ankara, 1983). 17



ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt III (2), (Ankara, 1988), s. 548-9.



18 San Mehmed Paşa, Devlet Adamlarına 52



Nasihat (İstanbul, 1987).



çekte hatırlanmak amacıyla olayların destansı bir aktarımı y o ­ luyla siyasal meşruluk için bir temel oluşturuyordu. ister geleneksel ister modern toplumlarda olsun tarihçilik siyasal bakımdan anılmaya değer bir yankı yaratmaktan iba­ retti. Başka bir deyişle tarihçilik, "özel z a m a n " m ve belirli bir toplumun siyasal anısı ve itibarından oluşuyordu. 19



Geç Osmanlı Döneminde Merkezileşme ve Reform 18. yüzyılın i l k yıllarında, İbn-i Haldun'un tarih anlayışından etkilenmiş olan Naima, sarayın resmî olarak görevlendirilen ilk tarihçisi olmuştu. Kısa b i r süre sonra, Naima Tarihi istan­ bul'da 1726!da kurulan i l k Müslüman basımevi tarafından ba­ sıldı. Olayları ve hükümdarları eleştirel ve çözümleyici bir b i ­ çimde ele alışı onun Osmanlı çöküşü karşısında benimsediği reformist yaklaşımla açıklanabilmiştir. Gerçekten de birçok kişi tarafından rahatlıkla okunup incelenebilen üslubu, canlı anlatı­ mı ve eleştirel bakışı dönemin veziriazamı Hekimoğlu A l i Paşa'yı etkilemişti ve paşa yeni k u r u l a n matbaada Naima'nm ese­ rinin basılmasını emretmişti. Naima, kendi yaşadığı yüzyılda başlayan Batılılaşma hareketiyle doğrudan ilgili değildi. Esas İl­ gisi Osmanlının dağılması konusunda duyduğu endişeden ileri geliyordu ve reformcu eğilimleri, imparatorluğu tamamen par­ çalanmaktan kurtarmak için çareler arama çabasıyla gelişti. 20



21



Aslında reform dönemi, ancak 18. yüzyılın ortasından sonra hayatın kültürel ve bilimsel yanlarım kucaklayacak bir biçim­ de gelişmeye başladı ve bu dönemde Osmanlı tarih yazımı kül­ türel ve toplumsal gelişmeleri etkileyecek önemli değişiklikler 19 llber Ortaylı böyle bir formülden s ö z ediyor ama bir açıklama yapmıyor. Gele¬ nekten Geleceğe, (İstanbul, 1982) s. 66-7; Bu formülün, 16. yüzyıl Osmanlı ik­ tisat Tarihine uyarlanan bir teorik incelemesi için bakınız H u r i Islamoğluİnan, "Peasants, Commercialization, Legitimation of State Power in 16th Cen­ tury Anatolia", (Paper presented at the Conference o n Large Scale Commerci­ al Agriculture in the Ottoman Empire), (Berkeley, 1986). 20 Naima, Tdrih-i Naima (Ravzat'ül Hüseyin fi Hülasa'i Ahber'i Hafikin 1592¬ 1659) 2. Cilt, (istanbul, 1734). 21 I.H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt IV (2), (Ankara, 1987), s. 597. 53



yaşadı. Reform döneminde Osmanlı matbaası k u r u l d u , Fransız hükümet yöntemlerinin ve eğitim sisteminin incelenmesi ama­ cıyla bazı kişiler görevlendirildi, ve "her düzeyde -yönetsel, toplumsal, iktisadi ve sanatsal- Avrupa'daki en son gelişmeleri rapor etmek amacıyla özel elçiler belirli aralıklarla Avrupa'ya gönderilmeye başlandı". Batılılaşma siyaseti alanındaki bilinçli çabalara bağlı olarak fikirler çok daha kolay bir biçimde akta rıla bili yordu. E t k i n i n kaynağı esas itibariyle Fransa'dan geliyordu ve bu etki uzun bir süre aydınlar çevresinde.varlığını sürdürdü. Aslında 18. yüzyıl reformları öncelikle Osmanlı iktidarının askeri gücünü m o ­ dernleştirme amacı taşıyordu. B u amaçla, yeni askeri yöntemle­ rin teknoloji ve eğitim aracılığıyla tanıtılması için başta Fran­ sa'dan olmak üzere Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden uzmanlar getiriliyordu. Fransız uzmanların önayak olmasıyla bazı askeri okullar k u r u l d u ve b u alanda, d i l alanında ve hükümet etme kuralları konusunda bazı yayınlar yapıldı. Bunların çoğu i l k Osmanlı matbaası olan Müteferrika Matbaası'nda basılmış olan çevirilerdi. Öte yandan bu dönemde ele alman ekonomik, siyasal ve diplomatik reformlar göreceli olarak zayıf kalmıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullarım düzeltme amacıyla başvurulan r a d i k a l reformlar daha çok 19. yüzyılda gerçekleştirildi. Birçok alanda doğrudan merkezî d e n e t i m sağlanmaya başlandı. M e r k e z i l e ş m e ağı 1830'larda giderek değişime uğradı. Bakanlıklar k u r u l d u ve memurların statüleri iyileştirildi; alaşım, haberleşme ve diğer bazı hizmetler 1840'larda ve 1850'lerde oluşturuldu. 19. yüz­ yılın i l k yarısının sonlarına doğru laik eğitim sisteminin başla­ tılması için girişimlerde b u l u n u l d u . İlk ve orta öğrenimin standartlaşması için çalışmalar yapıldı. Başka bir deyişle, Os­ manlı İmparatorluğu'nda, artık, sanayiden eğitime kadar bir­ çok alanda toplumsal hayatın düzenlenmesi yolunda bir akım hüküm sürmeye başlamıştı. 22



23



22 Şerif Mardin, The Geııesis of the Young Ottoman Thought. A Sludy in the Moder¬ nization ofTurkish Political Ideas, (Princeton, 1962), s. 142. 23 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt Y (Ankara, 1988), s. 57-73. 54



19. yüzyıl Osmanlı reformu yeni ve m o d e m b i r siyasal i k t i ­ darı hedefliyordu. A n c a k b u n u Avrupa'daki eşdeğerlerine uy­ gun olmayan bir entelektüel geçmişe dayandırmak zorunday­ dı. Özellikle b u nedenle reformlar, ne entelektüel açıdan ne de maddî açıdan "açık seçik" bir y o l İzleyemedi. Hem idarî hem de siyasî iktidar açısından İki türlü ele alın­ ması gereken merkeziyetçilik çabalarında Osmanlılar dengesiz bir başarı kaydettiler. İmparatorluk açısından merkezileşme en tepedeki siyasî iktidarın merkezileşmesi olarak algılanıyordu. Hükümdar güçlü ve muzaffer olduğu sürece "hükümet eden" merkezî iktidar da kuvvetli kabul ediliyor ve t o p l u m oldukça istikrarlı görülüyordu. Ancak, idarî açıdan modern merkezi­ leşme her alanı, yani toplumsal, siyasal, e k o n o m i k ve kültürel tüm alanları İçine alan bir ilişkiler ağı olmak zorundaydı. Ve düzen ancak b u şekilde sıkıca kenetlenmiş ve çatlaklar, k o p ­ malar azalmış o l u r d u . Siyasî hayat istikrarlı da istikrarsız da olsa b u ilişkiler ağını kırmak gittikçe zorlaşacaktı. Çünkü g i ­ rift bir birlikteliğe dayanmaktadır. Siyasî öncülerin amaçları da zaten b u yeni siyasî iktidarı ilke olarak, kısmen laikleşme ve modernleşme, yani Batılılaşma esasına oturtmaktı. Yakında kurulacak olan ulus-devletin temel güçlerini oluşturacak i k i anahtar kavram ise laiklik ve modernleşme i d i . Ulus-devletin kurulmasıyla birlikte laikleşme, halkı bilinçli vatandaşlar haline getirerek eğitim ve kültürel standartlaşma üzerinde kurulacak bir devlet tekelini amaçlamıştır. Aydınlan­ ma çağını yaşayan Avrupa uiuslarmdaki gelişme bu doğrultuda olmuştur; bu uluslar dinî değerlerin çoğunu terk ederek dinî ol­ mayan çağdaş değerleri ve laikliği benimsemişlerdir. Avrupa'da­ k i ulus-devletler için laiklik, toplumsal hayatın her alanında "yeni toplumsal ölçütler" olarak görülüyordu. Osmanlılar ise Aydınlanma çağının laiklik anlayışını "Hıristiyanların" kiliseye ve onunla özdeşleşen her şeye karşı gelmesi olarak algılıyorlar­ dı. Başka bir deyişle, Osmanlılar için mesele hâlâ Batılılıktı ve Batı ise, teknolojik üstünlüğe sahip, değişik bir d i n demekti. Bu nedenle Batı'ya doğru yönelmenin itici gücü, laikleşme olmadan gerçekleştirilemezdi. Bu da Müslümanlıkla ilgili sembolleri de55



ğiştirmek, Müslüman kitaplar basmak, yasa ve yargı ile ilgili ba­ zı ufak tefek değişiklikler yapmak, eğitimde reform gerçekleştir­ mekle sınırlı görülüyordu. Bir bakıma "kısmî laikleşme" diye­ bileceğimiz bir d u r u m mevcuttu çünkü devlet idaresi henüz tam anlamıyla laik bir siyaset anlayışına teslim edilmemişti. B u nedenle Osmanlı'da laikleşmenin bir ulus-devlet kapsamı içinde meşruluk kazanmadığını ve düşünce tarihinde bir kav­ ram olarak kısmen Batılılaşma amaçları için kullanıldığım ileri sürebiliriz. Diğer yandan, ulusal çapta laikleşmenin 19. yüzyıl Osmanlı seçkinleri açısından i l k hedef olmadığını da söyleye­ b i l i r i z . Çünkü d i n i n -Osmanlı'da Islâmın- o dönemde A v r u ­ pa'da dahi bir çeşit ulusçuluk içinde ele alınması söz konusu­ d u r . Osmanlı Imparatorlugu'nda Arapça olan millet kavramı dinî topluluklara tekabül ediyordu ve herhangi bir etnik anlam taşımıyordu. Ayrıca laikleşme yalnızca bir kısım Osmanlı seç­ kinleri tarafından bir akım olarak benimsendiğinden halk des­ teğine de sahip değildi. Böylece de, millet ve laikleşme ulusal çapta kurumsallaşacak bir şekilde birarada düşünülmemişti. Osmanlı İmparatorluğu içinde merkezileşme ile m o d e m bir devletin merkezî gücü farklı olgulardır. İmparatorluk despo­ t i z m i n d e n ulus-devlet egemenliğine doğru yönelen gelişme Osmanlı reform döneminde oldukça sancılı o l d u . Modernist ve reformist gelişmeyi hızlandırmak için gereken yetki ise bü­ rokrasiye devredildi. Devlet mekanizmasının laikleştirilmesi 24



25



26



27



28



24 Anthony Smith bu terimi henüz ulus-devleti k u r m a m ı ş bulunan toplumlarda­ ki etnik laikleşmeyi a ç ı k l a m a k amacıyla kullanmaktadır. Nationalist Move­ ments, (Londra, 1976). Ayrıca 19. yüzyıl Osmanlı Imparatorlugu'nda devlet idaresinin laikleşmiş bir kurumdan yoksun olduğunu da hatırlamak gerek. Ş. Mardin, Genesis..., Bölüm 2. 25 Devlet, din ve ulusçuluk arasındaki ilişki açısından bakınız David Martin, A General Theory of Secularism. (Oxford, 1978) s. 9 ve 101, David Martin birçok yerde din ile ulusçuluğun birleştirildiğini ileri sürmektedir. 26 1. Ortaylı, "Osmanlı Imparatorlugu'nda Millet", Tanzimattan Cumhuriyete Tür­ kiye Ansiklopedisi, Cilt 4, (İstanbul, 1986), s. 996. 27



Niyazi Berkes, The Development of Secularism in Turkey, (Montreal, 1964), s.56 ve 159.



28 "II. Mahmud (1808-39)'un padişahhğıyla başlayan modernleşme ki padişah bu hareketi ordunun güçlendirilmesi ve merkezî devlet denetiminin artması 55



ve 1845-1868 arasında eğitimin laikleştirilmesi daha sonraki hükümet değişimleri için önemli temelleri oluşturdular. Batı'da siyasî merkezileşme genellikle uzun süreli bir sosyo­ ekonomik değişimin sonucu oluşmuştu. H a l b u k i Osmanlı top­ lumunda böyle bir gereksinme askerî yenilgiler, imparatorluk­ tan kopmalar ve ekonomik çöküş nedeniyle hissedilmeye baş­ landı. Avrupa'nın çeşitli entelektüel akımlarının yarattığı dina­ mik güçleri izleme telaşı bu akımları tam anlamıyla sindirme­ den hızla siyasîleştirmek gibi bir sonucu verdi. Osmanlı seç­ kinleri sadece ulusçuluğu tanımlama konusunda aceleci değil­ lerdi. Aynı zamanda ulusçuluğun, en dar bürokratik anlamın­ da Osmanlılığa nasıl oturacağı konusunda kararsızdılar Bir ba­ kıma ulusçuluk moda bir akımdı ve etnik ve ırk k i m l i k l e r i n i n siyasal yorumundan önce ortaya çıkmıştı. Başka bir deyişle, Osmanlı seçkini "üst kültürü" açık seçik bir şekilde tanımlayamıyordu, çünkü "Osmanlı kültürü" özellikle homojen bir "ulusal kültür" için homojen bir malzeme oluşturmuyordu. 29



Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyılın sonuna kadar özellikle sözünü ettiğimiz açıdan tartışmalı bir reform dönemi izledi. Reformcular bir yanda gittikçe yaygınlaşan modernleşme, Ba­ tılılaşma siyasetlerini izlediler Öte yandan da padişahın sorgu­ lanmayan iktidarını yani geleneksel Osmanlı yönetim anlayışıİçin istiyordu, öylesine karmaşık bir hedef haline gelmişti ki padişahın deneti­ minden çıkmış ve modemci ve reformist hareketi ilerletmek için gerekli olan iktidar bürokrasiye geçmişti". Önceki padişah 111. Selim ve II. Mahmud b ü ­ rokrat seçkinleri dikkate almadan m o d e r n l e ş m e hareketinde bir ölçüye kadar iktidar sahibi olabilmişlerdi. Ş. Mardin, Genesis..., s. 109. Ayrıca bakınız Metin Heper, "Political Modernization as Reflected in Bureaucratic Change; The Tur­ kish Bureaucracy and a 'Historical Bureaucratic Empire' Tradition", Readings in Turkish Politics I, (Istanbul, tarihsiz), s. 275-89. 29 Uluslaşma sürecinde üst kültürün rolü için bakınız E . Gellner, Nations and Nationalism, s. 92-3. Yazar "üst kültürü" (okuryazar kesim) normatif bir an­ lamda kullanıyor. "Tek başına kültürün antropolojik bir anlamı vardır; üstkultür (Kültür ya da gelenek) gibi egiıim-bağımlı değildir". "Kültürle farklı bir davranış ve iletişim biçimini kastediyoruz... Kültüre üstünlük atfedenler, ona gerçek hayatta bulunması gereken fakat pek bulunmayan ve kuralları genel­ likle toplum İçinde sayılan ve h ü k ü m veren bir dizi uzman tarafından belirle­ nen bir değer yüklemişlerdir. Düz anlamıyla kültür normatif olmayan, antro­ polojik anlamdaki kültürdür". Gellner, Ulus ve Ulusçuluh, Çevirenler B.E. Behar, G . G . Özdogan, insan Yayınlan, İstanbul, 1992. 57



m korumaya çalıştılar. D i n c i çevreler zaman zaman Osmanlı reformcularını laikleşme alanındaki y e n i l i k l e r i b i r tarafa bı­ rakmaya zorladılar. Fakat her şeye rağmen, reformlar Tanzi­ mat döneminde çok yavaş olmakla beraber yönetim ve eğitim alanlarında devam etti. Kısaca, Tanzimat reformlarının, Avrupa'daki ilerleme ve i m ­ paratorluk İçindeki ulusal hareketler karşısında savunmacı önlemler olduğunu; aynı zamanda bu reformların, sultanın ve yakınlarının gerekli bulduğu, z o r u n l u gördüğü alanlarda, as­ kerî ve teknik okullarda gerçekleşmesi gibi pragmatik bir b o ­ yutu bulunduğunu söyleyebiliriz. Eninde sonunda, b u reform­ lar başta Fransa ve daha sonra İngiltere olmak üzere yabancı güçlerin denetimine bağımlı i d i . Yabancı uzmanların denetimi o l m a d a n Osmanlı örgüt yapısı Batılılaşmanın gerektirdiği maddî zorunlulukları yerine getiremezdi. 30



33



19. Yüzyılda Osmanlı Tarih Yazımı Osmanlı tarihçileri geçmiş k i m l i k l e r i n i aramak için Avrupalı­ lardan daha değişik bir yaklaşım izlediler. Osmanlı tarihini i n ­ celemekteki amaçları özellikle imparatorluğun " ç ö k ü ş " ü n ü engellemekti. Bu noktada da Avrupa'nın denetimi gerekli gö­ rülüyordu. Avrupa'da tarihçiler, yeni siyasî emellerinin kay­ naklarını bulabilmek amacıyla geçmişlerini anlamak ve açıkla­ mak isterlerken, Osmanlılar, toplumlarında her alanda mevcut olan duraklamayı ve tıkanmayı çözümleyebilmek amacım taşı­ yorlardı ve kültürel entelektüel çevrelerde b u n u dile getiriyor­ lardı. B u nedenle geleneksel tarih yazımında da bazı reformlar yapmak istiyorlardı. Genel olarak, ulusal tarihe hem romantik hem de pragmatik* 31



2



30 Taha Parla, The Social And Political Thought o/ Ziya Gökalp, (Columbia U n i ­ versity Microfilms), 1980, s. 2. (ingilizce B a s ı m ı ) (Leiden Brill, 1985) ve Türkçesi Ziya Gökalp Kemalizm ve Türkiye'de Korporatizm, (İstanbul, 1989). 31 Ş. Mardin, The Genesis..., s. 133. 32 "Pragmatik" burada Amerikan felsefesin deki "inançların anlamını ve doğru­ lanmasını bu inançlara sahip olmanın pratik sonuçları açısından yapmak ve 58



yaklaşımlar Osmanlı aydınları ve tarihçileri üzerinde etkili o l ­ muştu. Avrupa'da basılmış olan tarih kitaplarını inceleyerek, daha sonraları bu kitapların çevirilerini yaparak ya da yaptıra­ rak tarihçilikte yeni yöntemleri ve akımları izlemeye başladılar. O k u l programlarında ayrı bir k o n u olarak ele alman tarih, artık politikacılar ve eğitimciler yetiştirmek için bir eğitim aracı ola­ rak kullanılmaya başlandı. Eskiden saray mensuplarıyla kısıtlı kalan tarih kitapları artık çok daha geniş bir okuyucu kitlesine hitap etmeye başlamıştı. Osmanlı'da tarihin pragmatik eğitsel bir amaçla kullanılmaya başlanması Fransız etkisiyle oluşmuş bir gelişmeydi. Aynı Avrupa'da olduğu gibi, eğitimin değişen rolü tarihin değişen rolünün bir başka yönünü oluşturuyordu. Aşağı yukarı b i r yüzyıl önce, yani 18. yüzyılın ortalarına doğru, "Bir Osmanlı ileri geleni... Versay'a yollanmış ve vezir tarafından, Fransız hükümet ve eğitim yöntemlerini araştır­ mak ve Osmanlı İmparatorluğu nda uygulanabilecek olanları hakkında rapor yazmakla görevlendirilmişti". B u arada, O s ­ manlılar da, yabancılara kendi tarihlerini de değerlendirip ak­ tarmaya çalışıyorlardı. Örneğin, Joseph H a m m e r pozıtivist yöntemiyle arşivler ve diğer tarih malzemeleri üzerinde O s ­ manlı İmparatorîuğu'na ilişkin karşılaştırmalı b i r tarih tezini ortaya çıkarabilmek amacıyla çalışmıştı. Osmanlı seçkinleri Avrupalı yazarlar arasında belli bir ölçü­ de seçici davrandılar: Descartes, Voltaire, Condorcet, Turgot 19. yüzyılın i l k yarısında o k u n a n ve yararlanılan düşünürler 34



bilginin öznesinin sadece bir duygu algılayıcısı değil aktif bir araştırıcı oldu­ ğunu da hesaba katan bir t ü r ampirizm olarak g ö r m e ' ile doğrudan ilgili değil­ dir. Bu araştırmada pragmatizm daha genel anlamda dünya gerçekleri içinde neler yapılabileceğini vurgulayan ve ideal bir dünya için neler yapılması ge­ rektiğini gözardı eden bir anlayıştır. Yukarıdaki tanım Roger Scruton, A Dicüonary ojPolitical Tlıough!, (London, 1982)'dan alınmıştır. 33 S- Mardin, The Genesis..., s. 137. 34 İ. Ortaylı, Gelenekten..., s. 55-63. Ortaylı'ya göre, Hammer (1774-1856), çağ­ daşlarının esas ilgi alanının ulusçuluk olmasına r a ğ m e n Osmanlı İmparator­ luğu'nun ulusçu hareketleriyle ilgili değildi. Dolayısıyla Osmanlı'da ulusçu­ luk esas konu haline geldiğinde Hammer bu konuya bağlılığını yitirdi. Ç ü n ­ kü 18. yüzyıl sonunda Fransız Devriminin O s m a n l ı l a r üzerindeki etkisini g ö r m e k istemedi. 59



arasında önemli yer tutuyorlardı. Özellikle ilerlemeye ve pozi­ tif bilimlere kendilerini adamışlıkları nedeniyle b u yazarlara özel önem veriliyordu. Osmanlı entelektüel gelişmesi gerçek­ ten de Batı'da gelişmekte olan pozitif bilimlere duyulan hay­ ranlıkla açıklanabilir. Ancak, Osmanlı aydınlarının pozitivizm anlayışı Aydınlanma çağının pozitif b i l i m anlayışıyla sınırlıydı. Döneme damgasını vurmuş olan, tarihin ulusçulukla bağlantı­ lı anlamda pozitivist yorumundan henüz çok uzaktılar. Bilime duyulan bu hayranlığın bir ifadesi olarak 1861 yılın­ da Âli ve F u a d Paşaların önayak olmasıyla "Cemiyet-i Ilmiye-i Osmaniye" kuruldu ve Mecmua-ı Fünun adlı dergisi yayınlan­ maya başlandı. B u dergide, Voltaire ve Diderot Osmanlı okur toplumuna tanıtılıyordu. Bazı belli başlı tercümeler kanalıyla 1860'larm dergilerinde ve daha sonraki yıllarda Aydınlanma çağının tanınmış kişileri boy göstermeye başlamıştı. Aydınlan­ ma çağı düşünürlerinin fikirleri, yankısını, hem Genç Osman­ lıların h e m de J ö n Türklerin bilime ve biyolojik materyalizme olan hayranlıklarında b u l u y o r d u . Tarihyazıcıhğmın gelişimi de reform yolunda yürürlüğe g i ­ ren imparatorluk siyasaları ile bağlantılıydı. Kültürel ve b i l i m ­ sel amaçlı bazı örgütler ve halk kütüphaneleri k u r u l d u . Abdülhamid'in yönetimi sırasında devletin geliştirilmesi için eğitim ve bilgi ciddi bir biçimde ele alındı. Sonraki onyıllarda maliye, h u k u k , güzel sanatlar, ticaret, mühendislik ve veterinerlik dal­ larında yüksek okullar ve meslek okulları, yeni tıbbiye okulları açıldı. İlk ve orta okullar yaygınlaştırıldı. Orta dereceli okullar­ la birlikte öğretmen yetiştiren okullar da devreye girdi. Tüm bu faaliyetler, ulusal eğitim için gerekli olan standartlaşma ve b u ­ nunla birlikte kültürel bir türdeşliği gündeme getirdi. Ancak henüz m o d e r n bir devletin k u r u l a b i l m e s i için hangi ulusal önermelerin ağır bastığı konusunda kararsızlık sürüyordu. 35



36



19. yüzyılın ortalarında, kültürel alandaki kurumlaşma çaba­ larıyla birlikte bazı eserlerin çevirilerinin yapılmaya başlandığı­ nı da görüyoruz. Edebî ve tarihî çevirilerin kaynakları esas ola­ rak Fransız kaynaklardı. Çeviri faaliyetinin b u yıllarda çok ta­ y i n edici olduğu ve siyasal faaliyetlerle içiçe geçmiş bulunduğu konusuna dikkatimizi çeken bir araştırmacı, imparatorlukta siyasal ve kültürel dönüşümü simgeleyen kurumsallaşmanın her zaman çok sayıda çeviri faaliyetiyle birlikte yürüdüğünü belirtmektedir. B u yolla aktarılan düşünce akımlarıyla birlikte doğal olarak, tarih alanında da, çeviri faaliyeti artmıştı. 1860'larda ve 70'lerde bir yandan Voltaire, Feneîon, Racine, Volney çevirileri yapılırken bir yandan, Víctor D u r u y ' u n Gene­ ral History of the Middle Ages adlı eseri A h m e t Tevfik (Bilge) tarafından Tartiı-t Mücmel-i Kurun'u Vusía ( 1 8 7 1 - 7 2 ) adıyla Türkçeye çevrilmişti. Fransa'nın o z a m a n k i Maarif Bakanı ve aynı zamanda bir tarihçi olan V i c t o r D u r u y b u yıllarda O s ­ manlının eğitim alanındaki reformlarını denetlemek amacıyla İstanbul'a gelmişti. Eğitim alanındaki İlk r e f o r m atılımları içinde Fransızların katkısını anmak yerinde olacaktır. Çünkü diğer sosyal ve teknik alanlarda olduğu gibi tarihin eğitimi ve yazımı da ya Fransız uzmanların gözetimi altındaydı ya da o sırada Türkçeye çevrilmiş bulunan Fransız tarihçilerinin çalış­ malarının etkisinde kalmıştı. Örneğin, A h m e t Cevdet'in çok bilinen Cevdet Tarilıi'nde Michelet gibi romantik-ulusçu ve Taine gibi pozitivist-ulusçu tarihçilerin etkisi altında kalmış o l ­ duğu savunulmaktadır. Ahmet Cevdet'in tarih yazımında ve eğitiminde siyasetin rolüne olan inancı b u çok bilinen kitabı­ nın önsözünde açıklanır, ve b u Fransızlarda h a k i m olan tarih bakış açısıyla tam bir uyum içindedir. 37



38



39



Aynı şekilde, Namık Kemal de başka bir Fransız tarihçi ve siyasetçi olan F P. G . Guizoı'dan etkilenmişti. Guizot'ya göre 37



35 Cemiyei-i llmiye-yi Osmaniye ve yayınları için bakınız Ş. Mardin, The Gene¬ sis... s. 238-44. 36 Bu düşünürlerin Osmanlı aydnjları üzerindeki etkisi için bakınız aynı yerde, s. 212-25; ve Şükrü Hanioğlu, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Tiirfiltiİ! 1889-1902, (istanbul, 1987), s. 21-25. 60



Saliha Paker, "Tanzimat Döneminde Avrupa edebiyatından Çeviriler", Metis Çeviri, Güz 1987, s. 33.



38 Enver Koray, Tarifi Yayınlan Bibliyogro/yası, (Ankara, 1952), s. 39. 39 E, Kuran, "Historiography in Tanzimat Period™, Historiaos of the Middle East, s. 428. 61



b i r insanın ülkesine duyduğu sevgi o ülkenin geçmişini b i l ­ mekle doğrudan orantılıydı. Namık Kemal 1886'da sürgün yıl­ larının sonunda yazdığı. Osmanlı Tarihinin önsözünde tarihin, geçmiş hakkındaki bilginin öykü şeklinde aktarımı olarak gö­ ründüğünü ancak gerçekte "hükümet" etmenin en önemli u n ­ surlarından olduğunu ve bir " b i l i m " olduğunu söylemiştir. B u çalışmasında, Namık K e m a l i l k olarak ilerlemeyi " s a b i t l i ­ ğe karşı bir "değişim" olarak görmekteydi, i k i n c i olarak, tarihi siyasal ve idarî görevi bulunan kişilere hizmet veren bir b i l i m olarak ele alıyordu. U l u s u n yararı için siyasal ve idarî yetkilile­ rin yetiştirilmesine hizmet eden tek b i l i m dalının da tarih o l ­ duğuna inanıyordu. Yeni tarih eserleriyle birlikte Osmanlı İmparatorluğuna bir yandan "ulus" ve " m o d e m devlet" terimleri girerken, başlıcaları Fransız pozitivistleri olan bu eserlerin yazarlarının etkisiy­ le ulusçuluk ile tarih eğitimi arasındaki yakın bağlantının altı çiziliyordu. Gustave Le B o n ' Osmanlı pozitivistleri üzerinde etkili olan başka bir pozitivistti,. ve tarih eğitiminin ortak bir kitle psikolojisi yaratmadaki önemi üzerinde d u r u y o r d u . L e Bon tarih felsefesi üzerine yazdığı bir kitabında, modern b i l i ­ m i n yani tarihin ortaya çıkışında istikrarsızlığın başlıca neden­ lerinden biri olduğunu savunuyordu. Ona göre psikoloji tarih bilgisinin vazgeçilmez temeliydi. Avrupa dillerinde yazılmış olan genel tarih eserlerinin çeviri­ leri ve uyarlamaları, tarih üzerindeki Farsça-Arapça etkisinden bir kopuş gösterdiyse de geleneksel Osmanlı tarihyazıcılıgının tam anlamıyla terk edilmesi sonucunu doğurmadı. B u deği­ şimler daha çok 1) çeviri yapıtlardan ve uyarlamalardan oluş40



4



42



43



40 Namık Kemal, "Osmanlı Tarihi Mukaddem es iriden", Tanzimattan Beri Edebi­ yat Antolojisi, ( l . H . Sevük, derleyen), (istanbul, 1943), s. 163-4. 41 Gustave Le Bon, Bases 5cienti/ique d'une Philosophie de l'Histoire, (Paris, 1931). 42 Ş. Hanioglu, Bir Siyasal Düşünür



Olarak Abdullah Cevdet, (istanbul, 1981), s.



58, 182. 43 Gustave Le Bon, Bases Scienti/iaue..., s. 15, 16. Le Bon tarih çalışmalarını dört sınıfa ayırıyor: 1) Hayata dair olaylar üzerinde, yani insanlığın kökenleri üze­ rinde modası geçmiş düşünceleri yeni duruma uyarlamak için yürütülen bi­ limsel araştırmalar; 2) Tarihçilerin tarihin birbiri ardından gelen çeşitli olayla62



tuğu için özgün araştırmalarda bir duraklama yarattı ve 2) A v ­ rupa sosyal felsefesine doğru radikal bir eğilim ortaya çıkardı. Tanzimat döneminde yeni tarih yazma yöntemleri b e n i m ­ senmişti ve Avrupa etkisiyle tarih kitaplarındaki çeşitlilik o l ­ dukça artmıştı. Genel olarak, geleneksel tarihyazıcılıgının öyküsel ve betimleyici yöntemleri varlıklarını yeni karşılaşılan pragmatik yöntemle birarada sürdürdü. Daha belirgin bir de­ ğişim yeni tarzlardaki çeşitlilikti. Ders kitaplarının yazımmdak i ahlâkî ve eğitsel yanlar ise reform döneminin tarihyazıcılığmda önemli bir özellik olarak kaldı. Tanzimat döneminin en belirgin özelliği geleneksel yöntem­ den pragmatik yönteme bir geçiş olmuştur. Birçok tarihçi, da­ ha i y i hükümet politikaları üretebilmek amacıyla tarihî olayla­ rın nedenlerini ve sonuçlarını araştırmak, açıklamak ve hatta bazen eleştirmek yolunda atılımlarda b u l u n d u l a r , ancak bü­ tün b u çabalar çok yüzeysel kaldı. B u genel yüzeyselliğe rağ­ men bazı tarihçiler daha önce çok gevşek değerlendirilen olay­ lar arasındaki nedensel bağlantılara dikkat çekmeyi başardılar. Tarih alanında önde gelen kişilerden biri olan ve laik okulların açılmasına ve geliştirilmesine önemli katkıları da bulunan A h ­ med Cevdet (1822-1892), tarihin "sadece olayların bir krono­ lojik sıralanması olarak değil insanoğlunun deneyiminin, kay­ nakların eleştirel bir değerlendirmesi yoluyla incelenmesi ge­ rektiğini" kavrayan i l k Osmanlı tarihçilerinden b i r i y d i . B i r 44



45



46



rını algılamaları; 3) Geçmişteki olayları ve bu olayların nedenlerim yeniden yapılaştırmayı sağlayan yöntemler; 4) Tarihte Önemli kişiliklerin ve dinî ve si­ yasî önemli olayların ve önemli ekonomik etkilerin tarih üzerinde oynadıkları rolün araştırılması, s. 19. 44 E . Kuran, "Historiography in the Tanzimat Period", Historiens of the Middle East, s. 428. 45 Mükrimin Halil Yinanç, "Tanzimattan Meşrutiyete Kadar Bizde Tarihçilik", Tanzimat l, (İstanbul, 1940), s. 573-595. Genel anlamda pragmatik tarih, geç­ mişten ders çıkarma yoluyla halkı eğitmek için yapılan tarih olarak ele alın­ maktadır, Ayrıca bakınız Z. Velidi Togan, Tarihle Usul, (istanbul, 1981), s. 2r3. Togan, Tanzimat döneminde sen-i (pragmatique) y ö n t e m iie neden-nasücı ( g é ­ n é r i q u e ) y ö n t e m i n birarada karışık bir biçimde varlıklarını s ü r d ü r d ü ğ ü n ü gözlüyor. 46 Stanford Shaw ve Ezel Kural Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Ciit II, (Cambridge. 1977), s. 64-5. Ayrıca bakınız I. Ortaylı, "Cevdet 63



saray tarihçisi sıfatıyla k e n d i s i n d e n Osmanlı İmparatorlugu'nun tarihini yazması istenmişti ve çok tanınmış eserini, ya­ n i Tarih-i Deviet-i A l i y y e ' y i " (1884) o zaman yazdı. O n i k i ciltlik tarihinin i l k bölümünde A h m e d Cevdet bize tarih b i l i m i n i n gerekliliği ve yararlarından söz etmektedir. Ona göre uygarlığın en yüksek noktası devlet adamlarının el­ lerinde bulundurdukları k o n u m d u r . Geçmiş hataları tekrarla­ mamak ve tarihten yararlanmak için b u kişiler o günkü hükü­ metleri adına ders çıkarmak amacıyla önceki olayları yakından bilmek ve incelemek durumundaydılar. Ayrıca, A h m e d Cev­ det, insanoğlunun, geçmişi ve geleceği merak etme k o n u s u n ­ da doğal bir eğilimi olduğunu savunmaktadır; b u nedenle de tarih genel anlamda insanlar için de bir gerekliliktir. A h m e d Cevdet tarih b i l i m i n i n esas olarak düzeni sağlamak ve k o r u ­ makla yükümlü olan devlet adamlarına hizmet ettiğine ve dev­ letler arasındaki ilişkiyi geliştirdiğine inanıyordu." Görüşleri ve yöntemleri, genel tarih, Osmanlı ve Türk tarihi ve İslâm ta­ rihi yazan tarihçiler tarafından da benimsendi. 8



A h m e d M i t h a d ' m Tarih-i Osmatü, Mustafa N u r i Paşa'nın Neiayic-ûl VVfeuai'ı tarzındaki popüler tarih eserleri halk için yazılmış eserlerdi. Şemseddin Sami ise m o d e m araştırma yön­ temleri kullanarak Türklerin tarihi üzerine çalışmıştı. Namık Kemal'iııEvrak-ı Perişan'ı (1871) bir tarihsel biyografi olarak ele alındı. B u eseriyle K e m a l ulusçuluk ve kahramanlık duy­ gularını hareketlendiriyordu. Selahaddin E y y u b i , Fatih, Yavuz 49



Paşa ve Avrupa Tarihi", Ahmed Cevdet Paşa Semine'ri, 27-28 Mayıs, ¡985 Bildi­ risinden Ayrıcasını, (İstanbul, 1986), s. 163-4. Onaylı, A . Cevdet'in tarihe kat­ kısını sağlam bir zamanlama, olayların sağlam bir y o r u m l a n m a s ı ye Fransız Devrimi ile Rusya'nın ilerlemesinin öneminin kabul edilmesi olarak değerlen­ dirmektedir. 47



Çeşitli baskıları şunlardır: 1. Cevdet Tarihi, 10 Cilt, (İstanbul, 1271-1292), Matbaa-i Amire; 1. Cevdet Tarihi Tertib-i Cedid, 12 Cilt, (İstanbul, 1301-1309), Matbaa-i Osmaniye; 3. Tarih-i Cevdet, 1X11 Cilt, (istanbul. 1972-4), Fatih Ya­ yınevi; 4. Tarih-i Cevdet (Tarih-i Vekayi-i Devleı-i Aliyye), Cilt I, Üçdal Neşri­ yat, 1983.



48 Aynı yerde, (1983), Cilt I, s. 25-6. 49 Mustafa N u r i Paşa,Netayie-i Vukuat Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı Tarihi, V I-VU, Sadeleştiren Neşet Çağatay (Ankara, 1987). 64



gibi önde gelen İslâm kahramanlarını seçerek d i n , millet ve ahlâk kavramları üzerine görüşlerini yansıtıyordu. Eserlerinde az da olsa eleştirel bir bakış açısı olduğu ileri sürülmektedir. Öte yandan, Süleyman Paşa evrensel tarih çerçevesinde İs­ lâm öncesi Türkler üzerine bir eser verdi: Tarih-i Alem (1876). Necip Asım Türk tarihi üzerinde çalıştı: Türk Tarihi (1899)Bu kitapların birçoğunda Türk kökenli halkların Avrupa gö­ züyle ele almışı dikkat çekmektedir; bazıları Fransız yazarlar­ dan uyarlamadır (örnek L e o n C a h u n ) bazıları ise İngilizce eserlerin uyarlamalarıdır. Gerçekten de yüzyılın i l k onyıhna kadar Türkçülük Osmanlı tarihlerinde siyasî ve tarihî bir k o ­ nu olarak kendisini göstermemiştir. Tarihçilikteki y e n i tarzların F r a n s ı z c a "dünya t a r i h l e ri"nden uyarlama genel tarihler olduğunu böylelikle saptamış oluyoruz. Buna bir örnek olarak da A h m e d M i t h a d ' m Fran­ sızca Univers'ini gösterebiliriz, ayrıca İslâm tarihleri, Türk­ lerin tarihi, yerel tarihler, çeşitli ülkelerin tarihleri, tarih söz­ lükleri, hatıralar, ve Arapça ve Farsça t a r i h l e r sayılabilir. Tanzimat döneminin sonlarına doğru toplumsal bilimler bir anlamda yüksek öğrenime girmişti, ve tarih yazımı u y g u n ders kitapları haline getirilmek amacı sonucunda görece i y i ­ leşmişti. Reform döneminin tanınmış devlet adamlarından A h m e d Vefik Paşa (1823-1891), Darülfünun'da "tarih felsefe­ s i " dersi veriyordu; 1860'larda başlayan bu dersleri 1872'dekı Maarif Bakanlığı izledi ve yine Fransızların tarzında hazırladı­ ğı Fezleke-i Tarih-i Osmani (istanbul, 1286 (1869)) ders kita­ bını yazdı. Osmanlı tarihini, imparatorluğun tarihi aşamaları50



51



52



53



50 E. Kuran'a g ö r e " "Osmanlı aydınlarının ulusçu emelleri ile Tanzimat d ö n e ­ minde yayımlanan T ü r k Tarihi arasında sıkı bir bağlantı vardır". Historians of the Middle East, s. 428. 51 Ahmed Mithad Efendi, Kainat (LUnivers), 15 Cilt, (İstanbul, 1871-1881). 52 M . Halil Yinanç, Tamim at, s. 21. Yınanç sözü edilen bu değişik tarzları deneyen tarihçileri sıralamaktadır. Ancak hiçbirinin kayda değer bir eser bırakmadığını da sözlerine eklemektedir. Yınanç'a göre bu yetersizliğin arkasında yatan ne­ den devlet örgütlerinin ve ordunun modernleştirilmesine ağırlık verilmiş ol­ masıdır. Pozitif bilimler, yüksek öğrenimde uzun bir süre ihmal edilmiştir. 53 E. Kuran, Hisroriaus of the Middle East..,, s. 424-5. A h m e d Vefik Paşa böyle bir kitabın yazılması için ilk adımı atan kişiydi. 65



na tekabül edecek bir biçimde altı bölüme ayırmıştı. D i l b i l i m ve tarih çalışmalarında ulusal b i l i n c i n geliştirilmesine dp özel önem vermiştir. Yeni okullar için tarih ders kitaplarına duyulan genel İhtiyaç 19. yüzyılın i k i n c i yarısında Osmanlı tarihyazıcılıgmm geliş­ mesinde önemli b i r aşama olarak ele alınmalıdır. 1860 ve 1870'lerde h e m erkekler hem de kadınlar için i l k ve orta dere­ celi okullar açılmıştı. A h m e d Vefik Paşa 1876 yılında bu yeni okullar için i l k ders kitabını kaleme almış olan tarihçi idi. Da­ ha sonra i l k tarih profesörü olarak Darülfünun'a girdiğinde derslerinde, sarayın son resmî tarihçisi A b d u r r a h m a n Şeref ta­ rafından yazılmış olan bir genel tarih kitabını, Hifeme£-i Tariiı'i kullandı. A . Şeref, orta dereceli okullar için i k i ciltlik Tarih-i Devlet-i Osmaniye (A. H . 1309-1312 (1891-4)) gibi kitaplar da yazmıştır. Eğitim reformları ve eğitimde laikleşme, gerçekten de refor­ m u yürütenlerin amaçları ve saikleri doğrultusunda yapılacak bir tarih eğitimini şart koşuyordu. Yeni siyasaların yapılabil­ mesi ve yeni yönetici seçkinlerin eğitilebilmesi için özellikle tarih alanında sistemli bir düzenleme gerektiriyordu. Sosyolo­ j i , politika, kültür ve uygarlık yani "beşerî bilimler" adı altında değerlendirilen derslerin hepsi de tarih k o n u s u altında ele alınmıştı. Vefik Paşanın yaptığı gibi Fransız tarihçilerin eserle­ rinden uyarlanan pragmatik tarihsel sınıflandırmalar geleceğin devlet adamlarım yetiştirecek dersler olarak görülüyordu. Yeni devlet adamları imparatorluğun başarılarını ve y e n i l g i l e r i n i böylece " m o d e r n " bir bakış açısından tanıyabileceklerdi. Yukarıda adı geçen tarihçiler ve b u tarihçilerin çağdaşları yeni o k u y u c u kitlesini eğitebilmek için çeşitli seçeneklere baş­ vurdular. Tarihin k o n u s u n u n da, genel tarihten daha özel ta­ rihlere, ülke tarihlerine ve siyasal tarihlere yaygınlaştırılması­ nın gerektiğine inanıyorlardı. Yüksek öğrenimin gerekleri de hesaba katılmaya başlandı ve modern kültürel merkezileşme ilk aşamalarında sadece uluslaşma ile bağlantılı olsa da tarih 54



54 Yusuf A k ç u r a , "Tarih Yazmak ve Tarih Okutmak Usullerine Dair", Birinci Türk Tarih Kongresi, Konferanslar, Münakaşalar, 55



(istanbul, 1932), s. 577-607.



kitaplarının ve tarih ders kitaplarının artmasında bütünleştiri­ ci eğitim politikası esas itici gücü oluşturdu. Özetle şurası açıktır k i , 18. yüzyıl Osmanlı tarihyazıcılığı tek bir entelektüel akımın i z i n i taşımamaktadır. Bu dönemde yazılan eserler çoğunlukla 18. yüzyıl Aydınlanma çağının bir yansımasıydı, romantik ve pragmatik zihniyet h a k i m d i ; y e r yer devreye giren ilkel düzeydeki bilimsel tarih felsefesi de po­ zitivizm olarak ele almıyordu. Gerçekten de 19. yüzyıl Osmanlı tarihçileri sarayın hizmetindeydiîer, tek meşru otorite olarak gördükleri Osmanlı p a ­ dişahlarının dünya görüşlerine kendilerini şu veya b u şekilde adamışlardı. Reform hareketlerinin büyük b i r çoğunluğunu Osmanlı devlet gücünü kuvvetlendirmek için alman tedbirler olarak değerlendirmek güçtür. Eğitimde ve tarihyazıcılıgmda modernleşme, geleneksel değerler ve yöntemlerle birlikte var­ lıklarını sürdürdüler. Ancak çağın yeni temaları yani ulusçu­ l u k ve Türkçülük aydınların da değişmelerine önayak oluyor ve doğrudan siyasal i k t i d a r üzerinde de etki yaratıyordu. Ulusçuluğun Batılı yöntemlerle yaratılması ise, T ü r k ç ü l ü k resmî ve bilimsel olarak tanımlanmcaya kadar daha birkaç onyıl bekleyecekti. *



*



Osmanlı tarihyazıcılıgmm C u m h u r i y e t tarihçiliğine doğru­ dan yansıyan en önemli özelliği tarihin siyasal meşruluk için yazılmış olmasıdır. Meşruluğu sağlamanın en kısa ve sağlam y o l u ise tarihi yapanla yazanın aynı kişiler olmalarıdır. E n azından aynı dar çevrenin kişileridir bunlar. Siyasal iktidarın tarihle bu denli doğrudan ilişkisi ise kullanılan üsluba ve tarih yazım tarzlarına da yansımıştır. Başarılar da başarısızlıklar da b u dar çerçeve içinde öyküleşmektedir. Başka ülkelerin dene­ yimleri ya da başka zaman dilimleriyle karşılaştırmalı mesafeli bakışlar hemen hemen hiç yoktur. Tarih yazımı, çoğunlukla siyasal yaşamın kendi içinde dönen, kendine yönelik, kendi­ siyle kaygılı bir anlatımından ibarettir. Anlatımlar üslup zen67



ginlikleri barındırdıkları zaman bile içerik olarak daima ken­ dine dönüktür. B u kendine dönüklük ve şimdiki-zamanlılık bir kültür dev­ r i m i yaşamış olmasına rağmen genç C u m h u r i y e t tarihçiliğinde de etkisini sürdürmüştür. Çünkü üsluba da yansıyan b u yakla­ şım siyasal kararların hızla alınması için elverişlidir. Tarih ya­ zımını bir edebî anlatım olarak algılar ancak b i r yönteme sa­ hip kendinden sorumlu bir disiplin olarak algılamaz. Dolayı­ sıyla tarihçiliğin sorumluluğu sadece tarihin aktörlerinin yanı büyük siyaset adamlarının bir yansıma-öyküsüdür. Tarih yazı­ mı yoluyla siyasaların sorgulanması geç Osmanlı dönemindeki nasihatnamelerle varlık göstermekle beraber bunlar adların­ dan da b e l l i olduğu gibi iktidarı sorgulayan değil padişahın y o l u n u aydınlatan bütünleyici ve koruyucu yapıtlardır. Eleşti­ rel bakıştan uzak oluşları ve zamanı, zamanlar ve mekânlar içinde bir aşama olarak görme yeteneğine sahip olmayışları Türk cumhuriyetçi tarihyazıcılıgma da bir kolaycılık, bir prag­ matizm ve işlevsellik kazandırmıştır. A n c a k Osmanlıdaki tarih yazım tarzlarının zenginliği aynı ölçüde Cumhuriyet tarihçiliğine yansımamıştır. Çünkü poziti­ v i z m i n ve laikliğin etkileri bir yandan da Osmanlıdan sıyrılma eğilimini beraberinde getirmiştir. Özetle Osmanlı tarihyazıcılıg m m o l u m l u olan, zengin olan özellikleri Cumhuriyet tarihçi­ liğine pek yansımamış oysa olumsuz olanları, özellikle siyasal çözümleme düzeyinde genç Cumhuriyet tarihçiliğinde devam­ lılık göstermiştir.



TÜRK ULUSÇULUĞU VE KAYNAKLARI



Ulusçuluk çağdaş bir olgu m u d u r yoksa çok daha geniş bir ta­ rihî sürekliliğe sahip olduğu söylenebilir mi? Son yıllarda bu konuda yazılanlar daha çok çağdaşlıktan yana. A m a belli başlı ulus ve ulusçuluk teorisyenleri b u konuda hep doğallığın ve evrenselliğin altını çizmiş. Tartışmalar çeşitli sosyologlar, ant­ ropologlar, tarihçiler ve siyaset bilimcileri tarafından sürdürü­ lüyor ve günümüz "ulus ve ulusçuluk" sorunlarına yeni boyut­ lar getirilebiliyor. "Ulusların kendi kaderini tayin hakkı" ulus­ lararası siyaset alanında yeni boyutlar yaşarken bilimsel düzey­ de ulusların kendilerini tanıma araçları üzerine yapılan araştır­ malar konunun karmaşıklığını yeniden gözler önüne seriyor. Her platformda hâlâ kalıcı bir meşruluk arama çabası sürü­ yor. Çünkü uluslararası birçok çağdaş olguya uluslar damgala­ rını vuruyorlar. Siyasal alanda küresel bir yapılanma olmadığı­ na göre ulusların varlıklarını tanımlama araçlarının önemi canlılığını koruyor. Her ulusun kendi aynasında kendisini na­ sıl görmek istediğine bagh olarak uluslararası ilişkiler de geli­ şiyor ve şekilleniyor. Her ulusun seçtiği tanımlama araçları ve çabası o ulusun vatandaşlarının tarihe, siyasete, kültüre bakış açılarını da belirliyor. Ülkemizde ulusçuluk kavramı birçok başka kavram örne­ ğinde olduğu gibi, aslında sadece Türkiye'ye özgü bir olgu gibi



68



69



ele alınmıştır. Diğer uluslar ve ulusçu hareketlerle benzerlikle­ r i üzerinde pek durulmamış hatta ulusçuluğun bir teorisi ya­ pılabileceği hiç düşünülmemiştir. Ulusçuluk o kadar öznel ve o kadar aile içi bir inanç gibi ele alınmıştır k i b u olgunun as­ kerî, siyasal ve kültürel boyutlarını da birbirinden ayırdetmek pek zor olmuştur. Ulusçuluğu, ülkemizde de u l u s u n , yani Türkiye C u m h u r i ­ yeti yurttaşlarının, k e n d i l e r i n i tanımlama araçları açısından ele aldığımızda, k o n u n u n eğitimle çok yakın bir ilişkisi oldu­ ğu apaçık ortaya çıkar. Tanımlamanın da fiziksel, tarihsel ve kültürel öğeleri vardır. Tarihsel öge aslında coğrafî ve kültürel özellikleri de içerebilir. Türkçülük bence b u yönde gelişmiştir. Türkçülüğün ve kabaca Türk u l u s u n u n tanımı Türklerce d i l , d i n , kültür ve mazi örtüşmeleri olarak ele alınmıştır. Bu ayırdedici özellikleri s u yüzüne çıkaran bütün maddî bulgular, kurumlar, öyküler sanki elele vermiş, birbirleriyle çelişebile­ cek noktalar görmezlikten gelinerek kurulan b u ittifak ulusçu­ luk olarak görülmüştür. A n c a k siyasal sistem düzeyinde ulus­ çuluğu çözmeden tüm b u k e n d i n i tanıma ve tanımlama araç­ ları boşlukta kalacaktı. Zaten b u nedenle de tüm görkemine rağmen ne Osmanlıcılık ne de Turancılık siyasal sistem içinde bir seferberlik yaratamamışlardır. K o n u m u z tarih yazımına dayandığına göre ulusçuluk ve Türkçülük akımlarının özellikle tarihçiliğe, i l k aşamalarda na­ sıl yansıdığını ele almak gerekiyor. Y i r m i n c i yüzyılın başında Türk ulusçuluğunun ana esin kaynağı olan Fransız D e v r i m i , saraya ve monarşiye beslenen nefreti kesinlikle pekiştirmiştir. Tarih yazımının böylece "saraydan kurtuluşu" özlemi özellikle Fransız ve bazen de A l m a n tarihyazıcılıgınm yüzeysel b i r uyarlamasına dönüşmüştür. T a r i h i n saraydan tedrici b i r b i ­ çimde "kurtuluşu" hareketi ulusçuluk alanında siyasal ve kül­ türel etkinliklerle birlikte yürümüştür. Siyasal sistemle teması İse Osmanlı reformu devletçiliğiyle sınırlıdır. Çağdaş tarih yazımı ise uluslaşmanın ve u l u s u Türkleşme ile tanımlamanın tüm sorunlarıyla birlikte gelişmiştir. B u bö­ lümde i l k olarak ulusçuluğun ve Türkçülüğün önderleri ve 7Q



çabalarım kısaca ele alarak amaçlarına hangi yollardan ulaş­ mayı düşündükleri incelenecek, bölümün i k i n c i kısmında ise tarih yazımının Türkiye'de i l k kurumsallaşma çabaları özetle­ necektir. Ulusçuluk ve Türkçülük Ulusçuluk teorisi Batı dünyasının tarihsel d e n e y i m i üzerine kurulmuştur. B u teorinin bazı farklı yorumları Avrupa'da ve Avrupa dışında Batı modelini İzleyen ulusçu hareketlerin kül­ türel ve siyasal akışım açıklamaya yöneliktir. 19. yüzyıl ulus­ çuluğunun Türk ulusçuluğunu doğrudan etkileyen başlıca i k i yorumuna işaret etmek yerinde olacaktır. 1. İradî (voluntarist) ulusçuluk vatandaşlığın eşitliği, eşit hakları ve ödevleri bulun­ duğu ilkesine ve Fransız Devrimi'nin yarattığı ulusal egemen­ lik anlayışına dayanan bir yaklaşımdır; 2. Organik ulusçuluk ise A l m a n idealizminden doğmuştur ve u l u s u ortak bir kültürü ve tarih bilinci olan doğal organik bir gerçeklik olarak görür k i b u gerçeklik halkların iradesinden bağımsız olarak varlığını sür­ dürür. Fransa da A l m a n y a da ulusal devletlerini büyük bir si­ yasal, kültürel ve ekonomik dönüşüm sonucunda tanımlaya­ bilmişlerdir. Başka bir deyişle, uluslaşma süreci, sanayi toplu1



1



Ulusçuluğu kavramsal açıdan ele alan kitaplar arasında A n t h o n y Smith'in, Theories of Nationalism, (Londra, 1971) ve The Ethnic Origins of Nations, (Ox­ ford, 1986) adlı iki kitabım sayabiliriz. Ayrıca baknız Ernest Gellner, Nations and Nationalism, (Oxford, 1983). Siyaset bilimi ve karşılaştırmalı bir inceleme i ç i n bakınız J o h n Breuilly, Nationalism and the State, (Manchester, 1982¬ 1985); Benedict Anderson, Imagined Communities, Reflections on the Origin and Spread of Nationalism, (Londra, 1983-1990) ve Hugh Seton Watson, Nati­ ons and States, (Londra, 1977). B u kitapların hiçbiri Türkiye örneğini etraflı bir biçimde a ç ı k l a m a y a yeterli görülmeyebilir. Ç ü n k ü hepsi de esas olarak milliyetçiliğin doğduğu yer olan Batı örneğinden heareket etmişlerdir. Ancak esas siyasî sınıflandırma açısından, Breuilly'nin T ü r k u l u s ç u l u ğ u n a "reform ulusçuluğu" adını vermesi özellikle Cumhuriyet'in ilk yirmi yılının somut po­ litik değerlendirmelerine en yakın bir a ç ı k l a m a gibi g ö r ü n m e k t e d i r . Ç ü n k ü bu dönemde değişik yaklaşımlardan ve akımlardan hatta yüzeysel olarak bazı teorilerden pragmatik amaçlarla yararlanılmış ve b u n u n adına ulusçuluk den­ miştir. Breuilly'e göre, imparatorluk reformları işlevsel bir e ş g ü d ü m anlayışıy­ la askeri yönelimli siyasî reformlara d ö n ü ş t ü r m ü ş t ü r , ve b u reformların sefer­ berlik işlevi ç o k önemlidir, s. 113. 71



mtmda yeni bir siyasal ve kültürel d i l i iktidara getirdi, böylece Avrupalı ülkeler k i m l i k l e r i n i ulusal geçmişlerine dayandırmış­ lardır. Batı Avrupa ülkeleri genellikle bu sınıflandırmanın b i ­ rincisi altında ele alınırlar. Dogu Avrupa ülkeleri ise i k i n c i yo­ ruma daha yatkın görülürler. Ulusçuluk teorisinin b u i k i baş­ langıç yorumu ve dinle özdeş görülen islâm "milliyetçiliği" b i raraya gelerek, Osmanlı Türkçülüğünde, ulusçuluk duyguları­ nın, kültürel, edebî ve siyasal k u r u m l a r nezdinde özgün bir ifade kazanmasına neden olmuşlardır. B u karışım bir bakıma özgündü çünkü devletin iradesi ulusun ahlâkî ve maddî varlığı ile bütünleştiriîiyordu. Uluslaşma süreci ulusçuluğun siyasal sistemle temasını kuruyordu. Fransız Devrimimden kaynakla­ nan "ulusal egemenlik" anlayışını, keşfedilmiş bir organik ger­ çeklik tamamlıyordu. Böylece ulusçuluğun doğuş teorilerin­ den yola çıkarak siyasî bîr strateji oluşturuluyordu. 2



Yeni yüzyılın Osmanlı-Türk aydınlarına göre ulusçuluk ve Türkçülük bazen birbirlerini tamamlayan bazen de birbirleriy­ le çelişen i k i ideoloji idiler. Başlangıçta ırk, u l u s u n tanımlan­ masında bir analiz b i r i m i olarak kabul edilmiyordu ve millet kavramının dinî bir anlamı vardı. Aslında hem "milliyetçilik" hem de Türkçülüğün açıkça tanımlanması ve sonra da kamu oyuna sunularak tarih yazımı ile bütünleşmesi gerekiyordu. Bu süreç i l k bakışta görüldüğü gibi kolay değildi. Bazı Osmalılarm gözünde "milliyetçilik" hem devlet bütünlüğünü hem de d i l i n Türkleştirilmesi sürecini içeriyordu; diğerlerine göre "milliyetçilik"in temeli Türk kökenli olmaktı. O zaman da ulus-devlet denklemi ertelenmiş oluyordu. Yine bazıları " m i l l i yetçilik"i Osmanlı Devletimin ikidarmı kuvvetlendirecek, ona daha güçlü bir dinsel meşruluk kazandıraca'k bir güç olarak görüyorlardı. B u noktada da d i n , bir ulusal k e n d i n i tanıma aracı olarak meşruluk kazanıyordu. 2



72



Geflner'e göre, ulus olmanın analıları sanayi toplumuna geçişin somut şartla­ rında ve o toplumun geleneksel bazı özelliklerinde yatmaktadır. Bu geçiş döne­ mi uluslaşma süreci olarak anılmaktadır ve siyasal sistemle kurulan bağlantı öne çıkmaktadır. Gellner'in kitabının eleştirel bir değerlendirmesi için bakınız Büşra Ersanlı ve Günay G . Özdoğan, "Ulus ve Ulusçuluk: Sanayileşme Sürecin­ de İktidara Geçen Kültür", Toplum ve Bilim, No. 28, Kış 1985, s. 175-184.



Bütün bu görüşler ve b u n l a r etrafındaki tartışmalar 19. yüzyılın sonunda ve y i r m i n c i yüzyılın başında o l u y o r d u . B u dönem askerî, coğrafî, siyasal, kültürel ve eğitim k o n u l a n açı­ sından tam bir keşmekeşti. Özetlersek, "milliyetçilik"in ta­ nımlanması Genç Osmanlılar için önemli bir sorundu. "Genç Osmanlılar 1867-1878 yılları arasında yani Tanzimatm sonla­ rına doğru önem kazanmaya başlayan Türk aydınlarıydı". "Milliyetçilik"in tanımlanması J ö n Türkler için de önemli bir s o r u n d u , çünkü İslâm d i n i ulusçuluğun dünyevî niteliğine dayanan tüm teorilerle çelişiyordu. Ulusçuluk ve Türkçülük etrafındaki tartışmaları izleyebilmek için dönemin önde gelen ve en etkin ulusçularının görüşlerini genel hatlarıyla gözden geçirmek gerekecektir. B u kişilerin ulusal k i m l i k k o n u s u n d a ­ k i siyasî, edebî, eğitsel ve reformist yaklaşımları genellikle onların tarih yazımına yaklaşımlarıyla örtüşmektedir. Başka bir deyişle en ateşli ulusçular siyaset adamlarıydı, edebiyatçı­ lardı ve tarihçilerdi. 3



Tanzimat döneminde Türkçülük, "millet" ve Osmanlı impa­ ratorluğu "milliyetçilik" tanımları içinde henüz ciddi bir an­ lam kazanmamıştı. Genç Osmanlılar daha ziyade Avrupa dev­ rimlerinin pratik ve maddî sonuçlarını Osmanlı Devleti'ni ye­ n i d e n düzenlemenin esas e t k i n l i k l e r i olarak görüyorlardı. Türkler ve Türk d i l i üzerine yapılan çalışmalar ise kültürel dü­ zeydeydi. Buna karşılık, siyaset ve sosyoloji Osmanlıların geç­ mişteki iktidarını korumak için önemli görülmüyordu. Tanzimattan sonra imparatorluğun Türk olmayan kesimlerinin el­ den çıkması Osmanlılığın bir siyasal seferberlik sloganı olarak eski gücünü kaybettiği görüşünü kuvvetlendirmişti. Kayıplar­ dan artakalan topraklarda çoğunlukla Müslüman/Türk nüfu­ s u n u n yaşadığı gerçekliği Türkçülüğü çağdaş ulusal hedefler için esas slogan haline getiriyordu. 19. yüzyılın i k i n c i yarısında parçalanmaya karşı alman ted­ birler İslâm d i n i n i n verebileceği güçlü dayanışma üzerinde de odaklanmıştı. Diğer yandan Türkçülük Avrupalıların bazı et3



Şerif Mardin, Genesis..., s. 3. 73



k i l i imalarıyla baltalanıyordu: özellikle bazı Fransız yazarlar gayrı mûslim halkın biraraya gelerek bir federasyon kurmala­ rını öneriyorlardı. B u dönemde dinî bağlantıları vurgulamak yerine çağdaş ulusçuluğun bir gereği olan yurttaşlık anlayışı üzerinde duran bir Osmanlıcılık en akla yakın bir yaklaşım olarak ele alınmaya başlandı. B u Osmanlılık i d e a l i içinde Türkçülük ise kültürel ve linguistik bir ilgi alanı olarak kaldı. A n c a k Türkçülük hareketinin etnik kökene dayanan uzantıla­ rı, dinsel ve sağcı muhalefeti canlandırıcı bir rol de oynadılar. Birçok tarihçi b u dönemde Türk kökenli bir tarih yazımına k o y u l d u ve b u n u , Türkleri k o n u alan milliyetçi bir efsaneye dönüştürmeye çalıştı. Çeşitli Avrupalı şarkiyatçıların Türklü­ ğün geçmişi ile ilgili bulguları, Genç Türkler arasında Türklük üzerine yapılan ve yapılacak çalışmaların başlıca esin kaynağı­ nı oluşturdular. 18. yüzyılda Joseph de Guignes (1721-1800) Histoire Général des Huns, Turcs, Mongols et autres Tartares Oc­ cidentaux adlı kitabı yazmıştı. Macar antropolog ve Türkolog Vambery (1852-1913), Türklerin Turanî ırkların bir parçası o l ­ duğunu ö n e sürdü. Fransız şarkiyatçı L e o n C a h u n (1841¬ 1900), Türklerin tarihi ve genel anlamda uygarlıktaki rolleri ile i l g i l e n i y o r d u . P o l o n y a kökenli Mustafa C e l a l e d d i n Paşa (Constantin B o r z c k i , 1826-1875), tanınmış kitabı Les Turcs Anciens et Modernes'de (1867), Türklerin özgün ırksal nitelik­ lerini vurguluyordu. Birkaç Osmanlı tarihçisi de Türk halkı­ nın İslâm öncesi özellikleriyle ilgili bazı eserler yazdılar. Türk kökenleri ve Türklerin önemine adanan tüm b u çalışmalar sonraki yıllarda daha ileri düzeyde bazı tartışmalara y o l açtı: b u tartışmaları çeşitli siyasal görüşleri vasıtasıyla dile getiren 4



5



4



Yusuf Akçura, " T ü r k ç ü l ü ğ ü n Tarihi", Türk Yılı, (istanbul, 1928), s . 287-455, sadeleştirilmiş basımı Türkçülük, Türkçülüğün Tarihi Gelişimi, derleyen Sakin Öner, (istanbul, 1978), s. 81.



5



"1839'da, Reşit. Paşa'nın girişimiyle Hatlı Hümayun olarak bilinen yarı-anayasal sözleşme Gülhane'de ilan edildiğinde, bu sözleşmenin kaleme alınmasında Re­ şit Paşa'nın başlıca amaçlarından biri, Osmanlı tabiiyetinde bulunan herkesin dini irtibata dayanmayan doğrudan vatandaşlık anlamına gelen eşit haklardan yararlanmalarım öngören bir Osmanlı milletinin yaratılması için gerekli teme­ lin atılmasıydı". Ş. Mardin, Geııesis..., s. 14.



74



kişiler Z i y a Gökalp, Yusuf Akçura, A h m e d Agaogîu, F u a d Köprülü, Veîed Çelebi, N e c i p Asım, M e h m e d E m i n , A h m e t Hikmet ve diğerleri i d i . . . Yüzyılın başında Türkçülük, dağılmış b u l u n a n Osmanlı Imparatorlugu'nu yaşatabilmek için özellikle özendirilmiş bir ha­ reketti. Rusya'dan gelen m u h a l i f aydınların yarattığı köklü Türkçülük dalgaları da bu açıdan yararlı görülüyordu. Başlan­ gıçta Türkçülük, Türk, Arap ve Fars dinlerinden meydana ge­ len Osmanlı dilinin Türkçeleştirilmesi İle sınırlıydı. 19. yüzyı­ lın i k i n c i yarısında T ü r k ç ü l ü k h a r e k e t l e r i n i n gelişmesi ve Sırplar, Bulgarlar gibi Türk o l m a y a n Osmanlıların ayrılıkçı "milliyetçi" hareketlere girişmesi İle b u akım önemli ölçüde hız kazanmıştı. Yine bu dönemde dilde reform hareketi genel­ likle edebiyat, eğitim ve basın için bir amaç olarak görülüyor­ d u . Tüm reformcu hareketler kültürel kurumların temelini oluşturmaya başladıkça doğal olarak Türkçülük hareketi de tarih yazımından bir araç olarak yararlandı. Türkçülüğün ittihat v Terakki iktidarı yıllarında önem k a ­ zanmaya başlayan i k i n c i akımı, düşlenen daha geniş toprak­ larla üzerinde yaşanan Türkiye arasında b i r köprü k u r m a k , y a n i Turan i l e Osmanlı topraklarının çekirdeğini oluşturan A n a d o l u arasında bir bağlantı yaratmaktı... B i r de Avrupalıla­ rın Turancılığa duyduğu i l g i vardı. Avrupalılar 19. yüzyılda Türklerin Doğu uygarlıkları ve dünya uygarlığı üzerindeki ro­ lünü, genellikle eski tarihteki Turanî halklarla kurmak istedik­ leri akrabalık temeline dayandırmayı seçiyorlardı. Gerçekten de b u ilginin ana itici gücü Turanî halklardı. B u halklar içinde F i n , Macar ve Türk ırkını sayıyorlardı. B u ırklar bazı Batili b i ­ l i m adamları tarafından daha büyük bir ırkın parçaları olarak görülüyordu. Türk tarihçiler ve milliyetçiler bir süre Avrupalı yazarların b u geniş ırkçı yaklaşımlarına hayranlık beslediler, ancak o dönemde Turan, Türk milliyetçilerinin harekete geç­ mesinde başta gelen bir itici güç olmadı. Şiirsel bir ulusçulu­ ğun ateşini yaktı, bir başlangıç dinamizmi yarattı fakat özellik­ le tarih alanında daha pragmatik ve radikal bir bakış açısı ter­ cih edildi. e



75



Bir islâm " m i l l e t i " için k i m l i k yaratma sorunu çeşitli ulus­ çuluk tanımlarıyla dile getirildi; bu yaklaşımlar toplumsal ve siyasal gerçekliklerin çeşitli yönlerinden esinleniyordu: 1. B i r i n c i olarak sayabileceğimiz imparatorluk "milliyetçilik"i, İlhamını Osmanlı devlet gücünden alıyor ve i k i çelişen güç tarafından etkileniyordu: Batılılaşma ve İslamcılık. 2. Türkçülük İse Kırım, Kazan ve Azerbaycan'da Çarlığa kar­ şı ulusal özerklik için mücadele eden muhalif güçlerin etkisi altındaydı. Tarihçilik açısından, b u muhalefet hareketi özellik­ le 1905 sonrası önem kazanmaktadır. 3. " B i l i m s e l " ulusçuluk p o z i t i v i z m l e , y a n i "bilimselcilik'Te besleniyordu. İtici güçleri sosyoloji ve diğer milletlerle kültü­ rel rekabet anlayışı i d i . Bütün bu akımlar birleşerek Türk ulusçuluğunu yarattılar. Ve b u yaratılmış Türk ulusçuluğu başarılı b i r Kurtuluş Sava­ şından destek gördüğü için Türkiye Cumhuriyeti'nin k u r u l u ­ şu, imparatorluk ve sömürgecilik karşıtı mücadele veren ulus­ çuluğu ön plana çıkarmış o l d u . 1. İmparatorluk



"Milliyetçiliği", Osmanlı-Türk



Milliyetçiliği



Ulusal benlik için siyasî irade peşinde, b i r yandan Fransız D e v r i m i öte yandan da Osmanlı Devleti'nin geleneksel gücü tarafından etkilenen Osmanlıcılık, "milliyetçilik"in i l k kez s i ­ yasal anlamda dile getiriliş biçimi idi. Osmanlılığın, bir siyasal güç olarak direnen etkisi, Türk ve Osmanlı milliyetçilikleri arasında bir çeşit uzlaşmaya neden olmuştu. İdeolojik açıdan çok zayıf olmasına rağmen b u uzlaşma edebiyat, tarih ve siya­ sette ulusçu akımların gelişmesi için bir itici güç teşkil etti. Kı­ saca, 19. yüzyıl Fransa ve Almanyası'nı ömek alan Batılılaşma hareketi, hem Osmanlılığı hem de Türklüğü kültürel politika­ lar olarak teşvik etti; çünkü Osmanlılık hareketi o dönemde yurttaşlık haklarını geliştirmeye çalışıyordu. Türklük ise çağ­ daş bir ulusun ırksal kimliğinin haberciliğini yapıyordu. 6



6



Y. A k ç u r a , Ü ç Tarz-ı Siyaset, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınlan, 1976, s. 20-23.



76



Türk ulusçuluğunun ve ulusal tarihinin sorunu, Türk u l u ­ s u n u n yeni tarihsel kimliğinin ırka mı, kültüre m i , dile m i da­ yanacağının kararlaştırılması sorunuydu. A n c a k bu karar, i m ­ paratorluğun toplumsal ve etnik gerçekliği gözönünde b u l u n ­ durulduğunda pek kolay b i r iş değildi. Osmanlı sistemi çok kültürlü ve çok milletli bir düzendi ve Avrupa'nın tersine dinî ortaklık, etnik ya da ırksal ortaklıktan çok daha önemliydi, dolayısıyla dinin bir sosyal kategori olarak kullanılması, bir si­ yasî araç haline gelmesi daha kolaydı. Osmanlı aydınlarından Şeyh Cemaleddin Afgani daha önceleri Osmanlı "milliyetçil i k " i n i tanımlamak için d i l ve İrkı özdeş güçler olarak değer­ lendirmişti. A h m e d Vefik Paşa, Şemseddin Sami ve Mustafa Celaleddin Paşa benzer milliyetçi duygularla Türk d i l i n i n ge­ liştirilmesine katkılarda bulunmuşlardı. Bursalı Tahir Bey ve Necip Asım da Meşrutiyet döneminde böyle katkılarda b u l u n ­ muştu. Belirttiğimiz gibi, Türkçülükle daha önceleri de ilgile­ nilmiş olmasına rağmen her i k i kuşağın tarihçileri de Osmanlı tarihinin moral kuvvetinden k e n d i l e r i n i kurtaramamışlardı. Onların Türkçülükleri Osmanlı Devleti'ne ve geleneğine besle­ d i k l e r i sadakat duygusuyla törpülenmiş ve b u duyguyla bü­ tünleşmişti. İster Selanik'te ister istanbul'da olsun, b i r kültür k u r u m u n d a aktif olan ya da b i r dergide yazı yazan tarihçiler böylece hem Osmanlıcılık h e m de Türkçülüğün uyuşan ve uyuşmayan yanlarının derin etkisi altındaydılar. 7



Namık Kemal gibi Osmanlı millliyetçileri, aslında "vatanperver"diler, Osmanlı Devleti'ne sarsılmaz b i r inançları vardı ve bu devletin ortadan kaldırılması için b i r neden görmüyor­ lardı. Aynı zamanda dilin Türkçeleşmesi, eğitimin laikleştiril­ mesi ve devletin siyasî ve idarî kademelerinde Batılılaşma İçin reform hazırlıkları yapıyorlardı. B u nedenle zafer d o l u bir tari­ h i olan Osmanlı Devleti'nin esası, yurt (la patrie) olarak görü­ lüyordu. Yurtsever edebiyat yaratmak isteyen ve b u tür şiirler yazan ve 1908'den başlamak üzere dilde reformlar gerçekleş­ tirmek isteyen birçok edebiyatçı bu yaklaşımı benimsemişti. 7



Y. A k ç u r a , Türkçülük...,



s. 85. 77



Genç Kalemler işte böyle bir gruptu. Genç Kalemlerin sade­ ce birkaç sayı çıkarmayı başarabildikleri bir yayın üzerine ya­ pılan bir araştırmada b u grubun milliyetçilik anlayışında O s ­ manlıcı ideolojisine dikkat çekiliyor ve dildeki yaklaşımların­ da Türkçü oldukları belirtiliyor. B u kişiler yazılarında Türk d i l i n i n her türlü edebiyat yapıtında kullanılması gerektiği gö­ rüşünü savunuyorlardı, çünkü, onlara göre, Türk d i l i eninde sonunda gündelik kullanımda çok u z u n bir süredir yaşamak­ taydı yani ulusal bir dildi. Değişik ırkların, milletlerin, dillerin ve dinlerin iradî tutum­ larına dayanan bir ulus yaratma olasılığı Osmanlılığın i l k esin kaynağıydı. Z a t e n 19. yüzyılın başlarında F r a n s ı z D e v r i min'den esinlenen ulusçuluk yorumu da tam böyleydi. Ancak 19. yüzyılın i k i n c i yarısında Almanlar ulusçuluğu ırk, d i l , or­ tak kültür ve ortak tarih gibi elle tutulur " b i l i m s e l " temellere dayandırdılar. Bir önceki yüzyılın b u i k i ulusçuluk y o r u m u n u karşılaştıran Yusuf Akçura, A l m a n bilimsel ulusçuluğunun do­ ğuşunun, Osmanlı seçkinlerinin tek dayanağını oluşturan Fransız Devrimi'nin yarattığı ulusçuluğu zayıflattığını savunu­ yordu. "Böylece", diyordu Akçura, "Osmanlılar tek geçerli da­ yanaklarını da kaybetmiş oldular". O n yıl kadar sonra, 1 9 2 0 l e r d e Türkçülükle Osmanlılık, Türk tarihini ne kadar geriden başlatmak ve hangi noktaya da­ yamak gerektiği gibi konularda tartışmalarını hâlâ sürdürüyor­ lardı. Avrupanm ulusçu tarihçilerinden farklı olarak, tarihleri­ ne u l u s u n tarihi demeyi reddediyorlar ya da ülkenin tarihi "Osmanlı Tarihi" ya da "Türk-Osmanlı" tarihi demiyorlardı. Çünkü henüz yeni üst-kültürün yani Türklüğün Osmanlılık dışında bir siyasal çerçeveye oturması söz konusu değildi. U l u ­ sal kimliği tanımlama sorunu u l u s u n tarihini adlandırma ve yazma sorunlarını da aynı şekilde beraberinde sürüklüyordu. 3



9



10



8



Masarai Arai, "The Genç Kalemler and the Young Ttırks: A Study of Nationa¬ lism", M E T Ü 5ludies in Development, 12 (3-4) 1985.



9



Esinlenen Türk



Ulusçuluğu



Ulusal tarih yazımının z e m i n i n i hazırlayan en belirgin katkı Meşrutiyet döneminde oldu ve Rusyalı Türk tarihçilerden gel­ di. Rusya'dan gelen Türkçülerin Türk ulusçuluğuna taşıdıkları malzeme kendilerinin etnik-kültürel bir muhalefet tecrübesin­ den geçmiş olmalarıydı. Kırım, Kazan ve Azerbaycan'ın Müs­ lüman Türkleri Rus Çarhğı'na karşı mücadele etmişlerdi. Sa­ dece Müslümanlıkları değil Türklükleri de onların kendilerini bir tanımlama aracıydı. Zaten sadece Müslümanlıkla dahi olsa siyasal egemenliği olan başka bir kültür karşısındaki k i m l i k mücadeleleri onları, Osmanlı Türkçülerinin senlik-benlik ara­ yışından daha çağdaş kılıyordu. Kırımlı tanınmış T ü r k ç ü İsmail Gaspırİnski, 1880'lerde m o d e r n ulusçuluk akımları henüz Rusya'ya ulaşmadığı b i r dönemde Ortodoks Rusya'ya karşı Müslüman kimliğini vur­ gulayan mücadelesine başlamıştı. Daha sonraları Şemseddin Sami, A h m e d M i t h a d , M e h m e d E m i n ve N e c i p Asım'm görüş­ lerinden de etkilenerek d i l o l g u s u n u n belirleyici gücünü farketti ve bu k o n u üzerinde durdu. Rusyalı Türklerin emellerini 35 yıl süreyle çıkardığı Tercüman gazetesinde (1883-1917) dile getirdi. Rusya'dan gelen Türkçülerin Türk ulusçuluğunun ve dola­ yısıyla da Türk tarih yazımının gelişmesi üzerinde etkisi bü­ yük olmuştur. Rus kültür egemenliğinin yarattığı atmosferde büyüyen İsmail Gaspiralı, Hüseyinzade A l i , Yusuf Akçura ve A h m e d Ağaoğlu güçlü ulusçu ideallere sarılan öncü Türk ulusçularıydılar. 1905 Rus Devrimi'nden sonra, bu öncüler gö­ rüşlerini yazılarla ye siyasî faaliyetlerle yayma olanağını bul­ dular. Rusya'da zengin bir eğitim, Paris'de ulusçuluğun kav­ ramsal ve b i l i m s e l temellerini geliştirme olanağı; ve İstan­ bul'da b u eğitimin ve görüşlerin hayata geçirilmesi Rusyalı Türkçülerin düşünsel oluşumunda tipik bir üçgen yaratmıştı. Hüseyinzade A l i Bey (Bakü, 1864) Meşrutiyetten y i r m i yıl 11



Y. A k ç u r a , Üç Tarz-ı Siyaset, s. 20.



10 M ü k r i m i n Halil Yınanç, Millî Tarihimizin Adı, (İstanbul, 1969); ayrıca bakınız Uriel Heyd, Foundations oJTurkish Naüonalism, (Londra, 1950), s. 104-115. 78



2. Etnik Kimlik İdeolojilerinden



11 Kırımlı Cafer Seydahmet, Gaspiralı ismail Bey, (istanbul, 1934), s. 33-35. 79



önce istanbul'a gelmişti, Askeri Tıbbiye'de okumuş fakat A b dülhamit (1876-1909) dönemindeki baskılardan ve sansürden dolayı doğduğu yere 10 yıl içinde geri dönmüştü. ittihadı Osmcmi'nin kurucularından biri oldu ve 1904'de Yusuf Akçura'nın başlattığı meşhur k i m l i k tartışmalarına katıldı. B u tartışmada pan-lslâmizm'in ve pan-Tûrkizmin savunuculuğunu yaptı. Pan-Turanizm üzerine yazdığı şiirler daha sonraları Ziya G ö kalp'in şiirleri üzerinde çok etkili o l d u . Bundan başka Hüseyinzade A l i , Azerbaycan'da Türkçü ideallerin kültürel ve siya­ sal alanda yayılmasına da önemli katkılarda b u l u n d u . 1910'da İstanbul'a döndü ve Türkçü harekette aktif bir r o l oynadı. Yusuf Akçura'nın tersine, Hüseyinzade A l i Transkafkasya Türklerinin kendi kaderlerini tayin için bütün ümitlerini Os­ manlı İmparatorlugu'na bağlamıştı. B u amacının gerçekleşme­ si için Osmanlı mandasını bile kabul e d i y o r d u . Ulusçuluğu özellikle ırk olgusuna bağlamıyordu, o n u n için d i n olgusu ay­ nı derecede önemli idi. Fakat, Rusya'dan gelen tüm ulusçu ar­ kadaşları gibi Osmanlı-Türk ulusçuları tarafından pek benim­ senmeyen güçlü popülist ve liberal eğilimlere sahipti. Yusuf Akçura ve A h m e d Agaoglu gibi Türk ulusçuları, Fran­ sa'da sağlam bir eğitim gördükten sonra İstanbul'a 1908 yılın­ da geldiler, Türkçü ideallere ve ulusçu tarih yazımına taze güç getirdiler Avrupa deneyimleri, onlara, tüm sosyal b i l i m l e r i n kaynağının ulusçuluk bilinci olduğunu öğretmişti. 1890'larda, Paris'te eğitim gördükleri sırada onları en derinden etkilemiş olan Albert Sorel, "Ulusların, tarihi harekete geçiren ana güç­ ler olduklarını s a v u n u y o r d u " . " İşte b u nedenle de ulusçulu­ ğun b u kişilere h e m bir k i m l i k bilinci hem de bir yöntem te­ meli verdiğine şaşmamak gerekir. 12



13



Osmanlı İmparatorlugu'na gelmeden ö n c e Yusuf Akçura 1904'de, önemli makalesi Üç Tarz-ı Siyaset'i yazmıştı ve b u 12 Y. A k ç u r a , Türkçülük-.,



s. 185-6.



13 Tadeusz Swieıochowski, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycam 1905-1920, çeviren Nuray Mert, (istanbul. 1988), s. 89-163. 14 Muharrem Fevzi Togay, Yusuf Akçura, Hayatı ve Eserleri, (istanbul, 1944), s. 40. 80



makalede Türkçülüğün siyasî açıdan kaçınılmaz olduğunu vurgulamıştı. Irk olgusuna dayanan Avrupa ulusçuluğunu f i ­ kirlerin geliştirilmesinde başlangıç noktası olarak ele almış ve Osmanlı Devleti'nin k e n d i n i yenilemesi için bazı seçenekler üzerinde durmuştu. Akçura'nın Osmanlıcılığa ve İslamcılığına karşı eleştirel tavrı Fransa'da olgunlaşan ulusçu görüşleriyle birleştiğinde Türkçülük anlayışına çağdaş ulusçuluk düzeyin­ de ulaşmış b u l u n u y o r d u . Yusuf Akçura Osmanlıcılığa karşı tavrında çok tutarlıydı ve bu akıma siyasî ve kültürel açılardan savaş açmıştı. Doğal olarak ulusal özerklik y o l u n d a k i Rusya deneyi ve çağın ulusal gerçeklerini kapsayan Fransa'daki eğiti­ m i , onun tüm fikirlerini, Türk ulusçuluğu ve onun gelecekte­ ki zaferi üzerinde yoğunlaşmıştı. Yine Avrupa ulusçuluğunun doğal bir sonucu olarak, Yusuf Akçura ve çağdaşı aydınların gözünde, tarihin siyaset içinde çok önemli bir yeri vardı. Bu genel eğilime rağmen Akçura ta­ r i h i n bir bilim olduğuna inanmıyordu. Daima ulusçu hareke­ tin geliştirilmesine katkıda bulunabilecek tarihî araştırma tür­ lerine öncelik tanıyordu. Rusya'da eğitim gördüğü sırada tarih araştırmalarının Slav ve Cermen millî uyanışlarında ne denli etkili bir r o l oynadığını gözlemlemişti.' Ayrıca Osmanlı resmî saray tarihçileri gibi halktan uzak tarihçiler ile ya Fransız tarih ders kitaplarını tercüme etmeyi ya da kötü uyarlamalarla ye­ tinmeyi tercih eden tarihçileri eleştirecekti. Akçura'nın Rusya'da ve Osmanlı İmparatorluğunda yaptığı çalışmaları biraraya getirdiği en önemli yapıtlarından b i r i olan, Türkçülüğün Tarihi, tarih ve Türkçülük konularındaki görüşle­ rinin esasını teşkil eder. Bu kitabında Akçura, Türkleri Doğu, Batı ve Kuzey Türkleri olarak sınıflandırmakta ve 19. yüzyılın i k i n c i yarısında bu bölgelerde ulusçuluğun ve Türkçülüğün gelişiminin birbirleriyle ve Osmanlı imparatorluğunun siyasî 5



16



15 François Georgeon, Yusuf Akçura (1876-1935) Contribution à L'élude du Mouve­ ment National en Turquie au débét du XXème Siècle, Thèse pour le doctorat de lllème cycle, (Paris, 1978), s. 120. 16 Y. A k ç u r a , "Tarih Yazmak ve Okutmak Usullerine Dair", Birinci Türft TariJı Kongresi, s. 578. 81



akıbetiyle içiçe geçtiğini vurgulamaktadır. Entelektüel geliş­ m e n i n önceleri Osmanlı Türklerini etkilediğini söyledikten sonra, siyasal baskı dönemlerinde Kırım ve Kazan Türklerinin çalışmalarının Türkçülüğün gelişmesine önemli katkılarda b u ­ lunduğunu belirtmektedir. Yine b u kitabında sözünü ettiği önemli başka bir nokta da "millet" kavramının u z u n bir süre belirsiz kalışıdır. Tarih yazımı açısından b u d e n l i temel b i r kavramın açık seçik tanımlanamaması birçok sorun yaratıyor­ du. Akçura defalarca 19. yüzyılda alman önlemlerin hiçbir şe­ k i l d e u l u s ç u l u k t a n e s i n l e n m e d i ğ i n i de v u r g u l u y o r d u . 1890'larda ilgi gören ulusçuluk akımının İkinci Meşrutiyet dö­ nemine kadar net bir tanım kazanmadığını da ekliyordu. K o n ­ federasyon tipi siyasal çözümlerin ağır bastığını belirtiyordu. Osmanlı İmparatorluğunda ve yakın çevresinde çeşitli ulusçu akımların yolaçtıgı kültürel baskılar (Ruslar, Slav halklar ve bir ölçüde Araplar) Yusuf Akçura tarafından tanımlanan Türk­ çülüğün gelişmesinde önemli bir rol oynadılar. A n c a k bu ulus­ çu inançların ve ideallerin gerçek siyasal ve tarihsel bir içerik kazanması ve Türkçülük haline dönüşmesi yarım yüzyıldan fazla sürmüştür. Ayrıca Yusuf Akçura'ya göre, milliyetçilik=Türkçülük olarak açıklanabilecek b u çağdaş akım tarihe bilimsel bir hareketlilik veriyordu. İşte bu nedenle de, Türki­ ye'de tarih disiplinine bilimsel yaklaşımlar doğrudan C u m h u riyet'in kuruluşuyla bir tutulamaz. Türkçülük çalışmalarına katkıları bulunan başka bir ulusçu da Azerbaycanlı A h m e d Agaoğlu (1869-1939)'dur. E George¬ on, Ağaoglu'nun toplumsal kökenleriyle Türkçülük ve islamcı­ lık arasında şöyle bir köprü kuruyor: "Bakû'de bir Türk burju­ v a z i s i n i n doğuşu, Gaspıralı i s m a i l ' i n Rusya'daki Müslüman Türkler birliği üzerindeki etkisi ve Sünni Osmanlı İmparator17



17 Y. A k ç u r a , Türkçülük..., s. 45-6. Akçura Tanzimat d ö n e m i n d e ve kısmen son­ rasında ulus ("millet") kavramının açık seçik tanımlanmadığını ve gene! ola¬ rak t ü m Osmanlı tebasınm bir millet olarak algılandığını vurgulamaktadır. Akçura'nın anlatımına göre bu bulanıklığın ortak toplumsal eğilimle geçiştiril­ meye çalışılması aslında sonradan devam eden bir yaklaşım o l m a m ı ş ve tarih tezinin sınırlarının çizildiği dönemde bile toplumsal vicdana dayanan ortak değerlerden ç o k devrimci formüllerin kabul edilmesi geçerli olmuştur. 82



luğu'nun komşu Şiilere üstünlüğü A z e r b a y c a n aydınlarının p a n - T ü r k i z m e ve p a n - l s l â m i z m e m e y l e t m e l e r i n i sağlayan önemli nedenler arasında sayılabilirdi". B u başlangıç koşulları gözönünde bulundurulduğunda ve Paris'te A h m e d Rıza, Ernest Renan ve Hyppolite Taine gibi pozitivistlerin etkileriyle, A h ­ med Agaoğlu, Azerbaycan'a döndüğünde, yazılarıyla Türkçü­ lük fikrinin yayılmasında güçlü bir katkıda b u l u n d u . B u m i l l i ­ yetçi muhalefeti Azerbaycan basınında şöyle dile getiriyordu: 18



Bir taraftan Rus hükümetine karşı mücadele ederek her çeşit umumi ve siyasî hukuktan mahrum olan Türk unsuruna bu hukuku dahi sağlamaktan, diğer taraftan Türk unsurunun kendisine birlik fikrini sağlama maksadıyla mezhep çatışma­ sını ve özellikle sünni-şü düşmanlığını kaldırmaya çalışmak­ tan ibaretti. Bununla beraber halkı ilim ve irfana ısındırmak, Türkçe mektep ve diğer irfan müesseselerini vücuda getirmek İçin uğraşmak lazımdı. 19



İstanbul'a geldikten çok sonra, 1919-20'de yazdığı bir kita­ bında, Agaoğlu Osmanlı-Türk kültüründe aile, d i n , ahlâkî de­ ğerler ve toplum gibi kavramları tartışmaktadır. B u kitapta dö­ n e m i n Osmanlısında toplumsal ve ahlâkî değerleri c i d d i bir biçimde eleştirmektedir. B u eleştirileri arasında d i n i n , dünya işlerini yönetmede tatminkâr bir yasal ve ahlâkî çerçeveye sa­ hip olmadığını, ahlâkî değerlerin cinsiyet meselelerinden çok daha geniş bir anlamı olduğunu, kişilerin ve ailelerin henüz kendi özgür iradeleriyle hareket edemediklerini belirtmekte­ dir. Agaoğlu için meselenin özü d i n i n çağdaş hayata uyarlanamamasında yatıyordu. Ağaoglu tüm fikirlerin özgürce tartışıla­ bileceği liberal bir siyasal ortamın millî ilerleme için kaçınıl­ maz bir şart olduğuna inanıyordu. 20



18 ¥. Georgeon, "Les Débuts d'un Intellectuel Azerbaidjanais: Ahmed Agaoğlu en France, 1888-1894, Passé Turco-Taiar, Présent Soviétique ( a y r ı b a s ı m ) , (Paris, 1986), s. 387. Azerbaycan aydınlarının milliyetçi a m a ç l a n için ayrıca bakınız T. Swietochowski, Müslüman Cemaatten... 19 Y. A k ç u r a , Türkçülük...,



s. 200.



20 Ahmed Ağaoglu, Üç Medeniyet, (Istanubl, 1972 ed.), s. 107. 83



Özetlersek Rusya'dan gelip istanbul'a yerleşen Türklerin Osmanlılıkla bir çeşit uzlaşmayı kabul eden özellikler barın­ dırdıklarını söyleyebiliriz: Faaliyetlerine önce u l u s u n k e n d i kaderini tayin edebilmesi için Rusya'da b i r m u h a l i f grup ola­ rak başlamışlardı. Ayrıca, Osmanlı siyasî liderliğinin desteğini alabilmek için Müslüman oluşları tayin edici b i r öneme sa­ hipti. Ve nihayet, bir u l u s u sıkı bağlarla biraraya getiren u n ­ surların d i n , d i l ve kültür olduğuna inandıklarından k e n d i k i m l i k l e r i n i Osmanlı seçkinleriyle aynı potada eritmekten ya­ naydılar. T ü m b u koşullar onları Osmanlıcılığa yaklaştırmak­ la beraber mücadeleye muhalif olarak başlamaları, 1905 Devr i m i ' n i n yarattığı halkçı görüşlere dört elle sarılmaları, ve i y i bir eğitim görmüş olmaları onların "Batılılaşmış b i r O s m a n ­ lı'nın "milliyetçilik"! gibi çağdaş olmayan ulusal tanımlama araçlarına karşı eleştirel b i r bakışa sahip olmalarına y o l aç­ mıştı. Yusuf Akçura'nın ulusal emellerin gerçekleştirilmesin­ de ırk u n s u r u n u n önemli bir rol oynadığına inanması; Agaogl u ' n u n u l u s a l eğitimde l i b e r a l b i r laikliği savunması R u s ­ ya'dan gelen Türkçülerin i k i n c i özelliklerine, y a n i eleştirel bakışlarına birer örnektir. 3:Pozitivizm



ve Sosyolojiden Esinlenen Türk Ulusçuluğu



Tüm bu birbiri içine geçmiş ve zaman zaman da bulanıklaşan terimler, yani Türkçülük, pan-Türkizm, Turancılık, pan¬ Turanizm, pozitivist akımdan ve sosyoloji disiplininden esin­ lenmiş olan bir ulusçuluk kategorisi altında değerlendirilebi­ lir. B u terminolojik kargaşanın ve her b i r i n i n çeşitli durumlar­ da farklı şeyler ima etmesinin altını çizen Landau, esas dikkat­ lerin, ulusçuluk kavramının sorunlarına yöneltilmesi gerekti­ ğini ileri sürüyor. ' Turancılık basit bir şekilde, Türklerin yanısıra F i n l i l e r i ve Macarları da kapsayan ve sınırları belirleneme2



21 Jacob Landau, Pan-Turkism in Turkey, A Study of hredentism, (Londra, 1981), s. 29. T ü r k ç ü l ü k . p a n - T ü r k ç ü l ü k , Turancılık ve pan-Turancılık akımlarının ta­ n ı m l a n için bakınız, s. 1-5. Aynca bakınız Frank Tachau, "The Search for Na­ tional Identity A m o n g the Turks", die Welt-.des Isiams, Cilt VIII, s. 165-76.



yecek kadar geniş bir coğrafî alana yayılmış bir ırkçı hareket olarak görülebilir. Diğer önemli " p a n " hareketler pan-Slavizm ve p a n - C e r m a n i z m d i r . Bunlar p a n - T u r a n i z m üzerinde e t k i l i olmuştur. Hans Kohn'a göre pan-Slavizm de p a n - C e r m a n i z m den etkilenmiş bir harekettir ve kökü yüzyıllar öncesine daya­ nır. Teorik açıdan Türkçülük ve pan-Türkizm ise Osmanlı sı­ nırları içindeki ve dışındaki Türkleri kapsayan b i r harekettir ancak başlangıçta ulusçu b i r akım olarak ortaya çıkmıştır. Amacı Osmanlı Türklerinin kimliğini k u v v e t l e n d i r m e k t i ve imparatorluk dışında ırkdaşlar arayan yayılmacı b i r niteliğe sahip değildi. B u sorunlu tanımlar ve açıklamaların her biri farklı bir ulusçuluk tanımından ve o n u n belli başlı kategorile­ rinden kaynaklanıyordu: d i l m i , ırk mı, etnik kökler m i , yoksa d i n ve ortak kültür mü daha tayin edici faktörlerdi? Ortak bir tarih z o r u n l u m u y d u , ya da nispeten türdeş bir toplumdan mı söz edilmeliydi, eğitim ve e k o n o m i bakımından merkezileşmiş olmak da gerekiyor muydu? Ulusçuluk tanımlarının cevapla­ maya çalıştığı ancak Osmanlının yapısı ve geleneği sonucu i k i yakasını biraraya getiremediği cevapların ardındaki sorular iş­ te bunlardı. 22



Ziya Gökalp ulusçuluk türleri arasında pozitivizm ve sosyo­ loji ile bağlantılı olan bu son pozitivist yoruma en yakın olan ulusçu önderlerdendi. Aslında ulusçuluk p o z i t i v i s t akımla güçlenmiş ve sosyoloji disiplininin ortaya çıkışıyla da ulusçu­ luğa atfolunan birçok niteliği birarada barındırmaya başlamış­ tı. Başka bir deyişle ırk, d i l , kültür ve tarih h e m bilimsel hem de kısmen "doğal" sosyal özelliklerdir. Ve bu inanışa göre ger­ çek toplum da ulustur. Artık çağdaş bir ulusçu k o n u m u n a gel­ miş olan Osmanlıların daha önce savunduğu gibi ulus ile dev­ letin aynı şey olduğunu savunamazdı. Çağdaş u l u s z o r u n l u olarak kendi devletiyle birlikte ele alınmalıydı. Osmanlıcılık ile ulusçuluk arasındaki uzlaşmanın öncüle­ rinden olan Ziya Gökalp bilimsel ve sosyolojik katkılarından dolayı burada biraz daha etraflıca ele alınacaktır. 1913'de Ziya 22 Prof. Hans Kohn, Panislaviîm ve Rus Milliyetçiliği, Çeviren: Agah Oktay Güner, (istanbul, 1983).



84



85 ı



Gökalp ulusçuluk idealini şu çelişkili sözlerle açıklamaya çalı­ şıyordu: T ü r k m i l l i y e t ç i l i ğ i O s m a n l ı d e v l e t i n i n m e n f a a t l e r i n e ters d ü ş ­ m e m e k t e d i r . H e r g e n ç harekette o l d u ğ u gibi, T ü r k m i l l i y e t ç i ­ liğini savunanlar arasında



bazı aşırılıklar vardır,



özellikle



gençlerin bir kısmı bazı yanlış anlaşılmalara neden olmuşlar­ dır. G e r ç e k t e , T ü r k ç ü l ü k O s m a n l ı devletinin b a ş d e s t e k ç i s i d i r ve T ü r k ç ü l ü k k o z m o p o l i t l i ğ e



karşıdır.



2 3



Daha Önceki dönemin milliyetçileri gibi Gökalp de ulusçu­ luğu tanımlamak için açıkça d i n ile d i l unsurunu biraraya ge­ tiriyordu; elbette b u n u ırkçı açıklamaları bilmediğinden değil ideallerini gerçekleştirmek için tedrici ve "sağlam" bir y o l izle­ mek istediği için yapıyordu. Irk kavramından ziyade "ethnie" kavramını tercih ediyordu, çünkü bir sosyal grup olan ulusun ırk gerçeğiyle eşit anlamlı olduğuna inanmıyor ve ırk kavramı­ nın b i y o l o j i k b i r özellik taşıdığını i l e r i sürüyordu. Fransız Devrimi n i n iradî ulusçuluğundan etkilenen Türk aydınları bu yolla ırkçılığı aşan iradî ulusçuluk anlayışını daha çok benim­ siyorlar ayrıca iradî olanın daha geniş bir siyasî ittifak oluştu­ racağına inanıyorlardı. Ziya Gökalp (1876-1924), İstanbul'da yüksek öğrenim gör­ düğü sırada Avrupa ile, Avrupalı düşünürlerle, siyaset adamla­ rıyla, tarihçiler ve sosyologların fikirleriyle tanıştı. A b d u l l a h Cevdet, Gökalp'İn sadece siyasal etkinlik alanında değil aynı zamanda Avrupa sosyolojisi ve maddeci felsefe alanlarında da ilişki kurduğu başlıca kişilerdendi. Taklit teorisi ve kitle psi­ kolojisi konularında çalışmış bulunan Gabriel Tarde ve Gusta­ ve L e B o n ' u okumuştu. B u çalışmaları ve çeşitli gözlemleri sonucunda sosyal b i l i m l e r i Türk kültürel hayatına sokmayı başardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin de faal bir üyesiydi; ve bu parti iktidara geldiğinde Ziya Gökalp, laikliğin başı çeken savunucularından biri oldu. 24



23 Ziya Gökalp, Turkish Nationalism and Western Civilization, çeviren ve yayına hazırlayan Niyazi Berkes, (New York, 1959), s. 74. 24 Taha Parla, The Social and Politico! Thought of Ziya Gökalp..., 86



s. 17-19.



Ziya Gökalp'İn J ö n Türk aydınları arasında özel bir yeri var­ dır. O bir sosyolog, dilbilimci ve sosyal tarihçiydi, yani çağdaş ulusçu amaçlar için tüm pozitif b i l i m l e r i savunurdu. O n a göre bu disiplinler daha güçlü ve hızlı bir millî ilerleme sağlayabi­ lirdi. Gökalp'İn esin kaynağı olan kişi başta E m i l e D u r k h e i m i d i , ancak Gökalp'İn düşüncesi milliyetçi amaçlar uğrunda pragmatik ve disiplinlerarası bir y o l izlemeliydi. Millî eğitim konusunda Gökalp'İn hareket noktası " t o p l u m " u n ahlâkî ve maddî güçleriydi. Aslında D u r k h e i m da, "siyasî t o p l u m u ve vatanı (lapatrie) varolmanın belirleyici faktörleri olarak görü­ y o r d u " . D u r k h e i m için eğitim ulusallaştırma demek olduğu­ na göre kişinin sosyalizasyonu da d e m e k t i . O n u n düşünce­ sinde eğitime atfedilen rol ve Fransız siyasetinin pragmatizmi ve sosyolojinin ilkeleri hep Ziya Gökalp'İn görüşlerine yansıdı. Daha sonra b u ilkeler Cumhuriyet H a l k Partisi programında kalıcı yerlerini aldılar. Daha önce de belirttiğimiz gibi Turan milletin kendine gü­ venini arttırmak için ortaya atılan dirilişçi bir ideolojiydi. Tu­ rancılığın bir slogan olarak ahlâkî ve pragmatik etkisi ulusçu­ l u k idealiyle yakından ilişkili olmasında görülüyordu. Böylece bir kültür bağımlı siyaset formüle edilebilecekti. Ziya Gökalp gibi Türk milliyetçileri bu hareketin ırkçı bir hareket olduğu­ na inanmadıkları gibi, bir yönetim politikası olarak da görmü­ yorlardı; Turancılık onlar için sadece pragmatik önemi olan bir idealdi. Bu ideal Ziya Gökalp'e göre "geçmişin bir gerçeği, günün eğiticisi ve geleceğin yaratıcısıydı". Böylece Gökalp hem ulusçuluğun tayin edici gücünü vurguluyor hem de m i l ­ liyetçi tarihçilerin ve tarih eğitiminin oynayacağı önemli role işaret ediyordu. Turan ve Türkçülük geniş bir anlamda tarihyazıcıhğınm h a m maddesini oluşturmakla beraber b u idealle25



26



27



25 Marion Mitchel, "Emile Durkheim and the Pilosophy of Nationalism". Poiiticai Science çjuarterly, Cilt V 46, 1931, s. 96. 26 a.y., s. 102, Daha sonraki sayfalarda yazar şöyle diyor: "Durkheim'in d ü ş ü n c e ­ si 19. yüzyıl pozitivistlerinin hümanist idealllerinden 20.yûzyılın saldırgan ve şoven ulusçuluğa geçişi işaret eder görünümdedir... Durkheim'm ulusçuluğu­ nun esası ulusun en heybetli bir kollektif varlık olarak algı laması ydı". s. 106. 27



T. Parla, The Social and Polilical... s. 108. 87



eklemlenmeden önce b i r kültür olarak varlığı i d d i a edilen Türk kimliğinin ya da etnik şahsiyetinin yeniden canlandırılmasıydı. Kendisi bir tarihçi olmadığı halde, Ziya Gökalp'in "millî şah­ siyeti, millî sosyal kültürün b i r t e z a h ü r ü " olarak görmesi Türk tarih yazımına yeni bir boyut getirmiştir. Daha önceki Türk toplumlarının (Osmanlı ve Osmanlı öncesi) yapısının b i ­ l i m s e l metodlarla i n c e l e n m e s i n i öngörüyordu. Ulusçuluğu kültürel ve ideolojik bir birliğe dayandırmak istiyordu ve bunu da sosyal geçmişin gerçekliğini inceleyerek yapmayı öneriyor­ du. Kültürel ve siyasal ulusçu faaliyetler de Yusuf Akçura gibi tarihçilerin etkisi altındaydı. Gökalp'in meşhur sözü "şahıs yok toplum var, hak yok ödev var" sadece siyaset felsefesini ve ulusçuluk anlayışını göstermesi açısından değil, aynı zamanda tarih anlayışını dile getirme açısından da önemlidir. Tarihin geniş anlamda t o p l u m a dayandırılması gerektiğine, tarihin ödevinin ise ulusçuluk ateşini yaymak olduğuna İnanıyordu. Genel olarak tarihi, t o p l u m u n incelenmesi çalışmalarına da­ yandırıyordu. Çünkü ulusal toplum hakkında sağlam bir bilgi­ ye sahip olmanın ulusçu emelleri güçlendirmek için gerekli o l ­ duğunu savunuyordu. Bir sosyolog olarak sosyal ve ekonomik kurumlar tarihi, idari tarih, h u k u k tarihi gibi Türkiye'de yeni sayılacak tarih konularını ortaya attı. "Ziya Gökalp'ten önce, her tarih çalışması siyasî bir nitelik taşıyordu".



r i n ırkçı anlamları Genç Türk hareketi içinde önemli bir yer tutmuyordu. Hele Ziya Gökalp'in düşüncesinde hiç de ön pla­ na çıkmıyordu. Hans K o h n ' u n belirttiği gibi, "ülke halkını s i ­ yasal açıdan eğitmek arzusu, ülke dışı hayalî ırksal tutkular­ dan önce g e l i y o r d u " . "Milliyetçi İdeal" adlı makalesinde Ziya Gökalp b u idealin gerçekleştirilmesinde d i l i n önemli rolüne dikkat çekiyordu. Yaptığı d i l incelemelerinde G . Tarde'den söz ediyor ve ulusçu­ luk idealini halka maletmek için, halkı eğitmek İçin gazeteler­ de kullanılan d i l i n , gündelik d i l i n önemi üzerinde duruyordu. Bu makalede ulus toplumsal bir etken olarak görülmektedir. Gökalp, çağdaş toplumdaki itici güçlerin, yani yaratıcı güçle­ r i n , sanayi, manifaktür, liberal meslekler, el sanatları ve ticaret hayatında çalışan kişiler olduğunu belirtiyordu. Osmanlıcılık eleştirisine paralel olarak da sosyal açıdan tarım kesiminin ve bürokrasinin yaratıcı bir şekilde k e n d i n i yeniden üretmediği­ n i , dolayısıyla da "çağdaş" zihinsel yeteneklere sahip olmadık­ larını ileri sürüyordu. 1918'de basılan Türkleşmek, islâmlaşmak. Muasırlaşmak adlı kitabında çağdaşlaşmanın Türk devlet adamları için başlıca i l ­ ham kaynağı olacağını belirtiyordu. İslamcılık ancak çağdaş­ laşma yolunda adımlar atılmaya başlandıktan sonra k o n u ola­ rak ön plana çıktı ve laikleşme bazı sorunlara y o l açtı. Ziya Gökalp, Türkçülüğü en s o n ve en meşru siyasî akım olarak görüyordu. Çünkü ulusal bilinç 20. yüzyılın başlıca akımıydı ve çağdaşlaşma, çağdaş ulusçuluğun kurallarına uyduruluyor­ d u . Z i y a Gökalp'e göre, Türkiye çağdaşlaşma, Islâmcıhk ve Türkçülük akımlarını da birlikte ciddiyetle değerlendirmeliy­ d i . Türkçülük, Gökalp'in anlayışına göre "şuuraltı olanı şuurlandırmaktı", yani, Batılı ve Osmanlı değerleri birbirlerine



D u r k h e i m gibi Gökalp de tarihçiliği i k i sınıfa ayırıyor: ohjeklif-larafsız ve m i l l i " tarihler. U l u s a l t a r i h i n amacı halkı yönlendirmektir. Bu tür tarih değer yüklüdür, pedagojik niteli­ ğe sahiptir ve doğal olarak siyasal ve e k o n o m i k açıdan arzula­ nan bir geleceğe yöneliktir. Enver Behnan Şapolyo şöyle diyor: " Z i y a Gökalp'a göre objektif-tarafsız tarih insanlığın hafızası-



28 Hans Kohn, A History of Nationalism in the East, {New York, 1929), s. 240.



31 Z. Gökalp, Turfcish Naiionalism..., s. 284-5.



29 Z. Gökalp, Turkish Nationalism..., s. 72-3.



32 Z. Gökalp, Türk Yurdu, Yıl XIV, Cilt t, No. 3, Aralık 1340 (1924), s. 185.



30 Z. Gökalp, Tıîrh (esmeli, islamlaşmak. Muasırlaşmak, İstanbul Evkaf-ı Islâmiye Matbaası, 1918. Yeni baskısı: Z. Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Çağ­ daşlaşmak ve Doğru Yol, baz. Yusuf Ç o t u k s ö k e n , İstanbul, İnkılap ve Aka, 1976, s. 28.



33 Necati Akder, "Ziya Gökalp'in Tarih Anlayışının Felsefî Temeli", Türk Kültürü,



28



29



3 0



88



31



32



33



No. 12, Ekim 1963, s. 5-17. 34 Enver Behnan Şapolyo, "Ziya Gökalp Tarihçi", Ziya Gökalp, İttihat ve Terakki ve Meşrutiyet Tarihi, (istanbul, 1943), s. 213. 89



dır, millî tarih ise milletin vicdanıdır". Gökalp, objektif-tarafsız tarihi bilimsel tarih olarak değerlendirerek bu tür tarihte sosyolojinin önemli bir rol oynadığını belirtir. Gökalp, tarihçi­ leri millî tarihin "serbest metodlan"nı objektif tarih yazımına taşımamaları konusunda da uyarıyor. Aslında Gökalp'in ken­ disi b u i k i tür tarihyazıcılığı konusunda açık seçik bir seçim yapmamıştır çünkü bu sınıflandırma açıkça yanıltıcı bir sınıf­ landırmadır. A n c a k Cumhuriyet'in ulusçu tarihçileri böyle bir kaba ayrımı vurgulamış ve ulusal tarih ve sadece ulusal tarih yönünde kesin bir seçim yapmışlardır. Gökalp'in gözünde her i k i tür de halkın eğitimi İçin gerekliydi çünkü ancak bilimsel objektif tarih yoluyla insanlar ulusları ve k i m l i k l e r i hakkında fikir sahibi olabilirlerdi. Öyleyse bilimsel tarihin bıraktığı boş­ lukları doldurmak için neden ulusçu tarihe ihtiyaç duyulduğu açıklaması tatmin edici bir açıklama değildir. Aslında, b u ulusçuluk belirtilerini birbirlerinden ayrı ayrı hareketlermiş gibi göstermek hatalı olabilir çünkü, bu eğilim­ lerin hepsi Kemalizm'de siyasal araçlar ve siyasal hedefler ola­ rak bütünleşmiştir. Bu karmaşık ulusçu eğilimlerin oluşturdu­ ğu ag, başlarda ulusçu tarih yazımında k e n d i n i gösteren ve k a ­ lıcılık kazanan bir zihniyeti su yüzüne çıkarmaktadır. Kısacası ulusun ve ulusal tarihin tanımında kullanılan başlı­ ca araçlar arasında i l k önce dili sayabiliriz, çünkü d i l en sağ­ lam faktördü ve belli başlı siyasetlerle çelişen bir yanı yoktu. Din de önemli bir öge olarak ele almıyor ve Rusya Türkleri gi­ bi değişik siyasal birimlerden gelen Türkleri biraraya getirmek ve birarada tutabilmek için bir araç olarak kullanılıyordu. A n ­ cak, d i n , laiklikle sıkı bağlantıları bulunan ırk ve kültür gibi bazı etkenlerle çeliştiği zamanlar, "gerici bir güç" olarak de­ ğerlendiriliyordu. Aslında h e m ırk hem de kültür o dönemde çağdaş ulusal kimliğin vazgeçilmez ve en önemli öğeleri ola­ rak görülüyordu. Ancak b u i k i kavram Osmanlı aydınının gö­ zünde s o r u n l u kavramlardı; "ırk" kavramı Yusuf Akçura tara35



36



35



a. e., s.



36



tı.y., ( " K ü ç ü k Mecmua", No. 11, 1922)



90



214. den alınmıştır.



fından daha yüzyılın i l k yıllarında tartışmaya açılmış b u l u n ­ masına ve birçok yazıda b u tartışmanın sürmüş olmasına rağ­ men Cumhuriyet kurulduktan sonrasına kadar resmî düzeyde kabul görmemişti. "Kültür"ün ise her şeyi bulandıran en kar­ maşık biçimde kullanılan bir kavram olduğunu söylemeliyiz, çünkü, Ziya Gökalp de dahil olmak üzere Osmanlı aydınları okur-yazar kültürü ile sözlü olarak aktarılmış kültür arasında bir fark gözetmiyorlardı. Kültürü uygarlıktan net olarak ayırdedemiyorlar, kültür ile geleneği birbirine karıştırıyorlar,-hatta bazen kültür ile toplumu bile yanlış yerlerde birbirine karşılık kullanabiliyorlardı. Tüm b u kavramların birbirlerinden ayırdedilmeden birbirlerinin yerine kullanıldığı açıktır. Dil ve Tarih İçin İlk Kurumlaşma Türk ulusçu tarihçiliğinin gelişiminde İkinci Meşrutiyet bir dönüm noktası oldu. 1908 Anayasasında yapılan değişiklikler, reformlar ve diğer bazı değişiklikler siyasal ve sosyal hayatta bir liberalleşmeye y o l açtı. Bu dönemde birçok gazete, dergi ve süreli yayın çıkarılmaya başlandı, birçok siyasal örgüt k u r u l ­ d u . Reform karşıtı ve d i n c i hareketlerin ortaya çıktığı ve ciddi toprak sorunlarının bulunduğu b u dönemde her şeye rağmen modernleşme ve dinî yönetimden arındırma yolunda önemli adımlar atıldı ve daha önce başlamış bulunan Türkçü faaliyet­ lerle bir uzlaşmaya gidildi. Türklüğün kökenlerine d u y u l a n i l g i . Meşru ti ye t't en sonra eğitim alanında süregelen laikleşme faaliyetleriyle birlikte ta­ r i h çalışmaları üzerinde i k i l i bir etki bıraktı: İlk olarak, şahla­ nan milliyetçi duygular Osmanlı öncesi Türklerin daha yaygın bir biçimde incelenmesi dürtüsünü yarattı, i k i n c i olarak ise, çağdaşlaşma ve laikleşme tarih yazma ve araştırma yöntemle­ r i n i n geliştirilmesini ve özellikle de bunların, yeni kurulmakta olan ulusal eğitim sistemi içinde yer almasını gerektiriyordu. Örneğin 1900'lü yılların başlarında Darülfünun'da " T a r i h - i U m u m i " , "Tarih-i Düvel" gibi birkaç tarih dersi varken, özel­ likle laisizm bir eğitim politikası haline getirildikten sonra, ta91



r i h bölümünde verilen derslerin sayısı oldukça arttı: Türk Ta­ r i h i , Islâmİ Düşünce Tarihi, Yunan ve Roma Tarihleri, Türkiye ile Avrupa Devletleri Arasında Diplomatik İlişkiler Tarihi, Gü­ zel Sanatlar Tarihi, Siyaset Tarihi, Orta Çağ Tarihi, Doğu K l a ­ sikleri Tarihi g i b i . . . B u dönemde, eğitimde laikleşme, ulusal kimliğin Türk olarak tanımlanması, Osmanlı öncesi Türklerin Avrupa yöntemleriyle incelenmesi, " b i l i m s e l c i l i k " ile ulusçu­ luğu aynı Ziya Gökalp'in düşüncesinde olduğu gibi birleştirdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin (1909-1919) yönetimi sırasında, "Türklerin modern bir biçimde ilerlemesi" amacıyla bir eğitim bütünlüğünün savunulması demek olan "bilimsel dayanışma", ideolojik ve kısmen de yasal anlamda bir devlet politikası ola­ rak benimsendi ve pekiştirildi. 37



Yeni birer tarihî k i m l i k olan Osmanlıcılık ve Türkçülük ta­ nımları arasındaki çelişki yüzyılın başında gerçekleşen bazı kurumlaşmalarda da dikkati çekti, dolayısıyla aynı gelişimi b u kurumların bazıları aracılığıyla da gözden geçirebiliriz. Avrupa deneyinde olduğu gibi ve ulusçu fikirlerin yayılmasına eşza­ manlı olarak, yüzyılın başında Osmanlı tarih yazımı da yeni bir safhaya girmişti. Bazı cemiyetler ve yayın kuruluşları için­ de örgütlenen entelektüel ulusçuluk, çeviri e t k i n l i k l e r i ve uyarlamalar yeni edebî türlerin tanıtımıyla başladı. Finlandiya ve Macaristan gibi nispeten yeni ulusal k i m l i k kazanmış ülke­ lerin İzlediği edebî ve millî kurumlaşmalar ve yayın faaliyeti Osmanlı'da da gelişiyordu. B i l i m e , milliyetçi akımlara ve Türkçülüğe duyulan ilgi Türk Derneği, Tarih-i Osmani Encüme­ ni, Asar-ı hlâmiye ve Milliye Tedkik Encümeni - Milli Tetebbular Mecmuası, ve nihayet Türk Ocakları gibi kurumlarda ve bu k u ­ rumların yayınlarında k e n d i n i göstermeye başladı. T ü m b u kurumlar ve çıkardıkları yayınlar, devlet ya da toplum olarak Osmanlı gerçekliğinin içinde ya da dışında olsun Türk k i m l i ­ ğine bağlı daha güçlü bir ulusçuluk için mücadele ediyorlardı. Türk tarihinin incelenmesi yüzyılın i l k 20 yılında örgütlü bir faaliyet olarak yürütülmeye başlanmıştı. Türk Derneği 1908'de 37



92



O s m a n Nuri Ergin, Türkiye'de 1240.



Maarif Tarihi, Cilt 3-4. {istanbul, 1977), s.



kurulmuştu ve 191 l'e kadar faaliyetlerini sürdürdü. Demeğin kurucuları arasında tanınmış tarihçilerden A h m e d M i t h a d , N e ­ cip Asım, Veled Çelebi ve Yusuf Akçura vardı. Kurucular ara­ sında sadece Yusuf Akçura hem Rusya'da hem de Paris'te tarih öğrenimi görmüştü. Yusuf Akçura bu demeğin Türk milliyetçi­ liğini esas alarak kurulan ilk dernek olduğunu söylemektedir. Derneğin amacı nizamnamesinde şöyle açıklanmıştı: Cemiyeün maksadı Türk diye anılan bütün Türk kavimlerin mazi ve haldeki âşar, ef'al, ahval ve muhitini öğrenmeye ve öğretmeye çalışmak; yani Türklerin asar-ı atikasını, tarihini, lisanlarını, avam ve havas edebiyatım, etnografya ve etnologyasını, ahval-ı içtimaiye ve medeniyeti hazinelerini, Türk memleketlerinin eski ve yeni coğrafyasını, araştırıp taraştırıp ortaya çıkararak bütün dünyaya yayıp dağıtmak ve dilimizin açık, sade, güzel, ilim lisanı olabilecek süratte geniş ve mede­ niyete elverişli bir dereceye gelmesine çalışmak ve imlasını ona göre tetkik etmektir.



38



1911'de demek, sadece yedi sayı çıkacak olan Türk Derneği adlı bir derginin yayınma başladı. B u dergiler üzerine yapılan b i r inceleme, Türk tarihi ve Osmanlının o günkü t o p l u m u üzerine yazılmış makalelerin esas olarak d i l sorununu ele aldı­ ğını belirtiyor ve bu alandaki ilginin, ulusçuluğu Osmanlı d i l i ­ n i n sadeleştirilmesi ve Osmanlıcılık için Türkçenin kullanımı olarak görmek anlamına geldiğini v u r g u l u y o r . Yazar, başlar­ da Osmanlı milliyetçiliğinin Türkçülüğü de içinde barındırdı­ ğını ve hedefin daha güçlü bir merkezî Osmanlı Devleti oldu­ ğunu savunuyor. Ayrıca biz biliyoruz k i , kuruculardan Yusuf Akçura, d i l reformları ve Batılılaşma hareketinden öteye gide39



38 Nizamname, Karabet Matbaası tarafından 1908'de istanbul'da yayınlanmıştır. Bkz. Fethi Tevetoğlu, Büyük Türkçü Müftüoğlü Ahmet Hikmet, {Ankara. 1951), s. 28-9 ve Yusuf Akçura, Türkçülük, {İstanbul, 1978), s. 209-210. 39 Masami Arai, "Toruko Kyokai N o Sctsuritsu To Sono Katsudo" ( T ü r k Derneği ve Faaliyetleri) Toyo Gakııho, Cilt 65, 1984, No. 3-4. Kısmen T ü r k ç e y e çevri­ len b u makale " N a m ı k Kemal'den Mustafa Kemal'e: Türkiye'de Yurtseverlik Özerine bir Deneme", adıyla 1988'de İstanbul'da toplanan Türkoloji Konfe­ ransına tebliğ olarak sunulmuştur, s. 6-9. 93



meyen Osmanlıcılığı savunmuyordu. Çünkü Akçura bir Türk­ çü i d i ve Türk ulusçuluğu, Türk u l u s u n u n siyasal iktidarı ve Türklüğün geçmişini kanıtlayacak " b i l i m s e l " bir Türk tarihini ortaya çıkarmayı amaçlıyordu. Tarih yazımında ulusçulukla bilimsel bir yaklaşımın birlikte ele alınması Akçura'nm makale ve diğer yapıtlarında da izle­ nebilir. "Tarih ve U l u m " adlı makalesinde, Fransız pozitivistler i n i n e t k i s i n d e b u l u n a n Akçura, t a r i h ve b i l i m arasındaki önemli ilişkiye dikkatleri çekiyor. Akçura bilimsel bir tarih ya­ zımı için gerekli koşulları şöyle tanımlar: " H e r şeyden önce ta­ r i h yazılı belgelere dayandırılmalıdır, ancak bunlar eleştiriye tabi tutulmalıdır". Akçura'nm, K a z a n d a 1906'da yayımlanan b u makalesi önemlidir çünkü Seignobos'un görüşlerini Türk tarihçiliğine uyarlama çabası içindedir. O dönemde Yusuf Akçuradan önde gelen ve meslek olarak tarihçiliği seçmiş k i ­ şiler vardı. Fakat Akçura'nm ismi Türk Yurdu dergisiyle özdeş sayılması açısından Türk tarih yazımının ulusçuluk devresi içinde önemlidir. Türk d i l ve kültürü ile ilgili faaliyetlerden biraz farklı b i r çerçevede 19-09'da, IV Mehmet Reşat'ın önderliğinde, Osmanlı imparatorluğunun etraflı bir tarihinin yazılması ve Osmanlı Tarihine dair belgelerin yayınlanması amacıyla Tarifı-i Osmani Encümeni k u r u l d u . i l k başkanı olan A b d u r r a h m a n Şeref da­ ima geleneksel tarihyazıcıhğı ile çağdaş tarihçilik arasında bir köprü olarak değerlendirilmiştir. Encümen, görevlerini kısaca şöyle açıklıyordu; bir Osmanlı tarihi yazmak ve tarihî yerler, abideler, camilerle ilgili yazılı belgeleri toplamak ve tüm bun40



41



42



40 Z . V Togan, Tarihte Usul, s. 173. Togan, A k ç u r a ' n m bu çabasının aslında birta­ kım hataları da barındırdığını örneğin Cahun'un "Asya Tarihine Medhal" adlı kitabının ilmî metodlarla T ü r k tarihine medhal olarak çevrilmesi ve uyarlan­ masının bilimsellikle bir ilişkisi olmadığını vurgulamaktadır. 41 E Georgeon, Yusuf Ak ç ura, Contribution..., 1978, s. 106. 42 M . Halit Bayrı, "Türk Tarih E n c ü m e n i " , Tarih Dünyası, Cilt 111, No. 30-31, Şu­ bat 29. 1952, s. 1211-6, Ayrıca bakınız Hasan Akbayrak, "From Court History Recorder to an Official Historial Writing Society in Turkey: The Case of Otto­ man Historical Society", yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Boğaziçi Üniversi­ tesi, 1987. 94



larla i l g i l i bilgileri takıp ve tercüme etmek. Tarih-i Osmani Encümeni Dergisi (1910-1928) birçoklarının görüşüne göre mesleki bir standardı tutturmuştu. A n c a k b u dergi esas olarak Osmanlı tarih yazımına ve Osmanlı tarihine hasredilmişti. Dergide Osmanlı öncesi Türkler ve A n a d o l u üzerine yazılar sadece birkaç kez yazıldı. Türk Derneği ile çalışmalarını yoğunlaştıran Necip Asım ve Mehmet Arif, Osmanlı tarihi yazmaya başladılarsa da yedi yıl­ lık uzun bir çalışmadan sonra bir tek cilt yaymlanabilmişti. Bu cilt F u a d Köprülü, Yusuf Akçura ve A h m e t Refik tarafından ciddi bir biçimde eleştirildi. Yusuf Akçura encümenin faaliyet­ lerine karşı genel bir eleştirel tutum içindeydi ve N . Asım ile M . A r i f i n yazdıkları tarihin eski Osmanlı vakünüvislik gelene­ ğinin bir devamı olduğunu ileri sürüyordu. Akçura'ya göre, yeni tarih yazımı pozitivizme dayanmalıydı ve milliyetçilik ate­ şiyle aydmlanmalıydı. E n önemlisi b u milliyetçiliğin adı Türk­ çülüktü. Encümenin böyle b i r tarih yazdırma girişimi F u a d Köprülü tarafından da eleştirildi. Köprülü eleştirisinde b u ta­ rih kitabının çağdaş bilimsel metod ve zihniyete uygun olma­ dığını öne sürüyordu. Bu iddiasını kuvvetlendirmek için b i l i m ­ sel yöntemler ve belgelerden yararlanarak tarih yazdıklarını sa­ vunduğu E de Coulanges, E . Lavisse ve A . Sorel gibi Fransız tarihçilerinden T. M o m m s e n gibi A l m a n tarihçilerinden örnek­ ler veriyordu. Dahası, N . Asım ve M . A r i f i n bu kitaplarıyla i l ­ gili çarpıcı bir gözlem de yapıyordu: " B u yazarlar bir toplu­ m u n , bir milletin, bir devletin tarihî kaynakları olarak sadece askerî ve siyasî kaynaklar üzerinde durmuşlardır". A n c a k d i ­ yor Köprülü, " b u n u n l a yetinilemez, tarihçiler, tarihî olaylar olarak coğrafî, etnik ve sosyal olgulara da bakmalıdır". 43



44



45



46



43 Mahmut Şakiroğlu, "Memleketimizde Toplu Tarih Çalışmaları 1", Tarih ve Toplum, Aralık 1986, No. 36, s. 361-6. 44 B. Lewis, "History Writing and National Revival...", s. 223. 45 E Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri, Yusuf Akçura (1876-1935), Anka­ ra, Yurt Yayınları, 1987, s. 645. 46 E Köprülü, "Bizde Tarih ve M ü v e r r i h l e r " , 1913, Bilgi Mecmuası, Cilt I, s. 187-90. 95



Sosyolojiye ve çağdaş b i l i m s e l metodlara d u y u l a n b u i l g i F u a d Köprülü, Ziya Gökalp ve diğer bazı Türk tarihçileri tara­ fından k u r u l a n , A l m a n , Fransız ve Macar üyelerin de b u l u n ­ duğu y e n i bir encümende devam etti: Asar-ı Islâmiye ve Milliye Tedkik Encümeni. Türk Derneği'nin bazı üyeleri b u yeni encü­ mene katıldılar. Bunlar arasında Bursalı Tahir Bey, Veled Çele­ b i , Necip Asım ve M e h m e d A r i f Bey sayılabilir. 1915'de encü­ menin yayın organı olan Millî Tetebbular Mecmuasında encü­ menin tüzüğü yayınlanmıştı ve amacı şöyle açıklanıyordu: "Encümen Türklere ait müessesatı diğer milletlerin müessesatıyla mukayese ederek Türk milletinin hangi enmuzec-i iç­ timaiye mensup ve tekâmülün hangi safhasında olduğunu arayacaktır. Türklere ait her müessese hakkında yapılacak tetkikaı vesaik-i kafiyeye istinad edecektir. Tetkikat sahası din, ahlâk, hukuk, iktisat, lisan, bediiyat, fenniyat, bünyeyi içti­ maiye gibi hususattır. Bu müesseselerin Türk harsında ve is­ lâm medeniyetinde mevkiini tayin etmek ve yekdiğeri ile revabıt ve münasebatım bulmak encümenin saha-i mesaisine dahildir". Asar-ı Islâmiye ve Milliye Tetkik Encümeni Tali­ matnamesi, (madde 2). 47



Millî Tetebbular Mecmuası sadece beş kez çıkabildi. A n c a k tarihin sosyal ve kurumsal açıdan incelenmesi alanında olduk­ ça önemli bir yeri vardır. Geleneksel tarih yazımının bir deva­ mı olarak değerlendirilen Tarih-i Osmani Encümeni dergisin­ den de farklıdır. Ziya Gökalp ve F u a d Köprülü'nün b u encü­ mende ve çıkardığı dergide oynadıkları rol de çok önemlidir. Derginin 2. ve 3. sayılarında Ziya Gökalp'in toplumsal yapıları inceleyen önemli bir çalışması yayınlanmıştır. B u cemiyetler arasında en u z u n süreli ve en etkin olan hiç kuşkusuz 1912'de bir grup askerî, tıbbiye ve mülkiye öğrenci­ si tarafından kurulmuş olan Türk Ocakları'dır. Bu öğrencilerin



başlıca ortak özellikleri pozitivizme ve bilimsel açıklamalara inançlarıydı. B u nedenle dine ve dinî yönetime kesinlikle kar­ şıydılar ve başlıca düşmanlarının halifelik ve sultanlık olduğu­ nu ileri sürüyorlardı. B i r yıl önce yayınlanmaya başlayan Türk Yurdu dergisi onlara esin kaynağı oluşturmuştu. 1912 yı­ lında b u dergi Türk Ocakları'nın dergisi haline getirildi. Demokratik ve liberal bir atmosfere sahip olan Türk Ocak­ ları'nın kalıcı bir siyasal karakteri olmadı. Kültür kurumları üzerine çalışma yapmış bir yazar demokratik toplumlarda bu tür kurumların ya kişiler ya da aydınlar tarafından k u r u l d u ­ ğunu belirtmektedir. Böyle k u r u m l a r anti-demokratik yöne­ timlerde ya bir parti tarafından ya da iktidara geçmiş bir dev­ r i m c i grup tarafından kurulur. Türk Ocakları 1910'larda ve 1920'lerde şahıslar ya da aydınlar tarafından k u r u l a n k u r u m ­ lara b e n z i y o r d u ve bu nedenle demokratik bir r u h yansıtı­ yordu. Daha doğrusu, yine bu yazara göre, bu tür kültürel ör­ gütlenmeler iktidardaki bir partiye ya da devrimci seçkinlere bağlanan anti-demokratik siyasetlerin bir ürünü olan k u r u m ­ lara dönüştüler. 48



49



Zamanın tanınmış edebiyatçıları ve milliyetçileri Türk Ocaklan'nda toplanıyorlardı. M e h m e d E m i n , Ziya Gökalp, Halide Edip, Hamdullah Suphi, A h m e d Ferit, A h m e d Ağaoglu, Yusuf Akçura, Hüseyinzade A l i ve diğer birçokları biraraya geliyorlar ve "Ocaklar bir üniversite gibi faaliyet gösteriyordu". B u grup Türk ulusçuluğunun kültürel açıdan ve entelektüel açıdan güç­ lendirilmesinde tayin edici bir rol oynamıştı. M e h m e d E m i n (1869-1944), Anadolu kökenliydi, şiirleriyle ulusçu duyguların yayılmasında çok etkili olmuştu. Çok sade ve açık seçik bir Türkçe ile yazılmış şiirleri Türk edebiyatında, dilinde ve ulusçu duyguların dile getiriliş biçiminde adeta yeni 50



48 Hamdullah Suphi Tanrıöver, "Türk Ocağının Tarihçesi ve İftiralara Karşı Ce­ vaplarımız", Türh Vurdu, Cilt 5, 1930, s. 2.



47



96



"Asar-ı Islâmiye ve Milliye Tetkik E n c ü m e n i Nizamnamesi", Milli Tetebbular Mecmuası, 1331 (1915), Cilt I, No. 2. Ayrıca bakınız 2. Arıkan, "Tanzimatıan Cumhuriyete Tarihçilik", Tanjimatratı Cumhuriyete Türkiye Ansfcihlopedisi, Cilt 6, (İstanbul. 1985). s. 1593.



49 Necati Akder, " T ü r k Ocakları, Halkevleri, Kültür Dernekleri", Türk



Yurdu,



1962, No. 285, i l . Kısım, s. 4. 50 E Georgeon "Les Foyers Turcs a Lepoque Kemaliste", Turcica, Cilt XIV, 1982, s. 170. 97



bir çığır açmıştı. Ocakların birinci başkam Ahmed Ferit'ti; da­ ha sonra k u r u m u n özerkliğini sıkı sıkıya korumaya çalışan Hamdullah Suphi başkan olmuştu. Genel olarak kurucuların hiçbiri b u k u r u m u n o zamana kadar iktidarda olan ittihat ve Terakki'nin bir şubesi haline gelmesini istemiyorlardı. Ancak b u d u r u m Cumhuriyet'in ve tek-parti rejiminin kurulmasıyla birlikte kaçınılmaz olacaktı. Türk Ocakları tüm Türk kökenli halkların tarihini ve kül­ türünü incelemek amacıyla kurulmuştu. Özellikle, "millî eği­ timi ilerletmek, İslâm halkları arasında en üstün olan Türkle­ r i n bilimsel, toplumsal ve e k o n o m i k standartlarını yükselt­ mek ve Türk ırkını ve d i l i n i geliştirmek amacını taşıyordu". Klüpler k u r m a k , gece dersleri, halka yönelik konuşmalar, konferanslar, toplantılar düzenlemek, d i l kursları açmak, ede­ biyat ve sanat sohbetleri organize etmek ve kitaplar dergiler yayınlamak ocakların başlıca etkinlikleri arasında sayılabilir­ d i . Türk Ocakları 1931 yılında C u m h u r i y e t H a l k Partisi'ne bağlı bir k u r u m haline getirilene kadar 20 yıl süre ile birçok tepkilere ve muhalefete maruz kalmış ancak varlığını sürdür­ meyi başarmıştı. Ocakların 1917'de, sadece İstanbul'da 1800 kadar üyesi vardı. Bu üyelerden 1600'ü üniversite öğrencileri ve daha önce üniversitede öğretmenlik yapmış kişilerden olu­ şuyordu. Ocakların, İstanbul dışındaki bazı merkezlerde de 16 şubesi b u l u n u y o r d u . Ocakların yayınları arasında halk hikâyeleri ve şiirleri, Fich¬ te, Voltaire, Aristo gibi klasiklerin çevirileri, coğrafya ve yerel sanatlar üzerine çalışmalar ve Ermeni ve Kürtler üzerine yapıl­ mış incelemelerin çevirileri b u l u n u y o r d u . Yayınları k o n u ba­ kımından oldukça genişti: Ocakların yayınladığı tarih kitapla­ rında ulusçu ve Türkçü motifler oldukça belirgindi. Ocakların yayın ve diğer etkinliklerine baktığımızda ırkçı ve yayılmacı eğilimlerin pek göze çarpmadığı gözlenmektedir. Bu etkinlik51



lerde Rusya Türklerinin popülist-muhalif ulusçulukları göze çarpar. E s k i Türklerde ve Anadolu'da yaşama biçimleri hars, eski Türkler üzerine yapılan araştırmalar ilim, zanaatkârlık ve güzel sanatlar sanat gibi altbaşlıklarla sunuluyordu. Ocakların faaliyetleri arasında i l i m , tarih ve Osmanlı öncesi Türkler ko­ nularının birarada ele alınması da dikkat çekicidir. Tarih başlı­ ğı altında etnoloji, antropoloji, arkeoloji ve linguistik başta ge­ len konulardı; felsefe ve sosyal bilimler Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü sayesinde en azından tarihin i k i n c i derecedeki alt d i ­ siplinleri olarak ele alınabilmişti. Özetle i k i n c i Meşrutiyetle doğan tüm b u k u r u m l a r ve ya­ yınları Türk ulusunun gelişmesinde önemli bir aşama sağlaya­ cağına inandıkları ulusçu ve bilimsel tarihi geliştirmek dürtü­ süyle harekete geçmişlerdi. Yayınladıkları dergiler ve kitaplar tarih alanındaki özgün araştırma ve çalışmaların sayısını art­ tırmıştı. Çağdaş ulusçu akımların kaçınılmaz bir sonucu olan laikleşme hareketiyle birlikte Türklük üzerine çalışmalar da sayıca artmıştı. B u başlangıç çalışmaları Cumhuriyet dönemi­ n i n ulusçu tarihçiliğinin de esasını teşkil edecekti. B u dönem boyunca Türk Yurdu, yayınlarını, bilimsel tarih olarak ele alı­ nan ulusçu tarih çizgisinde sürdürdü.



52



53



51 Tekin A l p , The Turkish and Pan-Turhish Ideal, (Londra, 1917), s. 19. 52 a.y. 53 Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Dağyolu, 98



(Ankara, 1931), s. 24-5. 99



İKİNCİ K I S I M



"Resmî Tez"in Oluşumu: Siyasal Çerçeve, Kitaplar, Kongreler



SIYASAL Ö N C Ü L E R V E T A R Î H D E R S KITAPLARI



Türk Tarih Tezi'nin olgunlaşması, C u m h u r i y e t ' i n kurulması sonrasında Osmanlıcılık, İslamcılık ve Turancılık akımları kar­ şısında Türk ulusçuluğunun resmî bir ideoloji olarak benim­ senmesini gerektiriyordu. Türk Tarih Tezi'nin, Türk benliğini oluşturacak bir araç ve gelecek kuşaklar gözünde o n u r l u b i r amaç olması isteniyordu. Kemalist tarih tezi iktidardaki ide­ olojinin önemli bir parçası olduğuna göre, tezin oluşumunun incelenmesi de günün parti politikasına yön veren siyasal kül­ türün su yüzüne çıkmasına yardımcı olacaktır. Tek-parti dönemi (1923-46) Kemalist ideolojinin oluşması ve hayata geçirilmesinin dönemidir. O dönemde Kemalizm'in çeşitli yönleri üzerine yazmış belli başlı liderler b u ideolojinin devrimci-otoriter özelliğini vurgulamışlardır. Kemalist tarih tezi Kemalist ideolojinin en önemli bütünleyici parçalarından 1



2



1



Bakınız Recep Peker, İnkılap Tarifli Dersleri, {Ankara, 1936), Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk ihtilali (istanbul: 1940), A h m e d Agaoglu, ihtilal mi, inkılap mı? (Ankara: 1942), Tekin A l p , Kemalizm, (istanbul: 1936), Şeref Aykut, K a maHzm, (istanbul: 1936), ve Falih Rıfkı Atay, Faşist Roma, Kemalist Tiran ve Kaybolmuş Makedonya, (Ankara: 1931).



2



Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti yönetiminin Kurulması -1923¬ 1931-, (Ankara, 1981). Tezin ilk kez istanbul Üniversitesi H u k u k Fakültesi profesörlerinden Yusuf Ziya ( Ö z e r ) tarafından formüle edildiğini ve bunu T ü r k ırkının Türklerin yaşamış olduğu belirlenen heryerdeki halkların özünü teşkil ettiğine inanmanın bilimsel olmadığını Öne s ü r e n Fuad K ö p r ü l ü y e r a ğ m e n 103



biridir ve bir kültür d e v r i m i özelliği taşır. Ulusçuluğun y a m sıra pozitivizm ve laiklik b u ideolojik formülün felsefî temelle­ rini oluşturmuştur. Bu otoriter dönemde muhalefetin karakte­ ri ise utangaç ve kararsızdır, sürekli vicdan muhasebesine zor­ lanan bir muhalefet konumundadır. 1919'da ulusçular ve ulusçu askerî birlikler biraraya gelip Sivas Kongresi toplandığında ordu kumandanları siyasal ikti­ darı güçlendirmek istiyorlardı. Kurtuluş Savaşı sırasında ve Cumhuriyet'in resmen kurulduğu 1923 yılına kadar geçen sü­ re boyunca bu önder kadro muhalefet gruplarını ya da kişileri bertaraf etmiş ve milîyetçi h e d e f l e r i n i gerçekleştirebilmek amacıyla kaçınılmaz siyasal k u r u m u , Cumhuriyet H a l k Fırka­ sı olarak adlandırılan siyasal parti örgütünü kurmuştu. Parti­ n i n kuruluşuyla başlayan b u dönemde eğitim, e k o n o m i ve sosyal alanlarda radikal reformlar yapılmıştır. 3



Cumhuriyet H a l k Partisi'nin ilk üç tüzük ve programlarına (1923, 1927, 1931) baktığımız zaman, "millet' ve "milliyetçi­ l i k " kavramlarının tedrici bir gelişime uğradığını görürüz. Ör­ neğin 1923 Tüzüğü'nde Türk "kültürünü" benimsemek parti üyeliği için kaçınılmaz bir gerekliliktir. Demek k i o dönemde Türklüğün kültürel önemi vatandaşlık kavramından önde ge­ liyordu. Ulusçuluğun tanımı esas kültürel bütünlük çerçeve­ sinde kalıyordu, daha ileri gidememişti. 1927'de daha ayırdedici anahtar kavramların ulusçuluk ve ulusal dayanışma çerçe­ vesinde tüzüğe girdiğini gözlüyoruz: "millî dayanışma d i l bir­ liğine, ülkü birliğine ve fikir birliğine dayanır". Partinin en 4



önemli görevlerinden b i r i ise Türk d i l i ve kültürünü ilerlet­ mek olarak ele alınmaktadır, "ilmî o l m a k " ise yine aynı belge­ de gerçek bir parti üyesinin özelliği ve hedefi olarak göze çarpmaktadır. Burada "fikir birliği" ve "ilmî o l m a k " z o r u n l u ­ lukları bir dünya görüşünü sergilemektedir, laiklik konusunda bir ulusal işbirliği öngörülmektedir. Tarih çalışmalarında da göreceğimiz gibi Türk düşünce hayatında "ilmî o l m a k " de­ mokratik ve eleştirel bir fikir ortamının yaratılması amacını değil, sadece d i n i n politika üzerindeki egemenliğinden k u r t u l ­ maya çalışan bir tutum olarak anlaşılır. Parti "pozitif deneysel bilimler"e olan inancını d i n İle siyasal yaşamı birbirinden ayırdedecek bir etken olarak pekiştirmek istemektedir. 1931 prog­ ramında ise "millet" d i l , kültür, fikir birliğinden ve yurttaşla­ rın dayanışmasından oluşan bir siyasal ve sosyal bütün olarak ele alınmaktadır. Aynı belgede "halkçılık" ilkesi altında " m i l ­ let", "irde (irade) ve egemenlik kaynağı" olarak tanımlanmak­ tadır. Bunların içinde genel olarak fikir birliği yani ideal birliği, eğer iradenin tekliği şeklinde ele alınırsa ulusçuluk anlayışla­ rına bir katkı olarak görülebilir. Çünkü tanımın bu şekliyle bir ulusçuluk yaklaşımından daha çok otoriter bir sistemi benim­ seme eğilimi ağır basmaktadır. Tüm ulusçuları birleştiren tek bir fikre doğru gelişen bu güçlü eğilim Tarih Kongreleri tartış­ malarında etraflı bir biçimde ele alınacaktır. Cumhuriyet'in kurucuları ve yöneticileri güçlü bir ulusçu­ luk için siyasal açıdan Türk seçkinlerinin düşüncelerinde sar­ sılmaz bir türdeşlik öngörmüşlerdir. Bu nedenle en belirleyici adım muhalif seçkin gruplarını tümüyle tasfiye e t m e k t i . B u süreç yirmi yıl kadar (1919-1937) sürdü. Muhalefete karşı mücadele askerî (istilacılara karşı), sosyal (laikliği istemeyen güçlere karşı), ideolojik (esas olarak sosya­ lizme ve komünizme karşı), ekonomik (liberalizmi ve manda­ cılığı savunanlara karşı) alanlarda sürdürüldü. Aynı şekilde 5



öne sürdüğünü belirtmekledir, s. 300-3. Bekir Sıtkı Baykal Kemalist Tarih Tezi­ ni şöyle özetlemektedir: " T ü r k Milletinin tarihi şimdiye kadar tanıtılmak isten­ diği gibi yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türk'ün tarihi ç o k daha es­ kidir. T ü r k san ırktan değildir. Türkler beyaz ırktan insanlardır. Bugünkü yur­ dumuzun sahipleri, eski kültür kuruculan ile aynı vasıfları taşıyan insanlardır. Ortaasyalıların torunları olan bugünkü Türkler, dünya uygarlığını yaratan i n ­ sanların s o y u n d a n d ı r l a r ve b u uygarlığa ö n e m l i katkılarda bulunmuşlardır. Dünya uygarlığı insanlığın ortaklaşa malıdır." Belleten, Cilt 25, 140, (Ankara, 1971), s. 539. 3



E. Ziya Karal, "Atatürk'ün T ü r k Tarih Tezi", Atatürk



4



Bakınız Mete Tuncay, "Ekler", Türkiye Cumhuriyetinde..., s. 362. 382 ve 447.



Hahhında



Konferanslar,



(Ankara: 1946), s. 63.



104



5



Muhalefetin tasfiyesinin etraflıca izahı için bakınız a.y. Kurtuluş Savaşı sırasın­ daki muhalefet için bakınız Nurten Mazıcı, Belgelerle Atatürk Döneminde Mu­ halefet. (İstanbul: 1984), ve genel olarak muhalefet ve Türkiye'de muhalefet için bakınız Nükhet Turgut, Siyasal Muhalefet, (Ankara. 1984). •



105



dinci, liberal ve sosyalist yaklaşımlar, önceleri pragmatik dev­ rimci daha sonra otoriter devletçi yönetim kadrosu tarafından eritilmek İslendi. Bu süreç pek sakin geçmedi ve kesinlikle dü­ şünce düzeyinde seyretmedi, aksine oldukça sert ve radikal bir şekilde yaşandı. Meşruluğunu da toplumda o l u m l u bir etki ya­ ratmış olan askerî zafere borçluydu. Askerî zaferle güçlenen asker seçkinler yarattıkları h a k i m ideolojinin muhalif fikirleri eritip yutmasını başarıyla sağladılar. 1940'lara kadar m u h a l i f güçlerin sindirilmesi hatta yok edilmesi bir ulusal misyon ola­ rak görüldü. Eğitim, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel her "cephede" ulusun ve ulusçuların selameti için Kemalizm tek doğru fikir olarak işlendi. Aslında K e m a l i z m bir ideolojiden ziyade çok güçlü katı bir siyasa idi. Cumhuriyet devletinin tek meşru siyasal ahlâk anlayışı "iktidar" sahipliği olarak hüküm sürmeye başladı. Buna rağmen genç C u m h u r i y e t ' i n bir arzusu da parlamen­ ter d e m o k r a s i n i n er geç yürürlüğe girmesiydi, seçim b u n u n için yapılmıştı. A n c a k , parlamenter d e m o k r a s i n i n ana şartı olan muhalif çıkarların ve düşüncelerin temsili 1940'h yılla­ rın i k i n c i yarısına kadar yalnızca bir dilek olarak kaldı. Tek parti iktidarı halka daima z o r u n l u bir geçiş olarak benimsetil­ d i . B u hazırlık ya da geçiş dönemi anlayışı meşruluğunu 1960, 1971 ve 1980 darbelerinde de sürdürdü. Muhalefetin genel olarak farklı çıkarları ve inançları yansıttığını ve de­ m o k r a t i k rejimlerin vazgeçilmez unsurları olduğunu varsa­ yarsak, çoğulcu rejimlerle birebir bağlantılı bulunduğunu da kabul etmiş o l u r u z . Türkiye tek bir kültürün, tek b i r d i l i n ülkesi olmadığına göre fikirlerde ve kararlarda b i r çeşitlilik olması doğaldı. Fakat C u m h u r i y e t ' i n d e v r i m c i kurucuları uluslaşma sürecini b u gerçeklik üzerine kurmadılar; "Türk milliyetçiliği" olarak tanımladıkları tek bir k i m l i k istiyorlardı 5



6



Robert A . Dahi, " Ö n s ö z " , Regimes and Opposition, (R.A. Dahi, ed.), (New Ha­ ven, 1973), s. 1-25, ve Giovanni Sartori ideoloji bağlamında iki t ü r muhalefet­ leri söz eder, tek yönlü muhalefet (unilateral), sağda ya da solda ve çift yönlü muhalefet, yani ideolojik bir farklılaşmanın yarattığı muhalefet. Parties and Party Systems, (Cambridge, 1976), s. 178-9.



106



ve b u n u s o s y a l , e k o n o m i k , s i y a s a l ve kültürel s o r u n l a r a önemli bir çözüm olarak görüyorlardı. Sosyal ve siyasal anlaş­ mazlıkların Batılılaşma ve modernleşme çabalarını baltalaya­ cağı yolunda genel bir kanı vardı. 1919-1932 yıllan arasında sosyal, kültürel ve e k o n o m i k so­ runlardan kaynaklanan m u h a l i f gruplar bazı örgütlenmelere gittiler fakat hiçbiri u z u n yaşayamadı ve dolayısıyla halkın çe­ şitli görüşlerinin temsilciliğini yapamadı. İlk ciddi muhalefet Birinci Millet Meclisi'nde oluşan " i k i n c i G r u p " adı verilen bir hizip hareketiydi. Eleştirdikleri konular esas olarak "şahsi dik­ tatörlük ve siyasal hegemonyacılık" eğilimleriydi. B u g r u p içinde bulunan bazı kişiler laikliğe karşıydılar, diğerleri ise kıs­ mî bir liberalizmi savunuyorlardı. Daha sonra 1920'lerin başla­ rında, bazı siyasal partiler k u r u l d u : Türkiye Cumhuriyeti Amele ve Çiftçi Partisi ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924). Bunlar kısa bir süre içinde kapatıldı ve bazı üyeleri cezalandı­ rıldı. Bazı sosyalist ve komünist parti denemeleri de o l d u . Bunlardan Halk îştirakiyun Fırkası bir yıl yaşamayı başardı. Fa­ kat sonra üyeleri İstiklal Mahkemeleri'nde mahkûm o l d u . L i ­ beral görüşleriyle bilinen Terakkiperver C u m h u r i y e t Fırkası üyeleri de partilerinin kuruluşundan yedi ay sonra aynı akıbe­ te uğradı. 1930 yılında i k i parti daha k u r u l d u . Ahali Cumhuri­ yet Fırkası ve Serbest Fırka. Fakat ikisi de varlıklarını bir yıl b i ­ le sürdüremediler. Serbest Fırka aslında Mustafa Kemal'in par­ lamenter demokrasi yolunda atmak istediği bir adım olarak b i ­ linir; yani m u h a l i f bir partinin gerekliliğine inanıp böyle bir partinin kurulmasına önayak olunmuştur. A n c a k parti İzmir yerel seçimlerinde belli bir başarı elde edince ve daha sonra d i ­ ğer bazı "İstenmeyen muhalif gruplarla ittifak kurduğu belirlenince" kendi kendini lağvetmesi talep edilmiştir. 7



8



7



Türkiye'de tek parti d ö n e m i n d e her türlü muhalefete karşı m ü c a d e l e , partilerin kapatılması, b u muhalefet partilerinin bazı önderlerinin cezalandırılması için. bakınız Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyet i tide..., s. 245-282 ve Tarık Zafer Tu¬ naya, Türkiye'de Siyasi Partiler, (İstanbul, 1952), s. 540-638.



8



T . Z . Tunaya, Türkiye'de...,



s. 614. 107



Siyasal Öncüler, Siyasetçi-Tarihçiler Bu dönemin ideolojisinin bir yönü de siyasal tarihçiler yetiş­ tirmiş olması, görevlendirme yoluyla bazı siyaset adamlarını tarihçi yapmasıydı. Aslında o dönemde çok sayıda tarihçi uz­ man olmadığından ve tarihin yazılması bir siyasal görev olarak görüldüğünden ulusçu liderler ve aktif siyaset adamları bir çe­ şit tarihçiler grubu olarak ele alınabilmiştir. Başka bir yönden baktığımızda ulusçu hareketi başlatan aydınlar tarih yazımı misyonunu da üstlenmek d u r u m u n d a kalmışlardır. Böylelikle bu kişiler üçlü bir sorumluluk altına girmişlerdir: Öncü ulus­ çular, önder parti üyeleri ve yeniden tarih yazımının önde ge­ len kadrosu... Siyasetçi tarihçiler olgusu Türkiye'ye özgü bir olgu değildir. Özellikle devrimci değişimlerin olduğu yerlerde siyasî kadro­ lar yeni kuşakları eğitme misyonunu yüklenmişlerdir. K i m l i k ­ l e r i n i y e n i d e n tasarlamak y e n i tarih yazımının formülünü oluşturmak onların İşi olmuştur. Türkiye'deki d u r u m örneğin Fransadan pek de farklı değildir. Gerçekten de birçok Avrupa ülkesinde "yaratılmış" kültür öğeleri ya da kahramanlık, folk­ lorik özellikler gibi tümüyle sonradan oluşturulmuş bir gele­ nek, k i m l i k ya da vatandaşlık oluşturmak amacıyla ulusçu ideolojiyle bütünleştirilmiştir. Her ülke doğrudan etkilendiği siyasal güçlere dayanarak k e n d i koşullarına göre yapay b i r geçmiş yaratmıştır. "Millî geçmiş" bolca hayal gücü gerektiri­ yordu, çünkü "millet" ve "milliyetçilik" aslında yeni olgulardı. Bir ülkenin siyasal önderlerinin güçlü ve anlamlı bir geçmiş yaratma arzuları aslında hiç de olumsuz bir şey değildir üste­ lik gereklidir de. Ancak b u yaratılan geçmiş güçlü ve anlamlı 9



10



bir biçimde formüle edilmeli ve kronolojik olguların sırasını bozmamalıdır. 1908-1923 döneminde ve özellikle de Cumhuriyet'in i l k o n yılında Türkiye'de yetişen ve A n a d o l u dışı Türk topraklarından gelen tarihçiler ulusçuluğun Türkçülük şeklinde anlaşılabilmesi için mücadele veren siyasal kişilerdi. Türkçülüğü " h a k i m kül­ tür, siyasal ideal ve millî karakter" olarak ele alıyorlardı. Yusuf Akçura, Müftüoğiu A h m e t H i k m e t , Ziya Gökalp, H a m d u l l a h Suphi (Tanrıöver), Fuad Köprülü, A h m e d Agaoglu, Necip Asım (Yazıksız) ve başka birçoklan siyasal eğilimli kişilerdi ve çoğu aktif parti üyeleriydi. Ziya Gökalp baştan beri ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin üyesiydi, A h m e d Agaoglu ve Fuad Köprülü otuzlu ve kırklı yıllarda siyasal parti liderleri arasına girdiler. O zaman­ lar tüm siyasal, sosyal ve bilimsel faaliyetler aktif siyaset içinde yoğrulmuştu ve hiçbiri, ulusçu inançlarını ve ideallerini şekil­ lendiren siyasal akımlardan kaçmayı başaramazdı. Zaten bu k i ­ şilerin çoğu siyasal Türkçülüğün öncüleriydi. Örgütlü faaliyet­ lere de tarihsel ve kültürel çalışmalar yapmak için başlamışlardı. Türk Dernegi'nin, Osmanlı Tarih Cemiyeti'nin ve Türk Ocakla­ rımın kurucuları ve önder kadroları bu kişilerdi. Toplumsal geçmişini, eğitimi ve kişisel eğilimlerini gözönünde bulundurduğumuzda, Yusuf Akçura'nm da aktif siyasî hayattan pek uzak durabileceği düşünülemezdi. Daha Rus­ ya'da i k e n yerel Duma'da aktif bir Türkçü olarak çalışmıştı. Aslında siyasî kariyerinin başlangıcı muhalif cephede olmuştu. Paris'te eğitim gördükten sonra, k e n d i n i tarih çalışmalarına ve araştırmalarına hasretti, dikkatini Türkçülüğün kültürel yönü­ nün incelenmesi üzerine yoğunlaştırdı. Akçura'nm İttihat ve Terakki Cemiyeü'ne hiçbir zaman üye olmadığı kesin olarak kanıtlanmakla beraber tüm çalışmalarının parti siyasetiyle tam bir uyum içinde bulunduğu da bilinmektedir; özellikle Z i ­ ya Gökalp ile birlikte yürüttükleri çalışmalar için b u d u r u m tümüyle geçerlidir. Daha sonra, 1919 yılında Ahmet H i k m e t 11



9



Dennis DeleCant ve Hurry anak (derleyenler)„Hisioriims as Nation Builders, Central and South-East Europe, (Londra, 1988). Bu özgün yapıl ulusal tarih ya­ zımında önemli rolü olan çeşitli ülke tarihçileri üzerine yazılan makalelerden oluşmaktadır.



10 Erie Hobsbawm, "Introduction: Inventing Traditions" ve "Mass Producing Traditions: Europe, 1870-1914". The Invention of Tradition, (derleyenler E. Hobsbawm ve T. Ranger) (Cambridge: 1983), ayrıca bakınız A . Smith, Ethnic Origins of Nations, (Oxford: 1986), s. 174-205. 108



12



11 M . E Togay, Yusuf A k i ura..., s. 65. 12 E Georgcon, Yusuf Akçura,



Contribution..., s. 98. 109



Müftüoğîu ve İsmail Hakkı Baltacıoglu gibi bazı tarihçilerle birlikte Türk Milli Fırfeasinı kurmuştu. B u siyasî parti kısa bir süre yaşadı, işlevi daha çok Müdafaa-ı H u k u k Cemiyetleri­ n i desteklemek o l d u . C u m h u r i y e t k u r u l d u k t a n sonra Yusuf Akçura, Cumhuriyet H a l k Partisi'ne üye oldu ve İstanbul m i l ­ letvekili seçildi. Kısacası C u m h u r i y e t i n kurulmasıyla Akçura'nm "bilimsel bağımsızlığı" yeni bir safhaya, iktidar safhası­ na girmiş oluyordu. Bu kurucu-tarihçilerden bazıları Türk Tarih Tezi'nin her saf­ hasını sonuna kadar yaşama imkânı buldular. Yusuf Akçura ve Reşit Galip gibi bazı tarihçiler mebus yapıldılar. Daha önce ak­ tif politika içinde olmayan tarihçiler de aktif politikaya itildi. Sonradan Halk Fırkası'nm bir eğitim ve kültür k o i u gibi çalı­ şacak olan ve zamanın tek tarih k u r u m u olarak adlandırılabi­ lecek Türk Tarihi Tetkik Cemiyetİ'ni b u siyasetçi tarihçiler kurdular. Bir yıl sonra Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'ne dönüşe­ cek olan Türk Ocağı Türk Tarih Heyeti'nin i l k başkanı M . Tevfik (Bıyıkoglu), başkan yardımcıları İstanbul mebusu Yusuf Akçura, Çanakkale mebusu Samih Rıfat ve genel sekreter A y ­ dın mebusu Reşit Galip i d i . ' Diğer o n k u r u c u üye de ya me­ bus ya da parti üyesi olan kişilerdi. B u siyasetçi tarihçiler tarih ders kitaplarını yeniden ele almak ve tarihi yeniden yazmak için örgütlendiler. K e n d i özel durumlarından dolayı bu tarih­ çilerin hiçbiri kültürel ve bilimsel kurumlarla siyasal k u r u m l a ­ rı bütünleştirmede bir sakınca görmediler. "Türkler devlet kavramını her zaman hükümet kavramıyla bir tutmuşlardır" diyen liberal ve eleştirel eğilimli A h m e d Agaoglu bile tarih ve kültür kurumlarının otoriter bir hükü­ metin denetimi altına girmelerine hiçbir itirazda bulunmuyor, 13



1



1



15



13 Tank Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partilet; cilt II, (İstanbul, 1986), s. 531. 14 Uluğ iğdemir, Cumhuriyetin Ellinci Yılında Türk Tarih Kurumu (Ankara: 1973), Amiral Fahri Çöker, Türk Tarih Kurumu Kuruluş Anına ve Çalışmaları, (Anka­ ra, 1983), s. 1-7, M . Tuncay, Türkiye Cumhuriyetinde..., s. 299. 15 A h m e d Ağaoglu, Üç Medeniyet (istanbul, 1972), s. 119. Diğer bir kitabı, Dev­



hatta b u tür girişimleri doğal karşılıyordu. Ağaoğlu'na göre Türk Ocakları'nın vazifesi "Türklüğü" kültürel ve tarihi b i r esasa göre tanımlayabilmekti ve b u n u n için hükümetle sıkı bir bag gerekiyordu. Agaoglu, Hakimiyeti Milliye Gazeiesi'nde b u k o n u üzerine yazdığı makalelerde, Türkiye'nin artık Osmanlı egemenliği altında olmadığını, b u nedenle de hükümetten uzak durulması gerekmediğini s a v u n u y o r d u . Dönemin seç­ kinleri kendi görüşlerine uygun yeni ve modern bir hüküme­ tin varlığını, tarih, kültür, b i l i m gibi çalışmaların bağımsızlığı açısından yeterli görüyorlardı. Böylelikle de hükümet desteği­ n i hatta doğrudan hükümet d e n e t i m i n i savunabiliyorlardı. Oysa ocaklar, yüzyılın başında i l k kurulduğu dönemlerde s i ­ yasal bakımdan bağımsız, ciddi tarih çalışmalarını özendiren bir k u r u m d u . Daha sonra Türk Ocakları üzerinde gittikçe ar­ tan siyasî denetim resmî bir tarih yazmak arzusunun i l k işaret­ lerini verecekti. 16



Tarihçiler daha i y i "vatandaşlar" olabilmek için farklı görüş­ lerini tek bir görüş altında toparlamaya çalışırlarken, devlet de, çeşitli kültürel ve toplumsal birimleri ve örgütleri tek bir çatı altında parti örgütleri ya da şubeleri haline getirmeyi amaçlıyordu. Tarihin yeniden yazılması için devletin deneti­ minde özel bir k u r u m da oluşturuldu. Mustafa Kemal'in öncülüğünde başlayan tarih çalışmaları 1928-29 yılları arasında bazı sonuçlar vermiş, bazı tarih çalış­ maları notlar halinde yazılarak bastırılmıştı. A n c a k kurumsal düzeyde atılım Türk Ocakları'nın kapatılmasından birkaç ay önce Türk Ocakları'nın altıncı kurultayında ocaklara bağlı Türk Ocağı Türk Tarih Heyeti'nin kurulmasıyla olmuştur. N i ­ san 1930'daki b u gelişmeden hemen sonra H a z i r a n 1 9 3 0 d a Türk Ocakları, kapatılarak C u m h u r i y e t H a l k Fırkası içinde eritildiğinden bir yıl sonra yine Nisan ayında Türk Tarih H e ­ yeti'nin kurucularıyla Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmuştu. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin amacı Osmanlı Tarih C e m i yeti'nden farklı bir çizgiyi belirlemek ve Türk tarihini yeniden



let ve Fertle (istanbul, 1933), Ağaoğlu bu alandaki görüşlerini daha da açıklı­ ğa k a v u ş t u r m u ş liberal görüşlerin ve bireyselciliğin, gelişmenin tek yolu oldu­ ğunu savunmuştur. 110



16 Frank Tadıau, "The Search for National Identity A m o n g the Turks", DieAVelt des Islams, Cilt VIII, s. 174. 111



yazmaktı. Yeni cemiyet, kültür ve tarih çalışmalarını yıllarca sürdürmüş olan Türk Ocakları tüzük ve programlan doğrultu­ sunda kurulmuştu. Zaten kısa bir süre sonra ocakların i l k baş­ kanlığını yapan Hamdullah Suphi'nin (Tanrıöver) 1927 yılın­ da dile getirdiği endişelerine rağmen, Türk Ocakları parti ör­ gütüyle bütünleştiriliyor, b i r anlamda kapatılarak yok edili­ y o r d u . Hamdullah Suphi, Kemalist devrimin ideolojik çizgi­ sine katılmakla beraber ocakların entelektüel bir kültür kulü­ bü olarak kalmasını istiyordu. Kemalist dönemdeki i k i n c i baş­ k a n Dr. Reşit Galip ise ocakların siyasî bir organizma vazifesi görmesini tercih e d i y o r d u . Reşit Galip h e m İstiklâl M a h k e ­ melerine başkanlık yapmıştı h e m de kısa bir süre sonra Millî Eğitim Bakanlığı yapacaktı. 17



18



Kültürel faaliyetleri devlet^parti denetimi altında kurumsal­ laştırmanın ilk adımları böylece atılmış oluyordu. B i r yandan siyasetçi-tarihçiler kısmen özerk olarak çalışan ocakların haklannı ellerinden alıyor, diğer yandan da aynı grup yeni bir ta­ r i h k u r u m u oluşturarak parti denetiminde işlev görmesine önayak oluyorlardı. Amaç açıktı fakat süreç biraz karmaşık bir y o l izledi. B u süreci o günlerin Cumhuriyet gazetesinin bazı başhklanna göz atarak izleyebiliriz: TÜRK OCAKLARI KURULTAYI son toplantısından sonra da­ ğıldı. Aksaray Murahhası Afet Hanımın 30 arkadaşıyla birlik­ te verdiği önerge kabul edildi (Cumhuriyet Gazetesi 30 Nisan 1930). Türk Tarihi Tetkik Encümeni ilk içtimaını akdetti. Başkan M . Tevfik Bey (Reisicumhur Katibi Umumisi), İkinci Başkan­ lar Yusuf Akçura, Samih Rıfat ve Dr. Reşit Galip (4-5 Haziran 1930). Recep Bey Fırka katibi Umumisi oldu (11 Mart 1931). Türk Ocakları CHF'na katıldı. Kurultay Hak Fırkası Kong17 Mete Tuncay, Hamdullah Suphi'nin ocakların tüzüğünün Partinin denetimi al­ tına girecek şekilde değiştirilmesine karşı olduğunu belirtmektedir. 1931'de Hamdullah Suphi Bükreş Maslahatgüzarlığına atanmıştı. Türkiye Cumhuriye­ tinde..., s. 296-8. 18 E Georgeon, "Les Foyers Turcs à l'époque Kemaliste", Turcica, Cilt XIV, 1982, s. 176. 112



resinden önce toplanacak. Ocaklar Fırkanın birer hars şubesi olacaklar. İsim değişecek ve binalar Fırkaya devredilecek (18 Mart 1931). Gazi Hz'nin Beyanatı: "Türk Ocakları Halk Fırkası ile niçin birleştiriliyor? Milletlerin tarihlerinde bazı devirler vardır k i , muayyen maksatlara erebilmek için maddî ve manevi ne ka­ dar kuvvet varsa hepsini biraraya getirmek ve aynı istikamete sevketmek lazımdır... Kuruluş tarihinden beri ilmi sahada halkçılık ve milliyetçilik akidelerini neşir ve tamime sadakat­ le ve imanla çalışan ve bu yolda memnuniyeti mucip hizmet­ leri sebketmiş olan Türk Ocaklarının aynı esasları siyasî ve tatbiki sahada tahakkuk ettiren fırkamla ve bütün manasıyla yekvücut olacak çalışmalarını münasip gördüm.. Bu kararım ise milli müessese hakkında duyduğum itimat ve emniyetin ifadesidir. Aynı cinsten olan kuvvetler müşterek gayede bir­ leşmelidirler". Yeni Türk Ocaklarının mesai tarzının da fırka­ ca tespit edileceği belirtilmiştir (24-25 Mart 1931). Birkaç gün sonra Yunus N a d i , Başyazısında şöyle diyordu: . "Yabancılar bunun altında yatan sebepler arıyorlar, halbuki bu basit bir tahakkuk. Bir kısım vatandaşların ayrı teşekkül­ lerde millî hars arayacakları yerde bütün vatandaşların milli kuvvetleri temin etmeye çalışmaları pek tabiidir... Ocakların kendine mahsus vaziyetlerinde zamanla bir ayrılık, bir kenar­ da kalış gibi bir manzara ve mana hissolunmaya başlanmış­ tı..." (28 M a n 1931) (Bir süre sonra Türk Ocakları Başkanı Hamdullah Suphi Bükreş Maslahatgüzarlığına-atanmış ve 10 Nisan 1931'de Ocaklar, Fırkaya resmen iltihak etmişti). Siyasî d u r u m o n yıl öncesinden oldukça farklıydı, çünkü 1910'lardaki tarihyazıcılıgında görülen romantik ve pragmatik tutum, yaklaşım olarak pek farklı olmamakla birlikte, siyasal b i r örgüt tarafından yönlendirilmiyordu. N e c i p Asım, F u a d Köprülü, Yusuf Akçura, Ahmet Refik gibi başlıca tarihçiler o dönemde dergilerde, Türk Ocakları yayınlarında ya da Türk 113



Tarih Encümenimde yayımlanan "millî tarihlerinde" siyasî ör­ gütlerden hatırı sayılır bir derecede bağımsızdır.' Bağlı b u l u n ­ dukları kültür kurumları ilke olarak siyasî vesayeti kabul et­ miyordu ve mükemmel olmamakla birlikte bilimsel bir bağım­ sızlık ve yaratıcılık sergileyebilmişlerdi. Cumhuriyet döneminin devlet kontrolü ile sosyal ve kültürel örgütlerin tasfiye edilmesi süreci ocakların eritilmesiyle sınırlı değildi. Mete Tunçay 1930 ve 1931 yıllarında Türk Matbuat Birliği, ihtiyat Zabitleri Birliği, Türk Kadınları Birliği gibi sosyal kurumların da kendilerini lağvettiklerine dikkat çekiyor. N e ­ den açıktı -tüm bu örgütler işlevlerinin devlet vesayeti altında yürütüleceği konusunda ikna edilmişlerdi. Örneğin Mason Ce­ miyeti Mustafa Kemal'in bu kişileri milliyetçi kişiler olarak de­ ğerlendirmesi ve ayrı bir örgütlenmeye ihtiyaç bulunmaması yolunda karar alması nedeniyle kapatılmıştı. Yine 1930 yılında Miifî Türk Talebe Birliği geçici olarak kapatılmıştı. Tüm ulusal güçlerin birleştirilmesi ve tek-parti r e j i m i n i n sertleştiriimesi Batı'da güçlenen faşizan akımlardan da güç alı­ yordu. B u bölümün başında da belirttiğimiz gibi dönemin s i ­ yasî liderleri otoriter ulus-devlet m o d e l i n i benimsemişlerdi; b u alandaki esin kaynaklan da italya ve Almanya olmuştu. 9



20



Örnek Ders Kitapları (1924-1932) Tarih ders kitapları Cumhurİyet'İn i l k o n yılında Türk Tarih Tezi'nin şekillenmesi konusunda i y i bir fikir vermektedir. Ta­ r i h yazımını ulusçuluğun bir tezahürü dolayısıyla siyasal at­ mosferin ideolojik bir anlatımı olarak ele aldığımızda - k i bir­ çok ülkede böyle olmuştur- bu ders kitaplarının incelenmesi bize h e m siyasî iktidar hem de Türk ulusçuluğunun özellikleri hakkında etraflı bilgi verecektir. 19 T ü r k Ocakları T ü z ü ğ ü n ü n 4. maddesinde söyle deniyordu: 'Ocak, amacını el­ de etmeye çalışırken sırf milli ve sosyal bir vaziyette kalacak, asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasi fırkalara hikmet etmeyecektir". Ekz. Yusuf A k ç u r a , Türkçülük, (İstanbul: 1979), s. 215. 20 114



M . Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde..., s. 297.



Türk tarihi üzerinde sürdürülmekte olan bilimsel ve kültü­ rel çalışmalar Cumhuriyet'in kuruluşuyla yeni b i r devreye gir­ miştir. B u çerçevede, tarihin siyasal amaçlı bir eğitim sağlama­ ya yönelik olarak yazılması kararlaştırılmıştır. Derli toplu ve metodik ders kitapları yazılması çok açık bir gereksinme ola­ rak görülüyordu ve bu işin özgün bir biçimde Türkler tarafın­ dan yapılması öngörülüyordu. Türk tarihçilerinin "bilimsel ve çağdaş kurallarla" tarih kitapları yazmaları isteniyordu. Ayrıca siyasî iktidarın pekiştirilmesi amacıyla Türk ulusçuluğunun yeniden tanımlanması da z o r u n l u görülüyordu. B u siyasî ve eğitsel amaçlar 1924-1932 yıllan arasında kulla­ nılan bazı örnek tarih ders kitaplanndaki dönüşümün incelen­ mesi ile izlenebilir. Ele alacağımız i l k ömek Hamit ve M u h s i n tarafından yazılmış 1924-29 yıllan arasında üç kez basılmış ve orta dereceli okullarda okutulmuş olan Tür/tiye Tarihi adlı ders kitabıdır. İkinci ömek Kemalist tarih tezinin i l k atılımını temsil eden fakat yeterli ve başarılı görülmediği için okullarda okutul­ mayan, ancak özeti çıkanlarak 30 000 adet bastırılıp dağıtılan Türk Tarihinin Ana Hatları adlı bir komisyon çalışmasıdır. 1929¬ 30 yıllarında hazırlanan b u kitap bir-iki yıl içinde resmî olarak okullara girecek dört ciltlik Tarih kitaplarının bir tür ön çalış­ ması olarak kabul edilebilir. Demek k i üçüncü örneğimiz b u dört ciltlik Tarih kitabı ile b u n u n birkaç yıl içinde basitleştirile­ cek olan Ortamektep için Tarih adlı üç ciltlik benzeridir. Bu üç örnek toplam olarak 10 ciltten oluşmaktadır: Türkiye Tarihi bir cilt, Türk Tarihinin Ana Hatları ve Türk Tariflinin A n a Hatlarına Medhal i k i cilt, Tarifi dört cilt ve Ortamektep için Tarih üç cilt... Tarifi ve Ortamektep için Tarih ciltleri resmî tarih tezinin o l ­ gunlaştığı döneme tekabül eder. B u kitaplar o n yıllarca pek c i d d i b i r değişiklik yapılmadan okullarda kullanılmışlardır. A n c a k otuzların i k i n c i yansından sonra daha zor anlaşılır bir hale getirilmişlerdir. Demokrasiye geçiş olarak k a b u l edilen kırklı yılların İkinci yarısından sonra ise devreye giren yeni s i ­ yasî partiler b u kitaplan yöntem açısından değiştirmemiştir. Olaylar, yine bir oldu bitti şeklinde anlatılmış, tüm siyasal ge­ lişmeler ister o l u m l u ister olumsuz görülsün bir tarihsel açık115



lamaya ve objektif bir d u r u m değerlendirmesine gerek görül­ meden, b i r "idée directrice" olarak öne sürülmüşlerdir. 1950'lerde Cumhuriyet Tarihi ciltlerinin sonuna eklenen de­ mokrasiye geçişle, yani Demokrat Parti ( D P ) ile i l g i l i 10-15 sayfa, 1960 darbesinden sonraki aylarda sınavlara girecek öğ­ rencilere ya hiç okutulmamış ya da yırttırılmıştır. Dolayısıyla ideolojiler değişse, rejim altüst olsa bile zihniyet aynıdır: O l a ğünüstü güçlerin rastlantısal ve beklenmedik hareketleri ya da acil b i r ihtilâl ihtiyacı sonucu kitaplar değiştirilebilmektedir... Örneklere geçerek b u tür b i r tarih aleyhtarı zihniyetin i l k atılımlarını ve dönüşümünü inceleyelim: I. Türkiye



Tarihi (T.T)



1924-1929



Altı yıl süreyle üç kez basılan ve ortaokul üçüncü sınıfların­ da kullanılan Türkiye Tarihi (560 s.) i s i m l i tarih ders kitabı H a m i t - M u h s i n imzasını taşımaktadır. B u kitabın girişinde H a m i t ve M u h s i n Beyler tarihi olayları açıklamak İçin dikkati "şahsi amillere" dayandırmanın yanlış olduğunu ve b u n u yap­ maktan özellikle kaçındıklarını belirtmektedirler. B u bakım­ dan Osmanlı vakanüvislerini eleştirerek, k e n d i l e r i n i n , " f i k i r üzerinde yönlendirici" olabilmek amacıyla, esas tarihî olgulara ve b u olguların sebep sonuç ilişkilerine ağırlık vereceklerini; kısaca, bilimsel açıklamalarla tarih yazacaklarını ifade etmek­ tedirler. Tarihi, padişahların başarı ve yenilgilerine dayandır­ manın hiç de bilimsel olmadığını vurgulamaktadırlar. Önsöz­ de amaçlarını şöyle sıralamışlardır: 21



Eski vakanüvislerin yaptığı gibi en son zamanlara kadar yazı­ lan Osmanlı tarihlerinden bir çoğunda görüldüğü veçhile bü­ tün vak'a ve hadiseleri şahıslar etrafında toplamak ve her şeyi bunların muvaffakiyeti şeklinde göstermekten bilhassa içti­ nap ettik. Daha ziyade fikri terbiye üzerine amil olabilmesi için vak'aların mantıki izahını esas olarak kabul ettiğimiz ci21 Hamid ve Muhsin, Türkiye



Tarihi, (istanbul: 1930). Ü ç ü n c ü baskı [(10



000)



hetle hadiselerin menkıbeyi tavsifinden içtinap ile onları, esaslı sebepler ve neticelerini göstererek izaha çalıştık. Çünkü başka türlü hareket edildiği takdirde tarihin rabıtasız, insi­ camsız menkıbeler silsilesinden ibaret olarak görülmesi ve ta­ lebenin dimağında bir sergi salonundaki levhalar gibi yekdi­ ğeriyle münasebeti olmayan ayrı ayrı birtakım tavsif ve tasvir­ lerin tesirini yapması ihtimali baş gösterir. Halbuki biz bilakis hadiseler ve vaka'ların zincirlenerek devam ettiği ve asırlar ilerledikçe muğlakiyet ve mürekkebiyet peyda eylediği fikrini vermek istiyoruz. (T.T s. vi-vii) Bu kitap bundan sonrakilerden farklı olarak Türhiye Tarihi adını verdiği ciltle neredeyse tümüyle Osmanlı tarihini ele a l ­ maktadır. İmparatorluğun zafer dolu dönemiyle başlayarak çeşit­ li dönemlerini incelemekte ve bunu yaparken Avrupa'nın yo­ rumlarından ve tarihe yaklaşımlarından yararlanmaktadır Kitap­ ta Osmanlı ve Avrupa tarihinin eş zamanlı dönemlerine aşağı y u ­ karı eşit bir yer ayrılmıştır. Her bölüm dönemin Avrupa ve Asya tarihlerinin kısa ve özlü sunuşuyla desteklenmiş, padişahın iç politikası ve diplomatik siyasaları buna eklemlenmiştir. Biyogra­ fik notlar ve resimler oldukça eğitici ve dengeli bir biçimde yer­ leştirilmiştir. Bazı dipnotlar söz konusu tarihî olayları etraflıca açıklar niteliktedir ve bazı bölümlerin sonunda ek okuma parça­ ları da göze çarpmaktadır. Kitabın içindeki bölümler şöyledir: 1. Osmanlı imparatorluğunun İtila Devri (1453-1579) -133 sayfa2. Osmanlı imparatorluğunda Tevakkuf Devri (1579-1683) -70 sayfa3. Onyedinci ve Onsekİzinci Asırlarda Avrupa'ya Umumi bir nazar -60 sayfa4. Ricat Devri (1683-1792) -60sayfa5. Ondokuzuncu Asırda Avrupa'ya U m u m i bir nazar (1789-1914) -82 sayfa6. Islahat Teşebbüsleri (1792-1839) -50 sayfa7. Osmanlı Türk Medeniyeti -92 sayfa-



bazı ufak değişiklikler ve daha fazla resim ile.] 116



117



Dördüncü bölümde Osmanlı İmparatorlugu'nun gerileme nedeni olarak hiyerarşik düzendeki suiistimal ve samimiyetsiz­ lik gösterilmektedir. Bu yüzeysel kolaycı açıklama günümüzde de sürmektedir. Nedenlerini açıklama külfetine katlanmadan kolayca bazı kişileri ve durumları suçlamak tarih dışına kaç­ manın en kolay yoludur. Böylece sorumluluklar da azalır. A n c a k b u bölümde Naima Tarihi'nden sık sık alıntılar yapıl­ dığını ve dipnotlar verildiğini görüyoruz. B u n a karşılık b i r sonraki dönemin tarih kitaplarında böyle b i r i n c i elden kay­ naklardan parçalar ve alıntılar göremiyoruz. Ayrıca bu kitapta bir saraylı olarak tarihçi N a i m a ' n m yazdıkları Osmanlı gerile­ me dönemini içerden gözlemesi bakımından önemli bir belge olarak değerlendirilebilmiştir. Son bölümde Osmanlı-Türk medeniyeti şeklinde açıklanan Türk ulusçuluğu dönemi ele almıyor. B u bölümde İslâm me­ deniyetinin etkisinden önce Türklerin kabileler halinde yaşa­ dıklarının belirtildiğini görüyoruz. Oysa yeni yeni şekillen­ mekte olan resmî Türk Tarih Tezi zaman içinde böyle bir açık­ lamayı bir hakaret olarak görecek ve bundan sonra Türk kabi­ lelerinden değil Türk devletlerinden söz edilecekti. B u kitaba göre Islâmm ve Osmanlı imparatorlugu'nun etkisiyle Türkle­ rin ırksal özellikleri önemini yitirmişti, Ortaçağlarda çeşitli uygarlıkların etkisinde kalındığından ırksal özellikler bir bir­ lik noktası olamıyordu. B u bölüm son 20 yıldır tartışılmakta olan çeşitli k i m l i k tanımları arasında bir uzlaşma bulmaya ça­ lışması açısından da dikkat çekicidir. Kısaca kitabın eğitim ve öğrenim amacıyla Türklüğü vurgulamak için ırksal ve etnik bir b i r l i k ve bütünlük aramadığını, b u tür bir homojenlik ya­ ratmanın asıl amacı teşkil etmediğini görüyoruz. Gerçekten de Osmanlı Medeniyeti diye adlandırılan b u bö­ lüm ulusçuluğa yaklaşım ve ırk özelliklerinin değerlendirilme­ si açısından önemlidir. Osmanlı İmparatorlugu'nun kuruluşu şöyle açıklanmaktadır: ... Osmanlı Devleti bir aşiretin önayak olması ile teşekkül etti­ ği için ilk zamanlarda yabancı harsların tesirinden nispeten 118



uzak kalmıştı. Biraz sonra Balkan yarımadası zaptedildi; muh­ telif unsurlarla ve bilhassa Bizanslılarla münasebet arttı; is­ tanbul payitaht oldu. Bu suretle devletin esasım kuran Türk dehası canlılığını muhafaza etmekle beraber, on beşinci asrın başlarından itibaren daha ziyade hissedilmek üzere, Bizans harsının tesirleri de görülmeye başladı. Bu esnada Selçuklu devletinin mirası yani bütün Anadolu Osmanlıların eline geç­ mişti. Onaltmcı asrın İlk zamanlarından itibaren şark ve ce­ nup fütuhatına ehemmiyet verilince tabii Selçuklular vasıta­ sıyla daha evvel de Anadolu Türklerine tesir etmiş olan Iran ve Arap harslarının izleri tazelendi... ( s. 468) Aralarında (aşiret hayatı yaşayan Selçuklu Türkleri) en kuvvetli rabıta ayni menşee mensubiyet ve daha doğrusu kan rabıtası idi... Bu suretle Türkler de, İslâm ve Hıristiyan dinle­ rinin tesiri ile ırk rabıtasının ehemmiyetini kaybettiği bir dev­ re yani ortazamanlara intikal etmeye başladılar... (s. 470) Yazarlar ayrıca aşiret özelliklerine sahip olan bazı topluluk­ ların Osmanlı İmparatorlugu'nu kurduklarını vurguluyorlar. Bu son bölümün giriş kısmında 19. yüzyıl reform hareketleri­ ne dikkat çekerek, "homojen bir t o p l u m yaratarak çağdaş dev­ leti k u r m a k " olarak tanımladıkları Batılılaşmanın gerekliliği­ n i belirtiyorlar. 22



2. Türk Tarihinin Ana Hatları



(T.T.A)



Türk Tarihinin Anahatlan (605 sayfa) 1929'da Mustafa Ke­ mal'in emriyle bazı tarih notları oluşturan, 1930'da Türk Oca­ ğı içinde kurulan Türk Tarih Heyeti içinde çalışmalarını sür­ düren ve 1931'de Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti'nde de yer 22



22



A.e.,s. 475.



23



Türk Tarihinin Ana Hatları, (istanbul, 1930), Yazarları: Afet (inan), Mehmed Tevfik (Bıyıkoglu), Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri ve T ü r k Tarihini Tetkik Cemiyeti Başkanı; Samih Rıfat, (Çanakkale mebusu); A k ç u r a o g l u Yusuf, (is­ tanbul mebusu) ve H u k u k Fakültesinde Profesör, Ankara; Dr. Reşit Galip, Me­ bus ve Cemiyetin Genel Sekreteri; Hasan Cemil ( Ç a m b e l ) , (Bolu mebusu); Sadri Maksudi (Arsal), Mebus; Şemseddin ( G ü n a l t a y ) , (Sivas mebusu); Yusuf Ziya, Hukuk Fakültesi'nde Profesör, İstanbul. 119



alacak olan seçilmiş üyeler tarafından kaleme alınmıştır. Ya­ zarlardan sadece parti üyesi olan Afet (inan) Hanım ile ancak i k i yıl sonra Meclis'e girecek olan Yusuf Ziya Bey dışında hepsi Meclis üyeleridir. Mustafa K e m a l cemiyetin bazı üyelerinden çok kısa bir süre içinde bir Türkiye tarihi yazmalarını istemiş­ tir. Kitap gerçekten de kısa bir süre içinde yazılmış ancak so­ nuç geniş bir onay görmemiştir. Uzunçarşılı olayı şöyle anlatıyor: "Ankara Türk Ocağı olan şimdiki Halkevinde yapılan toplantıda... işin ehemmiyet ve şü­ mulünü kavrayanlar (tarihçiler) boyacı küpüne daldırıp çıkar­ ma kabilinden acele bir Türk tarihinin yazılamayacağını ileri sürdülerse de sözlerine ehemmiyet verilmedi cesaret edilip vazi­ fe alanlar tarafından miktarı pek mahdut olarak 1930'da bir cilt neşredilmişti". " İsmail Hakkı Uzunçarşılı Türfi Tarihinin Ana¬ hailan'rnn hatalarla dolu olduğunu Osmanlı Tarihi yazılırken başlıca Osmanlı kaynaklarından yararlanamadığını belirterek Yusuf Akçura'nın dahi son Osmanlı saray tarihçisi olan Abdur­ rahman Şerefin yaptığı hataları tekrarladığına işaret etmektedir. Kitap orta dereceli okullarda kullanılmak amacıyla yazılmış­ tı, fakat başarısız olmuş ve b u girişime önayak olan Mustafa Kemal tarafından da onaylanmamıştı. Sadece 100 kopya bası­ larak tarihçilerin eleştirisine sunulan b u kitap şu bölümlerden oluşmaktadır: 2



1. Beşer Tarihine Methal -34 sayfa2. Türk Tarihine Methal -22 sayfa3. Çin - 54 sayfa4. Hint - 33 sayfa5. Kaide, Elam, Akat -25 sayfa6. Mısır -32 sayfa7. Anadolu -32 sayfa8. Ege havzası -50 sayfa9. Eski İtalya ve Etrüsk -14 sayfa10. İran -60 sayfa24



ismail Hakkı U z u n ç a r ş ı l ı . " T ü r k Tarihi Yazılırken", Belleten, Cilt 111. E 3, 1939,



120



s.



11. Orta Asya -205 sayfaa. Orta Asya'da Türk Medeniyeti Tarihine Umumi bir nazar. b. M.E. 111. asırdan sonra Orta Asya'da kurulan ve oradan yayılan Türk devletleri. Tarih ye tarih öncesi dönemlerde Türk ırkının olağanüstü yayılması esas odak noktası olarak seçen T T A eğitim amacıy­ la Türk Tarih Tezi yazılmasına ilişkin i l k girişimdi. Bu kitapta Osmanlı tarihine ayrılan sayfa adedi 11. bölümün b. kısmında olmak üzere 50 sayfadır. 200 sayfa Türk devletlerine ve uygar­ lıklarına ayrılmış, 100 sayfa da diğer uygarlıkların Türk kö­ kenlerine ayrılmıştır, k i bunlar esas itibariyle A n a d o l u toprak­ larında yaşamış uygarlıklardır. G e r i kalan kısımlarında esas olarak Çin, H i n t , Iran ve Mısır medeniyetlerinin işlendiğini görüyoruz. Bu kitapta Ortaçağ ve Yeniçağ Avrupa medeniyeti hiç yer almamaktadır Kitabın sonunda 125 kitaplık bir kaynakça vardır ve hepsi i k i n c i l kaynaklardır. Bu kitapların 12'si Rusça, l l ' i ingilizce, l l ' i Almanca ve geri kalan 81'i Fransızca'dır. Bu kitapların ne­ rede ve ne zaman basıldıkları hiç belirtilmemektedir. Kitap o kadar kısa bir sürede kaleme alınmıştır k i bazı en temel yanla­ rı taslak olarak kalmıştır. Kaynakçada hemen göze çarpan ve hatırlanan yazarlar Leon C a h u n , Louis Joseph Delaporle, Er¬ nest Renan, Eugene Pittard, Ellsworth H u n t i n g t o n , A r m i n i u s Vambery ve W i l h e l m Barthold'dur. Kaynakçada bir tek birinci elden kaynak bulunmaktadır. O da, o n u n c u yüzyıl Arap tarih­ çisi îbn N e d i m ' i n i l k kez Almanlar tarafından basılmış olan Kiiab-ül Fihrist adlı eseridir. Esas d i k k a t çekici o l a n ise b u kaynakçada 19. yüzyıl ya da daha öncesine ait bir tek Osmanlı ve Türk tarihçinin, dilcisinin ya da edebiyatçısının bulunma­ yışıdır. Kitabın içinde de bu türden bir bilgi içeren dipnot yok­ tur. Bundan bir önce ele aldığımız ve 1924-29 yılları arasında ders kitabı olarak kullanılmış olan Türkiye Tarihi adlı kitaptan b u açılardan çok farklıdır. Türk Tarihinin Anahatları neden yazılmıştı? Giriş bölümün­ de yazarlar bu hedefi şöyle anlatmaktadırlar:



349. 121



Bu kitap muayyen bir maksat gözetilerek yazılmıştır. Şimdiye kadar memleketimizde neşrolunan tarih kitaplarından çoğun­ da ve onlara mehaz olan Fransızca tarih kitaplarında Türkle­ r i n dünya tarihindeki rolleri şuurlu veya şuursuz olarak kü­ çülttürülmüş tür. Türklerin, ecdat hakkında böyle yanlış ma­ lûmat alması, Türklüğün kendini tanımasında, benliğini i n k i ­ şaf ettirmesinde zararlı olmuştur. B u kitapla istihdaf olunan asıl gaye, bugün bütün dünyada tabii m e v k i n i istirdat eden ve şuurla yaşayan milletimiz için zararlı olan bu hataların tashi­ hine çalışmaktır, aynı zamanda b u , son büyük hadiselerle r u ­ h u n d a benlik ve birlik duygusu uyanan Türk milleti için bir tarih yazmak ihtiyacı önünde atılmış i l k adımdır. B u n u n l a , m i l l e t i m i z i n yaratıcı k a b i l i y e t i n i n derinliklerine giden y o l u açmak, Türk deha ve seciyesinin esrarını meydana çıkarmak, Türkün hususiyet ve kuvvetini kendine göstermek, ve m i l l i inkişafımızın derin ırkî köklere bağlı olduğunu anlatmak isti­ yoruz: B u tecrübe ile muhtaç olduğumuz o büyük m i l l i tarihi yazdığımızı iddia etmiyoruz, yalnız bu hususta çalışacaklara u m u m i bir istikamet ve hedef gösteriyoruz. İkinci bir maksadımız da kainatın teşekkülüne, beşerin z u ­ huruna ve beşer hayatının tarihi devirlerden evvelki mazisine dair, yakın zamanlara kadar itibarda b u l u n a n yanlış telakkile­ r i n önüne geçmektir. Yahudilerin mukaddes saydıkları efsa­ nelerden çıkan bu telakkiler menbaların tenkidi ile, ve son zamanların i l m i keşifleri ile artık tamamen kıymetini kaybet­ miştir. Tenkidi tarihe ve tabii ilimlere dayanılarak k u r u l a n fa­ raziyeler elbette Sifrittekvin'in (Sefer-i Tekvin) haberlerinden daha ilmidir. İşte b u n u n içindir k i , kitabımızda beşerin tarihi­ ne girmeden önce kainat, dünya ve insan hakkında zamanı­ mızın ilme müstenik nazariyelerini nakil ve izah ettik; ve b u ­ n u yaparken, batıl fikirlerden sıyrılarak, tarihi şeniyeti kavra­ maya çalıştık... Ö n s ö z d e ayrıca kaynakların, s o n zamanlarda derlenmiş k i ­ taplardan oluştuğu; bunların çoğunlukla Fransız kitapları o l ­ d u ğ u ; ç ü n k ü , b u k o n u d a g e n e l l i k l e p e ş i n h ü k ü m l e r i n ve ya-



122



nılgıîarm bulunduğu kitaplara rastlandığı g i b i , düzeltmeleri içeren ve doğru görüşleri savunan kitapların da Fransızca ya­ zılmış olduğu belirtilmektedir. Sonuç olarak yazarlar bir kez daha b u kitabın Türkler için onların onürunu güçlendirmek amacıyla peşin hükümlerden kurtulmaları için yazıldığını vur­ gulamaktadır. Bu nedenle kapsamlı ve nihaî araştırmalar şim­ d i l i k bir kenara bırakılarak, başlangıç aşamasındaki fikirler kaleme alınmış ve kitap oluşturulmuştur. Türk devletleri ve medeniyetleri ile ilgili bölüm şu iddialı cümle ile başlamaktadır: Bütün dünyaya medeniyet neşretmiş olan Türkler asıl vatan­ ları olan Orta Asya'da muhtelif devirlerde yüksek medeniyet­ ler tesis etmişlerdir. Fakat Orta Asya'da Türk medeniyeti nor­ mal bir surette, fasılasız İnkişaf edememiştir. Bunun sebeple­ rini anlamak için Orta Asya'nın iklimi ahvalini göz önünde tutmak gerekir. Türklerin siyasî iktidardaki güçleri ise Osmanlı imparatorlu­ ğ u n u n kuruluşu bölümünün giriş cümleleriyle verilmektedir: Türkler karışıklığı sevmezler; bulundukları yerlerde, intizam ve asayiş temin etmek isterler... Abbasiler zamanında İslâm alemi, fikri, dini, içtimai ve siyasî nizalarla çalkanmakta idi. Araplar ve Acemler bu bitmez tükenmez nizalardan pek zevk alıyorlardı... Hasılı Arap ve Acemlerin devlet tanzim ve idare­ sindeki iktidarsızlıkları, islâm devletini, X. asırda (yani bu devletin kuruluşundan iki-üç asır sonra) Türklerin hücum ve idaresi akma sokmuşlardır (s. 547-548). Bu kitap ile Türkiye Tarihi arasındaki başlıca fark, i k i n c i s i n ­ de Türklerin devlet kurmadaki ırksal yeteneklerine ağırlık ve­ rilmiş olmasıdır. Genel anlatımdan çıkan sonuç Osmanlı i m ­ parator! ugu'nun gücünü Türklükten aldığı biçimindedir. A n ­ cak 18. ve 19. yüzyıllarda imparatorluk parçalanmaya başladı­ ğında b u olumsuz durumdan esas sorumlu görülen güç Türk­ lük değil Osmanlılıktır. Bu yaklaşıma göre, bölünmeler sonun­ da Türklerin geride kalan güçlü ırksal dayanışma sayesinde 123



ayakta kalabildikleri öne sürülür. B u varsayım şöyle açıklan­ maktadır: Bununla beraber Türklüğün cismani, fikri ve ruhi kuvvet ve kudreti dağılan imparatorluğun asıl Türk kısmını kurtarmaya kifayet etti: Yeni Türk devleti, işte bu kudretin yarattığı bir varlıktır... 50-60 asırdan beri medeniyetçilik ve devletçilikteki kudre­ tini izhar ve irâe eden Türk milletinin... (s. 604-605)



Kitabın sadece son sayfası 1923'de k u r u l a n Türkiye C u m huriyeti'ne ayrılmıştır. Aslında C u m h u r i y e t kurulalı, i l k ana­ yasa kabul edileli (1924) neredeyse yedi yıl geçmişti; ayrıca, son 5 yılda çok önemli reformlar yapılmıştı. Buna karşılık bü­ tün gelişmeler dışarıda kalmış, tek bir sayfaya sıkışmış d u r u m ­ dadır. B u da yazarların b u ulusal misyonu, Türk tarihini yaz­ ma m i s y o n u n u yerine getirmek için ne denli bir acele içinde olduklarının açık bir kanıtıdır. Türkiye C u m h u r i y e t i kısmının 600 sayfalık kitapta tek sayfaya oturtulması, ulusal kökleri ta­ r i h öncesinde ve çok eskilerde arama arzusu ve dürtüsünün ne denli güçlü olduğunu açıkça göstermektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Mustafa K e m a l ve bazı ta­ rihçiler b u kitabı pek beğenmemişlerdi. G e n e l eğilim daha fazla araştırma yapılması yönündeydi, çünkü bazı v a h i m ha­ taların yanısıra birçok e k s i k l i k l e r de v a r d ı . Fakat kitabın teorik yaklaşımı ve yöntemi genel bir onaya sahip olduğun­ dan ve daha geniş kitlelere duyurulmasının gerekliliğine ina­ nıldığından bir sonraki yıl (1931) T T A , 90 sayfalık bir giriş makalesi biçimine getirilerek Devlet Matbaası tarafından 30 000 adet bastırıldı ve b u okullara yardımcı ders kitabı olarak gönderildi. B u kitabın adı Türk Tarihinin Anahatları-Medhal Kısmı i d i . B u kitap baştan sona bir basitleştirmenin yanısıra bir önceki T T A d a n bazı belirgin farklara sahipti: Medhal Kıs­ mı tarih öncesi ve eskiçaglardaki genel dünya tarihini dışarı25



26



da bırakıyor ve böylelikle diğer uygarlıkların Türklük üze­ r i n d e k i e t k i l e r i n i gözardı etmiş o l u y o r d u . B u 9 0 sayfalık Medhal Kısmı eski Türkleri, eski Türklerin kökenlerini, ana­ vatanlarını ve göçleri ele almaktadır. B i r - i k i sayfada eski me­ deniyetler ele alınmıştır. Osmanlı siyasi varlığı ise kitapta hiç yoktur. B u büyük Türk tarihi yazma projesi T T A ' n m başarısızlığın­ dan sonra bir kenara i t i l m e d i , bundan sonra daha önce adı geçen tarihçiler ve diğerleri kendi uzmanlık alanlarında yaz­ maya başladılar. Böylece büyük bir Türk tarihi yazma hedefi için 168 adet ön makale kaleme alındı. B u makalelerin bazı­ ları 1930Tarm sonunda ve 1940'Iarm başında kitap olarak ya­ yınlandı. Diğerleri ise taslak olarak kaldı. Genelde proje çok başarılı görülmedi. Bazı yazarlar. Mustafa Kemal'in arzu ettiği şekilde bir Türk tarihinin yazılması sağlanamadı diyorlardı. H a l b u k i b u tarihçiler arasında bazıları en az y i r m i yılını tarih çalışmalarına adamış uzman kişilerdi. Belki de en çok ihtiyaç­ ları olan bilimsel ve demokratik bir ortamdı, sürekli fikir alış­ verişi ve özerk araştırma fonları bu tür çalışmaları daha başa­ rılı kılabilirdi. Her şeyden önce esas denetimin ve önderliğin özellikle tarihçiler tarafından gerçekleştirilmesi, siyasî onayın sonradan alınması gerekiyordu. Oysa hep tersi o l d u . Siyaset­ çiler tarafından yönlendirme ve denetim ve sonunda tarihçi­ lerin kısmî onayı. 27



28



işte b u nedenlerle projenin şu üç ana nedenden dolayı başa­ rılı olamadığını öne sürebiliriz: 1. D e v r i m c i ve aceleci bir at­ mosfer, 2. Birinci elden kaynakların çok az hatta yok denecek kadar az olması, çok olduğu konularda da pek kullanılmamış olması, 3 . Projenin kavramsal bütününün daha kapsamlı bir açıklama gerektirmesi, tarih öncesine aşın ağırlık verilmesi ve tarihsel bir süreklilik içinde günümüze getirilememesi.



27 25 A.e. 26 Türk Tarihinin Ana Hatlarına Medhal, (İstanbul, 1931). 124



Prof. Dr. Semavi Eyice, "Türk Tarihinin Ana Hatları", Belleten, Cilt XXXII, No. 128, Ekim 1968, s. 522, Prof. Eyice makalesinde yapılan tüm bu araştırmala­ rın ve yazarlarının listesini vermektedir.



28 A.e., s. 518. Aktaran Taner Timur, Türk Devrimi (Ankara, 1968), s. 154-6. 125



3. Tarih (T) (Dört Cilt) Ortamektep için Tarih (O T) (Üç Cilt) 29



Liseler için hazırlanan i l k resmî tarih ders kitapları 4 cilt ha­ l i n d e 1932 yılında yayınlandı. B u kitabın ana esin kaynağı 1929-30 yıllarında yazılmış olan daha önce incelediğimiz Türfî Tarihinin Anahatları adlı çalışma idi. Cumhuriyet k u r u l d u k t a n sonra hazırlanan b u dört ciltlik i l k resmî tarih kitabı hemen ertesi yıl basitleştirilerek orta okullar için üç cilt haline getiril­ d i . (Ortamektep için Tarih) ve i l k cildi 1933'de yayınlandı. B u kitaplar Türkleri bir "ırk" olarak yücelttiler ve büyük bir uy­ garlık kurmuş olduklarım vurguladılar ve diğer büyük uygar­ lıklar üzerindeki etkilerinin altını çizdiler. Türklerin, Osmanlı İmparatorluğumdan çok daha önce varolduklarını tekrar tek­ rar belirttiler. Dört ciltlik lise tarih kitabının (T) b i r i n c i cildi tarih öncesi­ n i ve i l k çağları ele almıştır ve T T A'ya çok benzemektedir. Şemseddin Günaltay tarafından yazılan ve 1939'da basılan b i ­ rinci c i l d i n içeriği orta okullar için Türk Tarih K u r u m u tara­ fından 1933'de yazılan birinci cilt ile hemen hemen aynıdır: 30



1. Giriş - Tarih (2 s.) 2. Prehistorik Çağın Devirleri (13 s.) 3. Anayurtta en eski Devletler (3 s.) 4. Anayurttta Büyük Hun İmparatorluğu (7 s.) 5. İlk Devirler Medeniyeti (Î5 s.) 6. İskit İmparatorluğu (6 s.) 7. Çin (13 s.) 8. Hint (12 s.) 9. Elam ve Mezopotamya (32 s.) 10. Mısır (35 s.) 29 Tarifi i i , Ortazamanlar (8 renkli resim, 46 harita ve 113 fotoğraf, 450 sayfa), (İstanbul, 1931). Tarih Hİ. Yeni ve Yakın Zamanlarda Osmanlı-Türk Tarihi (6 renkli resim, 10 harita, 136 fotoğraf, 275 sayfa), (İstanbul, 1931). Tarih IV. Türhiye Cumhuriyeti, (5 renkli resim, 8 harita, 162 fotoğraf, 500 sayfa), (istan­ bul, 1931). 30 Şemseddin Günaltay, Tarifi l, (Ankara, 1939). 126



11. Anadolu (36 s.) 12. Suriye ve Filistin (22 s.) 13. Iran (20 s.) 14. Ege Havzası (64 s.) •• 15. Roma (68 s.) Şemseddin Günaltay b u i l k ciltte Türklerin devlet k u r m a yeteneğinin doğuştan varolan bir özellik olduğunu ileri sür­ mektedir. Günaltay bu savını beşinci bölümün E s k i Türklerde Devlet adlı bir alt bölümünde şöyle dile getirmektedir: İçtimai hayat itibariyle iki zümreye ayrılmış olduklarını gör­ düğümüz anayurt Türklerinden yaylada yaşayanlar içinde va­ kit vakit zuhur eden kudretli şahsiyetler, Öteden beri; yakın boy ve illeri de hakimiyetleri altına aldıktan sonra kolayca ci­ var vaha ve vadilerdeki siteleri de istila ederek küçük veya büyük birer devlet kuruyorlardı. Tarihin karanlık devirlerin­ den beri devam edip gelen bu hal Türklerde devletçiliği fıtri bir kabiliyet haline koymuştu. Bundan dolayıdır k i , Türkleri tarih sahnesine girdikleri zaman muntazam devletler kurmuş halde buluyoruz (s. 29). Ortamektep için Tarih'in b i r i n c i c i l d i n i n girişinde, beşerî tarihin incelenmesi insan topluluklarını ayırdedebilmek için ırk ve d i l özelliklerinin incelenmesi ile eşdeğer olarak görülü­ yordu, irk aynı kandan gelen ve fizik yapıları benzer kişiler olarak tanımlanıyor, Gobineau'nun renklere göre yaptığı sınıf­ landırma Eugene Pittard'm kafataslarma göre yaptığı sınıflan­ dırma ile destekleniyor; dillerin sınıflandırılmasında ise Türk­ çe, dünyadaki tüm diller arasındaki b i r i n c i ve en önemli d i l olarak görülüyordu. Giriş bölümü k o n u y a Türk ırkı ve d i l i n i n önemini vurgulayarak başlıyordu. i k i n c i bölümün i l k cümlesi de şöyle i d i : 31



Tarihin en büyük cereyanlarını yaratmış olan Türk ırkı, benli­ ğini en çok korumuş olan bir ırktır. Bununla beraber gerek 31 Oriamefıtep İçin Tarih I, ü ç ü n c ü baskı, (istanbul, 1936), s. 7. 127



tarih zamanlarında gerek tarihten evvelki zamanlarda yayıldı­ ğı geniş ülkelerde ve sınırlarında yaşayan komşu ırklarla da karışmıştır. Yalnız bu karışmanın ekserisinde Türk ırkının va­ sıfları olduğu gibi kaldığından Türk ırkı kendi hususiyetini kaybetmemiştir (s. 20). ... Tarihte her vakit göze çarpan bir birlik gösteren Türk ır­ kı, daima üstün kalan bariz uzvi vasıflarıyla müşterek dilleriy­ le ve bu dille nakledilmiş kültürleriyle, müşterek tarihi hatıralarıyla bugün olduğu gibi dün de Millet (Budun) denecek büyük bir insan topluluğudur (s. 20-21). . Bu girişten sonra b ö l ü m , T ü r k l e r i n anayurdu ve Orta A s ­ ya'dan b ü t ü n d ü n y a y a göçleri üzerinde durmaktadır. Yine aynı b ö l ü m d e Türklerin tarih boyunca 20 devlet k u r m u ş oldukları yazılmaktadır. Son iki devlet, O s m a n l ı İ m p a r a t o r l u ğ u İle T ü r ­ kiye Cumhuriyeti; diğer 18'i ise Asya, Anadolu ve Avrupa'ya yayılmış çeşitli devletlerdir. Daha ö n c e yazılmış tarih kitapları ve özellikle T T A ile kar­ şılaştırıldığında bu ciltlerde devlet olgusu üzerinde daha kuv­ vetle durulmaktadır. G e r ç e k t e n de T T A'da 12 olan T ü r k dev­ letleri sayısı Tarih ciltlerinde 20'ye ulaşmıştır ( O T s. 30-31). Projenin aksaklıklarını gösteren bir kavramsal kargaşa burada da göze çarpmaktadır. Türklerin devlet kurma yetenekleriyle



... M.E. 2800 tarihlerinde buraya (Lübnan Dağları) şarktan Ortaasyalı insanlar gelerek yerleşmişler ve Fenikeliler adını almışlardır, ilk Fenike medeniyetini kuran bunlardır. Eski mezarlarda yapılan araştırmalarda çıkarılan brakisefal kafatasları bu ilk Fenikelilerin Türk ırkından olduklarını göstermek­ tedir. Bunlar sonraları yakın komşu oldukları Sami kavimlerle karışarak yavaş yavaş Şamil eş m işi erdir (s. 134). Bu birinci ciltte tarihin tanımı şöyle yapılmaktadır. "Tarih insan cemiyetlerinin, zaman ve m e k â n gösterilerek ve sahih olarak, hayatını, harsını tetkik ve nakleden bir bilgidir" (s. 7). Tarihin ana kaynakları da coğrafya ve kronoloji olarak belirtil­ mektedir. Oysa Hititler ve Fenikeliler k o n u l a r ı n d a zaman ve m e k â n belirsiz olduğu gibi, T ü r k l ü k l e bağlantı k u r u l d u ğ u n d a , hem coğrafya hem de kronoloji tam bir belirsizliğe s a p l a n m ı ş ­ tır. 1929 yılında bir dergide tarih eğitimi üzerine yazan Ahmet Hikmet



32



doğa bilimlerinin tarih çalışmaları üzerindeki ö n e ­



mine işaret ederek, ilkokul ç o c u k l a r ı n ı n tarihi zaman ve me­ kân olarak kavrayabilmesi için mutlaka d o ğ a bilimlerinden ya­ rarlanması gerektiğini savunuyordu. Doğa bilimlerine duyulan b ü y ü k hayranlık da s ö z ü n ü ettiğimiz belirsizliği arttırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Şemseddin Günaltay'ın Tarifi Fi ile OrLamektep için Tarih 1



aynı derecede vurgulanan başka bir konu da coğrafî yayılmala­



Ç i n , Hint, Mısır, Yunan h a n e d a n l a r ı n ı ve i m p a r a t o r l u k l a r ı n ı



rının inanılmaz derecede geniş t u t u l m u ş olmasıdır.



da ele alıyor ve b u hanedanlıklarda veya imparatorluklarda sık



Anayurtttan g ö ç l e r i n milattan evvel 20 000 y ı l m a kadar uzatıldığı söylendikten sonra, Türklerin, 7000'de G ü n e y Çin'e uzandıklarını, 5000-6000 yıllarında Ç i n - K a n s u yörelerine yer­ leştikleri, yazılmaktadır. Tarihî çağlardaki bazı krallıklar ise ya T ü r k l e r ya da T ü r k kökenli topluluklar olarak g e ç m e k t e d i r : Tarihin ilk devirlerinde Küçükasya'da oturan halk Hitit veya buna benzer adlarla tanınmış olan Hata Türkleridir. (O T s. 112)... Etiler Küçükasya'yı kaplayan bir imparatorluk kur­ muşlardı. Bu devleti teşkil eden Türkler, kendi Etilerinin ida­ resi altında ayrı ayrı krallıklar, prenslikler halinde bulunuyor­ lardı (s. 119). 128



sık dağınıklıkların olduğunu, b u insanların hiçbir zaman da­ yanışma göstermediklerini yazıyorlar. Ö r n e ğ i n , Hintlilerin or­ tak bir dilleri bile olmadığını, gerçek bir birliğe ve ortak bir ta­ rihe sahip bulunmadıklarını; Çinlilerin de ırksal bir dayanış­ maya ve ortak bir dile sahip olmadıkları belirtilmektedir. Ayrı­ ca Çinlilere uygarlığı götürenlerin de T ü r k l e r o l d u ğ u ö n e s ü ­ r ü l m e k l e d i r (O T s. 40). Ortamektep



için Tdrih'in ü ç cildinden ç ı k a n genel a n l a y ı ş



ş u d u r : O s m a n l ı ve Cumhuriyet devletlerini de i ç e r e n T ü r k 32 A h m e t H i k m e t , "Yeni M e k t e p l e r d e Tedris U s u l l e r i 10 - T a r i h T e d r i s a t ı " , Fikir­ ler, C i l t 2, ( i z m i r , 1 9 2 9 ) . 129



devletçiliğinin zaferi, kuvvetli bir ırkın, kuvvetli bir dilin ve



5. Beşinci Asırda Avrupa (6 s.)



ç o k ç o k eskilere dayanan devlet k u r m a g e l e n e ğ i n e dayan­



6. Avar İmparatorluğu (1 s.)



maktadır. Irki özellikler diğer imparatorluktan ve hanedanla­



7. Altıncı Asırda Şarki Roma İmparatorluğu (6 s.)



rı, yani Çinlileri, Mısırlıları, Hintlileri, İranlıları ve Yunanlıları



8. Asya'da Türk (Tukyu) İmparatorluğu (7 s.)



geride bırakmaktadır. T ü r k devletçiliğinden ne anlaşıldığı b u



9. Türkeş Devleti (2 s.)



kitaplarda açık bir şekilde g ö r ü l m e m e k t e d i r . Eski ş e h i r devle­



10. Karluk Devleti (2 s.)



ti a n l a ş ı l m a y a c a ğ ı n a g ö r e , tarih ö n c e s i ve tarihin ilk çağla­



11. Uygur Devleti (3 s.)



rında m o d e r n devlet teorisi de varolmadığına göre, devlet an­



12. Garbi Asya ve Şarki Avrupa Türk Devletleri (13 s.)



layışı hayli muğlaktır. Bu devlet tarih ö n c e s i ve tarihi çağlar­



Hazar Devleti, Bulgar Devleti, Macarlar, Peçenekler, Oğuz­



daki siyaset teorisi k a v r a m l a r ı n d a n herhangi biriyle a ç ı k l a n a ­ maz. Devlet ırk ve d i l d a y a n ı ş m a s ı y l a kurulan bir k ü l t ü r e l otorite olarak a l g ı l a n m a k t a d ı r . B u d a y a n ı ş m a n ı n siyasa! ve idari sınırları belirsizdir. Gerçekten de O TYıin ilk iki cildi T ü r k ırkının başarılarını birçok devlet k u r m u ş olmakla tanımlamaktadır. B u devletler­ den bazıları sadece bir iki sayfada ele alınmıştır. B u kadar kısa geçilen "devlet'Ter, yani bazı ortak özellikler taşıyan topluluk­ lar hakkında fazla bir bilgi olmadığı açıktır; fakat, yazarlar b u kitapları m ü m k ü n olduğu kadar fazla Türk "devlet"i g ö s t e r m e d ü r t ü s ü y l e y a z d ı k l a r ı n d a n , birbirlerini tamamlamayan bilgi kırıntılarını kitaba almak eğilimi göstermişlerdir. Türklerin ne kadar g ü ç l ü ve uygar olduklarını g ö s t e r m e k için giriştikleri b u çaba aslında yeni kuşaklarda kuvvetli bir etki bırakmamıştır. Fakat alıntılarda da g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, m a n t ı k hataları, c ü m l e ­ lerin birbirlerini fikir b ü t ü n l ü ğ ü içinde izleyememesi, gençler ü z e r i n d e olumsuz bir etki bırakmıştır. Ç ü n k ü , çeşitli insan toplulukları arasında tarihî bağlantılar kurulmamıştır. Değişik kültürlerin birbirleri üzerindeki etkileri zaman k a v r a m ı vur­ gulanarak verilmemiştir. T ü m medeniyetlerde - Türklerinki de dahil- zamanlar üstü "fıtrî" bir özellik vardır.



lar, Ku manlar. 13. Beşinci Asırdan sonra Avrupaya Şarktan gelen yeni isti­ lalar (3 s.) 14. İslâm Tarihi (105 s.) 15. İlk Müslüman Türk Devletleri (10 s.) 16. Karolenj İmparatorluğu (6 s.) 17. Normanlar (1 s.) 18. Kape Sülalesi (1 s.) 19. Alaman Dükalıkları ve Mukaddes Roma-German İmpa­ ratorluğunun Kuruluşu (1 s.) 20. Papalarla İmparatorlar Mücadelesi (4 s.) 21. Onbirinci ve Onikinci Asırlarda Hıristiyan Derebeylik­ leri (Feodalite) (2 s.) 22. Büyük Selçuk İmparatorluğu (10 s.) 23. Haçlılar Seferleri (6 s.) 24. Karahata Devleti (1130-1218) (4 s.) 25. Harzemşahlar Devleti (1077-1231) (5 s.) 26. Türk Moğol imparatorluğu (9 s.) 27. Mısır Suriye Türk Devletleri (10 s.) 28. Ortazamanda Anadolu Türk Devletleri (29 s.) 29. Ortazamanda Hint Alemi (5 s.)



Tarih 11. Ciltte (lise) bölümler şöyledir:



30. Müslüman Türkler idaresinde Hint (7 s.)



1. Eskizamandan Ortazamana Girerken (20 s.)



31. Timur (32 s.) 32. Hindistan'da Babür İmparatorluğu (10 s.)



2. Alanlar ve Avrupa'yı istilaları (3 s.) 3. Avrupa'da Türk Hun İmparatorluğu (6 s.) 4. Asya'da Akhunlar Devleıi (2 s.) 130



T ü r k İ m p a r a t o r l u ğ u (Tukyu) üzerine yazılan sekizinci b ö ­ l ü m , T ü r k l ü ğ ü n tarihte i l k kez ismiyle b e l g e l e n d i ğ i a l t ı n c ı 131



yüzyılı kapsadığından çok önemli bir bölümdür. B u gerçek k i ­ tapta şöyle belgelenmektedir: Çinliler bu yeni hükümeti Tukyu Devleti adıyla anıyorlardı. Bu ad Türk kelimesinin Çinceleşmemiş şeklinden başka bir şey değildir. Demek k i , o zamana kadar tarih sahnesinde tür­ lü türlü adlarla görünmüş olan Türkler, VI. asırda asıl kendi adlarıyla meydana çıkmışlardır, (s. 46) Bu alıntıdan hiçbir şey anlaşılamamaktadır, daha önce isim­ leri b i l i n m e y e n bu insan topluluklarının Türkler olduğuna k i m hükmetmişti. Ya da daha önce Türklerin varlığı bilimsel olarak kanıtlanabildi ise, Çinlilerin isim takmasının bir kanıt olarak ne anlamı vardı? Alıntıdaki "demek k i " sözcüğü i k i cümle arasında hiçbir bağlantı yaratamamıştır. Gerçeklerin ne olduğu konusunda kuşku yaratmak bir yana, söz k o n u s u bel­ gelerin dahi ciddiye alınamayacağı bir üslupla yazılmıştır. Öte yandan Tarifı'in I, II, ve IV ciltleri aşağı yukarı 400'er sayfa iken III. cilt yani Osmanlı tarihi 200 sayfadan aza sığdırılmıştır; içindekiler bölümü de 1924 yılında yazılmış olan Türkiye Tarihi adlı kitaba oldukça benzemektedir. Farklı olan yanı, Türkiye Tarikinde Osmanlı hakimiyeti süresince A v r u p a d a k i gelişmelere çok daha fazla yer verilmiş olmasıydı. D o ­ ğal olarak yeni kitapta Batılıların kullandığı "Avrupa'nın hasta adamı" terimi de kullanılıyordu. Osmanlı İmparatorluğu n u n deneyi zaman zaman Türklükle bağlantısı olmayan yabancı bir imparatorluk imiş gibi geçebiliyordu. Orada büyük bir çe­ lişki vardı, çünkü tarih çalışmaları koskoca Osmanlı impara­ torluğumun bir kabile veya aşiret tarafından kurulmuş olama­ yacağı varsayımından başlamış ve b u n u n a k s i n i kanıtlamak için yaygınlaştırılmıştı. Eğer Osmanlı imparatorluğu tarihi akı yüzyıl süren rastlantısal olaylarla ve hatalarla d o l u bir tarih olarak ele ahnacaksa, o zaman, büyüklüğü neye dayanıyordu? Türk Tarihinin Anahatian nda milattan evvel 20 000 yılma ka­ dar varan "bilgiler" milattan sonra 13. yüzyıl gibi yakın bir ta­ rihte karanlıklara gömülebilmiş ve Osmanlı İmparatorlu­ ğ u n u n kuruluşu bazı belirsiz ifadelerle şöyle anlatılmıştır: 132



Osmanlı Devletini tesis eden ve sonradan Osmanlı namını alan Türklerin nereden ve ne zaman Anadolu'ya geldikleri he­ nüz ilmi bir surette tespit edilmiş değildir. Bu Türk aşiretinin de bütün Türkler gibi Orta Asya'dan İran yoluyla garba ilerle­ yerek aşiret reisi Ertuğrul beyin emri altında Anadolu'ya gelip yerleşmiş olduğu rivayet edilmektedir. Osmanlı Hükümdarla­ rının, Oğuz Hana kadar giden bir silsilenameleri varsa da bu sonradan uydurulmuş bir şeceredir. (Tarih III s. 1) Bu aşırı dikkatli ton bazı gerekli bilgilerden yoksundur; aşırı ırksal açıklamalardan kaçınılmak istenmiş fakat b u sefer de Osmanlı İmparatorluğu'nu k i m l e r i n kurduğu çok belirsiz bir biçimde ifade edilmiştir. Ayrıca, Anadolu'da Türk aşiretlerin­ den de açıkça söz edildiğini görüyoruz. B u aşiretlerin bir olası­ lıkla Orta Asya'dan göç ettikleri yazılmıştır, ancak doğrudan bir bağ kurulmamıştır. Osmanlı İmpara torluğu'nu n k u r u l u ­ şunda böyle bir bağlantıyı tereddütle dile getirirken, bir yan­ dan da Türkiye Cumhuriyeti ile Orta Asya arasında kuvvetli ve kopmaz bir bağ kurulmakta ve aşırı ırksal açıklamalar dördün­ cü ciltte yeniden boy göstermektedir. B u üçüncü ciltte anlatı­ lanlar ile Türk Tarihinin Anahatian arasında bir farklılık daha vardır k i b u da, Tarih IU'de Osmanlı vakanüvislerinin zaman zaman kaynak olarak kullanılmış olmasıdır. E n azından resmî tezi kuvve ilendireceği düşünülen yerlerde kullanılmıştır. 374 sayfadan oluşan dördüncü cilt tümüyle Türkiye C u m ­ huriyeti üzerinedir, içindekiler bölümü şöyledir: 1. KISIM TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURULUŞU 1. Türk Milletinin yeni bir devlet daha kurması (55 s.) a. Yeni bir Türk Devleü b. Büyük Harbin sonunda Avrupa Devlederinin vaziyeti c. Cihan Harbinin sonunda Osmanlı Devletinin vaziyeti d. Mustafa Kemal e. Milli Müdafaa f. Milli Müdafaa ve istanbul Hükümeti 133



g. Yeni Türk Devletinin Ankara'da Temelleşmesi 2. İstiklâl Harbi (80 s.) a. Yeni Türk Devletinin Beyneddüvel ilk Münasebetleri b. Sevr Muahedesi e. Yeni.Türk Devletinin ilk Muvaffakiyeüeri: Ermenilerin Ezilmesi ve Yunanlıların mağlubiyeti d. Yeni Türk Devletinin ilk Teşkilatı Esasiyesi e. Yeni Türk Devleti, İtilaf Devletleri ve Padişah Hükümeti f. Sakarya Zaferi ve Semereleri g. Nihai Zafer h. Yeni Türk Devletinin Kuruluşunun Tamamlanması İL KISIM İSTİKLAL HARBİNDEN SONRA İNKILAP VE ISLAHAT SAFHALARI 1. Lozan'dan Cumhuriyetin resmen ilanına kadar (8 s.) 2. Cumhuriyetin ilanı (II s.) 3. Hilafetin ilgası (7 s.) 4. Cumhuriyet Devrinde Siyasî Cereyanlar (40 s.) 5. Dini, Hukuki inkılâp ve Islahat (38 s.) 6. Maarif ve Terbiyede inkılâp ve Islahat Cereyanları (29 s.) 7- iktisadi, Mali inkılâp ve Islahat cereyanları (48 s.) 8. Sıhhat, içtimai Muavenet işlerinde yeni Çığırlar ve icraat (13 s.) 9. Türk Ordusu ve Milli Müdafaa (5 s.) Dördüncü cildin b i r i n c i kısmında Türk milletinin yeni k u ­ rulan Türkiye C u m h u r i y e t i ' n d e n önceki varlığının kesinliği savunulmakta, ancak bununla Osmanlı İmparatorluğu kastedilmemektedir. "Yeni Bir Türk Devleti" isimli i l k bölümde ta­ rih öncesi ve sonrası kurulan birçok Türk devletinin gerçek­ ten devlet özelliklerine sahip olduğu i m a edilmekte ve O s ­ manlı İmparalorlugu'nun böyle şanlı bir devletler geçmişini u z u n bir süre kesintiye uğrattığı i z l e n i m i verilmek istenmekte­ dir. Bölümün i k i n c i kısmı, aynı yıl yazılan Cumhuriyet H a l k Partisi Programı ile büyük benzerlikler barındırmaktadır. K i t a 134



b i n başlarında Avrupa'da m o d e m ulusçuluk ilkesi şöyle açık­ lanmaktadır: ... Profesör Vilson'un hukuk nazariyatına uygun umdeleri, İn­ giliz ve Fransız politikacılarının elinde pek çabuk galip devlet­ lerin siyasî menfaatlerine uyacak bir şekle dönüştürülmüştü. Milliyet prensibi yalnız mağlup devletlerin kuvvetten düşmesi için



tatbik edilerek, İngiltere, Fransa gibi müteaddit milletlere hakim oian galip imparator!uJdara asla teşmil edilmemiştir. (5 S.) Yukarıdaki alıntıda yeni Türkiye C u m h u r i y e t i m i n Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden üzüntü mü duyduğu yoksa kendisini b u imparatorlukla özdeş m i gördüğü konusunda bir kararsızlık sezilmektedir Gerçekten de ulusçuluk, çok sömür­ geleri ya da bağlı devletleri olan büyük devletler için bir güç müdür, yoksa anti-emperyalist mücadele veren halklar için bir kurtuluş ideolojisi midir? Ulusçuluk bir yandan ezilmişlikten kurtulma olarak görülürken öte yandan aşırı bir ırksal iddia yoluyla Türklerin kökleri dönemin en büyük liderlerinden b i ­ rine uzatılmaktadır: "Rusya ihtilali, siyasî sahadan pek çabuk içtimai sahaya geçti. Ruslaşmış bir Türk ailesinden gelen Le¬ n i n (asıl ismi V l a d i m i r llyiç Ulyanof) adlı bir adamın azim ve iradesiyle o ana kadar yalnız nazariyatta kalan komünizmin hayatta tamamiyle tatbikatına girişildi", (s. 6) Yer yer Türk ırkının doğurduğu aşırı bağlantılar, yer yer ulus ve ulusçuluk kavramlarının içine düştüğü kargaşa ve y i ­ ne yer yer b i r siyasi parti programı üslubunun egemenliği, bazı başka o l u m l u yanlarına rağmen, b u ders kitaplarının ta­ r i h eğitimi açısından u z u n ömürlü ve yararlı kılınmasını ön­ lemiştir. Pedagojik açıdan son derece başarısız olan b u yaklaşımların hepsinin birarada bulunduğu b u dördüncü ciltte, tümüyle tas­ fiye edilmesi gerektiği düşünülen "muhalif akımlar"a yönelik yorumlardan da bazı örnekler vermeliyiz. Söz k o n u s u muhalif parti 1924te kurulmuş ve kısa bir süre sonra kapatılmış Te­ rakkiperver Cumhuriyet Fırkasıdır: 135



Fakat Hilafetin ilgasından sonra şahsi mevki hırslarından,



nin gerekliliğini d o ğ u r m u ş ve bir tarih kongresi t o p l a n m a s ı



menfaat endişelerinden, Türk Milletinin hakiki ruhunu, yük­



yolunda karar alınmıştı.



sek anlayışını tanımamağa kadar giden sebepler altında yeni



Problemin ç ö z ü m ü kolay değildi. "Tarih tezi" ayrıntılı bir



bir muhalefet cereyanı toparlanmaya başladı... Bu fırka prog­



a r a ş t ı r m a gerektiriyordu. Fakat aynı zamanda bu iş ç o k kısa



ramının ilk müsveddesinde "Cumhuriyet" esasından hatta



zamanda yapılmak isteniyordu. Tezin hem yetişkinlere, hem



kelimesinden eser olmadığı gibi... dördüncü maddesinde



ç o c u k l a r a ve gençlere, hem uzmanlara, hem de sıradan kişile­



"Fırka liberalizm ve demokrasi esasını kabul etmiştir. Ancak



re hitap edebilmesi gerekiyordu. Böylelikle, söz konusu olan,



bu prensiplerin kuvvei müeyyidesi efkar ve ahlâkı umumiye



yeni kuşakları ve yetişkinleri, seçkinleri ve halkı, birlikte, aynı



ile vicdanı millide meknuz olduğundan tatbikatta tekamüle



anlayışla aynı kalıba sokma seferberliği idi. Tarih tezi bilimsel



riayet olunacaktır" denmektedir... İkinci müsveddede aynı



bir temel üzerine oturarak t ü m d ü n y a y a T ü r k u l u s ç u l u ğ u n u n



madde "Fırka hürrîyetperverlik (liberalizm) ve halkın haki­



niteliğini ilan etmeli, aynı zamanda da yurttaşlık eğitiminin



miyeti (demokrasi) esaslarını kabul etmiştir. Fırka prensipleri



ö z ü n ü oluşturmalıydı. Kısaca, acil, devrimci ve pedagojik bir



tatbikte tekamüle riayeti meslek ittihaz eder" (Ankara İstiklâl



değere sahip olmalıydı. T ü m bunların birarada olabilmesi ol­



Mahkemesi'nde elde edilen vesikalardan) (s. 187-189)



d u k ç a zordu. Bu nedenle acelecilik ve pragmatizm ağır bastı.



Aynı sayfalarda yazarlar bu muhalif partiyi ve genel olarak muhalefeti tutucu, gerici ve dinci çevrelerle İşbirliği yapmakla suçlamaktadırlar.



rak g ö r ü l ü y o r d u - arasında g ü ç l ü ve hızlı bir bağlantı k u r u l ­ mak istendi. Tarihe kavramsal, teorik ya da melodik bir bakış­ katıldığı bir kongre düzenlendi. A m a ç tarih tezinin tarih ders



Siyasî atmosfer ve politikacı tarihçilerin çabaları siyasî bir muhalefet b a r ı n d ı r m a y a n yeni bir u l u s ç u l u k y a r a t m a k t ı . Bu anlayışla b ü t ü n kültürel güçleri tek bir hedef altında tekelleş­ tirme ihtiyacı d u y u l m u ş t u . T ü r k i y e Cumhuriyeti'nin ilk yirmi yılında tarihin resmî ve tek-idealli bir çalışma alanı haline ge­ tirilişi d ü ş ü n c e düzeyinde muhalif bir potansiyelin de hoş g ö ­ rülmeyeceği anlamını taşıyordu. Otoriter rejimlerin kendileri­ ni haklı ç ı k a r m a k için başvurdukları birçok y ö n t e m l e r vardır. Safların, kültürel ve zihinsel düzeyde sıkılaştırılması bu y ö n ­ temlerin en başarılı o l a n l a r ı n d a n biridir. Tarih çalışmalarını bu d u r u m u apaçık sergileyen bir seferberlik olarak değerlen­ direbiliriz. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulduktan sonra T ü r k tarihi­ konu­



sunda karşılaşılan güçlükler daha geniş çaplı bir örgütlenme136



ulusun geçmişini fizik güçlere, doğa g ü ç l e r i n e b a ğ l a m a k ola­



la yaklaşılmadı. S o n u ç t a tarihçilerin ve tarih öğretmenlerinin



* * *



nin yazılması ve ders kitapları haline d ö n ü ş t ü r ü l m e s i



A c i l ve devrimci k ö k t e n bir değişim ile tarihte bilimsellik -bir



kitaplarıyla bütünleştirilmesi ve kuvvetli bir yurttaşlık bilinci­ nin yerleştirilmesi olarak belirlenmişti. Siyasal açıdan son derece dinamik olan bu d ö n e m d e , milliegitici tarih ile esas olarak sosyal gerçeklikleri irdeleyen " b i ­ limsel" tarih tanımlarının yarattığı karışıklık devam etti. Ziya Gökalp'in Durkheim'in g ö r ü ş l e r i n d e n esinlenerek yaptığı bu ayırım aslında isabetsizdi. Birincisi, bilimsel ve sosyal tarihin millî tarihle çeliştiği varsayımı fazla inandırıcı.değildi. İkincisi, zaman ve m e k â n açısından geçerli bir uluslararası y ö n t e m i iz­ lemeyen aceleci genellemeler yeni kuşakların benlik bilincini, ulusal bilincini kuvvetlendirmede pek de başarılı o l a m ı y o r d u . Bağlantısız ve abartılı "bilgiler" bağlantılı ve g e r ç e k ç i kısımlar üzerinde de gereksiz şüpheler oluşmasına yol a ç ı y o r d u . S o n u ç olarak tarih bilgisi ile millet bilgisi bu d ö n e m d e bir b ü t ü n l ü k bir içiçelik k a z a n m a m ı ş t ı ; bir yandan ulusal tarihin destansı özelliği tutarlı bir y ö n t e m l e g ü ç l e n d i r i l m i y o r , ö t e yanda da 137



toplumsal, ekonomik ve kurumsal olgular yeterli bir bilgi biri¬ kimiyle sunulamıyordu. Dönemin cumhuriyetçi liderleri, büyük bir içtenlikle, gerek tarih biliminde gerekse tarih eğitiminde gelişme ve çağdaşlaş­ ma istiyorlardı. Fakat devrimci yaklaşımları ve siyasa! pragma­ tizme aşırı bağlılıkları, işlerini ve arzularını kolaylaştırmadı. Değişik görüşler arasında bir uzlaşma, en azından eski kuşak tarihçilerle yeni kuşak tarihçiler arasında bir fikir alışverişi sağlanamadı. Ve b u şartlar altında yazılan resmî tarih tezi ön­ celikle ders kitapları olarak piyasaya sürüldü. B u arada, dev­ rimci ve pragmatik zihniyet, tarih yazımının büyük bir kıs­ mında ve özellikle de ders kitaplarında, talihsiz bir özellik ola­ rak varlığını günümüze kadar sürdürdü.



B İ R İ N C İ T Ü R K T A R İ H K O N G R E S İ (1932): TARTIŞMALAR



Kongre'nin Özellikleri ve Ortaya Çıkan Tartışma Konulan 1932 yılının başında Mustafa Kemal'in aklında i k i proje vardı: Türk Tarihinin Anahatlan'm yeniden yazdırmak ve tarih ders kitaplarının iyileştirilmesi ve tarih tezinin önermelerinin kuv­ vetlendirilmesi amacıyla bir kongre toplamak. B i r i n c i Türk Tarih Kongresi Maarif Bakanlığımın resmî girişimiyle Mustafa Kemal'in inisiyatifiyle Temmuz 1932de esas olarak Türk Tarih Tezi'ni tanıtmak amacıyla Ankara Halkevi binasında toplandı. Tez, daha önce sözünü ettiğimiz gibi 1929-1932 yıllarında bü­ yük ölçüde şekillenmişti. Dolayısıyla amaç, tarih tezini daha resmî bir biçimde geniş anlamda tanıtmak ve çağdaş tarih ders kitaplarını geliştirmek olarak görülebilirdi. Amaç bu olunca doğal olarak kongreye katılanların çoğun­ luğu da orta dereceli o k u l öğretmenlerinden oluşacaktı: Katı­ lanların 198'i lise ve ortaokul öğretmenleri, 18'İ üniversite profesörleri ya da asistanlar, çoğu meclis üyesi olan 25'i de, Türk Tarih K u r u m u üyesiydi. Bunlardan sadece 33'ü aktif ola­ rak tartışmalara katılmışlardır, diğerleri İse dinleyici olarak iz­ lemişlerdir. A k t i f katılımcıların 15'i ise kongreye b i l d i r i sun­ muştur; tartışma konuları doğrudan b u bildirilerin birkaçına ilişkindir. Başkanlık divanında Maarif Vekaletinden 3, Tarih 138



139



K u r u m u ' n d a n ise 2 kişi bulunuyordu. Bunlardan birisi yıllar sonra kongre ile ilgili anılarını yazan U l u g Igdemir'dir. K o n g ­ re tam 10 gün sürmüştür; her gün sabah i k i kısa, öğleden son­ ra da bir u z u n olmak üzere üç o t u r u m yapılmıştır. Bazen b u oturumlar geç saatlere kadar uzamıştır. 1



Açılış konuşmasında Maarif Vekili M a h m u t Esat Bozkurt bir tarih kongresine neden gereklilik duyulduğunu şu sözlerle açıklıyordu: 1. Bir millet geçmişte olan biteni, memleketini ve dilinin ede­ biyatının, sanatlarının ve idarî, içtimai, siyasî, medeni varlığı­ nın menşelerini ve bunların muhtelif ahval tesiri altındaki se­ yirlerini ancak tarihten öğrenebilir. 2. Şimdiye kadar okumuş olduğumuz kitaplardan hemen bir çoğunun tercüme ve iktibas edilmiş olan asılları ise bu maksa­ da taban tabana zıt olarak hakikati ve Türk milletinin varlığını ve benliğini ve cihan medeniyetine olan hizmetlerini tebarüz ettirmekten, herhangi bir sebeple, uzak bulunmuş idi. (s. 5).



lere yayıldığının bir göstergesi idi. Arkeoloji, etnoloji ve antro­ poloji yoluyla yapılan ırk sınıflandırmalarının, Türk d i l i de da­ h i l olmak üzere, dillerin etnolojik, morfolojik ve fonetik ana­ lizleriyle desteklenmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Böylece bir konferansın toplanması için ileri sürülen bir başka neden de, yeni yazılmış olan tarih ders kitaplarının incelenmesi ve eleşti­ rilmesi İdi. Konuşmasının sonunda Bozkurt, siyasî önderliğin, tarih eğitiminden anladığı şeyin, ulusal kültürün esasını teşkil ettiğine inandıkları "ulusal eğitim" olduğunu ekledi. Genel hatlarıyla tarih tezinin ele almışı şarkiyatçıların savu­ nacağı türden bir diriliş değil bir yaratma olayıydı. Başka bir deyişle önderler yeni bir tarih yaratmayı planlıyorlardı. Bir or­ ta dereceli okul öğretmeni olan ihsan Şerif, Türklüğün tarihi ile İlgili hiçbir şey bilmediği için Türkleri, Osmanlılardan ayrı olarak ele almanın zorluklarına dikkat çekiyordu. Gerçekten de İhsan Şerifin kongredeki rolü tarih tezinin yaratılış nedeni­ ni apaçık ortaya sermek olmuştu: 3



2



Efendiler... Kırk beş seneyi geçiyor, tarih okutuyorum. Bu



M a h m u t Esat Bozkurt b u konuşmasında ayrıca yeni tarih kitapları için yapılan bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre Türklerin tüm Avrupalılardan daha önce tarih sahnesine çık­ mış olduklarını belirtmiş ve b u zaman farkının 5000 yılı b u l ­ duğunu vurgulamıştır:



uzun zamanın her senesinde benim çok üzüntülü birkaç gün­ lerim vardır. Bu günler dersimin Türkler bahsine intikal ettiği günlerdir. O zaman anlatış tarzım cansızdır, heyecansızdır. Açıkçası pek yavandır. Sebebi: Orta Asya yaylasına o binlerce senelik ecdat yurduna dair benim de meslektaşlarım kadar pek az bir şey bilişimdir. Bu ne bana ne de talebelerime millet aşkı­



Türkler Anayurdan olan Orta Asya'da Yontmataş devrini milat­



nı, milliyet aşkını kana kana içiremeyen bir bilgidir; o günler



tan 12.000 sene evvel geçirdikleri halde Avrupalılar ancak 5000



çalışırım uğraşırım, biraz helecan biraz heyecan duymak için



sene daha sonra bu devirden kurtulabilmişlerdir. Diğer taraflar­



yiyecek gibi kitaplara sarılırım. Okurken her sahife gözümün



da insanlar henüz ağaç ve kaya kovuklarında yaşarlarken Türk­



önünde hakiki bir Orta Asya yaylasıdır. Her satır bir hafriyat



ler Orta Asya'da kereste ve maden medeniyetini meydana getir­



sahasıdır. Her kelimenin üstünden bir vesika, bir kitabe, her



mişler, hayvanları ehlileştirmişler, çiftçiliğe başlamışlarda, (s. 6)



satırın altından bir abide, bir heykel, bir mabet, bir harabe ha­



M . Esat Bozkurt'a göre, Türk d i l i n i n değişik ülkelerde kulla­ nılıyor olması da Orta Asya'dan gelen Türklerin değişik bölge1



Ulug İğdemir, Yıüann



2



Birinci Türk Tarih Kongresi, Kongrenin Zabıtları, Kon/erarıslar. M ü n a k a ş a l a r (1932), (BTTK), (İstanbul, 1932); bu bölüm içindeki tüm sayfa numaraları bu kitaba aittir.



140



içinde»,



sılı Türklüğümle gurur verecek bir şeyler ararım, ararım. Saatler geçer. Nihayet yorgun, nevmiı ve meyus kalırım. Kitapları bir tarafa atarım... (s. 14)



(Ankara. 1976).



3



-Muallim ihsan Şerif Beyin Nutku", «X-, s. 14-17. 141



Tüm bu bilgiler nereden gelecekti? Tarih öncesi zamanların tarihçileri böyle bilgilerin önemli bir kısmının arkeolojiden geldiğini savunmuşlardır. A n c a k arkeoloji tarihin sadece b i r dalıdır. Bir ülkenin tarihi öncelikle tarih öncesi zamanların ha­ yal gücüne ve yaratısına dayanılarak yazılamazdı. Sadece arke­ olojik bulgular kuvvetli bir ulusçuluk ve ulusal bir kendine güven duygusu da yaratamazdı. Tarih K u r u m u ' n u n üyeleri bir yandan tezi sunmak amacıyla ayrıntılı ve geniş bir Türk tarihi yazmak istiyorlar bir yandan da b u tarih kitabına paralel her eğitim düzeyine uygun ders kitapları hazırlamak istiyorlardı. B i r i n c i Türk Tarih Kongresi'ne verilen bildirilerin ve b u bil­ dirilerin yolaçtıgı tartışmaları gözden geçirdikten sonra k o n g ­ rede ağır basan tarih anlayışı ve tarih araştırmalarına yaklaşımı ele alacağız. Bunu yapabilmek için de kongrenin ve dönemin hatırı sayılır tarihçilerinin hayatları ve düşünceleri üzerinde duracağız. Bu kişilerin kongredeki konumlarına özel ağırlık verilecek ve eleştirel tarihe bakışları -eğer varsa- özellikle vur­ gulanacaktır. Tek parti r e j i m i n i n siyasetçi-eğitimci-tarihçi kişilerini ele alırken Birinci Kongre'ye katılanların en önemlilerini seçtik: Afet (İnan), F u a d Köprülü, Yusuf Akçura, A h m e d A g a o g l u , Samih Rıfat, Dr. Reşit Galip, Z e k i Velidi (Togan), Sadri M a k s u di (Arsal) ve A h m e t Refik (Altmay). Daha önce Yusuf Akçura ve A h m e d Agaoglu ile ilgili bazı biyografik bilgiler verilmişti; çünkü özellikle bu i k i tarihçi yüzyılın i l k yirmi yılında Türkçü hareketin siyasî ve kültürel önderleriydiler. B u nedenle b u i k i tarihçiye tartışmalara katıldıkları çerçeve İçinde yer vereceğiz. Yukarıda adı geçen tarihçilerin seçilmesinde i k i belirgin ne­ den vardır; birincisi tartışmaları başlatıp eleştirilerde aktif rol aldıkları için ve i k i n c i kongreye sunulan en dikkat çekici b i l ­ dirilerin sahipleri oldukları için.. Yalnız A h m e t Refik aynı de­ recede önemli fakat apayrı bir nedenle seçilmiştir. Çünkü A h ­ met Refik ne b i l d i r i sunmuş ne de tartışmalara katılmıştır. O n u n özgün rolü tarih tezinin gereksinme duyduğu özeleştiri­ yi canlı olarak yapmış olmasından gelmektedir. Birinci Türk Tarih Kongresi'nin, i l k tarih kongresi olmanın 142



yanısıra en belirgin özelliği, muhalefet üslubunun tümüyle i t i ­ zarı (apologetic) oluşudur. Resmî ideolojiden ayrılmadan ya­ pılabilen (!) eleştiri bir haslet olarak görülüyordu. Çünkü kongrede hiç kimse ulusçuluk ya da b i l i m karşıtı görünmek istemiyordu. Zaten bilime ya da ulusçuluğa karşı çıkmak öz­ deş görülüyor, esas görev resmî tezi araştırmak, yazmak ve o k u t m a k olarak ele almıyordu. H e r h a n g i b i r küçük eleştiri ciddi bir "engelleme" olarak telakki ediliyordu. Siyasal m u h a ­ lefetle baş edebilmek için uygulanan yöntem doğrultusunda, kongrenin atanmış misyoner tarihçileri de, aşılanması öngörü­ len ideolojiyi sorgulayan ya da eleştiren bir tavra geçit vermi­ yorlardı. Türk milliyetçiliğine, Türk ırkına, Türk kültür, d i l ve tarihine başka boyutlar getirmek isteyenler şüpheli kişiler ola­ rak görülüyorlardı. Sınırları siyasî olarak çizilmiş reform ve misyonlara sorgusuz sualsiz sadakat gösterenler ise tek güve­ nilir kişilerdi. Türk tarihinin yeniden yazılması ve Türk Tarih Tezi'nin formüle edilmesi siyasî hayatımızdaki muhalefet anla­ yışının niteliğini göstermesi bakımından çarpıcı bir örnektir. Bu özgün muhalefet üslubu daha sonra iktidar tutulmasına ve saldırgan bir düşmanlığa da yolaçabilmiştir. İşin ilginç yanı b u tarihçilerin hemen hepsi içtenlikle ulusal tarih yazımını geliştirmek istiyorlardı. B u tarihçileri doğal eği­ limlerine göre sınıflandırdık ve b u çerçevede hangi tarih yak­ laşımında hangi zihniyetin ağır bastığını belirlemeye çalıştık. 1932 yılında toplanan B i r i n c i Türk Tarih Kongresinde tar­ tışmalar genel olarak dört k o n u etrafında toplanmıştı: 1, Tarih öncesi ve tarih dönemlerine ait kaynakların kullanı­ mı meselesi. Genel eğilim Türk ırkının varlığını ve etkisini k a ­ nıtlamak amacıyla dört elle sarılman tarih öncesi dönemlere ağırlık vermekti; ancak b u dönemlere ait kaynaklar son derece kısıtlı ve yetersizdi. Ayrıca kullanılmış olan çoğu kaynak da i k i n c i l kaynaklardı. Eleştirilen nokta ise Türk ırkı ve d i l i k o ­ nularındaki tarih öncesi kaynakların genel olarak, başı çeken ve siyasî olarak yönlendirilmiş bulunan tarihçilerin savundu­ ğu görüşleri temellendirecek, ikna edici kılacak nitelikte ve kapsamda olmayışları i d i . B u tartışma apaçık tarih yöntemi ve 143



zaman seçimi ile ilgiliydi. B u k o n u n u n tartışılmasının önemini kavrayabilecek tarihçi sayısı da oldukça azdı. K o n u y u Afet H a ­ nımın bildirisini dinledikten sonra açan F u a d Köprülü olmuş­ tu. Tartışma Afet (İnan) Hanım, F u a d Köprülü, ve Hasan Ce­ m i l (Çambel) arasında sürdü. 2. Türk dilleri üzerine tartışma; kaynakları ve diğer diller üzerindeki etkileri... İleri sürülen bazı f i k i r l e r Türk d i l i n i n tüm dillerin kaynağını ve esasını teşkil ettiği yolundaydı. D i ­ ğer bazı tarihçiler ise H i n t - A v r u p a gibi d i l gruplandırmaları konusunda yanılgıya düşerek b u ayrımın ırkı belirleyen bir et­ ken olduğunu düşünüyorlardı. Sorun, d i l ve ırkın tarihyazıcılıgını incelemede nasıl birer analiz b i r i m i olarak kullanılacağı İdi. Bazı tarihçiler ırk ile dili tek tek ele almak istiyorlar, diğer­ leri ise tarih incelemelerinde i k i s i n i özdeş görüyorlardı. Bazı eleştiriler ise Türkçe oldukları öne sürülen k i m i sözcüklerin kökenleri üzerinde oldu. B u tartışmayı yürüten başlıca kişiler Samih Rıfat ve Caferoglu A h m e t idi. 3. Orta Asya'dan geniş çaplı bir göçe yol açan coğrafi ve do­ ğal değişikliklerin tartışılması. Bazı tarihçiler, tarihsel yönte­ m i n yetersizliğini ileri sürerek tarih öncesi ve eski zamanlara ait kaynakları sorguladılar ve kuraklığın doğudan batıya gö­ çün başlıca nedeni olmadığını belirttiler. B u görüşlerinden do­ layı da eski dünya uygarlığının beşiği olan Türklerin batıya göç ederek A n a d o l u ve Doğu A v r u p a d a k i tüm kültür ve top­ lumları etkilemiş olduğu yolundaki iddiayı da haklı çıkarama­ yacağını söylüyorlardı. Coğrafî ve doğal değişimler b u aşama­ da tarih tezinin başlıca önermelerini oluşturuyordu. Coğrafî açıklamaların yararları sonsuzdu; bir kere bilimseldi, doğa b i ­ limlerine aitti, ikincisi anayurt olgusunu vurgulayarak anayur­ d u , dışta kalan topluluklar üzerindeki irredantist iddialardan ayırdediyordu. Son olarak da toplumsal ve siyasî değişimleri ve oluşumları eski Türk şehirlerindeki k u m tepelerinin altına gizleyebiliyordu... Bu konular tartışmanın zaman kavramı ve tarih yöntemi üzerinde yeniden odaklaşmasına y o l açtı. B u sefer tartışmalar Z e k i Veiidi, Sadri M a k s u d i ve Dr. Reşit Galip arasında sürdü. 144



4. Aynı yıl basılan ders kitapları üzerine tartışma. Yukarıda saydığımız tartışma konuları tarih ders kitapları ile ilgili eleşti­ rilerle kısmen örtüşüyordu. Eleştirileri esas olarak Sümer ve Mısır gibi "büyük medeniyetler'Te i l g i l i bilgiler üzerinde o l ­ muştu, i d d i a , Türk ırkının b u medeniyetler üzerinde hatta tüm büyük hanedanlar ve imparatorluklar üzerinde en büyük etkileyici güç olarak görülmesi i d i . Bazı eleştiriler ise kitapla­ rın pedagojik düzeyi üzerinde yoğunlaşıyordu. A v r a m Galanti, Yusuf Akçura ve Fazıl N a z m i Bey ve bazı orta dereceli o k u l öğ­ retmenleri b u alandaki bazı yanlışlara dikkatleri çektiler. Tüm b u konular üzerine yapılan eleştirilerin hiçbiri açıklık­ la ve cesurca dile getirilmedi. Daha geniş bir bilgiye sahip b u ­ lunan ve tarihî kaynakları daha doğru bir biçimde kullanma yeteneğine sahip bazı tarihçiler de eleştirilerini dolaylı bir b i ­ çimde ortaya koydular. ilk bakışta kongrenin, değişik görüşlere ve değişik tarihçile­ r i n bilimsel kaygılarının dile getirilmesine özen gösteren de­ mokratik bir atmosferde gerçekleştirildiği i z l e n i m i doğabilir. Fakat sözünü ettiğimiz konuların tartışılmasını a y n ayrı izledi­ ğimizde tek bir fikrin meşruluk kazandığını ve aslında baştan sona hüküm sürdüğünü görürüz; bu fikir "millî tarihçiler cep­ hesinin" heterojen bir yapı istemeyen üyelerinin fikridir. Güçlü bir biçimde dile getirilemeyen eleştirel görüşler, siyasî önderler ve onların tarihçileri tarafından formüle edilen tarih tezi karşı­ sında rastlantısal ve talihsiz iddialar olarak yer almışlardır. Bazı cesur çıkışlarla işe başlayan birkaç tarihçi ise kısa bir süre için­ de özeleştiri ve otosansüre başvurarak özür diler bir tavır takın­ mışlardır. Çünkü bu tarihçilerin hiçbiri bu büyük ulusal misyo­ n u n dışında kalmak istememişlerdir; tarih yazımını ilerletecek ya da hayal gücüne dayanarak güçlü bir yurttaşlık bilinci yara­ tacak bir ödevin dışında kalmanın, onların entelektüel varlıkla­ rını tehdit edebilecek bir tavır olabileceğinden çekinmişlerdir. Eleştirel tarih anlayışını ters bir mantıkla ele alan b u dönem siyasîlerin zihniyetine Hasan C e m i l Bey'in şu sözlerini örnek gösterebiliriz: "Nihayet hayat tenkidi tarihe muhtaçtır. Hatta denilebilir k i hayatın en çok muhtaç olduğu şey tenkidi tarih145



T



tir. B u n u n m a n a s ı maziyi mahkeme huzuruna ç e k m e k , icab



n n ortamını açıklığa kavuşturarak bizi resmî tarih tezine geti­



ederse, onu m a h k û m etmek ve böylece hali onun tazyikinden



recektir. Kemalist tarih tezinin a m a ç l a r ı n d a n biri de cumhuri­



k u r t a r m a k t ı r " . Bu bakış açısı o d ö n e m d e ancak tek bir eleşti­



yetçi saflara katılan birçok siyasal eğilimi yeniden gruplandı-



rinin hoşgörülebileceginin kanıtıdır. Yakın g e ç m i ş i , yani O s ­



rarak dokunulmazlığı olan bir mitin etrafında toplayabilmek­



manlı "hatası"nı m a h k û m etmek...



t i . Tarih tezinin yeni bir "sivil d i n " o l u ş t u r m a r o l ü n ü vurgula­



4



6



K ü l t ü r ve tarih kurumlarının otoriter bir devlet eliyle kurul­ d u ğ u böyle koşullar altında tabii k i kişiliklerin ö n e m i artar. Bu



yacak ve bu ideolojinin siyasal muhalefete yönelik tutumunu irdeleyecek ö r n e k l e r üzerinde duracağız.



ç e r ç e v e d e ilk ö n c e birbirlerine tamamen zıt olan i k i tarihçiyi ele alabiliriz: Fuad Köprülü ve Afet ( İ n a n ) H a n ı m . Ç ü n k ü her ikisi de evrensel d ü z e y d e g ö z e ç a r p m ı ş belirgin kişiliklerdir.



Tartışmalarm Başlıca Aktörleri



Samih Rıfat da romantik tarih tezine kendini adamış ancak ta­



1. Afet (İnan): Yurttaşlık



rihin hayali heyecanına siyasî heyecandan daha ç o k kapılmış



Eğitimi Olarak



Tarih



ilginç bir kişiliktir. Daha sonra Rusya şartlarında azınlık ola­



Ulusal tarihçilerden Afet (Inan)'m tarih çalışmalarıyla ilgi­



rak ulusçuluk ve T ü r k ç ü l ü k akımlarından etkilenmiş hatta bir



lenmesi 1928 y ı l ı n d a b a ş l a r : Bayan Afet Mustafa Kemal'e



' ö l ç ü d e bu hareketin başını ç e k m i ş olan Yusuf A k ç u r a , A h m e d



" T ü r k ırkının San ırka mensup b u l u n d u ğ u ve Avrupa zihniye­



Agaoglu, Zeki Velidi, Sadri M a k s u d i gibi kişiler grup olarak



tine göre ikinci (secondaire) nev'i bir insan tipi o l d u ğ u n u ya­



değerlendirilecektir. E n son olarak da p o p ü l e r tarih yazılarının



zan F r a n s ı z c a bir kitap göstererek, 'Bu b ö y l e midir' diye sor­



en önemli ve aynı zamanda en verimli temsilcisi olan Ahmet



muştur. Atatürk'ün verdiği cevap ş u d u r : 'Hayır olmaz, b u n u n



Refik üzerinde durulacaktır.



ü z e r i n d e m e ş g u l olalım, sen ç a l ı ş ' " .



7



G e r ç e k t e n de Afet H a -



Bu benzemezleri aynı çatı altında toplayan Birinci T ü r k Ta­



nım'ı harekete geçiren bu talimat, o g ü n e kadar süregelen ç a ­



rih Kongresi demokratik bir ortam yaratabilmiş midir? O t o -



lışmaları başka bir safhaya itmiş, millî ş u u r u aşılamak y ö n ü n ­



sansür ve özeleştirinin bu kongre şartlarında g e r ç e k t e n ince­



deki misyoner tarihçilik anlayışı g ü n d e m e gelmiştir. B u ç e r ç e ­



lenmesi gereken bir konu olduğu açıktır. Yukarıda sözü g e ç e n



vede, Türk Tarihinin Anahatları



kitabının yazılması çalışmaları



tarihçilerin, kongre ö n c e s i ve sonrası, Cumhuriyet Halk Parti-



başlamış ve kongrenin ilk adımları da atılmıştır. Ve böylelikle



si'nin tek-parti y ö n e t i m i ö n c e s i ve sonrası çalışmaları bü kişi­



Afet H a n ı m siyaset bilimi ile ilgilenen laik ve liberal bir kadı­



lerin tarihçiliğini ne ö l ç ü d e belirlemiştir? Bu kişilerin çalışma­



nın ve misyoner tarihçiliğin s e m b o l ü haline gelmiştir.



larındaki verimliliği ve olgunluğu, 1930'larm "teşvik ve dene-



T ü r k Ocakları Kurultayı Aksaray delegesi ve Ankara M u s i k i



ü m i " n e bağlayabilir raiyiz? B u sorulan yanıtlayabilmek ö n e m ­



M u a l l i m Mektebi tarih öğretmeni Bayan Afet ( İ n a n ) " T ü r k ta­



lidir. K a n ı m c a ortada bitmeyen, bir türlü amaca u l a ş a m a y a n



rih ve medeniyetini ilmî surette tetkik için hususi ve daimi bir



bir zorlama vardır.



heyetin teşkiline" karar verilmesi için 20 Nisan 1930'da ö n e r ­



Yeni tarih y a k l a ş ı m ı n ı n başlıca ö n e r m e l e r i n e denk d ü ş e n



ge verirken, T ü r k O c a k l a r ı n ı n kurultayı son toplantısını yapı-



milliyetçiliğin ( T ü r k ç ü l ü k ) temel varsayımları bu tartışmala5



6 4



Hasan Cemil ( Ç a m b e l ) , "Tarih inkılabı", Cumhuriyet, 13 Eylül 1931, Makaleler, Hatıralar, (Ankara, 1987).



5



Bu paralellik için bakınız Bernard Lewis, "History Writing and National Revi­ val in Turkey", Middle Eastern Affairs, Cilt IV 1953, s. 218-27.



146



" . . . O s m a n ' ı siyasetinin ve zihniyetinin tasfiyesi mevzuubahis olduğuna göre daha başka, yıpranmamış, tenkitten uzak kalmış, biraz da dasitâni ve mitolojik bir tarihe ihtiyaç vardı". Ekrem Akurgal, "Tarih ilmi ve A t a t ü r k " , Belleten, Ciit X X , No. 80, 1956, s. 583.



7



Afet İnan, "Atatürk ve Tarih Tezi", Belleten, Cilt III, 1 Nisan 1939, s.243-46. 147



yor ve d a ğ ı l m a y a h a z ı r l a n ı y o d u . Aksaray delegesi Afet H a m m ' ı n verdiği önerge kabul edildi ve Türk Tarihi Tetkik E n c ü ­ meni kuruldu.



bilinen ve işlevini en İyi bir b i ç i m d e yerine getirmiş olan h i ç



Afet Inan'ın kendi yazıları ve hatıralarından da anlaşıldığı



yetçi rejimler, vergi sistemi ve askerlik gibi konular Medeni



gibi T ü r k O c a k l a r ı n a girdiği ilk d ö n e m l e r d e o l d u k ç a ç e k i n -



şüphesiz Medeni Bilgiler kitabıdır. Türkiye'de ilk defa vatan­ 8



daşlık, oy verme, parlamenter sistem, devlet ve ulus, cumhuri­ Bilgiler adlı ciltlerde toplu halde basılmıştır.



g e n m i ş . Tecrübeli ve bilgili tarihçiler yanında çalışmalarım y ü ­



Afet Inan'ın birçok makalesinde, Türklerin ö n ü n e ç ı k m ı ş ta­



r ü t m e k için kuvvete, d a y a n a ğ a gereksinmesi v a r m ı ş . H e n ü z



rihî engeller ya da talihsizliklerle y o ğ r u l a n derin bir 'geri bı­



yeni ö ğ r e n m e y e başladığı konularda Mustafa Kemal tarafından



raktırıl m ı ş h k ' tezi g ö r m e k m ü m k ü n d ü r . Kongreye s u n d u ğ u



önemli bir misyonla görevlendirilmesinin o n u n bu çekingenli­



"Orta K u r u n Tarihine U m u m i bir B a k ı ş " adlı ikinci bildirisin­



ğini ortadan kaldırmak d o ğ r u l t u s u n d a önemli bir adım oldu­



de Türklerle diğer insan topluluklarını karşılaştırması bu geri



ğu açıktır. "Kurultayda hiçbir şey s ö y l e m e m e y i tercih ettiğini"



bıraktırılmıştık tezine bir örnek teşkil eder:



9



belirtmesine r a ğ m e n Mustafa Kemal ona "Bu mesele üzerine



Avrupalılar o devirde Orta Asya'yı, esrarlı bir muhit görüyor­



çalışacak ve tarihten bahsedeceksin" demişti. O günlerde Afet



lardı. Halbuki, Asya'nın bir yarım adasından başka bir şey ol­



H a n ı m ' m t a r i h ç i l i ğ i n e d a m g a s ı n ı vuran en ö n e m l i ö z e l l i k



mayan Avrupa, Orta Asya'yı çoktan tanımalı idi; çünkü geç­



Mustafa Kemal tarafından "va^ı/elendiri/mtş" olmasıydı. Eski T ü r k tarihi, T ü r k l ü k ve medeniyet k o n u l a r ı n d a k i



mişte OrtaAsya'da, her ne vakit buhran olmuşsa, bunun neti­



bilinçli



cesi, birçok Türk kavimlerinin durdurulmaz dalgalar halinde



abartmaları bu özellik ile d o ğ r u d a n bağlantılıdır. Zira, "millî



gelerek Avrupa kavimlerini şarktan garba sürmeleriyle daima



ş u u r u kuvvetlendirmek" ana ö d e v i , o d ö n e m d e bu şekilde



Avrupa'ya aksetmiştir (s.



k a v r a n m ı ş , yurttaşlık için tarih esas saik olmuştur. T ü r k ç ü l ü k



Hunlar zannolunduğu gibi, Avrupa'da göçebe ömür geçir­



alanında derinleştirilmesi gereken konuların ç o k l u ğ u ve kar­



miş bir kavim değildir; bilakis toprağa bağlanmışlardı, evler­



maşıklığı, bu aceleci yurttaşlık görevi anlayışıyla b ü y ü k ö l ç ü ­



de, köylerde ve şehirlerde otururlardı. Hun kralları en son



de basitleştirilmiş oluyordu.



modelde yaptırdıkları kaplıcaların taşlarını uzaklardan getir­



H ü k ü m süren devrimci atmosfer tarih çalışmalarını d o ğ r u ­



tecek kadar ince hisli idiler, (s.



dan etkilemişti ve Afet H a n ı m u z m a n l a ş m ı ş bir tarihçiden ç o k



zerlikleri tamdı. Medeniyette ve kahramanlıkta vasıfları birdi,



Tarih araştırmalarının ve tarih tezi çalışmalarının ö r g ü t l e n m e ­



(s.



si için halkla ilişkiler diyebileceğimiz çabaları gözardı edile­



halde, kendi taht ve menfaatleri için, onlar da ırkdaş Türk



özellikle Birinci T ü r k Tarih Kongresi nde eleştirilerin budan­



alemini fesat ve karışıklık içinde tutabilmek için en adi entri­



m a s ı n d a ya da t ü m ü y l e etkisiz hale getirilmesinde bir parti



kalara başvurmayı caiz görmüşlerdir.



mutemedi gibi çalıştığından bilimselliği geciktirici, eleştirel ta­



Eğer Türk aleminin her ferdi, teşekkül eden Türk birligi-



rihin m e ş r u l u ğ u n u kırıcı bir rol oynamıştır. Afet İnan'ı sadece 8



Vatandaş içirt Medeni Bilgilen (Afet. ed.), ( i s t a n b u l , 1 9 3 0 ) . Ö n s ö z d e A f e t H a n ı m b u k i t a b ı A n k a r a M u s i k i M u a l l i m M e k t e b i n d e ç a l ı ş t ı ğ ı s ı r a l a r d a y u r t t a ş l ı k ders



her şeyden ö n c e görevli bir tarihçidir.



n o t l a r ı n d a n y a r a r l a n a r a k h a z ı r l a d ı ğ ı n ı b e l i r t m e k t e d i r . M u s t a f a K e m a l ' i n b u se­



Afet inan orta dereceli okullar için vatandaşlık bilgisi diye­



148



413) Çin İmparatorlarının birçoğu Türk ailelerden oldukları



mez. Yaptığı işler h i ç de k ü ç ü m s e n e c e k bir şey değildir, ancak



bileceğimiz türde birçok yazı yazmıştır. Bunlar içinde en ç o k



411)



Bittabi Türk Hunlarla Türk Bulgarların her cihetten ben­



bir kültür devrimi uygulayıcısı ya da tanıtıcısı olmaya adaydı.



romantik ulusçu bir tarihçi olarak t a n ı m l a m a k yeterli değildir;



407).



riye bizzat k a t k ı l a r ı o l d u ğ u n u biliyoruz. 9



A f e t K a n ı m , "Orta K u r u n T a r i h i n e U m u m i Bir B a k ı ş " , B T T K , s. 1 0 5 - 4 4 4 . 149



nin, bizzat şuurlu sahibi ve müdafii olabilseydi, dünya yüzün­ de, bugünkü Türk mirasının ne olabileceği kolaylıkla düşü­ nülebilir, (s. 423) Bu "karanlık tarihi güçler"e verilen önem Türk tarihi ve me­ deniyetini "bilimsel" olarak ele almak arzusuyla bağdaşmıyor­ d u . A m a onyıllarca Türk çocuğunun aklına çakılı kalan b u "karanlık güçler", "engeller" ve "talihsizlikler" solcuların da sağcıların da gerçek tarihî süreçleri tanımalarına engel oldu, ideolojik takıntılarını örtmek için ise önemli birer araç teşkil ettiler. Afet İnan'a göre Osmanlılık Türk tarihi içinde sadece b i r "safha"dır. Bu görüş bir bakıma doğrudur, fakat Afet Hanım kendisi uygarlık tarihim açıklamak için gerekli olan kurumları şöyle tarif ediyor: "1. Bir cemiyetin, devlet kurmak için vücu­ da getirdiği siyasî, h u k u k i müesseseler, askerî teşkilat ve mali sistem; 2. Ferdi ve sosyal hayattan doğan kültürel hayatı izah eden müesseseler; ve 3 . E k o n o m i k hayatın safhaları ( b ü ­ t ü n ) " . Tüm b u koşullan, eldeki ya da elde edilebilecek bel­ gelerle tarih öncesi ve tarihin i l k zamanlarındaki Türk toplu­ luklarında bulmak tabii k i imkânsızdı. Dolayısıyla medeniyet tanımı ile amaç arasındaki çelişki bütün koşulları mevcut b u ­ lunan Osmanlı toplumunu ve ondan hemen önceki yüzyılları incelemeyi kolaylaştırmakta ve gündeme getirmekteydi. Kısa­ cası Ziya Gökalp'in de özellikle bu konuda dediği gibi "Türk kavimlerinin asıllarını ararken meçhulden maluma doğru de­ ğil malumdan meçhule g i d i l i r " . 10



Kaynakları yetersiz, çalışmaları başlangıç düzeyinde b u l u ­ nan daha eski ve en eski zamanlara ulaşma konusunda bu de­ rece ısrarlı olmak, bir yandan yüzeysel aceleci yorumlara ola­ nak tanıyor öte yandan da gerekli efsanevi öğeleri yöntemden yoksun bırakıyordu. Tarih i l m i n i n d i n a m i z m i n i açıklarken Afet İnan bu dinamiz­ mi "her çeşit vesikanın bulunabilmesi'ne bağlamakta, bulunan 10 Afet inan, "Tarih ilminin Dinamik Karakteri", Ankara Üniversitesi Yayınlan 30, (Ankara, 1956), s. 6. 150



-



her yeni vesikanın d i n a m i z m i arttırdığını vurgulamaktadır. Dolayısıyla İnan'a göre tarihçinin kişisel yorumu veya çözüm­ lemesi tümüyle belgelere dayanır ve başka b e l i r l e y i c i etken yok gibidir. B u d u r u m d a belgeler yetersiz olursa iş tümüyle zorlaşmaktadır. Fuad Köprülü, b u k o n u d a k i çekingen uyarılan n ı yaparken. Afet Hanım'm bulgularının b i r i n c i kaynaklar, b u durumda arkeolojik kazılar olmadığını, tam tersine antro­ poloji, arkeoloji ve fizikî coğrafya konularındaki İkincil kay­ naklar olduğunu belirtmek istemişti. Eleştirmek istediği nokta bir bakıma da, pozitivizmin en kaba ve yalın kavranışmı sergi­ leyen böylesi yaklaşımlardı. Afet İnan'm çalışmalan esas olarak tek b i r hedefe yönelmiş­ tir: "Tarih Tezi'ni kuvvetlendirecek gerekli verileri elde etmek ve büyük bir çoğunluğu Türklerden oluşan b u topluma hızla bir k i m l i k kazandırmak". Mahmut Esat Bozkurt'un açış konuşmasından sonra i l k teb­ liğ olan Afet İnan'ın "Tarihten Evvel ve Tarih F e c r i n d e " adlı konuşmasında romantik bir tutumla prehistorya ve protohistorya eğilimi sergilenmiştir. Kullanılan kaynakları F u a d Köprülü yetersiz bulmuştur. Yararlandığı kitaplar göç ve kültürel erit­ me (asimilasyon) üzerinde duran ve Türk ırkının tarih öncesi­ ne ağırlık veren kaynaklardır. Bunlar, tarihi jeoloji ve ulusal coğrafyaya bağlayan René G e r i n , Fransızların köklerinin Orta Asya'dan geldiğini iddia eden H . Martin ve kafatası inceleme­ leri yapan Eugene Pittard'm çalışmalarıdır. B u taze ve i k i n c i l kaynaklar Afet Hanım'ı şu noktaya getirmiştir: 11



12



13



Türkün anayurdu Orta Asya y ay 1 asıdır!... Bu yurdun belkemi­ ği, 'Altaylar-Pamir' mıntıkasıdır. Türkler bu beşikte, en az mi­ lattan 9000 yıl evvel, kültür sahibi bir ırk olmuş bulunuyor­ du, (s. 30) 11 a.e., s. 7. 12 a.e., s. 4: "Atatürk'ün istediği ülkemizin en eski medeniyetlerini bulup ortaya çıkarmak ve böylece de tarihin çeşitli devirlerindeki'Türk halklan arasındaki irtibatı sağlam bir temel üzerine kurabilmekti. Yani Türklerin genel bir tarihi­ ni yazarak Türk medeniyetine hizmet etmekti". 13 Afet Hanım, "Tarihten Evvel ve Tarih Fecrinde", B T T K , s. 18-41. 151



Tebliği boyunca Afet Hanım, ırk'm bir fiziksel özellik m i yoksa ortak kültür ve dile sahip olan halklara atfedilen b i r özellik m i olduğu konusunda kararsız bir tutum göstermiştir. Bu bulanıklık Eugene Pittard'm kararsızlığını yansıtmaktadır. Afet Hanım'ın bu sunuşundaki mantıksal gelişme en i y i kendi sözcükleriyle anlaşılacaktır: . Avrupa'nın çok alimleri, tarihten evvelki devirlerde başlayıp, tarih fecrinde ve tarih kurumlarında, beşeriyetin, her parçası­ na ve Avrupalılara, yüksek kültür götüren, Orta Asyalı birta­



Tarih öncesi düşmanlıklardan ve geri bıraktırmalardan söz etmek doğal olarak "Türk tarih ve medeniyetini ilmî bir suret­ te tetkik" esasına uymuyordu. Afet Hanım'ın daha sonra yük­ sek tahsil için gittiği Cenevre Üniversitesi'nde yazdığı tez Tür­ kiye Halkının Antropoloji); Tarifli ve Türkiye Tarihi ismiyle ba­ sılmıştır. Daha ziyade arkeoloji ve ırk sorunu üzerinde duran b u kitapta, çeşitli iskeletler üzerinde kronolojik i z sürme y o ­ luyla, Türkiye halkının geçirdiği siyasî evreler tespit edilmek istenmiştir.



kım kabilel eri, kendi cedleri yapıyorlar; Ari, indo-oropeen ve indo-germen adını verdikleri bu insan kümelerini (Altay-Pamir) yaylasından hareket ettiriyorlar.



Türk ırkı, ana yurüannda, yüksek kültür mertebesine vanrken, Avrupa halkı vahşi ve tamamen cahil bir hayat yaşıyordu;... Orta Asya'nın otokton halkı Türktür (alkışlar). ... Türk çocukları, biliyor ve bildirecektir ki, onlar, 400 ça­ dırlı bir aşiretten değil, on binlerce yıllık, Ari, medeni, yüksek bir ırktan gelen, yüksek kabiliyeüi bir millettir (sürekli alkış­ lar), (s. 40-41) Görüyoruz k i Avrupalıların atalarını ya da ırksal köklerini arama çabaları, insanoğlu uygarlığının tek bir coğrafî kaynağı olduğu (monogenism) ve Türklerin b u coğrafyadan geldiği yolundaki önermesinin esasını oluşturuyordu. B u önermenin başlangıç noktası zaman açısından neolitik çağdır. Afet Hanım René Gerin'in A n a d o l u , Girit, Kıbrıs, Yunanistan'ın i l k sakinle­ r i n i n daha evvel çok "tekâmül etmiş m u h a c i r l e r " olduğunu söylediğine dikkat çekerek A r k e o l o g Jacques de MorganTn şu sözlerini aktarıyor: Bu muhacirlere dair elimizde bulunan en eski arkeolojik vesi­ kalar, bunların muhaceretinin milattan 4000 sene kadar önce, -eskiden benim dahi zannetmiş olduğum gibi- Avrupa'dan de­ ğil, Asya'nın kara parçasından gelmek suretiyle vuku bulmuş olduğunu göstermektedir, (s. 29) 152



2. Fıtad Köprülü: Ulusal Tarihte



Muhalefet



M . F u a d Köprülü Cumhuriyet döneminin eski ve tecrübeli tarihçileri arasında bulunmanın yanısıra en çağdaş olanlarmdandır. Edebiyatın çeşitli dallarında, Türk ve Osmanlı tarihi üzerinde birçok eserler vermiş, birçok dergileri yayın hayatına kazandırmış, çeviriler yapmıştır. 1910'larda "tahlili edebiyat" yazıları yazmış olan Köprülü b u sırada H u k u k Fakültesi'ne devam etmiş ve sosyal b i l i m l e r i n hemen her dalında makaleler üretmişti. Köprülü'nün nüfus b i l i m i , beşerî coğrafya, göçler ve h u k u k alanlarında birçok makalesi ve çalışmaları vardır. E n ayrıntılı bir konuda dahi belli bir m e i o d u benimsediği ve kaba yorumlara yer vermediği görülmektedir. Mükrimin H a l i l Yınanç'ın "Tanzimattan Meşrutiyete Bizde Tarihçilik" adlı ma­ kalesinde çağdaş olarak tanımlanan birçok tarih yazımı türleri F u a d Köprülü'nün çalışmaları arasındadır. 1910'lardan itiba­ ren ve 1930'larda Türk Tarih K u r u m u çatısı altında 'millî ta­ rihçiler' cephesindeki önemli yerini korumuş, bilimsel ağırlı­ ğını utangaç bir biçimde de olsa ortaya koyabilmiş ve ulusçu­ lukla iktidar temsilciliğini birbirine karıştırmamıştır. 14



Fuad Köprülü'nün bilimsel açıdan olgunluğa erişmesi C u m ­ huriyet döneminden öncedir, edebiyat üzerine yazdığı makale­ lerde, yaptığı çalışmalarda ve eleştirilerinde ortaya çıkmıştır. H a 14 M ü k r i m i n Halil Yinanç, -Tanzimattan Meşrutiyete Bizde Tarihçilik", Tanzimat I, (istanbul, 1940), s. 573-95. 153



İÜ inalcık, Köprülü'nün 1910'lardaki faaliyetlerinden söz eder­ ken şöyle der: "Artık onu muharrir, münekkit, terbiyeci fakat her şeyden önce yaratıcı bir alim olarak karşımızda buluyoruz... Yaratıcı Garp zihniyetinin önemini derinden kavramıştı. Bu zih­ niyetin bu memlekette yerleşmesine en çok o hizmet etti". Belgeler o n u n için esas olarak b i r i n c i l kaynaklar olmuştur. F i k i r hayatında Fransız pozitivistlerinin, özellikle de Hypolitte Taine'in rolü önemlidir. Türkçülüğünü sürdürürken kaba ro­ mantizm yapan yazarlardan pek etkilenmemiş, bir b i l i m ada­ mı olarak ülkesine daha kalıcı hizmet verebileceğini - o günkü zihniyetin tersine- kavrayabiîmiştir. Bir tarihçinin en önemli araçlarından biri olan kaynakların çeşitli yönlerden denetlen­ mesini önemsediği, makalelerinden anlaşılmaktadır. Türk r u ­ hunu okşayan birkaç yüzeysel romantik Türkologun çalışma­ larının etkisinde kalmamış, kaynakların kontrolünü esas tut­ muştur. B i r i n c i Türk Tarih Kongresi'ndekİ eleştirileri de tü­ müyle b u nokta üzerindedir. Zamanın ve ülke koşullarının tüm zorluklarına rağmen 1910'da yayınladığı çalışmalarda b u kontrol mekanizmasını çeşitli disiplinlerin yardımıyla sağla­ mış ve özellikle D u r k h e i m sosyolojisinin etkilerini edebiyat alanına getirmiştir. "Türk Edebiyatının Menşei" yazısının giri­ şinde şiirin kökenini anlatırken etnografi, sosyoloji, edebiyat ve karşılaştırmalı tarih dallarından yararlanmak gerektiğini belirterek, edebiyat sosyolojisi yapmasa bile sosyal d i n a m i z ­ m i n her alandaki tarihte ne denli önemli bir rol oynadığını ba­ zı "nazireleri hülasa etmek" yoluyla vurgulamıştır. Eleştiri (tenkid) türünü çağdaş bir anlamda yayın hayatına sunan yine F u a d Köprülü'dür. Birçok edebî eser üzerine eleşti­ rileri vardır. Çeşitli tarihçilerle yaptığı tartışmalarla da eleştiri alanında zihinleri açmıştır. 15



16



17



B i r i n c i Türk Tarih Kongresi'nde, Atatürk'ün işareti ile başla­ yan tarih tezi y o l u n d a k i çalışmalar sırasında değişik tarihçile­ r i n tutumları tayin edicidir. H e m mesleki kaygılar h e m de s i ­ yasal eğilimler ortaya çıkmıştır. Örneğin F u a d Köprülü'nün Afet Hanım'ın "Tarihten E v v e l k i Zamanlar ve Tarih Fecrinde" tebliği üzerine yaptığı eleştiri kongre boyunca birkaç safhada ortaya çıkmış ve her safhasında bilimsel niteliğini biraz daha kaybetmiştir. Köprülü'ye göre kullanılan kaynaklar genel ola­ rak yetersizdir, belgelerin tarihî devirlere ait oluşu şimdilik Türk tezini tarih öncesine dayandırmayı engellemektedir. F u ­ ad Köprülü b u n u n da yapılabileceğine inandığını belirtmiştir ancak adım adım gidilmesini, aceleci ve hayalci olunmaması­ nı, üstü kapalı bîr biçimde vurgulamak da istemiştir. Türkiye tarihi hakkında şimdiye kadar Avrupa'da yapılmış olan tetkikat, itiraf etmelidir ki, henüz daha başlangıcında de­ nilebilecek bir haldedir. ... Türk adının devlet ismi olarak iptida tarih sahasında, ta­ rihi vesikalar üzerinde görünmesi cümlemizin malumu oldu­ ğu üzere milattan muahhar bir devre aittir. ... Çin tarihçilerinin eski Türkler hakkında verdikleri ma­ lumattan bile daha tamamiyle istifade edilemedi. Şarki Tür­ kistan'dan çıkarılan Türkçe eserlerden şimdiye kadar tetkik edilebilenler arasında tarihi mahiyette eserlere tesadüf olun­ madı. Bunlar daha fazla lisan tetkikatı için kıymetli malzeme teşkil ediyor (s. 42-43).



Afet Hanım'ın kullandığı i k i n c i l kaynakları tatmin edici bul­ mamış olmasına rağmen yaptığı eleştirilerde b i n dereden su getirmek zorunda kalması ve hemen hemen her cümlesine 'si­ zinle h e m f i k i r i m ' diye başlama ihtiyacını hissetmesi eleştirisindeki önemi hakkıyla su yüzüne çıkaramamıştır. Örneğin şu sözlerle aslında Afet Hanım'ın konferansını eleştirmediğini ima etmektedir: 18



15 Halil İnalcık, "Türk ilmi ve Mehmed Fuad K ö p r ü l ü " , Türk Kültürü, s. 289-94.



65, 1968,



16 K ö p r ü l ü z a d e Mehmed Fuad, " T ü r k Edebiyatının M e n ş e i " , M i l l i Tetebbular Mecmuası, Cilt 2, No. 4, Eylül 1331 (1915), s. 2-78. 17



154



Halil İnalcık, Fuad Köprülü'nün Zeki Velidi Togan ile Osmanlıların etnik kö­ kenleri üzerinde tartışmalarındaki g e r ç e k katkısından s ö z eder. Bakınız H . İnalcık, " T ü r k ilmi ve Fuad Köprülü", s. 290.



İS B T T K , s. 42-3, 79. 155



Konferanslarını başlıca iki hükme raptettiklerini söylediler: 1. Orta Asya'nın otokton ahalisi Türktür. 2. Bunların dili Türkçe dir. Bendeniz bunların aksini ifade edecek hiçbir söz söyleme­ dim ve bu noktainazarlara tamamiyle iştirak ediyorum, (s. 79) Görüldüğü gibi esas s o r u n yöntem sorunudur. Yani sorgu­ lanması gereken şey, Türklerin Orta Asya'dan gelip gelmediği değil, b u n u kanıtlayacak belgelerin ve diğer kaynakların kulla­ nılmasının sağlam bir kurgu içinde yapılması gerekliliği i d i . Bu taban tabana zıt yaklaşımları benimseyen millî tarihçile­ rin tartışmasına katılan ve Afet Hanım'm eleştirilmesine infial duyan kişilerden biri, Hasan C e m i l Bey olmuştu. İkinci Tarih Kongresı'nde (1937), Hasan C e m i l Çambel'in, arkeoloji ala­ nındaki katkılarıyla, önemi ortaya çıkacaktır. A n c a k B i r i n c i K o n g r e d e C e m i l Bey henüz gençtir, kongrede bulunmasının başlıca nedenlerinden biri Mustafa Kemal'e bağlılığıdır. Hasan C e m i l Bey b u aşamada bir tarihçi değildir. Duyduğu infiali, tartışmanın mantığını yansıtması açısından buraya alıyoruz: Fuat Beyin sözleri şu tarzda hülasa olunabilir: Afet Hanıme­ fendinin ortaya koyduğu tez İçin birtakım delillerden, vesika­ lardan bahsolunmuştur. Bu vesikalar kafi derecede tetkik olunmamıştır. Henüz depolarda yatmaktadır. Ve tetkikat için adamını beklemektedir. Ve bu isimler henüz çocuktur. Bina­ enaleyh bunlara istinaden kati hüküm çıkarmak aceledir... Afet Hanımefendinin hükümlerinin vesikalara ve delillere is­ tinat ettiği, hatta bu vesikaların yeni olduğu Fuat Beyefendi tarafından zikrolunmuştur (s. 80). ... Demek oluyor ki hükümlerimiz (yani Türk Tarihi Tezini savunan kişilerin hükümleri) temellere ve delillere müstenit­ tir. İtiraza uğramadıkça bir noktadaki mutabakatı yani Fuat Beyefendi ile aramızdaki mutabakatı da kaydetmek eski hü­ kümlere alışmış olanların karşısında davamızın mühim bir kuvvetidir. Şimdi vesikaların nakâfi yani bu ilimierin, kendi tabirleri veçhile henüz çocuk olduğu fikrine temas edelim... Marifet doğan hakikatin kıdemiyie değil kıymetine atfı nazar edebilmektir. Biz Türk medeniyetinin ve Türk Menşeinin asıl 156



mahiyeti hakkında en son keşiflere istinad ediyoruz. Keşifle­ rin en son olması iddiamızın zaafı değil kuvvetidir (s. 82). İşte b u sözlerden sonra F u a d Köprülü tümüyle teslim olmuş ve asıl söylemek istediği şeyin yani izlenen "yöntemin" yüzey­ sel ve i k i n c i l kaynaklara dayalı olduğunu söyleyememiş, tam tersine Afet Hanım ile C e m i l BeyTe tümüyle aynı görüşleri paylaştığını açıkça ifade etmek zorunda kalmıştır: Afet Hanımefendinin söyledikleri hakkında kendileriye hem­ fikir olduğumu söylemiştim. Cemil Beyefendinin fikirlerine de iştirak ediyorum. Yalnız bir suitefehhüm noktası mevcut olduğu anlaşılıyor. Bendeniz birtakım vesikaların mevcut ol­ duğunu ve henüz bunların tamamiyle tetkik edilmediğini söyledim. Fakat bunlardan bahsettiğim zaman bunların tarihi devirlere ait olduğunu bilhassa tasrih etmiştim. Zannederim ki bu noktaya dikkat buyurulmamış yahut bendeniz o surette söylemek istediğim halde ifade edememişim. Sonra Konfe­ ranstaki vesika ve delillere karşı bir itiraz mevzubahs değildir. Bendenizin söylediğim vesikalar tarihi devirlere ait Şarki Tür­ kistan'da meydana çıkan birtakım yazma şeylerdir (s. 83). ... Bir ilim metodu ne kadar eski olursa kıymeti o kadar düşer. Çünkü ilim antika nev'inden değildir (s. 83). F u a d Köprülü'nün üzerinde durduğu nokta aslında A v r u ­ pa'da Türk tarihiyle ilgili çalışmaların henüz y e n i başlamış o l ­ ması i d i . Köprülü bu noktayı açıkça ifade edemiyordu ancak Türklüğün kaynağı için Çin belgelerine başvurmak gerektiğini söylüyordu. Bu belgeler de ancak 6. ve 7. yüzyıllara ait belge­ lerdi. Üstelik 1930'larda bu tarihî belgeler bile büyük ölçüde çözülmemişti. Henüz tümüyle kullanılmamış belgeleri bırakıp daha önceki tarihlere uzanmak hem de tarih öncesine gitmeye çalışmak ve bunu sadece yüzeysel i k i n c i l kaynaklarla yapmak, işi yokuşa sürüyordu ve tarih yöntemi zorlanıyordu. F u a d Köprülü birincil kaynakların yokluğunun, Türk Tarih Tezi'ni tarih öncesi devirlere götürmeyi engellediğini söylemek isti­ yordu. Dolayısıyla eninde sonunda yapılacak b u iş için adım 157



adım geriye gitmek gerekiyordu. Görüldüğü gibi bu tartışma baştan sona tarihte kaynakların kullanımı yani yöntem ile ilgi­ lidir. F u a d Köprülü şöyle diyordu: ... milli tarihimize ait bütün maddeleri, toplayıp biraraya ge­ tirmek ve sonra bunları, kendi idrakımızla, kendi gözümüzle, şuurumuzla terkip ederek yeni bir bina yapmak mecburiye­ tindeyiz. Dünyada her millet ne kadar maddî istiklaline malik olmak mecburiyetinde ise aynı derecede ehemmiyetli olarak manevi istiklaline de malik olmak mecburiyetindedir. Tarihi­ ni yabancıların gözüyle gören bir millet manevi esaretten kur­ tulamamış demektir (s. 47). F u a d Köprülü'nün B i r i n c i Türk Tarih Kongresi'nde, tarih bilimine duyduğu saygısı nedeniyle ortaya koyduğu muhalefe­ ti oldukça zayıf kalmış, kısmen anlaşılmamış kısmen de tekparti iktidarının kurbanı olmuştur. Tek-parti iktidarının zayıf­ lamasıyla eleştirileri daha büyük bir anlam kazanmıştır. Fuad Köprülü tarihçilikle siyaseti birarada yaşamakla birlikte, hiç olmazsa tarihçiliğinin ağır bastığı b u dönemlerde dar siyasal telkinlere teslim olmamanın kayda değer örneklerinden b i r i ­ dir. 1934'de kaleme aldığı Osmanlı Devletinin Kuruluşu adlı k i ­ tabına yazılan önsözde Köprülü'nün analitik, sentetik bir ba­ kış açısına kuvvetle h a k i m oluşu belirtilir. Fransada yazdığı bu önemli yapıtı Türkçe'ye 25 yıl sonra çevrilmiştir. Osmanlı Devletinin Kuruluşu adlı yapıtında gerek yöntem ge­ rekse çözümleme yönünden tek yanlı basit açıklamalardan özellikle kaçınmaktadır. Bu yapıtın bir önceki hali Türk Tarihi­ nin Anahatlan kitabı için hazırlanmış olan uzun bir makaleydi. Köprülü kitabın önsözünde tek yanlılığı kuvvetli bir biçimde eleştirmektedir. Öznelliğe başvuran ve sosyolojiyi ya da felsefe­ yi kullandığını zanneden kişilerin asla tarihçi olamayacağını be­ lirtmiştir. O n u n gerçek tarihçiler olarak gördüğü kişiler L u c i ­ en Febvre ve Marc Bloch gibi Annales O k u l u temsilcileridir.



Köprülü'ye göre Osmanlı Devleti'nin kuruluşunu açıklarken öncelikle din olgusu ve o n u n yanısıra çokça gündeme gelen ırk olgusu üzerinde durmak hatalıdır. Çünkü Osmanlı İmpa­ ratorluğu Türklerini oluşturan topluluklar içinde örneğin Hı­ ristiyan Rumlarla Müslümanlaştırılmış Türkler vardı. Yani d i n de ırk da belli değişimler belli süreçler yaşamış olgulardı, b u açıdan da an bir dinden ya da a n bir ırktan söz etmek zordu. Gerçeğin zaten çok karmaşık olduğunu belirten Köprülü, " O s ­ manlı" adının esas olarak siyasî bir anlam taşıdığını vurgulu­ yordu. Demek k i Osmanlının belirleyici niteliği, özellikle baş­ langıcında ne dinî ne de ırksaldı, siyasal varlığı her şeyin ba­ şında geliyordu. Osmanlının siyasal kuvvetini ve etkisini red­ detmek isteyen tarih tezinin kuvvetli olduğu bir dönemde F u ­ ad Köprülü'nün b u kitabının Türkçeye çevrilmemiş olması kolaylıkla anlaşılabilecek bir tutumdur. Tek yanlı açıklamalara karşı sürekli uyanıklık getirmeye ça­ lışan Köprülü, Osmanlı tarihçiliği k o n u s u n d a eleştiri yapar­ k e n Cumhuriyet tarihçilerini de -tabii kendisini bunların dı­ şında tutmadan- gözlerini dört açmaya çağırmaktadır. Osmanlı sülalesinin medhiyeciligini yapan eski Osmanlı ta­ rihçileri bir hükümdar soyundan gelmedikleri muhakkak olan Osmanlı padişahları için tamamiyle muhayyel silsilena­ meler uydurdukları gibi bu devletin kuruluşu hadisesini de tamamen bîr mucize halinde göstermek maksadıyla - Lejand silsilelerinden mürekkep tabiat üstü sebeplerle izaha çalışmış­ lardır.



19



20



19



Fuad Köprülü, "Giriş", Osmanlı Devletinin Kurulusu, (Ankara, 1984), s. 20.



20



a.e., s. 21.



158



21



B i r i n c i Türk Tarih Kongresi'nde yaptığı uyarılar ne kadar üstü kapalı ve çekingen gözükse de şu sonucu çıkarmak pek zor değildi: Osmanlı siyasal olgusu diğer A n a d o l u beylikleri ve A n a d o l u Selçuk t a r i h i n i n b i r devamı, b i r bütün olarak ele alınmalıydı; ancak b u kez mucizeler ve tabiat üstü nitelikler Türklere atfolunmamalı, gerçekler bilimsel yöntemle araştırıl­ malıydı. 21



a.e., s. 23. 159



F u a d Köprülü üzerine birçok yazılar yazılmıştır, bazıları onun fikirlerini çürütmek amacıyla bazıları da tarihçiliğini ve edebiyat tarihi üzerine değerli yapıtlarını irdelemek amacıyla. Fakat hayatı ve fikirleri üzerine yazılmış bir araştırma ancak 1980'li yıllarda yayımlandı. N e var k i , b u çalışma d a , F u a d Köprülü'nün, bilimselliğini, dönemine göre oldukça ileri bir noktada bulunuşunu, Cumhuriyet dönemi tarih çalışmalarına borçlu olduğu anlayışına sahiptir. Oysa Köprülü'nün incele­ me, sentez ve eleştiri içeren çalışmalarının değeri daha önce de belirttiğimiz gibi, 1910'larda yazdığı birçok edebî incelemede, aynı dönemdeki özgün çalışması "Bizde Tenkid"de, Türk ede­ biyat tarihi yazılarında, çıkardığı birçok dergide, 1914-23 Türk tarihi tetkiklerinde yeterli bir biçimde ortaya çıkmıştır. Dolayı­ sıyla Köprülü tarihçiliğini özellikle tek-parti dönemi tarih ça­ lışmaları atılımına borçlu değildir. B u noktanın özellikle vur­ gulanması gerekir. Ayrıca şunu itiraf etmeliyiz k i , egemen olan görüşleri savunanlara karşı güçlü bir muhalefet de yürütememiştir. Ulusçu tarihçiler cephesine h a k i m olan Türk ırkı ve d i ­ ni konusundaki en vulgarize ve yüzeysel yorumları, çağdaş ta­ rihçilik yönünde etkisizleştirmeyi başaramamıştır. Siyasal ve yasal düzeyde muhalefet geçerlik kazanana kadar da bilimsel yöndeki b u etkisiz eleştiriler sürüp gidecektir. C u m h u r i y e t tek-parti d e v r i n i n özel olarak beslediği z i h n i y e t i n daha çok "övgü ve a p o l o j i " üslubunda geliştiği açıkça gözlenebilir. 22



23



22 Halil Berktay 20. yüzyıl Osmanlı-Türk tarih yazımıyla ilgili şöyle bir yorum yapmakladır: " Ç ö k m e k t e olan bir feodalizmin kendisi gibi müflis ideolojisi, her konuda olduğu gibi tarihyazıcılıgında da, emperyalist Batı'nın ideolojisi­ ne, geleceği olan bir s e ç e n e k yaratarak direnmek yeteneğinden yoksundu... Bütün feodal düzenlerin aydınlan gibi Osmanlı uleması da doğrudan doğruya İmparatorluğun hakim sınıfına mensuptu, askerî denilen yönetici zümrenin bir alt katmanıydı...", Cumhuriyet İdeolojisi ve Fuat Köprülü, (İstanbul, 1983). s. 23-24. Tabii ki uluslaşma Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte tarih çalışma­ larına, ulus-devlcı olgusuna paralel bir boyut eklemiştir. Ancak ulusal devle­ tin kuruluşu zorunlu olarak bilimsellikle, bilimsellik de bir seçenek yaratmak­ la doğrudan ilişkili değildir. Ayrıca tarih çalışmalarının "bil im seli eş m es i " nin ana etkeni Rusya'da da Türkiye'de de "feodal şartlarda'' gelişen T ü r k ç ü l ü k akımının kuvvetlenmesi olgusudur. Fransa'da arşivlere dayanan çağdaş tarih­ çilik de monarşi d ö n e m i n d e başlamıştır. 23 Nusret Hızır, Felse/e Kurumu Seminerleri, (Ankara, 1977), s. 260. 160



3. Samih Rıfat: Bir Hayali Güç Olarak



Tarih



Fikirlerin birliğine, tek fikri savunma yaklaşımı ile bağlı bulu­ nan darbeci-devrimci tarih tezine hizmet eden bir diğer tarihçi de İstanbul'dan Samih Rıfat Bey'di (1874-1933). Samih Rıfat dil­ ler konusunda özel eğitim görmüş Arapça ve Farsça bilen bir kişiydi; ancak klasik bir eğitimi yoktu, liseyi bile bitirmemişti. 1910'larda Samih Rıfat edebî dergilerde yazdığı kısa mekalelerinde Türk tarihinin Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşu ile başladığı görüşünü eleştirdi. Türklerin özünün Turandan geldiğine inanıyordu ve Mehmet Arif, Yusuf Akçura, A h m e d Agaoglu ve Ziya Gökalp gibi Türkçülere katıldı. Birçok şiir yazdı, bunlardan bazıları milliyetçi Türkçü şiirlerdir. 192l'de Telif ve Tercüme Heyetinde çalışmaya başladı. Türk O c a h l a n ' n a da üye o l a n Samih Rıfat çalışmalarını özellikle ocakların kültür kolunda sürdürdü. Daha sonra Türk Dili Tet­ kik Cemiyeii'nin başkanı o l d u . Ayrıca müzik ve siyasetle ilgi­ lendi, ittihat ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı, daha sonra Türk­ çü gazetelerde yazdı ve Türkiye'nin birkaç dogu ilinde beledi­ ye başkanlığı yaptı. 1923-1931 arasında i k i kez C H P ' d e n Ça­ nakkale milletvekilliğine seçildi. 1920'lerin sonunda Halkiyat adlı bir kitap basmak İstedi an­ cak kitabı bitiremediği için sadece birkaç bölümü sonradan Türk Ocakları tarafından bir makale olarak yayınlandı. Bu ma­ kalesinde millî ve toplumsal geleneklerin üzerinde çalışılması gereğini vurguluyordu. Samih Rıfat'a göre ancak o zaman tari­ h i n , güzel sanatların ve iktisadın pragmatik (şen-i) sonuçları o l a b i l i r d i . " "Halkiyat" kavramının o zaman geniş bir anlamı vardı; popülizm ve sosyolojinin taşıdığı anlamların bütününü içeriyordu. Ancak Tarih Kongresi'nde, i k i n c i s i , yani toplumsal bilimler gözardı edilmiştir. 2



Türk dilinin diğer diller üzerindeki etkilerini k o n u alan b i l ­ d i r i s i n d e birçok dillerde kelimelerin kaynaklarının ve kökle25



24 Saadettin NCzheı (Ergun), Samih Rı/ai Hayalı ve Eserleri (İstanbul, 1934). s. LXX1X. 25 Samih Rıfat, " T ü r k ç e ve Diğer Lisanlar Arasında irtibatlar", BTTK, s. 52-78. 161



rinin Türkçeden geldiğini, Çince'den ya da Farsça'dan gelme­ diğini kanıtlamaya çalışmıştır. Çok eski sözcükler karşılaştır­ malı olarak incelenemediğinden, somut kanıtlar göstermeksi­ z i n , Çince'den ya da Farsça'dan geldiği yolunda gene! bir kanı­ ya dikkat çekerek bazı sözcüklerin köklerinin aslında Türkçe olduğunu ileri sürmüştür. B u n u n l a da kalmayıp Çince sözcük­ lerin de, Avrupa dillerindeki sözcüklerin de Türkçe köklerden meydana geldiğini savunmuştur: Tarihten evvel ve sonraki muhtelif devirlerde Hindüavrupai lisanlar Türkçenin uzvi ve mihaniki tesirleri altında kalmışür. Bünyevi ihtilatlar son teşekküli tabakalarda gözle görüleme­ yecek kadar değişmiştir. Misal olarak Türkçe sayı adlarından dört kelimesini ele alalım: Hepimizin bildiğimiz Fransızca quatre kelimesinin dörtten alındığı, hatta başka bir tabir ile, ikisinin bir olduğu söylenilse hiç kimse itimat etmez. Halbuki bu en katt hakikattir. İtalya'nın iptidai sakinleri olan Osk (Osque) ların lisanında dört adedinin adı Turutum'dur. Şark Türkleri de Törut derler (s. 59). Daha sonra eski Türk tarihinin tarih öncesi Avrupa dilleri üzerindeki e t k i l e r i n d e n söz etmektedir. B i l d i r i s i n d e sadece i k i n c i l kaynaklara başvuran onları da tam olarak belirtmeyen Samih Rıfat özellikle dillerle ilgili uzmanlık çalışmalarından da söz etmekte, tezinde bir yöntem izlemek yolunda en ufak bir kaygı görülmemektedir. Samih Rıfat'ın iddialarında zaman ve mekâna ait herhangi bir kanıt da bulunmamakta, herhangi yazılı b i r kaynaktan da söz edilmemektedir. Örneğin "West" kelimesinin tarih öncesi zamanlarda Türklerin anayurdu olan Orta Asya'da, çöl ve yanındaki deniz yani Hazar denizi olduğu iddia edilen "çöl ve deniz" anlamına gelen Vastum kelimesin­ den türetildigini ileri sürmekte ve tam kaynak göstermeden basit bir akıl yürütme yöntemi izlemektedir. Bazı lisan ve tarihi içtimaiyat tetkikleri delalet etmekledir ki, milletler şark ve garbı kendi bulundukları noktaya nispetle ekseriya alt ve üst cihet manalarıyla ifade etmişlerdir. Bu umu162



mi iiiycdın karşısında ilk Avrupa'ya gelen Türklerin şark ve garbe verdikleri isim olsa olsa ast ve üst olabilirdi. Fransızcada est, ouest bu manaya geldiği gibi Cermence ve Ingİlizcedeki şark, garp isimleri de bunlarla müşterektir... Litre'yi açıp bakınız: "Est ve Ouest" kelimelerinin aslen Cermen lisanlarına icra edildiğini göreceksiniz. Ouest'nin A l mancası Westtir. Litre bize şu malumatı veriyor: "West keli­ mesinin iştikakı üzerine Pikte'de gayet dakik bir bahis vardır. Burada West kelimesi çöl ve deniz manasına gelen Vastum kelimesine icra edilmiştir. Çöl ve Hazar denizi sonradan Cermenleri teşkil eden Aryaların Garbinde idi. Kısmen bizim fik­ rimizi teyid eden bu izaha biraz mukni olmak için, west-garp kelimesi gibi ost-şark tabiri de coğrafî bir münasebetle tefsir edilebilmeli idi (s. 63-64). Kongrede Samih Rıfat, Caferoglu Ahmet, Fazıl N a z m i ve Av¬ ram Galanti tarafından eleştirildi. Eleştirilerin çoğu bazı Türk­ çe kelimelerin kaynaklan ve kökleri etrafında yoğunlaşıyordu. Caferoglu Ahmet sözkonusu bazı kelimelerin aslında Farsçadan geldiğini ileri sürüyordu ve bu kelimelerin Farsça kökle­ rini vererek kanıtlamaya çalışıyordu. Eleştirel b i r bakışa sahip bulunan diğer tarihçiler gibi Caferoglu A h m e d de neredeyse özür diler bir edayla bazı noktalara dikkat çekmeye çalıştı: 26



Söyleyeceğim sözlere işlikakat hakkında aramızda tebarüz eden bazı fikir ihtilafları tabiatiyle bir içtihat meselesi oldu­ ğundan kimsenin bunu suitelakki elmiyecegini zannetmek is­ tiyorum (s. 8). Caferoglu Ahmet özellikle 4 ciltlik lise tarih kitaplarındaki hatalara dikkat çekiyordu. 'Han' ve 'hane' gibi kelimelerin han­ gi köklerden geldiğinin somut kanıtlarla gösterilmesi gerekti­ ğine inandığını dile getirdi: Madem k i doğrudan doğruya Türkçe'de (koynak) kelimesi mevcuttur, bu takdirde kon kelimesi yerine koynak kelimesi26 Caferoglu Ahmed, B T T K , s. 83. 163



nin konmasını teklif ederim... bendeniz kon kelimesini yeni bir isim olarak kabule meyyal değilim. Bundan maada mez­ kur kon kelimesi aynı müellif tarafından han ve hane kelime­ leriyle mukayese edilerek bir menşeden getirilmiştir. Bu da bir içtihattır. Doğru olabilir. Yanlış olduğunu iddia etmek iste­ mem. Yalnız bir şeye nazar dikkati celbetmek isterim; o da han ve hane kelimelerinin Arapça'ya hendek şeklinde arami l i ­ sanı tarikiyle intikal ettiği ve kazmak manasına geldiğidir. Bundan dolayı da Türkçe olduğuna ihtimal veremiyorum. ... Binaenaleyh emrihazır olan kon kelimesinin doğrudan doğru­ ya Farisi bir isim olan han şekline intikal edeceğini o kadar da tasavvur edemem ve ilk defa söylediğim Sogutçadaki kanak kelimesinin Türk konak kelimesinden geldiğini müellife isti­ naden kabulle beraber han ve hane kelimesinin kan kelime­ sinden geldiğini sırf bir içtihat ve filoloji kanunlarına uygun olmadığından kabul edemiyorum (s. 84). Caferoglu Ahmed'e göre, eğer halk tarafından kullanılagelen benzer b i r sözcüğümüz varsa sözcükler yaratıp ya da henüz Türkçe olup olmadığı kanıtlanmamış çok eski sözcükleri orta­ ya çıkarıp başka dillerde sözcüklerin bundan türetildiği ileri sürülmemeliydi. Samih Rıfat, Caferoglu Ahmed'e cevabında C . A h m e d ' i n çelişki içinde olduğunu çünkü kongreden önce yap­ tığı ders kitabı eleştirileriyle kongrede yaptığı eleştiriler ara­ sında ilişki bulunduğunu söyledi {s. 86): Demek k i bir tarih kitabını yazdığımız zaman Türkçe'nin hiçbir lehçesinde ve hiçbir lügat kitabında mevcut olmayan bir kon kelimesi icad ederek bunu Farisinin han'ı ve hane'si ile mukayeseye kalkmışız. Eğer böyle bir harekette bulunmuşsak hakikaten ilim namına hayrette kalınacak bir hayal üzerinde hakikatler tesis etmek garabetini göstermişiz de­ mek olur. Fakat ne kadar gariptir ki muhterem muarızımız itiraznamesinin ikinci sahifesinde bu sözünü ayniyle geri alı­ yor ve harfiyen şöyle diyor: "Bu noktadan, yalnız, Çagalaycada mevcut olan (!) kon kelimesiyle han'm hiçbir alakası ol­ masa gerektir" (s. 87). 164



Bundan da çıkardığı sonuç, Caferoglu A h m e d ' i n birçok çe­ lişki içinde bulunduğundan, aslında k e n d i görüşleriyle aynı görüşte olduğudur. A n c a k S a m i h Rıfat b u çelişkileri somut olarak gösterememiştir. Sadece ters b i r mantıkla dolaylı y o l ­ dan tarih tezine karşı olabilecek fikirlerin çürütülmesini sağla­ mak istemiştir. B u tartışma da Türk tarih yazımı ile ilgili i l k önemli toplantıda demokratik bir tartışma ortamından çok, s i ­ yasal safları berraklaşman b i r tek-parti görüşünün empoze edilmek istendiğinin başka bir göstergesidir. Belirleyici olan s i ­ yasal iktidarın yarattığı atmosferdi, tarih çalışmaları b u atmos­ ferden koparılmamaya çalışılıyordu. A v r a m Galanti İse Mısır ve Sümer tarihi ve ırksal kökleri üzerine sorular sordu ve görüşlerini belirtti. Galanti b u insan topluluklarının Türk olduğu konusunda hiç de ikna olmamış­ tı. Tüm b u eleştirilere cevap veren Samih Rıfat, kongrenin esas hedefini hatırlatmada yarar görerek, eleştiri yapmak isteyenle­ r i n gerekli kaynaklarla ve kuvvetle donanmalarının z o r u n l u l u ­ ğunu hatırlattı: "Biz vazifemizi yapmaya çalıştık münekkidler b i z i k e n d i bilgilerinin kuvveti ve vazıh delilleriyle i l z a m et­ mekte b i z i m kadar çalışarak yüksek vazifelerini yapsınlar"." B u otoriter ortamda tartışmaya sadece kaynakların temel ola­ mayacağı açıktı. "Millî tarihin güçleri", Samih Rıfat'ın kongre­ den o n yıl önce yazdığı makalelerde etraflıca anlatılmıştı. B u tür bir makalenin adı "İran Tarihi ve Türkler" i d i . Makalesi­ ne b i r benzetme ile başlıyordu: "Edebiyat ne ise Tarih odur. F i k r i sanat, tabiatı yalnız kendi eşkâl-i asliyesini tekzip için nümune iktihaz eden bir kudret-i tahayyülden ibarettir". B u benzetmeyle, Iran t a r i h i n i n ulusal ve ırksal köklerini nasıl abarttığını göstermeye çalışıyordu. İran t a r i h i n i n i l k efsane kahramanı Keyumers insanlığın atası olarak k a b u l e d i l i r d i . M i t o l o j i k kahramanlar yaratmak ve onları hiçbir şekilde ulaşı­ lamayacak zamanlardan getirmek İran tarihinin esas özelliğiy­ d i . Dahası, Samih Rıfat'a göre İran tarihinde Turanî özellikler 2 8



27 Ayrıca bkz. Saadettin Nüzhet (Ergun), Samih Rıfat, Hayatı...,



s. XC-XCIII.



28 Samih Rıfat, "Iran Tarihi ve Türkler", Ati Gazetesi, N o . 49-62 (18 Şubat 1334) (3 Mart 1918) yeni basımı S. N . Ergun, Samih Rıfat, Hayatı..., s. 161-95. 165



Farsi özelliklere ağır basıyordu. M a k a l e n i n daha sonraki bir bölümünde Farsi ve Turam kökenler arasındaki ırk ve d i l iliş­ k i l e r i n i ele alıyordu. Tekrar tekrar Turan ırkının özelliklerini vurguluyor ve lran'hlarm b u özelliklerden yararlandığını söy­ lemeye çalışıyordu. Samih Rıfat, İranlıların yarattığı efsanenin ardında hareketli bir ordu ve hareketli bir devlet olduğunu ile­ ri sürmektedir: Efsanenin temsil ettiği vukuat Turan ırkının o muazzam varlı­ ğını Asya'nın yalçın kayalı dağları üzerinde konup göçücü bir ordu, bir millet-i müselleha, seyyar bir Devlet halinde muha­ faza eden bir Türk, bir Skit hükümdarlığı ile haiz-i münase­ bettir. 29



Açıkça söylememesine rağmen Samih Rıfat'ın Şehnamenin yazarı Firdevsi'ye büyük bir hayranlığı bulunduğu sezilmekte­ dir. Samih Rıfat'a göre Firdevsi yüce hayal gücüyle bir millet ya­ ratmıştır. Samih Rıfat'ın makalelerinde i k i amaç göze çarpıyor; hayalî ve efsanevî tarihin büyük bir güç olduğunu haklı çıkar­ mak ve İran tarihinin tarih yazımında Turanî kökenler b u l u n ­ duğunu gösterebilmek. Daha 1918'de ulusal hedefler için her aracın mubah olduğunu ileri sürmüştü. Ayrıca, Samih Rıfat'a göre gerçek, Türklükten yanaydı. Dolayısıyla Türkler pozi'if bulgularla bilimsel gerçeklerle Turan gerçeğini yaratabileceklerdi. Bu çerçevede Zeki Velidi'nin 1931 tarihinde Destan k o n u ­ sunda kaleme aldığı bir yazısına bakalım: Mesela Firdevsi'nin Sahnamesinde esası şüphesiz Türk des­ tanlarından alınan bir Türk 'Gürkser'in hikâyesi ve halk şair hakimi 'Sutuh'un hikayeleri vardır. Bunların herhangi bir dev­ reye icrama hiçbir tarihi esas yoktur. Demek bunların o veya bu devre icraı tamamiyle destanı tasnif edenin işidir. Bunun için destan tasnifi gibi bir mesele, meselâ Türkiye'deki D i l Encümeni, Tarihi Encümeni, Halk Bilgisi Derneği, Türkistan'ı Öğrenme Derneği gibi ilmi cemiyetlere yükletilemez. O ancak şairlerin, yahut destanla uğraşan edebî dernek (Sercle) lerin



işidir. Tarihçiler bunlara ancak yardım ederler ve destan ma­ dem ki tarihidir, o edipler de tasniflerinde tarih çerçevesinden çıkmamalıdırlar. 30



Bu makalesinde Zeki Velidi destanın ulusal kuvvet için ge­ rekliliğine inanıyor ve ayrıntılı olarak destan malzemeleri hak­ kında bilgi veriyor. A m a tarih tezinin bilimsel tartışmalarının b u düzeyde sürdürülmemesi için gerekli uyarıları da yapıyor. 4. Dr.. Reşit Galip, Sadri Maksudi, Zeki Velidi: Türk Irkının incelenmesinde Ulusal Coğrafya ve



Cumhuriyet kurulduktan sonra da, Rusya'da yetişmiş bazı tarihçiler Türkiye'ye yerleşerek tarih çalışmalarına önemli kat­ kılarda bulunmuşlardır. Bunlardan B i r i n c i Türk Tarih Kongre­ s i n d e önemli bildiriler veren Sadri M a k s u d i (Arsal) ve Zeki Velidi (Togan)'yi ele alabiliriz. B u tarihçilerin Tarih Kongresi'ne ırk, d i l ve kültür sürekliliği alanlarında katkıları olmuş­ tur. H e r i k i tarihçi de eski Türkleri göçe zorlayan doğal deği­ şimler üzerinde durdu. Zaman kavramının da b u çerçevede ye­ niden sorgulanmasına neden oldular. T a r i h i n kavramları ve yöntemi hakkında etraflı bilgiye sahip olan Arsal ve Togan da­ ha sonraları tanımlanması yıllar alan " m u h a l i f l e r " ordusuna katılmışlardır. İlk elde i y i eğitim görmüş b u kişilere çok büyük ihtiyaç d u ­ yulmuştu. Bir yandan Türkçülük, s o r u n u n u n karmaşıklığı, d i ­ ğer yandan siyasal d u r u m u n baskıcı niteliği b u tarihçiler üze­ rinde şaşkınlık yaratmış ve zaman zaman tutarsızlıklar içine düşmelerine neden olmuştu. A n c a k , bir ara dışlanmalarına rağmen, her i k i tarihçi de kendi alanlarında belli bir tutarlılık gösterebilmişler, tek-parti döneminin basitleştirici ve dolayı­ sıyla yüzeyselleştirici etkilerinden şu veya bu biçimde kendile­ rini kurtarabilmişlerdir. Sadri M a k s u d i , Rusya'da Türklük bilinciyle yetişmiş sonra30



29 ö.e., s. 173. 166



Göçler



Z.V. Togan, Turfe Destanının Tasnifi J-IV; (istanbul, 1931), Bu makaleleler Adsız Mecmua (istanbul. 1931)'in 1, 2, 3 ve 5. sayılarında çıkmıştır. 167



dan Pariste eğitim görmüştü. 1905 Devrimi'nden sonra kendi yöresi olan Kazan'da parlamenter mücadeleye girmiş ve Kazan Türkleri'ni çok yönlü bir biçimde temsil etmiştir. Sadri M a k s u d i ' n i n milliyetçilik mücadelesi 1917 Bolşevik Devrimi'yle daha da güçlenmiş ve Türkistan U m u m i Valilerinden b i r i o l ­ duğu gibi Muhtar Türk Tatar Devleti'nin kuruluşunda önemli katkılarda bulunmuştur. 1923-24 yıllarında Sorbonne'a bagh bir enstitüde Türk Kavimler Tarihi dersini veren Sadri M a k s u d i , 1925'de Mustafa Kemal tarafından öğretim üyesi sıfatıyla Türkiye'ye çağrılmıştır. Bundan sonraki 5-6 yıl içinde H u k u k M e k t e b i n d e Türk H u k u k u dersleri vermesi, Türk Tarih Encü­ m e n i n i n kuruluşuna katılması ve nihayet Şebinkarahisar M e ­ busu seçilmesi birbirini izlemiştir. 31



32



1908-1916 yılları arasında Rusya'da Türk Tarihi ve Edebiya­ tı dersleri veren, eski eser araştırmaları için çeşitli bölgelerde görevlendirilmiş olan Z e k i Velidi 1916'dan sonra siyasî hayata katılmış ve Başkırdistan özerkliği hareketine öncülük etmiştir. 1920'de Türkistan'a giderek Türkistan Millî Komiteleri Baş­ kanlığı yapan Z e k i Velidi, bazı anlaşmazlıklar sonucu birkaç arkadaşıyla birlikte Rusya'dan kaçmış, sonraki dönemde Iran, Afganistan, Hindistan, Paris ve Berlin'de birçok bilimsel etkin­ liklerde bulunmuştur. 1925 yılında Berlin'de iken Ankara'ya, Teli/ve Tercüme Heyeti üyeliğine davet edilmiştir. Bu çalışmala­ rım Darülfünundaki Türk Tarihi dersleri izlemiştir. 1932 yı­ lında talep ettiği araştırma iznini alamayınca istifa ederek yurt­ dışına gitmiştir. Kongreye katılan tarihçiler arasında, siyasal faaliyetten ve tartışmalardan uzak durarak çalışmalarım sade­ ce tarih üzerinde yoğunlaştıran ve b u t u t u m u n u u z u n yıllar sürdüren tek kişidir. Birçok İdarî ve siyasî uzaklaştırmalara rağmen 1970 yılma kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat F a kültesi'nde tarih öğretmeyi sürdürebilmiştir. 33



1929-1932 yıllarında okuttuğu ders notlarım Tarihte U s u l adıyla bilinen kitabında toplamıştır. B u kitap, tarih k o n u s u , yöntemi ve felsefesi üzerine yazılmış ve u z u n b i r süre istan­ b u l Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde o k u t u l ­ muş önemli bir yapıttır. 1940'larda da, Umumi Türk Tarihine Giriş kitabı basılmıştır. Önsözünde de belirttiği gibi b u kitap­ la olaylardan çok Türk t a r i h i n i n sorunları üzerinde d u r u l ­ muştur: 34



35



Muhitimizde ilmi mesainin akıbetini belirsiz telakki ettiren vaziyete gelince, bu husus kendisini kâh tarihimize ait Avru­ pa bilgisini toptan inkâr ederek, yalnız ilim alemince değil, kendi milletimizce dahi gayri ciddi telakki olan naraziyeler şeklinde, kâh bilakis Türkün bilgi sahasındaki her içtihadını Con Ahmetçilik telakki etmek derecesine kadar ileri giden bir ruh esareti şeklinde göstermektedir. Komşularımız olan kü­ çük Balkan ve Önasya islâm milletleri ile küçük Baltık millet­ leri bile kendi seviyelerine göre ulum akademilerine maliktir­ ler, yani ilim sahasında kendi kıstasları vardır; biz Türklerin de bu yola gireceğimiz tabiidir ve bunu sabırsızlıkla bekleriz. ... Ben bu ümidi, Türk tarihine dair 1911'de basılıp 1912 tarihiyle intişar ederi bir eserimin mukaddemesinde en büyük emelim olarak izhar etmiştim. Aradan 35 sene geçtiği halde, ne yazık ki bu emelin tahakkukunu göremedim. 36



Z e k i Velidi'nin şikâyetlerinin en başında Türkiye'de bilimsel yapıtları barındıran kütüphanelerin bulunmayışı geliyordu; ona göre Türk tarihi konusunda en temel, dünyaca kabul gör­ müş başlıca 10-20 yapıtı bile kütüphanelerde bulmak müm­ kün değildi. Velidi şu sonuca varıyor: E n azından 200 yıldır tarihimizi yazmaya çalışıyoruz, hâlâ millî tarih tezi olarak ka­ b u l edilebilecek bir çizgimiz yok çünkü yetki sahibi değiliz ve gerçekten bilimsel bir merkezimiz yok.



31 Adile Ayda, "Sadri Maksudi'nin Hayal Hikâyesi", Sadri Maksudi Arsal. Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları (İstanbul, 1979), s. 10. 32 a.e., s. 12-4.



34 Z . V Togan, Tarihle Usul, (İstanbul, 1985).



33 Zeki Velidi (Togan), "Müellifin kısaca Tercüme-i Hali", Z . V Togan. Onyedi K u -



35 Z.V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, (İstanbul, 1946), s. iii.



malü Şelıri ve Sadri Mahsudi Bey, (İstanbul, 1934), s. 55-60. 168



36 a.e., s. vii. 169



Vaktiyle Süleyman Paşa tarafından ileri sürülen fikir, yani Türklerin umumi tarihinin, bundan i k i asır önce Fransız ali­ mi Deguignes tarafından işlenip ortaya konulduğu gibi, ilmin büyük bir mevzuu olduğu fikri kabul edilerek, Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) İstanbul Üniversitesinde Umumi Türk Tari­ hine ayrı bir kürsü açtırdı ve Türk tarihini anlama lüzumunu ortaya attı. Fakat otorite sahibi ilim ve fen merkezimiz henüz vücuda gelmediğinden, bugüne kadar milli tarihte Umumun kabulüne mazhar olan hiçbir tezimiz yoktur. 37



Sadri M a k s u d i , B i r i n c i Türk Tarih Kongresi'nde " T a r i h i n A m i l l e r i " adlı bir bildiri sunmuştur. Öncelikle dinî ve akılcı tarih anlayışlarını anlattıktan sonra, Fransız'ların tarih felsefe­ sini gerçek hayattan ve olaylardan çıkarttıklarını, Almanların ise tarihe tümüyle metafizik bir anlam verdiklerini, pozitiviz­ m i n yaygınlaşmasıyla da, tarih felsefesinin revaçtan düştüğü­ nü belirtmiştir (s. 341). Sadri M a k s u d i , bildirisinde, tarih b i l i ­ m i n i n aşamalarını da derli toplu bir biçimde açıklamıştır. Batı düşünce tarihi ve bunun içinde tarih düşünceleri konusunda bilgi sahibi olan Sadri M a k s u d i , doğrudan tarih b i l i m i ile ilgili bildiri sunan tek kişidir. O n u n dışındakiler tarih yazımını ele alırken daha çok tarih öğrenimi, tarih ders kitapları ve Türki­ ye'deki somut d u r u m üzerine açıklamalar yapmışlardır. Ancak Yusuf Akçura, daha sonra da ele alacağımız "Tarih Yazmak ve Tarih O k u t m a k Usullerine D a i r " adlı bildirisinde b u i k i k o n u ­ yu birlikte ele alarak, hem ülkedeki gelişmeleri ve aksaklıkla­ rı, hem de düşünce ve yöntem düzeyinde Batı etkilerini vurgu­ lamıştır. Daha önce de belirttiğimiz Fuad Köprülünün olduk­ ça çekingen bir biçimde de olsa yaptığı eleştirilerinde yöntem ve kaynaklar konusundaki katkılarını unutmamak gerekir. Reşit Galip'in antropoloji, Türk ırkı ve Orta Asya'da kurak­ lıkla ilgili bildirisinden sonra, Reşit Galip, Z e k i Velidi ve Sadri M a k s u d i arasında özellikle kuraklık konusunda gittikçe karmaşıklaşan bir tartışma başlamıştır. Reşit Galip tarih öncesin­ de olduğu gibi tarih devirlerinde de Orta Asya'da sürekli k u 3 7 a.y. 170



rakhk olduğunu ve batıya doğru göçler dolayısıyla, Türkler'in Batı'nm her yönüne yayılmasının ve uygarlık götürmesinin ka­ nıtlandığını ileri sürmüştür (s. 99-161). Dr. Reşit Galip birçok i k i n c i l kaynaktan yararlanarak fizikî antropoloji ve ırk araştır­ malarını anlatmıştır. Bu b i l d i r i Afet Hanım'm bildirisi ile karşı­ laştırıldığında daha uzmanca olduğu görülmektedir. Bildirisin­ de sonuç olarak şu gerçeklikleri sıralamıştır: 1. O zamana kadar Sami ve yerli olduğu sanılan Mezopotam­ ya medeniyeti yerli sayılması imkânsız ve çok daha kadim, Sami olmayan bir ırkın malıdır. 2. Bu ırk ve medeniyet Orlaasyadan gelmiştir. 3. Bu medeniyetin mümtaz mümessilleri olan Sümerler, ba­ zı muasır yabancı müelliflerin şimdi, çok tekrar etmek iste­ medikleri bir ıstılah ile Turanı, bizim daha doğru tabirimizle 'Turh' ırkındandırlar (s. 117). Dr. Reşit Galip'in önermeleri de şöyle özetlenebilir: 1) Irk­ lar insanlık içinde en geniş aileyi oluşturur. B u nedenle millî tarih incelenirken ırkın incelenmesiyle işe başlanmalıdır (s. 99); ve 2) İklim değişikliklerinin m e d e n i y e t i n gelişiminde doğrudan etkisi vardır (s. 149). Türk Tarihinin Anahatian K i ­ tabı için "Orta Asya'da O n y e d i Kumaltı Şehri"nin yazarı Sadri M a k s u d i de Dr. Reşit G a l i p ite aynı fikirdeydi. Z e k i Velidi ise, Yusuf Akçura tarafından tarih ders kitapları ile i l g i l i fikirleri sorulduğunda "17 Kumaltı Şehri" tezini reddeden raporunu hazırlayıp Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'ne vermişti. Kongrede de, Z e k i Velidi, tarih dönemlerinde kuraklığın sürekli olmadı­ ğını ve sözkonusu şehirlerin tarih dönemlerinde varolduğu­ n u , kaynaklar göstererek kanıtlamaya çalışmıştır (s. 167-76 ve 369-376). 38



... XX'nci asrm başına doğru kuraklık meselesi başka bir şekil aldı. Türkistan'da daima kuraklık mevcut olmadığı hissedil38 Tarih kitapları ile ilgili olarak hazırlanan rapor 29 Mayıs 1932'de T ü r k Tarihi­ ni Tetkik Cemiyeti'ne sunulmuştu. Bununla ilgili b ö l ü m için bakınız Zeki Ve­ lidi, Onyedi Kumaltı Şehri ve Satiri Maksudi Bey {istanbul, 1934), s. 53-4. 171



meye başlandı. Sonra Rus Akademisi ve Coğrafya Cemiyeti tekrar heyetler gönderdiler. Bu heyetler burada tedrici ve mü­ temadi kuraklık olmadığı neticesine vasıl oldular... ...ana vatanımız olan Türkistan'ın bugün bile kurumakta devam ettiğini ve istikbali olmadığını iddia edenlere karşı bu­ nun aksini ispat edenleri daha tercih ediyorum (s. 169). Bu tartışmalar sırasında Z e k i Velidi'nin tarih öncesi devirle­ re pek yanaşmaması, esas olarak tarihî devirler üzerinde fikir ileri sürmek istemesi dikkat çekici bir noktadır. Çünkü o da F u a d Köprülü gibi ancak belgelerle kanıtlanabilecek zaman birimleri ile görüşlerin oluşturulmasından yanadır: Ben yalnız tarihi zamanları biliyorum... Türkler'in muhaceretleri Çinlİler'in verdiği malumata göre birkaç sene devam eden açlık neticesi olmuştur. Bu açlık da­ imi bir kuraklıktan ileri gelmemiştir. Ekseriya Anadoluda da olduğu gibi muvakkat bir kuraklık ahalinin bir müddet göçetmesini icap etmiştir... (s. 175) Z e k i Velidi'ye göre bu nedenlerle nüfus artışları, belirleyici bulgular değildir çünkü geçicidir. Dr. Reşit Galip ise bu görüşe karşı şunları ileri sürmüştür: Bütün hesapları bir an için doğru kabul etsek bile ahalinin şu veludiyetine rağmen Ortaasya'da da birkaç yüz milyar nüfu­ sun olmaması elverişli iklim ve tabiat şeraitinin mevcut bu­ lunmamasına delalet eder. Görülüyor k i , nihayet kendilerinin bu kuvvetli delilleri dahi iklim şeraitinin kısırlığına müncer oluyor (s. 184). Bu tartışma kongrenin üçüncü ve dördüncü günlerinde de sürmüştür. Reşit Galip, Sadrı M a k s u d i ve Şemseddin Bey, Z e k i Velidi'nin kaynaklarını sürekli sorgulayarak ağır suçlamalarda bulunmuşlardır. S o n u n d a , kongre çerçevesindeki tartışma Sadri M a k s u d i ' n i n lehine sonuçlanmış, Zeki Velidi ise, cevabı­ nı, sonradan üniversiteden istifa ederek gittiği Viyana'dan y o l ­ lama fırsatı bulmuştur. Siyasal iktidarca İstenen açıktı: Batı'ya 172



doğru göçün güvenilir olmayan rakamlarla çok yoğun olduğu­ n u n "kanıtlanması".Şemseddin Bey'in tartışmaya girip, eski bir düşmanlığı orta­ ya çıkarıp saldırıya geçmesi, coğrafî şartlar, göç ve nüfus k o ­ nularında sürdürülmekte olan görece bilimsel bir tartışmayı, başka safhaya sokmuş ve böylece işin ciddiyeti tamamen yok olmuştur. Şemseddin Bey, Rusya'daki Türkçülük mücadelesi içindeki bir tartışma ve düşmanlığı ortaya çıkararak şunları söylemiştir: O kongrede de Zeki Velidi Beyle Sadri Maksudi bey... şiddetle çarpışmışlardı: Çarlık devrildikten sonra Rusya'daki unsurlar kendi milli varlıklarını kurtarmak için mesai sarfederken Türkler de evvela Moskova'da sonra da Ufa'da birer Kongre akdetmiş, Türk adı altında bir birlik yapmak teşebbüsünde bulunmuşlardı. Fakat Zeki Velidi Bey Ufa Kongresinde Türk namı altında Türk Birliğinin teşekkülüne birinci derecede muarız olmuş, Başkırtları Türk camiasından ayırmıştı. (Yazık­ lar olsun sesleri) Zeki Velidi Bey milli birlik duygusu ve Türk lehçesi esas olmak üzere bir vahdet yapılmasına, bütün Türk aleminde umumi hars ve lehçe birliğine doğru gidilmesine muhalefet ve mümanaat ederek Rusya Türkleri'nin lehçeleri ayrı, harsları ayrı, varlıkları ayrı, Tatarlar, Başkırtlar, Özbekler, Azeriler... gibi birçok parçalara bölünmelerine sebep olmuştu. Acaba Zeki Velidi Bey aynı rolü bu kongrede de mi oyna­ mak istiyorlar? Ancak emin olsunlar ki bu kongrenin etrafın­ da toplananların dimağlarından milliyet ateşi fışkırıyor. Bu ateşin karşısında her gayret, her teşebbüs erimeye mahkûm­ dur. (Sürekli ve şiddetli alkışlar) (s. 400). Kongrede sonuçlanmayan karşılıklı suçlamaları cevaplamak için 1934 yılında Avusturya'da kaleme aldığı Onyedi Kumaltı Şehri ve Sadri Maksudi Bey adlı küçük kitabında. Z e k i Velidi, özellikle Rusya'da Türkçülük hareketi üzerinde Kazan Tatarla­ rının (Sadri M a k s u d i ve yandaşları) görülen hegemonyasını dile getirmektedir. Z e k i Velidi bu kitapçığı hegemonyasız, fıiyerarşisiz bir Türk birliği idealiyle kaleme aldığını vurgulamış173



tır. Sadri M a k s u d i ' y i ise Türkçülük mücadelesi sırasında yete­ rince radikal davranmamakla hatta Rus merkezi idaresine tes­ limiyetçilik yapmakla suçlamaktadır. Zeki Velidi'ye göre söz konusu şehirlerin terk ediliş nedeni si­ yasaldır ve yer yer nüfus yoğunluğu İle ilgilidir, coğrafî bir zo­ runluluk olarak kuraklık sonucu gerçekleşmemiştir. B u şehirle­ rin bazılarının son asırlara kadar varlığını sürdürdüğünü, bazı­ larının da yerli yerinde kaldığını iddia etmektedir. Bu küçük kitapçıkta sürekli altını çizdiği başka bir k o n u da Türk Tarih Tezi'ne karşı olmadığıdır. Kongredeki genel atmosferi gözönünde bulundurduğumuzda, Z e k i Velidi'nin b u k o n u d a k i titizliği ile Sadri Maksudi'nin kongredeki kibri arasında bir bağlantı olsa gerektir. B u tartışmanın esas aktörlerinin çeşitli dillerde zengin kaynakları kullanabilmeleri, Cumhuriyet tek parti yönetimi ile kongre sonrası bazı sürtüşmelere girmeleri ve genel olarak m u ­ halif saflara dağılmaları, bir yandan doğrudan siyasal bağlantı­ lar, diğer yandan ani kopuşlarla ilgili olan ortak özellikleridir... Örneğin Reşit Galip'în 1932'de Maarif Vekaleti'ne atanması, Mahmut Esat ile kavgalı oluşu ve b u nedenle Mustafa Kemal tarafından bir akşam sofrasını terk e t m e s i n i n istenmesi ve 1933 yılında vekaletten ayrılışı ilgi çekicidir. Sadri M a k s u d i hakkında da benzer nitelikte bir söylenti olduğunu kızı Adile Ayda yazmıştır: Birtakım kişiler tarafından Sadri M a k s u d i ' n i n Mustafa Kemal'in d i l politikasına karşı olduğu ileri sürüldüğü ve radyoda M a k s u d i aleyhinde konuşmalar yapıldığı söylenir. Daha sonra Celal Bayar'ın b u kırgınlığı ortadan kaldırmak iste­ diği ileri sürülmüştür. 1930'îarm başında Şebinkarahisar me­ busu, B i r i n c i Türk Tarih Kongresi'nin önemli katılımcısı ve Türk Tarih Tezi'nin ateşli savunucusu Sadri M a k s u d i 1946'dan sonra fikren yazılarında D P ' y i savunmuş ve 1950'de b u parti­ den Ankara milletvekili seçilmişti. 39



40



41



42



39 a.e.. s. 21. 40 a.e., s. 53-4.



Z e k i Velidi kendi görüş açısından, C u m h u r i y e t ' i n i l k yılla­ rında tarih yazımım ve bazı tarihçileri, bilimsel yöntem ve ra­ dikal Türkçülük konularında sorgulamış ve b u t u t u m u n u son­ ra da sürdürmüştür. 1932de Avusturya'da yürütmek istediği araştırma için üniversiteden resmî i z i n alamayınca, istifasını verdiği ve Sadri Maksudi'ye cevabını Viyana'dan yazdığı ve bu­ n u n içinde Türk Tarih Tezi'nin bazı noktalarına dikkat çektiği unutulmamalıdır. Z e k i Velidi bilimsel konularda ve özellikle tarih dalında kişilerle kurumlar arasındaki ilişkiyi hiç kimse­ n i n açıklamadığı bir nitelikte dile getiriyor: Tarih ancak ilmi haysiyetiyle şerefli bir ilimdir. Bu itibarla fevkalade hassastır. Bunun için de o vakaları zorlamayı sev­ mez. Aynı şahıslar tarihi zorlar, onu tahrif eder yahut vakaları tarafgirâne bir surette izah edebilir; fakat bir devletin, bir hü­ kümet ve milletin ilmi müesseseleri bu yola girerse tarih tet­ kiki felce uğramış olur.



43



B u haklı sözlerin doğrudan Türk Tarih K u r u m u ve siyasal iktidardaki C H P ' n i n tek-parti rejimi için söylenip söylenmedi­ ğini tam olarak bilemiyoruz. Gene de donemle ilgili sorunlar karşısında bir uyarı olduğu açıktır. B u ayrıca az da olsa bazı tarihçilerin dar görüşlü pragmatik iktidar kaygısıyla yönlendi­ rilen ve bu nedenle basi deştirilip yüzeyselleştirilen tarih çalış­ malarından endişe duyduklarım göstermektedir. 5. Yusuf Akçura:



Ulusal Tarifi Yadımı



Daha önce belirttiğimiz gibi Yusuf Akçura da Rusya'da yetiş­ miş bir tarihçi ve Türk ulusçusudur. Tarihin usûlleri ve kay­ nakları konusunda yüzyılın başlarından itibaren düşünmüş ve yazmıştır. 19. yüzyılda ulusçu duyguları pekiştiren tarihçiliği A l m a n l a r ve Slavlar örneğinde incelemiş ve Türkçülüğe b u çerçevede katkıda bulunmak için çalışmıştır. Akçura'nın kat­ kısı, uzman bir tarihçilikten çok daha önemli olan yanı, gerek



41 Mahmud Goloğlu, Tek Partili Cumhuriyet, 1931-38, (Ankara, 1974), s. 71. 42 Adile Ayda, "Giriş", Sadri Ma/ısıtdi'nin Hayat Hikâyesi, s. 19-20. 174



Milliyet Duygusunun..., 43 Z . V Togsn, Tarihte Usul, s. 18. 175



Rusya'da gerekse Türkiye'de siyasî etkinlikleri ve Kurtuluş Sa­ vaşı sırasındaki a k t i f katılımı i l e gelişen pratiğe dayalı b i r "ulusçuluk öğretmeni" oluşudur. Tek başına tarihçilik ve araş­ tırmacılık o n u n hiçbir zaman esas amacı olmamıştır. Akçura'nın Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurucuları arasında b u l u ­ nuşu ve B i r i n c i Türk Tarih Kongresi Başkanı yapılışı, o n u n s i ­ yasal etkinlikleriyle yakından ilgili olan b u "ulusçuluk öğret­ menliğidir". Türk siyasal ulusçuluğunun her adımında oyna­ dığı r o l o n u , uzman tarihçiler olarak daha i y i yetişmiş tarihçi­ lerin, örneğin F u a d Köprülü ve Z e k i Velidi'nin önüne çıkar­ mış ve kongre başkanı olmasını sağlamıştır. Ulusçu öğretmenliği ağır basan Yusuf Akçura tarih çalışma­ larına özellikle eğitim alanında katkıda bulunmuştur. İstanbul Üniversitesi ve Erkânı Harbiye'de ulusçu gençler yetiştirmiştir. Daha önce İkinci Meşrutiyet döneminde Erkânı Harbiye'de ta­ rih b i l i m i dersleri vermiştir."' Daha sonraları A n k a r a H u k u k Fakültesi'nde yine tarih dersleri veren Akçura, 1931 Tarih Tet­ kik Heyeti'nin kuruluşu sırasında ve bir yıl sonra seçildiği B i ­ rinci Türk Tarih Kongresi başkanlığıyla, tarih alanında sürekli ve tutarlı b i r ciddiyet göstermiştir. B u eğitim e t k i n l i k l e r i n i n tek amacı yeni kuşakları ulusçu b i r bilinçle yetiştirmekti ve kongredeki rolü de b u n u göstermektedir. Doğrudan Türk tarih yazımı ve sorunları ile ilgili tek b i l d i r i kongrenin son gününde Türk Tarih Encümeni Başkanı Yusuf Akçura tarafından verilmişti. Yusuf Akçura esas olarak 19. yüzyıl s o n u ve 20. yüzyıl başında tarih yazımının geçirdiği aşamalar, tarihin yöntemi ve eğitimi ve özellikle II. Abdülhamit zamanında tarih eğitiminin saptırılması konuları üzerinde duruyordu: 1



Meşrutiyetin fiilen ilgasından sonra ikinci defa ilanına kadar geçen devrede, maruf tabirde "Devri Hamidide" Padişah ve hükümet tarihi sevmezler ve tarihten korkarlardı. İleride bi­ raz tafsil ile anlatacağız ki, bu devirde bir aralık Umumi Tarih



44 E Georgeon, Yusuf Akçura, 176



Contribution..., s. 119.



çok budandı,



4S



sonra mekteplerde okutulması menedildi; ta­



rih kitapları eksiltildi: Bazı tarih kitapları, polis tarafından toplatılıp han odalarına hapsedildi; rivayete göre bazıları da yaktırıldı.. (S. 578)



Rivayet sözcüğünün de kullanıldığı b u tartışmalı görüşün kendi tebliğinde kanıtlanmamış oluşu dikkat çekicidir. Birçok k o n u y u ilk kez ele alan ve açıklık getiren b u b i l d i r i n i n en za­ yıf noktası da kanımca budur. Çünkü H . Abdülhamid dönemi­ n i n i k i yanı vardır bir yanı eğitimde ve tercüme ve telif eserle­ r i n yaygınlaşmasında önemli bir artış sağlaması öbür yanı ise bazı konulara ilişkin belirli bir yaklaşımı içeren kitapların ya­ saklanması. Eğer uygulanan reformlar zor yoluyla dahi olsa ta­ r i h korkusu ya da sevgisizliği içerseydi, özellikle 1900 yılında yeniden yapılanan Darülfünun Edebiyat Fakültesi'nde Osman­ lı Tarihi, Dünya Tarihi ve Arkeoloji dersleri verilmezdi. Akçura'mn kongrede verdiği bildiride kullandığı kaynaklar genellikte Fransız kaynaklarıdır; aynı zamanda çelişkili bir b i ­ çimde vurgulayarak eleştirdiği k o n u da bir önceki dönemin ta­ rihçilerinin kendilerini Fransızca kaynaklara ve uyarlamalara teslim ederek tarih yazmış olmalarıdır. A n c a k , Yusuf Akçura söz k o n u s u Fransız kaynaklarını tarih yazımı ve eğitimi k o n u ­ larında, başka ülkelerin düşünsel ve eğitsel pratiğinden yarar­ lanmak amacıyla kullandığından, Orta Asya Türklüğü'nün ta­ rihten evvelki zamanlarıyla, antropoloji, coğrafya, d i l gibi titiz konularda yüzeysel i k i n c i l kaynaklarla yetinmek zorunda k a l 45 Bu konuda gerçekten de bazı abanmalar ve tek yanlı değerlendirmeler görül­ müştür. Bu noktaya açık bir biçimde dikkat çeken B. Lewis, Abdülhamid 11 denemindc laik eğitim alanında yapılan atılımlar vurgular. Tlıe Emergence of Modem Turkey, Oxford,1968, s. 178-183. Osman Nuri Ergin de Abdülhamid îl.'nin eğitim alanındaki reformlarını tasvip etmekle beraber daha spesifik ola­ rak şu noktalara dikkat çekmektedir: "Tarih gibi fikri a ç a c a k birçok dersleri mektep programlarından çıkararak ilme ve ihtisasa adeta d ü ş m a n bir vaziyet almıştı" (Türii Maarif Tarihi, Cilt 3-4, s. 1213) ancak Yusuf A k ç u r a ' m n işaret ettiği bu kısıtlama Tarih-i U m u m i dersleride değildi: "Edebiyat Fakültesinde Osmanlı, yani T ü r k edebiyatı ile Osmanlı ve İslâm tarihlerinin bulunmayışla­ rı... Bunların olmayışı T ü r k aleyhtarlığı sayılmasa bile m ü m k ü n olduğu kadar m ü n a k a ş a y a sebebiyet vermemekten başka neye atfolunabilir?" Aynı yerde, Cilt 1-2, s. 700. 177



mamaktadır. Derslerinin en az dörtte b i r i n i tarih yöntem ve eğitimine ayırdığını söyleyen Akçura, kaynakların yetersizli­ ğinden şikâyetçidir ve en temel tarih yöntemi kitaplarının bile kolaylıkla bulunamadığını söylemektedir. Akçura bildirisinde 1920Terde tarihin yöntemi ve eğilimi üzerine çalışan tarihçilerin, tarihin ulusal benlik yaratmadaki ' önemli rolünü savunduklarını belirtmiştir. B u fikirler Fransızla­ rın "Censeignement public" anlayışından geliyordu. Tarihi ulu­ sal yararlan açısından öğrenmek ve çalışmak eğilimi aynı Avru­ pa'da olduğu gibi Türkiyede de tarihçileri etkisi altına almıştı. Yusuf Akçura tarihçilerin "sübjektif ."objektif ve "sezgisel" n i ­ teliklerini açıklarken bu milliyetçilik eğilimini şöyle açıklıyor: Tarihin cem ve inşasında mevzu kaidelerin hakkile tatbiki ka­ bil olamamıştır. Daima o kaidelere, dinlerin, kavimlerin, zümrelerin, mesleklerin menfaat ve ihtirasları galip gelmiştir; çünkü hemen hiçbir müverrih, kendi ruhunun ve muhitinin üstüne çıkamamıştır; çünkü müverrih riyaziyeci veya kimya­ ger gibi, kendi ruhile rabıtalı bir muhitin haricinde kalan bir mevzu üzerinde çalışmıyor (s. 589). Müverrih ya muayyen bir din, bir mezhep, bir ırk, bir ka­ vim, bir millet, bir hanedan, yahut iktisadi veya İçtimai bir meslek, siyasî bir fırka menfaatini gözeterek tarihini İnşa eder (¿387). Tarih eğitimin aşamalarını özetleyerek çağdaş tarihçiler hak­ kında bilgi veren ve dönemin kültür politikası üzerinde duran Yusuf Akçura, Avrupa türü tarih eğitiminin Osmanlı'da 19. yüz­ yılın i k i n c i yarısında başladığını ve 1899'dan sonra örneğin Fransız Devrimİ'ne geniş yer ayıran tarih kitaplarının b u bölüm­ lerdeki yerlerini imparatorlukla, Osmanlı tarihi anlatımına terk ettiğini söylemektedir. Akçura, Fransız kitaplarından aşırı bir biçimde yapılan kopyacılığı eleştirirken, aynı zamanda, İkinci Meşrutiyet dönemini de eleştirmektedir. Bir önceki bölümde ele aldığımız tarih kitaplarının Hamit-Muhsin'e ait olan ders kitabı eleştirilmesi gereken b u kitaplar arasında yer almaktadır. Yusuf Akçura'nm b u b i l d i r i s i n d e altını çizdiği b i r başka 178



önemli nokta daha vardır, k i o da ulusçu tarihçilikte, Fransız yaklaşımının yanısıra, A l m a n yaklaşımının da ele alındığında, daha sağlıklı bir portrenin ortaya çıktığına olan inancıdır: Fransızlar, hemen daima, Orta Kurunda ve Yeni Kurun başla­ rında, İslâm alimlerinin, İslâm mütefekkirlerinin... ilme ve fikriyata hizmetlerini saymazlar; klasik tarihten birdenbire Fransa'ya atlarlar. Almanlar ve Ruslar bu hususta biraz daha munsıftırlar (s. 582). Ancak kongrede Yusuf Akçura'nm Türk tarihçiliğinde yapıl­ mak istenen atlamaları nasıl yorumladığı ortaya çıkmamakta­ dır. Yusuf Akçura ne Fuad Köprülü gibi yöntem eleştirisi yap­ maktadır ne de Zeki Velidi gibi kaynakların sınanması gerekli­ liğini savunmaktadır. Bu alanda bir eleştiri yapmamış b u l u n ­ ması, en eski çağlardan Türkiye Cumhuriyeti'nin yüce varlığı­ na büyük bir sıçrama gerçekleştiğine ilişkin bir anlayışın ha­ k i m oluşu, son bildiriyi okuyan ve üstelik historiografi alanın­ da görüş belirten Akçura için önemli bir eksikliktir. O n u n b u tutumu, her şeyden çok galip olan siyasetçi-tarihçileri zor d u ­ rumda bırakmamayı amaçlamaktadır. Savunduğu öznellik de bir bakıma b u n u n haklı çıkarılması olarak ele alınabilir. F Georgeon Yusuf Akçura'nm ulusçu tarihyazıcılıgma bakı­ şını şöyle özetler: Türklerin tarih konusunda ulusal bir bakış açısına, bir Türk perspektifini yerleştirmek, gerçekleştirilmesi gereken muaz­ zam bir görev olarak duruyordu. Yusuf Akçura'nm üstlendiği de bu görevdi. Tarihsel yapıtla­ rı, Türklerin tarihi konusunda bilinenlere yeni materyaller katmıyordu. O ne bir bilgin ne de bir araştırmacıydı. Ama ye­ rine getirilmesi gereken görevi tanımlamaya, ulusal bir tarihin perspektiflerini çözümlemeye çalışıyordu. Yola çıktığı düşün­ ce, tarihin Türklüğün ufuklarına doğru açılması gerekliliğiy­ di. Etnopolitik bir kavram olarak doğan Türfilûf;, içerik, pers­ pektif ve yönelim olarak bir tarihe tekabül etmeliydi 46



46



E Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri..., s. 69. 179



Yusuf Akçura Birinci Türk Tarih Kongresi'ne verdiği önemli bildirisini şu sözlerle bitiriyordu: ... tarih, mücerret bir ilim değildir. Tarih hayat içindir; tarih milletlerin, kavimlerin varlıklarını muhafaza etmek, kuvvetle­ rini inkişaf ettirmek içindir (s. 605).



6. Ahmet Refik: "Çöken Osmanlı " m n



Özeleştirisi



Kongre'de Osmanlı Tarihi ile doğrudan ilgili bir bildiri veril­ memişti: Osmanlı tarihinin Türk tarihi üzerindeki belirleyici rolü üzerinde de pek durulmadı. Yine de b u noktaya en çok yaklaşan Yusuf Akçura'nın son elli yılın tarihçiliğini değerlen­ diren bildirişiydi. Osmanlı tarihçiliğinin b u k o n g r e d e k i en canlı örneği A h m e d Refik ( A l t m a y ) , görüşünü dramatik b i r özeleştiri yaparak belirtmek zorunda kalmıştı: Muhterem arkadaşım Akçuraoglu Yusuf Beyefendinin kıymet­ li konferanslarında ki tarih kitaplarımız hakkında olan tenkit­ lerini hüsnü telakki ediyorum. Kendi kitaplarımın da işaret olunan noksanlardan kurtulmuş olmadığını biliyorum. Bugüne kadar olan bütün mesaimde noksan olduğunu gör­ düğüm noktalan kıymetli çocuklarımızı ve aziz milletimizi tenvir edecek yeni mesaimle doldurmaya çalışacağım. Eski eserlerimdeki görüş hatalarını yeni eserlerimle baştan nihaye­ te kadar tashih edeceğim. Belki ve ancak ondan sonra milleti­ me hasrettiğim hayatımı mükafatlandırmış olacağım (Alkış­ lar) (s. 609). B u tür dramatik hitaplara kongre zabıtlarında çok sık rast­ lanıyor, siyasal d e v r i m i n , kültür ve tarih konularına doğru­ dan yansıması olgusu açıkça görülüyordu. B u atmosferin dı­ şında kalabilmek pek kolay ve belki de doğal olmayabilirdi. Ancak b u koşullarda fikir çeşitliliğinin rahatlıkla yansıtıldı­ ğından söz etmek de hatalı ya da en azından fazla İyimser olur görüşündeyim. Örneğin A h m e t Refik 1925 yılında "cumhuriyetçilik aleyh180



tan faaliyetlerinden" dolayı istiklâl M a h k e m e l e r i ' n e çıkarıl­ mıştı. A h m e t Refik suçluluğun ne demek olduğunu biliyordu. O zaman istiklâl Mahkemesi üyesi olarak görev yapmış olan Reşit Galip Bey'le de aynı kongrede tarih devrimini tamamla­ mak üzere bulunuyorlardı. A h m e t Refik bir yıl sonra İstanbul Üniversitesi'ndeki görevini kaybedecek ve son yılını inzivaya çekilerek geçirecektir. A h m e t Refik'in bu şekilde biten hayatına bakalım. 1880 yı­ lında İstanbul'da doğan A h m e t Refik, a s k e r l i k , gazetecilik, coğrafya ve Fransızca öğretmenliği ve tarihçilik yapmıştır. Bazı tarihçiler Ahmet Refik'i Abdurrahman Şereften sonra Osmanlı tarihçiliği ile ulusal tarihçilik arasındaki önemli bir geçişin kahramanı olarak görür." A h m e t Refik hakkında yazan çağ­ daşları gazeteci ve yazarlar ya da onu yakından tanıyan öğren­ cileri, o n u n halkı tarihe alıştıran ve halka tarihi sevdiren i l k Türk tarihçisi olduğunda birleşirler. İttihat ve Terakki Fırka­ sı doğrultusunda resmî hizmetleri de olmuştur, yani bir tür resmî tarihçiliğe devam etmiştir. Örneğin, Erkânı H a r b i y e - i U m u m i y e ' n i n e m r i i l e Türkiye-Rusya münasebetlerine dair makaleler yazmaya m e m u r edilmiştir." Kısa b i r süre askerî sansür heyetinde de çalışmış, 1913'den 1933'e kadar ise Darülfünun'da tarih öğretmenliği yapmıştır. Ahmet Refik 1909'da Tarih-i O s m a n i Encümeni daimi azası olmuştu ve bununla ilgili olarak Paris'e giderek birçok tarihçi ile tanışmıştı. Bu seyahatinin tarih konusunda onu çok etkiledi­ ği birçok yazısından ve hakkında yazılanlardan anlaşılmaktadır. 1936 yılında, ölümünden bir yıl önce kendisiyle yapılan b i r söyleşide tarih merakının Seignobos'un Medeniyet Tarifıi'ni o k u ­ yarak başladığını belirtiyor ve tarihin bir sanat, i l m i n ise onun yardımcısı olduğunu savunuyordu. O n a göre "tarih mazinin ro7



48



9



47



Örneğin bakınız Zafer Toprak, "Türkiye'de Çağdaş Tarihçilik, 1908 -1970", Türkiye'de Sosyal Bilim Araştırmalarının Gelişimi, (Ankara, 1986), s. 431.



48 Reşat Ekrem K o ç u , İstanbul Ansiklopedisi Cilt t (istanbul, 1955), s. 732-43; aynca Muzaffer G ö k m a n , TariJıi Sevdiren Adam, Ahmed Refik Altmay, (İstanbul. 1978). 49 istanbul Ansiklopedisi, (istanbul, 1958), Cilt I, s. 732. 181



mam, roman da halin tarihi i d i " . A h m e t Refik'in en büyük özelliği çok ürün vermiş, gazetecilikle tarihi birleştirmiş, eski ile yeni arasında köprü kurmuş popüler bir tarihçi olmasıdır. Bütün hakkında yazılanlarda, Büyük Tarihi Umumisinin kapışı­ larak okunduğu, Yediğim, Yeni Mecmua ve İkdamda yayımlanan makalelerinin hararetle izlendiği belirtilmektedir. K e n d i s i n i n de belirttiği gibi 1909 Paris seyahati sırasında Seignobos ve Ernest Lavisse'İn etkisinde kalan A h m e t Refik, 1910'da yazdığı bir makalede Buckle ve Fustel de C o u l a n ges'dan söz etmekte ve ulusçu tarihle (ahlâkî yönden) pozitivist tarih anlayışını birleştirmeye çalışmaktadır. T a r i h i n 19. yüzyılın Avrupası'nda sosyal hayatla ve siyasetle olan sıkı bağı­ nı bazı örnekler vererek vurgularken, tarihin bilimsel yanının ön plana çıkartılması gerektiğini, örneğin Fustel de C o u l a n ges'dan alıntılar vererek anlatmaktadır. Okullarda okutulacak tarih ile sosyal tarih arasında Fransız pozitivist tarihçilerinin yaptığı tarzda ayrım yapmıştır. O k u l ­ larda ahlâkî ulusçu tarihin gerekliliğini savunurken sosyal ha­ yatın tarihî gelişimini bilimsel bir metodîa ele almak gerektiği­ n i belirtmektedir. Ancak b u yargısını da şöyle sorgular: 5 0



51



52



53



Acaba tarih hakikaten böyle mi yazılmalıdır?... ziya-ı hakikat­ le tenvir etmeye tahammülü olmayan bazı ef'ali bir maksadı mahsusa nazaran tadil mi eylemeli? Doğrusu, tarihe bir şekli ahlâkî vermek ve bilhassa hissiyatı vatanperverâneyi nazarı dikkate almak daha muvafık olmaz mı? 54



Arşiv çalışmalarına da önemli katkıları olan A h m e t Refik Dersaadet Gazetesi'nde çıkan b u makalesinde "millet" kavra50 M . G ö k m a n , Tarihi Sevdiren Adam..., s. 32-3 (Feridun Kandemir ile mülakat, Perşembe, 21.5.1936, s. 20). 51 Ahmed Refik Yeni Meemua'da Fuad Köprülü, Ziya Gökalp ve Necmeddin Sa­ dık ile birlikle çalışıyordu. Bakınız Tarihi Sevdiren Adam.,., s. 17. 52 Ahmed Refik, "Tarih ve Felsefe-i Tarihiye", Şura-i



Ümmet, 9, 218, 15.4.1326



(1910). 53 Ziya Gökalp Küçük Meemua'da 10-12 yıl sonra yazdığı makalelerinde aynı far­ kı vurguluyordu. Bakınız, No. 11,22, 1338 (1921). 54 A . Refik, "Tarih Musahabeleri", Dersaadet Gazetesi, 81,4,10,1338 (1920). 182



mmın adını koymakta ve gelişmiş Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türk ulusunun da geçmişinin ulusal bilinçle yazılmasının gerektiğini söylemektedir. A h m e t Refik, "Türkün hayatını, be­ şeriyet tarihinde ifa eylediği vazifeyi hakkıyla tasvir edecek, bugünkü medeniyetlerle rekabet eden uluslara karşı hakkı is­ pat edebilecek bir t a r i h i m i z i n " olmadığını savunmaktadır. B u işi gerçekleştirmek için bir millî hazine-i evrakı gerekli gör­ mektedir. Aynı makalede romantik milliyetçi tarihçi Michelet'nin bir r u h ve şahsiyet olarak tarihte canlandırdığı Fransa'yı, yeni bir tarih yazacak olan Türkler için örnek olarak göstermektedir. A n c a k "mükemmel bir hazine-İ evrak vücuda getirmeden" O s ­ manlı'nın islâm ve Türk alemine hizmetlerini kayda geçirme­ den, müesseseleşmeden ne h a k i k i bir tarihçi yetişebilir "ne de millî tarihimiz, irfanımız ve mevcudiyetimizi en h a k i k i simasıyla tasvir edecek mahiyette bir tarih yazılabilir" demektedir A h m e t Refik. Bu makale oldukça önemlidir çünkü A h m e t Refik burada açık bir biçimde hatasıyla sevabıyla Osmanlı tarihini en ince ayrıntısına kadar incelemek gerektiğini vurgulamaktadır. Türk ulusuna kişilik kazandırmanın, ya da gerçek kişiliğini ortaya çıkarmanın sağlıklı ve i l k eldeki y o l u n u b u noktada görmekte­ dir. Belki bu tutumu, yani Türklüğün benliğini tarih öncesin­ de ya da "tarih fecrinde" henüz belgelerle desteklenmemiş ha­ yallerde aramaktan önce, Türklüğün en canlı dönemi olan çağlarda aramak istemesi, o n u bazı özeleştiriler yapmak z o ­ runda bırakmıştır. Eserlerinin bazılarının, belki de çoğunun, bir tarihçinin eserlerinde bulunması gereken bir yöntemle ya­ zılmamış olması, kendisinin de b u yöntemlere ağırlık veren bir tarihçi olmaması, onun bazı noktalarda isabetli bakış açısı­ na sahip olmasını engelleyemezdi. Ahmet Refik, bu makalesinde, bazı Fransız ve A l m a n tarih­ çilerin etkisi ile kendi içinde bulunduğu d u r u m u birleştirme­ ye çalışmış ve tarihin eğitici ahlâkî yönüne ağırlık vermiştir. Bunu yaparken de "bilimsel" (pozitivist anlamında) yöntemin kullanılabileceğini belirterek, gerçeği saptırmadan gerçekler 183



arasında seçiciliği önermektedir. İşte bu noktada birçokları g i ­ bi o da çelişkiye düşmekte ve ahlâkla (tarihten ders çıkarmak ve vatanperver yetiştirmek) fenni (sosyal gerçekleri en açık bir biçimde bilimsel metodla sunmak) birbiri üstüne sermeye ça­ lışmaktadır. A h m e t Refik'e göre, tarih insanlar için i k i açıdan önemlidir: Önce geçmişteki hatalardan ders çıkartmak ve bu hataları dü­ zeltmek ve sonra da gelecekte ne şekilde hareket edileceğini göstermek için... Bu tamamen pragmatik tarihçilik anlayışıdır ve 19. yüzyıl Fransız p o z i t i v i z m i n i n bakış açısına denk düş­ mektedir. Pragmatik tarihçilik İmparatorlukta ulusallığa -ya da o dönemde en azından çağdaşlığa- yönelen Osmanlı aydınının düşünce tarzına da uygundur. Dolayısıyla en önce, "vatanper­ ver" olmak için b i l i m i n tarih alanındaki gelişiminden de ya­ rarlanmak gerekecektir. Zaten tarihi ne için, nasıl yazmalı so­ ruları da 19. yüzyıl Avrupası'nda benzeri ortamlarda ortaya çıkmıştı. A h m e t Refik birçok tarihçimizin yararlandığı Seignobos, Hanotaux gibi Fransız tarihçilerin kitaplarını dilimize çeviren ilk tarihçidir. Ayrıca Fransız ve A l m a n tarihçileri ile ilgili kü­ çük bir kitapçık da yazmıştır. Ahmet Refik'te çok yönlü ve zengin bir deneme üslubunun varolduğu görülmektedir. Yazarın açık ve liberal bir zihniyete sahip olduğu, özel hayatında, tarihle ilgili hemen hemen her konuda ürün vermiş bulunmasında ve aynı konularda yazdığı makalelerde değişik ve esnek yaklaşımlarında gözlemlenebilir. Böyle açık ve çeşnili bir düşünce yapısına sahip ve u z u n yıllar ürün vermiş bir tarihçiye küçültücü bir biçimde özeleştiri yap­ tırmak ancak 1930'ların yarattığı zihniyetle bağdaşabilirdi. Gerçekten de şahıslarla varolan p l u r a l i z m varlığını düşünce­ lerde sürdürememiş, tek parti yönetiminin tarih alanındaki yüzeyselliği, düşünceleri, üstelik gelişmekte olan düşünceleri bir hayli budamıştır. Siyasal terimlerle ifade etmek gerekirse, özellikle eğitim alanında demokratik bir tarih anlayışı geleneği yaratılmamış, darbeci tarihçilik zihniyeti körüklenmiştir. Z a ­ ten şurası açıktır k i resmî tarihçiliğin işlevi A h m e t Refik ile 184



bitmemiş sadece resmî tarihçiler değişmiştir. Ahmet Refik'e Atatürk'ün sofrasında bulunduğu bir akşam, yöneltilen soru şudur: Türk tarihi ne zaman başlar? B u soru­ n u n tek tip ve tek cümleli cevabını ancak yurttaşlık b i l g i s i dersini i y i öğrenmiş ve derinlemesine sorgulamayı düşünemeyen bir öğrenci verebilirdi'. N i t e k i m A h m e t Refik, Mustafa K e ­ mal'in b u sorusunu cevaplamak istememiş ve cevap bir öğren­ ciden alınmıştır. Osmanlı tarih tezini açıkça çürütmek isteyen Mustafa Kemal, Ahmet Refik'i göstererek 'Bu beylere göre 500 yıl önce bir çadır halkı ile başlatmış' demiş ve A h m e t Refik'e kendisini savunmasını söylemiştir. Sesini çıkarmayan tarihçiye ayrıca 'ben tarih b i l m i y o r u m ' dedirtildigi İleri sürülmektedir. B u t u t u m sonradan şahsî düzeyde telafi edilmeye çalışılmış ancak Tarih Kongresi'nde pluraîizmin değil m o n i z m i n en çar­ pıcı örneği olarak tarihçiliğimize geçmiştir. Bu sofra hikâyesi A h m e t Refik'in o l u m l u o l u m s u z birçok yönünden birine işaret etmek açısından değil, yurttaşlık b i l i n ­ ci ile tarih bilincinin 1930'larda nasıl birbiri içine hapsoldugun u gösterme açısından ilgi çekicidir. Dokunulmazlığı olan bazı konuların yarattığı siyasal tedirginlik, A h m e t Refik'te ve çok farklı düşünen başka tarihçilerde, tarih tezini kısa b i r süre için hararetle savunanlarda, eleştirel ve çözümleyici b i r yöntemin rahatlıkla gelişmesini engellemiştir. 55



** * Türk Tarih Tezi ulusçuluk fikriyle birlikte gelişti. Tarih araş­ tırmaları yoluyla ulusal kimliğin keşfedilmesi i k i yüzyılın da izlerini taşıyordu: Bir yandan Aydınlanma çağının ve Fransız Devrimi'nin etkisi altında "tarihselcilige karşı" b i r özellik taşı­ yordu, yani Osmanlı Imparatorlugu'nun çöküşünü bir karan­ lık çağı geride bırakmak olarak değerlendiriyordu; diğer yan­ dan isi tarihi ele geçirilemeyecek kadar çok eski "köklerde" ya da "kaynaklarda" arayarak "bilimselci" ve "tarihselci" b i r üslu55



M . Gökman, Tarihi Sevdiren Adam..., s.



117. 185



ba bürünüyordu. Tarihin pozitivist y o r u m u , özellikle de C o m te'çu bir yaklaşımla tarihi "sosyal dinamiklerle" açıklama anla­ yışı, ruh ile gerçeklik arayışları arasında bir ikilem yaratıyor­ d u . Türkiyeli tarihçiler ulusal bir temel üzerinde yapılan tarih araştırmalarında ahlâkî ve bilimsel vurguları biraraya getirmek konusunda önemli güçlükler içeriyorlardı. 1980'li yıllarda Tarih Araştırmaları O t u r u m u üzerine bir y o ­ rum yapan Mehmet Genç, Türk tarihçiliğindeki en büyük ek­ sikliklerden b i r i n i n ulusal sınırlar içinde hapsolup kalmış bu­ lunması olduğunu gündeme getirmiş ve ulusal amaçla bile o l ­ sa Osmanlı t o p l u m u n u incelemek istediğimiz zaman o sınırlar içinde bulunan tüm ülkelerin tarihlerini ve yorumlarını göz­ den geçirmek gerektiğini vurgulamıştı. Son 700 yılda O s ­ manlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşamış ve sonradan ba­ ğımsız olmuş tüm ulusların tarihlerini incelemek her şeyden önce ulusal kimliğin kavranması açısından yararlı olacaktı. Oysa bu dönemleri bir kenara bırakıp sadece tarih öncesi eski ve daha eski zamanlara hareket ederek, o dönemde Avrupalı b i l i m adamlarının daha yeni yeni araştırmaya başladığı ve pek büyük bir mesafe kaydedemedigi konularda kolaycı yorumlar ve çözümlemeler yapmak hızla mümkün o l d u . Böylece en meşru bir şey için başvurulan kolaycılık ve yüzeysellik giderek birçok alanda yaygmlaşabildi. Yurttaşlık bilgisi ile tarih bilgisini eşit sayan bu anlayış Tür­ kiye'ye özgü değildir. Örneğin Fransız Ernest Lavisse de tarih b i l i m i n i yurttaşlığa hizmet olarak ele almış ve kitapları en az 60 yıl Fransız yurttaş kuşakları yetiştirmiştir. Daha sonraları ise aşın ulusçulukla suçlanan b u kitapların kullanıldığı o k u l programlarında önemli değişiklikler yapılmıştır. A n c a k b u tür tarihçiler kariyerleri sırasında ve bazen daha sonraları da, 56



57



56 Mehmed G e n ç , "Tarih Araştırmaları Oturumu Üzerinde Yorum". Türkiye'de Sosyal Bilim A ros tırmalan m n Gelişimi, (Sevil Atauz derleyen), (Ankara, 1966), s. 445. 57



186



Debre, C h e v è n e m e n t a n d Chaunu, "Le Sentiment National Aujourd'hui", Le Monde de L'Education, (Paris, 1883) ve J.B. Duroselle, "L'Histoire Nationale, Elément Essentiel de la Culture d'un Pays", Coloque sur l'Enseignement, N o . 281, (Kasım 1980).



özgün eserler vermişler ve konularını özellikle Fransız tarihin­ den seçmemişlerdir. Diğer ülkeleri öğrenmek ve geçmişlerini araştırmak 19. yüz­ yılda h e m akım olarak vardı h e m de çeşitli özerk müsseseler tarafından destek görüyor, araştırmalar için gerekli olanaklar sağlanıyordu. Kısaca tarih sadece "millî tarih" değildi; yurttaş­ lığa hizmet etse de yurttaşlıktan ibaret olamazdı. Misyoner ta­ rihçilik sadece objektiviteyi değil aynı zamanda u z u n vadeli, sabır gerektiren araştırmaları da baltalayan b i r akım olarak hep varoldu. Türkiye'de de Afet (İnan), Samih Rıfat, Hasan C e m i l (Çamb e l ) , Şemseddin ( G ü n a l t a y ) g i b i tarihçilerin t e m s i l ettiği "yurttaşlık-tarih ekolü" daha 1930'larda ulusal tarihçileri tu­ tuşturan bir meşale gibi görülmüş neredeyse b i l i m adına "millî tarihçiler cephesi" kurulmuştu. Çizilen "ana fıailar"m dışına taşmaya, zihinsel ve mantıksal açıdan eğilimi olanlar ise, m u ­ halefetin serbest olduğu yıllara kadar, b u yüzeyselliğe bağımlı kalmayı seçmişler ve demokratik bir ortam içinde tarih çalış­ malarına katkıda bulunamamışlardır. 1930'ların tarih dalındaki 'pluralizmi' aslında asimile edil­ meye çalışılan benzemezlerin z o r u n l u biraradalığmdan ibaret­ ti. Eğer farklı yaklaşımlar kongrenin sonuç bildirilerinde bir belirginlik gösterememişse, eğer farklı yaklaşımlar kongrenin meşruiyetiyle bütünleşmemişse, eğer b u tartışma konuları başkan tarafından geçerli t a r i h yaklaşımları şeklinde d a h i özetlenmemişse ve bunlar sonraki tek parti yıllarında tarihe çeşitli yaklaşımlar şeklinde yayınlarla desteklenmemişse buna çoğulculuk demek, her yerde farklı görüşlerle varolabilecek değişik insanlardan bahsetmek gibi bir şeydir. İnsanlar birken tekil, birden fazla iken çoğul olurlar ve farklı yaklaşımlar ifade edebilirler; ancak bu yaklaşımların siyasal olarak tek bir yakla­ şım içinde eritilmesi herhalde bir kültürel çoğulculuk eseri olarak değerlendirilemez. B u kongrede açıkça görüyoruz k i siyasal önderlik ulusal kimliği ırk ve ırka bağlı d i l olgularıyla açıklamak istemektedir, ne var k i , soruna nasıl ve hangi yöntemlerle yaklaşacağını he187



nüz kes tirememiştir. A n c a k fizikî coğrafyanın bu konuda yar­ dımcı olabileceğini o günden kavramışlardır, elbette b u alanda Aydınlanma çağının siyasî düşünürlerinin katkısı gözardı edi­ lemez. Bir yandan da Aydınlanma çağından sonraki bir düşü­ nürü, Gobineau'nun ırk teorisini, zamanı geçmiş ve ırkçı ola­ rak değerlendirenler olmuştur. A n c a k Avrupalıların y i r m i n c i yüzyılda da "etnik gruplar" alanındaki ilgileri devam etmiştir ve Afet Hanımın hocası Pîttard gibi antropologlar kolaycı yön­ temleriyle Türk ulusal k i m l i k arayışı için kurtarıcı olarak görülebilmişlerdir. B u yazarın antropometri ve kafatası analizleri brakisefalik ve dolikosefalik ayrımlarının güçlenmesiyle so­ nuçlanmıştır. Pittard da, Gobineau'yu ırkçılıkla suçlamasına rağmen kendi insanlarına duyduğu hayranlıkla bazı kesin ay­ rımları vurgulamaktan k e n d i n i ahkoyamamıştır. Başka bir deyişle Pittard ya da herhangi başka bir 'Asyalog' Türklerin ulusçu tarih tezini oluşturmak için bir çerçeve çizmemişlerdi; ulusçu tarihçilerimiz bunların bölük pörçük gö­ rüşlerini yine aynı şekilde ele alarak kendi ırksal açıklama eği­ limlerine bilimsel dayanaklar temin ettiklerini düşünüyorlar­ dı. Pittard kitabı i r i ; ve Tarih'te tarih, antropoloji, etnoloji ve "Asyaloji" arasında kararsızlık içindeydi. A n c a k başka kitap­ larda daha da vulgarize edilmiş Türk rollerine rastlanabiliyor­ d u . B u tür kitaplar dönemin siyasetçi pragmatik tarihçileri üzerinde bir çekicilik yaratmıştır. 58



İKİNCİ T Ü R K T A R İ H K O N G R E S İ (1937): TARTIŞMA T Ü M Ü Y L E Y O K O L U Y O R



Tek-Parti "Bilimselliği" 1930'lu yılların ortaları Türkiye için çok önemli bir dönemdir; otoriter rejimin pekiştirilmesi b u dönemde gerçekleşti. 1933¬ 1939 döneminde tek-parti rejimi kendisini devlet partisi ilan etmiş, muhalefetin herhangi bir biçimine müsamaha edilme­ mişti. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Türk ulusçuluğunun yerleş­ tirilmesi için gerekli görülen bu otoriter rejim katı bir devletçi­ lik politikası uygulayarak adeta bir diktatörlüğe dönüşmüştü. 1924'te kabul edilen Cumhuriyet Anayasası 1937'de değişik­ liğe uğrayarak 1935 Cumhuriyet H a l k Partisi Programı'nm r u ­ h u n u tamamen yansıtmaya başladı. Osmanlı İmparatorlugu'nda "devlet ve t o p l u m " arasındaki geleneksel ilişkinin C u m h u ­ riyet döneminde de bir anlamda sürüyor olmasına rağmen, 1



1



58 Eugene Pittard, Race and History. (New York, 1926), s. 16. 188



Osmanlı imparatorluğumda ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde devlet ve toplum arasındaki ilişkiler için bakınız Metin Heper, "Center Periphery in the Ottoman Empire with Spécial Référence to the 19th Century", international Polilka! Scien­ ce Review, 1 Ocak 1980; Şerif Mardin, "Power, Civil Society and History", 10 Ha­ ziran 1969; ve "Center-Periphery Relations, A Key To Turkish Politics", Deodauls, 102, 1973; Aynca yönetim anlayışlanndaki devamlılık için bakınız Kemâli Saybaşılı. İktisat, Siyaset, Devlet ve Türkiye, İstanbul, Bağlam Yayınlan, 1992. Doğrudan devlet ve toplum ilişkisi için bakınız İlkay Sunar, State and Society in the Politics of Turiteys Development, (Ankara, 1974). Tek Parti dönemi için bakınız Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, (Ankara, 1981), ve Mahmud Gologlu, Tek Partili Cumhuriyet I 9 3 Ï - 3 8 , (Ankara. 1974). 189



yeni yönetim, son derece çelişkili bir biçimde, radikal bir deği­ şiklik olduğu inancını işleyerek buna millî egemenlik adını verdi. Aslında Osmanlı hakimiyetinin en önemli özelliklerin­ den biri olan ataerkil devlet anlayışı devam etti ve C u m h u r i yet'in yeni devleti bilinçli bir biçimde toplumla arasındaki me­ safeyi k o r u d u . Yeni devrimci devlette seçkincilik devam etti. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye'de de devrim­ cilerin geleneksel yönetimle siyasî ve kültürel bağlarını tama­ men kopardıkları yolundaki iddiaları bu nedenle gerçeklerden uzaktır. H e m hükümet hem de devlet olarak i k i l i bir işlev sür­ düren Cumhuriyet Halk Partisi kadroları, kendilerini her türlü sosyal, ekonomik ve kültürel sorunların ele alınmasında ve çö­ zümlenmesinde tek ve en üstün otorite olarak ilan etmişlerdi. Batılı anlamda "sivil t o p l u m " yönünde herhangi bir adım anla­ madığı gibi devletin demokratikleşmesi yönünde de bir gayret sarf edilmedi ve liberalizm ve komünizm düşman ideolojiler ilan edildi. italyan ve A l m a n d e v l e t l e r i n i n faşizme dayanan " g ü ç l ü " ulusçulukları Türkiye'deki tek-parti rejimi için de meşruluk kaynağı oluşturmuştu. Hitler ve özellikle Mussoîini'yi utan­ gaç bir biçimde de olsa haklı çıkaran bir tutumla yazılmış k i ­ taplar vardır. Bu tür kitaplar H a l k Partisi'nin tek parti yöneti­ m i n i n önderlerinin kitaplarıdır. Örneğin, Recep Peker'in meş­ hur İnfeıiâp Tarihi Ders Notları Avrupa'da parlamentarizmin ve sonra da sınıf mücadelesinin verdiği zararları göstermeye ça­ lıştıktan sonra gerek Almanya'da gerekse İtalya'da k u r u l a n to­ taliter devletleri haklı çıkarır niteliktedir. Ulusçuluğu da b u bağlamda bir otoriter ideoloji gibi değerlendirmektedir: 2



... bozulan liberal devlet yerine bizde kurulan devletin (Ulu­ sal bir devlet gibi) olduğunu söylemek lazımdır. 2



italya ve Almanya'nın esin kaynağı o l u ş t u r m a s ı n d a n s ö z eden bazı kitaplar şunlardır: Recep Peker, inkılâp Tarihi Ders Nollan, (Ankara, 1936); Tekin A l p , Kemalisin, (istanbul, 1936); Şeref Aykut, K&malizm, (İstanbul, 1936); ve Mah­ mut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, (istanbul, 1940). Atatürk milliyetçiliği üze­ rine yazılan son kitaplardan biri de bu ülkelerin etkilerinden söz etmektedir: Baskın Oran, Atatürk Milliyetçiliği, (Ankara, 1988).



190



Liberal tip hepsi bir tarafa çeken politikacıların kaynaşması ise; ulusal devlet bir yurtta yaşayanların, ulusun kuvvet ve kıymetlerini biraraya toplayarak müşterek faydalar üstünde . -



birîeşmesidir.



3



Bu kitapta nasyonal sosyalizmin otoriter, devletçi ve korporatist yanlarını anlatırken sezilen hayranlık, aslında aynı özel­ l i k l e r i n Kemalizm'de de bulunduğunu göstermektedir. C u m ­ huriyet Halk Partisi 1935 programının 50. maddesi, b u tür bir hayranlığın ifadesi olarak değerlendirilebilir: Türk gençliği, onu temiz bir ahlâk, yüksek bir yurt ve devrim aşkı içinde toplayacak ulusal bir örgüte bağlanacaktır... Yapı­ lacak gençlik örgütünün üniversite, okullar ve enstitüler, hal­ kevleri, toplu işçi kullanan fabrika ve kurumlarla yukarıdaki gayelere göre iş ve yönet birlikleri düzenlenecektir. ... Yurtta beden ve devrim eğitimi ile spor işlerinde bitevi­ yelik gözönünde tutulacaktır.



Recep Peker'in üzerinde durduğu tek farklılık kişisel yöne­ tim ile ulusal yönetim arasındaki farklılıktır. Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin diğer önerileri, sık sık kişisel yönetime karşı, olduklarını çünkü b u tür yönetimin Osmanlı İmparatorlugu'nun hatalarını hatırlattığını vurgula­ mışlardır. Ancak b u dönemde muhalif görüşün sürekli baskı altında tutulması tamamen şeflik yönetimiyle ilgilidir, i l k m u ­ halefetin, yani İkinci G r u p diye adlandırılan muhalefetin üye­ lerinin başlıca eleştirileri de b u yönde olmuştur. Ayrıca şeflik ve alt şeflik kavramları da b u döneme aittir. Ancak esin kaynakları olarak genelde pozitivizm ve pozitiviz­ m i n değişik yorumları, İtalya'da ve Türkiye'de ulusal gelişme açısından değişik anlamlar yüklenmiştir. Örneğin J ö n Türkler için pozitivizm doğal bilimler, sanayi ve tarımda ilerleme, tek­ noloji ve bilimsel eğitimin gerekliliği" olarak görülmekteydi. 3



Recep Peker, inkılap Tarihi Ders Notları, (Ankara, 1936), s. 60.



4



Şerif Mardin. Continuity and Change in The fdeas of Young Tiırhs, (Ankara, 1969), s. 6-7. 191



İtalyan ulusçuluğu için ise pozitivizm h e m i y i hem de kötü ola­ rak görülüyordu. Risorgimento ulusçuluğu ve Genç İtalyanlar, pozitivizmi savunanların b i l i m alanında mutlak bir otorite o l ­ duklarını varsaydıklarından pozitivizme karşı çıkıyorlardı. B u ­ na rağmen 1920'îerdeki yeni ulusçuluk, nasyonal sosyalizmin başarısı için pozitivizmi bir yardımcı güç olarak görüyordu. Türkiye C u m h u r i y e t i liderleri p o z i t i v i z m i tam anlamıyla la­ ik politikanın yerleştirilmesi için dogmatik ve pragmatik b i r kavram olarak algılıyorlar ve bu durumda eğitimin belirleyici bir r o l oynadığına inanıyorlardı. Genel olarak eğitim ve özel olarak tarihin katı ulusal çerçevesi çizilmiş ve partinin devrimci-pragmatik ideolojisine uygun hale getirilmişti. Şerif Mardin'e göre Mustafa K e m a l birçok 19. yüzyıl düşü­ nürü gibi bilime o l u m l u bir ahlâkî değer atfetmiştir ve "doğa yasalarını Cumhuriyet'in temel felsefesi haline getirme" çaba­ larıyla birçok arkadaşından daha derin ve cesur b i r biçimde düşünerek, d i n i n yerini uygar bir d i n ya da " c i v i l religion"m almasını istemiştir. B u açıdan baktığımızda "Osmanlı öncesi ve hatta tarih öncesi Türklerle bugünün genç Cumhurİyet'i arasında kurulmaya çalışılan bilimsel köprü h e m eğitsel hem de siyasal bir yatırımdı". Böylece eğiticiler v e araştırmacılar Türkçülüğü geriye doğru işleyen b i r Rönesans misyonerliği haline getirip kazılar yaparak malzeme toplamaya başladılar. Bu malzemeler yeni tarihin yazılmasının ve doğruluğunun ka­ nıtlanmasının başlıca araçları olacaktı. 5



6



7



5



"İtalyan milliyetçi ideolojisi Spencer'ci pozitivizm ile (varoluş için mücadele, doğal ayıklanma ve güçlünün hayatta kalması (survival of the fittest) Hegelci ve yeni-Hegelci Alman devletçiliğinin Fransız müliyetçiliğiyle bütünleşmiş bi­ çiminin bir karışımıdır..." L . Salvatorelli, Ri s ergi men to, (New York, 1970), s. 184-185.



6



7



Şerif Mardin, "Yenileşme Dinamiğinin Temelleri ve A t a t ü r k " , Çağdaş Düşünce­ nin İşığında AiatSrfi, (İstanbul, 1983), s. 39, 42. Şerif Mardin ayrıca H . Taine'in etkisinden söz ederek onun yarı filozof yarı edebiyatçı kişiliğiyle bilimi, edebi­ yat ürünleri de dahil her şeyi açıklayan bir araç olarak ele alışının T ü r k ente­ lektüel yaklaşımına denk d ü ş t ü ğ ü n ü vurgulamaktadır (s. 40). Tekin A l p , "The Restoration of Turkish History" Nationalism in Asia and Africa, (E. Kedourie, derleyen), (Londra, 1970), s. 207-224.



192



1. Şefler ve tikeler Kemalist şefler ekonomide güçlü bir devletçilik için de bazı önlemler aldılar. Bu önlemler hem parti programlarına h e m de anayasa değişikliklerine doğrudan yansımıştı. 1935 C H P prog­ ramının başlıca özelliklerinden birkaç örnek verebiliriz: Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı klaslardan karışık de­ ğil, fakat, ferdiğ ve sosyal hayat için, iş bölümü bakımından, türlü hizmetlere ayrılmış bir sosyete saymak esas prensipleri­ mizdendir; (s. 6). Devletin, fiili olarak, hangi ekonomik işleri yapacağının belirtilmesi, ulusun genel ve yüksek asığlarına bağlıdır. Bu lüzum üzerine, devletin fiili olarak, kendi yapma­ ya karar verdiği iş, eğer, özel bir girişit elinde bulunuyorsa, onun alınması her defasında özgü bir kanun çıkarmaya bağlı­ dır, (s. 7) Parti devlet yönetiminde, tedbir bulmak için dereceli ve ev­ rimsel prensiple kendini bağlı tutmaz. Ulusumuzun sayısız özverilerle başarmış olduğu devrimlerden doğan ve olgunla­ şan prensiplere bağlı kalmak ve onları korumak parti için esastır, (s. 7) Nomal kapitalin tek kaynağı ulusal çalışma ve tutumdur. (s. 8) Grev ve lokavt yasak olacaktır, (s. 10) Partimiz... ekonomiyi, her biri ayrı önemde bulunan devlet işlerinin bir kolu tanır. (s.. 12) Toplum böylelikle sınıfsız bir toplum olarak görülmek iste­ n i y o r d u ; her alandaki ekonomik ilerleme için devlet esas güç olarak ele almıyordu; e k o n o m i d e liberalizme asla hoşgörü yoktu. Cumhuriyet H a l k Partisi o dönemde her kesime hitap ettiğini iddia eden, sınıflar arasında farklılık gözetmeyen, her­ kesi kendi bünyesinde toplamak için varolan b i r p a r t i o l d u 8



8 Giovanni Sartori parti tipolojileri arasında partilerin davranış biçimlerine göre de bazı belirlemeler yapmış ve her kesimden insanı yakalamaya çalışan özellik­ le orta yolcu ya da merkez partilerinin bir kısmına belirli bir tarihi d ö n e m d e 'catch ali' parti adını vermiştir, Parties and Party Systems, (Cambridge, 1976). 193



ğu görüşünü halka benimsetmeye çalışıyordu. Siyasal ö n ­ derler otoriter b i r eğitimin daha kolaylıkla işlevini yerine getirebileceğine ve u l u s a l gelişmenin ancak otoriter y o l l a g e r ç e k l e ş e b i l e c e ğ i n e inanıyorlardı. T ü m ü y l e b u n e d e n l e sosyal, e k o n o m i k , kültürel h e r alanda parti-devlet işbirliği öngörülüyordu. " P a r t i " kavramı Türkiye koşullarında dev­ letle bir bütün oluşturduğundan d e m o k r a t i k içeriğine sahip değildi. 1937 Anayasası'nda yapılan değişiklikler de parti progra­ mındaki belli başlı ilkelerin vurgulanması ite sınırlı kaldı. Yani cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık, devletçilik, l a i k l i k ve devrimcilik... "Altı O k " u n anayasada en çok üzerinde durulan öğeleri p o z i t i v i z m i güçlendiren ilkeler, devletçilik, laiklik ve devrimcilikti: Devlet özgün ve elle tutulur, gözle görülür bir organizma olarak ele alınıyordu; sınıflarüstü, uzlaştırıcı ve ka­ lıcı bir ahlâkî değere sahip değildi, esas olarak işlevsel nitelikli ve günceldi. Laiklik, doğa bilimlerinin gücünün, d i n gücünü ortadan kaldırabilecek bir güç olarak görülmesinden ibaretti. Buna bağlı olarak, her önceki gücü ortadan kaldırma eylemi, yani devrimcilik maddî değişimin radikal bir tezahürü oluyor­ d u . Başka bir deyişle, diğer üç ilke yani cumhuriyetçilik, ulus­ çuluk ve halkçılık, pozitivizm ile doğrudan bağlantılı olan i l k üç ilkeyi güçlendirme görevi göreceklerdi. Devlet-parti egemenliği gücünü arttırmak için başvurduğu ve gündelik hayatta radikal değişimlere yol açan tüm önlemle­ ri aldı. 1935 parti programında eğitim alanındaki önlemler arasında Türk Tarih Tezi de bulunuyordu: Parümiz, vatandaşların, Türk'ün derin tarihini bilmesine üsnomal bir önem verir. Bu bilgi Türk'ün kapasite ve enerjisini, nefsine güven duygularını ve ulusal varlığa zarar verecek bü­ tün akımlara karşı sarsılmaz dayanımını besleyen kutsal bir evindir. (Beşinci Kısım, "Ulusal Eğitim", Madde 41).



B u i l k e l e r i n altında yatan önyargı siyasî önderlerin toplu­ m u n her kesimi için en doğruyu düşündüğü inancı idi. Genç­ l i k için, aileler için, öğrenciler için en yararlı olanı yine parti 194



düşünüyordu. Tabii b u gruba sanatçılar, müzisyenler ve tarih­ çiler de dahildi... Programın 44. maddesinde şöyle deniyor: "Güzel sanatlara, hele müziğe devrimin yüksek anlayışına uy­ gun bir surette önem vereceğiz". Başka bir deyişle, güzel sa­ natlar ve müzik "ulusal çıkarlara" hizmet etmeliydi ve müzik de tarih gibi partinin altı okuna u y u m l u bir biçimde hakkıyla ulusal olmalıydı. Bu katı devletçilik döneminde, Türk Tarih Tezi devrimci bir ilkeye dönüştürüldü ve b u öyle bir şekilde yapıldı k i , tarih d i ­ ğer disiplinlerle bir bütün haline getirildi. Örneğin ziraat tari­ hi üzerine yazılmış olan bir kitabın girişinde de Türk Tarih Tezi'ne rastlıyoruz. Böyle bir yaklaşımla doğal olarak tarih tezi Kemalist Devrimi tamamlayan bir parça olarak kaldı. Dolayı­ sıyla mesleki olarak tarihin başarısı sadece doğa bilimlerine en uygun olan arkeoloji dalında olabildi. Bu dönem boyunca 19. yüzyıl Osmanlı aydınının pozitif b i ­ limlere olan hayranlığı ve Fransız p o z i t i v i z m i n i n etkisi ile cumhuriyetçi aydınların h e m "bilimselcilige" h e m de A l m a n mistisizmine ve devletçiliğine aynı anda kendilerini kaptırma­ ları tuhaf bir karşıtlık yaratıyordu. A l m a n etkisi yeni i d i ve Kemalizm'in pragmatik siyasî yaklaşımına bir bakıma destek 9



10



11



9



C H P Program (1935), Beşinci Kısım, "Ulusal Eğitim", Madde 49: Parti bir dev­ rim müzesi kuracaktır. Bunu, halka devrim fikir ve duygularını aşılamak için etkin araç sayarız. Yine aym yıla ait Parti tüzüğünde ise Madde 7'de şöyle den­ mektedir: "Parti henüz siyasa ile uğraşmak çağına girmemiş bütün T ü r k genç­ lerini Partinin tabii adayı sayar".



10 Örneğin bakınız Kösemihalzade Mahmud Raglp, "Yeni Musiki Direktifini Na­ sıl Vereceğiz?", (Musiki Dergisi, sayı 1, Mart 1931, s. 2-3), C e m Behar, Klasik Türk Musikisi Üzerine Denemeler içinde, (İstanbul, 1987). 11 Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, (İstanbul, 1938). Bu kitabın ilk iki b ö l ü m ü n ü n tamamen Türk Tarihinin Anahaftarc ve Birinci Kongrenin ezici Çoğunluğunun görüşleri üzerine bina edilmiş olduğu göze çarpmaktadır. T a n m da b u çerçe­ vede tarih öncesiyle bağlantıya sokulmuş ve bu yolla ulusal güvenin artacağı­ na inanılmıştır. Eugene Pittard ve Afet inan bu bölümlerin ana başvuru kay­ nakları olarak geçmektedir: Birinci b ö l ü m ü n başlığı 'Ziraatin yaratıcıları'dır. İkinci Bölümde tarih öncesinde bitkiler ve sebzeler konu edilmektedir. Bu ilk iki bölümden sonraki tarihi dönemler de yine Birinci Kongrenin görüşleri çer­ çevesinde ele alınmaktadır. Ü ç ü n c ü Bölümde Türklerin, tarım ve gübre konu­ sunda tarihi iönemlerdeki katkıları ele alınmaktadır. Ve nihayet son b ö l ü m ü n adı 'Atatürk Baş Çiftçi'dir (s. 262-3). 195



de sağlıyordu. Fakat karşıtlık gene de vardı; çünkü, C u m h u r i yet'in şefleri, ahlâkı kaygılarla acil siyası hırslar ve u z u n dö­ nemli hedefler arasında daima bocaladılar; örneğin toplumda­ k i dinî özellikleri gözardı edemezken kendilerini otoriter eği­ limlerden de kurtaramıyorlardı. Ayrıca Orta Asya Türk dün­ yasını öğrenme ve öğretmenin kalıcı koşullarını da yaratama­ dılar. 2. Eğitim ve Kültür Alanındaki Önlemler: Üniversite Reformu ve DTCF Birinci Kongre'den hemen sonra Türk dili' çalışmalarıyla i l ­ gili bir kongre daha toplandı: Türk D i l i Kurultayı (1932). B u kongrenin amacı, Türk Tarih Tezi çerçevesinde, Türk d i l i n i n tarih öncesine giden " u z u n tarihi"ni d i l faktörü açısından vur­ gulamaktı, içinde birçok Arapça ve Farsça sözcüklerin b u l u n ­ duğu d i l i n söz k o n u s u yabancı sözcüklerden arındırılması b u kongreyle başlatılan önemli bir girişimdi. Türk d i l i n i n yabancı sözcüklerden arındırılması girişimi, Cumhuriyet H a l k Partisi'nin 1931 ve 1935 tüzük ve program­ larındaki farklılıkta çok belirgin bir biçimde göze çarpacaktr. 1931 programı o dönemin gündelik diliyle yazılmıştı. 1935 program ve tüzüklerinde ise arı Türk d i l i kullanma k o n u s u n ­ da açık açık bir zorlama vardır. 1935 program ve tüzüklerinin sonlarına eklenen küçük sözcüklerde bulunan 159 kelimenin ancak 70-75 tanesi bugün kullanılmaktadır; diğerlerinin Türk dilini arındırma politikasının bir parçası olarak aşırı zorlama olduğu çok belirgindir. Örneğin dönenim ulusçu edebiyatçıla­ rı olarak bilinen Halide Edip, Yakup Kadri Karaosmanoğlu g i ­ bi edebiyatçıların yapıtlarında benzer bir kullanım olmaması, bu girişimin tümüyle siyasî ve devrimci bir özellik taşıdığını göstermektedir. B u yıllarda alınan başka b i r önemli önlem de "geleneksel eğitim" sistemini radikal bir biçimde değiştirmek ve b u siste­ m i n İstanbul Üniversitesi'ndeki temsilcilerini tasfiye etmek amacıyla başvurulan 1933 Üniversite R e f o r m u ' y d u . B u re196



formla 240 öğretim üyesinden 157'sinîn görevine son verildi. Uzaklaştırılanların yerine Almanya'dan kaçan göçmen A l m a n profesörler g e t i r i l d i . B u reformların gerçekleştirilmesinde önemli r o l alan kişiler Dr. Reşit G a l i p , A v n i Basman, Rüştü U z e l , Müsteşar Salih Z e k i , Cevat Dursunoglu, ihsan Sungu ve Faik Reşit i d i . Maarif Bakanlığı üniversiteyi açıkça eleştiriyordu: Başlıca eleştiri noktası öğretim programının devrimin hızını izleyeme­ diği yolundaydı. Bakanlığa göre, devrimin gerisinde kalışı üni­ versiteye skolastik bir karakter v e r i y o r d u . B u eleştiri yeni bir eleştiri değildi, reformdan önce C H P kadroları arasında da tar­ tışılmıştı. Fakat bazı yazarlara göre, üniversite reform kararı B i r i n c i Tarih Kongresi sırasında alınmıştı. Bazı İstanbul Üni­ versitesi profesörleri de b u n u ciddi bir biçimde eleştirmişti. Bu reformun dışında bırakılanlar arasında ismail Hakkı Baltacıoğlu (1886-1978), tarih tezinin kaçındığı bir noktayı gös­ termesi açısından çok i y i bir örnektir. Zamanının diğer aydın­ ları gibi Baltacıoğlu da 1910Tarda yüksek öğrenim için Paris'e gitmişti. Pedagoji çalışmalarını sürdürürken J . J . Rousseau'nun etkisi altında kalmıştı. 1913'ten itibaren Darülfünun'da ders vermeye başladı, ayrıca Edebiyat Fakültesi dekanlığı, sonra da rektörlük yaptı. Diğer birçokları gibi o da politikayla ilgili i d i ama onlardan farklı olarak bu işe bir muhalefet partisiyle. Ser­ best Fırka'daki 1930 çalışmalarıyla başlamıştı. Üniversite re­ f o r m u n u n dışında kalınca 6 yıl süreyle Yeni A d a m (1934¬ 1940) adlı bir dergi çıkardı. A n c a k 1939'dan sonra C H P i l e ilişkilerini onararak üniversiteye, b u sefer A n k a r a D i l Tarih Coğrafya Fakültesi'ne döndü. Tarih tezini ve radikal Batılılaş­ mayı savunan kişileri Tarifi ve Terbiye adlı kitabında' eleştirdi. Eleştirileri doğrudan Cumhuriyet tarihçilerine yöneltmiyordu. 12



13



4



12 Horst Widmann, Atatürk



Üniversite



Reformu, çevirenler A . Kazancıgil, S. Boz-



kurı. (istanbul, 1981). s. 31. 13 İlhan Basgöz and Howard Wilson, Türkiye Cumhuriyetinde Eğitini ve Atatürk, (Ankara, 1968), s, 179, Üniversiteden uzaklaştırılanlar arasında tarih tezini eleştirenlerden ismail Hakkı Baltacıoğlu da vardı. 14 ismail H . Baltacıoğlu, Tarih ve Terbiye, (İstanbul, 1 9 3 5 ) . ( I ç sayfada. Î 9 3 3 ) . 197



tarih eğitiminde varolan uluslararası bir aksaklığa, bir zihniye­ te dikkatleri çekmeye çalışıyordu. Kitabının.ilk bölümünde ta­ r i h eğitiminde tarihin siyasî ve askeri yanlarının dışlanmasını eleştiriyordu. Baltacıoglu'na göre, ancak tüm b u d i s i p l i n l e r biraraya geldiğinde tarih olabiliyordu. Eleştirdikleri arasında özellikle aşağıdaki şu tanımın dikkat çektiğini söyleyebiliriz: "Tarih politikalar ve savaşlar tarihi değildir, tarih medeniyet tarihidir". O n a göre, uygarlığı politikadan ve askerî mücadele­ lerden koparmak uygarlığın tanımını eksik yapmak ya da uy­ garlığı soyut ve tanımlanamayan bir tarih öncesi kavram hali­ ne getirmekti. Her memlekette tarih tedrisatını elan milli terbiyenin bir va­ sıtası ve hal için bir örnek gibi anlayan müphem fikirli insan­ lar vardır. Tarihin bu milli terbiyeye hizmet edip edemeyceği ve eger bir terbiyeye hizmet ederse ne suretle edeceği, yine ta­ rihin bir mefkure mektebi olup olmadığını mürebbinin bil­ mesi lazımdır (s. 10)... Çünkü benim kanaatimce tarih tedri­ satının gayesi velev ufak mikyasla velev gayet mütevazi bir şekilde olsun 'tarihçinin şahsiyetini talebeye aşılamak'tır. Bu şahsiyet bilinmedikçe bu aşının tutmasına imkân yoktur (Ta­ rdı ve Terbiye, s. 11).



Baltacıoglu'na göre bu yaklaşım Batı'nm uygarlık anlayışının etkisini göstermektedir. Bu çerçevede Seignobos, M o n o d ve diğer bazı tarihçileri benzer değer yargılarına sahip oldukları için eleştirmektedir. Baltacıoglu "tarih medeniyet t a r i h i d i r " anlayışının "tarih siyaset ve askeri müesseseler ve hükümetler tarihidir" anlayışına karşı bir silah olarak geliştirildiğini ve c i d d i bir mahiyeti bulunmadığını ileri sürmektedir. Tarihte vicdandan ve moralden çok fikirlerin bulunması gerektiğine inanmaktadır. Bu değerlendirmeleriyle Baltacıoglu 1930'larm z i h n i y e t i n i n önemli b i r eksikliğine d i k k a t l e r i çekmektedir. Bundan sonraki yapıtlarında b u kadar radikal eleştirilere rast15



16



15



at.,



16



a.e., s.



198



s. 19. 51-3.



T



lamiyoruz. Fakat bu eleştirilerinin A n a d o l u c u l u k ve Orta Asya Türk Medeniyetçiligi'nin hüküm sürdüğü bir dönemde, tarihi yöntem, felsefe ve özellikle de pedagoji açısından ele alması oldukça dikkat çekicidir. 1933 Üniversite R e f o r m u ' n u n h e m e n ardından İstanbul Üniversitesi'nin boşalan kadrolarına başka ülkelerden öğretim üyeleri getirilmişti. Bunların çoğunluğu A l m a n göçmenlerdi ya da A l m a n tarihyazıcılıgımn etkisi altında kalmış kişilerdi. Ve yine davet edilenlerin çoğu d i l b i l i m ve arkeoloji uzmanla­ rıydı. İstanbul Üniversitesi'nde yapılan reform hareketlerini eğitimde ve kültür alanında tarih tezini güçlendirecek yeni ya­ tırımlar izledi. 1935'ıe, bu çerçevede Ankara D i l Tarih Coğrafya Fakültesi k u r u l d u . Fakültenin açılışı M i l l e t Meclisi'nde o zamanın M a ­ arif Bakanı Saffet Arıkan'm şu sözleriyle duyurulmuştu: Atatürk'ün yüksek dehasından doğan ve kendi kutlu eliyle yaratılan tarih ve dil hareketi; bunlara bağlı olan arkeoloji ve coğrafya bilgileri için Ankara'da bir fakülte açılacakur. 1



Gerçekten de fakültenin adı Türk Tarih Tezi'nin ana unsur­ larını biraraya getiriyor ve bunlarla ilgili olarak aşağıda belirti­ len amaçlan içeriyordu: i . D i l Sümer, A k a d , Sankrit, Çin ve H i ­ tit dillerinin yani Türkçeye akraba olarak görülen dillerin kar­ şılaştırmalı bir incelemesi; i i . Tarih Orta Asya'dan gelen Türk­ lerin tarihî zamanları da aşan u z u n varlığını ve diğer uygarlık­ lara olan katkılarının kanıtlanması; iü. Coğrafya uygarlıkların beşiği olarak görülen ve Türklerin derin İzlerini taşıdığı öne sürülen A n a d o l u toprakları üzerinde çalışmalar yapılması ve bunların belgelenmesi. Yukarıda belirtilen dillerin dışında yaşayan bazı dillerin, ör­ neğin Yunanca, Farsça, Arapça, Rusça ve Macarca'nın da sözü geçiyordu. A n c a k bu diller Türklükle arkaik bağlar kurulduğu sürece ilginç bulunuyordu. Bu dallarda ders verecek hocalar da bu bakış açısıyla seçiliyordu. B u yaşayan dillerin köklerin17



Prof. Dr. Afet İnan, " D i l ve Tarih Coğrafya Fakültesinin Kuruluş Hazırlıkları Üzerine". Tarih Araslırinaları I, 1957, No. 120. 199



de Türk d i l i n i n izleri bulunduğu da ileri sürülüyordu. Mantık tam tersine işliyordu: B e n z e r l i k l e r birçok uygarlıkların ve halkların b u topraklar üzerinde asırlarca birarada yaşadığı ve doğal olarak birbirleri üzerinde etkiler yarattığı bir karşılıklılık içinde görülmüyordu. Tam tersine bütün büyük uygarlıkların Türk kökenli olduğu ve sadece bu nedenle de Türk uygarlığı­ nın çok büyük bir uygarlık olduğu ileri sürülüyordu. Tarih te­ z i n i n o günlerdeki siyasal başarısı b u n u n başka türlü düşünülebilmesini engelliyordu. Afet İnan'm D i l Tarih Coğrafya Fakültesi'nde ders verebil­ mek için yüksek öğrenim görmek üzere İsviçre'ye gönderildi­ ğini biliyoruz. Her şey çok büyük bir aceleyle oluyordu. Afet İnan i l k dersini verdiğinde henüz bir üniversite öğrencisiydi. Kendisi kararsızdı ve eğitimini bitirmeden önce üniversitede ders vermek istemiyordu ancak Mustafa Kemal Atatürk o n u n bir an önce fakültede göreve başlamasını istemişti. Cenevre Üniversitesi'nde tamamladığı ve sonradan basılan doktora tezi Tûrlî Halkının ve Türk Tarihinin Antropolojik Karakteri Üzerine adını taşıyordu. Daha önce de de belirttiğimiz gibi fizikî antro­ poloji üzerinde duran bu tez Türklerin siyasî tarihini kafatas­ larının kalıntıları üzerinde iz sürerek açıklamaya çalışıyordu. Afet i n a n arı Türk ırkıyla sağlam b i r bağlantı kurabilmek için tarih öncesi Orta Asya'ya uzanma gereksinimi duyuyor­ d u . Böylece fizikî coğrafya o n u n yapıtlarında önemli bir yer oluşturuyordu. Türklerin i k l i m nedenlerinden dolayı Batı'ya göç ettikleri ve çeşitli Avrupa halklarını meydana getirdikleri inan'm tezinin başlıca varsayım la rındandı. 1930'larda yazılan ,e



19



20



18 a.e., s. 11-13. 19 Afet İnan. "Tarihten Evvel insanların Faaliyetleri ve ifa Ettikleri Vazifeleri Mü­ talaa", Tarih Üzerine İnceleme ve Makaleler, (Ankara, 1960), s. 9. 20 Tarih çalışmalarında coğrafyanın yeri ve Afet Inan'ın doktora tezi ile ilgili ola­ rak bakınız Halil Demircioğlu, "Antropoloji ve Tarih", AÛDTC Dergisi, Cilt 6, s. 2 ve A . inan. Cilt 7. Burada "Türkiye'de ırksal bir homojenite" olduğunu a priori bir şekilde ileri s ü r ü y o r ve T ü r k Tarih Kurumu'nun varlığına neden olan başlıca siyasî sorulara şöyle bir cevap vermekle yetiniyordu: "Antropolo­ jinin tarihe en çok yardımcı olan bir disiplin olduğuna inanıyorum, bu neden­ le de a r a ş t ı r m a m d a antropotnetrik veriler kullandım".



200



ders kitapları da b u varsayımları bölüm başlıkları d a d a h i l yaygın bir biçimde kullanmıştır. Afet İnan'm kaynakları, esas olarak göçler, ırksal ve kültürel asimilasyon ve tarih öncesi i n ­ sanlarla ilgilidir. Doğrudan başvurduğu kaynaklar i k i n c i l kay­ naklardır ve bunlar arasında profesörü Eugene Pittard dışında R. G e r i n , J. de M o r m a n ve Prof. Rey sayılabilir. D i l Tarih Coğrafya Fakültesi'nin i l k dekanı Muzaffer Göker'dir. B u fakültede o n yıl süreyle çok değerli tanınmış ya­ b a n c ı profesörler ders v e r d i , örneğin S ü m e r d i l i uzmanı Landsberger, Hititoloji uzmanı Guterbock gibi. Türk Tarih Tezi'ne katkıda bulunan b u kişiler b u halkların Türk kökenli o l ­ duğunu, dillerinin de b u gerçeğin sağlam bir kanıtı olduğunu savundular. Diğer çok tanınmış bir profesör de W o l f r a m Ebarhard i d i . Çin d i l i ve tarihini Türk tarihi ile karşılaştırmalı bir biçimde inceliyordu. Eberhard Çin tarihinde tüm hükümdar­ ların Çin kökenli olduğunu savunan etnosentrii; Çin tarih tezi­ ni eleştiren bir kişi olarak bilinir. Bu nedenle, Türkler gibi baş­ ka ırktan toplumların da varlığını kanıtlamaya çalışıyordu ve Çin tarihinin bir kısmını b u tür başka kökenli halkların oluş­ turduğunu öne sürüyordu. Aslında Çin t a r i h i n i n bazı Türk kökenlerini göstermeye çalışmaktaydı. Eberhard'm b u yaklaşı­ mı, fazla derin bir araştırmaya başvurmadan Çinlilerin büyük­ lüklerini Türklere borçlu olduğunu savunan Türk Tarih Tezi'nin yaratıcılarına çok cazip gelmişti. O n u n , Çin tarihini da­ ha az milliyetçi bir yorumla ele alma k o n u s u n d a k i kişisel ça­ bası, Türk Tarih Tezi'nin zaferi için gerçekten de bilimsel bir veri oluşturmuştu. ' 2



21 Eberhard uluslararası çapta bilinen bir bilim adamıydı ve makalelerinin çoğu­ nu T ü r k ç e kaleme aldı. Aslında Eberhard, Ç i n kültürünün T ü r k kökenlerine de dikkat çekmek istiyordu. Özerinde durmak istediği nokta Çinlilerin kom­ şularına karşı besledikleri önyargıların tarihi bir anlam ifade etmediğiydi. " Ç ü n k ü " diyor, "bugün biliyoruz ki eski zamanlarda bir Ç i n ırkından ya da bir İsveç ırkından söz edilemez... Bugün Çin'in komşuları hakkında daha ge­ niş bilgilere sahibiz; Türklerden, Moğollardan, Tibetlilerden, Togululardan ve Tailerden söz edebiliriz. Çin hikâyelerinde bunlar yoktur hepsinden de "bar­ barlar" diye söz edilir, b u g ü n farkına varabiliyoruz k i Çin komşularıyla yakın bir ilkişkiye girmiştir ve bunu tarihin ilk günlerinden itibaren b u g ü n e kadar getirebiliriz". A History of China (Berkeley, 1971), s. 1-2.



201



Bir başka tanınmış profesör, Halasi K u n , yıllarca aynı fakül­ tede Macarca dersleri verdi. K u n ve asistanı E c k m a n n birlikte birçok makale ve bir de Macarca-Türkçe sözlük yazdılar. T ü m b u katkılar Türk Tarih Tezi'nin o günlerdeki başarısını pekiş­ tiriyordu, ancak hâlâ Hititlerin Türk olup olmadığı k o n u s u n ­ da b i r kanıt bulunamamıştı. Başka bir deyişle böyle bir bağ üzerinde ısrarla d u r m a k biraz anlamsız ve gereksiz kalmaya başlamıştı. Türk ırkının yaygınlığı y o l u n d a k i b u aşırı iddialar bir Fran­ sız tarih kitabında verilen "yanlış bilgiler"e, aynı şekilde deği­ şik uygarlıklarla ilgili toprak iddiaları da bir A l m a n coğrafya kitabındaki "yanlış bîigiler"e duyulan tepkilerden kaynaklanı­ y o r d u . Demek k i Fransız ve A l m a n tarih yazımı sadece se­ vaplarıyla değil hatalarıyla da Türk tarihçiliğinin kaynaklarını oluşturmuştu. 22



hatları Çambel'e ve Afet İnan'a Florya'da Atatürk tarafından dikte ettirilmişti. Ve k u r u m kendi olanaklarıyla b u progra­ mın uygulanmasına başladı. Gündemdeki i l k madde tarih alanında ulus çapında b i r seferberliğin başlatılmasıydı. B u ­ n u n için, 24



Bu plana göre, bütün devlet ve millet müesseseleri, fakülteler, akademiler, yüksek mektepler, müzeler, lise tarih öğretmenle­ ri, bütün mütehassıs ve münevver unsurlar, hatta geniş halk tabakaları, Türk Tarihi Araştırma Kurumuna fiili, müspet yar­ dım ve hizmette bulunacaklar, bunu vatani milli vazife bile­ cekler, ve bununla mükellef tutulacaklar. 25



U l u s a l ve bilimsel faaliyet gündemde şu şekilde açıklanı­ yordu: ... 6. A) Her türlü tarihi vesika, malzeme ve abidelerini bul­ mak, toplamak, muhafaza ve restore etmek; B) Bunların tenkidi ve tahlili metodlarla mütalaa ve muka­ yesesinden ve izahından çıkan ilmi esaslara dayanarak Türk Tarihinin Anahat lan eserini terkip ve inşa etmek. 7. Milli Tarih Tezimizin ilmi zaferini temine yarayacak tari­ hi delilleri ihtiva eden, şurada, burada ve 'Hazinei Evrak' de­ nilen emniyetsiz, tehlikeli ve rutubetli yerlerde dağınık ve yı­ ğın halinde duran bütün vesikaları ve bütün el yazmalarım, kitabeleri, vakfiyeleri, mahkeme sicillerini, devlet merkezinde vücuda getirilecek, modern geniş bir binada toplamak... tasnif etmek, tarih yazanların kolayca istifade edebilmelerini ...te­ min etmek (Kısaca belli sürelerle rapor vermek, müzeleri res­ tore etmek ve eski tarih yapıtlarını tercüme edip yayınlamak kararı alınmış ur). ... 13. A) Bir mecmua veya Bulleten çıkarmak; ...



ikinci Kongrede Kanunlaşan Bilimler: Doğa Yasaları, Pozitif Bilimler ve Türkler Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti meşhur ders kitaplarını yazmış, Birinci Türk Tarih Kongresi'ni toplamış ve Türk d i l i n d e k i sa­ deleşme sonucu adının değişmesinin zamanı da gelmişti: 1935 yılında cemiyetin adı Türk Tarih K u r u m u o l d u . B u değişikli­ ğin bir amacı da siyasî otoriteden kısmen de olsa bağımsızlaşabilmekti. Fakat bu dönemde "siyasî parti" kavramının bile ye­ ni devlet İktidarının kaynağım oluşturmaktan öteye bir anlamı olmadığından, bu denli belirgin bir siyasî hedefi olan bir kül­ tür örgütünün tek başına kalamayacağı ve bağımsız bir b i l i m ­ sel kuruluş olamayacağı açıktı. K u r u m u n o günlerde belirle­ nen ilk amacı Türk uzmanların da katılacağı kazıların gelişti­ riliri e s i y d i . Türk Tarih K u r u m u ' n u n programı, k u r u m u n başkanı olan Hasan C e m i l Çambei tarafından açıklandı. B u programın ana



26



23



22 Uluğ İğdemir, Yılların İçinden, s. 76. 23 Afet İnan, " D i l ve Tarih Coğrafya Fakültesinin...", Tarih Araştı imaları..., s. 5. 202



24 Ulug İğdemir, 50. Yılında Tiirlı Tarih Kurumu, s. 25. Bu program, Ecole Melhodique diye bilinen tarihçiler grubunun en başta gelen temsilcilerinden Gabriel Monod'un ana hatlarını çizdiği Revue Historique dergisi programına ç o k benzi­ yordu. Ancak aradaki zaman farkı 70-75 yıl kadardır. 25 o.e. 26 a.e., s. 26-33. 203



İkinci Türk Tarih Kongresi 20 Eylül 1937'de toplandı ve altı gün sürdü. Daha fazla kişinin aynı zamanda toplantı yapabil­ melerini ve katılımı arttırmak için A ve B kısımları oluşturul­ du. Böylece hem daha çok b i l d i r i sunuldu h e m de daha çok kişi katılabildi. İkinci kongrenin özellikleri kabaca şöyle sıra­ lanabilir: Katılanların ezici çoğunluğu üniversite profesörle­ rinden ve araştırmacılardan oluşmuştu. B u uzmanların yarı­ dan çoğu (48/90) Avrupa ülkelerinden gelmişti. Amaç, kong­ reye uluslararası nitelik kazandırmaktı. K o n u l a r fazla çeşitli değildi, belirli uzmanlık alanlarını kapsıyordu. Arkeoloji, d i l ­ bilim ve antropoloji esas konulardı. B u b i l i m dalları "medeni­ yet tarihi" anlayışıyla doğrudan bağlantılı bir biçimde ele alın­ mış ve zaman olarak da tarih öncesi ve tarihin i l k devirleri se­ çilmişti. Ve nihayet, kongreye sunulan bildiriler üzerinde b i r tartışma olmamış, özellikle eleştirilere hiç rastlanmamıştır. Bir maraton halinde sunulan altmış b i l d i r i n i n çoğu tarih öncesi zamanlara ve arkeoloji dalma ayrılmıştı. Kongre için hazırla­ nan 90 bildiriden 30'u kongrede okunmamıştı fakat sonradan okunan bildirilerle birlikte basıldı. 27



Maarif Bakanı Saffet Arıkan, kongreye başkanlık ederek açış konuşmasını yaptı. Konuşmasında Türk Tarih K u r u m u ' n u n amaçlarını dile getirdi. K u r u m u n yapacağı araştırmaların bilim­ sel bulgulara dayanacağını ve özellikle arkeoloji, fizikî antropo­ loji ve eski dillerin incelenmesi tümüyle pozitif bilimlerin yön­ temlerini esas alarak yapılacağından, çürütülemeyeceğini bildir­ di. Bu dallarda yapılacak araştırmalar tarih öncesinin doğa olay­ larıyla bağlantılı olacaktı ve Türk Tarih Tezi'nin doğruluğunun kanıtlanmasını sağlayacaktı (s. 2). Bu açış konuşmasından son­ ra Afet İnan, k u r u m u n arkeolojik faaliyetleri hakkındaki rapo­ runu sundu. Raporunda Cumhuriyet yönetiminin tarih alanın­ da yaptığı yatırımın amacına ve kapsamına işaret etti ve özellik­ le arkeolojinin, fizikî antropoloji aracılığıyla uygarlığın fizikî bir şekilde açıklanmasıyla bağlantılı başarılarından söz etti. Böylece 27 .



204



ikinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul, 20-25 Eylül, 1937, Kongrenin Çalışmaları ve Kongreye Sunulan Tebliğler, (İstanbul, 1943). (Bu bölümde dipnot verilme­ den belirtilen t ü m sayfa numaraları bu kitaba aittir).



İkinci Kongre'nin "bilimselci" zihniyetini vurguluyordu (s. 8¬ 15). İkinci Kongre esas olarak bir arkeoloji kongresiydi, yani en çok ilgi duyulan ve üzerinde en çok rapor hazırlanan b i l i m dalı arkeolojiydi. B u n u n böyle olması da istenmişti. Saffet Arıkan'm açış konuşmasında belirttiği gibi kongrenin amacı şuydu: Türk Tarih Kurumu araştırmalarında, tezlerini ispat için arke­ oloji ve antropoloji gibi müspet ilim buluşlarına ve bunlarla beraber Türk lengüistiğine dayanır... (yani) bunların ne oldu­ ğunu bilen alimlerce yakından bilindiği gibi, reddi kabul ol­ mayan ilimlere dayanır (s. 2). Arkeolojinin genel olarak pozitivist tarih düşüncesinde sağ­ lam bir yeri vardı. Ayrıca b u b i l i m dalı, geçtiğimiz yüzyıl tarihyazıcıhgında en büyük i l h a m kaynağını oluşturan ulusların kimliğini maddî olarak tanımlayabiime yeteneğine sahipli. Cumhuriyet H a l k Partisi'nin başlıca ilkelerinden b i r i olan ve 1937 Anayasası'na da giren laiklik ilkesi, maddî tanıklıkların gücüyle moral değerleri açıklayarak, doğa bilimlerine hayran­ lığı ifade eden güçlü bir inancı simgeliyordu. Ulusçuluk teori­ leri alanında tanınmış yazar olan A n t h o n y Smith'e göre, "filo­ loji, antropoloji, tarih, sosyoloji, arkeoloji ve folklor gibi disip­ linler, etnik geçmişin İdealleştirilmiş imgelerini bilginin geçer­ l i araçlarıyla elle tutulabilir gerçekliklere dönüştürebilirler... Akılcılığa ve deneyselciliğe k e n d i n i adamış olan laik aydınlar için ise, arkeoloji ve filoloji b u yeniden yapılanmanın en güve­ n i l i r temellerini oluştururlar". 28



29



I. Doğadan Çıfıaıı "Pozitif Dil Yukarıdaki laiklik anlayışının kongre üzerindeki etkisini en iyi şekilde temsil eden bildiri Prof. İbrahim N e c m i Dilmen'in 28 R . G . Collingwood, The idea of History, s. 58. "... doğa bilimcilerinin verileri bi­ limsel teorilerinin esası olarak kullandıkları gibi, hatırlanmayan tarih de sanki o zamana aitmiş gibi gösterilen verilerle yeniden inşa edilebilir." 29 A . Smith, Ethine Origins of Nations (Oxford, 1986), s. 181-2. Yazar, şöyle di­ yor: "Geçmişini araştıran bir ulus... arkeoloji ve filoloji gibi disiplinlerden ya­ rarlanarak şiirsel mekânlar ve altın çağlar yaratabilir". 205



"Güneş D i l Teorisinin Türk Tarih Tezi'ndeki Yeri" başlıklı b i l ­ dirişidir. Türk D i l Kurumu'nda önemli bir k o n u m a sahip b u ­ l u n a n D i l m e n 1935 yılında B u r d u r M i l l e t v e k i l i seçilmişti. 1932-1945 yılları arasında Maarif Bakanlığı'nda çalıştı. Bir d i l ­ bilimci olarak edebiyat tarihi alanında uzmandı. Güneş-Dil Teorisi, Türk d i l i n i inceleyip açıklamada doğanın kaynak ve sembollerini kullanıyordu. Doğa bilimlerine hay­ ranlık o d e n l i aşırı b i r noktaya vardırılmıştı k i artık zaman kavramı tamamen kaybolmuş ve bir d i l i n oluşumundaki bazı süreklilik noktalan izlenemez hale gelmişti. Seçilmiş bazı keli­ meler üzerinde bu yöntemi D i l m e n ' i n tebliğinden örnek vere­ rek izleyelim: Avrupa dillerinde Angora ve yerli şivesine Angara ve Engürü şekillerinde geçmiş olan Ankara adının, hem Türkiye Cum­ huriyetinin merkezi olan şehre, hem de onun yanından ge­ çen nehre verildiği malumdür. Yalnız, bu ismin şehirden neh­ re mi, yoksa nehirden şehre mi geçtiği şimdiye kadar tespit edilmemiştir. Halbuki bu isim yalnız Orta Anadolu'da görülmüyor. Orta Asya'nın Şarkı Şimali taraflarında, Baykal Gölünün sularını Yenisey Nehrine ulaştıran bir nehrin adı da bütün haritalarda Ângora'dır. Bu nehrin suladığı mıntıkaya da 'zone d'Angora' adı verilmektedir. Bu müşahede, kelimenin 'su' anlamıyla ilgi­ sini göstermek için kafidir... bu birkaç örnek, Güneş-Dil te­ orisinin tarih ve coğrafya kelimelerini analiz etmekle nasıl ye­ ni hakikatler ortaya koyduğunu göstermeğe kafidir, zannede­ rim (s. 96-7). Şemseddin Günaltay'a göre Güneş-Dil Teorisi'nin katkısını açıklamak oldukça kolaydı: İlk olarak herhangi bir karşılaş­ tırma yapmadan Türk d i l i n i n kaynakları toplanıyor. İkinci olarak, d i l i n özgün yapısı anlaşılmaya çalışılıyor, sonunda da, b u kaynaklar ve Türk d i l g r u b u n u n yapısıyla diğer diller ara­ sındaki bağlantılar b e l i r l e n i y o r d u . Sonuç olarak Türk d i l i başka dillere benzer bulunmuştu ama yöntem bulanıktı. Böy­ lece dillerin köklerini bulabilmek için ortaya atılan Güneş-Dil 206



Teorisi'nden yararlanılmaya ç a l ı ş ı l d ı . B u t e o r i n i n başlıca önermelerinden biri Türk d i l i n i n ve ırkının A v r u p a dilleri ve uygarlıklarının kaynağı olarak ele almmasıydı. Güneş-Dil Te­ orisi ayrıca i l k ses ve kelimelerin başlangıç odağı olan güneşle bağlantı kurularak b u n u n Türkçedeki anlamları ve türevleri üzerinde durdu. Güneş D i l Teorisi'ni güçlendirecek bazı yabancı araştırmacı­ lar da incelenmişti. O günün tarih ve d i l anlayışları sonucu son derece kaba bağlantılar kuran araştırmacılar tercih e d i l ­ miştir. İkinci Türk Tarih Kongresi'nde sözü edilmeyen ancak Mustafa Kemal Atatürk'ün bizzat incelediği ve d i l ve tarih an­ layışlarını destekleyen bazı çarpıcı örnekler de vardır. Şark ilimleri Doktoru H . E Kvergic, bizzat Mustafa K e m a l tarafın­ dan dikkatle incelenmiş olan "Türk D i l l e r i n i n Bazı Elemanla­ rının Psikolojisi" adlı çalışmanın yazarıydı. Gerek bu çalışma­ sında, gerekse Etudes Türk-Sumer adlı çalışmasında "Osmanlı d i l i " n i n psikolojisinin Türk ulusçuluğunu ve Türk d i l i n i n b i limselciliğini bozan bir psikolojiye sahip olduğunu s a v u n u ­ yordu ve Türk d i l i n i n avantajlarını yine psikolojiyle açıklama­ ya çalışıyordu: 30



Bugün Türk dilinin yeniden dirilmesi manzarası dikkati celbetmektedir. Tasfiye ameliyesi bugünkü "mantıka"; modern, ilmi ve teknik hayatın icap ettirdiği sayısız ve mütenevvi ıstı­ lah ihtiyaçlarını tatmin için, yeni icat edilmiş terkiplere doğru gitmektedir (s. 44). ... Endoöropeen lisanını konuşan adam; evvela kendisini görür. Türk ise meydandaki şeyi tercih eder. Bu, iki tarzı tef­ rik eden ruhi tebarüz şeklidir (s. 45). 31



30 Ş. Gûnaltay, H . Reşit Tankut, Dil ve Tarih Tezlerimiz Üzerine



Gerekli Bazı İzah­



lar, (istanbul, 1938), s. 27-8. Bu teorinin g ü n ü m ü z d e k i bir değerlendirmesi için bakınız İsmail Beşikçi, Türk Tarih Tezi, Güneş-Dil Teorisi ve Kür! Sorunu, (Ankara, 1991), s. 131-169. 31 H . E Kvergic, " T ü r k Dillerinin Bazı Elemanlarının Psikolojisi". Viyana 1935. Daktilo edilmiş tercüme metin, Anıtkabir 1846, C . 307 ve aynı yazarın Etudes Türlt-Sümer, Cilt 1, Teksir edilmiş F r a n s ı z c a metin, Anıtkabir 549, H . 333, Ankara. 207



Yazar yöntemini kabaca şöyle açıklamaktadır: Bizim analitik metodumuz, kullanılmakta olan bütün gramer nevilerinden ehemmiyetli bir surette aynhr... Biz, bütün dille­ ri, psikoloji ilminin kanunlarına tabi olan ruhi fonksiyonları olarak telakki ediyoruz (s. 1). Gerçekten de b u teori ve b u teoriyi destekleyen Kvergiçvari açıklamalar Türk Tarih Tezi'ni tamamlıyor ve güçlendiriyordu. Kvergiç Türk çocuğunun en kısa zamanda en çok şeyi öğren­ mek zorunda olduğunu ve 30 000 kelimelik Arapça eğitimi için tüm hayatını verecek vakte sahip bulunmadığını söylü­ yordu: Kvergiç'in Türk dilinde gördüğü kesinlik ve katilik dö­ neminin pragmatizmi için son derece uygundu ve verdiği ken­ di deyimiyle "grolesque" örnekler "Osmanlı d i l i " n i n Türkçeye sızmasının psikolojik zararlarını göstermeye y e t i y o r d u . Günün en tutulan kısa yollu açıklama türüne bu tür, b i l i m ­ sel yöntemden tümüyle y o k s u n yaklaşımlar i y i bir ö m e k teşkil ediyorlardı. H e r i k i kongrede de resmî görüşü destekleyen tüm bildirilerde benzeri bir mantığın h a k i m olduğunu itiraf etmek gerek. Türkler uygarlıklarını A s y a , A v r u p a ve hatta Amerika'ya getirdiklerine göre Türk d i l i büyük bir dikkatle ve İnsanlık tarihi açısından incelenmiş olmalıydı. Bu mantıkla te­ ori neolitik çağlara kadar uzanmıştı. Türk tarihçiler genellikle bu yaklaşımı savunurlarken yabancı tarihçiler dikkatlerini uy­ garlığın önemli bir noktası olan A n a d o l u üzerinde yoğunlaş­ tırmışlardı. Ancak Avrupalı tarihçiler, Anadolu'yu Türk uygar32



32



208



Kvergic Etudes Türk-Sümer adlı çalışmasının girişinde Osmanlının yolaçtıgı hatalı çağrışımlar nedeniyle T ü r k çocuklarının dil öğrenimindeki zorluklar­ dan söz ediyor ve şu örneği veriyor: "Bir T ü r k ç o c u ğ u n u n psikolojik ve fizik emeği -ki bu lüzumsuz bir çabadır- Osmanlı dilinin neden olduğu mantık dı­ şı anlam bağıntılarını bilinç allına atmak ve itmektir, işte komik bir örnek: karar (vermek): ve y a n - T ü r k ç e türevleri: şu fikirlere yol açmalıdır: yargı yet­ kisi, otorite eğilimleri, h ü k ü m e t kararları vb. + (doğal bağlantı): kara-, vb: si­ yah, hüzünlü, kasvetli ve pis kavramlan. + (ikincil bağlantı, öznel farklılık­ lar) kazanç, kar, kıta, pistik, karın, hanstırmalî vb. işte pislenen, h ü z ü n l e n e n , kasvetli bir hale gelen h ü k ü m e t kararları vb. vb." (s. 5) Yazarın, bu tuhaf bağlantıları neye dayanarak k u r d u ğ u , hangi kaynaklardan yararlandığı t ü ­ m ü y l e belirsizdir.



lığının beşiği olarak değil birçok uygarlığın d i n a m i z m i n i ba­ rındırmış bir coğrafî bölge olarak ele almışlardı. Bu teori tarih tezinin savunucularının i k i yönlü amacını or­ taya koyuyordu: 1. Türk dili ve ırkının devamlılığını kanıtla­ mak, 2. Güneşin i l k e l t o p l u m l a r d a k i tanrı tanımaz gücünü esas alarak d i l sorununu "laik" bir temelde çözümlemeye ça­ lışmak... "Böylece" diyor Şemseddin Günaltay, "güneş-dil te­ orisiyle Türk d i l i Islâmm boyunduruğundan kurtarılmıştır". Türk tarihçiler, sadece arkeoloji dalında da olsa uzmanlaş­ manın en ileri bir noktaya gittiği bu anda bile taraflı araştır­ malar yapmış b i l i m adamlarının tutumlarından yararlanama­ dılar. A n c a k E . Pittard gibi k e n d i n i Türkçülüğe adamış birkaç kişi A n a d o l u toprakları üzerinde Türklüğün üstünlüğünden söz etti. Kongrede, doğa yasalarını ve doğanın laik güçlerini Türk­ lükle bağlantılı bir biçimde vurgulayan bildiriler olduğu.gibi, Türklerin Hıristiyanlık gibi diğer bazı dinlerle ilişkilerine dik­ katleri çeken bildiriler de vardı. (s. 887-95). Nevzat Ayas ilkel Türklerin soyut kavramları doğa güçleriyle bağlantı kurarak açıkladıklarını ileri sürmüştü. Ayaş'a göre b u d u r u m Islâmm doğadan aldığı özellikleri de etkilemiştir. Doğa yasalarını bili­ m i n temel taşı olarak ele alan Ayas, en eski Türklerin dahi b i ­ limsel eğilimler içinde olduklarına dikkatleri çekmek İstiyor­ d u . B u özellikleri Islâmdan önce ve sonra olmak üzere i k i bö­ lümde ele alıyordu: 33



Sosyolojik teorilere göre iptidai Türk cemiyetinin zihniyetini, dini ve sihri insanların içinde aramamız gerekiyor. Şu halde bu zihniyete bağlı olan tabiat kanunu mefhumunu da o saha­ da araştıracağız. Fakat bu araştırmaya başlarken her şeyden evvel Türk kelimesinin iştikakî ve lügavî kıymeti dikkatimizi çeker. Türk kelimesinin kökünü teşkil eden 'töre' veya 'türe'nin başlıca manaları arasında kanun, nizam, kaide, adet, din, ırk da vardır Eskiliği Türklüğün hemen hemen menşelerine kadar dayanan bu kelime, milletimizin kanun ve nizam 33



Ş. Günaltay ve H.R. Tankut, Dil ve Tarih Tezlerimiz..., s. 27. 209



mevhumunu ne kadar erken sezdiğini gösterdiği gibi, onu kendine ad yapacak kadar benimsediğini de anlatır, tur kökü yüksek ve cins manasına geliyor. Türk bu köke bağlanırsa t£ire'nin mastarına göre üreyip artmış, yükselmiş millet demek olur. Türklerin kanunla yükselmeği ve artmağı birbirine bağlı gördüklerini de ifade ebebilir (s. 821). Yusuf Z i y a Özer'in "Son A r k e o l o j i k Nazariyeler ve Subarl a r " başlığı altında sunduğu b i l d i r i de doğanın güçleri ile Türk uygarlığının gelişmesi arasında sıkı bağlantılar k u r m a k ­ tadır (s. 121). Şemseddin Günaltay (1883-1961) tarafından sunulan kayda değer b i r başka b i l d i r i de, Türklerin İslâm akılcılığına ve Islâm m dünyevî öğelerine yaptığı katkılara dikkatleri çekmektey­ di. Günaltay Lausanne'da doga bilimleri eğitimi görmüştü. Z i ­ ya Gökalp'in etkisinde kalarak tarih araştırmalarına ve eğitimi­ ne başladı. Daha sonraları üniversitede Türk ve İslâm toplum­ ları tarihi dersleri verdi. Üzerinde durduğu dönem İslâm önce­ si ve özellikle de Selçuklu dönemiydi. Selçuk istilalarının Islâm m gelişmesi yönünde herhangi bir olumsuz etkisi olmadığı­ nı savunuyordu: tam tersine Osmanlı öncesi Türklerin İslama katkılarının o l u m l u yönde olduğunu vurguluyordu: ... Selçukiler ilk günden itibaren müstakil olarak sahneye çık­ mış, yüksek seciyelerle mücehhez, canlı ve Özlü milli bir or­ duya istinat ediyorlardı. Orta Asya'nın yüksek yaylalarından inen Selçuk Türkleri ne Bağdat'ı çürüten yalan, riya, gammaz­ lık, bühtan, nifak, müsadere, rüşvet ve ihtilas gibi ahlâkî reza­ letlerle ülfet etmiş, ne de mezhep mücadeleleriyle manen bo­ zulmuşlardı. Tabiatla mücadele ede ede yetişen bu insanlar, tabiat kanunlarını kavramış, realiteye, müspet düşünmeye ve görmeye alışmışlardı (s. 365). Şemseddin Günaltay bildirisinde İslâm dünyasının skolastik dogmatik düşünürleriyle, bilimsel akılcı Türk düşünürleri ara­ sındaki farklılığa işaret ediyordu. B u görüşüne örnek olarak yeteneklerini ve başarısını Türklerden aldığı eğitim ve kültüre 210



borçlu olduğunu savunduğu Abbasi halifelerinden M e m u n ' u göstermektedir: Türk illerinde müspet ilimler çerçevesi içinde inkişaf eden di­ mağı; başta Kuran'ın mahiyeti olmak üzere; akıl ve mantığa uymayan gayri ilmi her şeye karşı isyan etmiş, laik kültürü umumileştirmek emeliyle geniş nispette bir tercüme ve telif faaliyetini başlamıştır. Felsefe ve laik ilimler hakkında Memun devrinden itibaren başlayan telif faaliyetinin başında, bilhassa Orta Asyalı Türkler gelmektedir (s. 353). Diğer yandan da Gazali'yi Müslümanlar arasında dogmatik inançlar yaymakla ve seküler ve felsefî b i l i m l e r i mahkûm etti­ ği için suçlamaktadır (s. 363). Kongreye katılanlardan Prof. H . R. Tankut, d i l ve ırk sorun­ ları üzerine yaptığı konuşmasında b u i k i özelliğin birbirlerine sıkı sıkıya bağlı bulunduğunu, köklerini tarih öncesi zaman­ lardan aldığım savunmuştur. Tankut'a göre sosyoloji b u d u r u ­ m u açıklamaya yeterli değildir; d i l i n mantık ve psikolojisinin sosyolojik olduğu kadar ırksal bîr olgu olduğunu da ileri sür­ mektedir: Sosyolojinin de dil üzerindeki tesiri çok geniştir. Böyle olmakla beraber ırki şartların çok defa bu tesiri şiddede karşıladığı ve çok cefa yolundan çıkardığı müşahede ediliyor. Bu mukavemet lengüisüeri şaşırtıp, düsturlarını altüst eden ırkî bir aksülâmeldir... Halledilemeyen ve muamma halini muhafaza eden birçok fonemler, mazinin derinliklerinde bulunduğu kabul edilen bir substratum'a, en derin ve ilk kültür varlık tabakasına atf ve ri­ ca edilir. Bu substratumda ise esas, ırkî unsurlardır. Eğer zahir­ de ayn ayrı ve yekdiğerine yabancı gibi görünen birçok dillerin hakikatte ve esasla bir tek dil yani Prototürk olduklarım söyleyebiliyorsak bu, bulduğumuz yeni lengüistik kuralların bu il­ mi esaslara istinat etmesindendir (s. 223). Prof. Reşit Rahmeti Arat ise, "Türklerde Tarih Zaptı" isimli b i l d i r i s i n d e doğal güçlere, doğal koşullara dayanan z a m a n kavramım ele almıştı. B u bakış açısıyla toplumların yarattığı 211



takvimleri değerlendirdi. Çin verileri üzerinde yapıları çalış­ malardan oluşan i k i n c i l kaynaklardan yararlanarak sunduğu bu bildirisinde değişik hayvanların ve i k l i m güçlerinin zaman­ ların d i l i m l e n m e s i k o n u s u n d a nasıl etken olduğunu anlat­ maktadır (s. 333-337). Antropoloji de genel olarak tek pozitif bilim gibi ele almıyor­ d u . Tabii Türk ırkının belirlenmesi için fizikî antropoloji daha elzem addediliyordu. B u genel eğilimin en başta gelen savunu­ cusu kongrede saygın yerini almış bulunan bir tıp d o k t o r u , Şevket A z i z Kansu idi. Kansu antropolojiyi şöyle tanımlıyordu: Antropoloji beşeriyetin bilimidir. Zoolojinin bir koludur... İn­ sanoğlunu hayvan türlerinden biri olan insanoğlunu hayvan­ lardan ayıran şey insanların anatomisi ve fizyolojisidir... Ge­ nel olarak sosyolojinin, fiziki antropolojinin bir kolu olduğu­ nu söyleyebiliriz, daha da doğrusu etnolojik antropolojinin bir dalıdır. 34



K a n s u ' n u n İkinci Tarih Kongresi'ne sunduğu bildiri Selçuk­ lular üzerine yapılmış bulunan antropolojik çalışmalardı. B i l ­ diri Selçuklu halklarının fizikî antropolojik özellikleri üzerin­ de duruyordu. Diğer bir b i l d i r i ise Ankara yakınlarındaki bir yörede yapılan arkeolojik bulgularla ilgiliydi (s. 35-49). Yukarıda verdiğimiz bildiri örnekleri de göstermektedir k i , İkinci Türk Tarih Kongresi, aslında bir "ulusal bilimsel atılım" özelliği taşımaktadır. Ziya Gökalp dönemini izleyen ulusçupolitikacı tarihçiler gerçekten de tarih b i l i m i n e önderlik et­ mekten çok içinde bulundukları siyasî şartların peşinden gide­ rek sık sık yüzeysel bir şekilde akım değiştirmişlerdir. O gün­ lerde sosyal bilimleri ancak arkeoloji ve antropoloji çerçeve34



S.A. Kansu, Antropoloji Dersleri, (İstanbul, 1928), s, ii-iii. Kansu burada antro­ poloji ile sosyolojiyi neden birbirinden ayı rd etmediğin i etraflıca açıklıyor. Ö n ­ ce, yaşayan varlıkların toplumları oluşturduğunu ve bu nedenle biyolojiye eşil olan başka bir gruplaşmadan söz edilemeyeceğini söylüyor. İkincisi, sosyoloji­ yi toplumlar içinde belirli kurallara sahip bir dal olarak görürsek toplumsal yasaların biyolojik yasalar tarafından belirlendiği gerçeğini unuturuz, diyor. O n a göre, toplumda hayat genel hayat gibidir ve bunun incelenmesi ancak et­ noloji ile yapılabilir.



212



sinde kavramak isteyen bir siyasal anlayış vardı, y a n i kısaca pozitivizm en ilkel ve kolaycı bir şekilde yani doğa b i l i m l e r i n ­ den başka bir şey olmayan bir b i l i m felsefesi olarak ele alın­ maktaydı. Kongre b u n u n belirgin bir gösterisidir. 2. Umsun Toprakları nm Tanımlanması: Arkeoloji Etnik ulusçuluğun (Türkçülük) ulus-devlet anlayışıyla mer­ kezileşme yönündeki tedrici gelişimi içinde ulusun toprakları­ nın bilimsel olarak tanımlanması çalışmaları gündeme gelmişti. Bu noktada coğrafyanın tarih içindeki rolü belirleyici bir rol ola­ rak görülüyordu. Birincisi, Türkler Balkanlar'dan çekildikten sonra kendileri için sabit bir referans noktası arıyorlardı ve bu da Anadoludan başka bir yer olamazdı. İkincisi, kurtuluşu pozi­ tif bilimlerde bulmuşlardı ve fizikî coğrafya bu yolda vazgeçil­ mez bir gereklilikti. Üçüncüsü, Avrupalı bazı tarihçiler ve arke­ ologlar da Anadolu topraklan üzerinde yapılacak kazılara son­ suz ilgi duyuyorlardı. Değişik nedenlerle de olsa, farklı halkların bilim adamlarının bir noktada birleşmesi i y i bir rastlantı idi. Ve bu rastlantı Türk tarihçilerin fizikî coğrafya, fizikî antropoloji ve arkeolojiyi başlıca bilim dallan olarak seçmelerine arka çıkıyor­ du. Bu nedenle vurgu, kolaylıkla arkeoloji, d i l b i l i m ve folklor üzerine k o n d u ve Orta Asya ile coğrafyaya dayanan bir tarih benzerliği oluşturulmak için zemin hazırlandı. Anadolu Türkleriyle Orta Asya Türklerinin henüz önerme düzeyindeki benzer­ likleri, kazılar yoluyla "coğrafî tarih" haline dönüştürülecekti. Burada Türkiyeli tarihçiler yine Aydınlanma çağı anlayışıyla coğrafî etkenlerin özellikle altını çizerek pozitif bilimlere bağ­ lılıklarını gösteriyorlardı. Aslında 18. ve 19. yüzyılların A v r u ­ pa düşünce akımlarının basit bir beraberliğini temsil ediyor­ lardı. H a m i t Sadi Selen coğrafya d i s i p l i n i n d e k i b u gelişimi şöyle açıklar: "18. yüzyılda tabii coğrafya sahasında büyük hamleler oldu. Tabiat bilimlerinin çok değer kazandığı bu devirde coğrafyada insana pek az yer veriliyordu... 19. asır başında coğrafyanın 213



tarih ile İlgisi azalıyor, buna mukabil yeni vücut bulan jeoloji ile sıkı bir bağlılık kuruyordu. Böylece coğrafyada yeniden bir ikilik ortaya çıktı. Bu defaki ayrılık tabii ve beşerî coğrafya şeklinde kendini gösteriyordu. Bu devirde coğrafyaya müspet bilim mahiyeti vermek gayreti onu daha ziyade tabii sahaya sevkediyordu. Çünkü İnsan iradesinin etkisi altında bulundu­ ğu kabul edilen tarihi ilimlerde pek az müspet bilim karakteri görülüyordu". 35



Başka b i r deyişle, İkinci Tarih Kongresı'ne katılan birçok Türk tarihçi tarafından coğrafya, tarihin bir yardımcı dalı değil tarihin gelişiminde neredeyse tayin edici bir etken olarak ele alınmıştı. Tarihin köklerinin coğrafya ile açıklanması yaklaşımı Birinci Türk Tarih Kongresi'ndeki önemli tartışma konularından b i ­ riydi. Oysa İkinci Tarih Kongresi'nde ulusal coğrafya anlayışı belirginleşmiş, bütün dikkatler A n a d o l u toprakları üzerinde toplanmış ve dünya çapında ırksal kök benzerliği arayışları ye­ rini arkeolojik kalıntılarla kurulacak benzetmelere bırakmıştı. Fakat gene de Anadoluculuk olarak tezahür eden b u ulusçu­ luk sınırlı bir bölgecilik anlayışı olarak kalmaya mahkûmdu; çünkü, Orta Asya'daki Türk kökleri ulusal kimliğin oluşturul­ ması ve eğitimi üzerindeki derin izlerini koruyordu. 1930'ların öncü arkeologları A n a d o l u toprakları üzerinde neredeyse yeniden bir doğuş meydana getirdiler. Böylece arke36



35 Prof. Dr. H a m i d 5adi 5elen, "Tarih ve Coğrafya'da Konu Birliği", Konferansları 1/ (Ankara, 1970), s. 31.



Atatürk



36 Anadolu'da ilk kazılar 1871 yılında Truva'da, Heinrich Schliemann tarafın­ dan gerçekleştirilmişti. Daha sonra Alman uzmanlar tarafından Türkiye'de bir arkeoloji cemiyeti kuruldu ve yirminci yüzyılın ilk on yılında bazı T ü r k uzmanlar da Alman meslektaşlarının çalışmalanna katılmaya başladılar. Fa­ kat birçok bölgede gruplar halinde örgütlü katılım 1930'lardaki tarih çalış­ malarıyla ivme kazandı. O dönemin arkeoloji çalışmalarının genel bir açık­ laması için bakınız Afet inan, "Contributions to the Turkish History Thro­ ugh the Research Activities of the Archeological Section of the Turkish His­ torical Society Between 1943-1948", Belleten, Cilt XIII, s. 51, Temmuz, 1949. Ve, " T ü r k Tarih Kurumu'nun Arkeoloji Faaliyeti", Belleten, Cilt II, s. 5-6, 1938, ayrıca bakınız Kurt Bittel, "Atatürk ve Ilköz Tarih Araştırmaları", Belleten, Cilt 111, s. 10, Nisan 1939. 214



ologlar, son derece romantik b i r " p o z i t i v i z m ' T e daha sonra " A n a d o l u c u l u k " diye adlandırılacak olan b i r akımın dogma­ sına önayak oldular. Kültürel ve e k o n o m i k çağrışımları olan b u akımla tarihî bakış açıları Türk Tarih Tezi'nin etrafında da­ ha sıkı bir şekilde kenetlenmiş oluyordu. Türk ırkıyla ve diliy­ le tarih öncesi ve Osmanlı öncesi bir bagm kuruluşu güçlü bir ulusal bilincin başlıca kaynakları olarak görülüyordu. Aslında A n a d o l u topraklarının üzerinde ve derinliklerinde bulunanlar, buralarda Türklerle bir irtibatı kurulamayacak birçok uygarlı­ ğın, birçok ırkın, birçok kültürün yaşamış olduğunu gösteri­ yordu. B u karmaşık d u r u m 1932-1943 yılları arasında gerçek­ leştirilen arkeolojik kazılarla bazen açıklığa kavuşuyor, bazen ise tarih tezinin kanıtlamak istediğinin tam tersi durumlar or­ taya çıkıyordu. A n a d o l u uygarlıklarını adlandırma ve eşleştirme işlemine dayanan bu çelişkili tez, bazı arkeoloji dergilerinde hâlâ yer almaktadır. Başlıca i k i a y n yaklaşım olarak görebileceğimiz bu fikirler şu i k i farklı kökene dayanıyordu; B i r i n c i s i , arke­ oloji 19. yüzyıl Batı Avrupa ülkelerinde gelişmişti ve b u ilgi­ n i n amacı klasisist akımdı yani Bizans, Yunan ve Roma uygar­ lıklarının köklerini belirleyen kanıtların bulunması... Böylece A n a d o l u bu değerli topraklarıyla Avrupalıları her yerden fazla cezbediyordu. İkincisi, Türklerin b u k o n u üzerindeki dikkati k i m l i k sorunlarıyla ilgili arayışlarına dayanıyordu ve kültürel b i r amaca yönelikti. Türk arkeologlar A n a d o l u toprakların­ dan kazarak ne çıkarırlarsa b u n u n eski Türk tarihine ait ola­ cağına inanmak istiyorlardı. Daha sonra, b u bulguların bütü­ nünü ya da bir kısmını "Türk uygarlığı" ya da çok yanlış bir b i ç i m d e t a r i h ö n c e s i n d e k i ve t a r i h i n i l k d ö n e m l e r i n d e k i "Türk u l u s u " olarak adlandırıyorlardı. Birçok uygarlığın A n a 37



33



37



"Anadoluculuk" denilen bu akımın başlıca temsilcileri Ceval Şakir Kabaagaçlı [Halıkamas Balıkçısı]. Sabahaddin Eyüboglu ve Azra Erhat İdi.



38 Colin Renfrew (Cambridge Üniversitesi arkeoloji profesörü) Hint-Avrupa dil­ lerinin menşeinin Batı ve Orta Anadolu olduğunu ileri s ü r ü y o r ve bu dil aile­ sinin bir alt grubu olan Farsça ve Urdu dili gibi dillerin de Doğu Anadolu kö­ kenli olduğunu iddia ediyor. New Scientist, 28 Ocak. 1988, s. 64-5. 215



d o l u toprakları üzerinde yaşamış olması h e m arkeologları hem de tarihçileri bir bitmece içine sürüklüyordu. Türk Tarih Tezi'nin savunucuları b u çekici bilmecenin büyüsünü prag¬ matik kaygılarla b o z d u l a r ve A n a d o l u ' d a birçok uygarlığın yaşamış olması gerçeğini yanlış b i r yorumla mutlak bir Türk kökenine bağlamaya çalıştılar. A n a d o l u c u l u g u n b u son yorumu en açık seçik bir biçimde İkinci Türk Tarih Kongresi'ne katılan Remzi Oğuz Arık'm dü­ şüncelerinde yer alıyordu. Arık, 1899'da Kozan'da doğmuştu. 1926-31 yılları arasında Pariste sanat tarihi ve arkeoloji öğre­ n i m i gördü. Dönüşünde Tarih Tetkik Cemiyeti'ne girdi ve Ya­ lova, Alişar, Niğde, Güllüdag, Çanakkale, Truva ve Alacahöyük'te kazılara başladı. Birçok uluslararası arkeoloji kongrele­ rine de katılan Arık 1935 yılında Tarih K u r u m u ' n u n resmî üyesi oldu ve Ankara D i l Tarih Coğrafya Fakültesi'nde sanat tarihi öğretmeye başladı. 1940'dan sonra tekrar kazılara katıldı ve Hayat ile Manisa'da birer müze k u r d u . Birçokları gibi o da aktif politikadan geri duramadı; 1946'da Demokrat Parti'den Seyhan milletvekili seçildi. 1952'de ise, Köylüler P a r t i s i ' n i kurarak bu partinin başkanı o l d u . Remzi Oğuz Arık başlangıçta b i r "Turancı"ych daha sonra bölgecî yani esas olarak topraklarıyla tanımlanan bir ulusçu oldu. Siyasî açıdan "sağ-kanadı" temsil etmesine rağmen daha sonraki sol eğilimli Anadolucular üzerinde çok önemli etkileri olmuştu. " P r o t o - H i t i t l e r Üzerine" (s. 863-74) adlı b i l d i r i s i kongre için hazırlanmıştı fakat kongrede okunmadı. O k u n a n ve okunamayan öteki bildirilerle birlikte basılan b u yazıda, Arık filolojik bulguları, Proto-Hititlerin Orta Anadolu'da çok zengin bir hayat sürdürdüklerinin kanıtlandığını ileri sürüyor­ d u . Ayrıca, onların da Türkler gibi Orta Asya'dan geldiklerini, Türklerle özdeş olmasalar bile mutlaka onlara çok yakın o l 39



40



39 "Hitiılerin kendileri ve Boğazköy'deki başkentleri bile Batılılaşmış Türklerin gözünde kültürel odak noktasının istanbul'dan Ankara'ya kayması için bir ne­ den olarak ele alınmıştı. Böylece laik ve sınırları belli olan bir Türkiye'den söz etmek de daha kolay oluyordu", diyor A . Smith, Ethnic Origins, s. 162.



duklarmı savunuyordu. Tüm b u yorumlarını Alacahöyük'teki bulgulara dayandırıyordu. Anadolu'nun protohisluarında Bakır Çağı büyük bir çağdır. Bu devrenin Anadolu'daki hakim mümessillerini biz yalnız Proto-Eıilerde bulmaktayız. Yine asianique oldukları malum olan ve Palaumnîli cemaatinden daha çok elemanları ele ge­ çen (mesela Tel-el-Half) Hurrilerin bu husustaki rolleri ol­ dukça müphemdir... Böyle Eclectique bir medeniyeün karşı­ sında Proto-Eıilerin Alacahöyük'te yükselen ve bütün kendi­ lerinden sonra gelen devrelere damgasını vuran şahsiyeti ne kadar mütebarizdir (s. 871). R. O . Arık her zaman, Selçukluların gelişiyle en yüksek kül­ tür düzeyine ulaşan Anadolu'nun coğrafî önemini vurgulamış­ tı. Böylelikle, Türk tarihinin en önemli dönemini "Küçük A s ­ ya'da Oğuz Boylarının başarılarının dönemi" -yani kısaca A n a ­ d o l u - olarak görmektedir. Bizanslıların, Romalıların, Yunanlı­ ların, Ermenilerin yaratamadığı devamlılığı Türklerin A n a d o l u toprakları üzerinde yarattığım savunmaktadır. ' H a m i d Zübeyr Koşay (1897-1984), dönemin en önde gelen arkeologlarından biriydi. U f a , Başkırdistan'da doğan Koşay, or­ ta öğrenimini Selanik'te tamamladıktan sonra İstanbul'a gel­ mişti. İstanbul Üniversitesi'nde etnografya ve Macarca eğitimi gördü ve daha sonra yüksek öğrenimini bitirmek için Macaris­ tan'a gitti. 1923'de Türkoloji ve D i l b i l i m dalında doktora dere­ cesi aldıktan sonra kütüphane ve müzelerde araştırmalarını 4



41 R. O ğ u z Arık, "Tarihimizin Öğrettikleri", Ankara Üniversitesi Haftan: Kars, Temmuz 1942, (Ankara, 1944). s. 19, 23. Ayrıca aynı yazarın. Coğrafyadan Va­ tana adlı kitabına da bakınız, (istanbul, 1983), s.15. Coğrafyadan Vatana is­ minden de anlaşılacağı gibi, yazar coğralt sınırlarla belirlenen toprağa ve coğ­ rafyaya bir şahsiyet atfetmektedir. Ortak tarihin esas olarak bu coğrafi alana dayandığını ileri sürmektedir. Böylece Türkler Anadolu'yu bir millet, bir vatan ve bir uygarlık yapmışlardı. Fakat sol kanat Anadolucular Anadolu'nun zen­ gin ve çeşitli kültürü ile Türkleri bugünkü haline getirdiğini ileri sürmüşler­ dir. Niyazi Berkes de Kemalist tarihyazıcıhgının geleneksel olarak Ortodoks I s l ı m l a özdeşleştirilen Türklerin aslında dünyanın b ü t ü n b ü y ü k dinleriyle ç o k çeşiıli ilişkileri o l m u ş , belki de tek halk olduğunu ortaya çıkardığını sn vunmaktadır. The Development of Seeıtlarism in Turkey, Montreal, 1964.



40 H . E m i n Sezer, Remzi Oğuz Anlı, (İstanbul, 1976). 216



217



sürdürmek amacıyla Berlin'e geçti. 1925 yılında Türkiye M a ­ arif Bakanlıgı'nda çalışmaya başladı. Ulusal ve uluslararası bir­ çok kültür ve tarih k u r u m u n u n üyeliğinde b u l u n d u . A n k a ra'daki Etnografya Müzesi'nin k u r u c u s u da H . Z . Koşay'dır. Çok i y i bir eğitim görmüş olan ve Tarih K u r u m u ' n u n k u r u c u ­ ları arasında bulunan Koşay'ın etnografya çalışmalarına ve d i l bilimsel kazılara katkıları önemli boyutlardadır. Koşay, tarih alanındaki etkinliklerin u z m a n bir öncüsüydü, ancak siyasî bir öncü olmadı. B u açıdan diğer birçok tarihçiden farklıydı. İkinci Kongre'nin i l k bildirisini Koşay verdi. K o n u s u Alacahöyük kazıları olan bu bildiride bulguların tarih bilimine kat­ kılarını özetledi. Dikkat çektiği en önemli noktalar şunlardı: 1. Alacahöyük Hititlere ait büyük bir tapmaktır; 2. Tapınağın ya­ pımında kullanılan planların bir kısmı bu bölgede bulunmuş­ tu; 3. Bu kazı arkeologların, tarih öncesi ve tarihe ait dönem­ lerde rastlanan kültürel katmanlar üzerinde gözlem yapabil­ mesini sağlamıştır. Koşay, kendi dalında kolaya kaçmamış sa­ bırla gerekli yöntemleri izlemiştir. İkinci Türk Tarih Kongresi'nin başlıca ilgi alanı arkeolojik kazılar üzerinde yoğunlaştığından, kazıların temelini oluştu­ ran A n a d o l u gerçeğinin nasıl algılandığını kısaca gözden ge­ çirmek gerekmektedir. Bu noktada i k i yaklaşım olduğunu be­ lirtmeliyiz. Bir varsayım A n a d o l u ' n u n , değişik uygarlıkların kanıtları olarak ele alman arkeolojik bulgular açısından özgün ve özel olduğu yolundadır. B u varsayımın savunucularından biri olan Dr. Clemens Bosch, kongreye "Tarihte A n a d o l u " adlı bir bildiri sunmuştur. Bildirisinde A n a d o l u ' n u n sadece uygar­ lıkların bir geçit yolu olmadığını aynı zamanda kendine özgü kültürel yanları bulunduğunu savunmuştur. Bosch'a göre A n a ­ dolu kültürünün belirgin özellikleri örneğin Bizans mimarisini etkilemişti (s. 801). Diğer bir varsayım ise A n a d o l u toprakları üzerinde ve için­ de birçok kültür ve uygarlıkların ya tek başına ya da birbirleri­ ne karışarak varlıklarım sürdürdükleri ve A n a d o l u bulguları42



42 Amiral Fahri Çöker, Türk Tarih Kurumu, Kuruluş Amacı ve Çalışmaları, (Anka­ ra, 1983), s. 256. 218



m n Anadolu'ya özgü olmadığı anlayışıdır. Kültür ve tarih açı­ sından bakıldığında, A n a d o l u kendine has özellikler taşıyan bir coğrafî alandır. Komşu ülkelerin kültürleriyle bir bütünlük içinde görülemez. Aslında bu tartışma kongrede büyük ölçü­ de bir kenara bırakılmıştı; çünkü arkeologlar bilimsel y o r u m ­ lardan çok somut bulgularla ilgilenmeyi seçmişlerdi. Bugün bazı arkeologlar Türkiye'de 1980'lerın hükümetlerinin özellik­ le Selçuk ve Osmanlı dönemiyle ilgili kazıları teşvik ettiğini ta­ r i h öncesi ve t a r i h i n i l k dönemlerine ait kazıları d a h a az önemli bulduğunu vurguluyorlar, i k i n c i Kongre'nin açış k o ­ nuşmasını yapan H . C . Çambel'in kızı arkeolog Prof. Dr. Halet Çambel, 1980'lerdeki siyasî tutumun da aynı 1930'lardaki tu­ tum gibi dogmatik olduğunu vurgulamakta, 1930'lardaki gibi bazı açılardan haklı da çıkarılamayacağını söylemektedir. Se­ çilen zaman d i l i m i n i n , yani kazıların Osmanlı devrine m i Sel­ çuklu devrine m i yoksa daha eski dönemlere m i yönelmesi ge­ rektiği konusunda yine iktidarlara bağlı kalmaktadır. Yine kongreye dönersek, Avrupalı tarihçilerin ve arkeolog­ ların genel eğilimlerine bakacak olursak, onların Anadolu'da yapılan kazılara büyük ilgi ve heyecan duyduklarını söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. A n a d o l u ' n u n antropolojik, arke­ olojik ve kültürel özellikleri, onlar için en az Türk arkeolog43



44



43 Anadolu'nun arkeolojik önemi üzerine görüşlerini açıklayan bir yazar şöyle diyor: Anadolu özgürdür çünkü birçok kültürün geçiş yolu olmuştur. Fakat Anadolu'yu sadece kültürlerin bir geçit yolu olarak tanımlamak yeterli olmaz. Her iki yaklaşım da gerçeklerden uzaktır. 1934-1940 yılları arasında T ü r k Ta­ rih Kurumu'nun katkısı belirleyici olmuştur. Arkeoloji alanındaki ulusal se­ ferberlik bunu izleyen kazılar açısından ç o k önemlidir. Siyasî yorum tamamen farklı bir şeydir, siyaset adamları tarafından ö n c e d e n kararlaştırılmıştır. Dr. Machlel Mellink, "Anatolia, O l d and New Approaches", Proceedings of the American Philosophical Society, Cilt 110, No. 2, Nisan 1966 (bu makaleye dikatimi çeken Oğuz Tanmdı'ya teşekkürlerimle). 44 Halet Çambel, İkinci T ü r k Tarih Kongresi'nde arkeoloji ve bilimin yerini ve siyasî önderlerin rolünü şöyle açıklıyor: " İ m p a r a t o r l u ğ u n yozlaşması ve çökü­ şü sonucu Atatürk bilimsel ve akılcı görüneni s e ç m e k zorunda kalmıştı. Hal­ kı, başlıca a m a c ı olan laiklik konusunda ikna edebilmek için akılcı olması şarttı". H. Çambel 1980'lerde ise özellikle Osmanlı ve Selçuk d ö n e m i n e ait ka­ zılara öncelik tanınmasının ve kaynakların sadece bu alanlara ayrılmasının ar­ keologlar için aynı derecede kısıtlayıcı bir siyasî yaklaşım olduğunu belirtiyor­ du. Özel bir mülakattan, Mayıs 1988, Amavuıköy. 219



lar ve tarihçiler için olduğu kadar önemliydi. Buna rağmen bu Avrupalı uzmanların çoğu, A n a d o l u ' y u , üzerinde yaşayan Türklerle kültürel açıdan b i r özdeşlik içinde görmüyorlardı. Genel olarak yaklaşımlarının tarafsız olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, Dr. Marinatos, A n a d o l u ' n u n birçok kültürler yarat­ tığını söylemiş ancak Türklerin A n a d o l u üzerinde özel bir ye­ r i olduğunu belirtmemiştir. V u r g u s u n u şöyle bir cümle ile yapmıştı: Beşeriyetin beşiği Asya'dır, fakat kültürün beşiği Anadolu'dur (s. 170). N . Fettish ve O . M e n g h i n de Türk ırkına herhangi bir gön­ derme yapmadan, böyle bir bağ kurma gereği duymadan A n a ­ dolu üzerine araştırma yapmış diğer katılımcılardı. M e n g h i n , A n a d o l u ' n u n Batı üzerindeki etkisinden söz etmekte fakat b u ­ n u Türk uygarlığına ya da Türk uygarlığının bıraktığı izlere bağlamadan yapmaktaydı. B u uzmanların yaklaşımları esas olarak tarafsız yaklaşımlardı (s. 338). A n c a k bunların yanısıra H . G . Guterbock (s. 177) ve E. Pit¬ tard gibileri, Türkleri H i t i t l e r i n ataları olarak ele alıyorlardı. Pittard, insanlığın tarihini doğanın tarihi ile bağlantılı gördü­ ğünden, ırk ve tarih arasında yakın b i r bağlantı k u r u y o r d u . Ona göre, "ırklar gruplaşarak, yeniden gruplaşarak Avrupa ha­ ritasını meydana getirmişlerdi... ve bunu siyasî zorunluluğun ve fırsatların iradesiyle yapmışlardı". Pittard, b u noktadan hareketle değişik ırksal gruplardan meydana gelen Türk halkı­ nın da h e m Avrupalıların h e m de Asyalıların özelliklerini taşı­ dığım ileri sürmektedir. Türk tarihçileri üzerinde esas etki bı­ rakan ise, Pittard'm kaba ırk ayrımları k o n u s u n d a k i eleştirile­ rinden ziyade antropometrik çalışmalarıdır. 45



Pittard, Türk ırkının kaynağı üzerinde çalışmış ve arkeolo­ j i k bulgulardan antropolojik sonuçlar çıkarmıştır. Amacı Orta 45



Yirminci yüzyılda birçok tarihçi Gobineau'yu eleştirdi ve ırksal durumu başka biçimlerde açıklamaya çalıştı. İşte Eugene Pittard. T ü r k tarih yazımı üzerinde etkili o l m u ş böyle bir antropologdu. E. Pittard, Race and History, (New York, 1926).



220



Asya ve Türklük arasında bağ kurmak ve Orta Asya ve Anado­ lu'nun özellikleri arasında benzerlikleri zorlamaktı. Bildirisin­ de şunları söylemişti: ... Binaenaleyh, Anadolu'nun bugünkü brakisefal İnsanlarını, Asya'nın bu kıtasının yerlileri, yani cederinin işgal etmiş ol­ dukları aynı geniş sahada oturmakta olan insanlar farz ve ta­ savvur edebiliriz. Bugün bu kavimler başka başka isimler taşı­ makladırlar; Anadolu'da Türk'tür. Ancak, bunların ırk itiba­ rıyla aynı menşeden çıktıkları, hepsinin aynı esasa mensup olduğu pek güzel tasavvur olunabilir (s. 72). Bundan başka bir Türk tarihçisi olan M . Mansel, Yunan kül­ türünün kaynağının da Orta Asya olduğunu ve A n a d o l u top­ raklarının filtresinden geçtiğini ispatlamaya çalışmaktaydı: ... muhtelif çağlarda vuku bulan muhtelif muhaceretler neti­ cesinde, Anadolu'nun Orta Asya kavimlerinin ikinci bir ana yurdu haline geldiği görülüyor. Fakat bu dalgaların ekserisi burada kalmamış, Garba doğru ilerleyerek Avrupa'yı ve bu meyanda Ege Havzasını dahi işgal etmiştir (s. 210).



3. Türfe-Osmanlı Tarihi: Sosyoloji ve Yöntem Sorunları Aslında sosyal tarih ile ekonomi tarihi b u kongrede önemli bir yer tutmuyordu. A n c a k Osmanlı tarihi üzerine hazırlanan bazı bildiriler imparatorluğun tarihini disiplinlerarası bir yak­ laşımla incelemeye çalışıyorlardı. Diğer bazıları ise oldukça yüzeysel bir biçimde Osmanlıların tarih içindeki rollerini ele alıyorlardı. Aslında gerek sosyoloji gerekse e k o n o m i Türk ta­ rihçiliğini disiplinlerüstü işlevsel y o r u m l a r d a n biraz o l s u n uzaklaştırmayı başarabilmiş disiplinlerdir. Osmanlı tarihi üzerinde araştırma yapma k o n u s u n d a k i ge­ nel isteksizlik, -örneğin Afet Inan'ın bildirisinde- belirgindi: İnan Osmanlı tarihini, yani "karanlık çag" üzerine çok az şey yazmıştı. Yazdıkları arasında popüler okuma parçaları olarak değerlendirebileceğimiz P i r i Reis Haritası gibi çalışmalar vardı. 221



Birçok yerde Osmanlı geçmişini hem yücelten hem de küçüm­ seyen yaklaşımları birlikte sergiliyordu. Bir yandan da Tanzi­ mat döneminin önderlerini muhfazakârlıkla suçluyor ve onla­ rın ulus idealini kavramadıklarını ileri sürüyordu. B u n u y a ­ parken de imparatorluk içindeki çeşitli ulusçu hareketleri çö­ küşün nedeni olarak ele alıp b u hızlı gelişme karşısında bir üzüntü ve pişmanlık dile getirebiliyordu. Bu çelişkili yakla­ şımları sergileyen bir makalesi "Türk Osmanlı Tarihine Bir Ba­ k ı ş t ı r . " B u makalenin özünü kısaca şöyle özetleyebiliriz: Es­ k i Türk beyliklerinden biri altı yüzyıl süren bir imparatorluk kurmuştur. A n c a k Osmanlılar Türklerden hoşlanmazlardı. A v ­ rupalılar ise Osmanlıları küçük görürdü. Avrupalılar Türkleri barbarlar olarak değerlendirirdi ve Osmanlılar da Türklere karşı b u bakış açısını benimsemişlerdi. B u nedenle Türkler Avrupalılara karşı bir hayranlık duymaya başlamışlardır. Aynı tarihçinin, k o n g r e n i n sonunda sunduğu " T ü r k - O s manh Tarihinin Karakteristik Noktalarına Bir Bakış" adlı bildi­ risi de yukarıda sözünü ettiğimiz makalesiyle hemen hemen aynıdır. Bu bildiride Osmanlı tarihindeki bütün o l u m l u nokta­ ların Türklerin varlığına bağlı olduğunu ve zaten imparatorlu­ ğun da Türklerin yaşadıkları bölgede kurulup geliştiğini söy­ lemektedir. Böyle bir mantığın sonucu Türklerin o l u m l u kat­ kılarının çok büyük olduğu, ancak daha sonra bazı kişilerin yani önderlerin İktidarlarını kötüye kullandıkları iddiasından başka bir şey olamaz. Nesnel ve kronolojik gerçekliklerle öz­ nel keyfi iradeleri bu denli tersine çalıştıran bir zihniyet, tarih araştırmalarında ne nesnelliğin ne de öznelliğin kurallarını i z ­ leyebilmektedir. . 6



Bu umumi çizgilerle anlatmaya çalıştığım Osmanlı Devleti'nin kuruluş ve yükseliş devrindeki kültür hayatı, Türk milliyeti­ nin teşkilat kudretini göstermek itibariyle ehemmiyeti vardır, (s. 760)... Din siyasete alet, ordu disiplinsiz, yani sevkülceyşten habersiz ve siyasete hakim, maliyesiz, merkezi idare de 46



Afet İnan, "Osmanlı Tarihine Bir Bakış ve T ü r k inkılabı", Olkü, Cilt 10, E k i m 1937,



222



hassasiyetsiz bir Ortaçağ teşekkülü halindedir (s. 762)... XVI. asırda Avrupa'ya üstün olan Türk-Osmanlı varlığı inkişafını takip edemediği için, XIX. asırda "Hasta adam" lakabını ala­ cak kadar düşkünlük gösteriyor {s. 764). Bu talihsiz çöküş teorisi, tarih eğitimi alanında günümüze kadar sürmekte olan bir zihniyetin sadece bir göstergesidir. Kısaca X V I . yüzyılda Türklük, Osmanlı İmparatorîuğu'na her a l a n d a o l u m l u l u k sağlarken, 19. yüzyılda T ü r k l ü ğ ü n b u o l u m l u yanlarına ne oldu k i Osmanlılar "hastalandı"? Osman­ lı ile Türk yoksa ayrı ırklardan mıydı? Eğer öyle değilse, ikti­ darı kötüye kullanmanın ne gibi sebepleri vardı? Tüm dünyayı saran ulusçuluk akımı, Türklere nasıl h e m üzüntü h e m sevinç veriyordu? Türkler Ortaçağ idaresinden k u r t u l m a k isterler­ k e n , k i m l i k l e r i n i b u l m a y a çalışırlarken Osmanlı ihtişamını kaybetmenin acısını nasıl çektiler? Acaba Türkler h e m impa­ ratorluğu hem de ulus devletini m i istiyorlardı? Türkler ne is­ tiyorlardı? Bu soruları i l k o k u l , ortaokul, lise ve üniversite dü­ zeylerinde sorabiliriz. 1940'lardan sonra Türk Tarih Tezi'nin tarih kitaplarında önemini kaybettiğini artık Güneş-Dil Teorisi'nİn savunulmadıgmı biliyoruz ancak b u soruları hâlâ sormak gereğini hisset­ m i y o r muyuz? Direnen bir zihniyet var ve b u ayak direyen zihniyeti yaratan etkenler arasında en önemlilerinden biri de iktidara bağımlı tarih tezleridir. Birinci Kongrede olduğu gibi ikincisinde de Fuad Köprülü sunduğu bildiriyle çağdaş bilimsel yöntemleri kullanan birkaç kişiden biri oldu. Sosyal tarihe eleştirel ve çözümleyici bakışı ile bu kongrede bambaşka bir entelektüel yaklaşımın temsilciliğini yaptı. "Ortazaman Türk H u k u k i Müesseseleri" adlı bildirisinde kullandığı metod hakkında dinleyicilere ayrıntılı bilgi verdikten sonra hukuk sosyolojisi ve h u k u k i etnografyanın h u k u k i mües­ seselerin tarihinin incelenmesinde z o r u n l u alt disiplinler oldu­ ğunu belirtti. Köprülü, Osmanlı sisteminde yasal kurumlaşma­ nın toplumun özelliklerine dayandığım ve formalist Müslüman hukukuna dayanmadığını vurguluyordu (s. 399-400).



s. 99. 223



Köprülü'nün bir öğrencisi olan Ömer Lütfi Barkan, kongre­ de bildirisini sunamadı; ancak, daha sonra b i l d i r i diğerleriyle birlikte yayınlandı. Barkan'm Osmanlı İmparatorluğunun top­ lumsal ve e k o n o m i k tarihi üzerine yaptığı araştırmaları, sonra­ k i Türk tarih yazımında yeni tartışmalar yaratmak suretiyle önemli katkıları olmuştur. Annales Okulumun birer izleyicisi olan Köprülü ve Barkan, tarih b i l i m i akımlarını ve metodlarmı incelemede b u açıdan diğer meslektaşlarından ileriydiler. A n ­ nales O k u l u ' n u n disiplinlerarası yaklaşımı gerçekten de onla­ rın tarih araştırmalarında daha ileri düzeyde uzmanlaşmaları­ na yardımcı olmuştu. Barkan'm iktisat tarihine olan ilgisi o n u n Osmanlı arazi sis­ t e m i n i n dönüşümünü toplumsal açıdan inceleme arzusuyla birleşiyordu. Barkan, F u a d Köprülü gibi, bildirisinin başında, kullandığı yöntemi açıklıyor ve baştan sona kullandığı birincil kaynakları sergiliyordu. İncelemesinde Osmanlı İmparatorlugu'nun ekonomik, toplumsal ve demokratik dönüşümünü ve imparatorluğun arazi sistemindeki e k o n o m i k ve sosyal güçle­ rin siyasî ilişkilerle bağlantısını ele alıyordu. işte bu "deneme" ile biz, imparatorluk nizam ve teşkilatının, kendisine rakip bir prensip telakki ederek, soy ve toprak asa­ letine karşı giriştiği mücadelenin toprak meseleleri üzerinde­ ki akislerini ve toprak meselelerinin bu mücadelede oynadığı rolü tayine çalışacak ve netice olarak bu sahada "malikâne sisteminden sipahi tımarına doğru" mevcudiyetini ileri sür­ düğümüz bir inkişafın muhtelif merhalelerini tespite çalışaca­ ğız... Or.alnncı asrın başında, Türkiye'de muhtelif cins toprak mülkiyeti şekillerinin yekdiğerine olan nispetleriyle, memle­ ket dahilinde dağılış tarzlarım göstermek üzere hakana mah­ sus istatistik defterlerinden tanzim ettiğimiz tabloların tetki­ ki, bize bu hususta rakamlara istinat eden kati ve sarih bir fi­ kir vermeye yardım edecektir (s. 1003-1007). Toplum, siyaset ve iktisat tarihleriyle ilgilenen diğer b i r ta­ rihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, "Ondört ve Onbeşinci Asırlar­ da A n a d o l u Beyliklerinde Toprak ve H a l k İdaresi'" başlıklı b i l 224



dirisinde b i r i n c i kaynaklarla doğrudan ilişkiyi güçlü bir biçim­ de k u r u y o r d u . A n c a k Köprülü ve B a r k a n ' m tersine çağdaş yöntemlerden yararlanmıyordu. Fakat tümüyle b i r i n c i kay­ naklara dayandırdığı ciddi araştırmaları ve çok çeşitli konular­ da üretken oluşu, o n u diğer tarihçiler arasında sivriltmiş, önemli bir yere getirmişti. Bugün Uzunçarşılı'nm 8 ciltlik Os­ manlı Tarihi adlı yapıtı araştırmacıların kullandığı birkaç temel kaynaktan biridir. Osmanlı Tarihi ciltlerinde olduğu gibi diğer yapıtlarının birçoğu da birinci kaynaklara dayanan özgün b i l ­ gilerle doludur. Kongreye sunduğu kısa bildirisinde bile, b i ­ rinci kaynaklarla kurduğu b u yetkin ilişki göze çarpmaktadır k i b u n u , tarihin olgularını disiplinlerarası bir eklemleme yön­ temiyle incelemeden yapabilmiştir (s. 499-506). Sosyal tarihle ilgilenen diğer i k i tarihçi de Hikmet Bayur ve Hıfzı Veldet i d i . Hikmet Bayur bildirisinde bir 16. yüzyıl d i n adamını tanıtmıştı. Yaklaşımı bir çeşit siyaset sosyolojisi ola­ rak ele alınabilir. Onların da, Uzunçarşılı gibi yöntemsel bir arayışı olmadığı göze çarpmaktadır. Ancak b u son saydıkları­ mız u z m a n tarihçiler olarak değerlendirilemez. B u açıdan Uzunçarşılı ile karşılaştırılmaları yanıltıcı olabilir.



** * Birinci Kongre ile i k i n c i Kongre arasındaki en önemli farklı­ lık, birincisinde varolan bir tartışma ortamının ikincisinde ta­ m a m e n ortadan kalkmış olmasıdır. B u o l g u n u n y o r u m u i k i yönlü olabilir: 1. Tarih Tezi mutlak bir zaferle sonuçlanmış­ tır; ya da, 2. Tarih K u r u m u ' n u n üyeleri siyasî önderliğin " b i limselciliğine" karşı yeterince donanımlı değildi. i k i n c i yorum daha büyük bir olasılıktır çünkü tarih kongre­ sini yönetenler ve ona yön verenler ve katılanların bir kısmı 47



47



Şemseddin Gûnaltay makalesinde Birinci Tarih Kongresi'nin daha demokratik olduğunu çünkü tarih tezine karşı görüşlerin de o k u n d u ğ u n u söylemektedir. Ancak İkinci Tarih Kongresi'nde "tezin kati zaferi" açıkça görülüyordu, mu­ halif görüşler ise tezin aydınlatıcı ışığı altında tamamen kaybolmuştu. " T ü r k Tarih Tezi Hakkındaki itikatların Mahiyeti ve Tezin Kati Zaferi", Belleten, Cilt II, no. 5-6, Temmuz 1938, s. 337-8. 225



tarihçi bile değildiler. Örneğin H . C e m i l Çambel'in mesleği as­ kerlikti; Şemseddin Günaltay'm mesleği politika i d i . Siyasî önderliğin "bilimselliği", ilgi alanının tümüyle arke­ oloji, fizikî antropoloji ve filoloji olarak belirlenmesinde yatı­ yordu; tüm bu disiplinler ayrıca sözel olarak doğa güçleri ve yasalarına dayandırılmaktaydı. Bu disiplinler, ayrıca, tarih bili­ m i çerçevesinde ele alınmıyordu ve o n u n yöntemlerinden ya­ rarlanmıyordu. Ayrıca kongrede sınırlı da olsa bazı örnekleri olan sosyal ve ekonomik alanlardaki bildiriler ile eğitim, felse­ fe ve siyaset de tarih b i l i m i çerçevesinde değerlendirilmemişti. Özellikle siyasî tarih neredeyse tamamen yok sayılmıştı. Siyasî önderlerin yönlendirdiği bu tarih kongresinde siyasî bildirile­ rin yokluğu çok anlamlıdır. Siyaset, tarihin bir yardımcı disip­ lini gibi ele alınmamıştı ama İkinci Kongre'nin siyasî yönlendirilişi Birinci Kongre'den daha güçlüydü. Çünkü b u dönem içinde tek parti rejimi daha da pekiştirilmişti. Partinin anladığı "bilimsellik" tarihe bir tanıklık rolü oynatmak ve b u tanıklık üzerinde tek hakim olabilmekti. Tarih vatandaşı eğitici bir rol üstlenmişti ve aslında bu eğilim B i r i n c i Kongre'de başlamıştı. Bu talim ve terbiye'ma içinde eleştiri ve eleştirel inceleme yak­ laşımı y o k t u , öğrencilerde yaratıcılığı teşvik etmiyordu, zengin metodlardan ve gerekli pedagojik yaklaşımlardan y o k s u n d u . Tarih Tezi Türklerin tarih öncesinde ve tarih boyunca ne ka­ dar büyük işler başardıklarını, gerekli veriler ve kanıtlarla desteklemeksizin savunuyordu. Bu sadece ahlâkî bir m i s y o n d u , fakat ahlâkî normların yerleşmesini sağlayacak bir iç tutarlılı­ ğa, bir eğitsel çekiciliğe sahip değildi. H e m zamanda hem de mekânda sık sık boşluklar oluşuyordu. Gedikler disiplinlerarası bilgilerle d o l d u r u l m u y o r d u , böylece vatandaşa ve öğrenci­ ye kendine güven hissi de verilememiş oluyordu. Kısaca k u v ­ vetli bir tez yaratılamamıştı. H a l b u k i C H P ' n i n ve o n u n partili tarihçilerinin en önemli amacı bu değil miydi? 48



48



226



Bu tutumun bir u ç örneği Almanya'da görülmüştür: "Bismarck'ın Alman Reich'ındaki Kullurhampj, devlet seçkinlerinin çeşit çeşit ve yeni elde edilmiş A l ­ manca konuşulan topraklarda zorlama yoluyla tek bir ulusal bilinç ortaya çı­ karma girişimini sergiler." A . Smith, The Ethnie Origins of Nations, s. 134.



Bu yıllarda yapılan arkeolojik kazıların başarıyla sonuçlan­ ması ve kongrede tek tük de olsa e k o n o m i ve sosyal tarih k o ­ nularında bazı katkıların bulunuşu, yukarıda özetlenen genel eğilimi değiştirmemiştir; Türklerin A n a d o l u üzerindeki tarih öncesi kalıntılarını kanıtlamak, arkeolojiyi sadece buna tanık­ lık yapmaya zorlamak böylece Türklerin bir " u l u s " olarak bü­ yük b i r uygarlık sahibi olduklarını çıkarsamak esas amaçtı. Aslında Türkler dünyadaki tüm kayda değer ırkların babası olarak görülüyor ve başlıca ırk addediliyordu. B u inancın yay­ gınlaştırılması y e t e r l i kanıtlarla d e s t e k l e n m e s i n d e n d a h a önemli görülmüştü. Ulusçuluk h e m bir kavram hem de genç C u m h u r i y e t ' i n bir gerçekliği olarak sadece Türkler ve Türkiye bağlamında ele alınıyordu. Genel tarih, tarih felsefesi ya da bunların sorunları, öğrencilerde ve yeni kuşaklarda ulusal b i l i n c i n güçlendirilme­ si için gerekli olan bir çalışma alanı olarak görülmemişti. O günkü komşu ülkeler, asırlarca aynı imparatorluğun çatısı al­ tında toplanan ülkeler, Yunan, R o m a , Bizans halkları ve tarih­ leri üzerinde durulmuyordu ya da durulması planlanmıyordu. Bugün hâlâ üniversite düzeyinde dahi Bizans Sanatı, Bizans Tarihi dersleri açık adlarıyla verilmemektedir. Tarih tezinin sa­ vunucuları, ulusal açıdan kendine güven duygusunun esasını tarih öncesi Türklerin maddî kanıtlarıyla .yani A n a d o l u top­ raklarında çıkarılan kalıntılarla özdeş görüyorlardı. Bilimsel açıdan i k i n c i Kongre bazı önemli işler başarmıştı. Kazılar, Anadolu arkeolojisinin önemli bir itici gücünü oluştur­ du. Ancak b u n u n dışında tarihî yaklaşımları gündeme getire­ cek herhangi başka bir uğraş olmadı. Kısacası tarih ve arkeoloji hiçbir tartışma olmadan özdeş görüldü. Tez "zafer''e ulaşmıştı, ancak eleştirel ve çözümleyici yöntemler sadece birkaç disiplin çerçevesinde kısıtlı kalmıştı. Sosyoloji, siyaset, tarihyazıcılığı ve felsefe bir kenara itilmişti ya da çok yüzeysel olarak ele alın­ mıştı. Aslında bu disiplinlerin yaratacağı sorunlar ve sorularla 49



49



H . Cemil Çambel, "Atatürk ve Tarih", Belleten. C . III. No. 10, 1939. Çambel Atatürk'ün T ü r k tarihiyle tarih öncesi arasındaki ilgiyi heyecanla ilk tespit eden kişi olduğunu belirtiyor, s. 270-1. 227



başedebilecek uzmanlar da yok denecek kadar azdı. E n kaba deyimiyle, tartışmadan, eleştiriden yoksun bir tarih tezinin be­ nimsenip yaygınlaştırılması esas amaçtı ve amaca ulaşılmıştı. B i r b i r i n i izleyen arkeolojik kazılar, kazılar için yeni alanlar bulunması ve bunları izleyen arkeoloji araştırmaları uluslara­ rası bir çerçevede yürütülüyordu. B u n u n sebebi Türk u l u s u ­ n u n tarih öncesi fiziksel varlığının kanıtlanması değil A n a d o l u toprakları üzerinde belirlenen noktalann birçok uygarlığa be­ şiklik etmiş olmasıydı. Yeni yeni arkeoloji talebeleri A l m a n ve diğer arkeologların denetimi ve yardımı altında yetişmeye baş­ ladı. Tarih K u r u m u ' n u n katıldığı uluslararası kongrelerin he­ men hemen tamamı da tarih öncesi ve tarihin i l k dönemlerine ait kongrelerdi (Londra, Leningrad, Bükreş, Oslo). Bunlar dı­ şında başka bir alanda sadece bir kez, 1932de, eğitim tarihi alanında Paris'te bir kongreye katılmmıştı. Gerçekten de i k i n c i K o n g r e d e tarihin eğitimi ya da tarih alanındaki araştırmalar konusunda en ufak bir tartışma, eleş­ tiri ve görüş alışverişi olmadı. 1932 yılında basılan 4 ciltlik tarih kitapları i l e her şey eksiksiz gibi görülüyordu, i k i n c i dalga tartışmalar ve bazı eleşiriler ancak Türkiye'ye çok parti­ l i rejimle birlikte, bir demokrasi havası gelince gerçekleşecek­ t i . Ancak, ne yazık k i o zaman da, tarih tezinin yarattığı ha50



v a n m bir eseri olan b i l i m d a h ve yöntem tanımayan zihniyet pek sorgulanmadı. Özetle, geçmişle şimdiki z a m a n arasında k u r u l a n bağda maddî kanıt olarak arkeolojik b u l g u l a r kullanılmış olması, Türk tarihçiler önünde belirli bir alanda da olsa bilimsel araş­ tırma yollarım açmıştı. Gerçekten de tarihin yardımcı disiplin­ leri içinde bir tek arkeoloji alanında somut bir başarı sağlandı. Buna rağmen gene de zaman kavramıyla ilgili sorunlar, yani hangi dönemin araştırma alanı olarak seçileceği siyasî önderle­ r i n yönlendirmesiyle ve aceleyle yapıldığından tarih çalışmala­ rına özgü bir anlayış yerleşmiş olmuyordu. Pozitif b i l i m l e r i n , elle tutulabilen kanıt ve teknoloji olarak algılanışı ve sosyal b i ­ limlerin eksik bir biçimde ele almışı, b u dönem Türk tarihçile­ rinin entelektüel gelişmesi için uygun koşulların oluşmasını engellemişti. Kısacası, siyasî önderler sadece tarihin k o n u s u n u ve yönünü değil akademik koşullarım da belirlemişlerdi ve bu dönemin tarihçileri tarih çalışmalarına önderlik edememişler­ d i . Zaten daha önce de belirttiğimiz gibi, bu tarihçilerin çoğu atanmış siyaset adamıydı ya da atanmış o k u l ve üniversite ho­ calarıydı. Gene de arkeoloji çalışmaları, bazı genç tarihçilerin uzmanlaşmasına yardımcı oldu.



51



50 Mu2affer Göker, ikinci Türk Tarih Kongresi, s. 18-9. 51 Ancak 1940'ların ikinci yarısında tarih eğitimine yaklaşımlar ve tarih eğitimi­ nin yöntemleri üzerine tartışma başlamamıştı. Önemli bir tartışma iki Öğretim üyesi, Enver Ziya Karal ve Akdes Nimet Kurat arasında akademik bir dergide yer aldı. Bu iki kişi arasında makaleler ve yazılı cevaplar birbirini izledi, ilk makale Akdes Nimet Kurat'a aitti ve Enver Ziya Karal'ın hlam Ansiklopedi! i'ne yazdığı " Ü ç ü n c ü Ahmet" maddesi ile ilgiliydi (AÜDTCF Dergisi Cilt 6, N o . 78-81), E Z. Karal, A . N . Kurat'ın bu suçlamasına "Düzeltilmesi Gereken Bir Ders Kitabı Hakkında" adlı makalesiyle cevap verdi. (a.y. no.. 3, s. 197-206). A . N . Kurat ikinci makalesini yazdı. "Osmanlı Tarihi V Cilt'ine dair", a.y. no. 4, s. 361-371. Aynı sayıda E . Z . Karal, Kurat'ın " Ü ç ü n c ü Ahmet" eleştirisine bir cevabı da yer aldı. s. 383-379. A . N . Kurat'ın eleştirisinin ana hatları şunlar­ dı: 1. Yüzeysellik; 2. Ç o k aşırı kısaltmalar, Yüzüncü Yıl Savaşlarına, Rönesans, Reformasyona, 18. ve 19. yüzyıl d ü ş ü n c e akımlanna ve örneğin Iran gibi bazı Asya ülkelerine yeterince yer ayrılmadığı; ve 3. eğitsel açıdan yetersiz a. bilgi hataları, kaynak hataları, b. genel bilginin tatmin edici düzeyde olmayışı, do­ layısıyla ulusal ve şahsi açıdan öğrencide kendine güven duygusunun yaratıla­ mayacağını belirtiyordu. 228



229



SONUÇ



Girişte de belirtildiği gibi b u araştırmanın k o n u s u n a çeşitli açılardan bakılabilir: bir yanıyla düşünceler tarihi, farklı yak­ laşımlar tarihi denebilir ya da dönemin ulusçuluk anlayışının ideolojik sorunları olarak ele alınabilir; ama k o n u y a en i y i 1930'lu yılların siyasal iktidarının bir tezahürü olarak yaklaşı­ labilir. Bu çalışmayı, siyasal iktidarın bir b i l i m dalı ile k u r d u ­ ğu ittifakın hikâyesi olarak görmek bence gerçeğe en uygun olanıdır. Türk Tarih Tezi ulusal tarihyazıcılıgma bir gelenek kazandırmamıştır fakat çeşitli kesimlerde b i r z i h n i y e t , b e l i r l i bir yöntemi inkâr eden, disiplin ve yöntem tanımayan bir yakla­ şım biçimi olarak yerleşmiştir. Başka bir deyişle, Türk tarih düşüncesinde bir devamlılık bir istikrar yaratamamış buna karşılık, ideolojisi ne olursa olsun yürürlükteki siyasal iktida­ rın kısa vadeli amaçları için bir araç haline getirilmiştir. Türk Tarih Tezi üzerindeki tartışma, tezin çağdaş Türk ta­ rihçiliğine bir çerçeve oluşturduğu noktasında odaklaşıyordu. Birçok tarihçi ya da Türk tarihçiliği üzerine fikir yürüten ya­ zarlar Kemalist devrimin, birçok başka sorunları olduğu gibi tarih üzerinde yoğunlaşan sorunları da çözümlediğine inan­ mışlardır. Sonraki kuşak yazarlar da Mustafa K e m a l Atatürk'ü ve o n u n tarihçilerini Türk tarihini Osmanlı egemenliğinden 231



kurtaran tarih silahşörleri olarak görmüşlerdir. Daha genç k u ­ şaktan birçokları da devrimleri, düşünce tarihinin gelişmesin­ de ana etken olarak değerlendirmişlerdir. Günümüzde, her şey 1930'larda başladı diyen yazarlar, s i ­ yasal kararların işlevsel yanını haklı çıkararak sosyo-ekonom i k ve kültürel d i n a m i z m i gözönüne almadan bilimsel tarih çalışmalarını ya Kurtuluş Savaşma bağlamakta ya da bununla beraber bir şeflik yaratısı olarak görmektedirler. Bilimsel yön­ temlere dayanan birTarihçiligin bir şeflik yaratısı olduğunu düşünmek tarih çalışmalarını baştan tek yönlü görmekle aynı şeydir. Tabii k i 1940Tarda sayıca daha çok, 1950'lerde daha zengin, 1960'larda ve 1970Terde ise daha olgun tarihçiler ye­ tişmiştir. Bunların sayısı pek azdır ve bu bir süreçle bağlantılı bir gelişmedir. Söz k o n u s u sürecin etkisini pekiştiren ya da zayıflatan etkenlerden söz edebiliriz, ama b i r süreci yaratan tek bir etkenden söz etmek, h e m politika h e m de tarih karşıtı bir yaklaşım olur. Kanımca b u süreci etkisizleştiren en önemli etken tarih teziyle yaratılan günü birlik pragmatik zihniyettir. Bu zihniyet ne çoğulcu ne de eleştirel düşünceyi kuvvetlen­ dirmiştir. Başka bir açıdan bakarsak, örneğin tarihin yöntem ve araştırma zenginliği açısından gelişmesiyle siyasal demok­ rasinin önemli b i r etkileşimi olduğunu söyleyebiliriz. Fakat aynı zamanda tarihyazıcıhgmda bilimselleşmenin genellikle C u m h u r i y e t dönemiyle özdeşleştirilen " d e m o k r a t i k dönem"den çok daha önce olduğunu da ileri sürebiliriz, hatta 1



1



Bakınız Enver Ziya Karal, "Tanzimat'tan Bugüne Kadar Tarihçiliğimiz", Felıe/e Kurumu Seminerleri, Ankara, T T K Basımevi, 1977, s. 257-8 ve 265-8; 1980'lerde basılan kitabında Halil Berktay ise şöyle diyor: "Bizim kanımızca millî kur­ tuluş savaşı ve yeni Türkiye Devleti'nin kuruluşu, ülkemizde tarihin bir bilim dalı olarak yerleşmesinde tayin edici rol oynamıştır", Cumhuriyet İdeolojisi ve Fuad Köprülü, İstanbul, Kaynak Yayınlan, 1983, s. 13. 21afer Toprak da aynı fik­ ri daha temkinli bir üslupla savunuyor. " 1 9 3 û ' l u yıllar T ü r k tarihçiliğinde ç o ­ ğulcu bir görünümdedir... 1930'Iu yıllarda ideolojik yelpazenin daralmasına karşın, geçmişin yorumunda farklı yöntemlerin ele alınabilmesi, öte yandan Tarih Kurumu'nun 1935'de idarî ve mali açıdan görece özerk bir araştırma biri­ mine dönüşmesi, tarihçiliğin ve bu arada arkeolojinin, diğer disiplinlere oranla önemli bir atılım gerçekleştirmesine neden olmuştur..." Türkiye'de Sosyal Bilim Araştırmalarının Gelişimi, derleyen Sevil Atauz, Ankara, T ü r k Sosyal Bilimler Derneği, 1986, s. 433.



232



"İstibdat dönemi" denilen dönemlerdeki bazı önemli atılım­ lardan söz edebiliriz. Cumhuriyet dönemi Türk tarihyazıcılıgmın Avrupa kaynak­ larıyla karşılaştırılması, başlıca Batı tarih akımlarının yani ro­ mantizm, idealizm ve pozitivizmin hep birlikte pragmatik bir formülle ele alındığını göstermiştir. Türk tarihçiliğinde maddî belgelerin her zaman edebî ve estetik değerlendirmelerden da­ ha güçlü olduğuna inanılmıştır. U l u s fikrinin öncüleri, gerçek­ ten de Türk Tarih Tezi'nin formüle ediliş biçimini "doga yasa­ ları" gibi kavramış ve tamamen kaba materyalist bir biçimde ele alarak bunları tarihin ana etkeni olarak göstermişlerdir. Bir yandan da destansı, kahramanca bir geçmiş aramaya k o y u l ­ muşlardır. Destanı maddî bulgulara dayandırmak gibi boş bir hayal peşinde koşulmuş, yöntemsizlik ve acelecilik esas özel­ lik haline gelmiştir. İkinci karşılaştırma, Türk tarihyazıcılıgı ile Osmanlı ve İs­ lâm tarihyazıcılıgmın kaynakları arasında yapılmıştır. Çağdaş Türk tarihyazıcılıgmın Osmanlı-lslâm kaynaklarıyla bir ilgisi olmadığı iddiası, her ikisi de Avrupa kaynaklı olan Türk pozi­ tivizminin ve Türk laisizminin iddialarıdır. Oysa k i Türk Tarih Tezi "tarih tekerrürden ibarettir" anlayışına u y u m l u , Osmanlı İslâm geleneğine damgasını v u r a n "Asr-ı Saadet" görüşüne yatkın çevrimsel (eyelieal) tarih anlayışını hatırlatan özellikler taşımaktadır. B i r y a n d a n Osmanlı tarihyazıcılıgmın üslup özelliklerine karşı çıkılırken, öte yandan da Osmanlı-lslâm dönemi ile evrimsel bağlantılar görmezlikten gelinmiş, eleşti­ rel bakış açısından ziyade "yok sayma" anlayışı h a k i m olmuş­ tur. Tümüyle karşı çıkılan Osmanlı vakanüvislik üslubu, yani bir sürü bağlantısız olayı ardarda sıralama ve araya dedikodu karıştırılması ise, bugün bile sadece anılarda değil ansiklope­ dilerde de göze çarpmaktadır. Reşat E k r e m Koçu'nun 1950'li yılların sonlarından İtibaren yayımlanan İstanbul Ansiklopedisi b u üslubun o l u m l u örneklerindendir ve İstanbul'un bazı yön­ leri ile ilgili özgün bilgiler veren tek ansiklopedidir, i k i n c i bas­ kısı 1990'da yayımlanan Yılmaz Öztuna'nm Büyük Türk Musi­ kisi Ansiklopedisi ise b u üslubun olumsuz örneklerindendir. 233



Tarafsız olması gereken b u ansiklopedi, birçok önyargılı mad­ de içerir ve dedikodu tarzında yazılmıştır. Daha da çarpıcı ola­ nı son beş yılda yayımlanan Ana Brirannica Ansifelopedisi'nde bile b u tür önyargılı ve nedensel bağlantıları k o p u k bazı telif maddelerin bulunmasıdır. Bütün bunlardan daha da önemlisi, Türk Tarih Tezi, Avrupa tarihyazıcıhğmda görülen evrimsel değişimi temel kavram ola­ rak izlememiştir; halbuki bugün esas esin kaynağının bu ev­ rimsel değişim olduğu ileri sürülmektedir. Osmanlı ve İslâm dönemlerinin tarihsel gerçekliğini inkâr eden Türk Tarih Tezi tamamen roman tikleştirilen Islâm-öncesi ve tarih-öncesi anla­ yışının laikliği ile bir altın çag yaratmaya uğraşmıştır. Türk D e v r i m i n i n katı-laik politikacıları, dünyevî köklerin birçok açıdan, Orta Asya'da ya da A n a d o l u kazı alanlarında İslâm Ön­ cesi geçmişin toprak kazılarak çıkartılması sonucunda kanıtla­ nabileceğine inanmışlardır. Türk tarihçiliği kısaca zamana ve mekâna adaletsiz davranmıştır. Diğer yandan Türk Tarih Tezi ulusçuluk akımının doğuşu­ n u Türkiye'de ideolojik-entelektüel ve seçkinci b i r hareket olarak ele almıştır. Bu hareket bazı sorunların karanlıkta kal­ masına neden olmuş ve açıkça tanımlanabilir bir ulusal benlik yaratılmasını büyük ölçüde gölgelemiştir. Oysa tanımlanabile­ cek açık seçik bir benlik, ulusal tarih tezinin akademik araştır­ malarla d i l , kültür, etnik ve edebî geçmiş, ortak ulusal değerle­ r i n ve ortak bir geçmişin tasviriyle beslenebilirdi. A n c a k çok i y i bildiğimiz gibi Osmanlı İmparatorlugu'nun parçalanması ve b u n u n aniden hızlanması, türdeş olmayan et­ nik yapısı, çok kültürlü toplumsal birimleri, Türk tarihçileri­ n i n kolayca tanımlanabilecek bir ulusal program oluşturabil­ melerini engellemiştir, işte bu toplumsal gerçeklik bir ırk te­ orisinin kuvvetle savunulmasını da imkânsızlaştırmıştır. Hatta kültürel bir türdeşlik üzerine oturtulacak bir formül benimse­ mek bile çok zor görülmüştür. Avrupa monarşilerinden farklı olarak Osmanlı İmparatorlugu'nun geçmişinden artakalan kültürel ve etnik farklılıklar bir Türk'ün tanımlanmasını İslâm gerçeğinden ayrı yapamazdı. Türk Tarih Tezi b u n u n aksini ka234



nıtlamaya çok çalıştı ama b u başarılamadı. Başarılması da ge­ rekmiyordu. Türkçe konuşan herkes T ü r k müydü? Karamanlılar g i b i Müslüman olmayan fakat Türkçe konuşan insanlara Türk de­ n e b i l i r m i y d i ? Ya da bazı B a l k a n ülkelerinde olduğu g i b i Türkçe konuşmayan Müslümanları nasıl tanımlayabilecektik? Kısacası y e n i tanımlanan Türk u l u s u n u n ortak geçmişi ne olacaktı? B u uzaklardaki Orta Asya'nın tarih öncesi geçmişi olabilir miydi? B u n u n A n a d o l u Türklerinin günlük bilincinde bir anlamı var mıydı? Ya da yaşayan Osmanh-lslâm mirası ye­ rine A n a d o l u kazılarından çıkartılan ve b i r ç o k uygarlığın temsilciliğini yapan anıtsal yapıtlar ortak geçmişin en canlı kanıtları olarak görülebilir miydi? B u soruların sorulmasın­ dan dahi çekinmek, sorgulanamaz, tartışılamaz, eleştirilemez tabulara saplanmak, tanımlanabilecek kaynaklar üzerine k u ­ r u l u olası bir akademik geleneğin yeşermesini büyük ölçüde engellemiştir. Ayrıca, Birinci ve İkinci Tarih Kongreleri (1932 ve 1937) ül­ k e m i z i n iktidar ve muhalefet anlayışlarını sergileyen bir poli­ tik mücadele arenası da olmuştur. Aslında bu araştırmanın iti­ ci gücü ülkemizde demokrasi anlayışının çözülemeyen bir dü­ ğüm olmasıdır. Yaratılan zihniyetler insanları farklı görüşlerle birlikte yaşamaya alıştırmamıştır, tam tersine biraz daha "za­ y ı f olanı, iktidardan biraz uzak olanı ezme ve yok etme alış­ kanlığı yerleşmiştir. Bu nedenle de hiçbir iktidar k e n d i n i yeni­ leyecek dinamiklere yeterince sahip olamamıştır. Zaten İkinci Kongre'de de görüldüğü gibi birincisinde kaçınılmaz olarak varlığını gösteren bazı farklı görüşlerin ortadan kaldırılması, hatta hiçbir tartışma olmaması, kongrenin buna i z i n vermeye­ cek kadar "bilimsel" ve uluslararası nitelik kazanması, b u i d ­ diamızın ne kadar yerinde olduğunu gösteriyor. İkinci K o n g ­ re'de tartışmaların tamamen ortadan kalkması o günün tekparti rejiminin mantığının bir gereğidir. 1930'lann tarih tezi yeni ulusçu, laik ve " d e v r i m c i " kuşağın hızlı bir şekilde eğitilmesine daha doğru bir deyişle "talim ve terbiyesine" ağırlık veriyordu. Tarihin araştırma yöntemleri ve 235



akademik yaklaşımlarıyla daha yakından i l g i l i olan örneğin Fuad Köprülü ve Zeki Velidi Togan gibi kişiler ise 1930'lann aktif politikasından uzak düşüyorlardı; b u nedenle de Türk Tarih Tezi'nin "kati z a f e r " i n i n dışında tutuluyorlardı. Daha sonraki siyasî arayışları da b u dışarıda tutulmanın b i r sonucu olarak görülebilir. Genel b i r bakışla "ulusal amaçların Türk üslubunda değerlendirilmesi"nin diğer ulusların ulusçu tarih tezlerine benzer yanları da vardı. Yani geçmişi abartarak benlik yaratma dürtü­ sü, aslında evrensel b i r dürtü olarak görülebilirdi; T a r i h i n ulusçu amaçlarla kullanılması Türk tarihyazıcılığma özgü bir şey değildi elbette. Avrupa'da, Asya'da, Amerika'da, Afrika'da ve birçok başka yerlerde de geçmişi keşfetmek, yaratmak, ye­ niden canlandırmak çok bilinen bir uğraştır; çoğunlukla dev­ let politikasının önemli bir parçasını da oluşturabilmektedir. Finlandiya'dan H i n d i s t a n ' a , Macaristan'dan M e k s i k a ' y a , J a ­ ponya'dan isviçre'ye kadar tarihe yüklenen m i s y o n benzer özellikler taşıyor. B u ülkelerin tüm yönetici-seçkinleri siyasal açıdan güçlü bir benlik kazanmak için tarihi misyoner bir güç olarak görmüşlerdir. Örneğin 1868'de ingiltere'de k u r u l a n Royal Historical 5ocieiy'nin görevi, ulusal amaçlar doğrultusunda "tarih, biyografi ve etnoloji araştırmalarını yönlendirmekti". B u k u r u m u n ta­ rihçileri kral tarafından atanmış resmî tarihçilerdi. K u r u m u n kısa bir süre sonra araştırma çalışmalarında fazla başarılı o l ­ madığı gözlendi ve k u r u m k e n d i iradesiyle 1906'da k u r u l a n British Historical Associaîion'ı desteklemeye karar verdi ve ona ev sahipliği yaptı. B u derneğin amaçları daha gelişkindi; farklı bir ulusçuluk anlayışıyla uzmanca bir tarih teşvik ediliyor ve bu ulusal görev derneğin bir vazifesi olarak görülüyordu: " U z ­ manlaşmanın ç o k geliştiği ve herkesin b i r b i r i n i n uzmanlık dallarında yarattıklarını okuyamadığı b i r dönemde (Türki­ ye'de böyle bir dönem yeni yeni gelişiyor) Demeğin yüce vazi­ fesi her şeyin hakettigi yeri bulmasını hakettigi oranda yer al2



2



R. A . Humphreys, The Royal Historical Society 1868-1978, (Londra, 1969).



236



masını sağlamak ve "genel tarihin" statüsünün kalitesini koru­ yabilmektir". Bu tutum ingilizlerin tarih geleneğiyle u y u m İçindeydi, i n ­ giliz tarihyazıcılıgmm devrimci ve laik dürtülerle oluşturulan ani kopmalara karşı olduğunu dile getiren Herbert Butterfield, bu tutumun, tarihyazıcılıgmm tarihinde önemli bir devamlılık örneği oluşturduğunu söylemektedir. Fransa'nın tersine İngiltere düşünce tarihinde devrimci de­ ğişimler hiçbir zaman hoş karşılanmamıştır. B u nedenle de İn­ giltere, Fransa örneğine bazı bakımlardan çok benzeyen Tür­ kiye tarihyazıcılıgma benzememektedir; ancak her ülkede u l u ­ sal açıdan benliği kuvvetlendirme dürtüsü vardır, sadece yön­ temler yaklaşımlar değişmektedir. B i l i m dallarını yöntemleriy­ le ve yeni akımlarıyla birlikte algılamak ve izlemek ya da yü­ zeysel ve gündelik işlevsel amaçlarla ele almak... Batı ülkeleri bu İki amacı birlikte yürütmeye çalışırlarken Türk tarihçiliği sadece ikincisiyle, yani işlevsel amaçlı gündelik kaygılarla ye­ tinme eğilimini seçmiştir. Bir başka ilginç örnek de, tarih tezinin Türkiye'de önem ka­ zandığı b u dönemde, ilgiyle ele alınmış olan Finlandiya örne­ ğidir. İsveç ve Finlandiya'da tarihyazıcılığını inceleyen tarihçi­ ler b u ülkelerde de 19. yüzyılın başına kadar tarihin kral ya da devlet için resmî tarihçiler tarafından yazıldığını belirtmekte­ dirler. Finlandiya'da kültürel kaynaklarda y o k s u l l u k ve ulus­ çulukta infiratçılık hakim olduğundan b u k o n u d a k i araştırma­ lar şöyle açıklanmaktadır: "Finlandiya Edebiyat Demeği H e l ­ sinki'de 1831'de k u r u l d u . Amacı, anavatan ve anavatanın tari­ hi üzerine bilgilerin yaygın laştırılmasıydı, hem eğitim görmüş vatandaşlar hem de alt sınıflar nezdınde F i n d i l i n i n kullanımı­ nı yaygınlaştırmak ve F i n d i l i edebiyatını geliştirmekti". 3



4



5



3



The Historical Association 1906-1956, (Londra, 1955), s. 52. Bu ulusal işlevle i l ­ gili olarak ayrıca bakıni2 Keith Robbins, "History, the Historical Association and the National Past," History, 1981.



4



H . Butterfield, TJıe Englishmeıı and His History, (Cambridge, 1944), s. 103-117.



5



Matti Klinge, "'Let us be Finns' -The Birth of Finland's National Culture," Tlıe Rools oj Nationalism. Studies in Nortlıem Europe, (Rosalind M i c h i s o n derle­ yen.), (Edinburg, 1980), s. 70. 237



Meşhur Kalevala Destanı (1825) Finlandiya'nın ulusal des­ tanı olarak Rusya'nın Karelia bölgesinde derlenen şiirlerden meydana getirildi. Finliler olmayan bir tarihsel devamlılık arı­ yorlardı ancak b u n u tarihin liberal bir biçimde algılanmasıyla yapmaya çalışıyorlardı. B u amaçla Yüksek F i n H a l k Mektepleri'ni (1889) kurdular; yetişkinlere i y i bir vatandaşlık eğitimi vermeyi amaçladılar. Bu k u r u m F i n Eğitim Bakanlıgı'yla sade­ ce f i k i r alışverişi y a p a n özerk b i r k u r u m d u . T ü r k i y e ' d e , 1930Tarda, F i n l i l e r i n b u okullar kanalıyla vatandaşlık bilgisini yaymadaki başarıları büyük b i r ilgiyle i z l e n i y o r d u . A n c a k o dönemin dergilerinde izlediğimiz kadarıyla Finlandiya'da yir­ m i n c i yüzyılın başında okuma yazma oranının çok yüksek o l ­ duğu anlaşılıyor, dolayısıyla yaratılan bir geçmişin toplumda yöntemsiz boş hayallere y o l açması olasılığı Türkiye'den çok daha düşük olacaktı. Bu ülkelerin tarihyazıcılıgmm gelişmesinde rol oynayan fak­ törlerden bazıları da okur yazarlık düzeyi ve bununla doğru­ dan bağlantılı olan eğitimde ve basında ortak değerlerin hare­ kete geçirilmesiydi. Örneğin, en az Türk Tarih Tezi kadar aşırı çarpıtılmış dönemler geçiren Macar tarihyazıcılıgı, daha geniş bir tarih yazımı alanına sahip bulunduğundan daha çok ürün verebilmişti. Ayrıca bu ülkede de okur yazar oram Türkiye'de aynı dönemde olduğundan daha yüksekti ve çağdaş ulusçuluk akımları -özellikle A l m a n ekolleri- daha yakından izleniyor ve tarihçilerin arasında her akımın t e m s i l c i l e r i b u l u n u y o r d u . Avusturya-Macaristan İmparatorluğu (1867-1918) sırasında, tarihçilikte pozitivist ve liberal okullar birlikte varlıklarını ve gelişmelerini sürdürebildiler. A l m a n tarih yazımları okulların­ da uzmanlaşma önemli görülüyordu, "Batıcılar'Ta katı ulusal tarihçiler arasında bazı ortak noktalar da b u l u n u y o r ve bazı uzlaşmalar olabiliyordu. 6



7



8



6



a.y.



7



Fekcte Yozsef, " Y ü k s e k Halk Mektepleri P r o g r a m l a r ı " , Türk



Yurdu, (3,



24,



1929-30), s. 30. 8



Stephen Borsody, " M o d e m Hungarian Historiography," Journal of Modem His­ tory, Aralık



238



1952.



Bunlara karşılık 1930'larda çağdaş Türk tarihyazıcılıgı yüz­ yılların gerçekliğini gözardı ederek, bir anlamda geriye doğru atılım yapıyordu; bu d u r u m düşük bir okur yazar oranıyla ve tarih alanında derli toplu araştırmaların yok denecek kadar az olmasıyla da birleşince, Türkiye'nin özgün d u r u m u ortaya çık­ mış oldu. Tarihyazıalığının gelişmesinin önündeki en önemli engel ise eleştirel bir bakış açısının, tasfiye edilmesi gereken siyasî muhalefet gibi görülmesiydi. Ulus-devletlerin kurulmaları sırasında, bu ülkelerin hepsi de tarihten değişen derecelerde fırsatçı bir biçimde yararlandı­ lar. Yakın geçmişlerini gözardı etme ya da unutma, hayali ke­ şiflerde bulunma, köklerini tarih dışı değerlerle açıklamaya ça­ lışma, b u yaratılmış fakat "gerçek ulusal değerler'Te böbürlen­ me ve böylelikle kendilerini diğer ülkelerden üstün görme gibi yollara başvurdular. T ü m b u yollar ulus-devletine ulaşmak için geçiş dönemlerinde anlaşılabilir araçlardı. Gerekli bir tür savunma mekanizması ya da halkın desteğini kazanmak için, dayanışmanın sağlanması için bir strateji olarak görülebilirdi. Bütün bu benzerliklere rağmen, birçok Doğu Avrupa ülkesi, daha esnek bir bakış açısıyla, tarih içerisinde ulusal değerlerde devamlılık ararlarken Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasetçi-tarihçileri, b u işi çok radikal bir biçimde yapmaya çalışıyorlardı. Türk Tarih Tezi'nin ve Güneş-Dil Teorisi'nin dayandığı devam­ lılık neolitik uygarlık ile laik C u m h u r i y e t ' i n kültür devrimi arasında kurulan köprüden başka bir şey değildi. Devamlılık bir anlamda terk edilmişti, çünkü b u tür bir "devamlılık" İs­ lâm d i n i n i n A n a d o l u Türkleri üzerindeki etkisini ve 600 yıllık Osmanlı İmparatorlugu'nun siyasal egemenliğinin yarattığı kimliği neredeyse yok sayıyordu. Değişim ve devamlılık ve b u kavramların felsefî anlamda birleştirilmesi ya da ayrılması, değişik ulusları farklı biçimler­ de etkiledi. Değişik tarih okulları, tarih araştırmalarında kulla­ nılan farklı yöntemler ve her şeyden önemlisi farklı siyasal sis­ temler, farklı ülküleri olan "uluslar" yarattılar. B u siyasal ka­ rarlar kabaca Balkanlarda ayrılıkçı bir ulusçuluk tarzı, italya ve Almanya'da birleşmeci bir ulusçuluk yaklaşımı, Japonya'da 239



reformcu, buna karşılık Fransa ve Türkiye'de ve daha farklı bir biçimde Çin'de, devrimci bir ulusçuluk anlayışı yarattı. Söz k o n u s u ulusçuluk anlayışları d a , doğrudan siyasî y o r u m l a r olarak tarihyazıcılıgma girdiler. Avrupa'da tarihyazıcılıgı, y e n i d i s i p l i n l e r i n de yardımıyla, disiplinlerarası bir nitelik kazanırken, pozitivizm ve tarihselciliğin i l k önermeleri Türkiye için yeterli görülmüştü. Örneğin coğrafya ve arkeoloji tarihe yalnızca yardımcı disiplinler ola­ rak değil tarihsel gelişimin temel nedenleri, temel etkenleri olarak ele alınmıştı. Türk YuraVnda 1920'lerde yayınlanmış bir makale tarihte beşerî coğrafyanın önemine dikkatimizi çekiyor. "Bilimsel ta­ rih" e olan inancını ise şu kelimelerle dile getiriyor: "Bugünden böyle tarihin önemi, doğanın bahsettiği güçlerden insanoğlu­ n u n yararlanabilme yeteneğine bağlı olacaktır". 1920Terin or­ talarına doğru tarih yazımı 18. yüzyıl natüralizmi ve Aydınlan­ ma çağının saf yaşama sevinci ile sınırlandırılmış bir 19. yüzyıl pozitivizmini açıklıkla sergileyen bir duruma gelmişti. Yani 18. yüzyılın sonundaki ve 19. yüzyılın başındaki tarih anlayışları ve düşünce akımları 1930'larm Türkiye tarihyazıcılıgında ha­ len hüküm sürüyordu. Yüzyılın başında tüni Batı dünyasında meydana gelen gelişmeler Türk tarihçiliğinde tartışma konusu bile olmaktan uzaktı. B u n u n nedenlerinden biri yöntem so­ runlarıydı, fakat kanımca en bariz olan neden fikir alışverişini ve eleştiriyi teşvik eden b i r ortamın bulunmamasıydı. Çünkü Birinci Tarih Kongresi'nde ortaya atılan bazı noktalar üzerinde durulmamıştı ve siyasal nedenlerle, h a k i m tezi savunanlar eleştirileri tasfiye etmekle görevlendirilmişti. Türk Devrİmi'nin katı işlevsel ve pragmatik sınırları, bilimsel gelişme ve kültürel atılımları engellemişti. Daha açıkçası, tarih yazımında devrimci yaklaşım "Türkçülük"ün kaba bir pozitivist yorumundan ileri gidememişti. 9



K e n d i n i " T ü r k l ü k ' l e tanımlayan siyasal yönetim ve idari mekanizma, yani cumhuriyetçilik, tarihçiler için işi işlevsel bir 9



Abdulgiyas Tevfik, "Tarih İlminde Yeni bir İnkılap," Türk Yurdu, yıl 14, Cilt 2 , N o . l.Tesrinevvel, 1340, [1924], s. 54.



240



biçimde "kolaylaştırmıştı". Fakat öte yandan, tarihçilikte eleş­ tirel bakış açısının gelişimini engelleyen somut bir d u r u m da yaratmıştı. Cumhuriyet ve beraberinde getirdiği kültürel deği­ şim, devrimci bir tabiata sahipti ve b u nedenle yakın geçmişe karşı kötümser ve önyargılı yaklaşımlarla yüklüydü. Geçici n i ­ teliğine rağmen, romantik bir özellik de taşıyan tarih tezi, ya­ kın geçmiş üzerinde karanlık bir tablo yaratmayı ve Türk tari­ h i n i en güçlü ve en uzun geçmişinden yani Osmanlı gerçekli­ ğinden koparmayı başarmıştı. Osmanlı tarihinin 1960'lardan b u yana, daha geniş zamanlı bir Türk tarihi içinde önemli bir safha olarak görülmeye baş­ lanması, ne yazık k i aynı şekilde, Cumhuriyet tarihinin de da­ ha geniş zamanlı bir Osmanlı ve genel Türk tarihi içinde gö­ rülmesi sonucunu doğurmamışım Türkiye C u m h u r i y e t i tarih­ çileri u z u n süre birçok yayınlarda ve hâlâ ders kitaplarında Türk tarihini (Orta Asya İle efsanevi bağlantı, artı Atatürk Devrimleri) olarak algılamışlardır. B u devrimlerin de tarihsel bir süreç içinde yalnızca belirli bir safha olduğunu birçokları kabul edememiş hatta bunu inançsızlık ve gericilik olarak gör­ müştür. Dolayısıyla esas tarih eğitimini şekillendiren yaklaşım, bilimsel tarihçilikten (yani belirli yöntemleri bulunan, eleştirel ve çözümleyici olan ve zaman ve mekânla u y u m l u bir esnek­ lik içeren) ziyade darbeci bir tarih anlayışıdır. Bu tarih anlayışı darbecidir, çünkü günün siyasal yönetiminin kısa vadeli amaç­ ları çerçevesinde hızla yorumlanmıştır. İlk ve orta eğitimde hayali bir tarih teziyle şartlandırılmış ve görüş açıları bozulmuş olan sonraki kuşakların dünya görüşle­ rinde çelişkiler devam etti. Eleştirel bakış açısı devrimci for­ müllerle hep yenilgiye uğratıldı. Sonraki kuşakların belli başlı tarihçileri de tarihçilikte bazı görüşleri değiştirecek olan dev10



10 G ü n ü m ü z lise dengi okullarda okutulan bir tarih kitabında "yeni tarih anlayı­ şı" adlı bölümde şöyle denmektedir: "Türklerin Orta Asya'dan çıkarak dünya­ nın her tarafına yayıldıklarını, ç o ğ u kez tarihin akışını d e ğ i ş t i r d i k l e r i n i , önemli devletler ve uygarlıklar kurduğunu bugün biliyoruz ve biz bu bilgileri A t a t ü r k önderliğinde yapılan tarih çalışmaları ile elde etmiş bulunuyoruz." M . K . Su and A . M u m c u , Türkiye Cumhuriyeti fnhılap Tarihi ve Atatürkçülük, (istanbul, 1986), s. 208. 241



rimci yaklaşımlara inanmayı sürdürdüler. Bu yaklaşımla b i l i m ­ sel araştırma ile devrimci önlemler aynı derecede meşru bazen de özdeş görüldü. Bazı araştırmacıların yerinde bazı değerlen­ dirmelerini hâlâ devrimci bir çizgi izleyerek yapmaktan kaçınamadıgmı görüyoruz." Türk Tarih Tezi'nin başka bir olumsuz kalıntısı da Türk tarihyazıcıhğmda başlıca engeli oluşturan tarihçinin esas işinin doğru zamanı seçmek olarak algılanması ve tarihin bir yöntem sorunu olarak ele ahnmamasıdır. Böyle bir yaklaşımla, tarihçi­ lerin çoğu kendilerini bazı dönemlerden soyutlayarak, "doğ­ r u " olan dönem üzerinde durma gibi bir yanılgıya sürüklen­ mişlerdir. B u yaklaşım 1980'lerin tarih ders kitaplarında çok belirgin olarak görülmektedir. U z u n bir süre tarih öncesiyle Atatürk devrimleri arasında ani bağlantılar kurulmaya çalışan ders kitapları 1980'lerde de Osmanlı İmparatorlugu'nun son yıllarından İkinci Dünya Savaşı'na atlamayı ve Atatürk Dev­ rimlerini yok saymayı başarmışlardır. Bu kitapları yazanlar b u boşluğun İnkılap Tarihi ile (ayrı bir ders olarak) doldurulabi­ leceğini savunabilirler ancak sebep ne olursa olsun, Çanakkale Savaşımdan i k i n c i Dünya Savaşı'na atlamak Osmanlı tarihi için de Türkiye tarihi için de haksızlıktır. Ayrıca öğrencinin zaman perspektifini de bozmaktadır. Zamanı bozuk bir k i m l i k ise asla ulusal bilinci güçîendiremez. 1980'lerde arkeoloji ve restorasyon alanında da benzer tersi­ ne bir akım varlığını hissettirdi; son dönemlerde yapılan kazı­ lar, artık klasik ve tarih öncesi dönemler üzerinde değil Sel­ çuklular ve Osmanlı dönemleri üzerinde yapılmaya başlandı. M i m a r i korumacılık da Selçuklu ve Osmanlı eserlerine ağırlık­ lı bir şekilde öncelik tanımaktadır. Elbette eski hataları düzelt­ 12



11 Bugün hâlâ tarih bilimini bir kültür devrimi bağlamında geliştirmek isteyenler vardır: " O s m a n l ı Ulemasının tarihi hatası, klasik O s m a n l ı k ü l t ü r ü n ü ve bu kültürün artık arkaik olduğu bir dönemde hâlâ ciddiye alması ve bundan dev­ rimci bir şekilde kopabilecek cesareti gösterememesidir. Bugünkü T ü r k aydını ise, aynı hatayı yineleyerek Tanzimatçı tarih anlayışından kopmayı bir kültür devrimi haline d ö n ü ş t ü r m e z s e tarihi yanılgısı ve sorumluluğu daha da ağır olacaktır.™ Taner Timur, Osmanlı Kimliği, (istanbul, 1986), s. 154-5. 12 Nurer U ğ u r l u . Dr. Esergüt Balcı, Tarih Lise 3, istanbul, Serhat/Örgün, 1990. 242



mek için bir dengeleme yapmak zorunludur ancak b u n u aynı mantıkla yani bir önceki dönemin önemini küçülterek yaptığı­ mız sürece tarih çalışmaları gündelik siyasaların kaygılarından ve belirleyiciliğinden kurtulamaz. Zihniyet değişmiş değil; b u sefer malî desteği bulanlar, temin edenler b u kazıların başlatıl­ masına ya da devamına karar verenler artık tarih öncesini ya da klasik dönemleri pek seçmiyorlar. Tarih d i s i p l i n i n i n tanımı icabı demokratik olmasına karşın ders kitaplarında muhalefete karşı t u t u m da genel olarak yıl­ larla değişme göstermemiştir. Tek parti döneminde olduğu gibi, sonraki dönemlerde de esas olan iktidarın meşru, m u h a ­ lefetin ise gayrımeşru bir güç olduğunu gençlere aşılamak o l ­ muştur. Kısacası, Türkiye C u m h u r i y e t i ' n i n tüm küçük yaşta­ k i ve genç vatandaşları, muhalefeti, bertaraf edilmesi gereken zararlı bir güç olarak tanımışlardır. 1943 tarihli b i r ders kita­ bında, tarihin aktörlerine ve kurumlarına yaklaşımda, tarih yöntemi açısından, ciddi hatalar yapılmaktadır. " C u m h u r i y e t Tarihinde Siyasî İşler" başlıklı b i r bölümde Üçüncü M i l l e t Meclisi'nİn hiçbir muhalefet olmadan oluştuğu söylenmekte ve muhalefet olmaması büyük bir başarı olarak ele alınmak­ tadır. Serbest Fırka b u noktada gündeme " k a z a i " bir olgu ola­ rak çıkmaktadır. Yazar, Serbest Fırka'nın t u t u c u , gerici ve d i n c i çevrelere alet olduğunu savunmaktadır. Aradan 13 yıl geçmiş muhalefet değerlendirmesi değişmemiştir aynı kitap yine hiçbir değişikliğe uğramadan 1950 yılına kadar o k u t u l ­ muşum 13



Yeni parti kurulur kurulmaz, softa bozuntuları, Cumhuriyet idaresinden hoşlanmayan eski kafalı kimseler, memlekette bir karışıklık çıkararak kendi bezlerini dokumak isteyenler, bu partiye girmeye, çok geçmeden tekkeleri kapanan şeyhler ve dervişler kıpırdanmağa başladılar. Serbest Cumhuriyet Fırkasının başında bulunan temiz yürekli Cumhuriyetçiler işlerin aldığı bu biçimden endişeye düştüler, dört aylık bir13 Kamil Su, Kazım N . D u r u , Ortaoliiıllar için Tarih III, (istanbul, 1943-49), s. 2 i 2-3. 243



varlıktan sonra, kendi kendilerini dağıtmaya mecbur oldular (s. 213). Bu bölümün başında iktidar ve muiıaie/e£ şu şekilde açıkla­ nıyordu: Yukarıdan beri gördük k i , Gazi bütün düşündüklerini hemen yapmaya kalkmamış, başka türlü düşünenlerin düşündükleri doğru çıkmayınca, "böyle yapılması en iyidir" diyerek kendi düşündüğünün doğruluğunu göstermiştir, (s. 205) Tek-parti döneminde yeni kurulan partilerin değişik siyasal ve ekonomik görüşlere sahip bulunan muhalif ve meşru parti­ ler oldukları kabul edilmediğinden kitaplarda da tanımlanamayan yersiz zamansız, "maalesef hatalı çıkışlar" şeklinde yer al­ mışlardır. İkinci bir parti bir muhalefet partisi midir? İkinci bir parti neden gerekli görülmüştür, muhalefeti meşrulaştırmak İçin m i yoksa iktidarı kuvvetlendirmek için mi? Bu soruların cevaplarını b u ders kitaplarında bulmak olanaksızdır. Serbest Fırka'nın kurucuları "temiz yürekli cumhuriyetçiler" olarak ta­ nımlanmıştır. B u tarihsel olgudan bir lise öğrencisi nasıl ders çıkarabilir? "İyi insanlar bazen kötü şeyler yapabilirler"... 1952 tarihli bir i l k o k u l ders kitabı meseleyi daha açıklıkla anlaşılır bir biçimde ele almaktadır: ... memleketi tek partinin idare etmesi önemli hataların yapıl­ masına neden oluyordu. Mebuslarla vekiller aynı partiden ol­ dukları için hükümetin yanlış hareketlerini açıkça gösteremiyorlardı. Demokrasimizin lam olması için çok partili ve tek dereceli seçim lazımdı (s. 125). Tarih V ilkokullar için Ziya Şölen, Sabahattin Ariç. 1960 darbesinden hemen sonra Demokrat Parti'yi anlatan son sayfaların tarih ders kitaplarından yırtılarak çıkartıldığını ya d a e n azından sınavlara d a h i l edilmediğini 1 9 4 0 T ı ve 1950'li kuşaklar hatırlayacaktır. Liseler İçin sonraki yıllarda yazılan bir C u m h u r i y e t tarihi kitabında (1974) da m u h a l i f çıkışlar, 1946-1950 D e m o k r a t 244



Parti olayı ve 1960 öğrenci olayları ve askerî müdahale öğren­ ciye kansız inkılap silsilesi olarak sunulmaktadır." Kitaptan çıkan ders: her büyük olay, hele iktidara kadar gidebiliyorsa haklıdır, ne var k i sonradan haksız çıkabilir Böylelikle tarih yönteminin izlemesi gereken vazgeçilmez ilkeler ve esaslar ik­ tidar olgusu temelinde tanımlanmaktadır. Buna karşılık 1930'larda yazılan tarih kitaplarının bazı k o ­ nularda ayrıntılı bilgiler içermesi, resimlendirme ve haritaların özenle yapılmış olması bu kitapların o l u m l u yanlarını göster­ mektedir. Gerçekten de o yıllardan sonra hiçbir tarih ders k i ­ tabı bu kadar özenle bu kadar çok resimli ve kaliteli bir baskı ile piyasaya çıkmamıştır. A n c a k bu kitaplar öte yandan da içe­ rik açısından o l u m s u z etkiler bırakmış, aşırı ırksal n i t e l i k l i açıklamalarıyla, izledikleri zorlama bir mantıkla Türk tarih ya­ zımında pragmatik ve aceleci bir açıklama geleneği yaratmış­ lardır. Ve ne yazık k i bugün yeniden gündeme gelen Orta Asya Türk dünyası İle ilgili kalıcı bilgiler aktaramamışlardır. 1



*



*



Böyle bir çerçevede Türk Tarih Tezi evrensel bir anlam taşı­ yamazdı, ancak bir kültür d e v r i m i n i n uzantısı olarak ele alına­ bilirdi. Demokratik rejimin 1946dan bu yana üç kez kesintiye uğraması, devamlılığı ve güvenilirliği olan bir siyasal dinamiz­ m i n bir türlü yaygınlaşmaması, bugün bile genel siyasal kültür içinde önemli ve ağırlığı olan b i r zihniyet olarak yerleşmiş b u ­ lunan Türk tezinin etkilerini arttırmıştır denilebilir. Türk Tarih Tezi'nin savunucuları "hikâyenin kötü kısımla­ r ı n ı kabullenmek istemeyen iyimser, aynı zamanda da kolaycı insanlardı. "Karanlık çağ" anlayışım benimsemişlerdi; kazala­ ra, rastlantılara inanıyorlardı. Bazen idealisttiler, kendi sorun­ larını halletme yöntemlerinin evrensel bir a n l a m taşıdığına inanıyorlardı; ama, idealist oldukları zaman da, pozisivist o l ­ dukları zaman da pragmatik ve fırsatçı idiler ve acele çözümle14 Enver Ziya Karal, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi (1918-1965), istanbul, Millî Eği­ tim Basımevi, 1974. 245



re İnanıyorlardı. Dahası, doğa bilimleri araşma tarihi zorla so­ karak k e n d i l e r i n i de b i l i m s e l olduklarına inandırmışlardı. Yüzyıllar boyunca gelişmiş olan Avrupa düşünce akımlarının bu kadar kolaycı bir anlayışla b i r yamalı bohça haline getiril­ mesi kendine özgü bir yaklaşımı simgeliyordu aslında. K e m a ­ list tarih anlayışı, yüzyılın başında siyasal ve askerî yenilgiye uğramış ancak varlığını sürdürmek isteyen b i r halkın acil bir kimliğe sahip olmasını hedefleyen siyasal bir yatırımdı. Tüm b u saydıklarımızdan dolayı Türk Tarih Tezi güçlü b i r tarih yazımı geleneği yaratamamıştır, sadece sıradan fakat çar­ pıtılmış bir yaklaşımla ulusal geçmişi kısmen tanımlayabilmiş­ tir. B u yüzeysellik ise okumuş yazmış kesimlerin büyük b i r çoğunluğuna özümleme yeteneği olmayan b i r zihniyet olarak bulaşmıştır. Türk ulusçuluğunun, eğitim kitapları aracılığıyla, özellikle de tarih eğitimi yoluyla yöntemsiz ve kurgusuz b i r biçimde sunulması arzu edilenin tam tersidir. B u başarısızlık o ulusun gerçekligiyle ya da siyasî, askerî alanlarındaki gücüyle orantılı olmayabilir. Ancak yetişen yeni kuşakların kuvvetli ve yaratıcı bir kurguya sahip olan bîr tarih bilincinden m a h r u m kalışları, onların günümüz sorunlarım çözmede yararlanabilecekleri muhakeme gücünü azaltmaktadır. Yoksa tarih yaratmak, hayal etmek meşrudur; kurgusu inanılır, güvenilir, dinamik ve man­ tıklı olduğu müddetçe... Tarih yazanın mesleki uzmanlığının koşulları çerçevesinde tarihi yapana katkıda bulunacağı, kur­ gunun ise tarihçiye ait olacağı unutulmamalıdır.



246



EK: "SİYASET", "TARİH" V E "RESMİYET"



1990'lann Ders Kitapları Uluslararası politika 1980'lerin ikinci yarısından itibaren büyük bir değişim geçirdi: büyük devletlerin yarattığı i k i kutuplu dün­ ya yine büyük devletlerin iradesiyle baskıcı devletlerden usan­ mış aydınlarda kutupsuz b i r dünya özlemini yönlendirmeye başladı. Sovyetler'in b u dönüşümde çarpıcı bir rolü oldu, "en­ ternasyonalizm" İni diğer büyük devletlere teslim etti ve yeni en­ ternasyonalizmin adı "universalizm" oldu. Sovyetler'in süper güç olmaktan vazgeçmek durumunda kalması ve 15 cumhuri­ yete ayrışması, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere birçok ülkenin pragmatik dış politika olanaklarını genişletti ve b u yeni kıtalar arası bölge ile çeşitlenmiş ve çok yönlü ilişkiler kurulmaya başlandı. "Kültürler arası" iletişim hız kazandı. Türkiye'nin perspektifi ise özellikle genişledi. Çünkü Sov­ yetler Birliği'nİn dağılması Türkiye'nin yakın çevresinde çok d i n a m i k yeni oluşumlar yarattı. Balkanlar'dan, D o g u A v r u ­ pa'dan, Kafkasya'dan ve Orta Asya'dan ülkelerle i k i l i ilişki kurma olanakları aniden çok arttı. Üstelik bu ülkelerin önemli bir kısmında çeşitli Türk halkları yaşıyordu, böylece d i l ve kültür ortaklıkları için yeni atılımlar da gündeme geliyordu. Siyasal ve ekonomik olanakları, diplomatik ilişkileri zengin­ leştirme yolları aranırken bu ülkelerin çoğuyla d i l , kültür ve 247



d i n beraberliğini gözardı etmek mümkün değildi. Nihayet uluslararası ilişkilerin açtığı yolla Türk olmanın do­ ğallığı da anlaşılmaya başlandı. 1930'larda çizilen "resmî tar i h " i n kültürel ve bilimsel sınırları ile M H P ' n i n çağrıştırdığı ideolojik sınırlar ve yine b u i k i sınırlamaya karşı duyulan aşırı tepkiler de yavaş yavaş geride kalacak. 1930'larda oluşturulan "Türk Tarih Tezi" çerçevesinde Orta Asya, Türklerin terk ettikleri anayurdu olarak ele almıyor do­ layısıyla özellikle gelişme ve modernleşme anlayışı çerçevesin­ de dünyanın önemli b i r alanı olarak görülmüyordu. Resmî tezde "Türklerin Batı'ya ve özellikle Anadolu'ya göçü ve A n a ­ dolu topraklarındaki arkeolojik geçmişi vurgulanarak, daima ve tek referans noktası olan Batı'ya yönelmenin de altı çizilmiş oluyordu. Orta Asya ise b u bağlamda efsanevi bir yer olarak görülüyor, o bölgede yaşayan Türklerin ve diğer halkların ta­ rih içindeki gelişme safhaları Türkiye'nin k o y u devletçi ve ay­ nı zamanda Batıcı tarih tezinin ilgi alam dışında kalıyordu. Diğer yandan M H P çizgisini geriye götürürsek Türkiye dı­ şındaki Türklük, Türkiye içindeki Türklükle politik anlamda birleşmesi gereken ırksal b i r üstünlük olarak görülüyordu. B u n d a n da önemlisi dünyanın çeşitli yerlerindeki Türklerin farklı kültürel ve siyasal oluşumlar İçindeki d u r u m u gözardı edilerek sadece efsanevi mutlak benzerlik üzerinde duruluyor ve bu mutlak benzerlik efsanesinin çağdaş dünyayı yönlendir1



2



1



Ilber Onaylı, "Resmî Tarihçilik Sorunu Üzerine", Tarih ve Demokrasi, Tanh Za­ fer Tunaya'ya Armağan, İstanbul, Cem Yayınevi, 1992, s. 31-39.



2



Yeni T ü r k cumhuriyetleriyle ortak bir tarih yazma girişimleri çeşitli aşamalar geçirdi. TTK'nın 5-9 Eylül 1994 tarihinde topladığı T ü r k Dünyası Tarih Kongresfnde her cumhuriyetin tarihçilerinin hem şahsi olarak hem de ülkelerini temsilen tarihçilik konusunda bağımsız bir tutum içinde oluşu sadece ırk ve dil ortaklığına dayanan bir tarihçilik yapılamayacağının açık bir kanıtı olmuş­ tur. T T K T ü r k Dünyası Tarih Kongresi Zabıtları (baskıda). Bu ülkelerin tarih­ çilik alanındaki bağımsız tutumları için ayrıca bakınız Büşra Ersanlı Behar, "Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan'da Eğitim ve Kültür Politikaları", Bağmsızlıgın /İh Yıllarında Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan (yayına hazırlayan Büşra Ersanlı Behar) içinde, Ankara, Kültür Bakanlığı H A G E M Yayınları, 1994, s. 143-219; ve "Bağımsızlık Kimliği. Yeni T ü r k cumhuriyetlerinde Kültürel/Siyasal D ö n ü ş ü m " , Türkiye Günlüğü, sayı 31. Kasım-Arahk 1993, s. 102-114.



248



mesi bekleniyordu. Uluslararası ittifakların ve iç politikanın yarattığı keskin anti-komünizmin etkisiyle b u yörenin sadece efsane olarak hüküm sürmesi tercih ediliyordu. Bugün ise Orta Asya'da Türk asıllı bağımsız devletler vardır. Ayrıca Bağımsız Devletler Topluluğu ( B D T ) ülkelerinin çoğu Türkiye'nin yakın komşularıdır. Artık ne efsane ne de ırksal b i r l i k gündemin en önemli söylemi olarak görülebilir. Türk olmak Türkiye dışında da bir siyasî gerçekliktir ve Türkiye dı­ şında oluşu Türkiye için bir kültürel/bölgesel zenginlik olarak görülmelidir. Tabii bu değişim Türk kimliğini daha geniş açıdan ele alma ve zenginleşmiş, artmış kaynaklarla tarih araştırmaları yapma olanağını da doğurmuştur. Türklük ve Türk devletleri ve toplulukları, İslâm d i n i , Os­ manlı Devleti yani Türkiye Cumhuriyeti'nin kimliğini oluşturan en belirgin ve bilinen tarihi gerçeklikler konusunda uzun yıllar kararsızlıklar yaşayan tarih ders kitaplarımız da kendilerini ye­ nilemek ve düzeltmek fırsatını yine politik değişimin itici gü­ cüyle bulmuş oldular, iktidar ve Tarih adlı b u kitabın başından sonuna kadar iktidarların ülke içinde ve dışında öğrenim üze­ rindeki kaçınılmaz etkisi vurgulanmıştır. Siyasî dönüşümlerin t a r i h p e r s p e k t i f i n i etkilediği açıkça b e l i r t i l m i ş t i r . A n c a k 1930'larda oluşturulan "Türk Tarih Tezi"nde siyasetin muhteva­ sının tarihi etkilemesinden çok siyasetçilerin tarihçileri düşünce yönünden günün iktidarı doğrultusunda eritmesi eleştirilmiştir. Tarihçilik yoluyla kendi dışındaki düşünce ve olguları tanı­ m a m a k , etkisizleştirmek ya da eritmek resmî tarihçilerden gayrı resmî tarihçilere de bulaşan bir "yöntem" oluşturmuştur. Birincilerin kendi iktidar çizgilerinden bir tarih disiplini yarat­ maya çalıştıkları, ikincilerin ise tarih disiplinini yani b i l i m dalı olarak tarihi esas olarak kendi iktidar alanları haline getirmek istedikleri ileri sürülebilir. B u bölümde 1990'ların dünyada ve Türkiye'de yarattığı ge­ lişmeler ve yıllardır tarih ders kitaplarına yöneltilen eleştiriler çerçevesinde dönemin tarih ders kitapları incelenecek ve b i r yandan 1930'lardan günümüze kalanlar, bir yandan da geçici 249



iktidarların yarattığı gündelik "resmiyet"ten kurtuluş çabaları değerlendirilecektir. Tarih ders kitaplarında son yıllarda belirgin i k i değişiklik gö­ ze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi, yeni Türk cumhuriyetleri­ nin bugünkü durumlarının ders kitaplarına eklenmesi ve bu ül­ kelerin geçmişte yaşadıkları evrelerin ve gelişmelerin çeşitli dö­ nemlere ve konulara entegre edilmesidir. İkinci önemli değişim ise Osmanlı tarihinin her iktidarın yani her padişahın iradesine ve yaptığı anlaşmalara dayanan anlatımının azaltılmış oluşudur. Yeni kitaplarda Osmanlı toplumunun yapısı, k o n u m u , kültürü daha ağırlıklı bir biçimde ele alınmıştır. E n azından böyle bir program değişikliğinin ilk adimi atılmıştır. Yine buna bağlı ola­ rak Osmanlı İmparatorluğu, kendi dışındaki Avrupa siyasî geç­ mişinin dayattığı dönemlemeden kurtarılmış Avrupa ve Avrupa dışı ülkelerle yani tüm dünya ülkeleriyle daha kolaylıkla karşı­ laştırılabilecek bir anlatıma kavuşturulmuştur. Değişmeyen önemli b i r özellik ise, Türkiye C u m h u r i y e t i ' n i n İlk yıllarının ve Atatürkçülüğün hâlâ dokunulmazlık içinde, tarihi bir dönem olarak değil, siyaset üstü bir sabitlik olarak sunulması ve değerlendirilmesidir. Değişen ve değiş­ meyen tarih ders kitaplarında değişenin ne derece başarılı ya da başarısız olduğu da önemli bir konudur. A n c a k ders kitap­ larım iyileştirme gereğini duyanlar artık sadece eleştirel be­ yanlarda bulunmuş olanlar ya da b u konuda araştırma yap­ mış kişiler değildir. Tarih eğitiminde kapsamlı reform ihtiya­ cı, öğrencilerden, ailelerden, çeşitli tarihçilere, çeşitli basın mensuplarından siyaset adamlarına kadar doğrudan ve dolay­ lı ilgili olan bir kesim tarafından duyulmaktadır." Bu eleştiri3



3



4



Kültürlerarası çalışmalarda karşılaştırma olanaklarını ortadan kaldıran tek-kültürlü kriterleri ele alan, karşılaştırmalı çalışmalarda zorunlu eş zamanlılığı eleş­ tiren kavramsal bir değerlendirme için bakınız Marshall G.S. Hodgson, Rethin­ king World History, Essays on Europe, Islam and World History, (derleyen E d ­ m u n d Burke IIIİ), Cambridge, Cambridge University Press, 1993. Özellikle "Interrelations of societies in history" ve "Cultural Patterning in islamdom and the Occident" adıl makaleler. Fatih Çekirge'nin, "Demirel'den yeni vatandaşlık t a n ı m ı " . Hürriyet, 20 Mart 1994 adlı makalesinde Demirel'in şu sözleri yer alıyordu: " C i d d i bir tarih ö ğ ­ retimimiz yok. Tarihimizi tam bilmiyoruz. Bu yüzden de tarihimiz ve coğraf-



250



lerle birlikte ve bundan bağımsız olarak Mülli Eğitim Bakan­ lığı da bazı reformların gerçekleştirilmesi için çaba sarf et­ mektedir. Millî Eğitim Bakanlığı 1995 yılı ortasında da eğitimde bazı reformlar yapmak için çeşitli k u r u m ve şahısların görüşlerine başvurmuştur. A n c a k b u reform çabalarının çoğunda öğrenim teknikleri dikkat çekmektedir. Tarih ders kitapları için henüz şahsi ve ulusal benliği dünya içine yerleştirme açısından kap­ samlı b i r reforma yatkınlık görülmemekledir. Her şeye rağ­ m e n daha önce belirttiğimiz gibi örneğin siyasette bölgesel leşme i l e nasıl esnek bir tarihçiliğe b i r adım o l s u n atılabiliyorsa siyasette yerelleşme ile de b u esnekliğe yardımcı oluna­ bilecektir. Reform taslağında eksik o l m a k l a b i r l i k t e b u tür öneriler bulunmaktadır. Bugünkü haliyle bakanlığın onayladığı tarih ders kitapları­ m ı n k o n u adları şöyledir: Z o r u n l u tarih dersleri; 1. "Tarih 1", ve "Tarih 2 " ve II. "Türkiye C u m h u r i y e t i İnkılap Tarihi ve 5



6



yamız bol geliyor. Tarihimiz eteğimizden çekiyor... tarihimizin altında eziliyo­ ruz... Bir Türkiye'nin tarihi yazılmalı bir de T ü r k tarihi yazılmalı"; Aynca çe­ şitli basın organlarırdaki bazı örnek eleştiriler için bakınız " O r t a ç a ğ ve Orta­ çağ karanlığı tartışılıyor", Zaman, 30 Mart 1994; "Ders kitaplarına bilimsel kontrol" adlı yazıda Milli Eğitim Bakanlığı'nın ders kitaplarına yönelik eleşti­ rileri azaltmak için, üniversitelerden yardım istediği belirtilmektedir. Zaman, 18 Şubat 1994. Yukarıda saydığımız ö r n e k l e r bunlardan sadece birkaçıdır. Cumhuriyet, Milliyet ve Yeni Yüzyıl gazeteleri bu t ü r eleştirilere daha sık yer vermektedirler. Bilimsel eleştiriler yönelten tarihçiler ve diğer sosyal bilimciler önceki FelseJe Kurumu Sem inerle ri'ne (kaynakça) ve 1994 Eylül 29 - Ekim l'de toplanan Buca Sempozyumu'na (bkz dipnot 9) katılmış ve görüşlerini bildirmiştir. Ayrıca 1994-1995 yılında sürdürülen çalışmalarla Avrupa'nın 17 ülkesinde uygulanan bir anket Nisan 1995'de Türkiye'de de 1300 kadar lise 1 öğrencisi üzerinde uygulanmıştır. A m a ç tarih öğretiminin durumunu saptamak ve bölge­ sel iletişimi arttırmaktır. Bu çalışma Tarih Vakfı aracılığıyla yapılmıştır. Sonuç­ lar ülkemizde ve yurt dışında yayınlanacaktır. 5



Buca Serr.pozyumu'na katılan ve eleştirileri değerlendiren Talim Terbiye kuru­ luşundan Dr. Ezdihar Karabulut Milli Eğitim Bakanlığı'nın özellikle son ü ç yıl­ dır merkeziyetçi davranmadığını ve yerel idarelere Tarih Öğretimi ve Ders K i ­ tapları için de belli özgürlükler tanıdığım ileri sürmüştür, s. 391-393.



6



MEB'nin 1995 yılı ortasında hazırladığı "Eğitimde Reform Çalışmaları" taslağı içinde Merkez ve Taşra Teşkilatının Yapılanması ve yasal d ü z e n l e m e l e r için öneriler çağdaş eğitim anlayışı çerçevesinde tartışmaya açılmıştır. 251



Atatürkçülük 1 ve 2". Seçmeli olan tarih dersleri ise I. " G e n e l Türk T a r i h i " 1, 2 ve 3 (üç d ö n e m ) ; II. "Osmanlı T a r i h i " 1, 2 ( i k i d ö n e m ) ; III. "İslâm T a r i h i " (tek dönem); yeni programa giren I V " B i l i m Tarihİ"dir (tek d ö n e m ) . M E B t a r i h ders programı içinde "Dünya T a r i h i " , ne z o r u n l u ders olarak ne de seçmeli ders olarak ufukta görünmemektedir. Öncelikle b u n u vurgulamak lazım. Şimdiki haliyle kitaplarda dünyanın çeşitli bölgelerindeki devletler ve halklar Türk, İslâm, O s ­ manlı ve Türkiye C u m h u r i y e t i tarafından, mümkün olduğu oranlarda o n l a r a tabi olarak değerlendirilmektedir. O y s a dünyayı u z a k ve yakın geçmişiyle algılama ve y o r u m l a m a Türkiye'de sayıları çok olmasa da bazı tarihçiler tarafından yapılabilmektedir. 7



8



Eğitim/öğretim sistemi içinde ve özellikle tarih öğretimin­ de dünyanın en geniş haliyle şahsın en dar ve özgün nitelik­ leri arasında henüz bağlantı kurulamamıştır. B u bağ k u r u l ­ madan millî ve özgün bir bakış açısıyla dünya tarihinin öğre­ tim sistemine eklenmesi de söz k o n u s u olamamaktadır. T a ­ rihçilerin şahsi çabasının bu atılımda önemli bir r o l oynadığı ve o y n a m a y a devam edeceği açıktır. T a r i h i yazanın t e o r i , yöntem ve üslup alanlarındaki katkıları tarihi programlaştıran bakanlıklara daima katkı sağlamıştır, Türkiye'de de sağla­ yacaktır.



7



8



"Bilim Tarihi", İlk, Orta, Yeni Çağda Batı Dünyasında ve İslâm Dünyasında bi­ limin gelişme safhalarını işlemektedir. Son bölüm olan "yakın çag'da bilimsel gelişmeler ve teoriler" adlı b ö l ü m d e ise tamamen pozitif bilimler ele alınmak­ tadır. 20.10.1992'de kabul edilen "Bilim Tarihi 1" dersi için kitap ancak 1994¬ 1995 ders yılı için yazılabilmiştir. {Mehmet Bayrakdar, "Bilim Tarihi 1", Anka­ ra, Koza Eğitim Yayıncılık, 1994). Btı kitap için öngörülen program ve düzelt­ meler için bakınız Tebliğler Dergisi Millî Eğitim Bakanlığı, 22 Mayıs 1995 2431, s. 394-6. Aynı etnosentrizmi Avrupa Tarihinin dünya tarihi olarak ele alınması açısından inceleyen kavramsal bir çalışma için bakınız Marshall G.S. Hodgson, "World History and World Outlook", Rethinking World History içinde, s. 35-43, Avrupa entelektüel tarihinin Avrupa içindeki etnosantrik sınırlamaları için aynca bakı­ nız Alexandru Dutu, "Political and Mental Borders", Yearbook of European Stu­ dies, 6,(1993), s. 47-56.



252



Yeni Tarih Kitaplarında "Türk Dünyası"



9



Millî Eğitim Bakanlığı tarafından çoğunluğu üniversite öğre­ t i m üyesi olan d o k u z kişilik b i r k o m i s y o n a yazdırılan ve 1993 yılı sonunda piyasaya çıkan M E B TARİH 1 ve 2 adlı l i ­ se tarih kitaplarında öncekilerden önemli farklılıklar göze çarpmaktadır. Ve bu değişim şimdilik bilebildiğimiz kadarıyla bir yandan Sovyetler'in dağılmasından sonra ortak Türk tarihi yazma girişimlerinin bir yandan da tarih ders kitaplarına yö­ neltilen eleştirilerin artmasının bir neticesidir. A m a belki de hepsinden önemlisi Türkiye'deki tarihçilerin kendi şahsiyet­ lerini koruyarak b u değişime u y u m sağlama çabasıyla i l g i l i ­ dir. A n c a k şurası unutulmamalıdır k i , b u değişim devam et­ mektedir, konuların yerine oturması zaman alacaktır. B u k i ­ tapların bakış açısında eskiden süregelen belli başlı aksaklık­ lar mevcuttur ancak bunların da değişebileceğini düşünme­ mek için ciddi bir neden y o k t u r . " 10



Komisyona yazdırılan MEB TARİH 1 ve 2 adlı kitapların çiz­ diği yeni çerçeveye şu veya b u şekilde uyum gösteren yeni Ta9



Bu konunun gelişme safhaları için bakınız Büşra Ersanlı Behar, "Tarih öğreti­ minde T ü r k Dünyası",Tarih Öğretimi ve Ders Kitapları 1994 Buca Sempozyu­ mu, Ortak tarih yazma girişimleri için bakınız Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri ve Türk Toplulukları Arasında Yapılan Anlaşmalar; İlişkiler ve Faaliyetler I, M E B Talim ve Terbiye Kurulu başkanlığı T ü r k Cumhuriyetleri ve T ü r k Toplulukları Dairesi Yayın No. l i " , İkinci Kitap s. 99-118, Ankara, 1993. Ayrıca ülke temsil­ cilerinin konuşmaları için bkz. Millî Eğitim Bakanlığı ve Türk Dünyası, Anka­ ra, Milli Eğitim Bakanlığı Yun dışı Eğitim Genel Müdürlüğü. 1993. s. 65-68.



10 Prof. Dr. Kazım Yaşar Kopraman, Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız, Yurdagül A l ­ paslan, Prof. Dr. Yavuz Ercan, Prof. Dr. Özer E r g e n ç , Prof. Dr. Reşat G e n ç , Prof. Dr. Özkan Izgi, Halil Metin, Prof. Dr. Rıfat Önsoy, Rıfat Turgut, TARİH 1 ve 2, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1993. 11 Bu değişimleri dile getiren ve eleştirel olarak inceleyen bazı çalışmalar için ba­ kınız 1994 Buca Sempozyumu özellikle, Erdal Aslan, "Devrim Tarihi Ders K i ­ tapları", s. 295-310; Özer Ergenç "değerlendirmeler" s. 388-389; Büşra Ersanlı Behar, "Tarih Öğretiminde T ü r k Dünyası" s. 196-211; Bayram Eyüp Ertürk, "Türkiye'de Ortaokul 1. Sınıf (6. sınıf) düzeyinde Tarih öğretimi ve ilgili K i ­ taplarının Kıyaslama Eleştirisi" s. 233-254; Lory Gregory Koullapis, " Türki­ ye'de Tarih Ders Kitapları ve U N E S C O ' n u n ö n e r i l e r i " , s. 273-282; Yücel Kabapınar, "Kredili Sistem ve Lise Tarih Kitapları", s. 212-227; Herkül Millas, "(Türkiye'de) Etnosantrik Tarihçiliğin Pratik S o n u ç l a n " , s. 123-132; ve Sabri Yetkin, "Lise Tarih Kitaplarında İslâm", s. 167-195. 253



rih 1 ve 2 kitaplarının "Türklük" açısından i k i yönlü bir anla­ tımı olduğu söylenebilir: Birincisi, İslâm öncesi ve sonrası Türklük, - k i b u devirlerde Türklüğe daha ziyade kültürel açıdan bakılmaktadır- çeşitli Türk topluluklarının tarih içindeki konumlarını ve etkilerini ve ilişkilerini kısaca ele almaktadır. B u açıdan baktığımızda Osmanlı varlığının siyasî olarak vurgulandığı, ancak Osmanlı siyasî tarihine Osmanlı toplumsal, ekonomik ve kültürel tari­ hinden daha az yer ayrıldığı göze çarpmaktadır. Şurası açıktır k i Osmanlı imparatorluğu da bir Türk devleti olmasına rağ­ men dünyada siyasî meşruiyeti ile tanınması etnik özellikle­ rinden çok daha ağır basmıştır. Bu gerçekliğin de tarih kitapla­ rında yansıtıldığını söyleyebiliriz. İkincisi, bugünkü çeşitli siyasî konumlardaki Türklük -yani Türkiye Cumhuriyeti ve yeni Türk cumhuriyetleri- daha ziyade bağımsız devletler olarak siyasî coğrafya ağırlıklı bir bakış açı­ sıyla gündeme gelmektedir. Tarih anlatımı çerçevesine şimdilik pek uymayan b u kelime biraz iğreti kalmaktadır. Daha çok M i l ­ lî Tarih olarak anılan ortaokul ikinci sınıflarda ya da yeni şek­ liyle İlköğretim Millî Tarih 7 adlı kitaplarda görülmektedir. Son birkaç sayfada K u z e y Kıbrıs Türk C u m h u r i y e t i , Azerbaycan Cumhuriyeti, Türkmenistan Devleti, Özbekistan Cumhuriyeti, Kırgızistan Cumhuriyeti ve Kazakistan C u m h u r i y e t i m i n birer u z u n paragrafta kısa tarihçeleri anlatılmaktadır. Orta ve lisede okutulan b u genel ve z o r u n l u tarih ders k i ­ tapları dışında 8.9.1992 tarihli Talim ve Terbiye K u r u l u baş­ kanlığınca "Ders Geçme ve Kredi Yönetmeligi"ni uygulayan orta dereceli okulların lise seçmeli dersler grubu arasında " G e ­ nel Türk Tarihi 1, 2, 3 " programları kabul edilmiştir. "Dene­ n i p geliştirilmek üzere 1992-1993 yılından itibaren" uygula­ maya konulmuştur. " G e n e l Türk T a r i h i " n i n bölümleri i l k uygulama yıllarında şöyleydi: B i r i n c i kitapta "İslâm Önces< Türk Devletleri" ya da " i l k Türk Devletleri", i k i n c i kitapta "Türk-Islâm Devletleri" ve "Orta Asya ve Yakın Doğu'da K u r u l a n Diğer Devletler", üçün­ cü kitapta ise "Anadolu'da K u r u l a n İlk Türk Devletleri" ele 254



almıyor, Osmanlı Devleti b u kapsamda incelenmiyordu. K o m i s y o n u n hazırlamış olduğu MEB TARİH 1 d e ise bu bö­ lümler "İlk Türk Devletleri", "Türk Dünyası I" ve "Türk Dün­ yası II" olarak üç büyük bölümde işlenmektedir. Burada i l k bakışta dikkati çeken, devlet kavramının Türklükle vazgeçil­ mez etnik bağlantısının biraz azaltılmış olduğu i z l e n i m i ver­ mesidir. "Türk Dünyası" terimi aslında bir kültür dünyası anlamında kullanılmaktadır ve b u "dünya" içinde Türk olmayan etnik grupların Türk kültür atmosferi içinde ele alındığı dikkat çek­ mektedir. K o m i s y o n kitabında "Türk Dünyası" terimi öne çı­ karken "Genel Türk Tarihi" adı altında yazılan kitapların her bölümünde "Türk Devletleri" terimi geçmektedir. B u kitaplar­ da ve Millî Eğitim Bakanlığı'mn yeni bazı yayınlarında devlet kavramı yine anlaşılabilirlik ölçüsünü aşarak vurgulanmakta­ dır. Türk kavramını bir yandan 1930'lardaki tarih tezinin et­ nik/efsanevi varsayımlarından uzaklaştırmak b i r yandan da kültür kavramının genişliğinden yararlanarak millet ve devlet kavramlarını kültürel bir gelenek olarak vurgulamak eğilimi göze çarpmaktadır. Bu çelişkili yaklaşıma rağmen Millî Eğitim Bakanlığı'mn b u yayınlarında Türklerin devlet kavramıyla öz­ deş görüldüğü dikkat çekmektedir. Resmî olmayan bazı araştırmalar arasında ise sosyo-politik ve sosyo-ekonomik açıklamalar dikkat çekmektedir. Bilimsel 12



13



12 Millî Eğitim Bakanlığının 1992-93 yıllarında iki cilt halinde yayınladığı yar­ dımcı ders kitabı olarak ele alınabilecek kitaplarda Türklerin Göktürklerden beri bir kültür devleti kurma yolunda çaba gösterdikleri belirtilmektedir. Bu kitap Hun Devleti'yle başlamaktadır. Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Geliş­ me Çağlan, M E B Yayınları 1992-1993. Yine aynı yıl yayımlanan bir başka ki­ tap da "Türk adının yalnızca T ü r k Kavminin adı olarak değil, daha çok T ü r k Devletini karşılayan geniş bir deyim olarak söylenmişti™ denmektedir. Prof. Dr. Aydın Taneri, TürJi Devlet Geleneği Dün-Bugün, M E B Yayınlan, 1993, s. 29. 13 Merkezî devlet kavramım doğrudan etnik özelliklerden ayrı bir noktada tarih­ sel bir süreç olarak tartışan ve Selçuklu (Anadolu) varlığını bu kavram dışında gören yeni bir değerlendirme'için bakınız Cemal Kafadar, Between Two Worlds The Construction of the Ottoman State, Berkeley, University of California Press, 1995, s. 4-5, 118-9, 126. Göktürk Devleti'ni bir model çerçevesinde inceleyen bir eser ise idarî yapıyı kutsallık, savaşkanlık ve üretkenlik ü ç l ü anlatımıyla ele almakta ve "devlet" kavramına temkinli bir biçimde yaklaşarak boy ve bu255



araştırmalarda birçok tarihçi çeşitli Türk boylarının geçirdiği çeşitli idarî gelişme aşamalarını (boylar, beylikler, hanlıklar) devlet kavramıyla açıklamaktan kaçınmakta ya da devleti belli bir tarihsel tanıma kavuşturmaya çalışmaktadırlar. Devlet kav­ ramına bu denli ağırlık veren resmî kaynaklar ise bu kavramın tanımını en basit şekliyle bile yapmamaktadırlar. "Devleti" tanımlayarak konuya giren tek kitap M E B TARlH T dir. Orada da eski ve çağdaş devlet kavramının farklılığı be­ lirtilmemekte, dolayısıyla Türklerin "devletçilüV'le bağlantısı bulanık kalmaktadır "Genel Türk Tarihi 1" adlı kitaplarda ise baştan sona siyasî iktidar mücadelesi esas alınmakta ve bu çer­ çevede her küçük veya geçici örgütlenme bir Türk devleti gibi değerlendirilmekte ve Türk devletlerinin diğer devletlerle iliş­ kilerinde dönemin siyası çekişmeleri açık seçik yorumlar ya­ pılmadan öğrenciye sunulmaktadır. Olaylar sayıca öğrencinin öğrenebileceğinden çok fazladır, isimler de bu oranda çoktur; ayrıca b u olaylar arasında önem sıralaması bulunmamaktadır. Devlet kavramı konusundaki bu karışıklık örneğin i l k çağ­ larda yaşamış çeşitli yönetim biçimlerinin millî bilinçle bağ­ lantılı görülmesi gibi ciddi bir hataya da y o l açmaktadır. MEß TARİH l'de Makedonya'nın MÖ 279-168 döneminde "millî bir devlet" olduğu belirtilmektedir (s. 27). Oysa aynı kitapta tari­ he yardımcı disiplinlerin yer aldığı i l k bölümde siyaset b i l i m i ve e k o n o m i tarihin yardımcı d i s i p l i n l e r i arasında yer alma­ maktadır (s. 15-17). Bu da devleti tanımlarken (s. 49-50) do­ laylı da olsa etnik kültürel bakış açısının ağır basmasına neden olmaktadır. dunların federasyonundan ve yer yer devlet nüvesinden söz etmektedir. Seneer Divitçioglu, Kök Tiirhler (Kut, Küç ve Üluğ), Istanbul. Ada Yayınları 1987 özellikle s. 266-272. Aynı yazarın bir sonraki araştırması Türklerin sonraki Özgün devlet anlayışlarını ele almaktadır, Selçuklu öncesi için devlet kavramı k u l l a n ı l m a m a k t a d ı r . Oğuz'dan Selçuklu'ya (Boy, Konal ve Devlet). İstanbul. Eren Yayıncılık, 1994. Türklerde iktidar anlayışını islâm öncesi ve sonrası dö­ nemlerde inceleyen başka bir araştırma için bakınız Isenbike Togan, "Flexibi­ lity in Political Culture: Turks and islâm", Istanbul, Tetragon, 1995. Ayrıca bu siyasî idarî oluşumların ö n c e k i bir değerlendirmesi için bakınız Ziya Gökalp, Türk Devletinin Tekamülü, hazırlayan Doç. Dr. Kazım Yaşar Kopraman, Ankara Kültür Bakanlığı Yayınları, 1981. 256



islâm öncesi Türk kültürü 1930'Iarda resmî tarih içinde ele alınırken göçler o kadar vurgulanmıştır k i Türk kültürünün ge­ liştiği coğrafî alanları belli bir kronolojik netlikle zihinde tutmak öğrenci için olanaksız hale gelmiştir. Göçlerin sebepleri bu dö­ nemde özellikle i k l i m şartlarına bağlanmış ve b u i k l i m yöresin­ de sonradan gelişen kültürel ve bilimsel faaliyetler gözden kaç­ mıştır. Çünkü resmî tezde Türklerin en iyilerinin Anadolu'ya geldiği anlayışı çok kuvvetliydi ve geniş bir perspektifle dünya­ nın çeşitli yörelerindeki "Türkleri" öğrenme dürtüsü zayıftı. Bugünkü kitaplarda ve genel anlayışta b u tıkanıklık aşılmış gibi görünmektedir. Türklerin farklı lehçeler ve farklı medeni­ yetlerin etkisiyle farklı siyasal kültürler içinde yaşadıkları yer­ ler, siyasal olarak bağımsızlaştığından artık Türklerin tarihi çerçevesinde sadece Anadolu'ya dikkat çekmek olanaksızlaşmıştır. M E B TARİH Tde göçler artık tek sebeple de ele alınma­ maktadır: Türk anayurdu topraklarının halkın geçimini sağlamak bakı­ mından yetersiz hale gelişi; zaman zaman meydana gelen ku­ raklık ve iklim şartlarının değişmesi; nüfusun artması ve ot­ lakların azalması dolayısıyla iktisadi bir sıkıntının meydana gelmesi; soydaş veya yabancı kavimler arasındaki mücadelede yenilenlerin yurtlarını terk etmeleri... (s. 35) Bu kitaptan bir yıl önce yazılan ortaokul b i r i n c i sınıfların M E B Mtiiî Tarih I kitabında ise daha açık bir ifadeyle şöyle denmektedir: Orta Asya göçlerinin başlıca sebebi bölgede yaşayan siyasî güçlerin birbirleriyle olan çatışmalarıdır, (s. 9) A n c a k aynı kitabın bir sonraki sayfasında görülen sonuçları yine Orta Asya'yı bir süre için de olsa ilgi alanı dışında tutmayı çağrıştıran bir tarzda kaleme alınmıştır: Göçlerden sonra Orta Asya ıssızlaştı. Bırakılan şehirler kum yığınları altında kaldı. Göç etmeyenler, ancak ırmak boyların­ da yaşamalarını sürdürdüler, (s. 11) 257



İyi bir biçimde yazılmış ya da yazılmamış tüm yeni tarih k i ­ taplarında Türklük artık MÖ 7000, 12000 yıllarına, yani özel­ likle arkeolojik bir algılama alanına çekilmemekte, tarihsel an­ latıma elveren normal seyriyle gündeme gelmektedir. "Türk" kelimesi ilk defa siyasî bir ad olarak Göktürk (KökTürk) devleti tarafından kullanılmıştır. (MEB TARİH 1, s. 35) "Genel Türk Tarihi" kitaplarında da bölgenin arkeolojik İlgi alanlarını oluşturan tüm medeniyet safhalarının ele almışı çok belirgin olmamakla birlikte Türklükle doğrudan bağlantılı gö­ rünmemektedir. Türklerin adının tarih sahnesine çıktığı V I . yüzyıl yani Göktürk Devleti esas alınmaktadır. A n c a k b u k i ­ tapların ifadesi k o m i s y o n tarafından yazılan kitaplardaki k a ­ dar d i k k a t l i değildir: Türk tarihi binlerce yıllık geçmişi ile bir bütündür. Türkler hem islâmiyet'ten önce, hem de islâmiyet'i kabul ettikten sonra binlerce yıl Asya, Avrupa ve Afrika'da birçok devlet kurmuşlardır (s. 11)... Türk adının bugün söylendiği gibi tek heceli şekline, ilk olarak Orhun yazıtlarında rastlanmaktadır. Türk adı Türük şeklinde yazılmıştır. Böylece Türk adının, Göktürkler zama­ nından (VI. yüzyıl) itibaren varlığını sürdürdüğü görülmekte­ dir. (Erdoğan Merçil, Zerrin Günal Öden, Genel Türk Tarihi I, s. 13). Burada anlatılmak istenen binlerce yıl sadece 1500 yıl mı­ dır? Yoksa yazarlar yazamadıkları bazı başka bilgilere de m i sahipler? İfade özensizliklerinden dolayı bu belirsizdir. Daha önce belirttiğimiz gibi "İlk Türk Devletleri", Göktürk Devleti'nin kuruluşuyla anılmakta fakat sonradan kronolojik açıdan geriye giderek birçok Türk devletinden söz edilmekte­ dir. Bilinçli olduğu izlenimini vermeyen bu kronolojik şaşırt­ ma öğrencinin zihninde şu soruyu mutlaka yaratacaktır: İlk Türk adının siyasi olmayan varlığı ile ne kastediliyor ya da H u n Devleti siyasi bir birlik değil miydi? N i y e Göktürklerin adı Hunlardan önce anılıyor? 258



Öğrenci k o n u n u n uzmanı tarihçi gibi yararlanılan kaynak­ ların özgün farklılıklarım ve tartışmalı yanlarını bilemez. Ayrı­ ca yine bu konuda tarih öncesi zorlandığından metod bulanık­ lığı da sürmektedir. B i r i n c i Türk T a r i h K o n g r e s i ' n d e F u a d Köprülü ve Z e k i Velidi Tögan'm işaret ettiği bu k o n u n u n dik­ katle ele alınmamış olması hâlâ süregelen bir hata olarak de­ ğerlendirilebilir. Daha da önemlisi bazı dönemlerde çeşitli Türk devletleri arasında çatışmalar olduğu söylenmekle birlikte ittifakların si­ yasal hayatta geçici olduğu anlayış olarak kabul edilmediğin­ den Türklerin diğer devletlerle ilişkilerinde kuvvetli bir biçim­ de taraf tutulmaktadır. Tarihin i l k asırlarında Türklerin bazı siyasal, kültürel yeteneklerini göstererek millî kimliği kuvvet­ lendirmek isteyen bu ders kitapları o dönemin Türk devleti­ n i n resmî temsilcisi gibi kesin ve kestirme yorumlar yaparak aslında bilgiyi aktaramamaktadır. B u tür metod ve kurgu ak­ saklıklarına örnek olarak şu anlatıma bir göz atmak yeter: Orta Asya'da ilk Türk hakimiyeti, Çinlilerin Hiung-nu dedik­ leri Hunlar tarafından gerçekleştirildi. İnsan halk anlamına gelen Hun adını taşıyan bu Türklerin Orta Asya'da Asya Hunları, Orta Avrupa'da Avrupa Hurdan, Kuzey Hindistan'da A k Hunlar adı altında üç ayrı yer ve zamanda siyasî kuruluşlar meydana getirdiği görülmektedir (s. 30). Çin kaynaklarına göre kökeni Asya Hunlarma dayanan Göktürklerin ilk zamanları efsanelerle karışmaktadır. Gök­ türklerin Hükümdar ailesi olan Aşina soyunun bir kurttan türedigi yolundaki efsaneye benzer Türeyiş Efsaneleri'ne Asya Hunları'nda da rastlanması, onların adı geçen devletin neslin­ den geldiği inancım kuvvetlendirmektedir (s. 51). ... istemi Yabgu (Göktürklerin Batı kanadını idare eden) İpek Yolu'nu ellerinde tutan Akhunlara karşı, Sasani Devletiy­ le işbirliği yaptı. Bu ittifak neticesinde Akhun Devleti yıkıla­ rak topraklan Ceyhun Nehri sınır olmak üzere Göktürk ve Sasani Devletleri arasında paylaşıldı. Bu suretle Maveraünnehit, Fergane'nin bir kısmı Batı Türkistan'ın güneyi, Kaşgar ve 259



Hotan gibi önemü şehirler ile İlk ticaret yolu tekrar Türklerin eline geçmiş oluyordu... ... Öte yandan on dokuz yıl süren Bizans Sasani mücadelesi (571-590) Sasanilerin zayıf düşmesine ve İslamiyet'in kısa sü­ rede iran'da yayılmasına zemin hazırlamıştır (Erdoğan Mercii, Zerrin G. Öden, Genel Türk Tarihi 1, s. 52-53). Burada bariz i k i hata vardır. Birincisi Hunların Türk o l u p olmadığı konusundadır. H e m Türk adının i l k siyasî varlığı Göktürk Devleti'yle anılmakta hem de bundan sonra anlatıl­ maya başlanan Türk devletlerinin başında Hunlar sayılmakta­ dır. Göktürkler'in H u n l a r ' a karşı savaş açtığı belirtilmekte, hem de Türk olduğu belirtilen bir devletin, yani A k h u n l a r ' m elinden bazı yöreleri alarak tekrar Türklerin eline geçirilmiş olduğu neticesine varılmaktadır. İkinci büyük hata ise Bizans Sasani mücadelesinin (571-590) henüz doğmamış olan İslâm d i n i n i n kısa sürede İran'a yayılmasına zemin hazırlamış oldu­ ğunun ileri sürülmesidir. Bu kronolojik bulanıklıklara karşılık b u kitapta Türklerin islâmiyet'ten önce çeşitli çok tanrılı dinlere inandıkları açıkça dile getirilmektedir (s. 107-110). Bu doğrultuda dört sayfalık bilgi verildikten sonra k o n u n u n şu cümle i l e bitirilmesi ise hayli dikkat çekici bir mantık hatası yaratmaktadır: "Ancak, İslâmiyet dışındaki dinler, Türklerin ortadan silinmelerinde rol oynadıkları gibi Türklüklerini dahi kaybetmelerine y o l aç­ mıştır." (!) Burada i k i gerçek karıştırılmaktadır. Türklerin bü­ yük bir çoğunluğu islâmiyet'i seçmiştir, yine Türklerin büyük bir çoğunluğu islâmiyet'i seçmeden önce çeşitli çok tanrılı ya da tek tanrılı dinlere inanıyorlardı. Demek k i çoğunluk hâlâ çoğunluktur Öyleyse Türklüklerini kaybedenler kimlerdir, ta­ rihsel b i l g i n i n aktarımı açısından "Türklüklerini kaybeden Türkler" nasıl açıklanabilir? Ya da b u açıklamanın eğitime ne gibi bir katkısı olacaktır? Türk "devlet ve tebalarının" inanç sistemleriyle ilgili b u an­ latımlar değişen ancak tam olarak netleşmeyen bir konudur. Daha önce yazılan bazı kitaplarda Türklerin daima ve sadece 260



tek tanrılı -Göktanrı- bir dine inandıklarını ve b u toplumsal gelenekleri icabı İslâmiyet'i kolaylıkla kabul ettikleri belirtili­ yordu. " Ayrıca tarih ders kitaplarının çoğu Arap-lslâm devletlerini İslâmiyet'i yayan " m u t l u " gelişmeyi temin eden ülkeler olarak ilan ediyorlardı. A n c a k yine b u kitaplarda A r a p devletlere karşı da İran'a karşı da, önceki Farsi devletlere karşı da açık bir tavır alındığı dikkat çekiyordu: 1



15



Abbasiler... (Türklerin) savaşçı yetenekleri bozulmaması için onları Araplardan uzak tuttu (Nurer Uğurlu, Tarih 3, s. 10-12). Tarih öğretimimize sinmiş bir daralma içgüdüsü, daralarak taraf tutma dürtüsü bu gibi örneklerde sıklıkla görülüyordu. Örneğin Türklerin ve Moğolların tarihinde çok karmaşık bir yapı olduğu açıktır. A n c a k b u karmaşıklığa rağmen basit ve canlı bir anlatımla Türk ve çevre ulusların etkileşimi taraf­ sız bir tutumla öğrenciye aktarılabilir. Oysa bırakınız Türkle­ r i n dışındaki ulusları, Türk boyları arasında bile gereksiz ay­ rıntılara İnerek taraf tutulmakta, tarihsel bütünlükten çok ya­ zarların duygusal yapısı ve iktidar hayranlığı öğrenciye akta­ rılmaktadır. Örnek olarak Türk uluslarından ya da boyların­ dan Oğuzlar dışındaki Türkleri tebaalaştıran şu satırları ele alabiliriz: Toplum yapısı: X. yüzyıldan itibaren islâm Medeniyet dairesi­ ne giren Türklerin sosyal yaşantılarında eskisine göre değişik­ likler olmuştur. İlk Türk İslâm devletlerinin kapsadığı sahala­ rın tamamını Büyük Selçuklu Devleti kuşatmıştır. Dolayısıyla, özellikle Türk toplumu yönünden baktığımızda ayrı devlet­ lerde bile yaşasalar Türkler arasında fazla fark yoktur. (!) 14 Türkiye'de okutulan tarih ders kitaplarını jeopolitik açıdan inceleyen ve milli­ yetçilik tezahürlerini bu açıdan sorgulayan etraflı yeni bir çalışma için bakınız Etienne Copeaux, "De l'Adriatique à la mer de Chine" Les représentations tur­ ques d u monde turc à travers les manuels scolaires d'Histoire 1931-1993", (Thèse pour le doctorat "nouveau régime", Université de Paris VIII, 1994), s. 491-492. 15 Sabri Yetkin, "Lise Tarih Kitaplarında islâm", "farili öğretimi ve Ders Kitapları. 1994 Buca Sempozyumu, İstanbul Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995, s. 185. 261



Türklerin en büyük kolunu Oğuzlar oluşturuyordu. Bunun dışında Karluk, Kıpçak, Yağma, Çiğil, Kankıl ve Uygur Türk­ leri de teba olarak Türk-lslâm coğrafyasında yaşıyorlardı (Re­ fik Turan, Genel Türk Tarihi 2, s. 87). B u satırlarda sadece O g u z l a r ' m mutlak iktidarı teyit e d i l ­ mekle kalmayıp çelişkili biı biçimde bazıları i k i n c i dereceye indirgenen Türkler arasında mutlak bir benzerlik görme arzu­ su da dile getirilmektedir. M E B TARİH l ' d e "Türk kültürünün çevre kültürlerle müna­ sebeti" şimdiye kadar gözden geçirilen tarih kitapları arasında düşmanlıkları en az barındıran anlatımıyla dikkat çekmekte­ dir. Türklerin Çinlilerle, Moğollarla, Araplarla ve İranlılarla olan İlişkileri i k i sayfada derli toplu bir biçimde, düşmanlık ve kışkırtma içermeden aktarılmış, ancak b u m e d e n i y e t l e r i n Türklere ne kattığı hakkında hiçbir bilgi verilmemiştir. Buna karşılık her bir medeniyetin Türklerden askerlik, eğitim, sivil idare yönünde çok şeyler öğrendikleri belirtilmiştir (s. 58-59). X . yüzyıla kadar dünyada varlık göstermiş olan bu belli baş­ lı medeniyetlerin inceden inceye "Türklük" içinde eritilmek istenmesi ya da istenmese bile konuların bu önyargı ile ele alınması dünyayı çeşitli evrelerde çeşitli z e n g i n l i k l e r i y l e ve doğru olarak algılamayı engellemektedir. Dolayısıyla meselâ, Moğolların Türklere neden Araplardan daha yakın olduğu da anlaşılmamaktadır. Yine birinci ciltte "Türk Dünyası II" adlı bölümde 13. yüz­ yıldan 16. yüzyıla kadarki zaman d i l i m i içinde Türklerin ve birlikte yaşadıkları ya da yoğun ilişkiler içinde bulundukları diğer ulusların tarihi, etraflı bir biçimde özellikle de bugünkü bağımsız Türk cumhuriyetleriyle bağlantı kurulabilecek bir b i ­ çimde ele alınmaktadır. Dolayısıyla bugünkü Azerbaycan, K a ­ zakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan'ın ve ayrıca bağımsız bir devleti olmayan Türk topluluklarının kendi ta­ rihlerini yazarken kabaca dile getirecekleri belli başlı gerçekler bu kitapta sunulmaktadır. Hangi itici güçle olursa olsun tarih kitaplarında diğer bağımsız ülkelerin varlığına süreklilik k a 262



zandırma gayreti, Türkiye tarihçiliğini içe kapanıklıktan kur­ taran bir tutum olarak görülmelidir. Daha önceleri yazılan kitaplarda "Orta Asya ve Y a k m D o gu'da kurulan diğer devletler" adlı alt bölümde Türk topluluk­ ları, bugünkü varlıklarım öğrenciye idrak ettirecek bir biçim­ de anlatılmıyordu (Hakkı D u r s u n Yıldız, Genel Türk Tarihi, s. 111-133), başka bir deyişle, gerekli olan süreklilik dünyanın bu önemli bölgesi açısından yara tıkmıyordu. Önceki bu ve benzeri kitaplarda daha ziyade Moğollar üze­ rinde duruluyor ve bugünkü Türkistan'ı oluşturan halklarla bağlantı kurulabilecek bir biçimde Türklerle Moğolların içiçe geçmişliği tam olarak veriliyordu. M E B TARİH 1, "Türk Dün­ yası II" adlı bölüm, Uygurların Kırgızlardan, Özbeklerin Türk­ menlerden ya da Azerilerden farklı olan geçmişleri ve bu fark­ lılıkların orta zamanlarda ne ifade ettiği gibi konularda bazı f i ­ kirler verebilmektedir. Orta zamanlarda Moğollarla kaynaşmaya yer veren ve Türk kültür dünyasını tarih açısından toparlamaya çalışan MEB TA­ RİH 1 yer yer eski üsluptan kaçmamamış ve gereksiz çekişme­ leri özendirecek bir biçimde çok eski iktidarların tarafını tut­ ma eğiliminden vazgeçmemiştir. Örneğin Yıldırım Beyazıd ge­ reksiz bir biçimde korunmakta ve yüceltilmektedir: Türk tarihinin en büyük komutan ve devlet adamlarından bi­ ri olan Timur, bütün savaşlara ordusunun başında bizzat ka­ tılmıştır. Ancak siyasî görüş itibariyle başarılı olduğu söylene­ mez. Özellikle Altın Ordu Devletini yıkması, o zamana kadar Altın Ordu'ya bağlı durumdaki Rusya'nın süratle yükselmesi­ ne ve Türk ülkeleri aleyhine gelişmesine sebep oldu. Ankara Savaşında Beyazıd'ı yenmesi ise hem Osmanlılar hem Bizans hem de Balkanlar açısından çok önemli sonuçlar doğurmuş­ tur. Şöyle ki; Yıldırım Beyazıd tarafından sağlanan Anadolu Türk Birliği yeniden parçalandı ve bu birliğin sağlanması Ya­ vuz Sultan Selim dönemine kadar gecikmiş oldu. Bizans'ın zaptı da yarım yüzyıl daha geride kaldı. Balkanlarda ise Türk ilerleyişi durduğu gibi kazanılmış olan bazı topraklar da kay263



bedildi. Böylece Türkler aleyhine çok önemli gelişmelere yol açmış oldu (s. 132). Her dönemin siyasî iktidarının sözcülüğünü yapmak, üste­ lik 600 yıl önceki bir iktidara taraf olmak tarih bilinci yaratamamakta ve kuvvetle vurgulanan " b i z " aslında biz olmaktan çıkmaktadır. Çünkü T i m u r da bugün Avrasya diyebileceğimiz bölgenin kültür ve siyaset tarihinin ve hatta etnik tarihinin bir parçasıdır. Ve Moğol-Türk ilişkilerini İnceleyen araştırmalarda b u dinamiğin Türklerin A n a d o l u ' d a k i birliğinin olmasa da kültürel birliğinin ve kaynaşmasının motoru olduğu belirtil­ mektedir. B u tarihsel kaynaşmışlık karşısında Oğuz ve O s ­ manlı tarafını tutmak Genel Türk Tarihi anlatımı açısından kesinlikle öğretici değildir. 16



E n U z u n Ömürlü T ü r k D e v l e t i : Osmanlı Türkiye tarihçiliğinde en zengin kaynaklarla beslenmiş ve en i y i uzmanların yetişmiş olduğu alan Osmanlı tarihidir. H e m arşiv araştırmalarıyla hem de historiografı alanındaki çalışma­ larla en i y i bir biçimde ders kitaplarına aktarılabilme potansi­ yeline sahip olan dönem de Osmanlı dönemidir. M E B TARİH 2, Osmanlı tarihçileri tarafından kaleme alınmıştır ve eskisin­ den farklı bir bakış açısını programa sokabilmiştir. 16 Moğolların T ü r k Tarihi üzerindeki etkileri için bakınız Zek Velidi Togan, Bu­ günkü Türk i l i Tûrltisian ve Yakın Tarihi, s. 101-103. M o ğ o l Imparatorlu­ ğu'nun önemli bazı katkıları yanısıra Türklerin siyasal ve kültürel açıdan bu i m p a r a t o r l u ğ u n d e v a m ı n a h a k i m o l d u ğ u ve b u e t k i l e ş i m i n M o g o l l a r ' ı n T ü r k l e ş m esiyle sonuçlandığı birçok Orta Asya u z m a n ı tarafından kuvvetle belirtilmektedir. Rene Grousset, The Empire of the Steppes A Holiday of Cent­ ral Asia, Rutgers University Press, New Jersey, 1970; Geoffrey Wheeler, The Peoples of Soviet Central Asia, Londra, The Bodley Head, 1966. Peter Golden, An Introduction to the History of the Turkic Peoples, Otto H a rraso w i tz-Wiesba­ den, 1992. Ayrıca bu yakınlaşmanın yapısal siyasal özellikleri için bakınız jsenbike Togan, "Altın O r d u Ç ö z ü l ü r k e n Kırım'a Giden Yol", T ü r k Rus iliş­ k i l e r i n d e D ü n - B u g ü n S e m p o z y u m u , T ü r k Tarih K u r u m u 12-14 A r a l ı k 1992'ye sunulan tebliğ ( b a s k ı d a ) . Daha genel bir anlamda yeni bir değerlen­ dirme için bakınız Morris Rossabi, " T h e Legacy of the Mongols", Central Asia in Historical Perspective, (derleyen Beatrice E Manz), Westview Press, 1994, s. 27-44. 264



Örneğin, Türk dünyası açısından yeterli hatta bazen de fazla bilgi verilmekle birlikte dönemleme ve kronoloji konusunda ciddi bazı sorunlar görülmekteydi. Dönemleme sorunları O s ­ manlı Imparatorluğu'nun hikâyeleştirilmesi alanında da belir­ gin bir biçimde su yüzüne çıkıyordu. M E B TARİH 2 dışındaki birçok tarih ders kitabında hâlâ ilerleme, duraklama ve gerile­ me dönemleri tamamen Batı siyaset ve kültür dünyası ile kar­ şılaştırma yoluyla belirlenmişti. Dünyanın bütünü açısından sosyal ve ekonomik özellikler açısından ya da kültürel yükse­ liş ve kültürel çeşitlilik açısından ele alınmıştı. 1993'de yazılan ortaokul tarih kitaplarında dönemleme so­ runu dışında yer yer belirsiz anlatımlar da yer alabilmektedir: İlerleme zamanla yavaşladı ve durakladı. Devletin güçlü ve adaletli yönetimi sürdüğü müddetçe çeşitli milletler rahat ola­ rak birarada yaşadılar. Fakat bu milletlerin önemli bir bölü­ mü varlığını korudu. Müslüman olup Türkler arasına karış­ madı. Devlet yönetimi bozulmaya başlayınca daha sonraları Gerileme ve Dağılma döneminde devletten ayrılmalar oldu. (MEB Mitli Tarih 11, s. 68) Bu dönemler M E B TARİH 2 adlı lise kitaplarında "Osmanlı Siyasî Tarihi I" ve "Osmanlı Siyasî Tarihi II" olarak geçmekte­ dir. Bundan sonraki bölümlerde ise yine aynı ağırlıkta olmak üzere "Osmanlı Devlet Yapısı", "Osmanlı T o p l u m u " , "Osmanlı E k o n o m i s i " , "Osmanlılarda Kültür ve Sanat" ve "Osmanlılarda Eğitim ve Öğretim" olarak adlandırılmıştır. Sonuç olarak Os­ manlı Imparatorluğu'nun siyasal meşruiyeti v u r g u l a n m a k l a birlikte sosyal, ekonomik ve kültürel yanma da sayfa adedi ve anlayış olarak aynı oranda yer verilmektedir. Örneğin kitapta "Osmanlı Toplum Yapısı" hem resmî tasnife göre h e m de yer­ leşime göre tanıtılmaktadır. Bu kitapta eski dönemlemelerden sadece dağılma devri yer almakta, somut olarak siyasî kopma­ lar ve isyanlar ele alınmaktadır. Oysa bundan daha bir-ikî yıl önce N i y a z i Akşit'in yazdığı Orta Okullar için Millî Tarih IFde "Osmanlı Kültür ve M e d e n i ­ yeti" adlı VII. ünitede ağırlıklı olarak devlet yönetimi ele alın265



maktadır (s. 127-135). Kitapta Osmanlı İmparatorluğu'na ay­ rılan 130 sayfanın sadece 14 sayfası sosyal, ekonomik ve kül­ türel hayata ayrılmıştır. Bölümler ve her bölüme ayrılan sayfa adedi şöyledir: 1. Osmanlı Devleıi'nin Kuruluşu (20 s.) H. Osmanlı Devleti'nin Yükselmesi ve Bir Dünya Devleti Haline Gelmesi (29 s.) III. Yeni Çağda Avrupa'da Önemli Olaylar ( 8 s.) IV Osmanlı Devleti'nin Duraklama Dönemi (12 s.) V Osmanlı Devleti'nin Gerileme Dönemi (12 s.) VI. Osmanlı Devleü'nde Islahat ve Yenileşme Hareketleri, Devletin Yıkılışı (27 s.) VII. Osmanlı Kültür ve Medeniyeti (14 s.) VIII. Dünya Savaşı ve Türk Dünyası (12 s.)



M E B TARİH 2'den sonra 1994 yılında yazılan ve seçmeli ders olarak okutulan "Osmanlı Tarihi" kitaplarında ise örne­ ğin kitabın alt başlığı "Kültür ve Medeniyet Ders Kİtabt"dır. Ve böyle bir kitapta "Osmanlı T o p l u m u n u n Yapısı" ünitesi, etnik ve dinî yapı ve ayrıca mesleki zümreler olarak üç açıdan ele alınmaktadır (Osman Çakırtaş, Osmanlı Tarihi 2). Bütün b u değişmeler o l u m l u gelişmelerdir. Bir yanıyla Os­ manlı İmparatorlugu'nun siyasal meşruiyetinin Türk devletleri içinde son derece özgün bir yapısı olduğu teslim edilmektedir, diğer yandan da Osmanlı'nın b u siyasal varlığı içinde siyasal iniş çıkışlarla doğrudan ilintili olmayan kültürel özellikleri ve atılımları pişmanlık psikolojisinden arınmış bir biçimde orta­ ya çıkmaktadır. Örneğin daha önce "duraklama" denen bölüm içinde sanat ve kültür açısından son derece gelişmiş bir döne­ m i n i yaşayan Osmanlı'ya haksızlık ediliyordu. Ya da "yüksel­ me" denilen dönemde yükselmenin tek anlamı fetihlerle bağ­ lantılıydı. MEB TARtH 2 kitabının dönemleme konusunda yaptığı aşa­ ma yani Osmanlı İmparatorlugu'nu Batıdaki iktidar ve güç ya17



17



Tuncer Baykara, Türk inkılap Tarihi ve Atatürk Kileleri, İzmir, Ege Üniversiıesi Basımevi. 1991, s. 5.



266



rışı açısından yükselen, duraklayan ve gerileyen bir imparator­ luk ve dönemleri şeklinde ele almamak 1994-95 ders yılı için yazılmış "Tarih 2" kitaplarında tam olarak görülmemektedir. Bölüm başlıkları M E B TARİH 2 örnek alınarak ayarlanmış olan bazı yazarlar meselenin özünü benimsemedikleri için X V I I XVIII. yüzyıl iç isyanlarını Osmanlı padişahlarının gözüyle an­ latmaya çalışmaktadırlar. 1994 yılı sonunda yayımlanan İlköğretim için Millî Tarih 6 ve 7 adlı kitaplarda ise bu yeni yaklaşım hiç görülmemekte, yük­ selme, duraklama, gerileme şeklindeki dönemleme aynen de­ vam etmektedir (Reşat Genç, Refik D u r a n , Ayhan Pala, İlköğre­ tim Milli Tarih 7 ve Şenol Kalaycı, E y l e m C a n , Ayşe Gül, İlköğ­ retim Millî Tarih 7). Örneğin dönemlemeyi MEB TARİH 2'deki gibi değiştiren K. Kara'nm lise 2. sınıflar için yazdığı kitap, i k ­ tidardan yana çıkan yüzeysellikten kurtulabilmiş değildir: İsyanların sebepleri ve özellikleri: XVII. yüzyılda göreve gelen padişahların ve devlet adamla­ rının yeteneksiz ve güçsüz oluşları, rüşvet ve iltimas... Devletin temel yapısını oluşturan toprak ve askeri teşkila­ tın bozulması... Uzun süren savaşlar... üretimin azalması ve paranın değeri­ nin kaybolması, alım gücünün azalması... Avrupa'da bilim ve teknik alanındaki gelişmelere ayak uyduramamak... (Kemaİ Kara, Tarih 2, s. 68). Taşra İşyardan Celali isyanları:...Yavuz zamanında Bozoklu Celal adında bir şaki çevresinde topladığı kişilerle devlete karşı ayaklandı... Anadolu'da çok sayıda Celali öldürülmesi ile devletin otorite­ si yeniden sağlandı...



Böylesi bir anlatımla yazar-tarihçi Osmanlı Devleti'nin aske­ ri kuvvetini yitirmemesinden başka bir şey düşünememektedir. B u paragraflar içinde C e l a l i I s y a n l a n ' n m nedenleri çok marjinal kalmakta, ayaklanma ve bastırma anlayışı ağır bas­ maktadır. Oysa MEB TARİH 2'de isyanlar, Osmanlı iktidarı açı­ sından değil, daha tarafsız bir biçimde anlatılmaktadır. Yazar267



lar sadece o dönemin resmî kanallı açıklamalarıyla yetinme­ mektedirler: XVII. yüzyılda meydana gelen isyanların sebeplerinden biri, merkez ve taşra yönetiminin bozulmasıdır... devletin ekono­ mik durumu iyi değildi, savaşların getirdiği sıkıntılar, halktan ve tüccardan yeni vergiler alınmaya başlanması huzursuzluğu arttırdı... Birçok insan ziraatten el çekerek tüketici olmaya başladı. Üretim azaldı. Gıda maddelerinin fiyatları arttı. Para­ nın ayarı düştüğü için askerler, aldıkları paralarla alış veriş yapamaz oldular ve bu duruma tepki gösterdiler. Ayrıca, tımarlı sipahilerin ihmal edilmesi, yeniçerilerin ve sipahilerin disiplinsizliği, haksızlıkların önlenememesi, hal­ kın devlete olan güvenini zedeledi. Bu durum isyancıların halk arasında taraflar bulmasını kolaylaştırdı (s. 44).



Avrupa Tarihi ve Osmanlı Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli özellikleri vardır, u z u n sü­ re yaşamış bir Türk, İslâm ve Avrupa devletidir. B u özellikler 15. yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar 500 yıllık bir süre içinde hem Islâm-Türk devletleriyle h e m de siyasal bir güç yarışı içinde bulunduğu Avrupa devletleriyle karşılaştırma metoduy­ la da araştırılması olanağını yaratmaktadır. Osmanlı İmpara­ torluğu'nun çeşitli evreleri Avrupa'da ve Ortadoğu'da meydana gelen siyasal ve sosyal d i n a m i z m l e iletişimi yansıtmaktadır. Çok yönlü kültürel/siyasal alışveriş olmuştur. A n c a k tarih ders kitaplarında bırakınız dünya ülkelerine ayrılan yerin yetersiz­ liğini, yoğun bir ilişkinin yaşandığı Avrupa'nın da gittikçe aza­ lan bir yer tuttuğunu görüyorsunuz. 18



Avrupa'nın büyük devletlerinin siyasa] gelişmelerine göre



ayarlanmış dcnemlemeden vazgeçilmesi aslında Avrupa tarihi­ ne ayrılan yerin önyargılardan uzaklaşarak fazlalaştırılmasma da yolaçabilmelidir. Çünkü tarafsız ve karşılaştırmalı bakış açısı için önemli bir adım atılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir başka önemli özelliği çeşitli dillerin, dinlerin, kültürlerin siyasî çatısını oluşturmuş b u l u n ­ masıdır. Siyasal meşruiyeti ağır basar ancak siyasî tarih yazar­ ken geçmişteki belirli bir dönemin iktidarının çıkarları ve ka­ yıplarının koruyucusu edasıyla tarih ders kitabı yazmak son derece yanlı ve eksik bir anlatım yaratmaktadır. Bu anlatımdan kurtulmanın yolu siyasî tarihi anlatmaktan vazgeçmek değil, tam tersine örneğin, XVII. ve XVIII. yüzyıl Osmanlı ve Avrupa tarihinin siyasî yanını anlatırken imparatorlukların ulus devlet oluşumuna karşı dirençlerini, rekabet anlayışlarını ve hâlâ ara­ ziye dayalı güç yarışı içinde varlıklarını sürdürmek gayesiyle ne gibi çarelere başvurduklarını ortaya koymak gerekmektedir. MEB TARİH 2 böyle bir karşılaştırmalı değerlendirme yapmış­ tır. Ancak bu değerlendirmede Fransız Ihtilaîi'nin yarattığı m i l li-devlet talepleri karşısında imparatorlukların çözülmesine kar­ şı direnme konusunda Osmanlı'nın diğer İmparatorluklardan çok farklı bir konumda olabileceğini ima etmek yanıltıcıdır: c) Avrupa Devletlerinin Osmanlı Devleti'ne karşı uyguladığı "Çifte Standart" Viyana Kongresi ve sonrasında Avrupa devletlerinin takip ettikleri siyasetin başlıca amacı monarşilerin güçlü bir siyasî kuruluş olarak varlıklarını sürdürmelerini sağlamaktı... bu gelişmelerin (Fransız Devriminin altüst ettiği değerler) sonu­ cunda liberal eğilimler ağırlık kazanmıştır. Fakat Avusturya ve Rusya gibi monarşilerin amacı bunu önlemekti. Dikkati çeken husus, Avrupa Devletlerinin kendileri gibi bir monarşi olan (Fransa gibi mi? Rusya ve Avusturya gibi mi?) Osmanlı Devieii'ıü böyle bir konuda destekleyecekleri yerde, par­



18



268



Osmanlı'dan bu yana tarih ders kitaplarında Avrupa Tarihi'nin konumu için bakınız Zeki Arıkan, "Ders Kitaplarında Avrupa Tarihi". Buca Sempozyumu, s. 145-160. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa ile etkileşimini ele alan yeni bir derleme için bakınız E r c ü m e n t Kuran, Türkiye'nin Balı İt (asması ve Millî Meseleler, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994.



çalanmasını hızlandırma çabalarını ariiırmaJandır (s. 76).



O dönemde bir Avrupa siyasî gücü olan Osmanlı İmparator­ luğumu siyasî ahlâk bakımından başka bir yerde ve k o n u m d a 269



görmeye çalışmak yersizdir. Her üç İmparatorlukta da, toprak­ larını ve buna bağımlı siyasî düzenlerini koruma dürtüsü çok benzerdir. Üzerlerinde hüküm sürdükleri topraklar açısından da bir menfaat çatışması içindedirler. O dönemin siyaseti açısından da günümüz açısından da itti­ fakların sıklıkla değişmekte oluşu doğal bir olgu olarak ele alınmalı ve b u konuda Osmanlı'nın diğer imparatorluklardan çok farklı bir noktada olduğu varsayımı yapılmamalıdır. Ayrıca b u dönemde Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya bir si­ yasî güç savaşı içinde değerlendirilirken Osmanlı İmparatorluğu'nun b u güç mücadelesinin dışında bambaşka değerlere sa­ hip olan "denize düşmedikçe yılana sarılmayan" (Mısır mese­ lesi sırasında Rusya İle ittifakın dönemin hükümdarı tarafın­ dan tarifi s. 54) bambaşka bir ülke olduğunu varsaymak dün­ ya tarihini de millî tarihi de, siyasî ve kültürel olarak tanımla­ mayı zorlaştırmaktadır. M E B TARİH 2'de bir başka anlaşılamazlık göze çarpmakta­ dır. Bu kitapta Osmanlı'nın İslahat Hareketleri'nin i k i döneme ayrıldığı belirtilmektedir, ancak bunlardan birincisinin özellik­ leri açıklanmamaktadır. Tanzimat Fermanı: Osmanlı Devleti'nde yapılan Islahat Harekeüeri iki döneme ayrılır. Birinci dönemdeki Islahat Harekeıleri'nde Osmanlı Devleti'nin kendi tarih ve kültürünün; İkinci dönemdeki Islahat Hareketlerinde ise Avrupa kültürünün et­ kileri görülür. Tanzimat, ikinci dönemdeki Islahat Hareketleri arasında yer alır (s.56). Osmanlı'nın kendi tarih ve kültürüne göre yaptığı İslahat Hareketleri'nin hangileri olduğu belirsizdir. Osmanlı'nın ilerleme anlayışı, reform anlayışı hep A v r u ­ pa'nın siyasî değerleri çerçevesinde olmuştur. Askerî ve idarî reformdan siyasal reforma kadar Avrupa'nın diğer devletleriyle girdiği münasebetler ve imparatorluktan ulus devlete geçme çabaları çok belirgindir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu nasıl dağılmaya direndiyse Osmanlı da direnmiştir. Ancak yapı­ lan her ıslahat yeni devlet anlayışına bir adım daha yaklaşabil270



mek için yapılmıştır. Osmanlı'nın ıslahat açısından "kendi tarih ve kültürünü" Avrupa tarih ve kültüründen nasıl ayırdedilebildigi bu bağlamda "ıslahaf'ın ne olduğu anlatılamamaktadır. MEB TARİH 2 dışındaki kitaplarda Osmanlı'da, Avrupa'da s i ­ yasal ve düşünsel gelişmelerin anlatımı yanlıdır. B u gelişmele­ r i n , Osmanlı'yı ne şekilde etkilediği ya da hangi alanlarda etki­ lemediği ise tarihsel gerçeklikten son derece uzak bir biçimde ele alınmaktadır: Osmanlı ülkesinde yaşayan Hıristiyanlar ve Reform: Osmanlı Devleti'nin sınırları içinde yaşayan Hıristiyanlar Reform hare­ ketinden etkilenmediler. Bunun en önemli nedeni, Hıristiyan azınlıkların geniş bir dini inanç özgürlüğüne sahip olmalarıy­ dı. Fatih'in istanbul'a girdikten sonra azınlıklara kendi din adamlarını seçme ve İnanç serbestisi tanıması, bunun en gü­ zel örneğidir. Osmanlı ülkelerinde yaşayan Hıristiyanlar, bu nedenle Avrupa'daki reform hareketlerinden hiçbir şekilde etklenmediler (Kemal Kara, Tiirifı 2, 64). Reform hareketi aslında yalın bir dinsel özgürleşme hareketi değildi, aynı zamanda toplumsal ve e k o n o m i k bir hareketti ve siyasal neticeleri oldu. Esasen Luther ve Calvin'den çok önce Doğu Avrupa'da köylü isyanlarıyla başlamıştı. Toplumsal fark­ lılıklar ve Hıristiyanlık İçi mücadele siyasal çözümleme dürtüleriyle bu yola girmişti. Azınlık d u r u m u n d a olan ve farklı bir toplumsal düzen içinde yaşayan Osmanlı Hıristiyanlarının böylesi evrelerden geçmedikleri açıktır. B u da ancak çok do­ laylı olarak Osmanlı'nın dinî toleransına bağlanabilir. Reform hareketinin boyutları sadece dinî tolerans eksikliğiyle açıklanamayacak kadar çoktur.



Türkiye Cumhuriyeti'nin Tarihi Türkiye C u m h u r i y e t i tarihi siyasal açıdan kaçınılmaz olarak bir ulus-devlet tarihidir. Cumhuriyet, teorik olarak etnik ço­ ğunluktan yani Türklükten ilham almış fakat aynı zamanda vatandaşlık temeli üzerine kurulmuştur. Bu dönemin (1923271



1995) anlatımı belli siyasî sınırları olan bir toplum bütününü yani doğal olarak toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasî tüm çeşitliliği, sorunları ve gelişmeleri yansıtmalıdır. Oysa tüm ta­ rih ders kitaplarının lafzı bir yandan A n a d o l u topraklarının zengin ve çeşitli kültüründen dem vurmakta, bu çeşitlilik sa­ dece arkeolojik ve. mimari bir ölü maddecilikle anlatılmakta, diğer yandan ise toplum ve kültür içinde yaşamım sürdüren çeşitlilikten, yaşayan farklılıklardan söz edilmemektedir. N e farklı etnik gruplar, farklı inanç sistemleri, en farklı i k l i m ya­ pılarının ve diğer etkenlerin yarattığı farklı ekonomik alışkan­ lıklar ne farklı değer yargıları ve farklı örgütlenme biçimleri çağdaş tarihimizin ders kitaplarında yer almaktadır. Şimdiki haliyle Cumhuriyet tarihi anlayışında her olay, han­ gi tarihte olursa olsun, Kemalist dönemin başarısıyla karşılaş­ tırılması zorunlu olan ve b u nedenle de pişmanlık içeren de­ ğer yargılarının gerçeklerden çok daha fazla gündeme geldiği bir konumdadır. Nasıl K a n u n i Sultan Süleyman iktidarı ve 16. yüzyıl, Osmanlı yükselişinin z i r v e s i olarak ele alınıyorsa 1923-1945 Türkiyesi de adeta b i r yükseliş varsayımıyla ele alınmakta ve onun devamı olan dönemler gizlenmesi gereken bir duraklama ve gerileme dönemi gibi görülmektedir. Öğren­ ciye 1945 yılı sonrası ülke hakkında bilgi verilmediğinden karşılaştırma şansı da tanınmamış olmaktadır. İnkılap tarihi ders kitaplarında Mustafa Kemal Atatürk dö­ nemi tamamen siyaset üstü bir devir olarak değerlendirilmek­ tedir, böylece de tarih b i l i n c i n i n gerektirdiği süreklilik öğren­ ciye aktarılamamaktadır. Türkiye C u m h u r i y e t i İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük kitapları hemen hemen tamamıyla Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk ile ilgilidir. Kitapta hiçbir muhale­ fet tarihî görülmediği gibi ulus-devlet, anayasa ve cumhuriyet kavramlarının I. ve II. Meşrutiyet dönemindeki siyasal ve fikri hazırlığından da söz edilmemektedir. Bu oluşumun eş zamanlı sayılabilecek diğer imparatorlukların parçalanmasıyla karşılaş­ tırılması hiç söz k o n u s u değildir. Tüm gelişmeler "bize" özgü ve "olağanüstü" bir çerçeveye oturtulmaya çalışılmaktadır. Aslında İnkılap Tarihi kitapları MEB TARİH 1 ve 2 adlı k i 272



taplardan anlaşılmaz bir biçimde koparılmıştır. Ayrıca bakan­ lık dışında hazırlanan ve bakanlıktan onay almış b u l u n a n Merçil, Deliorman, Sümer, Uğurlu imzalı "Tarih 2" kitapların­ da son i k i bölümde 19. yüzyıl İslahat Hareketleri ve II. Dünya Savaşı öğrenciye aktardır. İnkılap Tarihi kitaplarında kuvvetli bir şekilde ele alındığı varsayılan ara dönemin yokluğu z i h i n ­ sel bir k o p u k l u k yaratmaktadır ve b i r yandan Atatürkçülük kavramını politika dışına itmeye çalışırken bir yandan da O s - ' m a n i i İmparatorlugu'nu i k i l i bir k o n u m a sokmaktadır: O s ­ manlı'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin öncülü olan bir Türk dev­ leti olarak ele alınması ya da Osmanlı'nın tamamen özgün bir konumda görülmesi ve devamlılığın gözardı edilmesi.' Bugünkü "Türkiye C u m h u r i y e t i İnkılap Tarihi ve Atatürk­ çülük" kitapları birçok konuda 1930'ların bakış açısını sür­ dürmektedir. Ve 1970'li yılların sonundan beri de çağdaş bir ülke tarihini yansıtmaktan çıkmıştır. 1974'de yayımlanan Tür­ kiye Cumhuriyeti Tarihi (1918-1965) ülke tarihini 1965 yılma kadar getiriyor birinci askerî müdahale sonrası yeni hükümet oluşturulması ile son buluyordu. Yani kitap o günden tam 9 yıl gerideydi; bugünkü kitaplar 1945'te s o n bulduğuna göre tam yarım yüzyıl geridedir. Örneğin, "Osmanlı Devleti'nde Demokrasi Hareketlerinden" (MEB Millî Tarih II, s. 109-116) söz eden yazarlar herhalde Türkiye C u m h u r i y e t i ' n d e k i de­ mokrasi hareketlerini" henüz kayda değer görmemektedirler. Türkiye C u m h u r i y e t i tarihi kitapları öncelikle 1920Terden ve 1930'lardan kalan bir siyasî iktidarı özlemle dile getirmek­ ledir sadece. Buna sadece "bir tek iktidar" tarihi demek daha doğru olur, çünkü toplum yapısı ve ekonomik gelişmeler b i r yana, ulusla­ rarası ilişkiler, siyasal partiler ve özellikle muhalefet anlayışı açısından dahi tamamen geri bir konumdadır. 1924'de k u r u ­ lan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nm ve 1930'da kurulan Serbest F ı r k a n ı n , C u m h u r i y e t tarihindeki anlamları, yalnız 9



19



Büşra Ersanh Behar,"Genel T ü r k Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi'nin Ögreıimi", 5-9 Eylül 1994'de Ankara'da toplanan T T K T ü r k Dünyası Tarih Kongresi'ne sunulan bildiri. 273



Mustafa Kemal'in şahsi demokrasi arayışının kötüye kullanı­ lan örnekleri olarak ele alınmaktadır: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyet ilkesini, libera­ lizmi ve demokrasiyi benimsediğini belirtirken aynı zamanda dini inançlara saygılı olduğunu da açıklıyordu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nm çatısı altında toplananlar, inkılaplara karşı çıkanlar, eski İttihatçılar ve yeniliklere karşı çıkanlardı. TCF'na mensup milletvekillerinin yaptıklan konuşmalar, eski dönemin yeniden geri gelmesi konusunda bazı beklentilerin doğmasına, kanşıklıklar çıkmasına ve ülke bütünlüğünün teh­ likeye düşmesine yol açtı. (Kemal Kara, İnkılap Tarihi, s. 28) Bu anlatımın hemen ardından Şeyh Sait Ayaklanması doğru­ dan bu partiye sızan ajanların marifeti olarak değerlendirilmek­ te ve "alman önlemler sonucu... hak ettikleri cezaya çarptırıl­ dıkları" belirtilmektedir. Yine Serbest Fırka'nm 1930'da k u r u ­ luşu tamamen Mustafa K e m a l ' i n demokrasiye geçme arzusu olarak görülüyordu ancak b u n u n da sızmalar sonucu ülkeye zarar verdiğine işaret ediliyordu. Demek k i "yaşanan her i k i olay demokrasi ortamının henüz oluşmadığını gösteriyordu." Oysa üniversitelerde okutulan ve Atatürk ilkelerini kuvvetle savunan başka bir İnkılap Tarihi kitabında "demokrasi dene­ meleri" başlığı altında aynı dönem ele alınırken, burada "hü­ kümete muhalif olanlara karşı girişilen hareket dikkate değer" bulunarak hem İç koşullardan h e m de Dünya E k o n o m i k B u h ram'ndan dolayı 1930'da Atatürk'ün "halkın iyice beliren hoş­ nutsuzluğu üzerine yeni bir siyasî hareketliliği gerekli gördü­ ğü" de belirtiliyor. Ancak "kimse Cumhuriyet H a l k Fırkasına karşı bir teşkilatta çalışmak iste (medigi), çokları sonunda bir ceza dahi gelebilir diye düşün (dükleri)" için Atatürk'ün biz­ zat, zaten eleştirileri de olan Fethi (Okyar) Bey'i siyasî parti kurmaya teşvik ettiği ve yakınlarından birçok kişiyi de partiye üye yaptığına işaret e d i l i y o r Aynı kitap ayrıca 1990 yılma kadar geliyor, tarihçilikteki yeni gelişmelerin hesaba katılması 20



20 274



gerektiği belirtiliyor ve Türkiye'deki sosyo-ekonomik degişimlere, iktidar ve muhalefet aşamalarına da yer veriyor. Lise son ile üniversitenin i l k yıllarında okutulan b u farklı yorumlarla öğrencilere güvenilir ve güçlü bir benlik bilinci ve­ rildiği iddia edilemez. Cumhuriyet'in i l k 20 yılında hem bir­ çok atılımların gerçekleştiğini h e m de baskıcı bir tek-parti re­ j i m i n i n hüküm sürdüğünü, yani gerçeği, dile getirmenin öğ­ renciye nasıl bir zarar verebileceğini anlamak güçtür. Ülkenin ekonomik, siyasal arayışlarına tarafsız bir gözle bağlamamak­ tadır. Mustafa K e m a l ' i C u m h u r i y e t ' i n kuruluşunun önemli kahramanı ve siyaset adamı olarak görmekten ziyade, 1945 sonrası hiç ele alınmayarak C u m h u r i y e t ' i n Atatürk'ün ölü­ müyle anlamını yitirdiği izlenimi verilmektedir. Aynı zamanda bu kitaplarda Birinci ve i k i n c i Dünya savaşla­ rının anlatımı Türkiye Cumhuriyeti'nİn kaderini tayin eden başlıca uluslararası ilişkiler k o n u s u olarak gösterilmektedir. Türkiye'nin sonraki ittifaklarıyla, toplum yapısı, siyasal ve eko­ nomik dönüşümleri arasında hiçbir bağ kurulamamaktadır. C u m h u r i y e t t a r i h i m i z i n başka bir özelliği de her fırsatta "tehdif'ten söz etmesidir. Yine tekrar etmeliyiz k i ülkesindeki özellikleri ve farklılıkları 1945 sonrası izleyemeyen orta son ya da lise son öğrencisinin iç tehdidin ya da dış tehdidin nereden geldiğini anlamasına da imkân yoktur. Artık bütün dünyada ta­ rih eğitiminde düşmanlıkları körüklememek için onca tedbir­ ler alınmaya çalışılırken lise sonda okutulan Cumhuriyet tarihi kitaplarında hem de "Atatürkçülük" adlı son bölümde iç ve dış tehditten söz edilmesi çok dikkat çekicidir: IV Bölüm Atatürkçülük, Türk İnkılabı'nın dayandığı ilkeler ve Türk inkılabı'nın nitelikleri: A. Atatürkçü Düşünce Sistemi 1. Atatürkçülüğün tanımı ve önemi 2. Atatürkçülüğün nitelikleri B. Atatürk İlkeleri 1. Genel Bilgiler 2. Cumhuriyetçilik 3. M i l ­ liyetçilik 4. Halkçılık 5. Devletçilik 6. inkılapçılık 7. Laiklik 8. Bütünleyici ilkeler



Tuncer Baykara, a.g.e., s. 116-119. 275



C. Atatürk İlkelerine sahip çıkmak ve devamlılığı sağlamak Ç. Atatürk ilkeleri ve Bugünkü Gerçekler D. Atatürkçü Düşüncede Milli Güç Unsurları E. Tehdit (Kemal Kara, inkılap Tarihi, s. 178-80) "Tehdit" ve "Düşman" kavramlarının günümüz şartları açı­ sından değerlendirilmesi b u kitabın mantığına tamamen ters düşmektedir çünkü bu tarih kitabı İsmet inönü'nün C u m h u r ­ başkanı olmasıyla son bulmaktadır. Atatürk İlkeleri arasında "Bütünleyici İlkeler" adı altında "Barışçılık" "İnsan ve İnsan Sevgisi" sayılmaktadır (s. 169-170). Hemen birkaç sayfa sonra tüm ülke sınırlarını çevreleyen bir düşmanlar ve tehditler kü­ mesi gündeme getirilerek b i l i n m e y e n "zanlılara" karşı adeta bir strateji ve savunma dersi verilmektedir. Yine 1994 yılında yazılan bir ilköğretim için Millî Tarih 7 kitabında 20. yüzyıl Türk Dünyası'nın yani yeni Türk c u m h u ­ riyetlerinin ele alındığı birkaç sayfalık bölümün önünde ve ar­ kasında i k i dikkat çekici okuma parçası bulunmaktadır. B i r i n ­ cisi "İnsan Sevgisi ve Evrensellik" adını taşımaktadır. Bugün dünya ulusları aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve ol­ makla uğraşmaktadırlar. Bu bakımdan insan bağlı bulunduğu ulusun varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya uluslarının huzur ve güvencini düşünmeli ve kendi ulusunun mutluluğuna ne kadar önem veriyorsa, bütün dün­ ya uluslarının mutluluğuna yararlı olmaya elinden geldiği ka­ dar çalışmalıdır. (Şenol Kalaycı, s. 149). Dört sayfa sonraki o k u m a parçasının adı ise "Tehdit": Dünya devletlerinin, çeşitli ideolojilerin Türkiyemiz üzerinde çıkar hesapları vardır. Yurdumuz kendi çıkarını gerçekleştir­ mek isteyen devletlerin tehdidi altındadır. ... Kalkınma ve gelişme isteği milletimiz için itici bir güç­ tür. Bu güç, milli birliğimize, bütünlüğümüze sahip çıkmamı­ zı iç ve dış düşmanlara karşı uyanık olmamızı sağlamaktadır. Bütün bu durumlar yurdumuzun önemini arttırmaktadır. Bu öneminden dolayı düşmanımız olan ülkeler, Türkiye'nin güç276



lü olmasını hoş karşılamayıp çeşidi yollardan devletimizin za­ yıflamasına çalışmaktadır (s. 154). Böylesi okuma parçalarıyla 12-13 yaşlarındaki gençlere h e m kaynaşma hem de korunma duygusunu aşılayabilmek hemen hemen imkânsızdır. İnkılap Tarifti 2'de "Atatürk İlkeleri" alt başlığı içinde sayı­ lan en önemli ilkelerden biri olan "cumhuriyetçilik" İlkesinin anlatımı içindeki alt bölümlerde ise yine iç ve dış tehdit yer al­ maktadır: "Atatürk düşünce sisteminde Cumhuriyetçiliğe yönelik iç ve dış tehditler" (s. 153). Atatürkçü düşünce sisteminde Cumhuriyetçiliğin temel hedefi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çı­ karmaktır... Türkiye'nin her alanda gerçekleştirdiği bu hızlı gelişme, Türkiye'yi Ortadoğu'nun en güçlü milleti durumuna getirdi. Türkiye'nin bulunduğu bölgede güçlü bir konuma gelmesinin, kendileri için tehlike olacağım düşünen komşu ülkeler, güçlü bir Türkiye'yi istememektedirler. ... Komşularımızın yanısıra, Orta Doğu'da egemen olma pe­ şinde koşan bazı devletler de, komşu ülkeleri, Türkiye'ye kar­ şı yönelik politikalarında desteklemektedirler. ... Türkiye'nin gelişmesini ve güçlenmesini istemeyenler, Cumhuriyetimize karşı bir tehdit oluştururken, maalesef bu dış güçler, ülke İçinde az da olsa, bazı vatandaş gruplarını ka­ zanmaya çalışmışlardır. Bilerek ya da bilmeyerek bazı vatan­ daşlarımız, Türkiye'yi bölme konusunda bir iç tehdit unsuru olmaktadırlar. ... Türkiye'ye yönelik iç ve dış tehdit unsurlarının en bü­ yük saldırıları "Cumhuriyetçiliğe" yöneliktir. Bu güçler, Cumhuriyetçiliği sürekli kötüleme yolunu seçmişlerdir. Çün­ kü, millet egemenliği yoluyla halkımızın bilinçlenmesini iste­ memektedirler... (Kemal Kara, İnkılap Tarihi 2, s. 153) Her şeyden önce 1945 yılında son bulan Cumhuriyet tarihi­ miz hakkında özellikle de bugünkü gelişmelerin önceki aşa277



m a l a n hakkında öğrenciye bilgi verilmemiştir. Bilgi sahibi o l ­ mayan bir genç bugün Türkiye'nin bölgesinde önemli bir güç olduğunu da anlayamaz. Güçlü olduğumuzu anlatmanın en zor ve etkisiz y o l u ise "biz güçlüyüz" demektir. Politik amaç­ ların ne olduğunu söylemek kitaplarda neredeyse bir alışkan­ lık haline gelmiştir. Yeni yazılan B i l i m Tarihi kitabında da " B i ­ l i m Tarihi'nin Önemi" şöyle anlatılmaktadır: Bilim tarihi, ... gençlerde, tarihsel ve kültürel kimlik oluşma­ sına yardımcı olur. Özellikle milletimizin ve bilim adamları­ mızın bilime hizmetleri ve katkıları anlatıldığı zaman, bu gençlerimizin kendi geçmişimizi daha iyi tanımasına neden olur. Bu da, gereksiz yere başka milletlere hayranlığı ve özen­ tiyi önler. (Mehmet Bayrakdar, s. 13) K o n u .ne olursa olsun ders kitaplarında amaçları b u üslup­ la belirtmek amacın anlamsızlaşmasından başka hiçbir işe ya­ ramaz. B u tür bir tarih eğitiminin zararı sadece ders kitaplarında da kalmamaktadır. Türkiye C u m h u r i y e t i tarihinin en temel kav­ ramlarından biri olan " C u m h u r i y e t " kavramının -birinci, i k i n ­ ci ve üçüncü C u m h u r i y e t tarışmaları da dahil olmak üzere­ d e almışında "resmî" ve "gayrı resmî" tarih anlayışları nere­ deyse aynı anlamsız yarış içindedirler. 18 Haziran 1995 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşet tanımı şöyledir: "İmparatorluktan Cumhuriyet Devrimi'ne" Osmanlılann yükselişinin simgesi olan Kanuni Sultan Sü­ leyman'ın uzun süren saltanatının arkasından, imparatorluk önce bir duraklama sonra da açık ve belirgin bir gerileme içi­ ne girer; 19. yüzyılda, "Avrupa'nın hasta adamı" olup çıka­ caktır. Buna bakıp, birçok yönetici reformlara girişecek; so­ nunda aydınlar da bir "Aydınlanma Çağı"m başlatacaklardır. Bütün bunlar, imparatorluğun batıp onun küllerinden doğan Cumhuriyet Devrimi'yle gerçek temellerine oturur. B u bir d i z i n i n baş manşetten tanımıdır. Eski "Resmî tez" altı çizilerek vurgulanmaktadır. Osmanlı'ya duyulan tepki, 1924278



1929 dönemindeki en güçlü dönemi, dolayısıyla Osmanlı tari­ hine "yergi" için yer veren öğretimi andırmaktadır. " C u m h u r i y e t " tarihçiliğinin popüler başka b i r boyutuna, bir de "gayrı resmî" olanına baktığımızda aynı güvensizliğin b i r başka anlatımını görmekteyiz. Yeni Yüzyıl gazetesinin 18 Haziran 1995 pazar e k i n i n i k i büyük sayfa kaplayan hikâyesi şöyledir: 21



"İşte g e r ç e k 1. Cumhuriyet" 1. Cumhuriyetin 1923'de k u r u l a n T ü r k i y e Cumhuriyeti o l ­ d u ğ u n u sananlar fena halde y a n ı l ı y o r l a r . . . Çünkü A n a d o l u toprakları ü z e r i n d e T . C . ' d e n daha Önce b i r cumhuriyet k u r u l ­ m u ş ; anayasası, meclisi, h ü k ü m e ü olan; bağımsız, demokra­ tik, laik bir cumhuriyet...



Kastedilen cumhuriyet 1918'de k u r u l a n Kars İslâm Şürası'dır. Cenub-i Garbi Kafkas C u m h u r i y e t i adıyla da bilinen bu kuruluşun O s m a n l ı d a k i milliyetçilik i d e a l l e r i y l e ve E k i m Devrimi'nin de etkisiyle hareketlenen yerel örgütlenmelerden biri olduğu açıktır. A n a d o l u ve Kafkasyadaki diğer örgütlen­ meler gibi Türkîer'in bu yöredeki siyasî birliğini amaçlamakta­ dır. "Gayrı resmî" tarih yapan gazete makalesinin alt başlıktaki " A n a d o l u toprakları" ibaresinin ve kuruluşun adı olan "Kaf­ kasya" ibaresinin o günkü karmaşık siyasî coğrafya içindeki değişken anlamını biliyoruz. A n c a k 73 yıldır siyasî ve iktisadi varlığını korumuş bir C u m h u r i y e t i n bu yerel ve kısa süreli bir "deneme cumhuriyet" ile karşılaştırılması tamamen tarih dışı bir çabadır. işte yöntemli ve güven veren sağlam bir resmî tarih öğreti­ m i n i n varolmamasmm, ilgi çekici gazetecilik yapma dürtüleriyle birleştiği nokta... 1960'lardan b u yana gelişen Osmanlı tarihi araştırmaları ve 1970'lerin sonunda başlayan Osmanlı/islâm geçmişinin vurgu­ lanması tarih kitaplarımızda Osmanlı Imparatorluğu'nun hak ettiği noktaya gelmesini ancak sağlamıştır. "Türk-lslâm Sente 21 Necdet Sakaoğlu, "ilkokul Tarih Programları ve Ders Kitapları", Buca Sem­ pozyumu, s. 137. 279



z i " olarak bilinen yaklaşımı daha tarafsız bir gözle değerlen­ dirmek lazım. Türkiye C u m h u r i y e t i topraklan üzerinde en be­ lirleyici en yaygın kültürel özellikler Türklükle ve islâm diniy­ le bağlantılıdır. Türk ve İslâm olmak bugünkü Türk vatandaşı-nın birçok vasfını tasvir eder ama tamamı da değildir. Bugün­ kü Türk vatandaşının kendisinin ve dünyanın geçmişini öğ­ renme isteğinin daha geniş amaçları da vardır. Fransız resmî tarih anlayışı, 1789 Devrimi'nden neredeyse 200 yıl sonra ancak şekillenmiştir. B i z i m kitaplarımızı andıran aşırı tek-ben tanırlık örneği veren Fransız tarih ders kitapları­ nın tanınmış bir yazarının etkisinin 19. yüzyılın sonlarından 1960'lara kadar sürdüğü İddia edilir. Ernst Lavisse'i "millî i l ­ k o k u l öğretmeni" ( B i r i n c i Kısım, d i p n o t 31) olarak gören Fransız nesilleri ancak son zamanlarda k i m l i k ve vatandaşlık anlayışının tarih dersleri yoluyla şahsın kimliğinden millî olan kimliğe, oradan da dünya vatandaşlığına ulaşması gerektiğine inanmaktadırlar. Türkiye'de tarih kitaplarında ciddi bir düzeltme gerçekleş­ tirme ihtiyacı 1991 sonrası duyulmuştur ve 1993-1994 yılında önemli b i r atılım yapılmıştır. Güvenilir bilgilerle güvenilir, çağdaş bir programın anlaşılır bir üslupla gençlere aktarılabil­ mesi hayli zaman alacaktır.



** * Demokratik bir değer sistemi içinde Türkiye C u m h u r i y e t i vatandaşı en önce kendi özel ve yerel sınırları içinde farklı ve eşit olmayı öğrenmek zorundadır. B u farklılıkların neler oldu­ ğunu bilmeden ne farkı takdir edebilir ne de benzerliği... Tarih eğitiminin en önemli özelliklerinden biri siyasal iktidar üstün­ lüklerinin geniş zaman içinde kalıcı olmadığını gözler önüne sermesi ve şahsın hayatı ile milletlerin hayatı arasında bir ya­ kın temas oluşturabilmesidir. A n c a k pragmatik siyaset açısından baktığımızda millî çı­ karlar ve yarışlar da yönlendirilmeye muhtaçtır. Geniş za­ manlı ve geniş mekânh yönlendirilme, şahsa çok k i m l i k l i bir 280



kuvvet vermeyi içermelidir. Tarihçiliğin bilimsel ve mali ola­ naklarının artması bu yönlendirilmenin niteliğini de geliştire­ bilecektir. insanların ve toplumların kendileri için belirledikleri, seç­ tikleri hareket planı olan siyasetten tamamen arınmış etkili güçlerden söz etmek hemen hemen imkânsızdır. Sosyal, eko­ n o m i k ve kültürel dinamikler dünyanın çoğul yapısı nedeniy­ le daima iradi kararlarla varlık göstermişlerdir. Siyasal tarihten ve siyasal y o r u m d a n uzaklaşmak bir bakıma, eleştiri ve çö­ zümleme gücünü de azaltmaktadır. Tarihin büyük siyasal ge­ lişmelerle ilişkisi bir yandan son derece d i n a m i k ve kaçınıl­ mazdır bir yandan da tarih eğitiminin geçici iktidarlara teslim olan ilişkisi şahısların hayata hazırlığı için son derece kısıtlayı­ cı bir etken olabilmektedir. Bugünkü tarih ders kitaplarının adları "Millî Tarih", "Genel Türk Tarihi". "Tarih", "İslâm Tarihi", "Osmanlı Tarihi", " B i l i m Tarihi" ve "Türkiye C u m h u r i y e t i Tarihi"dir. Daha önce de işa­ ret edildiği gibi "Dünya T a r i h i " ders kitabı yazılmamıştır. "Dünya" kavramının kitap yazarlarına özendirilmesi ülkemize dışarıdan bakma olanağı da sağlayabilir. Türk dünyasının ge­ nişlemesiyle araziye dayanan A n a d o l u efsanesinin yarattığı içe kapanıklık kısmen geride kaldı. M a z l u m ve esir Türkler ide­ olojisi etkisini kaybetmeye başladı. Tarihçilikte "evrensellik" farklı toplumları, kültürleri birbir­ lerine benzeterek sağlanamaz. Tüm Türkleri birbirlerine ben­ zeterek Türk Tarihçiliğine katkı sağlamak nasıl zorsa tüm i n ­ sanları birbirine benzeterek "evrensel" tarih yapmak da müm­ kün değildir. Bir bütün içinde kendi yerini kendi katkılarıyla alamayan bir tarihçilik de kısıtlı benlik yaratmaktadır ve tarih öğretimine faydalı olamaz. Türkiye'de tarih ders kitaplarında tarihin yöntemini bozan siyasetin, siyasal düşüncelerin ve siyaset kurumlarının içeriği 22



22



llber Ortaylı bu katkıyı esas olarak üslup bakımından ele almaktadır ve evren­ sel bir tarih üslubu olamayacağını, evrensel bir sentez katkısı olabileceğini sa­ vunmaktadır. "Tarih Öğretimi için Yazılacak Kitaba İlişkin Sorunlar", Buca Sempozyumu, s. 43-51. 281



değildir. Eger tarih ders kitabı yazarları siyaseti, her dönemin otoriter iktidarlarıyla özdeş tutarak muhafazakâr bir siyaset ta­ nımıyla hareket ederlerse, böyle düşünülebilir. V e tarih ders kitapları yazarlarıyla akademisyen tarihçiler daha geniş bir iş­ birliği içine girmezlerse tarih ders kitapları üretmek bir bürok­ ratik vazife olarak kalır. Milliyetçilik de siyaset gibi yeniden tanımlanmalıdır. M i l l i ­ yetçiliğin günümüz dünyasında i k i anlamı olduğu söylenebi­ lir: Birincisi diğer toplum ve kültürleri tanımaya kapalı olan, onlarla geçinmeye gönlü olmayan, sadece k e n d i n i b i l m e n i n haslet olduğunu sanan ve diğerlerini de düşman ve dost diye ayırmanın şart olduğuna inanan kısıtlı bilgi, kısıtlı benlik ola­ rak tanımlanabilir. İkinci tür milliyetçilik, k i buna " m i l l i l i k " de denebilir; dün­ ya ile bütünleşmeyi şahsiyetli bir yaklaşımla bir özgün plan ve program çerçevesinde gerçekleştiren, kendi toplum ve kültü­ rünün şartlarını gözönünde tutarak problemlere çare arayan türdür. Her şeyden önemlisi dünya tarihçiliği içinde de yerini 23



24



23 Tarihçilikte siyasetin önemini vurgulayan çalışmalar için bakınız Jacques Juİliard, "La Politique", Faire de LHisfoire II Nouvelles Approches, derleyenler Jacqu­ es Le Goß" ve Pierre Nora, Gallimard, 1974, s. 315; Howard Zinn,TJie Politics of History, Boston Bacon Press, 1970; Siyasetin tarihçilikte yeniden ö n e m ka­ zanması konusunda bakınız Frank Fûredi, Mythical Past. Elusive Future: His­ tory and Society in an Anxious Age, Londra, Pluto Press, 1992, s. 12-13, 36-41 ve 79-87. Füredi, A B D , Almanya, İngiltere ve Japonya'da siyasetle tarih bilimi­ nin ve genel anlamda tarihçiliğin bağlantısı konusundaki tartışmalara da yer vermektedir. Sovyetler Birliği ve Afrika'yı da kapsayan karşılaştırmalı bir araş­ tırma için bakınız Dickson A.Mungazi, Educational Policy and National Cha­ racter Africa, Japan, The United States and the Soviet Union, Wesport, Prager, 1993. Toplumsal teorilerin ve dolaylı olarak da siyasal teorilerin tarihçilik üzerindeki etkileri için bakınız Peter Burke, Tarih ve Toplumsal Kuram, çeviren Mete Tunçay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994, s. 74-93.



almaya özen gösterendir. Bu i k i n c i tür milliyetçilik için güçlü bir tarihçilik, güçlü bir tarih eğitimi gerekmektedir. Birinci tür milliyetçilik yüzeysel üstün körü bir tarihçilikle sağlanabilir. İşte 1930'larda şekillenen "Türk Tarih Tezi", o günkü m i l l i ­ yetçiliği ya da Türklüğü vurguladığı için değil, daha çok üstünkörü bir tarihçiliği gelenekselleştirdigi için tarihçiliğin ge­ lişmesini yavaşlatmıştır. Sadece kendini bilmeye özen göster­ diği, muhalif ya da farklı olan herhangi bir d i n a m i z m i meşru görmediği, öğrenmeye değer bulmadığı ve karşılaştırma yapa­ madığı için yetersizdir. D i l i m i z d e k i bazı deyimler bazı b i l i m dallarıyla ilgili görüşle­ r i m i z i ele verir. Örneğin, "tarihe karışmak" gündelik dilde ar­ tık önemini ve hayatiyetini yitirmek anlamına gelir. Oysa biz­ ler için gerçek anlamında tarihe karışmak gerekiyor, h e m m i l ­ li/yerel olarak hem de dünya tarihçiliğinin olanaklarıyla birlik­ te. Tarih ders kitaplarımızın e n ç o k önem vermesi gereken nokta budur. Tarihe karışmadan şahsiyetini bulmak, özgür ve güvenli bir şahıs olmak zordur. Karışmak da yine çift anlamlı­ dır, hem dünya içinde erime hoşgörüsüne hem de dünya so­ runlarına müdahale etme özgüvenine sahip olabilmek...



24 Milliyetçilik teorileri konusundaki tartışmalar, özellikle Yugoslavya'nın ve Sovyetler Birligi'nin dağılmasıyla hız kazanmıştır. Önceki milliyetçilik teorisyenleri gibi "milletleri" gelişme teorileri çerçevesinde zorunlu bir kategori ola­ rak görmeyi reddeden ve bu yeni gelişmeleri "millet olma hali" (naıionness) terimiyle açıklamaya çalışan bir tartışma için bakınız Rogers Brubaker, "Ret­ hinking Nationhood: Nation as Institutionalized F o r m , Practical Category, Contingent Event" ve Charles Tilly, " A Bridge Halfway: Responding to Bruba­ ker", Contention Debates in Society, Culture and Science, Güz 1994, C!lt 4, sayı l , s . 3-19. 282



283



KAYNAKÇA



G E N E L (TARİH BİLtMİ V E U L U S Ç U L U K ) Kitaplar Anderson, Benedict. 1983. Imagined Communities, Reflections on the Origins and Sperad of Nat ionalism, Londra: Verso. Allison, John M . 1943. Condorcet, A Forgotten Historian, Essays in Honor of Albert Feailierat, Derleyen Henri M . Peyne, Yale Romantic Series, Cilt. XXII, Yale: Ya­ le University Press. Altinay, Ahmet Refik. 1932. Kanaat Kütüphanesi.



Fransız Müverrihleri, Alman Müverrih feri, istanbul:



Antoni, Carlo. 1959. From History to Sociology, The Transition in German Historical Thinking. Londra: Merlin Press. Barnard, E M . 1969. J . G . Herder on Social and Political Culture, Cambridge: (Dok­ tora Tezi. Cambridge,



1969)



Becker, Carl. 1935. Everyman His Own Historian, Chicago: Quadrangle Books. Becker, Carl. 1932. The Heavenly City of the Eighteenth Century, Yak: Yale Univer­ sity Press. Prof. Bernheim, E. 1936. Tiirh limine Giriş, Tarih Metodu ve Felsefesi, Çeviren Şük­ rü Akkaya, İstanbul: Devlet Basımevi. Berghalm, Volker R. ve Schissler, Hanna, (Derleyenler). 1987. Perceptions of His­ tory, international Textbook Research on Britain, Germany and the United States, Oxford: Berg Publishing Ltd. Bourde, Guy ve Martin, Herve. 1983. Les Ecoles Historiques, Paris: Editions du Seuil. Braudel, Fernand. 1980. On History, Ingilizceye Çeviren Matthews, S. Chicago: University of Chicago Press. Breisach, Ernst. 1983. Historiography, Ancient Medieval and Modem, Chicago: The University of Chicago Press. Breuilly, John. 1985. sity Press.



Nationalism and the Stale, Manchester: Manchester Univer­



285



Buy, j . B . 1920. The Idea of Progress, A n Inguiry into its Origins and Growth, Londra: Macmillan and C o , Ltd. Butterfield, H . 1979. Man on his Past, Cambridge: Cambridge University Press. Butterfield, H . 1944. The Englishman and His Historian, Cambridge: Cambridge University Press. Butterfield, H . 1965. The Whig interpretation of History, New York: W W Norton & Idéologique



des Historiens Français 1865-1885. Toulouse: Privât. Carr, E . H . 1961. What is History, New York: Penguin Books. Crabbs, Jack A . , j r . . The Writing of History in 19th Century Egypt, Kahire: T h e American University of Cairo Press. Collingwood, R . G . The Idea of History, Oxford: Oxford University Press. Condorcet, M . de. 1795. Outline of an Historical Wiew of the Progress of the Human Mind, Londra: j . Johnson i n St. Paul's Church Yard. Croce, Benedetto. 1968. Théorie et Histoire de L'Historiographie, Cenevre: Librairie Droz. Deletam, Dannis ve Hanak, Harry, derleyenler. Historians as Nation-Builders Cent­ ral and South-East Europe, 1988. Londra: Macmillan Press. Diciionaire des Sciences Historiques. 1986. Les Presses Universitaires de France. Eade, J . C . , derleyen. 1983. Romantic Nationalism, Sydney: Australian National University Press. Earle, Edward Mead, derleyen. 1950 Nationalism and Internationalism, New York: Columbia University Press. Elton, G.R. 1967. The Practice of History, Glasgow; Collins Fontana. Ergang, R . R . A . M . 1931. Henler and the Foundations of German Nationalism, New York: Columbia U n i . Press. Ferro, Marc. 1984. The Use and Abuse of History or How the Past is Thought, Lond­ ra; Routhledge and Kegan Paul. Gardiner, Patrie, derleyen. 1959. Theories of History, N e w York: The Free Press. Gellner, Ernest. 1987. Culture, Identity and Politics, Cambridge: Cambridge U n i ­ versity Press. Gellner, Ernest, 1983. Nations and Nationalism, Oxford: Basil Blackwell. Gobineau, Count. 1856. Moral and Intellectual Diversity of Races, Philadelphia: J.B. Lippencott and C o m . G o o c h , G . Peabody. 1952. History and Historians in the 19th Century, Londra: Longman's Grenn and C o m . Iggers, Georg G . 1983. The German Conception of History, Connecticut: Wesleyan University Press. Hanolaux, Gabriel. 1932. Tarih ve Müverrihler, Çeviren Ahmed Refik. Istanbul: Kanaat Kütüphanesi. Hayes, Carlton j . H . 1960. Nationalism: A Religion, New York: Macmillan Co. Hayes, Carlton J . H . 1931. Historical Evolution of Modem Nationalism, New York; Macmillan C o . 286



Hobsbawm, Eric ve Ranger, T . , derleyenler. Cambridge: C . U . P



1983. The Invention of Tradition



Hobsbawm, Eric. 1987. The Age of Empire, 1875-1914, Londra: Weidenfeld and Nicolson. Jullian, Camille. 1897. Historiens Français du XIX Siècle, Paris: Librairie Hachette



Company. Carbonell, Charles-Olivier. 1976. Histoire et Historiens Une Mutation



Hertz, Frederick. 1950. Not tonality in History and Politics, New York: The Huma­ nities Press.



etC Kedourie, Elie. 1966. Nationalism, Londra: Hutchinson University Library. Kedourie, Elıe, derleyen. 1971. Nationalism in Asia and Africa, Londra: Frank Cass. Kohn, Hans. 1929. History of Nationalism in the East, New York: Harcourt, Brace and Company. K o h n , Hans. 1983. Panislavism ve Rus Milliyetçiliği, Çeviren Dr. A g â h Oktay G ü ner. istanbul: Kervan Yayınlan. Langlois, V C h . ve Seignobos, Charles. 1898. Introduction aux Etudes Historiques, Paris: Hachette. Le Bon, Gustave. 1931. Bases Scientifiques d'une Philosophie de l'Histoire, Paris: Er­ nest Flammarion. ( T ü r k ç e y e çeviren Haydar Rifat. 1932. Tarih Felsefesinin 11miğ Esasları, istanbul: Şirketi Mürettibiye Matbaası. Kitabın üzerinde yazarın ismi yok.) Levenson, J.R. 1958. Confucian China and Its Modem Fate, The Problem of Intellec­ tual Contiımity, Londra: Routledge and Kegan Paul. Lewis, Bernard ve Holt, E M . , derleyenler. 1962. Historians of the Middle East, Londra: Peter Malcolm. Lowith, Karl. 1949. Meaning in History, Chicago: Phoenix Books. Marwick, Arthur. 1970. The Nature of History, Hong Kong: Macmillan Education. Mitchison, Rosalind. 1980. The Roots of Nationalism, Studies in Northern Europe, Conf. Papers, University of Wales. Edinburg: John Dorai Publishers. M o n o d , Gabriel. 1938. Tarihte Usul, Çeviren Kazım Şinasi Dersan. istanbul: Dev­ let Basımevi. Morley, Viscount. 1913. Notes on Politics and History, A University Address, Londra: Macmillan and C o m . Nora, Pierre. Les Lieux de Mémoire, Paris: Gallimard. Pillard, Eugene. 1926. Race and History, New York: Alfred A . Knopf. Rama, Carlos M . 1981. Nacionalismo e Historiogra/la en America Latina, Madrid: Editorial Tec nos. Ranke, Leopold von. 1981. The Secret of World History Selected Writings on the Arı and Science of History, Yayma hazırlayan Roger Wines. New York: Fordham University Press. Ranum, Oresl., derleyen. 1975. National Consciousness, History, and Political Cul­ ture in Early-Modern Europe, Baltimore: The Johns Hopkins University Press. Rosenthal, Franz. 1968. A History of Muslim Historiography, Leiden; E.J. Brill. Seignobos, Charles. 1934. Etudes de Politique et d'Histoire,. Paris: Les Presses U n i ­ versitaires de France. 287



Seton-Watson, H . 1977. Nations and States, Colorado; Westview Press Inc. Smith, Anthony, 1971. Theories of Nationalism, Londra; Gerald D u c k w o o d a n d Company Ltd. Smith Anthony. 1976. Nationalist Movements, Londra: Macmillan Press. Smith, Anthony. 1986. Ethic Origins of Notions, Oxford: Basil Blackwell. Stalin, Joseph. 1967. Marfcîizm ve Millî Mesele, Ankara: Sol Yayınları. Stern, Fritz, derleyen. 1973. The Varieties of History, From Voltam to the Present, New York: Vintage Books. O'Sullivan, Noel. 1983. Fascism, Londra: J . M . Dent and Sons L t d . Thompson, j . W 1958. A History of Historical Writing, New York: T h e Macmillan Company. Toulmin, S. ve Goodfield, J. 1965. The Discovery of Time, New York: Harper and Row Publishers. Vico, Giambatlista. 1994. The New Science ( ç e v i r e n l e r T . G . Bergin ve M a x H . Fisch), Ithaca: Cornell University Press. Zlnn, Howard. 1971. The Politics of History. Boston: Beacon Press. Makaleler Adamson, W 1983. "Benedetto Groce and the Death of Ideology", Journal of Mo­ dem History (J M H), 55: 2, 208-236. Bartosek, Karel. 1968. "Czechoslavakia: The State of Historiography", Journal of Contemporary History (f C H), II: 3, 143-155.



inalcık, Halil. 1953. "Some Remarks o n the Study History in Islamic CountriesMiddle East foumal, VII. 451-55. Kennedy, E M . "The Decline of Nationalistic History in the West 1900-1970" f C H , VIII: 1, 77-100. Kerleroux, P. ve diğerleri. " L e Sentiment National A u j o u r d ' h u i " , Le Monde de VEducation, Paris. Eylül 1983, 42-49. Langsam, W C . 1950. "Nationalism and History Writing in the Prussian Elemen­ tary Schools Under William II", Nationalism and Internationalism, Derleyen E . M . Earle. New York, 241-265. Mitchell, Marion. 1931. "Emile Durkheim and the Philosophy of Nationalism", Political Science Quarterly, 46, 87-106. Parker, Christopher. 1980. "History as Present Politics", Winchester Research Pa­ pers in Humanities, Winchester: King Alfred's College. Parker, Christopher. 1983. "English Historians and the Opposition to Positivism" History and Tlıcoıy, XXII: 2, 120-145. Peyrot, Jean. "Les Programmes D'Histoire dans le Enseignement E l é m e n t a i r e et Secondarie", Colloque sur L'enseignement Historien et Céographs 281 Kasım 1980, 202-207. Robbins, Keith. 1981. "History, The Historical Association and the National Past" History, 66, 413-425. Rossi, Ettore. 1926. " G l i Studi de Storia Ottomana i n Europa ed i n Turchia Nell'Ultimo Venticinquennio (1900-1925)", Oriento Moderno, VI, 443-460. Ryszka, Franciszek. 1968. "Poland: Some Recent Revaluations", J CH, II: 3, 107-123.



Bogue, Allan G . 1968. " U S A : The New Political History", J C H , III: 1. 5-27.



Seton-Watson, H . "Unsatisfied Nationalisms",] C H, Cilt VI, N o . 1.



Borsody, Stephen. 1952. "Modern Hungarian Historiography", J M H : 24 Aralık,



Sheehan, James j . 1981. "What is German History? Reflections o n the Role of the Nation in German History and Historiography", f M H , Cilt 53, 1-23.



398-405. Caillois, Roger. 1963. "Circular Time, Rectilinear Time", Man and Concept of His­ tory in the Orient, Diogenes (özel s a y ı ) , 42, 1-13. Comte, Gilbert. "Lens eigne men t et le Sentiment National, Notre Histoire", Le Monde, Eylül 17, 1983: Duroselle, J.B. 1980. "LHistoire Nationale. Element Essentiel de la Culture d'un Pays", Colloque sur I'Enseignement, no. 281, 224-232. Ehrard, Jean el Palmade, Guy. 1965. "LHistoire au 19 Siecle: Erudition, Scientis­



Smith, D . M . 1973. "Benedetto Croce: History and Politics", J C H , 8: 1, 41-61. Tachau, Frank. 1963. "The Search for National Identity A m o n g the Turks" die Welt-des Islanış, Cilt VIII, no. 3. Vasquez de Knauth, Josefina. 1968. "Education and National Integration Mexi­ co", J C H , 11:3,203-215. Werstadt, Jaroslav. 1925. "The Philosophy of Czech History", Slavonic Review 3 533-546.



t s , Positivisme", LHistoire, Paris: A r m a n d Colin. 67-80. Ersanh, B ü ş r a , Û z d o ğ a n , G ü n a y G . 1985. " U l u s ç u l u k , İktidara G e ç e n K ü l t ü r " , Toplum ve Bilim, N o . 30, 175-84. Hayes, Carlton. 1927. "Contributions of Herder to the Doctrine of Nationalism", American Historical Review, XXXII: 4, 719-736. "History Today: U S A , Britain, France, Italy, Germany, Poland, India, Czechoslava­ kia, Spain, H o l l a n d " , ; C H, 11,1,1967. Hobsbawn, Eric. 1972. "Some Reflections o n Nationalism", Imagination and Preci­ sion in the Social Sciences, Derleyenler T.J. Nossiter, A . H . Hanson ve Stein Rokkan, Londra: Faber and Faber. Horn, T . C . R . Ritter, Harry: 1986. "Interdisciplinary History: A Histori o graphical Review", The History Teacher, 19: 3, 427-448. 288



T Ü R K I Y E (SIYASAL HAYAT) Agaoglu, A h m e d . 1972. Üç Medeniyet, Istanbul: Devlet Kitapları. Agaoglu, Ahmed. 1933. Devlet ve Fert, istanbul: Sanayi-i Nefise Matbaası. Agaoğlu, Ahmed. 1942. İhtilal mi, İnkılap mı?, Ankara: Alaaddin Kral Matbaası. Agaoglu, Ahmed. 1930. Serkeşi insanlar Ülkesinde, İstanbul: Sanayi-i Nefise Mat­ baası. Ağaoğlu, Samet. tarihsiz. Babamın Arkadaşları, istanbul: Nebioglu Yayınları, 2. ba­ sım. Agaoğlu, Samet. 1972. Demokrat Partinin Doğusu ve Yükseliş Sebepleri, istanbul; Baha Matbaası. 289



A k ç u r a , Yusuf. 1976. Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara: T ü r k Tarih K u r u m u Basımevi.



Gökalp, Ziya. 1974. Türk Medeniyeti Tarihi, istanbul: Toker Basımevi.



Akçura Yusuf. 1928. " T ü r k ç ü l ü ğ ü n Tarihi". Türk Yth, İstanbul, 1928, s. 287-455,



Gökalp, Ziya. 1958. Türkçülüğün Esasian, istanbul: Varlık Yayınlan.



sadeleştirilerek basımı T ü r k ü l ü ! ; , Türkçülüğün Tarihi Gelişimi, derleyen Sakın Öner, İstanbul: T ü r k Kültür Yayını, 1978. Alp, Tekin..1917. The Turkish and Pon-Turhish ideal, Londra: Admiralty War Staff



Ekonomik ve Toplumsal Sorunları 1923-1938, 1977. İstanbul:



Yüksek iktisat ve Ticaret Mektebi Mezunları Neşriyatı. Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar - Özel İşaretleri, U y a n l a r ı ve Düştüğü Notlar ile. 2 Cilt. 1983 ve 1985. yayma hazırlayan Gürbüz Tüfekçi, Ankara: Türkiye İş Ban­ kası Kültür Yayınlan.



derleyen ve ce



Olarak Abdullah Cevdet istanbul- Oc



Hanioğlu, Şükrü. 1987. Osmanlı ittihat ve Terakki Cemiyeti ve J ö n Türklük 1889¬ 1902, istanbul: İletişim Yayınlan. Heper, Metin, derleyen. Tarihsiz; Readings in Turkish Politics I, Istanbul- Boğaziçi Üniversitesi Yayınları. Heyd, Uriel. 1950. Foundations of Turkish Nationalism, Londra: Luzac and C o m Harvill Press.



Atatük'ün Söylev ve Demeçleri. 1972. Ankara: T ü r k Tarih K u r u m u Basımevi. Atay, Falih Rıfkı. 1969. Çankaya,



Gökalp, Ziya. 1959. Turkish Nationalism and Western Civilization vıren, Niyazi Berkes. New York: Columbia University Press. Hanioğlu, Şükrü. 1981. Bir Siyasal Düşünür dal Neşriyat.



Intelligence Division. Alp, Tekin. 1944. Türfc Ruhu, Istanbul: Remzi Kitabevi. Döneminin



ve Dotru Yol Istan



bul; inkılap ve A k a Kitabevleri Ltd. Şti.



Alp, Tekin. 1937. Le Kemalisme, Paris: Librairie Felix Alcan.



Atatürk



Gökalp, Ziya. 1976. Türkleşmek, islamlaşmak. Çağdaşlaşmak



İstanbul: Doğan Kardeş Basımevi.



Atay, Falih Rıfkı. 1931. Faşist Roma, Kemalist Tiran ve Kaybolmuş Makedonya, A n ­



inan, Afet. 1969. Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal'in Elyazûan, rih Kurumu Basımevi.



Ankara: T ü r k Ta­



Karaca, Kurt. 1971. Milliyetçi Türkiye, Ankara: Çınar Yayınevi.



kara: Hakimiyeti Milliye Matbaası. Avcıoglu, Doğan. 1978. Türklerin Tarihi, istanbul: Tekin Yayınevi. Aydemir, Şevket Süreyya. 1932. İnkılap ve Kadro, istanbul: Ahmet Halit Kitabevi.



Karat, Enver Ziya. 1956. Atatürk'ten lan.



Düşünceler,



Ankara: Türkiye Iş Bankası Yayın­ '



Karaosmanoglu, Yakup Kadri. 1981. Atatürk, istanbul: Birikim Yayınlan.



Aydemir, Şevket Süreyya. 1987. Tek Adam, Cilt III. istanbul: Remzi Kitabevi. Aykut, Şeref. 1936. Kemalizm, istanbul: Muallim Ahmet Halit Kitabevi.



Karaosmanoğlu, Yakup Kadri. 1968. Politikada 45 Yıl, Ankara: Bilgi Yayınlan.



Berkes, Niyazi. 1964. The Development of Secularism in Turkey, Montreal.



K i l i , Suna. 1982. Türk Anasayalan,



Bİla, Hikmet. 1979. C H P Tarihi 1919-1979, Cilt 1. Ankara: Doruk Matbaacılık Sa­



Kushner, David. 1977. The Rise of Turkish Nationalism, Londra: Frank Cass.



nayii. Bozkurt, Mahmut Esat. 1940. Atatürk



İhtilali, İstanbul; yeniden basımı, İstanbul:



Altın Kitaplar Yayınevi, 1967. Burçak, Rıfkı Salim. 1979. Türkiye'de Demokrasiye Geçiş 1945-1950, Ankara: O l g a ç Matbaası. Cansever, Hasan Ferit. 1928. Ocak Mesaisi Hakkında 1927 Kurultayına Arzedilen Teklilerim, Ankara: T ü r k Ocakları Merkez Heyeti Matbaası. C H P Tüzük ve Programları 1931 ve 1935. Giritlioğlu, Fahir. 1965. Türk Siyasî Tarikinde CHP'nin Mevkii, Ankara: Ayyıldız Matbaası. Georgeon, F r a n ç o i s . 1987. Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri, Yusuf Akçura



(1876¬



1935). Ankara: Yun Yayınları. Goloğlu, Mahmut. 1971. Cumhuriyete Doğru, 1921-22, Ankara: Başnur Matbaası. Goloğlu, Mahmut. 1971. Türkiye Cumhuriyeti 1923, Ankara: Başnur Matbaası. . Goloğlu, Mahmut. 1974. Tek Partili Cumhuriyet 1931-38, Ankara: Kalite Matbaası. Goloğlu, Mahmut. 1974. Millî Şef Dönemi,



1939-1945, Ankara: Kalite Matbaası.



Goloğlu, Mahmut. 1982. Demokrasiye Geçiş 1946-50, İstanbul: Kaynak Yayınları. Gökalp, Ziya. 1947. F ı r k a Nedir ve Doğru Yol. Derleyen. Enver Behnan Şapolyo. Zonguldak: Doğu Yayımı 8.



istanbul: Tekin Yayınevi.



Landau, Jacob. 1981. Pan-Turfeism in Turkey, A Study of Irredentism, Londra C Hurst and C o m . Lewis, Bernard. 1961. The Emergence of Modern Turkey, Londra: Oxford University Press. ' Mardin, Şerif. 1969. Continuity and Change in The Ideas Yong Turks, Ankara: Yeni­ şehir Matbaası. Mardin, Şerif. 1962. J ö n Türklerin Siyasî Fikirleri, istanbul: iletişim Yayınlan. Mazıcı, Nurten. 1984. Belgelerle Atatürk Döneminde Muhalefet, istanbul; Dilmen Yayınevi. Oran, Baskın. 1988. Atatürk Milliyetçiliği Dost Kitabevi Yayınlan.



Resmi ideoloji Dışı Bir inceleme, Ankara¬



Ortaylı, Ilber. 1987. imparatorluğun En Uzun Yüzydı,



istanbul: H i l Yayınları.



Öztürk, Kâzım. 1968. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri ve Programlan,



istanbul



A k Yayınları Ltd. Parla, Tana. 1980. The Social and Political Thought of Ziya Gökalp, NewYork: C o ­ lumbia University Microfilms. Türkçesi: 1989. Ziya Gökalp, Kemalizm ve Tür­ kiye'de Korporatizm, istanbul: iletişim Yayınlan. Peker, Recep. 1936. İnkılap Tarihi Dersleri, Ankara: Ulus Basımevi. Pittard, Eugene. 1931. L a Visage Nouveau de la Turquie, Paris: Société d'Editions Géographiques, Maritimes et Coloniales.



Gökalp, Ziya. 1964. Hars ve Medeniyet, Ankara: Balkanoğlu Matbaacılık Ltd. 290



291



Şapolyo, Enver Behnan. 1951. Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1918-1950, yeniden ba­ sımı 1958, istanbul: Ahmet Halit Yaşaroghı T ü r k A.Ş. Shaw, Stanford ve Shaw, Ezel Kural. 1977. History of the OUoman Empire and Mo­ dem Turkey, 2 Cilt, Cambridge: Cambridge University Press. Sunar, İlkay. 1974. State and Society in Ihe Polilics Turkey's Development. Ankara: SBF Yayınlan. Tanilli, Server. 1976. Anayasalar ve Siyasal Belgeler, İstanbul; Sulhi Garan Matba­ ası. Timur, Taner. 1968. Türk Devrimi, Ankara: Sevinç Matbaası. Timur, Taner. 1971. Tarh Devrimi ve Sonrası (1919-1946), Ankara: Doğan Yayınları.



Akkaya, Şükrü. 1937. Tarih İlmi ve Tezimize istanbul: Ebuzziya Matbaası. Akkaya, Şükrü, 1938. Tarihin Tarihine Kuş Bakışı, Ankara: Recep Ulusoglu Bası­ mevi. Akşin, Sina, derleyen. 1987-1989. Türkiye Tarihi, 4 Cilt. istanbul: Cem Yayınevi. Alkan, Türker. 1982. The Political Integration of Europe: A Content Analysis of the Tur­ kish, French, German and Italy in History Textbooks, Ankara: M E T U Publications. Arık, Remzi Oğuz. 1983. Coğrafyadan



Vatana, Ankara; Kültür ve Turizm Bakanlığı.



Arsal, Sadri Maksudi. 1979. Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları,



istanbul:



Otüken Neşriyat.



Timur, Taner. 1986. Osmanlı Kimliği, istanbul: H i l Yayınlan.



Atatürk Hakkında Konferanslar. 1946. Türkiye Devrim Tarihi Konferansları. A n k a ­ ra: T T K Basımevi.



Tunaya, Tank Zafer. 1964. Devrim Hareheileri içinde Atatürk ve Atatürkçülük, is­



Atsız, Nihai. 1975. Türk Tarihinde Meseleler istanbul: Û t ü k e n Yayınlan.



tanbul: Baha Matbaası. Tunaya, Tank Zafer. 1952. Türkiye'de Siyasi Partiler 1859-1952, istanbul: Doğan Kardeş Yayınları. Tunaya, Tank Zafer. 1984, 1986, 1989. Tûrhiye'de Siyasi Partiler, Ü ç Cilt, istanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları. Tunaya, Tarık Zafer. 1960. Türkiye'nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, İs­ tanbul: Yedigün Matbaası. Tunçay, Mete. 1981. Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (7923-1931), Ankara: Yurt Yayınları 1. Turan, Şerafettin. 1989. Atatürk'ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düfünürlec Kitaplar, Ankara: T T K Basımevi.



Atsız, Nihal. 1935. Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar, istanbul: Arkadaş Basımevi. Babinger, Franz. 1992. Osmanlı Tarih Yazarları



ve Eserleri, çeviren C o ş k u n Üçok,



Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Baltacıoğlu, ismail H . 1935. Tarih ve Terbiye, istanbul: Semih Lütfi Bitik ve Bası­ mevi. Başgöz, ilhan ve Wilson, Howard. 1968. Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Ata­ türk, Ankara: Dost Yayınlan. Berktay, Halil. 1983. Cumhuriyet İdeolojisi ve Fuat Köprülü, istanbul; Kaynak Ya­ yınlan. Beşikçi, ismail. 1978. Türk Tarih Tezi, Günes-Dil Teorisi ve Kürt Sorunu, Yeni bası­ mı 1991, Ankara: Yurt Kitap-Yayın.



Turgut, Nükhet. 1984. Siyasal Muhalefet, Ankara: Birey ve Toplum Yayıncılık.



Cevdet Tarihi. 1271-1292. Cilt 1-10, istanbul: Matbaa-yı Amire.



VVıdmann. Horst. 1981. Atatürk Üniversite Reformu, Çeviren A . Kazancıgil, Ş. Boz-



Cevdet Tariki Teri:b-i Cedid. 1301-1309. 12 Cilt, istanbul: Matbaa-yı Osmaniye.



k u n , istanbul: istanbul Matbaası.



Tarik-i Cevdet. 1972-74. I-XII Cilt. istanbul: Fatih Yayınevi. Tarih-İ Cevdet (Tarih-i Vekayi-i Devleti Aliyye). 1983. Cilt I, istanbul: Üçdal Neşriyat. Çöker, Amiral Fahri. 1983. Türk Tarih Kurumu, Kuruluş Amacı ve Çalışmaları,



T Ü R K İ Y E ' D E TARİHÇİLİK



An­



kara: T T K Basımevi. Çambel, Hasan Cemil, 1964. Makaleler, Hatıralar, Ankara: T T K Basımevi.



Kitaplar Afet, derleyen. 1930. Vatandaş için Medeni Bilgiler, İstanbul: Milliyet Matbaası. Afet. 1933. Gazi Mustafa Kemal Atatürh ve Türk Tarih Kurumu, Ankara: T T K Bası­ mevi. Afet, Sadri Maksudi ve R. Galip. 1930. Türk Tarihi Hakkında Mütalaalar, Ankara: T ü r k Ocak lan Neşriyatı. Afet [İnan! ve diğerleri, 1930. Türk Tarihinin Ana Hatları, İstanbul: Devlet Matba­ ası . A h m e d M i l h a d Efendi. 1871-1881. Kainat (Univers). 15 Cilt, istanbul: A . H . Akbayrak, Hasan. 1987. "From Court History Recorder to an Official Historical Writing Society in Turkey: The Case of Ottoman Historical Society", yayınlan­ mamış Master Tezi, Boğaziçi Üniversitesi. Akkaya, Şükrü. 1938. Tarih İlminin Tarihi, Ankara: Ulus Basımevi.



292



Dewey, John. 1939. Türkiye Maarifi Hakkında mevi.



Rapor, istanbul: Milli Eğitim Bası­



D u r u , Kâzım Namı. 1938. Kemalist Rejimde Eğitim ve öğretim, istanbul: Kanaat Kitabe vi. Emre, Ahmet Cevat. 1956. Atatürk'ün Basımevi.



inkılap Hedefi ve Tarih Tezi, İstanbul: E k i n



Ergin, Osman Nuri. 1977 [1943]. Türkiye'de Maarif Tarihi, Cilt 3-4, Yeni basımı. İstanbul: Eser Matbaası. [Ergun] Saadettin Nüzhet. 1934. Samih Rıfat Hayatı ve Eserleri, İstanbul: Samih Lütfi Matbaası. Evliya Çelebi. 1963. Seyahatname (Giriş), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı. Felsefe Kurumu Seminerleri, 13-15 Kasım 1975'de toplanan "Türkiye'de Tarih Eği­ timi" seminerinde sunulan tebliğler ve yapılan konuşmalar. 1977. Ankara: T T K Basımevi.



293



Georgeon, F r a n ç o i s . 1978. Yusuf Akçura



(1876-1935) Contribution a L'étude du Mo¬



Ortaylı, Hber. 1982. Gelenekten Geleceğe, istanbul: H i l Yayınlan



vement National en Turquie au début du XX"" Siècle, Thèse pour le doctorat de I U * cycle. Paris. Türkçesi: 1986. Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri - Yusuf Ahçu-



5



t m



B a Î "



3



P 3 5 a



'



1



9



S



-



?



D



e



W



e



I



A



d



a



G



a



m



l



a



n



n



a



N



a



S



İ



h



-



M



U



k ü l t ü r ve Turizm



M



ra (1876-1935), Ankara: Yurt Yayınlan. G ö k m a n , Muzaffer.



1978. Tarihi Sevdiren Adam, Ahmed Refik Altınay,



istanbul:



SC



Türkiye Iş Bankası Kültür Yayınlan.



111



C a f C r



"



I



9



-



M



5



P



'



r



a



h



h



m



a



İ



^



l



'



S



I



a



n



b



U



İ



:



M



a



t



b



a



a



C



" *



-



Sezer, H . Emin. 1976. R e m * O g u ^ n k , İstanbul: Toker Yayınlan



Günallay, Şemseddin, Tankuı, H . Reşit. 1938. D i l ve Tarih Tezlerimiz Özerine Ge­ rekli Bazı İzahlar; istanbul: Devlet Basımevi.



Tank Müderris ve Muallimleri içtima,. 1932. Maarif Vekaleti. Ankara: H . Nil Mat¬



Hamdullah Suphi [ T a n n ö v e r ] , 1931. Dagyolu, Ankara: T ü r k Ocaklan ilim ve Sa­ nat Heyeti, ilim ve Sanat Neşriyatından.



T



Hoca Sadeddin. 1979. Tac'ût Tevarih, Hatime, Cilt 5, İstanbul: Kültür Bakanlığı Ya­ yınları, Bilim Dizisi 1.



T



iğdemir, Ulug. 1963. Atatürk'ün Buyruğuyla Türfe Tarih Kurumu için



NÎnTa't'S"



Hazırlanan



"tnÎfT™ " ^ " ' ^ B t m t , . ' ^ K



E



1



9



ap,ar mn



BÜyÜh



5



G * * * » *



^



MüJlÜOğU



L



1969. istanbul: Millî Eğitim BaHİh



™- ™ Ank



W«» E g i



Bir Program Taslağı, Ankara: T T K Basımevi. İğdemir, U l u g . 1973. Cumhuriyetin



Ellinci Yılında Türh Tarih Kurumu,



Ankara:



Togan, Zeki Velidi. 1985. Tarihte Usul, istanbul: Enderun Kitabevi



T T K Basımevi. iğdemir, Uhığ. 1976. Yıllann İçinden, Ankara: T T K Basımevi. inan. Afet. 1960. Tarih Tezi Üzerine İnceleme



Tög^n, Zeki Velidi. 1946. ümumi Türk Tarikine Giriş, istanbul; Ismai. A k g ü n Mat¬



ve Makaleler; Ankara: Akın Matbaası,



inan. Afet. 1947. Türhiye Halkının Antropolojik Karakteri ve Türkiye Tarihi, Anka­



T



ra: T T K Basımevi.



° cmiîİÎ



yınlan 38, A.Ü. Basımevi. Kansu, Şevket Aziz. 1938. Antropoloji Dersleri, Cilt V, Ankara: Türk Tarih Kurumu



rs



Basımevi.



^



"' ^ Ad



M



*



mevi. Key, Kerim. 1954. An Outline of Modem Turkish Historiography, istanbul. K o ç u , Reşat Ekrem ve Halit, Ahmed. 1930. Türk Tariki Bilgisi, İstanbul: A . Halit



— • —



'—bul, Hüsnüta-



rumu Basımevi. istan­



bul: Devlet Kitapları. Koray, Enver, 1987 [1952] Tarik Yayınları Bibliyografyası, 4. Basım. Ankara: Millî Eğitim Basımevi. ikinci Maarif Şûrası. 1943. Çalışma Programı, Raporlar, Konuşmalar. T . C . Maarif Vekilliği. Mehmet Neşri. 1983. Neşri Tariki, Cilt 1 ve II, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Muştala Nuri Paşa. 1987. Netayic-i Vukuat, Kurumlan ve Örgütleriyle Osmanlı Tari­ hi, Cilt I-VI, Sadeleştiren Neşet Çağatay, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Naima. 1734. Tarih i Naİma (Ravzat'ül Hüseyin fi Hülasa'i Ahbar-ı Hafıkin (1592¬



h



-
- " ' 5 — y . Ü m m e t . 9: 218, e



Ahmet Refik. 1920. "Tarih Musahabeleri", Dcrsaadet Gazetesi, 81: 4.10.1338. 294



295



A k ç u r a o g l u , Yusuf. 1925. "Asri T ü r k Devleti ve M ü n e v v e r l e r e D ü ş e n Vazife", Türk Yurdu, ikinci Seri, III: 13, 1-16.



Fındıkoglu, Z. E 1966. "Türklük ve T ü r k ç ü l ü k Etrafında Tarih Görüşleri" Yuıdu, No. 328.



Akçuraoglu, Yusuf. 1933. "Birinci T ü r k Tarih Kongresi", Ülkü, Cilt 1, No. 23. Akder, Necati. 1963. "Gökalp'in Tarih Anlayışı Açısından Atatürk inkılabı ve De­ ğerlendirme Buhranı", Türk Kültüm, No. 13 ve 14. Akder, Necati. 1962. "Türk Ocakları. Halkevleri, Kültür Dernekleri", Türk Yurdu,



Türh



G e n ç , Mehmed. 1986. "Tarih Araştırmaları Oturumu Üzerine Yorum", Türkiye'de Sosyal Bilim Araştırmaları tim Gelişimi, Derleyen. Sevil Atauz. Ankara: T ü r k Sosyal Bilimler Derneği. Georgeon, François. 1982."Les Foyers Turcs a L'époque Kemaliste", Turcica, Cilt XIV



No. 285,11. Kısım. Akder, Necati. 1963. "Ziya Gökalp'in Tarh Anlayışının Fefsefesi Temeli",



Feyzioglu, Muin. 1960. "Millî Tarih Ş u u r u m u z " , Türh Düşüncesi 11 (11).



Türk



Kültürü, N o . 12.5-49. Akder, Necati. 1960. "Ziya Gökalp ve Kültür Buhranı", Türk Yurdu, No. 289. Akutsal, Ekrem. 1956. "Tarih ilmi ve A t a t ü r k " , Belleten, 20: 80, 571-584. Alp. Tekin. 1970. "The Restoration of Turkish History", Nationalism in Asia and Africa, derleyen. E. Kedouire, Londra: Frank Cass, 207-224. Arai, Masami. 1985. "The Genç Kalemler and the Young Turks: A Study of Nati­ onalism", M E T U Studies in Development, Cilt 12 (3,4). Arık. Remzi Oğuz. 1944. "Tarihimizin Öğrettikleri", A Ü D T C F Yayınlarından: 36, Ankara Üniversitesi Haftası: Kars, Temmuz 1942, Ankara: T T K Basımevi. Arıkan, Zeki. 1985. "Tanzimattan Cumhuriyete Tarihçilik", Tauzimattan Cumhuri­ yete Türlüye Ansiklopedisi, Cilt 6, İstanbul: İletişim Yayınları. Atabinen. Reşit Saffet. 1929. "ilmi ve Millî bir T ü r k Tarihi ihtiyacı", Türk Yurdu, No. 217.58-9. Ayda, Adile. 1974. "Sadri Maksudi'nin Hayat Hikâyesi", Sadri Maksudi Arsal, M i l ­ liyet Duygusunun Sosyolojik Esasları içinde, istanbul: Ötüken Neşriyat, Baltacıoglu, ismail Hakkı. 1940. "Biz Türkler Nereden Geliyoruz, Nereye Gidiyo­ ruz", Konuşmalar, Broşür 1, Ankara: C H P Halkevi Neşriyatı. Baltacıoglu. ismail Hakkı. 1954. "Millet Nedir Ne Değildir", Türk Düşüncesi, 2: 12, 401-4. Baykal, Bekir Sıtkı. 1971. "Atatürk ve Tarih", Belleten, X X X V : 140,531-40. Bayrı, M . Halit. 1952. "Türk Tarih E n c ü m e n i " . Tarih Dünyası, III: 30-31, 1211-16. Bittel, Kurt. 1939. "Atatürk ve llköz Tarih Araştırmaları", Belleten, III: 10, 202¬ 205. Cansever. Hasan Ferit. 1959-61. " T ü r k Ocağının D o ğ u ş u n d a Sebep ve Saikler", Türh Yurdu, N o . 278-87, 294-5. Çambel, Hasan Cemil. 1939. "Atatürk ve Tarih", Belleten, istanbul Cilt 10'dan ay­ rı basım, 269-272.



Georgeon, François. 1986. "Les Débuts d'un Intellectuel Azerbaïdjanais: Ahmed Agaoglu en France, 1888-1894", Passé Turco-Tatar, Présent Soviétique (aynbasim), Paris, Gôkberk, Macit. 1978. "Tarih Bilinci", Orner Asım Ahsoy Armağanı, Ankara: T ü r k Dil Kurumu Yayınları. Günaltay, Şemseddin. 1939. "Atatürk'ün Tarihçiliği ve Fahri Profesörlüğü Hakkın­ da bir Hatıra", Belleten, Ankara III: 10, 273-4. Hamdullah Suphi İTanrıöverl, " T ü r k Ocağının Tarihçesi ve İftiralara Karşı Cevap­ larımız", Türk Yurdu, 5: 230, 1-23. Hamdullah Suphi ( T a n n ö v e r ) . 1930. " T ü r k Ocakları Merkez Binasının Açılmasın­ da", Türk Yu-du, 4-24: 29-233, 1-14. inan, Afet. 1939. "Atatürk ve Tarih Tezi", Belleten, III: 10, 243-46. İnan, Afet. 1937. "Osmanlı Tarihine U m u m i Bir Bakış ve T ü r k inkılabı" Cilt 10, No. 99.



Ülkü



inan, Afet. 1949. "Contriıubitons to the Turkish History Through the Research Activities of the Archeologial Section of the Turkish Historical Society Between 1943-48", Belleten, Cilt 13, s. 51. Temmuz. inan, Afet. 1938. " T ü r k Tarih Kurumu'nun Arkeoloji Faaliyeti", Belleten Cilt II s 5-6. inan, Afet. derleyen, 1957. " D i l ve Tarih Coğrafya Fakültesinin Kuruluş Hazırlık­ ları Üzerine", Tarih Araştırmaları i, A.Ü.D.T.C. F Yayınları, No. 120, Ankara: T T K Basımevi. inalcık. Halil. 1962. "The Rise of Ottoman Historiography". derleyenler: Lewis ve Hol t. Historians of the Middle Eost, Londra. İnalcık, Halil. ' T ü r k İlmi ve Mehmed Fuad K ö p r ü l ü " , Türk Kültürü 1968, 289-94.



65



inalcık, Halil. 1963. " T ü r k Tarihi ve Atatürk'te Tarih Şuuru", Türk Kültürü Mayıs 3963,5-11.



Mart No 7



Demircioglu, Halil. 1971. "Tarih, Biz ve A t a t ü r k " , Belleten, X X X V : 139, 453-455.



Kandemir, Feridun. 1955. " T ü r k Ocakları", Resimli Tarih Mecmuası 4108.



Demircioglu, Halil. 1948. "Antropoloji ve Tarih". AÜDTC Dergisi, Cilt 6. Ocak-Nisan.



Kansu, Şevket Aziz. 1934. "Türk Tarihi ve Asya'nın Biodinamik ve Antrodinamik



Ersanh, B ü ş r a . 1987. " T ü r k ç ü l ü k t e n Yurttaşlığa: Birinci T ü r k Tarih Kongresi 1932". Toplum ve Bilim, N o . 31-39, 81-104. Eyice, Prof. Dr. Semavi. 1968. "Atatürk'ün Büyük bir Tarih Yazdırma Teşebbüsü: T ü r k Tarihinin Ana Hatları", Belleten, XXXII: 128, 509-526. Fahri. Ziyaeddin. 1940. "Türkiye'de Pozitivizmin Tarihçesi", Ülkü, Cilt XVI, No. 89. Fahri, Ziyaeddin. 1934. "Türklerde içtimaiyat Tarihçesi", fş Mecmuası, Cilt 1, s. 3-4.



296



No 70 4104¬



Kudreti", Üihü, Cilt 111, No. 413. Kansu, Şevket Aziz. 1940. "Irk ve Millet", Ülkü, Cilt 14, No. 496. Karal, Enver Ziya. 1946. "Atatürk'ün T ü r k Tarih Tezi", Atatürk Hakkında malar, Ankara: T T K Basımevi.



Konuş­



Karal, Enver Ziya. 1959. "Historiography in Turkey Today", Middle Easfem Affairs Cilt 10. No. 10.



297



Keyder, Çağlar, Islamoğlu, Huri. 1977. "Osmanlı Tarihi Nasıl Yazılmalı: Bir Ö n e ­ ri". Toplum ve Bilim, 1: 49-80. Köprülü, Fuad. 1913. "Bizde Tarih ve Müverrihler", Bilgi Mecmuası, Cilt 1, No. 2, 1913,



185-196.



Kuran, E r c ü m e n t . 1962. "Historiography in the Tanzimat Period", derleyenler: Lewis ve Holt. Historians of the Middle-East, Londra, 1962. Lewis, Bernard. 1953. "History Writing and National Revival in Turkey", Middle Eastern Affairs, Haz iran-Temmuz 1953, 223. Mardin, Şerif. 1969. "Power, Civil Society and Culture in the Ottoman Empire".



Unat, Faik Reşit. 1960. "Avrupa Konseyince Tarih Öğretim ve Tarih Ders Kitapları Hakkır.da Alınan Kararlar ve Yapılan işler", Vi Türk Tarih Kongresi, Ankara: T T K Basımevi. Uzunçarşılı, ismail Hakkı. 1939. " T ü r k Tarihi Yazılırken", Belleten, Cilt II, F 3. Yıldız, Hakkı Dursun. 1964. " T ü r k Tarihi ve Liselerimizdeki



Tarih Ö ğ r e t i m i "



Türk Kültürü, N o . 18. Yinanç, Mûkrimin Halil. 1940. "Tanzimattan Meşrutiyete Kadar Bizde Tarihçilik", Tanzimat I, istanbul: Maarif Matbaası, 573-595.



Comparative Studies in Society and History, 10. Mardin, Şerif. 1966. "Türkiye'de Irkçılık", Forum, No. 294. Mardin, Şerif. 1983. "Yenileşme Dinamiğinin Temelleri ve A t a t ü r k " , Çagdas Dü­ şüncenin İşığında Atatürh, Ayrıbası, İstanbul: Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Yayınla­ rı Araştırmalar Dizisi. Mehmed Saffet. 1930. "Demokrasi ve Terbiye", Türk Yurdu, 4: 65, 61-65. Menage, Victor I. 1962. "The Beginnings of Ottoman Historiography", Historians of the Middle East, derleyenler Lewis ve Holt, Londra. Mellink, Dr. Machteld. çeviri, tarihsiz. "Anatolia, O l d and New Approaches", Pro­ ceedings of the American Philosophical Society, Cilt 110, No. 2. Muzaffer ( T T T C U m u m i Katibi). 1934. " T ü r k Soyu ve T ü r k Tarihi", Otkü, 4: 249, 204-9. Namık Kemal. 1943. "Osmanlı Tarihi M u k a d d e m e ş i n d e n " , Tanzimattan Beri Ede­ biyat Antolojisi, derleyen I. Habib Sevük, istanbul: Remzi Kitabevi. Orhonlu, Cengiz. 1967. "Atatürk ve Tarih G ö r ü ş ü " , Türk Kültürü, Yıl 6. N o . 61, 26- 30. Ortaylı, Ilber. 1986. "Cevdet Paşa ve Avrupa Tarihi", Ahmed Cevdet Paşa Semineri, 27- 28 Mayıs, 1985 Bildirisinden ayrıhasım, İstanbul; Edebiyat Fakültesi Basımevi. Ortaylı, llber. 1986. " O s m a n l ı Tarihyazıcıhgının Evrimi Ü z e r i n e D ü ş ü n c e l e r " , Türkiye'de Sosyal Bilim Araştırmalarının Gelişimi, Derleyen Sevil Atauz, Anka­ ra: T ü r k Sosyal Bilimler Derneği. Paker, Saliha. 1987. "Tanzimat Döneminde Avrupa Edebiyatından Çeviriler", Me­ tis Çeviri, Güz, İstanbul. Reşit Galip. 1933. " T ü r k Tarih İnkılabı ve Yabancı Tezler", Ülhü, Cilt 2, No. 164. Şapolyo, Enver Behnan. 1943. "Ziya Gökalp Tarihçi", Ziya Göhalp, İttihat ve Te­ rakki ve Meşrutiyet Tarihi, istanbul: Güven Basımevi. Şakiroğlu, M a h m u l . 1986. "Memleketimizde Toplu Tarih Çalışmaları 1", Tarih ve Toplum, N o . 36, 361-6. Samih Rıfat. 1918 11334) "İran Tarihi ve Türkler", Ati Gazetesi, N o . 49-62 (18 Şu­ bat 1334). Selen, Prof. Dr. Hamid Sadi. 1970, "Tarih ve Coğrafyada K o n u Birliği", Atatürh Konferansları II Aynbasım, Ankara: T T K Basımevi. Toprak, Zafer. 1988. "Türkiye'de Çağdaş Tarihçilik, 1908-1970", Türkiye'de Sosyal Bilim Araştırmalarının Gelişimi, Derleyen. Sevil Atauz, Ankara: T ü r k Sosyal Bi­ limler D e m e ğ i .



298 299



SEÇİLMİŞ EK



KAYNAKÇA



Burke, Peter. 1994. Tarih ve Toplumsal Kurum, (çeviren Mete T u n ç a y ) , istanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Copeaux, Etienne. 1994. "De l'Adriatique à la mer de Chine" Les representations turques du monde turc a travers les manuels scolaires d'Histoire 1931-1993. (Thèse pour le doctorat "nouveau r é g i m e " . Université de Paris V l l l , 1994) ya­ yınlanmakta olan doktora tezi. Diviıçioglu, Sencer. 1994. Doğan, Nuri. 1994.



Oğuz'dan Selçuhlu'ya,



İstanbul: Eren Yayıncılık.



Ders Kitapları ve Sosyalleşme, İstanbul: Bağlam Yayınları.



Ersanlı Behar, Büşra. (Yayma hazırlayan.) 1994. Bağımsızlığın ilk Yılları Azerbay­ can, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Ankara: Kültür Bakanlı­ ğı H A G E M Yayınlan. Füredi, Frank. 1992. Mythical Past, Elusive Future History and Society in an Anxi­ ous Age, Londra: Pluto Press. Golden, Peter. 1992. An introduction to the history of the Turkic Peoples, Otto Har¬ rasso wi tz-Wi e sba den. G ü v e n ç , Bozkurt 1993.



Türk Kimliği Türlı Tarihinin Kaynaklan,



Ankara: Kültür



Bakanlığı Yayınları. Hodgson, Marshall G.S. 1993. Bethinking World History, Essays on Europe, Islam and World History, Yayına hazırlayan Edmund Burke 111, Cambridge: Cambrid­ ge University Press. Kafadar, Cemal. 1995.



Between Two Worlds, The Construction of the Ottoman State,



Berkeley: University of California Press. Kuran, E r c ü m e n : . 1994. Türkiye'nin Batılılaşması ve Millî Meseieiet; Ankara: T ü r ­ kiye Diyanet Vakfı Yayınlan. Manz, Beatrice E, derleyen. 1994. West vie w Press. Mungazi, Dickson: 1993.



Central Asia in Historical Perspective, Boulder:



Educational Policy and National Character. Africa, japan.



The United States and the Soviet Union, Westport: Praeger. Özbaran, Salih. 1992.



Tarih ve öğretimi, İstanbul: Cem Yayınevi. 301



Özbaran, Salih. Yayına hazırlayan. 1995. Tarih Öğretimi ve Ders Kitapları 1994 ca Sempozyumu, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınlan. Tarih ve Demohrasi, Tarife Zafer Tanaya'ya Armağan.



1992.



Bu­



İstanbul: Üniversite Öğ­



retim Üyeleri Derneği, Cem Yayınevi.



Gürkan Tekin, Yüksel Turhal, Ortaokullar için Milli Tarih 1 ve 2. istanbul Ders Ki lapları Anonim Şirketi, 1992. — Refik Turan ve Nevin E r g l e r , Genel Türk Tarihi 2, Ankara, Koza Eğitim ve Yayın­ cılık, 1993. ' Nurer Uğurlu, Esergûl B a k ı . Tarih Lise I. 2 ve3, istanbul Serhat/Örgün.



T A R A N A N O R T A V E L l S E TARİH KİTAPLARI Niyazi Akşit. Ortaokullar için Millt Tarih 1 ve ii. İstanbul, M E B Devlet Kitaplan, 1993.



1990.



Hakkı Dursun Yıldız, Coşkun Alptekin, ilhan Şahin, İdris Bostan, Tarik Lise 2 tanbul, Servet Yayın-Dağıtım,



1992.



Tuncer Baykara. Türk inkılap Tarihi ve Atatürk İlkeleri, İzmir, Ege Üniversitesi Ba­ sımevi,



1991.



Mehmet Bayrakdar, Bilim Tarihi, Ankara, Koza Eğitim Yayıncılık,



1994.



Osman Çakırlaş, Osmanlı Tarihi 2, Kültür ve Medeniyet Ders Kitabı. Ankara, Koza Eğitim ve Yayıncılık,



1995.



Kemal Dal, Ortaokullar için Vatandaşlık Bilgileri 171, Ankara, T T K Basımevi, ve değiştirilmiş 1993



1985



baskısı.



Allan Deliorman, Tarih 1 ve 11, İstanbul, Bayrak Basım, Yayım, Tanıtım,



1993,



Allan Deliorman, Genel Türk Tarihi II, İstanbul, Bayrak, Basım, Yayım, Tanıtım, 1993. Nevin Ergezer, Ortaokullar için Milli Tarih f ve II, Ankara, Ocak Yayınevi, 1993



ve



1994. Güler Ganjuk, Tarih Lise İ/Dönem 1, İstanbul Özer Yayıncılık,



1993.



Reşat G e n ç , Refik Turan, Ayhan Pala, İlköğretim Milli Tarih 7, İstanbul, Kaya Mat­ baacılık,



1994.



Şenol Kalaycı, Eylem Can, Ayşe Gül. ilköğretim Milli Tarih 6 ve 7, İstanbul, Başarı Yayımcılık,



1994.



Kemal Kara. Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 2, istanbul. Ö n d e Yayıncılık,



1994.



Kemal Kara, Tarih 2, İstanbul, ö n d e Yayıncılık,



1995.



Yaşar Kopraman, Bahaeddin Yediyıldız ve Komisyon Üyeleri, TARİH I ve 2, A n k a ­ ra, M E B Devlet Kitaplan, T.T.K. Basımevi.



1993.



Erdoğan Merçil, Zerrin Günal Ö d e n , Genel Türk Tarihi I. Eskişehir, Altın Kitaplar, 1994. Ortaokullar için Türkiye Cumhuriyeti M E B Devlet Kitapları,



inkılap Tarihi ve Atatürkçülük



111, Ankara,



1993.



Ahmet M u m c u , Liseler için Tarih ] ve 3, istanbul, İnkılap Kitabcvi,



1993.



M û k e r r e m Su ve Ahmet M u m c u , Liseler için Türkiye Cumhuriyeti inkılap Tarihi ve Atatürkçülük, İstanbul. M . E . Basımevi,



1993,



Faruk Sümer, Gürkan Tekin ve Yüksel Turhal, Liseler için Tarih I ve 2, istanbul. Ders Kitapları A n o n i m Şirketi,



1992.



Tahir E r d o ğ a n Şahin, Genel Türk Tarihi 3, Ankara, Koza Eğitim ve Yayıncılık, 1993. Tahir E r d o ğ a n Şahin, Tarih 2, Ankara, Koza Eğitim ve Yay., Tahir E. Şahin. Isldm Tarihi I, Ankara. Koza E. ve Yay.,



1993.



1993.



302 303



is­



DİZİN



Abdullah Cevdet 86 Abdurrahman Şeref 66, 94,120,177, 181



Aydınlanma çağı 24, 28, 55, 67, 185, 188,213,240,278 Azerbaycan 76, 79.80, 82, 254, 262



Abdülhamit 60, 80, 176, 177 Afet [inan] 15, 112, 120, 142, 144, 146-148, 150-153, 155-157,171. 187,188, 200, 203, 204, 221 Agaoglu Ahmet 75, 79, 80, 82-84, 97, 109-111.142, 146,161 Ahmet Ccvde: 61, 63. 64



Baltacıoğlu. ismail Hakkı 110, 197, 198 Barkan, Ö m e r Lütfü 224, 225 Batılılaşma Siyaseti 197 Baykal, Bekir Sı d kı 15 Bayur. Hikmet 225



Ahmet Ferit [Tek] 97, 98



Bıyıkoğlu, M . Tevfik 110



Ahmet Hikmet [Müftüoğlu] 75, 109,



Bildung 31



129



"Bilim Tarihi"252, 278, 281



Ahmet Mithat 64, 65, 79, 93 Ahmet Refik ÎAltınay] 95, 113, 142, 146,



180-185



Ahmet Rıza 83 Ahmet Vefik Paşa 65-67



Birinci T ü r k Tarih Kongresi 139, 142, 143,146, 148, 154-156, 158, 159, 1 6 1 , 1 6 7 , 1 7 0 , 1 7 4 , 1 7 6 , 180, 185, 197, 202, 214, 223, 225, 226, 235. 240, 259



Akçuraoğlu Yusuf 75, 78. 79,180



Bloch, Marc 158



Alman historisizmi 26, 44, 45



British Historical Association 236



Anadolu (culul;) 95, 97, 199, 214-216



Bursalı Tahir Bey 77, 96



Annales Okulu 26, 158, 224



Butterfield, Herbert 237



Antropoloji 26, 39, 43, 99, 141, 170, 171.177,188, 204, 205. 212, 226 Antropomeıri 43, 188, 220



Cahun, L é o n 65. 74. 121 Cemiyet-i Ilmiye-i Osmaniye 60



Arık, Remzi Oğuz 216, 217



Cermen 81, 163



Arkeoloji 26, 28, 39, 43, 99,141,142.



Coğrafya 28, 32, 38, 98, 129, 151-153



151-153, 156,177, 195, 199, 204.



167, 177, 188, 189, 206, 213, 214,



205, 209, 213, 215. 216, 226-229,



240



240, 242 Asar-ı Islâmiye ve Milliye Tedkik E n ­ cümeni 92, 96



Collingwood, R . G . 34 Comte, Auguste 25, 33-35, 38, 186 Condorceı 28, 59 305



Cumhuriyet Halk Fırkası 104, 110¬ 113, 274



Göttingen Okulu 31,41, 42 Günaltay, Şemseddin 126, 127, 129, .187,206, 209,210, 226



Çeviri ( t e r c ü m e ) 58, 61, 62, 65, 81, 92, 95,140,168, 184 Çin 120, 121,126,128-130, 132,149,



Güneş D i l Teorisi 16,128, 144,151¬ 153,167,171-173, 200, 206, 207, 209, 223, 239



155, 157,162,172,199. 201, 212, 240, 259, 262



Hakimiyet-i Milliye gazetesi 111 Halide Edip [Adıvar] 97, 196



Darülfünun 65, 66,91, 168, 177, 181, 197 Ders kitapları bkz. Tarih ders kitapları



Halk Istirakiyun Fırkası 107 Hamdullah Suphi İTanrıöver] 97, 98, 109, 112, 113



Dilmen, İbrahim Necmi 205, 206



Hamit ve M u h s i n 115, 116, 178



Dil Tarih Coğrafya Fakültesi 196, 197,



Hammer-Purgstall J. von 59



199-201, 216 Doğa Yasaları 29, 30, 40, 192, 202, 209, 226, 233



Hasan Cemil [Çambel] 144, 145, 156, 157,187, 202,219, 226 H e r d e r G . 22, 3 0 , 3 1 , 4 4



Durkheim E . 87, 89, 137, 154



Hıristiyanlık 27, 209, 271



Duruy, V 35,61



Historiografı 22, 24, 26, 179, 264 Historisizm 41, 44



EbemardW. 201 Etnik-etnik kimlik 23, 52, 56, 77-79,



Hititler 128, 129, 199, 202, 216, 218, 220



86, 89, 95,118,188, 205, 213, 234,



H u n l a r l 4 9 , 258-260



254-256, 264, 266, 272



Hüseyİnztfde A l i 79, 80, 97



Evliya Çelebi 52 Fazıl Nazmi Bey 145,163 Febvre, Lucien 158 Fetihname 50



ırk-ırkçıhk 43, 57, 72, 75, 77, 80, 81, 84-87, 90, 98,118, 126, 127, 130, 141, 144, 151-153, 159, 165-167, 171,209, 211,220



F İ c h t e . J . G . 31,32, 98 Finlandiya 92, 236-238



lbn-i Haldun 53



Fransız Devrimi 21, 30,41, 70-72, 76,



Idealizm-idealist 26, 31, 32, 39, 42,



78,86,178,185,269 Fustel de Couîanges N . D . 38, 95, 182



44, 46, 245 lggers, G . 39, 42 iğdemir, Ulug 140



Galanti, Avram 145, 163, 165



ikinci Meşrutiyet 82, 91, 99, 176, 178



Gaspirah İsmail 79,82



İkinci T ü r k Tarih Kongresi .142, 156,



Gazavatname 51



200, 202, 204, 205, 207, 212, 214,



Gellner, Ernest 57, 72



216, 218, 225-228, 235



Genç Kalemler 78 Genç Osmanlılar 73



İklim 38, 129,171,172, 200, 212, 257, 272



"Genel T ü r k Tarihi" 264



inalcık, Halil 2 1 , 4 8 , 4 9 , 154 .



Georgeon, F r a n ç o i s 179



İstiklâl Mahkemeleri 107, 112, 136,



Gobineau,J.A. 43, 127, 188 Göçler (muhaceret) 125, 128, 144, 151-153,167,171-173, 200 G ö k t ü r k (devleti) 258-260 306



181 Ittihad-ı Osmani 80 Ittıhad ve Terakki Cemiyeti 75, 86, 92, 9 8 , 1 0 9 , 1 1 1 , 181



J ö n Türkler 73, 87, 191 Kansu, Şevket Aziz 212 Karal, Enver Ziya 232 Kazan 79, 94, 168 Kırım 76, 79,82 K o h n , Hans 85, 88 Koşay, Hamit Z ü b e y r 2 1 7 , 218 Kronoloji sorunu 129, 265 Köprülü, Fuad 49, 75, 95, 96, 99, 109, 113, 142, 144,146, 151, Î 5 3 , 154,' 157-170,172,176, 179, 223, 224, 225, 236, 259 Kuraklık 144, 170-172, 174, 252 Kuran, Ercüment 48 Kurtuluş Savaşı 76, 104, 176, 189, 232, 272 Kültür 31, 32, 66, 69, 70, 79, 83, 84, 8 5 , 8 9 - 9 : , 104-106, 110, 111, 151,167, 196, 215, 218, 219, 247, 254, 255, 264-266, 269, 271, 272 281 Kültürel kurum ve örgütler 61, 97, 110, 111, 114, 202 Kvergic, H . E 207, 208 Laik eğitim 54, 66, 77, 235 Laiklik (laikleşme) 23, 55-58, 88, 90¬ 92,99, 104, 107, 194, 205,233 Langlois, C . V 25, 36, 37 Lavisse, E. 25, 35, 38, 39, 95,182, 186, 280 Le B o n , G 33, 62, 86. Liberalizm 44, 105, 106, 107, 110, 136,



190,193,274



Macaristan 44, 92, 217, 236, 238, 270 Machiavelli N . 28 Mahmut Esat [Bozkurt] 140, 141, 151, 174 Mardin, Şerif 54, 192 Mecmua-yı F ü n u n 60 Mehmet Arif 95, 96, 161 Mehmet Emin [Yurdakul) 75, 79, 97 Menakıbname 51 Merkezileşme (siyasal) 55, 56, 57, 213 (kültürel) 66, 85



Metodik O k u l (Ecole M é t h o d i q u e ) 35 36, 38 Mısır 120,121,126, 129, 130, 145, 165, 270 Michelet J. 22, 31, 32, 35, 61,183 Millî 83,108, 1 1 3 , 1 3 7 , 1 4 8 , 1 6 1 , 1 7 0 , 183, 252, 259,280, 283 Millî Tetebbular M e c m u a s ı 92, 96 Milliyetçilik bkz. U l u s ç u l u k Modernleşme 67, 91, 107 Moğollar 261-264 M o n o d G . 25, 35,36, 198 Montesquieu C . de 29 Muhalefet, muhalif 75, 76, 84, 105¬ 107, 109,135, 143,145, 153,167, 174,187, 191, 235, 239, 243, 244, 273, 275, 283 Mustafa Alî 51, 52 Mustafa Celaleddin 74, 77 Mustafa Kemal [Atatürk] 107, 111, 114,119,120,124,133,135,136, 139,147, 148, 155, 156, 168, 170, 174, 184, 185, 191, 192, 200, 203, 207, 231, 241, 250, 272, 274-277 Naima 58, 113 Namık Kemal 61, 62, 64, 77 Nasihatname 51, 52 Necip Asım [Yazıksız) 75, 77, 79, 93, 95, 96, 109 Neşri 51 N i e b u h r B . 41, 42 Oğuzlar 261,262, 264 Ortaylı, llber 248, 281 Orta Asya 121, 123, 128, 133, 140, 141, 144,149,151,152,156,162,170¬ 172, 196,199, 200, 206, 210, 211, 213, 214,216, 221, 234, 235,241, 245, 247-249, 254, 257, 259, 263 Osmanlı(cılık) 70, 74, 76, 77, 85, 88, 92, 93, 103 Özer, Yusuf Ziya210 Pancermanizm 85 Panislamizm 80 307



'



1 Panslavizm 85



Sümerler 145, 165, 171,199



Terakkiperver Fırka 107, 135, 273, 274



Panturanizm 80, 8 4 , 8 5



263



Şapolyo, E.B. 89



Tercüman



Peker, Recep 112,190,191



Şarkiyatçılık 141



T h i e r r y A . 33. 35



Pittard E . 121,127, 151, 152,188,



Ş e h n a m e 51, 166



Togan. Zeki Velidi 166-176, 236, 259



Şemseddin Sami 64. 77, 79, 172, 273



Treitschke H . von 21, 43



Pantürkizm 80, 84, 85



201,209. 220 Popülizm 161 Pragmatizm, pragmaıik (şen'i) 25, 26,



gazetesi 79



Tunçay, Mete 114



Plüralizm ( ç o ğ u l c u l u k ) 184, 185. 187 Taine, Hippolyte 35, 38, 39, 61, 83, 154



Türkistan 67. 155, 157, 168, 171, 172.



Turan-turancıhk 10, 74, 75, 84,87, 103, 161, 165,166,171,216



29, 31, 35, 58, 59.63, 67, 7 5 , 8 2 .



Talim Terbiye Kurulu 254



T ü r k Derneği 92, 93, 95, 96, 109



106, 113, 137, 138, 161,175, 184,



Tanzimat 25, 58, 63, 65, 73. 222, 270



T ü r k Devletleri 121, 249, 254-256,



188, 192, 195, 208, 216, 232, 240,



Tarde, Gabriel 86, 88



245, 247, 280



Tarih ders kitapları 23, 33, 37, 66, 71,



• 258-260,266,268 T ü r k Dili 73, 77, 78, 98, 105, 127,



Türkiye Amele ve Çiftçi Partisi 107 Ulus-devlet 22, 55, 56, 72, 114, 213, 233,239, 269, 270. 271 Ulusal Kimlik (benlik) 33. 45. 73, 76, 78, 92, 178. 185-188, 234 Ulusa! Tarih 29, 30, 77, 79, 90. 137, 147,179. 181. 182, 188 Ulusçu Teoriler 37, 38, 43, 69, 71, 72, 76, 90, 129, 135, 205 Ulusçuluk 21-24, 26, 30. 32, 35-37.



92,153,176, 178, 198, 223, 228,



140, 141, 143, 144. 161, 196, 200,



44, 45, 52, 62, 64, 67, 69, 71-74,



Ranke L, von 22, 24, 30, 31, 40-42



246, 250, 247, 249, 251, 254, 256¬



202,206-209,215,



76-80, 82, 87, 104, 105, 108,135,



Reform (-culuk) 53, 54, 56, 57, 75, 91,



258, 262, 264-268, 272-274, 281



104, 197. 251,270 Renan E. 21 Reşit Galip 110. 112, 142, 144, 167, 170-172,174,181, 197 Revue Hisloriıjue 203



T ü r k Dil Kurumu 206



143, 146, 153, 176, 190, 205, 207,



Tarih ders kitapları ( F r a n s ı z ) 386



T ü r k Dil Kurultayı 196



214, 222, 223. 227, 231, 234, 237,



Tarih eğitimi 23, 33, 37, 176, 178,



Türk Dili Tetkik Cemiyeti 161



239, 240, 246,282,283



198,223,228,246,250,280,281 Tarih-i Osmani E n c ü m e n i 9, 92, 94. 95.96. 181



"Türk Dünyası" 196. 253, 255, 262, 263, 265, 276. 281 T ü r k Irkı 98, 121, 127, 128, 130, 135,



Roma 23, 27, 127, 215, 217, 227



Tarihselci(-lik) 39. 40, 41-44, 46



143, 145. 147, 151. 152, 160, 167,



Romantizm 33, 44-46



Tarihyazıcılığı



170, 200, 202. 207, 209. 212, 215,



Royal Historiçal Soeiety 236 Rus Devrimi (1905) 79, 84, 168 Rus Devrimi (1917) 168 Rusya 75, 79, 80-82, 84, 93, 109, 135, 146, 167, 168,173, 175,176, 181 Sadri Maksudi [Arsal] 142. 144, 146, 167,170, 172,174 Samih Rıfat 110,112, 142,144, 146, 161,



162, 165,166, 187



Seignobos C . 25, 35-37, 39, 94, 181, 182,184, 198 Selçuklu 119, 159, 210, 212, 217, 219, 242, 26] Serbest Fırka 107, 197. 243. 244, 273 Siyasal meşruluk 53. 67. 254, 265, 269 Siyaseıçi-tarihçiler 108, 110,112,136, 179, 239 Slav(lar)40, 44, 8 1 . 8 2 . 175



Alman 22, 25, 26, 28. 31. 39. 41. 70, 170.179, 202, 238 Fransız 21, 22, 25. 26. 32. 34,42. 70,147.170, 177, 178, 179, 182, 202,237,280



T ü r k Ocakları 92, 96-98, 109, 110¬ 113.119,147, 148,161 T ü r k Tarih Kurumu 126, 139, 142,



Vakanüvis 48, 95, 116, 133, 233 Vaka i name 50 Vambery. Arminius 74, 121



225,



Veled Çelebi [Izbudak] 74, 93, 96



İngiliz 236, 237



228



T ü r k Tarih Tezi 103,110, 114, 118,



Macar 74, 238



121, 139, 143, 145. 147,151, 156,



Osmanlı 47-53, 58, 62, 64-66, 68,



157, 174, 175, 185, 194,195, 196,



92,95,225,233 T ü r k (Cumhuriyet) 68, 90, 94, 108, 125, 128, 143, 165,231, 239 darbeci-devrime i 161, 184, 241, 242 eleştirel 145, 241



Vico G . 28 VoltaireJ.M.A. 25, 28, 59, 60, 61, 98



201-204, 206, 208, 215, 216, 223,



Yinanç Mükrimin Halil 153



225, 231, 233, 234, 236, 238, 239,



Yusuf Akçura 75, 78-82, 89, 90, 93,



242, 245, 246-249, 238 Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti 110-112, 119, 136, 148,161, 171, 176, 202



95, 9 7 , 1 0 9 , 1 1 0 , 112,113,120, 142.145. 146, 161. 170. 171, 175¬ 180



T ü r k Yurdu 94, 97, 99, 240 Türkçülük 72, 73, 75-78, 81,82, 84,



popüler 146. 182



85,87, 92, 95, 109, 146. 148, 167,



romantik 22, 25, 29-31. 33.45. 58,



174, 175, 192, 209,213.240



113.146, 148, 151, 183. 233.



308



210,217. 223, 227. 253. 274



İslâm 49, 5 0 , 5 1 , 2 3 3



241



Süleyman Paşa 170



175. 176. 191, 196, 197, 199, 204.



T ü r k Milli Fırkası 110



153, 175, 202, 204, 205, 216, 218,



Sorel, Albert 80, 95 205,221.227



Üniversite 44, 97, 98, 139, 168, 172,



Grek 27



Smith. Anthony 205 Sosyoloji 29, 34, 66, 73, 84, 85,154,



220



Urvoll; 32, 43 Uzunçarşılı, l . H . 120, 224, 225



Ziya Gökalp 25. 75, 80, 85-92, 94, 96, 97, 99, 109, 150.161, 210, 212



y ö n t e m 29, 30, 95. 143, 144, 150. 156,157, 178, 183. 199,208, 221,226.231 309