Tarihte bir aydın tarikatı : Zeynîler
 975574374X, 9799755743744 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeynîler DOÇ. DR. REŞAT ÖNGÖREN



insan yayınları: 381 irfan ve tasavvuf dizisi: 49 birinci baskı: istanbul, ekim 2003 isbn 9 7 5 - 5 7 4 - 3 7 4 - X tarihte bir aydın tarikatı zeynîler doç. dr. reşat öngören içdüzerı insan kapak düzeni rıdvan kuyumcu baskt-cilt kurtiş matbaası www.lturtismatbaa.com



insan yayınları keresteciler sitesi, mehmet akif cad. kestane sok. no: 1 merter/istanbul tel: 0212. 6 4 2 7 4 84 faks: 0212. 5 5 4 6 2 , 0 7 www.insanyayinlari.com.tr [email protected]. tr



insan yayınlan



İçindekiler



DOÇ. DR. REŞAT ÖNGÖREN 1 9 6 3 yılında Ünye'de doğdu. 1 9 8 8 yılında M a r m a r a Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Tarihi Bilim Dalı'nda 1 9 9 0 ' d a Yüksek Lisans'ını, 1 9 9 6 ' d a da Doktora'sını tamamladı. 1 9 9 2 yılında L o n d r a ' d a bir yıl süreyle başta Biritish M u s e u m India Office Library and Records olmak üzere değişik kütüphanelerde sahasıyla ilgili araştırmalar yaptı. 1 9 9 6 - 2 0 0 0 yılları arasında T D V İslâm Araştırmaları Merkezi'nde (İSAM) Tasavvuf araştırmacısı olarak çalıştı. Ayrıca İSAM'ın çıkarmakta olduğu İslam Ansiklopedisi'nin (DİA) te'lif h e y e t i n d e y e r aldı. O c a k 2 0 0 1 ' d e İstanbul



KISALTMALAR ÖNSÖZ GİRİŞ: Z E Y N İ L İ Ğ İ N I.



7 9 DOĞUŞU.



Z E Y N Î L İ Ğ İ N SİLSİLESİ



11 11



II.



Z E Y N İ L İ Ğ İ N KURUCUSU Ş E Y H Z E Y N Ü D D İ N HÂFİ



14



A.



Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'da Kurdurduğu Tekkeler



17



B.



Zeynüddin Hâfî'nin Yöneticiler ve Diğer Tarîkat Mensuplarıyla İlişkileri 18



C.



Zeynüddin Hâfî'nin Zeynîlik Prensiplerini Ortaya Koyduğu Eserleri



19



Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne Yardımcı D o ç e n t olarak atandı. Kasım 2 0 0 1 ' d e Doçent oldu. Halen aynı fakültede



BİRİNCİ BÖLÜM



öğretim üyesi ve Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı olarak



Öngören'in Osmanlılar'da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ isimli



görevini s ü r d ü r e n



Anadolu'da



Yayınları arasında çıkmıştır (İstanbul 2 0 0 0 ) .



Z E Y N Ü D D İ N H Â F Î ' N İ N HALÎFELERİ V E Z E Y N İ L İ Ğ İ N YAYILIŞI



Tasavvuf: bir eseri İz



I.



Z E Y N Î L İ Ğ İ N HORASAN BÖLGESİNDE YAYILIŞI



33



A.



Muhammed Tebâdegânî



33



)



B. C.



1. Derviş Muhammed Bîhre



36



2. Derviş Seyyid Hasan



36



3. Mevlânâ Vecîhüddin



37



4 . Derviş Muhammed Gâzergâhî



38



5. Ali Şir Nevâî



38



Sadreddin Revvâsî Derviş Ahmed Semerkandî



39 40



D.



Mahmud Hisârî



45



II.



H İ C A Z BÖLGESİ İLE SÛRİYE V E MISIR'DA YAYILIŞI



47



A.



Şeyhü'l-harem Abdülmu'tf Mağribî ve Mekke'de Zeyniyye



Tekkesi



47



B.



Ebulfütûh Nûreddin Ahmed ve Medine'de Zeyniyye Tekkesi



50



C.



Mevlânâ Muhammed Horasânî ve Mekke-Medîne-Halep Hattı.. 5 6



D.



Abdlilkerîm Halîfe ve Halep'te Zeyniyye Tekkesi



58



E.



Seyyid Safiyyüddin Îcî ve Hicaz-Sûriye-Mısır Üçgeni



60



F.



Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî ve Salâhiye-Siryakosa Hânkâhları....



62



G.



İbnü'l-Hümâm ve Eşrefiyye-Şeyhûniye-Müeyyediyye Hânkâhları



65



H.



Emînüddin Aksarâyî ve Mısır'ın Medrese-Dergâhları



68



IH.



Z E Y N İ L İ Ğ İ N A N A D O L U V E R U M E L İ ' D E YAYILIŞI



69



A.



Şeyh Muhammed



69



B.



Abdürrahim Rûmî/Merzifonî



71



C. , Abdüllatîf Kudsî/Makdisî 1. Muslihuddin Halîfe ve Edirne'de Zeyniyye Tekkesi



84 85



3. Molla Fenârî



89



4. Mevlâ Musannifek



93



6. Pîrî Halîfe Hamîdî ve Eğirdir'de Zeyniyye Tekkesi



D.



76



2. Şeyh Sinan Ferevî ve Ferecik'te Zeyniyye Tekkesi



5. Tâceddin İbrâhim Karamânî ve Bursa Zeyniyye Hânkâhı



KISALTMALAR



95 118



7. Âşıkpaşazâde ve §ık Paşa Külliyesi



126



8. Şeyh Vefâ ve Vefâiyye-i Zeyniyye



130



Diğer Zeynîler



159



İKİNCİ BÖLÜM Z E Y N Î L İ Ğ İ N ÂDÂBI V E Ö Z E L L İ K L E R İ I.



Şeyhe Bîat ve Tarîkata Giriş



BSOAS 170



DBİA



Bulletin of the School of Oriental and African Studies Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi



II.



Şeyh-Mürid İlişkisi, Râbıtk ve İstimdât



172



DI



Der islam



III.



Zühd Anlayışı, Seyru Sülük ve Nefis Terbiyesi



175



DİA



Türkiye Diyanet Vakfı İslâm



Ansiklopedisi



IV



Zikir Şekli ve Evrâd



178



İA



İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı yayını



V



Mürîdin Yirmi Dört Saati ve Halvet Hâli



181



VI.



Şerîat-Hakîkat Birlikteliği ve Ehl-i Sünnet Çizgisi



.187



İAD



İslâm Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal oflslamic Studies



KAM



Kubbealtı Akademi



OA



Osmanlı Araştırmaları/The Journal of Ottoman Studies



TD



Târih Dergisi



TM



Türkiyat Mecmuası



VII. Tevhid Anlayışı: Vahdet-i Vücûd ve Vahdet-i Şühûd



SONUÇ:



Z E Y N İ L İ Ğ İ N TESİRİNİ YİTİRİŞİ



189 195



BİBLİYOGRAFYA



203



TTEM



Türk Târih Encümeni



İNDEKS



215



VD



Vakıflar Dergisi



Mecmuası.



Mecmûası



ÖNSÖZ



tkisini asırlar boyu devam ettiren tasavvuf ekolleri olduğu gibi, belli bir süre etkili olduktan sonra târihteki yerini alan ekoller de vardır. Araştırmamızın konusunu teşkil eden Zeynılik, XV Yüzyılda ortaya çıkışının ardından kısa sürede üç kıtaya yayılarak halkla birlikte üst düzey âlim ve yöneticilerin de dikkatini çekmeyi başardığı halde, iki asır sonra tesirini yitirmiş olan ekollerdendir. Ortaya çıktığı Herat şehrinden Horasan, Anadolu, Rumeli, Ortadoğu, Hindistan ve Kuzey Afrika'ya yayıldığı tesbit edilen bu ekolün bugün izine pek rastlanmamaktadır. Zeynîliğin târih içindeki rolünün bu çalışmayla gün ışığına çıkarılmış olması, kanaatime göre tasavvuf târihine olduğu kadar ilmiye ve siyâset târihlerine de önemli katkılar sağlayacaktır. Faal olduğu asırlarda aydınlar ve bürokratların gözdesi haline gelen Zeynılik hakkında şimdiye kadar Ö. T. İnançer- M. B. Tanman ortak imzasıyla yayınlanan Türkçe bir ansiklopedi maddesi (DBÎA, VII, 552553) ve Alman Türkolog H. J. Kissling tarafından hazırlanan Almanca bir makalenin ("Einiges über den Zejnîje Orden im Osmanischen Reiche", Der islam, X X X I X [1964], s. 143-179) dışında müstakil bir çalışma yapılmamıştır. Bu çalışmalarda da tarikatın yalnızca Osmanlı



topraklarındaki serüveni özetlenmiştir. Ayrıca Kissling'in makalesinde bir takım yanlışlıkların yanı sıra kasıtlı saptırmaların olduğu da dikkat çekmektedir. Bu tür yanlışlıklara ve saptırmalara yeri geldikçe elinizdeki araştırmada işaret edilmiştir. Eserin giriş kısmında Zeynîliğin kurucusu Şeyh Zeynüddin Hâfî ve ona ulaşan tarîkat zinciri üzerinde durulmuş, böylece ekolün ana tarikatlardan hangisi ya da hangilerinin neşvesine sahip olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Birinci bölümde Hâfî'nin halîfeleri vasıtasıyla ayrı ayrı devam eden sisilelerin yayıldığı coğrafyalar tesbit edilmiş ve buralarda kurulan tekke, zâviye, câmî, medrese vb. kurumlardaki tarîkat faaliyetleri kaydedilmiştir. Bu sırada çoğu ilm-i zâhire de vâkıf olan şeyhlerin eserlerine; husûsiyle tasavvufî mahiyette olanların muhtevasına işâret edilmiştir. İkinci bölüm Zeynîliğin tasavvuf ekolleri arasındaki yerini gösteren özellikleri ve âdâbma ayrılmıştır. Bu bölümde başta Zeynüddin Hâfî olmak üzere ileri gelen Zeyniyye mensuplarının eserlerinden yararlanılmıştır. Sonuç kısmında ise Zeynîliğin neden uzun süre etkisini sürdüremediği husûsu üzerinde durulmuştur. Böyle bir eserin ortaya çıkmasında özellikle kıymetli hocam Prof. Dr. Mustafa Tahralı ile değerli Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Mehmed İpşirli'nin tavsiye ve teşviklerinin önemli etkisi olmuştur. Her ikisine de içten saygılarımı ve teşekkürlerimi sunmak isterim. Çalışmam sırasında muhtelif yardımlarını gördüğüm değerli meslekdaşlarım Doç. Dr. Şükrü Özen ile Dr. Necdet Tosun'a da burada şükranlarımı arzetmeliyim. Ayrıca eserin neşrini üzerine alan İnsan Yayınları'na da müteşekkirim. Daha başka çalışmalar için Allah'tan "gayret" ve "tevfik" niyaz ediyorum. Zira gayret de O'ndan tevfik de... Doç. Dr. Reşat ÖNGÖREN Büyük Çamitca/Üsküdar 28 Şubat 2003



GİRİŞ ZEYNİLİĞİN DOĞUŞU



I. ZEYNÎLİĞİN SİLSİLESİ /^eynîlik ana tarikatlardan Sühreverdiyye'nin bir kolu olup, adını kurucusu Zeynüddin Hâfî'den almıştır. Şeyh Zeynüddin'in tarîkat silsilesi Şeyh Nûreddin Abdurrahman Şibrîsî (veya Şirsî) Mısrî > Şeyh Cemâleddin Yûsuf Acemî Gûrânî > Şeyh Hüsâmeddin Hasan Şimşîrî > Şeyh Necmeddin Mahmud Isfehânî > Şeyh Nûreddin Abdüssamed Natanzî vâsıtasıyla Sühreverdiyye tarikatının kurucusu Şihâbüddin Ömer Sühreverdî'ye ulaşır.1 Bü silsile tesbit edilebildiği



Lamiî Mahmud Çelebi, Nefehâtü'l-üns tnin hazarâti'l-kuds Tercümesi, İstanbul 1980, s. 5 5 1 , 5 6 1 - 5 6 2 ; Safâyî, Manzûme-i Vasâyâ-yı Şeyh Vefâ, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 2 1 5 4 , vr. 17b, 18b; Taşköprîzâde Isâmüddin Ahmed, eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye fî ulemâi'd-devleti'l-Osmâniyye (nşr. Ahmed Suphi Furat), İstanbul 1985, s. 68; Nev'îzâde Atâî, Hadâiku l-hakâik fî tekmileti'ş,Şekâik (nşr. Abdülkadir Özcan), II, İstanbul 1989, s. 63; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 119b-120a; Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd fî selâsili ehli'l-bey'ati ve ilbâsi'l-hırkati ve't-tasavvufi ve sülûki ehli't-tevhîd, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1197, vr. 33a-b, 44a; Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü'l-fuâd fi'l-mebdei ve'l-meâd, İstanbul 1288, s. 140-141; İsmâil Beliğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve



kadarıyla ilk önce Zeyniyye ricâlinden Şeyh Vefa'nın (Muslihuddin Mustafa;, Ö.896/1491) kayıtlarını esas alan Nefehât mütercimi Lâmiî Çelebi (Ö.938/1531) ile2 Vefâ'nın mürîdi Şâir Safâyî tarafından kaydedilmiştir. Safâyî gibi Lâmiî Çelebi de Şeyh Vefâ ile görüşme imkânı bulmuş olan dönemin önemli müellif-mutasavvıflarındandır. Aynı silsile Şekâik müellifi Taşköprîzâde tarafından da değiştirilmeden kaydedilmiştir. Bununla birlikte Nefehâtü'l-üns'de Şihâbüddin Sühreverdî'nin halîfelerinden birinin Necîbüddin Ali olduğu, Nûreddin Natanzî'nin de Necîbüddin Ali'nin yanında yetiştiği ifâde edilmiş,3 daha sonraki kaynaklardan Atâî Zeyl'i, es-Simtu'l-mecîd, Semerât, Tıbyân, Mirâtü'l-mekâstd, Tabibzâde'nin Silsilenâme\\ ve Vassâf'ın Sefine'sinde verilen silsilelerde Şihâbüddin Ömer Sühreverdî ile Nûreddin Abdüssamed Natanzî arasına Necîbüddin Ali b. Bozguş Şirâzî de konulmuştur.4



Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân, Bursa 1302, s. 105-106 (Nâşir tarafından sayfa kenarına kaydedilmiştir); Kemâleddin Harîrîzâde, Ttbyânü vesâili'lhakâik fi beyâni selâsili't-tarâik, Süleymâniye Ktp., Fatih, nr. 4 3 1 , II, 102a, 107a-b; Ahmed Rif'at, Mir'âtü'l-mahâsıd fîdef'i'l-mefâsid, İstanbul 1293, s. 3 8 - 3 9 ; Mehmed Şemsüddin, Bursa Dargahları Yâdigâr-ı Şemsî I-ll (nşr. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy), Bursa 1997, s. 3 6 6 ; Tabibzâde Derviş Mehmed Şükrü b. İsmail, Silsilenâme-i Aliyye-i Meşâyih-i Sûfiyye, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdayî Efendi, nr. 1098, vr. 53-54; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yt Ebrâr, Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2 3 0 6 , 1 , 263. Güldeste, Tibyan, Tabibzade'nin Silsilenâme'sı ve Sefîne'de Nûreddin Abdüssamed'in nisbesi "Natanzî" yerine "Nazîrî" şeklinde kaydedilmiştir. "Hüsâmeddin Hasan Şimşîrî" de Nuruosmâniye Kütüphânesi'nde bulunan (nr. 2650) bir yazmadaki silsilede "Tâcüddin Hasan Şimşîrî" (vr.4a), Güldeste'de "Hüseyin Şimşîrî", Mir'atü'lmakâstd ile Sefîne'ât "Hüseyin Hüsâmeddin" şeklinde kaydedilmiştir. 2



3 4



Şeyh Vefa'nın kendi eliyle yazdığı silsileden istinsah edilmiş bir nüsha Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Hakses, nr. 3 5 5 , vr. 16b). Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 2 8 - 5 2 9 , 534. bk. 1 nolu dipnotta gösterilen yerler. Zeyniyye'nin Nuruosmâniye Kütüphânesi'nde bulunan bir yazmada (nr.2650) kaydedilen Abdürrahîm Rûmî'ye ka. dar gelen bir silsilesinde de (vr.2b-4b) Necîbüddin Ali'ye yer verilmiştir. Burada şeyhin adı Ali b. Buzgaş (Bozguş değil) şeklinde harekelenmiştir.



Yukarıda Şihâbüddin Sühreverdî'ye kadar kaydedilen silsile, içinde Cüneyd-i Bağdâdî'nin de bulunduğu diğer meşâyihle birlikte Hz. Ali'ye ulaşmaktadır. Bu sebeple Şeyh Vefâ silsileyi Sühreverdiyye-i Cüneydiyye-i Aleviyye diye kaydetmiştir.5 Yine Zeyniyye ricâlinden olan Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî'nin kaydettiği tarîkat silsilesi ise Veysel Karam vâsıtasıyla hem Hz. Ali'ye hem de Hz. Ömer'e ulaşmaktadır. Bu silsilede ayrıca İbrahim b. Edhem de vardır. Cüneyd-i Bağdâdî'den îtibâren yukarıya doğru silsile şu şekilde devam etmektedir: Cüneyd-i Bağdâdî > Cafer el-Huzzâî > Ebû Ömer Istahrî > Ebû Turab Asker b. el-Hıssîn Nahşebî > Şakîk Belhî > İbrâhim b. Edhem > Mûsâ b. Yezid er-Râî > Üveys el-Karanî > Ömer b. Hattâb / Ali b. Ebî Tâlib. 6 Zeyniyye'nin bir de içinde Cüneyd-i Bağdâdî bulunmayıp Abdülkâdir Geylânî'nin yer aldığı Hz. Ebû Bekir'e varan bir silsilesi vardır. Bu silsileye göre Şihâbüddin Sühreverdî'nin şeyhi olan Ebunnecib Sühreverdî, Kâdiriyye'nin kurucusu Abdülkâdir Geylânî'den hilâfet almıştır.7 Bu durumda mezkûr silsileyi Sühreverdiyye-i Kâdiriyye-i Bekriyye şeklinde isimlendirmek mümkündür. Zeynüddin Hâfî'nin şeyhi Abdurrahman Şirsî'nin Rifâiyye tarikatından da hilâfeti bulunması sebebiyle Zeyniyye'nin aynı zamanda Sühreverdiyye ve Rifâiyye'yi cem eden bir tarîkat olduğu belirtilmektedir.8 Rifâiyye'nin kurucusu Seyyid Ahmed Rifâî'ye ulaşan Zeyniyye silsilesi şu şekilde kaydedilmiştir: Şeyh Zeynüddin Hâfî > Şeyh Abdurrahman Şirsî > Şeyh Zahîruddin İsa Mısrî > Şeyh Abdüsselâm Kuleybî > Şeyh Ebulfeth İbrahim b. Ömer b. Ebulferec Fârûkî Vâsıtî > Seyyid Ahmed Rifâî.9 Halvetiyye Tarîkatı'nın önemli kaynaklarından Lemezâfda ise Zeyniyye ricâlinden Abdüllatff Mahrûk'un (ö. 1009/1600-01) silsile-



5 6 7



8 9



Lâmiî, a.g.e., s. 5 6 0 . Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a-b. Lâmiî, a.g.e., s. 5 6 2 ; Safâyî, Vasâyâ, vr. 18b; ayrıca bk. Mir'atü'l-makâsıd, s. 39. Tibyân, II, 107b; Vassâf, Sefîne, I, 264. Tibyân, II, 59b-60a; Vassâf, Sefîne, I, 264.



si Şihâbüddin Ömer Sühreverdî'nin şeyhi Ebunnecîb Sühreverdî'ye kadar kaydedilmiş ve bu zat vasıtasıyla Zeyniyye silsilesinin Halvetiyye ile birleştiği ifâde edilmiştir.10



II. ZEYNÎLİĞİN KURUCUSU ŞEYH ZEYNÜDDİN HÂFİ Zeynîlik "Zeynüddin Hâfî" diye meşhur olan Ebu Bekir b. Muhammed b. Muhammed b. Ali tarafından kurulmuştur.11 757 (1356) yılında Horasan'ın Hâf şehrinde dünyaya gelen Şeyh Zeynüddin, Hicrî sene hesabıyla 81 sene gibi uzun ve bereketli bir ömür sürdükten sonra 2 Şevval 838'de (1 Mayıs 1435) Herat'ta vefat etti. Önce Mâlin köyünde defnedildi ise de daha sonra kabri Dervişâbâd'a nakledildi.12 Ali Şir Nevâî Nefehaf a yaptığı tercümede şeyhin buradan da Herat'ta bulunan Iydgâh'a (Iydgâh-ı Herat) nakledildiğini ve mezarının yanına büyük bir imârethâne yapıldığını ilâve etmektedir.13 Zeynüddin Hâfî yetişme döneminde Mâverâünnehir, Horasan, Azerbaycan, Irak, Şam, Mısır, Hicaz bölgelerinde pek çok âlimden ders al-



10



11



12 13



Mahmud Cemâleddin Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye ez Lemeât-ı Ulviyye [nşr. Mehmed Serhan Tayşî], İstanbul 1993, s. 607. Bazı yerlerde Zeyniyye'nin Halvetiyye'nin bir kolu olduğu şeklindeki ifâdeler bu sebeple olmalıdır. Bâzı kaynaklarda şeyhin adı "Ebu Bekir b. Muhammed..." yerine "Ebu Bekir Muhammed..." şeklinde kaydedilmişse de, Hâfî gerek bâzı eserlerinin başında gerekse halîfelerine verdiği icâzetnâmelerde adını yukarıda belirtildiği gibi yazmıştır. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik s. 71-73. Ali Şir Nevâyî, Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve (haz. Kemal Eraslan, Doktora tezi), İstanbul 1979, s. 3 1 8 ; ayrıca bk. Emir Seyyid Abdullah, Mezârât-ı Herat (nşr. Fikri Selçûkî), Kabil 1344 hş., s. 89 (Emir Seyyid Abdullah tarafından 1459'da kaleme alınan bu esere daha sonra 1784'te Ubeydullah b. Ebû Saîd Herevî tarafından, 1931'de Muhammed Sıddîk Herevî tarafından ilâveler yapılmış, en son eseri neşre hazırlayan Fikri Selçûkî tarafından da genişçe bir tâlîkât ilave edilerek hepsi birarada yayınlanmıştır); Mecdî Mehmed Eferidi, Hadâiku'ş-Şekâik (eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye tercümesi, nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, s. 92.



mış ve bir çok şeyhin sohbetine katılmıştır. Onun istifâde ettiği âlimler arasında Celâleddin Fazlullah Tebrîzî, Celâleddin Ebu Tâhir Ahmed Hocendî el-Medenî, Sadreddin Ebulberekât Ahmed b. Nasrullah Kazvînî, İbnü'l-Cezerî ve Zeynüddin Irakî gibi zâtlar vardır. Zeynüddin Irakî'den Medine'de İmam Nevevî'nin Kırk Hadis'ini okumuş, ayrıca adı geçen âlimlerin tamâmından icâzet almıştır.14 Bunların yanı sıra Şihâbüddin Seyrâmî15 ve Şerif Cürcânî er-Razî'den de ders okuduğu anlaşılmaktadır.16 Sohbetlerine katılıp feyz aldığı şeyhler ise Şihâbüddin Bistâmı, Şerîfüddin İskenderî, Tâyebâdî [Zeynüddin Ebû Bekir], Şihâbüddin Ahmed Fernevî,17 Kemâl Hocendî, İsmail Sîsî ve son olarak kendisinden icâzet aldığı şeyhi Nureddin Abdurrahman Mısrî'dir. Zeynüddin Hâfî Tebriz'de faaliyet gösteren Şeyh Kemal Hocendî'nin bir müddet hizmetinde bulunduktan sonra Şeyh İsmâil Sîsî'nin hizmetine girmiş ve bu zâtın tavsiyesi üzerine de Mısır'a giderek Şeyh Nureddin Abdurrahman ile buluşmuştur.18 Hâfî şeyhe mürid olma arzusunu ilk açtığında şeyh kendisinin fakir bir derviş, onun ise bir çok fende imam kabul edilecek ölçüde ilim sâhibi olduğunu belirterek arzusunu kabul etmek istememişse de Hâfî'nin samîmî ve ısrarlı talebi karşısında zikir telkin ederek irşad halkasına dahil etmiştir. 19 Zamânmda "tâliplerin kıblesi" diye tanınan Nureddin Abdurrahman, yukarıda silsileler kaydedilirken de gösterildiği gibi, seyru sülûkünü Cemâleddin Yûsuf Acemî Gürânî'nin yanında ikmâl etmişti. Rivâyete göre tasavvuf yoluna ilk girişi Mısır'da bir başka şeyhe intisap ile gerçekleşmiş, ancak belli bir müddet eğitimden sonra şeyhi kendisine sülûkünü Acem diyarından gelecek bir zâtın elinde tamamlayacağını bildirmiştir. Bu şekilde Yûsuf Acemî'nin eğitimi altına gir-



14



15



16 17 18



19



Şemsüddin Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî, ed-Dav'u'l-lâmi' li-ehli'lkami't-tâsi', Beyrut ts., IX, 2 6 0 - 2 6 1 ; ayrıca bk. Mezârât-ı Herat, s. 88. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 8 ; Safî Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifi, Reşehât-ı Aynü'l-hayât (trc. M. Şerîf el-Abbâsî), İstanbul 1291, s. 3 9 5 . Sehâvî, IX, 260. Sehâvî, IX, 261. H. T. Norris, "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâfî of Khurâsân and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African Studies (BSOAS), LIII/1 (1990), s. 58-59. Sehâvî, IX, 261.



miş ve yirmi günden az bir süre içinde sülûkünü ikmâl ederek irşad için icâzet almıştır. Yaşı ilerlemiş olduğu için icâzetnâmede Yûsuf Acemî'nin kendisine "birader" diye hitap ettiği belirtilmektedir.20 Zeynüddin Hâfî, Nureddin Abdurrahman Mısrî'nin yanındaki manevî eğitiminde kemâle ulaştıktan sonra şeyhi tarafından son olarak yedi günlük halvete konmuş ve icâzet almıştır. Şeyhin kendisine yazdığı Arapça icâzetnâmede21 bu halvetin safhaları şu şekilde anlatılmaktadır: "...Allah Teâlâ yedi günde fazlı ile lütufta bulundu, mevhibeler kapılarını açtı. Dördüncü gecede hakikat makamından tevhid makamına kadar bütün makamların derecelerine yükselterek açılan mevhibe kapılarını daha da arttırdı. Yedinci gün tamamlanmadan önce cem' hâlini müşâhede ederek tefrika kaydından kurtuldu. Yedinci günün bitmesinden sonra ona Zât'taki hakîki tevhid nurları zuhûr etti ki, bu hâle ehl-i hakikat dilinde 'cem'u'l-cem' denir. Şeyh Zeynüddin kuvvetli bir istîdâda sahip olduğu için hâlâ terakkî etmektedir. Ben Cenâb-ı Hak'tan ümid ederim ki, onu o makamın tamâmına eriştirsin, beka-i dâim ile bâkî kılstn, müttakîlere imam yapsın".22 Zeynüddin Hâfî irşad faaliyetinde bulunmak için memleketine dönerken, şeyhinden aldığı bu icâzeti Bağdat'ta kaybetmiştir. Uzun bir müddet geçtikten sonra Horasan'dan tekrar Mısır'a gitmiş, ne var ki bu sırada şeyhi âhirete göçtüğü için onunla buluşma imkânı bulamamıştır. Ancak şeyhin halvethânesine girdiğinde icâzetnamesini birkaç harf eksiğiyle orada bulmuştur.23 Sehâvî'nin kaydına göre, Zey20 21



22 23



Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 4 7 . Yaklaşık yarım sayfa kadar olan bu icâzetnâme Nefehât'ta kaydedilmiştir. Bir nüshası da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Hakses, nr. 3 5 5 , vr. lb). Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 4 7 - 5 4 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 72. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 4 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 72. Bu olayı anlatan Şeyh Zeynüddin Hâfî devamla halvethânenin mazbut olmadığını, hatta oraya vardığında kapısının bile açık olduğunu belirterek şöyle demektedir: "Acaba halvethânedeki icâzetnâme asıl icâzetnâmenin müsveddesi miydi, yoksa şeyhim nûr-i velâyetle icâzetnameyi kaybedip Mısır'a geri döneceğimi bilerek onu benim için ikinci defa mı yazıp oraya bırakmıştı bilemiyorum? Her hâl ü kârda onun böyle bir halvethânede uzun müddet kalması kerâmetten başka bir şey değildir" (bk. Adı geçen eserlerin belirtilen yerleri).



nüddin HâfT'nin Horasan'dan Mısır'a tekrar gidişi şeyhinin emri üzerine gerçekleşmiştir. Zira Şeyh Nûreddin Abdurrahman, Hâfî'riin semâ meclislerine katıldığını haber almış ve tarîkat anlayışı açısından uygun bulmadığı bu davranışından dolayı onu te'dib için elçi gönderip Mısır'a çağırmıştır.24 A. Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'da Kurdurduğu Tekkeler Şeyh Zeynüddin irşad faaliyetlerini memleketi olan Hâf şehrinin Berâbâd köyünde bir hânkâh ile bir tekke (ribat) yaptırarak irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. 812 (1409) senesinde hazırlanıp 830 (1427) senesinde tescil ettirildiği anlaşılan vakfiyesinde bu iki dergâhı Hâff kendisinin yaptırdığını belirtmekte ve ayrıca Bâherz şehrinin Serbâlâ mezraasmda bir tekkenin daha yapılmakta olduğunu bildirmektedir.25 Hâft ayrıca 825'te kaleme aldığı el-Vasâya'l-kudsiyye isimli eserinde bir vesileyle Nurâbâd zâviyesinde halvete oturduğundan sözetmiştir.26 Bu zâviye yukarıda kaydedilen Berâbâd köyündeki hânkâh ve ribattan ayrı üçüncü bir tekke olabileceği gibi, bu iki tekkeden biri de olabilir. Zîrâ Nurâbâd, kaydedildiğine göre, Hâf'm Berâbâd köyünün batısında bulunan bir mezraamn adıdır.27 Şeyh Zeynüddin, adı geçen vakfiyede ifâde edildiği şekliyle Hâf'ta kurulan iki tekke (hânkâh ve ribat) ile, Bâherz'de yapılmakta olan tekke için Herat'ın Dervişâbâd köyünü, Hâf, Bâherz ve Herat'ta bulunan bir kısım mezraa, bağ ve su kanallarını vakfetmiştir.28 Öte yandan Şeyh Zeynüddin'in, halîfesi Abdurrahim Rûmî'ye Muharrem 832'de (Ekim 1428) yazdığı icâzetnâmeden Herat'ın Dervişâbâd köyünde de bir dergâhın bulunduğu anlaşılmaktadır.29



24 25



26



27 28 29



Sehâvî, IX, 261. Pâkistan' ın Islâmâbâd şehrindeki Gencbahş Kütüphânesi'nde bulunan bu Arapça vakfiye Mahmud Fâdıl Yezdî Mutlak tarafından neşredilmiştir ("Vakıfnâme-i Zeynüddin Ebû Bekir Hâfî", Mişkât, X X I I [1989], s. 197-198). Bu vakfiyeden beni haberdâr eden Necdet Tosun'a teşekkür ederim. Zeynüddin Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, Süleymaniye Ktp., Murad Buharı, nr. 2 1 0 , vr. 30a. Hâfî, Vaki/nâme, s. 194. bk. Hâfî, Vaktfnâme, s. 194-198. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 554.



B.



Zeynüddin Hâfî'nin İdarecilerle ve Diğer Tarîkat Mensuplarıyla İlişkileri Şeyh Hâfı Horasan bölgesinde başlattığı bu irşad faaliyetleriyle halkın yanı sıra, yöneticilerin ve farklı tarîkata mensup şeyhlerin de dikkatini çeken bir şahsiyet olmuştur. Onun Timur'un oğlu Şah Ruh'la Tebriz sultânı İskender arasında başlamak üzere olan bir savaşı önlemiş olması,30 devlet adamları nezdindeki etkisini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca devrin önemli şahsiyetlerinden Emir Kıvâmüddin Sincânî (ö. 25 Zilhicce 819/13 Şubat 1417) ile karşılıklı yazıştıkları da nakledilir.31 Tarîkat erbabından özellikle Nakşîler'ın Zeynüddin Hâfî ile iyi ilişkiler kurdukları ve görüşlerini büyük ölçüde takdir ettikleri anlaşılıyor.32 Örneğin Nakşibendiyye'nin kurucusu Bâhâeddin Nakşibend'in önde gelen halifelerinden Muhammed Pârsa ile Hâfî arasındaki dostluğun çok ileri derecede olduğu görülmektedir. Pârsa onun için "Âlim ve âriflerin temizi, sünnet sancağını yücelten, bid'atlerle mücâdele eden, şerîat, tarîkat ve hakîkat yolunun yolcusu, kalplere şifâ veren, efendimiz, mevlâmız..." gibi ifâdeler kullanırken,33 Hâfî de Pârsa için "Avâm ve havâssın mürşidi, şeyhü'l-ıslâm, ulemânın önderi, evliyânın zübdesi" gibi tâbirler kullanmıştır. Muhammed Pârsa 822 (Ocak 1420) senesinde hac sonrası uğradığı Medine'de vefat ettiğinde, o târihte Mısır'da bulunan Zeynüddin Hâfî bir mezar taşı hazırlatarak Pârsa'nın kabri başına götürüp dikmiştir.35 Bir başka Nakşibendî şeyhi Nizâmeddin Hâmuş'un, gördüğü bir 30 Sehâvî, IX, 262. 31 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 3 - 5 6 4 ; Nevâî, Nesâytm, s. 318-319. 32 Nakşibendiyye'nin kurucusu Bâhâeddin Nakşibend'in (ö. 7 9 1 / 1 3 8 9 ) bir hac yolculuğu sırasında Herat'a uğrayıp Zeynüddin Hâfi'yi ziyaret ettiğine dair bilgiyi (Hamid Algar, "Bâhâeddin Nakşibend", DIA, IV, 459) ihtiyatla karşılamak gerekir. Nitekim Reşehât Tercümesi'nde onun Herat'ta ziyaret ettiği zatın adı "Zeynüddin Ebu Bekir Tâibâdî [Tâyebâdî ?]" şeklinde kaydedilmiştir ki (s 81) bu zât, yukarıda belirtildiği gibi, Hâfî'nin sohbetlerine katılıp feyz aldığı şeyhlerdendir. Aynı eserin bir çok yerinde Zeyniyye'nin kurucusu olan Şeyh Zeynüddin ise "Hâfî" nisbesiyle anılmaktadır. 33 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 547. 34 Zeynüddin Hâfî, Menhecü'r-reşâd, Süleymâniye Ktp., Ismıhan Sultan, nr. 2 8 3 , vr. 63a. . u 35 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 3 ; Reşehât Tercümesi, s. 92; Mecdı, s. 2 6 9 .



kısım rûyâların yorumu için mürîdi Sa'deddin Kaşgarî'yi Zeynüddin Hâfî'ye göndermiş olması da Hâfî'nin Nakşîler nezdindeki îtibârını ortaya koyan bir başka husustur. Şöyle diyor mürîdini gönderirken Nizâmeddin Hâmuş: "Ol vâkıalardan çok havf eyleme (korkma). Çün gidersin onları Mevlânâ Zeynüddin Hazretlerine arzeylersin ki, o merd-i müteşerrîdir ve câdde-i sünnet üzere sâbittir."36 I Bâzı kaynaklarda Akşemseddin'in Hacı Bayram'a mürid olmadan önce Zeynüddin Hâfî'ye intisap etmek için yola çıkıp Halep'e kadar gittiği kaydedilmektedir.37 O dönemde Hâfî'nin Anadolu'daki şöhretini göstermesi halamından oldukça önemli olan bu hâdise, Akşemseddin üzerine müstakil bir çalışma yapan Ali İhsan Yurd tarafından imkansız görülmüştür. Yurd'un ileri sürdüğü en önemli gerekçe Akşemseddin'in bir eserinde Zeynüddin Hâfî'yi tenkit etmiş olmasıdır.38 Bize göre bu isâbetli bir gerekçe değildir. Zira tasavvuf târihinde, önceden beğenmeyip tenkit ettiği bir şeyhe daha sonra bir vesîleyle mürid olan bir çok kimse vardır. Ancak bu olayı kaydeden müelliflerden Lâmiî ve Taşköprîzâde hâdisenin meydana geldiği târihle alâkalı herhangi bir şey söylemezken, eserini bu iki müelliften sonra kaleme alan Enîsî 840 târihinde meydana geldiğini belirtmiştir. Eğer bu târih doğru kabul edilecek olursa o zaman Ali İhsan Yurd'un kanâatini kabul etmek gerekir. Zira Zeynüddin Hâfî'nin belirtilen târihten iki sene önce; 838'de vafat ettiği bilinmektedir. ^



C. Zeynüddin Hâfî'nin Zeynîlik Prensiplerini Ortaya Koyduğu Eserleri Zeynüddin Hâfî irşad faaliyetlerini muhtelif bölgelere yaptığı seyahatler sırasında oluşturduğu sohbet meclislerinin yanı sıra tasavvuf 36 37



38



Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 4 2 ; Reşehât Tercümesi, s. 181. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 6 8 5 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 2 6 - 2 2 7 ; Emir Hüseyin Enisî, Menâktb-t Akşemsedditı (nşr. Ali İhsan Yurd-Mustafa S. Kaçalin, Akşemsedditı Hayatt ve Eserleri içinde), İstanbul 1994, s. 130; Hoca Sa'deddin Efendi, Tâcü't-tevârîh, İstanbul 1279-1280, II, 519. Ali İhsan Yurd, Akşemsedditı Hayatı ve Eserleri (Düzeltme ve eklemelerle yayına sunan Mustafa S. Kaçalin), İstanbul 1994, s. 23-24.



prensiplerini ve tarikatın âdab ve erkânını anlattığı eserler kaleme almak suretiyle de sürdürmüştür. Onun yazdığı eserler arasında ehVasâya'l-kudsiyye'nin tarîkatm temel esaslarını belirlemesi bakımından ayrı bir önemi vardır. Bir çok nüshası bulunan bu eseri Hâfî müridlerinin talebi üzerine 825'te (1422) Kudüs'te müsvedde olarak kaleme almış, daha sonra Horasan'a gittiğinde bâzı kısımlarını değiştirerek son şeklini vermiştir.39 Kudus'te yazıldığı için Kudsiyye nisbesiyle anılan bu Arapça eserin sonraki yıllarda özetlenerek istinsah edildiği de görülmektedir.40 Eser Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden Muhammed Tebâdegânî41 ve Zeyniyye ricâlinden Hacı Halîfe Bursevî tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.42 Eserin Türkçe'ye yapılmış daha başka tercümeleri de vardır. Mütercimleri tesbit edilemeyen bu



39



40 41 42



Eserin nüshaları için bk. Nuruosmâniye Ktp., nr. 2650, vr. 5 b - l l l b (istinsah: Edirne 868, küçük boy, 9 satır); Süleymâniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 2 1 0 , vr. 2b-44b; Ayasofya, nr. 3 7 , vr. 66b-90b; Ayasofya, nr. 2 1 5 5 , vr. lb-63a; Esad Efendi, nr. 3 5 3 7 , vr. 44b-75b; Reşid Efendi, nr. 1162, vr. 121b-170b; Köprülü Ktp., nr. 1231, vr. 5b-48b. Eseri önce müsvedde olarak kaleme aldığını ve bâzı kısımlarını Horasan'da değişitirdiğini müellif eserin içinde ifâde etmektedir (bk. Süleymâniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 2 1 0 , vr. 37b, 44b). Eseri Kudüs'te 825'te tamamlandığı ise, müellif nüshasıyla mukabele edilmiş olan bir nüshanın sonunda kayıtlıdır (bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, nr. 157, vr. 37b). Eser Keşfü'z-zunûn'Az yukarıda kaydedildiği şekilde Vasâya'î-Kudsiyye ismiyle Zeynüddin Hâfî'ye nisbet edildikten sonra (Kâtip Çelebi, Keşfü'z-zunûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fiinûn [nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya], İstanbul 1 3 6 0 - 6 2 / 1 9 4 1 - 4 3 , II, 2 0 1 2 ) Keşfü'z-zunûn'un zeyli îzâhu'l-meknûn'da Vasıyyetü'l-ârifîn diye de bir eserin Hâfî'ye nisbet edilmiş olması (Bağdatlı İsmail Paşa, İzâku'l-meknûn fi'z-zeyl alâ Keşfü'z-zunûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn [nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya], İstanbul 1945-47, II, 711), bunların farklı risâleler olduğunu hâtıra getirmekteyse de bu hususta kesin bir bilgi elde edilememiştir. Mesela bk. Süleymâniye Ktp., Kasîdecizâde, nr. 757, vr. 13b-16b. Nevâî, Nesâyim, s. 397. bk. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Ergin, nr. 1273, vr. (23b-126a); nr. 920, vr. (lb-77b). Mütercim olarak kaydedilen Hacı Halîfe Bursevî muhtemelen Kastamonulu Şeyh Abdullah (Ö.894/1489) olmalıdır. Bursa'da Abdüllatîf • Kudsî'nin açtığı dergahta Tâcüddin İbrahim Karamâ? nî'den sonra posta oturduğu bilinen bu zât Hacı Halîfe diye tanınmıştı.



tercümelerin bir kısmında metne sâdık kalınmış,43 bir kısmında ise bâzı ilâve açıklamalara yer verilmiştir.44 Hâfî'nin 825'te Kudüs'te Vasâya'l-Kudsiyye'nm yanı sıra kaleme aldığı bir başka eseri Silsiletü'ssûfiyye' dir.45 ^Zeynüddin Hâfî bir diğer eseri Menhecü'r-reşâd.'ı ise Farsça olarak Herat'ta kaleme almıştır. Ehl-i Sünnet inancı ve buna uygun tarîkat anlayışının anlatıldığı bu eserin tam adı kapağında "Menhecü'r-reşâd fî îtikâdi'l-ibâd" şeklinde kaydedilmişse de, giriş kısmında müellif adını Arapça-Farça bir terkiple "Menhecü'r-reşâd râ Vâsıta-i Salâh-ı Itikâd -ı İbâd" şeklinde kaydetmiştir.4^ Vasâya'l-Kudsiyye gibi bu eser de Hâfî'nin tasavvufî görüşlerini ve tarîkat anlayışını yansıtması bakımından oldukça önemlidir. Zeynüddin Hâfî tarîkatta okunacak "evrâd" ve "hizb"i de Arapça küçük bir risâle hâlinde kaleme almıştır. Sabahları okunan virdler "Hâzâ evrâdü's-subh" şeklinde kaydedilmiş, peşinden "Hâzâ hizbü'l-mev'ûd" başlığıyla diğer okunacak duâlar kaydedilmiştir.47 Bu virdler iki cildlik bir duâ mecmuasının ikinci cil43.



bk. Millet Ktp., Ali Emîrî/Şer'iyye, nr. 1347, vr. 2b-110a (Bu tercüme cümle cümle yapılmıştır); Süleymâniye Ktp., Darulmesnevi, nr. 158, vr. lb-45a (Bu tercümenin baş tarafında (2a) mütercim, eserin daha önce bir zât tarafından tercüme edildiğini, fakat burada müellifin bâzı görüşlerinin tam yansıtılmadığını ileri sürmüş ve bu sebeple tekrar tercüme ettiğini belirtmişti). 44 bk. Süleymâniye Ktp., Hekimoğlu, nr. 4 3 8 , vr. 335b-384b (Bu tercümede özellikle İbnü'l-Arabî'nin "hatmü'l-velâye" görüşüyle ilgili yapılan açıklama dikkat çekmektedir); İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Ergin, nr. 845, vr. lb-64b; Millet Ktp., Ali Emîrî/Şer'iyye, nr. 876, vr. lb-30b. 45 Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur Supplementband, Leiden 1938, II, 2 8 5 . 46 Süleymâniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283, vr. 4b-77a; Hacı Mahmud, nr. 2829, vr. lb-45a. Hacı Mahmud nüshasının kapağında Arapça şöyle bir dörtlük vardır: Yâ sâlike mesleki'l-ibâd / Da' minke tarîkate'l-inâd Fi sıhhati mezhebin ve dîn / Yekfî bike Menhecü'r-reşâd. (Ey sâlik! Din ve mezhep hakkında sağlam bilgi için Menhecü'r-reşâd sana yeter) 47 Süleymâniye Ktp., Murad Buharî, nr. 2100, vr. 82b-85a. 48 [Mecmûa], (nşr. Osman Salahaddin b. Nâsıru's-Seyyid Abdülbâkî Dede), ts., II, 612-615.



di içinde Evrâd-t Şerife-i Zeyniyye adıyla neşredilmiştir.48 Bu evradı Alâeddin Ali b. Mûsa Koçhisârî (Ö.841/1437-38) şerhetmiştir (Şerhti Evrâdi'z-Zeyniyye).49 Evrâdm ayrıca meşhur âlim Kutbuddin İznikî'nin oğlu Mehmed İznikî tarafından Tenvîru'l-evrâd ismiyle Arapça olarak yapılmış bir şerhi daha bulunmaktadır.^0 Bu şerhte İznikî, virdlerin mânâsını açıklarken bunların kişiye sağladığı faydalar, belli adetlerde ve düzende okunmasının hikmetleri üzerinde de durmuştur. Zeynüddin Hâfî'nin tesbit edilebilen diğer eserleri, tarîkat ehli için gerekli olan bir kısım nasîhatları kaydettiği Arapça Mir'atü't-tâlibîn'i,51 mürîdin davranışlarını, tarikatın rükünlerini, tasavvufun edeplerini ve makamları kısa maddeler hâlinde anlattığı Farsça Adâbü's-sûfiyye'si,52 halîfelerinden Ahmed Semerkandî'ye 821'de (1418) Herat'ta yazdığı nasihatlerden oluşan Arapça bir risâlesi53 ile zühdle alâkalı 825'te kaleme aldığı bildirilen bir risâlesidir.54 Zeynüddin Hâfî'nin telif ettiği bu eserlerin yanı sıra 826'da Dervişâbâd'da Şihâbüddin Sühreverdî'nin Avârifü'l-maârif me hâşiye yazdığı belirtilmekte49



s0



51



52 53 54



Keşfü'z-zunûtı, I, 2 0 0 - 2 0 1 ; Bağdatlı îsmâil Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn esmâü'lmüellifîn ve âsâru'l-musanniftn (nşr. Kilisli Muallim Rifat-İbnülemin Mahmud Kemal), İstanbul 1 9 5 1 - 5 5 , 1 , 7 3 1 ; Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1333, 1, 352. Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 2 9 0 , vr. lb-37b. Rebîulâhir 863 (Şubat 1459) tarihini taşıyan bu nüshadan başka eserin Süleymaniye Kütüphânesi'nde bir çok nüshası bulunmaktadır (Mesela bk. Laleli, nr. 1593, vr. lb-54a; Halet Efendi, nr. 7 9 7 , vr. 87b-122b). Mecdî, Sultan II. Murat devri âlimlerinden Balat kadısı Abdüllâtif Efendi için "Ve dahî Evrâd-ı Zeyniyye'yi bir güzel kitab eyledi" demektedir (Şekâik Tercümesi, s. 124). Bu ifâde ile kastedilenin tercüme mi? şerh mi? yoksa istinsah mı? olduğu tam anlaşılamamıştır. H. T. Norris, "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâfı of Khurâsân and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African Studies (BSOAS), LIII/1 (1990), s. 57-63. H. T. Norris iki buçuk sayfa kadar olan bu eseri İngilizce tercümesi ve kısa bir değerlendirme yazısıyla birlikte adı geçen makale içinde neşretmiştir. bk. Süleymaniye Ktp., Uşşâkî, nr. 23, vr. 78b-82b. bk. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a-87b. Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur, Leiden 1938, II,



266.



dir.55 Sehâvî'nin bir kaydından onun Farsça şiirler yazdığı ve talebelerine derste bunların açıklamasını yaptığı anlaşılmaktadır.56 Molla Câmî onun Emir Kıvâmüddin Sincanî ile yaptığı yazışmalar sırasında kaleme aldığı Farsça beyitlerinden bir kaçını açıklamalarıyla birlikte kaydetmiştir.57 Ayrıca Vasâya'l-Kudsiyye'nin bir yerinde (vr. 37b) Hâfî, âlem-i kebîr ile âlem-i sağîri, bu iki âlemin birbirleriyle ve Allah'ın sıfatlarıyla irtibâtını, yaratıcının insanı bu âlemlerden süzmesini (ıstıfâ) ve onu mazhar-ı irfan kılmasını anlatan bir risâle yazacağını haber vermişse de, anlaşıldığı kadarıyla bunu gerçekleştirme fırsatı bulamamış, ancak onun bu arzusu daha sonra Zeyniyye ricâlinden Mustafa b. Muallim'in ilgili konu hakkında 22 Ramazan 909'da (9 Mart 1504) mâna âleminde kalbine ilham olunan bilgileri yazması suretiyle gerçekleşmiştir. Müellif girişte eserini Hâfî'nin arzusunu yerine getirmek için kaleme aldığını belirtmektedir. Arapça üç varaktan ibaret olan ve bir nüshası Köprülü Kütüphânesi'nde bulunan bu eserin başında yine Arapça olarak "Hâzâ Risâletün mev'ûdetün an işâreti'şŞeyh Zeynüddin Hâfî" ibâresi yazılıdır.58 Hâfî adı geçen Vasâyâ'nm sonunda da (vr. 43 a) tevhîdin mertebeleri, tevhid, ittihad ve vahdet arasındaki fark, tecellî-i Zât ve tecellî-i sıfatın mertebeleri v.b. konularla ilgili bir risâle yazmayı planladığını belirtmektedir. Muhtemelen bu planı, işâret edilen konuları da ihtivâ ettiği görülen Menhecü'r-reşâd isimli eserini kaleme almak sûretiyle gerçekleştirmiştir.



55



Hâşiyenin bir nüshasının İran Senato Kütüphânesi'nde 3 3 5 5 numarada kayıtlı olduğu belirtilmektedir (Bu bilgiyi Ebu Mansur Abdülmü'min İsfehânî'nin Farsça Avârif tercümesini bir mukaddime ile neşreden [Avârifü'l-maârif, Tahran 1985] Kasım Ensârî vermiştir, bk. Mukaddime, s. 18). Mahmud Fâdıl Yezdî Mutlak ise nüshanın Meclis-i Şûrây-ı İslâmî [Millî ?, Tahran] Kütüphânesi'nde 3 2 5 5 numarada kayıtlı olduğunu belirtmektedir (bk. Hâfî, Vaktfnâme, s. 188); ayrıca bk. Süleyman Uludağ, "Avârifü'l-maârif", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DIA), IV, 110.



56



Sehâvî, IX, 261. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 564. bk. Köprülü Ktp., nr. 1231, vr. lb-3b.



57 ss



BİRİNCİ BÖLÜM ZEYNÜDDİN HÂFÎ'NİN HALÎFELERİ VE ZEYNÎLİĞİN YAYILIŞI



O öhreti daha hayatta iken çok geniş bir çevreye yayılmış olan ZeyT nüddin Hâfî, zamâmnın çoğunu mürid yetiştirmeye ayırmıştır. Yetiştirip icâzet verdiği halîfeleri vâsıtasıyla mesajını özellikle Horasan, Anadolu, Rumeli ve Hicaz bölgeleri ile Sûriye, Mısır ve Hindistan'da önemli bir kitleye ulaştırmayı başardığı görülmektedir. İleri gelen halîfeleri ve bunların faaliyet alanları üzerinde ileride genişçe durulacak olan Hâfî'den icâzet alanlar arasında yeğeni Alâeddin b. Seyyid Afîfüddin1 ve muhtemelen, oğlu Şeyh Yahya da bulunmaktadır.2 Ayrıca



ı I f



1 2



I



1



/



Sehâvî, IX, 261. Nevâî, Nesâyim, s. 408. Şeyh Yahya'dan bahseden Ali Şir Nevâî, onun babasından icâzet aldığını açıkça belirtmemiştir. Ancak ifâdelerinden bunu çıkartmak mümkün olmaktadır. İlgili bölümde onu "Şeyh Yahya kaddesallahu taâlâ sırrehu" başlığı ile kaydedip, Zeynüddin Hâfî'nin oğlu olduğunu ve zühd ve takvâda çok ileri dereceler elde ettiğini belirttikten sonra mürid yetiştirmekle meşgul olmadığını söylemiştir. Şeyh olarak takdim edildiği halde mürid yetiştirmekle meşgul olmadığı belirtildiğine göre, irşâd için izinli olmadığı anlaşılmaktadır. Tarîkat icâzetini babasından almış olmalı ki, ayrıca intisap ettiği bir şeyhin adı zikredilmemiştir. Zeynüddin Hâfî daha önce temas edilen vakfiyesinde vakıf gelirlerinin sarfedileceği yerleri zikrederken çocukları ve eşi-



dönemin tanınan âlimlerinden Hâce Şemsüddin Muhammed Kûsevî (Ö.21 Cemâziyelevvel 863/26 Mart 1459), 3 Mevlânâ Şemsüddin Muhammed b. Esed (ö. 8 64/1460), 4 meşhur âlim Şemsüddin Serahsî'nin oğlu Mevlânâ Ebulhayr Ahmed (Ö.887/1482),5 allâme Ahmed b. Şa'bân b. Şihâbüddin (Ö.916/1510),6 Seyyid Ali Horasânî7 Hâfî'ye mürid olanlardandır. Sehâvî'nin kaydına göre Zeynüddin Hâfî 824'te (1421) Kahire'de bulunduğu sırada bir çok kimse ile birlikte İzzeddin Hanbelî'ye de zikir vermiş, ayrıca Cemâleddin Mürşidî el-Mekkî, Cemal b. Celal Neyrizî ve Tâvusî (Ebulfütûh Nûreddin Ahmed b. Abdullah, ö. 861/1457 civârı) gibi âlimler de onun sohbet meclislerine katılmışlardır. Tâvusî ondan diğer bâzı talebeleriyle birlikte Farsça şiirlerini okumuştur.8 Ayrıca Şeyh Hâfî yukarıda belirtilen tarihte Mısır'a gittiğinde meşhur hadis hâfızı İbn Hacer Askalânî'nin (ö. 852/1449) onu karşılama sadedinde övücü iki beyit söylediği, şeyhin de ona üç beyitle karşılık verdiği kaydedilmiş, ancak İbn Hacer'in şeyhe intisap edip etmediğinden söz edilmemiştir.9



3 4



5



6



7



8 9



nin adını da zikretmiştir. Burada Yahya'nın tam adının Nizâmeddin Yahyâ olduğu görülmektedir. Diğerlerinin isimleri şöyledir: Nûreddin Muhammed, Burhâneddin İbrâhim, Şihâbüddin İsmâil, Âişe, Fâtıma ve Mübâreke. Eşinin adı ise Fâtıma Cânî Hân şeklinde kaydedilmiş ve merhum melik İhtiyâruddin es-Selûmedî'nin kızı olduğu belirtilmiştir (Hâfî, Vaktfnâme, s. 197). Erkek çocuklarının adını Sehâvî de kaydetmiştir (bk. ed-Dav'u'l-lâmi', IX, 260) Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 5 ; Nevâî, Nesâyim, s. 3 1 9 . Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 1 2 ; Nevâî, Nesâyim, s. 2 9 5 . Nevâî ismi "...Muhammed b. Esed" şeklinde değil de "...Muhammed Esed" şeklinde kaydetmiştir. Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 9 . Ali Şir Nevâî ayrıca Mevlânâ Tâcüddin Ahmed Şicenî'nin önceleri Zeynüddin Hâfî'nin mürîdi iken daha sonra Nakşibendiyye'den Sa'deddin Kaşgarî'ye intisap ettiğini belirtmektedir (Nesâyim, s. 407). Necmeddin Gazzî, el-Kevâkibü's-sâire bi a'yâni'l-mieti'l-âşire (nşr. Cebrâil Süleyman Cebbûr), Beyrut 1 9 7 9 , 1 , 134-135. Gazzî, el-Kevâkib, II, 145. Gazzî'nin kaydına göre Seyyid Ali Horasânî Kadiriyye, Sühreverdiyye ve Rifâiyye'den hırka giymiş olan Haleb şeyhu'ş-şuyûhu Zeynelâbidîn el-Cezerî'ye Zeyniyye adına bîat alma salahiyeti vermiştir (bk. aynı yer). Sehâvî, IX, 2 6 1 . Sehâvî, IX, 2 6 1 ; İbnü'l-Hanbelî Radıyyüddin Muhammed Halebî, Dürrü'lhabeb fi târihi âyâni Haleb (thk. Mahmud el-Fâhûrî-Yahyâ Zekeriyya Ubbâde),



Çok küçük yaşında Hâfî'nin şeyhi Abdurrahman Şirsî'den zikir aldığı belirtilen ulemâdan Ebulfeth Şemsüddin İskenderî de (Mühammed b. Atıyye el-İskenderî, ö. 18 Zilhicce 906/ 5 Temmuz 1501) Zeynüddin Hâfî'den hırka giyenlerdendir.10 Hızırnâme isimli manzum eserin sâhibi Hamîd-ili'nden Muhyiddin Çelebi (ö.l476'dan sonra) ise Hâfî'ye müntesip olduğunu eserinde belirtmektedir.11 Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunan (Dâru'l-Mesnevî, nr. 158) Zeynüddin Hâfî'ye ait Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserin müellif nüshasıyla mukabele edilmiş nüshasının kapağındaki bir kayıtta, Tebriz'de vaaz ve nasîhatla meşgul olan Şeyh Mahdûmî diye bir Zeyniyye şeyhinin bulunduğu ifâde edilmiştir. Mürşidi belirtilmeyen bu zâtın da Hâfî'nin yanında yetişmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Nüzhetü'l-havâtır''âz meşhur kıraat âlimlerinden olduğu bildirilen ve 130 yıl yaşadığı nakledilen Şeyh Abdülmelik el-Gaznevî'nin de (ö. Receb 956 / Temmuz-Ağustos 1549) Herat'ta Zeynüddin Hâfî'ye intisap ettiği, uzun müddet hizmetinde bulundutan sonra icazetle adı geçen şehirde faaliyet göstermekte iken şöhretini duyan Sikender Şah tarafından Hindistan'a davet edildiği, Agra'ya yerleşerek pek çok Hintlinin kendisine mürid olduğu belirtilmiştir.12 Ancak Zeynüddin Hâfî 1435'de vefat ettiğinde on iki yaşlarında olması gereken Abdülmelik'in şeyhin yanında sülûkünü tamamlamış olması mümkün değildir. Bununla birlikte çocukluğunda Hâfî'nin sohbetlerine katıldığı, daha sonra halîfelerinden birinin yanında yetiştiği düşünülebilir. Nitekim aynı kaynakta onun kıraat ilmini Herat'ta Şeyh Mahmud Tebâdegânî'den öğrendiği nakledilmektedir.13 İleride kaydedileceği gibi Hâfî'nin ileri gelen iki âlim halifesinden birinin Şeyh Muhammed Tebâdegânî olduğu biliniyor. Eğer burada Muhammed yerine yanlışlık-



10 11 12



13



Dımaşk 1973, I (ikinci kısım), 8 4 0 ; Muhammed Râgıb et-Tabbâh, î'lâmü'tınübelâ bi târihi Halebe'ş-gehbâ, Halep 1925, V, 301-302. İbn Hacer ve Şeyh Hâfî'nin söylediği şiirler bu eserlerde kaydedilmiştir. Gazzî, el-Kevâkib, I, 14-17. Ahmet Yaşar Ocak, "Hızırnâme", DÎA, XVII, 418. Abdülhay b. Fahreddin el-Hasenî, Nüzhetü'l-havâtır ve behcetü'l-mesâmi'i ve'n-nevâzır, Haydarâbâd 1973, IV, 2 1 7 . Nüzhetü'l-havâtır, IV, 217.



la Mahrnud yazılmış ise, o takdirde bu zâtın Hâfî'nin halifesi olduğu söylenebilir.14



kimsesiniz. Eğer şeyhim hayatta iken başka bir şeyhe intisap etmemi doğru buluyorsanız, o zaman size intisap ederim."



Bâzı araştırmacılar Pır Ilyas Amâsî ile 15 Hoca Sâdeddin Kaşgarî'yi Zeynüddin Hâfî'nin müridleri arasında saymışlarsa da, 16 bu doğru değildir. Zira bu zâtlardan Pîr İlyas, Halvetiyye meşâyihinden Sadreddin Şirvânî'nin uzun müddet hizmetinde bulunduktan sonra Zeynüddin Hâfî'nin şöhretini duyup Horasan'a gitmeye karar vermiş, ancak rûyâda Hz. Peygamber (a.s.) kendisinden Pîr Sadreddin'in hizmetinde kalmasını isteyince bundan vaz geçmiştir.17 Kaşgarî'nin ise gördüğü bir takım rûyâları tâbir ettirmek üzere bağlı bulunduğu Nakşibendiyye şeyhi Nizâmeddin Hâmuş tarafından Zeynüddin Hâfî'ye gönderildiği kaynaklarda belirtilmekle birlikte ona mürid olduğundan söz edilmemektedir.18 Gerçi Hâfî onun kendisine mürid olmasını istemiştir, ancak Kaşgarî bu talebe özetle şu şekilde mukabelede bulunmuştur:



Hâfî bunun üzerine o gece istihâreye yatmasını, kendisinin de istihâreye yatacağını söylemiş ve ertesi gün görülen rûyâlar sebebiyle intisap gerçekleşmemiştir. Kaşgarî, Hâfî'nin kendisine istihâreden sonra şöyle dediğini nakleder:



"Ben şu anda Nizâmeddin Hâmuş'a bağlıyım. Sizler güvenilir 14



Nüzhetü'l-havâtır'âakl bu bilgiler ayrıca tarikatın Hindistan bölgesinde yayıldığını göstermesi bakımından önemlidir. Horasan, Suriye, Mısır, Hicaz, Anadolu ve Rumeli'de kimler vasıtasıyla yayıldığını büyük ölçüde tesbit ettiğimiz bu tarikatın Hindistan bölgesinde hangi şahıslar vasıtasıyla yayıldığım ve silsilelerin ne şekilde devam ettiğini henüz tesbit edebilmiş değiliz. Bu hususta elimize yeni bilgiler geçtiği takdirde eserin sonraki baskılarında ilave etmeyi planlamaktayız.



15



Purgstall J. R Von Hammer, Devlet-i Osmâniyye Târihi (trc. Mehmed Ata), İstanbul 1329, II, 153. Hans Joachim Kissling, "Einiges über den Zejnîje Orden im Osmanischen Reiche", Der islam (DI), X X X I X (1964), s. 151-152; D. S. Margoliouth-A. S. Furat, "Zeynüddin", İA, XIII, 556. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 573; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 74; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 6 - 4 3 7 ; Hulvî, Lemezât, s. 393. Lemezât'ın bir başka yerinde (s. 383) Pîr İlyas'ın Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'daki dergâhına kadar gittiği ifâde edilmekte ve intisâbından açıkça söz edilmemekle birlikte burada şeyhle görüştüğü anlaşılmaktadır. Muhtemelen bir kısım araştırmacılar bu kayıt sebebiyle onun Hâfî'ye mürid olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa Lemezât'ın yukarıda kaydedilen yerinde diğer kaynakların verdiği bilgiye uygun olarak Hâfî'ye intisap etmekten vazgeçtiği açıkça belirtilmiştir.



16



17



18



Lâmii, Nefehât, s. 4 4 2 ; Reşehât Tercümesi, s. 181-182.



"Tarik cümle birdir. Hep bir yere vâsıl olur. Yine evvelki tarîka meşgul ol. Eğer bir vâkıan veyâ bir müşkilin vâkî olursa bize bildir. Kadir olduğumuz kadar meded eyleyelim."19 Zeyniyye tarîkatı Hâfî'nin yanında yetişen önemli halîfelerden Muhammed Tebâdegânî, Sadreddin Revvâsî, Derviş Ahmed Semerkandî, Mahmud Hisârî vasıtasıyla Horasan bölgesi ve civârında, Abdülmu'tf Mağribî, Ebulfütûh Nûreddin Ahmed, Mevlânâ Muhammed Horasânî, Abdülkerîm Halîfe, Seyyid Safiyyüddin Îcî, Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtf, Kemâleddin İbnü'l-hümâm, Emînüddin Aksarâyî vâsıtasıyla Hicaz bölgesi ile Sûriye ve Mısır civârında, Şeyh Muhammed, Abdurrahim Rûmî/Merzifonî, Mevlâ Musannifek (Alâeddin Ali b. Muhammed), Abdüllatif Kudsî/Makdisî ve halîfeleri vâsıtasıyla da Anadolu ve Rumeli'de yayılmıştır.



19



Lâmii, Nefehât, s. 4 4 2 - 4 4 3 ; Reşehât Tercümesi, s. 182-183.



ZEYNÎLİĞİN HORASAN BÖLGESİNDE YAYILIŞI



A. Muhammed Tebâdegânî (ö. 891/1486) eyh Zeynüddin Hâfî'den sonra yerine geçen Muhammed Tebâdegânî, Horasan bölgesinde şeyhin en etkili halîfesi olmuştur. Tam Şemsüddin Muhammed olup, 803 (1401) senesinde muhtemelen Herat'ın köylerinden olan Tebâdegân'da doğmuştur. Daha çocuk yaşta iken köylerine gelen Şeyh Zeynüddin'in sohbetlerine katılmış ve köyden ayrılırken şeyhe mürid olmak istediğini bildirmişti. Ancak şeyh o yaşta kendisinin ilim tahsil etmesi gerektiğini söyleyince Herat'ta Fîrûzâbad pazarında bulunan Medres-i Sebz'de ilim tahsiline başladı. Bu sırada Şeyhe mürid olma arzusunu aklından hiç çıkarmayan Muhammed Tebâdegânî, nakledildiğine göre bir gün bir kitap mütâlaa ederken cenaze salâsı verildiğini duyar ve namaza iştirak etmek üzere hazırlanıp dışarı çıkar. Ancak ortada ne cenâze vardır ne de cenâzeye giden bir kimse. Tekrar odasına dönüp mütâlaaya başladığında aynı salâyı yine duyar. Bunun üzerine hâtırına "Ölmeden önce ölünüz" hadîsi gelir ve "Bu salâ benim için verilmiş olmalıdır" diyerek gidip Zeynüddin Hâfî'nin hizmetine girer. Kısa zamanda önemli merhale katettiği bildirilen Tebâdegânî için Hâfî, "O saf altın idi,



biz onu altın para yaptık" demiştir. Şeyhin gerek resmî gerekse resmî olmayan mektuplarının hazırlanmasını bu müridine havâle ettiği belirtilmektedir. Hâfî'nin Vasâyâ'sını Türkçe'ye tercüme ettiği daha önce belirtilen Tebâdegânî, ayrıca Tezkiretü'l-habîb isimli bir eserin de mütercimidir. Eserleri arasında Esmâü'i-busnâ Şerhi, Menâzilü's-sâirîn Şerhi (Tesnîmü'l-muğribîn)20, biri "fakr" diğeri "zikir'le alâkalı olmak üzere iki ayrı Kırk Hadis Tercümesi ve Kasîde-i Bürde muhammesi bulunmaktadır.21 Tebâdegânî'nin tarîkat anlayışında semâ'm 22 ayrı bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Zamanında muhtelif kesimlerden tarikata rağbet daha da artmış, dergahta pek çok kimse onun denetiminde halvet ve erbainlerle sülûkünü ikmâl etmiştir. Ali Şir Nevâî onun lcırk yıla yakın irşad seccâdesinde oturduğunu belirttikten sonra vefatının 891'de (1486) seksen sekiz yaşında iken meydana geldiğini kaydetmektedir.23 Oysa 838'de (1435) vefat eden şeyhi Zeynüddin Hâfî'den sonra Hicrî sene hesâbıyla en az 53 sene şeyhlik yapmış olması gerekir. Eğer Nevâî'nin kaydında bir yanlışlık yok ise, o zaman Tebâdegânî'nin şeyhin vefatından sonra makamına hemen geçmediği söylenebilir. Her iki durumda da oldukça uzun müddet irşad faaliyetinde bulunduğu anlaşılan Tebâdegânî'den sonra müridleri tarafından HeratHıyâbân kanalında bulunan kabri başında bir hankâh ve yanına da bir mescid ve imâret yaptırılmış, hankâhta irşad postuna oğlu Hamîdüd20



21



22



23



Şerhin adını Said Nefisi kaydetmiştir (bk. Said Nefisî, Târîh-i Nazm u Nesr der îrân ve der Zebân-t Fârisî, Tahran 1363 hş., I, 263). Nevâî, Nesâyim, s. 396-397-, ayrıca bk. a.mlf., Mecâlis, s. 28; Mezârât-ı Herat, s. 117. Ali Şir Nevâî şeyhin eserlerini sayarken kaydettiği Kasîde-i Bürde muhammesi, iki beyt arasına birinci beyitle uyumlu üç beyit daha ilâve edilmek sûretiyle yapılan "tahmîs" olmalıdır. Nevâî ayrıca şâirler tezkiresinde onun Farsça bir beytini kaydetmiştir. Türkçesi şöyledir: Servi gibi boyundan başkasına bakanlar, Doğrusunu söylersen hepsi ktsa görüşlüdürler (Mecâlis, s. 28). Burada sema' ile kastedilen, sonraki dönemlerde Mevlevî dervişlerin dönerek icrâ ettikleri devrân değil, bâzı enstrümanlar eşliğinde dinî musikîyi ve bir kısım ilâhîleri dinleyerek rûhen olgunlaşmayı hedefleyen bir zikir türüdür. Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 6 - 3 9 8 .



din (Ö.917/1511) oturmuştur.24 Nevâî 897'de (1491-92) kaleme aldığı şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-nefâyis'te Şeyh Hamîdüddin'i çağının şâirleri arasında zikretmiş ve Farsça şiirlerinden bir beyti kaydetmiştir. 25 Ayrıca Nevâî, babasının halefi olması sebebiyle dervişlerin onun etrâfında toplandığım, dergâhında halvet, uzlet, semâ ve safâmn eksik olmadığını belirtmekte, o târihte şeyhin henüz zâhiri ilimleri ikmâl etmediğini, ancak mutlaka ikmâl etmek istediğini de kaydetmektedir. Nevâî'nin önemli sayılabilecek bir başka kaydı da, Hamîdüddin'in çok mütevâzî, saf ve iyi niyetli olması sebebiyle kötü niyetli Mevlânâ Muhammed Arab isimli bir sahtekârı uzun yıllar dergâhta dervişleri arasında tuttuğuna dâirdir.26 Muhammed Tebâdegânî'ye intisap edenler arasında Ali Şir Nevâî gibi âlim-şâir bir devlet adamının bulunması,27 yine sultanlar nezdinde önemli bir mevkiye sahip olduğu bildirilen Horasan'ın ileri gelenlerinden Seyyid Hasan Erdeşir'in, müderrislerden Mevlânâ Vecîhüddin'in ve ordu mensubu Gâzergâhî'nin onun müridleri arasında bulunması,28 şeyhi Zeynüddin Hâfî ve ileride bahsi gelecek olan pîrdaşı Sadreddin Revvâsî gibi Tebâdegânî'nin de ulema ve devlet erkânı üzerinde derin nüfuza sahip olduğunu göstermesi yanında, tarikatın halkla birlikte ilmiye mensupları ve idâreciler arasında da taraftar bulmaya devam ettiğini göstermektedir. Zeyniyye tarikatı Horasan'da Muhammed Tebâdegânî'den sonra da halîfeleri vâsıtasıyla yayılmaya devam etmiştir.



24



25



26



27 28



Ali Şir Nevâyî, Mecâlisü'n-nefâyis (haz. Hüseyin Ayan v.dğr.), Erzurum 1995, s. 2 8 ; Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 8 ; ayrıca bk. Nefisî, Târîh-i Nazm u Nesr, I, 3 2 8 . Nevâî, Mecâlis, s. 132. Beytin Türkçe'si şöyledir: Bazan hasta gönülleri anmak gerek / Allah için neş'eli olmak gerek! Nevâî, Mecâlis, s. 132. Nevâî, Mevlânâ Muhammed Arab'ı şâirler tezkiresi Mecâlis' in ikinci meclisinde kaydetmiştir. Orada verdiği bilgiye göre, bu zâtın saltanat sevdası güttüğü ortaya çıkınca sultan tarafından şehirden sürülmüştür (s. 29-30). bk. Nevâî, Nesâyim, s. 9. Nevâî, Nesâyim, s.400-403.



1. Derviş Muhammed Bîhre (ö.?) Muhammed Tebâdegânî'nin ileri gelen halîfeleri arasında zikredilen Muhammed Bîhre, Zeynüddin Hâfî'nin sohbetlerine de iştirak etmiş, ancak sülûkünü Tebâdegânî'nin yanında tamamlamıştır. İrşad faaliyetini Herat'ın Bîhre kasabasında sürdürdüğü ve müridleri terbiye etmekle birlikte halk için de sohbetler tertip ettiği nakledilmektedir. Vefat târihi kaydedilmeyen Derviş Muhammed'in kabrinin Bîhre'de büyük bir tepe üstünde olduğu belirtilmektedir.29



gânî'ye intisap ederek onun denetiminde erbaîne girmiş, yıllarca sülûkünü ikmâl için çile çektikten sonra hilâfet almıştır.33 Hayatının sonlarına doğru Semerkant'da Hâce Nasıruddin Ubeydullah'm sohbetlerine de katıldığı belirtilmektedir. 894'te yetmiş üç yaşında iken Herat'ta vefat etmiştir.34 Ona şâirler tezkiresi Mecâlisü 'n-nefâyis\t de yer veren Nevâî, tasavvuf öncesi ve sonrası dönemlerinde yazdığı şiirlerinden birer beyt kaydetmiştir. Tasavvuf yoluna girmeden önce söylediği Farsça şiirlerinden bir beytin Türkçesi şöyledir: Gönlümün dinlencesi olan sevgilimle, ağzına• kadar dolu olan sabah kadehini içmek ne hoştur! İkimiz gonca gibi dar bir gömlek içinde kıvrılmak ve demlenmek ne hoştur!



2. Derviş Seyyid Hasan (Ö.894/1489) Muhammed Tebâdegânî'ye mürid olduğu kaydedilen Seyyid Hasan Erdeşir ile alâkalı bilgilerimiz daha çok, onu sevip saydığını belirten Ali Şir Nevâî'nin eserlerine; özellikle de hakkında kaleme aldığı Hâlât-ı Hasan Big adlı risâleye dayanmaktadır.30 Nevâî'nin kaydettiğine göre, gençliğinde zâhir ilimlerini tahsil eden Seyyid Hasan tasavvuf yoluna girmeden önce işret meclislerine devam eder, ancak yaptıklarından pişmanlık duyduğu için ardından namaz kılıp tövbe edermiş. Sultan nezdınde büyük bir itibar kazanarak devlet hizmetine girmiş, fakat gönlüne dervişlik arzusu düşünce bu görevi bırakmak istemiştir. Ne var ki sultana bunu kabul ettirememiş, derviş kıyafetleriyle iki yıl daha maaş kabul etmeden memuriyete devam ettikten sonra sultan izin vermek zorunda kalmıştır.31 Nevâî onun görüşüp sohbetlerini dinlediği şeyhlerden Mevlânâ Bâyezid Pûrânî, Şeyh Bahâeddin Ömer, Hâce Ebu Nasr Pârsâ, Hâce Muhammed Kûsevî, Şeyh Şâh-ı Ziyâretgâhî ve Mevlânâ Muhammed Emin Kuhistânî gibi zâtların isimlerini vermektedir.32 Seyyid Hasan sonunda Muhammed Tebâde-



29 30



31



32



Nevâî, Nesâyim, s. 401. Çağatay Türkçesiyle kaleme alınan bu risâlenin Kemal Eraslan tarafından tahkikli neşri yapılmıştır ("Nevâyî'nin 'Hâlât-ı Seyyid Hasan Big' Risâlesi", Türkiyat Mecmuası [TM], 1971, XVI, 89-110).



Tasavvufa intisap ettikten sonra Çağatay Türkçe'siyle söylediği şiirlerinden bir beyt ise şöyledir: İlâhî nûr-i irfandın köngülge bir safâ birgil, Ki isyan zulmeti içre harâb-ahvâl ü hayrândur.35 3. Mevlânâ Vecîhüddin (Ö.894/1489) İlmiyeden olan Mevlânâ Vecîhüddin tahsilini tamamlayıp bir medreseye müderris olarak tayin edilmişken gönlüne tasavvuf aşkı düşmüş ve vazîfesini bırakarak ilk önce Mevlânâ Sirâcüddin diye bir zâta mürid olmuştur. Bir yıl kadar bu zâtla birlikte kaldıktan sonra hacca gitmiş, dönüşünde Meşhed'de Muhammed Tebâdegânî'ye intisap ederek seyru sülûkünü tamamlamıştır. 78 yıl ömür sürdükten sonra 894'te (1489) vefat ettiği belirtilmektedir.36 33



Ali Şir Nevâî, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big (nşr. Kemal Eraslan, TM, 1971, sy.



34



XVI), s. 92-93, 99-100. Nevâî, Seyyid Hasan, s. 98; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 - 4 0 4 .



35 36



Nevâî, Nevâî, Nevâî, Nevâî,



Seyyid Hasan, s. 101-102; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 . Seyyid Hasan, s. 104; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 404. Mecâlis, s. 65-66. Nesâyim, s. 4 0 0 - 4 0 1 .



4. Derviş Muhammed Gâzergâhî (ö.?) Ordu mensubu olduğu bildirilen Derviş Muhammed Gâzergâhî'nin asıl adı Maksud Ali'dir. Nisbesinden Herat-Gâzergâh'tan olduğu anlaşılmaktadır. Gönlüne tasavvuf aşkı düşünce askeriyeden ayrılmış ve Muhammed Tebâdegânî'ye intisap etmiştir. Kısa sürede şeyhin ileri gelen müridleri arasına girdiği belirtilen Gâzergâhî'nin vefat târihi kaydedilmemiştir.37 5. Ali Şir Nevâî (Ö.906/1501) Klasik Çağatay edebiyâtmın en büyük temsilcisi olarak kabul edilen devlet adamı Ali Şir Nevâî, Muhammed Tebâdegânî'ye mürid olduğunu 901'de (1495-96) tamamladığı Nesâyimü'l-mahabbe min §emâyimi'l-fütüvve isimli eserinin girişinde kaydetmektedir.38 Adı geçen eser Molla Abdurranman Camî'nin Farsça kaleme aldığı sûfîler biyografisi Nefehâtü'l-üns'ün Çağatay Türkçesine yapılan genişletilmiş bir tercümesi olup, Nevâî'nin bu tercümeye ilâve ettiği mutasavvıflar arasında Şeyh Muhammed Tebâdegânî ve halîfeleri de bulunmaktadır. Gerek bu eserinde39 gerekse diğer bâzı eserlerinde Nevâî Tebâdegânî'den hep sitâyişle bahseder. Şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-nefâyis'te onu "mürşid-i zaman", "zamânmın muktedâsı" gibi vasıflarla anmış,40 Seyyid Hasan'la alâkalı yukarıda adı geçen Hâlât-t Seyyid Hasan Big adlı risâlesinde de onun için "Cenâb-ı hakîkat-meâb, lcutbı dâyire-yi tarîkat ve mürşid-i ehl-i şerîat u hakîkat, kâşif-i ulûm-ı rabbânî" gibi yüceltici ifâdeler kullanmıştır.41 Bununla birlikte Nefehâtü'l-üns'ün Lâmiî Çelebi tarafından Osmanlı Türkçesine yapılan genişletilmiş tercümesinde Nevâî'nin kendisinin Molla Câmî'ye mürid olduğunu ifâde eden bir beytinin olduğu görülmektedir.42 Çağdaş araştırıcılardan Agâh Sırrı Levend ile 43 Ömer Okumuş da Nevâî'nin 37 38 39 40 41 42 43



Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 2 - 4 0 3 . Nevâî, Nesâyim, s. 9. bk. Nevâî, Nesâyim, s. 59, 397. Nevâî, Mecâlis,'s. 28, 65. Nevâî, Seyyid Hasan, s. 101. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 5 8 . Agâh Sırrı Levend, Ali Şir Nevâî, Ankara 1965,1, 2 3 8 - 2 3 9 .



Câmî'ye mürid olduğunu ifâde etmektedirler.44 Hâmid Algar ise onun, Câmî'nin de şeyhi bulunan Sa'deddin Kaşgarî'ye bağlı olduğunu belirtir.45 Nitekim Câmî Nefehâtü'l-üns'ün hazırlanmasında Nevâî'nin teşviklerinin etkili olduğunu mukaddimede belirtirken, onun fakr ve fenâ yolunu şeçtiğinden sözettiği halde kendisine mürid olduğundan îmâ yoluyla bile bahsetmemiştir.46 Zeki Velidi Togan47 ve Günay Kut gibi araştırıcılar da şeyhinin ismini zikretmeden Nakşibendiyye tarikatına mensup olduğunu ifâde etmektedirler.48 Bütün bu kayıtlar Nevâî'nin Nakşibendiyye'ye mensu.p olduğunda şüphe bırakmamaktadır. Bu durumda onun, ehl-i sünnet çizgisini koruma noktasında aralarında nisbî farklılıklar olmakla birlikte birbirine çok yakın görüşlere sahip bulunan Zeyniyye ve Nakşibendiyye tarikatlarından her birerine ayrı ayrı intisap ettiği anlaşılmaktadır. Yukarıda kaydedilenlerden başka Muhammed Tebâdegânî'nin Mevlânâ Muhammed Horasânî isimli bir başka halîfesi daha vardır. Ancak bu zâtın tarîkat faaliyetleri daha çok Hicaz bölgesi ve civârında olduğu için kendisine ilgili bölümde temas edilecektir.



B. Sadreddin Revvâsî (ö.?) Horasan'ın Şugan vilâyetinden olan Sadreddin Revvâsî, Zeynüddin Hâfî'den sonra tarikatın Horasan bölgesi ve civârında yayılmasında önemli etkisi olmuştur. Şeyhi Zeynüddin Hâfî gibi onun da hem bâtın hem de zâhir ilminde devrin önde gelenlerinden biri olduğu belirtilmektedir. Zâhir ilimlerini Semerkand Daru'l-ilmi'nin en büyük âlimi, fıkıhta ikinci Ebû Hanife olarak tanınan Fazlullah Ebu'l-Leysî'den okumuştur. Hakkında bilgi veren Ali Şir Nevâî, kendisinin de Revvâsî'nin sohbetlerine iştirak ettiğini iftiharla belirtir. Yine Hâfî gibi onun da rûyâ tâbirinde mâhir olduğu nakledimektedir. İrşad faali-



44 45 46 47 48



Ömer Okumuş, "Câmî, Abdurrahman", DÎA, VII, 95. Hamid Algar, "Alâeddin Attâr", DİA, II, 320. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4. A. Zeki Velidi Togan, "Ali Şîr", İA, I, 355. Günay Kut, "Ali Şir Nevâî", DİA, II, 4 5 0 .



yetini çoğunlukla Herat'daki dergâhında sürdürdüğü anlaşılan Revvâsî'nin, pek çok mürîdi halvet ve uzletle terbiye ettiği kaydedilir. Tesirli konuşmalar yaptığı vaaz meclislerine, halkla birlikte başta sultan olmak üzere devlet ileri gelenlerinin sık sık katıldığı, yazılı ve sözlü ricâlarınm idâreciler tarafından mutlaka yerine getirildiği vurgulanmaktadır.49 Müridleri arasında Bedahşan şâhının da bulunduğu ve şeyhin ona Fusûsü'l-bikem dersleri verdiği Nevâî'nin kaydettiği bilgiler arasındadır.50 Dervişlere tasavvufî risâleler okuttuğunu,51 zaman zaman şiir yazmakla da meşgul olduğunu yine Nevâî'den öğrenmekteyiz. Yazdığı Farsça bir beytin Türkçe anlamı şöyledir: Benim gözümün nurunun, senin yanağından olması ne güzel! Kötü söz, senin yüzünden dâima uzak olsun!.51 Sadreddin Revvâsî döneminde de Zeyniyye tarîkatı Horasan'da hem halk hem de ilmiye mensupları ve idâreci sınıf arasında yayılmasını sürdürmüştür. Seksen yaşlarında iken Herat'ta vefat eden şeyhin cenâzesi memleketi Şugan'a götürülerek orada defnedilmiştir.53 Kendisinden sonra yerine kimin geçtiği tesbit edilememiştir.



C. Derviş Ahmed Semerkandî (ö.?) Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden Derviş Ahmed'in tam adı Cemâleddin Ahmed b. Celâleddin Muhammed Semerkandî'dir. Mâverâünnehir, Horasan, Irak, Kudüs ve Hicaz bölgelerine seyahetler ettiği bilinmekle birlikte54 daha çok Horasan bölgesinde faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Hâfî'ye intisap etmeden önce uzun



49 50 51 52 53 54



Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 5 - 4 0 6 . Nevâî, Mecâlis, s. 29. Nevâî, Nesâyim, s. 406. bk. Nevâî, Mecâlis, s. 29. Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 6 ; a.mlf., Mecâlis, s. 29. Reşehât Tercümesi, s. 150-151, 159.



müddet Nakşibendiyye büyüklerinden Alâeddin Attâr'ın 55 (Ö.802/1400) hizmetinde bulunmuştur. Hâfî'nin iş gören mürid ve halîfelerinden biri olduğunu kaydeden Câmî, onun Fusus dersleri verdiğini ve ayrıca çok güzel konuşma kabiliyetine de sahip olduğunu belirtir.56 Bu özelliğinden dolayı Şeyh Hâfî onu Herat Câmii'ne vâiz tayin etmiş ve vaazlarinı dinlemeleri için halka tavsiyelerde bulunmuştur. Bizzat kendisi de bir müddet bu vaazlara katılan Hâfî, kaydedildiğine göre, halktan bu halîfesine bîat etmelerini de istemiştir.57 Reşehât müellifi Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifî, Semerkandî'nin Receb 821'de (Ağustos 1418) Herat'ta Zeynüddin Hâfı'den icâzet almış olmakla birlikte, önceki şeyhi Alâeddin Attar'dan ayrıldıktan sonra ona yazdığı Farsça mektupların muhtevâsına dayanarak, Attar'la gönül bağının devam ettiğini, hatta onun hizmetinden uzaklaştığı için pişmanlık duyduğunu ve çok huzursuz olduğunu belirtmekte,58 böylece görünüşte Zeyniyye mensubu olsa bile onun gerçekte Nakşibendî olduğunu ifâdeye çalışmaktadır. Bu bilgilere dayanan Hasan Lutfi Şuşud da eserinde Semerkandî'yi hâcegân (Nakşibendî) silsilesinin dikkate şâyan bir şahsiyeti olarak kaydetmektedir.59 Reşehât müellifi Receb 821'de Semerkandî'ye verildiğini söylediği icâzetnâmenin son birkaç satırını eserinde kaydetmiştir. Zeynüddin Hâfı burada kendi adını, yazıyı kaleme aldığı târihi ve bu yazıyı Ahmed Semerkandî'ye yazdığını açıkça belirtmektedir.60 Ancak, bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Şehid Ali Paşa, nr. 1391) bulunan dört varaklık (vr. 84a-87b) bu yazının muhtevâsına bakıldığında, bunun bir icâzetnâme değil, tarikata yeni giren bir kimseye yazılan nasîhatlardan ibâret olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda Zeynüddin Hâfî'nin eserleri arasında da kaydedilen küçük bir risâle mahiyetindeki bu yazıda ana hatlarıyla Semerkandî'ye yazılanlar şunlardır: 55 56 57 58 59



Reşehât Tercümesi, s. 151. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 549. Reşehât Tercümesi, s. 155. Reşehât Tercümesi, s. 150-151. Hasan Lûtfi Şuşud, İslâm Tasavvufunda Hâcegân Hânedânı, İstanbul 1958, s. 67.



Terakki için sana dört şey gerekir: 1. Zâhiren ve bâtmen dünyayı terk. Bu, elini mülklerden kalbini emellerden temizlemekle olur (84a). 2. Zâhiren ve bâtmen takvâya mülâzemet. Zâhirî takvâ hususunda sana yardımcı olacak olan şeyler evlenmeyi terk, bekârlığa sabır ve insanlardan uzlettir (85a). 3. Her şeyinle; kalbin ve kalıbınla Allah'a teveccüh (86b). 4. Mâsivâullah'tan uzaklaşmak (87a). , Bu yazının muhteva ve târihine bakıldığında Ahmed Semerkandî'nin Zeynüddin Hâfî'den Receb 821'de icâzet aldığı değil de, bu târihte ya da bu târihten, kısa bir süre önce ona intisap ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, 802 (1400) senesinde vefat ettiği bilinen Alâeddin Attar'dan61 sonra Semerkandî'nin Hâfî'ye intisabı arasında uzun bir süre geçtiği, dolayısıyla Semerkandî'nin Attar'a bağlılığını bildirdiği mektupları Zeynüddin Hâfî'ye intisabından çok önce kaleme aldığı ortaya çıkar. Öte yandan Reşehât müellifinin kaydettiği mektubun sonunda Muharrem 822 (Şubat 1419) târihinin bulunması,62 bunun o târihten epey önce vefat etmiş olan Alâeddin Attar'a yazılmış olamayacağım da göstermektedir. Güzel ve etkili konuşması sebebiyle halka vaaz ve nasîhat etmesi için görevlendirilen Derviş Ahmed, bir müddet sonra kürsüden halka vahdet-i vücûdun derin meselelerini anlatmaya başlayınca Zeynüddin Hâfî tarafından ciddî bir biçimde uyarılmıştı. . Ne var ki Derviş şeyhinin uyarısını dikkate almayarak konuşmalarını sürdürmüş, bunun üzerine halk Hâfî'nin telkîniyle onun meclisini birer birer terketmişti. Bu sebeple şeyhiyle aralarında meydana gelen soğukluk zaman içinde Hâfî'nin onu tekfire varan tenkidleri sebebiyle düşmanlığa dönüştü.63 Reşehât müellifinin Nakşibendiyye şeyhi Ubeydullah Ahrâr'dan naklen anlattığı bu olay, Ahrâr'ın Yâkub Çerhî'ye intisap etmek için Herat'tan ayrıldığı sırada meydana gelmişti.64 Reşehât'm bir 60 61 62 63 64



bk. Reşehât Tercümesi, s. 150-151. bk. Algar, "Alâeddin Attâr", DİA, II, 3 1 9 - 3 2 0 . Reşehât Tercümesi, s. 154. Reşehât Tercümesi, s. 155. Reşehât Tercümesi, s. 155.



başka yerindeki kayıttan, Ahrar'ın Çerhî'ye intisap etmek için Herat'tan 834 senesinde ayrıldığı ve üç ay sonra tekrar geri döndüğü anlaşıldığına göre, 65 bu olayın meydana geldiği târih 834 (1430-31) senesidir. Ubeydullah Ahrâr üç ay sonra Herat'a döndüğünde, büyük bir yalnızlık içine itilmiş olan Derviş Ahmed olanları ona göz yaşları içinde aktarır ve yardım ister.66 Ubeydullah Ahrar daha önceden pek fazla tanımadığı halde Derviş Ahmed'e hemen sahip çıkarak vaazlarına devam etmesini, halkın tekrar meclisini dolduracağını söyler ve dediği gibi de olur.67



74 75



Reşehât Tercümesi, s. 350-351. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 555.



ZEYNİYYE'NİN HİCAZ BÖLGESİ İLE SÛRİYE VE MISIR'DA YAYILIŞI



A. Şeyhüi-harem Abdülmu'tî Mağribî (Ö.904/1499) ve Mekke'de Zeyniyye Tekkesi



1. 1



eynüddin Hâfî'nin önemli halîfelerinden Abdülmu'tî, Hicaz bölgesinde Zeyniyye tarikatının en etkili temsilcisi olarak dikkat çekmektedir. Hayâtı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Lâmiî Çelebi Mâlikî mezhebinden olduğunu ve Mağrib'de doğduğunu belirtmiş,76 ancak Afrika'nın Mısır ötesi kuzey sâhili ile Endülüs'ün dâhil olduğu oldukça geniş bir bölgeyi içine alan Mağrib'in 77 hangi vilâyetinde dünyaya geldiğini kaydetmemiştir. İrşad için icâzet aldıktan sonra Mekke'ye yerleşip tarîkat faaliyetlerini uzun yıllar burada sürdürdüğü için "şeyhü'l-harem" ünvânıyla tanınmıştır.78 Bâzı tabakât kitaplarında "Mekkî" nisbesiyle kaydedilmesi de bu sebeple olmalıdır.79 Zeynüddin Hâfî'nin diğer halîfeleri gibi Abdülmu'tî de ilm-i bâtınla birlikte ilm-i zâhiri tahsil edenlerdendir.80 Kerâmet ehli olarak



76 77



78



79 80



Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 . Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm Târih ve Coğrafya Lügati, İstanbul 1314, "mağrib" md. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Tâcü't-tevârîh, II, 435. bk. Gazzî, el-Kevâkib, I, 255. Gazzî, el-Kevâkib, I, 255.



bilindiği ve çok geniş bir topluluğun kendisine mürid olduğu nakledilir. Görüşüp dost olduğu kimseler arasında Kevâkib sâhibi Necmeddin Gazzî'nin dedesi önemli âlimlerden Muhammed b. Muhammed Gazzî de vardır.81 Ayrıca hac için Mekke'ye giden değişik tarikatlara mensup meşâyih tarafından özellikle ziyâret edildiği anlaşılmaktadır. Halvetiyye'nin ileri gelenlerinden Habîb Karamânî,82 Şâzeliyye'nin meşhur şeyhi Ali b. Meymun Mağribî,83 Nakşibendiyye'nin önemli şeyhlerinden Ubeydullah Ahrar ziyâretine gidenlerdendir. Ahrar ile hacca her gelişinde buluştuklarını bizzat Abdülmu'tî kendisi belirtmiştir. 84 Yüz yirmi seneden fazla ömür sürdüğü bildirilen ve Zeynüddin Hâfî, Seyyid Kâsım Envâr, Hoca Ubeydullah Ahrar gibi meşâyihle görüşmüş olan Molla Mahmud Sindî bir hac esnâsında ziyâret ettiği Abdülmu'tî'nin uzlethânesinde çok şiddetli mücâhede ve riyâzet yaptığını ve halkın arasına karışmadığını söylemekte, bu sebeple gönlü ona ısındığı için zaman zaman sohbetlerine katıldığını belirtmektedir.85 Lâmiî Çelebi, Taşköprîzâde, Hoca Sâdeddin Efendi gibi güvenilir müelliflerin kaydettiğine göre, Molla Mahmud Abdülmu'tî'nin yanında bulunduğu bir şırada şeyh kendisine, daha önce görüştüğü Hoca Ubeydullah Ahrar'ı tekrar görse tanıyıp tanıyamayacağını sorar. O da tanıyabileceğini söyleyince şeyh Ahrar'ın Kâbe'yi tavaf etmekte olduğunu bildirir. Koşup kendisi de tavafa katılan Molla Mahmud, Ahrar'ı görür ve peşine takılır. Ahrar makam-ı İbrahim'de namaza durunca, o da tavâfını tamamlayıp namaza durur. Ancak namazı bitirdiğinde Ahrar'ı tekrar göremez. Zaman sonra Semerkand'a gidip Ubeydullah Ahrar'ın sohbet meclisine katılır. Ahrar kendisine gördüklerini kimseye söylememesini tembihler. Molla Mahmud bir müddet geçtikten sonra tekrar Mekke'ye gittiğinde Abdülmu'tî'nin etrafının halkla dolduğunu görür. Bu defa görüşmelerinde Abdülmu'tî ağlaya-



rak, "Molla Mahmud biz Hoca'yı sana bildirdik, Hoca da bizi âleme bildirdi" der. 8 6 İleride bahsi gelecek olan Zeyniyye şeyhlerinden Seyyid Velâyet de 880 (1475) senesinde Abdülmu'tî'nin ziyâretine gitmiş ve şeyh kendisine o sırada hazır bulunan ulemâ ve meşâyihten müteşekkil topluluğa esmâü'l-hüsnâ okuması için icâzet vermiştir.87 Abdülmu'tî'ye ilmiyeden mürid olanlardan biri Lâmiî Çelebi'nin hocası "Ahaveyn" diye meşhur olan sahn-ı semân müderrisi88 Mevlânâ Muhyiddin'dir. Lâmiî'nin kendisinden naklen kaydettiğine göre onun intisabı şu şekilde gelişmiştir: Muhyiddin Efendi hac için Mekke'de bulunduğu bir sırada Abdülmu'tî'nin halktan çok rağbet görmesini bir kusur olarak değerlendirip çoğu kimsenin aksine ziyâretine gitmez. Bir müddet sonra gece vakti harem-i şerifte kalabalık bir toplantı olur ve Mevlânâ Muhyiddin burada ön safta yer alır. O sırada Muhyiddin Efendi'nin içi susuzluktan yanmaya başlar, ancak kalabalıktan dolayı bir yere gidip su içemez. Çâresiz beklerken safların arasından bir dervişin elinde çanakla kendisine doğru geldiğini görür. Derviş, "Şeyh Abdülmu'tî size gönderdi. Zemzem suyudur. Kana kana içiniz" diyerek çanağı uzatır. İşte bu olaydan sonra Mevlânâ Muhyiddin, Abdülmu'tî'nin yanına gidip ona mürid olur.89 Abdülmu'tî'nin vefâtının Mekke'de 904 senesinde meydana geldiğini kaydeden Necmeddin Gazzî, ayrıca onun için 8 Rebîulevvel 905 (10 Ekim 1499) târihinde Şam'da Benî Ümeyye Câmii'nde gâib namazı kılındığını belirtir.90 Abdülmu'tî'den sonra Mekke'de yerine kimin geçtiği belirtilmemiştir. Ancak Kânûnî Sultan Süleyman'ın 944 târihli bir fermânından Abdülmu'tî'nin oğlu Şeyh Hasan'ın babasından sonra Mekke'de ikâmete devam ettiği anlaşılmaktadır.91 Açıkça 86



81 82



83 84 85



Gazzî, el-Kevâkib, I, 255; II, 4. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 7 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 266; Tâcü't-tevârîh, II, 541. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 682. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 260. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 - 5 5 3 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70-71; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 6 .



87 88 89 90 91



Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 - 5 5 3 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 7 0 - 7 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 436. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 7 8 - 5 7 9 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 188. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 553. Gazzî, el-Kevâkib, I, 255. bk. Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Arşivi Kataloğu-Fermanlar, I. Fasikül (haz. î. Hakkı Uzunçarşılı-İbrahim Kemal Baybura-Ülkü Altındağ), Ankara 1985, s. 8.



belirtilmemiş olmakla birlikte Abdülmu'tî'den sonra yerine oğlu Şeyh Hasan'ın geçtiği düşünülebilir.



B. Ebulfütûh Nûreddin Ahmed (Ö.861/1457 civârı) ve Medine'de Zeyniyye Tekkesi Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden Şeyh Ebulfütûh Nûreddin Ahmed b. Abdullah b. Ebulfütûh el-Hakîm et-Tâvusî vâsıtasıyla Zeyniyye'de ayrı bir silsilenin meydana geldiği ve bu silsileye mensup şeyhlerin Hicaz bölgesinde, özellikle de Medîne'de faaliyet gösterdikleri görülmektedir. Ebulfütûh Nûreddin Ahmed'den sonra hilâfet Tâcüddin Abdurrahman b. Mes'ûd b. Muhammed el-Mürşidî el-Kâzerûnî'ye geçmiş,92 daha sonra ise silsile şu şekilde devam etmiştir: Seyyid Gazanfer b. Ca'fer > Ebulmevâhib Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > Safiyyüddin Ahmed b. Muhammed ed-Decânî el-Kuşâşî > İbrâhim b. Hasan Kûrânî > Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî. 93 Kuşâşî ile Harîrîzâde'nin Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden biri olduğunu belirttikleri Ebulfütûh Nûreddin Ahmed'e94 Sehâvî de eserinde yer vermiş, ancak onun bir çok şeyhten hırka giydiğini belirttikten sonra, bunlardan birinin Ruknüddin Hâfî olduğunu belirtmiştir.95 Burada "Zeynüddin" yerine yanlışlıkla "Rüknüddin" yazıldığı ya da Arapça yazılımında birbirine çok yakın olan bu isimlerin müstensihler tarafından değiştirildiği hâtıra gelmektedir. Nitekim aynı müellif Zeynüddin HâfT'yi anlattığı bölümde Nûreddin Ahmed'in (Tâvusî) Mısır'da bulunduğu sırada Hâfî'nin sohbetlerine katıldığını belirtmiştir. 96 Sehâvî ilgili bölümde Şeyh Ebulfütûh'un 790 senesine yakın bir târihte doğduğunu ve yaklaşık 71 sene yaşadığını belirtmektedir.97 Buna göre şeyhin vefatı 861 senesi civârında meydana gelmiş demek-



tir. Çoğunlukla Hicaz bölgesinde faaliyet gösterdiği anlaşılan Ebulfütûh'tan sonra silsile, yukarıda da görüldüğü gibi halîfesi Tâcüddin Abdurrahman ile devam etmiştir. Bu zâtın hayâtı ve faaliyetleri hakkında kaynaklarda bilgi bulunamadığı için tarikatını hangi bölgede neşrettiği bilinmemekle birlikte, onun da Hicaz bölgesini kendisine hizmet alanı olarak seçtiği tahmin edilebilir. Şeyh Tâcüddin'den sonra yerine geçen halîfesi Seyyid Gazanfer ve sonrasında işe silsileye mensup şeyhlerin ağırlıklı olarak Medîne'de faaliyet gösterdikleri görülmektedir. Muhibbî'nin Hulâsatü 'l-esef de verdiği bilgiye göre aslen Buhâralı olduğunu öğrendiğimiz Seyyid Gazanfer'in "Medenî" nisbesini de almış olmasından Medîne'ye gelip yerleştiğini anlıyoruz. Yine Muhibbî, yanında yetişen zâtlardan birisinin Ebulmevâhib Ahmed b. Ali eşŞinnâvî olduğunu belirtmektedir.98 Bu bilgiyi Şinnâvî'nin el-Ikltdü'lferîd fî tecrîdi't-tevhîd isimli eserine yazdığı Arapça şerhin baş tarafında Abdülganî Nablûsî de vermiştir.99 Seyyid Gazanfer'in yanı sıra daha başka şeyhlerden de hilâfet aldığı kaydedilen Şinnâvî 975 senesinde Mısır'da dünyaya gelmiş, ancak şeyhi gibi daha sonra Medîne'ye yerleşerek tedris ve tarîkat faaliyetlerini çoğunlukla burada sürdürmüştür.100 Kaleme aldığı eserlerden varlık ve tevhid konularını ele aldığı Risâle fi'l-vahdeti'l-vucûdiyye,101 Sâdihatü'l-ezel ve sânihatü'nnezel102 ile yukarıda adı geçen el-lklîdü'l-ferîd fî tecrîdi't-tevhîd103 isimli eserleri dikkat çekmektedir. Hicrî sene hesabıyla 53 sene yaşayan Şinnâvî 8 Zilhicce 1028'de (16 Kasım 1619) Medine'de vefat etmiş ve Bakîu'l-garkad mezarlığına defnedilmiştir.104



98



99 92 93 94 95 96 97



bk. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62a-b; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. bk. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62a-b; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Sehâvî, I, 360-361. Sehâvî, IX, 261. Sehâvî, I, 360-361.



100



101 102 103 104



M. Emin el-Muhibbî, Hulâsatü'l-eser fî âyâni'l-karni'l-hâdî aşer (Dâru Sâdır), Beyrut, ts., I, 2 4 3 - 4 4 . Abdülganî Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd fî fethi bâbi't-tevhîd, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2 3 2 4 , vr. 3b. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 243-44; ayrıca bk. Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr. 3b-4a. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 244; Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr. 3b-4a. Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2324, vr. (lb-34a). Süleymaniye Ktp., Halet Ef., nr. 310, vr. (102a-109b). Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 246.



Şeyh Şinnâvî'den sonra mezkûr silsile Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî ile devam etmiştir. Şinnâvî'ye Medine'de intisap edip ondan hilafet alan Kuşâşî105 aynı zamanda şeyhinin kızıyla da evlenmiştir.106 Ebulfütûh Nûreddin Ahmed ile gelen bu silsileden ayrı olarak es-Simtu'lmecîd isimli eserinde Kuşâşî iki ayrı silsile daha kaydetmiştir. Kuşâşî'nin ilk silsiledeki gibi yine Şeyh Şinnâvî vâsıtasıyla aldığı bu silsileler Zeynüddin Hâfî'ye şu şekilde ulaşmaktadır: I. Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > babası Ali b. Abdülkuddûs eş-Şinnâvî > Abdülvahhâb eş-Şârânî > Şeyhülislâm Zekeriyya el-Ensârî > Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî > Zeynüddin Hâfî. 107 II. Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > Seyyid Sıbgatullah > Vecîhüddin > Seyyid Muhammed > Haçı Huzur > Hediyyetullah Sermest > Kâdî Hemedânî > Abdullah Şettârî > Seyyid Ali Hemedânî > Zeynüddin Hâfî. 108 Bu silsilelerden Zeynüddin Hâfî'den sonra Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî vâsıtasıyla devam eden birincisi, ileride üzerinde etraflıca durulacağı gibi, esas itibariyle Zekeriyya Ensarî veya bir görüşe göre Abdülvahhab Şârânî'den sonra farklı şahıslarla yürüyen ve faaliyetlerini çoğunlukla Mısır ile Hicaz bölgesinde sürdürmüş olan bir koldur. Seyyid Ali Hemedânî ile devam eden ikinci silsiledeki meşâyih hakkında ise pek fazla bilgi bulunamamıştır. Sâdece silsilenin sonlarında yer alan Şeyh Vecîhüddin'in Hindistan'da faaliyet gösterdiği, Seyyid Sıbgatullah'ın (Ö.16 Cemâziyelevvel 1015/19 Eylül 1606) onun yanında sülûkünü ikmâl ettikten sonra 1005 (1597) târihinde Hicaz'a gelip Medîne'ye yerleşerek tedris ve irşad faaliyetine başladığı, Ah-



105



106 107 108



Muhibbi, Hulâsatü'l-eser, I, 3 4 4 ; Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr. 3b; Yûsuf b. Ismâil en-Nebhânî, Câmiu kerâmâti'l-evliyâ (nşr. İbrahim Atve ivaz), Beyrut 1 9 8 9 , 1 , 559; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 28a. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 33a. Kuşâşî kayınpederi Şinnâvî'den Zeyniyye ile birlikte daha bir çok tarikattan hilâfet almıştır. Bu tarikatların adını ve silsilelerini es-Simtu'l-mecîd isimli eserinde kaydetmiştir (bk. vr. 28a-33b, 44a-45b, 52a-57a).



med Şinnâvî'nin de kendisinden burada el aldığı bilinmektedir.109 Bu bilgiler ışığında tarîkat faaliyetlerinin Seyyid Sıbgatullah'tan itibâiren Hicaz bölgesinde devam ettiği anlaşılmaktadır. Şeyh Vecîhüddin'den önceki meşâyihin ise nerelerde faaliyet gösterdiği tesbit edilememiştir. Ayrıca Seyyid Ali Hemedânî ile alâkalı bâzı belirsizlikler de söz konusudur. Zeynüddin Hâfî'nin halîfesi olarak kaydedilen ve kendisinden sonra silsilenin Hemedâniyye diye anıldığı anlaşılan Seyyid Ali Hemedânî, eğer Kübreviyye tarikatının Hemedâniyye kolunu kuran zât ise, o takdirde Hâfî'den hilâfet almış olması târihen çok zordur. Zira Hemedânî devrin sultanlarının da itibarını kazanmış ünlü ve etkili bir şeyh olarak 6 Zilhicce 786'da (19 Ocak 1385) 72 yaşında vefat ettiğinde110 Zeynüddin Hâfî'nin henüz daha otuzuna bile girmemiş (doğumu: 757) bir genç olduğu bilinmektedir. Bu yaşlarda onun irşad postuna oturmuş bir şeyh olup olmadığı bile belli değildir. Bununla birlikte silsilede adı geçen Hemedânî'nin Kübreviyye şeyhiyle isim benzerliği olan bir başka zat olması ve Zeyniyye'de de Kübreviyye gibi Hemedâniyye diye bir kolun meydana gelmiş olması muhtemeldir. Ancak bu silsilenin yer aldığı Kuşâşî'nin es-Simtu'l-mecîd'i de kaynakları arasında bulunan Harîrîzâde burada ismi geçen Hemedânî'nin Kübreviyye şeyhi olduğunu ve aynı silsilede adı geçen halîfesi Abdullah Şettârî ile tarikatta bir de Şettâriyye kolu meydana geldiğini belirtmektedir.111 Bu sebeple ikinci silsile ile alâkalı şimdilik kesin bir şey söylenememektedir. < Döneminde vahdet-i vücûdu savunanların imâmı olduğu belirtilen Kuşâşî'nin çoğu tasavvufla ilgili olmak üzere muhtelif konularda pek çok eser kaleme aldığı, bunlardan 50 kadarının kaynaklarda zikredildiği nakledilmektedir.112 Eserlerinden Kelimetü'l-cûd ale'l-kavli bi vahdeti'l-vücûd isimli Arapça eseri vahdet-i vücûda dâirdir^13 el109 110 111 112



113



Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 243-244. Tahsin Yazıcı, "Hemedânî, Emîr-i Kebîr", DİA, XVII, 186. Harîrîzâde, Tibyân, III, 254b, 256b. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, 1 , 3 4 5 ; ondan naklen Nebhânî, Câmiu kerâmâti'levliyâ, I, 5 5 9 . Eserin Süleymâniye Ktp., Reşid Ef., nr. 428'deki nüshası (vr. lb-33b) Mustafa Tuncay tarafından Yüksek Lisans tezi olarak hazırlanmıştır. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (1997).



İfâde bima beyne'l-ihtiyâri'l-ilâhî ve'l-irâde isimli eseri ile Kitâbu sûreti's-saâde bi-tilâveti kitâbi'l-ibdâi ve'l-iâde isimli eserinde Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin bazı görüşlerine açıklık getirmiştir.114 es-Simtu'lmecîd fî selâsili ehli'l-bey'ati ve ilbâsi'l-hırkati ve't-tasavvufi ve sülûki ehli't-tevhîd adlı eserinde ise el aldığı bir çok tarîkatın muhtelif silsilelerini kaydetmiştir.115 Ayrıca Abdülkerim Cîlî'nin el-însânü'l-kâmil isimli eserinin 50-54 babları arasını,116 İbn Atâullah İskenderî'nin de Hikem-i Atâiyye'sini şerhetmiştir.117 Adı geçen es-Simtu'l-mecîd isimli eserinde 12 Rebîulevvel 991'de (5 Nisan 1583) doğduğunu kaydeden Kuşâşî,118 Hicrî sene hesabıyla 80 yaşın üzerinde iken 1071 (1661) senesinin sonunda vefat etmiş ve şeyhi gibi Medîne'de Bakî mezarlığına defnedilmiştir.119 Şeyh Kuşâşî'den sonra silsile en önemli halîfelerinden İbrâhim b. Hasan Kûrânî ile devam etmiştir.120 Aslen Şehrezurlu olan Kûrânî, memleketinde ilm-i zâhiri ikmâl ettikten sonra Bağdat'a gidip bir müddet kalmış, ardından Şam, Mısır, Hicaz'a seyahatler etmiştir. Şeyhi Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî'ye Medîne'de intisap ettiği ve ölümünden sonra buradaki zâviyede makamına geçtiği kaydedilmektedir.121 1025 yılında doğan İbrâhim Kûrânî 28 Receb 1101'de (7 Mayıs 1690) Medîne'de vefat etmiş ve irşad faaliyetini yürüttüğü zâviyede defnedilmiştir.122 Kaynaklarda "Medenî" nisbesiyle de anılması123 114



n î



116



117 118 119 120



121 122



Bu iki Arapça eser Süleymaniye Kütüphânesi'nde aynı mecmua içinde bulunmaktadır (Reşid Ef., nr. 428). Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1197, vr. (lb-76b). Burada Kuşâşî'nin zikirle alâkalı bir risâlesi (vr. 77b-87b) daha vardır. bk. Süleymaniye Ktp., Reşid Ef., nr. 4 2 8 , vr. (45b-82a). Burada Kuşâşî'nin kelâma dair de birkaç risâlesi bulunmaktadır. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 345. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 67a. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 346. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 34b; Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 345; Nebhânî, Câmiu kerâmâti'l-evliyâ, I, 5 5 9 ; Muhammed b. Tayyib el-K_dirî, Neşru'l-mesânî li ehli'l-harni'l-hâdî aşer ve's-sânî (nşr. Muhammed "Hâccî-Ahmed Tevfik), Rabat 1986, III, 5-6; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Neşru'l-mesânî, III, 5-6. Neşru'l-mesânî, III, 6. Harîrîzâde vefat târihini 1108 olarak kaydetmişse de ('Tibyân, II, 106b), Neşru'l-mesânî1de gün ve ay verilerek kaydedilen 1101 târihi daha doğru olmalıdır.



Medîne'de uzun süre kaldığını gösterir. Harîrîzâde adını "Ebu'l-uryân" lakabıyla birlikte kaydetmektedir.124 (Neşru'l-mesânfde 25'den fazla eserinin adı kaydedilen İbrâhim Kûrânî de şeyhi Kuşâşî gibi çok eser telif eden mutasavvıf âlimlerdendir,^25 Döneminde bir kısım kelâmî ve tasavvufî konularla ilgili tartışmaların içine girdiği anlaşılan Kûrânî, eserlerini de ağırlıklı olarak bu iki ilim dalının mes'elelerine ayırmıştır. Ayrıca kelâm ehli ile tasavvuf ehlini ortak bir noktada buluşturma gayreti içine girdiği de hissedilmektedir. Tahkîku't-tevfîk beyne kelâmi ehli'l-kelâm ve ehli't-tarîk isimli bir eser kaleme almış olması bunun bir göstergesi sayılabilir. Te'lif ettikleri arasında Matlau'l-cûd bi tahkîki't-tenzîh fî vahdeti'l-vücöd,126 Mirkstü's-suûd ilâ sıhhati'l-kavl bi vahdeti'l-vücûd ve İşrâku'ş-şems bi ma'rifet-i şerhi'l-külliyâti'l-hams gibi 127 vahdet-i vûcûda dâir eserleri bulunan Kûrânî, tasavvuf düşüncesinde şeyhi Kuşâşî'nin izinden yürüyerek vahdet-i vücûd anlayışını savunanların başında geldiği anlaşılıyor. Bu hususla alâkalı kendisine sorulan muhtelif soruların cevâbı için İbnü'l-Arabî'nin Fütûhât ve Fusûs'undaki ilgili kısımlardan yararlanmak sûretiyle bir çok risâle kaleme almıştır. Arapça olan bu risâlelerden on bir tânesi, kelâma dâir dört risâlesiyle birlikte Bâyezid Devlet Kütüphânesi'nde (Veliyyüddin Efendi, nr. 1815) bir mecmûa içinde bulunmaktadır. Tasavvufî mâhiyette olanların isimleri şöyledir: 1. el-Meslekü'l-muhtâr fî evvelin sadera mine'l-Vâcib bi'l-ihtiyar (vr. 7b-32a) 2. er-Risâle (İbnü'l-Arabî'nin bâzı görüşleri hakkında, vr. 65b-83b) 3. Meslekü't-ta'rîf bi tahkîki't-teklîf alâ meşrebi ehli'l-keşfi ve'ş-şuhûd (vr. 98b-110a) 4. Meşrau'l-vürûd ilâ matlai'l-cûd (vr. 114b-120b) 5. îbdâü'n-ni'me bi tahkiki sebkı'r-rahme (vr. 121b126b) 6. Cilâü'n-nazar fî bekâi't-tenzîh maa't-tecellî fi's-suver (vr. 127b-129a) 7. Keşfü'l-mestûr (vr. 129b-130b) 8. el-İ'lân yedfeu't-te-



123 124 125 126



127



Neşru'l-mesânî, III, 5 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. Neşru'l-mesânî, III, 6-7. bk. Süleymâniye Ktp., Cârullah, nr. 2 1 0 2 , vr. (178b'-220a). Burada ve Şehid Ali Paşa bölümünde (nr. 2 7 2 2 ) Gürânî'nin çoğu kelâma dâir daha başka risâleleri de vardır. Neşru'l-mesânî, III, 6-8.



nâkuz fî sûreti'l-a'yân (vr. 131b-132a) 9. et-Tevsîl ilâ enne ilmellâhi bi'l-eşyâi ezelen ale't-tafsîl (vr. 132b-134a) 10. el-Meslekü'l-celî fî hükmi şathi'l-velî (vr. 137b-146b) 11. Tenbîhü'l-ukûl alâ tenzihi's-sûfiyye an i'tikâdi't-tecsîm ve'l-aniyye(?) ve'l-ittihâd ve'l-hulûl (vr. 147b-156b). İbrahim Kûrânî'den sonra Zeyniyye silsilesinin devam ettiği belirtilen Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî'nin hayâtı ve faaliyetleri hakkında bilgi bulunamamıştır. "Mekkî" nisbesinden Mekkeli olduğu ya da en azından uzun müddet burada faaliyet gösterdiği tahmin edilebilir. Tibyan müellifinin kaydından anlaşıldığına göre, ileride temas edilecek olan Hâfî'nin halîfelerinden Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî ile devam eden Zeyniyye'nin bir başka silsilesi de bu zâtta son bulmaktadır.128



C. Mevlânâ Muhammed Horasânî (ö. Zilhicce 925/ Aralık 1519) : ve Mekke-Medîne-Halep Hattı Zeyniyye'nin Hicaz bölgesi ile Suriye ve civârında yayılmasında etkili olan önemli şahsiyetlerden biri, Zeynüddin Hâfî'nin Horasan bölgesindeki ön önemli halîfesi Muhammed Tebâdegânî'nin halîfelerinden Muhammed Horasânî'dir. Tasavvuf yoluna girmeden önce içki meclislerinden ayrılmadığı belirtilen Horasânî, zaman sonra yaptıklarından pişman olmuş ve Tebâdegânî'ye mürid olarak tövbe etmiştir. Çetin riyâzetler ve erbaînlerle sülûkünü ikmal ettikten sonra oruçlu ve yaya olarak hicaza gitmiş, uzun yıllar Mekke ve Medine'de irşad faaliyetinde bulunmuştur.129 Necmeddin Gazzî onun yarım asırdan fazla Arab diyarında kaldığını ve uzun ömür sürdüğünü belirtir. 130 Hicaz bölgesinin yanı sıra ayrıca Halep'te de uzun müddet faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır.131 Arab diyârında halkın çoğunun



128 129 130 131



Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b/ Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 ; ayrıca bk. a.mlf., Mecâlis, s. 153. Gazzî, el-Kevâkib, III, 66. Gazzî, el-Kevâkib, I, 91.



kendisine mürid olduğu belirtilen132 Horasânî'nin el verdiği kimseler arasında Kasım Acemî (ö.934/1528'den sonra) 133 ile Muhammed b. Ali Geylânî et-Turûsî (Ö.970/1562-63) de vardır.134 Muhammed Turûsî şeyhin vefatından sonra yine Zeyniyye meşâyihinden olan Seyyid îsâ'ya (Şeyh Kutbuddin îsâ) intisap etmiştir.135 Ayrıca Kasım b. Zülzül'ün (Ö.942/1536), Horasânî'den el aldığı belirtilmemiş olmakla birlikte güzel sesli olması sebebiyle şeyhin semâ meclislerinde ilâhîler söylediği kaydedilmekte, 136 Yahya b. Mûsâ Erdebîlî'nin de (Ö.953/1546) diğer bâzı meşâyihin yanı sıra Horasânî'nin sohbetlerine de katıldığı belirtilmektedir.137 Açıkça ifâde edilmemiş olsa da bu iki zâtın şeyhe intisap etmiş olmaları muhtemeldir. Ali Şir Nevâî şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-nefâyis'in dördüncü meclisinde yer verdiği138 Muhammed Horasânî'nin Arap diyârından tekrar memleketi Horasan'a döndüğünü ve halkın arasına çıkmayarak çoğu vaktini sohbet ve ibâdetle geçirdiğini belirtmekte, kendisinin de birkaç kez sohbetiyle müşerref olduğunu kaydetmektedir. Nevâî'nin kaydından ayrıca şeyhin Horasan'da öldüğü ve oraya defnedildiği de anlaşılmaktadır.139 Ancak Necmeddin Gazzî, Horasânî'nin 925 senesi Zilhicce ayında Halep'te öldüğünü ve buradaki kabri başına Emîr Yûnus Âdilî tarafından bir imâret yaptırıldığını kaydetmiştir.140 132



Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 .



Gazzî, el-Kevâkib, II, 2 4 3 . Gazzî, el-Kevâkib, III, 66. 135 Gazzî, el-Kevâkib, III, 6 6 ; a.mlf., a.g.e., II, 2 3 4 . 136 Gazzî, el-Kevâkib, II, 2 4 1 - 2 4 2 . 137 Gazzî, el-Kevâkib, II, 2 5 9 . 138 Nevâî onun Farsça bir rubâîsini kaydetmiştir. Türkçesi şöyledir: Bir müddet dostlardan ayrı kalacağım Mihnet ve derde mübtelâ olacağım Sevgili benimle bilişik etmezse Kardeş ve bilişlere yabancı olacağım (Mecâlis, s. 153). 139 Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 .



133



134



140



Gazzî, el-Kevâkib, I, 9 1 ; ayrıca bk. Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 4 2 3 . Bu ikinci eserde Horasânî'nin Zeyniyye ile ilişkisinden söz edilmemiş, aksine hırka silsilesinin Necmüddin el-Kebîr'e [Kubrâ?] dayandığı belirtilmiştir (V, 4 2 2 ) .



D. Abdülkerîm Halîfe (Ö.884/1479) ve Halep'te Zeyniyye Tekkesi Zeynüddin Hâfî'nin bir başka önemli halîfesi Şeyh Abdülkerîm Efendi vasıtasıyla Zeyniyye tarîkatının Sûriye ve civârında, özellikle de Halep'te yayıldığı anlaşılmaktadır. Abdülkerîm Halîfe'nin Zeynüddin Hâfî'nin yanında yetiştiğini ve Halep'te ikamet ettiğini çağdaşı bulunan târihçi Âşıkpaşazâde'den öğreniyoruz.141 Âşıkpaşazâde onun adını, ileride temas edilecek olan Şeyh Cüneyd-i Safevî olayını anlatırken dolaylı olarak anmıştır. Hayâtı hakkında pek fazla bilgi bulunmasa da, Halep'deki meşhur sîmâların anlatıldığı bâzı eserlerde ona da yer verildiği görülmektedir. XVI. asır tarihçilerinden olan ve Abdülkerîm Halîfe ile zâviyesinde görüştüğünü belirten İbnü'l-Hanbelî (Ö.971/1563) ve daha sonra ondan naklen Muhammed Râgıb'ın belirttiğine göre, Abdülkerîm Efendi Şeyh Zeynüddin Hâfî'nin Arab beldelerine yaptığı bir seyahat sırasında onunla buluşmuş ve bu tarihten sonra şeyhe bağlı olduğunu ifâde sadedinde "Hâfî" nisbesiyle Abdülkerîm Hâfî şeklinde anılmıştır.142 Zeynüddin Hâfî'nin Arab beldelerine yaptığı seyahatin tarihi verilmiyor; ancak onun 822'de (1419) Mısır'da 143 824'te (1421) yine Mısır Kâhire'de 144 825'te de Kudüs'te olduğu145 ve oradan Mekke'ye gittiği146 bilinmektedir. Abdülkerîm Efendi onunla muhtemelen bu târihlerden birinde buluşmuştur. Halep dışında faaliyet gösterip göstermediği tesbit edilemeyen Abdülkerîm Halîfe'nin Halep'teki irşad faaliyetlerini Kınnesrîn kapısı denilen yerde 147 eski mescidlerden Muhassab Mescidi'ni, mes141



142



143



144 145



146



147



Âşıkpaşazâde Derviş Ahmed, Âşıkpaşazâde Târihi [nşr. Âlî Bey], İstanbul 1332, s. 266. İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 8 3 9 - 8 4 0 ; Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 2 - 3 3 ; Nevâî, Nesâyim, s. 2 4 6 - 4 7 ; Reşehât Tercümesi, s. 91-92. bk. Sehâvî, IX, 261. Zeynüddin Hâfî'nin Vasâya'l-Kudsiyye'yi Kudüs'te 825'te tamamlandığı, müellif nüshasıyla mukabele edilmiş olan bir nüshasının sonunda kayıtlıdır (bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, nr. 157, vr. 37b). Bu bilgi Vasâya'l-Kudsiyye'ye yapılan tercümelerin bir kısımının başında kayıtlıdır. Meselâ bk. (Süleymaniye Ktp., Darulmesnevi, nr. 158, vr. 2a). İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 839.



cid-tekke şeklinde kullanarak sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Zamanla müridlerin adedi artınca burayı ilâvelerle genişletmiştir. Şu an kabrinin bulunduğu kıble tarafının doğusundaki ilâve hücrenin kitabesinde, burayı 855'te (1451) bizzat kendisinin yaptırdığını belirtmiş ve adını Abdülkerîm b. Abdülazîz b. Abdullah şeklinde kaydetmiştir. Ayrıca Hanefî mezhebinden olduğunu ve Zeynüddin Hâfî'ye bağlı bulunduğunu da ifâde etmektedir.148 Halk arasında kerâmetiyle tanınan Abdülkerîm Halîfe'nin sıtmaya tutulanları okuyarak ve bazı formüller uygulayarak tedâvî ettiği, çokça rağbet edilen zâviyesinin 149 kendisinden sonra Kerîmiyye Câmii diye anıldığı belirtilmektedir. 150 Muhammed Râgıb halkın bu câmînin kıble duvarına Abdülkerîm Halîfe tarafından Hz. Peygamber'in ayak izinin bulunduğu sarı bir taşın konulduğuna inandığını ve teberrüken bu taşı ziyâret ettiklerini kaydetmektedir.151 Abdülkerîm Halîfe'nin Anadolu'dan kaçıp Haleb'e giden Şeyh Cüneyd'i yakalatması için Mısır sultanı Çakmak'a haber gönderen iki kişiden biri olması ve sultanın da bu haber üzerine harekete geçmesi, 152 halk arasında olduğu kadar yöneticiler nezdinde de itibar sahibi olduğunu gösteriyor. Onun uzun ve bereketli bir ömür sürüp yüz yaşını aştıktan sonra vefat ettiği nakledilmekte,153 ancak kendisinden sonra tarîkat silsilesinin devam edip etmediği belirtilmemektedir.



148



149



150



151 1S1



153



Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 302. Muhammed Râgıb kitâbedeki ismi yukarıdaki gibi kaydettiği halde, şeyhin adını İbnü'l-Hanbelî'nin kaydına uyarak "Abdülkerîm b. Abdullah" şeklinde kaydetmiştir. İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 8 3 9 - 8 4 0 ; ondan naklen Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301-302. Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 304. Halkın inanışına göre Abdülkerîm Halîfe'ye bir gece rüyasında Resûlullah'ın ayak izinin bulunduğu bir taşı Hicaz'dan kumral bir adamın getireceği söylenmiş, ertesi gün camînin önüne devesiyle gelen adamdan bu taşı almıştır (bk. a.g.e., aynı yer). Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301. Âşıkpaşazâde Târihi, s. 266. İleride temas edileceği gibi, Sultan Çakmak'a Abdülkerîm Halîfe ile birlikte haber gönderen diğer zât Mevlânâ Ahmed Bekrî'dir. İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 839; ondan naklen Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301.



E. Seyyid Safiyyüddin Îcî (ö.?) ve Hicaz-Sûriye-Mısır Üçgeni Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden olduğu anlaşılan Seyyid Safiyyüddin154 ile birlikte Zeyniyye'de devam eden silsileye mensup meşâyih de daha çok Hicaz, Suriye ve Mısır bölgesinde faaliyet göstermiştir. Hayâtı hakkında bilgi bulamadığımız Seyyid Safiyyüddin,155 öyle anlaşılıyor ki, Zeynüddin Hâfî'ye Mısır'da bulunduğu sırada intisap etmiştir. Sehâvî onun Mısır'da Hâfî'nin Farsça şiirlerini açıkladığı deslerine katıldığını kaydeder.156 Seyyid Safiyyüddin'den sonra posta oğlu Seyyid Muînüddin Safevî geçmiş, ondan da Medîne'de 904 (1498-99) senesinde Hz. Peygamber'in (a.s.) huzûrunda Ahmed b. Musâ Nebtînî hilâfet almıştır. Nebtfnî'nin faaliyetlerini çoğunlukla Medine şehrinde sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Seyyid Muînüddin'in kızından torunu allâme Seyyid îsâ b. Muhammed Îcî Safevî (Şeyh Kutbuddin îsâ) uzun yıllar Mekke'de kaldıktan sonra gittiği Medîne'de adı geçen Şeyh Ahmed b. Musâ'ya intisap ederek ondan icâzet almış, böylece Zeynüddin Hâfî'den sonra büyük dedesi Seyyid Safiyyüddin ile devam eden Zeyniyye silsilesine dâhil olmuştur. 157 Seyyid îsâ 939 (1532-33) senesi civarında Medine'den Şam'a geçmiş, burada hem tedris hem de tarîkat faaliyetlerinde bulunmuştur. Oradan Kudüs'e giden Seyyid İsâ'nın Şam'da Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin ve diğer bir kısım evliyânın kabrini ziyâret ettiği belirtilmektedir. Ayrıca onun evliyâ kabirlerini ziyâret için Bağdat'a da gittiği nakledilir.158 Bağdat seyahati sırasında kendisine halîfelerinden Muhammed b. Ali Geylânî et-Turûsî refâkat etmiştir.159 Seyyid îsâ iki defa da Anadolu'ya seyahat ederek İstanbul'da pâdişâh Kânûnî Sultan Süley-



man'la görüşmüştür. Birinci ziyâretinde padişah kendisine Mısır hazînesinden 50 akçe maaş bağlatmış, ikinci ziyâretinde de buna 20 akçe daha ilâve etmiştir. Ayrıca nesli kesilinceye kadar devam etmek üzere çocukları için 24 akçe maaş tahsis etmiştir. İstanbul'dan tekrar Suriye'ye dönen Seyyid îsâ Halep'te halîfelerinden Şeyh Muhammed Îcî ile buluştu. Muhammed Îcî, Seyyid îsâ'dan Halep'te hilâfet alıp ardından Şam'a yerleşmiş olan şeyhlerdendi.160 Muhammed Îcî'nin kendi adını verdiği oğlu Muhammed de Şam'da Seyyid îsâ'nın sohbetlerine katılarak ondan ders okumuştur.161 Îcî, öyle anlaşılıyor ki, şeyhinin İstanbul'dan döndüğünü duyunca onu Halep'te karşılamış ve birlikte buradan Şam'a gitmişlerdir. Seyyid îsâ daha sonra Şam'dan Mısır'a giderek oraya yerleşmiştir. 952'de (1545) Mısır'da hayatta olduğu anlaşılan Seyyid îsâ'nın vefat târihi kaydedilmemiştir.162 Muhammed Îcî'nin dergâhını Şam'ın Sâlihiyye bölgesinde kurduğu ve burada tasavvufî faaliyetlerinin yanı sıra zâhir ilimlerini de okuttuğu anlaşılmaktadır. Ondan ders alanlar arasında Allâme Muhammed b. Muhammed Behnisî, 163 kırâatta yed-i tûlâ sâhibi olduğu bildirilen Ahmed Aydûnî gibi âlimler vardır. Aydûnî'nin ondan Farsça dersleri aldığı belirtilir.164 Pek çok fende mâhir olduğu kaydedilen Molla Ahmed Kazvinî'nin (Ahmed b. Abdülevvel Kazvinî) onunla dost olması,165 ilmî seviyesinin yüksekliğine bir işâret sayılabilir. Emeviyye Câmii imamlarından Muhammed b. Ali Basravî,166 Nakşibendiyye'nin âlim şeyhlerinden Zeynelâbidîn İbnü'l-Acemî gibi önemli şahsiyetlerin vasiyyetleri gereği cenaze namazlarını kıldırmış olması ise, 167 onun çevresinde takva ve kemâl ehli olarak tanındığını göstermektedir. Ayrıca o, kaydedildiğine göre, Sultan II. Selim için 18 Razamazan 982'de (01 Ocak 1575) Şam'da kılınan gâib cenâze nama160



154 155



156 157 158 159



Gazzî, el-Kevâkib, II, 233. Muahhar kaynaklardan Tabibzâde'nin Silsilenâme'siııde Zeynüddin Hâfî'nin halîfeleri arasında zikredilen Safiyyüddin b. Mansur (s. 53) bu zât olmalıdır. Sehâvî, IX, 261. Gazzî, el-Kevâkib, II, 233. Gazzî, el-Kevâkib, II, 233-234. Gazzî, el-Kevâkib, III, 66.



162 163



l fi4 165 166 167



Gazzî, Gazzî, Gazzî, Gazzî, Gazzî, Gazzî, Gazzî, Gazzî,



el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib, el-Kevâkib,



II, 233-234. III, 37. II, 234. III, 13. III, 125-126. II, 110. II, 47-48. II, 146.



zı için de imam olarak seçilmiştir ki, 168 bu, diğer kesimlerle birlikte idâreciler nezdinde de mûteber bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.



F. Ahmed b. Fakih Ali Dimyâti (Ö.877/1472-73) ve Salâhiye ile Siryakosa Hânkâhları Zeyniyye'nin Mısır ve Hicaz bölgesinde yayılmasında Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden Ahmed b. Fakih Ali b. Muhammed169 ile devam eden silsilenin de önemli katkıları olduğu anlaşılmaktadır. "Dimyâtî" nisbesinden Mısırlı olduğu anlaşılan Şeyh Ahmed'in hayâtı ve faaliyetleri hakkında yeterli bilgi bulunamamıştır. Şâfiî mezhebinden olduğu ve "Zülbânî" diye tanındığı belirtilmektedir.170 Onun uzun ömür sürdüğünü kaydeden Sehâvî, 877'de Kâhire'ye geldiğinde ziyâretine gitmiş ve yüz yaşım seneler önce aştığını kendisine söylediğini kaydetmiştir. Sehâvî'nin ayrıca sohbetine katılmak ve elini öpmek için halkın birbiriyle yarıştığını kaydetmesi, onun geniş bir kitle tarafından tanındığını göstermektedir. Bu seyahatinden sonra Kâhire'de fazla kalmayıp memleketine dönen Şeyh Ahmed orada vefat etmiştir.171 Şeyh Ahmed Dimyâtî'nin hilâfet verdiği zâtlardan biri Mısırlı meşhur âlim Şeyhülislâm Zekeriyya Ensarî'dir (Zekeriyya b. Kadı Zeynüddin Ensârî, ö. 3 Zilkade 926/15 Ekim 1520). 1 7 2 Dimyâtî'nin yanı sıra diğer bâzı meşâyihten de hilâfet aldığı kaydedilen Zekeriyya Ensârî "Allâmetü'l-muhakkıkin", "Seyyidü'l-fukaha ve'l-muhaddisin", "Câmiu beyne'ş-şerîa ve'l-hakîka" gibi unvanlarla anılır.173 Salâ-



hiye Dergâhı 174 ile ismi kaydedilmeyen daha başka dergâhların da meşîhatini üstlenmek suretiyle tedris ve tasavvuf faaliyetlerini sürdüren Ensârî'nin, 175 o dönemde vahdet-i vücûd görüşünün esaslı savunucularından biri olduğu anlaşılmaktadır. Mısır'da İbnü'l-Fârız'ın "Kasîde-i Tâiyye"si üzerine meydana gelen tartışmalar sırasında Muhibbüddin İbnü'ş-Şıhne ve Burhâneddin el-Bikaî gibi bir çok âlim İbnü'l-Fârız'ı küfürle itham edince Kâfiyeci, Suyûtî, İbnü'l-Gars ve Kasım b. Kutluboğa ile birlikte İbn Fârız'ı savunmuş,176 onun görüşlerinin yanı sıra Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve diğer tasavvuf büyüklerinin görüşlerini Şerhu'r-ravz isimli eserinde yanlış anlamalara sebebiyet vermeyecek şekilde yorumlayarak açıklamıştır.177 Kaleme aldığı eserler arasında Kuşeyrî Risâlesi'ne yazdığı şerh de (Şerhu Risâleti'l-Kuşeyrî) bulunmaktadır.178 Zekeriyya Ensarî'den sonra Zeyniyye silsilesi Şeyh Necmeddin Gaytf (Muhammed b. Ahmed Gaytf, Ö.983 veyâ 984/1576) ile devam etmiştir.179 Harîrîzâde ayrıca bu silsilenin Zekeriyya Ensârî'den Abdülvahhâb Şârânî'ye, ondan Necmeddin Gaytî'ye geçtiği şeklinde de bir rivâyetin olduğunu belirtir. 180 Tam adı Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Ebu Bekir şeklinde kaydedilen Necmeddin Gaytî de dönemin ileri gelen âlimlerindendir. Ensârî gibi o da "Şeyhülislâm" "Allâme" ve "Asrın muhaddisi" gibi Unvanlarla anılmaktadır. Mısırlı olup Şâfiî mezhebine mensuptur. Kitâbü'l-mi'râc isimli bir eserinin olduğu bil174



175



168 169



170



171 172 173



Gazzî, el-Kevâkib, III, 156. Sehâvî, II, 3 2 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b. Tibyân'da şeyhin künyesi "Ebu'l-Abbas" şeklinde kaydedilmişse de, Sehâvî "Ebû Abdü'l-Bâsit" şeklinde kaydetmiştir (bk. belirtilen yerler). Sehâvî, II, 3 2 ; Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a. Necmeddin Gazzî "İbn Zülbânî" diye meşhur olduğunu kaydetmiştir (el-Kevâkib, I, 198). Sehâvî, II, 32. Sehâvî, II, 3 2 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 198; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b. Gazzî, el-Kevâkib, I, 196.



176 177



178



179 180



Salâhiye Dergâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ulemâ/meşâyih hakkında geniş bilgi için bk. Âsim Muhammed Rızk, Hânkâvâtü's-sûfiyye fîMtstr, Kahire 1 9 9 7 , 1 , 127-158. bk. Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Nazmu'l-tkyân fî a'yâni'l-a'yân, elMektebetü'l-ilmiyye, Beyrut, ts., s. 113. Sakallı, "İbn Kutluboğa", DİA, X X , 153 Gazzî, el-Kevâkib, I, 203. Arapça olan Şerhu'r-ravz'm büyük boy dört cild hâlinde bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (H. Hüsnü Paşa, nr. 400). Gazzî, el-Kevâkib, I, 2 0 2 . Zekeriyya Ensârî'nin Kuşeyrî Risâlesi'ne yazdığı Arapça şerhin büyük boy 2 8 0 varaklık bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'ndedir (Hacı Mahmud, nr. 1583). Gazzî, el-Kevâkib, III, 5 1 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a. Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a.



dirilen Gayrî, tasavvufî faaliyetlerini İmam Şâfiî'nin kabri yakınında bulunan ve daha önce şeyhi Zekeriyya Ensarî'nin meşîhatini yürüttüğü Salâhiye Hankâhı ile Siryakosa Hankâhı'nda yürütmüştür. Mısır meşâyihinin kendisini çok sevdiği, özellikle babasının şeyhi Nûreddin Şûnî'nin ona ayrı bir muhabbet beslediği rivâyet edilmektedir.181 Necmeddin Gaytf den sonra Zeyniyye'nin bu silsilesi yine önemli âlimlerinden Gaytî'nin halîfesi Şeyh Sâlim Senhûrî (Sâlim b. Muhammed İzzeddin, ö. 3 Cemâziyelâhir 1015/ 6 Ekim 1606) ile devam etmiştir.182 Pek çok ilmi bünyesinde topladığı bildirilen Senhûrî Mısırlı olup, döneminde Mâlikîlerin Mısır başkadılığını yapmıştır. Mısır'la birlikte Şam ve Hicaz bölgesinden de sayısızca öğrencisi olduğu nakledilmektedir.183 Tasavvufî faaliyetlerini hangi dergâhta sürdürdüğü kaydedilmeyen Senhûrî'nin, şeyhi Necmeddin Gayrî ve şeyhinin şeyhi Zekeriyya Ensârî'nin meşîhatini üstlendiği Salâhiye Hânkâhı'nda sürdürmediği kesindir. Zira buranın vakfiyesinde Şâfiî mezhebinden olanlara şart koşulduğu belirtilmektedir.184 Senhûrî'den sonra Zeyniyye silsilesi şu şekilde devam etmiştir: Şeyh Muhammed b. Alâeddin Bâbilî (Şemsüddin Bâbilî, ö. 1077/166667) > Şeyh Ahmed en-Nahlî el-Mekkî (ö. 1130/1718) > Şeyh Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî (ö.?). 185 Mısırlı olan Muhammed b. Alâeddin Bâbilî şeyhi bulunan Sâlim Senhûrî'den zâhirî ilimleri de tahsil ederek devrin en önemli fıkıh ve hadis âlimleri arasına girmiştir. Hadis hâfızı olması yanında cerh ve ta'dîl hususunda da oldukça mahâretli olduğu kaydedilmektedir. Tedris ve tasavvuf faaliyetlerini birlikte yürüttüğü anlaşılan Bâbilî, Salâhiye Medresesi'nde vazifelendirilmek istenmişse de, medresenin vakfiyesinde "Şâfiî ulemâsının en bilginine verilmesi" şart koşulduğunu, kendisinin ise Şâfiî âlimlerin en bilgini olmadığını belirterek bu vazîfeyi kabul etmemiştir. Bir çok



181 182



183 184 185



Gazzî, el-Kevâkib, III, 51-53. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 2 0 4 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a. Harîrîzâde Senhûrî'nin vefatını 1025 olarak kaydetmişse de, Muhibbî'nin gün ve ay vererek kaydettiği 1015 târihi daha doğru olmalıdır. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 204. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 40. Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a.



defa Hac için gittiği Mekke'de on yıl kadar kalmış olması,186 Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî vâsıtasıyla devam eden bu silsilenin Mısır'la birlikte Hicaz ve civarında da yayıldığını göstermektedir. Şeyh Bâbilî'den sonra silsilenin devam ettiği Şeyh Ahmed en-Nahlî el-Mekkî ve Şeyh Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî'nin hayatı ve faaliyetleri hakkında bilgi bulunamamıştır. Ancak her ikisinin de "Mekkî" nisbelerinden Mekkeli oldukları ya da en azından Bâbilî'nin Hicaz bölgesinde başlattığı faaliyetleri uzun süre burada sürdürdükleri tahmin olunabilir. Şeyh Bâbilî talebelerine eser telifi ile zaman kaybetmemelerini, önceki âlimlerin yazdıklarını anlayıp bunları yaygınlaştırmalarının daha faydalı olacağını tavsiye etmiş, eğer bir eser yeni bir şey getirmeyecekse ona harcanan zamanın israf olacağını vurgulamıştır. Sadrazam Fâzıl Ahmed Paşa'nın talebi üzerine cihadla ilgili bir kitap kaleme aldığı kaydedilen Bâbilî, dönemin ileri gelen âlimlerinden olmasına rağmen te'lif için zaman harcamayarak bütün vaktini eğitime ayırmıştır. Onun yanında yetişenler arasında Kahire'den Şeyh Mansur et-Tûhî, Şihâbüddin Ahmed el-Beşbîşî, Şemsüddin Muhammed b. Halîfe eş-Şevberî, Şam'dan Şeyh Abdülkadir es-Suffûrî, Şeyh Muhammed el-Habbâz, Şeyh Muhammed b. Ali el-Mektebî, Mekke'den Şeyh Ahmed b. Abdurraûf, Şeyh Abdullah b. Tâhir el-Abbâsî, Şeyh Ali el-Eyyûbî, Şeyh Ali b. Ebül-beka, Şeyh İskender el-Makkarî, Şeyh Said b. Abdullah, Şeyh Abdülmuhsin el-Kal'î, Şeyh İbrahim b. Mahmud ez-Zencebîlî, Şeyh Ali Bâhâc, Medine'den Şeyh İbrâhim el-Hıyârî gibi zâtlar bulunmaktadır.187 Kendisi Şâfiî mezhebinden olmasına rağmen İmâm-ı Âzam'ı en üstün imam olarak nitelediği nakledilen Şeyh Bâbilî Hicrî 1000 senesinde doğmuş ve 1077'de vefat etmiştir.188



G. İbnü'l-Hümâm (Ö.861/1457) ve Eşrefiyye-Şeyhûniye-Müeyyediyye Hânkâhları Zeyniyye'nin Mısır ve civarında yayılmasında önemli katkıları olduğu anlaşılan Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen bir başka halîfesi, usul 186 187 188



Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 39-40; ayrıca bk. Neşru'l-mesânî, II, 155. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 41. Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 42.



ve kelâm âlimlerinden Hanefi fakîhi Kemâleddin İbnü'l-Hümâm'dır. 790'da İskenderiye'de dünyaya geldiği kaydedilen İbnü'l-Hümâm'ın âilesi aslen Sivaslıdır. Zeynüddin Hâfî'ye, anlaşıldığı kadarıyla, Mısır'da bulunduğu sırada intisap etmiş ve şeyhle birlikte Kudüs'e gitmiştir. Hâfî'nin ona sâlih bir kul ve ilmiyle amel eden bir âlim olması yönünde duâ ettiği nakledilir.189 İbnü'l-Hümam'dan bahseden kaynaklar pek çok ilim dalında akrânından üstün olduğunu belirterek ona "allâme" vasfını lâyık görmektedirler.190 Onun Zeynüddin Hâfî'nin yanı sıra İbrahim b. Ömer el-Edkâvî'den de zikir aldığı, ayrıca İbnü'l-Arabî'nin Fusûsü'l-hikem'ini okutan Nasrullah b. Abdurrahman el-Ensârî ile sohbetlerde bulunduğu kaydedilmekte, allâme vasfının yanında "şeyhu'ş-şuyûh" ve "şeyhu'l-ârifîn" ünvanlarıyla da anıldığı belirtilmektedir.191 İbnü'l-Hümâm 829'da (1426) el-Melikü'l-eşref Barsbay'm Mısır'da kurduğu Eşrefiyye Medresesi'nin/Hânkâhı'nın 192 müderrisliği ve şeyhliğini yürütmek üzere görevlendirildi. Burada yaklaşık dört yıl faaliyet gösterdikten sonra, kendisine sorulmadan tasavvuf meşihatının öğrencisi Şemsüddin Emşâtî'ye verilmesine kızarak 13 Şâban 833'te (7 Mayıs 1430) görevini bıraktı. Kaydedildiğine göre, âdetleri üzere ikindi vakti zikir için toplanıldığında İbnü'l-Hümâm başından sarığını (taylesan) çıkarıp atarak, "Şâhid olun şu sarığı başımdan çıkardığım gibi, kendimi de meşîhattan azlettim" demiştir. Sultan ve adamlarının onca rica ve yalvarmalarına rağmen tekrar geri dönmeyince, yerine yine Zeynüddin Hâfî'den icâzetli âlim Emînüddin Aksarâyî getirilmiştir. İbnü'l-Hümâm bu olayın üzerinden uzun müddet geçtikten sonra 847'de (1443) Şeyhûniye Hankâhı'nın 193 şeyhliğini üstlendi, ancak kendi isteği ile buradaki görevini 189 190



191 192



193



Sehâvî, VIII, 127-128. Meselâ bk. Sehâvî, VIII, 131; Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Husnü'lmuhâdara fî târihi Mıstr ve'l-Kcihire (nşr. Muhammed Ebu'1-fazl İbrâhim), 1 9 6 7 , 1 , 4 7 4 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 226. Ferhat Koca, "İbnü'l-Hümâm", DİA, X X I , 88. Eşrefiyye Hânkâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ulemâ/meşâyih hakkında geniş bilgi için bk. Asım Muhammed Rızk, Hânk&vâtü's-sûfiyye fîMtsır, Kahire 1997, II, 6 0 2 - 6 3 5 . Şeyhûniyye Hânkâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ulemâ/meşâyih hakkında geniş bilgi için bk. Asım Muhammed Rızk, Hâttkâvâtü's-sûfiyye fî Mısır, Kahire 1 9 9 7 , 1 , 3 1 5 - 3 5 6 .



de bıraktı. 194 İslâm Ansiklopedisi'nde bu vazîfeden 858'de (1454) ayrıldığı kaydedilmiştir ki, 195 bu durumda adı geçen hânkâhta on seneyi aşkın bir müddet hizmet ettiği anlaşılır.196 İbnü'l-Hümâm'ın yetiştirdiği halîfeler arasında, kendisi gibi yine "allâme" vasfı layık görülen Seyfüddin b. Kutluboğa da (Ö.14 Zilkade 881/ 28 Şubat 1477) bulunmaktadır. İbnü'l-Hümam Şeyhûniye'de görevli iken hac için dergâhtan ayrıldığında yerine bu halîfesini bıraktığı nakledilir. Sultan Eşref Kayıtbay nezdinde de önemli bir itibara sâhib olduğu anlaşılan Kutluboğa, şeyhi İbnü'l-Hümâm'ın talebi üzerine Hıbâniye'de bulunan Câmî'nin meşîhatini üstlenmiş, ancak kurucusunun bâzı tasavvufî uygulamaları kendi arzu ettiği şekilde yönlendirmek istemesi üzerine görevini bırakmıştır. Ayrıca ona Kanbay Çerkesî'nin türbesinin bulunduğu dergâhın şeyhliği teklif edildiği halde bunu kabul etmemiş, ancak Burhaneddin İbnü'd-Deyrî'nin vefatından sonra Müeyyediyye Dergâhı'nın şeyhliğini üstlenmiştir. Daha sonra ise Kâfiyeci'nin ardından Şeyhûniye'ye şeyh olduğu ve ölünceye kadar bu vazîfeyi yürüttüğü belirtilmektedir.197



194 195 196



197



Sehâvî, VIII, 130; Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 4 7 4 . Ferhat Koca, "İbnü'l-Hümâm", DİA, XXI, 87. İbnü'l-Hümâm hakkında bir çok akademik çalışma yapılmıştır. Bunların bir kısmı için bk. Ömer Aydın, Türk Kelâmcıları, İstanbul 2 0 0 1 , s. 49-50. Sehâvî, IX, 173-175; Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 478. "Allâme" diye anılan bir başka meşhur âlim Hanefî fakihlerinden Kasım b. Kutluboğa'nın da (Ö.879/1474) Eşrefiyye Dergâhı'na mensup bir sûfî olduğu kaydedilmektedir (Talat Sakallı, "İbn Kutluboğa", DİA, X X , 153). Adı geçen dergahın meşîhatinin o dönemde genellikle Zeynüddin Hâfî'ye mensup âlimlerin elinde bulunması, ayrıca Kutluboğa'nın İbnü'l-hümâm'ın talebesi olması ve Zeynîlerce okunmasına ayrı bir önem verilen Sühreverd'i'nin Avârifü'l-maârif indeki hadisleri tahrîç etmesi (Uludağ, "Avârifü'l-maârif", DİA, IV, 110) gibi ' hususlar dikkate alınırsa, onun da Zeyniyye'ye mensup olduğu düşünülebilir. Ancak zikir aldığı şeyh belirtilmediği için bu hususta kesin bir şey söylemek zordur.



H. Emînüddin Aksarâyî (ö. 16 Muharrem 880/22 Mayıs 1475)



ZEYNÎLİĞİN ANADOLU VE RUMELİ'DE YAYILIŞI



ve Mısır'ın Medrese-Dergâhları Zeyniyye Tarikatı'nin Mısır ve civarında yayılmasında etkili olan önemli âlimlerden bir diğeri de Hanefî fakîhi Emînüddin Yahya b. Muhammed Aksarâyî'dir. 797'de Kahire'de doğmuş olmakla birlikte, yukarıda bahsi geçen İbnü'l-Hümâm gibi o da aslen Anadolulu olup ailesi Aksaray'dan Mısır'a göç etmiştir. Zamanında Hanefîlerin başkadısı olduğu belirtilen Aksarâyî, Zeynüddin Hâfî'ye 824'te (1421) Kahire'de bulunduğu sırada intisap eden âlimlerdendir.198 Çeşitli faaliyetlerle birlikte bir müddet Sargıtmeşiyye Medresesi'nin199 ve Babülvezir'in dışındaki Emir Koca türbesinin bulunduğu dergâhın meşîhatini yürütmüş, pîrdaşı İbnü'l-Hümam'ın ayrılması üzerine de Eşrefiyye Dergâhı'nın hem müderrislik hem de şeyhliğini üstlenmiştir. Kaydedildiğine göre Eşrefiyye Dergâhı'ndaki görevi İbnü'l-Hümam gibi bir âlimden sonra teeddüben kabul etmek istememiş, ancak ısrar edilince kabul etmek zorunda kalmıştır.200 Burada ve diğer dergâhlarda ne kadar faaliyet gösterdiği tesbit edilemeyen Aksarâyî, meşhur Hanefî fakîhi Bedreddin Aynî'nin (ö. 855/1451) torunlarından Şihâbüddin'in ricâsı üzerine, Aynî tarafından kurulan medresenin (Medresetü'l-Ayniyye) müderrislik ve şeyhlik görevini üzerine almış, Eşrefiye'deki görevini de oğlu Ebussuûd'a bırakmıştır.201 Bâzı kaynaklarda kendisinden "şeyhu'ş-şuyûh" diye bahsedilen Akasarâyî'nin202 ilmî yeterliliği sebebiyle Sultan Eşref Kayıtbay tarafından da takdir edildiği ve sultanın kendisini ziyâret ettiği nakledilmektedir. Oğlu Ebussuûd kendisinden önce vefat etmiştir.203



198 199



200



201 202 203



Sehâvî, IX, 2 6 1 ; X , 2 4 0 , ayrıca bk. Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 478. Süyûtî, Nazmu'l-tkyân, s. 177-178; Muhammed b. Ahmed el-Hanefî, Bedâiu'z-zuhûr fî vekâi'i-dühûr (nşr. Muhammed Mustafa), Kahire 1984, III, 107. Sehâvî, X , 2 4 1 ; ayrıca bk. Süyûtî, Nazmu'l-tkyân, s. 177, 178; İbn İyâs, Be- . dâiu'z-zubûr, III, 107. Sehâvî, X , 242. bk. Gazzî, el-Kevâkib, I, 226. Sehâvî, X , 2 4 2 - 2 4 3 .







A. Şeyh Muhammed (ö. 860/1456'dan önce)



f^aynaklarda hayâtı ve faaliyetleri hakkında hiçbir bilgi bulunamayan Şeyh Muhammed'in, Zeynüddin Hâfî'nin Anadolu'da faaliyet gösteren bir halîfesi olduğu, eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh gibi XVI. yüzyıl kaynaklarının Şihâbüddin Sivâsî (Ö.860/1456) bahsinde verdikleri dolaylı bilgiden anlaşılmaktadır.204 Tabibzâde de şematik olarak hazırladığı Silsilenâme'sinde Şeyh Muhammed'i Zeynüddin Hâfî'nin halîfeleri arasına yerleştirmiş, Şihâbüddin Sivâsî'yi de onun yegâne halîfesi olarak göstermiştir.205 Nişancı Târihi'nde ise Sivâsî'nin Zeynüddin Hâfî'ye intisap ettiği ve sülûkünü onun yanında tamamladığı belirtilmektedir.206 "Tefsîru'ş-şeyh" adıyla tanınan Uyûnü't-tefâsîr207



204



205 206 207



Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 31; Tâcü't-tevârîh, II, 415. Bu kaynakların verdiği dolaylı bilgiler, muahhar dönemde kaleme alınmış olan Osmanlı Müellifleri ile (I, 90) Sefine'de de yer almıştır (I, 268). Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53. Nişancı Mehmedlıîendi, Nişancı Târihi, İstanbul 1290, s. 123. Tam adı Uyûnü't-tefâsîr li'l-fudalâi's-semâsîr olan bu eserin tanitımı ve değerlendirilmesi ile ilgili bk. Şükrü Arslan, "Şihâbüddin es-Sivâsî ve 'Uyûnu'ttefâsîr'indeki Metodu", Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, IX (1990), s. 1 8 8 - 2 1 4 (Makale X . ve XI. sayılarda da devam etmektedir).



isimli meşhur tefsirin müellifi olan Sivâsî Taşköprîzâde, Hoca Sâdeddin ve Bursalı Mehmed Tâhir'e göre, memleketinde zâhirî ilimleri tahsil ettikten sonra Hâfî'nin halîfelerinden Şeyh Muhammed'e intisap ederek tasavvufî merhaleler katetmiş, daha sonra şeyhiyle birlikte Ayasuluğ'a (bugünkü Selçuk) gidip yerleşmişlerdir. Adı geçen şehre hangi târihte gittikleri belirtilmemekle birlikte, hayatlarının sonlarına kadar faaliyetlerini burada sürdürdükleri anlaşılmaktadır.208 Yukarıdaki bilgilerin yanı sıra bizzat Şihâbüddin Sivâsî Cezzâbü'lkulûb isimli Arapça eserinin sonlarına doğru "hırka" giymenin zâhir ve bâtın yönlerine işâret ettikten sonra, hırka giydiği şeyhini ve silsilesini kaydetmiştir. Buna göre Sivâsî hırkayı Zeynüddin Mısrî'nin elinden, Zeynüddin Mısrî Şeyh Abdünnûr'dan, o da Muhyiddin İbnü'l-Arabî'den giymiştir. İbnü'l-Arabî ise Şeyh Yûnus Cemâleddin Abbâsî'den giydiğini söylemiştir. Yûnus Cemâleddin de Abdülkâdir Geylânî'den giymiştir...209 Burada Zeynüddin Mısrî ile Zeynüddin Hâfî'nin kastedildiği anlaşılmaktadır. Mısrî nisbesi, şeyhin Mısır'da da kalmış olması sebebiyle olmalıdır. Ancak bu silsile Zeyniyye'nin bilinen hiçbir silsilesine uymadığı gibi, ismi geçen bir kısım şeyhin de birbirlerinden hırka giymesi târihen çok zor gözükmektedir. ^Meselâ Şeyh Abdünnûi- eğer İbnü'l-Arabî'den (Ö.638/1240) hırka giymiş ise Zeynüddin Mısrî'nin (Ö.838/1435) ondan hırka giymesi mümkün değildir. Eğer Zeynüddin Mısrî'nin hırkayı Abdünnûr'dan giydiği kabul edilecek olsa o takdirde Abdünnûr'un İbnü'l-Arabî'den giymesi mümkün olmaz. O sebeple burada ifâde edilen hırka giyme olayının tasavvufî anlayışa göre rûhânî olarak mânâ âleminde gerçekleşen bir olay 208



209



Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 31; Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 5 ; Osmanlı Müellifleri, 1, 90. Şihâbüddin Sivâsî, Cezzâbü'l-kulûb, Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 3 2 5 7 , vr. 169b-170a-b. Silsile Abdülkâdir Geylânî'den sonra yukarıya doğru şu şekilde devam etmektedir: Ebû Said el-Mübârek b. Ali Muharrimî > Ali b. Muhammed el-Kureşî > Ebulferec et-Tarsûsî > Ebulfazl Abdülvâhid b. Abdülaziz et-Temîmî > Ebu Bekir Muhammed b. Halfü'ş-Şiblî > Cüneyd el-Bağdâdî > Serî es-Sakatî > Muruf el-Kerhî > Ali b. Mûsâ > babası Mûsâ b. Ca'fer > babası Cafer b. Muhammed > babası Muhammed b. Ali > babası Ali b. Hüseyin > babası Hüseyin > babası Ali b. Ebî Tâlib > Hz. Peygamber (a.s.) > Hz. Cebrâil (a.s.) > Hz. Allah (c.c.).



olduğunu ve muhtemelen, icâzet/hilâfet almak suretiyle devam eden tarîkat silsilesinden farklılığın buradan kaynaklandığını kabul etmek gerekmektedir.^ Kaynaklardaki bilgiler bir bütün olarak değerlendirildiğinde Sivâsî'nin önce Zeynüddin Hâfî'ye, ardından da halîfesi Şeyh Muhammed'e intisap etmiş olabeleceği de bir ihtimal olarak düşünülebilir. Şeyh Şihâbüddin Sivâsî'nin mürşidi Şeyh Muhammed'in hayâtı hakkında bilgi verilmediği gibi vefat târihi de kaydedilmemiştir. Ancak Bursalı Mehmed Tâhir'in ifâdesinden Şeyh Muhammed'in, Sivâsî'den birkaç sene evvel vefat ettiği anlaşılmaktadır.210 Sivâsî'nin vefat târihi ise ihtilaflıdır. Bu hususta Hicrî 780, 803, 860, 880 gibi birbirinden oldukça uzak târihler verilmiştir. Ancak bunların târihen doğruya en yakın olanı Bursalı M. Tâhir'in bizzat gidip gördüğü mezar taşındaki 2 Rebîulevvel 860 (9 Şubat 1456) târihidir.211 Buna göre Şeyh Muhammed 1456 senesinden önce vefat etmiş demektir. Şihâbüddin Sivâsî'nin kaleme aldığı eserlerden tasavvufî mâhiyette olanları Risâletü'n-necât min şerri's-sıfât212 ile yukarıda adı geçen Cezzâbü'l-kulûb213 isimli Arapça eserleridir. Cezzâbü'l-kulûb Mehmed Rif'at el-Kâdirî el-Eşrefî tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.214



B. Abdürrahim Rûmî/Merzifonî (ö. 865/1461'den sonra) Zeyniyye'nin Anadolu'ya yayılmasında önemli katkıları olan bir başka zât Abdürrahim Rûmî'dir. Merzifonlu olan Abdürrahim Efendi'nin tam adı Nizâmeddin Abdürrahim b. Emir Aziz olup babası Sa210 211



212 213 214



Osmanlı Müellifleri, I, 90. Osmanlı Müellifleri, I, 91. Şükrü Arslan diğer vefat târihlerinin neden olamayacağı husûsunu şu makalesinde incelemiştir: "Şihâbüddin es-Sivâsî ve 'Uyûnu't-tefâsîr'indeki Metodu", Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, IX (1990), s. 188-214. Süleymâniye Ktp., Hâlet Ef., nr. 2 4 6 , vr. (61b-77a). Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Ef., nr. 3257, vr. (143b-170b). Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3263, vr. (42b-62b).



rı Danigmend lâkabıyla tanınmıştır.215 Abdürrahim erginlik çağına geldikten sonra Mısır'a gitmiş ve orada Şeyh Zeynüddin Hâfî'ye mürid olmuştur.216 Hakkında müstakil bir çalışma yapmış olan Berin Taşan'ın tesbitlerine göre onun Mısır'a seyahati 824 (1421) senesinde gerçekleşmiştir. Taşan bu tesbitini Merzifonî'nin Mısır'a gitmek üzere yola çıktığında yazdığını ileri sürdüğü, bir mürşide aşk ve muhabbeti ortaya koyan gazelinin sonundaki 824 târihine dayandırmakta ve kaynaklarda onun Çelebi Sultan Mehmed dönemi (816/1413824/1421) şahsiyetleri arasında sayılmış olmasını da bu târihin doğruluğunu desteklediğini belirtmektedir.217 Ancak Taşan'ın görüşünü dayandırdığı her iki husus da, bize göre, Abdurrahim Merzifonı'nin o târihten önce şeyhle buluşmuş olmasını gerekli kılmaktadır. Zira Merzifonî eş-Şekâik, Tâcü't-tevârih ve Nişancı Târihi gibi kaynaklarda Çelebi Sultan Mehmed devri şahsiyetlerinden biri olarak gösterildiğine göre 218 onun bu dönemde yeni yetişmekte olan bir kişi değil, bir kısım özellikleriyle temâyüz etmiş bir şahsiyet olması gerekir. Oysa Merzifonî Mısır seyahati öncesi henüz rüşd çağma yeni gelmiş bir genç olarak takdim edilmektedir. Gerçi Âşıkpaşazâde Târihi'nde Merzifonî bir sonraki padişah olan II. Murad devri (1421-1451) şeyhleri arasında geçmekte, 219 dolayısıyla Taşan'ın ileri sürdüğü târihin doğruluk ihtimali buna göre kuvvetlenmektedir. Ancak bu durumda da Merzifonî'ye âit olduğu söylenen gazeldeki üslup dikkati çekmekte; onun burada bir şeyhe intisap etmek isteyen kimseden çok, daha önceden görüşüp tanıştığı şeyhe aşk ve hasretini ifade eden bir üslup kulandığı görülmektedir. Şöyle diyor: Yine deryâ gibi cûş itdi ışkun Başımı ışk ile hoş itdi ışkun Kadeh sundı elüme içdüm anı Delürdüm beni sarhoş itdi ışkun



Bu dörtlükdeki üslup, yukarıda da belirtildiği gibi, Merzifonî'nin şeyhle daha önceden tanıştığı intibâını vermektedir. Bu durumda .Evliyâ Çelebi'nin "Merzifonî Zeynüddin Hâfî'ye Bursa'da talebe oldu" şeklindeki kaydı 220 önem kazanmaktadır. Gerçi eş-Şekâik'te Hâfî'nin Anadolu'ya gelmediği şeklinde bir kayıt vardır,221 ancak bize göre, bir çok beldeyi dolaşmış olan şeyhin Bursa'ya da gelmiş olması çok uzak bir ihtimal değildir. Ayrıca Evliya Çelebi burada Merzifonî'nin mürid olmasından değil talebe (tilmiz) olup bir çok fenni ikmal etmesinden söz etmektedir. Bu durumda onun Hâfî'den Bursa'da ilm-i zâhir tahsil ettiği ve aşağıda temas edilecek olan icâzetnâmeden anlaşıldığına göre de Mısır'da ona mürid olduğu söylenebilir. Bursa'da iken şeyhin müridleri arasına girmemiş olması ise, yaşının küçüklüğü ve Hâfî'nin kendisine önce ilm-i zâhiri tahsil etmesi gerektiği yönünde tavsiyesi sebebiyle olmalıdır. Nitekim daha önce kaydedildiği gibi, buna benzer bir hâdise Horasan'da yaşanmış, küçük yaşta kendisine intisap etmek isteyen Muhammed Tebâdegânî'ye Hâfî önce ilim tahsil etmesini tavsiye etmiş, daha sonra müridliğe kabul etmiştir.222 Abdurrahim Merzifonî'nin Mısır'da hizmetine girdiği şeyhiyle birlikte Horasan'a gidip orada sülûkünü tamamlayarak icâzet aldığı bilinmektedir.223 Lâmiî Çelebi bu icâzeti Nefehât Tercümesi'nde kaydetmiştir.224 Orada belirtildiğine göre Merzifonî şeyhle birlikte Mısır'dan Horasan'a giderek Dervişâbâd'da bulunan tekkede bir çok defa halvete girmiş, seyru sülük esnâsında Şeyh Hâfî'den Sühreverdî'nin Avârifü'l-maârif ve İ'lâmü'l-hüdâ isimli eserlerini, Nevevî'nin Erbain'ini (Kırk Hadis) ve şeyhin kendi eserleri Vasâya'l-Kudsiyye ile Menhecü'rreşâd'ı okumuştur. İcâzetin verildiği târih Muharrem 832 (Ekim 1428)



220 221 222



21i 216 217 218



219



Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 3 - 5 5 5 . Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 ; Mecdî, s. 89. Berin Taşan, Merzifonlu Şeyh Abdürrahim Rumî, İzmir 1975, s. 16-17. bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 ; Nişana Târihi, s. 130. Âşıkpaşazâde Târihi, s. 202.



223



224



Evliya Çelebi, Seyâhatnâme, İstanbul 1314, II, 399. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 71. bk. Nevâî, Nesâyim, s. 396-397. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Reşehât Tercümesi, s. 3 5 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 ; Mecdî, s. 89. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 3 - 5 5 5 . Arapça olan icâzetnâmenin bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki varak), bir başka nüshası da Marmara Üniversitesi Kütüphânesi'nde bir mecmua içinde bulunmaktadır (Halcses, nr. 355, vr. lla-12a).



olarak sonunda belirtilmiştir. Ayrıca Nuruosmâniye Kütüphânesi'nde (nr. 2650) bulunan bir yazmada da Zeyniyye tarikatının Abdurrahîm Rûmî'ye kadar gelen bir silsilesi kayıtlıdır (vr. 2b-4b). Abdürrahim Rûmî'yi icâzetle memleketine gönderirken Zeynüddin Hâfî, "Bir aşk kütüğünü yaktık, diyar-ı Rûm'a attık" demiştir. 832'de (1428) Merzifon'a gelip irşad faaliyetine başlayan Abdürrahim Efendi'ye, dönemin Osmanlı pâdişâhı Sultan II. Murad sahip çıkmış ve 835'te (1431-32) Merzifon'da bulanan imâretin evkafından günlük beş akçe, yılda on müdjağırlık birimi) zahire olmak üzere kendisine maaş bağlatmış, daha sonra 843'de (1439) günlük miktarı sekiz akçeye çıkarmıştır. Abdürrahim Efendi'nin bir tarîkat şeyhi olarak maaş kabul etmesi, tasavvufî prensipler açısından bâzı kimseler tarafından uygun görülmeyip tenkid edilince, o bunlara şöyle cevap vermiştir: "Muhtelif elleri bir ele hasrettik, o lokma ile nefsin ağzını tuttuk." 225 Şiirlerinde "Rûmî" mahlasını kullandığı belirtilen226 Abdürrahim Efendi'nin kaleme aldığı belirtilen İrşâdü'l-enâm, Divançe-i İlâhiyât227 ve Işknâme223 isimli eserlerden yalnızca manzum Işknâme bulunabilmiştir.229 Evliya Çelebi Vasâyâ-yt Kudsiyye'yi de Merzifonî'ye nisbet etmişse de 230 bu eserin Zeynüddin Hâfi'ye âit olduğu bilinmektedir. . Kaynaklarda Abdürrahim Efendi'nin Merzifon'da vefat ettiği belirtilmekle birlikte vefat târihi hakkında kesin bir şey söylenmemektedir. Hediyyetü'l-ârifîn'de 850 (1446) civarı denilmiş, îslâm Ansiklopedisi' nin (DİA) ilgili maddesinde de kesin olmadığı belirtildikten 225



226



227 228 229 230



Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 5 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69-70; Tâcü'ttevârîh, II, 435. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 . Evliya Çelebi ve Bağdatlı İsmâil Paşa mahlasını yanlışlıkla "Rûhî" diye kaydetmiştir (Seyahâtnâme, II, 3 9 9 ; Hediyyetü'l-ârifîn, I, 562). Hediyyetü'l-ârifîn, I, 562; Osmanlı Müellifleri, 1 , 1 1 1 ; Vassaf, Sefîne, I, 266. Osmanlı Müellifleri, I, 111; Vassaf, Sefîne, I, 266. bk. İstanbul Üniversitesi Ktp., TY, nr. 1359. Seyahâtnâme, II, 399.



sonra yine bu târih verilmiştir.231 Hakkında müstakil çalışma yapmış bulunan Berin Taşan ise vefatının 1460 yılları civarında olduğunu tahminen söylemektedir.232 Ancak inceleme imkanı bulduğumuz Merzifonî'nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki Işknâme isimli manzum eserinin 865 (1461) senesinde telif edildiği belirtilmiştir. Bu durumda onun 8 65'ten sonra vefat ettiğini kabul etmek gerekir. Kabrinin önemli ziyâret mahallerinden biri olduğu ve kerâmetine inanıldığı için özellikle ihtiyaç sahiplerinin burayı çokça ziyâret ettiği târih kaynaklarında belirtilmektedir. • Devrinde şöhretinin geniş çevreye yayıldığı anlaşılan Merzifonî'ye intisap edenler arasında kelâm, tefsir ve fıkıh sahasında önemli eserler vermiş olan Osmanlı'nın ileri gelen âlimlerinden "Hayâlî" lâkaplı Şemsüddin Ahmed Efendi (ö. 875/1470[?]) dikkat çekmektedir. Belirtildiğine göre bu zâtın Merzifonî'den zikir alması Edirne'deki Yenicami'de gerçekleşmiştir.233 Bunun yanı sıra Atâî ve Tabibzâde, Amasyalı Şeyh Abdürrahim b. Şeyh Mehmed ile kardeşi Şeyh Nuh b. Şeyh Mehmed'in Merzifonî'nin halîfelerinden olduğunu kaydetmektedirler.234 Atâî'nin verdiği bilgilere göre Şeyh Abdürrahim Hicrî 900 senesi civarında dünyaya gelip 976 (1568-69) senesinde vefat etmiş ve halk arasında İmam Efendi diye tanınmıştır.235 Şeyh Nuh ise önce zahir ilimleri tahsil ettikten sonra Merzifonî'ye intisap etmiş, 977 senesinin Receb ayında (Aralık 1569) vefat etmiştir.236 Bu bilgiler dikkate alındığında her iki zâtın da Merzifonî ile görüşmüş olması târihen mümkün değildir. Fakat bu iki zât Merzifonî'nin halîfelerinden birisi eliyle, ya da meşâyihten olduğu anlaşılan babaları vâsıtasıyla tarikata girmiş olabilirler. Ancak bu hususta kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Nev'îzâde Atâî Kânûnî Sultan Süleyman'ın Nahcivan seferine (III. İran seferi) hazırlanırken adı geçen Şeyh Nûh 231 232 233



234 235 236



Azamat, Nihat, "Abdürrahim-i Rûmî", DİA, I, 293. Taşan, Abdürrahim Rumî, s. 37. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 141; Tâcü't-tevârîh, II, 4 7 9 - 4 8 0 . Hayâlî için bk. Adil Bebek, "Hayâlî", DİA, XVII, 3-5. Atâî, s. 198, 202; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53. Atâî, s. 198. Atâî, s. 202.



ile buluşmak istediğini ve kendisine 1000 altın gönderdiğini kaydetmektedir ki, 237 bu o dönemde şeyhin şöhretini ve pâdişâh nezdindeki itibârını göstermesi bakımından önemlidir. Taşköprîzâde'nin kaydından Merzifonî'nin Ali isminde önemli bir halîfesinin daha olduğu. anlaşılmaktadır. Nakledildiğine göre Şeyh Merzifonî adı geçen halîfesiyle birlikte fetihten önce İstanbul'a gitmiş, Ayasofya'daki râhiplerle yaptığı münâzara sonucu kırk kadarının Müslüman olmasını sağlamıştı. İnançlarını değiştirdiklerini hiç kimseye söylemeyen bu râhiplerden altısının fetih sırasında hayatta olduğu belirtilmektedir.238



C. Abdüllatîf Kudsî/Makdisî (ö. 856/1452) Zeyniyye'nin Anadolu'da tesir alanını genişletmesi ve Rumeli bölgesinde yayılmasında Abdüllatîf Kudsî ve yetiştirdiği halîfelerinin çok ciddî etkileri olmuştur. Kudsî'ye Zeyniyye mensuplarınca, daha önce bahsi geçen Abdülmu'tî Mağribî ve Abdürrahîm Rûmî/Merzifonî ile birlikte "Abâdile" ünvânı verilmiştir.239 Kudüslü olduğu için (doğu237



238



239



Atâî, s. 202-203. Şeyh Nuh pâdişâhın bu ihsânı karşısında, "Bu parayı talibi olanlara versinler. Maksat duâ ise biz vazîfemizi biliriz" diyerek müstağnî davranmıştır. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 122-123. İstanbul'un muhasarası esnasında Yahûdîlerin ve Hıristiyanların el altından Sultan II. Mehmed ile ittifak ettiklerine dâir bilgi (bk. M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1983, s. 104) bu noktada önem kazanmaktadır. Râhiplerin Müslüman olup olmadıkları kesin olarak bilinmese bile en azından bir kısımının gönlünün İslamiyet'e ısındırıldığı düşünülebilir. Nitekim bir bölgenin fethi öncesinde dervişlerin gösterdiği faaliyetlerin, o bölgenin fethedilmesine önemli katkılar sağladığı daha başka örneklerle de bilinmektedir. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Atâî, s. 63. Abdullahlar anlamına gelen "Abâdile", hadiste ve tasavvufta farklı anlamlarda kullanılan bir terimdir. Hadiste ilimleri ve özellikle verdikleri fetvâlarla meşhur olan Abdullah adlı dört sahâbî; Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr b. Âs hakkında kullanılmıştır (Râşit Küçük, "Abâdile" (Hadis), DİA, I, 7). Tasavvufta ise genellikle esmâ-i hüsnâdan birinin tecellîsine



mu: 786/1384) kaynaklarda daha çok "Makdisî" nisbesiyle anılan Şeyh Abdüllatîf (Abdüllatîf b. Abdurrahman b. Ahmed) "İbn Ganim" diye meşhur olmakla birlikte "İbn Benâne" diye de bilinir.240 Ayrıca Molla Fenârî'nin söylediği bir şiirden, onun da Şeyh Hâfî gibi "Zeynüddin" lâkabıyla anıldığı anlaşılmaktadır.241 Önce, aralarında babasının da bulunduğu bir çok âlimden ilm-i zâhir tahsil etmiş, daha sonra aklî ilimleri öğrendiği Abdülaziz Fernevî'ye intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girmiştir. Yaklaşık on yıl hizmetinde bulunduğu şeyhinden242 aynı zamanda irşad için icâzet de aldığı kaynaklarda belirtilmektedir.243 Sehâvî'nin kaydettiğine göre Abdüllatîf Kudsî 815'te (1412) Mağrib bölgesine gitti ve en son bulunduğu Tunus'tan 817 târihinde (1414) hac niyetiyle ayrıldı. Dönüşte tekrar Mağrib bölgesindeki şehirleri dolaşmaya başladı. Trablus'un Müsrâtâ köyünde meşâyihin ileri gelenlerinden İbrâhim Müsrâtî ile, Tunus'ta Muhammed el-Mağrıbî el-Esmer, Tilimsan'da Abdurrahman b. el-Bennâ, Şerîfüddin Ebû Yahyâ, Ebu'r-rikâb diye bilinen Şeyh Hasan ve Ahmed b. Zâğû gibi şeyhlerle buluştu. 820'den (1417) sonra döndüğü Kudüs'te Zeynüddin Hâfî ile tanıştı. 244 821'de Herat'ta olduğu anlaşılan Zeynüddin Hâfî'nin 245 822'de ve 824'te Mısır'da olduğu,246 825 (1422) senesin-



240 241



242 243



244



245



mazhar olmuş kimseleri ifâde etmek için kullanılmıştır (Süleyman Uludağ, "Abâdile" (Tasavvuf), DİA, I, 7). Atâî, Zeyniyye mensuplarının bu üç şeyhe hadiste kullanıldığı gibi "Abâdile" dediğini belirtmektedir (Atâî, s. 63). Sehâvî, IV, 3 2 7 . bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 26; Güldeste, 242. Kudsî'nin Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib isimli eserinin Süleymâniye Kütüphanesi'ndeki (Hacı Mahmud, nr. 3 0 0 7 ) bir nüshasında da vasıfları "Zeynü'l-Hakkı ve'l-milleti ve'ddîn" şeklinde kaydedilmiştir (vr. 1b). Keşfü'z-zunûn müellifi de bir kaç kez zikrettiği Kudsî'nin adını bir yerde "Zeynüddin" lâkabıyla birlikte anmaktadır (I, 376). Sehâvî, IV, 327. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 551; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 4 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 118a. Sehâvî, IV, 327. Burada yanlışlıkla Zeynüddin Hâfî yerine Nûreddin Hâfî yazılmıştır. Zeynüddin Hâfî müridlerinden Ahmed Semerkandî için bir kısım nasihatleri içeren Risâle'sini 821'de Herat'ta kaleme'aldığını, eserin sonunda belirtmiştir. bk. Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. (84a-87b).



de ise Kudüs'te bir kısım risalelerini ve tarîkat prensipleri açısından en önemli eseri Vasâya'l-Kudsiyye'yi tamamladıktan sonra Mekke'ye gittiği bilinmektedir.247 Kudsî'nin Zeynüddin Hâfî ile Kudüs'te buluşması, yukarıda kaydedilen târihlerden sonuncusunda; yâni Hâfî'nin Kudüs'te bulunup ardından Mekke'ye gittiği 825 senesinde gerçekleşmiş olmalıdır. Her nekadar Hâfî'nin Mısır'da bulunduğu 822 ve 824 senelerinde de Mısır öncesi ya da sonrasında Kudüs'e uğramış olabileceği muhtemel ise de, Kudsî'nin adı geçen şehirde Hâfî ile buluşmasına temas eden Nefehât Tercümesi, eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh gibi kaynaklarda şeyhin buradan daha sonra Hicaz'a gittiği belirtilmektedir ki, 248 bu kayıt 825 târihini kuvvetlendirmektedir. Adı geçen kaynakların verdiği bilgiye göre Abdüllatif Kudsî şeyhle tanıştıktan sonra onu evinde misafir ederek, sohbetlerinden faydalanmış, ardından birlikte hacca gitmek istemiştir. Ancak şeyh, annesi rahatsız olduğu için evinden ayrılmasını uygun görmemiş, hac dönüşü kendisini Horasan'a götürebileceğini söylemiştir. Horasan'da Şeyh Hâfî'nin gözetiminde halvet, riyâzet ve mücâhedelerle yeniden seyrü sülûke başlayan Kudsî, buradan da şeyhin tavsiyesi üzerine Cam şehrine giderek Ahmed Câmî-i Nâmekî'nin kabri yanında erbaîne girdi. Bu sırada yaşadığı halleri Hâfî'ye düzenli olarak yazdığı mektuplarla bildirdi ve sonunda Şeyh Hâfî kendisine irşad için icâzet yazıp gönderdi.249 Zey246



247



248



249



822'de Mısır'da olduğuna dâir bk. Nevâî, Nesâyim, s. 2 4 6 - 2 4 7 ; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 2 - 4 3 3 ; Reşahât Tercümesi, s. 91-92. 824'te ICahire'de bulunduğuna dâir bk. Sehâvî, IX, 261. Zeynüddin Hâfî'nin Vasâya'l-Kudsiyye'yi Kudüs'te 825'te tamamlandığı, müellif nüshasıyla mukabele edilmiş olan bir nüshasının sonunda kayıtlıdır (bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, nr. 157, vr. 37b). Eseri tamamladıktan sonra Kudüs'ten Mekke'ye gittiği ise, esere yapılan tercümelerin bir kısımının başında belirtilmiştir. Meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Darulmesnevi, nr. 158, vr. 2a. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 551; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 4 ; ayrıca bk. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı (nşr. Kadir Atlansoy, "Edebiyat Târihi Kaynağı Olarak Bursa Vefeyâtnâmeleri I" isimli makale içinde, OA, XVIII [1998], s. 51-67), vr. 2b; Güldeste, s. 95-96; Yâdigâr-t Şemsî, s. 365. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 1 - 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66-67; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 4 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 2b; Güldeste, s. 96.



nüddin Hâfî'nin Arapça olarak yazdığı icâzetnâmenin bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır.250 Hâfî burada Abdüllatîf Kudsî'nin dinî ilimleri tahsil ettikten sonra bâzı şeyhlerin hizmetinde bulunduğunu, daha sonra ise kendisine intisap edip birlikte Kudüs'ten Horasan'a gittiklerini, sülûkünü ikmâl etmesi üzerine de memleketine dönmesi, "Lâ ilâhe illallah" zikrini telkîn ederek tarîkat hırkası giydirmesi husûsunda ona izin verdiğini ifâde etmektedir. Sehâvî'nin kaydettiğine göre Abdüllatif Kudsî Horasan ve civarında üç yıl kadar kaldıktan sonra Kudüs'e dönmüştür.251 Bu durumda onun eğer 825'te Küdüs'ten ayrıldığı kabul edilecek olursa, icâzetle »geri dönüşü 828 (1425) senesinde gerçekleşmiş demektir. Kudsî bir müddet Kudüs'te kalıp ardından da Anadolu'ya gitmiştir.252 Sehâvî ile Lârtıiî Çelebi ve Lâmiî'den sonraki Osmanlı müelliflerinin verdiği bilgiler bir araya getirildiğinde Kudsî'nin Anadolu'ya en az iki kez seyahat ettiği ortaya çıkmaktadır. Sehâvî'nin kaydettiği seyâhat ilkine, Lâmiî ve diğerlerinin kaydettikleri ise ikincisine işâret etmektedir. Sehâvî şeyhin Anadolu'da kaldığı süre zarfında, bir kısmı ileri gelen yöneticilerden olmâk üzere pek çok kimsenin sohbetini dinlemeye geldiğini, onu ziyâret etmek isteyenler arasında Sultan Murad'ın da (II. Murad) bulunduğunu, ancak şeyhin sultanla buluşmaktan kaçındığını, gizlice geldiği halde sultanla yine görüşmediğini vurgulamakta, üç yıl kaldıktan sonra Anadolu'dan Kudüs'e döndüğünü belirtmektedir. Sehâvî ayrıca, Kudsî'nin Kudüs'e hangi târihte döndüğünü zikretmemekle birlikte, onun bu şehire döndükten sonra bir müddet ikâmet ettiğini ve 840 (1436-37) senesinden sonra da oradan Kâhire'ye gidip yerleştiğini kaydetmiştir.253 Öte yandan Sehâvî'nin bir başka kaydından Kudsî'nin 837 Ramazan'ında (1434) Kudüs'te olduğu anlaşılmaktadır.254 Bu bilgiler ışığında onun Anadolu'dan 837 senesinden önce döndüğünü kabul etmek gerekir. Kudsî Kâhire'de el-Melikü'zzâhir Çakmak ile yakın dostluk kurmuş ve ona bir sohbet sırasında 250 251 252 253 254



Reşid Ef., nr. 1019, vr. (29a-31a). Sehâvî, IV, 327. Sehâvî, IV, 327. Sehâvî, IV, 327. Sehâvî, IV, 328.



Memlûk sultânı olacağı müjdesini vermişti. Çakmak da şeyhe Kudüs'te bir zâviye binâsı tahsis edeceği sözünü- verdi. Ancak Memlûk tahtına geçtiği halde bu sözünü yerine getirmedi. Kudsî de bunun üzerine Babü'l-kantara dışındaki buğday meydanında bulunan bir câmîde uzlete çekildi. 255 Abdüllatîf Kudsî ikinci Anadolu seyahati için Şam'dan, Lâmiî Çelebi'nin kaydına göre 851 senesinin Şevval ayında (Aralık 1447) yola çıkmış ve Zilkade ayında (Ocak 1448) Konya'ya varmıştır.256 Burada sırasıyla Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Sadreddin Konevî ve Şemsüddin Tebrîzî'nin kabirlerini ziyâret ettiğini belirten Kudsî'nin257 irşad faaliyetini Şeyh Sadreddin Konevî Zâviyesi'ne yerleşerek sürdürdüğü anlaşılmaktadır.258 Kudsî Konya'da bulunduğu sırada Safeviyye Tarîkatı şeyhi Cüneyd-i Safevî müridleriyle birlikte adı geçen zâviyeye misâfir olmuş ve bir müddet sonra Kudsî ile Cüneyd arasında önemli bir tartışma meydana gelmiştir.259 Cüneyd'in mensup bulunduğu Safeviyye Tarîkatı kuruluşu itibâriyle sünnî bir karakter taşıdığı halde Şeyh Cüneyd, oğlu Şeyh Haydar ve torunu Şah İsmâil ile birlikte aşırı Şiî bir hüviyyet kazanmış ve tarîkattan çok siyâsî bir organizasyon hâline gelmişti.260 İşte siyâsî gaye güttüğü farkedilen Cüneyd, Karakoyunlu ülkesinden çıkarıldıktan sonra Osmanlı topraklarına gelip yerleşmek istemiş ancak Sultan II. Murad'dan yüz bulamayınca Karaman beyliğinin başkenti Konya'ya gitmişti.261 Sadreddin Konevî Zâviyesi'ne misâfir olan Cüneyd'le uzun müddet görüşmeyen Kudsî, daha sonra bir ikindi namazının ardından onunla bir araya gelmiş ve o



255 256



257 258



259 260



261



Sehâvî, i y 328. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-, Tâcü't-tevârîh, II, 434. kk- Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67. bk. Âşıkpaşazâde Târihi, s. 2 6 4 ; Kara, Mustafa, "Abdüllatîf el-Kudsî", DİA, I, 2 5 7 . Âşıkpaşazâde Târihi, s. 2 6 4 - 2 6 5 . Safeviyye tarîkatında siyâsî g_ye güdülmeye başlanması ve Sünnî anlayıştan Şiîliğe dönüş hakkında bilgi için bk. Reşat Öngören, "Sünnî Bir Tarîkattan Şiî Bir Devlete: Safeviyye Tarîkatı ve îran Safevî Devleti", Bilgi ve Hikmet, XI (1995), s. 82-93. a.g.m., s. 84.



sırada yanlarında bulunan Âşıkpaşazâde'nin kaydettiğine göre aralarında şöyle bir diyalog yaşanmıştır: Cüneyd: Ataya ashâbı mı evlâdır yoksa evlâdı mı? Kudsî: Sual ettiğin makamda ashab evlâdır. Zîra ashab Kelâm-ı Kadîm'de "muhâcirîn ve'l-ensâr" diye anılmıştır. Ve dahî raezâhib-i erbaa (dört mezheb) ashaptan alınmıştır, evlattan değil. Cüneyd: O âyetler ashab hakkında nâzil olduğu vakit sen orada mı idin? Kudsî: Sen bu îtikadla kâfir oldun. Bu îtikadla sana uyanlar dahî kâfir olur. Bu tartışmadan sonra Konya'da kalamayacağını anlayan Şeyh Cüneyd ertesi gün sabahtan şehri terketti. Şeyh Kudsî ise Karamanoğlu İbrâhim Bey'e bir mektup yazarak Cüneyd'in sûfîlikle alâkasının bulunmadığını, inancının sapık, niyyetinin de emirlik olduğunu bildirdi. İbrahim Bey Cüneyd'in ardından adamlarını gönderip yakalatmak istedi ise de, o Haleb'e kaçmayı başardı. Bir müddet burada kaldıktan sonra Mevlânâ Abdülbekrî ve Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden Abdülkerîm Halîfe, Mısır sultânı el-Melikü'z-zâhir Çakmak'a haber gönderip "Senin vilâyetinde deccal zuhûr etti" dediler. Cüneyd, kendisini yakalamak için harekete geçen Sultan Çakmak'ın adamlarından da kurtulup kaçmayı başardı.262 Abdüllatîf Kudsî Konya'da bir müddet kaldıktan sonra Bursa'ya geçmiştir. Kaynaklarda onun Bursa'ya gidişiyle ilgili 850 (1446), 852 ve 855 gibi birbirinden farklı târihler verilir.263 Bunlardan 850 târihi en zayıf ihtimaldir. Nitekim onun Konya'ya gelişinin bile bu târihten sonra; Zilkade 851'de (Ocak 1448) gerçekleştiği bilinmekte,264 oradan henüz ayrılmadan Şeyh Cüneyd'le karşılaşmış olması ise bu şehir262 263



264



Âşıkpaşazâde Târihi, s. 2 6 5 - 2 6 6 . bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 3a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 119a; Güldeste, s. 96; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 6 ; Vassâf, Sefine, I, 265. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 .



de en azından 852 senesinin sonlarına kadar (1449) kaldığını göstermektedir. Zîra Cüneyd'in Anadolu'ya 1449'da geldiği belirtilmektedir. 265 Lâmiî Çelebi ve ondan naklen Mehmed b. Sa'dî'nin kaydettiği Recep 855 (Ağustos 1451) târihi, 266 doğruya en yakın olan târihtir. Recep ayında yola çıkan Kudsî Bursa'ya Şaban ayında varmış267 ve Hisar'da Büyük Câmî yakınında bir eve yerleşmiştir.268 Yolda giderken gördüğü bir rûyâda kendisine "Ehl-i mârifet senin yolunu gözlüyor, acele et!" dendiğini ve şehre ulaştığında Ramazan ayının sonuna kadar ulemâ ve sulehâdan müteşekkil bir toplulukla halvete oturduğunu söylemesi,269 daha önce Bursa'da önemli miktarda Zeyniyye Tarikatı müntesiplerinin oluştuğunu göstermektedir. Kudsî'nin faaliyet gösterdiği muhit daha sonra bağlı bulunduğu tarikatın isminden dolayı Zeynîler adını almıştır.270 Vefâtı 856 senesi Rebîulevvel ayının başlarında (Mart 1452) meydana gelmiştir.271 Kabrinin yanma daha sonra Zeyniyye Dergâhı inşâ edilmiştir. Abdüllatif Kudsî diğer Zeyniyye meşâyihi gibi mürid yetiştirmenin yanı sıra eser te'lîfine de önem vermiştir. İsmi tesbit edilebilen eserlerinden bir , kısmının nüshaları kütüphânelerde bulunmaktadır. Bunlardan Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz272 ile Tuhfetü vâhibi'lmevâhib fî beyâhi'l-maksmât ve'l-merâtib273 isimli Arapça eserlerin265



266 267



268 269



270 271



272 273



Faruk Sümer, Safevî Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara 1992, s. 10. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-68; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-68; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. Kara, Mustafa, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, Bursa 1 9 9 0 , 1 , 87. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Güldeste, s. 97; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 6 ; Vassâf, Sefîne, I, 265. Süleymâniye Ktp., Lâleli, nr. 3745, vr. (3b-47a). Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3 0 0 7 , vr. (lb-17a); Düğümlü Baba, nr. 3 7 8 , vr. (lb-12a); Hâlet Efendi, nr. 797, vr. (25b-40b); ayrıca bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 552. Keşfü'z-zunûn'da kaydedilen (I, 893) Risâle fî makâmâti ibâdillâhi ve merâtibihim isimli eser muhtemelen yukarıda zikri geçen Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib... isimli eserdir.



de tasavvuf anlayış ve düşüncesini ortaya koymuş, yine Arapça olarak kaleme aldığı Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb274 isimli eserinde ise tasavvufî meselelerle kelâmî konulan birlikte ele almıştır. Keşfü'l-itikad fi'r-reddi alâ mezhebi'l-ilhad isimli eserinin bâtıl mezhep ve tarikatlara karşı bir reddiyye olduğu, hoca-talebe münâsebetlerini anlattığı §ifâül-müteellim fî âdâbi'l-muallim ve'l-müteallim isimli eserinde ilmin fazîleti, ilimlerin tasnifi, medrese ilimleri ve metod üzerinde durduğu, Kitâbu'l-emr bi'l-ma'rûf ve'n-nehy ani'l-tnünker isimli eserinde de genel anlamda tebliğin usul ve imkânlarına temas ettiği belirtilmektedir. 275 Kudsî'nin tesbit edilebilen diğer eserleri şunlardır: İlimlerin kısımları hakkında el-Vesîle li'l-galati müzîle,276 İktibâsü ref'i'l-iltibâs fî beyâni tarîki'n-nâs,277 Nefhatü'l-eshâr ve rthletü'l-eshâr alâ menheci'l-muhtâr ilâ meşhedi'l-envâr. Bu sonuncusu manzumdur.278 Kudsî'nin ayrıca oğlu için yazdığı el-Ikd isimli manzum bir eseri daha vardır ki, bunu yine kendisi ed-Dürrü'l-yetîm fî halli'l-îkdı'n-nazîm ismiyle şerhetmiştir. Burada mürşidi Zeynüddin Hâfî'yi medhettiği beyitler de bulunmaktadır.279 Zeyniyye'nin Anadolu ve Rumeli'de yayılıp tutulmasında en önemli katkının Abdüllatîf Kudsî/Makdisî ve halîfeleri vâsıtasıyla olduğu yukarıda belirtilmişti. Öyle anlaşılıyor ki bu tarîkat Horasan, Hicaz, Sûriye ve Mısır bölgelerinde olduğu gibi Anadolu ve Rumeli'de de üst düzey âlimler tarafından temsil edilmiştir. İleride zikredilecek olan zevât bunun en güzel isbâtı niteliğindedir.



274



275 276 277 278 279



Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde iki nüshasının olduğu görünmekteyse de bunlardan Dâru'l-Mesnevî, nr. 116'daki nüsha kayıp, Yazma Bağışlar, nr. 167'de bulunan nüsha ise noksandır. Sekiz varak kadar kalmış olan noksan nüshanın başında kaydedilen bölümlerden eserin muhtevâsı anlaşılmaktadır: Sağlam itikad, zât, sıfat, ef'âl ve sem'iyyâtm isbâtı, şeyhlik mertebesi, şeyh olmanın şartlan ve edepleri, mürîdin edepleri... Mevcut nüshada kelâmla ilgili ilk bölüm bile bilmemektedir. Kara, "Abdüllatîf Kudsî", DİA, I, 2 5 7 - 2 5 8 . Keşfü'z-zunûn, II, 2010. Keşfü'z-zunûn, I, 134-135. Keşfü'z-zunûn, II, 1968. Sehâvî, IV, 328. Sehâvî bu eserden 13 beyti kitabına almıştır.



1. Muslihuddin Halîfe ve Edirne'de Zeyniyye Tekkesi "Debbağlar imamı" diye meşhur olan Muslihuddin Halîfe'nin hayatı ve faaliyetleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Mecdî Efendi onu, Debbağlar mahallesindeki Şeyh Şucâuddin Zâviyesi yakınında bulunan mescidinde tam otuz yıl hizmet etmiş bir şeyh olarak tanıtmış ancak tarikatından söz etmemiştir.280 Nefehât Tercümesi, eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh gibi kaynaklarda da mensup olduğu tarikatın adı zikredilmemiş, hakkında sadece birkaç satırlık bilgi ile yetinilmiştir. Fakat adı geçen bu kaynaklarda belirtildiğine göre Abdüllatîf Kudsî'nin halîfelerinden Şeyh Vefâ tasavvuf yoluna ilk defa bu zâta intisap etmek sûretiyle girmiş, daha sonra bizzat onun izni ve işâretiyle Abdüllatîf Kudsî'ye mürid olmuştur.281 Bu olay, Muslihuddin Halîfe'nin Zeyniyye'ye mensup olduğuna bir işâret olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Edirne'nin tarihî eserleri hakkında önemli bir çalışması bulunan Rıfkı Melûl Meriç de Tabak (Debbağ) Hacı Halil-Şeyh Şucâeddin Mahallesi'ndeki Şeyh Muslihuddin Efendi Camii'nin önceleri Zeynî tekkesi iken daha sonra câmiye çevrildiğini belirtmektedir ki, 282 bu da şeyhin Zeyniyye'ye mensup olduğunu te'yid ediyor.283 Öte yandan Taşköp-



280 281



282



283



Mecdî, s. 129; ayrıca bk. Vassâf, Sefine, I, 269. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 3 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 7 ; bu bilgi muahhar kaynaklardan Vassâf'ın Sefîne'sinde de tekrarlanmıştır (I, 269). Şeyh Vefâ hakkında müstakil bir çalışma yapmış bulunan Abdülkadir Erdoğan kaynak göstermeden, Muslihuddin Halîfe'nin İrşadnâme isimiyle te'lif ettiği bir eserini Şeyh Vefâ'ya gönderdiğini ve Abdüllatîf Kudsî ile temasa geçmesini orada tavsiye ettiğini belirtmektedir (Abdülkadir Erdoğan, Fâtih Mehmed Devrinde İstanbul'da Bir Türk Mütefekkiri Şeyh Vefa Hayatt ve Eserleri, İstanbul 1941, s. 29). Mecdî Efendi ise eşŞekâik Tercümesi'nde "Mesmûdur.ki Şeyh Muslihuddin Efendi'nin İrşadnâme isimiyle müsemmâ bir risâlesi var idi. Ol risâleyi Şeyh Vefâzâde'ye irsal eyledi" demekte (Mecdî, s. 130), ancak eseri niçin gönderdiğini belirtmemektedir. Rıfkı Melûl Meriç, Edirne'nin Tarihî ve Mimârî Eserleri Hakkında, İstanbul 1963, s. 3 7 , 4 5 , 50. Muahhar kaynaklardan Sicill-i Osmânî'de ise Muslihuddin Halîfe'nin Halvetiyye şeyhi olduğu belirtilmiştir (Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, İstanbul 1308-15, Heppenheim, Bergstrasse 1971, IV, 491). Ancak burada Zeyniyye Tarîkatı, daha önce işaret edildiği gibi, Halvetiyye'nin bir kolu olarak



rîzâde ve Hoca Sâdeddin'in ifâdelerinden Abdüllatîf Kudsî'nin onu çok iyi tanıdığı ve onunla görüştüğü anlaşılmaktadır. Her gece yüz rek'at namaz kılmayı ve her iki rekatte bir abdest tâzelemeyi âdet hâline getirdiği nakledilen bu zât hakkında Şeyh Kudsî, "O hakîkat denizlerinden bir denizdir" şeklinde hüsn-i şehâdette bulunmuştur.284 H. J. Kissling, muhtemelen kaynakların verdiği bu bilgilerden yola çıkarak Şeyh Muslihuddin'i Kudsî'nin halîfelerinden biri olarak kaydetmiştir.285 Öyle anlaşılıyor ki o, vefâtına kadar tekkesinde uzun müddet Zeyniyye adına faaliyet göstermiş ve tarikatın Rumeli bölgesinde yayılmasında önemli katkıları olmuştur. Ancak kendisinden sonra yerine kimin geçtiği ve burada hangi tarihe kadar tarîkat faaliyetlerinin sürdürüldüğü bilinmemektedir. Belki de XVI. asır ve sonrasında Zeyniyye'nin diğer bir çok bölgede olduğu gibi Edirne'de de etkisi kaybolmuş ve müntesibi kalmayınca mescid-tekke olarak kullanılan bina câmiye çevrilmiştir. 2. Şeyh Sinan Ferevî ve Ferecik'te Zeyniyye Tekkesi Sinan/Sinâneddin Ferevî ( ö . l l Rebîulevvel 890/28 Mart 1485) Zeyniyye'nin Rumeli bölgesinde yayılmasını sağlayan önemli şeyhlerden bir diğeridir. Bugün Yunanistan'ın Trakya kesiminde kalan Fere/Ferecik (veya Fire) kasabasından olan Şeyh Sinan, torunlarından birinin Mecdî Efendi'ye naklettiğine göre, tasavvuf yoluna Ayasluğî Ahmed Çelebi diye bir şeyhe intisap etmek suretiyle girmiş, ancak on dört yıl hizmetinde bulunduğu halde seyru sülûkünü tamamlayamayınca izin alıp yanından ayrılmıştır. Bu olaydan bir müddet sonra Ferecik'ten hac için yola çıktığında Bursa'ya uğrayan Şeyh Sinan, burada Abdüllatîf Kudsî ile tanıştı. Hasta ve son anlarını yaşamakta olan Şeyh Kudsî onu müridliğe kabul etti ve hacca gitmekten vazgeçmesini söyledi. Biraz tereddütten sonra şeyhin talebine uyarak hacca git-



284 28s



kabul edildiği için böyle söylendiği anlaşılmaktadır. Zira aynı yerde, Zeyniyye'den olduğu kesin olarak bilinen Abdüllatîf Kudsî için de Halvetiyye şeyhi denilmiştir. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 112; Tâcü't-tevârîh, II, 460. Zejnîje Orden, s. 166-167.



mekten vazgeçen Sinan Efendi, dergâhta tam iki hafta samimiyetle şeyhe hizmet etti. Hastalığı ağırlaştığı bir sırada Kudsî müridlerine Sinan Efendi için bir icâzetnâme yazmalarını söyledi ise de, müridler, muhtemelen şeyhin bu talebi rahatsızlığı sırasında yapması ve Sinan Efendi'nin de onlar nazarında henüz iki haftalık bir derviş olması sebebiyle yazmadılar. Ancak şeyh ısrar edip kendilerini azarlayınca yazmak zorunda kaldılar. İcâzetle memleketine dönen Sinan Efendi, Gelibolu'ya vardığında Abdüllatîf Kudsî'nin vefat haberini aldı. Hemen Bursa'ya geri dönmek istedi ise de Gelibolu'daki bâzı meşâyihin tavsiyesine uyarak şeyhinin emri yerine gelsin diye memleketine gitti. Burada bir yıl kaldıktan sonra Abdüllâtîf Kudsî'nin rûhâniyetinden istifâde etmek için Bursa'ya gidip kabrini ziyâret etti. Bu sırada berâberinde getirdiği küçük oğlu vefat edince Kudsî'nin ayağı ucuna defnedilmiştir.286 Mecdî'nin kaydettiği Şeyh Sinan'ın Abdüllâtîf Kudsî'ye halîfe olduğunu gösteren bu bilgilerin yanı sıra, Zeyniyye ricâlinden Şeyh Mehmed b. Sa'dî de (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) onun Kudsî'den hilâfet aldığını belirtmiştir.287 Diğer yandan eş-Şekâik, Tâcü't-tevârîh ve muhtemelen bunlara dayanan Atâî Zeyli'nât Sinan Ferevî'nin, ileride bahsi gelecek olan Kudsî'nin halîfelerinden Tâcüddin Karamânî'nin halîfesi olduğu kaydedilmektedir.288 Bu konudaki farklı kayıtlar muhtemelen Şeyh Sinan'ın Kudsî'den hilâfet alması için iki haftalık sürenin yeterli olamayacağı düşüncesinden kaynaklanmıştır. Ancak onun daha önce bir başka şeyhin on dört sene hizmetinde bulunduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Tasavvuf târihinde herhangi bir şeyhe yıllarca hizmet ettikten sonra gittiği bir başka şeyhin yanında çok kısa sürede sülûkünü ikmâl eden bir çok kişi bulunmaktadır. Meselâ Zeynüddin Hâfî'nin şeyhi Nûreddin Abdurrahman Şirsî, daha önce kaydedildiği gibi, bunlardan birisidir. Bununla birlikte tasavvuf târihinde hizmetinde bulunduğu şeyhin vefâtı üzerine yarım kalan sülûkünü şeyhin halîfesi yanında ikmâl edenler de vardır. Dolayısıyla



Sinan Efendi'nin Kudsî'nin vefatından sonra Bursa'da makamına geçen Tâcüddin Karamanî'nin yanında sülûkünü tamamladığı da düşünülebilir. Ayrıca Şeyh Sinan'ın her yıl gittiği Bursa'da birkaç gün kalarak bâzı kabirleri ziyâret ettiği ve buradaki zevâtın rûhâniyetinden de istifâde ettiği belirtilmektedir.289 Taşköprîzade babası ve dayısından naklen, Şeyh Sinan'ın tarîkat âdâbına riâyette çok titiz davrandığını, bu sebeple Bursa'daki dergâhı ziyâreti sırasında burada postnişîn olan Hacı Halîfe'nin tarîkat âdabına ters bir şey yapmamaları için müridlerini uyardığını kaydetmekte, Taşköprîzâde'nin dayısı ve aynı zamanda Hacı Halîfe'nin yeğeni 290 olan Abdurrahman b. Seyyid Yûsuf'un da (Kuşçu Abdî Çelebi, Ö.954/1547) aralarında bulunduğu bâzı küçük müridleri edebe aykırı davranırlar diye şeyhin huzûruna çıkarmadığını belirtmektedir.291 Atâî'nin "kutbü'l-aktâb ve'l-evtâd" diye andığı292 Şeyh Sinan Efendi, Ferecik'te kurduğu Zeyniyye tekkesinde 11 Rebîulevvel 890 (28 Mart 1485) târihinde meydana gelen vefâtına kadar irşad faaliyetini sürdürmüş, zengin-fakir, şehirli-köylü pek çok kesimden müridi terbiye etmiştir. Sohbetleri ve duâlarıyla orduların muzaffer olması için Fâtih Sultan Mehmed tarafından bir kaç kez sefere götürülmüş olması, 293 başta pâdişâh olmak üzere devlet ricâli nezdinde iyi bir îtibar sâhibi olduğunu göstermektedir. Vefâtından sonra da halk arasında uzun süre şöhretinin devam ettiği, kabrinin özellikle ihtiyaç sahipleri tarafından sıkça ziyâret edildiği belirtilmektedir.294 Buna rağmen kurduğu tekkesi hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz. Mehmed b. Sa'dî (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) Bursa Vefeyâtı'nda Şeyh Sinan'dan söz ederken "Ferecik nam kasabada Şeyh Sinan'ın Zeynî tarîkine mensup meşhur bir zâviyesi vardır ve hâlen evlâdı elindedir"



289 290



291



.



286 287 288



Mecdî, s. 2 5 9 . Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 244; Tâcü't-tevârîh, II, 5 3 0 ; Atâî, 80.



292 293 294



Mecdî, s. 259. İsmâil Beliğ'in kaydettiğine göre, Taşköprîzâde'nin dayısı Kuşçu Abdî Çelebi'nin annesi, Şeyh Hacı Halîfe'nin kızkardeşidir (Güldeste, s. 284-285). Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 4 - 2 4 5 ; ayrıca bk. Tâcü't-tevârîh, II, 5 3 0 - 5 3 1 . Atâî, s. 80. Mecdî, s. 259. Mecdî, s. 259.



demektedir.295 Evliyâ Çelebi Ferecik'te XVII. asırda üç mescid ve iki âdet tekkenin bulunduğunu, mescidlerden birinin Şeyh Sinan Mescidi adını taşıdığını kaydetmekte,296 1310 (1892-93) târihli Edirne Salnâmesi'nde de Ferecik'te bulunan dört adet tekkeden birinin adının Şeyh Sinan Tekkesi olduğu belirtilmektedir.297 Acaba Evliyâ Çelebi'nin haber verdiği tekkelerden biri Şeyh Sinan tarafından kurulan tekke midir? Kaydettiği mescid adını Sinan Ferevî'den mi almaktadır? Ya da Salnâme'de adı geçen tekke Sinan Efendi'nin faaliyet gösterdiği tekke midir? Bu hususta şimdilik bir şey söylenememektedir.298 Şeyh Sinan'ın vefâtından sonra makâmına kimin geçtiği tesbit edilememiştir. Ancak oğlu Ali Efendi'nin (Şeyh Ali b. Sinan, Ö.970/156263), Bursa'daki dergâhta 900-919 (1494-1513) yılları arasında faaliyet gösterdiği bilinen Safiyyüddin Halîfe'den 299 icâzet aldıktan sonra babasının Ferecik'deki zâviyesinde posta oturduğu ve vefâtma kadar burada irşad faaliyetini sürdürdüğü nakledilmektedir. İstanbul'da devrin âlimlerinden zâhirî ilimleri tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna girdiği bildirilen Şeyh Ali, rûyâ tâbirindeki mahâreti ve zâhir ve bâtın ilimlerindeki yetkinliğiyle tanınmıştı. Müridleri terbiye ile birlikte halk için vaaz meclisleri de tertip etmekteydi. Halvetiyye şeyhlerinden Nûreddinzâde diye tanınan Mustafa Muslihiddin (ö. Zilkade 98l/Mart 1574), kendisini çekemeyen bâzı kimselerin şikâyeti üzerine yakalanıp hapsedilmesi için ferman çıkartılacağını öğrendiğinde300



295 296 297 298



299 300



Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4a. Seyâhatnâme, XVIII, 78. Machiel Kiel, "Ferecik", DİA, XII, 3 7 2 - 3 7 3 . Ekrem Hakkı Ayverdi de Ferecik'deki tekkeleri sıralarken "Şeyh Siyah[?] Tâcüddin Tekkesi" diye bir tekkeden söz etmiştir (Ekrem Hakkı Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mîmârî Eserleri [IV] Bulgaristan Yunanistan Arnavudluk, İstanbul 1982, s. 207). Siyah kelimesinin önündeki soru işâreti Ayverdi'ye âittir. Osmanlıca yazılışında "Sinan" ile "Siyah" kelimeleri birbirine çok yakındır. Belli ki kelimede noktalar karıştığı için tam okunamamıştır. Kanâatime göre bunun Sinan diye okunması akla daha yakındır. O takdirde bu tekkenin adının da Sinan Efendi'den gelmiş olabileceği bir ihtimal olarak düşünülebilecektir. İleride Safiyyüddin Halîfe'den bahsedilecektir. Bu olayla ilgili bilgi için bk. Reşat Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf: Anadolu'da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İstanbul 2000, s. 4 8 - 4 9 .



Şeyh Ali'nin dergâhına giderek onunla istişâre etmiş, gizlenmesinin mi yoksa İstanbul'a gitmesinin mi daha uygun olacağını sormuştu? Rivâyete göre Ali Efendi kendisine İstanbul'a gitmesinin daha doğru olacağını belirterek, orada itibarla karşılanacağını hatta kendisine bir zâviye tahsis edileceğini haber vermiş, dediği gibi de olmuştu. Kânûnî Sultan Süleyman devrinin sonlarına doğru (970/1562-63) vefât eden Şeyh Ali'den sonra 301 makamına kimin geçtiği tesbit edilememiştir.302 3.



Molla Fenârî (Şemsüddin Muhammed b. Hamza, ö. Receb 834/ Mart 1431)



Osmanlı Devleti'nin ilk şeyhülislâmı olarak bilinen mutasavvıfâlimlerden Molla Fenârî, Muhyiddin İbnü'l-Arabî'den sonra vücud 301 302



Atâî, s. 80. Bursalı Mehmed Tahir Bey Zeyniyye şeyhlerinden olduğunu söylediği Edirneli Ömer b. Hamza'nın Enîsü'l-celîs isimli edebiyat, târih ve ahlâka dâir Arapça eseri adı geçen Şeyh Ali b. Sinan Efendi adına kaleme aldığını, ancak eserin yanlışlıkla İmam Suyûtf'ye nisbet edilerek neşredildiğini belirtmektedir (Osmanlı Müellifleri, I, 113-114). Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Hacı Mahmud, nr. 1995) bulunan yazma bir nüshasının başına sonradan Ömer b. Hazma el-Üveysî şeklinde not düşülmüştür. Müellif eseri ihvan ve dostlarının ricası üzerine yazdığını girişte belirtmekteyse de Ali b. Sinan adına yazdığına dâir herhangi bir ifâdesi bulunmamaktadır. Öte yandan M. Tahir Bey eserin 986'da (1578) yazıldığını belirtmekte, aynı bilgiyi muhtemelen ondan naklen Hüseyin Vassaf da Sefine'de kaydetmektedir (I, 269). Ancak Atâî'nin kaydına göre Şeyh Ali b. Sinan'ın vefat târihi 970/1562-63'dir (Zeyl-i Şekdik, s. 80). Arada on beş seneden fazla bir zamanın bulunması, eserin Ali b. Sinan adına yazılıp yazılmadığı hususunda tereddütler uyandımaktadır. Muhtelif kütüphanelerde bir çok matbu nüshası bulunan eserin (Mesela bk. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 596; Beyazıd Devlet Ktp., Veliyyüddin, nr. 4 0 1 0 ; Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 1792, Tırnovalı, nr. 843; Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp., Genel, nr. 1270; 3 5 2 4 ; 3815), Bursalı'nm dediği gibi İmam Suyûtî'ye nisbet edildiği görülüyor. Ancak bunlardan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphânesi'ndeki nüshalardan 1270 numaradaki nüshanın başına sonradan "Edirne'de Firecikli vaiz Ali b. Sinan Efendi'nin eseri" şeklinde not düşülmüştür. Diğer bir kısmında da Osmanlı Müellilferi referans gösterilerek Edirneli Ömer b. Hamza'nın eseri olduğuna dair notlar yazılmıştır.



bulan Ekberiyye mektebinin en önemli temsilcilerinden biri olması yanında, değişik tarikatlardan da el almış bulunan bir şahsiyettir. Bu tarikatlar şimdiki tesbitlerimize göre Rifâiyye,303 Ebheriyye (Evhadiyye-Safeviyye/Erdebîliyye)304 ve Zeyniyye'dir. Fenârî'nin Zeyniyye'ye intisap ettiğini görebildiğimiz kadarıyla ilk olarak, Hoca Sâdeddin Efendi Tâcü't-tevârîh'te kaydetmiş, ancak şeyhinin adını zikretmemiştir.305 Bursa Vefeyâtı ile daha sonraki kaynaklardan Osmanlı Müellifleri ve Sefîne-i Evliyâ'da ise onun Abdüllatîf Kudsî'ye mürid olduğu belirtilmiştir.306 Çağdaş müelliflerden A. Zeki Velidî Togan ve İ. Hakkı Uzunçarşılı da Kudsî'ye intisap ettiğini belirtmektedirler.307 Öte yandan Taşköprîzâde eserinde Abdüllatîf Kudsî'nin Anadolu'ya gelişi üzerine onu medih sadedinde Fenârî'nin söylediği "Kadimte bilâde'r-Rûmi yâ hayra kadimin=Ey Anadolu'ya gelenlerin en hayırlısı" diye başlayan dokuz beyitlik Arapça şiirini, Kudsî'nin de ona "Elâ yâ imâme'l-asri yâ hayra kâimin=Ey zamanımızın önderi..." şeklinde başlayan on beyitlik cevâbını kaydetmiş, ancak Fenârî'nin intisabından söz etmemiştir.308 Ismâil Beliğ de Fenârî'nin Kudsî için söylediği şiiri "Abdüllatîf Kudsî hazretlerine muhib ve dildâde olup..." şeklinde bir ifâdeyle Kudsî'ye muhabbetinin bir semeresi olarak değerlendirmiştir.309 Ancak Beliğ'in XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde (1722) kaleme aldığı Güldeste'deki "muhib" kelimesini "mürid" anlamında kul303



304



305 306



307



308 309



bk. Kemâl b. Ahmed Ahlatî, Münevvirü'l-ezkâr fî zikri silsile-i meşâyîh, Üsküdar Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 253, vr. 17a. Molla Fenârî Ebheriyye tarikatından üç ayrı silsile ile icazet almıştır. Silsilelerden biri Safeviyye (Erdebiliyye) tarikatı üzerinden, diğer ikisi de Evhadiyye tarikatı üzerinden Ebheriyye'ye ulaşmaktadır (bk Harîrîzâde, Tibyân, I, 32b, 172b; II, 221b). Bu silsileler ve Molla Fenârî'nin intisap ettiği diğer tarikatlarla ilgili geniş bilgi için bk. (Reşat Öngören, "Osmanlı Devleti'nin İlk Şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin Tasavvufî Yönü", Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2 0 0 2 , XI, 114-119). Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 3 . Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Osmanlı Müellifleri, I, 3 9 0 ; Vassâf, Sefîne, I, 267. A. Zeki Velidî Togan, Umumî Türk Târihine Giriş, İstanbul 1981, s. 377378; Uzunçarşılı, Osmanlı Târihi, I, 533. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 26-27. Güldeste, s. 2 4 2 .



lanmış olabileceğini de düşünmek gerekir. Nitekim XVI. yüzyılın ikinci yarısında Mehmed Mecdî Efendi (Ö.1591) tarafından yapılan eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye tercümesi ile XVII. yüzyılın ilk yarısında Mehmed b. Sa'dî (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) tarafından kaleme alınan Türkçe Bursa Vefeyâtı'nda "muhib" kelimesinin "mürid" anlamında kullanıldığı görülmektedir.310 Eğer Fenârî Abdüllatîf Kudsî'ye mürid olmuş ise, muhtemelen bu, Sehâvî tarafından kaydedilen ilk Anadolu seyâhati sırasında gerçekleşmiştir. Bursa Vefeyâtı, Yâdigâr-ı Şemsî ve Sefîne'deki Kudsî ile Bursa'ya yerleştiğinde (ikinci seyahat) buluştuğuna dâir kayıtların,311 o târihte Fenârî hayatta olmadığı için yanlışlığı ortadadır. İlk seyahat sırasında Kudsî ile Sultan II. Murad'ın görüşmek için yanına kadar gitmiş olması, 312 şeyhin Osmanlı topraklarına girdiğini hatta başkent Edirne'de bir müddet kaldığını göstermekte,313 bu arada sohbetlerine katılan önemli kişiler 314 arasında Osmanlı ileri gelenlerinin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Molla Fenârî Kudsî'ye bu seyâhati sırasında intisap etmiş olabilir. Bunun yanı sıra çağdaş araştırmacılardan Hüseyin Hüsâmeddin (Yasar) kaynak belirtmeksizin Molla Fenârî'nin 821'de büyük oğlu Muhyiddin Muhammed Şah Çelebi ile birlikte çıktığı hac yolculuğunda Mısır'a giderek Horasan'dan Zeynüddin Hâfî'nin gelmesini beklediğini,315 822'de Hâfî ile birlikte Kudüs'ten hacca gidip tekrar Kudüs'e döndüklerini kaydetmektedir.316 Görebildiğimiz kaynaklar310



311



312 313



314 315



316



bk. Mecdî, s. 2 5 9 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b. Mecdî Efendi tercümesinde "muhib" kelimesi çoğul hâliyle "ahibbâ" şeklinde kullanılmıştır. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 6 ; Vassâf, Sefîne, I, 265. Sehâvî, IV, 327. Abdüllatîf Kudsî'nin Edirne'de "debbağlar imamı" diye tanınan Şeyh Muslihuddin hakkında "O hakîkat denizlerinden bir denizdi. Devamlı tefekkür ve istiğrak hâlinde bulunurdu" şeklindeki hüsn-i şehâdeti de (Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 112; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 0 ) adı geçen şehirde bu şeyhle görüştüğünü, dolayısıyla Edirne'de kaldığını göstermektedir. Sehâvî, IV, 3 2 7 . Hüseyin Hüsâmeddin, "Molla Fenârî", Türk Târih Encümeni Mecmûası ÇTTEM), XCV (1926), s. 383. Hüseyin Hüsâmeddin, "Molla Fenârî", TTEM, XCVI (1928), s. 148.



da Fenârî'nin 822 senesinde hacca gittiği, 317 Medîne'de bulunduğu sırada orada vefat eden Nakşibendiyye şeyhi Muhammed Pârsâ'nm cenâze namazına katıldığı,318 hac dönüşü Kudüs'e, oradan da Mısır sultânının dâveti üzerine Kâhire'ye giderek sultanla ve ileri gelen âlimlerle görüştüğü belirtilmiş,319 yine bu târihte Zeynüddin Hâfî'nin o bölgede olduğu, Mısır'da hazırlatıp getirdiği beyaz taşı Pârsâ'nın kabri başına diktirdiği tesbit edilmiştir.320 Ancak bu kaynaklarda Fenârî'nin Zeynüddin Hâfî ile görüşüp görüşmediği husûsuna temas edilmemiştir. Kenâatimize göre Fenârî'nin bu sırada Zeynüddin Hâfî ile buluşmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak sırf görüşmüş olmalarından yola çıkarak ona mürid olduğu söylenemez. Nitekim Hüseyin Hüsâmeddin de herhangi bir intisaptan söz etmemiştir. Şeyhülislâlık makamına kadar yükselmiş bir âlim olan Molla Fenârî'nin el aldığı tarîkatlar arasında Zeyniyye'nin de bulunması, bu tarîkatın Anadolu'da halkla birlikte devlet ricâli ve ilmiye mensupları arasında yayılmasına önemli katkılar sağlamış olmalıdır. Tarîkat şeyhleri gibi başına tâc giydiği belirtilen Fenârî'nin 321 mürid yetiştirmekle meşgul olup olmadığı bilinmemektedir. Velûd bir yazar olan Molla Fenârî'nin tasavvuf kelâm, mantık, tefsir, fıkıh, usûl-i fıkıh, Arap dili ve edebiyâtı gibi konularda pek çok eser kaleme aldığı görülmektedir. Bursalı Mehmed Tâhir eserlerinin adedinin yüzü geçtiğini belirtir. 322 Sadreddin Konevî'nin vücûd, vücud mertebeleri vb. konuları ele aldığı Miftâhu'l-gayb isimli Arapça eserine Misbâhu'l-üns adıyla yine Arapça olarak bir şerh yaz317



318



319



320



321 322 323



İbn Hacer el-Askalânî, İnbâü'l-gumr bi-enbâi'l-umr, Beyrut 1986, VII, 3 7 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 1 ; Güldeste, s. 240. Nevâî, Nesâyim, 2 4 6 - 2 4 7 ; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 3 ; Reşehât Tercümesi, s. 91-92. İbn Hacer, İnbâü'l-gumr, VII, 378; ayrıca bk. Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 1 ; Güldeste, s. 240. Nevâî, Nesâyim, 2 4 6 - 2 4 7 ; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 3 ; Reşehât Tercümesi, s. 91-92. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 25. Osmanlı Müellifleri, I, 390. Bu eserin ilmî neşri Konevî'nin metniyle birlikte Muhammed Hâcevî tarafından gerçekleştirilmiştir (İran 1416 h.)



mış, 323 burada tasavvufî anlayışla kelâmî görüşleri birbirine yaklaştırmaya çalışmıştır. Fâtiha sûresinin tefsîri sadedinde kaleme aldığı Aynü'l-a'yân isimli eserinde de 3 2 4 muhtelif mes'eleleri anlatırken tasavvufla kelâmı mezcettiği görülmektedir. Yine Arapça olarak kaleme aldığı bir risâlesinde de 325 tasavvuf ehlini ve uyguladıkları âdab ve erkânı savunmuştur. Giriş kısmında risâleyi yazmasının sebebini şöyle açıklamaktadır: "Bâzı kimseler tasavvuf ehlinin yaptıklarını bid'at, tavırlarını gösteriş ve aldatma, sözlerini de yalandan ibâret zannetmektedirler. Oysa ben biliyorum ki onlar Peygamber'den mîras olarak aldıklarını uyguluyor, Kitap ve Sünnet'in gösterdiği sağlam ve emin bir yolda yürüyorlar." 326 Vefâtına "Cennetü'l-firdevs" terkibinin târih düşürüldüğü (834) Fenârî'nin kabri Bursa'da kendi yaptırdığı câmînin hazîresindedir.327



4.



Mevlâ Musannifek (Alâeddin Ali b. Muhammed, ö. 875/1470-71)



Zeyniyye'nin Anadolu'ya yayılmasında Alâeddin Ali b. Muhammed eş-Şahrûdî el-Bistâmî'nin de önemli katkıları olduğu anlaşılmaktadır. Çok genç yaşta eser te'lîfiyle meşgul olduğu için "Musannifek" lâkabıyla anılan Şeyh Alâeddin Ali, Horasan'ın Bistam şehrinin Şahrud köyünden olup nesli Fahreddin Râzî'ye dayanır. İlim tahsilini dokuz yaşında gittiği Herat şehrinde tamamlamıştır. Zeyniyye tarîkatı şeyhlerinden olduğu ve irşad icâzetini Zeynüddin Hâfî'nin bir halîfe324 325



326



327



Arapça olan bu eser Hicrî 1325 senesinde İstanbul'da neşredilmiştir. Sûfiyyenin Libas ve Etvâr ve Meslekine Dâir îtirâzâta Reddiye, Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 71, vr. (lb-18b). Eserin giriş kısmında müellif adını Muhammed b. Hamza şeklinde kaydetmiş ve neslinin Şihâbüddin Sühreverdî'den geldiğini belirtmiştir (vr. 2a). Molla Fenârî eserin sonunda konuyla ilgili kaynakları zikretmiştir. Bunlar arasında Zeynüddin Hâfî'nin de bir risâlesi (adı zikredilmemiş) bulunmaktadır. Fenârî'nin tasavvufî mâhiyette kaleme aldığı diğer eserleri için bk. Mustafa Aşkar, Molla Fenârî ve Vahdet-i Vücûd Anlayışı, Ankara 1993, s. 93-96. Güldeste, s. 2 4 1 ; Osmanlı Müellilferi, I, 390.



sinden aldığı belirtilmekle birlikte, 328 şeyhinin adı kaydedilmemiştir. Bununla birlikte onun 848'de (1444), Herat'tan Anadolu'ya geldiği bilinmektedir.329 Herat şehrine ise ilim tahsili için gittiği çocukluk ve gençlik döneminden sonra ikinci olarak, Hoca Sâdeddin'in kaydına göre 838'de, 330 Taşköprîzâde'ye göre ise 839'da (1435-36) 3 3 1 gitmiş ve eserlerinden bir kısmını burada telif etmiştir. Buna göre Herat'a Zeynüddin Hâfî'nin vefat ettiği sene ya da vefâtından bir sene sonra gittiği ve burada en az on sene kaldığı anlaşılmaktadır. O târihlerde mezkûr şehirde faaliyet gösteren Zeynüddin Hâfî'nin iki önemli halîfesi vardır: Muhammed Tebâdegânî ve Sadreddin Revvâsî.332 Eğer Musannifek Anadolu'ya gelmeden önce Zeyniyye tarikatına girmiş ise, muhtemelen, ilmiye mensuplarının da büyük rağbet gösterdiği bu iki zâttan birine intisap ederek sülûkünü tamamlamıştır. Eğer Herat'ta tarikata girmedi ise o takdirde 848'de (1444) Anadolu'ya geldiğinde, Zeynüddin Hâfî'nin buradaki halîfelerinden Abdüllatîf Kudsî ile karşılaşarak intisap etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Zîra Musannifek'in hangi târihlerde olduğu lcaydedilmemekle birlikte Konya'da müderrislik yaptığı belirtilmektedir.333 Abdüllatîf Kudsî'nin de bu şehirde bir müddet faaliyet gösterdiği yukarıda kaydedilmişti. Musannifek'in sûfî abâsı ve tâcı giydiği ve irşad için icâzetli olduğu açıkça belirtilmekle birlikte 334 tasavvufî faaliyetlerini nerelerde sürdürdüğü, kendisinden sonra halîfe bırakıp bırakmadığı kaydedilmemiştir. Fıkıh, tasavvuf, kelâm, mantık, tefsir, hadis, gramer gibi sahalarda Arapça ve Farsça pek çok önemli eser kaleme almış olan Musannifek, Fâtih Sultan Mehmed ve sadrâzamı Mahmud Paşa tarafından da takdir edilen mutasavvıf-âlimlerdendi. Vezirler için bir kısım nasîhatları ihtiva eden Farsça Tuhfetü'l-Mahmûdiyye'yi Mahmud Paşa için kaleme almış, yine Farsça olan tefsîrini de (el-Muhammediyye



fî tefsîri'l-Kur'an) Fâtih'in talebi üzerine te'lîf etmiştir.335 Tasavvufî mâhiyette olan Arapça Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz isimli eseri ise 336 Osmanlı klasik döneminde tasavvufla kelâmın mezcedildiğini gösteren önemli eserlerden biridir. Burada "âriflerin önderi, şeyhimiz, tâliplerin mürşidi, şeriat bayrağını yücelten" gibi vasıflarla andığı Zeynüddin Hâfî'nin Risâle-i Kudsiyye isimli eserinden de alıntı yapmıştır (22a). Musannifek'in tasavvufî mâhiyette olan bir diğer eseri ise Mesnevî'nin bâzı kısımlarına yazdığı Farsça şerhtir.337 Hicrî 803 senesinde doğan Musannifek 875 senesinde İstanbul'da vefat etmiş ve Eyüp'te Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin kabri civârına defnedilmiştir.338 5. Tâcüddin İbrâhim Karamânî ve Bursa Zeyniyye Hânkâhı Abdüllatîf Kudsî'den sonra Bursa'da makamına oturan halîfesi Tâcüddin İbrâhim Karamânî'dir (ö. Safer 872/Eylül 1467). Aslen Manavgatlı olan Tâcüddin İbrâhim, Yahşî Fakih diye bilinen bir zâtın oğludur. Eğirdir'de Pîrî Halîfe Hamîdî'nin (Pîr Muhammed Hûyî) yanında zâhir ilimleri tahsil etmekte iken, Abdüllatîf Kudsî'nin Konya'ya geldiğini duyup hocasıyla birlikte ziyâretine gitmişler ve birlikte zikir almışlardır. Hoca ve talebe bir müddet Kudsî'nin hizmetinde bulunduktan sonra Eğirdir'e dönmek istediklerinde, şeyh Pîrî Halîfe'ye "Molla Tâcüddin'i bize bırakınız" diyerek onu yanına almıştır. Bir müddet Konya'da kaldıktan sonra Kudsî ile birlikte Bursa'ya giden Tâcüddin İbrâhim, burada seyru sülûkünü ikmâl etmiş ve Kudsî'nin 1452'de vefâtı üzerine makamına oturmuştur.339 Kaydedildiğine göre Abdüllatîf Kudsî'nin vefâtından sonra Tâcüddin İbrâhim müridleriyle birlikte şeyhin kabri yanında uzun müd335 336



328 329 330 331 332 333 334



Taşköprîzâde, Taşköprîzâde, Tâcü't-tevârîh, Taşköprîzâde, bk. "Tarikatın Taşköprîzâde, Taşköprîzâde,



eş-Şekâik, s. 163-164, 166; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 1 - 4 9 2 , 494. eş-Şekâik, s. 164; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 3 . II, 4 9 3 . eş-Şekâik, s. 164. Horasan'da Yayılışı" bölümü. eş-Şekâik, s. 165; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 4 . eş-Şekâik, s. 166; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 4 .



337



338 339



Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164-165; Tâcü't-tevârîh, II, 493-494. 866'da (1462) Edirne'de kaleme alınan bu eserin bir nüshası için bk. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 5 1 3 , vr. lb-213b. Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Nâfiz Paşa, nr. 604'de vr. lb-119a) bulunan bir nüshası muhtemelen müellif hattıdır. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 163, 165; Tâcü't-tevârîh, II, 492, 494. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 5 - 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 113; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 0 - 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 73a-74a; Güldeste, 97-98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367.



det evrâd u ezkâra devam etmiştir.340 Bunun üzerine Kudsî'yi çok eskiden tanıyıp seven îranlı tüccarlardan Hoca Bahşâyiş kabrin etrafındaki arsayı satın alarak dervişler için zâviye, mescid ve abdesthâne yaptırdı.341 Daha sonra buraya bâzı hayır sahipleri, gelirleriyle dervişlerin ihtiyaçları karşılanmak üzere bir kısım dükkan, ev ve değirmen vakfetmiş,342 Fâtih Sultan Mehmed tarafından da Yıldırım Câmii'ne giden sudan bir parmak bu külliyeye verilmesi emredilmiştir.343 Tekkenin yanındaki suyun vaktiyle bizzat Abdüllatîf Kudsî tarafından bulunduğu söylenir. Şeyh Ahmed Gazzî bu suda zemzem lezzeti olduğunu belirtmektedir.344 Mehmed b. Sa'dî'nin açıklamalarından, burada zâviye ve mescid olarak iki ayrı bina değil, her iki ihtiyaca da cevap verecek şekilde tek bir bina yaptırıldığı anlaşılmaktadır.345 Güldeste ve Yâdigâr müelliflerinin mescidden söz etmeksizin, sâdece zâviye yaptırıldığım belirtmiş olmaları da bunu te'yid etmektedir.346 Ayrıca buraya Şeyh Tâcüddin'in izni ile Bursalı Hoca Ramazan tarafından bir mescid yaptırılarak kubbesi kurşunla kaplatılmış, daha sonra bu mescid Kazasker Muallimzâde Ahmed Efendi tarafından Bursa kadısı olduğu sırada câmiye çevrilerek Muallimzâde Câmii adım almıştır.347 Bunların yanı sıra kaynaklarda belirtildiğine göre Tâcüddin Karamânî'nin bir ara Uludağ'a çıkarak inzivâya çekildiği mahale, Kastamonu340 341



342 343 344 345 346



347



Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 108. Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 108. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Güldeste, 98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 7 . Atâî'nin kaydından Bursa'daki dergâhın Abdüllatîf Kudsî tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktaysa da (s. 63), yukarıdaki bilgiler bunun böyle olmadığını göstermektedir. Bununla birlikte Atâî'nin kaydını, Bursa'da ilk olarak Zeyniyye âit bir zâviye Abdüllatîf Kudsî tarafından kurulmuştur şeklinde anlamak da mümkündür. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; ayrıca bk. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 74b; Güldeste, 9 8 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367. Kazasker Muallimzâde Ahmed Efendi'nin babası Muallimzâde Şeyh Muslihuddin Mustafa, yukarıda zikredilen Zeyniyye Dergâhı'nda posta oturmuş olan şeyhlerdendir. İleride kendisinden bahsedilecektir.



lu Hoca Rüstem tarafından derviş hücreleri yaptırılmıştır.348 "Sûfîler yaylağı" diye meşhur olan bu mahalde bir de hamamın bulunduğu, çevresinde daha sonra bir çok bina yaptırıldığı belirtilmektedir.349 Baldırzâde'nin Vefeyâtnâme'si ile Güldeste ve Yâdigâr"daki kayıtlardan Hoca Rüstem'in derviş hücrelerini Bursa'da Zeyniyye hankâhı yanında yaptırdığı anlaşılmaktaysa da, 350 önceki kaynakların verdiği bilgiler daha doğru olmalıdır. t Zeyniyye adına bu şekilde binâların yaptırılmış olması, tarikatın Bursa'da geniş bir taraftar bulduğunu gösteriyor. Dergâhta görevli Çanakçı Dede'nin "Bir gecede halvetteki dervişlere 110 çanak yemek dağıttım" şeklindeki sözü de 351 Zeyniyye'ye gösterilen rağbetin bir ifâdesidir. Tâcüddin İbrâhim'e mürîd olduğu anlaşılan Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa'nın 352 Rumeli'de bir harp sırasında komuta ettiği askerlerin mağlup olacağından korkunca şeyhinin rûhâniyetinden yardım istemiş olması, 353 Tâcüddin Efendi'nin etkisini ve mânevî nüfûzunu göstermesi bakımından önemlidir.) Ayrıca Veliyyüddinzâde'nin yazdığı bir şiir de, şeyhin paşa üzerindeki tesirini gösteren önemli bir belge niteliğindedir: Emîn-i mahzen-i esrâr Şeyh Tâcüddin Bahâr-ı ravza-i envâr Şeyh Tâcüddin Dili hazâin-i hikmet kilidine miftah 348



349 350 351



352



353



Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 1 . Muhtemelen Şeyh Tâcüddin'in müridlerinden olan Bostancı Dede'den naklen kaydedildiğine göre, Tâcüddin Efendi bir ara gizlice Uludağ'a çıkarak ıssız bir yerde inzivâya çekilmiş, dervişler kendisini günlerce aradıktan sonra bulabilmişlerdi. Daha sonra bu mahal Zeyniyye mensupları tarafından bir ziyâretgâh hâline getirilmiş ve Hoca Rüstem tarafından buraya derviş hücreleri yaptırılmıştır (bk. kaydedilen yerlerde). Tâcü't-tevârîh, II, 461. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 74a; Güldeste, 98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Ahmed Paşa'nın, ileride kaydedileceği gibi, Tâcüddin Efendi'den sonra da Şeyh Vefâ'ya intisap ettiği anlaşılmaktadır. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a.



Emîn-i Ahmed-i Muhtâr Şeyh Tâcüddin Cemâli gülşen-i cennetten ide müstağni Kime ki arz ide dîdâr Şeyh Tâcüddin Harîni-i Kâbe-i dilde sorulsa mürşid-i Hak Çağıra her der ü divar Şeyh Tâcüddin Pür oldu Gülşen-i Ravz'a nevâ-yı Mantık-ı Tayr Çün oldu bu deme Attar, Şeyh Tâcüddin Nesîm-i lutf-i deminden zülâli feyzi ile Cihânı eyledi gül-zâr Şeyh Tâcüddin Dem-i Mesih ki hulk-i Muhammedi'den olur Tabîb-i her dil-i bîmâr Şeyh Tâcüddin Fenâ vü fakr harîminde oldu Merve haki Safây-ı Kâbe-i esrâr Şeyh Tâcüddin Ya bahr-i rahmet-i Hakdır ki lutf-i mevcile ider Nisâr-ı gevher-i şeh-vâr Şeyh Tâcüddin Ya âlem-i dil ü cân yapmağ içun olmuşdur Binâ-yı âleme mîmar Şeyh Tâcüddin Uyandı subh-i ezelde ki hâb-ı gafletten Bu halkı eyleye bîdâr Şeyh Tâcüddin Mürid olursan ona ol ki irâdetin itti Medâr-ı kubbe-i devvâr Şeyh Tâcüddin Kabul-i nâfesin açsa nesîm-i hulk ile ider Cihân-ı nâfe-i Tatar Şeyh Tâcüddin Belâ vü derde giriftardur dil-i bîmâr Demidürür ki ide timar Şeyh Tâcüddin Hucûm-i leşker-i gamdan halâs olur Ahmed Olur ise ona gam-har Şeyh Tâcüddin.354



Tâcüddin İbrâhim olduğu açıkça belirtilmiştir.356 Safer 872 târihinde meydana gelen ve'fâtına kadar Hicrî takvim hesâbıyla 16 sene irşad faaliyetinde bulunan Tâcüddin İbrâhim'in kabri Abdüllatîf Kudsî'nin yanındadır.357 Yukarıda adı geçen Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa tarafından kabri üzerine türbe yaptırılmıştır.358 Anadolu'nun yanı sıra Arap ve Acem'den de pek çok mürîde sahip olduğu kaydedilen Şeyh Tâcüddin'in 359 yetiştirdikleri arasında Süleyman Halîfe, Boyabatlı Şeyh Kemâl, Mevlâ Ayas ve kendisinden sonra makamına oturan Hacı Halîfe gibi zâtlar bulunmaktadır. Hakkında yeterli bilgi elde edemediğimiz Süleyman Halîfe Taşköprîzâde'nin belirttiğine göre, İstanbul'da Zeyrek Câmii yakınına yerleşerek inzivâ hayâtını tercih etmiş, şeyhi Tâcüddin İbrâhim'den icâzet aldığı halde irşadla meşgul olmamıştır.360 Ayvansarâyî onun inzivâya çekildiği mescidin kiliseden çevrildiğini belirtmekte ve adını "Şeyh Süleyman Mescidi" şeklinde kaydetmektedir. Ayvansarâyî ayrıca şeyhin kabrinin de orada olduğunu belirtmiştir.361 Zâhir ilimlerine de vâkıf olan Süleyman Halîfe'nin evlenmeyip mücerred bir hayat sürdüğü nakledilmektedir. Kendisine neden mürid yetiştirmediği sorulduğunda, "Şeyhim bana, eğer bir tâlib senden irşad edilmeyi ister, sen de onun irşâdının başkası eliyle olamayacağını anlarsan o zaman müridliğe kabul et, diye nasîhat etmişti. Şimdiye kadar böyle birisine rastlamadım" diye cevap vermiştir.362 H. J. Kissling, eş-Şekâik'te onun



356



357



Yâdigâr müellifi Mehmed Şemsüddin Bursa'daki dergâhta ilk postnigîn olarak Abdüllatîf Kudsî'yi göstermişse de, 355 dergâhın Kudsî'nin vefâtından sonra yaptırılmış olması bunun yanlışlığını ortaya koymaktadır. Ayrıca Bursa Vefeyâtı'nâa dergâhta ilk posta oturanın



3ÎS



359 360 354 355



Ahmet Paşa Dîvânı (nşr. Ali Nihat Tarlan), Ankara 1992, s. 41-42. Yâdigâr-ı Şemsî, s. 365.



361 362



Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; ayrıca bk. Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm, III, 1607. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; Güldeste, 98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. Yukarıda sözü edilen Rumeli'deki savaş sırasında Şeyh Tâcüddin'in mânevî yardımıyla galip geldiğine inanarak sefer sonrası şeyhin kabrinin üstüne türbe yaptırmıştır (bk. kaydedilen yerde). Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 249. Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmi', İstanbul 1 2 8 1 , 1 , 131. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 249.



Şeyh Sinan Halîfe diye bir halîfesinden bahsedildiğini363 belirterek, Süleyman Halîfe'nin irşad faaliyetinde bulunduğunu, yukarıdaki sözlerinin ise küskünlükten kaynaklanan bir mübâlağa olabileceğini ileri sürmüşse de, 364 Sinan Halîfe'nin şeyhi olduğu belirtilen Süleyman Halîfe'nin, söz konusu olan Zeyniyye şeyhi Süleyman Halîfe olduğu belli değildir. Tâcüddin Karamânî'nin bir diğer halîfesi Şeyh Kemâl Boyabatlıdır. Hayâtı ve faaliyetleri hakkında kaynaklarda bilgi bulunamamıştır. Taşköprîzâde, ulemâdan "İbnü'ş-şeyh" diye bilinen oğlu Mevlâ Abdullah vesilesiyle onun adını zikretmekte ve Şeyh Tâcüddin'in halîfelerinden biri olduğunu haber vermektedir.365 Oğlunun da müderrislikten emekli olduktan sonra tarîkat şeyhlerinin sohbetlerine katıldığını belirtmişse de intisâbından ve tarikatından söz etmemiştir.366 Tâcüddin Karamanî'nin bir başka halîfesi Bursalı Mevlâ Ayas (Ö.861/1457) Fâtih Sultan Mehmed'in küçüklüğünde hocalığını yapan önemli âlimlerdendir.367 Aynı zamanda hattat olduğu da belirtilmektedir.368 Şeyh Tâcüddin'den irşad için icâzet aldıktan sonra Bursa'da zamânmı ilim ve ibâdetle geçirdiği, özellikle mütâlaa ettiği kitapların kenarına notlar düşerek bir kısım hâşiyeler vücûda getirdiği kaydediliyor.369 Zeyniyye meşâyihi nezdinde "zamânın kutbu" olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.370 Yavuz Sultan Selim devri ricâlinden



363 364 365 366 367 368



369 370



bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 542. Kissling, Zejnîje Orden, s. 170. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 514. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 515. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 169; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 5 . Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul 1928, s. 133-134. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 169; Tâcü't-tevârîh, II, 495-496. eş-Şekâik'in iki ayrı yerinde (s. 170, 3 4 7 - 4 4 8 ) ve Tâcü't-tevârîh'te kaydedildiğine göre (II, 4 9 6 ) ileride bahsi gelecek olan Zeyniyye meşâyihinden Âşıkpaşazâde, beraberinde hacca götürdüğü müridlerinden Seyyid Velâyet'e, Arafat'ta imamın sağında bulunan kişinin zamanın kutbu olduğunu söylemiş ve "Bak bakalım o zâtın kim olduğunu tanıyabilecek misin?" demiştir. Seyyid Velâyet dikkatlice baktığında imamın sağında duran kişinin, o sene hacca gitmeyip Bursa'da kalmış olan Mevlâ Ayas olduğunu farketmiş.



"Bursa İmamı" diye bilinen Şeyh Muslihuddin Efendi'nin (ö. ?) seyru sülûkünü Mevlâ Ayaş'ın yanında tamamladığı belirtildiğine göre, 371 mürid yetiştirmekle de meşgul olduğu anlaşılmaktadır. Ancak onun vâsıtasıyla Zeyniyye'de ayrı bir silsilenin meydana gelip gelmediği tesbit edilememiştir. Müstakimzâde vefâtınm "kurretü'l-ayn" terkibinin delâlet ettiği 861 (1457) senesinde Bursa'da meydana geldiğini kaydetmektedir.372 a.



Hacı Halîfe (Abdullah Kastamonî, ö. Cemâziyelâhir 894/Mayıs 1489)



Hacı Halîfe diye bilinen Kastamonulu Şeyh Abdullah, Tâcüddin İbrâhim'den sonra Bursa Zeyniyye Dergâhı'nda makâmına oturmuş olan önemli halîfesidir.373 Şeyhin ismi ve lâkabı hakkında kaynaklarda bir ihtilaf bulunmamakla birlikte, Lâmiî Çelebi'nin adım "Abdullah b. Hacı" şeklinde,374 İsmâil Beliğ'in ise "Hacı Halîfe b. Vefâ" şeklinde kaydetmiş olması, 375 babasının ismi husûsunda ittifak olmadığını göstermektedir. Önce zâhir ilimlerini tahsil eden Hacı Halîfe, daha sonra Şeyh Tâcüddin'e intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girmiş ve sülûkünü tamamlayarak icâzet almıştır.376 Kaynaklarda alçak gönüllü, cömert, ilimle mârifeti şahsında birleştirmiş bir şahsiyet şeklinde takdim edilen şeyhin, rûyâ tâbirinde mâhir olduğu özellikle belirtilir. Bir kısım önemli meselelerde ilmiyye mensuplarının sık sık kendisine danışmaları, ayrıca ilm-i zâhirde de üstünlüğünü göstermektedir. Kendisiyle ilmî istişârelerde bulunanlar arasında, zamanın Bursa kadısı meşhur sahn müderrislerinden Kadızâde de [Mevlâ Kasım] vardır.377 Târihçi Hammer onu "hakîm mutasavvıf" vasfıyla 371 372 373



374 375 376



377



bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 2 9 . Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s. 134. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 - 2 4 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 9 - 5 3 0 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 77a; Güldeste, s. 99; Harîrîzâde, Tibyân, II, 107a; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 8 ; Vassâf, Sefîne, I, 266. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 556. Güldeste, s. 99. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 - 2 4 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 9 - 5 3 0 ; Güldeste, s. 99; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 368. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 , 5 5 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 1 - 2 4 3 ; Tâcü't-tevârîh, II, 530.



anmış ve irâde-i ilâhiyye ve cebir ile ilgili bir risâle kaleme aldığını belirtmiştir.378 -Küçüklüğünde babasıyla birlikte Hacı Halîfe'yi ziyâret edip elini öptüğünü belirten Lâmiî Çelebi, onun sözlerini bir dervişinin derlediğini bildirmekteyse de, 379 bu derlemenin günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. eş-Şekâik müellifi Taşköprîzâde'nin "Şöhreti ufukları tutan şeyh" diye tanıttığı Hacı Halîfe 380 ile birlikte Bursa'daki Zeyniyye hânkâhımn "Hacı Halîfe Zâviyesi" diye de anılmaya başlamış olması, 381 şeyhin şöhreti yanında etkisini de göstermesi bakımından önemlidir. Ancak buna rağmen hayâtı hakkında kaynaklarda pek fazla bilgi verilmemiştir. Mecdî'nin kaydına göre bir ara kâfir diyârında (isim zikredilmemiştir) esir edilip hapsedilmiş, bu sırada bir rahibin,müslüman olmasını sağlamıştır. Esâretten kurtulması ise, ülkenin ileri gelen âilelerinden birine mensup olduğu anlaşılan bir kızın derdine duâsıyla çare bulduğu için, âile fertlerinin yardımıyla gerçekleşmiştir.382 Hacı Halîfe'nin Bursa'daki dergâhtan başka Giresun'un Espiye ilçesine bağlı Tekke köyünde Yavuz Sultan Selim'in annesi Gülbahar Hâtun'un (ö.911/1505-06) desteğiyle kendi adına kurulan tekkede de 383 bir müddet faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Ancak burada hangi târihlerde şeyhlik yaptığı ve kendisinden sonra yerine kimin geçtiği tesbit edilememiştir. Tekkenin adının 929 (1523) târihli tapu 378 379 380 381



382 383



Hammer, III, 240. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 557. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 244; Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 109. Mecdî, s. 258. bk. Naci Yüngiil, "Giresun'un Espiye İlçesinde Yavuz Sultan Selim'in Te'sîs Ettiği Gülbahar Hâtûn Tekkesi Vakfına Âit Vesîkaların Değerlendirilmesi", VD, X V (1982), s. 106; Hâşim Karpuz, "Giresun'un Espiye İlçesine Bağlı Tekke Köyündeki Gülbahar Hâtûn 'Hacı Abdullah' Zâviyesine Bağlı Yapılar", VD, X V (1982), s. 117. Hâşim Karpuz kaydedilen makalesinde Hacı Abdullah Halîfe'nin Nakşibendiyye'ye mensup olduğunu belirtmişse de (s. 119), Nakşibendiyye'ye mensup Hacı Halîfe'nin [Menteşeli] başka bir zât olduğu ve Kanûnî Sultan Süleyman devrinde faaliyet gösterdiği bilinmektedir (bk. Öngören, Osmatıltlar'da Tasavvuf, s. 134-135).



defterinde "Hacı Abdullah Halîfe Zâviyesi" diye kaydedildiği halde, 950 (1543) târihli vakfiyede "Gülbahar Hâtûn Tekkesi" diye kaydedilerek, 384 Hacı Halîfe'ye ya da herhangi bir Zeyniyye şeyhine nisbet edilmemiş olması, buranın Zeyniyye ricâlinin tasarrufu altında devam edip etmediği husûsunda şüphe uyandırmaktadır. Hacı Halîfe Cemâziyelâhir 894 (Mayıs 1489) senesinde Bursa'da vefat etmiş ve şeyhi Tâcüddin İbrâhim Karamânî'nin yanına defnedilmiştir.385 Yanında yetişen çok sayıda mürîdi arasında sadrâzamlardan İbrâhim Paşa, kazaskerlerden Alâeddin Ali Fenârî, kadılardan Şüca' Çelebi, müderrislerden Mehmed Efendi ve üveysî-meşrep Rüstem Halîfe gibi şahsiyetlerin bulunması, Zeyniyye'nin bu dönemde halkın yanı sıra devlet ricâli ve ilmiye mensuplarının ileri gelenleri arasında da yayılmaya devam ettiğini göstermektedir. Hacı Halîfe'ye mürid olduğu bildirilen İbrâhim Paşa (Ö.905/1499), Sultan II. Bâyezid döneminde sadrâzamlığa kadar yükselmiş bir devlet adamı olup, Osmanlı Devleti'ne kuruluşundan îtibâren bir çok âlim ve devlet adamı yetiştirmiş olan Çandarlı âilesine mensuptur. Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin'e göre babası Sadrâzam Halil Paşa Fatih Sultan Mehmed tarafından azledildikten sonra İbrâhim Çelebi de kadılık vb. vazifelerden peyderpey azledilerek en düşük makam olan ihtisab eminliğine kadar indirilince devlet hizmetinden ayrıldı ve Hacı Halîfe'nin dergâhına intisap etti. Sâhip olduğu ihtişamdan sonra derviş lcıyâfetine bürünerek çok çetin riyâzetlere katlanması sebebiyle, aklını kaçırdığına dâir yayılan söylentiler Fâtih Sultan Mehmed'e kadar ulaşmıştı. Bir gün şeyhi Hacı Halîfe kendisini çağırdı ve İstanbul'a gidip Amasya kadılığını talep etmesini söyledi. Bunun üzerine başkente giden paşa, sultan tarafından çok güzel karşılanmış, ancak Amasya kadılığını talep etmesine çok şaşırmıştı. Zîra sultan daha yüksek bir mansıp talep etmesini bekliyordu. Hatta o sırada sultanın kendi kendine "Henüz aklı tam yerine gelmemiş" şek-



384 385



Yüngül, a.g.m., aynı yer. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 4 ; Tâcü't-tevârih, II, 530.



ünde mırıldandığı nakledilmektedir.386 Kadılık talebi yerine getirilen İbrâhim Efendi'yi Amasya'da sancak beyi Şehzâde Bâyezid karşıladı ve kendisine, "Bu görevi benim hâtırım için kabul ettiğini biliyorum" diyerek teşekkür etti. 387 Bâyezid'in bu şekilde teşekkür etmesinden, daha önce Hacı Halîfe ile görüştüğü ya da bir şekilde haberleştiği ve ondan bizzat İbrâhim Efendi'yi istediği anlaşılmaktadır. Bu olay aynı zamanda Hacı Halîfe ile şehzâdenin çok iyi ilişkiler içinde olduğunu da göstermektedir. Zaman sonra Bâyezid İstanbul'da tahta oturunca İbrâhim Efendi de İstanbul'a gitmiş ve devlet hizmetinde sadrazamlığa kadar yükselmiştir.388 Hacı Halîfe'ye intisap ettiği bildirilen Alâeddin Ali Fenârî (Ali Çelebi, ö. 903/1497 civârı) ise Fâtih Sultan Mehmed ve Sultan II. Bâyezid devirlerinde kazaskerlik yapmış olan önemli âlimlerdendir.389 Osmanlı Devleti'ne Çandarlı âilesi gibi bir çok ilmiye ricâli ve devlet adamı yetiştirmiş olan Fenârî âilesine mensup olup daha önce bahsi geçen Osmanlı'nın ilk şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin torunudur. Kaynakların ifâdesinden Hacı Halîfe'ye intisâbının resmî vazifelerinden ayrıldıktan sonra gerçekleştiği anlaşılmaktadır.390 Ancak onun II. Bâyezid döneminde (tahta geçişi: 886/1481) tâyin edildiği Rumeli Kazaskerliği'nde sekiz sene kaldığı391 dikkate alınırsa, bu vazifeden ay386



387 388 389



390



391



Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 0 3 - 2 0 4 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 1 2 - 5 1 4 . Münir Aktepe Îbrahîm Çelebi'nin Amasya'ya, o târihte adı geçen şehirde sancak beyi olan II. Bâyezid'in lalalığı için tâyin edildiğini belirtmekte ve bunun 1468 senesinde meydana geldiğini söylemektedir (Münir Aktepe, "Çandarlı İbrâhim Paşa", DİA, VIII, 214). Zikredilen bu târihe göre yukarıda kaydedilen hâdise Hacı Halîfe'nin Bursa'daki dergâhta posta oturduğu ilk sene meydana gelmiş demektir. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 0 4 - 2 0 5 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 1 4 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 0 5 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 1 4 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 181-182; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 2 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 2 7 8 - 2 7 9 ; Güldeste, s. 2 4 6 - 2 4 7 . bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 3 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 278-279. Kaynakların verdiği bilgilere dayanarak Hamdi Döndüren de onun resmî vazifelerinden sonra tasavvuf yoluna girdiğini belirtmiştir (Hamdi Döndüren, "Fenârî, Alâeddin", DİA, XII, 337). bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 2 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 278.



rılışmın en erken Hacı Halîfe'nin vefat ettiği 894 (1489) senesinde meydana geldiği ortaya çıkar. Bu durumda şeyhe hayâtının sonunda intisap ettiğini kabul etmek gerekecektir. Oysa aynı kaynaklarda ve ilâveten Nefehât Tercümesi'nde onun şeyhin denetiminde halvete girip çile çekerek tasavvufta belli bir merhale katettiği kaydedilmektedir. 392 O sebeple Fenârî'nin Hacı Halîfe'ye intisabı daha erken bir târihte ve muhtemelen, Fatih Sultan Mehmed tarafından getirildiği ilk kazaskerliğinden yine aynı pâdişâh tarafından azledildikten sonra 393 gerçekleşmiş olmalıdır. Hacı Halîfe'nin yanında yetişenlerden Şücâ Çelebi (Şeyh Şücâeddin İlyas ö. 914/1508) kadılık mesleğini bırakıp Hacı Halîfe'ye mürîd olanlardandır. Halk arasında "Niyâzî" diye tanınmıştır. Şeyhinden irşad için icâzet aldığı bildirilmekle birlikte nerede faaliyet gösterdiği kaydedilmemiştir. 914 senesinde Bursa'da vefat ettiği belirtilmektedir. 394 Mecdî Efendi bin adet gazelini ihtiva eden Türkçe bir divânını gördüğünü söylemektedir.395 Hacı Halîfe'nin ilmiyeden bir başka müridi Şeyh Mehmed Efendi (Ö.902 veya 903/1497-98) Fâtih Sultan Mehmed'in hocalarından meşhur Hocazâde'nin 396 oğludur. Önce zâhir ilimlerini tahsil edip babası hayatta iken Bursa'da müderris ve kadı olmuş, daha sonra ise tedrîsi ve kadılığı bırakıp Hacı Halîfe'ye intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girmiştir. Kaynaklarda Hacı Halîfe'ye ne zaman mürid olduğu ve hizmetinde ne kadar kaldığı belirtilmemiştir. Ancak "Şeyh Mehmed" diye anılmasından seyru sülûkünü tamamladığı anlaşılmaktadır. 397 Ayrıca Lâmiî Çelebi'nin çocukken babasıyla birlikte ziyâret ettiği Hacı Halîfe'den naklen kaydettiği bir rûyâ, Mehmed Efendi'nin



392



393



394



395 396 397



Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182, 2 4 2 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 3 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 2 7 8 - 2 7 9 . Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 181; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 2 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 2 7 8 ; Güldeste, s. 246. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 9 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. H O b - l l l a . Mecdî, s. 355. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 128; Tâcü't-tevârîh, II, 471. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 139; Tâcü't-tevârîh, II, 478.



şeyhe kaç yaşlarında iken intisap ettiği husûsunda ipucu vermektedir. Nakledildiğine göre Mehmed Efendi Hacı Halîfe'ye ^rûyâsında bir Frenk çocuğunun yirmi yedi sene bir kalede hapis yattığını gördüğünü anlatmış, Hacı Halîfe de rûyânın tâbiri sadedinde ona bulûğ çağına kaç yıl önce girdiğini hesaplamasını söylemiş, sonuçta Mehmed Efendi'nin tam yirmi yedi sene önce bulûğa erdiği anlaşılmış.398 Bu durumda onun şeyhe en az otuz beş yaşın üzerinde iken mürid olduğu anlaşılmaktadır. Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin'in kaydettiğine göre, Şeyh Mehmed daha sonra Bursa'dan Acem diyârına gitmiş ve orada vefât etmiştir.399 Hacı Halîfe'ye müntesip olan bir diğer önemli zât Rüstem Halîfe'dir (ö.917/1511). Göynüklü olmakla birlikte, muhtemelen Bursa'da ikâmet ettiği için "Bursevî" nisbesiyle anılmıştır. Hacı Halîfe'ye intisap etmiş olmakla birlikte esâsen üveysî-meşrep bir sûfî olduğu belirtilmektedir. Sohbetlerine katılan Lâmiî Çelebi'nin kaydettiğine göre, kendisine getirilen hediyelere mutlaka daha fazlasıyla mukabelede bulunan çok cömert bir zât idi. Zaman zaman Hızır'la (a.s.) görüştüğüne inanılmakta, hâlini gizlemek için sıbyan mektebinde Kur'an hocalığı yaptığı nakledilmektedir. Lâmiî Çelebi ayrıca bizzat müşâhede ettiği kerâmetlerini eserinde kaydetmiştir.400 Taşköprîzâde, şeriatı uygulamadaki hassâsiyetiyle tanınan Nebî Halîfe (ö.940/1534'den önce) ile 401 Bursa'da imamlık yaptığı belirtilen ve âlim, âbid, zâhid gibi vasıflarla anılan Şeyh Lütfullah Efendi'nin de (Lütfi Halîfe, ö. ?) Hacı Halîfe'nin yanında yetiştiğini kaydetmektedir.402 Ancak bu iki zât hakkında diğer kaynaklarda bilgi bulunamadığı gibi, seyru sülüklerini tamamladıktan sonra mürid yetiştirip yetiştirmedikleri de tesbit edilememiştir. Ayrıca yukarıda kaydedilenlerin yanı sıra Hacı Halîfe'ye intisap edip icâzet aldığı bildirilen



398 399 400



401 402



Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 557. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 139; Tâcü't-tevârîh, II, 478. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 2 - 5 6 3 ; ondan naklen Taşköprîzâde, eşŞekâik, s. 3 5 0 - 3 5 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 1 - 5 8 2 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. lOOb-lOlb. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 5 . bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 6 .



"Çelebi Halîfe" diye meşhur Cemâl Halvetî, Ö.899/1493-94, 403 daha sonra Halvetiyye tarikatına girmiş ve bu tarikata mensup birkaç şeyhin hizmetinde bulunduktan sonra en son Pîr Muhammed Erzincânî'den hilâfet almıştır.404 Dolayısıyla o Halvetiyye ricâlinden sayılmıştır.405 Yine, Hacı Halîfe'ye intisap etmek suretiyle tasavvuf yoluna girmiş olan Halim Çelebi'nin de (Mevlâ Abdülhalîm b. Ali, Ö.922/1516) esas yetişmesi, daha sonra Acem diyârında irşad halkasına girdiği Nakşibendiyye'den Şeyh Mahdûmî'nin yanında olduğu için, 406 o da Nakşibendiyye ricâlinden sayılmaktadır.407 Öte yandan H. J. Kissling'in eş-Şekâik'te zikri geçen Bekir Halîfe'yi 408 Hacı Halîfe'nin halîfelerinden biri olarak kaydetmesi yanlıştır.409 Zîra mezkûr kaynakta da açıkça görüldüğü gibi, orada ismi geçen Hacı Halîfe, Zeyniyye şeyhi değil, Nakşibendiyye ricâlinden olan Menteşeli Hacı Halîfe'dir.410 aa. Muhyiddin Esved ve Karaca Muhyiddin Zâviyesi Bursa'da Abdüllatîf Kudsî ile başlayan Zeyniyye silsilesi, ileride temas edileceği gibi, Hacı Halîfe'den sonra makâmına geçen Bolulu Çelebi vâsıtasıyla Zeyniyye Hânkâhı'nda devam etmiş olmakla birlikte, Hacı Halîfe'nin bir başka halîfesi Muhyiddin Esved (Muhyiddin Efendi Zeynî, Ö.925/1519) tarafından411 Karanfilli Bayır denilen yer403 404



405 406 407



408 409 410 411



Hulvî, Lemezât, s. 4 2 8 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 246b; Vassâf, Sefine, III, 230. bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 7 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 267-268;. Harîrîzâde, Tibyân, I, 246b-247a. bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 4 2 vd. Mecdî, s. 386; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 380. bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 143-144. Mehmed Akkuş'un, muhtemelen ilk intisâbma bakarak Halim Çelebi'yi Hacı Halîfe'nin müridleri arasında sayması (Mehmed Aklcuş, "Hacı Halîfe, Şeyh", DİA, X i y 476) doğru değildir. Ayrıca Abdülkerîm Abdülkâdiroğlu'nun Halim Çelebi'nin Hacı Halîfe'ye intisap ettiğini zikrettiği halde esas yetişmesinin Nakşibendiyye'den Şeyh Mahdûmî'nin yanında olduğunu belirtmemesi bir noksanlıktır (Abdülkerim Abdülkâdiroğlu, "Halîmî Çelebi", DİA, XV, 343). Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 5 3 6 - 5 3 7 . Kissling, Zejnîje Orden, s. 175. bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 135. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 161a; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 5 4 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 479. Baldırzâde şeyhin vefâtı için "Yavuz Sultan Selim devrinin



de bir başka Zeyniyye tekkesi daha kurulmuştur. Yâdigâr-ı Şemsî'de Karaca Muhyiddin Zâviyesi diye kaydedilen bu tekkede. Muhyiddin Efendi'den sonra yerine Hacı Halîfe'nin diğer bir halîfesi Şeyh Abdülganî Efendi (Ö.940/1533-34) geçmiş, 412 ondan sonra da posta Abdülganî Efendi'nin müderris oğlu Mehmed Çelebi (ö.?) oturmuştur.413 Seyru sülûkünü kimin yanında tamamladığı belirtilmeyen Mehmed Çelebi'den sonra bu tekkede irşad faaliyetinin devam edip etmediği bilinmemektedir. İsmâil Beliğ 1728 yılında son şeklini verdiği Güldeste'rim kenarına düştüğü kayıtta, adı geçen zâviyeden ve yanındaki mescidden o dönemde bir eser bulunmadığını beyan etmektedir.414 ab. Bolulu Çelebi (Şeyh Muhyiddin Mehmed, Ö.900/1494-95) Hacı Halîfe'den sonra Zeyniyye Dergâhı'nda makamına halîfesi Şeyh Muhyiddin Mehmed geçmiştir. "Bolulu Çelebi" diye tanınmasından Bolu'da doğduğu anlaşılan bu zâtın, önce zâhir ilimlerini tahsil ederek müderris olduğu, daha sonra ise tedrîsi bırakıp tasavvuf yoluna girdiği nakledilmektedir. Çok fazla cezbe ve istiğrâka sâhip olduğu belirtilir. Kabri şeyhi Hacı Halîfe'nin yakınındadır.415 Hilâfet ver-



412



413



414 415



sonları" derken Tabibzâde 925 (1519) târihini vermiştir ki, bu, Baldırzâde'nin kaydına uygun düşmektedir. Yâdigâr'da ise "Sultan Bâyezid devri sonlarında" denildikten sonra 911 (1505) senesi zikredilmiştir. Yâdigâr-t Şemsî, s. 4 7 9 ; ayrıca bk. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 124b; Güldeste, s. İ 7 1 - 1 7 2 . Abdülganî Efendi, Baldırzâde Vefeyâtnâme'sinin kullandığımız Esad Efendi nüshasında (Süleymâniye Kütüphânesi, nr. 1 3 8 1 , vr.l24b) istinsah hatası olarak Abdünnebî şeklinde kaydedilmiştir. Ancak Âşir Efendi nüshasında (Süleymâniye Kütüphânesi, nr. 265, vr. 109a) Abdülganî şeklinde kayıtlıdır. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 125a; Güldeste, s. 172; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 479. Tabibzâde Silsilenâme'de Mehmed Çelebi'nin babasını "Abdülganî" yerine "Abdünnebî" şeklinde kaydetmişse de, bunun yukarıda işâret ettiğimiz Baldırzâde Vefeyâtnâme'sinin hatalı nüshasından (Esad Efendi, 1381) veyâ Hacı Halîfe'nin yukarıda zikri geçen Nebî Halîfe isimli halîfesiyle karıştırılmasından kaynaklanmış olması muhtemeldir. Güldeste, s. 172. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 9 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 ; Güldeste, s. 100; Yâdigâr-t Şemsî, s. 3 6 9 ; ayrıca bk. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Atâî, s. 6 3 - 6 4 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 154b; Vassâf, Sefîne, I, 266.' Bolulu Çelebi'nin vefât târihi eş-Şekâik'te Hicrî 9 0 0 , Tâcü't-tevârîh'te 900'ün



diği zâtlardan birisi Hacı Halîfe'nin yeğeni olup küçük yaşta Hacı Halîfe'ye intisap ettiği anlaşılan ve aynı zamanda Taşköprîzâde'nin dayısı olan müderrislerden Mevlânâ Abdurrahman b. Seyyid Yûsuf'dur (Kuşçu Abdî Çelebi, Ö.954/1547). 416 Ancak Mevlânâ Abdurrahman'm mürid yetiştirdiğine dâir herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Bolulu Çelebi'den (Şeyh Muhyiddin Mehmed, Ö.900/1494-95) sonra Zeyniyye Hankâhı'nda posta Safiyyüddin Halîfe (Şeyh Safiyyüddin Mustafa, Ö.919/1513) oturmuştur.417 Çankırı'da dünyaya gelen Safiyyüddin Halîfe'nin, Hz. Ebû Bekir'in neslinden olduğu rivâyet edilir. Bursa'da II. Murad Medresesi'nde okumakta iken hocası Fenârîzâde Ali Efendi'nin (Alâeddin Ali Fenârî, Ö.903/1497 civârı) Bursa kadılığına getirilmesi üzerine medreseden ayrılarak,418 o zaman Zeyniyye Dergâhı'nda postnişîn olan Hacı Halîfe'ye (Ö.894/1489) intisap etti. İrşad iznini ise Hacı Halîfe'den sonra makamına geçen halîfesi Bolulu Çelebi'den almıştır.419 Safiyyüddin Halîfe adı geçen tekkede 919 (1513) yılında meydana gelen vefâtına kadar yirmi sene gibi uzun bir müddet irşad faaliyetinde bulundu.420 Yetiştirip hilâfet



416



417



418 419



420



başı şeklinde kaydedilmiş, sonraki kaynaklardan Güldeste ile Yâdigâr-ı Şemsî'899 olarak kaydedilmiştir (bk. zikredilen yerlerde). bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 5 ; Mecdî, s. 2 5 8 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. Mevlânâ Abdurrahman'ın küçük yaşta Hacı Halîfe'nin dergâhına intisap ettiği eş-Şekâik'in kaydından anlaşılıyor. Bolulu Çelebi'den hilâfet aldığı ise Tabibzâde'nin Silsilenâmesi'nde görülmektedir (bk. zikredilen yerler). Taşköprîzâde'nin dayısı olan Mevlânâ Abdurrahman'ın Hacı Halîfe'nin kızkardeşinin oğlu olduğunu ise Baldırzâde Mehmed ile (Vefeyânâme, vr. 121b) İsmâil Beliğ haber vermektedir (Güldeste, 284-285). Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 0 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Atâî, s. 64; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 115b-116a; Güldeste, s. 101; Yadigâr-ı Şemsî, s. 3 6 9 ; Vassâf, Sefîne, I, 266. Güldeste, s. 101. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 0 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 115b-116a; Güldeste, s. 101; Yadigâr-ı Şemsî, s. 3 6 9 ; Vassâf, Sefîne, I, 266. İsmâil Beliğ Güldeste'Ae. Safiyyüddin Halîfe'nin 899 yılında posta oturup yirmi sene irşad faaliyetinde bulunduğunu kaydettiği halde, şeyhin vefâtının 9 2 9 (1523) yılında meydana geldiğini belirtmektedir (s. 100-101). Oysa kaydedilen irşad müddetine göre vefâtının eş-Şekâik'te zikredildiği gibi (s. 350) 919 olması gerekir.



verdiği zâtlardan birisi, Ferecik'te babası Şeyh Sinan tarafından kurulan tekkede posta oturan Şeyh Ali b. Sinan'dır (Ö.970/1562-63). 421 Devrin diğer meşâyihi gibi, hem zâhirî hem de bâtını ilimlere vâkıf olan ve aynı zamanda hüsn-i hatta da mahâreti olduğu bildirilen Şeyh Safiyyüddin'den sonra tekkenin meşîhati, şeyhin vasiyyetine binâen Hacı Halîfe'den icâzetli Hocazâde Muslihuddin Efendi'ye (Şeyh Muslihuddin Mustafa, ö.930'lu yıllarda/1524-1534) geçmişse de, yoğun bir vecd ve istiğrak hâli yaşayan Hocazâde altı ay gibi kısa bir süre sonra makamını Tosyalı Şeyh Nasuh Efendi'ye (Ö.923 veya 924/1517-1518) bırakarak Kudüs'e gitmiş ve orada vefat etmiştir.422 Tosyalı Nasuh Efendi 423 seyru sülûkünü Şeyh Tâcüddin İbrâhim Karamânî'nin (Ö.872/1467-68) yanında tamamlayıp hilâfet alan âlimlerdendir. Aynı zamanda hattat ve şâirdir.424 Risâletü'l-edviyye fî tarîkati's-sûfiyye425 ile mürîdin mürşidine karşı davranışları ve tarîkat âdâbmdan bahseden küçük Risâletü'l-edebiyye isimli eserleri kaleme almıştır.426 Mezkûr tekkede üç sene kadar faaliyet gösterdikten sonra 421 422



423



424 425



426



Atâî, s. 80. ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 4 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a-b; ayrıca bk. Atâî, s. 64; eş-Şekâik'in bir başka yerinde (s. 429), Güldeste'de (s. 101) ve Yâdigâr-ı Şemsî'de (s. 3 6 9 - 3 7 0 ) Hocazâde'den bahsedilmeksizin Safiyyüddin Halîfe'den sonra irşad postuna Nasuh Efendi'nin oturduğu kaydedilmiştir. îsmâil Beliğ,'Nasuh Efendi'nin Tus şehrinden olduğunu belirtmiş (Güldeste, s. 1 0 1 , 1 0 3 ) ve muhtemelen ona dayanan Tabibzâde de şeyh için "Tûsî" nisbesini kullanmıştır (Silsilenâme, s. 54). Ancak bunun "Tosya" ile "Tus" karıştırilarak yanlışlıkla yazıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Mehmed b. Sa'dî onun Tosyalı olduğunu açıkça belirtmektedir (Bursa Vefeyâtı, vr. 4a-b). Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 2 9 ; Kissling, Zejnîje Orden, s. 172. Keşfü'z-zunûn, I, 844; Osmanlı Müellifleri, I, 113. Eser Osmanlı Müelliflerinde Risâletü'l-edviyye fî tarîkati'l-Muhammediyye şeklinde kaydedilmiştir. Süleymâniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 818'de bulunan bir buçuk varaklık (vr. 122b-123b) bu eser, Osmanlı Müellifleri'nde Risâletü'l-âdâbiyye şeklinde kaydedilmişse de (I, 113), müellifi eserin başında adını Risâletü'l-edebiyye olarak kaydetmektedir. Nasuh Efendi'nin oğlu Abdülmecid Efendi de ulemâdan olup Arapça ve Türkçe manzum ve mensur olmak üzere bir çok eser kaleme almıştır. Süleymâniye Kütüphânesi'nin Şehid Ali Paşa bölümü (nr. 272, vr. lb-98b) ile Reşid Efendi bölümünde (mecmûa, nr. 1019, vr. lb-26a;



makamını halîfesi Muallimzâde Mustafa Efendi'ye (Şeyh Muslihuddin Mustafa el-Edhemî, Ö.930 veya 933/1527) 427 bırakarak memleketine gitmiş ve orada vefat etmiştir.428 Bursa Vefeyâtt'nda kaydedildiğine göre Nasuh Efendi, beş vakit namazdan sonra okunan evrâdın tesiriyle aşkı gâlib geldiği için kendi isteğiyle makamından ayrılmak istediğinde, dervişlerden bir kısmı yerine Muallimzâde Mustafa Efendi'nin geçmesini isterken, diğer bir kısmı da Tireli Mustafa Halîfe'nin geçmesini istemişlerdir. Bunun üzerine Nasuh Efendi dervişlerin istihâreye yatmalarını söylemiş, görülen rûyâ üzerine makamını Muallimzâde'ye bırakmıştır. Mustafa Halîfe'yi ise icâzetle memleketi Tire'ye gönderdiği kaydedilmektedir. 429 Mehmed b. Sa'dî'nin (ö. 1040/1630) "Hâlen ol diyarda Zeyniyye'ye mensup zâviyesi... evlâdı elindedir. Meşhur ve müteârif makamdır" şeklindeki ifâdesinden Mustafa Halîfe'nin burada kurduğu zâviyenin XVII. asrın ilk yarısında faal olduğu anlaşılmaktaysa da, 430 Mustafa Halîfe'den sonra bura31b-59b; 61b-73b; 95a-106b) bâzı sûre ve âyetlerin Arapça tefsîrleri, yine Reşid Efendi bölümü, nr. 136'da Kırk Hadis Şerhi (31 varak), aynı bölüm, nr. 592'de Türkçe kısmen manzum Esmâü'l-hüsnâ Şerhi (94 varak) bulunmaktadır. Akıl, ilim, amel, hikmet, tıb, insan, Kur'an vb. muhtelif konuları ele aldığı Ravzatü'l-ezhâr ve cennetü'l-esmâr isimli Arapça eserin bir nüshası adı geçen kütüphânenin Şehid Ali Paşa bölümünde (nr. 1481, 3 2 2 varak), bir başka nüshası da Esad Efendi bölümündedir (nr. 1416, 2 6 9 varak). Yine muhtelif konuları ele aldığı Kıyâfetnâme isimli Türkçe kısmen manzum eseri ise Hafid Efendi bölümünde bulunmaktadır (nr. 4 7 9 , vr. 149a-166b). 427



Muallimzâde'nin vefat târihi eş-Şekâik'te kırklı yıllar olarak kaydedilmişse de (s. 435), doğruya daha yakın olanı Baldırzâde ile Belîğ'in verdiği 9 3 0 (Vefeyâtnâme, vr. 155a-b; Güldeste, s. 102) vaya Atâî'nin verdiği 933 târihidir (s. 173). Zîra Muallimzâde'den sonra irşad postuna geçen Emîr Ali'nin vefâtı Güldeste'de 938 olarak (s. 103), eş-Şekâik'te ise 9 4 0 civârı diye geçmektedir ki (s. 436), bu târihler Güldeste' nin veya Atâî'nin verdiği târihi destekler mâhiyettedir.



428



Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 120b, 155a-b; Güldeste, s. 101; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 370. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4b. Rivâyete göre îstihâreye yatan dervişler rûyâlarında Muallimzâde Mustafa Efendi'yi hokkabazlık ederken görmüşler. Ertesi gün bunu Nasuh Efendi'ye anlattıklarında, şeyhden "Seccâde hokkabazındır" cevâbını almışlar (a.g.e., aynı yer). Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4b.



429



430



da kimlerin irşad postuna oturduğu bilinmemektedir. Nasuh Efendi'nin Bursa'daki dergâhta yerine geçen Muallimzâde Mustafa Efendi Manisa'da dünyaya gelmiştir.431 Babasının adı Yûsuf olup, 432 nesli İbrâhim b. Edhem'e dayanmaktadır.433 Zâhir ilimlerini tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna girmiş, aynı zamanda iyi bir kırâat âlimi olarak tanınmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'i yedi, hatta on kırâat üzere okuduğu kaydedilir. Kırk sene hatimle terâvih namazı kıldırdığı gelen rivâyetler arasındadır. Hacı Halîfe ve Şeyh Vefâ'nın sohbetlerine katılmış,434 ancak irşad iznini Nasuh Efendi'den almıştır.435 Vefâtına kadar bu tekkede faaliyet gösteren Muallimzâde'nin yetiştirdikleri arasında, Zeyniyye Hânkâhı'nın yanındaki mescidi câmîye çevirdiği daha önce belirtilen oğlu Kazasker Ahmed Efendi de bulunmaktadır. 436 Muallimzâde'den sonra posta, Nasuh Efendi'nin diğer halîfesi Şeyh Emir Ali (Seyyid Ali Efendi, Ö.938/1531-32) oturmuştur.437 Seyyid Celâleddin Kirmânî neslinden olduğu bildirilen Emir Ali, tasavvuf yoluna girmeden önce ilmini ikmâl edip müderris olmuştu. Muhtelif medreselerde müderrislik yaptıktan sonra emekli olmuş ve Tosyalı Şeyh Nasuh Efendi'ye intisap ederek seyru sülûkünü tamamlamıştır.438 Baldırzâde'ye göre, icâzet aldıktan sonra Nasuh Efendi'nin arzusuyla Tosya'ya gidip bir müddet orada da faaliyet göster-



miştir.439 Babası Seyyid Hüseyin Efendi'nin de Emir Sultan Dergâhı'na müntesip olduğu belirtilmektedir.440 Emir Ali'nin yanında yetişenlerden biri "Kara Abdurrahman" diye bilinen Konyalı Mevlâ Abdurrahman b. Mustafa'dır (ö. Şevval 976/Nisan 1569). Kırâat ve tecvid ilmine vâkıf, mûsikî ilminde dönemin tanınmış kişilerinden olduğu bildirilen Mevlâ Abdurrahman aynı zamanda şeyhi Emir Ali'ye dâmad da olmuştur. Bursa'daki dergahta seyru sülûküne devam ile birlikte ilm-i zâhir tahsîlini sürdürmüş, girdiği devlet hizmetinde adım adım yükselerek Sahn müderrisliğine kadar çıkmıştır.441 Emir Ali'nin 938'de (1531-32) vefâtından sonra irşad postuna halîfesi Şeyh Mehmed Çelebi (Ö.969/1561-62) oturmuştur. Mehmed Çelebi ile birlikte Zeyniyye Hânkâhı'nın meşîhati 1171 (1758) senesine kadar Hicrî sene hesabıyla tam 233 yıl yukarıda adı geçen Safiyyüddin Halîfe'nin evlâdı elinde kalmıştır. Hz. Ebû Bekir neslinden gelen bu âilenin yetiştirdiği on kadar şeyh, belirtilen târihler arasında dergâhta irşad faaliyetini sürdürmüştür. Yâdigâr-ı Şemsî'nin kaydına göre bunların isimleri ve meşîhat yılları şöyledir: 442 Şeyh Mehmed Çelebi (938-969) Şeyh Abdülaziz Efendi (969-996) Şeyh Abdullah Efendi (996-1006) Şeyh Mehmed b. Abdullah (1006-1018) Şeyh Mehmed b. Sa'dî (1018-1040)



431 432 433 434 435



436 437



438



Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a; Güldeste, s. 102; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a. Atâî, s. 173; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 4 - 4 3 5 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 4 ; Güldeste, s. 102; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370. Sefîne'de hilâfeti Hacı Halîfe'den aldığı kaydedilmişse de (I, 2 6 7 ) , târihî açıdan diğer kaynakların kayıtları akla daha yakındır. Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 6 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 120b; Güldeste, s. 1 0 2 - 1 0 3 ; Yâdigâr-t Şemsî, s. 3 7 0 - 3 7 1 ; Vassâf, Sefîne', I, 267. eş-Şekâik'te Emir Ali'nin vefâtı için " 9 4 0 civârı" şeklinde kesin olmayan bir târih verildiği için, Güldeste ve Yâdigâr'm kaydettiği 9 3 8 târihi tercih edilmiştir. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 6 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 107a; Güldeste, s. 102-103; Yâdigâr-t Şemsî, s. 3 7 0 - 3 7 1 .



439



440 441 442



Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 107a. Atâî, Halvetiyye ricâlinden olduğunu belirttiği Tosyalı Nasuh Efendi'nin Boyabatlı Şeyh Sinan (Ö.976/1568) diye bir halîfesinden söz etmektedir (Atâî, s. 199). H. J. Kissling Atâî'nin burada Nasuh Efendi'yi yanlışlıkla Halvetiyye tarikatına nisbet ettiğini, esasen onun yukarıda zikri geçen Zeyniyye şeyhi Tosyalı Nasuh Efendi olduğunu, dolayısıyla Boyabatlı Şeyh Sinan'ın da Zeyniyye'ye mensup olması gerektiğini ileri sürmüştür (Kissling, Zejnîje Orden, s. 172). Adı geçen Şeyh Sinan, Atâî'nin belirttiğine göre, şeyhinden icâzet aldıktan sonra Gezencik köyünde bir zâviye kurmuş ve burada irşad faaliyetini sürdürmüştür (Atâî, aynı yer). Yâdigâr-ı Şemsî, s. 370. Atâî, s. 121-122. Yâdigâr-ı Şemsî, s. 371-374.



Şeyh Kemâl[eddin] Efendi (1040-1076) Şeyh "Mehmed b. Kemâl (1076-1091) Şeyh Mehmed b. Mehmed (1091-1135) Şeyh Sa'deddin Efendi (1135-1157) Şeyh Mustafa Efendi (1157-1171) Şeyh Mehmed Çelebi, Safiyyüddin Halîfe'nin oğludur. Önce asrın ileri gelen âlimlerinden zâhir ilimlerini tahsil etmiş, sonra ilmiye mesleğini bırakarak, yukarıda bahsi geçen Muallimzâde'ye intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girmiştir. Bir müddet Muallimzâde'nin dergâhında kalan Mehmed Çelebi, daha sonra Emir Ali Efendi'nin yanında seyru sülûkünü tamamlamıştır. Mehmed Çelebi'den sonra makamına, küçük birâderi Şeyh Abdülaziz Efendi (Ö.996/1588) geçmiştir. Abdülaziz Efendi de ağabeyi gibi tasavvuf yoluna girmeden önce zâhirî ilimleri ikmâl etmiş ve müderris olmuştu.443 Seyru sülûkünü ağabeyi Mehmed Çelebi'nin yanında tamamladığı anlaşılmaktadır.444 Güldeste müellifinin "Umdetü'l-meşâyîh" diye vasıflandırdığı Şeyh Abdülaziz Efendi'ye 445 mürid olanlardan biri, "Vahidî" diye tanınan Abdülvâhid b. Süleyman Çelebi b. Kara Dâvud'dur (ö.?). Abdülvâhid Efendi'nin ilmiye mesleğinden ayrılıp tasavvuf yoluna girdiği belirtilmektedir.446 Abdülaziz Efendi'nin yanında yetişenlerden bir diğeri ise, Şeyhî ve Tabibzâde'nin kayıtlarına göre Şeyh Abdülganî



443



Atâî, 7 5 - 7 6 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 131a-b; Güldeste, s. 103-104; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370-371. Atâî, Mehmed Çelebi'nin vefat târihi için " 9 7 0 civârı", Abdülaziz Efendi'nin vefâtı için ise " 9 9 0 civârı" şeklinde kesin olmayan ifâdeler kullandığı için, diğer kaynaklardan Güldeste ve Yâdigâr'm kaydettiği birincisi için 969, ikincisi için 9 9 6 târihleri tercih edilmiştir.



444



Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyiu'lfuzalâ (nşr. Abdülkâdir Özcan), İstanbul 1989, III, 53. Baldırzâde Vefeyâtnâme' sinin Âşir Efendi nüshasında (nr. 265) Safiyyüddin Halîfe'nin bir başka oğlu Abdüllatîf Efendi kaydedilmiş (vr. 112a) ve hâmişinde onun da Zeyniyye'ye müntesip olduğu belirtilmiştir. Güldeste, s. 5 1 7 . Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 139b; Güldeste, s. 5 1 7 ; ayrıca bk. Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54.



44s 446



Efendi'dir (Ö.1020/1611). 447 Güldeste ve Yâdigaf da ise Abdülganî Efendi'nin Bilecik'te bulunan Zeyniyye şeyhi Resul Efendi'nin yanında sülûkünü ikmâl ettiği ve ardından Bursa'ya gelerek Ali Paşa Tekkesi olarak da bilinen Kasım Subaşı Zâviyesi'nde posta oturduğu belirtilmiştir.448 Abdülganî Efendi'den sonra adı geçen zâviyede irşad postuna dâmâdı ve halîfesi Ankaralı Ahmed Kilîmî'nin (ö. Ramazan 1057/ Ekim 1647) oturduğu husûsunda ise kaynaklar ittifak halindedir. 449 Tasavvuf yoluna girmeden önce zâhir ilimlerini tahsil ettiği belirtilen Ahmed Kilîmî'den sonra mezkûr tekkenin tasarrufu Zeyniyye ricâlinin elinden çıkarak başka tarîkat mensuplarının eline geçmiş,450 belli bir zaman sonra binâsı da ortadan kalkmıştır. İsmâil Beliğ 1728 yılında son şeklini verdiği eseri Güldeste'nin kenarına düştüğü zâviye ile ilgili notta "Elyevm binâdan eser yoktur" demektedir.451 Şeyh Abdülaziz Efendi'den sonra makamına Şeyh Mehmed Çelebi'nin oğlu Şeyh Abdullah Efendi (5.1006/1597-98) oturmuştur.452 Abdullah Efendi tarîkat icâzetini, Vekâyiu'1-fuzalâ'nin kaydından anlaşıldığına göre, , babası Mehmed Çelebi'den almıştır.453 Abdullah Efendi'den sonra irşad postuna oğlu Şeyh Mehmed Efendi (Mehmed b. Abdullah, 5.1018/1609) geçmiştir.454 Mehmed b. Abdullah'ın da 447 448



449



450 451 452



453 454



Şeyhî, s. 53; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. Güldeste, s. 183; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 4 6 4 ; ayrıca bk. Vassâf, Sefine, I, 267. Mehmed Süreyya Bey ise onun Resul Efendi'nin yanında sülûkünü tamamladıktan sonra Ali Paşa yakınında bulunan Zeynîlere âit Sabûrî Tekkesi'nde posta oturduğunu belirtmektedir (Sicill-i Osmânî, III, 341). Adı geçen bu tekkenin Kasım Subaşı Tekkesi'nin bir başka adı mı? yoksa tamamen ayrı bir tekke mi? olduğu husûsu tam anlaşılamamıştır. Mehmed Süreyya ayrıca Abdülganî Efendi'nin Amasyalı olduğunu ve vefâtının 1028'de (1619) meydana geldiğini belirtmiştir. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 57a-b; Güldeste, s. 183; Şeyhî, s. 149; Yâdigârı Şemsî, s. 464. bk. Güldeste, s. 184; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 464-465. Güldeste, s. 183. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 139b140a; Güldeste, s. 105; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372. Şeyhî, s. 53. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 121a, 182a-b; Güldeste, s. 105-106; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372.



hilâfeti babasından aldığı anlaşılmaktadır.455 Ondan sonra seccâdeye bir başka Şeyh Mehmed (Mehmed b. Sa'dî Hoca, ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) oturmuştur. Mehmed b. Sa'dî, Menâkıb-t Zeyniyye adıyla da bilinen küçük risâlesi Bursa Vefeyâtı'nda kendisinden önce Bursa Hânkâhı'nda posta oturan şeyhleri kaydetmiş, kendisinin de Safiyyüddin Halîfe'nin akrabâsından olduğunu ve Şeyh Mehmed b. Abdullah'tan sonra dergâhın meşîhatini üstlendiğini belirtmiştir.456 Güldeste, Vekâyiu'l-fuzalâ ve Yâdigâr gibi kaynaklarda onun bir önceki şeyh Mehmed b. Abdullah'ın yanında yetiştiği kaydedilmişse de, 457 bu doğru değildir. Şeyhin kendisi yukarıda zikredilen eserinde, daha önce adı geçen Şeyh Abdülaziz Efendi'ye intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna girdiğini, ayrıca ilim mesleğinde ilerleyerek müderris ve kadı olduğunu, Şeyh Mehmed b. Abdullah'ın 1018'de meydana gelen vefâtı üzerine Zeyniyye mensuplarının talebi ile kadılıktan ayrılıp İstanbul'da Şeyh Vefâ Zâviyesi'nde postnişîn olan Şeyh Ahmed Efendi'nin yanında tecdîd-i tövbe ederek icâzet aldıktan sonra Bursa'daki dergâhta irşad postuna oturduğunu kaydetmiştir.458 Şeyh Mehmed b. Sa'dî'den sonra yerine oğlu Şeyh Kemâl/Kemâleddin Efendi (ö. 29 Şâbân 1076/6 Mart 1666) geçti. Babası gibi kadılıktan vazgeçip tekkenin meşîhatini üstlenen Kemâl Efendi'nin, 459 açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte, irşad icâzetini babasından aldığı anlaşılmaktadır. Kemâl Efendi'den sonra meşîhat silsilesi babadan oğula intikal ederek şu şekilde devam etmiştir: Şeyh Mehmed (Mehmed b. Kemâl, ö. 17 Zilkade 1091/9 Aralık 1680) > Şeyh Mehmed (Mehmed b. Mehmed b. Kemal, Ö.1135/1723) 460 > Şeyh Sa'deddin (Sa'deddin b. Mehmed, Ö.1157/1744). 461 Şeyh Sa'deddin'den sonra



yerine geçen kardeşi Şeyh Mustafa Efendi (Ö.1171/1758) 462 dergâhın meşîhatini üstlenen Şeyh Safiyyüddin Halîfe âilesine mensup Son şeyhdir. Mustafa Efendi'den sonra posta oturup vefâtına kadar Hicrî sene hesâbıyla on sekiz sene irşad faaliyetini sürdüren Şeyh Ahmed Efendi'nin (Ö.1189/1775)463 icâzeti kimden aldığı belirtilmemiştir. Yâdigâr müellifinin kayıtlarından anlaşıldığına göre, Ahmed Efendi'den sonra Bursa'daki Zeyniyye Dergâhı'nın kontrolü Zeyniyye ricâlinden çıkarak başka tarîkat mensuplarının eline geçmiştir.464 7 Safer 1175'te (7 Eylül 1761) Ahmed Efendi zamanında câmî, türbe ve şeyh odası ile birlikte elden geçirilerek tamir edilen zâviye,465 1925'te tekke ve zâviyelerin ilgasından sonra harap olmuş ve 1934 yılında Vakıflar idâresi tarafından yıkılarak ortadan kaldırılmıştır.466 Yukarıda kaydedilenlerden başka Bursa Orhaneli'de de (Atranos) Zeyniyye'ye mahsus bir zâviyenin olduğu görülmektedir. XIX. asrın ortalarına doğru buranın meşîhatini bir süre Şeyh Hacı Ali Baba (Ö.1264/1848) üstlenmiştir.467 Ancak zâviyenin kim tarafından ve ne zaman kurulduğu, burada kimlerin faaliyet gösterdiği tesbit olunamamıştır. Ayrıca Lemezât-ı Hulviyye'de Akkirman'dan Bursa'ya gelip burada Emir Sultan tarîkine girdiği, sonra Edhemîler'e katıldığı, ardından da Bektâşîler'den el alıp mezkûr şehirde dergâhını kurduğu belirtilen Ramazan Baba'mn (Ö.1010/1601-02), 468 aynı zamanda Zeyniyye tarîkatından da icâzet aldığı belirtilmiştir.469 Yâdigâr'da



461 455 456 457



458 459 460



Şeyhî, s. 53. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. Güldeste, s. 106; Şeyhî, s. 58; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372. Vekâyiu'l-fuzalâ'da ismi Şeyh Mehmed Kâdî Burûsevî şeklinde kaydedilmiştir (Şeyhî, s. 53). Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. Güldeste, s. 1 0 6 - 1 0 7 ; Şeyhî, s. 5 6 2 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 373. Güldeste, s. 107; Şeyhî, s. 5 7 6 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 373. Şeyh Mehmed b. Kemâl'in, babasının yanında yetiştiğini Şeyhî kaydetmiştir (bk. aynı yer). Şeyh Mehmed b. Mehmed'in, babasından icâzet aldığım ise Yâdigâr haber vermektedir (bk. aynı yer). Şeyh Mehmed b. Kemal döneminde zâviye, câmî,



462 463 464



465 466 467 468 469



türbe ve derviş odalarının esaslı bir tamirden geçtiği ve bu iş için 62.533 akçe harcandığı nakledilmektedir (bk. Ayverdi, Osmanlı Mîmârisi, s. 3 5 2 ; Hasan Basri Öcalan, Bursa'da Tasavvuf Kültürü P