Temel Histoloji Atlas [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

tem el



Çeviri Editörleri



Luiz C a r l o s JUNQUEIRA



Prof. Dr. Yener Aytekin



Jose CARNEIRO



Doç. Dr. Seyhun Solakoğlu



tıp kitabevleri



I



. '



tem el T e x t & A tla s Luiz Carlos Junqueira, MD, PhD



Jose Carneiro, MD, PhD



Professor Emeritus Medical School University o f Sdo Paulo S5o Paulo, Brazil Honorary Research Associate in Biology Harvard University Boston, Massachusetts Formerly Research Associate University o f Chicago Medical School Chicago, Illinois Honorary Member American Association o f Anatomists Emeritus Member American Society o f Cell Biology



Professor Emeritus Institute of Biomedical Sciences University ofSâo Paulo Sao Paulo, Brazil Formerly Research Associate Department o f Anatomy McGill University Medical School Montreal, Canada Formerly Visiting Associate Professor Deportment o f Anatomy University o f Virginia Medical School Charlottesville, Virginia



Çeviri Editörleri: Prof. Dr. Yener Aytekin



Doç. Dr. Seyhun Solakoğlu



Istanbul Üniversitesi Istanbul Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji ABD



İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji ABD



NOBEL TIP KITABEVLERI



© 2006 NOBEL TIP KİTABEVLERİ Tem el H istoloji Çeviri Editörleri: Prof. Dr. Y e n e r Aytekin, D o ç. Dr. Seyhun Solakoğlu ISBN: 975-4 2 0 -4 6 7 -5 Basic Histology, Tenth Edition, 2003 Luiz Carlos Junqueira, MD, PhD Jo se Carneiro, MD, PhD ISBN: 0-07-141365-0 McGraw-Hill Companies Bu kitabın Türkçeye çeviri hakkı McGraw-Hill Companies tarafından NOBEL TIP KİTABEVLERİ'ne verilmiştir. 5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri yasası gereği herhangi bir bölümü, resmi veya yazısı, yazarların ve yayınlayıcısının yazılı izni alınmadan tekrarlanam az, basılamaz, kopyası çıkarılamaz, fotokopisi alınamaz veya kopya anlamı taşı­ yabilecek hiçbir işlem yapılamaz.



NOBEL TIP KİTABEVLERİ LTD. ŞTİ. Merkez: Millet Cad. No:111 Çapa-İstanbul Tel: (0212) 632 83 33 Fax: (0212) 587 02 17



Şube: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Karşısı Cerrahpaşa-İstanbul Tel: (0212) 586 17 58



Şube: Kadıköy Rıhtım Cad. Derya İş Merkezi No: 7 Kadıköy-İstanbul Tel: (0216) 336 60 08 Fax: (0216) 345 58 25



Ankara: MN Medikal & Nobel Tıp Kitabevi Halk Sok. No: 5 Sıhhiye-Ankara Tel: (0312) 431 16 33 Fax: (0312) 432 21 85 İzmir: Güven & Nobel Tıp Kitabevi 168. Sok. No: 10/1 Bornova-İzmir Tel: (0232) 339 16 96 Fax: (0232) 339 17 54 İzmir: Güven & Nobel Tıp Kitabevi SSK İş Hanı P/36 Konak-izmir Tel: (0232) 425 27 58 Fax: (0232) 483 57 02



Bursa: Güneş & Nobel Tıp Kitabevi Altıparmak Cad. Burç Pasajı, Bursa Tel/Fax: (0224) 224 60 21 Adana: Nobel Tıp Kitabevi Adnan Kahveci Bulvarı 31/C Adana Tel: (0322) 233 00 29 Fax: (0322) 234 99 56 Samsun: Nobel Tıp Kitabevi Ulugazi Mah. 19 Mayıs Bulvarı 16/6 Samsun Tel: (0362) 435 08 03 Fax: (0362) 435 04 90



www.nabeit.ifi.cam



Sayfa Düzeni Baskı / Cilt



iv



: Nobel Tıp Kitabevleri — Hande Dalsaldı : Nobel Matbaacılık



Katkıda Bulunan Yazarlar Luiz Carlos Junqueira, MD, PhD Professor Emeritus Medical School University of Sâo Paulo Sâo Paulo, Brazil



Jose Carneiro, MD, PhD Professor Emeritus Institute of Biomedical Sciences University of Sâo Paulo Sâo Paulo, Brazil



Paulo Alexandre Abrahamsohn, MD, PhD Professor Department of Histology and Embryology Institute of Biomedical Sciences University of Sâo Paulo Sâo Paulo, Brazil Bölüm 1: Histoloji ve Çalışma Yöntemleri; Bölüm 20: Hipofiz; Bölüm 21: Böbrek Üstü Bezleri, Langerhans Adacıkları, Tiroid, Paratiroid ve Pineal Bez; Bölüm 22: Erkek Üreme Sistemi; ve Bölüm 23: Dişi Üreme Sistemi



Marinilce Fagundes dos Santos, DDS, PhD Assistant Professor Department of Histology and Embryology Institute of biomedical Sciences University of Sâo Paulo Sâo Paulo, Brazil Bölüm 15: Sindirim Sistemi ve Bölüm 16: Sindirim Sistemi ile İlişkili Bezler



Telma Maria Tenorio Zorn, MD, PhD Professor Department of Histology and Embryology Institute of Biomedical Sciences University of Sâo Paulo Sâo Paulo, Brazil Bölüm 5: Bağ Dokusu ve Bölüm 11: Dolaşım Sistemi



ÇEVİRENLER Çeviri Editörleri Prof. Dr. Yener AYTEKİN -



Doç. Dr. Seyhun SOLAKOĞLU



İstan bu l Üniversitesi, İstan bu l Tıp F akü ltesi I-Iistoloji ve E m briyoloji ABD



Çevirenler Dr. Bülent AfflSHALI



Dr. Erdoğan GÜRSOY



İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Histoloji ve Em briyoloji ABD



Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji ABD



Dr. Oktay ARDA



Dr. Şahin SIRMALI



İstanbul Üniversitesi, C eırahpaşa Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji ABD



Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Flistoloji ve Embriyoloji ABD



Dr. Y en er AYTEKİN



Dr. Seyhun SOLAKOĞLU



İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Flistoloji ve Embriyoloji ABD



İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji ABD



Dr. Attila Dağdeviren



Dr. Mustafa TAŞYÜREKLİ



Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji ABD



İstanbul Üniversitesi, Ceırahpaşa Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji ABD Dr. Yeşim UĞUR



Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Flistoloji ve Embriyoloji ABD



Çevirici isimleri, soyaclına göre alfabetik olarak yazılmıştır.



İçindekiler Ç e v i r e n l e r ............................................................................................................................................................................................................. vii Çeviri Editörlerinin Ö n s ö z ü .........................................................................................................................................................................xv Ö nsöz



1.



................................................................................................................................................................................................................... xiii



H İSTO LO Jİ VE ÇALIŞMA YÖN TEM LERİ ..................................................................... 1 D okuların M ik rosk o p ik İn ce le m e İçin



D oku K esitlerinin O toradyografisi



H azırlanm ası



1



H ücre ve D ok u Kültürü



Işık M ikroskobu



3



H ü crenin B ö lü m lerin e Ayrılması H istokim ya ve Sitokim ya 9



Faz Kontrast M ikroskobu v e D ifeansiyel Girişim M ikroskobu



4



7



9 9



M o lek ü ller A rasındaki Y ü k se k Çekim li



Kutuplaştırm a M ikroskobu K onfokal M ikroskobu



4



Etkileşim lerin Kullanıldığı Saptam a



4



Fliioresan M ikroskobu



Y ö n tem leri 13



Doku Kesitlerinin Yorumlanmasında Karşılaşılan Sorunlar 18



5



Elektron M ikroskobu



6



S IT O PLAZM A............................................................................................................................. 2 3 H ücre Farklılaşm ası H ücre Ekolojisi



23



H ücre B ile şe n leri



23



H ücre isk eleti



23



43



HÜCRE Ç E K İR D E Ğ İ.............................................................................................................. 53 H ücre B ö lü n m esi H ücre D öngü sü



59 60



A p optoz



66



EPİTEL D O K U S U .................................................................................................................... 6 9 Epitel H ücrelerin in Şek il v e Ö zellik leri H ücre Y üzeyi Ö zelleşm e le ri



73



69



Epitel T ip leri



74



Epitel D ok u ların G e n e l B iy o lo jisi



83



BAĞ D O K U S U .......................................................................................................................... 95 B ağ D oku su nu n H ü creleri Lifler



95



106



Ara M adde



113



B a ğ D o k u su n u n T ip leri



113



YAĞ D O K U S U ....................................................................................................................... 1 2 9 Ü niloküler Yağ D ok u su



7.



8.



129



M ültiloki'ıler Yağ D ok u su



131



K IK IR D A K : ................................................................................................................................ 1 3 5 Hiyalin K ıkırdak



136



Fibröz K ıkırdak



Elastik Kıkırdak



139



O m u rlar Arası D isk ler



139 139



K E M İ K ......................................................................................................................................1 4 1 Kem ik H ü creleri



142



Kem ik Matriksi



Periyost ve E n d osteu m Kem ik Tipleri H istogenez



K em iğin B ü y ü m esi ve Y en id en Ş ekillenm esi 151



144 145



148



K em iklerin İç Y apısı 145



152



K em ik D o k u su n u n M etabolik Rolü E k lem ler 156



152



x



/



9.



İÇİNDEKİLER



SİNİR DOKUSU VE SİN İR SİSTEM İ . . . ...................................................................161 Sinir D oku su nu n G elişim i N öronlar



162



M eninksler



H ücre G övd esi D endritler



P eriferik Sinir Sistem i



164



Sinir Lifleri



165



A ksonlar



Sinirler



165



M em bran P otansiyelleri Sinaps İletişim i



M erkezi Sinir Sistem i



KAS DOKUSU İskelet Kası Kalp K ası



11.



168



D üz Kas



219



Karotis Cisim leri



224



Karotis Sinüsleri



225



A rteriy ovenöz A n asto m o z



220



221



225



P ostk ap iler V eniiller ve K apilerler



220



Arteriyolier



V enler



220



Orta B o y (M üsküler) A rterler Büyük Elastik A rterler



Kalp



220



225



225 226



Lenf D am ar Sistem i



222



Arterlerin D eje n era tif D eğ işik likleri



230



223



KAN H Ü C R E L E R İ........................................... ...................................................................2 3 3 Plazm anın B ileşim i 233



E ozin ofiller 239



Kan H ücrelerinin B o y a n m a sı 2 3 4



B azofiller 2 4 0 Len fositler 2 4 2



Alyuvarlar 234 Akyuvarlar 236



M onositler 243



Nötrofiller (P o lim o rf Ç ekird ekli L ökositler) 238



T ro m b o sitler 246



HEMAT O P O E Z ................................................. ...................................................................2 4 9 Kök H ücreleri, B ü y ü m e Faktörleri v e Farklılaşm a 249



G ra n ü lo p o ez



K em ik İliği



G ranü lositlerin olg u n laşm ası



251



Kök hü crelerin ve b aşk a d ok u ların kaynağı olarak kem ik iliği



252



D alak



271



258



N ötrofil Ü retim inin K inetiği 259 L enfositlerin v e M onositlerin O lgu nlaşm ası



BA Ğ IŞIK LIK SİST EM İ VE LEN FOİD ORGANLAR O rgan Transp lantasyon u



256



T ro m bo sitlerin K aynağı



Eritrositlerin O lgu nlaşm ası 253



.............................................. 2 5 6



284



T o n siller



278



260



26l



M ukozaya Eşlik E d en Lenfoid D oku



Tinuıs 273 Lenf D üğüm leri



288



289



SİNDİRİM K A N A L I........................................ ................................................................... 29i Sindirim K analının G e n e l Y apısı Ağız B oşlu ğu Ö sofagus Mide



ı6 .



207



DOLAŞIM S İ S T E M İ ........................................ ...................................................................2 1 5



Sinir Ağı



15.



187



Kas D ok u su n u n Y en ilen m esi



206



Kan D am arları



14.



182



Sinir D ok u su n u n D eje n era sy o n u ve



................................................. ...................................................................191



191



Vaza Vazom m



13.



181



R ejen erasy o n u



171



Belli B ir Çapın Ü zerind eki



12.



180



O to n o m Sinir Sistem i



167



176



178



178



G ang liy o nlar



166



Glia H ücreleri ve N öron Etkinliği



10.



175



K oroid P lek su s v e B ey in O m urilik Sıvısı



1Ğ3



292



291



İn ce B a ğ ırsa k A p end iks



299



307



Kalın B ağ ırsak



320



322



299



SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER . ...................................................................3 2 5 Tükürük B ezleri P ankreas



328



K araciğer



332



325



Safra Y olları



344



Safra K e sesi



345



İÇİNDEKİLER /



17.



SO LU m JM SİSTEM İ B u a ın Boşlu ğu



349



350



Paranazal Sinüsler N azofarinks 353



353



367



367



................................................................3 6 9 D am arlar ve D erid ek i D uyu R eseptörleri



369



D erinin B ağışıksal Etkinliği D erm is



366



A kciğerlerin L en f D am arları Plevra 3 6 7 Solu n u m H areketleri 3 6 7 Savunm a D ü z en ek leri 367



D E R İ ..................................... Epiderm is



A kciğerlerin Kan D am arları Sinirler



Larinks 353 T rakea 354 Bronş Ağacı 354



18.



375



Kıllar



379



D eri B ez leri



376



379



19- ÜRİNER SİSTEM B ö b rek le r



20.



H orm onlar H ipofiz



21.



383 M esane ve idrar Yolları



387



H İPO FİZ



399



.................................................................................................................................. 4 0 3 403



A d en o h ip o fiz



403



N örohipofiz



404 408



B Ö B R E K ÜSTÜ BEZ LER İ, LANGERHANS ADACIKLARI, T İR O İD , PARA TİRO İBLER VE PİNEAL B E Z .............................................................................. 4 1 3 Böbrek Üstü Bezleri 4 1 3 Langerhans Adacıkları 4 2 0 Tiroid 423



22.



376



377



T ırn ak lar



375



Deri Altı D oku



xi



Paratiroid Bezleri 4 2 8 Pineal Bez 4 0 8



ER K EK ÜREM E SİSTEM İ Testis



431



Y ardım cı G enital B e z le r



Testis İçi G enital K an allar



442



G enital B oşaltım K analları



442



23.



24.



D İŞİ ÜREM E SİST EM İ



P enis



443



446



................................................................4 4 9 D ökü ntü H ücre Sitolojisi



O varyum lar 4 4 9 Oviclukt 456



Dış G enital O rg an lar



Uterus



458



M em e B ez leri



Vajina



63



464



464



465



GÖRME VE İŞİT M E SİSTEM LERİ G örm e: Işık Alıcı Sistem



İndeks



............................................................................................... 4 3 1



469



469 İşitm e: Ses A lgılam a Sistem i



482 .489



Önsöz Temel Histoloji1nin onuncu baskısı temel bilgilerin ortaya konması ve mikroskopik anatominin yorum­ lanmasına yönelik öz ve iyi görsel materyalle desteklenmiş bir kaynak olmayı sürdürmektedir. Bu ki­ tabın yazarları biyolojik bilim alanlarında çalışanların ortak amacının, canlıdaki moleküller, hücreler, dokular ve organlarda yapı ile işlevin nasıl bütünleştiğini kavramak olduğunu bilmektedir. Histoloji or­ ganizmadaki hücre ve dokuların biyolojisi üzerine odaklanan ve bu yüzden patoloji ve fizyopatolojinin alt yapısını oluşturan bilim dalıdır. Bu baskıda da işlevleriyle canlı bir organizmanın dokumasını oluşturan hücre ve dokuların yapısı ile ilgili kavram ve ilişkiler üzerinde durmaya devam etmekteyiz. Temel H istolojiyi yeniden baskıya hazırlarken, okurlarımıza olası en güncel ve yaralı kaynak kita­ bı sunmayı amaçladık. Bu amacımızı iki şekilde gerçekleştirdik: ilk olarak histolojiyi ilgilendiren bilim dallarındaki en önemli ve en son gelişmeleri anlattık, ikinci olarak da sınırlı bir zaman dilimi içinde giderek artan bilgiyi giderek azalan bir sürede öğrenmek durumunda olan okuyucularımızın durumu­ nu göz önünde bulundurduk. Bu nedenle bu kaynak kitapta bilgileri, öğrenmeyi kolaylaştıracak şe­ kilde mümkün olduğunca öz bir biçimde sunmak için her şeyi yaptık.



KİMLER YARARLANACAK: Bu kitap, tıp, veterinerlik ve diş hekimliği fakülteleri ile hemşirelik ve sağlık meslek yüksek okulu öğren­ cilerine yönelik olarak hazırlanmıştır. Bu kitap aynı zamanda mikroskopik anatomi ve biyolojik bilimler alanlarındaki lisans öğrencileri için kolay ulaşılır ve yararlı bir kaynak belge özelliği de taşımaktadır.



DÜZENLEME Histoloji biliminin, sağlam bir hücre biyolojisi temeline dayanması gerektiğinden, Tem el Histoloji kita­ bının girişinde, hücrelerin ve hücre ürünlerininin yapı ve işlevleri güncel bilgilere göre doğru bir şe­ kilde açıldanmakta ve hücrenin moleküller biyolojisine kısaca değinilmektedir. Bu temelin ardından, vücudun dört ana dokusu açıldanmakta ve bu dokuların temel işlevlerini yerine getirmek için hücre­ lerin nasıl özelleştikleri üzerinde durulmaktadır. Son olarak insan vücudunun her bir organ ve organ sistemi ayrı bir bölüm halinde anlatılmaktadır. Burada vurgulanan temel dokuların üç boyutlu düzen­ lenişi, her organın işlevinin anlaşılmasında anahtar rolü oynamaktadır. Bu açıdan, yapı ve işlevin araş­ tırılmasında en temel yaklaşımın hücre biyolojisi olduğunu yeniden vurgulamaktayız. Daha iyi öğrenmeyi sağlamak amacıyla, kitabımız çok sayıda ışık mikroskop fotoğrafı ve elektron mikroskop fotoğrafı ile donatılmakta ve okuyucuya histolojik çalışmaların kıboratuvar temeli anımsa­ tılmaktadır. Bunlara ek olarak hücre, doku ve organların biçimsel ve işlevsel özelliklerini özetlerken özellikle çok renkli şemalar, üç boyutlu çizimler ve tablolar kullanılmıştır.



BU BASKIDAKİ YENİLİKLER • • “ • • °



• °







Bütün bölümler yeni bulguları ve yotumları yansıtacak şekilde yeniden gözden geçirilmiş ve özel­ likle insan histolojisi üzerinde durulmuştur. Mikroskopik yöntemler ve teknikler üzerine yazılan bölümde molekül, hücre ve doku araştırma­ larında kullanılan çağdaş teknolojiler açıklanmaktadır. Hücre çekirdeğinin anlatıldığı bölüme genomun moleküler biyolojisi ve düzenlenişi ile ilgili yeni bilgiler eklenmiştir. Bağ dokusunu anlatıldığı bölüm ara maddenin düzenlenmesi ve molekül bileşimi ile ilgili yeni bil­ gileri içermektedir. Hücrenin anlatıldığı bölümde öğrencinin doku düzenini anlamasına katkıda bulunmak üzere hüc­ reler arası iletişimde sinyal aktarma düzeneklerine ilişkin bilgiler sunulmaktadır. Nöronlar, glia hücreleri ve bunların arasındaki etkileşimler üzerine edinilen son kavramları ve bil­ gileri sunabilmek amacıyla sinir dokusu ve sinir sisteminin anlatıldığı bölüm ayrıntılı bir biçimde yeniden yazılmıştır. Bağışıklık sistemiyle ilgili bölüm çağdaş bilgileri içerecek şekilde ve materyelin kolay uyarlanabilir bir bilgi topluluğu halinde düzenlenmesi için yeniden yazılmıştır. Kitapta yer alan 600’den fazla şekil arasında yeni doku örneklerinden hazırlanan, her biri ilgili yapıyı ayrıntılı olarak gösteren açıklayıcı işaretlerle bezenmiş çok sayıda renkli ışık mikroskop fotoğrafı bulunmaktadır. Plastik reçineye gömülü örneklere ait bu yeni mikroskop fotoğrafları hüc­ re ve doku düzenlenmesini daha net olarak ortaya koymaktadır, Kitaptaki tüm çizimler renkli olarak yeniden çizilmiş ve metnin yararlılığını artırmak için yeni, renkli şekiller eklenmiştir.



1 xiv



/ ÖNSÖZ



TEŞEKKÜR Bu kiabın çeşitli bölümlerini gözden geçiren aşağıda isimleri bulunan öğretim üyelerine teşekkür et­ mek istiyoruz. Edna T Kimura (tiroid bezi), Nancy Amaral Rebouças Cin situ hibridizasyon), Sirlei Daffre (protein ayrıştırması) ve Wolfgang G. W. Zorn (kan damarları). Bağışıklık sistemi bölümü Profesör Flavio Alvim Braga’nın yardımıyla hazırlandı. Ayrıca McGraw-Hill çalışanları, Janet Foltin, Harriet Lebowitz, Charissa Baker, Plil GAlea, Peter Boyle ve Jim Halston’a ve aynı zamanda baskı desteği için Mary McKeney’e şükranlarımızı sunarız. Temel Histoloji'nin bu güne dek İtalyanca, İspanyolca, Flamanca, Endonezce, Japonca, Türkçe, Korece, Almanca, Sırp-Hırvatça, Fransızca, Portekizce, Yunanca ve Çince çevirilerinin yayınlanmış ol­ duğunu açıklamaktan mutluluk duymaktayız. Luiz Carlos Junqueira, MD Jo se Carneiro, MD Kasım, 2002



xiv



Çeviri Editörlerinin Önsözü Temel histoloji, başarısını kanıtlamış bir kitap. İlk defa 1993 yılında, 1992’de basılan 7. Uluslararası bas­ kısından Türkçe’ye çevirisini yapmıştık. Barış Kitabevi aracılığıyla yaptığımız çeviriye, histoloji ve emb­ riyoloji anabilim dallarında Türkiye’nin birçok üniversitesinde çalışan öğretim üyeleri katkı yaptılar. Ki­ taptaki yanlışlıklar belirlendikçe düzeltildi ve yeni baskılar yapıldı. Çeviride özellikle terimlerin uygun karşılıklarının bulunması çok önemli. Çeviri editörü olarak bu konuda giderek daha dikkatli olmamız gerektiğini anladık. Elinizdeki baskıda elden geldiğince yanlış yapmamaya çalıştık. Dil bilimciler, dilin ulusal bilincin güçlendirilmesinde ne denli önemli olduğunu açıklıyorlar. Bizler dilimizin kirlenmesi sürecini endişeyle izliyoruz. Özellikle ‘tıp dili’ olarak yerleştirilmeye çalışılan Osmanlıca benzetmesiyle, kuralsız ve anlam kargaşası oluşturan bir konuşma ve yazma aracı, dilini ve ulusunu sevenleri tedirgin etmektedir. Çeviri dili bu sebeple çok önemli. Bilimin-tekniğin dışardan gel­ diği ülkemizde, çevirirken çoğunlukla okuyucuya aktarılan karşılıkların ne kadar önemli etkisi oldu­ ğunu kavrıyoruz. “Fanatizm”e kaçmadan Bedia Akarsu’nun işaret ettiği gibi “belli bir konuda çok yön­ lü ayrıntılı düşünen bir kimse, kendi yaratmamış bile olsa uğraş verdiği konunun kavramlarının karşı­ lığını mutlaka bulur. Konusuna egemense gerçekten anlamış ve içine girmişse ve ayrıca düşünce tem­ beli değilse...” Çeviriye katılan kıymetli arkadaşlarımızın kullandıkları bazı sözcüklerde kitabın bütünlüğünü sağ­ lamak için değişiklikler de yaptık. Umarız başarıya yaklaşabilmişizdir. Geçen baskılardaki önsözde be­ lirttiğimiz gibi okuyuculardan katkılar bekliyoaız. Bu katkılar bilim dilimizin birliği bakımından çok önemli yararlar sağlayacaktır. Bilim terimlerinin Türkçe karşılıklarının bulunarak benimsenmesi dilin evrimiyle olanaklı. Bunu da dili kullanan bizler sağlayabiliriz. Tıp dilinde, ileri ülkelerin, özellikle de Latince ve İngilizce’nin baskısından kaçınılamaz görünmektedir. Histoloji ve Embriyolojide kullandığı­ mız terim ve sözcüklerin değişik disiplinler içerisinde farklı kullanılması, karmaşanın önemli sebeple­ rinden biridir. Ulusal dilimizin -ana dilimizin- kendi elimizde hırpalanmasına yardım etmek, ya da uğ­ raş verdiğimiz konuda tıp dilinin gelişmesine katkıda bulunmak bizim elimizde. Elinizdeki baskıda elden geldiğince yanlış yapmamaya çalıştık. Bu çeviri Temel Histoloji’nin Uluslararası onuncu baskısından yapıldı. Basım ve dağıtımı Nobel Kitabevi üstlendi. Çeviri tamamen yenilendi. Eski çeviriye yardımcı olan birçok arkadaşımız yine katılımlarını esirgemediler. Onlara editör ve okuyucular adına teşekkür ediyoruz. Ayrıca İstanbul Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalından Dr. Cem Gazi, Dr. Gülden Kaya Tunalı, Dr. Sezgin Hacıoğlu, Dr. Umut Kasapoğlu, Dr. İsmail Gönen, Dr. Betili Duran’a ve ayrıca Dr. Aslı Beşer’e, Nobel Tıp Kitabevi’nden Ersal Bingöl, Hande Dalsaldı, Hakkı Çakır’a teşekkür ediyomz. Onlar bizi kolaylamasalardı biz bu işi belki de düzeye getiremezdik. Prof. Dr. Yener AYTEKİN Doç. Dr. Seyhun SOLAKOĞLU



Histoloji ve Çalışma Yöntemleri



Histoloji (Yun. hist o, zar yu da doku + logos, bilim) vücut do­ kularını ve lıu dokuların organları oluşturacak şekilde nasıl düzenlendiğini araştıran bilimdir. Dört temel doku belirlen­ miştir: bunlar epitel dokusu, bağ dokusu, kas dokusu ve si­ nir dokusudur. Dokular, hücrelerden ve hücre dışı matı iksten oluşur. Bu iki bileşen önceleri ayrı yapılar olarak kabul edilmiştir. Hüc­ re dışı matriks, bazıları yüksek düzeyde organize olan ve kolajen lifçikleri ve bazal membranlar gibi karmaşık yapılar oluşturan çok çeşitli moleküllerden meydana gelir. Daha ön­ celeri hücre dışı matriksin ana işlevinin hücrelere mekanik destek sağlamak, besinleri hücrelere taşımak, katabolitleri ve salgı ürünlerini uzaklaştırmak olduğu düşünülmekteydi. Yapılan son çalışmalar hücre dışı matriksi hücrelerin yapma­ sına karşın, matrikste bulunan moleküllerden etkilendikleri­ ni ve bazen bu moleküller tarafından kontrol edildiklerini göstermiştir. Bu yüzden, hücrelerle matriks arasında yoğun bir etkileşim bulunmaktadır. Üstelik, matrikste bulunan bir çok molekül hücreler tarafından tanınmakta ve hücre yüze­ yindeki reseptörlere bağlanmaktadır. Bu reseptörlerin çoğu hücre zarını boydan boya kat eden ve sitoplazmadaki mole­ küllere bağlanan moleküllerdir. Bu yüzden hücrelerle hücre dışı matriks birlikte işlev gören ve uyaranlara ve baskılayıcı­ lara birlikte yanıt veren bir bütün oluşturur. Temel dokuların her biri birkaç çeşit hücreden ve tipik olarak hücrelerle hücre dışı matriks arasındaki özgül ilişki­ lerden oluşur. Bu tipik ilişkiler öğrenicilerin pek çok doku alt tipini tanımasını kolaylaştırır. Merkezi sinir sistemi dışın­ da, organların çoğu birkaç dokunun düzenli bir biçimde bir araya gelmesiyle oluşur. Merkezi sinir sistemi ise neredeyse sadece sinir dokusundan meydana gelir. Bu dokuların hata­ sız bir biçimde bir araya gelmesi her organın ve organizma­ nın bir bütün olarak işlev görmesini sağlar. Hücrelerin ve matriks bileşenlerinin boyutunun küçük olması histolojiyi mikroskop kullanımına bağımlı kılmakta­ dır. Kimya, fizyoloji, immünoloji ve patoloji gibi bilim dalla­ rında kaydedilen ilerlemeler ve bu bilim dalları arasındaki etkileşimler doku biyolojisinin daha iyi anlaşılmasında çok önemli bir yer tutar. Bilimin herhangi bir dalında, konunun tam olarak anlaşılması için, aletleri ve yöntemleri tanımış ol­ mak gerekir. Bu bölümde hücre ve doku çalışmalarında yay­ gın olarak kullanılan yöntemler ve bunların uygulama ilke­ leri gözden geçirilmektedir.



1



lar ve organlar ışığın içinden geçişine olanak tanımayacak kadar kalın olduklarından, ince ve ışığa geçirgen kesitler el­ de etmek üzere çeşitli teknikler geliştirilmiştir. Bununla bir­ likte, canlı hücreler, çok ince doku tabakaları ya da canlı hayvanların saydam zarları (ör., mezenter, kurbağa larvası kuyruğu, hamster yanak kesesi duvarı) kesit yapılmaksızın ışık mikroskopla doğrudan incelenebilir. Bu yapıların, uzun süre ve değişik fizyolojik ve deneysel koşullarda çalışılması mümkündür. Yine de çoğu zaman, dokuların incelenmeden önce, ince dilimler halinde kesilmesi ve lam üzerine alınma­ sı gerekir. Önceden hazırlanmış olan organ ya da dokunun doğru bir biçimde kesilmesi için (Tablo 1-2) mikrotom adı verilen aletler kullanılır. En iyisi, mikroskopik inceleme için lam üzerine alınan dokunun vücuttaki dokuyla aynı yapıyı ve moleküller bileşi­ mi korumasıdır. Bu bazen mümkün olmakla birlikte -uygu­ lama açısından ender olarak gerçekleştirilebilmelere ve preparatın hazırlanış yönteminden ötürü hemen her zaman ha­ zırlama kusurları (artefakt) ve bozulmalar oluşmaktadır.



Tespit Kesitin kalıcı olması için dokuların tespit edilmesi gerekir. Dokuların bakteriler ya da hücre içi enzimierce parçalanmasını (otoliz) önlemek ve fizyolojik yapıyı korumak için, organ parçaları deney hayva­ nının vücudundan kuralına uygun olarak alındıktan sonra, mümkün olan en kısa süre içinde, hızla ve yeterli süre bo­ yunca işleme tabi tutulmalıdır. Bu işleme, tespit (fiksasyon) denmektedir ve tespit işlemi, kimyasal ya da daha seyrek olarak fiziksel yöntemlerle gerçekleştirilir. Kimyasal tespitte, dokular genellikle fiksatif adı verilen tespit edici ya da çap­ raz bağlar oluşturucu maddeler içine konur. Tespit edicinin dokular içine tam olarak dağılabilmesi için belli bir süre ge­ rekliğinden, tespitten önce dokular küçük parçalara bölü­ nür. Bu şekilde fiksalifin doku İçine yayılması kolaylaştırılır ve doku yapısının korunması garanti altına alınır. Tespit edi­ ciler, damar içi geçişme yoluyla da kullanılabilir. Bu durum­ da fiksatif kan damarları aracılığıyla hızlı bir biçimde doku­ lara ulaşacağından tespit işlemi çok daha iyi olur. Alışılmış ışık mikroskopisinde kullanılan en iyi tespit edi­ cilerden birisi tamponlanmış izolonik içinde %4’lük formal­ dehit çözeltisidir. Fiksasyon işleminde yer alan yöntemlerin kimyasal nitelikleri karmaşık olup, çok iyi anlaşılamamıştır. Bununla birlikte, formaldehit ve yaygın olarak kullanılan başka bir fiksatif olan glutaraldehitin doku proteinlerindeki amin grupları (NH2) ile reaksiyona girdiği bilinmektedir. Glutaraldehit, bir dialdehit olması sayesinde çapraz bağlan­ ma ile dokuyu güçlü bir biçimde tespit etmektedir. Elektron mikroskopunun sunduğu yüksek çözümleme gücü sayesinde görebildiğimiz ince yapı düzeyindeki ayrıntı-



MİKROSKOPİK İNCELEME İÇİN DOKULARIN HAZIRLANMASI Dokuların incelenmesinde kullanılan en yaygın yöntem, ışık mikroskobunun yardımıyla çalışılabilecek histolojik kesitle­ rin hazırlanmasıdır. İşık mikroskobu altında dokular, içinden ışık geçecek şekilde aydınlatılarak incelenir. Genelde doku­



1



2 /



BOLUM 1



İlerletme kolu Blok tutucu Parafin blok



Doku Çelik bıçak



Şekil 1-1. Işık mikroskobu için parafin ve reçine içine gömülmüş dokuların kesilme­ sinde kullanılan mikrotom. Aletin sağ tara­ fında görülen kol yardımıyla çark döndürü­ lür ve doku bloğunu tutan kısım, aşağı-yukarı doğru hareket eder. Çarkın her bir dö­ nüşü, doku örneğini tutan kısmı kontrollü bir biçimde (genellikle 1.0-10 jum arasında) ilerletir. Her ileri hareketten sonra, doku­ nun kesilecek olan yüzeyi bıçağın keskin kenarı üzerinden geçerken doku kesilir. (İzin alınarak Microm.).



ları korumak için tespitin daha büyük bir dikkatle yapılması gerekmektedir. Bu nedenle ince yapı düzeyinde alışılmış tes­ pit yöntemi olarak tamponlanmış glutaraldehit çözeltisinin ar­ dından, ikinci bir kez tespit için yine tamponlanmış osmiyum tetroksit çözeltisi kullanılır. Osmiyum tetroksitin etkisi ile lipit­ ler ve proteinler korunmakta ve boyanmaktadır.



Gömme Dokular, ince kesitler alınabilmesi için katı bir ortam içine gömülürler. Mikrotomla ince kesitler aiabilmek için, tespitten sonra dokuya sertlik kazandı­ ran gömme maddelerinin doku içine İşlemesi sağ­ lanmalıdır. Gömme maddeleri olarak parafin ve plastik reçi­ neler kullanılır. Parafin genel olarak ışık mikroskopi, reçine­ ler ise hem ışık, hem de elektron mikroskopi için kullanılır. Gömme ya da dokunun doyurulmasından (impregnasyon) önce, dokular genellikle iki işlemden geçirilir: Suyunu alma (dehidratasyon) ve şeffaflaştırma. Gömülecek parça­ ların suyu, ilk olarak değişik derecelerdeki etanol-su karışı­ mı serilerinden (genelde %70’den %100 elanole doğru) ge­ çirilerek alınır. Daha sonra etanol, gömme materyaliyle de karışabilen bir çözücü ile yer değiştirir, (Örneğin: parafin gömme maddesi için kullanılan çözücü ksilendir). Kullanı­ lan çözücü dokuların içine işlerken dokular genellikle şeffaf­ laşırlar. Doku, çözücüye doyduğunda, tipik olarak 58-60 °C’deki etüvde parafin içinde bekletilir. İsının etkisiyle çözü­ cü buharlaşır ve onun yerine parafin dolar. İçine parafin iş­ leyen doku etüvden çıkarıldığında parafinle birlikte katılaşır. Plastik reçineye gömülecek dokular da etanol ile dehidrate edilir ve ardından doku içine plastik çözücülerin işlemesi sağlanır. Doyurulma ya da gömme İşlemi esnasında bu çö­ zücüler, çapraz bağ oluşturmak suretiyle polimerize edilen ve bu şekilde sertleştirilen plastik çözeltilerle yer değiştirir­ ler. Plastiğe gömme işleminde, parafine gömme için gereken yüksek ısının dokuyu küçültücü etkisinden kaçınılmış olur ve bu şekilde çok daha iyi sonuçlar alınır. İçinde dokuların bulunduğu ufak bloklar mikrotomda, çelik ya da cam bir bıçak kullanılarak 1-10 pim kalınlığında kesilir. Anımsayacak olursak, 1 mikrometre (l/ırn) = 0.001 mm = 10'6 m; 1 nanometre (1 nııı) = 0.001 //m = 10‘6 mm = 10'9 m.dir. Alınan kesitler ılık su üzerinde yüzdürülür ve boyanmak üzere lam üze­ rine alınır. Doku kesiti hazırlamanın tamamen farklı bir başka yolu da dokunun hızla dondurulmasıdır. Bu işlemde dokular



dondurularak (kimyasal değil, fiziksel olarak) tespit edilir ve bu sırada doku, kesit alınacak kadar sertleşir. Bu iş için, dondurma mikrotomu-kriyostat (Yun. kıyas, soğuk + status, duran)-adı verilen cihaz geliştirilmiştir. Bu yöntem, uzun sü­ ren gömme işlemleri uygulanmaksızın, çabuk bir şekilde ke­ sit alınmasına olanak sağladığından hastanelerdeki cerrahi uygulamalar sırasında yaygın olarak kullanılır. Çok duyarlı enzimlerin ya da ufak moleküllerin histokimyasal olarak ça­ lışılmasında da etkilidir; çünkü dondurma işlemi pek çok enzimi işlev dışı kalmaktan korur. Dokular ksilen gibi çözü­ cülere daldırıldığında, doku lipidleri eridiğinden, bu bileşik­ lerle çalışılacak ise dondurm a kesitleri alınması önerilir.



Boyama Kesitlerin mikroskopta incelenebilmesi için genelJikle boyanması gerekir. Birkaç aykırılık dışında, Çoğu doku renksizdir ve boyamadan, ışık mikros­ kopta incelemenin yararı yoktur. Bu nedenle çeşit­ li doku bileşenlerini fark edilir hale getirmenin yanında, ara­ larında karşılaştırma yapılmasını da sağlamak üzere, çeşitli boyama yöntemleri geliştirilmiştir. Bu işlem, doku bileşenle­ rini az çok seçici olarak boyayan boya karışımları kullanıla­ rak yapılmaktadır. Boyalar, doku bileşenlerini az çok seçici boyar. Histolojik çalışmalarda kullanılan pek çok boya, asidik ve bazik bileşikler gibi davranırlar ve dokuların iyonize olabilen radikalleri ile elektrostatik (tuz) bağları oluşturma eğilimindedirler. Bazik boyalarla daha kolay boyanan doku bileşenleri bazofilik (Yun. basis, baz + p h ileo , sevmek); asit boyalara ilgisi olanlar ise asidofilik olarak adlandırılır. Bazik boyalara örnek olarak toluidin mavisi ve metilen mavisi verilebilir. Hematoksilen, bazik boya şeklinde davra­ nır; yani, bazofilik doku bileşenlerini boyar. İyonize olan ve bazik boyalarla tepkimeye giren ana doku bileşenleri yapı­ larındaki asitler (nükleoproteinler ve glikozaminoglikanlar) sayesinde boyanır. Asit boyalar (örn. oranj G, eozin, asid fuksin) mito-kondri, salgı granülleri ve kolajen gibi asidofi­ lik doku bileşenlerini boyar. Tüm boyalar içinde en sık kullanılanı hematoksilen ve eozin (H&E) karışımıdır. Hematoksilen, hücre çekirdeğini ve diğer asidik yapıları (sitoplazmanın RNA’dan zengin kı­ sınılan ve hyalin kıkırdak matriksi gibi) maviye boyar. Buna karşılık eozin sitoplazmayı kırmızıya ve kolajeni pembeye boyar. Trikrom boyalar gibi (Mallory boyası, Mason boya­ sı) diğer pek çok boya, farklı histolojik işlemlerde kullanılır. Trikrom boyalar çekirdek ve sitoplazmayı çok iyi gösterme­ nin yanında, kolajeni düz kastan ayrımsamayı sağlar. Kolaje-



HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ



ni ayrımsamada özellikle polarize ışıkta incelendiğinde iyi sonuç veren bir başka yöntemde p ik r o siritts kullanılır (bkz. Polarizasyon Mikroskopi). Doku boyaları farklı doku bileşenlerinin görünür hale ge­ tirilmesinde yararlı olmalarına karşın, çalışılan dokunun kim­ yasal özelliklerinin yeterince aydınlatılmasını sağlamamakta­ dır. Dokuların boyalarla boyanmasının yanında, özellikle si­ nir sistemi çalışmalarında daha çok, gümüş ve altın gibi me­ tallerle doyurulma (impregnasyon) sık kullanılmaktadır. Tespitten ışık mikroskopta incelemeye dek gerçekleştiri­ len tüm işlemler dokunun boyutuna, kullanılan tespit sıvısı­ na ve gömme ortamına bağlı olarak 12 saat ile 2 1/2 gün ka­ dar sürebilir.



IŞIK MİKROSKOP Geleneksel ışık, faz kontrast, değişimli (diferansiyel) girişim, polarizasyon, konfokal ve floresan mikroskopların tümü, ışık ile doku bileşenlerinin etkileş­ mesi remeline dayanır. Işık mikroskopta, boyalı preparatlar genelde arkadan aydınlatma ile İncelenmektedir. Mikroskop hem mekanik hem de optik bölümlerden oluşur (Şekil 1-2). Optik parçalar, üç mercek sisteminden oluşur: Kondansatör, objektif ve oküler. Kondansatör incelenen nes-



/ 3



neyi aydınlatan bir ışık demeti oluşturacak şekilde ışık kay­ nağından gelen ışığı toplayıp odaklar. Objektif, incelenen nesnenin aydınlatılan görüntüsünü okülere doğru büyütür ve izdüşümünü oluşturur. Oküler, bu görüntüyü daha da büyü­ tür ve gözlemcinin retinası ya da bir fotoğraf plakası üzerine düşürür. Toplam büyütme ise, objektif ve oküler mercekleri­ nin büyütme güçlerinin çarpımı ile elde edilir.



Çözümleme Gücü Mikroskopta ayrıntılı net bir görüntü elde edilmesini sağla­ yan en önemli etken, iki parçacığın ayrı nesneler olarak gö­ rülebildiği en küçük mesafe anlamına gelen çözümleme gücüdür (rezoliisyon). Işık mikroskoplarının en yüksek çö­ zümleme gücü yaklaşık 0.2 pm.dir; bu özellik 1000-1500 kez büyütmede iyi görüntü sağlar. 0,2 pm.den daha küçük nes­ neler (zar ya da aktin filamanı gibi) bu aletle seçilemezler. Aynı şekilde, aralarında 0.2 pm.den daha yakın mesafe olan iki mitokondri ya da iki Iizozom gibi nesneler de tek bir nes­ ne olarak seçilir. Görüntünün niteliği ve ayrıntılarının zen­ ginliği mikroskopun çözümleme gücüne bağlıdır. Büyütme ise, yüksek çözümleme gücüyle beraber olduğunda değer taşır. Bir mikroskopun çözümleme gücü, objektifinin kalite­ sine bağlıdır. Oküler merceği, objektifin sağladığı görüntüyü büyütür, çözümleme gücünü etkilemez. Bu nedenle farklı büyütme gücündeki objektifler karşılaştırılırken, yüksek bü­ yütme yapabilen objektiflerin, aynı zamanda yüksek çözüm­ leme gücüne de sahip olduğunu göz önünde tutmak yerin­ de olur. Yüksek duyarlıklı video kameralar ışık mikroskobun gü­ cünü artırır ve bilgisayara aktarılarak, görüntü analizi yap­ maya ve baskı çıkışı almaya elveren sayısal görüntülerin el­ de edilmesini olanaklı kılar. Işık mikroskobun sınırları ışığa karşı yüksek düzeyde duyarlı video kameraların kullanılmasıyla yeniden tanımlan­ mıştır. Okülerden doğrudan bakıldığında görülemeyecek ka­ dar küçük olan nesneler, kameralar ve görüntü iyileştirici programlar kullanılarak video ekranında görünür hale geti­ rilebilir. Bu video sistemleri canlı hücrelerin uzun süreyle gözlenmesinde yararlı olabilir çünkü, düşük ışık düzeyinde görüntü alabilirler, bu şekilde yoğun ışığın oluşturacağı hüc­ re hasarı önlenmiş olur. Video kameralarla alınan elektronik görüntüler kolaylık­ la sayısal görüntüye dönüştürülebilir ve bilgisayar program­ ları aracılığıyla deneyin gerektirdiği uyarlamalar gerçekleşti­ rilebilir. Sözgelimi, örnek doğrudan ışık mikroskop altında incelenirken o anda seçilemeyen yapı bilgisayar üzerinden kontrast artırma tekniği ile görünebilir hale getirilebilir. Gö­ rüntü analizi için geliştirilen yazılımlar mikroskobik yapıla­ rın ölçülmesine olanak sağlar.



FAZ KONTRAST MİKROSKOP



Şekil 1-2. Işık mikroskobun ana bileşenlerini ve ışık kayna­ ğı olarak kullanılan lambadan gözlemcinin gözüne gelince­ ye kadar ışığın izlediği yolu gösteren şema. (Carl Zeiss Co. İzni ile)



Bazı optik düzenlemeler boyanmamış hücrelerin ve doku kesitlerinin incelenmesine olanak sağlar. Boyanmamış biyolojik örnekler genellikle saydam­ dır ve biyolojik örneğin tüm bölümleri hemen aynı optik yoğunluğa sahip olduğundan ayrıntılı olarak görüntü­ lenmesi güçtür. Ancak faz kontrast mikroskobu, geçirgen nesneden seçilebilir görüntüler elde edebilen bir mercek sis­ temine sahiptir (Şekil 1-3).



4 /



BOLUM 1



Şekil 1-3. Kültürde çoğaltılmış olan nöral kabartı (krista) hücreleri­ nin farklı optik tekniklerle görünüşü. Hücreler boyanmamıştır ve her üç fotoğrafta da aynı hücreler görülmektedir. Her fotoğrafta görün­ tüye uyum açısından pigmentli iki hücreye dikkat edin. A: gelenek­ sel ışık mikroskobu. B: faz kontrast mikroskobu. C: Nomarski diferensiyal girişim mikroskobu. Büyük büyütme (S. Rogers’ın izniyle}.



Faz kontrast mikroskobunun temel ilkesi ışığın, farklı kır­ ma indislerine sahip hücre ve hücre dışı yapılardan geçerken, hızını ve yönünü değiştirmesine dayanır. Bu değişiklikler, bir­ ikiriyle bağlantılı olarak, yapıların daha açık ya da daha koyu görünmesine sebep olur. Boyanmamış hücrelerin ve doku ke­ sitlerinin gözlemlenmesinde kullanılan başka bir yol da canlı hücre ve dokuların iiç boyutlu olarak görünmesini sağlayan Nomarski değişimli girişim mikroskobudur (Şekil 1-3).



POLARİZASYON (KUTUPLAŞTIRMA) MİKROSKOBU Kutuplaştırma mikroskobu yüksek düzeyde düzen­ lenmiş moleküllerden oluşan yapıların tanınmasını sağlar. K u tup laştıncı bir filtreden geçen normal ışık sadece bir yönde titreşerek filtreden çıkar. Mikroskop­ taki bu filtrenin üzerine ikinci bir filtre, ana ekseni ilk filtreye



Ş ekil 1-4. Kutuplaştırma ışık mikroskobu. Sıçan mezenterinden alınan küçük bir parça kolajen liflerine yönelik olarak pikrosirius yöntemiyle boyandı. Daha sonra mezenter lam üzerine kondu ve alttan aydınlatma ile incelendi. Kutuplaş­ tırılmış ışık altında, kolajen lifleri yoğun çift kırınma sergiler ve parlak ya da sarı görünür. Orta büyütme.



HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ



/



5



dik olacak hiçimde yerleştirildiği zaman ışık geçmez ve hu du­ rumda karanlık alan etkisi oluşur. Bununla birlikte polarize edi­ ci iki l’iltre arasına, belli bir yöne doğru yönlenmiş moleküller (örneğin selüloz, kolajen, mikrotiibiiller, mikrofilamanlar) içe­ ren doku yapıları yerleştirilmiş ise, belli bir düzende yinelenen moleküller yapılar, pokırizörden çıkan ışığın eksenini saptırırlar. Sonuç olarak koyu zemin üzerinde yapılar parlak görünür (Se­ kil 1-4). Kutuplaştırılmış ışığın titreşim yönünü saptırma yetene­ ğine çift kırma denir ve bu özellik, kristalli maddeler ya da yönlenmiş moleküller içeren maddelerde mevcuttur.



KONFOKAL MİKROSKOP f =\ -, Konfokal mikroskop bir hücre ya da kesitin çok ince bir düzlemine tam olarak odaklanabilmeyi olanakli kılar. Işık mikroskoptaki odak derinliği, özel­ likle küçük büyütme objektiflerinde, oldukça uzun­ dur. Bu durum, örnek üzerinde oldukça derin bir bölgenin net görünmesi, sonuçta 3 boyutlu bir nesnedeki görüntüle­ rin üst üste gelmesi sonucunu doğurur. Konfokal mikroskopun en önemli özelliklerinden birisi, odaklanan bölgede çok ince bir düzlemin net görünmesidir. Bu sonucu yaratan tek­ niğin dayandığı ilkeler şu şekilde sıralanır: (1.) örnek çok in­ ce bir ışık demetiyle aydınlatılır (oysa ışık mikroskopta ör­ nek üzerine geniş bir ışık demeti düşmektedir); (2) örnekten gelen görüntü küçük bir delikten geçer. Bunun sonucunda yalnız odaklanan düzlemdeki görüntü algılayıcıya ulaşması­ na karşın, bu düzlemin önünde ve arkasında kalan görüntü­ ler engellenir (Sekil 1-5). Odak dışında kalan nesnelerin ka­ rışan görüntüleri ortadan kalkar ve bu şekilde, odaktaki nes­ nenin görüntüsü ışık mikroskoptakinden daha net ve yeri daha kesin görülebilir. Uygulamaya dönük nedenler yüzünden, çoğu konfokal mikroskopta aşağıda belirtilen düzenleme kullanılmaktadır (Şekil 1-6): (1) ışık kaynağı olarak lazer kullanılır; (2) ışık kaynağı çok küçük bir nokta halinde olduğundan, daha ge­ niş alanları gözlemlemek için örnek üzerinde hareket etıiril-



Olası odak düzlemleri



As



Şekil 1-6. Konfokal mikroskobun pratik düzenlemesi. La­ zer kaynağından gelen ışık, örnek üzerine düşer ve yansır. Huzme ayırıcı ile yansıyan ışık deliğe ve algılayıcıya yön­ lendirilir. Odaklanılan düzlemin altında ya da üzerinde bu­ lunan örnek bileşenlerinden gelen ışık engellenir. Daha bü­ yük alanları incelemek üzere örnek, lazerle taranır. indidir (tarama); (3) incelenecek olan örneğin floıesan bir molekülle İşaretlenmesi gerekir (bu, rutin kesitlerle çalışılamaz anlamına gelmektedir); (4) örnekten yansıyan ışık, gö­ rüntünün oluşturulmasında kullanılır; (5) yansıyan ışık, bu­ lucu tarafından yakalanır ve işaret, elektronik olarak alıcıda görülebilecek hale getirilir. Her seferinde çok ince bir düzlem odaklanabildiğinden, birkaç net düzlemi birleştirmek ve bu şekilde 3 boyutlu gö­ rüntüye dönüştürmek olasıdır. Bu özellikler, konfokal mik­ roskobu bilgisayara bağımlı bir teknik haline getirmektedir.



FLORESAN MİKROSKOP



Şekil 1-5. Konfokal mikroskobun ilkesi. Bir kesit düzlemin­ den gelen çok küçük bir ışık demeti iğne deliğinden geçiri­ lerek algılayıcıya ulaşırken, başka düzlemlerden gelen de­ metler engellenir. Bu sayede her seferinde örneğin yalnız­ ca çok ince bir düzlemine odaklanılır.



Belli floresan maddeler uygun dalga boyundaki ışık altına tutulduğunda daha uzun dalga boyunda ışık yayarlar. Bu olaya floresans denir. Floresan mikroskopta doku kesitleri, genelde yayılan ışık yelpazesinin görülebilir kısmında yer alacak şekilde morötesi ışık altına tutulur. Floresan madde­ ler karanlık bir zemin üzerinde parlak, ışıltılı parçacıklar şek­ linde izlenir. Güçlü bir morötesi ışık kaynağının kullanıldığı bir mikroskopla araştırıcının gözlerini korumak için objektif merceklerinden sonra morötesi ışığı süzecek olan özel filtre­ ler bulunmaktadır. Hücrelerin iri moleküllerine karşı çekiciliği olan floresan bileşikler, floresan boyalar olarak kullanılmaktadır. Fn yay-



6 /



BÖLÜM 1



Şekil 1-7. Kültürde çoğaltılarak akridin turuncusu ile boya­ nan böbrek hücrelerinin mikroskop fotoğrafı. Floresan mik­ roskopta DNA (çekirdeklerin içinde) sarı, RNA’ dan zengin sitoplazma kırmızı-turuncu renkte görünmektedir. (A. Geral-



Ne yazık ki, bu büyütme yalnız yalıtık molekülleri ya da partikiilleri görüntülemede kullanılr. Çok ince doku kesitlerinin ayrıntıları yaklaşık 120.000 büyütmede görülebilmektedir. Transmisyon elektron mikroskobunun çalışması, ışığın cam merceklerdeki sapma davranışının benzeri olan, elekt­ ron demetinin elektromanyetik alanlarda sapma ilkesine da­ yanır. Elektronlar, vakum ortamında metal (genelde tungs­ ten) bir Ulamanın (katot) yüksek derecede ısıtılmasıyla elde edilir. Elektronlar salıverildikten sonra, katot ile anot arasın­ da yaklaşık öü-100 kV ya da daha fazla gerilime sokulur. Anot, merkezinde ufak bir delik olan metal bir plakadır. Elektronlar katottan anoda doğru ivme kazanarak hızlanır, anodun merkezindeki açıklıktan geçer ve tüpün içine gire­ rek kesintisiz bir elektron akımı (demeti) oluştururlar. Bu demet, kabaca optik mikroskopta olduğu gibi, elektrik bo­ binleri tarafından saptırılır, çünkü elektromanyetik alana gi­ ren elektronlar yön değiştirir. Bu nedenle elektron mikros­ kopların elektrik bobinlerine elektromanyetik mercek denir. Elektron mikroskobun parçaları, optik bölümler genel­ likle üstte yer almasına karşın, optik mikroskopla çok ben­ zeşmektedir (Şekil 1-9). Birinci mercek, elektron demetini kesit üzerine odaklayan bir kondansatörden oluşmaktadır. Bazı elektronlar kesitteki atomlarla etkileşime girerek yolu­ na devam ederken, diğerleri etkileşmeksizin, örneğin için­ den geçer. Elektronların büyük bir bölümü büyütülmüş gö­ rüntüyü oluşturan ve daha sonra bu görüntüyü başka bir büyütücü merceğe gönderen objektife ulaşır. İnsan gözü elekt­ ronlara karşı duyarlı olmadığından, görüntü son aşamada floresan bir ekrana ya da fotoğraf plakalarına veya elektro­ nik kameraya düşürülür. Transmisyon elektron mikrosko­ bunda elde edilen görüntülerin büyük bölümü floresan ek-



des ve JMV Costa'nın izniyle).



Vy gın kullanılan boya DNA ve RNA ile bileşik oluşturabilen ak­ ridin turuncusudur. Floresan mikroskopta incelendiğinde DNA-akridin turuncusu kompleksi sarımsı-yeşil ışık yayar­ ken, RNA-akridin turuncusu kompleksi kırmızı-turuncu ışık yayar. Bu şekilde hücrelerin içindeki niikleik asitleri belirle­ mek ve yerlerini saptamak mümkündür (Şekil 1-7). Floresan mikroskobun başka bir kullanım alanı da floresan maddele­ rin (flöresem izotiyosiyanat gibi) doku bileşenlerine özel olarak bağlanacak olan belirteç moleküllerle birleştirilmesi ve bu sayede söz konusu bileşenlerin mikroskopta saptan­ masıdır (bkz. Moleküller Arasındaki Yüksek Çekimli Etkile­ şimlere Dayalı Saptama Yöntemleri).



I



•\



f



ELEKTRON MİKROSKOP Hem transmisyon hem de tarama (scanning) elekt­ ron mikroskopları, elektronlarla doku bileşenleri­ nin etkileşmesi temeline dayanır.



Transmisyon Elektron Mikroskobu Elektron mikroskobu, yüksek çözümleme gücü ile inceleme­ ye olanak veren (0.1 nm) bir görüntüleme sistemidir. Bunun­ la birlikte, uygulamada kaliteli cihazların çoğunda çözümle­ me gücü 3 nm. civarındadır. Bu çözümleme gücü, görüntü ayrıntılarının -400.000 kez büyütülerek görülebilmesini sağlar.



Şekil 1-8. JEM-1230 modeli elektron mikroskobun fotoğra­ fı (JEOLA.B.D. Inc., Peabody, MA izni ile).



HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ



/



7



Bu mikroskop, örnek üzerinde bir noktadan başka bir nok­ taya sırayla hareket ettirilen (tarama) çok ince bir elektron demeti oluşturur. Transmisyon elektron mikroskobundan farklı olarak, elektronlar örneğin içinden geçmez (Şekil 110). Elektronlar, daha önceden doku üzerine kaplanan çok ince bir metal tabaka üzerine çarpar ve yansır ya da saçılır. Bu elektronlar bir algılayıcı tarafından yakalanarak yükselti­ cilere ya da başka cihazlara aktarılır ve oluşturulan sinyalin son biçimi bir televizyon monitörüne aktarılır. Oluşan gö­ rüntüler siyah beyazdır. Sonuçta çekilen fotoğraflar kolayca anlaşılır. Çünkü, tıpkı olağan yaşamımızda olduğu gibi yu­ karıdan aydınlatma sonucu oluşan aydınlık ve gölgeli alan­ larla dolu bir görüntü elde edilir. Tarama elektron mikrosko­ bu yalnız yüzeyleri gösterir. Organların içi, dondurulmaları ve iç yüzeylerini ortaya çıkarmak üzere kırılmalarıyla incele­ nebilir.



DOKU KESİTLERİNDE OTORADYOGRAFİ Otoradyografi, doku kesitlerindeki biyolojik olayla­ rın radyoaktivite ile araştırılmasıdır. Otoradyografide, yayılan radyasyonun fotoğraf emülsiyonları üzerindeki etkileri ile dokulardaki radyoaktif mad­ delerin yeri belirlenir. Emülsiyondaki gümüş bromür kristal­ leri tıpkı normal fotoğrafta ışığa karşı olduğu gibi, radyoak­ tiviteyi saptayan mikro algılayıcılar işlevini görür. Çalışmanın



Şekil 1-9. Transmisyon elektron mikroskobunun mercekle­ rinin ve elektron demetinin izlediği yolun şeması. CCD, akım yüklenmiş cihaz



rantı çarpan elektronlarla, mikroskobun tüpü içinde kalan elektronlar arasındaki dengeye bağlı olarak oluştuğundan, ortaya çıkan görüntü daima siyah beyazdır. Elektron mikros­ kop fotoğrafının koyu alanları elektron yoğun, açık renkli alanlar ise elektron geçirgen olarak adlandırılır. Elektron mikroskopta örnek ile elektronlar arasında uy­ gun bir etkileşim oluşturmak için kesitlerin çok ince (4090nm) olması gerekir; bu yüzden örnek ep oksi p la stik içine gömülür. Bu şekilde hazırlanan bloklar ancak cam ya da el­ mas bıçaklarla kesilebilecek kadar sert olur. Çok ince alıntın kesitler küçük metal ağlar üzerinde toplanır ve analiz için mikroskobun içine konur. Elektron mikroskopta kullanılan dondurma teknikleri yöntemi dokuları tespit etmeye ve gömmeye gerek olmaksı­ zın incelemeyi olası kılar. Bu teknik güç olmasına karşın, or­ taya çıkan hatalar başka yöntemlerdekinden daha azdır. Dondurulmuş dokular kesilebilir ve bunların üzerinde histokimya, ya da imünohistokiıııya çalışılabilir veya dokular, zar­ larının iç yapısı incelenmek üzere dondurulduktan sonra kı­ rılabilir (dondurma-kırma).



Tarama Elektron Mikroskobu Tarama elektron mikroskobu hücrelerin, dokuların ve or­ ganların yüzeyine ait yakıncı 3 boyutlu görüntüler oluşturur.



Şekil 1-10. Taramalı elektron mikroskobunun'şeması.



8 /



BÖLÜM 1



Şekil 1-11. Öldürülmeden 8 saat önce 3H fukoz en­ jeksiyonu yapılmış fare submandibüler bezinden hazırlanan otoradyograflar. Üstte: Radyoaktif böl­ geleri belirten siyah gü­ müş granüllerini gösteren mikrograf. En çok radyo­ aktivite salgı kanalı hücre­ lerinin granüllerinde görül­ mektedir. Büyük büyütme. Altta: Elektron mikrosko­ bik otoradyografi için ha­ zırlanan aynı dokudaki hücreler. Büyük büyütme­ de, çoğunlukla granüller (G) üzerinde ve bez tüme­ ninde (L) yer alan sarmal yapılar şeklindeki gümüş tanecikleri (T.G. Lima ve H.Haddad'ın izniyle).



amacına göre çok larklı moleküller (radyoaktif aminoasitler, radyoaktif nükleotidler ve radyoaktif .şekerler) kullanılabilir. Bu moleküller, protein, niikleik asit ya da polisakkarit ve glikoprotein gibi daha büyük moleküllerin sentezinde kullanıl­ dıklarından işaret olarak adlandırılırlar. Doku kesitleri hazır­ lanır ve fotoğraf emülsiyonu ile kaplanır. Lamlar, ışık geçir­ meyen kutularda bekletilir ve yeterince pozlama yapıldıktan sonra, fotoğraf banyosunda geliştirilerek incelenir. Radyas­ yon alan gümüş bromiir kristalleri küçük, siyah gümüş me­ tal tanecikleri haline indirgenir. Radyoaktif moleküller içe­ ren yapılar bu tanecikler tarafından örtülür. Bu işlem hem ışık, hem de elektron mikroskopta uygulanabilir (Sekil l11).



Doku bileşenlerinde radyoaktivitenin yerini göstermek­ le daha fazla bilgi elde edilebilir. Yani, radyoaktif bir aminoasit kullanılıyorsa, dokudaki hangi hücrelerin proteini daha fazla, hangilerinin daha az sentezlediğini belirlemek olasıdır, çünkü, hücrelerin üzerinde yoğunlaşan gümüş grandilerinin sayısı ile protein sentezinin yoğunluğu doğru orantılıdır. Radyoaktif bir DNA işareti (ör., radyoaktif tiroidin) kullanıl­ dığında, hangi hücrelerin (ve kaç tanesinin) bölünmeye ha­ zırlandığını belirlemek olasıdır. Sözgelimi, bir hücre prote­ ininin hücrenin neresinde sentezlendiğini ve salgılanıp sal­ gılanmadığını ve salgılanırken hangi yolu izlediğini araştır­ mak isteyen bir araştırmacının yapması gereken, çok sayıda hayvana radyoaktif aminoasit enjekte ederek, bunları deği-



HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ



/



9



pi ölümsüzleştirilerek, bunlardan in vitro olarak sonsuza dek çoğaltılabilen kalıcı birer hücre hattı oluşturulmuştur. Normal dokulardan elde edilen hücrelerin büyük bir bölümü genetik olarak programlanmış olan sınırlı bir yaşam süresine sahiptir. Bununla birlikle, belli değişiklikler (esas olarak onkogenlerle ilişkili; bkz., 3. Bölüm) hücrenin ölümsüzleşmesini sağla­ yabilir, bu sürece dönüşüm (transformasyon) denir. Dö­ nüşüm ve kültür teknolojisinde sağlanan başka ilerlemeler sayesinde günümüzde çoğu hücre tipi laboratuarda sınırsız biçimde elde edilebilmektedir. Canlı hücreler ve dokularla gerçekleştirilen işlemlerin tümünün mikropsuz bir bölümde, steril çözeltiler ve gereçler kullanılarak yürütülmesi gerekir.



Şekil 1-12. 3H timidin enjekte edilen bir fareden alınan doku kesitlerinin otoradyografisi. A: otoradyografi çok uzun süre pozlandığından radyoaktif çekirdekler yoğun olarak işaret­ lenmiştir ve taneciklerden oluşan koyu bir bulutla kaplı ola­ rak görülmektedir (ok başları). Yüksek büyütme. B: Bağır­ sak salgı bezlerinin tabanındaki pek çok hücre bölünmek­ teydi (ok başları) ancak pankreasta bölünen hücre bulunma­ maktaydı (uzun ok). Küçük büyütme. C: lenf düğümünden alınan kesitte hücrelerin daha çok yapının germinal merkez­ lerinde bölündüğü görülmektedir (ok). Küçük büyütme. (TMT Zorn, M Soto-Soazo, CMR Pellegrini ve WE Stumpf’un izniyle).



şik zamanlarda öldürmektir. Deney sırasında farklı zaman dilimlerinde öldürülen hayvanlardan hazırlanan kesitlerin otoradyografileri radyoaktif proteinlerin göçünü ortaya ko­ yacaktır. Bir organın hangi bölümünde yeni hücre sentezi­ nin gerçekleştiğini ve bu hücrelerin nereye göç ettiğini araş­ tıracak olan bir araştırmacının yapması gereken de yine bir­ çok hayvana radyoaktif timidin enjekte ettikten sonra, farklı zamanlarda bu hayvanları öldürmektir. Hazırlanan kesitlerin otoradyografisi hücrelerin nerede bölündüklerini ve (eğer öyleyse) nereye göç ettiklerini gösterecektir.



HÜCRE VE DOKU KÜLTÜRÜ Canlı hücreler vücut dışında da çoğaltılıp, üzerinde çalışılabilir. Karmaşık bir organizmada, dokular ve organlar birkaç çeşit hücreden oluşur. Bu hücreler, yüzlerce farklı molekül içeren kan plazması içinde yıkanmaktadır. Hücre ve doku kültürü bir molekülün tek bir hücre ya da doku üzerindeki etkilerini belirlemede çok ya­ rarlı olmuştur. Aynı zamanda canlı hücrelerin davranışlarını mikroskop altında doğrudan gözlemlemeye olanak tanır. Canlı hayvanda gerçekleştirilemeyen birçok deney in vitro gerçekleştirilebilir. Hücreler ve dokular belli bileşimlerin (tuzlar, aminoasitler, vitaminler) çözeltisi içinde çoğaltılır ve buna sık olarak serum bileşenleri eklenir. Bir doku ya da organdan kültür ha­ zırlanırken, ilk olarak hücrelerin mekanik olarak ya da doku­ yu enzimlerle işleyerek ayrıştırılması gerekir. Hücreler yalıtıl­ dıktan sonra, süspansiyon halinde ya da bir Petri kutusu ve­ ya lam gibi üzerine genellikle tek tabaka halinde yayılabile­ cekleri bir zeminde çoğaltılırlar (Şekil 1-13). Bu yolla yalıtılan hücre kültürlerine birincil hücre kültürleri denir. Normal ve patolojik dokulardan bu şekilde yalıtılan pek çok hücre ti­



i KLİNİK BİLGİ Hücre kültürü normal hücrelerin ve kanserli hüc­ relerin metabolizma çalışmalarında ve yeni ilaç­ ların geliştirilmesinde yaygın biçimde kullanılmış­ tır. Bu teknik, virüsler, mikoplazma ve bazı protozoonlar gibi yalnız hücre içinde çoğalan parazit­ lere yönelik çalışmalarda da yararlı olmaktadır (Şekil 1-13). Sitogenetik araştırmalarda, insan karyotiplerinin (bireyin kromozomlarının sayı ve morfolojisinin) belirlenmesi, deri fibroblastlarının ya da kan lenfositlerinin kısa süreli kültürü ile gerçekleştirilir. Genetik bozukluklar olarak adlan­ dırılan çok sayıda hastalığa tanı koymak için, do­ ku kültüründeki hücreler mitoz bölünme anında incelenerek, bu hastalıklarla ilişkili olduğu göste­ rilmiş olan kromozom sayıları ve morfolojilerinde­ ki anormallikler saptanabilmektedir. Buna ek ola­ rak, hücre kültürü moleküler biyoloji ve rekombinan DNA teknolojisinde kullanılan çağdaş teknik­ lerin temelinde yer almaktadır.



HÜCRENİN BÖLÜMLERİNE AYRILMASI Hücrelerin ve dokuların organelleri ve diğer bileşenleri hüc­ re parçalanması ile ayrılabilir. Bu işlem, organelleri ve hüc­ re bileşenlerini çöktürme katsayılarına göre ayrıştırmak için merkezkaç gücünün kullanıldığı fiziksel bir yöntemdir. Bir partiküliin çöktürme katsayısı, büyüklüğüne, şekline, yo­ ğunluğuna ve ortamın kıvamına bağlıdır. Bu tekniklerle el­ de edilen organellerin saf olup olmadığı elektron mikros­ kopta araştırılabilir (Şekil 1-15), kimyasal bileşimleri ve işlev­ leri in vitro çalışılabilir.



HİSTOKİMYA VE SİTOKİMYA Histokimya ve sitokimya terimleri esas olarak doku kesit­ lerindeki farklı maddelerin yerini saptamaya yarayan yön­ temleri ifade etmektedir. Bu tür bir bilgiyi elde etmek için birçok yöntem kullanılmaktadır, bu işlemlerin büyük bölümü özgün kimyasal tepkiye ya da makromoleküller arasındaki yüksek çekimli etkileşimlere dayanmakladır. Her iki yöntem de çoğunlukla ışık ya da elektron mikroskobu ile özgün maddelerin yerinin saptanmasını sağlayan, çözünmeyen renkli ya da elektron yoğun bileşiklerin oluşmasını sağlar.



10 /



BÖLÜM 1



Bununla birlikte, büyük bir protein grubu olan enzim­ leri az çok özgül biçimde göstermek üzere kullanılan birkaç



Şekil 1-13. Doku kültüründe üretilerek, trypanosoma cruzi ile enfekte edilen tavuk fibroblastlarmın ışık mikroskop fotoğrafı. Hücrelerin sınırları belirgin görünmese de çekirdekleri (N) ko­ laylıkla seçilebilmektedir. Her hücrede pek çok trypanosom bulunmaktadır (oklar). Büyük büyütme (S.Yoneda'nın izniyle).



İyonlar Birçok iyonun (ör. demir, foslat) dokudaki yeri koyu renk, çözünmez bir ürün oluşturan kimyasal tepkimelerin gerçek­ leştiği bu yöntemlerle belirlenmiştir (Şekil 1-16).



Nükleik Asidler Hücre çekirdeği içindeki DNA’nın yeri ve miktarı DNA var­ lığında kırmızı renk oluşturan Feulgen tepkimesi ile sapta­ nır. DNA ve RNA, doku kesitlerinin bazik bir boya ile bo­ yanmasıyla da analiz edilebilir. Nükleik asillerin varlığına bağlı bazofİÜ, kesitlerin DNAaz ya da RNAaz enzimi ile ön­ ceden sindirime tabi tutulmasıyla ortadan kaldırılabilir.



Proteinler Doku kesitlerinde proteinleri saptamaya dönük genel yöntem­ ler bulunmasına karşın, histomyasa! yöntemler, hücre ve doku­ lardaki özel proteinlerin yerlerinin belirlenmesine genelde ola­ nak tanımazlar. Bu bölümün son kısımlarında da görüleceği gi­ bi, bunun yapılabilmesi imınünlılstokimya ile olasıdır.



lıistokimya yöntemi bulunmaktadır. Söz konusu yöntemler­ de genellikle enzimlerin özgül kimyasal bağlarla tepkime oluşturma sığalarından yararlanılır. Histoenzimatik yöntem­ lerin çoğu şu biçimde iş görür: (1) doku kesitleri çalışılmak istenen enzimin alt katmanını (siibstrat) içeren bir çözeltiye batırılır; (2) enzimin alt katmanla etkileşmesi sağlanır; (3) yöntemin bu aşamasında ya da daha sonra, kesit üzerine be­ lirteç bileşik konur; (4) bu bileşik alt katmanın bozunnıası ya da dönüşmesi sonucu oluşan molekülle tepkimeye girer; (5) enzimin bulunduğu bölgenin üzerinde, çözünmez olma­ sı gereken ve renkli ya da elektron yoğun olması durumun­ da ışık ya da elektron mikroskop ile görülebilen son tepki­ me ürünü çökeltileri oluşur. Bu tür bir kesit mikroskopla in­ celendiğinde, hücreler (ya da organeller) renkli ya da elekt­ ron yoğun bir madde ile kaplı olarak görünür. Saptanabilen bazı enzim örnekleri şu şekilde sıralanabilir: Fosfatlar, vücutta yaygın olarak bulunan enzimlerdir. Fosforillenmiş moleküllerde fosfat grubu ile alkol kökü ara­ sındaki bağı koparırlar. Fosfatazların renkli, çözünmez tep­ kime ürünü genellikle kurşun fosfat ya da kurşun siilfittir. En yüksele işlevini alkali pH’da gösteren alkali fosiatazlar sapta­ nabilir (Şekil 1-17). Asit fosiatazlar sık olarak, asit fosfataz içeren sitoplazma organelleri olan lizozomları göstermek için kullanılır (Şekil 1-18). Dehidrojenazlar, hidrojeni bir alt katmandan alıp, bir başkasına aktarır. Vücutta birçok lıidıojenaz bulunmaktadır ve bunlar, metabolik işlemlerde önemli rol üstlenirler. De­ hidrojenazlar histokiıııyasal olarak, tespit edilmemiş doku kesitlerinin hidrojeni alıp, çözünmeyen, renkli bir bileşik ha­ linde çöküntü oluşturan bir molekül içeren katman bileşi­ ğinde inkübe edilmesiyle saptanabilecektedir. Bu yöntemle siiksinat dehidrojenazm-sitrik asit (Krebs) döngüsünde önemli bir enzim-mitokondri içindeki yeri belirlenebilir. Bir çok hücre tipinde bulunan peroksidaz, hidrojen iyon­ larını hidrojen perokside aktararak belli substratların oksitlen­ mesini ve su moleküllerinin oluşmasını sağlayan bir enzimdir. Bu yöntemde, yeterince tespit edilmiş olan doku kesitle­ ri hidrojen peroksit ve 3,3-dİaminobenzidin içeren bir çözel­ tide bekletilir. Diaminobenzidin peroksidazın varlığında ok­ side olarak, ışık ve eleklronmikroskopta peroksidaz aktivitesinin bulunduğu yeri belirlememizi sağlayacak olan kahve­ rengi, çözünmez, elektron yoğun bir çökelti oluşturur. Kan hücrelerindeki peroksidaz etkinliği lösemilerin tanısı açısın­ dan önemlidir ve bu yöntemle saptanabilmekteclir. Peroksidaz çok aktif olduğu ve çok kısa sürede büyük miktarda çözünmez çökelti oluşturduğundan, başka bileşik­ lerin işaretlenmesi uygulamasında önemli bir kullanım akını bulmaktadır. Peroksidaz molekülleri saflaştırılabilir, yalıtılabilir ve başka bir molekülle eşleştirilebilir. Bu bölümün ile­ risinde moleküllerin peroksidazla işaretlenmesi uygulamala­ rı açıklanmaktadır.



Polisakkaritler ve Oligosakkaritler Vücuttaki polisakkaritler ya serbest ya da proteinlerle ve li­ pitlerle birleşik halde bulunurlar. Birleşik oldukları durumda aşırı karmaşık farklı cinsten bir grup oluştururlar. Bunlar, şe­ kerlerde bulunan 1,2 glikol gruplarını aldehiti köklerine dö­ nüştürmeye dayanan periyodik asicl-Schİff (PAS) tepkimesi ile gösterilebilir. Daha sonra bu kökler Schiff belirteci ile or-



HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ



/



Bütünlüğü bozulmamış hücre



Şekil 1-14. Hücrenin bölümlerine ayrıl­ ması işlemi, diferansiyel santrifüj ile hüc­ reyi oluşturan yapıların ayrılmasını olası kılar. Sağdaki çizimler merkezkaçla ayır­ dıktan sonra her tüpün altında çöken hücre organellerini göstermektedir. Mer­ kezkaç kuvveti yerçekimi kuvvetine kar­ şılık gelen g ile ifade edilmektedir. ( 1) Doku parçası jilet ya da makas ile doğ­ ranır ve benzerleri ayıran aygıt (homojenizatör) ya da ultrason ile ayrıştırılır. (2) Ayrıştırılan doku yaklaşık 20 dakika bek­ letilir. Hücre kümeleri ve hücre dışı matriksin lifleri dibe çöker (3) Üstte kalan sı­ vı 1000 g ile yaklaşık 20 dakika çevrilir. Çekirdekler çöktürülür. (4) Üst sıvı 10000 g'de 20 dakika süreyle çevrilir. Mitokondriler ve lizozomlar çöktürülür. (5) Üst sıvı 105000 g’de 120 dakika sü­ reyle çevrilir. Mikrozomlar çöktürülür. (6) Üst sıvıya önce sodyum deoksikolat ek­ lenip, daha sonra 105000 g’de 120 daki­ ka süreyle çevrilirse, mikrozomlar ayrışır ve endoplazma retikulumu zarları ve ribozomlar halinde ayrı olarak çöker. (İzin alınarak yeniden çizim ve çoğaltım, Bloom W. Fawcett DW: A Textbook of Histology, 9. bas­ kı, Sounders, 1968.)



11



12 /



BOLUM 1



Şekil 1-15. Yoğunluk düzeyi oluşturacak şekilde santrifüjlenerek ayrılan üç hücre kat­ manının elektron mikroskop fotoğrafları. A: mikrozomlarla bulaşmış mitokondri bölü­ mü, X 13.000, B: mikrozom katmanı, x 42,500, C: lizozom katmanı, x 25.000. (Baudhin’den.)



taya konur, .söz konusu belirteç kesitte, polisakkaritlerin top­ landığı bölgelerde mor ya da kırmızı renk verir. FAS tepkimesi ile, vücutta çok yaygın ve bol olarak bulu­ nan serbest bir polisakkarit olan glikojen karaciğerde, iske­ let kasında ve biriktiği başka dokularda gösterilebilmektedir. Glikoproteinler, küçük, dallanmış şeker zincirleriyle (oligosakkaritler) ilişkili protein molekülleridir. Protein zin­ ciri oligosakkarit zincirinin ağırlığında ve hacminde etkin rol oynar. Bazı glikoproteinler asit grubu içermeyip (nötral gli-



Resim 1-17. Alkali fosfataz enzimini göstermek üzere Gomori yöntemine göre işlem yapılan sıçan böbrek kesitinin mikroskop fotoğrafı. Bu enzimin bulunduğu bölgeler (hücre yüzeyi) yoğun olarak siyah boyanır (oklar). Orta büyütme.



Şekil 1-16. Kalsiyum iyonlarını göstermek üzere histokimyasal işlem gerçekleştirilen kemik kesitinin mikroskop fo­ toğrafı. Kemikleşmiş dokudaki koyu renk çökelti kalsiyum fosfatın varlığını göstermektedir. Kesitin üst bölgesinde retepkimeye girmemiş kıkırdak dokusu (pembe boyalı) görül­ mektedir. Orta büyütme.



koproteinler), FAS pozitif iken, diğerlerinde sınırlı miktarda karboksil ya da sülfat kökleri bulunur. Hem glikojen, hem de nötral glikoproteinler FAS pozitif olduklarından, FAS tep­ kimesinin özgüllüğünü değerlendirmek için normal kesitler­ deki boyanma ile glikojeni parçalayan bir enzimle (ör., tü­ kürük amilazı) ön işleme tabi tutulan kesitlerdeki boyanma karşılaştırılabilir. Glikojen içeren yapılar FAS tepkimesi ile yoğun olarak boyanır, ancak amilazla ön işlem yapıldığında boyanma olmaz. Şekil 1-19’da FAS tepkimesi ile boyanan ya­ pı örnekleri gösterilmektedir. Glikozaminoglikanlar güçlü anyonik özellik gösteren, aminli monosakkaritler (amino şekerleri) içeren dallanma­ mış uzun zincirli polisakkaritlerdir. Çok sayıda glikozaminoglikan zinciri, düzgün aralıklarla bir protein özdek boyun­ ca dizilerek proteoglikanları oluşturur. Bağ dokusu mat-



HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ



/



13



Şekil 1-18. Asit fosfatazın saptanması. Sıçan böbrek hücresinde çekirdeğin (Ç) üzerinde yer alan 3 adet lizozomu (li) gösteren elekt­ ron mikroskop fotoğrafı. Yapılardaki koyu çökelti asit fosfatazın bulunduğu yerlere çökmüş olan kur­ şun fosfattır. X 25000 (E. Katchburian’ın izniyle).



riksinin önde gelen yapılarından bazılarını proteoglikanlar oluşturur (5. ve 7. Bölümlere bakınız). Glikoproteinlerin ak­ sine, proteoglikanlardaki karbonhidrat zincirleri molekülün esas bileşenini oluşturur. Glikozaminoglikanlar ve asidik glikoproteinler karboksil ve sülfat gruplarının çokluğu nede­ niyle güçlü anyonik özelliğe sahiptir. Bu nedenle, bunlar alsiyan mavisi boyasıyla kuvvetli tepkime verirler.



MOLEKÜLLER ARASINDAKİ YÜKSEK ÇEKİMLİ ETKİLEŞİMLERE DAYALI SAPTAMA YÖNTEMLERİ Bir doku kesitinde bulunan özgül bir molekül, o molekül ile özel olarak etkileşen bileşikler kullanılarak saptanabilir. Mo­ lekülle etkileşecek olan bileşiklerin ışık ya da elektron mik-



Lipitler Lipitler en iyi şekilde, lipit içinde çözünebilen boyalarla gös­ terilirler. Bu yöntemde, dondurulmuş kesitler, uygun boya­ larla doyurulmuş alkolik çözeltiler içine daldırılır. Sonra bo­ ya, alkolden hücresel lipid damlacıklarına doğru göç eder. Bu amaçla en çok Sudan IV ve Sudan siyahı boyaları kulla­ nılır. Boya hücredeki lipit damlacıkları içinde çözülerek kır­ mızı ya da siyaha boyar. Kolesterol ve kotesterol esterleri, fosfolipler ve glikolipidlerin belirlenmesi için kullanılan ek yöntemler, farklı tür lipidterin hücre içine biriktiği nıetabolik hastalıkların tanısında yararlıdır.



ims k l in ik b il g i



Laboratuvar tamda demir için Perls reaksiyonu, glikojen ve glikozaminglikanlar için PAS-amilaz ve alsiyan mavisi tepkimesi gibi pek çok histokimyasal yöntem sık olarak kullanılır. Lipitlere yönelik tepkimeler rutin olarak dokularda demir (hemokromatoz, hemosideroz, glikojen (glikojenoz), gli­ kozaminglikanlar (mukopolisakkaridoz) ve sfingolipidler (sfingolipidoz) birikimine yol açan bir has­ talığı bulunan hastalardan alınan doku biyopsile­ rinde lipit reaksiyonları rutin olarak kullanılır.



Şekil 1-19. PAS ile boyanmış olan ince bağırsak vilusunun mikroskop fotoğrafı. Hücre yüzeyindeki fırçamsı kenar (ok­ lar) ve goblet hücrelerinin salgı ürünündeki boyanma yük­ sek düzeydeki polisakkarid içeriği yüzünden yoğundur. Karşıt boya hematoksilen. Büyük büyütme.



14 /



BOLUM 1



Lektinler, esas olarak bitki tohumlarından türetilen pro­ teinler ya da glikoproteinlerdir ve yüksek bir çekim ve öz­ güllükle karbonhidratlara bağlanırlar. Farklı lektinler özgül şekerlere ya da şeker kalıntı dizilerine bağlanırlar. Lektinler, glikoproteinlere, proteoglikanlara ve glikolipitlere bağlanır­ lar ve özgül şeker kalıntı dizilerini içeren zar moleküllerini betimlemek için yaygın olarak kullanılırlar.



İmmünohistokimya



Şekil 1-20. Başka bir moleküle karşı çekim gücü bulunan bileşikler bir belirteçle işaretlenip, o molekülü göstermek için kullanılabilir. (1) A molekülü, B molekülünün bir bölü­ müne karşı yüksek ve özgül bir çekim gücüne sahiptir. (2) A ve B karıştırıldığında, A molekülü B molekülünün tanıdı­ ğı bölümüne tutunur. (3) A molekülü ışık ya da elektron mikroskopta görülebilen bir belirteçle işaretlenebilir. Bu be­ lirteç, floresan bir bileşik, peroksidaz gibi bir enzim, altın parçacığı ya da radyoaktif bir atom olabilir. (4) İşaretlenmiş A molekülü ile kuluçkalanan (inkübasyon) hücrede ya da hücre dışı matrikste B molekülü varsa, B molekülünü sap­ tamak olasıdır. roskopu ile belirlenebilecek olan bir belirteçle işaretlenmesi gerekir (Şekil 1-20). En sık kullanılan belirteçler floresan bi­ leşikler (floresan ya da lazer mikroskopu ile görülebilir), radyoaktif atomlar (otoradyografi ile saptanabilir), peroksi­ daz molekülleri (hidrojen peroksit ve 3,3-diaminobenzidin ile enzim gösterildikten sonra saptanabilir) ya da başka en­ zimler (ilgili sübstratlarıyla saptanabilir) ve ışık ve elektron mikroskopunda görülebilen metal (genellikle altın) parça­ cıklarıdır. Bu yöntemler genellikle şekerleri, proteinleri ve nükleik asitleri saptamada kullanılır. Diğer moleküllerle özgül olarak etkileşen bileşiklere örnek olarak falloidin, protein A, lektinler ve antikorlar gösterilebilir. Bir mantardan (Amanita phalloides) elde edilen falloidin, aklinle güçlü bir biçimde etkileşim gösterir ve genellikle mikrofilamanları göstermek için floresan boyalarla işaretlenir. Staphylococcus aureus’tan elde edilen bir protein olan protein A immünglobulin molekülünün (antikor) Fc bölge­ sine bağlanır. Protein A bir belirteçle işaretlendiğinde immünglobulinler saptanabilir (bkz. İmmünohistokimya).



Moleküller arasında yüksek düzeyde özgül etkileşimlerden birisi de antijen ile antikor arasında gerçekleşir. Bu nedenle özgül proteinlerin yerini belirlemede en büyük yararı işaret­ li antikorların kullanıldığı yöntemlerin sağladığı kanıtlanmış­ tır. Vücutta, kendi (öz) moleküllerini yabancı moleküllerden ayırt edebilen hücreler bulunmaktadır. Vücut, yabancı mole­ küllerle— antijenlerle — karşılaştığında, bunlarla özgül ola­ rak etkileşen ve antijene bağlanan proteinler— antikorlar— üreterek yabancı maddenin ortamda etkisiz kılınmasına yar­ dımcı olur. Antikorlar, immünglobulin olarak adlandırılan büyük bir aileye ait proteinlerdir. İmmünohistokimyada, belli bir proteini barındırabileceği düşünülen doku kesiti (ya da kültürde çoğaltılmış olan hüc­ reler) bu proteinin antikorunu içeren bir çözelti içinde kuluçkalanır (inkübasyon). Antikor, özgül olarak bu proteine bağlandıktan sonra, antikoru işaretlemek üzere kullanılan bileşiğin tipine bağlı olarak, ışık ya da elektron mikroskop ile söz konusu proteinin yeri belirlenebilir. İmmiinhistokimya için gereken en önemli koşullardan biri­ si, belirlenecek olan proteine karşı bir anlikomn bulunmasıdır. Yani, proteinin daha önceden saflaştırılarak ayrılması, bu şekil­ de antikorların üretilebilmesi gerekir. Şekil 1-21 ve 1-22’de pro­ teinlerin ayrılmasına ilişkin bazı yöntemler gösterilmektedir. POLİKLONAL VE MONOKLONAL ANTİKORLAR



Amacımızın, belli hayvan türlerinin (örneğin sıçan ya da in­ san) x proteinine karşı antikorlar üretmek olduğunu varsa­ yalım. X proteini daha önce yalıtılmış ise, başka bir türe (ör., tavşan ya da keçi) enjekte edilir. Söz konusu protein bu hay­ van için yabancı— yani antijen— olarak algılanacak kadar farklıysa, hayvan, bu proteine karşı antikorlar üretecektir (ör., sıçan x ’ine karşı tavşan antikoru ya da insan x ’ine kar­ şı keçi antikoru). Bu antikorlar, hayvanın plazmasından top­ lanır ve immünohistokimya için kullanılır. X proteini enjekte edilen hayvanların birkaç lenfosit gru­ bu (klonu) x proteininin farklı bölgelerini tanıyabilir ve her bölüme karşı farklı antikor üretebilir. Bu antikorlar poliklonal antikorlardan oluşan bir karışım oluştururlar. Bununla birlikte, x proteinini hücre kültüründe yaşatılan lenfositlere (aslında tümör hücrelerine tutunmuş lenfositler) yönelik olarak elde etmek de olasıdır. Farklı lenfosit klonları x proteininin birkaç bölümüne karşı farklı antikorlar üre­ tecektir. Her klon, x proteinine karşı farklı antikorlar ayrı olarak toplanabilecek şekilde birbirinden ayrı olarak yalıtılabilir ve kültürde yaratılabilir. Bu antikorların her biri bir monoklonal antikordur. Monoklonal antikor kullanımının, poliklonal antikor kullanımına göre bir çok avantajı bulun­ maktadır: söz gelimi, belirlenmek istenen proteine karşı yüksek düzeyde özgül ve buna güçlü bir biçimde bağlana­ cak monoklonal bir antikor seçilebilir. Bu yüzden, özgül ol­ mayan başka proteinlerin, x proteininin saptanmasını güç­ leştirebilecek biçimde bağlanması engellenmiş olur.



HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ



Doğrudan immünohistokimya yönteminde, antiko­ run (ister monoklonal, isler poliklonal) uygun bir etiketle işaretlenmesi gerekir. Doku kesitleri, x ’e karşı işaretlenmiş antikorla kuluçkalamr, antikor özgül olarak etkileşime girer ve x proteinine bağlanır. Bağlanmayan antikoru uzaklaştır­ mak amacıyla kesit yıkanır (Şekil 1-23). Kullanılan işaretleyi­



ci 0



/



15



ciye (lloresan bileşik, enzim ya da altın parçacıkları) bağlı olarak, kesit ışık mikroskobu veya elektron mikroskobu ile incelenir. İşaretleyici olarak peroksidaz ya da başka bir en­ zim kullanılması durumunda doku kesiti mikroskopla ince­ lenmeden önce enzimin saptanması gerekir (bkz. Histokimya ve Sitokimya). Doku kesitinde x proteinini içeren alanlar belirteç enzimin varlığına bağlı olarak lloresan özellik kaza­ nacak ya da üzeri altın parçacıklarıyla veya koyu renk bir çökelti ile kaplanacaktır. Dolaylı immünohistokimya yöntemi daha duyarlıdır ancak daha fazla basamak içerir. Sıçanlarda bulunan bir x pro­ teinini saptamak istediğimizi varsayalım. İmmiinohistokimyasal reaksiyona yönelmeden önce iki işlemin gerçekleştirilme­ si gerekir: (T) öncelikle başka bir hayvan türünde (ör., tav­ şan), sıçan x proteinine karşı antikorların üretilmesi gerekir; (2) bu işleme koşut olarak, normal (enjeksiyon yapılmamış) bir tavşandan alınan immiinglobulinin üçüncü bir hayvan tü­ rüne (ör., koyun ya da keçi) enjekte edilmesi gerekir. Tavşan immünglobulinleri koyun ya da keçi tarafından yabancı ola­ rak benimsenir ve bu nedenle o hayvanda antikor (anti-antikor ya da anti-immünoglobulin) oluşturma niteliğine sahiptir. Dolaylı immiinohistokimyasal saptama yönteminde ilk olarak x proteini içerdiğine inanılan sıçan dokusu kesiti tav­ şan anti-x antikoru ile kuluçkalamr. Yıkamadan sonra doku kesitleri tavşan antikorlarına karşı işaretlenmiş koyun ya da keçi antikorları ile kuluçkalamr. Anti-antikorlar x proteinini tanımış olan tavşan antikorlarını tanıyacaktır (Şekil 1-24). X proteini, ikincil antikorda kullanılan belirtece uygun mikros­ kobik teknik kullanılarak saplanabilir. Avidin-biyotin tekniği gibi diğer ara moleküllerin kullanıldığı başka dolaylı yön­ temler de bulunmaktadır.



>



| k l in ik b il g i İmmünositokimya, hücre biyolojisindeki araştır­ malara ve tıbbi tanı yöntemlerinin geliştirilmesine somut olarak katkıda bulunmaktadır Şekil 125 ’ten 1-28'e dek molekülleri immünohistokimyasal olarak saptama yöntemlerine ilişkin örnekler gösterilmektedir. Tablo 1-1’de klinik uygulamada kullanılan immünositokimyasal yöntemlerin bazı alışılmış uygulamaları gösterilmektedir.



Şekil 1-21. Protein yalıtma yöntemleri olan ultrasantrifüj (A) ve kromatografi (B). A: Homojenize edilen hücrelerden ya da dokulardan elde edilen protein karışımı birkaç saat boyunca yüsek hızda çevrilir. Proteinler mole­ küllerin büyüklüğüne ve yoğunluğuna bağlı olarak birkaç banda ayrılır. Ult­ rasantrifüj medyumu süzülerek daha sonra analiz edilebilecek biçimde farklı proteinleri içeren birkaç fraksiyon halinde toplanır. B: Homojenize edilen hücrelerden ya da dokulardan elde edilen protein karışımını içeren çözelti, farklı kimyasal özelliklere sahip parçacıklarla dolu olan bir kolon içine konur. Sözgelimi bu parçacıklar farklı elektrostatik yüklere (proteinle­ ri yüklerine göre çeken) ya da farklı boyda gözeneklere (farklı boy mole­ külleri geçiren elek işlevi gören) sahip olabilir. Proteinlerin sütundan geçi­ şi sırasında parçacıklarla etkileşimlerine göre hareketleri yavaşlar. Akış ta­ mamlandığında, farklı protein grupları ayrı olarak toplanabilir.



16 /



BÖLÜM 1



In Situ Hidridizasyon Teknikleri Modern hücre biyolojisinde uğraşılan temel işi, moleküller düzeyde hücrelerin işlevlerini anlamak oluşturmaktadır. Bu amaca ulaşmak için, DNA’dan proteine bilgi akışı işlemine katılan moleküllerin analizine olanak tanıyan tekniklere ge­ reksinim vardır. Bu tekniklerin çoğu hibridizasyona dayan­



maktadır. Hibridizasyon, tamamlayıcı olması durumunda birbirini tanıyan iki niikleik asit dizisini (DNA ile DNA, RNA ile RNA ya da RNA ile DNA) arasında bağlantı oluşturulma­ sıdır. Niikleik asit dizilimleri arasındaki benzerlik ne denli fazlaysa, tamamlayıcı dizilerden çift sıralı “hibrid” molekül­ lerin oluşması o denli kolaydır. Bu durumda hibridizasyonla, özgül DNA ve RNA dizilerini saptamak olasıdır. İN SiTU HİBRİDİZASYON



Söz konusu teknik hücrelere ve doku kesitlerine, yaymalara ya da mitozda dağılmış kromozomlara doğrudan uygulandı­ ğında, in situ hibridizasyon adını alır. Bu teknik hücrede öz-



A



Tablo 1-3. Hastalıkların immünohistokimyasal yöntemlerle tanısı ve sağaltımı açısından önem taşıyan ve yaygın olarak kullanılan proteinlerden (antijenler) bazıları. A ntijenler



Tam



Ara filam an proteinleri



Sitokeratinler Glial fibriler asit proteini Vimentin Desmin



Epitel kökenli tümörler: Glıa hücreli bazı tümörler Bağ dokusu tümörleri Kas tümörleri



Diğer proteinler



B



O



f M







“ ---- ► OD



^_________ Jel



X-ışmı filmi



O



Nitroselüloz zar



«=*



czd



J



Protein ve polipeptid hormonlar



Protein ya da polipeptid hormon üreten tümörler



Karsinoembriyonik antijen (CEA)



Salgı bezi tümörleri, esas olarak sindirim sistemi ve meme tümörleri



Prostata özgü antijen



Prostat bezi tümörleri



Steroid hormon reseptörleri



Meme kanal epiteli tümörleri



Virüsler tarafından yapılan antijenler



Özgül virüs enfeksiyonları



Şekil 1-22. Jel elektroforezi: Protein ayırma yöntemidir. A: Proteinlerin ayrılması. (1) Homojenize edilen hücrelerden ya da dokulardan protein karışımları elde edilir. Protein alt birimlerini açmak ve birbirinden ayırmak için genellikle güç­ lü bir deterjan (sodyum dodesil sülfat) ve merkaptoetanol ile işlem yapılır. (2) Örnekler elektriksel alan oluşturulan poliakrilamid jel havuzlarına konur. Proteinler boyutlarına ve şekillerine göre jel içinde hareket eder. (3) Jel üzerine, diğer proteinlerin molekül kütlesini belirlemek üzere olarak molekül ağırlığı bilinen (referans) proteinlerden oluşan bir karışım eklenir. B: Proteinlerin saptanması ve belirlenme­ si. (1) Boyama. Tüm proteinler aynı renk boyanır. Renk yo­ ğunluğu protein derişimi ile doğru orantılıdır. (2) Otoradyografi. Radyoaktif proteinler otoradyografi ile saptanabilir. Jel üzerine belli bir süreyle röntgen filmi konur ve sonra bu film banyo edilir. Radyoaktif proteinler film üzerinde koyu renk bandlar biçiminde görünecektir. (3) İmmün işaretle­ me. Proteinler jelden, nitroselüloz bir zar üzerine aktarıla­ bilir. Bu zar, örnekte bulunabilecek antijenlere karşı oluştu­ rulan antikor ile inkübe edilir.



HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ



/



17



Şekil 1-23. Doğrudan immünhistokimya yöntemi. (1) İmmünglobulin molekülü (Ig). (2) Poliklonal antikor üretilmesi. Sıçan­ dan elde edilen x proteini tavşana enjekte edilir. X proteinine karşı bir miktar tavşan Ig’si oluşturulur. (3) Antikorun işaret­ lenmesi. Tavşan Ig'leri bir belirteçle işaretlenir. (4) immünhistokimya tepkimesi. Tavşan Ig’leri x proteinini farklı bölümleri­ ni tanır ve buralara bağlanır.



gül bir DNA dizisi (bir gen ya da genin bir bölümü) bulun­ ması durumunda, özgül bir genin okunduğu hücrelerin han­ gileri olduğunu belirlemek ya da özgül bir kromozomda bu­ lunan bir genin yerini saptamak için idealdir. İlk olarak hüc­ re içindeki DNA’nın ısı ya da doğasını bozucu maddeler kul­ lanılarak denatüre edilip, iki DNA iplikçiğinin birbirinden ayrılması gerekir. Daha sonra bu iplikçikler, tek iplik üzerin­ de belirlenmek istenen dizinin karşılığını taşıyan DNA ya da RNA parçacığı ile “hibridleştirilmeye" hazır hale gelir. Bu di­ ziye prob adı verilir. Prob, klonlanarak, hedef diziyi PCR ile çoğaltarak ya da istenen dizi kısaysa sentezleyerek elde edi­ lebilir. Probun, genellikle radyoaktif bir izotop (otoradyografi ile saptanabilir) ya da immiinohiztokimya ile belirlene­ bilen değiştirilmiş bir nükleotid (digoksigenin) gibi bir işa­ retleyici ile işaretlenmesi gerekir.



İn situ hibridizasyonda, doku kesiti, kültürde çoğaltılan hücreler, yaymalar ya da mitoz sırasında patlatılmış olan hücrelerin kromozomlarının ısıtılarak çift sıralı DNA’larının ayrılması gerekir. Daha sonra örneğin üzerine hibriclizasyon için gereken süre boyunca probu içeren çözelti konur. Pro­ bun fazlası yıkandıktan sonra, taşıdığı işaret aracılığıyla tu­ tunmuş olan probun yeri belirlenir (Şekil 1-29). Hibridizasyon, katı ortamlarda saflaştırılmış DNA ya da RNA ile de gerçekleştirilebilir. Niikleik asit karışımları ağar jeli ya da poliakrilamid jeli içinde elektrolorezle ayrılır. Poliakrilamid jeli daha yüksek düzeyde çözümlemeye olanak ta­ nır. Eiektroforezden sonra, farklı boylardaki nükleik asit mo­ lekülleri naylon ya da nitroselüloz yaprağına aktarılır: kapiler etkiyle, jel ile zar arasından naylon ya da nitroselüloz yaprağına yeğin bir biçimde tutunacak olan nükleik asit mo­ leküllerini taşıyan bir tampon geçirilir. Nükleik asitler bu



Şekil 1-24. Dolaylı immünhistokimya yöntemi. (1) Birincil poliklonal antikorun üretilmesi. Sıçandan elde edilen x proteini tavşana enjekte edilir. X proteinine karşı bir miktar tavşan Ig’si oluşturulur. (2) İkincil antikorun oluşturulması. Bağışık ol­ mayan bir tavşandan alınan Ig’ler keçiye enjekte edilir. Tavşan Ig’lerine karşı keçi Ig’leri oluşturulur. Daha sonra keçi Ig’le­ ri yalıtılır ve bir belirteçle işaretlenir. (3) İmmünhistokimya tepkime’nin ilk basamağı. Tavşan Ig’leri x proteinini farklı bölüm­ lerini tanır ve buralara bağlanır.



18 /



BÖLÜM 1



Şekil 1-25. in vitro çoğaltılan fare desidua hücresinin mik­ roskop fotoğrafı. Ara filamanları oluşturan desmin proteini dolaylı immünfloresan tekni­ ğiyle saptanmıştır. Sitoplazmanın büyük bölümünü floresan ara filamanlardan olu­ şan bir ağ kaplamaktadır. Çekirdek (Ç) mavi boyan­ mıştır. Yüksek büyütme. (İzin alınarak, Fabiano G. Costa)



yapraklar üzerinde ayrıntılı olarak analiz edilebilir. Bu DNA saptama tekniğine Southern belirtimi adı verilir. RNA elektroforezi gerçekleştirildiğinde, teknik Northern belirtimi adı­ nı alır. Hibridizasyon teknikleri yüksek düzeyde duyarlıdır ve araştırma, klinik tanı ve adli tıp alanında rutin olarak kulla­ nılmaktadır.



DOKU KESİTLERİNİN YORUMLANMASINDA KARŞILAŞILAN SORUNLAR Doku Takibine Bağlı Görüntü Bozuklukları ve Kusurlar Mikroskop preparatlarında, boyanmış doku kesitlerinin çalı­ şılması ve yorumlanması sırasında incelenen örneğin, esas olarak tespit ile başlayıp, boyama ile sona eren bir dizi iş­ lemden sonra elde edilen en son ürün olduğu unutulmama­ lıdır. Doku takibi işleminin bir çok basamağı dokuların gö­ rünümünü bozarak canlı haidekinden daha farklı görünüm oluşmasına neden olabilir. Bu bozulmaya yol açan nedenler­ den biri tespit edici, etanol ve parafine gömme için gereken ısıtma işlemine bağlı büzülmedir. Doku örnekleri reçineye gömüldüğünde bu olumsuzluklar azaltılabilir. Bu uygulamaların bir sonucu olarak çoğu kez yapay ola­ rak hücreler ve diğer doku bileşenleri arasında boşluklar or­ taya çıkar. Yapay boşluklarını oluşturan başka bir neden de tespit maddesinin doku İçinde düzgün biçimde tespit ede­ mediği moleküllerin kaybolması ya da su alıcı ve saydamlaş­ tırıcı sıvılar tarafından bulunduğu yerden uzaklaştırılmasıdır. Kesitlerin doku takibi işlemleri sırasında yapay olarak or­ taya çıkan tüm bu boşluklara ve diğer bozuk görüntülere artefakt (kusur) denir. Başka kusurlar arasında kesitin katlan­ ması (kılcal kan damarı ile karıştırılabilir), boya çökeltileri (sitoplazmik graniillerle karıştırılabilir) ve başkaları sayılabi­ lir. Öğrencilerin, kesitlerde kusur olabileceğini bilmeleri ve bunları yanılmaksızın tanımaları gerekir.



Şekil 1-26. Makrofajlardaki ve Paneth hücrelerindeki lizozomları göstermek amacıyla lizozim enzimine karşı antikor uygulanmış olan ince bağırsak kesitinin mikroskop fotoğra­ fı. Kahverengi renk ikincil antikora bağlanmış olan peroksidazı göstermek üzere gerçekleştirilen tepkimeden kaynak­ lanmaktadır. Çekirdeklere hematoksilen ile karşıt boyama yapılmıştır. Orta büyütme.



HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ



Şekil 1-27. Karsinoembriyonik antijen başta meme ve bağırsaklarda ortaya çıkanlar olmak üzere bazı kötü huy­ lu tümörlerde bulunan bir proteindir. Bu mikroskop fotoğ­ rafında kalın bağırsak adenokarsinomu kesitinde immünhistokimya ile gösterilen karsinoembriyonik antijen görül­ mektedir. Antikor, peroksidazla işaretlenerek, hematoksilen ile karşıt boyama yapılmıştır. Orta büyütme.



Şekil 1-28. Antiamilaz anti­ koru ile kuluçkalamada, al­ tın parçacıklarıyla birleştiril­ miş protein A ile boyanmış olan pankreas asinüs hüc­ resi kesitini gösteren elekt­ ron mikroskop fotoğrafı. Protein A’nın antikor mole­ küllerine karşı ilgisi yüksek­ tir. Altın parçacıkları olgun salgı granüllerinin üzerinde çok küçük siyah noktalar şeklinde görülmekte ve Golgi kompleksi üzerinde granüller oluşturmaktadır. (İzin alınarak, M Benayan)



/



19



20



/



BÖLÜM 1



Dokunun Bütünlüğü Histolojik kesitlerin çalışılması sırasında karşılaşılan başka bir güçlük de tüm doku bileşenlerinin sadece tek bir lam üzerinde farklı olarak boyanmasının mümkün olmamasıdır. Işık mikroskopta incelenen hücrelerin çekirdeklerini, mitokondrilerini, Iizozomlarım ve peroksizomlarım, hücreleri çevreleyen bazal membranın yanı sıra kolajen, elastik ve retiküler lifleri görmek neredeyse olanaksızdır. Herhangi bir dokunun tüm bileşimi ve yapısı hakkında genel bir fikir el­ de edinmeden önce, her biri farklı yöntemle boyanmış bir­ kaç preparatm incelenmesi gerekmektedir. Öte yandan, transmisyon elektron mikroskobu hücreyi tüm organelleriyle, inklüzyonlarıyla ve çevresindeki hücre dışı matriks bile­ şenleriyle gözlemleyebilmemizi sağlar.



Bir organın üç boyutlu yapısını anlayabilmek için deği­ şik düzlemlerde alınmış kesitlerle çalışmak gerekir. Karma­ şık bir organın yapısının anlaşılabilmesi, bazen seri kesitler üzerinde çalışmayı ve bunların 3 boyutlu olarak bir araya getirmeyi gerektirir.



İki boyutlu ve üç boyutlu yapı Üç boyutlu bir yapı çok ince kesildiğinde, kesitler en ve boy olarak yalnızca iki boyuta sahip gibi gözlenir. Bu durum, ke­ site bakan kişinin dokuda küre şeklindeki bir yapının kesit­ te daire, tüp yapısının ise halka şeklinde göründüğünü an­ lamaması durumunda yanıltıcı olur (Şekil 1-30). Mikroskop­ ta bir kesit incelenirken, pek çok yapı kesitten daha kalın ol­ duğundan, kesitin arkasında ya da önünde bir şeylerin göz­ den kaçabileceği düşünülmelidir. Aynı zamanda, bir doku­ nun içindeki yapıların gelişigüzel kesildiğini de unutmamak gerekir.



Şekil 1-29. İn situ hibridizasyon uygulanmış olan iyi huylu epiteliyal tümör (kondilom) kesiti. Kahverengi bölgeler in­ san papiloma virüsü DNA’sının bulunduğu yerlere karşılık gelmektedir. Karşıt boyama hematoksilenle yapılmıştır. Or­ ta büyütme. (JE Levi'den izinle).



Şekil 1-30. İnce kesitte 3 boyutlu farklı yapıların görünü­ mü. A: içi boşluklu bir küre ya da tüpten geçen farklı kesit­ ler. B: Sarmal şeklini taşıyan tek bir tüpten geçen kesit çok sayıda ayrı tüp gibi görünebilir. C: İçi dolu bir küreden (üst­ te) ve içi dolu bir silindirden (altta) geçen kesitler.



HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ



/ 21



KAYNAKLAR Alberts B et al:



Molecular Biology o f the Cell, 3rd ed. Garland, 1994. Practice o f Histological Techniques, 2nd ed.



Bancroft JD , Stevens A: Theory and Churchill Livingstone, 1990. Cuello A CC:



Immunocytochemistry. Wiley, 1983. Molecular Cell Biology,



Darnell J, Lodish H, Baltimore D : American Books, 1990. Hayac MA:



Practical Electron Microscopy f i r Biologists. Wiley, 1 976. Theoretical and Applied, 4 th ed. Churchill



Pease A G E: Histochemistry: stone, 1980.



Martinus



Junqueira LC U et al: Differential staining o f collagen types I, II and III by Sirius Red and polarization microscopy. Arch Histol Jpn 1 9 7 8 ;4 1:267.



Living­



Introduction to Microscopy by Means o f Light, Elec­ trons, X Rays, or Acoustics. Plenum Press, 1 994. Rogers AW: Techniques o f Autoradiography, 3rd ed. Elsevier, 1 979. Rubbi C P : Light Microscopy. Essential Data. Wiley, 1994. Spencer M : Fundamentals o f Light Microscopy. Cambridge Univ Press, 1982. Stoward PJ, Polak J M (editors): Histochemistry: The Widening Horizons o f Its Applications in Biological Sciences. Wiley, 1 981. Rochow T G , Tucker PA:



2nd ed. Scientific



Stains and Cytochemical Methods. Plenum, 1993. Techniques in Biology and Medicine.



James J: Light Microscopic Nijhoff, 1976.



M eek GA:



Sitoplazma



Vücutta, temel hücresel işlevleri gerçekleştiren özelleş­ miş hücreler Tablo 2-1’de gösterilmiştir.



Hücreler tüm canlı organizmaların yapısal birimleridir. Te­ melde iki larklı tip hücre vardır; ancak, bunlar arasındaki birçok biyokimyasal benzerlik, kimi araştırmacıları, bir gru­ bun diğer gruptan geliştiği yargısına yöneltmiştir. Prokaryotik hücre (Yun. p ro, önce + kcıtyon, çekirdek) yalnızca bakterilerde bulunur. Bu hücreler küçüktür (1-5 pm uzunluğunda), tipik olarak plazmalemmanın dışında bir hücre duvarı bulunur ve genetik materyali (DNA) hücrenin diğer elemanlardan ayıran bir çekirdek zarları yoktur. Bun­ dan başka, prokaryotların DNA’larına bağlı histonları (spesi­ fik bazik proteinler) da bulunmaz ve genellikle membranlı organellere de sahip değillerdir. Bunun aksine, ökaryotik (Yun. eıı, iyi, gerçek + karyon, çekirdek) hücreler daha büyüktür ve bir zar ile çevrilmiş ay­ rı bir çekirdeğe sahiptir (Şekil 2-1). Histonlar genetik mater­ yale bağlıdır ve sitoplazmada membranla çevrelenmiş çok sayıda organel bulunur. Bu kitapla, hemen hemen tümüyle ökaryotik hücreler anlatılmaktadır.



HÜCRE EKOLOJİSİ Vücut, çevresel değişikliklere (ör; normal ve patolojik koşul­ lar) ayak uydurma konusunda oldukça deneyimli olduğu için; aynı hücre tipi, farklı bölgelerde ve farklı durumlarda, farklı özellik ve davranışlar gösterebilir. Böylece, makrofajlar ve nötrofiller (her ikisi de fagositik savunma hücreleri­ dir), oksijensiz ve iltihaplı alanlarda oksidatif metabolizma­ dan glikolize kadar farklı işlevleri gerçekleştirebilirler. Yapı­ sal olarak benzer görünen hücreler, işaret molekülleri (hor­ monlar ve hücre dışı matriks makromolekülleri gibi) için farklı reseptörlere sahip olduklarından, farklı reaksiyonlar verebilirler. Ya da; kimi hücreler (meme fibroblastları ve ute­ rus düz kas hücreleri gibi) farklı hücreler oldukları halde, sa­ hip oldukları reseptörler nedeniyle dişi seks hormonlarına karşı aynı duyarlılığı gösterirler.



HÜCRESEL FARKLILAŞMA



HÜCRE BİLEŞENLERİ



İnsan organizması yaklaşık 200 farklı hücre tipinden oluş­ muştur. Bu hücrelerin tümü, zigot denilen ve oosit ile sper­ min döllenmesiyle oluşmuş tek bir hücreden türemiştir. Zi­ gotun ilk hücre bölünmesi sonucunda, bir erişkinin tümünü yapabilme yeteneğinde olan ve blastomer denilen hücreler oluşur. Hücre farklılanması denilen bu işlem sırasında, hücre özgül proteinler sentezler, şeklini değiştirir ve belli iş­ levlerde oldukça etkili olmaya başlar. Örneğin; kas hücresi öncüleri, uzayarak miyofibril proteinlerini (aktin, miyozin) sentezleyen ve biriktiren iğ biçiminde bir hücre şeklini alır­ lar. Bu değişimin sonucunda ortaya çıkan hücre, kimyasal enerjiyi kasılma gücüne etkili bir şekilde dönüştürür.



Hücre, iki temel bölümden oluşmuştur: sitoplazma (Yun. kytos, hücre + p la sm a , şekillenmiş şey) ve çekirdek (Lat. mix, fındık). Sitoplazma bileşenleri, hematoksilen ve eozin boyasıyla hazırlanmış preparatlarda; genellikle, belirgin ola­ rak ayırd edilemezler. Buna karşın, çekirdek yoğun olarak koyu mavi ya da siyah boyanmış olarak gözükür.



Sitoplazma Sitoplazmayı hücre dışındaki çevreden ayıran hücrenin en dış bileşeni plazma membranı (plazmalemma)’dır. Plaz­ ma membranı (zarı) hücreyi dıştan sınırlamış olsa bile, hüc-



Temel fosfolipid grubu Fosfolipidlerin fosfat grubu



İndirgenmiş osmiyum çökeltisi



Yağ asitleri zinciri



oü o o o o o o nm



nm



nm



| Hidrofilik j bölüm



1 Hidrofobik J bölüm



Kolesterol



nm



Şekil 2-1. Hücre membranının ince yapısı ve moleküler (sağ) organizasyonu. Soldaki koyu çiz­ giler, elektron mikroskobunda görülen iki yoğun tabakayı göstermektedir; bu görüntünün nedeni, osmiyumun fosfolipit moleküllerinin hidrofilik bölümünde çökelmesidir. 23



24 /



BÖLÜM 2



Tablo 2-1. Bazı özelleşmiş hücrelerdeki hücresel işlevler. İşlev



Ö zelleşm iş Hücre(ler)



Hareket



Kas hücresi



Enzimlerin sentezi ve salgılanması



Pankreas asinüs hücreleri



Müköz maddelerin sentezi ve salgılanması



Müköz bez hücreleri



Steroidlerin sentezi ve salgılanması



Adrenal bez, testis ve ovaryumun kimi hücreleri



İyon taşınması



Böbrek ve tükürük bezi kanallarının hücreleri



Hücre içi sindirim



Makrofajlar ve kimi akyuvarlar



Fiziksel ve kimyasal uyarıların sinirsel uyarılara dönüşümü



Duysal hücreler



Metabolit emilimi



Bağırsak hücreleri



renin içi ile dışardaki makromoleküller arasında bir geçişim vardır. Plazma membranı, integrinier denilen proteinler içerir. İntegrinier, sitoplazmik iskelet flamentlerine ve hücre dışı moleküllere bağlıdır. Bu bağlantılar yoluyla, sitoplazına ile hücre dışı matriks arasında, her iki yönde, sürekli bir alış­ veriş sağlanır. Sitoplazmanın kendisi bir sitozol ya da matriksten oluşmuştur. Sitozola gömülü durumda; organeller, hücre iskeleti (sitoskeleton) ile karbonhidrat, lipit ve pig­ ment kalıntıları bulunur. Ökaryotik hücrelerin sitoplazması, zarlar tarafından bir­ birinden kesin bir şekilde ayrılmış, iyon ve moleküllerin hücre içi trafiğini düzenleyen, çok sayıda bölmelere ayrılır. Bu bölmeler, enzimleri ve ilgili maddeleri yoğunlaştırarak, hücrenin etkinliğini artırırlar.



tabakalı görünmesinin nedeni, indirgenen osmiyumun, lipit tabakasının her iki tarafında bulunan hidrofilik gruplarda çö­ kelmesidir. Fosfatidilkolin (lesitin) ve fosfatidiletanolamin (sefalin) gibi membran fosfolipitleri; elektriksel olarak yüklü (hidrofi­ lik) bir baş bölümü ile buna bağlanmış nonpolar (hidrofobik) iki uzun hidrokarbon zincirinden oluşmuşlardır. Koles­ terol de hücre zarının bir bileşenidir. Zar İçindeki lipitlerin en kararlı oldukları durum, hidrofobik (nonpolar) zincirleri zarın merkezine, hidrofilik (yüklü) baş bölümleri ise dışa doğru olacak şekilde oluşturdukları çift tabaka düzenidir (Şekil 2-1). Kolesterol, sıkıca paketlenmiş olan uzun fosfoli­ pit zincirlerini kırar; bu bozulma, zarı daha akışkan yapar. Hücre, kolesterol miktarı aracılığıyla zar akışkanlığını kont­ rol eder. İki tabakanın her birindeki lipit yapısı farklıdır. Ör­ neğin; eritrositlerde fosfatidilkolin ve sfingomiyelin ölçüsü zarın dış yarımında, fosfatidilserin ve fosfatidiletanolamin miktarı ise iç yarımında daha çoktur. Glikolipitler denilen ve oligasakkarit zincirlerine sahip olan kimi lipitler, hücre zarın­ dan dışarı uzanarak lipitlerdeki asimetrik yapıya katkıda bu­ lunurlar (Şekil 2-3A ve 2-)). Zarların başlıca moleküller bileşeni olan proteinler (plaz­ ma zarında yaklaşık %50 ağırlık/ağırlık) iki gruba ayrılabilir­ ler. Bunlar; doğrudan lipit tabakası içinde gömülü olan in­ tegral proteinler ve zar yüzeyine gevşek olarak bağlanmış periferik (çevresel) proteinlerdir. Gevşek olarak bağla­ nan periferik proteinler tuz çözeltileri ile hücre zarlarından kolayca çıkartabilirler, integral proteinler ise ancak deter­ janların kullanıldığı daha etkili yöntemlerle çıkartabilirler. Kimi integral proteinler zarı bir taraftan diğer tarafa bir ya da birkaç kez geçer. Bu nedenle de bunlara; bir geçişli ya da çok geçişli transm em bran proteinleri (zarı kateden pro­ teinler) denir (Şekil 2-4).



Plazma membranı (zarı) Tüm ökaryotik hücreler, fosfolipitler, kolesterol, proteinler ve oligosakkarit zincirlerinden (fosfolipit ve protein mole­ küllerine kova lent bağlarla bağlı) oluşmuş sınırlayıcı zarlarla çevrilmiştir. Hücre ya da plazma zarı, belli maddelerin hüc­ re içine ve dışına geçişini düzenleyen seçici bir engel olarak işlev görür ve özgül moleküllerin taşınmasını kolaylaştırır. Hücre membranının önemli bir rolü de, hücre dışındaki sı­ vıdan farklı olan hücre İçi ortamı sabit tutmaktır. Zarlar aynı zamanda, çok sayıda özgün tanıma ve düzenleme işlevini de (daha sonra tartışılacaktır) yürüterek, hücrenin çevresiyle ilişkisi yönünden önemli bir rol üstlenirler. Zarların kalınlığı 7.5-10 nııı arasında değişir ve bu ne­ denle yalnızca elektron mikroskobunda görülebilirler. Elekt­ ron mikroskobik fotoğraflar, pkızmalemmanın -ve bunun gi­ bi hemen hemen tüm diğer organel zarlarının- osmiyum tetroksitle tespit edildikten sonra üç tabakalı bir yapı gösterdi­ ğini ortaya koymaktadır (Şekil 2-1). Tüm zarlar bu görünüm­ de oldukları için, bu üç tabakalı yapıya ünit membran (birim zar) (Şekil 2-2) denir. Elektron mikroskobunda üç



Ş e k il2-2. Bir epitel hücresinin yüzey kesitinin elektron mik­ roskop fotoğrafında, ünit membranın (birim zar) dışta iki ko­ yu ve içte bir açık bant şeklindeki görüntüsü. Zar yüzeyin­ de görülen tanecikli yapı, glikokaliks’dir. X 100 000.



SİTOPLAZMA / 25



A Lipit ve proteinlere bağlı karbonhidrat zincirleri Glikoproteinin zinciri



Giikolipitin



Dış kenar proteini Transmembran protein Lipit



Şekil 2-3. A: Zar yapısının sıvı mozaik modeli. Zar çift fosfolipit tabakasından oluşmuştur. Bu tabakaya pro­ teinler ya gömülmüşlerdir (tamamlayıcı proteinler) ya da sitoplazmik yüzeye tutunmuşlardır (dış kenar prote­ inleri). Tamamlayıcı zar proteinleri lipit tabakaya sıkı bir şekilde gömülmüşlerdir. Bu proteinlerin kimileri, lipit tabakasını boydan boya geçerken (transmembran proteinleri), kimileri lipit çift tabakanın ya iç ya da dış yap­ rağına gömülmüştür. Tamamlayıcı zar proteinlerinde noktalı çizgi alanları; hidrofobik amino asitlerin, zarın hidrofobik bölümleriyle etkileşime girdikleri yerlerdir. Birçok protein ve lipit, dış tarafta oligosakkarit zincirleri­ ne sahiptir. B: Bir hücre dondurulup kırıldığında (kryofraktür), zar yarıklanması olur. Zar partiküllerinin (1) ço­ ğu, zarın sitoplazmaya komşu yarımına (zarın P ya da protoplazmik yüzü) bağlı kalmış proteinler ya da pro­ tein kümeleridir. Daha az sayıda partikül zarın dış yarımına (E ya da hücre dışı yüz) bağlı olarak bulunur. Her protein partikülünün yüzeylerden birinde yaptığı çıkıntıya denk gelen, karşı yüzeyde bir çöküntü (2) görülür. Zar fosfolipitlerinin yağ asidi kuyruklarının uç uca geldiği yer zayıf bir bölge oluşturduğundan, zarın yarılma­ sı bu çizgi boyunca olur. Bu bölgenin zayıf olmasının nedeni; yağ asidi kuyruklarının uç uca gelmesini sağ­ layan, yalnızca zayıf bir sudan kaçan etkileşimdir. (Krstfc RV: Ultrastructure o f the Mammalian Cell. Spinger-Verlag, 1979'dan izinli alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çizilmiştir.)



Donciurnva-kırma yöntemiyle yapılan elektron mikrosko­ bik çalışmalar, birçok tamamlayıcı proteinin lipit molekülle­ ri arasına yerleşmiş küremsi moleküller şeklinde dağıldığını göstermiştir (Şekil 2-3B). Bu proteinlerin kimileri çift tabaka­ lı lipit içine kısmen gömülmüşlerdir; bu nedenle ya iç ya da dış yüzeyde çıkıntı yaparlar. Diğer proteinler ise iki lipit ta­ bakasını da boydan boya geçecek kadar büyüktürler ve her iki yüzeyde de çıkıntı oluştururlar (transmembran proteinle­ ri). Glikoprotein ve glikolipitlerin karbonhidrat bölümleri, plazma zarının dış yüzeyinden uzanırlar; bunlar, reseptör (alm aç) denilen özgül moleküllerin önemli bir bileşenidir­ ler. Reseptörler, hücrelerin yapışması, hücre tanınması ve protein hormonlara yanıt verme gibi önemli etkileşimlere katılırlar. Lipitlerde olduğu gibi, proteinlerin de hücre zarı­



nın her iki yüzeyindeki dağılımı farklıdır. Bu nedenle, hüc­ redeki tüm zarlar asimetriktir. Çift tabakalı lipit içinde proteinlerin integrasyonu; başlı­ ca, lipitler ile tamamlayıcı proteinlerin dış kabuğundaki nonpolar amino asitler arasındaki hidrofobik etkileşim so­ nucu sağlanır. Kimi integral proteinler bulundukları yere çok sıkı bir şekilde bağlanmamıştır ve hücre membranında hareket edebilir (Şekil 2-5). Ancak, lipitlerin tersine, memb­ ra n proteinlerinin çoğunun yanlara doğru yayılması, kendi­ lerine bağlı olan hücre iskeleti elemanları nedeniyle sınırlı­ dır. Epitel hücrelerinin çoğunda, sıkı bağlantılar (Bölüm -ı’e bakınız) tamamlayıcı proteinlerinin yanlara doğru yayılma­ sını ve halta dış yaprağın zar lipitlerinin de yayılmasını en­ geller.



26 /



BÖLÜM 2



Glikolipitin şeker zinciri



Glikoproteinin şeker zinciri



H ü c re d ışı o rtam



S ito zo l



Şekil 2-4. Plazma membranının moleküler yapısının şematik çi­ zimi. Bir geçişli ve çok geçişli (transmembran) proteinlerine dikkat ediniz. Şekilde kenar pro­ teinler membranın dış yüzeyin­ de gösterilmiştir; ancak, bu pro­ teinler, Şekil 2-3’de gösterildiği gibi, başlıca sitoplazmik yüzde bulunurlar. (Junqueira LC, Cameiro J: Biologia Celular e Molecular, 6th ed. Editora Guanabara, 1997'den izinli alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çizilmiştir.)



Hücre zarı



Zar geçen protein



Zar geçen protein



Zar proteinlerinin mozaik şeklindeki düzenlenişi, çift katlı lipit tabakasının sıvı özelliği ile birlikte, membran yapı­ sının Şekil 2-3A’da gösterilen sıvı mozaik modeli’nin teme­ lini oluşturur. Zar proteinleri granüllıı endoplaznıa retikulumunda sentezlenir; molekülleri Golgi kompleksinde olgun­ laştırılır ve veziküller içinde hücre yüzeyine taşınırlar (Şekil 2- 6 ). Elektron mikroskobunda hücrenin dış yüzeyinde glikokaliks denilen, karbonhidrattan zengin tüysü bir bölge bu­ lunur. Bu tabaka, membran lipit ve proteinlerine bağlı kar­ bonhidrat zincirleri ile hücreden salgılanan glikoproteinler ve proteglikanlardan oluşmuştur. Glikokaliks, hücrenin ta­ nınması ile hücrenin başka hücrelere ya da hücre dışı mole­ küllere tutunmasında rol oynar. Plazma zarı hücre ile çevre­ si arasında karşılıklı madde alışverişinin yapıldığı yerdir. Na+, K+ ve Ca-+ gibi kimi iyonlar, tamamlayıcı zar proteinle­ ri sayesinde, adenozin trifosfat (ATP)’ın yıkımıyla sağlanan enerjiyi kullanarak, hücre membranı boyunca taşınırlar. Maddelerin kütlesel taşınması da plazma zarı aracılığı ile olur. Maddelerin kütle şeklinde hücre içine alınışı eııdositoz (Yun. enclon, içinden + kytos) olarak bilinir. Buna karşı­ lık, maddenin aynı kütle şeklinde dışarıya salınmasına ekzositoz denir. Bununla beraber, moleküler düzeyde ekzositoz ve endositoz, farklı protein moleküllerini kullanan farklı olaylardır.







Şekil 2-5. Deney, proteinlerin hücre içindeki akışkan doğasını göster­ mektedir. Plazmalemma, içine proteinlerin gömülü olduğu iki paralel çiz­ gi (lipit bölümlerine denk gelen) şeklinde gösterilmiştir. Bu deneyde, do­ ku kültüründen elde edilmiş iki tip hücre (biri flüoresan işaretli [sağ] öbü­ rü değil), Sendai virüsünün etkisiyle birleştirilmiştir (A -> B). Membranların birleşmesinden hemen sonra, işaretli hücrenin flüoresan işaretleyici­ leri, birleştiği hücrenin tüm yüzeyine yayılır (C). Bununla beraber, birçok hücrede zargeçen proteinlerin çoğu, hücre iskeletine bağlı olarak yerle­ rinde sabit kalırlar.



SITOPLAZMA /



27



Ş ekil 2-6. Hücre zarının proteinleri granüllü endoplazma retikulumunda sentezlenir ve veziküller içinde Golgi kompleksi­ ne taşınır. Burada gerekiyorsa değiştirilir ve hücre zarına taşınır. Bu örnek, zarın bir tamamlayıcı proteini olan glikoproteinin sentezini ve taşınmasını göstermektedir. (Junqueira LC, Carneiro J: Biologia Celular e Molecular, 6th ed. Editora Guanabara, 1997‘den izinli alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çizilmiştir.)



SiVl-FAZ PİNOSİTOZ



Sıvı-faz pinositozda, hücre zarında küçük bir icekıvrım olu­ şur ve bu içekıvrılma hücre dışı sıvıyı ve içindeki eriyikleri içine alır. Pinositotik veziküller (yaklaşık 80 nm çapında), hücre yüzeyinden koparak ayrılırlar (Şekil 4-24) ve genellik­ le lizozomlarla birleşirler (bu bölümün daha sonraki lizozomlar alt bölümüne bakınız). Bununla beraber, kapillerleri döşeyen hücrelerde (endotel hücreleri) pinositotik vezikül­ ler, oluştukları yüzeyden ayrıldıktan sonra, karşı yüzeye do­ ğu hareket edebilirler. Burada plazma membranıyla birleşir ve içeriklerini hücre yüzeyine salarlar; böylece, maddelerin kütle halinde hücre boyunca taşınması sağlanmış olur (Şekil



11-4). R e s e p t ö r A r a c il i E n d o s İt o z



Hücre yüzeyinde, düşük yoğunluklu lipoproteinler ve prote­ in hormonlar gibi birçok madde için reseptörler vardır. Re­ septörler aslında tüm yüzeye yayılmış durumdadır; ancak, öz­



gül bölgelerde toplanarak kaplı çukurlar denilen bölgeleri oluştururlar. Ligant (reseptöre karşı büyük bir birleşme eğili­ mi olan moleküD’ın reseptörüne bağlanması, yayılmış durum­ da bulunan reseptörlerin kaplı veziküllerde toplanmasına ne­ den olur (Şekil 2-7). Zarın sitoplazmik yüzeyindeki kılıflaşma birkaç polipeptitden oluşmuştur, bunların en önemlilerinden birisi de kialrin dir. Kaplı çukur, sitoplazmaya doğru çöker ve hücre zarından koparak ayrılır ve ligant ile reseptörü hücre içine taşıyan kaplı vezikiilü oluşturur. Daha sonra, kaplı veziki'ıl klatrin kılıfını kaybeder endozom (Şekil 2-7) ile birleşir. Endozom, sitozolde yerleşik hüc­ re yüzeyine yakın (genç endozom) ya da sitoplazmanın de­ rinlerinde (yaşlı endozom) bulunan vezikül ve tübiil sistemi­ dir. Bunlar birlikte endozomal kom partıman’ı oluşturur­ lar. Genç ve yaşlı endozomların ayrı bölmeler mi olduğu; yoksa, birinin diğerinin öncüsü mü olduğu hala soru işare­ tidir. Tüm endozomların zarında, endozomun içinin asiditesini sağlayacak, ATP-güdülü H+ pompası bulunur. Klatrin



28 /



BÖLÜM 2



Sözcük anlamı “hücrenin yemesi” olan fagositoz, “hücre­ nin içmesi" anlamına gelen pinositoza benzetilebilir. Makrofaj ve polimorfonüklear lökosit gibi belli hücre tipleri; ya­ bancı bakteri, protozoa, mantar, haraplanmış hücre ve hüc­ re dışı gereksiz maddeleri alıp, yok etmek için özelleşmiş hücrelerdir. Örneğin; bir bakteri makrofajın yüzeyi ile temas ettikten sonra makrofajın sitoplazmik uzantıları bakteriyi tü­ müyle sarmalar. Bu uzantıların kenarları kaynaştığında, bak­ teri hücre içi fagozoma hapsedilmiş olur. Ekzositoz, membranla çevrili bir yapının plazma membranı ile kaynaşmasını ve içeriğini, plazma membranının bü­ tünlüğü bozulmaksızın, hücre dışı aralığa boşaltmasıyla so­ nuçlanan işlemi tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Ekzokrin pankreas ve tükrük bezlerinde olduğu gibi, salgı ya­ pıcı hücrelerde biriktirilen ürünlerin boşaltımı bu işlemin ti­ pik bir örneğidir (Şekil 4-26). Ekzositozda membranların kaynaşması karmaşık bir olaydır. Hücre membranları yüksek yoğunlukta negatif yüklü (fosfolipitlerin fosfat rezidüleri) ol­ duğundan, birbirlerine çok yakınlaşan membranla çevrili ya­ pılar birleşmezler; hatta, birleşmeyi kolaylaştıracak özgül bir etkileşim olmadıkça birbirlerini iterler. Bu nedenle, ekzosi­ tozda çok sayıda özgül protein aracılık yapar. Bu işlemi ge­ nellikle, Ca2+ düzenler. Örneğin; sitozolde Ca2+ miktarının artması, ekzositozu tetikler. Endositoz sırasında, hücre zarının bu bölümü endositotik vezikül oluşturur; ekzositoz sırasında ise membran hüc­ re yüzeyine geri döner. Bu olaya m embran trafiği denir (Şekil 2-7 ve 2-8). Birçok sistemde, zarlar korunur ve endositozun tekrarlanan döngüsünde birkaç kez yeniden kullanı­ lırlar.



Sinyallerin (İşaretlerin) Alınması



Şekil 2-7. Endositik yol ve zar trafiğinin şematik gösteril­ mesi. Hormon ya da büyüme faktörleri gibi ligantlar, özgül yüzey reseptörlerine bağlandıktan sonra, klatrin ve diğer proteinlerin kapladığı pinositotik veziküllerin içine alınırlar. Kaplayan moleküllerin ayrılmasından sonra pinositotik vezikül endozomal bölmeyle birleşir. Bu bölmenin düşük pH’sı, ligantın reseptöründen ayrılmasına neden olur. Reseptörlü zar yeniden kullanılmak üzere hücre yüzeyine ge­ ri döner ve ligantlar da lizozomlara taşınırlar. Tüm bu vezikül hareketini sağlayan, motor proteinlere sahip hücre iske­ letidir.



molekülleri kaplı veziküllerden ayrılırlar ve yeni kaplı çu­ kurların oluşumuna katılmak için hücre zarına geri dönerler. Endozomlara geçen moleküller birden çok yol izleyebi­ lirler (Şekil 2-7). Endozomun asidik pH’sı tarafından ligantlanndan ayrılmış olan reseptörler, yeniden kullanılmak için hücre membranına dönebilirler. Örneğin; düşük yoğunluklu lipoprotein reseptörler (Şekil 2-8) birçok defa yeniden kul­ lanılırlar. Ligantlar genellikle yaşlı endozomlara taşınırlar. Bununla beraber, kimi ligantlar, yeniden kullanılmak için, hücre dışı ortama dönerler. Demir-taşıyan protein olan trans­ ferin, bu olaya bir örnektir.



Çok hücreli organizmalarda hücreler; doku içindeki gelişmele­ rini düzenlemek, büyümeleri ile bölünmelerini kontrol etmek ve işlevlerini sürdürmek için birbirleriyle haberleşmek zorun­ dadırlar. Birçok hücre; komşu hücreyle birleşen, iyon ve kü­ çük moleküllerin karşılıklı alışverişine izin veren haberleşme bağlantıları kurar (4. Bölüme bakınız). İşaretler, aralıklı bağlan­ tı da denilen bu kanallardan, hücre dışı sıvıyla temas etmeden doğaldan hücreden hücreye geçer. Bunun olmadığı durumlar­ da; hücre, diğer hücreleri doğaldan fiziksel temasla etkileyen, membaına bağlı işaret moleküllerini kullanır. Hücre dışı işaret molekülleri ya da haberciler, hücreler arasında üç tip haberleşmeye aracılık ederler. Endokrin işarette, hormonlar kanla tüm vücuttaki hedef dokulara ta­ şınırlar; parakrin işarette, kimyasal aracılar hızla metaboli­ ze olduklarından yalnızca yakın çevredeki hücrelere etki ederler; sinaptik işarette ise, nörotransmiterler yalnızca sinaps denilen özel temas bölgeleri üzerinden komşu sinir hücrelerini etkilerler (9. Bölüme bakınız). Kimi durumda; parakrin sinyal, haberci molekülü üreten aynı hücre tipi üze­ rine etki eder. Bu olaya otokrin işaret denir. Vücuttaki her hücre tipi, önceden özel bir şekilde programlanmış ve ken­ disine gelen işaretlere farklı şekilde yanıt verme yeteneğin­ de olan reseptör proteinleri içerir (Şekil 2-9). İşaret moleküllerinin sudaki eriyebilirlikleri de farklıdır. Steroid ve tiroid hormonları gibi küçük hidrofobik işaret molekülleri, hedef hücrenin plazma membranını difiizyonla geçerler ve hücre içindeki reseptör proteinlerini etkinleştirirler. Bunun aksine, nörotransmiterler, çoğu hormonlar, ye­ rel kimyasal aracılar gibi hidrofilik haberleşme molekül­ leri, hedef hücrelerin yüzeyindeki reseptör proteinlerini etkinleştirirler. Hücre zarında yer alan bu reseptörler; haberi,



SİTOPLAZMA /



QYL-



t



(1) Alfa (a), beta (P) ve gamma (y) alt birimlerinden oluşan G proteinleri, dinlenme durumunda guanozin difosfat (GDF) nükleotidine bağlıdır ve reseptörle bir teması yoktur.



(4) Birkaç saniye sonra, a alt birimi GTF'yi GDF’ye dö­ nüştürür ve böylece kendi kendini etkisizleştirir. Daha sonra, a alt birimi p-(kompleksiyle yineden birleşir.



— (2) Bir hormon ya da başka bir birincil haberci reseptöre bağlandığında; reseptör, G proteinin GDF’sinin, G proteini etkili kılacak olan guanozin trifosfat (GTF) nukleotidi ile yer değiştirmesine neden olur.



(3) G protein bileşenlerine ayrılır; bun­ dan sonra, GTF’ye bağlı a alt birimi membran boyunca yayılır ve bir efektöre bağlanarak onu etkinleştirir. Düğ­ me açılmıştır.



Steroid hormonlar, küçük hidrofobik (yağda eriyen) mole­ küllerdir ve plazmadaki taşıyıcı moleküllere geri dönüşümlü olarak bağlanarak kan içinde taşınırlar. Taşıyıcı proteinlerin­ den ayrıldıktan sonra, hedef hücrenin plazma membranının lipitlerini geçerler ve sitoplazma ya da çekirdekteki özgül steroid hormon reseptör proteinlerine geri dönüşümlü ola­ rak bağlanırlar. Hormonun bağlanması reseptörü etkinleşti­ rerek, onun özgül DNA dizisine yüksek bir çekimle bağlan­ masını sağlar. Yüksek afiniteli bu bağlanma; genellikle, öz­ gül genlerin yaptıkları transkripsiyon miktarını artırır. Her bir steroid hormon, homolog reseptör protein ailesinin farklı bir üyesi tarafından tanınır. Tiroid hormonları, hücre içi resep­ törler üzerine etki eden değişmiş yağtutan amino asitlerdir.



Mitokondri Mitokondrilerin (Yun. mitos, iplik + cbonclros, graniti), uzun­ luğu 10 mm’den fazla, genişliği 0.5-1 mm olabilen ipliksi ya da küresel organellerdir (Şekil 2-11). Hücrenin enerji tüketi­ minin daha fazla olduğu bölgelerinde; örneğin, titrek tüylü hücrelerin üst yüzünde (Şekil 17-3), spermlerin orta parça­ sında (Şekil 22-9) ya da iyon transferi yapan hücrelerin ba­ zal yüzünde (Şekil 4-24) toplanma eğilimindedirler.



Şekil 2-10. G proteinlerin efektörleri açma-kapama durumuna nasıl getirdiği gösterilmektedir. (Linder M, Gilman AG: G prote­ ins. Sci Am 1992;267:56’dan izinli alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çi­ zilmiştir.)



Bu organeller, sitoplazmada var olan metabolitlerin kim­ yasal enerjisini, hücrenin kolayca kullanabileceği enerjiye dönüştürürler. Bu enerjinin %50’si, ATP moleküllerinde yük­ sek enerjili fosfat bağlan şeklinde depolanır. Geri kalan %50’sinden elde edilen ısı, vücut sıcaklığını sürdürmek için kullanılır. Hücrenin ozmotik, mekanik, elektiriksel ya da kimyasal bir iş yapması gerektiğinde, ihtiyaç duyulan enerji, ATPaz enziminin aktivitesiyle ATP tarafından salınır. Elektron mikroskobunda, mitokondrinin tipik bir yapıya sahip olduğu görülür (Şekil 2-12 ve 2-13A). Dış ve iç mitokondriyal zardan oluşmuştur. İç zar, mitokondrinin içine doğru, krista denilen uzantılar yapar. Bu zarlar iki kompar­ tımanı çevreler. İki zar arasındaki kompartımana, intermembran aralık denir. İç zar, interkrista aralığı ya da matriks aralığı denilen diğer kompartımanı çevreler. Mitokonclriyal zarlar, diğer hücre zarları ile karşılaştırıldığında, çok fazla protein molekülü içerirler. Mitokondrilerin çoğu, yassı ve raf şeklinde kristalara sahipken (Şekil 2-12 ve 2-13A), ste­ roid salgılayan hücreler (ör; siirrenal bezi, Bölüm 4’e bakı­ nız) genellikle tiibüler kristalar içerirler (Şekil 4-37). Kristalar, mitokondrilerin iç yüzeyini çoğaltırlar, enzim ve oksidatif fosforilasyon ile elektron transport sisteminin diğer bile­ şenlerini içerirler. Adenozin difosfat (ADP)’ı ATP’ye fosforla-



SITOPLAZMA / 31



Tablo 2-2. G Proteinlerin aracılık ettiği fizyolojik etkilere örnekler. Uyarı



Etkilenen Hücre Tipi



G Protein



Epinefrin, glukagon



Karaciğer hücreleri



Epinefrin, glukagon



Efektör



Etki



Gs



Adenil siklaz



Glikojeni yıkar



Yağ hücreleri



Gs



Adenil siklaz



Yağı yıkar



Luteinizan hormon



Ovaryum folikülleri



Gs



Adenil siklaz



Östrojen ve projesteron sentezini artırır



Antidiüretik hormon



Böbrek hücreleri



Gs



Adenil siklaz



Böbrekte suyun geri emilimi



Asetilkolin



Kalp kası hücreleri



Potasyum kanalı



Kalp vurumunun yavaşlatılması ve pompalama gücünün azaltılması



Enkefalinler, endorfinler, opioidler



Beyin nöronları



Kalsiyum ve potasyum kanalları, adenil siklaz



Nöronların elektiriksel etkinliğinin değişmesi



Anjiotensin



Kan damarlarındaki düz kas hücreleri



Gq



Fosfolipaz C



Kas kasılması; kan basıncının yükselmesi



Kokular



Burundaki nöroepitelyal hücreler



Golf



Adenil siklaz



Kokuların algılanması



Işık



Retinadaki koni ve basil hücreleri



Siklik GMF fosfodiesteraz



Görsel işaretlerin algılanması



Feromon



Hamur mayası



Bilinmiyor



Hücrelerin çoğalması



Gj Gj/Go



Gt GPA1



Linder M, Gilman AG: G proteins. Sci Am 1992;267:56.’dan izinli alınmıştır.



yan sistem, silindirik bir sapla iç membrana bağlanmış olan küresel yapılarda yerleşiktir (Şekil 2-12), Küresel yapılar, ATP sentetaz (ADP ve inorganik fosfat ile enerji varlığında ATP yapar) etkinliği gösteren protein bileşikleridir. Kemİozmotik teori, ATI3 sentezinin bu küresel birimden proton ge­ çişiyle olduğunu desteklemektedir (Şekil 2-14). Mİtokondri sayısı ve her bir mitokondrideki krista sayısı, bu­ lunduğu hücrenin enerji etkinliğiyle ilgilidir. Bu nedenle, yük­ sek enerji metabolizmasına sahip hücreler (ör; kalp kası hücre­ leri, böbreklerin kimi tübiillerinin hücreleri) fazla miktarda, sıkı­ ca paketlenmiş çok sayıda kristali, mitokondriye sahiptirler. Diişiik enerji metabolizmasına sahip hücrelerde ise az sayıda mitokondri bulunur ve bu mitokondrilerin kristaları kısadır. Kristalar arasında amorf bir matriks vardır. Proteinden zengin olan matriks, sirküler DNA molekülü ve üç çeşit RNA içerir. Birçok hücrenin mitokondriyal matriksinde, Ca+2’den zengin yuvarlak ve elektron yoğun grandiler bulunur. Bu katyonun mitokondrideki işlevi tam olarak anlaşılmamışsa da, mitokondrideki kimi enzimlerin etkinliğini düzenlemede önemli olabilir; bir başka işlevsel rolü, Ca+2’nin sitozolik konsantrasyonunu düşük tutmaktır. Mİtokondri, Ca+2’nin sitozoldaki konsantrasyonu yüksek olduğunda onu pompalar. Matriks aralığında, sitrik asit (Krebs) döngüsü ve yağ asiti b-oksidasyonu enzimleri bulunur. Mitokondriyal matriksten yalıtılan DNA çift sarmallıdır ve bakteri kromozomlarına çok benzer. Bu çift sarmal mitokondride sentezlenir; çiftleşmesi (dublikasyon), çekirdeğin DNA kopyalanmasından (replikasyon) bağımsız olarak ger­ çekleşir. Mİtokondri üç tip RNA içerir: ribozomal RNA (rRNA), haberci (messenger) RNA (mRNA) ve taşıyıcı (trans­ fer) RNA (tRNA). Mitokondriyal ribozomlar, sitozolik ribozomlardan daha küçüktür ve bakteri ribozomlarına benzer­ ler. Mitokondride protein sentezi olur; ancak, mitokondriyal DNA az miktarda olduğu için, mitokondriyal proteinlerin



yalnızca küçük bir bölümü yerel olarak üretilir. Mitokondri­ yal proteinlerin büyük bir bölümünün kodu çekirdek DNA’sında hazırlanır ve sitozoldekİ poliribozomlarda sen­ tezlenir. Bu proteinler, mitokondriye gideceklerinin işaretini taşıyan kısa bir aminoasit dizisine sahiptir ve enerji gerekti­ ren bir mekanizmayla mitokondriye taşınır. Karbonhidrat ve yağların yıkımı sitoplazmik matrikste başlar. Mİtokondri dışındaki bu metabolik yolun son ürünü, daha sonra mitokondriye girecek olan, asetil koenzim A’dır. Mİtokondri içinde asetil koenzim A, okzaloasetat ile birleşir ve böylece sitrik asit oluşur. Sitrik asit siklusıında, çok sayı­ da dekarboksilasyon reaksiyonları sonucunda, CO-, üretilir ve dehidrogenaz tarafından katalize edilen özgül reaksiyon­ lar sonucunda da 4 çift H+ iyonu açığa çıkar. H+ iyonları, okijen ile reaksiyona girip H0O yaparlar. Mitokondrinin iç membranında bulunan elektron transport sistemi, sitokrom cı, b ve c ile koenzim Q ve sitokrom oksidazın etkin­ leşmesiyle, ATP’den ADP ve inorganik fosfat oluşturarak, bu sistemin üç noktasında tutulmuş olan enerjiyi açığa çıkartır. Aerobik koşullarda; mitokondri dışındaki glikoliz, sitrik asit siklusu ve elektron transport sistemi birlikte, bir glikoz mo­ lekülü başına 36 molekül ATI3 verir. Bu, yalnızca glikolitik yolun kullanılabildiği anaerobik koşuldan 18 kat daha fazla enerji sağlanması elemektir. Mitoz sırasında, her bir oğul hücre ana hücredeki mitokondrillerin yaklaşık yarısını alır. Oğul hücrelerde yeni mito­ kondri oluşumu, varolan mitokondrilerin büyümesi ve son­ ra kendi kendine mitozla bölünmesi sonucu oluşur. Aslında, mitokondrilerin kimi özelliklerinin bakterilerinkiyle çok benzer olması; mitokondrilerin evrimin bir döne­ minde, aerobik bir prokaryot olarak bir ökaryot konakçı hücrenin içinde endosimbiyotik bir yaşama uyum sağladığı hipotezinin geliştirilmesine yol açmıştır.



32 /



BÖLÜM 2



KLİNİK BİLGİ Mitokondriyal yetmezliğe bağlı çok sayıda hasta­ lık tanımlanmıştır ve bunların çoğu kas yetmezli­ ği ile karakterizedir. İskelet kası lifleri, enerji me­ tabolizmalarının çok yüksek olması nedeniyle, mitokondriyal defektlere karşı çok duyarlıdırlar. Bu hastalık tipik olarak üst göz kapağının düş­ mesiyle başlar, yutma zorluğu ve ekstremitelerde güç kaybıyla devam eder. Bunların nedeni, mitokondriler ya da hücre çekirdeğindeki DNA mutasyonlan ya da kusurları olabilir. Zigotun içine sper­ me ait mitokondriler giremez (girse bile bu çok az sayıdadır); bu nedenle, mitokondriyal kalıtım an­ neden gelir. Çekirdek DNA’sı kusurlarında, kalı­ tım ya anneden ya babadan ya da her ikisinden olabilir. Genelde, bu hastalıkta mitokondri morfo­ lojik değişiklik gösterir (Şekil 2-13B).



Şekil 2-12. Matriks aralığına girmiş kristaiarıyla bir mitokondrinin üç boyutlu çizimi. Bir zarlar arası aralığı çevrele­ yen 2 zarın mitokondrinin duvarını oluşturduğuna dikkat ediniz. Kristalar, ATP yapımına katılan küremsi birimlerle döşeli.



Ribozomlar



Şekil 2-11. Midenin döşeyici epitelinin mikrofotoğrafı. Bü­ yük hücrelerin sitoplazmalarında çok sayıda yuvarlak ve uzamış mitokondriler görülmekte. Merkezî yerleşik çekir­ dekler de açıkça görülmekte. Büyük büyütme.



Ribozomlar, 20 X 30 nm boyutlarında küçük elektron yoğun partiküllerdir. Bunlar 4 tip rRNA’dan ve yaklaşık 80 farklı proteinden oluşurlar. Ribozomlar iki sınıfa ayrılır; bunlardan birisi prokaryot, kloropkıst ve mitokondride diğeri ise ökaryotik hücrelerde bulunur. Her iki sınıf ribozom da iki farklı büyüklükte alt birimden oluşmuştur. Ökaryotik hücrelerde, her iki alt birimin de RNA mole­ külleri çekirdekte sentezlenir. Çok sayıdaki protein molekül­ leri ise sitoplazmada sentezlenir ve çekirdeğe girerek rRNA’tara bağlanırlar. Alt birimler çekirdek gözenekleri yo­ luyla çekirdekten ayrılıp sitoplazmaya geçerler ve protein sentezine katılırlar. Ribozomlar, rRNA’da polianyon gibi davranan çok sayı­ da fosfat grubu bulunması nedeniyle yoğun olarak bazofilik görünürler. Bu nedenle, sitoplazmada ribozomların bol bu­ lunduğu bölgeler, metilen ve toluidin mavisi gibi bazik bo­ yalarla yoğun boyanırlar. Bu bazofilik alanlar hematoksilen ile de boyanır. Ribozomlar (Şekil 2-15A), poliribozom (polizom) lan yapmak üzere mRNA şeridi ile birbirlerine tutunurlar. mRNA tarafından taşınan mesaj, hücre tarafından sentezlenecek olan proteinin amino asit dizisinin kodunu taşır. Ribozomlar, protein sentezi sırasında bu mesajın çözülmesi ya da çeviıilmesinde kritik bir rol oynarlar. Hücre içinde kullanılmak için üretilmiş ve sitozol içinde kalmasına karar verilmiş protein­ ler (ör; olgunlaşmamış eritrosit içindeki hemoglobin), sitoplazma içinde ayrı kümeler halinde bulunan poliribozomlarda sentezlenirler. Endoplazmik retikulumun membranına, bü­ yük alt birimleriyle, tutunmuş olan poliribozonılar, retikulu­ mun sisternalarında yalıtılacak olan proteinlerin kodunu ta­ şıyan mRNA’ları çevirirler (Şekil 2-15B). Bu proteinler salgı­ lanabilir (ör; pankreatik ve tiikriik enzimleri) ya da hücre içinde depolanabilirler (ör; lizozomların enzimleri, akyuvar [lökosit] granüllerinin proteinleri). Ayrıca, plazma membranının integral proteinleri de endoplazma retikulumu membranına tutunmuş polizomlarda sentezlenirler (Şekil 2-6).



SITOPLAZMA /



33



Ş e kil 2-13. Mitokondrinin yapısal değişkenliği. A: Sı­ çan pankreası kesitinin elektron mikrografı. Ortada, kristası (C) ve matriksi (M) ile bir mitokondri görülmek­ te. Ayrıca, sitoplazmik yüze­ yinde ribozomlar bulunan granüllü endoplazma retikulumu (GER) un çok sayıda sisternaları da görülmekte. X50,000. B: Mitokondriyal miyopatili bir hastanın çizgi­ li kasının elektron mikros­ kop resmi. Önemli derece­ de değişikliğe uğramış mito­ kondri matriksinde belirgin şişkinlikler görülmekte.



Dış mitokondri membranı



Küremsi birim proton akışından sağlanan enerjiyi kullanarak ATP sentezler Şekil 2-14. Mitokondride enerji uyumunun kemiozmotik teorisi. Orta: Protonların akışı matriksten iç zarlar arasına doğru­ dur. Bu akış, enerji gerektirir ve enerji iç zarda yerleşik olan elektron transport sistemden sağlanır. Sol: Proton akışından kaynaklanan enerjinin yarısıyla ATP üretilir, geri kalanı ısı olarak açığa çıkar. Sağ: Multiloküler yağ dokusunda bulunan termojenin proteini, proton akışı için bir geçit oluşturur. Enerjiyi ısı olarak dağıtan bu akış, ATP üretmez (Bölüm 6'ya ba­ kın).



34 /



BÖLÜM 2



A Proteinleri sitoplazmada kalacak olan serbest poliribozomlar



B Bağlı ribozomlarda, protein sentezi ve endoplazma retikulumu içinde yalıtımı



Ş e k il2-15. (A) Sitoplazmada bulunan serbest poliribozomlarda (endoplazma retikulumuna bağlı olmayan) protein (burada spiral şeklinde gösterilmiştir) sentezinin şematik çizimi. B’de endoplazma retikulumu için­ de yalıtılmış proteinler gösterilmiştir. Bu proteinler en sonunda sitoplazmadan dışarıya verileceklerdir (ih­ raç proteinleri). Poliribozomlar, granüler endoplazma retikulumu membranına tutunmakla kalmazlar; aynı zamanda, ürettikleri proteini zardan içeriye sokarlar. Bu yolla, sitoplazmada İstenmeyen bir etki gösterebi­ lecek proteinler (özellikle ribonukleaz ve proteaz gibi enzimler), sitoplazmadan ayrı tutulurlar.



Endoplazma Retikulumu Ökaryotik hücrelerin sitoplazmasmcla; sistem a (sarnıç) deni­ len bir boşluğu çevreleyen kesintisiz bir zar tarafından oluştu­ rulmuş, birbirleriyle bağlantılı kanal ve keselerin yaptığı anastomozlaşan bir ağ bulunur. Kesitlerde, sistemalar birbirlerin­ den aynymış gibi görünürler; aslında, hücrenin tümü yüksek çözümlü mikroskoplarda incelendiğinde, sistemalann kesinti­ siz olduğu görülür. Bu membran sistemine endoplazma retiku­ lumu (Şekil 2-16) denir. Bu zar sisteminin sitozolik tarafının birçok bölümü, protein moleküllerini sentezleyen poliribo­ zomlar tarafından örtülmüştür. Bu poliribozomlar sentezledikleri proteini sistemalar içinde enjekte ederler. Bu durum, en­ doplazma retikulumunun granüllü ve granûlsüz olmak üze­ re ikiye aynlmasma neden olur. G



r an üllü



E n d o p l a z m a R e t İk u l u m u



Granüllü endoplazma retikulumu (GER); pankreas asinus hücreleri (sindirim enzimleri), fibroblasdar (kollajen) ve plazma hücreleri (immünglobülinler) gibi protein salgılamak için özelleşmiş hücrelerde fazla miktarda bulunur. GER, ke­ semsi ve raf benzeri yassılaşmış sisternalardan oluşur (Şekil 2-13). Sisternalan, çekirdeğin dış zarıyla devam eden bir zar çevreler. Zann sitozolik tarafında poliribozomlar bulunduğu için “granüllü endoplazma retikulumu” denir (Şekil 2-16 ve 2-17). Polİribozomlann bulunuşu, bu organelin ışık mikros­ kobunda bazofilik boyanmış alanlar olarak görülmesine ne­ den olur. GER’in esas işlevi, proteinleri sitozole ulaşmadan yalıt­ maktır. Buna ek olarak, glikoproteinlerin merkezi glikozlanması, fosfolipitlerin sentezi, çok zincirli proteinlerin birleşti­ rilmesi ve yeni yapılmış polipeptitlerin belli translasyon (çe­ viri) sonrası değişiklikleri de işlevleri arasındadır.



Ş ekil 2-16. Endoplazma retikulumu, birbirleriyle bağlantılı kanal ve keselerin kesintisiz bir zar oluşturduğu, ağızlaşan (anastomoz) bir ağdır. Granûlsüz endoplazma retikulumda (ön tarafta) ribozomların olmadığına dikkat ediniz. Küçük koyu noktalar granüllü endoplazma retikulumunda (arka ta­ rafta) bulunur. Granüllü retikulum sistemaları yassı kese şeklindeyken, granülsüz retikulumun sistemaları tüp şek­ lindedir.



SITOPLAZMA /



Şekil 2-17. Granüllü endoplazma retikulumun küçük bir bölümünün şematik çizimi. Sisternalarımn şekli ve polizomların parçası olan çok sayıda ribozom gösterilmiştir. Elektron mikroskop kesitlerde birbirlerinden ayrıymış gibi görünen sisternaların; aslında, sitoplazmada kesintisiz tü­ neller oluşturduğu unutulmamalıdır.



Tüm proteinlerin sentezi endoplazma retikulumuna bağ­ lı olmayan poliribozomlarda başlar. Endoplazma retikulumu İçinde tutulacak olan proteinlerin mRNA’sı, 5’ucunda ek bir baz dizisi içerir. Bu baz dizisi, işaret dizisi denilen ve çoğu hidrofobik olan yaklaşık 20-25 amino asiti kotlar. Çevirim sı­ rasında; işaret dizisi, işaret tanıyan partikül (SRP) denilen ve 6 tane henüz tanımlanmamış poüpeptit ile 7S RNA mole­



SRP işaret



35



külünden oluşmuş bir bileşikle etkileşime girer. SRP, SRP-poliribozom bileşiği GER’in zarlarında bulunan ve ke­ netlenme proteini (docking protein) denilen reseptöre bağlanana kadar, polipeptit büyümesini durdurur. Kenetlen­ me proteinine bağlanınca, SRP poliribozomdan ayrılır; böylece, çevirim (translasyon) devam eder (Şekil 2-18). Polipeptit zinciri GER lümenine girince, GER’in iç yüze­ yinde yerleşik işaret peptidaz adlı özgül bir enzim, işaret di­ zisini ayırır. Protein yapımı devam eder ve bununla birlikte sisterna içi ikincil ve üçüncül yapısal değişiklikler olur; ayrı­ ca, hidroksilleme, glikozkıma, sülfatlama, fosforluma gibi çe­ virim sonrası belli değişiklikler gerçekleşir. GER’de sentezlenen protein çeşitli yerlere gidebilir: hüc­ re içinde depolanabilir (ör; lizozomlarda ve lökositlerin öz­ gül granüllerinde), hücre dışına verilecek proteinler hücre içinde geçici olarak depolanabilir (ör; pankreas ve kimi en­ dokrin hücreler) ve diğer zarların bir bileşeni olarak kullanı­ labilir (ör; integral proteinler). Şekil 2-19’da sentezledikler proteini verdikleri yerler açıkça farklı olan çeşitli hücre tip­ leri gösterilmiştir. G r an ü lsü z/D



üz



E n d o p l a z m a R e t İk u l u m u



Granülsüz/düz endoplazma retikulumu (SER) da hüce içinde membranlı bir ağ yapısı oluşturur; bununla beraber, ince ya­ pısı iki yönden GER’den farklılık gösterir. Birincisi, SER’de, GER’in karakteristiği olan poliribozomlar bulunmaz. Bu ne­ denle; SER membranları granüler değil, düz görünür. İkinci­ si, sisternaları daha tubülerdir; ayrıca, sisternaların görünüşü yassı ve üst üste dizilmiş raflar gibi değildir, birbiriyle bağlan­ tılı değişik şekil ve büyüklükte kanallar şeklinde görünürler (Şekil 2-16 ve 4-37). SER, GER ile devam eder (Şekil 2-16).



SRP ribozomu GER’deki kenetlenme



Çevirim



SRP



Şekil 2-18. Proteinlerin granüllü endoplazma retikulumu (GER) zarından taşınması. Ribozomlar mRNA’ya bağlanırlar ve başlangıçta işaret peptidi işaret tanıyan partiküle (SRP) bağlanır. Ribozomlar, SRP ve ribozomal reseptörler aracılığıyla GER’e bağlanırlar. Daha sonra, işaret peptit sinyal peptidaz tarafından çıkartılır (şekilde gösterilmemiştir). Bu etkileşim, proteinlerin GER içine gireceği bir gözenek açılmasına neden olur.



36 /



BOLUM 2



Şekil 2-19. Serbest poliribozomlarında protein sentezleyen (ancak salgılamayan) bir hücrenin ince ya­ pısı (A); protein sentezleyen, ayıran ve organellerinde depolayan bir hücre (B); protein sentezleyen, ayı­ ran ve doğrudan dışarıya veren bir hücre (C); prote­ in sentezleyen, ayıran, çekirdek üstü granüllerde de­ polayan ve dışarıya veren bir hücre (D). C Plazma hücresi



SER, çeşitli özelleşmiş işlevleri yerine getirir. Steroid .sen­ tezleyen hücrelerde (ör; sürrenal korteks hücreleri), sitoplazmanın büyük bir bölümünü SER doldurur ve steroid sentezi için gerekli olan enzimlerin kimilerini içerir (Şekil 4-7). SER karaciğer hücrelerinde bol miktarda bulunur. Bu hücrelerde­ ki SER, oksitleme, sınıflama ve metilleme işlevlerini gerçek­ leştirir. Bu işlevlerle, karaciğer belli hormonları ayrıştırır; al­ kol ve barbitüratlar gibi zararlı maddeleri yansıziaştırır. SER’in başka bir önemli işlevi, tüm hücre membranİarı için fosfolipit sentezlemektir. Fosfolipit molekülleri SER’den diğer membranlara: (1) SER’den ayrılan ve motor proteinlerin etki­ siyle sitoskeletal elementler boyunca hareket eden veziktillerle, (2) GER ile doğrudan iletişimle ya da (3) taşıyıcı prote­ inlerle taşınırlar (Şekil 2-20). SER glükoz-6-fosfataz enzimi içerir. Bu enzim, karaciğer hücrelerinde glikojenden elde edilen glikozun kullanılmasıyla ilgilidir. Bu enzimin GER’de de bulunması, endoplazma retikulumunun her iki tipinin isşlevlerinin kesin sınırlarla ayrılmadığının bir göstergesidir. SER kas hücresinde kasılma olayına katılır ve buradaki özelleşmiş SER’e sarkoplazmik retikulum denir. Sarkoplazmik retikulum, kalsiyum iyonlarını sisternasında tutarak ve sitoplazmaya vererek kas kasılmasını düzenler (Bölüm 10’a bakınız).



Golgi Kompleksi (Golgi Apareyi) Golgi kompleksi, hücrenin sentezlediği ürünlerin; çevirim sonrası değişikliklerini tamamlar, paketler ve gideceği yere göre adresler. Bu organel granülsiiz zarla çevrilmiş sisternalardan oluşmuştur (Şe­ kil 2-21, 2-22 ve 2-23). Mukus salgılayan goblet hücreleri



(Şekil 4-30) gibi ileri düzeyde kutuplaşmış hücrelerde, Gol­ gi kompleksi tipik olarak, çekirdek ile üst plazma membranı arasında yerleşmiştir.



SER membranı (fosfolipitden varsıl)



Sitozol



Fosfolipitden yoksul membran



Şekil 2-20. F osfolipit taşıyan am fip atik proteinin şem a tik ç i­ zim i. F osfolipit m olekülleri, lipitden varsıl m em branlardan (SER) lipitden yoksu l m e m b ran lara taşınır. (Junqueira LC, Carneiro J: Biologia Celular e Molecular, 6th ed. Editora Guanabara, 1997’den izinli alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çizilmiştir.)



SİTOPLAZMA /



trans (m a tü r) y ü z



Şekil 2-21. Golgi kompleksinin üç boyutlu görünümü. Taşı­ yıcı veziküllerin Golgi’nin cis yüzüyle birleşmesiyle; karma­ şık, granüllü endoplazma retikulumu (GER) da yapılan bir­ çok tipte molekülü alır. Bu moleküller, Golgi’deki işlemler­ den sonra, Golgi'nin trans yüzünden daha büyük veziküller şeklinde salınırlar. Bu veziküller; salgı vezikülü, lizozom ya da sitoplazmanın diğer bileşenleri olabilirler.



Çoğu hücrede, Golgi’nin yapısında ve işlevinde bir ku­ tuplaşma vardır. Golgi kompleksinin yakınında, kimi zaman GER’den koparak ayrılmış küçük veziküller (taşıyıcı vezikül­ ler) görülebilir. Taşıyıcı veziküller, yeni sentezlenmiş prote­



Şekil 2-22. Müköz bir hücre­ nin Golgi kompleksinin elekt­ ron mikroskop fotoğrafı. Sa­ ğında okla gösterilen ve granüler materyal içeren, bir gra­ nüllü endoplazma retikulumu sisternasıdır. Ona yakın olan, bu ürünü içeren küçük vezi­ küllerdir ve burası aygıtın cis yüzüdür. Ortadakiler, Golgi aygıtının yassılaşmış raf şek­ lindeki sisternalarıdır. Sisternaların uçlarından uzanan genişlemeler görülebilir. Bu genişlemeler, sistemalardan ayrılıp birbirleriyle birleşerek salgı grandilerini (1, 2 ve 3) yaparlar. Burası trans yüzü­ dür. İki komşu hücrenin plaz­ ma zarına yakın, endoplazma retikulumu granülsüz (SER) ve granüllü (GER) bölümleri görülmekte. X30,000. K ü ç ü k ş e k il: Gümüşleme yapılmış 1 gm kalınlığındaki bir kesitte, epididimis hücresindeki Golgi aygıtı. X1200.



GER



SER



Hücre zarı



Hücre zarı trans



yüzü



37



inleri, daha ileri işlemler için Golgi kompleksine taşırlar. Bu noktaya yakın Golgi sisternalarına; oluşan, dışbükey ya da cis yüz denir. Bu yüzün karşı tarafında, büyük Golgi vakuollerinin biriktiği; olgun, içbükey ya da trcıns yüz bulunur (Şe­ kil 2 -2 1). Bu vakuollere yoğunlaştırıcı vakuoller de denir. Bu yapılar, tomurcuklanmayla Golgi sisternalarından ay­ rılarak, proteinleri çeşitli yerlere taşıyacak olan vezikülleri oluştururlar. Sitokimyasal yöntemler ve elektron mikrosko­ buyla; Golgi sisternalarının farklı cis-lran s düzeylerinde farklı enzimler içerdiği ve Golgi kompleksinin, glikozlatna, sülfatlama, fosforlama ile sınırlı protein proteolizinde önem­ li olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, Golgi kompleksi salgı ürünü­ nün paketlemesi, yoğunlaştırılması ve depolanmasını başla­ tır. Şekil 2-23’de, ürünün Golgi kompleksi boyunca geçişini açıklamada, günümüzde kabul gören kavramların genel gö­ rünüşü şematize edilmiştir.



Lİzozomiar Lİzozomlar hücre içi sindirimin ve hücre bileşen­ lerinin döngüsünün yapıldığı yerlerdir. Lİzozomlar (Yun. lysis, eriyik + s o m a , cisim), çok sayıda (40’taıı fazla) ve çeşitte hidrolitik enzim içeren, zarla çevrili veziküllerdir (Şekil 2-24, 2-25 ve 2-26). Bu en­ zimlerin temel görevi, hücre içi sindirimdir. Lİzozomlar, özellikle fagositoz yapan hücrelerde (ör; makrofajlar, nötrofilik lökositler) bol miktarda bulunurlar. Lizozomların yapısı ve etkinliği hücre tipine göre değişmekle birlikte; enzimle­ rin çoğunu, asit fosfataz, ribonükleaz, deoksiriboniikleaz, proteazlar, sülfatazlar, lipazlar ve [3-glikuronidaz oluşturur.



38



/



BOLUM 2



Zar



Salgılama



Salgı granülü Lizozom trans Golgi ağı



Taşıyıcı veziküller



cis Golgi ağı



GER’den Golgi’ye taşıma yapan vezikül Poliribozom



Şekil 2-23. Proteinlerin Golgi kompleksi boyunca ilerlemesi ve düzenlenmesi sırasında oluşan başlıca olaylar şe­ matik olarak gösterilmiştir. Solda numaralandırılmış olanlar, işaret edilen bölmede gelişen başlıca moleküler olay­ lardır. Lizozomal enzimlerin işaretlenmesinin, cis Golgi ağının başlangıcında başladığına dikkat ediniz, trans Gol­ gi ağında, glikoproteinler gidecekleri yeri belirleyen özgül reseptörlerle karışım oluştururlar. Çizimin sol tarafında, zar akışının Golgi’den endoplazma retikuluma geri dönüşü gösterilmiştir (Junqueira LC, Carneiro J: Biologia Celulare Molecular, 6th ed. Editora Guanabara, 1997'den izinli alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çizilmiştir.)



SITOPLAZMA / 39



Ş ekil 2-24. Lümeni ortada uzun bir yarık şeklinde görülen bir böbrek tübülünün mikroskop fotoğrafı. Çok sayıdaki ko­ yu boyalı sitoplazmik granüller lizozomlardır (L), böbrek hücrelerinde bol miktarda organel bulunur. Kimilerinde çe­ kirdekçiğin de ayırt edildiği hücre çekirdeği (N), fotoğrafta koyu boyalı bir cisim şeklinde görülmekte. Toluidin mavisi boyası. Büyük büyütme.



Bu listeden de görülebileceği gibi, lizozomlar birçok biyolo­ jik iri molekülü parçalayabilecek yetenektedir. Lizozomal enzimlerin en iyi etkinlik gösterebileceği ortam, asidik pH’dır. Lizozomlar genellikle yuvarlaktır ve çaplan 0.05-0.5 pm dir. Elektron mikroskobunda, birbiçimli graniiler ve elektron yoğun bir şekilde görünürler. Makrofajlar ve nötrofilik lökositler gibi çok az hücrede, primer lizozomların çapı 0.5 pm’tlan daha büyüktür ve bu nedenle ışık mikrokobuyla bi­ le görülebilirler. Çevreleyici zar, çözücü enzimleri sitoplazmadan ayıra­ rak, lizozomal enzimlerin sitoplazma bileşenlerine saldırıp sindirmesini engeller. Lizozomal enzimler pratik olarak sitozol pH’ında (-7 .2 ) etkisizdir. Bu da, lizozomal enzim sızıntı­ sına karşı ek bir koruma sağlar. Lizozomal enzimler, GER’de sentezlenip izole edilirler ve daha sonra Golgi kompleksine taşınırlar. Burada, enzimler



değişikliğe uğrar ve lizozom olarak paketlenirler. Bu enzim­ ler; fosfolransferaz ile 6' pozisyonunda fosforlanmış bir ya da birkaç mannoz kalıntısıyla kendisine tutunmuş oligosakkaritlere sahiptir. GER ve Golgi kompleksinde mannoz 6-fosfat içeren proteinler için reseptörler vardır. Bu reseptör­ ler, bu proteinlerin ana salgılanma yolundan ayrılarak lizo­ zomlar içinde izole edilmesini sağlarlar. Bir sindirim olayına karışmamış lizozomlara birincil li­ zozomlar denir. Lizozomlar, hücrenin çevresinden içerisine aldığı mater­ yalleri sindirebilirler. Materyal, fagozom ya da fagositik vakuol içerisine alınır (Şekil 2-27); daha sonra primer lizozom­ lar fagozomun zarıyla birleşir ve hidrolitik enzimlerini valcuole boşaltırlar. Sindirim devam eder ve bu bileşik yapıya ikincil/sekonder lizozom denir. Sekonder lizozomlar genellikle 0.2-2 pm çapmdadırlar ve çok çeşitli maddeleri sindirdikleri için, elektron mikros­ kobunda düzensiz görünürler. Sekonder lizozomun içeriği sindirildikten sonra, besin maddeleri geçişme ile lizozomu sınırlayan zarı geçerek sitozola ulaşır. Sindirilemeyen bileşikler vakuol içinde kalır ve bunlara artık cisimler denir (Şekil 2-27 ve 2-28). Kimi uzun ömürlü hücrelerde (ör; nöronlar, kalp kası), fazlaca miktar­ da artık cisim birikir ve bunlara lipofuskin ya da yaşlılık pigmenti denir. Lizozomların başka bir etkinliği sitoplazmik organellerin döngüsüyle ilgilidir. Belli koşullar altında, bir membran organelleri ya da sitoplazmanın bir bölümünü çevreleyebilir. Primer lizozomlar bu yapıyla birleşir ve çevrili olan sitoplazmanın sindirimini başlatırlar. Bu olayın sonucunda oluşan sekonder lizozoma otofagozom (Yun. dittos, kendi + p h a gein, yemek + som a) denir ve içeriğinin hücre içi kökenli ol­ duğunu belirler. Otofagozomlarla hücre içi sindirim, salgı hücrelerinde de salgı ürünü aşırı miktarda biriktiğinde, gö­ rülür. Lizozomal hidrolizin sindirilmiş ürünleri, sitoplazmada tekrar kullanılması için hücre tarafından yineden devreye sokulur.



k l in ik b il g i



Kimi olgularda, primer lizozom içeriğini hücre dı­ şına salar ve enzimleri hücre dışı ortamda etki gösterir. Bunun bir örneği; normal kemik dokusu oluşumunda; osteoklastların kollajenaz sentezlemesi ve salmasıyla kemik matriksin yıkımıdır (8. Bölüme bakınız). Lizozomal enzimlerin hücre dı­ şı ortamda etki göstermesi, iltihap ya da incinme­ ye yanıtta da önemli rol oynar. Lizozom etkinli­ ğiyle ilgili olası çeşitli yollar, Şekil 2-27’de şema­ tik olarak gösterilmiştir.



Lizozomlar, insan vücudundaki çeşitli maddelerin meta­ bolizmasında önemli bir rol oynarlar; bu nedenle, lizozomal enzim yetmezliği birçok hastalığın nedeni olarak görülür. Meta kromatik lökodistrofide, lizozomal sülfatazlar bulunma­ dığı için sülfatlı serebrositlerin hücre içi birikimi söz konu-



40



/



BOLUM 2



Şekil 2-25. Bir makrofajın elektron mikrografı. Çok sayıda sitoplazmik uzantı­ ya dikkat ediniz (oklar). Merkezde, Golgi sisternaları (G) tarafından çevril­ miş bir sentriyol (C) görül­ mekte. Sekonder lizozomlar çok sayıdadır (L). X15,000.



sudur. Bu hastalıkların çoğunda, özgül bir lizozomal enzim yoktur ya da etkin değildir ve belli moleküller (ör; glikojen, serebrositler, gangliyositler, sfingomiyelin, glikozaminoglikanlar) «indirilememiştir. Sonuçta, bu maddeler hücre içinde



Tablo 2-3. Farklı hücre tiplerinde lizozomal enzim yetmezliği ve sindirilmemiş madde birikimi nedeniyle görülen hastalıklara örnekler. Hastalık



Hatalı Enzim



Etkilenen Temel Organlar



Hurler



a L-iduronidaz



İskelet ve sinir sistemi



Sanfilippo A Sendromu



Heparan sülfat sülfamidaz



İskelet ve sinir sistemi



Tay-Sachs



Hekzaminidaz-A



Sinir sistemi



Gaucher



b D-glikozidaz



l-hücresi hastalığı



Fosfotransferaz



Karaciğer ve dalak iskelet ve sinir sistemi



birikerek, hücrenin normal işlevini olumsuz etkiler. Etkile­ nen hücre tipindeki bu çeşitlilik, lizozomal hastalıklarda gö­ rülen klinik işaretlerin çeşitliliğini açıklar (Tablo 2-3). Klinik olarak, kusurlu fiziksel gelişme ve zeka geriliği ile tanımlanan ve normalde Golgi kompleksinde bulunması ge­ reken fosforlayıcı bir enzimin olmaması nedeniyle ortaya çı­ kan l-hücre hastalığının (inklüzyon hücre hastalığı), kalıtsal olması nadirdir. GEK’den gelen lizozomal enzimler, Golgi kompleksinde fosforla namaz. Fosforlanmannş protein mole­ külleri lizozomları yapmak üzere ayrılmak yerine, genel sal­ gılama yolunu izlerler. Bu hastaların lizozomları bostur, ama kanlarında salgılanan lizozomal enzimler bulunur. Bu hasta­ ların hücrelerinde, normal hücresel metabolizmayı olumsuz etkileyen büyük inklüzyon grandileri görülür.



Proteazomlar Ubikuitin bağlanarak yıkım için hedeflenmiş prote­ inleri sindiren çoklu proteaz bileşikleridir. Fazla en­ zim ve normal işlevini yaptıktan sonra artık gerek­ siz olan ya da hatalı kıvrılmış proteinlerin uzaklaş­ tırılmasına, proteinin ayrıştırılması denir ve bu temel olaylar­ dan biridir. Virüs tarafından kodlanmış proteinler de yıkılır.



42 /



BÖLÜM 2



Artık cisim



Lipofuskin granülü, kısmen sindirilmiş f j f f i materyal \\*v£j



Hidrolitik enzimlerin salgılanması (ör; osteoklastlar tarafından)



Şekil 2-28. Otofagozomların görüldüğü pankreas asinus hücresinin kesiti. Üst sağ: Bir zarla sitoplazmadan ay­ rılmış iki granüllü endoplazma retikulumu bölümü. Orta: Mitokondri (ok) ve granüllü endoplazma retikulum içe­ ren bir otofagozom. Sol: sindirilememiş materyali içeren bir artık cisim. Ok başı, kaplı vezikül kümesini göstermek­ te.



Şekil 2-27. Lizozomların işlevle­ riyle ilgili güncel kavramlar. En­ zimlerin sentezi, granüler endoplazma retikulumu (GER), paket­ lenmesi Golgi kompleksinde olur. Bakterilerin yok edildiği heterofagozomlar ile GER ve mitokondrinin sindirildiği otofagozomlara dikkat ediniz. Heterofagozomlar ve otofagozomlar sekonder lizozomlardır. Sindirimlerinden geri­ ye kalanlar hücre dışına atılabilir; ancak, kimi zaman sekonder lizozom sindirilmemiş moleküllerin kalıntılarından oluşan bir artık ci­ sim yaratabilir. Osteoklast gibi ki­ mi hücreler, lizozomal enzimleri hücreler arası çevreye salgılar­ lar. Nu, çekirdekçik.



SİTOPLAZMA /



41



Peroksizomlar ya da Mikrocisimler



Şekil 2-26. Elektron mikrografta, çok sayıda mitokondri ile çevrilmiş 4 koyu sekonder lizozom görülmekte.



Proteazomlar, birincil olarak doğrudan protein molekülleriy­ le İlgili işlev görürken; lizozomlar genel olarak hücre içinde­ ki maddeleri ya da bir organel ve vezikülün tümünü sindi­ rirler. Proteazom, 4 çemberli fıçı şeklinde merkezî bir bölüme sahiptir. Bu bölümün her iki ucunda, ATPaz içeren ve ken­ disine bağlı olan ubikuitin molekülüyle proteinleri tanıyan bir düzenleyici parçacık bulunur. Ubikuitin, tüm hücrelerde bulunan, evrim sırasında çok iyi korunmuş -bakterilerden insana kadar hemen hemen aynı yapıya sahip, küçük (76 aminoasitli) bir proteindir. Ubikuitin, proteinleri yıkılmak için şu şekilde hedefler (işaretler): Bir ubikuitin molekülü, ayrıştırılacak proteinde lizin kalıntısına bağlanır. Sonra, diğer ubikuitin molekülleri birinciye bağlanır; bileşik düzenleyici parçacık tarafından tanınır; protein kıvrımı ATP'den enerji kullanarak ATPaz tarafından açılır; protein merkezî parçacı­ ğın içine taşınarak yerleştirilir ve burada, her birinde yakla­ şık 8 aminoasit bulunan peptitlere parçalanır. Bu peptitler, henüz bilinmeyen bir işlemle sitozole taşınır. Ubikuitin, ye­ niden kullanılmak üzere düzenleyici parçacık tarafından ser­ best bırakılır. 8 aminoasitli peptitler, sitozol enzimleri tarafından aıııinoasitlere parçalanabilir ya da başka bir işte (ör; kimi hüc­ relerde immün yanıta katılmak) kullanılabilirler.



Peroksizomlar (peroksit + s o m cıjçapı 0.5-1.2 ptn arasında de­ ğişen, küre biçimli ve membranla çevrilmiş organellerdir (Şe­ kil 2-39). Bunlarda mitokondrilergibi oksijen kullanırlar; an­ cak, ATP üretmezler ve hücresel metabolizmaya doğrudan katılmazlar. Peroksizomlar, özgül organik maddelerden hid­ rojeni çıkartarak, onları okside ederler. Çıkarılan hidrojen, moleküller oksijene ( 0 2) taşınır. Bunun sonucunda, hücre İçin çok zararlı bir madde olan hidrojen peroksit (H20 2) olu­ şur. Bununla beraber, H2Ö 2 peroksizomda bulunan katalaz enzimi tarafından elimine edilir. Katalaz H20 2’nin hidrojen atomlarını çeşitli bileşiklere transfer eder ve ayrıca, l UCU’yi II2Ö ve 0 2’ye ayrıştırır (2H20 2 —> 2I UO + 0 2). Katalaz, kli­ nik olarak da olumsuz etkilere sahiptir: Özellikle karaciğer ve böbrek peroksizomlar], çeşitli toksik molekülleri ve ilaçları indirger. Örneğin; sindirilen etil alkolün %50’si, karaciğer ve böbrek peroksizomları tarafından, asetaldehide indirgenir. Karaciğer ve böbrek peroksizomlarının enzim içeriği, diğer organlardaki peroksizomların enzim içeriğinden oldukça farklıdır. Homojen ıııairikslerinde, D- ve L-amino oksidaz, ka­ talaz ve hidıoksiasit oksidaz bulunur. İnsan hariç kimi türler­ de, üırat oksidazdan oluşmuş bir kristalin nüıkleotid bulunur. Peroksizomlar lipit metabolizmasıyla ilgili enzimler içe­ rirler. Böylece, uzun zincirli yağ asitlerinin (18 karbonlu ve daha uzun) /Toksidasyonu, mitokondriyal karşılığından farklı olan peroksizomal enzimler tarafından gerçekleştirilir. Safra asitleri ve kolesterol oluşmasına yol açan belli reaksi­ yonlar da, oldukça saflaştırılmış peroksizom fraksiyonların­ da yerleşiktir. Peroksizomal enzimler, serbest sitozolik poliribozomlarda sentezlenirler ve karboksil uçlarında içine alma işareti gi­ bi işlev gören küçük bir aminoasit dizisi bulunur. Bu işarete sahip olan proteinler, peroksizomların zarında yerleşik re­ septörler tarafından tanınır ve organel içine alınırlar. Perok­ sizom sığa olarak büyür ve henüz tam olarak bilinmeyen bir düzenekle ikiye bölünür.



k l in ik b il g i



Bu organel, birçok metabolik yolla ilgili olduğu için; çok sayıda yetmezliğin nedeni, kusurlu peroksizo­ mal proteinlerdir. Olasılıkla, en yaygın peroksizo­ mal yetmezlik, X-kromozomuna bağlı adrenolökodistrofi dir. Bu yetmezliğin nedeni, çok uzun zincir­ li yağ asitlerini [3-oksidasyon için peroksizoma ta­ şıyan integral membran proteinlerinin defektli ol­ masıdır. Bu yağ asitlerinin vücut sıvılarında birik­ mesi, sinir dokusunda miyelin kılıfların haraplanmasına ve sonuçta, ciddi nörolojik semptomlara neden olur. Peroksizomal enzimlerdeki yetmezlik; ciddi kas bozulması, karaciğer ve böbrek lezyonları ile sentral ve periferik sinir sisteminde organi­ zasyon bozukluklarıyla karakterize ölümcül Zell­ weger sendromuna neden olur. Elektron mikros­ kobunda, bu hastaların karaciğer ve böbrek hüc­ relerindeki peroksizomların boş olduğu görülür.



SITOPLAZMA /



43



âmâ



M



m



Ş ekil 2-29. Sıçan pankreas asiner hücrelerinin elektron mikroskop fotoğrafı. Çok sa­ yıda olgun salgı granülünün (S), yoğun vakuollerle (C) ve Golgi kompleksiyle (G) ilişki­ si görülmekte. X18,900



Salgı Vezikülleri ya da Granülleri Salgı vezikülleri; metabolik, hormonal ya da nöral bir İşaret (düzenlenmiş salgılama) gelmedikçe ürünü salmayan, depo­ layan hücrelerde bulunur. Bu veziküller bir membranla çev­ rilidirler ve salgı ürününün yoğun bir şeklini gösterirler (Şe­ kil 2-29). Kimi salgı vezikiillerinin içeriği, GER’in sisiernalarında olduğundan 200 kez daha yoğundur. Sindirim enzim­ lerini içeren salgı vezikiillerine zimojen granüller denir.



HÜCRE İSKELETİ Sİtoplazmik iskelet; mikrotübüller, aktin filamanları (mikroniamanlar) ve ara fîlamanların oluşturduğu karmaşık bir ağ­ dır. Bu yapısal proteinler hücrenin şekillenmesini sağlar ve organeller İle hücre içi vezikiillerin hareketinde önemli bir rol oynar. Hiicre iskeleti hücrenin tümüyle hareket etmesine de katılır.



Mikrotübüller Ökaryotik hücrelerin sitopkızmik matriksi içindeki tübüler yapılara mikrotübüller (Şekil 2-30, 2-31 ve 2-32) denir. Mik­ rotübüller sil (Şekil 2-33) ve flagellum denilen sitopkızmik uzantıların içinde de bulunurlar. Çapı 24 nm’dir. 5 nm kalınlığında yoğun bir duvarı vardır ve merkezinde l-ı nm genişliğinde bir boşluk bulunur. Mİkrotübüllerin boyu değiş­



kenlik gösterir ve birkaç mikrometreye ulaşabilir. Nadiren, bir ya da daha çok tiibiilü birbirine bağlayan kollar ya da köprüler bulunur (Şekil 2-3-î). Bir mikrotübüliin alt birimleri, a ve [3 tübülin molekül­ lerinden oluşmuş bir heteıodimerdir. Bu moleküllerin aminoasit bileşimleri birbirine çok yakındır ve her birinin mole­ küller kütlesi yaklaşık 50 kDa kadardır. Uygun koşullar altında (in vivo ya da in vitro), tübülin alt birimleri mikrotübülleri yapmak için tekrarlayan kümeler oluşturur. Özel boyama yöntemleri kullanıldığında, tübülin lıetorodimerleri spiral şeklinde dizilmiştir. Tamamlanmış bir spiral dönüşte toplam 13 birim bulunur (Şekil 2-3-i). In vivo, tübıilinlerin mikrotübülleri yapmak için dizilme­ si, tümüne mikrotübül organizasyon merkezleri denilen çeşitli yapılar tarafından yönlendirilir. Bu yapılar; siller, bazal cisimler ve sentrozomlardır. Mikrotübül büyümesi, var olan mikrotübiilün bir ucundan alt birimlerin polimerizasyonuyla daha hızlı olur. Bu uç pozitif (+), diğeri ise negatif (-) uç ola­ rak bilinir. Tübülin düzenlenmesi, Ca2+ ve mikrotiibiile bağ­ lı proieinler (MAPs) in kontrolü altındadır. Mikrotübül karar­ lılığı değişkendir; örneğin, titrek tüylerin mikrotübülleri ka­ rarlıyken, mitoz mekiğinin mikrotübüllerinin kararlılığı kısa sürelidir. Antİmitotik bir alkaloid olan kolşisin özgü! olarak tübiiline bağlanır ve tübiilin-kolşisin bileşiği mikrotiibiile bağlandığında, onun artı (+) ucuna daha fazla tübülin bağ-



44



/



BOLUM 2



Ummasını engeller. Mİtotik mikrolübüller, eksi (-) uçlarında dizilimin çözülmesinin devam etmesiyle yıkılır ve ayrılan tübülin birimlerinin yerini yenisi almaz. Mitotik mikrotübiillerle etkileşime giren bir başka alkaloid, mikrotiibiil oluşu­



munu hızlandıran ve aynı zamanda kararlı kılan, taksol’dür. Tüm sitozolik tübiilinler kararlı mikrotübCillerde kullanılır ve tübülinin mitoz mekiğinin yapımına katılmasına izin veril­ mez. Bir başka alkaloid olan vinblastin, oluşmuş mikrotiibCilün tekrarlayan kümelerini çözer ve ikinci basamakta, parakristalin düzeni oluşturmak üzere tübüliııleri toplar.



! k l in ik b il g i I



Antimitotik alkaloidler hücre biyolojisinde (ör; kolşisin kromozomların metafaz evresinde tutulma­ sında ve karyotiplerin hazırlanmasında kullanılır) ve kanser ilaç sağaltımında (kemoterapisi) (ör; vinblastin, vinkristin ve taksol tümörlerde hücre çoğalmasını durdurmada kullanılırlar) yararlı araçlardır. Tümör hücreleri hızlı çoğaldıkları için, antimitotik ilaçlardan normal hücrelere oranla da­ ha çok etkilenirler. Bununla beraber, kemoterapi birçok istenmeyen yan etkiye sahiptir. Örneğin; kimi normal kan yapıcı hücreler ve sindirim kana­ lını döşeyen hücreler de hızlı çoğalırlar ve ilaç sağaltımından olumsuz etkilenirler.



Protofilaman Şekil 2-30. Bir mikrotübülün moleküler organizasyonu. Bu polarize yapıda, tübülin molekülünün iki alt birimi (a ve (3) birbirini izler. Tübülin molekülleri, çizimin üst tarafındaki enine kesitte görüldüğü gibi, 13 protofilaman yapacak şe­ kilde düzenlenir.



Sitoplazmik mikrolübüller, hücre şeklinin gelişmesi ve sürdürülmesinde önemli bir rol oynayan katı yapılardır. Ge­ nellikle, hem hücresel bakışımsızlık (asimetri) geliştirilme­ sinde ve hem de oluşturulmuş bu bakışımsızlığın sürdürül­ mesinde etkili olabilmek için doğru bir yönlenme içindedir­ ler. Mikrotiibüllerin bozulmasına neden olacak bir işlem, hücresel bakışımsızlığın da bozulmasına neden olur. Mikrolübüller, organel ve veziküllerin hücre içi taşınma­ sına da katılırlar. Nöronlarda aksoplazmik taşıma, pigment hücrelerinde melanin taşınması, mitoz mekiğiyle kromozom taşınması ve çeşitli hücre kompartımanları arasında vezikiil hareketi, bunun örnekleridir. Bu örneklerin her birinde ha­ reket karmaşık mikrotübül ağının bulunmasıyla ilgilidir ve mikrotiibüllerin bozulması bu hareketlerin durmasına neden olur. Mikrotiibüllerin kılavuzluk ettiği taşıma; molekül ile veziküllerin hareketinde enerji kullanan ve m otor proteinler denilen özgiil proteinlerin kontrolü altındadır. Mikrotübüller; sentrioller, bazal cisimler, siller ve flagel­ lum gibi çok sayıda kompleks sitoplazmik bileşenin temel yapısını oluşturur. Sentriyoller silindirik yapılardır (0.15 pm çapında ve 0.3-0.5 pm uzunluğunda), başlıca kısa ve olduk­ ça düzenli mikrotiibiillerden oluşmuşlardır (Şekil 2-3-1). Her sentriyol triplet (üçlü) şeklinde düzenlenmiş 9 set ıııikrotübül’den oluşmuştur. Mikrotiibiil üçlüleri birbirine çok ya­ kındır ve bitişik oldukları yerlerde aynı duvarı paylaşırlar. Bölünmeyen hücrelerde çekirdeğe yakın konumda, bir çift sentriyolden oluşmuş ve etrafı graniiler bir materyalle çevri­ li, sentrozom (Şekil 2-35) bulunur. Her bir çiftte, sentriyollerin uzun ekseni birbirlerine dik konumdadır. Hücre bölün­ mesinden önce, daha özgül olarak inieıfazın S evresinde, her sentrozom eşini yapar; böylece, her sentrozom iki çift sentriyole sahip olur. Mitoz sırasında sentrozomlar ikiye bö-



SİTOPLAZMA /



45



Şekil 2-31. Fibroblast sitoplazmasının elektron mikrografı. Mikrofilamanlara (MF) ve mikrotübüllere (MT) dik­ kat ediniz. X60.000. (E Katchbııriarı'm izniyle.)



lüniirler, hücrenin karşı kutuplarına hareket ederler ve mitoz mekiğinin mikrotübiillerinin organizasyon merkezi olmaya başlarlar. Titrek tüy ve flagellum (kam çı), hücre membranıyla çevrili, merkezlerinde oldukça düzenli mikrotübiiller bulu­ nan hareketli uzantılardır. Titrek tüylü hücreler tipik olarak, her biri yaklaşık 2-3 pırı uzunluğunda olan çok sayıda titrek tüye sahiptirler. Flagellumlu hücreler, uzunluğu 100 pm’ye varan yalnızca bir kamçıya sahiptirler. İnsanda sperm, kam­ çısı olan tek hücredir. Titrek tüyün ana işlevi, sıvıyı hücre ki­ llimin yüzeyinden siipürmektir. Titrek tüy ve flagellum esas­ ta aynı düzene sahiptirler. Bu düzen, 2 merkezi mikrotübiilü çevreleyen 9 çift mikrolübüiden oluşur. Bu mikrotübiil demeti, aksonem (Yun. ax on , eksen + nem a, iplik) denilen 9 + 2 düzenine sahip­ tir. 9 peri ferik çiftin her biri aynı duvarı paylaşır (Şekil 2-34). Merkez çiftteki mikrotübiiller bir merkezi kılıf ile çevrilidir­ ler. Bitişik çevredeki çiftler birbirine neksin denilen protein köprülerle, merkez kılıfa da ışınsal uzantılar ile bağlanmış­ lardır. Her çiftteki mikrotübiiller A ve B olarak isimlendirilir­ ler. A, 13 heterodimerli tam bir mikrotiibül iken; B, yalnızca 10 heterodimerlidir (enine kesit). A mikrotübüliinün yüze­ yinden, ATPaz etkinliği gösteren dinein proteininden yapıl­ mış bir çift kol uzanır. Her titrek tüyün ve kamçının tabanında, temelde sentriyole çok benzeyen ve aksonemin kurgusunu kontrol eden bazal cisim bulunur. t â



0



i KLİNİKBİLGİ Titrek tüy ve flagellumdaki proteinlerde çeşitli de­ ğişinimler tanımlanmıştır. Bu değişinimler, işaret­ leri immotil sperm, erkek infertilitesi ve kronik respiratuvar enfeksiyon (siller hareketsiz oldukla­ rı için solunum yollarını temizleyemez) olan, hareketsiz titre k tüy sendromundan sorumlu­ dur.



Şekil 2-32. Işığa duyarlı retina hücresi kesitinin elektron mikrografı. Enine kesilmiş mikrotübüllerin (oklar) birikimine dikkat ediniz. Yaklaşık X80,000.



46 /



BOLUM 2



Şekil 2-33. Solunum yolla­ rının iç yüzeyini döşeyen epitelin fotomikrografı. Bu epitelin birçok hücresinin üst yüzünde (lümene ba­ kan serbest yüz) çok sayı­ da titrek tüy bulunur. N, hücre çekirdeği; M, bu preparatta koyu görünen sitoplazmik mukus salgısı. HE boyası. Büyük büyüt­ me.



Aktin Filamanları



Ara Filamanlar



Kas hücresindeki kasılma, birincil olarak aktin ve miyozin adlı iki proteinin etkileşimi sonucu gerçekleşir. Aktin kas hücresinde ince (5-7 nm çapında) bir filaman şeklinde bulu­ nur. Bu filaman, ikili sarmal şeklinde düzenlenmiş kiiremsi alt birimlerden oluşmuştur (Şekil 2-36). Yapısal ve biyokim­ yasal çalışmalar, çeşitli aktin tiplerinin olduğunu ve bu pro­ teinin tüm hücrelerde bulunduğunu göstermiştir. Mikrofilamanlar hücre içinde çeşitli şekillerde organize olabilirler. (1) İskelet kasında, kalın (16 nm) miyozin filamanlarıyla birlikte bir kristal öncüsü yapı oluştururlar. (2) Çoğu hücrede, mikrofilamanlar plazmalemmanın hemen al­ tında hücre korteksi denilen ince bir kılıf oluştururlar. Bu filamanlar; endositoz, ekzositoz ve hücre hareketi gibi zar etkinlikleriyle ilgili gibi görünürler. (3) Mikrofilamanlar, çe­ şitli sitoplazmik organeller, veziküller ve grandilerle çok ya­ kın ilişkidedirler. Fİlamanların, sitoplazmik bileşenlerin hare­ ketinde ve kaydırılmasında (sitoplazma akışı) önemli rol oy­ nadığına inanılmaktadır. (4) Mikrofilamanlar miyozinle bir­ likte mitotik hücrede bir kese kaytanı gibi büzülmeye neden olarak yarıklanmayı başlatırlar. (5) Çoğu hücrede, sitoplaz­ ma içinde, mikrofilamanlar dağınıktır ve organize olmamış bir düzende görünürler (Şekil 2-31). Aklin filamanlar kas hücrelerinde yapısal olarak kararlı iseler de, diğer hücrelerde kolayca ayrılır ve tekrar bir araya gelirler. Aktin filamanların polimerizasyonu, Ca2+ ve siklik AMP düzeylerindeki hassas değişikliklerin doğrudan kontro­ lü altındadır. Çeşitli hücrelerde çok sayıda aktin bağlayan protein gösterilmiştir ve günümüzde birçok çalışma, bu pro­ teinlerin aktin filamentin, tekrarlanan yapısal birimlerin bir­ leşme evresini ve yan birikimini nasıl düzenlediği konusuna odaklanmıştır. Hücre aktininin yaklaşık yarısının nıikrofikıman seklinde olması, aklin filamentin önemini açıklar. Olasılıkla, aktin filamanla ilgili etkinliklerin çoğu, miyo­ zinle aletinin etkileşimi sonucu olur. (Kalın miyozin filamen­ tin yapısı ve işlevi kas dokusunda anlatılmıştır.)



İnce yapı ve immünohistokimyasal araştırmalar, ökaryotik hücrelerde üçüncü bir esas ipliksi yapının varlığını göster­ miştir. Hücre, ince (aktin) ve kalın (miyozin) filamantlardan başka, ara büyüklükte (ortalama çapı 10-12 nm) olan bir grup filaman daha içerir. (Şekil 2-37 ve Tablo 2-4). Ara filamanları yapan çok sayıda protein hem ayrılmış ve hem de hücre içindeki yerleşimi immünohistokimyasal olarak gösterilmiştir. Keratinler (Yun. kercıs, boynuz) epitelde bulunan yak­ laşık 20 protein içeren bir ailedir. Bir gen ailesi tarafından kotlanırlar ve farklı kimyasal ve immünolojik özelliklere sa-



Tablo 2-4. Ökaryotik hücrelerde bulunan ara filamanlara örnekler. Filaman tipi



Hücre tipi



Örnekler



Keratinler



Epitel



Hem keratinize olan ve hem de keratinize olmayan epitel



Vimentin



Mezenkim hücreleri



Fibroblastlar, kondroblastlar, makrofajlar, endotel hücreleri, damar düz kas hücreleri



Desmin



Kas



Çizgili ve düz kas (damar düz kası hariç)



Glial fibriller asidik proteinler



Glial hücreler



Astrositler



Nörofilamanlar



Nöronlar



Sinir hücresi gövdesi ve uzantıları



SİTOPLAZMA / 47



A Mikrotübül



aTübülin----- Ç) p Tübülin----- ö



24 nm



ı---------------- 1



„ , Bo''unakes"



Tübülin dimerleri (heterodimerler)



(Boyanmamış alt birimler) Yukarıda yapısal özellikleri gösterilen mikrotübüllerin elektron mikroskop fotoğrafı



Protein bağları B



Sil



Paylaşılmış



Merkezi kılıf



Işınsal uzantılar



Aksonem (9 + 2 düzeninde)



Şekil 2-34. Mikrotübül, sil ve sentriolün şematik çizimi. A: Mikrotübüllerin, tannik asitli glutaraldehitte fikse edildikten sonra elektron mikroskobunda görünüşü. Boyanmayan tübülin alt birimleri yoğun tannik asit tarafından görünür duruma gelmiştir. Tübülün enine kesitinde, sar­ mal şeklinde düzenlenmiş dinlerlerin 13 alt biriminin oluşturduğu halka görülmekte. Mikrotübülün boyunun uzaması ya da kısalması, tübülin alt birimlerinin eklenmesi ya da çıkartıl­ masıyla gerçekleşir. B: Bir titrek tüyün enine kesitinde aksonem denilen merkezî mikrotübüller görülmekte. Aksonem, 9 mikrotübül çifti tarafından çevrelenmiş 2 sentral mikrotübülden oluşmuştur. Çiftlerde, A mikrotübülü tamdır ve 13 alt birimden oluşmuştur, B mikrotübülü ise 2 ya da 3 heterodimeri A ile paylaşır. Dinein kolları ATP ile aktive edildiğinde karşısındaki tübüle bağlanır ve çiftlerin birbirine karşı kaymalarını sağlar. C: Sentriyoller, birbirine bağla­ narak araba tekerleği şeklinde düzenlenmiş 9 mikrotübül üçlüsünden oluşur. Üçlüde A mik­ rotübülü tam ve 13 alt birimden oluşurken, B ve C tübülin alt birimlerini paylaşırlar. Normal koşullar altında, bu organel birbirine dik açıyla yerleşmiş bir çift olarak bulunur.



48 /



BÖLÜM 2



Sitoplazmik Birikintiler



Şekil 2-35. Birbirine dik yerleşmiş bir çift sentriyoiü ve on­ ları çevreleyen tanecikli protein malzeme ile birlikte bir sentrozomun şematik şekli. Her bir sentriyol, her demetin­ de 3 mikrotübül bulunan 9 mikrotübül demetinden oluş­ muştur.



Bunlar genelde sitoplazmanın geçici bileşenleridir, başlıca birikmiş metabolitler ya da diğer maddelerden oluşmuşlar­ dır. Birikmiş moleküller çeşitli şekillerde olabilir. Bunlardan birisi, yağ dokusu, sürrenal korteks hücreleri ve karaciğer hücrelerinde görülen lipit damlacıklarıdır (Sekil 2-38). Kar­ bonhidrat birikimi de birçok hücrede glikojen şeklinde gö­ rülür. Kurşun tuzlarıyla yapılan boyamada glikojen elektron yoğun birikimler şeklinde görülür (Şekil 2-39). Proteinler bez hücrelerinde salgı granülleri ya da salgı vezikülleri içinde depolanırlar (Sekil 2-29). Bu proteinler uyarı altında tekrarlayarak olarak hücreler arası ortama salınırlar. Hücre içinde renkli maddelerin birikintileri -pigm ent­ ler- de bulunur (Şekil 2-İ0). Hücre tarafından sentezlenebiIirler (ör; derideki melanositler) ya da vücudun dışından ge­ lebilirler (ör; karoten). En yaygın görülen pigmentlerden bi­ risi de, sarımsı kahverengi lipofuskin pigmentidir. Lipofııskin özellikle larklılanmasını tümüyle tamamlamış hücrelerde bulunur ve yaşla birlikte arlar. Kimyasal yapısı karmaşıktır. Lipofuskin grandilerinin sekonder lizozomlardan geliştiğine ve sindirilemeyen maddelerin birikintileri olduğuna inanıl­ maktadır. Geniş bir alana yayılmış bir pigment olan mela­ nin, epidermis ve retinanın pigment tabakasında oldukça fazla bulunur ve yoğun hücre içi membranla çevrili grandi­ ler şeklindedir.



CD hiplirler. Keratinin çeşitliliği bu proteinin; epidermis, tırnak, toynak, boynuz, tüy, pullarda oynadığı değişik görevlerle ve benzer şekilde hayvanlarda aşınma, su ve ısı kaybından ko­ rumayla ilgilidir. Vimentin mezenşim (mezenşim embriyonik bir doku­ dur) kökenli hücrelerin tipik filamanlarıdır. Vimentin tek bir proteindir (56-58 kDa) ve desmin ya da glial fibriller asidik protein ile kopolimerize olabilir. Desmin (skeletin) düz kas ile iskelet ve kalp kasının Z diskinde bulunur (53-55 kDa). Glial filamanlar (glial fibriller asidik protein) astrositlerin tipik yapısıdır; ancak, nöron, kas, mezenşim hücre­ leri ya da epilelde bulunmaz (51 kDa). Nörofilamanlar en az 3 yüksek molekül ağırlıklı polipeptitden (68, 1-iÜ ve 210 kDa) oluşur. Ara filaman protein­ leri farklı kimyasal yapıdadır ve hücresel işlevlerde farklı rol­ lere sahiptir.



cP



57



Kromozom çalışmaları; hücre bölünmesine neden ol­ mak, mitoz bölünmenin metafaz evresinde durdurulması ve hücre parçalanmasının sağlanması konularında yeni yön­ temlerin geliştirilmesiyle, oldukça ilerlemiştir. Mitoz, hücre kültüründe, fitohemaglıitinin ile uyarılabilir ve kolşisin ile metafaz evresinde durdurulabilir. Hücreler, şişmelerine ne­ den olacak hipotonik bir sıvıya konduklarında şişme tamam­ landıktan sonra, bir lâm ve lamel arasında ezilerek hücre za­ rının yırtılması sağlanabilir. Bir insan hücresinden elde edilen kromozomların bo­ yandıktan sonraki görünümü Şekil 3-12’de gösterilmiştir. X ve Y kromozomlarına ek olarak geri kalanlar, büyüklükleri­ ne ve yapısal özelliklerine göre, sırasıyla 22 çift halinde gruplandırılmıştır.



XXXXX



bilginin kopyalanması için daha çok DNA yüzeyine sahiptir. Koyu boyalı çekirdek (heterokromatini çok), kromatini sıkı bir şekilde paketlendiği için daha az DNA yüzeyine sahiptir. Memeli hücre çekirdeğinde yapılan ayrıntılı çalışmalar, bir heterokromatin kütlesinin dişilerde bulunduğunu; ancak, erkeklerin tümünde bulunmadığını göstermiştir. Bu kroma­ tin kümesine seks kromatini denir ve dişi hücrelerinde bu­ lunan iki tane X kromozomundan birisidir. Seks kromatinini oluşturan bu X kromozomu, yoğun bir şekilde sarmal yapar ve mikroskopta görülebilir, diğer X kromozomu ise sarmal yapmamıştır ve mikroskopta görülemez. Kanıtlar, seks kro­ matininin genetik olarak inaktif olduğunu göstermektedir. Erkeklerde bir X ve bir Y kromozomu vardır. X kromozomu sarmal yapmadığı için, erkeklerde seks kromatini görülmez. İnsan epitel hücrelerinde, seks kromatini çekirdek kılıfına tutunmuş küçük bir graniil şeklinde görülür. Genellikle, ya­ nağın içini döşeyen hücreler seks kromatini çalışmalarında kullanılırlar. Ayrıca, kan yaymaları da bu iş için kullanılır. Seks kromatini, nötrofil lökositlerin çekirdeğine tutunmuş davul tokmağı şeklinde bir yapı olarak görülür (Şekil 3-11).



/



11 nm



-Trr 30 nm



j;k.



■ar 300 nm



-iL



i .. . . | k l in ik b il g i Seks kromatini çalışmaları; hermafroditizm ve psödohermafroditizm’de olduğu gibi, kişinin dış genital organlarından cinsiyetinin saptanamadığı durumlarda, hastanın genetik cinsiyetinin belir­ lenmesini sağlar. Seks kromatini, seks kromo­ zomlarından kaynaklanan diğer anomalilerin saptanmasında da yardımcıdır. Örneğin; testis anomalileri, azoospermi (sperm yokluğu) ve XXY kromozomuna bağtı diğer belirtilerle ortaya çı­ kan, Klinefelter sendromunda olduğu gibi.



Şekil 3-10. Kromatinin paketlenmesinin metafaz kromozo­ munda olduğuna inanılmaktadır. Yukardan başlayarak; 2 nm’lik DNA ikili sarmalı görülmekte. Sonrakinde, DNA’nın histonlara bağlanarak 11 nm’lik filamanı yaptığı ve bu filamanın da sarmal yaparak 30 nm'lik filamanı oluşturması gösterilmekte­ dir. Daha ileri yoğunlaşmada, çapları 300 nm ve 700 nm olan filamanlar oluşmaktadır. Son çizimde ise, DNA’nın maksimum paketlendiği metafaz kromozomu gösterilmektedir.



58 /



BOLUM 3



Yanak epiteli



Çekirdeği çok



I KLİNİK BİLGİ Bir kişiye ait kromozom sayısı ve kromozom özelliklerine karyotip denir (Şekil 3-12). Karyotip değerlendirmesi; tümör, lösemi ve çeşitli genetik hastalıklara bağlı kromozom değişikliklerini orta­ ya koyar. Kromozomların enine bantlanmasını ve bu bantların farklı renklerde boyanmasını sağlayan tekniklerin gelişmesiyle, her bir kromozomun daha hassas tanımlanması ve gen delesyonları (gen­ den bir parça eksilmesi) ile translokasyonlarının (yer değiştirmeler) daha hassas saptanması müm­ kün olmuştur. Bu teknikler temelde, önce kromo­ zomlara tuz ya da enzim çözeltileri uygulaması; daha sonra, floresan boyalarla ya da Giemsa kan boyama tekniğiyle boyanmasından oluşur. In situ hibridizasyon teknikleriyle de, kromozomlardaki DNA dizilerinin (genler) yerleşimi gösterilebilir.



Seks kromatini Şekil 3-11. Bir kadının ağız (yanak) epitelindeki ve çok şe­ killi çekirdeği (polimorf çekirdekli) lökositindeki seks kroma­ tininin morfolojik özellikleri. Epitelde seks kromatini çekir­ dek kılıfına bağlı, küçük ve yoğun bir granül şeklinde görü­ lür. Lökositte davul tokmağı şeklindedir.



dekçikteld rRNA’lara bağlanmaya başlarlar; daha sonra, ribozom alt birimleri sitoplazmaya göç ederler. Şıklıkla çekirdek­ çiğe bağlı bulunan heterokromalinin (çekirdekçiğe bağlı kromatin) işlevsel önemi henüz bilinmemektedir. rRNA'lar, çekirdekle sentezlenir ve değiştirilir. Çekirdekçikle ise pro­ teinler eklenir ve küçük ve büyük ribozomal alt birimler seklinde organize olurlar. Alt birimler çekirdek gözenekle­ rinden geçerek sitoplazmaya göç ederler.



Çekirdekçik Çekirdekçik, rRNA ve proteinden zengin, çapı 1 mm’den da­ lla büyük olan küremsi bir yapıdır (Şekil 3-13). Hematoksilen ve eozin ile genellikle bazofilik boyanır. Elektron mik­ roskobunda 3 farklı bileşenden oluştuğu görülür: (1) Çekir­ dekçik düzenleyici DNA. Bir ya da daha çok sayıda soluk boyalı olarak görülen bu bölgeler (Şekil 3-1-1), rRNA kodla­ yan baz dizilerinden oluşmuştur. İnsan genomunda, 5 çift kromozomda çekirdekçik düzenleyicisi bulunur. (2) Pars libroza. Çekirdekçik düzenleyicileri çok yakın yerleşiktir ve başlıca rRNA genlerinin kopyalanmasını (transkript) yapan, 5-10 nın büyüklüğünde, sıkıca paketlenmiş ribonukleoprotein liderinden oluşur. (3) Pars granüloza. 15-20 nm bü­ yüklüğündeki grandilerden (olgunlaşan ribozomlar; bkz. Şe­ kil 3-1-1) oluşur. Sitoplazmada sentezlenen proteinler, cekir-



k l in ik b il g i



Büyük çekirdekçik; bölünmekte olan embriyonik hücreler ile etkin olarak protein sentezleyen ve hızla büyüyen kötü huylu tümörlerin hücrelerinde görülür. Çekirdekçik hücre bölünmesinin profaz evresinde kaybolur ve mitozun telofaz evresinde yineden görülür.



V. f



U



,'— O '*o„*or



'- . - f ”*0 ; , - '



XY İmmün kompleks ve antijen



ı



,v — /



*



o„‘ o r '



'- / 'P -0°,-'



Bulaşmış hücrenin Bulaşmış hücrenin parçalanması parçalanması



Fagositoz



Edinilmiş Bağışıklık



Lenf düğümü, dalak ve diğer lenfoid dokularda folliküler dendritik hücreler denilen benzer morfolojik fakat farklı işlevsel özellikleri olan hücreler de bulunur. Folikiiler dendritik hücreler kemik iliği kökenli değildir ve antijenleri endositozla alıp işleme yetenekleri yoktur. Ancak antikorlar­ la karmaşık yapılar oluşturmuş antijenleri yakalama yetenek­ leri çok fazladır. Bu antijenleri hücre zarlarında uzun süre tutarak, B hücreleri tarafından tanınmalarını ve bağışıklık belleğinin devamlılığını sağlarlar.



Majör Doku Uyumu Kompleksi Bağışıklık sistemi kendine ait veya yabancı olanların ayrımı­ nı hücre yüzeylerindeki majör doku uyumu kompleksi (MHC) moleküllerinin varlığı ile gerçekleştirir. İlk olarak lökositlerde saptandıkları için insan lökosit antijenleri (HLA:



Doğal Bağışıklık



Şekil 14-5. Lenfositlerin başlıca gruplarının kökeni, gelişmesi ve etkinlikleri. Dolaşımda­ ki NK hücrelerinin kemik iliğinden köken al­ dıklarına ve enfekte hücreleri öldürerek do­ ğal bağışıklıkta rol oynadıklarına dikkat edi­ niz. Olgunlaşmamış T hücreleri gelişmelerini tamamlamak üzere kemik iliğinden kan yo­ luyla timusa taşınırlar. B lenfositler ise lenf düğümleri ve dalak gibi sekonder lenfoid or­ ganlara yerleşmek üzere kemik iliğini olgun­ laşmış olarak terkederler.



human leukocyte antigen) olarak da anılırlar. Bu moleküller 2 sınıftır (Şekil 14-8); majör doku uyumu kompleksi I (MHCI) tüm hücrelerde bulunurken, majör doku uyumu komplek­ si II (MHC-II) daha kısıtlı bir dağılımla sadece antijen sunu­ cu hücrelerde bulunur. Majör doku uyumu kompleksi mole­ külleri, T hücreleri tarafından tanınmak üzere majör doku uyumu molekülü-işlenmiş antijen kompleksini hücre zarına yerleştiren hücreiçi bir sistem oluşturur. B lenfositleri serbest antijenler tarafından direkt olarak uyarılırlar. Bu lenfositler işlevlerini yerine getirmek için majör doku uyumu komp­ lekslerinin yardımına gereksinim duymazlar. Majör doku uyumu kompleksi molekülleri, yapısı bireye özgü bazı gen­ lerin ekspresyonu ile sentezlenir. Aynı molekülleri taşıma­ yan bireyler arasında yapılan doku veya organ transplantlarının atılımı (rejeksiyonu) bu nedenledir.



BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOİD ORGANLAR



i | *



Plazma I hücreleri |



/



271



Bellek B lenfosit



^ Antikorlar



• '0 •', fr l?



Ara



i



■S Distal bölüm



Şekil 20-3. Hipofizin sinirsel bölümü, ara bölümü ve distal bölümünü gösteren kesiti. Sarı-boyalı eritrositler kan damar­ larının düzenini gösteriyor. Malory trikrom boyası. Küçük büyütme.



bölüm



M to .' . ı



- im



Şekil 20-4. Distal bölüm içinde endokrin hücreler sıralar halinde dizilmiş. Gomori trikrom boyası. Küçük büyütme.



■ *



HİPOFİZ /



407



Golgi kompleks



Salgı grandileri



Şekil 20-5. Kedi ön hipofizinde somatotrop (büyüme hormonu-salgılayıcı hücre) hücrenin elektron mikroskop resmi. Çok sayıda salgı granülü, uzun mitokondriyumlar, kaba endoplazma retikulumu sarnıçları ve Golgi Kompleksi dikkati çekmektedir. x10.270



Asidofiller



Kromofob



Bazofiller Şekil 20-6. Bazı boyalar distal bölümlerin hücre tiplerini ayırt etmemizi sağlar. Kromofiller (asidofil ve bazofiller) ve kromofololar. Gomori. Trikrom boyası. Büyük büyütme



408 /



BÖLÜM 20



Tablo 20-1. Distal bölümdeki salgılayıcı hücreler



Hücre Tipi



Boya Eğilimi



Üretilen Hormon



Esas Fizyolojik Etkenlik



İnsanda Salgı Granülleri



Hipotalam ik Salgılatıcı Horm onlar



Hipotalam ik Baskılayıcı Horm onlar



Somatotropik hücre



Asidofilik



Somatotropin (büyüme hormonu)



Karaciğerde sentezlenen somatomedinler yolu ile uzun kemiklerin büyümesi üzerine etkir.



Çok sayıda yuvarlak veya oval 300-400 nm çapında



Somatotropinsalgılatıcı hormon (SRH)



Somatostatin



Mamotropik hücre



Asidofilik



Prolaktin



Süt salgılanmasını sağlar



200 nm; gebelikte ve süt verme döne­ minde büyüklüğü adar (600 nm çapında



Prolaktinsalgı latıcı hormon (PRH)



Prolaktin baskı­ layıcı hormon (PIH)



Gonadotropik hücre



Bazofilik



Aynı tip hücrede folikül uyarıcı hormon (FSH) ve luteinizan hormon (LH)



FSH kadında ovaryumda folikül gelişimini ve östrojen salgılanmasını sağlar, erkekte spermatogenezi baskılar. LH kadında ovaryumda folikülün olgunlaşmasını ve progesteron salgılanmasını sağlar. Erkekte Leydig hücresinin uyarılması ve androien salgılanmasını sağlar



250-400 nm çapında.



Gonadotropin salgılatıcı hormon (GnRH). İki salgılatıcı hormon olabilir: FRH (folikül-salgılatıcı) ve LRH (luteinsalgılatıcı hormon)



Tirotropik hücre



Bazofilik



Tirotropin (TSH)



Tiroid hormonu sentezini, depolanmasını ve serbestlenmesini uyarır



Küçük granüller 120-200 nm çapında



Tirotropinsalgılatıcı hormon (TRH)



Kortikotropik hücre



Bazofilik



Kortikotropin (ACTH)



Adrenal kodeks hormonlarının salgılanmasını uyarır.



Büyük granüller, 400-550 nm çapında.



Kodikotropinsalgı latıcı hormon (CRH)



SİNİRSEL BÖLÜM (Nörohipofiz) Nörohipofiz pars nevroza ve nöral saptan oluşur. Sinirsel bölüm, adenohipofizden farklı olarak salgılayıcı hücreler içermez. Supraoptik ve paraventriküler çekirdeklerde yer alan 100,000 kadar salgılayıcı nöronun myelinize olmamış aksonundan oluşur. Salgılayıcı nöronlar tipik nöronların ak­ siyon potansiyeli iletmek dahil tüm özelliklerine sahiptirler ama nörosekretuar materyalin üretilmesi ile ilişkili daha iyi gelişmiş Nissl cisimcikleri vardır. Nörosekresyonlar (Gonıorinin krom hematoksilen boyası gibi özel tekniklerle çalışı­ labilirler) aksonlar boyunca iletilir ve pars nevrozadaki uç­ larda toplanırlar. Burada ışık mikroskobunda görülebilir olan Herring cisimleri denen yapılar oluştururlar (Şekil 2ü9). Elektron mikroskop ile Herring cisimlerinin 100-200 nm çapta nörosekretuar ganiiller içerdiği ve bir zar ile çevrelen­ diği ortaya çıkarılmıştır. Grandiler salgılanır ve pars nervozada çok sayıda bulunan pencereli kapillerlere girerler; hor­ monlar sonra genel dolaşıma dağıtılırlar. Nörosekretuar ürün iki hormondan oluşur, her ikiside 9 aminositten oluşan tekrarlayan peptidlerdir. Hormonların aminoasit içeriklerinde ayrı işlevlere neden olan küçük fark­



lılıklar vardır. Bu hormonlar arginin vasopresin başka bir adla antidiüretik horm on ve oksitosindir. Her hormon, bağlayıcı bir proteine bağlanır (nörofızin). Hormon nörofizin kompleksi uzun bir peptid olarak sentezlenir. Öncüsü­ nün proteolizi hormonu ve özel bağlayıcı proteini açığa çı­ karır. Vazopresin ve oksitosin nörohipofizde depolanır ve kana hipotalamusdaki sinir liflerinden gelen uyaranlar ile salgılanır. Supraoptik çekirdekten gelen lifler esasen vazop­ resin salgısından sorumluyken, paraventriküler çekirdekten gelen liflerin çoğunun oksitosin sekresyonıından sorumlu olduğunu ortaya koyan kanıtlar bulunmaktadır.



Nörohipofiz hücreleri Her ne kadar nörohipofiz esas olarak hipotalamus nöronla­ rının aksonlarından ouştnuşsa da, bu yapının hacminin yak­ laşık % 25 ’i pituisit denilen ileri derecede dallanmış özel bir tip glia hücresinden oluşmuştur (Şekil 20-9).



Nörohipofiz hormonlarının etkileri Vazopresin ve antidiüretik hormon kan ozmotik basıncı yük­ seldiğinde salgılanır. Kan bundan sonra ön hipotalamusda



HIPOFIZ /



409



Şekil 20-7. Çeşitli hipofiz hormonlarının hedef hücreleri üzerine etkileri ve onların salgılanmalarının kontrolunda başa tepki yöntemleri. Daha fazla bilgi için Tablo 20-1 ve 20-2’ye bak.



ozmoreseplör hücreler üzerinde etkisini gösterir ve supraoptik nöronlardan hormon sekresyonunu uyarır. Esas etkisi böbreğin toplayıcı tubullerinin suya geçirgenliği artırmaktır. Sonuç olarak su bu tubuller tarafından emilir ve idrar hipertonik duruma gelir. Böylece vazopresin iç ortamın ozmotik dengesini düzemlemede yardımcı olur. Yüksek dozlarda, va­



zopresin kan damarlarının düz kaslarının kasılmasını tetikleyerek kan basıncını artırır. Esasen küçük arter ve arteriyollerin kas tabakaları üzerinde etki gösterir. Salgılanan içsel va­ zopresin miktarının kan basınç dengesi üzerinde hissedilir etki göstermeye yeterli olduğu şüphelidir.



410



/



BOLUM 20



Tablo 20-2. Nörohipofizin hormonları H ip o ta la m u s H o rm on



S in irs e l B ö lüm H o rm o n



İşlev



İşlev



Tirotropin-salgılatıcı hormon (TRH)



Tirotropin ve prolaktin salgılanmasını uyarır



Vazopressin/ antidiüretik hormon (ADH)



Böbrek toplayıcı kanallarının suya geçirgenliğini artırır ve damar düz kaslarında kasılmaya yol açar.



Gonadotropin-salgılatıcı hormon (GnRH)



Folikül uyarıcı hormon ve luteinizan hormon baskılar



Oksitosin



Uterus düz kasının ve meme bezlerindeki miyoepitel hücrelerinin kasılması üzerine etkilidir.



Somatostatin



Büyüme hormonu (GRH) ve tirotropin salgılanmasını inhibe eder.



Büyüme-hormonusalgılatıcı hormon (GRH)



Büyüme hormonu salgılanmasını uyarır.



Prolaktin - baskılayıcı hormon (PIH) Dopamin



Prolaktin salgılanmasını baskılar



Kortikotopin -salgılatıcı hormon (CRH)



B lipotropin ve kortikotropin (ACTH) salgılanmasını uyarır.



KLİNİK BİLGİ Okistosin cinsel ilişki ve doğum sırasında uterus duvarının düz kaslarının ve emzirme sırasında meme bez kanallarının çevresini saran miyoepitel hücrelerin kontraksiyonunu uyarır. Oksitosin sekresyonu vajina, uterus serviks gerilmesi ya da emzirme ile uyarılır. Bu hipotalamus üzerinde etki eden sinir yolları aracılığı ile gerçekleşir. Em­ zirme ile tetiklenen nörohormonal refleks sü t ejeksiyon refleksidir (Şekil 20-7). Antidüretik hormon üreten nörosekretuar hücrelerin bozulmasına neden olan hipotalamus berelenmeleri böbreğin idrarı yoğunlaştırmasın­ da kapasite kaybı ile ortaya çıkan diyabetes insipidusa neden olurlar. Sonuç olarak, hastalıklı birey günde 20 litreye kadar idrar çıkarabilir (poliüri) ve aşırı miktarlarda sıvı alabilir.



Ş ekil 20-8. Hipotalamus, hipofiz ve tiroid bezleri arasındaki ilişki. Tirotropin serbestleştiren hormon (TRH) tirotropin salgılanmasını uyarır. Bu sentezin ayarlanması ile birlikte T3 ve T4 hormonları salgılanır. Hedef doku ve organların üzerindeki etkilerine karşın bu hormonlar negatif ba­ şa tepki ile distal parçadan ve hipotalamustan, TSH ve TRH salgılan­ masını kontrol eder. Oklar uyarma yolunu, çizgili oklar ise baskılanmayı gösteriyor.



HİPOFİZ /



411



Kılcal kan damarları



cisimcikleri



Şekil 20-9. Sinirsel bölgeden kesit. Dokuların çoğu aksonlar tarafından oluşturulmuştur. Herring cisimciği ve pituisitlerin çekirdekleri, kılcal damarlar içindeki eritrositler (sarı) ko­ laylıkla seçiliyor. Malory Trikrom boyası. Bü­ yük büyütme.



Hipofiz Tümörleri



KAYNAKLAR The Anterior Pituitary Gland. Raven Press, 1983. Harrison's Principles o f Internal Medicine, 15th ed. McGraw-



Bhatnagar AS (editor): Braunwald E et a!: Hill, 2 0 0 1 .



KLİNİK b il g i Hipofiz tümörleri çoğunlukla iyi huyludur. Yakla­ şık üçte ikisi klinik semptomlara neden olan hor­ monlar üretir. Bu tümörler büyüme hormonu, prolaktin, adrenokortikotropin ve daha az olarak tiroid uyarıcı hormon üretirler. Bu tümörlerin klinik tanısı cerrahi olarak çıkarıldıktan sonra immünositokimyasal yöntemlerle ile doğrulanabilir.



Brownstein M J er at: Synthesis, transport, and release o f posterior pituitary hormones. Science 1 9 8 0 :2 0 7 :3 7 3 . Cross BA, Lcng G (editors): T he neurohypophysis; structure, function and control. Prog Brain Res 1 9 8 2 :6 0 :3 . Daniel PM : T h e blood supply o f the hypothalamus and pituitary gland. Br Med Bull 1 9 6 6 ;2 2 :2 0 2 . Pelletier G et al: Identification o f human anterior pituitary cells by immunoelectron microscopy. J Clin Endocrinol Merab 1 9 7 8 ;4 6 :5 3 4 . Phifer RF et al: Immunohistologic and histologic evidence that folliclestimulating hormone and luteinizing hormone are present in the same cell type in the human pars distalis. J Clin Endocrinol Metab 1 9 7 3 :3 6 :1 2 5 . Phifer RF et al: Specific demonstration o f the human hypophyseal cells which produce adrenocorticotropic hormone. J Clin Endocrinol 1970:3 1 :3 4 7 . Reichlin S (editor): Plenum, 1984.



The Neurohypophysis: Physiological and Clinical Aspects.



Adrenaller, Langerhans Adacıkları, 21 Tiroid, Paratiroidler ve Pineal Bez



ADRENAL (BÖBREK ÜSTÜ) BEZLER



Böbrek Korteksi Bezi



Böbrek üstü bezler, yağ dokusu içerisine gömülü olarak böbreklerin üst kutuplarının yanında uzanan çift organlardır (Şekil 21-1). Yarımay biçiminde yassılaşmış yapılar olup, in­ sanda, yaklaşık boya 4-6 cm eni, 1-2 cm genişliğinde ve ka­ lınlığı 4-6 mm’dir. Birlikte 8 g civarındadırlar, ancak ağırlık­ ları ve büyüklükleri bireyin yaşına ve fizyolojik durumuna göre değişkenlik göstermektedir. Böbrek üstü bezin taze bir kesitinde tıkız bir kollajen bağ dokusu kapsülü ile örtülü ol­ duğu görülür. Bez üst üste iki tabakadan oluşmaktadır: sarı çevresel bir tabaka olan böbrek korteksi bezi ve kımızımsı-kahverengi merkezi bir tabaka olan böbrek medüllası bezi (Şekil 21-1 ve 21-2). Böbrek korteksi bezi ve böbrek medüllası bezi, embri­ yo gelişimi sırasında birleşen, ayrı kökene işleve ve biçim özelliklerine sahip iki organ olarak düşünülebilir. Bunlar farklı germ tabakalarından gelişir. Korteks solom ara mezo­ derminden oluşmaktadır; mediilla, aynı zamanda sempatik gangliyon hücrelerinin de köken aldığı nöral kabartıdan kaynaklanan hücrelerden meydana gelmektedir. Böbrek üs­ tü bezinin genel histolojik görünümü; içerisinde hem kor­ teks, hem de mediilla hücrelerinin kılcal kan damarları bo­ yunca kordonlar halinde gruplandığı tipik bir endokrin bez şeklindedir (bakınız 4. Bölüm). Böbrek üstü bezini saran kollajen bağ dokusu kapsülü bezin içerisine trabeküller biçiminde ince septalar gönderir. Stroma esas olarak, salgı hücrelerini destekleyen zengin bir tetiktiler lif ağından meydana gelmektedir.



Böbrek korteksi bezi, hücrelerinin dağılımındaki ve görünü­ mündeki farklılıklardan dolayı, sınırları insanlarda genellikle çok net tanımlanmayan üst üste 3 tabakaya bölünmektedir (Şekil 21-3): zona glomerüloza, zona fasikülata ve zona retikülaris. Bu tabakalar, böbrek üstü bezlerinin toplam hac­ minin sırasıyla; %15, %65 ve %7’sini kaplamaktadır. Bağ dokusu kapsülünün hemen altındaki tabaka, kılcal kan damarı tarafından sarılan sıkı bir şekilde paketlenmiş,



Kanlanma Böbrek üstü bezleri, çevrelerindeki çeşitli noktalardan giren birkaç arter aracılığıyla beslenirler (Şekil 21-2). Arteriyel dal­ lar 3 damar grubunun meydana geldiği kapsül altı bir ağ oluş­ turur: kapsül arterleri; bez hücreleri arasında medüller kılcal­ lara boşalan kılcalları oluşturarak tekrarlayan biçimde dalla­ nan korteks arterleri ve medüllanın yoğun kılcal kan damarı ağının bir bölümünü oluşturmak üzere ayrılmadan önce, korteksin İçinden geçen mediilla arterleri (Şekil 21-2). İkili kanlanma böylece medtiliaya hem arteriyel (medül­ ler arterler aracılığıyla) hem de venöz (kortikal arterler aracılığıyla) kan getirir. Kılcal kan damarları endoteli ince zarlar ile örtülen küçük pencerelerle ileri derecede incelmiş ve kesintiye uğramıştır. Endotelin altında sürekli bir bazal la­ mina bulunmaktadır, medüllanın kılcalları, korteksi besleyen kılcal kan damarlarıyla birlikte böbrek üstü bezi ya da ad­ renal veni oluşturmak üzere birleşen mediiller venleri oluş­ turur (Şekil 21-2).



413



Şekil 21-1. İnsan böbrek üstü bezleri. Böbrek üstü bezi kor­ teks dokusu noktalı olarak gösterilmiştir; böbrek üstü bezi medüller dokusu siyah olarak gösterilmiştir. Böbrek üstü bez­ lerinin her bir böbreğin üst kutbundaki yerleşimine dikkat edi­ niz. Ayrıca zaman zaman kortikal ve medüller dokuların sap­ tandığı böbrek üstü dışı kısımlar da gösterilmektedir (Textbo­ ok of Endocrinology/ Endokrinoloji Ders Kitabı, 4. Baskı, Williams RH (editör). Saunders, 1968'den Forsham’ın izniyle kopyalanmıştır.)



414 /



BOLUM 21



Kapsül



Subkapsüler arter ağı



Böbrek üstü bezi veni



^ona retikülaris



fasikülata



glomerüloza



Şekil 21-2. Böbrek üstü bezinin genel yapısı ve kan dolaşımı. yuvarlak, ya da kavisli kordonlar içerisinde prizmatik ya da piramidal hücrelerin yerleştiği zona glomerülozadır. Sonraki hücre tabakası, hücrelerin, bir ya da iki hücre kalınlığında olmak üzere, organın yüzeyine karşı dik açılar­ la seyreden ve aralarında kılcal kan damarlarının bulundu­ ğu, düz kordonlar içerisinde yerleşmesinden dolayı zona fa­ sikülata olarak adlandırılır (Şekil 21-3C). Zona fasikülata hücreleri, sitoplazmalarında çok sayıda lipid damlacıkları bulunan, çok yüzeyli hücrelerdir. Dokunun kesite hazırlan­ ması sırasında lipidlerin çözülmesi sonucu, fasikülata hücre­ leri çoğu histolojik preparatta vakuollıi olarak görünür. Vakuolizasyonlarından ötürü, fasikülata hücreleri sünger hüc­ releri olarak da adlandırılmaktadır. Korteksin en iç tabakası olan zona retikülaris (Şekil 213D), zona fasikülata ile mediilla arasında yer alır; bir anastamoz ağı oluşturan düzensiz kordonlar içerisinde yerleşmiş hücreler içermektedir. Bu hücreler diğer iki tabakada bulu­ nan hücrelerden daha küçüktür. Hücrelerdeki lipofuskin pigment grandileri büyük ve oldukça fazla sayıdadır. Bu ta­ bakada piknotik çekirdekli düzensiz şekilli -hücre ölümünü düşündüren- hücreler sık bulunmaktadır. Böbrek korteksi bezi hücreleri salgı ürünlerini grandiler­ de depolamazlar; daha ziyade sadece ihtiyaç olduğunda ste­ roid hormonları sentezler ve salgılarlar. Steroidler, yağda çöziinebilen düşük molekül ağırlıklı moleküller olarak, plazma zarından serbestçe geçebilirler ve sarıverilnıe için özelleşmiş ekzositoz işlemlerini gerektirmezler. Böbrek korteksi bezi hücreleri (Şekil 21-4) steroid salgılayan hücrelerin tipik ince yapısına sahiptir (bakınız A. Bölüm).



Kortikal Hormanlar ve Etkileri Korteks tarafından salgılanan steroidler, temel fizyolojik etkilerine göre 3 gruba ayrılabilirler: glukokortikoidler, m ineralokortikoidler ve androjenler (Şekil 21-5). Zona



glomerüloza başta aldosteron olmak üzere, elektrolit (örne­ ğin; sodyum ve potasyum) ve su dengesini sağlayan mineralokortikoidleri salgılarlar. Zona fasikülata ve muhtemelen zona retikülaris, kortizon ve kortizol, ya da bazı hayvanlar­ da kortikosteron olmak üzere, glikokortikoidleri salgılarlar; bu glikokortikoidler ayrıca androjenleri (başlıca dehidroepiandrosteron) ve belki az miktarda östrojenleri üretmektedir. Asetattan kolesterol sentezi endoplazma retikulumunda ve kolesterolün pregnanolona dönüşümü mitokondride ger­ çekleşir. Pregnanolondan progesteron ve deoksikortikosteron sentezlenmesi ile ilişkili enzimler düz endoplazma retikulumuda bulunur; deoksikortikosteronu aldosterona dö­ nüştüren enzimler mitokondride yerleşmiştir- bu da iki hüc­ re organeli arasındaki işbirliğinin açık bir örneğidir. Başta kortizol ve kortikosteron olmak üzere glikokorti­ koidler, proteinlerin ve lipidlerin olduğu kadar, karbonhid­ ratların metabolizması üzerinde de belirgin bir etki oluştur­ maktadır. Karaciğerde, glikokortikoidler yağ asitlerinin (enerji kaynağı), amino asitlerin (enzim sentezi) ve karbon­ hidratların (glikoz sentezi) alimini ve kullanımını artırır. Gli­ kokortikoidler ayrıca glikoneojenez olarak adlandırılan bir işlem olan, karbonhidrat olmayan öncüllerden glikojen sen­ tezini ve glikojenez olarak adlandırılan, glikoz molekülleri­ nin glikojene katılmasını da uyarmaktadır. Glikokortikoidler glikoz sentezini, sonuçla ortaya çıkan yüksek kan düzeyleri diyabetes mellitusa benzer bir durum oluşturacak kadar çok uyarabilir. Ancak, karaciğerin dışında, glikokortikoidler çev­ re organlar (örneğin; deri, kas, yağ dokusu) üzerinde zıt, ya da katabolik bir etki oluşturmaktadır. Bu yapılarda, gliko­ kortikoidler sadece sentez aktivitesini azaltmakla kalmayıp, aynı zamanda protein ve lipid parçalanmasını da artırabilir­ ler. Parçalanma yan ürünleri olan amino asitler ve yağ asit­ leri, kandan uzaklaştırılmakta ve hepatositler tarafından kul­ lanılmaktadır.



t



I



rv a p ö u ı



-



( ^ I n m n n 'ı l n ı o Glomerüloza



-



'



. ^



> v ''*



/p



"\







ı



‘ ‘' Z >



.



.



»



...



* 'S



. o * c ■> t



° ü



6



t







»



/v -r



O



•- f< •••i,'*' f,



*



O



^



:■■. • > ;• * ;,'■



w



i t



S ; ,’ * i



Ş e k il21-3. Böbrek üstü bezi korteksinin çeşitli bölgelerinin ışık mikroskop fotoğrafı. A: Bezin tabakalarını gösteren genel görünüm. Küçük büyütme. B: Kapsül, zona glomerüloza ve zona fasikülatanın başlangıcı. Bu tabakanın kavisli kordonla­ rından birinin taslağı çizilmiştir. Orta büyütme. C: Hücrelerin paralel kordonlarını gösteren zona fassikülata. Orta büyüt­ me. D: Zona retikülaris ve böbrek medüllası bezi. Orta büyütme. HE boyası.



415



416 /



BÖLÜM 21



Şekil 21-4. İnsan böbrek üstü bezi kodeksinin zona fasikülatasından 2 steroid salgılayan hücre­ nin ince yapısı. Lipid damlacıkları (L) kolesterol esterleri içermektedir. M, karakteristik tübüler ve veziküler kristaları olan mitokondri; SER, düz endoplazma retikulumu; Ç, çekirdek; G, golgi komp­ leksi; Li, lizozom; P, lipofuskin pigment granülü. x 25,700.



Glikokortikoidler ayrıca dolaşımdaki lenfositleri yok ederek ve lenfosit oluşturan organlardaki mitoz etkinliğini engelleyerek bağışıklık yanıtını baskılarlar. Mineralokortikoİdler, esas olarak böbrek tübülleri ve yanı sıra mide mukozası ve tükürük bezlerinde sodyum emilinıini uyarıcı yönde etki gösterir. Kas ve beyin hücrelerinde potasyum derişimini artırabilir ve sodyum derişimini azalta­ bilirler.



Bununla birlikte, böbrek korteksi bezi tarafından üreti­ len steroidierin glikokortikoidlere ve mineralokortikoidlere ayrılması, glikokortikoidlerin çoğunun iyon taşınmasında da rol oynamalarından dolayı, biraz yüzeysel olmaktadır. Kortizolün, akyuvarlar ve sitokinlerin baskılanması aracı­ lığıyla anti-enflamatuvar ve ayrıca bağışıklık baskılayıcı özel­ liklere sahip olması nedeniyle, vücudun savunma sistemi ile böbrek korteksi bezi yakın ilişki içindedir.



ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ / 417



Salgılanan horm onlar



Beze etki eden faktörler



Zona glom eruloza —



Anjiyotensin ve kortikotropin {ACTH)



Mineralokortikoidler (aldosteron)



Kapillerler



Glukokortikoidler (kortizol ve kortikosteron)



Androjenler (dihidroepiandrosteron; androstenedion)



Şekil 21-5. Böbrek üstü bezi kodeksinin yapısı ve fizyolojisi.



Dehidroepiandrosteron, böbrek korteksi bezi tarafın­ dan belirgin fizyolojik milctalarda salgılanan tek cinsiyet hor­ monudur. Androstenedion, 11 p-hiclroksiandrostenedion ve testosteron gibi diğer androjenler de daha küçük miktarlarda salgılanmaktadır. Dehidroepiandrosteron ve androstenedion zayıf androjenlerdir ve etkilerini vücudun diğer bölümlerin­ de testosterona dönüştükten sonra gösterirler. Diğer endok­ rin bezlerde olduğu gibi, böbrek korteksi bezi mediyan eminenste depolanan kendisiyle ilgili salgılatıcı hormonunun sa­ lıverilmesi aracılığıyla kontrol edilmektedir. Bunu, hipofizin distal bölümünden salgılanan, kortikal hormonların (örneğin, glukokortikoidler) sentezini ve salgılanmasını uyaran adrenokortikotropik hormonun (ACTH), ya da kortikotropinin salgılanması izler. O zaman serbest glukokortikoidler ACTH salgılanmasını inhibe edebilir. I-Iipofiz inhibisyonun derecesi, dolaşımdaki glukokortikoidlerin derişimi ile orantılıdır; inhibisyon hem pituiter hem de hipotalamik düzeyde gerçekleş­ mektedir (Şekil 21-6 ve 21-7).



Bu düzenekten dolayı, kortikoidler ile uzun süre tedavi edilen hastalar bu hormonları almayı ani­ den bırakmamalıdır: Bu hastalarda ACTH salgı­ lanması baskılanır ve böylece kodeks kodikoidleri üretmek üzere uyarılmayacağından, sodyum ve potasyum düzeylerinde şiddetli düşüşler olu­ şacaktır.



Fetal veya Geçici Korteks İnsanlarda ve diğer bazı hayvanlarda, yenidoğanın böbrek üstü bezi oran olarak erişkininkinden daha büyüktür. Bu er-



418 /



BOLUM 21



Çeşitli uyaranlar



i



/ ------------- Hipotalamus



Şekil 21-6. ACTH ve glukokortikoid salgılanmasının geri bildirim düzeneği. İçi dolu oklar uyarılmayı, kesikli oklar baskılanmayı göstermektedir. CRH, kortikotropin salgılatıcı hormon, ACTH, kortikotropin.



ken yaşta, medülla ile ince kalıcı korteks arasında fetal, ya da geçici korteks olarak bilinen bir tabaka bulunmaktadır. Bu tabaka oldukça kalındır ve hücreleri kordonlar arasında yerleşmiştir. Doğumdan sonra, kalıcı korteks- başlangıçta ka­ lın olan tabaka - gelişerek yukarıda tarif edilen 3 tabakaya (zonlara) farklılaşırken, geçici korteks geriler. Fetal korteksin başlıca işlevlerinden biri, plasentada, maternal dolaşıma gi-



ren aktif androjenler ve östrojenlere dönüştürülen androjenlerin sülfat konjugatlarının salgılanmasıdır.



Böbrek Medüllası Bezi Böbrek medüllası bezi kordonlar veya kümeler içerisinde yerleşmiş olan çok yüzlü parenkimal hücrelerden oluşmak­ tadır ve bir retikiiler lif ağı ile desteklenmektedir (Şekil 213). Komşu kordonlar arasına bol miktarda kılcal kan dama­ rı girmektedir ve az mitarda parasempatik gangliyon hücre­ leri bulunmaktadır. Mediiller parenkim hücreleri, sempatik ve parasempatik gangliyonların gangliyon sonrası nöronları gibi nöral krest hücrelerinden meydana gelir. Böbrek üstü bezlerin parenkim hücreleri, embriyonik gelişim sırasında aksonlarını ve dendritlerini kaybetmiş ve salgı hücreleri ha­ line gelmiş değişmiş sempatik gangliyon sonrası nöronlar olarak kabul edilebilir. Mediiller parenkim hücreleri, 150-350 nm çapında bol miktarda zarla sınırlı elektron yoğun salgı granüllerine sa­ hiptir. Bu graniiller, katekolaminler olan epinefrin ya da norepinefrinden birini içermektedir. Salgı grandileri ayrıca ATP, kromogranin adı verilen (katekolaminler için bağlayıcı pro­ teinler olarak görev yapabilen) proteinler (enkefalinler) de içerir (Şekil 21-8). Çok sayıda kanıt, epinefrin ve norepinefrinin medüllada iki farklı hücre tipinden salgılandığını göstermektedir. Epinef­ rin salgılayan hücreler daha az elektron yoğun olan daha kü­ çük grandilere sahiptir ve içerikleri granülü doldurmaktadır. Norepinefrin salgılayan hücrelerin daha elektron yoğun olan daha büyük grandileri vardır; içerikleri şekil bakımından dü­ zensizdir ve çevresindeki zarın altında elektron geçirgen bir tabaka bulunmaktadır. Böbrek üstü bezi venin katekolamin çıktısının yaklaşık olarak %80’i epinefrindir. Bütün böbrek medüllası bezi hücreleri ganglion öncesi nöronlann kolinerjik uçlarından sinir alır. Steroidleıi depola­ mayan korteksin aksine, medüllanın hücreleri hormonlarını biriktirmekte ve graniillerde depolamaktadır.



\KLİNİK BİLGİ Epinefrin ve norepinefrin yoğun duygusal tepkilere (örneğin, korku) yanıt olarak büyük miktarlarda salgılanır. Bu maddelerin salgılanmasına me-



B eze etki eden faktörler



Hipofizektomi



Stres—»Hipotalamus -> Hipofiz-» Kortikotropin (ACTH)



Şekil 21-7. Azalmış veya artmış uyarının böbrek korteksi bezi üzerine etkileri.



Bezin tepkisi



Korteks atrofisi



Korteks hipertrofisi



ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ / 419



Kaba endoplazma retikulumu Golgi kompleksi Prokromogranin ve Proenkefalinin enkefaline enkefalin sentezi dönüşümü



Tirozin



Ş e k il21-8. Çeşitli organellerin salgı granitlerinin yapı taşlarını sentezlemedeki rolünü gösteren bir böbrek üstü bezi medülla hücresi şeması. Norepinefrinin sentezi ve epinefrine dönüşümü sitozolde gerçekleşir.



düller hücreleri innerve eden gangliyon öncesi lif­ ler aracılık etmektedir. Vazokonstriksiyon, hiper­ tansiyon, kalp hızındaki değişiklikler ve artmış kan glikozu gibi metabolik etkiler dolaşan kana katekolaminlerin salınımı sonucu meydana gel­ mektedir. Bu etkiler organizmanın strese karşı savunma reaksiyonunun bir parçasıdır (savaş ya da kaç yanıtı). Normal aktivite sırasında, medüila sürekli olarak bu hormonları küçük miktarlarda salgılamaktadır.



Medüller hücreler ayrıca çeşitli organlarda oldıığu kadar paragangliyonlar (otonom gangliyonlara komşu olan katekolamin salgılayan hücre toplulukları) içerisinde de bulunmak­ tadır. Paragangliyonlar yaygın bir katekolamin kaynağıdır.



Böbrek üstü bezi işlev yitimi



k l in ik b il g i



Böbrek medüllası bezine ait bozukluklardan biri, hücrelerinin bir tümörü olup, hiperglisemiye ve kan basıncında geçici yükselmelere neden olan feokromasitomadır. Bu tümörler ayrıca medülla



dışı bölgelerde de gelişebilmektedir. Böbrek kodeksi bezi bozuklukları aşırı işlev ve­ ya düşük İşlev olarak sınıflandırılabilir. Böbrek korteksi bezi tümörleri aşırı glikokortikoid (Cushing sendromu) ya da aidosteron (Conn sendromu) üretimi ile sonuçlanabilmektedir. Cushing sendro­ mu, en sık (%90) aşırı ACTH üretimi ile sonuçlanan hipofiz adenomuna bağlıdır; nadiren böbrek üstü bezi hiperptazisi ya da böbrek üstü bezi tümörü ne­ deniyle gelişmektedir. Böbrek üstü bezi androjenlerinin aşırı üretiminin erkeklerdeki etkisi azdır. Kadın­ larda hirsutizm (anormal kıl büyümesi) görülmekte ve puberte öncesi çocuklarda erken puberteye (er­ kek çocuklarında) ve viriiizasyona (kız çocukların­ da) rastlanmaktadır. Bu adrenogenital sendromlar steroid metabolizmasında böbrek üstü bezi korteksinden artmış androjen üretimine neden olan bir­ takım enzimatik kusurların sonucudur. Adrenkortikal yetersizliğe (Addison hastalığı) böbrek üstü bezi kodeksin bazı hastalıklarda yıkı­ mı neden olmaktadır. Belidi ve semptomlar, böbrek kodeksi bezinden glikokodikoidlerin ve mineralokodikoidlerin salgılanamadığını düşündürür. Böbrek kodeksi bezi karsinomları seyrektir, ancak çoğu yüksek oranda kötü huyludur. Bu tü­ mörlerin yaklaşık olarak %90’ı endokrin bezle ilişkili steroidleri üretmektedir.



420 /



BÖLÜM 21



LANGERHANS ADACIKLARI Langerhans adacıkları pankreasın çok hormonlu endokrin mikroorganlandır; ekzokrin pankreas dokusunun içerisine gö­ mülü yuvarlak hücre demetleri olarak görünürler (Şekil 21-9). Adacıkların birçoğu 100-200 pm çapında olmalarına ve birkaç yüz adet hücre içermelerine karşın, pankreatik ek­ zokrin hücreler arasına serpiştirilmiş küçük endokrin hücre adacıkları da bulunmaktadır. Kuyruk bölgesinde biraz daha fazla olma eğilimi ile birlikte, insan pankreasında 1 milyon­ dan fazla adacık bulunabilmektedir. Kesitlerde, her adacık bir kan kılcal kan damarı ağı ile ay­ rılan kordonlar içerisine yerleşmiş açık renk boyanan çok kö­ şeli veya yuvarlak hücrelerden oluşmaktadır (Şekil 21-9). Üç boyutlu yapılandırmalarda, Langerhans adacıkları, her tarafına kan kılcal kan damarlarından oluşan bir labirent ağının yayıl­ dığı yuvarlak, kompakt sekretuvar epitelyal hücre kütleleri olarak görülmektedir. Endokrin hücreler ve kan damarlarının her ikisi de sinir dallarını otonom sinir liflerinden almaktadır. Retiküler liflerden oluşan ince bir kapsül, her adacığı komşu ekzokrin pankreas dokusundan ayırmak suretiyle sarar. Rutin boyalar ve trikrom boyaları asidofillerin (alfa) ve bazofillerin (beta) tanınmasına olanak vermektedir (Şekil 2110 ). İmmünohistokimyasal yöntemler kullanılarak adacıklar­ da dört hücre tipi- A, B, D ve F bulunmuştur. Şekil 21-11 ve 21-12’de A (glukagon üreten) ve B hücrelerinin (insülin üre­ ten) immünohistokimyasal gösterimleri izlenmektedir. Bu hücrelerin ince yapısı, polipeplidleri sentezleyen hücrelerinkini andırmaktadır. Adacık hücrelerinin salgı hücreleri, çalı­ şılan türlere göre değişkenlik göstermektedir. İnsanlarda, A hücreleri bir zar tarafından bağlı şeffaf bir bölge ile çevrili yoğun bir çekirdeği bulunan düzenli grandilere sahiptir. B



(insülin üreten) hücreleri çinko ile birleşik yapı halindeki düzensiz insülin kristallerinden oluşan bir çekirdek içeren düzensiz grandilere sahiptir. İnsülin sentezinin temel basa­ makları Şekil 21-14’de gösterilmiştir. Adacıklarda bulunan 4 hücre tipinin göreceli miktarları bir örnek değildir; bunlar adacığın pankreastaki yerleşimine göre oldukça değişkenlik göstermektedir. Tablo 21-1 adacık hücreleri tarafından üretilen hormonların tiplerini, nicelikle­ rini ve işlevlerini özetlemektedir. Sinir liflerinin adacık hücrelerindeki sonlanmaları ışık veya elektron mikroskobu ile gözlemlenebilmektedir. Gerek sempatik, gerek parasempatik sinir uçlarının A, B ve D hüc­ relerinin yaklaşık olarak % 10 ’u ile yakın ilişki içerisinde ol­ dukları saptanmıştır. Aralık bağlantıları muhtemelen, otono­ mi boşaltım ile ilişkili iyonik değişimleri diğer hücrelere ak­ tarma görevini yapmaktadır. Bu sinirler, insülin ve glukagon kontrol sisteminin bir parçası olarak çalışmaktadır.



k l in ik b il g i



İnsülin, glukagon, somatostatin ve pankreatik polipeptid gibi hormonları üreten adacık hücrelerin­ den çeşitli tümör tipleri meydana gelmektedir. Pankreas tümörlerinden bazıları bu hormonlar­ dan aynı anda 2 ya da daha fazlasını üreterek, kompleks klinik semptomlar oluşturmaktadır. Diyabetin başlıca tiplerinden biri (tip I), B hüc­ relerine karşı antikorların hücre aktivitesini baskı­ ladığı otoimmün bir hastalıktır.



Kan kapilerleri



Hücre



Ş ekil 21-9. Bir pankreas kesitinin pankreatik asiner hücrelerle çevrili bir Langerhans adacığını gösteren ışık mikroskop fotoğrafı. Adacık hücre­ leri, burada beyaz alanlar olarak görülen, kılcal kan damarları ile ayrılan kordonları oluşturmakta­ dır. HE boyası. Orta büyütme.



ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ / 421



I



*



t



B-hücreleri•



tJÖİ



*3^



A-hücrelerh



J



Şekil 21-10. Alfa (A) ve beta (B) hücrelerini gösteren bir adacık ışık mikroskop fotoğrafı. Gomori trikrom boyası. Yüksek büyütme.



-ffc



Şekil 21-11. Işık mikroskobunda glukagonun A hücrelerin­ deki immünohistokimyasal yerleşimi (kahverengi boyalı). Orta büyütme.



Şekil 21-12. Elektron mikroskobunda insülinin Langerhans adacığında bir B hücresindeki immünohistokimyasal yerle­ şimi. Siyah granüller anti-insülini işaretlemek için kullanılan altın partikülleridir. Bunlar, bu antikorun salgı grandilerinde insüline bağlandığı bölgeleri göstermektedir. Ayrıca salgı maddesi ile granül zarı arasındaki saydam bölgeye dikkat ediniz (M. Bendayan’ın izniyle).



422 /



BÖLÜM 21



Bazal laminalar



Desmozom



A hücresi Golgi kompleksi



Kaba endoplazma retikıılumu



Ş ekil 21-13. A ve B hücrelerinin, başlıca in­ ce yapı özelliklerini gösteren çizimi. A hüc­ relerinin granülleri yuvarlak ve bir örnek iken, B hücrelerinin granülleri düzensizdir.



B hücresi



Pencere yapısı



Kılcal kan damarı lümeni



Endotel hücresi



A Hücre zarı altı aktin ağı Salgı granül (proinsülinin insüline dönüşümü; yoğunlaştırma ve depolanma) Golgi kompleksi (salgı) Küçük transfer keseciği (proinsülinin golgiye taşınması)



GER (proinsülin sentezi)



Şekil 21-14. Langerhans adacıklarında bir B hücresinden insülin sentezi ve salgılanmasının temel basamakları. GER, kaba endoplazma retikulumu (Orci L: A portrait of the pancreatic B cell/ Pankreatik B hücresinin bir portresi. Diabetologia 1974;10:163’e dayanmaktadır).



Kolinerjik sinir ucu



/ Glukoz Amino asitler Endotel / hücresi Pencere yapısı Kapiller lümen



ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ /



423



Tablo 21-1. İnsan Langerhans adacıklarının hücre tipleri.3 Hücre Tipi



Miktar



Pozisyon



Üretilen Hormon



Horm onal İşlev



A



-%20



Genellikle



Glukagon



Glikojenoliz ve lipoliz yoluyla periferde elde edilen enerjinin glikojen ve yağ içinde depolanmasını sağlamak üzere çeşitli dokular üzerinde etki gösterir; kan glikoz içeriğini arttırır



B



-%70



Merkezi bölge



İnsülin



Glikozun hücrelere girişini sağlamak üzere çeşitli dokular üzerinde etki gösterir ve kan glikoz içeriğinin azalmasını koşullar



D



hQ P Z



'V



Paratiroid



| *



w



^



m Sh&w a i s t



Şekil 21-16. Bir tiroid ve paratiroid kesitinin ışık mikroskop fotoğrafı. Tiroid, tiroid folikülleri adı verilen binlerce küresel cisim tarafından oluşturulmaktadır. Bunlar, bir preperat hazırla­ ma kusuru nedeniyle burada parçalı görünen bir glikoprotein olan kolloid ile doludur. Parati­ roid, tiroidden ince bir bağ dokusu kapsülü ile ayrılmıştır. HE boyası. Küçük büyütme.



\ W



Foliküller



Kolloid



Şekil 21-17. Tek katlı bir epitel tarafından oluşturulan, kolloid içeren folikülleri gösteren bir tiroid kesiti. HE boyası. Orta büyütme.



ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ /



425



Kolloid Folikül hücreleri



Parafoliküler hücreler



Şekil 21-18. Bir tiroid kesitinin büyük bü­ yütmesi. Kalsitonin üreten parafoliküler hücreler daha büyük oldukları ve nükleusları daha açık boyandığından, foliküler hücrelerden ayırdedilebilirler. HE boya­ ma. Büyük büyütme.



kulumu sisternaları sitoplazmaya dağılmış halde bulunur. Bir başka hücre cipi, parafoliküler veya C hücresi folikül epicelinin bir parçası olarak veya ciroid foliküllerinin arasın­ da ayrılmış hücre kümeleri şeklinde bulunurlar (Şekil 21-18 ve 21-20). Parafoliküler hücreler tiroid folikül hücresinden biraz daha büyük olup daha soluk boyanırlar. Az sayıda düz endopkızma retikulumu, uzun mitokondri ve geniş loir Gol­ gi kompleksi barındırır. Bu hücrelerin en çarpıcı özellikleri, hormon içeren çok sayıdaki küçük (100-180 nm çapında) grandileridir (Şekil 21-21). Bu hücreler, esas etkisi kemik emilimini engellerek kan kalsiyum düzeyini düşürmek olan kalsitonin hormonunun sentez ve salıvermelerinden so­ rumludur. Kalsitonin salgısı salınımı kan kalsiyum derişimindeki yükselme ile tetiklenir.



Tiroid hormonlarının sentezi ve salgılanması Tiroid, salgı ürününün büyük miktarlarda depolandığı tek endokrin bezdir. Bu birikim hiicredışı kolloidde meydana gelmesi açısından da farklılık gösterir. İnsanlarda, foüküllerde organizmaya 3 ay yetecek miktarda hormon bulunur. Ti­ roid kolloidi yüksek molekül ağırlıklı (660 kDa) bir glikoproteinden (tiroglobulin) oluşmaktadır. Tiroid folikül hücresinin etkinliğinin kontrolü Şekil 208’de özetlenmiştir. Bu düzenek organizma içinde yeterli miktarda T 4 ve T 3 varlığını sürdürür. Tirotropin salıverilme­ si soğuğa maruz kalındığında da artar, ısı ve stres uyarısı ile azalır.



Hormonların Foliküler Hücrelerdeki Sentezi ve Birikimi Hormonların sentez ve birikimi 4 evrede gerçekleşir (Şekil 21-19): tiroglobulin sentezi, kandan iyodun alınması, iyodun aktivasyonu ve tiroglobulinden tirozin kalıntılarının iyodinizasyonu. 1. Tiroglobulin sentezi diğer protein salan hiicrelerdekine benzemektedir (Bölüm 4 ’de bahsedilmiştir). Kısaca, salgılama yolağı düz endoplazma retikulumunda protein sentezi, endoplazma retikulumu ve Golgi kompleksinde karbonhidrat eklenmesi ve hücrenin tepesinde oluşan keseciklerden folikül lümenine tiroglobulin salıverilme­ sinden oluşmaktadır. 2. Dolaşımdaki iyodun alınması tiroid folikül hücrele­ rindeki bir zar taşıyıcı proteini tarafından gerçekleştirilmektedir. Eş zamanlı olarak sodyum ve iyodür şeklinde iki molekül taşıyan bu protein Na/1 taşıyıcısı olarak ad­ landırılır ve foliküler hücrelerin taban ve yan zarında yerleşmiştir. İyodin, tiroid işlevlerinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynar, çünkü düşük iyod seviyeleri Na/1 taşıyıcısının miktarını artırır, böylece düşük serum kon­ santrasyonunu kompanse etmek üzere beze iyod alımı artar. 3- İyod tiroid peroksidaz tarafından okside edilir ve pendrin acili bir anyon taşıyıcısı tarafından folikül boşluğuna taşınır. 4 . Kolloid içerisinde, tiroid peroksidaz tarafından katalizle­ nen tiroglobulinin tirozin rezidülerinin iyodinizasyonu gerçekleşir. Bunun sonucunda T 3 ve T., meydana ge­ lir fakat bunlar, çok daha büyük olan tiroglobulin mole­ külünün birer parçası durumundadır.



426 /



BÖLÜM 21



Jiroglobulinin jyotlânması



Pendrin Tiroglobulinin lizozomal enzimler tarafından sindirimi



İyodür oksidasyonu Galaktoz eklenmesi



Mannoz eklenmesi Tiroglobulin sentezi



Na/I taşıyıcısı



t 3, t 4



Şekil 21-19. Tiroglobulin sentez ve iyodlanma basamakları ve emilimi ile sindirimi. Bu olaylar aynı hücrede eş zamanlı olarak meydana gelebilir.



Amino asitler İyodür Kapiller lümen



T3 ve T4’ün serbestleştirilmesi Folikül hücreleri tirotropin tarafindnn uyarıldıklarında, kolloidi endositoz yoluyla içlerine alırlar. Endositoz kesecikleri­ nin içinde bulunan kolloid lizozomal enzimlerce sindirilir. Tiroglobulin molekülü ile iyotlu kökler arasındaki bağlar proteazlar tarafından kırılır ve T .j, T3, diiyodotirozin ve ıııonoiyodotirozin sitoplazma içine bırakılır. Serbest T.j ve T 3 bazolateral hücre zarını geçerek kılcal kan damarları içine dökülür. Monoiyodotirozin ve diiyodotirozin kan dolaşımı­ na verilmez, çünkü bu moleküllerin iyotu iy o d o tiro z in deh a lo je n a z ın hücre içi etkinliği aktivitesi sonucu uzaklaştırıIır. Bu enzimatik reaksiyonun ürünleri olan iyod ve tirozin, foliküler hücreler tarafından tekrar kullanılır. T.j daha bol miktarda bulunan bileşik olup dolaşımdaki tiroid hormonu­ nun %90’ını oluştururken, T 3 de daha potent olup daha hız­ lı İşlev gösterir. Tiroksin mitokondri solunumu ve oksiclatif fosforillenmeyi stimiile eden aşamalı bir etkiye sahip olup bu etkisi mRNA sentezine bağımlıdır. T 3 ve T .j hem mitokondrilerin hem de kristalarının sayısını arttırır. Mitokondri proteinleri­ nin sentezi artarken, proteinlerin yıkımı azalır.



Tiroid hormonlarının etkilerinin çoğu bazal metabolik hız üzerinde oynadıkları rolün sonucudur; bunlar, bağırsak­ lardan karbonhidrat emilimini arttırır ve lipid metabolizma­ sını düzenlerler. Ayrıca fetal yaşamda büyümeyi ve sinir sis­ teminin gelişimini de etkilerler.



Tiroid Bozuklukları



KLİNİK BİLGİ Düşük iyot içeren diyet tiroid hormonlarının sen­ tezini engelleyerek hipotiroidizme yol açar. Art­ mış tirotropin salıverilmesi sonucunda gözlenen tiroid hipertrofisi dünyanın bazı bölgelerinde yay­ gın olarak görülen iy o t yetersizliğine bağlı g u ­ a tr olarak bilinen bozukluğa yol açar.



ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ / 427



Koloid



|||S S 1 Kılcal kan damarları.



Foliküler hücreler



Kılcal kan damarları



Parafoliküler hücreler



Ş e k il21-20. 2 Kalsitonin üreten parafoliküler hücre ve tiroid folikülünün bir parçasını gösteren elektron mikrografı. Parafoliküler hücrelerin her iki yanındaki 2 kan kılcal kan damarlarına dikkat ediniz.



Şekil 21-21. Kalsitonin üreten bir hücrenin elektron mikroskop fotoğrafı. Küçük salgı granüllere (SG) ve kaba endoplazma retikulumunu (GER) azlığına dikkat ediniz. G, Golgi bölgesi.x5000.



428 /



BOLUM 21



Erişkin hipotroidizm sendromu olan miksödem, tiroid bezinin bazı hastalıklarının sonucu ola­ bileceği gibi hipofiz veya hipotaiamus yetersizliği­ ne ikincil de olabilir. Bu bezin otoimmün hastalıkla­ rı bezin işlevini bozar ve ardından hipotroidizm oluşur. Hashimoto tiroiditinde hastanın kanında ti­ roid dokusuna karşı antikor tespit edilebilir. Diğer otoimmün bozukluklarla birlikte Hashimoto hasta­ lığı da kadınlarda daha sık görülür. Doğuştan hipotiroidik olan çocuklar kreten olarak adlandırılır; kretenizm fiziksel ve zihinsel gelişimin durması ile özellik kazanır. Hipertroidizm, veya tirotoksikoza, çeşitli tiroid hastalıkları yol açabilir, bunların en sık görülen biçimi Graves hastalığı veya ekzoftalm ik g u ­ atrdır. Bu tiroid aşırı işlevi, tiroid foliküler hücre­ lerindeki tirotropin reseptörlerine bağlanan ve tirotropinin etkilerini imleyen immunglobulin üreti­ minin rol oynadığı immünolojik bir işlev bozuklu­ ğudur. Graves hastalığı olan hastalarda kilo kay­ bı, sinirlilik, göz protrüzyonu, asteni ve artmış kalp hızı gözlenir.



PARATİROİD BEZLERİ Paratiroidler, toplam ağırlığı 0.4 gram olan 4 küçük -3 X 6 mm- bezdir. Tiroid bezinin arkasında, her üst ve alt kutbun ucunda, genellikle de tiroid loblarını örten kapsülün içinde yer alırlar (Şekil 21-22). Bazen tiroid bezine gömülüdürler (Şekil 2 1 - 16 ). Paratiroid bezleri, faringeal keselerden gelişir - iist bezler 4. keseden ve alt bezler 3. keseden. Ayrıca mediastende, yine aynı yutak ceplerinden gelişen timusun ya­ nında yer alabilirler. Her bir paratiroid bez bağ dokusu kapsülü içinde yer alır. Bu kapsüller, bez içine bölmeler gönderir ve bu bölme­ ler kordon gibi uzanan salgı hücre kümelerini destekleyen retiküler liflerle birleşirler. Paratiroidin endokrin hücreleri kordonlar halinde düzen­ lenmiştir (Şekil 21-23). İki tip hücre vardır: esas veya temel hücreler ve oksifil hücreler. Esas hücreler, veziküler çekirdek ve soluk boyanan ha­ fif asidofilik sitoplazmalı küçük, çok köşeli hücrelerdir. Elektron mikroskobu ile sitoplazmalarında düzensiz şekilli graniiller görülür (200-400 nm çapında). Bunlar, aktif şekli polipeptid olan paratiroid horm onu içeren salgı grandi­ lerdir. Oksifil hücreler daha küçük bir grubu oluşturur. (Şekil 21-24). Bunlar daha büyük çok köşeli hücrelerdir ve t sitoplazmaları bol miktarda krista ile birlikte pek çok asido­ filik mitokondri içerir. Oksifil hücrelerin işlevi bilinmemek­ ledir. İlerleyen yaşla birlikte salgı hücreleri ile yağ hücreleri yer değiştirir. Yaşlı insanlarda yağ hücreleri bezin % 50’sinden fazlasını oluşturur.



Paratiroid Hormonun Etkisi ve Kalsitonin ile İlişkisi Paratiroid hormon, osteoblastlardaki reseptörlere bağlanır. Bu, osteoklastların sayı ve etkinliğini arttıran, böylece kalsi­



Şekil 21-22. Arkadan görüntülenmiş insan paratiroid bez­ leri. (Nordland’ın izniyle Surg Gynecol Obstet 130;51:449; ve Gray's Anatomy of the Human Body/İnsan vücudunun Anatomisi, 29. baskı, Goss CM (editör)'den yeniden çizilmiş ve kopyalanmış­ tır.)



yum çökmüş kemik matriksinin emilimi ve kana Ca2+ salı­ verilmesini teşvik eden osteoklast stimule eden faktör üre­ timi için bir işaret oluşturur. Sonuç olarak, artmış olan kan Ca2+ derişimi paratiroid hormon üretimini baskılar. Tiroid bezinden salgılanan kalsitonin de osteoklastların hem ke­ mik üzerindeki rezorbtif etkisini hem de kalsiyum serbest­ leşmesini engellemek yoluyla osteoklastlar üzerinde etki gösterir. Kalsitonin böylece kan kalsiyum konsantrasyonu­ nu düşürür ve osteogenezi arttırır; etkisi paratiroid hormo­ nun aksi yöndedir. Bu hormonlar homeostazda önemli bir faktör olan kan kalsiyum düzeyini düzenlemede ikili bir dü­ zenek oluşturur. Paratiroid hormon kan Ca2+ konsantrasyonunu arttırma­ nın yanısıra kandaki fosfat konsantrasyonunu azaltır. Bu et­ kisi, paratiroid hormonun böbrek tübül hücresi üzerindeki aktivitesinin bir sonucudur, fosfatın emilimini azaltarak ekskresyonunda artışa neden olur. Paratiroid hormon, Ca2+ absorbsiyonu için gerekli olan D vitamini sentezini stimule ederek Ca2+’un sindirim kanalından emilimini dolaylı olarak arttırır. Paratiroid hücrelerin salgı işlevi kan Ca2+ seviyeleri ile düzenlenmektedir. ö s



k l in ik b il g i



H iperparatiroidizm de, kan fosfat konsantras­ yonları azalır, kan Ca+2 konsantrasyonları artar. Bu durum sık olarak böbrek ve arterler gibi pek çok organda kalsiyumun patolojik bir biçimde bi­ rikmesine neden olur. Hiperparatiroidizmin ne­ den olduğu, osteoklast sayısında artış ve çok sa­ yıda kemik oyukları ile karakterize kemik hastalı­ ğı, k is tik fib rö z o ste it olarak bilinmektedir. Kis-



ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ /



429



Kan kapillerleri



Hücre kordonu



Şekil 21-23. Bezin kılcal kan damarı ay­ rılan kordonlar halinde yerleşmiş şef hüc­ relerini gösteren bir paratiroid bez kesiti. H&E boyası. Orta büyütme.



tik fibröz osteitli hastaların kemikleri daha az di­ rençli ve kırıklara yatkındır. Hipoparatiroidizm de, kan fosfat konsantras­ yonları artar ve kan Ca+2 konsantrasyonları aza­ lır. Kemikler daha yoğun ve daha mineralize bir hal alır. Bu durum, tetani olarak adlandırılan is­ kelet kasında spastik kontraksiyonlar ve yaygın nöbetlere yol açar. Bu semptomlar kanda Ca+2 eksikliğine bağlı oluşan sinir sisteminin uyarılabilirliğinin aşırı artışı nedeniyle ortaya çıkar. Hipoparatiroidizmli hastalar kalsiyum tuzları ve D vita­ mini ile tedavi edilir.



Oksifil hücreler



PİNEAL BEZ Pineal bez, s e re b ra l ep ifiz veya p in e a l c isim olarak da bi­ linir. Erişkinde yaklaşık olarak 5-8 mm uzunluğunda, en ge­ niş yeri 3-5 mm ve yaklaşık 120 mg ağırlığında yassı konik bir organdır. Üçüncü ventrikülün arka ucunda, diensefalon çatısının üzerinde kısa bir sapa bağlı olarak bulunmaktadır. Pineal bez pia mater ile örtülüdür. Bağ dokusu bölmele­ ri (kan damarları ve myelinsiz sinir lifleri içerir) pia materden köken alır ve pineal dokuya sokulur. Kılcal kan damar­ ları boyunca hücre kordonlarını ve foliktilleri sarar, düzen­ siz lobüller oluşturur.



Şekil 21-24. Bir paratiroid bezi kesitinin ışık mikroskop fo­ toğrafı. Sağdaki büyük, asidofilik hücre grubuna dikkat edi­ niz. Orta büyütme. (J James’in nezaketi.)



430 /



BÖLÜM 21



Pineal bez pek çok hücre tipinden, esas olarak da pinealositler ve astrositlerden oluşur. Pinealositler, geniş düzen­ siz veya loblu çekirdeğe, belirgin çekirdekçiğe birlikte hafif bazofilik sitoplazmaya sahiptir. Gümüş tuzlan emdirildiğinde, pinealositlerin uzun ve kıvrımlı dallarının olduğu ve bu dalların damarlı bağ doku septalarına ulaşıp düzleşmiş ge­ nişlemeler şeklinde sonlandığı görülür. Bu hücreler m e la to ­ n in ve bazı pineal peptidleri üretir. Pineal bezin astro sitleri, diğer parenkimal hücrelerde olduğundan daha yoğun boyanan uzamış çekirdekleri ile ni­ telenen özel bir hücre tipidir. Pinealosit kordonlarının ara­ sında ve damar çevresi alanlarda gözlenir. Bu hücreler, 10 mm çapında çok sayıda ara filaman içeren uzun sitopkızma uzantılarına sahiptir.



KAYNAKLAR Böbrek Üste Bezleri Braunwald E et al: H ill, 2 0 0 1 .



Harrisons Principles o f Internal Medicine,



Christ)' N P (editor): Jam es V H T (editor): Neville A M , O ’Harc



15th ed. McGraw-



The H um an Adrenal Cortex. Harper &C Row, 1971. The Adrenal Gland. Raven Press, 1979. M J: The Hum an Adrenal Cortex. Springer-Verlag, 1982.



Langerhans Adacıkları Cooperstein SJ, W atkins D (editors): 1 981. Ganong W F :



The Islets o f Langerhans. Academic Press,



Review o f M edical Physiology, 20th



ed. M cGraw-H ill, 2 0 0 1 .



Gruppuso PA: Familial hyperproinsulinemia due to proposed defect in con­ version o f proinsulin to insulin. New Engl J Med 1 9 8 4 :6 2 9 :3 1 1 . O rci L ct al: T h e insulin factory. Sci Am 1 9 8 8 ;2 5 9 :8 5 .



Sinir Ağı Sinir lideri pineal beze girdiklerinde myelin kılıflarını kaybe­ derler; myelinsiz aksonlar, bazıları sinaps yaparak pinealosiılerin arasında sonlanırlar. Bu sinir sonlanmalarında norepinefrin içeren çok sayıda küçük vezikiiller görülmektedir. Serotonin de hem pinealositlerde hem de sempatik sinir sonlanmalarında bulunmaktadır.



Pineal Bezin Biyolojik Döngüleri Kontrol Etmedeki Rolü Pineal bez, hem günlük (2-1 saat) hem de mevsimsel biyoritmde yer alır. Beyin korteksine yayılan ve pineal beze ile­ tilen ışığa melatonin ve pek çok peptid ile cevap verir. Ka­ na salıverilen bu peptidlerin sayısı 24 saatlik günlük döngü­ nün karanlık saatlerinde oldukça artar. Salıverilen bu mole­ küller, gonadların ve diğer organların salgı etkinliğinde rit­ mik değişikliklere yol açarlar. Böylece pineal bez bir nöroendokrin iletici görevi yapmakta, sinirsel girdiği çeşitli hor­ monal çıktılara dönüştürmektedir.



Tiroid Bezi Braunwald E ct al: H ill, 2 0 0 1 .



Harrisons Principles o f Internal Medicine,



15th ed. McGraw-



D unn JT , D unn A D : Update on inrrarhyroida! iodine metabolism. Thyroid 2 0 0 1 ;1 1 :4 0 7 . Kohn LD et al: ElFects o f thyroglobulin and pendrin on iodide flux through the thyrocyte. Trends Endocrinol M etab 2 0 0 1 :1 2 :1 0 . Nilsson M : Iodide handling by the thyroid epithelial cell. Exp Clin Endocrinol Diabetes 2 0 0 1 ; 1 0 9 :13. Nunez EA, Gershon M D : Cytophysiology o f thyroid parafollicular cells. Int Rev Cytol 1 9 7 8 :5 2 :1 .



Paratiroid Bezleri Gaillard PJ et al (editors): 1965.



The Parathyroid Glands.



Univ o f Chicago Press,



Pineal Bez Sugden D : M elatonin: binding site characteristics and biochemical and cellu­ lar responses. Neurochem Int 1 9 9 4 :2 4 :1 4 7 . Tapp E, Huxley M : T h e histological appearance o f the human pineal gland from puberty to old age. J Pathol 1 972; 1 0 8 :1 3 7 .



22



Erkek Üreme Sistemi



Erkek üreme sistemi testisler, genital kanallar yardımcı bezler ve penisten oluşur. Testisin başlıca iki görevi hormon ve spermatozoon üretmektir. Testiste üretilen başlıca hor­ mon testosteron olmakla birlikte, erkek fizyolojisi için hem testosteron hem de metaboliıi dihidrolestosteron gereklidir. Testosteron spermatogenez, embriyo ve fetıisiin gelişimi sı­ rasında cinsel farklılaşma ve gonadotropin salgısının kontro­ lü için önemlidir. Dihidrotestosteron, ergenlik (puberte) ve erişkinlik çağlarında pek çok organ ve doku üzerinde (örne­ ğin kaslar, ktllanma) etkilidir. Genital kanallar ve yardımcı bezler, düz kas kasılmaları­ nın da yardımı ile spermatozoonları dışarıya doğru sürükle­ yen salgılar üretir. Bu salgılar aynı zamanda erkek üreme sis­ temi içinde bulunan spermatozoonlara gerekli besinleri sağ­ lar. Spermatazoonlar ile birlikte genital kanallar ve yardımcı bezlerin salgısı, penis yoluyla dişi üreme sistemine bırakılan s e m e n ’i (Latince, tohum) oluştuaır.



TESTİSLER Testisler, tunika albuginea adı verilen yoğun bağ dokusun­ dan oluşan kalın bir kapsül ile çevrilidir. Tunika albuginea tes­ tisin arka yüzünde kalınlaşarak mediastinum testis adı veri­ len yapıyı oluşturur. Buradan bezin içine giren fibröz uzantılar (septum), bezi testiküler lobüller/bölmeler denilen yaklaşık 250 adet piramidal bölmeye ayırırlar (Şekil 22-1). Bu uzantılar tam değildir ve bölmeler çoğunlukla birbiriyle ilişkilidir. Her lobiilde gevşek bağ dokusu ile sarılı 1-4 seminifer tübül yer alır. Bu bağ dokusu bol miktarda kan ve lenf daman, sinirler ve interstisyel hücreleri (Leydig hücreleri) içerir. Seminifer tübiiller erkek üreme hücreleri olan spermatozoonları üretir­ ken, interstisyel hücreler de testiküler androjenleri salgılar. Testisler, karın boşluğunun arka duvarında retroperito­ neal olarak gelişirler. Fetüsi'ın gelişmesi sırasında göç eder­ ler ve skrotum içinde spermatik kordonların uçlarında asılı olarak bulunurlar. Skrotuma doğru gerçekleştirdikleri bu göç nedeniyle her testis tu ııik a v a jin a lis adı verilen ve periton-



Mesane Prostat Membranöz üretra



Ampulla Seminal vezikül Ejakülator kanal Bulboüretral bez Duktus deferens Duktus epididimis



Üretranın korpus kavernozumu



Duktus efferentler Prepisyum Glans penis Şekil 22-1. Erkek genital siste­ mi. Testis ve epididimis üreme sisteminin diğer kısımlarından farklı ölçekte gösterilmiştir. Tes­ tiküler lobüller arasındaki ilişki düzenine dikkat ediniz.



Epididim



Testiküler lobüller Mediyastinum testis



Tunika albuginea Tunika vajinalis Tubuti rekti



Rete testis



431



432 /



BÖLÜM 22



dan gelişmiş olan seröz bir kese taşır (Şekil 22-1). Tunika vajinalis dışta paryetal, içte ise viseral bir tabakadan oluşur ve testisin ön ve yan kısımlarında tunika albugineayı örter. Skrotum, testislerin karın içindekinden daha düşük bir ısıda tutulmalarında önemli bir rol oynar.



Seminifer Tübüller Spermatozoonlar seminifer tübiillerde üretilir. Her tesliste yaklaşık 250-1000 seminifer tübül bulunur. Her seminifer tübül karmaşık yapıda çok katlı bir epitel ile döşeli olup, yaklaşık 150-250 //»/çapın­ da ve 30-70 cm uzunluğundadır. Bir teslisteki tübüllerin top­ lam uzunluğu yaklaşık 250 metredir. Tübüller kıvrımlıdır ve başlangıçta kör uçludur. Sonlanırken liimen daralır ve düz tübüller ya da tubuli rekti olarak anılan kısa segmentler halinde devam eder. Bu düz tübüller, seminifer tübüllerin rete testis denilen, epitel ile döşeli kanalların oluşturduğu bir labirente bağlanmasını sağlar. Anastomoz yapan rete tes­ tis kanalları, yaklaşık 10-20 duktuli efferentes ile epididimisin baş kısmına bağlanmıştır (Şekil 22-1). Seminifer tübüller fibröz bir bağ dokusu kılıfı, belirgin bir bazal lamina ve karmaşık bir germinal ya da seminifer epitelden oluşur (Şekil 22-2). Seminifer tiibülü saran fibröz tunika propria birkaç fibroblast katmanından oluşmuştur. Bazal laminaya yapışık olan en içteki katman, düz kas özel­ likleri de gösteren yassılaşmış miyoid hücreler içerir (Şekil 22-2 ve 22 - 3).



Şekil 22-2. Seminifer tübülleri ve soluk renkte boyanmış interstisyel (Leydig) hücre­ lerini (okla işaretli) gösteren testis kesiti. Pararosanilin-toluidin mavisi (PT) boyama. Or­ ta büyütme.



Bağ dokusu



hücreler



Miyoid hücreler



Şekil 22-3. Miyoid hücrelerle çevrili seminifer tübülleri içeren epitel. Tübüller arasındaki boş­ luk bağ dokusu, kan ve lenf damarları ve in­ terstisyel hücreleri içermektedir. PT boyama. Orta büyütme.



ERKEK ÜREME SİSTEMİ



/ 433



Şekil 22-4. Çevreleyen dokuyla birlikte seminifer tübülün bir parçası. Seminifer epitel iki tip hücreden oluş­ muştur: Spermatogenİk seri hücreleri ve destek ya da Sertoli hücreleri.



Seminifer epitelde iki tip hücre vardır: Sertoli ya da des­ tek hücreleri ile spermatogenezdeki seriyi oluşturan hücre­ ler (Şekil 22-4). Spermatogenİk seri hücreleri 4-8 tabaka ha­ linde düzenlenmiştir; işlevleri spermatozoonları üretmektir. Spermatozoon üretimi sperm atogenez olarak adlandırılır. Bu süreç, mi toz ve mayoz hücre bölünmeleri içerir ve hüc­ reler sonunda spermatozoidlere farklılaşır; bu aşama spermiyogenez olarak adlandırılır.



Spermatogenez Spermatogenez, spermatozoon üretim sürecidir. Süreç ilkel primitif bir germ hücresi olan spermatogonyum ile başlar (Yun. S p erm a + g on e, üreme, kuşak). Spermatogonyum, yaklaşık 12 pırı çapın­ da, bazal laminantn hemen üstünde yer alan görece küçük bir hücredir (Şekil 22-4, 22-5 ve 22-6). Cinsel olgunluk ça­ ğında spermatogonyum hücreleri mitoz bölünmeyle çoğal­ maya başlar ve yeni hücreler oluşur. Yeni oluşan hücreler iki yoldan birini izleyebilir: A tipi sperm atogonyumlar olarak da adlandırılan kök hücreler olarak bölünmeyi siirüdürebilir ya da süregiden mitotik sikluslar boyunca farklılaşarak B ti­ pi spermatogonyumları oluştururlar (Şekil 22-7). B tipi spermatogonyumlar prim er sperm atositlere farklılaşan öncül (progenitor) hücrelerdir (Şekil 22-7). Primer spermatositler 46 kromozom {44 +XY) ve 4N DNA içerir (N haplo­ id kromozom sayısını [insanlarda 23 kromozom] ya da bu kromozomlardaki DNA miktarını gösterir). Oluşmalarından hemen sonra bu hücreler birinci mayoz bölünmenin profazına girerler. Bu bölünmenin profaz aşaması yaklaşık 22 gün sürdüğünden, kesitlerde görülen spermatositlerin çoğu bu aşamada olacaktır. Primer spermatositler Spermatogenİk se­ rinin en büyük hücreleridir ve nükleuslarıncla kangal oluş­



turma sürecinin değişik safhalarında kromozomların bulun­ ması ile tanınırlar (Şekil 22-5, 22-6 ve 22-8). Birinci mayoz bölünmeden sonra sekonder spermatosltler olarak adlandırılan ve yalnızca 23 kromozom (22+X veya 22+Y) içeren daha küçük hücreler oluşur (Şekil 22-4 ve 22-7). Kromozomlardaki bu sayıca azalmaya (46’dan 23’e) her hücredeki DNA miktarının eksilmesi (4N’den 2N’ye) eş­ lik eder. Testis kesitlerinde sekonder spermatositlerin göz­ lenmesi zordur, çünkü bunlar interfazda çok kısa süre kalan ve çabucak ikinci mayoz bölünmeye giren kısa ömürlü hüc­ relerdir. Sekonder spermatositlerin bölünmesi 23 kromozom içeren iki hücrenin, sperm atidlerin oluşmasıyla sonuçlanır (Şekil 22-7). Spermatositlerde birinci ve ikinci mayoz bölün­ meler arasında S fazı (DNA sentezi) görülmediği için, ikinci bölünmeden sonra her hücredeki DNA miktarı yarıya iner v e haploid (İN ) hücreler meydana gelir. Böylece, mayoz bö­ lünme sürecinin sonunda haploid sayıda kromozom içeren hücreler oluşur. Döllenmeyle bunlar normal diploid sayıya dönerler.



Spermiyogenez Spermiyogenez spermatozoon üretiminin son aşaması ve spermatidlerin, erkek DNA'sını ovuma aktarmak için son derece özelleşmiş hücreler olan spermatazoona dönüşme sürecidir. Bu süreçte hücre bölünmesi gerçekleşmez. Spermatidler, küçük boyutları (7-8 pm çapta), yoğunlaşmış kromatin bölgeleri içeren nükleusları ile ayırt edilebilirler. Se­ minifer tübiillerde lümen yakınında (jukstaluminal) yerleşmiş­ lerdir (Şekil 22-4, 22-5 ve 22-6). Spermiyogenez, akrozom (Yun. akron , ekstremite + som a, gövde) oluşumunu, niikleus yoğunlaşmasını ve uzamasını, flagellum gelişmesini ve sitop-



434 /



BÖLÜM 22



Olgun spermatidler



Genç spermatidler



Primer spermatositler



Sertoli hücresi



Spermatogonyum



Şekil 22-5. Seminifer tübül du­ varının bir parçası. Spermatogenez serisinin çeşitli hücreleri gö­ rülmektedir: bir spermatogon­ yum, primer spermatositler, ol­ gun ve genç spermatidler. Spermatidleri içeren Sertoli hücresi­ nin yaklaşık sınırları gösterilmiş­ tir. Boya: HE. Büyük büyütme.



Miyoid hücre



Spermatosit



Şekil 22-6. Seminifer tübül epitelinde spermatositler ve sperma­ tidler. Tübül miyoid hücreler ile ör­ tülmüştür. Boya: Pikrosirius-hematoksilen (PSH). Orta büyütme.



ERKEK ÜREME SİSTEMİ •/



435



Tip A spermatogonyum (kök hücreleri) -ı_Tip B spermatogonyum J (öncül/progenitor hücreler)



Mitoz bölünme



A



Şekil 22-7. Germ hücreleri­ nin kional özelliğini göste­ ren çizim. Yalnızca başlan­ gıçtaki spermatogonyumlar bölünür ve birbirinden ayrı yavru hücreler üretir. Fark­ lılaşmaya başlayan hücre­ ler, daha sonraki bölünme aşamalarında hücre içi sitoplazmik köprüleri aracılı­ ğıyla bağlantılı kalır. Ancak kalıntı gövdelerinden ayrıl­ dıktan sonra, spermatozoonlar ayrı ayrı hücreler ola­ rak değerlendirilebilir. (Blo­ om W, Fawcett DW: A Textbo­ ok of Histology, 10th ed. Saun­ ders, 1975’ten değiştirilerek alınmıştır.)



a



IY V . k



.... Primer spermatositler



j— Birinci mayoz bölünme



Sekoncler spermatositler j— ikinci mayoz bölünme



Artık cisimcik )>Spermatidler V-Spermiyogenez



O



V V T V A A A A A A A A T V V A A ^



-Artık cisimcik -Spermatozoonlar



J



Primer spermatositler



Sertoli hücreleri



Kan damarları



Spermatogonyum



İnterstisyel hücreler



Ş ekil 22-8. İnterstisyel hücreler ve seminifer epitelin hücreleri. Boya: H&E. Büyük büyütme.



436 /



BÖLÜM 22



Şekil 22-9. Üstte: Spermiyogenez süresince spermatidlerde ortaya çıkan başlıca değişiklikler. Spermatozoonun esas yapısal özelliği olan baş kısmı, esas olarak yoğunlaşmış nükleer kromatinden olu­ şur. Nükleus hacminin azalması, spermin daha hareketli olmasını sağlar ve yumurtaya girerken geno­ mun zarar görmesini engeller. Spermatozoonun geri kalan bölümü, yapısal olarak hareketli olmasını sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Altta: Olgun spermatozoonun yapısı.



kızmanın çoğunun kaybolmasını içeren karmaşık bir süreçtir. Sonuçta, daha sonra seminifer tübül liimenine salınan olgun spermatozoon oluşur. Spermiyogenez iiç faza ayrılabilir: G o l g İ F a zi



Spermatic! sitoplazması, niikleusun yakınında yer alan belir­ gin bir Golgi kompleksi, mitokondriler, bir çift sentriyol, ser­ best ribozomlar ve düz endopkızma retikulumu tübiillerini içerir (Şekil 22-9). Proakrozomal graniiller olarak adlandırı­ lan küçük PAS-pozitif graniiller Golgi kompleksinde birikir ve daha sonra birleşerek membranla sınırlı bir akrozomal vezikülün içinde yer alan tek bir akrozomal granülü oluş­ tururlar (Şekil 22-9). Sentriyoller göç ederek oluşan akrozomun karşı tarafında hücre yüzeyine yakın bir konuma gelir­ ler. Flagellar aksonem oluşmaya başlar, sentriyoller yeniden nükleusa doğru göç ederken hareket ettikçe aksonemal bi­ leşenleri çevresine sarar.



lar. Bu işlem akrozomal reaksiyon olarak bilinir ve döllen­ menin İlk basamaklarından biridir. Spermiyogenezin bu fazı sırasında, spermatid seminifer tübülün tabanına doğru yönelir ve aksonem lumene doğru uzanır. Ayrıca, nükleus uzar ve daha yoğun bir hale gelir. Aynı zamanda sentriyollerden bir tanesi gelişerek flagellumu oluşturur. Mitokondriler de flagellumun proksimal kısmı etrafında toplanarak orta parça adı verilen kalınlaşmış böl­ geyi oluşturur. Bu bölge, spermatozoon hareketlerinin ener­ ji kaynağını oluşturur (Şekil 22-9). Mitokondrilerin bu şekilde yerleşmesi, bu organellerin hücre hareketi ile ilgili ve yüksek enerji tüketimi olan böl­ gelerde yoğunlaşmasının bir başka örneğidir. (Flagellumların yapısı ve işlevleri Bölüm 2’de anlatılmaktadır). Flagellum hareketi, mikrotübüller, ATP ve dinein denilen ATPaz aktivitesine sahip bir proteinin etkileşmesi sonucunda oluşur.



A kr o zo m al Faz



Akrozomal vezikül ve granül, yoğunlaşan niikleusun ön ya­ rısını kaplayacak şekilde yayılır ve bundan sonra akrozom adını alır (Şekil 22-9 ve 22-10). Akrozom, hiyalüronidaz, nöraminidaz, asit fosfataz ve etkisi tripsine benzer bir proteaz gibi bazı hidrolitik enzimler içerir. Akrozom bu yüzden lizozomun özelleşmiş bir tipi gibi iş görür. Bu enzimlerin, oosit­ leri çevreleyen korona radyata hücrelerini birbirinden ayır­ dığı ve zona pellusidayı sindirdiği bilinmektedir. Spermatozoonlar bir oositle karşılaştığında, akrozomun dış membranı birçok bölgede spermatozoonun plazma membranı ile kay­ naşarak akrozomal enzimlerin hücre dışına boşalmasını sağ­



k l in ik b il g i



İm m o til (hareketsiz) silya sendromunda (Kartagener sendrom u), hareketsiz spermatozoonlar ve sonuçta infertilite görülür. Bu, hastanın spermatozoonlarmda dinein ya da flagellar hareket için gerekli olan diğer proteinlerin eksikliği söz konusudur. Bu bozukluk genellikle kronik solu­ num yolu enfeksiyonları ile birlikte görülür. Çün­ kü solunum sistemindeki epitel hücrelerinin siliyer aksonemlerinde hareket bozukluğu bulunur.



ERKEK ÜREME SİSTEMİ /



437



V.tv'N 'Akrozom.



■M



£ « £ > ,rTV



vCA



mjŞMmmi a



!W



pİRrötûbûller



: ?'



Ş ekil 22-10. Fare spermatidinin elektron mikrografı. Merkezde akrozom ile örtülmüş nükleus. Flagellumun nükleusun alt bölgesinden çıktığı görülebiliyor. Mikrotübüllerin oluşturduğu silindir şeklindeki bir demet olan manşet, nükleusu yanlardan sınırlamaktadır (KR Porter’in izniyle).



M a t ü r a s y o n (O l g u n l a ş m a ) F a z i



Germ Hücrelerinin Klonal Özelliği



Geriye kalan artık sitoplazma Sertoli hücreleri tarafından fa­ gosite edilir ve spermatozoonlar tübüliin liimenine salınırlar. Olgun spermatozoon Şekil 22-9 ve 22-1 l ’de gösterilmiştir.



Tip A spermatogonyumların bölünmesiyle ortaya çıkan hüc­ reler, bu hücrelerden biri B tipi spermatogonyuma dönüşe­ ne dek ayrı kalır. Bu andan sonra, bu hücrelerin bölünme-



438 /



BOLUM 22



Şekil 22-11. Taramalı elektron mikros­ kobuyla elde edilen görüntüde bir ke­ mirgenin uterus boşluğundaki sperma­ tozoon görülmektedir. Saçaklı yapılar silyalı epitel hücreleridir. x 2000 {Motta P et al: Microanatomy of Cell and Tissue Sur­ faces: An Atlas of Scanning Electron Micros­ copy. Lea and Febiger, 1977 Copyright © Societa Editrice Libraria [Milan] izniyle basıl­ mıştır.)



sinden kaynaklanan hücreler tamamen ayrılmaz ve sitoplazmik köprülerle birbirlerine bağlı kalırlar (Şekil 22-7). Hücre­ ler arasındaki köprüler, tek bir spermatogonyumdan oluşan primer ve sekonder spermatositler ve spermatid arasında ilişkiyi sağlar. Bu köprüler, hücreden hücreye bilgi aktarımı­ na olanak tanıyarak spermatogenezdeki olaylar zincirinin ilişkilerinde önemli bir rol oynar. Bu ayrıntı, aşağıda açıkla­ nan seminifer epitel siklusunun anlaşılmasında önemli bir rol oynayabilir. Spermatogenez süreci tamamlandığında sitoplazma ve sitoplazmik köprülerin artık cisimcikleri olarak atılmasıyla olgun spermatidler arasında bir ayrılma olur. Spermatozoonlar, epididime testis sıvısı olarak adlandırı­ lan ve Setoli hücreleri ve rete testis tarafından üretilen uygun bir sıvı aracı ile aktarılır. Bu sıvı sterodiler, proteinler, iyonlar ve testosteronla ilişkili androjen bağlayan protein içerir. Teslislere deneysel H3-timidin injeksiyonu ile gönüllüler üzerinde yapılan araştırmalarda, insanda spermatogonyum aşaması ile spermatozoon oluşumu arasındaki sürenin yak­ laşık 6-i gün olduğu gösterilmiştir. Sürecinin yavaş olmasının yanı sıra, spermatogenez, tüm seminifer tübüllerde ve her seminifer tiibül içinde aynı anda ya da eşzamanlı olarak ger­ çekleşmez. Bu durum, tiibül duvarının ayrı ayrı her bölge­ sinde spermatogenezin komşu bölgelerden az ya da çok ba­ ğımsız olarak ilerlediği anlamına gelir. Bu nedenle, bir tiibül kesitinin farklı alanlarında ve farklı tübiil kesitlerinde, sprematogenezin farklı aşamaları izlenebilir. Bu, aynı zamanda, spermatozoonIarın neden seminifer tiibüllerin bazı bölgele­ rinde bulunduğunu, diğer bölgelerinde de yalnızca spermatidlerin görüldüğünü açıklar. Bu durum, seminifer epitel siklüsü olarak adlandırılmaktadır.



Sertoli Hücreleri Sertoli hücreleri teslislerin işlevi açısından çok önemlidir. Bu hücreler spermatogenik serideki hücreleri saran uzamış piramidal hücrelerdir. Ser­ toli hücrelerinin tabanları bazal laminaya tutunur, apikal uçları ise sıklıkla seminifer tübiilün lümenine uzanır. Işık mikroskobunda, spermatogenik seri hücrelerini çevrele­ yen çok sayıda yan uzantı nedeniyle, Sertoli hücresinin sı­ nırları iyi belirlenemez (Şekil 22-4, 22-5 ve 22-12). Elektron mikroskobu ile yapılan çalışmalarda, bu hücrelerin çok sa­ yıda düz endoplazma retikulumu, az granüllü endoplazma retikulumu, iyi gelişmiş Golgi kompleksi ve çok sayıda mitokondri ile lizozomkır içerdiği gösterilmiştir. Sıklıkla üçgen biçiminde olan uzamış niikleusunda çok sayıda girintiler, belirgin nükleolus ve az miktarda heterokromatin bulunur (Şekil 22-8). Yan yana bulunan Sertoli hücreleri, hücrenin alt yan yüz­ lerinde (bazolateral) engelleyici sıkı ilişkiler ile birbirlerine bağlanarak kan-testis bariyeri oluştururlar. Spermatogonyumlar, bu bariyerin altında yer alan bazal kompartmanda yerleşmiştir. Spermatogenez sırasında, spermatogonyumların bölünmesi sonucu oluşan bazı hücreler bu bağlantı noktala­ rından bir şekilde geçerek, bariyerin üzerinde yer alan adluminal kom partm ana ulaşırlar. Spermatositler ve sperma­ tidler, bariyerin üzerinde, Sertoli hücrelerinin yan ve üst ke­ narlarındaki derin girintilerde yerleşmişlerdir. Spermatidlerin flagellar kuyrukları geliştikçe, bunlar Sertoli hücrelerinin üst uçlarından çıkan saçaklar halinde görülürler. Sertoli hücrele­ ri “gap junction" adı verilen birleşmelerle de bağlanmıştır bu yolla hücrelerin iyonik ve kimyasal alışverişi sağlanır. Bu da, yukarıda söz edilen seminifer epitel döngüsünün ilişkilerin­ de önemli olabilir.



ERKEK ÜREME SİSTEMİ



/



439



Şekil 22-12. Sertoli hücreleri kan-testis bariyerini oluşturur. Komşu Setoli hücreleri engelleyi­ ci bağlantı noktalarından birbirieriyle bağlanarak seminifer tübülleri iki kompartmana ayırır. Kompartmanlar arasında madde geçişi engellenmiştir. Alt kısım bazal kompartmandır, interstisyel boşlukları ve spermatogonyumların bulunduğu bölgeleri kapsamaktadır. Adluminal kompartman, tübül lumenini ve aşağıdaki tıkayıcı bağlantılar (TB) düzeyine kadar hücreiçi boşlukları kapsar. Bu kompartmanda spermatositler, spermatidler ve spermatozoonlar bulu­ nur. Spermatidlerin sitoplazmik artık cisimcikleri Sertoli hücreleri tarafından fagosite edilir ve lizozomal enzimlerce sindirilir. Miyoid hücreler seminifer epiteli sarar.



Sertoli hücrelerinin çeşitli işlevleri vardır;



Gelişmekte olan sperm atozoonların desteklenmesi, korunması ve beslenmesinin düzenlenmesi. Yukarı­ da anlatıldığı gibi spermatogenik seri hücreleri birbirleri­ ne sitoplazmik köprülerle bağlanmışlardır. Bu hücre ağı, Sertoli hücrelerinin yaygın sitoplazmik dallanmaları ile fiziksel olarak desteklenir. Spermatositler, spermatidler ve spermatozoonlar kan-testis bariyeri ile kan akımından izole edildiği için, bu spermatogenik hücreler besin maddelerinin ve metabolitlerin alınıp verilmesinde Serto­ li hücrelerine muhtaçtır. Sertoli hücre bariyeri gelişen



sperm hücrelerini immünolojik saldırıdan da korur (aşa­ ğıda ele alınmaktadır). Fagositoz. Spermiyogenez sırasında fazla spermatid sitoplazması artık cisimcikler şeklinde atılır. Bu sitoplaz­ mik parçacıklar Sertoli hücrelerindeki lizozomlar tarafın­ dan fagosite edilir ve sindirilir. Sekresyon. Sertoli hücreleri sürekli olarak seminifer tiibûiİlere genital kanallar yönünde akan ve spermlerin taşın­ ması için kullanılan bir sıvı salgılar. Androjen-bağlayıcı protein üretimi Sertoli hücreleri tarafından folikül uyarıcı hormon (FSH) ve testosteron kontrolü altında gerçekleşti-



440 /



BÖLÜM 22



rilir ve seminifer tiibül içinde spermatogenez için gerekli olan testosteronun yoğunlaştırılmasını sağlar. Sertoli hüc­ releri testosteronu cistradiole çevirebilir. Bu hücreler aynı zamanda, ön hipofiz bezinden FSI I sentezini ve salınma­ sını önleyen inhibin adı verilen bir peptid salgılar. • Anti-Müllerian horm on üretimi. Ayrıca Müller kanaknı baskılayıcı horm on olarak da adlandırılan bu hor­ mon embriyonik gelişme sırasında erkek fetusta Müller (paramezonefrik) kanallarının gerilemesini sağlayan bir glukoproteindir. Testosteron ise Wolf (mezonefrik) ka­ nallarından köken alan yapıların gelişmesini sağlar. Ser­ toli hücreleri insanda ve diğer hayvanlarda üreme çağı süresince bölünmezler. Enfeksiyon, kötü beslenme, Xışınlarına maruz kalma gibi olumsuz koşullara karşı ol­ dukça dayanıklı hücrelerdir ve bu zararlı etkilere maruz kaldıklarında sağ kalım oranlan spermatogenik seri hüc­ relerine göre çok daha yüksektir. Memelilerde spermatozoonkır, büyük olasılıkla, Sertoli hücresinin üst sitopkızmasında bulunan mikrotübiiller ve mikrofilamentlerin katılımıyla, hücresel hareketler sonucu salınırlar. • Kan-testis bariyeri. Seminifer tübüllerin iç kısmıyla kan arasında bir bariyerin bulunması, testisküler sıvıda kan­ dan gelen çok az madde bulunmasına yol açar. Testiküler kapillerler pencereli tiptedir ve büyük moleküllerin geçişine izin verir. Spermatogonyumlar kanda bulunan maddelere kolayca ulaşabilir. Ancak, Sertoli hücreleri arasında bulunan engelleyici bağlantılar, bir bariyer oluş­ turarak büyük moleküllerin Sertoli hücreleri arasındaki boşluğa taşınmasını engeller. Böylece, spermatogenezin daha ileri aşamalarındaki germ hücreleri, kandaki zarar­ lı maddelere karşı korunmuş olur.



KLİNİK BİLGİ



Şekil 22-13. Erkek üreme sisteminin hipofiz tarafından kontrolü. Luteinizan hormon (LH) Leydig hücreleri üzerinde etki eder, folikül uyarıcı hormon (FSH) ise seminifer tübüller üzerinde etkilidir. Testislerde üretilen bir hormon olan in­ hibin, hipofiz bezinde FSH salgısını baskılar. ABP: androjen bağlayıcı protein (Bloom W, Fawcett DW: A Textbook of His­ tology, 10th ed. Saunders, 1975'ten değiştirilerek alınmıştır.)



Spermatogonyum hücrelerinin farklılaşması sperme özgü proteinlerin oluşmasını sağlar. Cin­ sel olgunluğa bağışıklık sisteminin gelişmesin­ den çok sonra erişildiği için, farklılaşan sperm hücreleri yabancı olarak algılanabilir ve germ hücrelerini yok edebilecek bir bağışıklık yanıtına yol açabilir. Kan-testis bariyeri, gelişmekte olan sperm ve bağışıklık sistemi arasındaki herhangi bir etkileşimi engeller. Bu bariyer immünoglobulinlerin seminifer tübüllere geçişini önler ve se­ rumlarında yüksek düzeyde sperm antikorları içeren erkeklerde üreme yeteneğinin zarar gör­ mesini engeller. Dolayısıyla, Sertoli hücrelerinin oluşturduğu bariyer, seminifer epiteli otoimmün bir davranışa karşı koruma işlevi görür.



Spermatogenezi etkileyen faktörler Spermatogenez üzerinde en büyük etkiyi hormonlar ya­ par. Spermatogenez, hipofİzden salgılanan FSH ve lutenizan hormonun (LU) testis hücreleri üzerindeki etkisine bağlıdır. Bu hormonlar, spermatogenelik seri hücrelerinin normal ge­ lişimi için gerekli olan testosteron üretimini uyarırlar.



FHS’nin Sertoli hücreleri üzerinde etkili olduğu ve adenilat siklazı uyararak cAMP düzeylerini artırdığı bilinmektedir. Ay­ rıca, androjen bağlayıcı protein sentezini ve salgısını da uyarır. Bu protein, testosteronu bağlayarak seminifer tübül­ lerin tümenine taşır (Sekil 22-13). Spermatogenez testoste­ ron aracılığıyla uyarılır ve östrojenler ve progestojenler tara­ lından baskılanır. Ortalama vücut sıcaklığının (37 °C) altındaki sıcaklıklar­ da gerçekleşen spermatogenezin düzenlenmesinde sıcaklık çok önemlidir. Testislerdeki sıcaklık yaklaşık 35 °C’dir ve çe­ şitli mekanizmalar aracılığıyla kontrol edilir. Tesıiküler arteri zengin bir venöz ağ (pam piniform pleksus) sarar ve tes­ tislerdeki sıcaklığın korunmasında önemli olan, kanın karşı yönde işleyen bir sıcaklık değiş tokuşu ile soğutulmasıdır. Diğer etkenler, terin skrotumdan buharlaşmasıyla ısı kaybı ve spermatik kordonun kremaster kaslarının kasılmasıyla teslislerin daha yüksek sıcaklıklarda kalabileceği inguinal kanala çekilmesidir.



ERKEK ÜREME SİSTEMİ



/



441



İnterstisyel doku KLİNİK BİLGİ Testisin skrotuma inişindeki bozukluk olan kriptorşidizmde (Yun. kryptos, gizli + orchis, testis), testisler 37 °C sıcaklıkta kalır ve spermatogenez engellenir olur. Çok ileri olmayan vakalarda tes­ tisler cerrahi olarak skrotuma indirilirse sperma­ togenez normal olarak oluşabilir. Bu nedenle, yenidoğan erkek bebekler testislerin skrotumda olup olmadığının anlaşılması için muayene edil­ melidir. Karın içi sıcaklığında kalan teslislerde germ hücrelerinin çoğalması engellenir, fakat testosteron sentezi devam eder. Bu da kriptoorşidizmli erkeklerde, steril olmalarına karşın yine de sekonder seks karakterlerinin gelişmesinin ve ereksiyon oluşmasının nedenini açıklar. Kötü beslenme, alkolizm ve berlirli ilaçların etkisiyle spermatogonyumlarda değişiklikler ve sonuçta spermatozoon yapımında azalma ortaya çıkar. X-ışınlarına maruz kalma ve kadmiyum tuzları spermatogenik seri hücrelerinde oldukça toksiktir ve bu hücrelerin ölümüne sebep olarak hayvanda steriliteye yol açarlar. Busulfan germi­ nal hücreler üzerinde etkilidir, gebe dişi sıçanlara verildiğinde bunların yavrularının germinal hüc­ relerini öldürür. Bu nedenle yavru steril olur ve seminifer tübüllerinde yalnızca Sertoli hücreleri bulunur. Androjen üreten interstisyel hücre tü­ mörleri de erkeklerde erken puberteye yol açabi­ lir.



Testisin interstisyel dokusu, andorojen üretimi açısından önemlidir. Testislerde seminifer lübiiller arasındaki boşluklar bağ dokusu, sinirler, kan ve lenf damarlarıyla doldurulmuş­ tur. Testiküler kapillerler pencerelidir ve kan proteinleri gibi makromolekülleıin geçişine izin verir. İnterstisyel alanda lenf damarlarının oluşturduğu yoğun ağ, bu organdan.alınan interstisyel sıvı ile lenf sıvısının bileşimindeki benzerliği açıklamaktadır. Bağ dokusu çeşitli tipte hücreler içerir; bun­ lar arasında iibroblastlar, farklılaşmamış bağ dokusu hücre­ leri, mast hücreleri ve makrofajlar bulunur. Ergenlikte (puberte) bir hücre tipi daha işlevsel olarak belirgin hale gelir. Bu, yuvarlak ya da poligonal şekilli, merkezi bir nükleusu ve küçük lipid damlacıklarından zengin eozinofilik bir sitopkızması bulunan bir hücredir (Şekil 22-3 ve 22-14). Bu hüc­ reler, testisin interstisyel ya da Leydig hücreleridir ve ste­ roid salgılayan hücre özelliklerini (bölüm 4'te açıklanm ada­ dır) gösterir. Bu hücreler, sekonder seks karakterlerinin ge­ lişmesinden sorumlu erkeklik hormonu olan testosteronu üretirler. Testosteron sentezi mitokondrilerde ve düz endoplazma retikulumunda bulunan enzimleıce gerçekleştirilerek, hücre organelleri arası işbirliğine bir örnek oluşturur. İnterstisyel hücrelerin hem işlevsellikleri ve hem de sa­ yıları hormonal uyarılara bağlıdır. İnsanda hamilelik sırasın­ da plasentadan üretilen gonadotropik hormon, anne kanın­ dan fetiıse geçer ve androjenik hormonları üreten bol mik­ tardaki fetal testiküler interstisyel hücreleri uyarır. Bu hor­ monların varlığı, erkek genital organlarının embriyonik fark­ lılaşması için gereklidir. Embriyonik interstisyel hücreler ha­ mileliğin 4. ayına kadar tamamen farklılaşmış olarak kalırlar ve sonra testosteron sentezinde bir azalmayla birlikte geri­ lerler. Daha sonra gebeliğin geri kalanı boyunca ve hipofizden salgılanan LH hormonu uyarısı altında testosteron sen-



Şekil 22-14. Sıçan testisinde bir interstisyel hücre kesitinin elektron mikroskop fotoğrafı. Çok sayı­ da mitokondri ve düz endoplazma retikulumu görülmektedir. Orta büyütme.



442 /



BÖLÜM 22



tezini yeniden yapmaya başladıkları puberte öncesi döneme kadar dinlenmede kalırlar.



TESTİS İÇİ GENİTAL KANALLAR Testis içi genital kanallar tubuli rekti, rete testis ve duktuli efferentestir (Şekil 22-1). Bu kanallar, seminifer tübüllerden gelen sıvıyı ve spermatozoonları duktus epididimise ta­ şır. Seminifer tübüllerin çoğu kangal biçiminde kıvrılmıştır ve her iki uçtan rete testise tubuli rekti olarak bilinen düz tubullerle bağlanırlar. Spermatogenik hücrelerin giderek or­ tadan kaybolduğu bu tübüllerin başlangıç bölümünde duvar yalnızca Sertoli hücrelerinden oluşur. Bu başlangıç bölümü, tıkız bağ dokusu kılıfı ile desteklenen ve silindirik epitel hücrelerini içeren ana kısımla devam eder. Tubuli rekti rete testisin içine boşalır. Rete testis, tunika albugineanın kalınlaşması ile oluşmuş mediastinum içinde bulunur. Rete testis silindirik epitel ile döşeli ve oldukça faz­ la anastomoz içeren bir kanallar ağıdır.



Rete testisten 10-20 kadar duktuli efferentes çıkar (Şekil 22-1). Bu kanallar, epididimis yönüne doğru hareket sağlayan silyalı hücrelerle değişimli olarak silyasız kübik hücre grupla­ rından oluşan bir epitele sahiptir. Bu, epitele deniz tarağı bi­ çimindeki karakteristik görünümünü verir. Silyasız hücreler seminifer tübüllerden salgılanan sıvının çoğunu emer. Silyalı hücre aktivitesi ve sıvı emilimi, spermatozoonların epididimi­ se doğru süpürülmesini sağlayan bir sıvı akımı sağlar. Epitelin bazal laminasının dışında sirküler olarak dizilmiş düz kas hüc­ relerinden oluşan ince bir katman vardır. Duktuli efferentes gi­ derek birleşip epididimisin duktus epididimisini oluşturur.



GENİTAL BOŞALTIM KANALLARI Testiste üretilen spermatozoonları penise doğru taşıyan ka­ nallar duktus epididimis, duktus deferens (vas defe­ rens) ve üretradır. Duktus epididimis, yaklaşık 4-6 m uzunluğunda, tek ve oldukça kıvrıntılı bir kanaldır (Şekil 22-1). Bu uzun ka­ nal, çevresini saran bağ dokusu ve kan damarları ile birlik-



Mikroviluslar



Spermatozoonlar Bazal hücre Prizmatik hücre



Bağ dokusu ve düz kas



Ş e k il22-15. Çok kıvrımlı olan duktus epididimisin kesite birkaç kez girdiği görülmektedir. Du­ varları bağ dokusu ve düz kas ile kuşatılmış olan yalancı çok katlı epitelden oluşur. PSH bo­ yası. Orta büyütme. İç resim: Epitel hücrelerinin uzun mikroviluslarını (stereosilya) gösteren büyük büyütme.



ERKEK ÜREME SİSTEMİ



/ 443



Mukoza



Uzunlamasına kas katmam



Şekil 22-16. Duktus deferensin stereosilyalar ve lamina propria ile birlikte yalancı çok katlı silindirik epitelden oluşan muko­ zasını gösteren kesiti. Kalın dış duvar düz kas hücreleri (kahverengi) ve kolajen lifler­ den (mavi) oluşmuştur. Trikrom boyama. Küçük büyütme.



te epididimisin kuyruk ve gövdesini oluşturur. Yuvarlak bazal hücreler ve silindirik hücrelerden oluşan yalancı çok katlı silindirik epitel ile döşelidir (Şekil 22-15). Bu hücreler, peristaltik kasılmalarıyla spermin kanallar boyunca ilerleme­ sine yardım eden düz kas hücreleri ve kapiller damarlardan zengin bağ dokusu ile çevrelenmiş bir bazal lamina üzerine oturur. Epitel hücrelerinin yüzeyleri stereosilya adı verilen, uzun, dallanmış düzensiz mikrovilluslar ile kaplanmıştır. Duktus epididimis epiteli spermatogenez süresince oluşan artık cisimciklerin ortadan kaldırılması ve sindirilmesine ka­ tılır. Epididimisten duktus (vas) deferens adı verilen kalın muskiiler duvarlı düz kanal devam ederek prostatik üretraya açılır (Şekil 22-1). Bu kanalın tipik olarak dar bir lümeni ve kalın bir düz kas tabakası vardır (Şekil 22-16). Mukozası uzunlamasına kıvrımlar oluşturur; çoğunlukla stereosilyalara sahip yalancı çok katlı silindirik epitel ile kaplıdır. Lamina propria elastik liflerden zengin bir bağ dokusu katmanıdır. Kalın kas tabakası, sirküler bir katmanla ayrılan, içte ve dış­ ta yer alan uzunlamasına (longitudinal) katmanlardan oluş­ muştur. Bu kalın düz kas katmanı, ejekülasyon sırasında spermatozoonlann fışkırtılmasını sağlayan güçlü peristaltik kas 11ma la r ol uşturur. Duktus deferens, spermatik kordonun bir parçasını oluş­ turur. Bu kordon testiküler arter, pampiniform pleksus ve si­ nirleri içerir. Duktus deferens prostata girmeden önce geniş­ ler ve ampulla denilen bölümü oluşturur (Şekil 22-1). Bu alanda epitel kalınlaşır ve oldukça fazla kıvrımlanır. Ampullanın son kısmında seminal vezikıiller duktusa katılırlar. Bundan sonra duktus deferens prostata girer ve prostatik iiretraya açılır. Prostata giren segmente ejakülatuvar duk­







Sirküler düz kas katmanı



tus denir. Duktus deferensin mukoza katmanı ampulla bo­ yunca ejakülatuvar duktusun içine kadar devam ederken, kas katmanı ampulladan sonra bitmektedir.



YARDIMCI GENITAL BEZLER Yardımcı genital bezler, erkeklerde üreme işlevi­ nin sürdürülmesi için gerekli salgıları üretir. Bu bezler seminal veziküller, prostat bezi ve bul-



boüretral bezlerdir. Seminal veziküller, uzunlukları 15 cm olan iki adet ol­ dukça kıvrımlı kanaldır. Organdan kesitler alındığında aynı kanal farklı yönlerde gözlenebilir. Salgılayıcı grandilerden zengin, kübik ya da yalancı çok katlı silindirik epitel ile dö­ şeli kıvrımlı bir mukozası vardır. Bu granüllerin ultrastrüktürel özellikleri protein sentezleyen hücrelere benzer (Bkz. Bölüm 4). Seminal veziküllerin lamina propriası elastik lifler­ den zengindir ve ince bir düz kas katmanı ile çevrilidir (Şe­ kil 22-17). Bu seminal veziküller spermatozoonlar için depo­ lanma yeri değildir. Seminal veziküller viskoz, sarımsı renk­ te, sitrat, inozitol, prostaglandinler ve çeşitli proteinler gibi spermatozoonları aktive eden maddeleri içeren bir salgı üre­ tir. Erkek üreme sistemi ile ilişkili bu bezler tarafından üre­ tilen ve seminal sıvısıya salınan karbonhidratlar, sperm ha­ reketi için enerji kaynağını oluştururlar. Fruktoz, bu kar­ bonhidratlar içinde en fazla bulunan monosakkariddir. İnsan ejekülatının % 70 ’i seminal veziküllerden kaynaklanır. Semi­ nal veziküllerdeki epitel hücrelerinin boyutları ve salgılama süreçlerinin işlevsellik derecesi testosteron düzeylerine ba­ ğımlıdır. Prostat 30-50 adet dallanmış tübiiloalveoler bezden olu­ şur. Bu bezlerin kanalları prostatik üretraya boşalır (Şekil 22-



444



/



BÖLÜM 22



Epitel Düz kas Lamina propria



Şekil 22-17. Seminal vezikül. Bu, bezin tübüllerden oluştuğu izlenimini veren ve oldukça kat­ lanmış bir mukoza içeren, kıvrımlı tıibüler bezin bir kesiti. PSH boyama. Orta büyütme.



1, 22-18 ve 22-19). Prostatta üç ayrı bölge bulunur: Birincisi



merkezi bölgedir (central zone) ve bezin hacminin %25'ini kaplar. Yalancı çok katlı bir epiteii vardır ve bezin hacminin % 25'ini oluşturur. Bezin % 70’ini periferik bölge (periphe­ ral zone) oluşturur ve burası prostat kanserinin geliştiği baş­ lıca bölgedir. Geçiş bölgesi (transition zone), prostat hasta­ lıkları açısından önemlidir, çünkü burası selim prostat hiperplazilerinin büyük bir bölümünün kaynaklandığı bölge­ dir.



Prostatın tuboalveoler bezleri kübik ya da yalancı çok katlı siiindirik epitel içerir. Bezleri son derece zengin bir libromüsküler stroma çevreler (Şekil 22-20). Prostat bezi, düz kas liflerinden zengin bir fibroekıstik kapsül ile örtülüdür. Kapsülden çıkan septumlar bezin içine doğru uzanırlar ve bezi bölmelere ayırırlar; bu bölmeler erişkin erkekte kolay­ ca seçilemez. Prostat bezi, prostat sıvısını üretir ve ejekülasyon sırasın­ da fırlatma gücü sağlamak üzere bunu biriktirir. Seminal vezikiilde olduğu gibi, prostatın yapısı ve işlevi testosteron dü­ zeylerine bağlıdır.



KLİNİK BİLGİ



Şekil 22-18. Üç bölgede bezlerin dağılımını gösteren pros­ tat kesiti. Bezlerin kanalları üretraya açılmaktadır.



50 yaşın üstündeki erkeklerin %50'sinde, 70 ya­ şın üzerindeki erkeklerin ise %95'inde selim p ro s ta t h ip e rtro fis i bulunur. Vakalann yalnızca %5-10’unda üretra obstrüksiyonuna yol açarak klinik semptomlar verir. M align p ro s ta t tüm örü erkeklerde en sık görülen ikinci kanser türüdür ve kansere bağlı ölümlerin önde gelen üçüncü nedenidir. Prostat bezinin ürettiği prostat spesifik antijen (PSA) ka-



I



ERKEK ÜREME SİSTEMİ



/



445



Prostatik üretra



Bezler



Bağ dokusu Düz kas



Şekil 22-19. Prostatik üretrayı ve bağ do­ kusu ve düz kas hücreleriyle çevrili tuboalveoler bezleri gösteren prostatın merkezi bölümünün kesiti. PT boyama. Küçük bü­ yütme.



Glandüler epitel



Bağ dokusu



Düz .kas Şekil 22-20. Bağ dokusu ve düz kas hücre­ leriyle çevrili prostat bezleri. PT boyama. Küçük büyütme.



446 /



BÖLÜM 22



na salgılanır. Malign durumlarda serumdaki yo­ ğunluğu genellikle arttığından, tümör tanısında ve tedavinin izlenmesinde yararldtr.



Prostat bezlerinin lümeninde sıklıkla 0.2-2 mm çapında, glııkoprotein yapısında küçük küresel cisimcikler bulunur. Bunlar prostat taşları ya da korpora amilasea olarak adlan­ dırılır. Önemi anlaşılamamış olmakla birlikte, sayıları ilerle­ yen yaşla birlikte artmaktadır. Bulboüretral bezler (Cowper bezleri), çapları 3-5 mm olan ve iiretranın membranöz kısmının proksimalinde yerle­ şerek buraya boşalan bezlerdir (Şekil 22-1). Mukus salgıla­ yan tek katlı silindirik epitel ile döşeli tübüloalveoler bezler­ dir. Her bezi loblara ayıran septumlarda iskelet ve düz kas hücreleri bulunur. Salgısı, kayganlaştırıcı işlevi gören berrak bir mukustur.



PENİS Penis başlıca üç silindirik erektiI doku kitlesi ve üretrayı içermekte olup, dıştan deri ile sarılmıştır. Bu silindirlerden ikisi penisin korpus kavernozumlan olarak adlandırılır ve dorsal olarak yerleşmiştir. Üretranın korpus kavernozumu ya da korpus spongiyozum olarak adlandırılan üçiincüsü ventral olarak yerleşmiştir ve üretrayı çevreler. Bu yapı en sonunda genişleyerek glans penisi oluşturur (Şekil 22-1). Penil üretranın büyük bölümü yalancı çok katlı silin­ dirik epitel ile döşelidir; glans peniste bu, çok katlı yassı epitele dönüşür. Mukus salgılayan Littre bezleri penil tiretra boyunca bulunur. Prepusyum (sünnet derisi), içinde düz kas lifleri ile bağ dokusu içeren geriye çekilebilir (retrakti)l bir deri katlamışı­ dır. Glansı çevreleyen deride ve katlantı içinde yağ bezleri bulunur. Korpus kavernozumlar, tunika albuginea denilen ve tı­ kız bağ dokusundan oluşan dayanıklı bir katman ile örtülü­ dür (Şekil 22-21). Penisin ve üretranın korpus kavernozumkırı erektil dokudan oluşmuştur. Erektil doku, endotel hüc­ releri ile döşeli ve bağ dokusu lifleri ile düz kas hücrelerin­



Derin dorsal arter' Dorsal arter



den oluşan trabekülalarla ayrılan çok sayıda venöz boşluk­ lar içerir. Penisin arteriyel kan akımı internal pudental arterlerden gelir, bunlardan da penisin derin arterleri ve dorsal arterleri çıkar. Derin arterler, besleyici ve helisin arterleri oluşturmak üzere dallanır. Besleyici arterler trabekiilalara gerekli oksijen ve besin maddelerini sağlarken, helisin arterler doğrudan kavernöz boşluklara (erektil doku) açılırlar. Helisin arterler ve derin dorsal venler arasında arteriyovenöz santiar vardır. Penisin ereksiyonu hemodiıramik bir olaydır ve peniste­ ki vasküler boşlukların duvarlarındaki düz kaslar ile arteri­ yel kasların aldıkları sinirsel uyarılarla kontrol edilir. Yumu­ şak durumda iken peniste en az kan akımı vardır. Ereksiyonda olmadığında, kas gerginliği hem penil düz kasın içsel gerginliği, hem de sürekli duysal (sempatik) uyarılar tarafın­ dan dürtüklenen gerginliği sağlanır. Parasempatik kaynaklı vazodilatatör uyarılar penil damarların ve kavernöz düz ka­ sın gevşemesini sağladığında, ereksiyon oluşur. Vazodilatasyon, aynı zamanda penil dokuya gelen sempatik vazokonstriktör uyarıların baskılanmasını sağlamaktadır. Penil arterler­ de ve kavernöz boşluklardaki genişleme, kan akımında artı­ şa yol açarak bu boşlukların kanla dolmasını ve sonuçta pe­ nisin sertleşmesini sağlar. Korpus kavenozumların kasılması ve gevşemesi hücre içi kalsiyum düzeylerine bağlıdır ve bu da, guanozin monofosfataz tarafından denetlenir. Ejakülasyon ve orgazmdan sonra parasempatik aktivite azalır ve penis önceki yumuşak durumuna döner.



KLİNİK BİLGİ Boşalma kusurlarının sağaltımı için geliştirilen yeni ilaçlar, korpus kavernozumda bulunan ve guanozin monofosfat gibi siklik nükelotidleri dü­ zenleyen fosfodiesteraz enzimi üzerinde etki göstermektedir.



Yüzeysel dorsal arter Dorsal arter Tunika albuginea



Derin arter Penisin korpus kavernozumu



Erektil doku



Üretra Üretranın korpus kavernozumu



Ş ekil 22-21. Penisin enine kesiti.



ERKEK ÜREME SİSTEMİ



/



447



KAYNAKLAR Afeeiius BA et al: Lack o f dynein arms in im m otile human spermatozoa. J Cell Biol 1 9 7 5 :6 6 :2 2 5 .



Hafez ES E , Spring-M ills E (editors): Accessory Glands tive Tract. Ann Arbor Science Publishers, 1979.



BonkhofF H , Remberger K: M orphogenetic aspects o f normal and abnormal prostatic growth. Pathol Res Pract 1 9 9 5 :1 9 1 :8 3 3 .



Johnson A D , Gom es W R (editors): 1 9 7 0 -1 9 7 7 .



Bruunwald E et al: Hill, 2 0 0 1 .



Harrisons Principles o f Internal Medicine,



Dait W G : A utonom ic control o f penile erectile tissue. In: Research. Series 16. Springer-Verlag, 1987.



The Testis.



o f the Male Reproduc­



Vols 1 - 4 . Academic Press,



15 th ed. M cGraw-



McNeai JE : Normal histology o f the prostate. Am J Surg Pathol 1988; 12:619.



Experimental Brain



Tindall D J et al: Structure and biochemistry o f the Sertoli cell. Int Rev Cytol 1 9 8 5 :9 4 :1 2 7 .



Fawcett D W : T h e mammalian spermatozoon. Dev Biol 1 9 7 5 :4 4 :3 9 4 .



Trainer T D : Histology o f the normal testis. Am J Surg Pathol 1 9 8 7 :1 1 :7 9 7 .



Dişi Üreme Sistemi



Dişi üreme sistemi iki iletim kanalı, ovaryum, iki oviclııkt (tuba uterina), uterus, vajina ve dış genital organdan oluşur (Şekil 23-1). İşlevleri dişi cins hücreleri olan gametlerin (o o­ sitler) üretimi ile embriyo ve fetiis evrelerinden doğuma ka­ dar döllenmiş oositi taşımaktır. Ayrıca, üreme sisteminin or­ ganlarını kontrol eden ve vücudun diğer organları üzerinde etkileri olan cinsiyet hormonlarını da üretir. İlk menstriiasyon (aybaşı) kanamalarının oluştuğu m enarşta (ilk adet) başlayarak üreme sistemi yapı ve işlevsel etkenlik bakımın­ dan döngüse! (siklik) değişiklikler geçirir. Bu değişiklikler hormonlarla kontrol edilir. Menapoz, döngüsel değişiklikle­ rin clüzensizleştiği ve sonunda tümüyle ortadan kalktığı de­ ğişken bir süreçtir. Menapoz sonrası dönemde üreme siste­ minde yavaş bir gerileme görülür. Meme bezleri üreme sis­ teminin dışında olsa da, üreme sisteminin işlevsel durumu­ na doğrudan bağlı olarak değişiklikler gösterdiklerinden, bu bölümde ele alınacaktır.



ÖVERLER Överler yaklaşık 3 cm uzunluk, 1.5 cm genişlik ve 1 cm ka­ lınlıkta badem biçiminde yapılardır. Yüzeyleri basit yassı ya da kübik epitel ile kaplıdır; bu epitel germinal epitel ola­ rak adlandırılır. Germinal epitelin altında, ovaryum un beya­ zımsı rengini veren ve tunika albuginea olarak adlandırılan tıkız bir bağ dokusu katmanı bulunur. Tunika albugineanın altında oositleri içeren ovaryum folikiillerinin bol miktarda



Döllenme



Tuba uterina



bulunduğu dış kısımda (kortikal bölge) yer alır. Foliküller, kortikal bölgenin bağ dokusu (strom a) içinde gömülüdür. Bu stroma tipik iğ biçiminde fibroblastlar içerir, ve bu fibroblastlar, hormonal uyanlara diğer organların fibroblastlarından farklı yanıt verir. Ovaryumun en iç kısmı gevşek bağ dokusu içinde zengin bir damar yatağı içeren medüller böl­ gedir. Korteks ile mediilla bölgeleri arasında kesin bir sınır yoktur (Şekil 23-2 ve 23-3).



Ovaryumun gelişimi Embriyonik yaşamın yaklaşık birinci ayında, primordiyal germ hücrelerinden oluşan küçük bir hücre topluluğu vitellüs kesesinden gonad taslağına göç eder. Gonadlarda bu hüc­ reler bölünerek oogonyumlara dönüşür. Bölünmeler o ka­ dar yoğundur ki, uterus içi yaşamın ikinci ayında yaklaşık 600 000, beşinci ayı dolaylarında da 7 milyonun üzerinde oogonyum vardır. Üçüncü aydan başlayarak oogonyumiar birinci mayoz bölünmenin profaz evresine girmeye başlar, ancak bölünme diploten evresinde durarak mayoz bölünmenin di­ ğer evrelerine ilerlemez. Bu hücreler prim er (birinci) oosit­ lerdir (Yun. oon, yumurta + kytos, hücre) ve foliküler hüc­ reler olarak adlandırılan yassı hücrelerle çevrilidir. Gebeliğin yedinci ayına ulaşıldığında, oogonyumların çoğu primer oo­ sitlere dönüşmüştür. Ancak, primer oositlerin çoğu, atrezi olarak adlandırılan bir yıkımla (dejeneratif süreçle) yok olur. Sonuç olarak, puberte (ergenlik) dolaylarında överler yakla­ şık 300 000 oosit içerir. Atrezi, kadının üreme çağı boyunca



Uterus fundusu



Over bağı



Ş ekil 23-1. Dişi üreme sisteminin iç organları.



449



450 /



BÖLÜM 23



Tunika albuginea Arterler ve veriler-



Germinal epitel



Primordiyal foliküller



Medüller bölge



Kortikal bölge



Şekil 23-2. Doğurganlık çağında bir kadının, içerdiği başlıca yapılarla bir­ likte ovaryumu: germinal epitel, tunika albuginea, kortikal bölge ve me­ düller bölge.



Ovulasyon öncesindeki folikül Korpus luteum



sürer ve 40-45 yaşlarında yaklaşık 8000 oosit kalır. Her ayba­ şı döngüsünde (ortalama süre 28 gün) genellikle tek bir oo­ sit serbest bırakıldığından ve kadının doğurganlık çağı yakla­ şık 30-40 yıl sürdüğünden, yalnızca 450 kadar oosit salınmış olur. Tüm diğer oosider atrezi yoluyla ortadan kaldırılır.



Ovaryum Folikülleri Bir ovaryum folikülü, bir ya da daha fazla folikül hücresi ya da granüloza hücresi katmanıyla çevrili bir oosit içerir. Fetal yaşam sırasında oluşan foliküller (primordiyal foli­ küller) ise tek sıralı yassı folikül hücreleriyle çevrili bir pri­ mer oosit içerir (Şekil 23-4, 23-5 ve 23-6). Bu foliküller, kor­ tikal bölgenin en üst katmanında yer alır. Primordiyal folikülün içindeki oosit yaklaşık 25 pm çapında, küre biçiminde bir hücredir. Büyük bir nükleusu ve yine büyük bir nükleolusu vardır. Bu hücreler, mayoz bölünmenin birinci profaz evresindedir. Kromozomlar çoğunlukla çözülmüş haldedir



bölge



bölge



Şekil 23-3. Bir ovaryumun kortikal bölge ve medüller böl­ gelerini gösteren fotomikrografı. H&E boyama. Küçük bü­ yütme.



Korpus albikans



Büyümekte olan foliküller



ve koyu boyanmazlar. Sitoplazmadaki organeller nükleusa yakın bir küme oluşturma eğilimi gösterirler. Sitoplazmada çok sayıda mitokondri, birkaç Golgi kompleksi ve endoplazma retikulumu sarnıçları bulunur. Folikül hücrelerinin altın­ da bir bazal lamina bulunur ve folikülleri, çevreleyen stromadan ayıran sınırı oluşturur. Ergenlik çağından (puberte) başlayarak, küçük bir pri­ mordiyal folikül grubunda, foliküler büyüme olarak adlandı­ rılan bir süreç başlar. Bu süreç oositler, granüloza hücreleri ve bu folikülleri çevreleyen stromadaki fibroblast hücrelerin­ deki değişiklikleri kapsar. Büyüme sürecine giren folikiillerin, çok sayıda primordiyal folikül arasından nasıl seçildiği bilinmemektedir.



Foliküler Büyüme Foliiküllerin büyümesi, iıipofizden salgılanan folikül uyarıcı hormon (FSH) tarafından uyarılır. Oosit büyümesinin en hızlı olduğu dönem foliküler büyümenin birinci evresidir; bu sıra­ da oositin çapı maksimuma (125-150 pm) ulaşır. Nükleus bü­ yür, mitokondrilerin sayısı artar ve sitoplazmada eşit olarak dağılırlar; endoplazma retikulumu genişleme (hipertroPı) gös­ terir. Golgi aygıtları da hücre yüzeyinin hemen altına göç eder. Folikül hücreleri mitoz bölünmeyle çoğalırlar ve tek katlı bir kübik hücre katmanı oluştururlar. Bu aşamadaki folikül, tek katmanlı (ünilaminer) prim er folikül olarak adlandırılır (Şekil 23-4 ve 23-6). Folikül hücreleri çoğalmayı sürdürür ve çok katlı foliküler epiteli ya da granüloza tabakasını oluştu­ rurlar. Buradaki hücreler “gap junctionlar” aracılığıyla iletişim kurar ve bu durumdaki folikül çok katmanlı (mültilaminer) primer folikül ya da preantral folikül olarak adlandırılır (Şekil 23-4 ve 23-7). Oositler kalın, amorf bir örtü olan örtü olan zona pellusida ile çevrilidir ve bu katman en az üç fark­ lı glikoprotein içerir (Şekil 23-8). Zona pellusidanın sentezine hem oositlerin hem de folikül hücrelerinin katkıda bulunduğu düşünülmektedir. Folikül hücrelerinin uzantıları (filopodlar) ve oositlerin mikrovillüsleri, zona pellusida içine uzanırlar ve birbirleriyle “aralık bağlantıları” aracılığıyla iletişim kurarlar. Foliküller esas olarak granüloza hücrelerinin boyut ve sayıca artmasıyla büyüdükçe kortikal bölgenin daha alt böl­ gelerine göç eder. Folikül hücreleri arasında sıvı (likör foliküli) toplanmaya başlar. Sıvıyı içeren ufak boşluklar birleşe-



DIŞI ÜREME SİSTEMİ



Primordiyal folikül



Oosit Stroma hücresi Folikül hücresi



Tek katmanlı primer folikül



Bazal lamina Zona pellusida oluşumu



Çok katmanlı primer ( folikül '



^ ^ ^ - Z o n a pellusida Granüloza hücreleri ‘ -i— Teka interna



Sekonder (antral) folikül



i



451



reler, folikül duvarında belirli bir yerde yoğunlaşır. Bu hüc­ relerden küçük bir tepecik oluşturur; antrumun İç kısmına doğru uzantı yapan ve oositi de içeren bu yapıya kümülüs ooforus ismi verilir (Şekil 23-10). Bir grup granüloza hücre­ si oositin çevresinde yoğunlaşır ve korona radyata oluştu­ rur. Bu granüloza hücreleri, ovaryumu terk ederken oosite eşlik eder (Şekil 23-10). Oositte ve granüloza tabakasında bu değişiklikler olu­ şurken, foliküliin hemen bitişiğindeki stromada yer alan fibroblastlar teka foliküli (teka Yunanca, kutu) oluşturmak üzere farklılaşır. Bu katman daha sonra teka intem a ve te­ ka eksterna olarak farklılaşır (Şekil 23-4, 23-10 ve 23-11). Teka internanın hücreleri tamamen farklılaştığında steroid üreten hücreler ile benzerince yapı gösterir. Bu özellikler arasında bol miktarda düz endoplazma retikulumu, tübüler kristaya sahip mitokondriler ve çok sayıda lipid damlacıkla­ rı yer alır. Bu hücrelerin, granüloza tabakasına taşman bir steroid hormon olan androstenedion sentezlediği bilin­ mektedir. Granülozadaki hücreler, folikül uyarıcı hormonun



Germanal epitel



Tunika albuginea



Antrum



f b



£



/



Teka intema Teka eksterna Granüloza hücreleri



Ovaryum stroması Teka eksterna Teka interna Antrum



a\ Primordiyal ^ foliküller



Granüloza hücreleri Korona radyata Kümülüs ooforus



Ş ekil 23-4. Primordiyal folikülden olgun foliküle doğru geli­ şen ovaryum folikülleri. Foliküllerin görece oranları bu çi­ zimde korunmamıştır.



Folikül iV hücreleri



m



%



. Oosit



1



Sitoplazma Çekirdek



rek daha büyük bir boşluk (antrum ) oluşturur (Şekil 23-4 ve 23-9). Bu foliküller artık sekonder ya da antral folikül olarak adlandırılır. Folikül sıvısı plazma bileşenlerini ve foli­ kül hücreleri tarafından salgılanan ürünleri içerir; sıvıda glikozaminoglikanlar, steroid-bağlayıcı proteinler de dahil ol­ mak üzere bazı proteinler ve yüksek konsantrasyonda steroidler (progesteron, androjenler ve östrojenler) bulunur. Granüloza hücrelerinin antrumu oluşturmak üzere yeni­ den düzenlenmesi sırasında, bu katmanda yer alan bazı hiic-



fe rz s e ?



Ş ekil 23-5. Ovaryumun dış (kortikal) bölgesini gösteren fotomikrograf. Ovaryum germinal epitel ve tunika albuginea ile örtülüdür. Her biri bir yassı folikül hücresi katmanıyla çevrili bir oosit tarafından oluşturulan primordiyal folikül grupları ovaryumun bağ dokusunda (stroma) görülmekte­ dir. Giemsa boyama. Küçük büyütme.



452 /



BÖLÜM 23



ler yıkıma uğrar. Baskın olan folikül, foliküler büyümenin en son aşamasına ulaşabilir ve ovulasyonu gerçekleştirebilir. Olgun folikül ya da graaf folikülü olarak adlandırılan bu ovulasyon öncesi folikül son derece büyüktür (yaklaşık 2.3 cm çapında), ovaryum yüzeyinden dışarı doğru şişkinlik ya­ par ve ultrasonografik inceleme ile saptanabilir. Sıvı toplan­ masının bir sonucu olarak, folikül boşluğunun boyutlarında bir artış olur ve oosit, granüloza hücrelerinden oluşan bir sap (pedikül) ile folikül duvarına bağlanır. Granüloza hücre­ leri folikülün büyümesiyle orantılı bir biçimde çoğalmadı­ ğından, granüloza tabakası daha ince bir hale gelir. Bu foli­ küller son derece kalın bir teka katmanına sahiptir. Primordiyal folikülden olgun folikülün oluşumuna dek tüm büyüme süreci yaklaşık 90 gün sürer.



Folikül Bozulması Ovaryum folikülierinin çoğu atreziye uğrar, folikül hücreleri ile oositler ölür ve ortadan kaldıran (fagositoz) hücreler ta­ rafından sindirilir. Gelişiminin herhangi bir aşamasındaki fo­ likül (primordiyal, primer, preantral ve antral) atreziye uğra­ yabilir (Şekil 23-12). Bu süreç, granüloza hücrelerinde mitoz bölünmenin durması, granüloza hücrelerinin bazal latninadan ayrılması ve oositin ölümü ile belirginleşir. Hücre ölü­ münden sonra kalıntıları fagosite etmek üzere folikülü mak-



Şekil 23-6. Ovaryumun dış (kortikal) bölgesi. Bir oosit ve yassı folikül hücrelerinden oluşan primordiyal foliküllerin yanı sıra büyümenin ilk aşamasında olan foliküller (tek kat­ manlı primer foliküller) de bulunmaktadır. Bu foliküller, bir oosit ve tek sıralı kübik granüloza hücrelerinden oluşmak­ tadır. Pararosanilin-toluidin mavisi (PT) boyama. Küçük bü­ yütme.



etkisiyle androstenedionu östrojene dönüştüren aromataz enzimini salgılar. Östrojen, folikülii çevreleyen stromaya dö­ ner, kan damarları aracılığıyla kana geçer ve tüm vücuda ya­ yılır. Teka eksterna, başlıca, teka internayı çevreleyen orga­ nize fibroblast katmanlarından oluşur. İki teka katmanı ara­ sındaki sınır belirgin değildir. Buna karşılık, teka interna ve granüloza tabakası arasındaki sınır, hücrelerinin morfolojik olarak farklı olmasından ve aralarında kalın bir bazal membran bulunmasından dolayı iyi belirlenmiştir (Şekil 23-11). Endokrin işleve sahip tüm organlar gibi teka interna da damardan zengindir; küçük kan damarları teka İnternaya gi­ rer ve bu bölgenin salgısal hücrelerinin çevresinde zengin bir damar ağı oluşturur. Foliküler büyüme aşamasında, gra­ nüloza tabakasında kan damarı bulunmaz. Her aybaşı dönemi sırasında, genellikle bir folikül diğer­ lerinden daha fazla büyür ve baskın hale gelir. Diğer folikül­



Şekil 23-7. Bir oosit ve birkaç sıralı granüloza hücrelerin­ den oluşan (preantral) ovaryum folikülünün ışık mikroskop fotoğrafı. Oositi çevreleyen zona pellusida görülmektedir. Pikrosirius-hematoksilen (PSH) boyama. Orta büyütme.



DİŞİ ÜREME SİSTEMİ /



Oosit



453



Folikül hücreleri



Şekil 23-8. Ovaryumun elektron tarama mikrografı; folikül hücreleri tarafından çevrilmiş bir oosit gö­ rülmektedir. Oositi örten ve düzensiz bir ağ gibi görünen yapı zona pellusidadır. x 2950 (C. Barros’un izniyle). rofajlar istila eder. Daha ileri bir evrede, fibroblastlar folikiilün bulunduğu alanı kaplar ve kolajen içeren bir nedbe (ya­ ra iyileşme dokusu) oluşturur; bu doku uzun süre kalabilir. Folikiil atrezisi doğum öncesinden menapozun birkaç yıl sonrasına dek görülmesine rağmen, özellikle yoğun olduğu bazı dönemler vardır. Anne hormonların etkisinin ortadan kalktığı doğumdan hemen sonraki dönem ile nitelik ve ni­ celik açısından hormonal değişikliklerin görüldüğü ergenlik (puberte) ve gebelik sırasında oldukça belirginleşir.



Ovulasyon Ovulasyon, olgun folikül duvarının yırtılması ve oositin ser­ best kalmasıdır; serbest kalan oosit oviduktun genişlemiş ucu tarafından yakalanır. Bu olay aybaşı döngüsünün orta­ larında, yani 28 günlük döngünün yaklaşık 14. gününde ger­ çekleşir. İnsanda çoğunlukla her döngüde ovaryumdan yal­ nızca bir oosit serbest bırakılır, ancak bazen ovulasyon ger­ çekleşmeyebilir (anovulatuar siklüs). Bazen de aynı anda iki ya da daha fazla oosit atılabilir ve bunların hepsi döllendiği takdirde birden fazla fetiis oluşabilir. Ovulasyon için uyarıyı oluşturan, büyüyen folikül tara­ fından üretilen dolaşımdaki yüksek östrojen düzeylerine ya­ nıt olarak ön hipofizden salgılanan luteinizan hormondaki



(LH) ani bir artıştır. Kan LH düzeylerindeki artıştan sonra birkaç dakika içinde ovaryumun kan akımında bir artış gö­ rülür ve plazma proteinleri kapiller ve postkapiller veniillerden sızarak ödeme yol açar. Lokal olarak, prostaglandinler, histamin, vazopressin ve kolajenaz salıverilir. Granüloza hücreleri daha fazla hiyaluronik asit üretir ve gevşek bir hal alırlar. Folikül duvarının küçük bir kısmı, tunika albugineaclaki kolajen yıkımı, iskemi ve bazı hücrelerin ölmesi nede­ niyle zayıflar. Foliküler sıvı basıncındaki artış ve büyük ola­ sılıkla düz kas hücrelerinin kasılmasıyla birlikte bu zayıfla­ ma, folikül dış duvarının yırtılmasına ve ovulasyona yol açar. Ovulasyonun yakın olduğunun bir göstergesi, folikül yüze­ yinde stig m a n ın görülmesidir; bu, kan akımının durması sonucu folikül duvarının renginde ve saydamlığında oluşan lokal değişikliktir. Birinci mayoz bölünme ovulasyonclan hemen önce ta­ mamlanır (bu ana kadar oositler, fetal yaşam sırasında baş­ layan birinci mayoz bölünmenin profaz evresindedir). Kro­ mozomlar yavru hücreler arasında eşit olarak bölünür, an­ cak sekonder oositlerden biri sitoplazmanın hemen hemen tümünü alırken diğeri birinci kutup cismi haline gelir. Bi­ rinci kutup cismi, niikleus ile çok az miktarda sitoplazma içeren çok küçük bir hücredir. Birinci kutup cisminin atılma-



454 / BÖLÜM 23



sından hemen sonra, oositin niikleusu ikinci mayoz bölün­ meye başlar; bu bölünme metafaz evresinde durur. Folikül duvarının yırtılmasıyla, oosit ve birinci kutup cis­ mi, zona pellusida, korona radyata ve bir miktar folikül sıvı­ sıyla birlikte ovaryumu terk eder ve tuba uterinanın açık ucundan içeri girer. Oosit burada döllenebilir. Döllenme ovulasyon sonrasında ilk 24 saat içinde gerçekleşmezse, oo­ sit bozulur ve ortadan kaldırılır.



Korpus Luteum (Sarı Çizim)



Ş e k il23-9. Antral folikülün bir kısmını gösteren fotomikrograf. Granüloza tabakasında görülen boşluklar (A) birleşerek daha büyük bir boşluk (antrum) oluşturacaktır. Oosit zona pellusida ile çevrilidir. Granüloza hücreleri (G) oositi çevreler ve folikül duvarını örter. Folikülün çevresinde bir teka görülebilir. H&E boyama. Orta büyütme.



Ovulasyondan sonra, folikülün granüloza ve teka interna hücreleri, korpus luteum (sarı cisim) olarak adlandırılan ge­ çici bir içsalgı bezi oluşturmak üzere yeniden düzenlenir (Şekil 23-8). Korpus luteum ovaryumun korteks bölgesinde yerleşir. Folikül sıvısının boşalması ile folikül duvarı kıvrımlı bir hal alır (Şekil 23-13)- Folikül boşluğuna bir miktar kanama olur; bu kan burada pıhtılaşır (koagulasyon) ve daha sonra yerini bağ dokusu alır. Bu bağ dokusu ile birlikte giderek or­ tadan kaldırılan kan pıhtısı artıkları korpus luteumun en iç kısmını oluşturur. Ovulasyondan sonra granüloza hücreleri bölünmemesi­ ne rağmen, boyutlarında büyük bir artış görülür (20-35 pm çapında). Bunlar korpus luteum parenkimasıntn yaklaşık % 80’ini oluşturur ve granüloza lutein hücreleri adını alırlar (Şekil 23-14). Bu hücreler steroid salgılayan hücrelerin özel­ liklerine sahiptir. Bu durumları, protein salgısı yapan hücre­ ler gibi göründükleri ovulasyon öncesi foiiküldeki yapıların­ dan tümüyle farklıdır. Teka internanın hücreleri de teka lutein hücrelerini oluşturarak korpus luteumun oluşumuna katkıda bulunurlar (Şekil 23-13). Bu hücreler granüloza lutein hücrelerine ben­ zer yapıda, ancak daha küçüktür (yaklaşık 15 pm çapında) ve daha koyu boyanırlar. Bu hücreler korpus luteum duva­ rının kıvrımlarında yerleşirler. Teka internanın kapiller ve lenfatik damarları korpus lu­ teumun iç kısmına doğru gelişir ve bu yapının zengin damar ağını oluşturur.



Granüloza hücreleri Antrum Korona radyata Oosit



Kümülüs ooforus



Şekil 23-10. Bir antral folikü­ lün ışık mikroskop fotoğrafı. Korona radyatanın granülo­ za hücreleriyle çevrelenmiş olan ve kumulus ooforusun hücreleriyle desteklenen oo­ sit görülmektedir. Geriye ka­ lan granüloza hücreleri foli­ kül duvarını oluşturur ve bü­ yük antrumu çevreler. Bütün folikülü bir teka sarar. PT bo­ yama. Orta büyütme.



DİŞİ ÜREME SİSTEMİ



/



455



Şekil 23-11. Bir antral folikül duvarının küçük bir kısmını gösteren fotomikrograf. Ant­ rum, granüloza tabakası ve tekalar görülmektedir. Teka interna folikülü çevreler ve sitoplazmaları, steroid üreten hücrelere özgü lipid damla­ cıkları içerdiğinden açık renk boyanır. Teka internayı teka eksterna çevreler; bu katman ovaryum stroması ile birleşir. Granüloza hücreleri teka internadan bir bazal membran ile ayrılır. PT boyama. Büyük büyütme.



Yumurtayı atan folikülün hücrelerinin yeniden düzen­ lenmesi ve korpus luteumun oluşumu, ovulasyon öncesinde salgılanan LH’nin uyarısı sonucu gerçekleşir (Şekil 23-15). Yine, LH uyarımıyla korpus luteum hücrelerinin enzimlerin­ de değişiklik olur ve korpus luteum progesteron ve östrojenleri salgılamaya başlar. Korpus luteumun kaderi gebeliğin oluşup oluşmamasına bağlıdır. LH uyarımının ardından, korpus luteum 10-12 gün süreyle hormon salgılamak üzere programlanmıştır. Bunun dışında hormonal uyarı olmaz ve gebelik oluşmazsa, korpus luteum hücreleri doğal ölüm (apoptozis) ile dejenere olur. Progesteron salgısındaki azalmanın sonuçlarından biri mest-



ruasyondur. Menstruasyonda uterus mukozasının bir kısmı dökülür. Östrojen, hipofizden folikül uyarıcı hormonun sal­ gılanmasını baskılar. Korpus luteum bozulduktan sonra, ste­ roid hormonların kandaki konsantrasyonları azalır ve folikül uyarıcı hormon salgılanır. Folikül uyarıcı hormon da başka folikiillerin büyümesini uyarır ve bir sonraki menstrüel siklüs başlar. Yalnızca menstrüel sikliisün bir kısmı süresince kalan korpus luteum, menstruasyon korpus luteumu ola­ rak adlandırılır ve hücresel kalıntıları makrofajlar tarafından yutulur. Korpus luteumun bulunduğu yer fibroblastlar tara­ fından kaplanır ve tıkız bağ dokusundan oluşan bir yara izi gelişir. Bu dokuya korpus albikans adı verilir (“beyaz ci-



Antrum Oosit Olü granüloza hücreleri



ranüloza tabakası



Şekil 23-12. Atreziye uğrayan bir folikülün ışık mikroskop fo­ toğrafı (1) Granüloza hücreleri­ nin ölümü, pek çoğu antrumda gevşek bir şekilde görülmekte­ dir;. (2) Korona radyata hücre­ lerinin kaybı; (3) Antrumda ser­ best olarak yüzen oosit görül­ mektedir. PT boyama. Orta bü­ yütme.



456



/



BÖLÜM 23



stromada çoğu kez tek tek ya da küçük gruplar halinde ka­ lır. Bu hücreler interstisyel hücreler olarak adlandırılır. Çocukluk döneminden menapoza dek izlenen bu hücreler, LH tarafından uyarılarak steroid salgılar.



OVİDUKT (FALLOP TÜPLERİ) Fallop tüpleri (yumurta geçiti) (tuba uterina), yaklaşık 12 cm uzunluğunda, büyük hareketliliğe sahip kaslı bir kanaldır (Şekil 23-1). infundibulum olarak adlandırılan bir ucu ovaryum yakınında periton boşluğuna açılır ve fimbriya adı ve­ rilen çok sayıda parmaksı uzantılardan oluşan bir saçaklannıa gösterir; diğer ucu uterus duvarını geçer ve bu organın iç kısmına açılır. Ovicluktun duvarı 3 katmandan oluşur: (1) mukoza, (2) kalın düz kası tabakası (müskülaris) içte bir dolanan ya da spiral katman ve dışta yer alan bir uzunlamasına katman bi­ çimde düzenlenmiş ve (3) seroza, viseral peritondan oluşur. Mukoza, en çok ampullada olmak üzere uzunlamasına kıvrımlar içerir. Enine kesitlerde ampullanın liimeni bir labi­ rente benzer (Şekil 23-17). Tubanın uterusa yalcın bölümler­ de katlanmalar küçülür, intramural bölümde, katlanmalar azalarak lümene doğru uzanan küçük çıkıntılara dönüşür ve iç yüzeyi neredeyse dümdüz bir hale gelir. Mukoza tek katlı silindirik epitelden ve gevşek bağ do­ kusundan oluşan bir lamina propriadan oluşur. Epitel iki tip hücre içerir. Bunlardan birinde silyalar bulunurken, diğeri salgı yapıcı özellik gösterir (Şekil 23-18 ve 23-19). Silyalar



Teka lutein hücreleri



Granüloza lutein hücreleri



Bağ dokusu



Şekil 23-13. Korpus luteumun bir kısmı. Hücrelerin büyük bir kısmını oluşturan granüloza lutein hücreleri, granüloza tabakasından köken alır. Bunlar, teka internadan kaynakla­ nan teka lutein hücrelerine göre daha büyüktür ve daha açık renk boyanır.



sim" anlamına gelir ve çok miktarda kolajen içermesi nede­ niyle böyle adlandırılır) (Şekil 23-16). Gebelik oluşursa, uterus mukozası dökülmez; çünkü dö­ külürse uterusa yerleşen embriyo ölür ve gebelik sonlanır. Embriyonun trofoblastik hücreleri tarafından sentezlenen bir hormon olan insan koriyonik gonadotropin horm onu (HCG) korpus luteumu uyaran sinyaller gönderir. HCG’nin etkisi LH’ye benzerdir, böylece korpus luteumun bozulması engellenir, bu endokrin bezin daha da büyümesini sağlar ve progesteron salgısını uyarır (progesteron uterus mukozası­ nın gebelik boyunca korunmasını sağlar). Progesteron, ute­ rus mukozasını korumasının yanı sıra uterus bezlerinin sal­ gısını da uyarır; bu bezlerin salgısının, plasenta işlev görme­ ye başlamadan önce embriyonun beslenmesi açısından önemli olduğu düşünülmektedir. Bu korpus luteuma gebe­ lik korpus luteumu denir, 4-5 ay kalır, daha sonra bozulur ve yerini menstruasyon korpus albikansından çok daha bü­ yük bir korpus albikans alır.



İnterstisyel Bezler Foliküler atrezi esnasında granüloza hücreleri ile oositler çö­ zülüp bozulmasına rağmen, teka interna hücreleri kortikal



Korpus luteum



Ovaryum stroması



Şekil 23-14. Korpus luteumun küçük bir kısmını gösteren fotomikrograf. Burada görülen hücrelerin çoğu granüloza lutein hücreleridir. PT boyama. Büyük büyütme.



DİŞİ ÜREME SİSTEMİ



/



457



Döllenmiş oosit zigot (Yun. zygotos, yumurtalanmış) ola­ rak adlandırılır ve hücre bölünmesi başlar. Zigot yaklaşık 5 gün sürecek bir yolculukla uterusa taşınır. Ovidukt mukoza­ sını kaplayan ince sıvı tabakasının hareketi ile birlikte kas ta­ bakasının kasılmaları, oositin ya da döllenmiş zigotun uteru­ sa doğru taşınmasına yardım eder. Bu hareket aynı zaman­ da ulerustan vücut (periton) boşluğuna mikroorganizmaların geçişine engel olur. İmmotil silya sendromu bulunan ka­ dınlarda da oosit ya da zigotun uterusa taşınması normaldir ki, bu da, taşıma için silya hareketine gereksinim olmadığı­ nı göstermektedir.



Hipotalamus



KLİNİK BİLGİ



1



14 Foliküler evre



28 gün Luteal evre



Anormal yuvalanma durumlarında embriyo ovi­ dukt içinde tutunabilir (ektopik gebelik). Bu gibi durumlarda, lamina propria endometriyuma ben­ zer bir tepki göstererek çok sayıda desidua hücre­ si oluşturur. Ancak ovidukt, çapının küçük olması nedeniyle, büyüyen embriyoyu tutamaz ve patla­ yarak, hemen müdahele edilmezse ölümcül olabi­ len şiddetli kanamalara yol açar.



Şekil 23-15. Hipofiz hormonları ovaryum fonksiyonlarının çoğunu kontrol eder. Folikül uyarıcı hormon (FSH), folikülün büyümesini ve granüloza hücrelerinde östrojen sentezi­ ni uyarır. Luteinizan hormon (LH) ovulasyonun oluşmasını sağlar, granüloza tabakası ve teka internayı aktif olarak hormon sentezleyen bir bez olan korpus luteuma dönüştü­ rür. Ovaryumda üretilen östojen ve progesteron hipotala­ mus üzerinde etki göstererek gonodotropin salgılatıcı hor­ mon (GnRH-Gonodotropin releasing hormone) salınmasını uyarır ya da baskılar. S y flü uterusa doğru hareket ederek oviduktun yüzeyini örten in­ ce ağdalı sıvı tabakasının hareketini sağlar. Bu sıvı esas ola­ rak titrek tüylü (silyalı) hücreler arasına serpiştirilmiş salgıla­ yın hücrelerin ürünlerinden oluşur. Ovulasyon sırasında, ovidukt aktif olarak hareket eder. Huni biçimindeki ucu (çok sayıda l'imbriyadan oluşan saçak­ lı uç) ovaryum yüzeyine doğru yaklaşır. Bu, ovaryumdan serbest bırakılan oositin tubaya taşınmasını kolaylaştırır. O o­ sit, kasların kasılması ve silyalı hücrelerin hareketiyle des­ teklenerek oviduktun infinclubulumuna girer. Tuba epitelinin salgısı oosit için besleyici ve koruyucu işlevlere sahiptir. Döllenmediği takdirde, oosit yaklaşık 24 saat canlı kalır. Sal­ gı aynı zamanda spermatozoonun etkinliğini (kapasitasyon) de sağlar. Döllenme genellike ampullackı gerçekleşir ve türe özgü diploid kromozom sayısına ulaşılır. Ayrıca, oositin ikinci mayoz bölünmeyi tamamlaması için bir uyaran oluşturur. An­ cak bu anda primer oosit sekonder oosite dönüşür. Sperma­ tozoon oositi döllediği sırada korona radyata genellikle dur­ maktadır ve oositin ovidukttan geçişi sırasında bir süre daha korunur. Döllenme gerçekleşmezse oosit ikinci mayoz bö­ lünmesini tamamlamadan otolize uğrar.



r : >• a . ' * V



î . Korpus albikans



Kolajen



$ £ ı-s r i



[foÇ; Ovaryum stroması



Şekil 23-16. Korpus luteumun gerilemesinden sonra yerini alan bağ dokusu iyileşme izi korpus albikans



458 /



BÖLÜM 23



nin boyutlarının artması) sonucu çok büyür. Gebelik sırasın­ da pek çok düz kas hücresi protein salgısı yapan hücrelerin ince yapı özelliklerini gösterir ve aktif olarak kolajen sentez­ ler. Böylece uterusun kolajen içeriği önemli ölçüde artar. Gebelik sonrasında, bazı düz kas hücrelerinde bozulma­ lar görülür, bazılarının boyutları azalır ve kolajen enzim et­ kisiyle yıkılır. Böylece uterusun boyutları gebelik öncesindekine yakın ölçülere iner.



Endometriyum



Şekil 23-17. Ovidukt duvarının bir kısmını gösteren fotomikrograf. Son derece kıvrımlı mukoza, bu bölgenin ovaryuma yakın olduğunu göstermektedir. PT boyama. Küçük büyütme.



Endometriyum, epitel ile basit tiibüler bezler içeren lamina propriadan oluşur. Bezler miyometriyuma yakın alt bölüm­ lerinde bazen dallanmalar gösterir. Endometriyum epileli tek katlı silyalı ve salgılayıcı silindirik epiteldir. Uterus bezlerinin epiteli yüzey epiteline benzese de, bezlerde silyalı hücreler çok azdır. Lamina propriada bağ dokusu fibroblastlardan zengindir ve bol miktarda temel madde içerir. Bağ dokusu lifleri ço­ ğunlukla tip III kokıjenden oluşmuştur. Endometriyum tabakası iki bölüme ayrılabilir: (1) bazalis, miyometriyuma komşu olan en alttaki bölümdür; lami­ na propria ve uterus bezlerinin başlangıç kısmını içerir. (2) fonksiyonalis, lamina propria ve bezlerin geri kalanı ve yü­ zey epitelini içerir. Fonksiyonalis aylık döngüler sırasında büyük değişiklikler geçirirken, bazalis hemen hemen değiş­ meden kalır. Endometriyumu besleyen kan damarları bu tabakanın büyük bir bölümünün periyodik olarak dökülmesinde özel bir öneme sahiptir. Arkuat arterler miyometriyumun orta tabakalarında dairesel olarak yerleşmiştir. Bu damarlardan endometriyumu besleyen iki grup damar çıkar: Bazalisi bes­ leyen düz arterler ve fonksiyonalise kan taşıyan kıvnm-



lı/spiral arterler.



UTERUS Uterus armut şeklinde bir organ olup, bir gövde (korpus), aşağıda uterus kavitesinin daraldığı iç ağız (internal os) ile iç ağızdan aşağıya doğru uzanan silindirik bir yapı olan serviksten oluşur. Uterus gövdesinin kubbe biçimli kısmına fundus ismi verilir (Şekil 23-1). Uterus duvarı nispeten kalındır ve üç katmandan oluşur. Dışta, uterusun farklı bölümlerine göre ya seroza (bağ do­ kusu ve mezotelyum) ya da adventisya (bağ dokusu) yer alır. Diğer uterus katmanları ise kalın bir düz kas tabakası olan miyometriyum ile endometriyum ya da uterus mu­ kozasıdır.



Miyometriyum Miyometriyum (Yun. mys, kas + m et m , uterus) bağ dokusu ile ayrılmış düz kas demetlerinden oluşan uterusun en kalın tabakasıdır. Düz kas demetleri sınırları iyi belirlenemeyen dört tabaka oluşturur. Birinci ve dördüncü tabaka esas ola­ rak longitudinal, yani organın uzun eksenine paralel yerleş­ miş liflerden oluşur. Orta tabakalar ise daha büyük kan da­ marlarını içerir. Gebelik sırasında, miyometriyum hem lıiperplazi (düz kas hücrelerinin sayısında artış) hem de hipertrofi (hücre­



Şekil 23-18. Oviduktu döşeyen epiteli gösteren ışık mikros­ kop fotoğrafı. Epitel silyalı hücreler ve daha koyu boyanan silyasız salgı hücrelerinden oluşmaktadır. Titrek tüylü hücre­ ler, oositin ya da döllenmiş yumurtanın uterusa doğru hare­ ket etmesine katkıda bulunur. PT boyama. Büyük büyütme.



DİŞİ ÜREME SİSTEMİ



/



459



Şekil 23-19. Oviduktu döşeyen epiteli gösteren elektron tarama fotomikrografı. Bol miktarda silya bulun­ duğuna dikkat ediniz. Ortada, kısa mikrovillüslerle kaplı bir salgılayıcı hücrenin üst kısmı görülmektedir. X8000. {KR Porter'ın izniyle.)



Aybaşı Döngüsü Östrojen ve progesteron dişi üreme sisteminin organlarını kontrol ederler. Epitel hücrelerinin ve bağ dokusunun çoğal­ ması ve farklılaşması bu hormonların etkisiyle gerçekleşir. Doğumdan önce bile bu organlar anne kanında bulunan ve plasenta yoluyla fetiise ulaşan östrojen ve progesteron tara­ fından etkilenir (Şekil 23-20). Menopozdan sonra bu hor­



Vajina e p ite li



Endometriyum



monların sentezinde görülen azalma, üreme organlarında genel bir gerilemeye neden olur. Puberte sonrasında, hipofizin ön lobunun uyarısıyla ovary um hormonları menstrüel sikliis sırasında endometriyumun döngüsel yapısal değişiklikler geçirmesine neden olur. Aybaşı süresi ortalama 28 gün olmakla birlikte değiş­ kenlik gösterir.



löl® ’ o



ooö



Yeni doğan



Bebek



Menstrüel siklüs



Menopozdan sonra



Şekil 23-20. Bir kadının tüm yaşamı boyunca vajina epitelinin ve endometriyumun yapısı ve işlevleri ovaryum hormonlarına bağlı olarak değişiklik gösterir.



460



/



BÖLÜM 23



P r o u f e r a t İf (Ç o ğ a l m a ), F o ü k ü l e r



ya d a



Ö s t r o j e n İk F a z



Aybaşından sonra, uterus mukozası görece incedir (yaklaşık 0.5 mm). Yenilenme fazının başlangıcı ovaryum foliküllerinin arasından küçük bir grubun hızla büyümesine denk ge­ lir; bu foliküller siklüsün başında belki doğum öncesi (preantral) folikülden antral folikiil aşamasına geçiş aşamasında olan folikiillerdir. Teka internaları geliştiğinde bu foliküller aktif olarak östrojen salgılamaya başlar ve östrojenlerin plaz­ madaki birikimleri giderek artar. Östrojenler endometriyum üzerinde etki ederek hücre çoğalmasına yol açar ve menstrüasyon sırasında kaybedilen endometriyumun yeniden oluşmasını sağlar. (Östrojen üre­ me sisteminin diğer bölümleri üzerinde de etki ederek, ör­ neğin oviduktun epitel hücrelerinde silya üretimini sağlar.) Yenilenme fazı sırasında endometriyum tek katlı silindi­ ri k epitel ile kaplıdır (Şekil 23-21). Tek katlı silindirik epitelden oluşan bezler, dar lumenli düz tübüller oluşturur (Şekil 23-22). Bu hücrelerde salgılama aktivitesine hazırlık olarak, granüllü endoplazma retikulumu sisternalarının sayısı ve Golgi kompleksi boyutları giderek artar. Yenilenme fazı so­ nunda endometriyum 2-3 mm kalınlığa ulaşır. S a l g il a m a / S



ek r e t u v a r ya da



L uteal Faz



Sekretuar faz ovulasyondan sonra, korpus lııteum tarafından salgılanan progesteronun etkisiyle başlar. Porgesteron, öst-



ililip .v"



r IJ/ :fe% f ■



Ş e k il23-21. Yenilenme fazı sırasında endometriyumun yü­ zeysel tabakasının fotomikrografı. Yüzey epiteli ve uterus bezleri, gevşek bağ dokusundan oluşan bir lamina propria içine gömülüdür. PT boyama. Orta büyütme.



W



'



m



&



S m



'fc 'S tm ğ



'ğ?mmmBm Aybaşı döngüsü genellikle 12-15 yaşlar arasında başlar ve 45-50 yaşına kadar devam eder. Döngüler, oosit üretimi ile ilişkili ovaryumda oluşan değişikliklerin bir sonucu ola­ rak ortaya çıktığından, dişi sadece menstruasyon gördüğü yıllar boyunca doğurgandır. Bu, seks yetisinin menapozla sonlanması anlamına gelmez, sadece doğurganlık sona er­ miştir. Pratik nedenlerle aybaşı döngüsünün başlangıcı aybaşı kanamasının görüldüğü gün olarak alınır. İlgili akıntı, deje­ nerasyona uğrayan olan endometriyumun yırtılan kan da­ marlarından gelen kanla karışımından oluşur. Aybaşı (menstrüel faz) ortalama 3-4 gün sürer. Aybaşından sonra­ ki fazlar çoğalma (proliferasyon) ve salgılanma/sekretuar (ya da luteal) evresi olarak adlandırılır. Sekretuar faz (salgılanma) ovulasyonla başlar ve yaklaşık 14 gün sürer. Yenilenme fazının süresi değişkendir, ortalama 10 sürer. Ay­ başı döngüsü sırasında görülen yapısal değişiklikler kade­ meli olarak gerçekleşir. Burada değinilen fazlar arasındaki belirgin ayrımlar esasen eğitim amaçlıdır.



W^mwŞ*ZÎ



Ş ekii 23-22. Proliferasyon evresi sırasında endometriyu­ mun derinlerinde yer alan düz uterus bezlerinin fotomikrografı. Miyometriyumun düz kasları da görülmektedir. H&E boyama. Orta büyütme.



DİŞİ ÜREME SİSTEMİ



/



461



A y b a ş i D ö n g ü s ü _____________________________________________________



Oositin döllenmesi ve embriyonun tutunması gerçekleşme­ diği zaman, korpus luteuımın işlevi yaklaşık 14 gün sonra sona erer. Bunun sonucunda kandaki progesteron ve östrojen düzeyleri hızla düşer. Bu, spiral arterlerde kasılmalara neden olur, kan akımı engellenir ve oluşan iskemi damar duvarının ve endometriyumun işlevsel tabakasının bir kısmı­ nın ölümiine/nekrozuna neden olur. Kasılmaların yukarısın­ da bulunan kan damarları yırtılır ve kanama başlar. Endo-



Şekil 23-23. Uterus bezlerinin ışık mikroskop fotoğrafı. Salgılama fazı sırasında uterus bezleri kıvrımlı bir hale ge­ lir ve lumeni salgıyla dolar. Bağ dokusunda biraz ödem iz­ lenmektedir. H&E boyama. Orta büyütme. Üstte: Büyük bü­ yütme.



rojenin etkisi ile gelişmiş olan bezler üzerinde etki göstere­ rek bezleri daha da uyarır. Epitel hücreleri çekirdeğin altın­ da glukojen depolamaya başlar. Daha sonra glikojen mikta­ rı azalır ve glikoprotein salgı ürünleri bezlerin lumenini ge­ nişletir. Bu fazın önemli özelliklerinden biri bezlerin son de­ rece kıvrımlı bir hale gelmesidir (Şekil 23-23 ve 23-24). Bu fazda endometriyum, salgıların birikmesi ve stromadaki öde­ min sonucu maksimum kalınlığa (5 mm) ulaşır. Sekretuar faz sırasında mitoz bölünmeler enderdir. Döllenme gerçekleşmişse, embriyo uterusa taşınır ve yu­ murtlamadan yaklaşık 7-8 gün sonra salgılama evresinde bu­ lunan uterus epiteline tutunur. Uterus bezlerinin salgısının, tutunmadan/implantasyondan önce embriyonun gereksi­ nimleri için başlıca beslenme kaynağını oluşturduğu düşü­ nülmektedir. Pıogesteron miyometriyumun düz kas hücrelerinde ka­ sılmaları baskılar, yoksa embriyonun implantasyonu tehlike­ ye girebilir.



Çoğalma fazının sonu



Salgılama fazının başlangıç evresi



14 gün



15-21 gün



Salgılama fazının geç evresi



0.5 pm



22-28 gün



Şekil 23-24. Uterus bezlerinde ve bez hücrelerinde aybaşı döngüsü sırasında ortaya çıkan değişiklikler. Çoğalma ev­ resinde bezler düz tübüller halindedir ve hücrelerinde sal­ gılanma görülmez. Salgılama fazının başlangıç evresinde bezler kıvrımlanmaya başlar ve hücreleri bazal bölgelerin­ de glukojen depolamaya başlar. Salgılama fazının geç ev­ resinde bezler son derece kıvrımlıdır ve hücreleri üst kı­ sımlarında salgı aktivitesi gösterir. (Krstic RV: Human Microskopic Anatomy, Springer, 1991'den izinle alınmıştır.)



462



/



BOLUM 23



metriyumun işlevsel tabakasının bir kısmı ayrılır ve endometriyumun geri kalanı, interstisyel sıvı kaybına bağlı olarak büzüşür. Dökülen endometriyum miktarı ve kan kaybı ka­ dınlar arasında, hatta aynı kadında bile değişik zamanlarda farklılık gösterir. Aybaşı döngüsü sonunda endometriyum genellikle ince bir tabaka haline gelir. Hücreleri, mukozayı yeniden oluştur­ mak üzere bölünmeye başlar ve endometriyum yeni bir sik­ likse hazır hale gelir. Tablo 23-1’de menstrüel siklüsün başlı­ ca olayları özetlenmektedir. GEBELİKTE ENDOMETRİYUM



Tutunma/implantasyon gerçekleşirse embriyonik trofoblast hücreleri HCG üretmeye başlar ve bu hormon korpus luteumu progesteron salgılamayı sürdürmesi için uyarır. Gebe­ lik oluştuğunda menstriiasyon gelişmez ve gebelik boyunca ay döngüsü ertelenir. Progesteron uterus bezlerini daha ge­ niş, daha kıvrımlı ve salgılama evresine göre daha fazla sal­ gı üretebilir hale getirir.



İmplantasyon, Desidua ve Plasenta İnsan oositi döllenmesi tuba uterinanın üçte bir ön kısmın­ da olur ve zigot pasif olarak uterusa doğru taşınırken yarıklanmaya başlar. Ardı sıra gerçekleşen mitozlarla, yoğun bir hücre topluluğu olan morula oluşur. Zona pellusida ile ör­ tülü olan morula, döllenmiş oositle yaklaşık aynı büyüklük­ tedir. Zigotun segmentasyonu sonucu ortaya çıkan hücrele­ re blastomer denir (Yun. blcıstos, tohum + m eros, bölüm). Zigotun boyutları büyümediği için, her bölünmede blastomerler daha da küçülür. Morulanın merkezinde bir boşluk oluşur. Bu, blastosist olarak adlandırılır ve embriyonun uterusa ulaştığı evredir. Blastomerler periferik bîr tabaka (trofoblast) şeklinde dü­ zenlenirken, birkaç blastomer boşluğun içinde toplanır (iç hücre kitlesi). Bu evre, ovulasyondan sonra yaklaşık dör­ düncü ya da beşinci güne rastlar. Blastosit uterus boşluğun­ da 2-3 gün kalır ve endometriyum bezlerinin salgısı içinde, endometriyum yüzeyiyle temas eder. Zona pellusida çözülür



ve trofoblast hücrelerinin uterus yüzey epitelinin hücreleriy­ le etkileşimine olanak sağlar. Tutunma (ya da nidasyon), embriyonun epitel hücreleri­ ne tutunması ve uterus epiteline penetrasyonu yoluyla ger­ çekleşir. Bu tip tutunma interstisyel olarak adlandırılır ve insanda ve diğer bazı memelilerde görülür. Tutunma süreci yedinci gün dolaylarında başlar; ovulasyondan sonraki yak­ laşık dokuzuncu günde embriyo, gebelik boyunca kendisini koruyup besleyecek olan endometriyum içine tümüyle gö­ mü Imüş durumdadır. Embriyonun impkıntasyonundan sonra, endometriyumun bağ dokusu büyük değişiklikler geçirir. Lamina proprianın fibroblastları genişler ve poligonal bir hal alarak prote­ in sentezleyen hücrelerin özelliklerini gösterir. Bu hücreler artık desidua hücreleri olarak adlandırılır, endometriyumun bütünü de desidua adını alır. Desidua, embriyo ile miyometriyum arasına yerleşmiş desidua bazalis, embriyo ile uterus lümeni arasına yerleşmiş desidua kapsüllaris ve desiduanın kalan kısmını oluşturan desidua pariyetalis ola­ rak ayrılabilir (Şekil 23-25).



Plasenta (Döleşi) Plasenta geçici bir organdır ve anne ile fetus arasında fizyo­ lojik değiş tokuşun gerçekleştiği yerdir. Bir fetal (çocuktan) kısım (koriyon) ile bir maternal (anneden) kısımdan (desi­ dua bazalis) oluşur. Dolayısıyla, plasenta genetik olarak farklı iki bireyden kaynaklanan hücrelerden oluşmuştur. Desidua bazalis, plasenta içinde bulunan boşluklara an­ neden arteriyel kanı sağlar ve bunlardan venöz kanı alır. Pla­ senta ayrıca bir endokrin organdır; HCG, koriyonik tirotropin, koryonik kortikotropin, östrojenler ve porgesteron gibi hormonları üretir. Laktojenik özellik gösteren ve büyümeyi uyarıcı bir etkisi olan koryonik somatomammotropin adı ve­ rilen, protein niteliğinde bir hormonu da salgılar. Gelişen embriyo ile plasentanın oluşumu ve yapısıyla İl­ gili daha ayrıntılı bilgi için embriyoloji kitaplarına başvurul­ malıdır.



Tablo 23-1. Aybaşı döngüsü sırasında gelişen olayların özeti Döngü Evresi Proliferasyon



Salgılam a ya da Luteal



M enstrüel



Hipofiz hormonlarının başlıca etkileri



Folikül uyarıcı hormon, ovaryum foliküllerinin hızla büyümesini uyarır



Salgılama evrenin başlangıcında, östrojen uyarısıyla salgı­ lanan luteinizan hormon en yüksek düzeyindedir ve ovulasyonun oluşmasını ve korpus luteumun gelişmesini sağlar



Ovaryumda oluşan başlıca olaylar



Ovaryum foliküllerinin büyümesi; baskın olan folikül ön ovulasyon evreye ulaşır



Ovulasyon gelişimi



Baskın ovaryum hormonu



Büyümekte olan foliküller tarafından üretilen östrojenler vajina, ovidukt ve uterus üzerinde etki eder



Korpus luteum tarafından üretilen progesteron başlıca uterus üzerinde etki gösterir



Endometriyumdaki başlıca olaylar



Menstrüasyondan sonra mukozanın gelişmesi



Mukoza daha da gelişir, uterus bezleri kıvrımlı bir hal alır, salgı işlevi başlar



Korpus luteumun



Korpus luteumun bozulması Progesteron üretimi durur



Ovulasyondan yaklaşık 14 gün sonra mukozanın bir kısmı dökülür



DİŞİ ÜREME SİSTEMİ



Vitellüs kesesi



Koriyon villüsleri



/



463



Desidua bazalis Desidua bazalis



Göbek kordonu Koryon villüsleri Miyometriyum



Vitellüs kesesi



Desidua kapsulari



Desidua paryetalis— Amniyon boşluğu Miyometriyum Serviks Vajina



Uterus boşluğu Koryonik boşluk (ekstraembriyonik solom) Servikal mukus tıkacı



Ş e k il23-25. Gebelik sırasında endometriyumun bağ dokusu hücreleri desidua hücrelerine dönüşür. Endometriyum bundan sonra desidua olarak adlandırılır ve mukozasında 3 bölge izlenebilir: desidua bazalis, kapsülaris ve parietalis.



KLİNİK BİLGİ Em briyo ilk ö n c e uterus g ö v d esin d e çoğ u n lu kla d orsal y a d a ventral du v ara, b a z e n d e os in ie m a ­ y a y a k ın b ir y e r e tutunur. B u d u ru m d a p la s en ta fe tu s ve v ajin a a r a s ın a y erleşecek ve doğu m sıra ­ sın d a Jetu su n g eçişin i engelleyecektir. H ekim in p la sen ta p re v ia o la r a k a d la n d ırıla n bu d u ru m u n fa r k ın a varm ası ve fetü sü n se z a ıy en o p erasy o­ nuyla a lın m ası gerekir; a k si ta k d ird e fe tü s ö leb i­ lir. E m briyo bazen , d a h a ö n c e s ö z ettiğim iz gibi, tu ba u terin a epitelin e tutunabilir. Ç ok e n d e r o la ­ ra k d a, zigot k a m ı boşlu ğ u n a girebilir, p erito n a tu tarak o r a d a gelişebilir.



Servikal salgılar oositin dlöllenmesinde önemli bir rol oy­ nar. Ovulasyon sırasında müköz salgılar sulanır ve spermin uterusa girmesine olanak sağlar. Luteal fazda ya da gebelik­ te, progesteron düzeyleri mükoz salgıları değiştirerek daha viskoz bir hal almasına neden olur ve böylece uterus gövde­ sine spermlerin ve mikroorganizmaların geçişi engellenir. Doğumdan önce serviks te görülen genişleme ise, şiddetli kolajenolizi.se ve bunun yol açtığı yumuşamaya bağlıdır. I



i KLİNİK BİLGİ t



ı



t l T - j Mi r . - A l i »



.



- JVf s aarittiâV T.



r



.



S



mW



ı



I



Serviks, uterusun alttaki silindirik kısmıdır (Şekil 23-1) ve



Serviks kanseri (servikal karsinom), serviksin çok katlı yassı epitelinden köken alır. Sık görül­ mesine karşın, mortalite oranı düşüktür (100.000'de 8). Bu düşük oran, serviksin yapılan yıllık fizik muayeneleri ve servikal epitelden alı­ nan örneklerin yayma preparatlarının (smear) sitolojik incelemesi (Papanicolaou testi) ile kanse­ rin erken dönemde ortaya konmasına bağlıdır.



histololik olarak uterusun geri kalan kısmından farklıdır. Yü­ zeyde mukus salgısı yapan tek katlı silindirik epitel bulunur. Serviks az sayıda düz kas lifi içerir ve esas olarak tıkız bağ dokusundan (%85) oluşur. Vajina lümenine doğru çıkıntı ya­ pan serviksin dış kısmı İse çok katlı yassı epitel ile örtülü­ dür. Serviks mukozası oldukça dallanmış, müköz servikal bezler içerir. Bu mukoza aybaşı döngüsü sırasında büyük değişiklikler geçirmez ve menstrüasyon sırasında dökülmez. Gebelik sırasında, servikal müköz bezler çoğalarak daha bol miktarda ve daha ağdalı bir mukus salgılar.



Vajina (Latince k ıl ıf anlamına gelir) duvarı bezlerden yok­ sundur ve üç tabakadan (tunika) oluşur; mukoza, müsküler tabaka ve adventisya. Vajinanın lumeninde bulunan mukus, serviks uterideki bezlerden gelir. Erişkin bir kadında vajina mukozasının epiteli çok katlı yassı epiteldir ve 150-200 pm kalınlığındadır. Hücreleri az miktarda keratohiyalin içerebilir. Bununla birlikte, tipik ke­ ratinize epitellerde olduğu gibi, hücrelerin keratin plaklarına



Serviks Uteri



VAJİNA



464 /



BÖLÜM 23



dönüşmesi ile izlenen aşırı keratinizasyon burada görülmez (Şekil 23-26). Östrojen uyarısıyla, vajina epiteli büyük ölçü­ de glukojen sentezleyip biriktirir. Vajinal hücrelerin dökül­ mesiyle, bu glikojen vajina lumeninde depolanır. Vajinadaki bakteriler glukojeni dönüştürerek vajinanın genelde düşük olan pH’sından sorumlu laktik asidi oluşturur. Vajinadaki asidik ortam bazı patojen mikroorganizmalara karşı koruyucu bir etki sağlar. Vajina mukozasının lamina propriası elastik liflerden çok zengin olan gevşek bağ dokusundan oluşur. Burada bulu­ nan hücreler arasında lenfositler ve nötrofiller nispeten çok sayıdadır. Menstriiel sikliisun belli fazlan sırasında bu iki tip lökosit, epitele yayılır ve vajina lümenine geçer. Vajina mu­ kozası neredeyse duyusal sinir sonlanmalarından yoksun­ dur, bulunan birkaç çıplak sinir sonlanması ise muhtemelen ağrı algılayan sinir lifidir. Vajinanın kas/müsküler tabakası esas olarak uzunlaması­ na düz kas lifi demetlerinden oluşmuştur. Özellikle en iç kı­ sımda (mukozaya yakın) bazı çevresel demetler de vardır.



Müsküler tabakanın dış tarafında bulunan, kalın elastik liflerden zengin tıkız bağ dokusu örtüsü adventisya, vajinayı çevre dokularla birleştirir. Vajinanın oldukça elastik olması, vajina duvarındaki bağ dokusu içinde elastik liflerin bol mik­ tarda bulunmasına bağlıdır. Bu bağ dokusunda yaygın bir venöz pleksus, sinir demetleri ve sinir hücresi grupları vardır.



DÖKÜNTÜ/EKSFOLYATİF SİTOLOJİ



j KLİNİK bilg i i



Eksfolyatif sitoloji, vücudun çeşitli yüzeylerinden normalde dökülen hücrelerin özelliklerinin ince­ lenmesini içerir. Vajinadan toplanan hücrelerin sitoiojik incelemesi önemli klinik bilgiler sağlar. Tam olarak olgunlaşmış vajina mukozasında beş tip hücre kolaylıkla tanımlanabilir: bazal taba­ kanın iç tarafındaki hücreler (bazal hücreler), bazal tabakanın dış kısmındaki hücreler (parabazal hüc­ reler), ara tabakada ara hücreler, boynuzlaşma ön­ cesi, prekornifiye hücreler ve boynuzsu kornifiye hücreler. Bir vajinal yaymada (smear) görünen hücre tiplerinin sayılarına dayanarak, hastanın hor­ monal durumu (östrojen ve progesteronun etkisi) hakkında değerli bilgiler elde edilebilir. Vajinal yay­ ma serviks kanserinin erken tansında da yararlıdır.



DIŞ GENİTAL ORGANLAR Dişide dış genital organlar ya da vulva; klitoris, labia mi­ nörler, labia m ajörler ve labia minörler tarafından çevrili bir boşluk olan vestibuluma açılan bazı bezlerden oluşur. Üretra ve vestibüler bezlerin kanalları vestibuluma açılır. Vestibuiumun her iki yanında birer adet majör vestibüler bezler (glandula vestibulares majores) ya da Bartholin bezi bulunur. Bu bezler erkekteki bulboüretral bezlerle ( kö­ kenleri de) benzerdir. Bu bezlerde sıklıkla yangı gelişir ve son derece ağrılı kistler oluşur. Daha fazla sayıda olan mi­



n ör vestibüler bezler (glandula vestibulares minores)



Ş e k il23-26. Vajinanın tıkız bağ dokusuyla desteklenen çok katlı yassı epitelini gösteren ışık mikroskop fotoğrafı. Bu hücrelerin sitoplazması glukojen birikimi nedeniyle berrak görünmektedir. PSH boyama. Orta büyütme.



dağınık olarak bulunur ve üretra ve klitoris çevresinde daha sıktır. Tüm vestibüler bezler mukus salgılar. Klitoris ve penis embriyonik köken ve histolojik yapı ba­ kımından benzerdir. Klitoris körleşmiş/rudimenter glans klitoridis içinde sonlanan iki erektil cisimcik ile bir prepusyumdan oluşur. Klitoris çok katlı yassı epitel ile örtülür. Labia minörler içinden elastik liflerin geçtiği süngerimsi bağ dokusundan bir nüve içeren deri kıvrımlarıdır. Bunları örten çok katlı yassı epitelin yüzeyinde ince bir keratinize hücre katmanı bulunur. Labia minörlerin iç ve dış yüzeyle­ rinde yağ ve ter bezleri bulunur. Labia majörler, bol miktarda yağ dokusu ve ince bir düz kas tabakası içeren deri katlantılarıdır. İç yüzeyleri labia minörlerinkine benzer bir histolojik yapıya sahiptir. Dış yüzey kaba, kıvrımlı kıllar içeren deriyle örtülüdür. Yağ ve ter bez­ leri her iki yüzeyde de çok sayıda bulunur. Dış genital organlarda, cinsel uyarılma fizyolojisine katkı­ da bulunan Meissner ve Pacini cisimcikleri gibi duyusal taktil (dokunma ile ilgili) sinir sonlanmaları bol miktarda bulunur.



DİŞİ ÜREME SİSTEMİ



MEME BEZLERİ Her meme bezi bileşik tübiiloalveoler tipte 15-25 lobdan oluşmuştur: bunlann işlevi yenidoğanın beslenmesi için süt salgılamaktır. Her bir lob tıkız bağ dokusu ve bol miktarda yağ dokusuyla diğerlerinden ayrılır ve kendi süt boşaltım kanalı ile başlı basına bir bezdir (Sekil 23-27). Bu kanallar 2-1.5 cm uzunlukta olup, her biri yaklaşık 0.5 mm çapında 15-20 adet açılma yerinin bulunduğu meme basında bağım­ sız bir şekilde sonlanır. Süt bezlerinin histolojik yapısı cinsi­ yete, yaşa ve fizyolojik duruma göre değişiklik gösterir.



Memelerin Gelişimi Ergenlikten önce, meme bezleri laktiferöz sinüslerden (siit sinüsleri) ve bu sinüslerin süt kanalları adı verilen bir­ kaç dalından oluşur (Sekil 23-27).



İşlevsiz



ve kaslar



dokusu



/



465



Ergenlik sırasında dişilerde memelerin boyutlun büyür ve meme bası belirginleşir. Buna karşılık erkeklerde meme­ ler yassı kalır. Ergenlik sırasında meme büyümesi, ovaryumdan salgıla­ nan ösirojenlerin miktarındaki artışa bağlı olarak, yağ doku­ su ile kolajenöz bağ dokusunun birikmesiyle birlikle süt ka­ nallarının gelişmesi ve dallanması sonucunda gerçekleşir. Erişkin dişide tipik bir bez yapısı olan lobül en kiicük kanalların (Şekil 23-27) uçlarında gelişir. Lobül bir son kanal içine açılan birkaç kanaldan oluşur. Her bir lobül, gevsek bir bağ dokusu içine gömülmüştür. Daha tıkız, daha az hücre içeren bir bağ dokusu ise lobülleri ayırır. Meme uçlarının açılış yerine yakın, süt kanalları genişleye­ rek süt sinüslerini oluşturur (Şekil 23-27). Süt sinüsleri dışa açıldığı yerlerde çok katlı yassı epitelle döşelidir. Bu epitel hızla çok katlı silindiıik ya da kübik epilele değişir. Süt kanal­ ları ile uç kanallar, sıkı bir .şekilde bir araya gelmiş miyoepitel hücreleri ile sarılmış tek katlı kübik epitel ile döşelidir. Alveolleri saran bağ dokusu, lenfositleri ve plazma hüc­ relerini içerebilir. Plazma hücrelerinin sayısı gebeliğin sonu­ na doğru önemli ölçüde artar; bu hücreler yenidoğanda pa­ sif bağışıklık sağlayan immiinglobulinlerin (IgA) salgılanma­ sından sorumludur. Bu bezlerin histolojik yapısında aybaşı döngüsü sırasın­ da, ovulasyona yakın dönemde kanal hücrelerinin çoğalma­ sı gibi küçük değişiklikler oluşur. Bu değişiklikler dolaşım­ daki östrojenin doruk yaptığı zamana denk gelir. Aybaşı ön­ cesi fazda (premenstrüal faz) bağ dokusunun su içeriği arta­ rak memenin büyümesine yol açar. Meme başı koni biçiminde bir sekle sahiptir; pembe, açık ya da koyu kahverengi renkte olabilir. Dışta, bitişiğin­ deki derinin epiteli ile devam eden keratinize çok katlı yas­ sı epitel ile örtülüdür. Meme başının etrafındaki deri, areolayı oluşturur. Areolanın rengi gebelik esnasında lokal me­ lanin birikimi nedeniyle koyulaşır. Doğumdan sonra areolanm rengi açılabilir, ancak ender olarak asıl tonuna döner. Meme başının epiteli düz kas liflerinden zengin bir bağ do­ kusu katmanının üzerine oturur. Bu düz kas lideri, daha de­ rindeki süt kanalları etrafında sirküler ve süt kanallarının meme başına girdiği yerlerde onlara paralel dizilir. Meme başı bol miktarda duyusal sinir sonlanması içerir.



Gebelik ve Laktasyonda Memeler



Şekil 23-27. Kadın memesinin aktif ve aktif olmayan meme bezlerini gösteren şematik çizimi. Eşlik eden daha küçük kanallarla birlikte her süt kanalı kendi başına bir bezdir ve bezin lobüllerini oluşturur.



Meme bezleri, gebelik sırasında başlıca östrojen, pıogesteron, prolaktin ve insan pkısental laktojen honnunu gibi çeşitli hor­ monların (beraberce çoğalan) sonucu çok fazla büyür. Bu hormonların etkilerinden biri terminal kanalların uçlarında alveollerin çoğalmasıdır. Alveoller, sililenme esnasında aktif süt salgılayın bir yapı kazanan epitel hücrelerinin oluşturdu­ ğu küresel topluluklardır (Şekil 23-28 ve 23-29). Alveol hüc­ relerinin iist sitoplazmalarında birkaç yağ damlacığı ve süt proteinlerinin oluşturduğu bir ya da birkaç kümelenme içeren membıanla çevrili salgı vakuolleri görülebilir. Salgı vakuollerinin ve yağ damlacıklarının sayısı emzirme döneminde bü­ yük ölçüde artar (aşağıya bakınız). Alveoler epitel hücreleri ve bazal lamina arasında yıldız biçiminde (stellat) miyoepilelyal hücreler bulunur. Bağ dokusu ve yağ dokusunun miktarı, sütlenme sırasında parenkimaya göre önemli ölçüde azalır. Sililenme sırasında, süt, alveollerin epitel hücreleri tara­ fından üretilir (Şekil 23-29) ve alveollerin İnmelilerinde ve süt kanallarının içinde toplanır. Sekretuvar hücreler küçülür, alçak kübik hücreler haline gelir ve sitoplazmalarında esas



466 / BÖLÜM 23



A Gebelik dışında



B Gebelik sırasında



Etkin olmayan kanal sistemi



Kanalların uçlarında alveollerin çoğalması



ve daha fazta protein içerir ve yeni doğana, özel­ likle barsak lumeni içinde bir dereceye kadar pa­ sif bağışıklık sağlayan antikorlardan (başlıca sal­ gı lay ıcı IgA) zengindir. Bir kadın emzirmeye başladığında, çocuğun emmesi ile meme başındaki dokunsa! reseptörler uyarılır. Sonuçta arka hipofizden oksitosin hor­ monu salınır. Bu hormon alveollerde ve kanallarda bulunan miyoepitelyal hücrelerin kasılmasına ne­ den olarak sütün boşaltılmasına yol açar (süt bo­ şaltma refteksi). Düşkırıklığı, korku ya da öfke­ lenme gibi olumsuz duyusal uyarılar oksitosin salınımını baskılayarak bu yansımayı önleyebilir.



Sütverme Bitiminde Memenin Geridönüşü



C Laktasyon



Alveol lumeninde süt salgısı ve birikimi



Meme yoluyla süt vermenin kesilmesiyle (sütten kesme), ge­ belik sırasında gelişen alveollerin çoğu apoptozis (program­ lanmış hücre ölümü) yoluyla bozulur (bkz. Şekil 3-24). Bu bozulma hücresel bileşenlerin otofajik abzorbsiyonu biçi-



Şekil 23-28. Meme bezlerindeki değişiklik A: Gebe olma­ yan kadınlarda bezler durgundur, farklılaşmamıştır ve ka­ nal sistemi işlevsizdir. B: Gebelik sırasında kanalların uçla­ rında alveoller çoğalır ve süt salgısına hazırlanır. C: Sütlenmede alveoller tamamen farklılaşmıştır ve bol miktarda süt salgılanır. Süt verme sona erdikten sonra, bez gebelik ön­ cesi konumuna geri döner.



olarak nötral trigliseridleri içeren, çeşitli boyutlarda küre şeklinde damlacıklar içerirler. Bu lipid damlacıklan hücreler­ den çıkarak Iumene geçer ve bu süreç içinde apikal hücre membranının bir kısmıyla çevrelenirler. Lipidler insan sütü­ nün %4’ünü oluşturur. Salgılayıcı hücrelerde lipid damlacıklarının yanı sıra ka­ zein ve diğer süt proteinlerinden oluşan granüller içeren membranla sanlı çok sayıda vakuol vardır (Şekil 23-30). Süt proteinleri arasında çeşitli kazeinler, alfa-laktalbumin ve plazmositler tarafından üretilen immünglobulin A yer alır. Proteinler insan sütünün yaklaşık %1.5’ini oluşturur. Süt şe­ keri olan laktoz, glukoz ve galaktozdan sentezlenir ve İnsan sütünün yaklaşık %7’sini oluşturur.



Ijr



k l in ik b il g i



Doğumdan sonra meme bezlerinin ilk salgısına kolostrum adı verilir. Normal sütten daha az yağ



Şekil 23-29. Sütlenmede meme bezinin fotomikrografı.



Pek çok alveol, granül biçiminde görülen süt ile doludur. Lumendeki vakuoller ve alveoler hücrelerin sitoplazması sütün lipid kısmını içerir. PT boyama. Orta büyütme.



DİŞİ ÜREME SİSTEMİ



minele olabileceği gibi hücrelerin bir büciin olarak dökülme­ si şeklinde de gerçekleşebilir. Ölü hücreler ve kalıntılar makrofajlar tarafından ortadan kaldırılır.



Lipitler



/ftV®



Memenin Senil (Yaşlılığa Bağlı) İnvolüsyonu



Proteinler



Proteinler



/



467



Sütyağları



JJ7\ 1♦



/L



Menopozdan sonra meme bezlerinin gerilemesi, boyutları­ nın küçülmesi ve salgılayıcı kısımların ve bir dereceye kadar kanalların gerilemesi/atrofisi ile gerçekleşir. Gerileme deği­ şiklikleri, bağ dokusunda da ortaya çıkar.



Meme Kanserleri KLİNİK BİLGİ Amerika Birleşik Devletleri’nde tüm kadınların yaklaşık %9’unda, yaşamlarının bir döneminde meme kanseri gelişir. Bu kanserlerin çoğu süt kanallarının epitet hücrelerinden kaynaklanır. Eğer bu hücreler akciğerlere, beyne ve kemiğe metastaz yaparsa, meme kanseri başlıca ölüm nedenlerinden birini oluşturur. Erken tanı (örn. kendi kendine muayene, mamografi, ultrasonografi ve diğer teknikler ile) ve bunun sonucunda erken iyileştirme, meme kanserinde ölüm oranını önemli ölçüde azaltmıştır.



Miyoepitel hücresi



Ş ekil 23-30. Meme bezlerinin salgı yapan hücreleri. Sol­ dan sağa lipitlerin ve proteinlerin birikimine ve dışarıya atıl­ masına dikkat ediniz. Proteinler ekzositoz yoluyla hücre dı­ şına bırakılmaktadır.



KAYNAKLAR Brenner R M , Siayden O D : Cyclic changes in the primate oviduct and en­ dometrium. In Knobil E et a! (editors): The Physiology o f Reproduction. Raven Press, 1994. Gosden RG : Ovulation 1: oocyte development throughout life. In Gudzinskas JG , Yovich JL (editors): Gametes— The Oocyte. Cambridge University Press, 1995-



Mishell D R Jr: Contraception. In D eG root LJ et al (editors): Saunders, 1995. Peters H , M cN atty KP: The Ovary: A Correlation M ammals. Granada Publishing, 1980.



Endocrinology.



o f Structure and Function in



Pitelka D R , H am am oto ST : Ultrastructure o f the mammary secretory cell. In Mepham T B (editor): Biochemistry o f Lactation. Elsevier, 1983.



Hillier SG : H ormonal control o f folliculogenesis and luteinization. In Findlay JK (editor): M olecular Biology o f the Female Reproductive System. Acade­ mic Press, 1994.



Tsafiri A, Dekel N ; M olecular mechanisms in ovulation. In Findlay J K (editor): M olecular Biology o f the Female Reproductive System. Academic Press, 1994.



Kenisgsberg D et al: Ovarian follicular maturation, ovulation, and ovulation induction. In D eG root LJ et al (editors): Endocrinology. Saunders, 199 5 .



Vorherr H : 1974.



Ledger W L , Baird D T : Ovulation 3 : endocrinology o f ovulation. In Gudzin­ skas J G , Yovich J L (editors): Gametes— The Oocyte. Cambridge Univer­ sity Press, 1995.



W ynn R M (editor):



The Breast: Morphology, Physiology and Lactation. Academic Press,



Biology o f the Uterus. Plenum Press, 1977. The Ovary, 2nd ed. Vol. 1. General Aspects.



Zuckerman S, W eir BJ (editors): Academic Press, 1 977.







Görme ve İşitme Sistemleri



Dış dünyadan gelen bilgiler merkezi sinir sistemine resep­ tör (am aç) adı verilen duyu birimleri tarafından iletilir. Bu bölümde ışık ve ses dalgalarının algılanmasından sorumlu sistemler İncelenmektedir.



olan camsı cisim doldurur. Dış ve iç terimleri gözün anatomik yapısını anlatmak için kullanılır. İç terimi ile göz küresinin merkezine ve dış te­ rimi ile de göz küresinin yüzeyine yakın bölgede bulunan yapılar tanımlanır.



GÖRME: IŞIK ALICI SİSTEM Dış Tabaka



G öz Göz (Şekil 24—1) karmaşık ve oldukça gelişmiş, ışığa duyar­ lı, şekli, nesnelerden yansıyan ışık şiddetini ve renkleri çö­ zümleyen bir organdır. Kafatası içinde koruyucu kemik ya­ pılar olan göz çukurlarında yer alır. Göz, ona biçimini ve­ ren dayanıklı, fibröz bir küreden, görüntüyü odaklayan bir mercek sisteminden, ışığa duyarlı bir hücre tabakasından ve görüntü bilgisini toplayan, işleyen ve merkezi sinir sistemi­ ne aktaran hücrelerden ve sinirlerden oluşan bir sistemden meydana gelir. Göz yapısı (Şekil 24-2), iç içe üç tabakadan kurulmuştur. Bunlar, dışta sklera ve kornea tabakası, orta­ da damarlı tabaka ya da uvea alanı da denilen ve koroid, siliyer cisim ve İristen oluşan bir tabaka ve retina adı ve­ rilen, dışta pigment epiteli ve içte retinanın kendisinden olu­ şan bir iç sinir dokusu tabakasıdır. Işığa duyarlı olan retina görm e siniri (Şekil 24-1 ve 2 4 -2 ) aracılığıyla beyin ile ile­ tişim kurar ve önde ora serrataya doğru uzanır. Görme si­ nirleri embriyoda prosensefalonun dışa uzantısı biçiminde ortaya çıkar. Bu yüzden diğer kafa çiftleri gibi gerçek periferik sinir olarak benimsenmezler. Merkezi sinir sistemi uzan­ tısı olduğundan, sinir liflerinin miyelin liflerini Schwann hüc­ releri değil, oligodendrositler yapar. Bu durum merkezi sinir sisteminin miyelinsizleştirici hastalıklarından biri olan mültipl sklerozda görme işlevinin neden bozulduğunu açıklar. Mercek, bulunduğu yere dairesel bir lif sistemi olan zo­ nula ile tutturulmuş olan, iki yüzü dışbükey, saydam bir ya­ pıdır. Zonula, mercekten orta tabakanın kalınlaşmış bir böl­ gesi olan siliyer cisme uzanır ve arka bölümünde camsı ci­ sim ile komşudur (Şekil 24-1 ve 24—2). Merceğin ön yüzü­ nün bir bölümünü orta tabakanın mat, pigmentli bir uzantı­ sı olan iris örter. İrisin ortasındaki yuvarlak deliğe pupilla denir (Şekil 24-7). Gözün üç bölmesi vardır: ön oda kornea, iris ve mercek arasındaki boşluktur; arka oda iris, siliyer uzantı, zonula bağlantıları ve mercek arasındaki boşluğu içe­ rir; camsı boşluk ise merceğin ve zonula bağlantılarının ar­ kasında bulunur ve retina ile çevrilidir (Şekil 24-1 ve 24-2). Hem ön, hem de arka odada proteinden yoksul bir sıvı olan aköz hum or bulunur. Camsı boşluğu jelatinsi bir madde



469



ya da



Tunika Fibroza



Gözün dış tabakasının mat beyaz, altıda beş arka bölümünü



sklera oluşturur (Şekil 24-3); sklera insanda yaklaşık 22 mm çapındaki göz küresinin bir bölümüdür. Sklera, değişik yön­ lerde kesişen ancak her zaman yüzeye koşut seyreden, yas­ sı kolajen lif demetleri ile bir miktar ara madde ve az sayıda fibroblast içeren, sert yapılı tıkız bağ dokusundan oluşur. Skleranın episklera olarak adlandırılan dış yüzü, ince kolajen lifler taşıyan gevşek bir lif sistemi ile tıkız bağ dokusundan oluşmuş Tenon kapsülüne bağlıdır. Episklera kornea ile skleranın birleştiği yerde gevşek konjunktiva stroması ile ilişkidedir. Tenon kapsülü ile skleranın arasında Tenon ara­ lığı bulunur. Bu aralık sayesinde, göz küresi dönme hareket­ lerini yapabilmektedir, Sklera ile koroid arasında melanositlerden, fibroblastlardan ve elastik liflerden zengin suprakoroidal lamina adında gevşek bağ dokusundan oluşan ince bir tabaka bulunur. Sklera nispeten damarsızdır. Gözün arka 5/6'sının aksine, ön 1/6'sı, yani kornea, renksiz ve saydamdır (Şekil 24-1 ve 24-2). Korneanın enine kesitinde epitel, Bowman zarı, stroma, Descemet zarı ve endotel olmak üzere beş tabakadan meydana geldiği görülür (Şekil 24-4). Kornea epiteli beş ya da altı sıra hücreden olu­ şan çok katlı yassı keratinleşmemiş epiteldir. Epitelin taban kısmındaki hücrelerde korneanın olağanüstü yenilenme yeteneğinden sorumlu olan çok sayıda mitoz görüntüsü bu­ lunur. Bu hücreler yaklaşık 7 günde bir yenilenir. Kornea hücrelerinin yüzeyinde bunları örten ince kornea üstü göz­ yaşı tabakasına doğru uzanan mikrovilluslar bulunur. Bu epitel yaklaşık 7 pırı kalınlığında lipit ve glikoproteinden oluşan koruyucu bir tabaka ile örtülüdür. Kornea gözdeki bütün dokular içinde en zengin duysal sinir ağına sahip ya­ pılardan biridir. Kornea epitelinin altında 7-1 2 pm kalınlığında kalın homo­ jen bir tabaka bulunur. Burada gelişigüzel çaprazlaşan kolajen lifler ile yoğun bir hücreler arası madde vardır; hücre bulun­ maz (Şekil 24-4). Bowman zan denen bu tabaka korneanın dayanıklılığına ve sağlamlığına büyük ölçüde katkıda bulunur. Stroma ise birbirleriyle dik açılarla kesişen paralel kola­ jen demetlerinden oluşmuş çok sayıda tabakadan meydana



470 /



BÖLÜM 24



Pupil



Ön oda



Kornea



İris



Konjunktiva Arka oda



Schlemm kanalı



Siliyer cisim Zonül Orta rektus kası Yan rektus kası



Ora serrata



Retina Koroid Skiera



Vorteks veni



Camsı cisim Pigment epiteli Retina arteriyolleri ve venleri Uzun arka siliyer arter ve uzun siliyer sinir Görme siniri papillası



Skleranın delikli laminası Dura



Pia



Görme siniri



Arakooid



Retinanın orta arteri ve veni Şekil 24-1. İnsan gözünün iç yapıları. (Lederle Laboratuarları'nın izni ile Paul Peck'in orijinal çiziminden (Anatomy of the Eye) alınıp yeniden çizilmiştir]



gelir. Her tabaka içinde kolajen lifler birbirlerine paralel bi­ çimde ve korneanın tüm eni boyunca uzanırlar. Bu tabaka­ lardan birkaçının arasında fibroblastların sitoplazma uzantıla­ rı kelebek kanadı gibi yassılmış biçimde görülür. Stromanın hücreleri ve lifleri glikoproteinlerden ve kondroitin sülfattan zengin bir madde içinde bulunur. Stromada damar bulunma­ masına karşın korneada, göç eden lenfoid hücrelere rastlanır. Descemet zarı üç boyutlu bir ağ şeklinde düzenlenmiş ince kolajen filamanlardan oluşan kalın (5-10 pm) homojen bir yapıdır. Kornea endoteli tek katlı yassı epiteldir. Bu hücrelerde olasılıkla Descemet zarının sentezi ve bakımı için gerekli olan, salgıya yönelik protein sentezi ve aktif transporta iliş­ kin bütün tipik organeller mevcuttur. Kornea epiteli ve en­ doteli, korneanın saydamlığından sorumludur. Her iki taba­ ka da sodyum iyonlarını tepeye bakan yüzeylerine doğru ta­ şıyabilir. Klor iyonları ve su pasif olarak sodyumu izler, böylece kornea stroması nispeten susuz bir ortamda tutulur. Bu­



nun yanısıra çok ince kolajen lifçiklerinin düzgün bir biçim­ de yönlenmeleri, korneanın saydam olmasını sağlar. Kornea skiera bağlantısı ya da limbus korneanın say­ dam kolajen demetlerinden skleranın beyaz mat liflerine ge­ çiş bölgesidir. Bu bölgede damar ağı oldukça fazladır ve bu­ radaki kan damarları kornea ile ilgili yangısal olaylarda önemli rol oynar. Damarsız bir yapı olan kornea metabolitleri yakınındaki damarlardan ve ön oda sıvısından difüzyon ile alır. Stroma tabakasının limbus bölgesinde ise endotel ile döşeli düzensiz kanallar birleşerek Schlemm kanalını oluş­ turur (Şekil 24—1 ve 2 4 -2 ) ve bu yapı ön oda sıvısının akaçlanmasını sağlar. Schlemm kanalı dış taraftan venöz sistem ile bağlantılıdır.



Orta Tabaka



ya da



Damarlı Tabaka



Gözün orta (damarlı) tabakası üç bölümden oluşur: koroid, siliyer cisim ve İris (Şekil 24-1). Bu bölümlere toplu halde uvea alanı denir.



GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ / 471



Ş ekil 24-2. Sağ gözün üst­ ten görüntüsünün çizimi. Gözün yapısı, retina, fovea ve siliyer cisim görülmekte­ dir. Ön odadaki oklar aköz humorun akım yönünü gös­ termektedir. Sağ alt tarafta foveanın büyütülmüş çizimi görülmekte: ( 1) gangliyon hücrelerinin aksonları, (2) bipolar hücreler, (3) çomak­ lar, (4) koniler. (Alıntı, değiş­ tirilerek Ham AW: Histology, 6. ed., Lippincott.)



Sklera



Koroid



Melanositler ^



Ş ekil 24-3. Koroid ve skleranın kesiti. Koroid, gelen ışığın yansımasını engelle­ yen melanositlerin bulun­ duğu, yoğun damarlı (ok başları) bir bağ dokusu ta­ bakasıdır. Retina besinleri­ nin büyük bölümü koroiddeki kan damarlarından gelir. Sklera, koşut demet­ ler halinde düzenlenmiş tip I kolajen demetlerinin bol bulunduğu tıkız bağ doku­ su tabakasıdır. Pararozanilin-toluidin mavisi (PT) bo­ yası. Orta büyütme.



472 /



BOLUM 24



plazma hücreleri, kolajen ve elastik liflerden zengin gevşek bağ dokusu bulunan bir tabakadır. Bu tabakada çok sayıda melanosit bulunur ve yapıya tipik siyah rengini verir. Koroidin iç tabakası d us tabakasına oranla küçük damarlardan da­ ha zengindir ve bu nedenle koryokapiler tabaka olarak ad­ landırılır. Koryokapiler tabaka retinanın beslenmesinde önemli rol oynar ve bu dokuda oluşan hasar retinaya da za­ rar verir. İnce (3—ı pırı) amorf bir lıiyalin zar koryokapiler tabaka ile retinayı birbirinden ayrılır. Bu yapıya Bruch zarı denir ve optik papilladan ora şeriata ya kadar uzanır. Op­ tik papilla, görme sinirinin göz küresine girdiği bölgedir (Şekil 24-2). Bruch zarı beş tabakadan meydana gelir. Orta tabaka elastik liflerin oluşturduğu bir ağdır. Bu ağın her iki yüzü ko­ lajen lif katmanları ile kaplıdır. Bu katmanları bir yüzde kor­ yokapiler tabaka kapilerlerinin bazal kurunası diğer yüzde ise pigment epitelinin bazal laıuinası sınırlar (pigment epitelinin tanımı için bkz, R etina). Koroid. melanosiıi bol gevşek bağ dokusu olan suprakoroidal lamina ile skleraya bağla­ nır.



Epitel



Bowman zarı Sinir lifi



Fibroblast



SİLİYER CİSİM



Şekil 24-4. Korneanın üç boyutlu çizimi. (Hogan MJ, Alvara­ do JA, Weddel JE: Histology of the human eye, Saunders, 1971 izinle çoğaltım).



K o r o İd



Da ma rlan ması oklukça fazla olan ve kan damarlarının ara­ sında fibroblast kır, makrofajlar, lenfositler, mast hücreleri,



Bağ dokusu



Siliyer cisim



Siliyer uzantılar Şekil 24-5. Merceğe tutunan zonulaların bulunduğu siliyer uzantıların önden görü­ nüşü. Zonula lifleri elastik lif sisteminden mikrofilaman demetleridir (oksitalan lifle­ ri). Zonüler siliyer uzantıların (B) her iki tarafında sütunlar (A) oluşturur. Bunlar merceğe bağlanırken tek bir noktada top­ lanırlar (C). (Alıntı, Hogan MJ, Alvarado JA, Weddel JE: Histology of the human eye, Saun­



ders, 1971).



Zonül lifleri



Mercek



Koıoidin mercek hizasında öne doğru yaptığı bir genişleme­ dir ve skleıanın ön bölümünün iç yüzeyinde yer alan kalın bir halka olarak görülür (Şekil 2-1-1 ve 2-1-2); üçgen olarak oluşturur. Bir yüzü camsı cisim, İkincisi sklera, üçüncü yüzü ise mercek ve gözün arka odası ile temas eder. Siliyer cis­ min histolojik yapısını temel olarak s iliy e r kası saran ve elastik lif, damar ve melanositten zengin okın bir gevşek bağ dokusu oluşturur (Şekil 2-t-2). Siliyer kas ise önden sklera­ ya ve arkadan siliyer cismin farklı bölgelerine bağlanan iki



GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ



/



473



Şekil 24-6. Pigmentli ve pigmentsiz epitel hücreleri­ nin oluşturduğu iki tabaka­ nın bulunduğu siliyer uzan­ tıların kesiti. Bağ dokusun­ dan oluşan özdek de görül­ mektedir. PT boyası. Orta büyütme.



düz kas demetinden meydana gelir. Bu demetlerden biri koroidi germe işlevini gerçekleştirir, diğeri de ise kasıldığı za­ man mercek üzerindeki gerilimi azaltır. Bıı kas hareketleri görme uyumunda (akomodasyon) önemlidir (Bkz. M ercek). Siliyer cismin camsı boşluğa, arka odaya ve merceğe bakan yüzeyleri retinanın ön uzantısı ile örtülüdür (Şekil 2-İ-2). Bu bölgede retina sadece iki hücre tabakasından oluşur. Siliyer cismin bitişiğindeki tabaka melaninden zengin tek katlı prizmatik epitelden meydana gelir ve retinanın pigment tabaka­ sının ("ine doğru yaptığı bir uzantıya karşılık gelir. Birinci ta­ bakayı örten ikinci tabaka ise retinanın sinir tabakasından



türer ve pigmentsiz tek katlı prizmatik epitelden meydana gelir (Şekil 2-1-1IA). S il iy e r U z a n t il a r



Siliyer cismin pile seklindeki uzantılarıdır (Şekil 2-Î-5). Gev­ sek bağ dokusu ve çok sayıda pencereli kılcal damardan (Bkz. 11. Bölüm) oluşan iç bölgeyi yukarıda tanımlanan tek katlı iki epitel tabakası örter (Şekil 2-ı-6 ve 2-İ-7). Bu uzan­ tılardan zonula lifleri denilen oksitalan lifler çıkar ve bun­ lar mercek kapsülüne girerek merceği yerine kenetler (oksi-



Şekil 24-7. Siliyer uzantı­ nın kesiti. İçteki epitel hüc­ relerinin sitoplazmasında yer alan melanin grandileri görülmekte. Dış epitelde melanin bulunmamaktadır. PT boyası. Büyük büyütme.



474



/



BÖLÜM 24



talan lifler 5. Bölüm’de anlatılmıştır). Pigmentli ve pigment­ siz hücrelerin birleştiği bölgede bu epitel hücrelerinin üst (apikal) uçları bulunur ve böylece bu hücreler baş başa ge­ lir. Zonula lifleri kökenini içteki pigmentsiz hücrelerin taban zarından alır. Epitel hücrelerinin üst uçları desmozomlarla bağlanır ve her iki tabakanın epitel hücrelerinin tepe yüzey­ leri çevresinde düzenli sıkı bağlantılar bulunur. Pigmentsiz iç hücre tabakasının taban yüzeyi iyon aktaran hücrelere özgü katlanmalara ve girinti çıkıntılara sahiptir (bkz. 4. Bölüm). Bu hücreler aktif taşıma ile plazmadan bazı maddeleri arka odaya taşıyarak aköz huraoru oluşturur. Bu sıvının iyon içe­ riği plazmaya benzer ancak %0.1'den daha az protein içerir (plazma ortalama %7 protein ihtiva eder). Aköz humor mer-



KLİNİK BİLGİ Aköz humorun dışarı boşalmasını sağlayan ka­ nallardaki herhangi bir tıkanıklık sonucu boşal­ masının engellenmesi, göz içi basıncının artma­ sına yol açar ve glokom a neden otur.



ceğe doğru akar, mercek ile iris arasından ön odaya geçer (Bkz. Şekil 24-2). Ön kamaraya geçtikten sonra kornea ile irisin bazal bölümü arasındaki açıya doğru yönelir. Labi­ rente benzer alanlardan (trabeküler alan) geçerek limbus dokusuna girer ve sonunda endotel ile döşeli Sclılemm ka­ nalına ulaşır (Şekil 24-1 ve Şekil 24-2). Bu yapı skleranın küçük venleri ile bağlantılıdır ve aköz humor bu venlerden



Şekil 24-8. Belli bölgeler­ de çok damarlı (ok başları) bağ dokusu özdekten olu­ şan bir yapı olan irisin ke­ siti. Dış örtü tabakası göz içini aşırı ışıktan korumak için fazlasıyla pigmentlidir. Bunun aksine, iç tabakada pigment içermeyen hücre­ ler bulunmaktadır. Pupillanın genişletici ve büzücü (sfinkter) kasları pupilla çapını denetler. PT boya­ sı. Orta büyütme.



dolaşıma geçer. İRİS



Merceği kısmen örten koroid uzantısı olup, merkezinde pupilla denen yuvarlak bir açıklık bırakır (Şekil 24-1). İrisin ön yüzü düzensiz ve pütürlüdür. Pigment hücrelerinden ve fibroblastlardan oluşan kesintili bir tabakadan meydana ge­ lir. Bu tabakanın altında, içinde çok az lif, çok sayıda fibrob­ last ve melanosit bulunan ve az sayıda damar içeren bir bağ dokusu bulunur. Bundan sonraki tabaka gevşek bağ doku­ su içine gömülmüş damardan zengin bir tabakadır (Şekil 24-8). İrisin düz arka yüzü, aynı zamanda siliyer cisim ile uzantılarını da kaplayan iki tabaka epitel ile örtülüdür. Arka oda ile temasta olan iç epitel melanin granülleri ile yoğun pigment içerir. Dış epitel hücreleri bazal bölgede dil şeklin­ de ışınsal uzantılar gösterir; bu uzantılar irisin genişletici pupilla kasını oluşturan üst üste yığılı miyofilamanlarla do­ ludur. Yoğun pigmentasyon, ışığın pupilladan başka bölge­ den göz içine girmesini engeller. Gözün bazı bölgelerinde fazla sayıda bulunan melanositlerin ve melanin içeren pigment hücrelerinin görevi dağınık ışık ışınlarının görüntü oluşumunu bozmasını önlemektir. İrisin stromasındaki melanositler göze rengini verir. İrisin iç bölgesindeki pigment tabakasının sadece birkaç hücreden oluşması durumunda, irisin arka yüzündeki siyah pigment epitelinden yansıyan ışık mavi olur. Pigment miktarı arttıkça iris yeşilimsi-mavi, gri ve sonunda kahverengi tonlarını alır. Akşın (albino) olanlarda hemen hiç pigment yoktur; bunla­ rın pembe olan iris rengi, irisin kan damarlarından yansır. İriste pupillanın çevresi boyunca iç içe daireler halinde yerleşmiş bulunan düz kas demetleri pupillanın büzücü kasını oluşturur. Genişletici kaslar sempatik, büzücü kaslar ise parasempatik liflerden sinir alır.



GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ



Mercek



ercek



K apsülü



Mercek, epitel hücrelerinin dış yüzeyini örten kalın 0 0 -2 0 pm), homojen, ışığı kıran, karbonhidrattan zengin bir kapsül ile çevrilidir (Şekil 24-9). Bu oldukça kalın bir bazal membrandır ve başlıca tip IV kolajen ile amorf glikoproteinden ibarettir.



475



nesnelere göre odaklanma sağlanır. Göz dinlenme halinde ya da uzağa bakar durumda iken mercek gözün optik ekse­ nine dikey konumda zonula ile gergin durur. Yakındaki bir nesneye odaklanmak İçin siliyer kaslar kasılarak, koroid ve siliyer cismi ileri doğru hareket ettirir. Zonulanın oluşturdu­ ğu gerilme ortadan kalkar ve mercek kalınlaşarak nesneye odaklanmayı sürdürür.



İki yüzeyi de dışbükey olan bu yapı oldukça esnektir, ancak bu özelliği yaşla kaybolur ve sertleşir. Mercek üç ana bölüm­ den oluşur: M



/



^



j







:



.



.



i k l in ik b il g i I



K a p s ü l A lti E p ît e l



Sadece merceğin ön yüzünde bulunan tek katlı kübik epitel hücrelerinden oluşur. Orta kuşağında yerleşmiş hücrelerden gelişen yeni mercek lifleri sayesinde, mercek yaşam boyun­ ca büyür ve boyutu artar. Bu epitelin hücreleri mercek lifle­ ri ile çok sayıda kenetlenme gösterir. M e r c e k Lİ f l e r İ



Bunlar uzun, yassı ve ince yapılar olarak görülürler. Kapsül altı epitel hücrelerinden köken alan ileri derecede farklılaş­ mış hücrelerdir. Bunlar zamanla çekirdeklerini ve diğer organellerini kaybeder ve aşırı derecede uzayarak boyu 7 -1 0 jjın, eni 8-10 pm ve kalınlığı 2 pm’ye ulaşır. Bu hücreler kristalinler denilen bir gaip protein ile doludur. Mercek lif­ lerinin üretimi ömür boyu sürse de üretim hızı giderek aza­ lır. Mercek ışınsal dizilim gösteren bir grup lif olan zonula sayesinde yerinde durur. Zonula bir tarafta mercek kapsülü­ ne diğer tarafta da siliyer cisme tutunur (Şekil 24-5). Zonu­ la lifleri elastik liflerin mikrofibrillerine benzer. Bu sistem akomodasyon (görm e uyumu) işleminde önemlidir. Akomodasyonda merceğin eğriliği değiştirilerek uzak ve yakın



Şekil 24-9. Merceğin ön kısmının kesiti. Kapsül altı epitel kırmızı boyanmış olan mercek kapsülünü salgılar. Mercek kapsülü tip IV kolajen ve laminin içe­ ren kalın bir bazal zardır. Kapsül altı epitelin altında çekirdeklerini ve organellerini yitiren, incelerek uza­ mış saydam yapılara dönü­ şen hücrelerin oluşturduğu mercek lifleri görülmekte­ dir. Pikrosirius-hematoksilen. Orta büyütme.



Yaş ilerledikçe mercek esnekliğini yitirir ve yakın nesnelere uyum zorlaşır. Bu normal bir yaşlılık sürecidir (presbiyopi) ve dışbükey mercekli göz­ lük takılarak düzeltilir. Yaşlılarda mercek liflerin­ de kahverengi bir pigment birikir ve merceğin saydamlığı azalır. Mercek iyice matlaşırsa bu du­ ruma katarakt adı verilir. Katarakt morötesi ışın­ lara aşırı maruz kalanlarda da görülür. Diabetes mellitusta ise yüksek glikoz seviyelerinin katarak­ ta neden olduğu düşünülmektedir.



Camsı Cisim Camsı cisim merceğin arkasındaki alanda bulunur. Su (% 99), kolajen ve esas bileşeni hyaluronik asit olan, oldukça sulu glikozamingolikanlardan oluşan saydam bir jeldir.



Retina Göz küresinin iç tabakası olup iki bölümden oluşur. Arka bölüm ışığa karşı duyarlıdır; ışığa duyarlı olmayan ön bölüm ise siliyer cisim ile irisin arka bölümünün iç yüzünü örter



476



/



BÖLÜM 24



(Şekil 2-İ-2). Retina proensefalon ya da ön sefalik veziküliin ters yüz olarak dışarı doğru yaptığı çıkıntıdan türer. Böylece oluşan optik vezikül yüzey ektodermi ile temas eder, mer­ kezinde giderek içeri doğru ilerleyen bir girinti oluşur ve çift çeperli göz kadehi meydana gelir. Erişkinde dış duvar pig­ ment epiteli denen ince zarı yapar; retinanın optik ya da iş­ levsel bölümü olan nöral retina ise iç tabakadan köken alır. Pigment epiteli, çekirdekleri tabanda yer alan prizmatik hücrelerden meydana gelir. Hücrelerin bazal bölgeleri Bruch zarına sıkıca yapışıktır ve hücre zarları çok sayıda bazal gi­ rintiler gösterir. Bu girintilerin yakınındaki sitoplazmada çok daha fazla mitokondri bulunur. Bu özellik sözü edilen böl­ gede iyon aktarımının gerçekleştiğini düşündürür. Hücrele­ rin yan zarlarının tepesinde ise zonula okludensler ve zonu­ la adherensler şeklinde belirgin hücre bağlantıları bulunur; ayrıca desmozomlara ve aralık bağlantılarına da rastlanır. Bu morfolojik ayrıntılar epitel tabakasının tepe ve taban bölüm­ lerinin tıkalı olduğunu ve hücreler arası iletişimin bulundu­ ğu gösterir. Söz konusu epitelin iki yüzeyi arasında iyon ak­ tarımı sonucu oluşan bir elektriksel potansiyel farkının bu­ lunması bu özelleşmiş bağlantılarla açıklanabilir. Hücre tepesinde çok sayıda, iki uzantı tipi vardır: ince mikroviluslar ve fotoreseptörlerin uçlarını kuşatan silindirik kılıflar.



i KLİNİK BİLGİ ı



Bu uzantıların hiçbiri anatomik olarak fotoreseptörlere bağlı olmadığından, bu bölgeler retina dekolmanında görülen biçimde ayrılabilirler. Sık gö­ rülen ve ciddi olan bu hastalık günümüzde lazer cerrahisi ile etkili bir biçimde tedavi edilmektedir.



Pigment epiteli hücrelerinin sitoplazmasında çok sayıda düz endoplazma retikulumu bulunur; burada A vitamininin esterleşmesinin ve fotoreseptörlere taşınmasının gerçekleşti­ ği sanılmaktadır. Üstte, sitoplazmanın üst bölgesinde ve mikroviluslarda melanin grandilerinin sayısı fazladır. Melanin bu hücrelerde derideki mekanizmaya benzer bir düzenekle sentez edilir (Bkz. 18. Bölüm). Bu koyu pigment fotoreseptörler uyarıldıktan sonra ışığı emme özelliğine sahiptir. Hücrenin tepesinde değişik şekilli çok sayıda yoğun ve­ zikül bulunur. Bunlar fotoreseptör dış segmentlerinin uçları­ nın fagositoz ve sindirimindeki değişik evrelerin göstergesi­ dir. Pigment hücresinin yapısı ve işlevleri Şekil 24-16'da gös­ terilmiştir. Retinanın optik kısmı-arka ya da ışığa duyarlı kısım- en az 15 tip nöron içeren karmaşık bir yapıdır ve bu hücreler birbirleri ile en az 38 değişik türde sinaps oluştururlar. Op­ tik retina, ışığa duyarlı hücreler olan konilerden ve ço­ maklardan (Şekil 24-2, 24-10 ve 24-11) oluşan bir dış ta­ baka, koni ve çomakları gangliyon hücreleri ile birleştiren bipolar nöronlardan oluşan bir orta tabaka ve beyine ak­ sonlarını gönderen ve dendritleri aracılığıyla bipolar hücre­ lerle temas sağlayan gangliyon hücrelerinden oluşan bir iç tabakadan meydana gelir. Bu aksonlar optik papillada toplanarak görm e sinirini oluştururlar. Koni ve çomak tabakasıyla bipolar hücreler arasında, sinapsların gerçekleştiği dış pleksiform (ağsı) ya da sinaps tabakası bulunur. Bipolar hücreler ile gangliyon hücreleri ara­ sında sinapsların kurulduğu tabakaya ise iç pleksiform (ağ­ sı) tabaka denir (Şekil 24-11 ve 24—12). Retinanın tersyüz bir yapısı vardır, ışık koni ve çomaklara ulaşmadan önce gangli­ yon tabakasını, sonra da bipolar tabakayı geçer. Aşağıdaki bö­ lümde retinanın yapısı daha ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. İsimlerini şekillerinden alan koni ve çomaklar polarize nöronlardır; bir kutupta tek bir ışığa duyarlı dendrit diğer kutupta ise bipolar tabaka hücreleriyle kurulmuş sinapskır görülür. Koni ve çomak hücreleri (Şekil 24-13, 24-14 ve 24-15) çekirdek ve sinaps bölgeleri olmak üzere bir dış ve bir iç bölüme ayrılır. Dış bölümler değişime uğramış silyum-



Gangliyon hücreleri ■i )



"/44f



İç çekirdek tabakası Dış çekirdek tabakası Çomaklar ve konileri Koroid damarl



Şekil 24-10. Retina bileşen­ lerinin çoğunu gösteren kesit.



GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ



/ 477



G elen ışık



I İç sınırlayıcı zar



.Gangliyon hücrelerinin aksonları



Gangliyon hücreleri ağsı tabaka Amakrin hücreler Bipolar hücreler



Müller hücreleri



ağsı tabaka Yatay hücre i ve çomakların



Dış sınırlayıcı zar



Koni ve çomakların dış parçası



Pigment epiteli Çomak



Koni



Şekil 24-11. Retina nöronlarının oluşturduğu üç tabaka. Oklar ışık hüzmelerinin yönünü göstermek­ tedir. Çomaklar ve konilerin üzerine düşen ışığın oluşturduğu uyarı, karşıt yönde ilerler (Boycott ve Dowling’in izniyle yeniden çizilerek çoğaltılmıştır: Proc R Soc Lond [Biol] 1966;166:80).



kırdır ve düz, plak şeklinde yassı, zar ile sınırlı kesecikler içerirler. Retinanın ışığa duyarlı pigmenti bu keseciklerin zarlarında bulunur. Koni ve çomak hücreleri d ı ş sınırlayıcı z a r denen ince bir tabakayı geçerler; bu zar fotoreseptörler ile retinanın glia hücreleri (Müller hücreleri) arasında bulu­ nan bir dizi bağlantı kompleksinden oluşur. Konilerin çekir­ dekleri genellikle sınırlayıcı zara yakın, çomakların çekir­ dekleri ise iç bölümün ortasına doğru yerleşmiştir. Ç om ak H ü c r eler İ



iki parçadan oluşan ince, uzun (50 x 3 pm) hücrelerdir (Şekil 24-11 ve 24—13). Dışta yer alan ço­ mak şeklindeki ışığa duyarlı parça bozuk para dizisi gibi üst üste sıralanmış çok sayıda (600-1000) yassı zarsı plaktan oluşur. Çomaklardaki bu plaklar plazma zarı ile devam et­ mez. D ı ş p a r ç a , dar bir bölüm ile i ç p a r ç a d a n ayrılmıştır. Bu darlığın tam altında bir silyumun oluşarak dış parçaya geçtiği bazal bölüm bulur. İç parça glikojenden zengin olup daralma yerinin yakınında belirgin bir mitokondri yığılımı gösterir (Şekil 24-13 ve 24—14). Bu yerel mitokondri yığılımı görme işlemi ve protein sentezi için gereken enerji üretimi ile bağlantılıdır. İç parçadaki mitokondri bölgesinin altında bulunan çok sayıdaki poliribozom protein sentezine katılır. Bu proteinlerin bazıları çomak hücrelerinin dış parçasına Ç o m a k h ü c r e le r i



göçerler ve burada zarsı plaklarla birleşirler. Çomak hücre­ lerinin yassı plakları ışık ile solarak beyazlaşan ve görme uyarımını başlatan g ö r m e m o r u pigmenti ya da başka İnil­ deyişle r o d o p s i n pigmenti barındırır. Bu madde küre şek­ linde olup yassı zarsı plakların çift katlı lipit tabakasının dış yüzünde bulunur. İnsan retinasında yaklaşık 120 milyon çomak hücresi bu­ lunur. Bunlar ışığa çok duyarlı olduklarından alacakaranlık ya da gece gibi ışığın düşük seviyelerde olduğu saatlerde kullanılan reseptörler oldukları düşünülür. Dış parça, ışığa duyarlılığın olduğu bölgedir; iç parçada ise bu hücrelerin biyosentez ve enerji üretim süreçleri için gerekli metabolik do­ nanını bulunur. Otoradyografi çalışmaları, çomak veziküllerindeki prote­ inlerin bu hücrelerin poliribozomlardan zengin iç bölgele­ rinde sentez edildiğini göstermiştir. Bu proteinler buradan dış parçaya göç ederek taban kısımlarda kümelenirler. Bu kısımlarda çift katlı fosfolipidden oluşmuş zarlarla birleşerek yassı plaklar oluştururlar (Şekil 24—13 ve Şekil 24-14). Bu yapılar aşamalı biçimde hücre tepesine ilerleyip buradan dö­ külürler ve pigment epitel hücreleri tarafından fagosite edi­ lip, sindirilirler (Şekil 24-15 ve 2-i—16). Maymunda günde hücre başına yaklaşık 90 vezikiil oluştuğu hesaplanmıştır. Bazal hücre bölgesindeki yığılmadan tepedeki dökülmeye kadar olan tüm göç süreci 9 ile 13 gün almaktadır.



478 /



BÖLÜM 24



Koniler sadece, çomakları uyarmak için gerekli olandan da­ ha yüksek şiddette ışığa duyarlı olup, çomaklardan daha iyi bir görme keskinliği sağlar. D İğ e r H ü c r e l e r



Bipolar hücre tabakası iki tip hücreden oluşur (Şekil 24-11); bunlardan difüz bipolar hücre adını alanlar iki ya da daha fazla fotoreseptör ile sinaps yaparken, monosinaptik bipo­ lar hücreler sadece bir koni fotoreseptörünün ve tek bir gangliyon hücresinin aksonu ile sinaps oluşturur. Bu yüzden uyarıları doğrudan beyine ulaştıran belli sayıda koni hücre­ si bulunur. Gangliyon tabakasındaki hücreler bipolar hücrelerle yap­ tıkları bağlantıya ek olarak aksonlarıyla retinanın belli bir böl­ gesine uzanırlar. Bu aksonlar burada birleşerek görme sini­ rini oluşturur (Şekil 24-11). Reseptör içermeyen bu bölge re­ tinanın kör noktası, görm e sinirinin papillası ya da gör­ me sinirinin baş kısım olarak adlandırılır (Şekil 24-2). Gangliyon hücreleri, büyük ökromatik bir çekirdek, bazofilik Nissl cisimcikleri içeren tipik sinir hücreleridir. Bipolar hüc­ reler gibi bu hücreler de diğer hücrelerle yaptıkları bağlantı­ lara göre difüz ya da monosinaptik olarak da sınıflandırılır. Bu üç ana hücre tipine (ışık algılayan hücreler, bipolar hücreler ve gangliyon hücreleri) ek olarak retina tabakaların­ da daha dağınık olarak yayılmış başka tip hücreler de vardır.



Şekil 24-12. Müller hücreleri ile duysal retinadaki nöral bi­ leşenlerin yakın ilişkisini gösteren çizim. Müller hücreleri (koyu fibröz hücreler) retinadaki nöron ve sinir uzantılarını örüp desteklediklerinden yapısal ve işlevsel olarak merke­ zi sinir sistemindeki astrositlere eşdeğer görünmektedir. (İzin alınarak çğaltım, Hogan MJ, Alvarado JA, Weddel JE: Histo­ logy of the human eye, Saunders, 1971). İÇ



parça KONİ HÜCRELERİ



Mitokondriler



Koni hücreleri de uzun (60 x 1,5 pm) nöronlardır. İnsan retinasında yaklaşık 6 milyon koni hücresi vardır. Yapı ola­ rak, iç ve dış parçaları, silyumlu bazal cisimleri, mitokondri yığışımları ve poliribozomları ile çomaklara benzerler. Koni­ ler, şekilleri (konik) ve dış parçalarının yapısı ile çomaklar­ dan ayrılırlar. Dış parça çomaklarda olduğu gibi zarsı plak yığınlarından ibarettir ancak dış plazma zarından bağımsız olmayıp, bunun içe doğru yaptığı girintilerden oluşmuştur (Şekil 24—13). Konilerde, yeni sentezlenen protein, çomak­ larda olduğu gibi yeni toplanan plaklarda yoğunlaştırılmaz; dış parçanın her yerine eşit olarak dağılır. Konilerin morfolojik olarak tespit edilemeyen en az üç işlevsel tipi vardır. Her tip iyodopsin denen değişik bir ko­ ni fotopigmenti içerir ve bunun en fazla duyarlılığı, görüle­ bilen spektrumda kırmızı, yeşil ya da mavi bölgelerdedir.



Silyum



Dış parça



Şekil 24-13. Sağda çomak ve solda konilerin ince yapısı. Çerçeve içine alınan alan Şekil 24-17'deki elektron mikros­ kop fotoğrafında gösterilmiştir. (Chevremont M'nin izniyle yeni­ den çizilerek çoğaltılmıştır: Notions de Cytologie et Histologie. S.A. Desoer Editions [Liege] 1966).



GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ



Ş ekil 24-14. Retina kesitinin elektron mikroskop fotoğrafı. Resmin üst bölümünde dış parçalar bulunmaktadır. Bu ışı­ ğa duyarlı bölge paralel zarsı yassı plaklardan oluşur. Mitokondri yığılmaları iç parçada olur (bkz. Şekil 24-13). Res­ min orta kısmında daha sonra dış parçaya dönüşecek olan bir silyumu oluşturan bazal cisim görülüyor.



Yatay hücreler (Şekil 24-11), kırklı fotoreseptör hücre­ ler arasında bağlantı kurarlar. İşlevleri tam olarak bilinme­ mektedir ancak bu hücreler uyarımların bütünlüğünü sağlı­ yor olabilirler. Amakrin hücreler (Şekil 24-11), gangliyon hücreleri arasında bağlantı sağlayan çeşitli tipte nöronlardır. Bu hüc­ relerin de işlevleri bilinmemektedir. Destek hücreleri, astrosit ve mikroglialara ek olarak bazı büyük, çok sayıda dallanma gösteren, Müller hücresi adını alan hücreleri de içine alan nöroglia hücreleridir. Bu hücrelerin uzantıları retinanın iç sınırlayıcı zarından dış sınır­ layıcı zarına doğru uzanır ve retinanın nöral hücrelerini bir­ birine bağlarlar (Şekil 24-11). Dış sınırlayıcı zar fotoreseptörler ve Müller hücreleri arasındaki birleşme (sıkı bağlantılar) bölgesidir. Müller hücreleri, retina nöronlarını ve liflerini ya­ lıtmaları, beslemeleri ve desteklemeleri açısından işlevsel olarak nörogliyaya eşdeğer hücrelerdir.



Retinanın Histofizyolojisi Işık retinanın tabakalarını geçerek koni ve çomaklara ulaşır ve burada emilerek görme dediğimiz olağanüstü duyarlı bir



/ 479



süreç ile sonuçlanan bir dizi tepkimeyi başlatır. Çomakta re­ septör potansiyeli oluşumunu başlatmak için tek bir fotonun yeterli olduğunu düşündüren deneysel bulgular vardır. Işık görme pigmentlerinin rengini soldurup beyazlatıcı bir etki yapar. Bu fotokimyasal olay, yerel yanıtların oluşmasına yol açan düzeneklerle güçlendirilir. Bu yanıtlar daha sonra mer­ kezi sinir sistemine iletilir. Çomaklardaki görme pigmenti olan rodopsin, A vitami­ ninin opsin denen özel proteinlere bağlanmış bir aldehid biçiminden (retinal) oluşur. Çomakların (ışık şiddetinin az olduğu zaman kullanılan reseptörler) çözümleme gücü dü­ şük olduğu için bu hücreler net bir görüntü sağlayamaz ve renklere karşı duyarlı değildir. Öte yandan koniler daha yüksek bir eşiğe sahiptir ve keskin ve renkli görüntülerden sorumludur. Koniler insanda renkli görme için klasik üç renk teorisine kimyasal bir temel oluşturabilecek olan, tam olarak nitelenememiş üç pigment (iyodopsin) içerir. Işık rodopsin moleküllerine çarptığı zaman retinal izo­ merleşerek 11-cis biçiminden tam-trans biçimine dönüşür. Bu değişim sonucunda retinal opsinden ayrılır; bu reaksiyo­ na solma adı verilir. Zar plaklarında bulunan görme pig­ mentinin solması, plak zarındaki kalsiyum iletisini artırıp fotoreseptörlerin dış parçasındaki hücre içi aralığa kalsiyum yayılmasını sağlar. Kalsiyum, hücre zarını etkiyerek, sodyu­ ma karşı geçirgenliğini azaltır ve hücrenin hiperpolarizasyonunu başlatır. Sodyum kanallarının kapanmasıyla oluşan elektrik sinyalleri, iç parçaya ve gap junctionlar aracılığıyla komşu hücrelere yayılır. İkinci aşamada, görme pigmenti yeniden bir araya geti­ rilir ve kalsiyum iyonları enerji gerektiren bir işlemle plakla­ ra geri taşınır. Koni ve çomakların ışığa duyarlı bölgelerinde çok miktarda mitokondri bulunmasının nedeni yüksek ener­ ji gereksinimi gibi görünmektedir. Aksiyon potansiyelinin, hücre depolarizasyonu yoluyla oluştuğu diğer reseptörlerde gerçekleşen olayların tersine, koni ve çomaklar ışıkla hiperpolarize olurlar. Bu sinyal bipolar, amakrin ve horizontal hücrelere ve daha sonra da gangliyon hücrelerine aktarılır. Sadece gangliyon hücreleri aksonları boyunca aksiyon po­ tansiyeli oluşturarak beyine bilgi iletimini sağlar. *■)



Klinikte dekolman olduğu zaman retina hasarı­ nın görülmesi, ışığa duyarlı hücrelerin metabolitlerini koryokapiler tabakadan sağladıklarını dü­ şündürmektedir. Retinadaki damarların yüzeysel yerleşimi oftalmoskopla kolaylıkla gözlenebilmelerini sağlar. Bu muayene, diyabet ve hipertansi­ yon gibi kan damarlarını etkileyen hastalıkların tanı ve değerlendirmesinde çok büyük değer ta­ şır.



Optik eksenin arka kutbunda, merkezindeki retinanın çok ince olduğu sığ bir çöküntü biçiminde izlenen fovea yer alır. Foveanın merkezinde retinanın ince olmasının nedeni, bipolar hücrelerin ve gangliyon hücrelerinin bu çöküntünün



480 /



BÖLÜM 24



Şekil 24-15. Retinanın ışığa duyarlı ve pigment tabakaları arasındaki yüzeyin elektron mikroskop fo­ toğrafı. Alt kısımda iki pigment epiteli hücresi ve yan yüzleri arasındaki özel bağlantılar (J) görülmek­ tedir. Pigment hücrelerinin üstünde, pigment epitelinin (P) apikal uzantıları ile iç içe geçen çomak hüc­ relerinin birkaç dış parçasının uçları yer almaktadır. Yassılaşmış zarlar içeren büyük vakuoller (oklar) çomakların uçlarından ayrılmıştır. L, lizozom kesecikleri.



clı.ş tarafında toplanmış olmaları ve hu yüzden merkezde sa­ dece koni hücrelerinin bulunmasıdır (Şekil 2-İ-2). Foveadaki koni hücreleri, çomak hücrelerine benzer şekilde uzun ve incedir. Bu, konilerin sıkı bir şekilde yerleşmesini sağlamak, dolayısıyla görme keskinliğini artırmak için gerçekleştirilmiş bir uyumdur. Bu bölgede kan damarları ışığa duyarlı hücre­ lerin üstünden geçmez. Işığın doğrudan foveanın merkezin­ deki konilerin üzerine düşmesi, bu bölgedeki görme keskin­ liğinin tam olmasını sağlar.



Gözün Yardımcı Yapıları Konjunktiva Konjunktiva, gözün korneaya kadar olan ön kısmını ve göz kapaklarının iç yüzeylerini kaplayan ince saydam bir miiköz



zardır. Çok sayıda Goblet hücresi içeren cok katlı prizmatik epiteli vardır ve lamina propriası gevsek bağ dokusundan oluşur.



Kirpikler Göz kapaklan (Şekil 2-1—17), gözü koruyan hareketli doku kıvrımlarıdır. Kapakların derisi gevşek ve elastiktir. Aşırı şiş­ meye ve yeniden normal şekil ve büyüklüğe dönmeye elve­ rişlidir. Göz kapaklarında üç tip bez vardır: Meİbomius, Moll ve Zeis bezleri. Meibomius bezleri tarsal plakta bulunan uzun yağ bezlerdir. Kıl fölikülieri ile ilişkileri yoktur. Meibomius bezleri ince gözyaşı tabakasının yüzeyinde yağlı bir tabaka oluşturan yağlı bir madde üreterek normal gözyaşı tabakası­ nın çabuk buharlaşmasını önler. Zeis bezleri kirpik Iblikül-



GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ



/ 481



RER, Golgi aygıtı ve melanozomlar tarafından melanin sentezi. Melanin reseptörü duyarlılaştırdıktan sonra ışığı emer.



Mitokondriler ve zar girintileri aracılığıyla iyon taşınması.



Şekil 24-16. Retinadaki pigment epiteli hücresinin işlevleri. Üst bölgede ışığa duyarlı hücrelerin dış bölümleri arasındaki aralıkları dolduran çok sayıda hücre uzantısı ve bazal bölgedeki zarın sitoplazma içine yaptığı girinti­ ler görülmektedir. Bu hücre, göz odasındaki ışığı emen (18. bölümde tarif edilen bir düzenekle) melanin grandi­ lerinin sentezi gibi birkaç işlevi olan bir hücre tipidir. Melanin sentezine katılan organeller çizimin sağında göste­ rilmiştir. Çizimin solunda ise, kaba endoplazma retikulumunda (GER) sentezlenen enzimleri içeren lizozomlar, fotoreseptörlerin fagosite edilmiş tepe kısımları ile birleşerek bunları sindirmektedir. Bu görevlere ek olarak, bu hüc­ reler epitel zarının iki yüzeyi arasındaki elektrik potansiyelini durağan tuttuğundan, olasılıkla iyon transportunda aktif rol oynamaktadır. Oldukça gelişmiş düz endoplazma (SER) retikulumu A vitamini esterleşmesinde rol oynar.



leri ile bağlantılı, değişikliğe uğramış küçük yağ bezlerdir. Moll ter bezleri, sıradan ter bezleri gibi glomeriil şeklinde değil, basit spiral şeklinde başlayan dallanmamış kıvrımlı tiipçüklerdir. Bu bezler salgılarını kirpik folikiillerine boşal­ tırlar.



Gözyaşı Sistemi Gözyaşı (lakrimal) sistemi, gözyaşı bezi, kanalcıklar, gözyaşı kesesi ve burun gözyaşı kanalı (nazolakrimal kanal) içerir. Gözyaşı bezi (Şekil 24-18 ve 24-19), göz çukurunun ön-iist temporal bölgesinde yer alan, gözyaşı salgısı yapan bir bezdir. Bezin 6-12 boşaltıcı kanalını üst konjunktiva forniksine bağ­ layan, birkaç ayrı salgı lobu içerir. (Forniksler göz kapakları ile göz küresi arasında konjunktiva ile döşeli girintilerdir.) Genel­ likle şişkin liimenleri olan bu tübüloalveoler bez, parotisin asiner hücrelerine benzeyen prizmatik seröz hücrelerden oluş­



muştur. Açık renk boyanmış salgı grandileri içeren bu hücre­ ler, çevredeki bağ dokusundan bir bazal lamina ile ayrılır. Bezin salgı kısımlarını iyi gelişmiş miyoepitel hücreleri sarar. Bezin salgısı kornea ile bulbar ve palpebral konjunk­ tiva üzerinden aşağı doğru iner ve bu yapıların yüzeylerini ıslak tutar. Üst ve alt kapak kenarlarının orta kısmında bulu­ nan, yaklaşık 0.5 mm çapındaki yuvarlak gözyaşı noktala­ rı aracılığı ile gözyaşı kanalcıklarına boşalır (Şekil 24-22). Kanalcıklar 1 mm çapında, 8 mm uzunluğundadır ve gözya­ şı kesesine açılmadan hemen önce ortak bir kanalcık oluş­ turmak üzere birleşirler. Kanalcıklar kalın çok katlı yassı epitelle döşelidir. Ortak kanalcığın çıkmaz kıvrımları normal ya­ pının bir parçası da olabilir ve bunlar çoğunlukla enfeksi­ yonlara karşı duvarlıdır. Gözyaşı kesesi, belli bakteri türlerinin hücre duvarını hidrolize ederek parçalanmasını kolaylaştıran bir enzim olan lizozimden zengin bir sıvı salgılar.



482



/



BÖLÜM 24



dalgalarını alır; orta kulak, ses dalgalarının havadan kemi­ ğe ve kemik aracılığı ile iç kulağa iletildiği yerdir; iç kulak, bu titreşimlerin akustik sinir yoluyla merkezi sinir sistemine geçen özgün sinir uyartılarına çevrildiği yerdir. İç kulak ay­ nı zamanda dengeyi sağlayan vestibüler organı içerir.



Dış Kulak Kulak kepçesi (pinna, aurikül), her tarafından sıkıca yapış­ mış deri ile kaplı, düzensiz şekilli bir elastik kıkırdak plaka­ sından oluşur. Dış kulak yolu, yüzeyden temporal kemiğin içine doğ­ ru uzanan az çok yassı bir kanaldır. Kanal içte kulak zarı ile sonlanır. Kanalı, derinin devamı olan çok katlı yassı epitel döşer. Submukozada kıl folikülleri, yağ bezleri ve serümen bezleri (değişikliğe uğramış bir tür ter bezi) bulunur. Serü­ men bezleri kahverengimsi, yarı katı bir yağ ve mum karışı­ mı olan serümeni (kulak kiri) üreten, kıvrımlı tübüler bez­ lerdir. Kıllar ve serümen olasılıkla koruyucu bir görev üstle­ nir. Dış kulak yolunun duvarı dış üçte birinde elastik kıkır­ dak ile desteklenirken, kanalın iç kısmına desteği temporal kemik sağlar. Dış kulak yolunun bitiminde oval timpan zarı (kulak zarı) yer alır. Bunun dış yüzeyi ince bir epidermis tabakası ile, iç yüzeyi ise timpan boşluğunun epiteli ile devam eden tek katlı kübik epitelle örtülüdür (aşağıya bakınız). İki epi­ tel örtü arasında kolajen ve elastik lifler ile fibroblastlardan oluşan sert bir bağ dokusu tabakası vardır. Kulak zarının ön üst kadranı gevşek ve daha saydamdır, çünkü burada bağ dokusu tabakası çok daha incedir. Bu bölge Schrapnell za­ rı olarak bilinir. Kulak zarı ses titreşimlerini orta kulak ke­ mikçiklerine ileten yapıdır (Şekil 24-20).



Kirpikler



Şekil 24-17. Göz kapağının yapısı.



İŞİTME: SES ALGILAMA SİSTEMİ Kulak (Vestibülokoklear Aygıt)



Orta Kulak



Vestibülokoklear aygıtın (Şekil 24-20) işlevleri denge ve işit­ meyle ilgilidir. Bu organ üç bölümden oluşur: dış kulak, ses



Orta kulak ya da timpan boşluğu, temporal kemiğin içinde, kulak zarıyla iç kulağın kemiksi yüzeyi arasında yer alan dü-



Kan damarları



Şekil 24-18. Gözyaşı bezi kesitinin ışık mikroskop fo­ toğrafı. Tubuloalveoler sal­ gı bölümleri, boşaltım ka­ nalları ve kan damarları görülmektedir. Salgı hücre­ leri sadece az sayıda RNA (bazofili) içerir. Proteinden yoksul salgı ürünü sentezlerler. H&E boyası. Orta büyütme.



Kanallar 1 __



Salgı bölümü



GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ



/



483



Kan r ^damarlarf



Salgı bölümü



Bağ dokusu Şekil 24-19. Gözyaşı bezi kesitinin ışık mikroskop fo­ toğrafı. Üç adet küçük bo­ şaltım kanalı, iki kan da­ marı ve çok sayıda tubuloalveoler salgı birimi görü­ lebilmektedir. PT boyası. Orta büyütme.



Kanallar ı



K an



damarları



zensiz bir boşluktur. Ön tarafta östaki borusu aracılığıyla yutak ile, arkada temporal kemiğin mastoid çıkıntısının içi hava dolu boşlukları ile bağlantı kurar. Orta kulak alttaki ke­ mik zarına sıkıca yapışık ince bir lamina proprianın üstünde yer alan tek katlı yassı epilel ile döşelidir. Östaki borusunun yakınlarında ve iç kısımlarında, orta kulağı döşeyen tek kat­ lı epitel giderek titrek tüylü yalancı çok katlı prizmatik epitele dönüşür. Östaki borusunun duvarları genellikle kapalı olmasına rağmen, boru yutkunma işlemi sırasında açılır ve



...*



orta kulaktaki hava basıncını atmosfer basıncı ile dengeler. Orta kulağın iç taraf kemiksi duvarında, iki tane kemiksiz, zarla kaplı dikdörtgen şeklinde bölge vardır. Bunlar oval ve yuvarlak pencerelerdir (Şekil 24-20). Kulak zarı, malleus (çekiç), inkus (örs) ve stapes (üzengi) adı verilen üç küçük kemikten oluşan bir dizi İşit­ me kemikçiği ile oval pencereye bağlanır (Şekil 24-20). Bunlar timpan zarında oluşan mekanik titreşimleri iç kulağa iletir. Malleus timpan zarına, stapes de oval pencerenin za-



Subdural aralık Subaraknoid aralık Endolenf kesesi Endolenf kanalı



Skala vestibüli Skala media Skala timpani



Mastoid Dış kulak boşlukları yolu



Timpan zarı



Östaki borusu



Şekil 24-20. Dış, orta ve iç kulakta vestibülokoklear organ ve ses dalgalarının yolu. İç ku­ lak bileşenleri renkli gösterilmiştir. Çerçeve içine alınan bölgedeki kokleanın enine kesiti. Şekil 24-24’te gösteril­ miştir. (İzinle tekrar çizim Best CH, Taylor NB: The Physiological Basis of Me­ dical Practice, 8th ed. Wil­ liams & Wilkins. 1966).



484



/



BÖLÜM 24



rina yapışır. Bu kemikler sinovyal eklem oluşturur ve bu boşluğun bütün yapıları gibi, tek katlı yassı epiteile örtülü­ dür. Oıta kulakta, malleus ve stapese yapışık iki küçük kas vardır. Bu kaslar ses iletiminin düzenlenmesinde rol oynar­ lar.



İç Kulak İç kulak iki labirentten oluşmuştur. Kemiksi labirent, içinde zarsı labirenti barındıran temporal kemiğin petrüz bölümün­ deki bir dizi boşluktan oluşur. Zarsı labirent ektoderm kö­ kenlidir ve epiteile örtülü, kesintisiz bir dizi boşluktan iba­ rettir. Söz konusu labirent, embriyoda başın yan kısım ekto­ derminden gelişen işitme keseciğinden kökenlenir. Embriyonal gelişim sırasında bu vezikiil altındaki bağ dokusuna girinti yapar, baş ektodermiyle ilişkisini yitirip ve gelecekte­ ki temporal kemik taslaklarına doğru uzanır. Bu süreç sıra­ sında bir dizi şekil değişikliğine uğrar ve zarsı labirentin iki özelleşmiş bölgesi olan ütrikül ve sakkülü oluşturur. Yan dairesel kanallar iitrikülden köken alırken, daha karmaşık olan koklea kanalı sakkiilden oluşur. Bu bölgelerin her bi­ rinde epitel örtüsü, ütrikül ve sakkülün makülası, yarı da­ iresel kanalların kristası ve koklea kanalının Corti organı gibi duysal yapıları oluşturmak üzere özelleşir. Kemiksi labirent, temporal kemikteki boşluklardan olu­ şur. İçinde sakkül ile ütrikülün bulunduğu vestibül denen düzensiz bir merkezi boşluk bulunur. Bunun arkasında yarı dairesel kanalları saran yarım daire kanalları bulunur; ön yan konumdaki koklea içinde ise koklear kanal yer alır (Se­ ldi 2-4—20). Koklea yaklaşık 35 mm uzunluğundadır ve modiolus adıyla bilinen kemik dayanak etrafında 2.5 sarmal yapar. Modiolus içindeki boşluklarda, 8. kafa sinirinin akustik dalı­ nın hücre gövdeleri ve uzantıları (spiral gangüyon) ile kan damarları bulunur. Modiolustan yanlara doğru uzanan ke­ miksi bir çıkıntı, kemiksi spiral lamina vardır. Bu yapı koklea içinden karşı tarafa doğru tabanda, tepecleldnden da­ ha ileri uzanır (Şekil 24-24). Kemiksi labirent, diğer bölgelerdeki hücre dışı sıvıların bileşimine benzeyen, ancak protein içeriği çok düşük olan perilenf ile doludur. Zarsı labirent düşük sodyum, yüksek potasyum içeriği ile nitelik kazanan endolenf içerir. Endolenfin protein derişimi düşüktür.



40 -8 0 uzun, sert stereosilya ve bir silyum ile özellik kazanır (Şekil 24-21). Aslında ileri derecede özelleşmiş mikrovilluslar olan stereosilyumlar, bir silyuma bitişik olarak yerleşmiş, uzunlukları giderek artan ve en uzunu yaklaşık 100 pm olan sıralar halinde düzenlenmiştir. Silyumun bir bazal cismi ve proksimal kısımda 9+2 yerleşimli mikrotübülleri vardır, an­ cak merkezdeki iki mikrotübül daha sonra yok olur. Bu sil­ yum genellikle kinosilyum olarak adlandırılır ancak, olasılık­ la hareketsizdir. Getirici sinir dallarının şekline göre ayırt edilen iki tip tüy hücresi vardır. Tip I hücreler, hücre taba­ nının büyük kısmını saran, büyük kadeh şeklinde sonlanmaya sahipken, Tip II reseptörler çok sayıda getirici sonlanmalar içerirler. Her iki tip hücre de, muhtemelen inhibitor etki gösteren götürücü sinir sonlanmalarına sahiptir. Reseptörlerin arasında yerleşmiş destek hücreleri prizmatik şekildedir. Çekirdekleri hücrenin tabanında yer alır; tepeye bakan yüzeyde mikroviluslar bulunur (Şekil 24-20). Bu nöroepiteli örten kalın jelatinimsi, glikopıoteİn tabaka olasılıkla destek hücreleri tarafından salgılanır ve yüzeyde otolitler ya da otokoniler (kulak taşı) adı verilen, kalsi­ yum karbonat içeren kristal birikintileri yer alır (Şekil 24-21 ve 24-22). Y a r i D a İr e s e l K a n a l l a r



Yarı dairesel kanallar da kemiksi labirentin karşılık gelen bö­ lümleriyle aynı genel yapıya sahiptir. Ampullalarındaki (Şekil 24—20) reseptör alanları uzamış çıkıntılar şeklinde bu­ lunur; bunlara krista ampullarisler denir. Bu çıkıntılar, ka­ nalın uzun eksenine diktir. Kristalar yapı olarak makülalara benzer, ancak glikoprotein tabakası daha kalındır, kupula adı verilen konik bir yapı bulunur ve otolitlerle kaplı değil­ dir. Kupula, ampullaların içinden karşıya doğru uzanarak, karşı duvarla temas kurar (Şekil 24—23). E nd o len f K anali



ve



K esesİ



Endolenf kanalı başlangıçta tek katlı yassı epitel ile döşeli­ dir. Endolenf kesesine yaklaştıkça epitel giderek yüksek prizmalik hale gelir ve iki tip hücreden oluşur. Bunlardan bi­ rinde bol miktarda pinositoz vezikülii ve vakuol ile tepeye



Zarsı Labirentin Histolojisi S akkül



ve



Ü t r İk ü l



Sakkül ve ütrikül tek katlı yassı epiteile döşeli ince bir bağ dokusu kılıfından oluşur. Zarsı labirent kemiksi labirentin kemik zarına, zarsı labirentin epitelini besleyen kan damar­ larını da içeren ince bağ dokusu uzantılarıyla bağlanır. Sak­ kül ve ütrikülün duvarında vestibiiler sinirin dallarını alan, farklılaşmış nöroepitel hücrelerinden oluşan ve maküla de­ nen küçük bölgeler gözlenebilir (Şekil 24—21). Sakkülün makükısı tabanda bulunurken ütriküldeki maküla yan duvarda yer alır; yani makülalar birbirlerine dik açı yapacak şekilde yerleşmiştir. Her iki konumdaki makülalar temelde aynı his­ tolojik yapıya sahiptir. Duvardaki kalınlaşmadan oluşurlar ve iki tip reseptör hücresi, bir miktar destek hücresi ile getirici ve götürücü sinir sonlanmaları içerirler. Reseptör hücreleri, (tüy hücreleri) üzerlerinde bulunan



Şekil 24-21. Makülanın yapısı.



GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ



/



485



organı denir. Corti organı değişik ses frekanslarına yanıt oluş­ turan tüy hücreleri içerir. Bu organ şekilsiz kalın bir ara mad­ de tabakası olan bazılar zarın üzerinde yer alır. Organın ta­ banına olan uzaklığa bağlı olarak üç ila beş sıra dış tüy hüc­ resi ve tek sıra iç tüy hücresi görülür. Her iki tip tüy hücre­ si de prizmatiktir, çekirdeği tabanda yerleşmiştir, çok sayıda mitokondri ve yanlardaki plazma zarı altında sıralanmış belir­ gin düz endoplnzma retikulumu sarnıçları içerirler. Bu hücre­ lerin en belirgin özelliği, W şeklinde (dış tüy hücreleri) ya da doğrusal (iç tüy hücreleri) stereosilya sıralarının olmasıdır, ve stereosilya yüksekliği sıranın bir ucundan diğerine doğru artar (Şekil 2-1—25). Sitoplazmada en uzun stereosilyaya bitişik ola­ rak bir bazal cisim bulunur. Vestibiiler reseptörlerin aksine kinosilyum bulunmaz. Kİnosilyumun olmaması, tüy hücresinde duyu iletiminde önemli olan bir simetrinin oluşmasını sağlar. Dış tüy hücrelerinin en uzun stereosilyumlarının uçları, spi­ ral limbusun belli hücreleri tarafından salgılanan glikoproteinden zengin tektoryalzar içinde gömülüdür (Şekil 2-1-2-i).



Şekil 24-22. Kulak taşlarının (otolit) bulunduğu güvercin makülası yüzeyinin taramalı elektron mikroskop fotoğrafı. (İzinle DJ Lim).



bakan yüzeyde mikrovilluslar bulunur. Bu hücrelerin endo­ lenfin içindeki hücresel artıkların ve yabancı maddelerin endositozu ile endolenfin emiliminden sorumlu oldukları öne sürülmüştür. K o k le a Kanali



Sakkiile ait bir divertikül olan bu yapı bir ses reseptörü ola­ rak özelleşmiştir. Yaklaşık 35 mm uzunluğundadır ve özelleş­ miş perilenf boşluklarıyla sarılıdır. Histolojik kesitlerde ince­ lendiği zaman kokleanın (kemiksi labirent içinde) üç boşluğa ayrıldığı görülür; skala vestibüli (üstte), ortada skala media (koklea kanal) ve skala timpani (altta; bkz. Şekil 2-4-2-i). İçinde endolenf bulunan koklea kanalı, kokleanın tepesinde kör olarak sonlanır. Diğer iki skala ise perilenf içerir ve bun­ lar aslında oval pencerede başlayıp yuvarlak pencerede sonlanan tek bir uzun tüptür. Helikotrema adı verilen bir delik ile kokleanın tepesinde birbirleriyle bağlantı kurarlar. Koklea kanalı, aşağıdaki histolojik yapıya sahiptir (Şekil 2-İ-2-İ). Vestibül (Reissner) zarı, birisi skala mediadan, di­ ğeri skala vestibiilinin örtü epitelinden kaynaklanan iki taba­ ka yassı epitel içerir. Her iki tabakanın hücreleri çok sayıda sıkı bağlantı ile birbirine bağlanmıştır. Bu durum vestibül za­ rının iki yüzü arasında bulunan çok yüksek iyon derişim far­ kının sürdürülmesine yardım eder. Stria vaskülaris, koklear kanalın yan duvarına yerleşmiş, olağanüstü damarlı bir epiteldir. Üç tip hücre içerir: kenar, ara ve taban. Kenar hüc­ relerinin bazal plazma zarlarında pek çok derin katlanma görülür ve bu bölgelerde çok sayıda mitokondri yer alır. Bu özellikler kenar hücrelerin iyon ve su aktarımı yapan hücre­ ler olduğunu gösterir ve genellikle bu hücrelerin endolenfin özgün iyon bileşiminden sorumlu olduğuna inanılır. İç kulağın özel işitme reseptörleri içeren yapısına Corti



Yarım daire kanalı



Ampulla



Dinlenmede



Hızlanmada



Şekil 24-23. Krista ampullaris. Üstte: Krista ampullarisin yapısı. A ltta: Dönüşsel hızlanma sırasında krista ampulla­ ris içindeki kupulanın hareketleri. Oklar sıvı hareketinin yö­ nünü göstermektedir. (İzin alınarak yeniden çizim ve çoğaltma, Wersall J: Studies on the structure and innervation of the sensory epithelium on the cristae ampullaris in the guinea pig, Acta Oto­ laryngol [Stockh] Suppl 1956;126:1).



486



/



BÖLÜM 24



Vestibüler zarı



Skala vestibuli Stria vaskülaris n A Skala media



Orütücü zar



Spiral limbus



İç spiral tünel Dış tüy hücreleri



Bazilar zar



Spiral gangliyon Mertek hücreleri



İç tüy hücreleri



Kemiksi spiral lamina



'İç tünel



Skala timpani



Şekil 24-24. K oklea nin yapısı (İzin alınarak tekrar çizim ve çoğaltma, Bloom W, Fawcett DW: A Textbook of Histology 9th ed. Saunders 1968).



Destek hücreleri arasında özellikle mertek hücreleri­ nin üzerinde durmak gerekir. Mertek hücreleri, dik dur­ malarını sağladığı sanılan çok sayıda mikrotübiil içerir. 13u hücreler dış ve iç tüy hücreleri arasında üçgen şeklindeki hoşluk olan iç tüneli çevrelerler (Şekil 2-i—2-i). 13u yapı ses iletiminde önemlidir. Hem dış hem iç tüy hücreleri getirici ve götürücü sinir sonlanınaları içerirler. İç tüy hücreleri daha fazla getirici si­ nire sahip olsa da bunun işlevsel önemi anlaşılamamıştır. Coıli organının bipolar getirici nöronlarının hücre gövdeleri modiolusta yer alır ve spiral gangliyonu oluşturur (Şekil 24-24).



İç Kulağın Histofizyolojisi V e s t İb û l e r İş l e v l e r



Dairesel hareket hızında artma ya da azalma (açısal hızlan­ ma ya da yavaşlama), endolenfin durağan haline bağlı ola­ rak yarım daire kanallarına doğru sıvı akışına neden olur. Bu sıvı akışı krjsta ampullaris üzerindeki kupulayı hareket etti­ rir ve bunun sonucunda duyu hücrelerindeki sterosilyumlar bükülür. Vestibüler sinir lifleri boyunca yapılan elektriksel



akım ölçümleri, kupulanın kinosilyum yönünde hareket et­ mesinin reseptörlerde uyarılmaya ve beraberinde vestibüler sinir liflerinde aksiyon potansiyellerinin oluşmasına yol açtı­ ğını göstermektedir. Ters yönde hareket ise nöron etkinliği­ ni engeller. Tek yönlü harekete geri dönüldüğünde hızlan­ ma durur, kupula normal pozisyonuna geri döner ve resep­ törlerin uyarımı ya da inhibisyonu artık gerçekleşmez (Şekil 24-23). Yarım daire kanalları sıvıların yer değiştirmesine ve bu yüzden açısal hızlanmanın ardından vücut pozisyonuna karşı yanıt oluşturur. Sakkülün ve ütrikülün makülaları doğrusal hızlanmaya duvarlıdır. Yoğunlukları daha fazla ol­ duğu için otolitler baş pozisyonunun değişmesiyle birlikte yer değiştirirler. Bu yer değiştirme alttaki tüy hücrelerine jelûtinimsi otolit zarı aracılığıyla aktarılır. Tüy hücrelerinin sterosilyumlarının şekil değiştirmesi aksiyon potansiyelleri­ nin oluşmasına neden olur ve bunlar 8. kafa sinirinin ves­ tibüler dalı aracılığıyla merkezi sinir sistemine taşınır. Bu yüzden makülalar otolitler üzerindeki yerçekimi kuvvetine duyarlıdır. Vestibüler organ, hareketin ve boşluktaki konu­ mun algılanması ve dengenin korunması bakımından ünemlidir.



GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ



B Ş ekil 24-25. Kedi koklea kanalının orta kıvrımında (A) üç sıra dış tüy hücrelerini, (B) tek sıra iç tüy hücrelerini göste­ ren taramalı elektron mikroskop fotoğrafı. x2700 {İzin alına­ rak P Leake).



/ 487



hareket etmesini sağlar. İç kulaktaki sıvılar sıkıştırılamadığından, basınç değişikliği vestibıiler zar ve bazilar zardan ileti­ lerek, bu zarların skala timpaniye doğru aşağı bükülmesine yol açar. Bu basınç değişikliği aynı zamanda yuvarlak pen­ ceredeki örtünün dışa doğru bombe yapmasına yol açar ve basınç azalır. Mertek hücrelerinin uçlan bir denge noktası oluştururlar ve böylece bazilar zarın aşağı bükülmesi tüy hücrelerinin stereosilyaiumrının örtücü zarın karşısına dön­ mesine neden olur. Stereosilyumların uçları bazal cisimden uzağa modiolusa doğru bükülür. Ses dalgasının rarefaksiyon fazında her şey tersine dö­ ner; stapes dışarı doğru hareket eder, bazilar zar yukarıya, skala vestibüliye doğru hareket eder ve tüy hücrelerinin stereosilyumları stria vaskülarise ve bazal cisme doğru eğilir. Bu yöndeki bükülme, tüy hücrelerinde depolarize edici je­ neratör potansiyeller oluşturur. Bunun sonucunda, spiral gangliyondaki bipolar nöronlarda aksiyon potansiyeli oluş­ masına yol açan (eksitasyon) ve kimyasal yapısı bilinme­ yen bir nörotransmiter salıverilir. Sesin frekansına karşı bazilar zarın oluşturduğu yanıta dayanarak frekans ayrımı yapılır. Bu zar frekansa bağlı ola­ rak, uzunluğu boyunca değişik noktalarda maksimum yer değiştirmeler göstererek yanıt oluşturur. Yüksek frekanslar zarın bazal ucunda saptanırken düşük frekanslar Corti orga­ nının tepesinde bazilar zarın maksimum harekeline neden olur. Bu tonotopik yerleşim bazilar zarın genişliği ve sertli­ ği ile ilişkili olabilir. Yüksek frekanslı seslere en iyi yanıtı ta­ banda daha sert olan, dar bazilar zar verir.



KAYNAKLAR Göz Bok D , Hall M O : T h e role o f the retinal pigment epithelium in the etiology o f inherited retinal dystrophy in the rat. J Cell Biol 1 9 7 1 ;4 9 :6 6 4 . Bocelho SY: Tears and the lacrimal gland. Sci Am 1 9 6 4 ;2 1 1:78.



İŞİTME İŞLEVLERİ



Ses dalgalarının timpan zarına çarpmasıyla işitme kemikçik­ leri titreşir. Timpan zarı ile üzengi kemiği tabanı arasındaki alan farkı mekanik hareketin havadan iç kulaktaki sıvılara iletimini kolaylaştırır. Orta kulakta tensor timpani kası (çe­ kiç kemiğine tutunur) ve stapedius kası (üzengi kemiğine tutunur) olmak üzere iki adet çizgili iskelet kası vardır. Yük­ sek sesler bu kasların tepki olarak kasılmasına yol açar ve bunun sonucunda timpan zarı ile üzengi kemiği hareketi sı­ nırlanır; bu da iç kulağın hasar görmesini önler. Ancak bu tepkiler silah sesi gibi ani ve şiddetli seslere karşı zarı koru­ yamayacak kadar yavaştır. Aşağıdaki basamaklarda ses dalgalarının nasıl elektriksel uyarılara çevrildiği açıklanmaktadır (Şekil 24-20). Ses dalga­ ları kompresyon ve rarefaksiyon evreleri olan uzamına dalgalardır. Kompresyon evresi üzengi kemiğinin içe doğru



Dowling



JE :



Organization



of



vertebrate



retinas.



Invest



Ophthalm ol



1 9 7 0 ;9 :6 6 5 . Hogan M J et ah



Histology o f the H itm an Eye. Saunders, 1971. Cell Biolog}' o f the Eye. Academic Press, 1982.



M cD evitt D (editor):



Nguyen LJ, Hicks D : Renewal o f photoreceptor outer segments and their phagocytosis by the retinal pigment epithelium. Int Rev Cytol 2 0 0 1 :1 9 6 :2 4 5 . Young RW: Visual cells and the concept o f renewal. Invest Ophthalm ol 1 9 7 6 :1 5 :7 0 0 .



Kulak Dallos P: T h e active cochlea. J Neurosci 1992; 12 :4 5 7 5 . Hudspeth AJ: T h e hair cells o f the inner ear. Sci Am 1 9 8 3 :2 4 8 :5 4 . Kimura RS: T h e ultrastructure o f the organ o f C o tti. Int Rev Cytol 1 9 7 5 :4 2 :1 7 3 . Lim D J: Functional structure o f the organ o f Corti: a review. Hear Res 1 9 8 6 :2 2 :1 1 7 .



İndeks NOT: Kalın yazı ile yazılmış sayfa numaraları sözcüğün anlatıldığı ana konuyu göstermektedir. Sayfa numaralarından sonraki t harfi çerçeve içini, f harfi şekli, b harfi ise teknik bilgi kutucuğunu ifade etmektedir.



A bantları (anizotrop bantlar), 195, 195f 196f 197f 198, 198f 202f A vitamini görmede, 479 karaciğerde depolanması, 343 A-Aktinin düz kasta, 209 iskelet kasında, 200 Açık dolaşım, dalakta, 286, 286f Açık kanalcık sistemi, trombosit, 246, 246f ACTH (adrenokortikotrop hormon), 408t etkileri, 409f aşırı üretimi, 419b böbrek üstü bezi korteksi etkileri, 409f 417, 4 l8 f deride pigmentleşmeye etkisi, 375 b salgılayan hücreler, 408* timustaki etkisi, 278 Addison hastalığı, 375b, 399b, 419b Adenohipofiz, 403, 404-407 hormonkın, 404, 408t, 409f oluşması, 403, 404f Adenoidler, 290 Adenokarsinom, 92b. Bkz. Kanser, 324b Adenozin difosfat (ADP) fosforilleyici sistem, mitokondride, 30-31, 32f ADH. Bkz. Antidiiiretik hormon Adipöz (yağ) hücreleri (adipositler), 103, 129, 130f Bkz. Adipöz doku gelişimi, 131, 132f işlevleri, 97l kökeni, 96f paratiroid bezlerde, 428 tümörleri, 133b Adipöz doku, 129-133. Bkz. Adipöz (yağ) hücreleri (adipositler) miiltiloküler (kahverengi), 129, 131-133, 132f133f tümörleri, 133b iiniloküler (yaygın/sarı), 129, 129-131, 130f 131f 132f yağ depolanması/serbestleştirilmesi ve, 129-130, 131b, 13ir Adltıminal bölme, 438, 439f ADP (adenozin difosfat) fosforilleyici sis­ tem, mitokondride, 30-31, 32f Adrenal (böbreküstü) veni, 413, 4131 Adrenerjik lifler, 187 Adrenogenital sendromlar, 419b Adrenokortikotrop hormon. Bkz. ACTH Adrenolökodistrofi, X’e bağlı, 416, 340b Adventisya kan damarında, 219f 220 arteriyollerde ve küçük arterlerde, 220 büyük elastik arterde, 223, 224f orta boy (müsküler) arterde, 219f 222, 223f 227f vende, 225, 227f 228f lenf kanalındaki, 231 uterustaki, 458 vajinadaki, 463, 464



Aferent (getirici) (duysal) nöronlar, 164, 173 Aferent (getirici) aıleriyoller, böbrek, 383, 385f 396, 398f Aferent (getirici) lenfatikler, lenf düğümünde, 279f 282 Aferent (getirici) sinir lifleri, 181 Agamaglobülinemi, lenf düğümü patolo­ jisinde, 283f Ağartma, görme pigmentinin, 479 Ağır zincirler immünglobulin, 266, 269f miyozin, 197f 200 Ağız boşluğu, 292-299. Bkz. özgül yapı Ağız. Bkz. Ağız boşluğu Ağ-olıışturan kolajen, 106, 107 t Agranülositler, 236, 237f Agrekan, 116 Ağsı tabaka, retinanın, 476, 476f 477f 478f AIDS demans kompleksi, mikroglia enfek­ siyonu ve, 171b AIDS. Bkz. HIV enfeksiyonufAIDS Alt madde, 173, 173f 175f Akciğer lopçukları, 354 Akciğer venleri, 366, 367, 3ö8f Akciğerler, 349, 349f Bkz. başlık altında Akciğer ve Solunum gelişimi, sürfaktan, 363, 366b makrofajlar, 366 mukozaya eşlik eden lenfoid doku, 289f sinirleri, 367 tümörleri, 368 b Akne, 380b Aköz humor, 469, 474 Akroınegali, 155b Akrozom evresi, spermiyogeneze ait, 436, 436f 437f Akıozom granülü, 436, 436f Akrozom keseciği, 436, 436f Akrozom reaksiyonu, 436 Akrozom, 436, 43öf 437f Aksiyon potansiyeli (sinir uyartısı), 162, 167 Aksoaksonik sinaps, 167, l67f Aksodendritik sinaps, 167, I67f Aksolemma, 165, 166 Akson tepesi, l62f l64f 165 Akson, l62f 163, 165-16 bozunmast ve yenilenmesi, 187b, 188f motor nöron, l62f 203f 204 Aksonem, 45 Aksonun başlangıç segmenti, 166 Aksoplazma, 165, 166 Aksosomatik sinaps, 167, 167f Aktin/aktin filamanlan, 45f 46, 48f düz kasta, 207-208 iskelet kasında, 197f 198-200, 199f kasılma ve, 199f 201 mikroviluslarda (fıçamsı kenarlarda), 73, 75f 309, 311 f 312f Aktivin, distal parçanın kontrolünde, 405



489



Akyuvarlar. Bkz. Lökositler Albinizm, 375b Aibümin, 233, 234 karaciğerde sentezlenmesi, 341, 342f Aldosteron böbrek üstü bezi salgısı of, 414, 417f aşırı, 4 19b böbrekte düzenleme elektrolit su dengesinin ve, 389, 398, 399b kan basıncının ve, 394-395b Alerjenler, 266 Alerjik tepkimeler (ani aşırı duyarlılık tep­ kimeleri), 102b, 273 IgE, 102b, 266, 268t mast hücreleri, 101-102, 1026, 103f etkilenen burun erektil cisimleri, 351b a-L-İduronidaz, eksikliği/kusuru, 40t, 51t a (alfa) hücreleri, pankreas, 420, 421 f 422f 423f Alfa (A) hücreleri, pankreasta, 420, 421f 422f 423t Alfa (A) tübülin, mikrotübüllerde, 43-44, 44f47f Alfa globülinler, 233 Alfa grandileri, trombositlerde, 246 Alfa-aktinin düz kasta, 209 iskelet kasında, 200 Alkali fosfatazlar, yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 10, 12f Altın, antikor işaretleme için, 15, 19f Alveol delikleri, 36lf 366, 3ö7f Alveol hücreleri kan hava bariyerinde, 359, 362f tip I (yassı alveol hücreleri), 36lf 362, 362f 363f 364f tip II (septal alveol hücreleri), 36lf 362363, 363f 364f 365f yenilenmesi, 366 Alveol kanalları, 349f 358, 360, 36lf Alveol keseleri, 349f 358, 359f 360f Alveol meme, 465, 466f gebelikte, 465, 466f süt yapımında, 465-466, 466f solunum, 349, 349f 358-366, 358f 359f 3601' 361 f yenilenmesi, 366 Alveolar kemik/alveol (diş yuvası), 294, 294f 297-299, 298f Alveolar makrofajlar, 3 6 if 366, 368 b Alveoller arası bölme/duvar, 359, 360f 361 f 3ö2f 363f amfizemde, 366b kan-bava bariyerinde, 359, 362f Alyuvarlar (kırmızı kan hücreleri), 233, 233f 234-236, 234t, 235f eşlik eden hastalıklar, 234-235b, 235236b sayısı ve yüzdesi, 234, 238t



490 /



İNDEKS



kökeni/farkltlaşması/olgunlaşması, 9öf f 250f f 253-254, 254f 255f 256f 257f ürünleri ve işlevleri, 23-it orak, 235b, 235f ortadan kaldırılmasında dalak, 288, 288f Amakrin hücreler, retinada, 477f 479 Ameloblastlar, 295f 296 Anıelojeninler, 295 Amf'izem, 366b Amilaz, 330 Amin prekiirsör alımı ve dekarboksilasyonu (APUD) hücreleri, 86 Ampulla duktus deferens, 431f443 yarı dairesel kanal, 483f 484, 485f Anafaz, 60, 60f 6 lf 62f Anafilaksi eozinofil kemotaksi faktörü (ECF-A), mast hücresinden salgısı, 102, 1024 103f yavaş etkiyen maddesi, mast hücresinden salgılanması, 102 Anafilaluik şok, 102b Anajen, 377 Androjen-bağlayıcı protein, 439-440 spermatogenezde, 440, 440f Anclrojenler böbrek üstii bezinden salgılanması, 414, 417, 417f aşırı, 419 b kemikteki etkisi, 155b Androstenedion, sentezi/salgısı böbrek üstü bezi, 417, 4 l7 f over, 451-452 Anemi, 234b 256b pernisyöz, atrofik gastritte, 303 b Anestezik maddeler, lokal, etki düzenek­ leri, 167 b Anevrizma, 224 b Angina pektoris, 230 Ani aşırı duyarlılık tepkimesi (alerjik tepkime), 102b, 273 burun erektil cisimleri üzerine etkisi, 351b IgE, 102b, 266, 268t mast hücreleri, 101-102, 102b, 103f Anizositoz, 235 b Anizotrop bantlar (A bantları), 195, 195f 196f197f 198, 198f 202f kas kasılmasında, 201, 203f Anjiyotensin I, üretimi jukstaglomerüler hücreler ve, 394 kapiler endotel hücreleri ve, 218 Anjiyotensin II, l69f kan basıncının düzenlenmesinde, 394395 b kapiler endotel hücrelerinde anjiyotensin I’den dönüştürülmesi ve, 218 Anjiyotensin G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31c jukstaglomerüler hücrelerde anjiyotensin I’e dönüştürülmesi ve, 394 Anjiyotensinojen, 394 Anoksi, orak hücreli anemide, 235 b Anovıılatuvar döngü, 453 Anticliüretik hormon (vasopresin), 408, 41 Ot etkileri, 408-409, 409f 4l0t G proteinlerinin düzenleyici etkisi, 311 Antijen işleme, 269, 272f Antijen-antikor etkileşimi, 103 b imünohistokimyada, 14 Antijenik belirleyiciler, 265



Antijenler, 14, 265, 267f 270f saptanmasında imünohistokimya, löt Antijen-sunan hücreler, 265, 269 dendritik hücreler, 269 makrofajlar, 99 Antikorlar, 14, 265-266, 2ö7f 268t; 269f 270f işaretleme, imünohistokimyada, 13-14, 14F15 plazma hücreleri tarafından üretimi, 103b, 265, 266 Antimitotik ilaçlar gastrointestinal kanala etkili, 322 b mikrotiibüllere etkili, 44, 44b Anti-Müller hormonu, Sertoli hücresinin üretmesi, 440 Antral (ikincil) folildiller, 451, 451 f 454f 455f Antrum, over folikiilü, 451, 45If 454f 455f Anulus fibrozus (anulus fibrozuslar) kalbin fıbröz iskeleti, 228 omurlar arası disk, 139, 157f yırtılması, 140b Aort cisimcikleri, 225 Aort, 222-223 Apandisit, 324 b Apendiks, 322-324, 324b Apikal foramen, 294, 294f Apokrin bezler, 83, 84f ter bezleri, 381 Apoptoz (programlı hücre ölümü), 66, 66b, 66f 67f 268 korpus luteum bozunması, 455 Apozisyon, kemik, 142 araştırılmasında tetrasiklin, 142 b Apozisyonel kıkırdak büyümesi, 138-139 APUD hücreleri, 86 Apudomalar, 86 b Ara (interstisyel) lameller, l46f 147, 147f Ara filamanlar, 46-48, 46t, 49f düz kasta, 208-209 tümörlerde, 48b Ara madde, 95. 113-121, llö f 117f kemik matriksinde, 145 Ara nöronlar, 164 Ara sinüsler, lenf düğümü, 280 Aıaknoid altı boşluk, 175, 177f Araknoid viluslar, 176 Aıaknoid, 175-176, 177f Aralık bağlantıları, 71f 72, 74f astrosit iletişiminde, 170 kalp kasında, 206, 209f Areola, 465 Argentafin hücreler, 86 Alginin vazopresin (anticliüretik hormon), 408, 41 Ot etkileri 408-409, 409f4l0t G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31t Argirofil hücreler, 86 Argiıofil retikıiler lifler, 111, 114f Aıitenoid kıkırdak, 353 Arka kamara, gözün, 469, 470f 471f Aıkuat arterler böbrek, 385f 395, 398f uteaıs, 458 Arkuat venler, böbrek, 385f 398, 398f Artefakllar, doku takibi sonucu, 18 Arter çevresi lenfatik kılıfarı, 285, 286, 286f Arteriyoller, 215f 220, 220f 227f Bkz. özgül tip Arteriyovenöz ağızlaşmalar, 225 Arterler, 215 küçük, 220, 221f 222f



büyük elastik, 219f 222-223, 224f elastik lif kusurları ve, 112b dejeneratif değişiklikleri, 223-224f orta boy (miisküler), 219f 220-222, 223f 227f Artık cisimcikler, 39, 42f spermiyogenezde, 435f Asbestiform dejenerasyon, hyalin kıkırdağın, 139b ASC'ler. Bkz. Antijen sunan hücreler Asetilkolin, 167, 184, 185 G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 311 kas sinir bileşkesinde, 203 miyastenia gravis ve, 204 h parasempatik sinir sistemi tarafından gerçekleştirilen, 184, 185 Asidofil dokular, 2 Asidofil Distal bölümde, 404, 407f 409f Langerhans adacıklarında (alfa/A hücreleri), 420, 421 f Asiner bezler, 82, 83f pankreasta, 328, 329f yağ bezlerinde, 379 Asiniisfasiner hücreler pankreas, 36f 42f 43f 87f 88f 89f 328330, 329f 330f 331 f 3321' tükürük bezleri, 325, 326f 327T yağ bezleri, 379 Aşırı duyarlılık ani, 102b deri bazofili, 242b Asit fosfatazlar, yeri, hücrelerde ve dokularda, 10, 13f Asit mukopolisakaritler. Bkz. Glikozaminoglikanlar Asit-baz dengesi, korunmasında distal kıvrımlı tiibül, 389 Askorbik asit eksikliği. Bkz. C vitamini eksikliği (skorbiit) Astım, bronkokonstıiksiyon, 358 b Astrositler, 169-170, 170f 170t, 171f 172f pineal bezlerdeki, 430 Ateroskleroz, 223-224b ATI3



kas kasılması için, 199f 201, 205 mitokonclrideki sentezi, 30-31, 32f 33f Atrezi, folikiil, 449-450, 452-453, 455f Atrial natriüretik faktör, 207, 226 Atrioventrikiilar düğüm, 228, 228f 230 Atıioventriküler demet, 228 Atrofik gastrit, 303 b Auerbach (miyenlerik) sinir ağı, 291, 319f 320, 32lf Aziir boyaları, 234 Azürofil graniiller, 236, 238, 238ı granülopoezde, 256, 257f monositlercle, 243, 245f 260 Azürofiller, 234 B lenfositler, 234t, 267-269, 269t dağılımı, 269, 271f eksikliği/kusurları, lenf düğümü patolojisi ve, 281b, 283f işlevleri, 234*, 265, 267f 269*. 270f kökeni/farldılaşması/olgunlaşması, 96f 25Of 260, 267, 270r ürünleri, 234t B12 vitamini eksikliği, intrensek faktör eksikliği ve, 3036 Bağ dokusu mast hücresi, 102 Bağ dokusu özelliksiz, 121-124, 122f



İNDEKS /



Dağ dokusu, 69, 69t, 95-127 ara madde, 95, 113-121 C vitamini eksikliğinde, 108-109b elastik, 125-127, 126f gevşek, 121-122, 1221' 123f hücreleri, 95-106, 96l'911 lifleri, 95, 106-112, 1071, 113f 114F 115f 116f nötrofil kompartmanı olarak, 259 sıvı (ödem), 119b, 120-121 sıvı hareketi, 119-120, 121f tipleri, 121-127, 122f yoğun, 122, 122f 123f 124f 125f 126f ilişkili fibrözkıkırdak, 139 Bağırsağa eşlik eden lenfatik doku (BELD), 309, 317f 319f 320. Bkz. Mukozaya eşlik eden lenfoid doku Bağırsak bezleri ince bağırsak, 308f 309, 315f kalın bağırsak, 320, 322f Bağırsak vilusları, 307, 308f 315f Bağışıklık (bağışıksal yanıt). Bkz. Bağışıklık sistemi antijenler, 265 antikorlar, 265-266, 267f 268t, 269f bozuklukları, 273 dalak, 288 doğal, 265, 268f 270f hücresel, 265, 267f humoral, 265, 267f immünojenler, 265 kompleman, 273, 274 f 275f tipleri, 265 uyuma dönıik/edinsel, 265, 270f Bağışıklık eksikliği, 273, 281b bileşimi, lenf düğümü patolojisi, 283f edinsel. Bkz. HIV enfeksiyonu/AIDS Bağışıklık sistemi, 265-290. Bkz. özgül bileşen ve bağışıklık hastalıkları, 273 hücreleri antijen-sunan hücreler, 265, 269 B ve T lenfositler, 234t, 267-269, 2ö9f, 271f dendritik hücreler, 1Olt, 269-270 doğal bağışıklıkta, 265, 268f 270f lenfoid organlar, 265, 266f lenf düğümleri, 230, 265, 266f 278284, 279f 280f dalak, 265, 266f 284-288, 285f 286f 2871 288f timııs, 265, 266f 273-278, 276f 277f 2781' 279f bademcikler, 289-290 majör histokompatibilite kompleksi, 265, 269-271, 272f organ nakli ve, 271-273 sitokinler ve, 265, 271-273, 273f 273t, 274 f Bağlantı epiteli, gingiva, 299 Bağlantı kıvrımları, 203, 2031 Bakteri enfeksiyonları, kontrolünde nötrofillerin rolü, 239b BALD. Bkz. Bağırsağa eşlik eden lenfatik doku Bant şekilleri/hücreleri, 238b, 2541' 258 bakteri enfeksiyonlarında, 258b Barbitiiratlar, glukuronilltransferaz eksikliği için, 343b Baroreseptörler, 225 Bartholin, bezleri, 464 Basit bezler, 82, 83f Bazal bölme, 438, 4391



Bazal cisim, 45, 73 Bazal hücreler koku epiteli, 353, 353f solunum epiteli, 350, 351f Bazal hücreli karsinomlar, 381b Bazal lamina, 69-71, 70f 7 lf dermal, 375 Bazal membran, 70-71, 7017lf dermal, 375 glomeri.il, 383-384, 389f Bazal, uterus, 458 Bazilar zar, Corti organında, 485, 4R6f 487 Bazofilik cisimcikler, 337 Bazofilik dokular, 2 Bazofilik eritroblastlar, 253, 254f255f Bazofilik miyelositler, 250f 254f 258 Bazofil-koloni-oluşturucu hücre (BCFC), 2501'



Bazofiller, 234t, 236, 237f 240-242, 242f 243f distal kısımda, 404, 407f 409f eşlik eden bozukluklar, 242b işlevleri, 97t, 234t, 242 kökeni/farklılaşması/olgunlaşması, 9öf 250f 254 f Langerhans adacıklarında (betafB hücreleri), 420, 421f 422f 423t sayısı ve yiizdesi, 238t, 242 ürünleri, 234t BCFC (bazophil-koloni-oluştıırucıı hücre), 250f BELD. Bkz. Bronşa-eşlik eden lenfatik doku Bellek B hücreleri, 267, 269t Bellek T hücreleri, 268, 269t Beta (b) hücreleri, pankreastaki, 420, 421f 4221' 423b diabetes mellitusta, 420b Bela (b) tiibülin, mikrotübüllerde, 43-44, 44 f 47f (3 D-Glikozidaz, eksikliği/kusum, 40t Beta globülinler, 233 Beta-endorfin, 169. Bkz. Endorfinler Beta-oksidasyon, peroksizom enzimleri, 41 eşlik eden bozukluklar, 41b Beta-Oksidasyon, peroksizomal enzimler,



41



ilişkili bozukluklar, 41* Beyaz pulpa (merkezi) arterler, 285-286, 285f 286r Beyaz pulpa, 285, 285f 286-287, 286f Beyin (beyin korteksi), 171, 173, 173f Beyin omurilik sıvısı (BOS), 176 Beyin zarları, 95, 175-176, 177f Beyincik (beyincik korteksi), 171, 173, 174f Bez epiteli, 80-83 Bezler, 80-83, 83f Bartholin, 464 Bowman, koku epitelinde, 353, 353f kontrolü, 84 Lieberkühn (ince bağırsak bezleri), 308f 309, 315f Littre, 400, 446 Moll, 481 oluşumu, 80, 82f Zeis, 481 Bileşik bağışıklık eksikliği, lenf düğümü patolojisi, 283f Bileşik bezler, 82, 83f Bilirubin glukuronid, 338b, 341, 343f Bilirubin, 288, 341-342



491



konjugasyonu, karaciğerde, 338b, 341342, 34 3f Billroth kordonları, 285, 286 Bipolent progenitor hücreler, 249 Birim zar, 24, 24f Birinci kutup cismi, 453-454 Birinci ulaklar, sinyal algılamada, 29, 30f Birincil bronşlar, 349f 354 Birincil demetler, 122 Birincil folikiil çok tabakalı (preantral), 450, 451f 452f tek tabakalı, 450, 451f 4521* Birincil kapiler ağ, hipofizer, 403, 405f Birincil kemik, 146. Bkz. Kemik Birinci] kemikleşme merkezi, 148, I49f 150 Birincil lizozomlar, 39, 39*, 260 Birincil oositler, 449 Birincil spermatositler, 433, 433f 434f 435f Birincil uzantılar, podositin, 383, 387f 388f Biyoritimler, pineal bezlerin rolü, 430 Bkıstlar (prekürsor hücreleri), 249, 250f 250t Blastomerler, 23, 462 Blastosist, 462 Böbrek arteri, 395 Böbrek cisimciği, 383-385, 385f Böbrek interstisyunnı, 398 Böbrek halisleri, majör ve minör, 383, 384f Böbrek korteksi, 383, 384f 385f 391f 392f Böbrek medüliası, 383, 384f 385f Böbrek pelvisi, 383, 384f Böbrek tiibülleri distal kıvrımlı, 383, 384f 385f 387-389, 391f 392f 393f 394f 395f proksimal kıvrımlı, 383, 384f 385-386, 385f 386r 389f 3 9 lf 392f 393f hücreler üzerinen taşınma ve, 85, 85f 385-386 toplayıcı, 383, 384f 391-394, 397f Böbrek üstü (böbrek üstü bezi) veni, 413, 4 l3 f Böbrek üstü (suprarenal) bezleri, 413-419, 4 l3 f 4 l4 f Bkz. Böbrek üstü bezi korteksi; Böbrek üstü bezi medüllası Kan damarları, 413, 4 l4 f İşlev görmemesi, 4 19b Böbrek üstü bezi korteksi, 413-118, 4l3f 4 l4 f 4 l5 f 4 l6 f 4 l7 f düz endoplazma retikulumıı, 36 etkilenen böbrekler, 398, 3991") fetal, 417-418 işlev görmemesi, 4 19b karsinomu, 419b tarafından salgılanan hormonlar, 414417, 4 l7 f Böbrek üstü bezi mediillası, 413, 4 l3 f 4 14f



4l5f 418-419, 4191" gangliyon öncesi lifleri, 184-185 işlev görmemesi, 419b salgıladığı hormonlar, 418 Böbrek üstü bezleri. Bkz. Adrenal bezler Böbrekler, 383-398, 384r Bkz. başlık altında Böbrek ve Nefronlar böbrek üstü bezi steroidlerinin etkisi,



398, 399b kan süzülmesi, 383-385 kan basıncının düzenlenmesinde, 394, 394-395 b kan dolaşımı, 395-398, 398f interstisyel hücreleri, 398 Boğumlar arası, 179-180



492 /



İNDEKS



Boşaltım kanalları erkek genital, 431f 442-443, 442f 443f süt, 465, 465f tükürük bezlerini lobüller arası, 326 Bowman (glomerül) kapsülü, 383, 385f • 386f Bowman bezleri, koku epitelinde, 353 Bowman zarı (korneada), 469, 472f Boyalar (doku), 2-3 Boynuz hücreleri, 372 Boyutlar, iki ve üç, doku kesitlerinin yorumlanması ve, 20, 20f Bronkoalveolar sıvı, 366 Bronş ağacı, 349f 354-366. Bkz. özgül yapısı Bronşa eşlik eden lenfatik doku (BELD), 356f 357f 368b Bronşiyoller, 349f 354-358 sempatik uyarı etkisi, 358b solunum, 349f 358, 358f 359f 360f uç, 349f 354, 358f 359f 3 6 lf Bronşlar, 349f 354, 355f 356f 357f Bruch zarı, 472 Brunner (duodenumda) bezleri, 318, 320f Bulboiiretral (Cowper) bezleri, 431f 446 Bulböz üretra, 400 Büllöz pemfigoid, 375b Burun bölmesi, 350 Burun boşluğu, 350-353, 353f Burun çukuru, 350-351, 350b, 353 Burun delikleri (nostriller), 350 Burun kılları, 350, 353 Burun. Bkz. Burun boşluğu Büyük damarlar, 215 Biiyiik elastik arterler, 219f 222-223, 224f Bkz. ayrıca Arterler Büyük lenfositler, 242 Büyük vestibüler bezler (Bartholin bezleri), 464 Büyüme faktörleri, 62 fibroblastlarca üretilen, 95 hematopoezde, 250-251, 251t tedavi amaçlı kullanımı/ilişkili bozukluklar, 251b timusca üretilen, 278 tıp alanındaki kuilanmı ve, 62b Büyüme hormonu (somatotropin), 408t etkileri, 409f kemik üzerine etkisi, 155* kıkırdak büyümesinde, 138 salgılayan hücreler, 407f 408t Büyüme hormonu-salgılatıcı hormon (GRH) (somatotropin-salgılatıcı hormon), 408t, 410t Büyütme elektron mikroskopla, 6 ışık mikroskopla, 3 C (parafoliküler) hücreleri, tiroid, 425, 425f 427 r C vitamini eksikliği (skorbüt), 108-109,1 l i t bağ dokusu üzerine etkisi, 108-1096 periodontal bağ üzerine etkisi, 108-109, 297 C3. Bkz. Kompleman, hematopoezde, 252 cAMP (döngüsel AMP), düz kas kasılmasında, 108 Camsı cisim, 469, 470f 471f 475 Camsı zar, 378f 379 CCK. Bkz. Kolesistokinin CEA. Bkz. Karsinoembriyonik Antijen Çekirdek çevresi sarnıcı, 53, 54f



Çekirdek delikleri komplelisi, 53-56, 55f 56f Çekirdek delikleri, 53-56, 54f 55f 56f Çekirdek iskeleti, 59 Çekirdek kılıfı, 53-56, 54f 55f 56f Çekirdek laminası (fibröz lamina), 53, 54f 55f Çekirdek matriksi, 59 Çekirdek. Bkz. Çekirdekler Çekirdekçik düzenleyici DNA, 58, 59f Çekirdekçik, 54f 58, 58*, 59f Çekirdekçikle ilişkili kromatin, 54f 58 Çekirdekler hücre, 23, 53-67, 53f 54f Bkz. Başlık altında Çekirdek epitel hücrelerinin, 69 piknotik, apoptozda, 66, 66f nöronal, 173 Çembersi plikalar (Kerckring kapakçıkları), 307 Çevresel beyaz pulpa, 287 Çevresel bölge, prostatın, 444, 444f Çevresel proteinleri, 24, 25f 235 Çevresel sinir sistemi, l6 l, lö lf l62f 178182 CFC/CFU (koloni-oluştumcu hücreler/ birimler), 249 Chagas hastalığı, 292 b Çift kırıcılık, kutuplaştırma mikroskobunda, 4 Cinsiyet hormonları böbrek üstü bezi salgısı, 417, 417f kemik üzerine etkisi, 155* Cinsiyet kromatini, 57, 58f genetik cinsiyeti saptama ve, 57* cis (oluşma) yüzü, Golgi kompleksi, 37, 37f 38f Çizgili kanallar, tükürük bezleri, 325-326, 326f Çizgili kenar. Bkz. Fırçamsı (çizgili) kenar Clara hücreleri, 355, 357f Çok birimli düz kas, 209 Çok çekirdekli dev hücreler, 99, lOlf 101 Çok düşük-yoğunluklu lipoproteinler (VLDL), 130, 131f Çok katlı epitel, 74, 76*, 77f 78, 80, 81f değişici, 76*, 77f 78, 80f 81f kübik, 76*, 78 prizmatik, 76*, 78 yassı, 76*, 77f 78 keratinleşmiş, 76*, 78 keratinleşmemiş, 76*, 78, 80f solunum sisteminde, 350 Çok katlı yassı keratinleşmemiş epitel, 76, 78, 80f Çok parçalı nötrofiller, 238b Çok tabakalı birincil (preantral) folikül, 450,45ir 452f Çoklu tutturucu glikoproteinler, 115, 117, 117f 119f 120f Çöküntü bırakan ödem, 120 Çomaklar, 471f 476, 476f 477, 477f 478f 479f histofizyoloji, 479 Conn sendromu, 419 Corti organı, 484, 485, 486, 487 Cowper (bulboüretral) bezleri, 431 f 446 Çöziinürliik/çözme gücü elektron mikroskobunun, 6 ışık mikroskobunun, 3 CRH (Kortikotropin-salgılatıcı hormon), 408t, 4l0t Crigler-Najjar sendromu, 343f C-şeklinde kıkırdak, 354



CSF. Bkz. Beyin omurilik sıvısı; Koloni-uyarıct faktörler Cücelik, 428b Cücelik, 428b kemik tutulumu, 155b Cücelik lıipofizer, 1556 tiroid hormonu eksikliğinde, 1551ı Çürükler (diş), 2951ı Cushing sendromu, 419 D hücreleri, 307 pankreatik, 420, 423t Dağıtıcı venler, karaciğer, 333f 336 Dalak arteri, 285 Dalak kordonları, 286f 287, 287f Dalak pulpası, 285, 285f beyaz, 285, 285f 286-287, 286f kırmızı, 285, 285f 286f 287-288, 287f Dalak, 265, 266f 284-288, 285f 2861' 287f 288f dolaşımı, 285-286, 286f histofizyolojisi, 288, 288f lenfosit dağılımı, 271* pulpası. Bkz. Dalak pulpası Dalgalı kenar, 143, I43f 144 bulunmaması ile ilişkili bozukluklar 144* Dallanma, uç, 163 Dallanmış tübüler bezler, 82, 83f Damak tonsilleri, 289 Damak, yumuşak, 292 Damar çevresi boşluk, 176 Damar endotel büyüme faktörler (VEGFs), 218 Damar geçirgenliği, artışı, yangıda, 104,105 Damar kutbu, böbrek cisimciğinin, 383, 385f Damar sistemi. Bkz. Kan damarları; lenfatik damar sistemi Değişici epitel, 76f, 77f 78, 80f 81f idrar kesesi ve idrar yollan, 399-400, 399f400f Değiş-tokuş damarları, 218. Bkz. Kapilerler Delıidratasyon, doku gömmek için, 2 Dehidroepiandrosteron, böbrek üstü bezi salgısı, 414,417, 417f Dehidrojenazlar, hücre ve dokulardaki yerleşimi, 10 Dejenerasyon sinir dokusu, 187*, 188f transnöronal, 187* Delik kompleksi (çekirdek), 53-56, 55f 56f Delikler (çekirdek), 53-56, 54f 55f 56f Delikler, gözyaşı, 481 Delikli kapilerler glomerül, 218, 384, 385, 386f viseral, 2 l6 f 217, 217f Delikli zarlar, 112. Bkz. Elastik lamina Delta granülleri, trombositlerde, 246 Demarkasyon membranları, 261, 264f Demir iyonları, yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 10 Dendrit çıkıntıları, 165 Dendrit hücreleri, 101ı, 269-270 Denclritler, l62f 163, l63f 165 Dentin tübü İleri, 294, 296f Dentin, 294-295, 294f 295*, 295f 296f 297f Deoksigenin, nükleik asit probıınun saplanması için, 18 Deoksiribonükleaz, 330 Depigmentasyon, cilt (vitiligo), 375* Depolarizasyon, l66f 168 kas hücresi, 203-204



İNDEKS / 493



Deri, 369-381, 369f 370f bağışıksa! etkinliği, 375 bezleri, 379-381, 380f 381f damarları, 376-377 duysal reseptörleri, 376-377, 377f elastikliği, 376, 376*. 376f 377f ince, 369, 370, 370f kalın (glabröz), 369, 369f 370 pigmentleşmesi, melanositler ve, 372374, 373f tabakaları, 369. Bkz. Dermis; Epidermis tümörleri, 381* Derialtı doku, 369, 376 Deride bazofil aşırı duyarlılığı, 242* Derinin kabartılı bozuklukları, 375b Dermal papilla, 369, 369f 375, 376 damarları, 376 kıl folikülü, 377, 378f Dermatan sülfat, 116, 118t, 376 Deımatoglifik (parmak izi), 369 Dermis, 370f 375-376, 375f ter bezleri, 379f 380-381, 380f 381f yağ bezleri, 379-380, 379f 380f Descemet zarı, 470 Desidua (bazalis/kapsıilaris/pariyetalis), 462, 463f Desmin (skeletin), 46t 48 düz kasta, 208 iskelet kasında, l6t 200 saptanmasında imiinohistokimya, l6t 18f Desmozin, 112 Desmozomlar (maküla adherensler), 71f 72, 72f kalp kasında, 206, 209f timus korteksinde, 275, 277f Destek hücreleri olfaktör epitel, 353, 353f retina, 479 seminifer tübüllerde (Sertoli hücreleri), 433,433f 434f 435f 438-440, 439f Dev hücreler, çok çekirdekli, 99, lO lf lOlt Devlik, 155b Devreler, sinir, l6 l Diabetes insipidus, 410b Diabetes melliuıs B hücreleri, 420 b fare (Acomys), 51? katarakt, 475b Diartrozlar, 156-157, 156fl57f DiGeorge sendromu, lenf düğümü patolo­ jisi, 283f 3,4-Dihidroksifenilalanin (dopa), melanincle sentezi, 373, 374 Dil altı bezler, 325, 328, 329f Dil, 292-293, 293f 294f tat tomurcukları, 293, 294f Dinein, 45, 47f 166 eksikliği, hareketsiz titrek tüy sendromunda, 51t, 349b, 436b kamçı hareketinde, 436 Dinlenme bölgesi, epifiz kıkırdağının, 150, 151f Dipalmitoyil fosfatidilkolin, siirfaktanda, 363 Diploe, 146 Dış (eksternal) göz, 469. Bkz. Göz Dış ağız servikal, 449f vajinal, 449f Dış ağsı (sinaptik) retina tabakası, 476, 477f 478f Diş çürüğü, 295* Dış daireseli lameller, I44f 147



Dış Dış Dış Dış Dış Diş Dış



elastik lamina, 220, 222 gebelik, 457b genitaller, dişi, 464 göz, 469. Bkz. Göz kök kını, kıl, 378f 379 kökü, 294, 294f korteks, lenf düğümü, 279-280, 279f 280f 281f Dış kulak yolu, 482, 483f Dış kulak, 482, 483f ses dalgalarının izlediği yol, 482, 483f Diş kuronu, 294, 294f Dış mitokondri zarı, 30, 33f Dış segmentler, 476-477, 477f 478, 478f Dış sfinkter, üretra, 400 Dış sınırlayıcı zar, 477, 477f 478f Dış tüy hücreleri, 485, 486, 486f 487f Diş. Bkz. dişler Disakaridazlar, eksiklikleri, 309b Dışarlıklı bileşen, ince bağırsak sinir ağının, 320 Dişeti epitel hücreleri, 299 Dişeti oluğu, 299, 299b Dişetleri. Bkz. Gingiva Dişi üreme sistemi, 449-467, 449f Bkz. özgül yapı değerlendirilmesinde döküntü hücre sitolojisi, 464b dış genitaller, 464 meme bezleri, 465-467 överler, 449-456, 449f oviduktlar, 449f 456-457 uterus, 449f 458-463 vajina, 449f 463-464 Diskler interkalar, 191, 206, 206f 207f 208f 209f omurlar arası, 139-140, 157f fıtığı, 140b Dişler, 294-299 Disse aralığı, 334, 3361' 337f 339f 34lf Disse, aralığı, 334, 336f 337f 339f 34lf Distal bölüm, 403, 404, 404f 405f 406f 409f kontrolü, 404-405, 405f 408*, 409f 4 l0 f salgılayıcı hücreleri, 381*, 404, 407f 408f Distal kıvrımlı tübül, 383, 384f 385f 387389, 391f 392f 393f 394f 395f Diyadlar, kalp kası hücrelerinde, 207 Diyafiz, 146, 148, I49f Diyapedez, 103-104, 105f 236, 259 Diyastol, büyük elastik arterler, 223, 225f DNA çekirdekçik düzenleyici, 58, 59f hasarı/mutasyonu apoptoz ve, 66b hücre çoğalması ve, 64b, 65b hibridleştirme çalışmalarında, 16-18, 20f kromatin, 56-57 mitokondri, 31 sentezi (S fazı), 60, 62, 64f yeri, hücreler ve dokularda, 10 DNES. Bkz. Difüz nöroendokrin sistem Doğal katil hücreler, 2341, 269, 269t doğal bağışıklıkta, 265, 268f 270f işlevleri, 234t 2691, 270f kökeni, 270f ürünleri, 234t Doğmalık megakolon (Hirschsprung hastalığı), 292b Doğum öncesi (fötal) korteks, 418-419 Doku kültürü, 9, lOf tıptaki uygulama alanları ve, 106 Doku nakli, organ, 271-273 reddi ve, 270, 271



Doku reddi, 271 MHC molekülleri ve, 270, 271 Doku sıvısı, 118 Dokular kesitlerin yorumlanmasında karşılaşılan sorunlar, 18-20, 20f boyama, 2-3 bütünlüğü, kesitlerin yoaımlanması ve, 20



dondurma, 2, 7 gömme, 2, 2f hazırlama, mikroskopi için, 1-3 bozulmalar ve kusurlar, 18 elektron mikroskopi için, 7 otoradyografi, 7-9, 8f 9f temel tipleri, 69, 69fl Bkz. Bağ dokusu; Epitel dokusu; Kas dokusu; Sinir dokusu tespit, 1-2 Döküntü hücre sitolojisi, vajinal, 464 b Dolaşım bölmesi, nötrofil, 259, 259f Dolaşım sistemi, 215-231. Bkz. Kan damarları; Kalp; Lenfatik damar sis­ temi Dondurma kırma (kriyofraktür), elektron mikroskopi için, 7 Dondurma mikrotomu, 2 Dondurma teknikleri, mikroskopi için, 2, 7 Dopa, melanin senthezinde, 373, 374 Dopamin (prolaktin-engelleyici hormon/ PIH), 408t, 4l0t Dopaquinone, melanin sentezinde, 373 Dorsal arterler, penis, 446, 446f Dubin-Johnson sendromu, 343f Düğmeler (son plaklar), 163 Duktuli eferentes, 431f 432, 442 Duktus (vas) deferens, 431 f 443, 443f Duktus epididimis, 431f 442-443 Duktus koledokus (ortak safra kanalı), 344 Duodenum (Brunner) bezleri, 318, 320f Duodenum, 307. Bkz. İnce bağırsak enteroendokrin hücreler, 307t Dura altı boşluk, 175, 177f Dura mater, 175, 177f Düşük yoğunluklu lipoproteinler (LDL), vücuda alınması, 28, 29f Duysal (Aferent-getirici)) nöronlar, 164, 173, 183f Duysal gangliyonlar, 182, 183f 185f Duysal reseptörler, deride, 376-377, 377f Duysal sinirler, 181 Duyu organları. Bkz. özgül yapı deri, 376-377, 377f Düz arterler, uterus, 458 Düz endoplazma retikulumu (SER), 34f 3536, 36f hepatositlerin, 338, 339f bilirubin konjugasyonu, 3386, 343f Düz kas, 191, 191f 207-211, 211f 212f 213r alveol kanalı, 360f bronş, 354, 355f 356f kasılması, 207-208 sinirleri, 209-211 yenilenmesi, 213 Düz tübüller (tubuli rekti), 431f 432, 442 Düz tübüller, 431f 432, 442 ECF-A. Bkz. Eozinofil kemotaktik anafilaksi faktörü ECFC (Eritrosit-koloni-oluşturucu hücre), 250f Edinsel Bağışıklık Eksikliği Sendromu. Bkz. HIV enfeksiyonu/AIDS



494 /



İNDEKS



Efektörler, işaret almada, 29, 30f Eferent (götürücü) arterivoller, böbrek, 383, 385f 396, 398f Eferent (götürücü) lenfatikler, lenf düğümünde, 279f 282 Eferent (götürücü) sinir lifleri, 181 Eferent (motor) nöronlar, l62f 164, 173 Efüzyon, pievra, 367-368 Ehlers-Danlos sendromıı, 11 İt 112b, 376b Ejakiilatııvar kanal, 431f 443 Eklem boşluğu, 156, 156f Eklem kapsülü, I56f 157 Eklem kapsülünün fibröz tabakası, 156f 157 Eklem kıkırdağı, 135-137, 150, 156-157, 156f büyümesi, 138 şişmanlığın etkisi, 157f Eklemler, 156-157, 156f 157f 158f 159f Eksoftalmik guatr, 428 Eksokrin bezler, 80, 82, 83f Eksositoz, 26, 28, 85 ile karaciğerden nürotransmiterler, 167 Eksternum, eozinofilik özgül granülün, 239 Elastaz, 112 Elastik arterler, büyük, 219f 222-223, 224f elastik lif kusurları ve, 112b Elastik doku, 125. Bkz. Elastik lifler Elastik kıkırdak, 135, 139, 139f Elastik lamina, 112 büyük elastik arter, 223, 224f dış, 220, 222 iç, 219, 219f büyük elastik arterde, 219f 222-223, 224f orta boy (müsküler) arterde, 219f 220, 223f 227f Elastik lif sistemi, 112, 115f 116f deride, 376, 376b, 376f 377f Elastik lifler, 95, 106, 112, 113f 115f 125 adventisyada, 220 deride, 115f kusurlu, 112, 112b Elastin, 106, 112, 116f arterler, 222 kıkırdak, 135 Elastoz, solar, 376b Elaunin lifleri, 112, 115f deri, 376f 377f Elektriksel sinapslar, 167. Bkz. Sinaps Elektroforez hibridleşt irmede, 17-18 protein yalıtımı için, l6f Elektron mikroskobu, 6-7, 6f 7f doku hazırlama, 7 taramalı, 7, 7f transmisyon, 6-7, 6f 7f Elektron taşıma sistemi, 31, 33f Emboli, 219b Embriyo, 462 hücrelerindeki çekirdekçikler, 58b Emici hücreler ince bağırsak, 309, 31 Of 31 If kalın bağırsak, 320, 320f 3221' 323f Enamelinler, 295 Endokard altı tabakası, 227 Endokardiyum, 227 Endokondral kemikleşme, 148-151, l49f 150f 151 f 152f 153f 154f kırık onanmında, 152b, 154f Endokrin bezler, 80, 82-83- Bkz. özgül tip oluşumu, 82, 82f Endokrin hücreler, gastrointestinal kanalda



(enteroendokrin hücreler), 304, 3061' 307f 307ft 309, 317f köken alan tümörler, 3046 Endokrin işaretleşme/etki, 28 sitokin, 272 Endolenf, 484 Endolenfatik kanal ve kese, 483f 484-485 Endometriyum, 458 gebelikte, 462, 463f menstüasyon döngüsünün menstrüel evresinde, 461-462, 462t menstüasyon döngüsünün proliferasyon evresinde, 460,460f 462* menstüasyon döngüsünün salgılama evresinde, 460-461, 46lf 462* üzerine etkili hormonlar, 459, 459f Endomisyum, 192, 192f 193f Endonöryum, 181, 183f 184f Endoplazma retikulumu, 34-36, 34f düz, 34f 35-36, 36f hepatositlerde, 337-338, 339f kaba, 34-35, 34f 35f zar proteini sentezi, 26, 27f sarkoplazma, 36 Endorfinler, 169 G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31t Endositoz, 26, 28f 167 reseptörce düzenlenen, 27-28, 28f zarın yeniden kazanımı, 28, 29f l66f 167 Endosteum, 141, 1441' 145 Endotel lıücreleri/endolel antitrombojen etkisi, 219b kapiler, 215-216, 2l6f 218 alveolar, 3 6 lf 362, 362f kökenleri, 96f korneal, 470 Endozoma bölmesi, 27 Endozornlar, 27-28, 28f 29f Enfarktüs, 224b Enfeksiyon, nötrofiller, 238-239b, 258b Enkefalinler, 170 G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31* Entaktin, 69 Enteroendokrin hücreler, 304, 3061' 307f 307f, 309, 317f köken alan tümörler, 304 ,£ Enzimler. Bkz. özgül tip antikor işaretleme için, 15 yeri, hücrelerde ve dokularda, 10, 12f 13f EoCFC (Eozinofil-koloni-oluştuructı hücre), 250f Eozinofil kemotaktik anafilaksi faktörü (ECF-A), mast hücresi salgısı, 102, 102b, 103f Eozinofili, 239-240b Eozinofilik metamiyelositler, 254f Eozinofilik miyelositler, 250f 254f 258, 259f Eozinofil-koloni-oluştunjcu hücre (EoCFC), 250f



Eozinofiller, 36f 234t, 236, 237f 239, 240r 24 lf eşlik eden hastalıklar, 239-240b işlevleri, 971, 234t kökeni/farklılaşması/olgunlaşması, 96f 250f 254f sayısı ve yüzdesi, 238t, 239 ürünleri, 234t Ependim hücreleri, 170, 170t Epidermal kıvrımlar/mahmuzlar, 369 Epidermal-melanin birimi, 374 Epidermis, 369, 369-375, 379f bağışıklık yanıtında, 375



tabakaları, 369f 370-372. Bkz. özgül tip, başlığı altım la Stratum yenilenmesi, 370 Epididim, 431 f 442f 443 Epifiz kıkırdağı/plağı, 136, 1491' 150-151, 150f 151T 152f 1541' Epifizler, 146, I49f 150, 1541' kapanması, 150 Epiglot, 353 Epikardiyum, 228 Epimisyum, 192, 192f 193f Epinefrin, böbrek üstü bezi medüllası salgısı, 418, 418-419b, 419f Epinöryum, 180, 183f 184f Epipfiz bezi (pineal bezler/cisim), 429-430 Epiploik apendiksler, 320 Episklera, 469 Epitel dokusu, 69-92, 69*, 93f Bkz. özgül tip or organ ve Epiteliyal hücreler biyolojisi, 83-92, 93f örtüsü, 74-80, 7öt bezler, 80-83 bez etkinliğinin kontrolü ve, 84 sinir ağı, 84 metaplazisi 84 b kutupsallığı, 83-84 yenilenmesi, 84 tipleri, 74-83 Epitel hücreleri, 69-73. Bkz. özgül tip ve Epitel dokusu iyon aktarımı, 84-85, 85f 86f pinositoz, 85 seröz, 85, 87f 88f 89r türeyen tümörler, 92b yenilenmesi, 84 gastrointestinal kanalda, 320-322, 322b, 323f yüzey özelleşmeleri, 73-74, 75f 76f Epitelioid hücreler, 99 Epitoplar (antijenik belirleyiciler), 265 EFO. Bkz. Eritropoietin Eponişyum, 379 Ereksiyon (penis), 446, 4461 Erektil cisimler, 350, 3516 Erektil disfonksiyon, yönelik ilaçlar, 446 b Erektil doku, penis, 446, 446f Eritıoblastlar, 3öf 250f 253, 254f 255f 257f Eritropoez, 96f 249, 250f 253-254, 254f 255f 256f 257f Eritropoietin (EFO), 25İt, 253 tıp uygulamasındaki yeri ve, 62 .£ Eritrosit-koloni-oluşturucu hücre (ECFC), 250f Eritrositoz (polisitemi), 234-235* Erkek üreme sistemi, 431-447, 431f Bkz. özgül yapı boşaltıcı genital kanallar, 431 f 442-443, 4421' 44 3f penis, 431f 446, 446f testis içi genital kanallar, 43lf 442 testisler, 431-442, 4 3 lf yardımcı genital bezleri, 431f 443-446, 444f 445f Erken puberte/erken cinsel olgunluk aşırı böbrek üstü bezi androjenleri ve, 419* kemik üzerine etkisi, 155* Esas hücreler mide, 30l f 303f 304, 306r atrofik gastritte, 303b paratirotd, 428, 4291 Etkin taşıma, 84-85 Etkinleştirilmiş makrofajlar, 99-100



İNDEKS /



F hücreleri, pankreas, -i20, 423l Fab parçası, 266 Fagositler doğal bağışıklıkla, 265, 268f 270f tek çekirdekli, 97-100. Bkz. Makıofajlar Fagositoz vakuolii, 39, 239* Fagositoz, 28 apoptozda, 66, 66*, 67f nötrofiilerde, 238-239* Sertoli hücreleri tarafından, 439 yangıda, 104 Fagozomlar, 28, 39, 238 F-aktin, 197f 198, 201 Faktör VIII, eksikliği/lıeınofili A’daki kusurları, 247b Faktör X, eksikliği/hemofili B'deki kusurları, 247b Falloidin, yüksek ilgili etkileşimleri, 14 Fallop tüpleri. Bkz. Oviduktlar Fare Mcowi's) diyabeti, 5İt Farklılaşma, hücre, 23, 24 lıematopoezde, 249-251, 250f 250t Fasya adherensler, 206 Faz kontrast mikroskopi, 3-4, 4f Fc parçası, 266 Feokromositoıııa, 419* Feomelanin, 372 Feromonlar, G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31 f Fertilizasyon akrozom tepkimesi, 436 oviduktlarda, 449f 457 serviks salgıları, 463 Fetal (doğum öncesil) korteks, 418-419 Feulgen tepkimesi, niikleik asitlerin sap­ tanmasında ve niceliğinin belirlen­ mesinde, 10 Fibrilin, 112 kusurları, 112, 112b Fibrin, 247 Fibrinojen, 233 karaciğerde sentezi, 341, 342f Fibıoblastlar, 95-97, 97f 98f 99f gevşek bağ dokusunda, 122, 122f 123f işlevleri, 95, 97t kökenleri, 96f perikondriıımda, 137, 137f tıkız bağ dokusunda, 122, 123f 124f 125f yara iyileşmesinde, 95-97b, 122f Fibroglikan, 116 Fibronektin, 117, 119f embriyo gelişiminde ve kanserde, 118b glomerül bazal membmnmda, 383 Fibrositler, 95, 98f tıkız bağ dokusunda, 122, 126f Fibröz astrositler, 169, 170f 171f 172f Fibröz kıkırdak, 135, 139, 140f Fibröz lamina, hücre çekirdeğinin, 53, 54f 55f Fibröz tıigon, 228 Fibröz, ilerleyici sistemik sklerozda, 108b Fimbriyalar, 449f 456 Fırça hücreleri, solunum epitelinde, 349350, 3521' Fırçamsı (çizgili) kenar, 73 Bkz. Mikroviluslar ince bağırsak, 309, 310f 31 lf 312f 315f proksimal kıvrımlı tiibül hücreleri, 385, 385f 392f 393f Fıtıklaşma, omurlar arası disklerin, 140b Fluoresan Antikor işaretleme, 14, 15 Fluoresans mikroskopi, 5-6, 6f Folikül (proliferatif/östrojenik) evresi,



menstrtiasyon döngüsünün, 460, 460f 462t Folikül atrezisi, 449-450, 452-453, 455f Folikül büyümesi, 450-452, 451f 452f 453f Folikül hücreleri. Bkz. Foliküller dendritik, 270 over (granüloza hücreleri), 449, 450, 451f 452f Bkz. Over folikiilleri Folikül sıvısı, 450-456 Folikiıl-boşaltıcı hormon (FRH), 408t Fol ilcii İler over. B k z . Over folikiilleri tiroid, 423 , 424f 425f Folikül-uyarıcı hormon (FSH), 408t etkileri, 409f kontrol ettiği işlevler, 457t, 462t menstrüel döngü üzerine etkisi, 409f 462t salgılayan hücreler, 405, 408t spermatogenez ve, 409f 440, 440f Formaldehit, doku tespit edicisi olarak, 1 Foıniks, konjunktiva, 481 Fosfat iyonları. Bkz. Fosforf fosfat yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 10 Fosfatazlar, yeri, hücrelerdeki ve dokular­ daki, 10, 12f 13f Fosfatidiletanolamin (sefalin), zar, 24 Fosfatidilgliserol, sürfaktancla, 363 Fosfolipaz A2, 330 Fosfolipidler düz endoplazma retikulumu, sentezinde, 36, 36f zar, 23f 24, 25f Fosfor/fosfat kemik matriksinde, 144 paratiroid hormonun etkisi, 428, 428429* Fosfotransferaz, eksikliği/bozukluğu, 40*, 51* Fossa navikiılaris, 400 Fotoreseptör sistemi, 469-481. Bkz. Göz Fovea, 471 f 479-480 Fraksiyonlarına ayırma, hücre, 9, l i f 12f FRH (folikiil-boşaltıcı hormon), 408t Fruktoz, seminal sıvıda, 443 FSH. Bkz. Folikül-uyarıcı hormon Fundus (gastrik) bezleri, 300f 301f 302, 303f 306f Fundus gastrik, 300, 300f 301 f 302-304, 302f uterus, 4491 458 G (gastrin) hücreleri, 307 G proteinleri, 29, 30f 31t G0 fazı, hücre döngüsünün, 62 G1 fazı, hücre döngüsünün, 60-62, 64f G2 fazı, hücre döngüsünün, 60, 62, 64f GAG. Bkz. Glikozaminoglikanlar G-aktin, 197f 198, 201 Galaktozamin, 115 Gama globülinler, 233. Bkz. İmmünoglobülinler Gangliyon hücreleri/sinirler kalp, 230 retina, 476, 476f 477f 478, 478f Gangliyon öncesi lifler, 184, 186, 186f 187 Gangliyon sonrası lifler, 184, 186, 186f 187 Gangliyonlar, sinir, 16i, 161 f 181-182, 185f Gastrik çukurlar, 30üf 301, 301f Gastrik inhibitor polipeptid (GIP), 307t Gastrik lipaz, 300, 304 Gastrin (G) hücreleri, 307 Gastrin, 307t etkileri, 303-304, 307, 307*



495



pariyetal hücreler üzerine etkileri, 303304 Gastrit, atıofik, 303b Gastrointestinal kanal. Bkz. Sindirim kanalı Gaucher hastalığı, 40t Gaz değiştokuşıı, alveollerde, 359, 362, 362f GCFC (granülosit-koloni-oluşturucu hücre), 250f G-CSF (granülosit-koloni-uyarıcı faktör), 25 İt Gebelik. Bkz. Döllenme; İmplantasyon dış, 457* esnasında endometrium, 462, 463f esnasında memedeki değişiklikler, 465466, 466f hipeıplazisi ve lıipertrofisi, 192*, 458 korpus iuteum, 456 Geçirgen olmayan bağlantılar, 73. Bkz. Zonula oklu dens Geçirgenlik, damar, enflamasyonda art­ ması, 104, 105* Geçiş bölgesi, prostatın, 444, 444f Genetik cinsiyet, seks kromatini belirlen­ mesinde, 57b Genital bezler, yardımcı, erkekte, 43lf 443-446, 444f 445f Bkz. özgül yapı Genital yollar, erkekte boşaltıcı, 431 f 442-443, 442f 443f testis içi, 431f 442 Genitaller, dış, dişi, 464 GER. Bkz. Graniillü (kaba) endoplazma retikulumu Gerçek ses telleri, 353 Geriye akım, aksonlar ve, 166 Germ hücreleri klonal doğası, 435f 437-438 primorcliyal, 449 Germinal epitel over, 449, 450f seminifer tübül, 432-433, 432f döngüsü, 438 Germinal merkez, lenf nodülü, 280 Gevşek bağ dokusu, 121-122, 122f 123f Gilbert sendromu, 343f Gingiva (dişeti), 294, 294f 299 GIP (gastrik engelleyici polipeptid), 307t Giriş arteriyolleri, karaciğer, 333f 336 Giriş venülleri, karaciğer, 333f 336 Glabröz (kalın) deri, 369, 369f 370 Glans klitoris, 363 Glans penis, 431f 446 Glia hücreleri, 161-162, 168-170, 170*, 171f eşlik eden hastalıklar, 171b sinir bozunması ve yenilenmesi, 187b türeyen tümörler, 188b Glial fibriler asidik protein/glial filamanlar, 46t, 48, 169 saptanmasında imiinohistokimya, löt Glikojen glikokonikoidlerin sentezi, 414 gösterilmesinde periyodik asit-Schiff (PAS) tepkimesi, 12 nötrofiilerde, 238 sarkoplazmada, 200f 205 sitoplazmik birikimleri, 48, 50f karaciğer hücrelerinde, 50f 339f 340, 34 2f vajina! sentezi/salgısı, 464 Glikojenez, glikokortikoidler, 414 Glikokaliks, 24f 26



496 /



İNDEKS



Glikokortikoidler böbrek üstü bezi salgısı, 414-416, 4 l5 f aşırı, 4 19b geri bildirim kontrolü, 417, 4 17f sürfaktan sentezi ve, 366b tedavi amaçlı kullanımı, çekilme ve, 417 Glikolipidler, zar, 24 Glikoneojenez, 343 Glikoneojenez, glikortikoidler, 414 Glikoproteinler çoklu tutturucu, 115, 117, 117f 119f 120f kemikte, 145 kıkırdakta, 135, 136 yeri, hücrelerde ve dokularda, 12, 13f Glikoz, glikokortikoidler sentezinde, 414 Glikoz-6-fosfataz, düz endoplazma retikulumunda, 36 Glikozamin, 115 Glikozaminoglikanlar, 115, 117f 118t parçalanma kusuruyla ilişkili bozukluklar, 117b yeri, hücrelerde ve dokularda, 12-13 f 3 Glikoziltransferazlar, 86 Glikuronik asit, 115 Glikuroniltransferaz, 338b, 343, 343f eksikliğinde barbitüratlar, 343b Glisentin, 307t Glisson's kapsülü, 332 Gliyomlar, 188b Globin, eritropoezde, 253 Glokom, 474b Glomeriil (Bowman) kapsülü, 383, 385f 38öf • Glomeriil dışı mezangiyal (lads) hücreler, 385, 394 Glomerül kapilerleri, 218, 384, 385, 386f Glomeriil süzüntüsü, 38-4 emilimi/boşaltımı, proksimal kıvrımlı tübül, 386 Glomerül, 383, 384f 385f geçirgenliği, 384b Glomerüller (glomus), 225 Glomus (glomera), 225 Glukagon, 307*. 423* A hücresi salgısı, 420, 421f 423t G proteinleri düzenleyici etkileri, 31t Glukagon-benzeri madde. Bkz. Glisentin Glutaraldehid, doku tespit edicisi olarak, 1 GM-CSF (granülosit-makrofaj-koloni-uyarıcı faktör), 251t GnRH (gonadotıopin-salgılatıcı hormon), 408t, 4 lOt Göbek kurdonu, miiköz bağ dokusu (Wharton jölesi), 127 Goblet hücreleri, 80, 81f 85-86, 89f 90f Bkz. Mukııs-salgılayan hücreler bağırsaklarda, 80, 81f 85-86, 89f 90f 309, 310f 315f solunum epitelinde, 349, 350*, 350f 352f Golgi evresi, spermiyogenezde, 436, 436f Golgi kompleksi (Golgi aygıtı), 36-37, 37f 38f ilişkili hastalıklar, 51t nöronlarda, 165 spermatidlerde, 436, 436f Golgi tendon organları, 204, 205f Gömme, dokular, mikroskopi için, 2, 2f elektron mikroskopi için, 7 Gonadotrop hücreler, 408t Gonadotropinler, 408t insan koryonik, korpııs luteum üzerine etkisi, 456 salgılayan hücreler, 405, 408t



Gonadotropin-salgılatıcı hormon (GnRH), 408t, 41 Ot Görme moru (rodopsin), 477, 479 Görme pigmentleri, 477, 479 Görme, 469-481. Bkz. Göz Görüntü-işleme programları, ışık mikroskobu için, 3 Gottlieb epitel bağlantısı, 299 Gottlieb, epitel bağlantısı, 299 Gövde mide, 300, 300f 301 f 302-304, 302f uterus, 458 Göz çanağı, 476 Göz çukuru, 469 Göz kapakları, 480-481, 482f Göz yaşı aparatı, 481, 482f 483f Göz yaşı bezleri, 481, 482f 483f Göz yaşı delikleri, 481 Göz yaşı kanalcıkları, 481 Göz yaşı kesesi, 481 Göz, 469-481, 470f 471f Bkz. özgül yapısı camsı cismi, 469, 470f 471f 475 dış tabakası (tunika fibroza), 469-470, 470f 471 f 472f merceği, 469, 470f 471f 475, 475f orta (damar) tabakası (uvea yolu), 469, 470-474, 470f retina, 469, 475-480, 476f 477f 478f 479f 480f481f yardımcı yapıları, 480-481, 482f Gözün damar (orta) tabakası (uvea yolu), 469, 470-474, 470f Gözün ön kamarası, 469, 470f 471f Graaf (olgun/ovulasyon öncesi) folikülleri, 451f 452 Graniilomer, 246 Granülopoez, 249, 250f 254f 256-258, 256f 257f 258f 259f miyeloid metaplazi ve, 288b Granülosit-koloni-oluşturııcu hücre (GCFC), 250f Graniilosit-koloni-uyarıcı faktör (G-CSF), 2511 Granülositler, 236, 237 f. Bkz. Basophils; Eozinofilier; Nötrofiller kökeni/farklılaşması/olgunlaşması (granülopoez), 249, 250f 254f 256 258, 256f 257f 258f 259f miyeloid metaplazi ve, 288b Granülosit-makrofaj-koloni-uyarıcı faktör (GM-CSF), 2511 Granüloza (folikül) hücreleri, 449, 450, 451f 452f Granüloza lutein hücreleri, 454, 456f Granüloza tabakası, 450 Graves hastalığı, 428b GRH (büyüme bormonu-salgılatıcı hor­ mon), 408t, 4 lOt Gri madde, 173, 173f 175f 176f Guatr eksoftalmik, 428b yot eksikliği, 426f Gündüz-gece biyoritmi, pineal bezlerin rolü, 430 Güneş ışığı, melanositler üzerindeki etkisi, 374 Güneş ışıması, melanositler üzerine etkisi, 374 H bantları, 196f 197f 198, 198f kas kasılmasında, 201-203, 203f Hafif zincirler imrnünoglobulin, 266, 269f



miyozin, 197f 200 Hareketsiz titrek tüy sendromıı (Kaıtagener sendromu), 45b, 51t, 349b, 436b oosit taşınması ve, 457 sinüzit, 353b Hashimoto tiroiditi, 428b Hassal cisimcikleri, 276, 278f Hava, uygun hale getirilmesi, burun boşluğunda, 350-351, 353 Havers kanalı, I44f l46f 147 Havers sistemi (osteon), l44f I46f 147-148, I47f Hb. Bkz. Hemoglobin HbS, 235b HCG (insan koriyonik gonadotropin), korpus luteum üzerine etkisi, 456 H-E (hematoksilen ve eozin) boyası, 2 Hedef dokular/organlar, 403 hipofiz hormonlarının etkisi, 409f Heksosaminidaz-A, eksikliği/kusurunda, 40t Heksozamin, 118t Heksuronik asit, 118t Helikotrema, 483f 485 Hematojen (kırmızı) kemik iliği, 251, 252, 25 2f tedavi amaçlı kullanımı, 252f Hematokrit, 233 polistemide, 235b Hematoksilen ve eozin boyası, 2 Hematopoetik büyüme faktörleri (hematopoetinler/poetinler), 250251, 251t tedavi amaçlı kullanınu/ilişkili bozukluklar, 251b Hematopoetik kordonlar, kırmızı kemik iliğinde, 252 Hematopoetik organlar, 249 Hematopoetinler (hematopoetik büyüme faktörleri/hematopoelinler), 250251, 2511 tedavi amaçlı kullanımı/ ilişkili bozukluklar, 251b Hematopoez, 96f 249-264, 250f Bkz. özgül tip hücrenin kemik iliğinde, 249, 251 -2 5 2 , 252f 253f kök hücreleri/biiyüme faktörleri/ farklılaşması, 96f 249-251, 250f 250t, 251t Hemidesmozomlar, 70f 73 Hemofili A ve B, 247b Hemoglobin (Hb) alyuvarlarda, 235 anemide, 236b gaz-taşıma yeteneği, 236 orak hücre hücre hastalığında, 235b Hemoglobin S, 235b Hemonektin, 252 Hemoroidler, 320 Hemostaz, trombositler, 246-247 kusurları, hemofilide, 247b Menle kangalı, 383, 384f 385f 386-387, 393f 394f 395f Henle kulbu, 383, 384f 385f 386-387, 393f 394f 395f Henle kulpu inen kolu, 384f 385f 386, 387, 393f Henle kulpunun ince kolları, 383 , 384f 386, 387, 393f 394f 395f 369,370,370f Henle kulpunun kalın kolu, 383, 384f 386, 387,393f



İNDEKS / 497



Heparan sülfat sülfamidaz, eksikliği/kusunı, 40 Heparan sülfat, 116, 118f 118t bazal laminada, 69, 70f Heparin ani aşırı duyarlılık tepkimesinde, Î02b bazofillerde, 242 mast hücre salgısı, 102b, 103f Hepatik arter, 333f 336 Hepatik kanallar, 337, 344 Hepatik venler, 336 Hepatositler, 332, 334, 334-335f 337-343, 339f 34 l f B kz. karaciğer lopçukları bilirubin bağlanması, 338b, 343f hasarı, 336b glikojen/karbonhidratlar, 50f 339f 340, 342f lıeterojenliği, 336-337, 338f Herediter sferositoz, 236b Hering kanalları (safra kanalcıkları), 333f 337, 34Of 344 Herring cisimleri, 408, 41 lf Heteıograftlar, 271 Heterokromatin, 34f 56 Hibridleştirme, 16-18, 20f Hidrasyon kabuğu, 145 Hidrofil (sıı sever) işaretleşme molekülleri, 28-29 Hidrofob (su sevmez) işaretleşme molekül­ leri, 28 Hidrojen peroksit, fagositozda, 239b Hidroklorik asit, pariyetal hücre salgısı, 303,305f Hidroksiapatit deminde, 294, 295 kemik matriksinde, 144-145 minede, 295 Hidroksilizin, kolajende, 106 Hidroksipıolin, kolajende, 106 5-Hidroksitriptamin (serotonin), 304, 307t üreten karsinoidler, 304b Hidrosefali, 176b Hidrostatik basınç, 119-120, 121f glomerül süziintüsii oluşumu, 384 Hilum böbrek, 383, 384f karaciğer, 332 lenf düğümü, 279, 279f Hiperhilirubinemi, yenidoğan, 338b, 343f Hiperparatiroidizm, 428-4291) kemik dekalsifıkasyonu, 155b, 428-429b Hiperplastik şişmanlık, 131, 131b Hiperplazi, 192b gebelikte, 192b, 458 Hiperpolarizasyon, 168 Hipertiroidi (tirotoksikoz), 428b Hipenrofi, 192b gebelikte, 192b, 458 Hipertrofik kıkırdak bölgesi, 150-151, 151 f Hipertrofik şişmanlık, 131b Hipodermis, 369 Hipofiz (pituiter bez), 403-411. Adenohipofiz; Nörohipofiz gelişimi, 403, 404f hipotalamo-hipofizer sistem ve, 403404, 405f 409f kan dolaşımı, 403, 405f tiroid ve hipotalamus ile ilişkisi, 4 l0 f tümörleri, 411b tümörleri, 411 b Cushing sendromu, 419b ürettiği hormonlar 404, 408*, 4091 Hipofiz arterleri, 403, 405f Hipofizer cücelik, 155*



Hipofizer portal sistem, 403, 405f Hipokrom anemi, 236b Hipoparatiroidizm, 4291) Hipotalamik engelleyici hormonlar, 405f 408t, 409f 41 Ot Hipotalamik salgılatıcı hormonlar, 4051' 408t, 409f 4l0t Hipotalamo-hipofizer sistem, 403-404, 405f 409f Hipotalamus hipofiz ilişkisi ve (hipotalamo-hipofizer sistem), 403-404, 405f 409f hormonları, 405f 408f, 409f 41 Ot distal bölüm kontrolü ve, 404, 405f 408ı over işlevi ve, 457f spermatogenez ve, 440, 440f ilişkisi, hipofiz ve tiroid ile, 4 l0 f lezyonları, diabetes insipidus ve, 410b Hipotiroicli, 428b Hirschsprung hastalığı (doğmalık megakolon), 292b Hirsutizm, böbrek üstü bezi bozukluklarında, 419b His demeti, 228f His demeti, 228f Histamin ani aşırı duyarlılık tepkimelerinde, 102b bazofillerde, 242 mast hücresinde depolanması/salgısı, 101-102, 102b,103f yangıda, 105 Histokimya, 9-13 tıp alanındaki uygulamaları ve, 13b Histolji, çalışma yöntemleri, 1-21 Histon olmayan proteinler, 56 Histonlar, 56 HIV enfeksyon/AIDS merkezi sinir sistemi/glial hücre enfeksyon ve, 171b yardımcı T hücreleri üzerine etkisi, 268b Hiyalin kıkırdak, 135, 135f 136-139, 136f 137f, 138f bozunma değişiklikleri, 139b büyümesi, 138-139 somatotropin, 138 eklem, 135-137, 150, 156-157, 156f büyümesi, 138 şişmanlığın etkisi, 157b lıistogenezi, 138-139, 138f yenilenme yeteneği, 139 HLA. B kz. İnsan lökosit antijeni Holokrin bezler, 83 yağ bezleri olarak, 380 Homeostaz, otonom sinir sistemi, 182 Homograftlar, 271 Horizontal hücreler, retinal, 477f 479 Hormona duyarlı lipaz, 130, 131 f Hormonlar, 403. Bkz. özgül tip hipotalamo-hipofizer sistem ürünü, 404, 405f kemik üzerine etkisi, 155b, 428, 428429b metabolizmasında düz endoplazma retikııiumu, 36 osteoklast etkinliği üzerine etkisi, 143 saptanmasında imünohistokimya, l6t Howship lakünası, 143 Hücre bağlantıları, 71-73, 71f 72f 73f 74f Hücre bölünmesi (mitoz), 59-60, 60f 6 lf 62f 63f sırasında sentrozomlar, 44-45, 59 Hücre dışı matriks, 69, 69t, 95



hücre etkileşimi ile, 118, 12üf kıkırdağın, 135 Hücre döngüsü, 60-65, 64f Hücre gövdesi, nöron (perikaryon), l62f 163, 164-165, l64f l65f Hücre içi kanalcıklar, 303, 303f 304f 305f 306f Hücre içi ulaklar. B kz. İkinci ulaklar Hücre iskeleti, 24, 43-51. B kz. özgül bileşen Hücre korteksi, 46 Hücre kültürü, 9, 1Of Hücre ölümü, programlı (apoptoz), 66, 66b, 66f, 67f, 268 ile oluşan korpus lııteum bozıınması, 455 Hücre zarı. Bkz. Plazma zarı Hücreler arası bağlantılar, 71-73, 71f 72f 7 3 f 74f Hücreler arası tutunma adhesion, 71 Hücreler üzerinden taşıma, 85, 85f Hücreler aralarındaki bağlantılar, 71-73, 71f 72f 73f 74f bölümlerine ayrılması, 9, l i f 12f çekirdeği, 23, 53-67, 53f 54f Bkz. başlığı altında Çekirdeksel epitel hücrelerinin, 69 piknotik, apoptozda, 66, 66f çoğalması, 64-651), 65f ekolojisi, 23 farklılaşması, 23, 24t hücre dışı matriks etkileşimi ve, 118, 120f hücre iskeleti, 43-51 ökaryot, 23 prokaryotik, 23 sitoplazma bileşenleri, 23-43 eşlik eden hastalıkları 51b, 511 Hücrenin bölümlerine ayrılması, 9, 1lfl2 f Hücresel bağışıklık, 265, 267f Hiicre-yüzey reseptörleri, lenfosit farklılaşmasında, 260 Humoral bağışıklık, 265, 267f Humoral faktör, timııs, 278 Hunter sendromu, 117b Hurler hastalığı/sendromu, 40t, 51t, 117b Hyalomer, 246 Hyaluronidaz, bakteriyel, ara madde üzer­ ine etkisi, 117b Hyalııronik asit, 118t kıkırdakta, 135, 136, 136f mü köz dokuda, 127 I bantları (izotıop bantlar), 195, 195f 196f 197f 198f 202f kas kasılmasında, 201-, 203f I hücreleri, kolesistokinin salgısı, 345 İç (internal) göz, 469. B kz. Göz İç ağız, 458 İç dairesel lameller, 144f 147 İç elastik lamina, 219, 219f büyük elastik arter, 219f 222-223, 224f orta boy (müskiiler) arter, 219f 220, 223f 227f İç hücre kitlesi, 462 İç kök kını, kıl, 378-379, 378f İç koıteks, lenf düğümü, 279, 279f 280, 280f İç kulak, 482, 483f 484-487 işitme işlevleri, 483f 487 ses dalgalarının yolu, 483f 487 vestibüler işlevleri, 485f 486



498 /



İNDEKS



İç mitokondri zarı, 3ü, 33f İç segmentler, 477, 4771 4781 479f İç sınır zarı, 477f 478f İç tünel, 486, 486f İç tüy hücreleri, 485, 486, 486f 4871 İdrar hoşluğu, böbrek cisimciğinin, 383, 385f 386f İdrar kesesi, 399-400, 3991' İdrar kesesi, 399-400, 3991' İdrar kutbu, böbrek cisimciğinin, 383, 385f İdrar yolları, 399-400 İduronik asit, 115 IgA, 266, 2681 anne sütünde, 466 gebelik sırasında, 465 kolostrumda, 466b sindirim kanalında, 291, 309 tükürükte, 328 IgD, 266, 268t IgE, 266, 268t ani aşırı duyarlılık tepkimesinde, 102b, 266, 268t reseptörleri, mast hücreleri üzerindeki, 102 IgG, 266, 268t, 2691 IgM, 266, 268t I-hiicre hastalığı, 40, 40t, 511 İki boyut, doku kesitlerinin yorumlanması ve, 20, 20f İki kutuplu nöronlar, l62f 163, l63f retinada, 4711' 476, 477r478 İkili tespit, 2 İkincil (antral) foliküller, 451, 451 f 454f 4551 İkincil bronşlar, 349f İkincil demetler, 122 İkincil kemik, I44f 146-148, I46f 1471' Bkz. ayrıca Kemik İkincil kemikleşme merkezi, 1491" 150 İkincil lizozomlar, 39 İkincil spermatosit, 433, 43314351 İkincil ulaklar, işaret almada, 29, 301 İkincil uzantı, podositin (pediseller), 383, 3871 3881 IL-l’den 10’a kadar, 273t IL-3, 273t hematopoezde, 25İt İle korpus luteum bozunması, 455 İleriye akım, aksonlar ve, 166 İlerleyici sistemik skleroz, 108* İletişim bağlantıları, 73. Bkz. Aralık bağlantıları İleum, 307. Bkz. İnce bağırsak İmplantasyon, 462, 463* İıııplantasyon, 462, 463* lallop tüp­ lerinde (dış gebelik), 457b İmünglobülinler, 14, 265, 268t, 2691 B kz. ay rıca özgü! tip başlığı altın la Ig ve Antikorlar İmünohistokimya, 10, 14-15, 151 161 171 doğrudan yöntemi, 15, 17Î dolaylı yöntemi, 15, 171 tıp alanındaki uygulamaları ve, 15b, löt, 181 191 İmiınojenler, 265 İmiinositler, 280, 2801 İn situ hibridleştirme, 16-18, 201 İnce (aletin) lilamanları, 45146, 481 düz kasta, 207-208 iskelet kasında, 1971 198-200, 1991 kasılma ve, 1991 201 mikroviluslarda, 73, 751 İnce bağırsak, 307-320, 3081 Bkz. Başlık



altında Bağırsak damarlar ve sinirler, 318-320, 3191 3211 enteroendokrin hücreler, 3071 307*. 309, 3171 epitel hücreleri, 309, 3101 31113121 epiteli, 309, 3101 3111 3121 lipit sindirimi, 309, 3131 3141 miiköz zar, 307, 3081 3151 tabakaları (lamina propriyadan serozava), 309-318,3151 3161 3171 3181 3191 mukozaya eşlik eden lenloid doku, 2891 2901 İnen kolu, Henle kangalının, 3841 3851 386, 387, 3931 İnlerior hipoliz arteri, 403, 4051 infundibulum (nöral sap), nörolıipofizin, 403, 4051 İnhibin distal bölümün kontrolünde, 405, 440 spermatogenezde, 440, 4401 inhibitor sinapslar, 168, 1691 İnkliizyon hücre (I-hiicre) hastalığı, 40, 40t, 511 İnkus (Örs), 483-484, 4831 İnsan bağışıklık eksikliği vinısü. B kz. HIV enfeksionu/AIDS İnsan koriyonik gonadotropini (I-1CG), kor­ pus luteum üzerine etkisi, 456 İnsan lökosit antijeni (ULA), 270. Bkz. ayrıca Majör histokompatibilite kompleksi İnsiilin, B hücre sentezi/salgısı, 420, 4211 4221423* integral proteinler, 24, 25, 251 235 İntegrinler, 24, 73, 95, 118, 120f 1211 İnterlaz, 59-62, 6 lf 621641 İnterleronlar, 272 İnterkalar diskler, 191, 206, 20öf 2071 2081 2091 İnterkalar kanallar pankreas, 329-330, 3301 tükürük bezleri, 325, 3261 İnterlökin 3, hematopoezde, 251t İnterlökinler, 272, 273t internal (iç) göz, 469. B kz. Göz internum, eozinol'il özgül granülü, 239, 2411 İnterstisyel (ara) lameller, 1461147, 1471 İnterstisyel büyüme, kıkırdak, 138 İnterstisyel hücreler böbrek, 398 over, 456 testis (Leydig hücreleri), 431, 4321433, 4351 441-442, 4411 İnterstisyel implantasyon, 462 İnterstisyuıu alveoller arası septumun, 359, 362 böbrek, 398 testisin, 431, 4321433, 4351441-442, 4411 İntima, kan damarı, 219, 2191 büyük elastik arterin, 2191 222 orta (miisküler) arterin, 2191 220, 227f venin, 225,227f İntrafıızal lifler, 204, 2041 intramural gangliyonlar, 182 İmrensek bileşen, bağırsak sinirleri, 320, 3211 İntrensek faktör, 303b İnvoliisyon, makrofajlarda, 100b İpliksi papilalar, 292-293, 2931 İris, 469, 47014711474, 4741



İşaret alma, 28-29, 29f 30f 31* düzenleyici hücre içi reseptörler, 291 30 İşaret dizisi, 35 İşaret peptidaz, 35 İşaretleşme molekülleri (ulaklar). Bkz. Kimyasal ulaklar işaret aktarılmasında, 28— 29, 30f İşaret-tanıma parçası, 35, 351 Isı düzenlenmesi derideki, 376 spermatogenezde, 440 spermatogenezde, 440 kriptorşidizm, 441 Işık mikroskobu, 3, 3f doku hazırlanması, 1, 21 Işık algılanması, 469-481. Bliz. Göz; Görme G proteinlerinin düzenleyici etkisi, 31t Işınsal çıkıntılar, 45, 471 İşitme algılama sistemi, 482-487. Bkz. kulak İşitme, 482-487. B kz. Kulak İskelet kası lifleri, 191, 1921 197f düzeni, 1941 195-200, 195f 1961 1971 19811991 hipertrofisi ve, 192* motor birimleri ve, 204 tip I ve II, 205 İskelet kası, 191, 191-205, 1911 1921 düzeni, 192-195, 1921 1931 enerji üretim sistemi ve, 204—205 hipertrofisi ve, 192* kan damarları, 192, 1921 1941 kasılması, 1991201-203, 203f sinirleri, 203-204, 2031 yenilenmesi, 211-213 İskelet. Bkz. Kemik İşlevsel, uterus, 458 İyodopsinler, 478, 479 İyodotirozin delralojenaz, tiröicl hormonunda serbestleştirilmesi, 426 İyodür, tiroicl hormonu sentezi, 425, 4261 İyon kanalları, açılması, sinir uyartısı ve, 166-167 İyonlar taşıyıcı hücreler, 84-85, 851 861 yeri, hücrelerde ve dokulardaki, 10 , 121



İyot eksikliği guatrı, 426b İzodesmozin, 112 İzogen kondrositler, 1361 137 İzograftlar, 271 İzotrop bantlar (I bantları), 195, 195f 1961 1971 1981 2021 kas kasılmasında, 201, 203f Jejunum, 307. B kz. İnce bağırsak Jel elektroforezi hibriclizasyonda, 17-18 protein yalıtımı için, 161 JG hücreler. Bkz. Jukstaglomeriiler hücreler Jukstaglomerüler aparat, 394, 3971 Jukstaglomeriiler hücreler, 3851 394 , 397f 3981 Jukstakrin salgısı, 403 Jukstamedüller nelronlar, 3841 387. Bkz. Nefronlar Kaba endoplazma retikulıırnu İRER), 34-35, 341 351 hepatositlerde, 337-338, 3391 3421 zar proteini sentezi, 26, 271 Kadherinler, 71



İNDEKS / 499



Kahverengi yağ (miiitiloküler yağ dokusu), 129, 13M 33, 132f 133f işlevi, 132 histogenezi, 132-133 tümörleri, 133b Kalbin f'ibröz iskeleti, 226-228 Kalıcı dişler, 29-1 Kalın (miyozin) filamanları, 46 düz kasta, 207-208 iskelet kasında, 1971' 198, 200 kasılma ve, 199f 201 Kalın bağırsak, 320, 322f 323f Kalın deri, 369, 3691 370 Kallikreinojen, 330 Kallus, kemik, 152, 154f Kalmodülin, düz kas kasılmasında, 208 Kalp ileti sistemi, 228-230, 228f 229f Kalp kası hücreleri, 207, 208f" 210f 227-228 Kalp kası, 191, 191f 206-207, 206f 207f 208f 2091' 210f 227-228 yenilenme yetenekleri, 211 Kalp kulakçığı kası, 207, 21 Of Kalp yetersizliği hücreleri, 366 Kalp, 215, 226-230. Bkz. Kardiyak Kalpteki iletim sistemi, 228-230, 228f 229f Kalsitonin, 425 kalsiyum düzeyleri/kemik üzerine etkisi, 155, 425, 428 osteoklastlar üzerine etkisi, 143, 155, 428 parafoliküler hücre salgısı, 425, 425f 4 271 paratiroid hormonu etkileşimi ve, 428 Kalsiyum fosfat, kemik matriksinde, 144, 151 Kalsiyum iyonları, yeri, hücrelerde ve dokularda,10, 12f Kalsiyum eksikliği, kemikteki etkisi, 155b kan düzeyleri, düzenlenmesi, 152-155, 155b, 428-429b kas kasılmasında düz kasta, 208 iskelet kasında, 199f200-201, 203f kemikte, 144, 152 paratiroid hormonun etkisi, 155, 428, 428-4 29b Kalsiyum-kalmodiilin kompleksi, 208 Kamçı, spermin, 43, 45, 74, 436, 437f Kan basıncı böbreklerin düzenlemesi, 394-395b kan damar yapısı ve, 225f Kan clamar sistemi. Bkz. Kan damarları Kan damarları. Bkz. özgül tip, organ, ya da sistem katmanları, 219-220, 219f sinir ağı, 220 yapısal özellikleri, 219-220, 219f kan dolaşımı ve, 225f Kan hücreleri, 233-247. Bkz. özgül tip alyuvarlar, 233, 233f 234-236, 234t, 235f boyanması, 234 lökositler, 103-106, 105f233, 233f234t, 236-243, 237f 244f 245f oluşumu. Bkz. Hematopoez salıverilmesi, kemik iliğinden, 252, 253f trombositler, 233, 234ı, 246-247 ürünleri ve işlevleri of, 234c Kan pıhtısı/pılıtılaşması, 247 kusurları, hemofilide, 247b Kan sayımı, 238t Kan yaymaları, 234 Kan, 233, 233f



aktarma işlevi, 233, 234f lenfosit dağılımı, 238t, 2711 pıhtılaşması kusurları, hemofilide, 247b trombositler, 246 plazma, 233-234 şekilli elemanları, 233. Bkz. Kan hücreleri Kanalcıklar gözyaşı, 481 hücre içi, midede 3f 304F 305f 306f kemik, 141, I42f safra, 333f 337, 339f 340f 344 KanalikCil sistemi, açık, trombosit, 246, 246f Kanallar bezler, 82, 83f safra, 333f tükürük bezler, 325-326, 326f Kanallı (süngersi) kemik, 145, I45f I49f Bkz. Kemik Kan-hava engeli, 176 Kan-hava engeli, 359, 3621' Kanser kemoteıapisi antimitotik alkaloidler, 44b gastrointestinal kanaldaki etkisi, 322b Kanser, 65 b, 65f Bkz. özgül tipi ve etkile­ diği organ ya da yapı metastazında lenf düğümleri, 283b mitoz, 64b, 65f hücrelerinin çekirdekçikleri, 58b Kan-teslis engeli, 438, 439f440, 440b Kapakçıklar lenfatik, 230f 231, 282 venöz, 225, 228f Kapalı dolaşım, dalak, 286, 286f Kapasitasyon, f'allop tüpü salgılarının etk­ isi, 457 Kapiler endoteli hücreleri, 215-216, 2 l6 f 218 alveolar, 3611362, 362f Kaplı çukurlar, 27, 29f Kaplı kesecikler, 27, 28f 29f Kapsül (teriıoryal) matriks, 136, 136f 137f Kapsül altı epitel, göz merceğinin, 475, 475f Kapsül altı sinüs, lenf düğümü, 279-280, 280f Kapsül dalak, 284, 285f eklem, 156f 157 karaciğer (Glisson), 332 lenf düğümü, 279 tonsil, 289 Karaciğer hücreli karsinom, 345b Karaciğer lopçukları, 332-334, 333f 3343351 336- 337, 336f 337f Bkz. Hepatositler Karaciğer sintizoidleri, 333f 334, 334-3351 336 Karaciğer sirozu, 344b, 344f Karaciğer, 325, 332-344, 3331' 334-335f Bkz. ayrıca başlık altın d a Hepatik ve Hepatositler düz endoplazma retikıılumu, 36 glikojen depolanması, 50f 3391 340, 342f hastalıkları, 336b, 344b işlevleri, 325 kan damarları, 336-337 sirozu, 344b, 3441' stroması, 332 tümörleri, 345 b yenilenmesi, 344, 344 b, 344f



Karbaminohemoglobin, 236 Karboksihemoglobin, 236 Karboksil esler hidıolaz, 330 Karbon dioksit taşınması, 233 Karbonhidratlar karaciğerde depolanması, 342f 343 sitoplazmik birikimleri, 48 Karbonik anhidraz gaz değiş tokuşunda, 362 pariyetal hücrelerde, 303, 305f Kardeş hücreler, 60, 62f Kardeş kromalidler, 59-60 Kardiya (mide), 300, 300f 302 Kardiya bezleri, ösofageal, 299 Karışık sinirler, 181 Karoten, 372 Karotis cisimleri, 224-225, 226f Karotis sinüsleri, 225 Karşılıklı bağ, iskelet kasında, 1991' 200 Karsinoembriyonik antijen, 324, 324f saptanmasında imünohistokimya, l6t, 19f 324f Karsinoidler, 304b Karsinom, 92b. Bkz. Kanser Karşıt boyalar, 3 Kaılagener sendronnı (hareketsiz titrek tüy sendromıı), 45b, 511, 349b, 436b oosit aktarımı ve, 457 sinüzit, 353b Karyotip, 57, 58b, 58f hazırlanmasında doku kültürleri, 9b Kas dokusu, 69, 69c, 191-213, 191 f Bkz. özgü l tip düz, 191, 19ir 207-211, 211 f 2121'213f iskelet, 191, 191-205, 191f 192f kalp, 191, 1911206-207, 206f 207f 208f 2091' 21 Of mitokondriyal kusurların etkisi, 32b, 331' yenilenmesi, 211-213 Kas kasılması düz kas, 207-208 iskelet kası düzeneği, 1991' 201-203, 203f kalsiyum, 1991' 200-201, 203f kayan filaman hipotezi, 199f 201-203, 203f motor birimler ve, 204 Kas kasılmasında, 201, 203f Kas lifçikleri iskelet kası, 192f 1961 197f 198, 198f 2021'



kalp kası, 229f 230 Kas lifleri, 191, 192f 197r düzeni, 194f 195-200, 195f 1961 197f 1981 199f hipertrofisi ve, 192* motor birimler ve, 204 tip I ve II, 205 Kas mekikleri, 204, 2041 Kasılma düz kas, 207-208 iskelet kası, 199f 201-203, 203f kalsiyum, I99f 200-201, 203f kayan filaman hipotezi, 199f 201-203, 203f motor üniteler, 204 kalp kası, kalbin ileti sistemi, 228-230, 2 2 8 f2291 Kas-tendon bağlantısı, 192-195 Katajen, 377 Katalaz, 41 Katarakt, 475b



500 /



İNDEKS



Katil hücreler, doğal. B kz. Doğal katil hücreler Katlantılar, 300 Kayan filaman hipotezi, 199f 201-203, 203f Kayıt peptitleri, kolajen .sentezinde, 106107, llOf Kazeinler, salgılayan meme hücreleri, 466, 467f Keloid, 108b Kemiğin yeniden şekillenmesi. Bkz. Kemik apozisyonu, 142 değerlendirilmesinde tetrasiklin, 142b Kemik dekalsifikasyonıı, 142, 145 hiperparatiroidide, 155*, 428-429* kalsiyum eksikliği ve, 155* Kemik hücreleri, 142-144 Kemik iliği aspirasyonıı, 260b Kemik iliği nakli, 251b Kemik iliği, 251-252, 252f eşlik eden hastalıklar, 260b lıematopoez, 249, 251-252, 252f 253f kaynaklı lenfısitler, 260, 265, 267, 270f kök hücre kaynağı olarak, 252, 252b lenfosit dağılımı, 271b Kemik kalkıştı, 152, 154f Kemik kılıfı, 148, I49f Kemik labirent, 484 Kemik matriksi, 141, 144-145 eşlik eden hastalıklar, 142b sentezi, 142, 142f Kemik spiral lamina, 484, 486f Kemik yenilenme döngüsü, 152 Kemik, 141-156 beslenmenin etkisi, 155b birincil (olgtınlaşmamış/örgü), 146 büyümesi ve yeniden şekillendirilmesi, 151152, 152b, 154f dekalsifikasyonıı, 142, 145 hiperparatiroidizmde, 155b, 428-429b kalsiyum eksikliği ve, 155b emilimi, 143, I44f eşlik eden hastalıklar, 144b paratiroid hormonunun etkisi, 155, 428 etki eden hormonlar, 155b, 428, 428429b histogenezi, 148-151, 152f 153f 154f iç yapıları, 152 ikincil (olgun/lameller), I44f 146-148, I4 6 fI4 7 f kalsiyum, 144, 152 kan kalsiyumunun düzenlenmesi ve, 152155, 155b kemikleşme kemikleşme endokondral, 148-151, 149f 150f I51f 152f 153f 154f kemikleşme intramembranöz, 142, 142f 148, I48f I49f kemikleşme kırık onaranında, 152b, 154f kireçlenmesi kireçlenmesi düzenekleri, 151 kireçlenmesi kırık onaranında, 152b, 154f kırık onarımt ve, 152b, 154f metabolik rolü, 152-156 metastatik hastalığı, 156b tipleri, 145-148 tümörleri, 155-156b Kemik, emilimde kemik büyümesi ve yeniden şekillenme, 143, I44f eşlik eden hastalıklar, 144b paratiroid hormonun etkisi, 155, 428



Kemikçikler, kulak, 483-484, 483f Kemikleşme bölgesi, epifiz kıkırdağının, 151,151f Kemikleşme merkezleri birincil, 148, l49f 150 ikincil, l49f 150 Kemikleşme endokondral, 148-151, I49f 150f 151f 152f 153f 154f kırık onarmanda, 152b, 154f zar içi, 142, I42f 148, I48f I49f Kemokinler, 272 Kemotaksi kuramı, mitokondrideki ATP sentezinde, 31, 33f Kemotaksi, 104, 105-106b, 236 koıupleman etkinleştirmede, 275f Kemotaksinler, 272 Kemoterapi (kanser) antimitotik alkaloidler, 44b gastrointestinal sistemde etkili, 322b Kemolripsinojen, 330 Kenar demeti, 246 Kenara çekilme bölgesi, nötrofil, 259, 259f Keratan sülfat, 116, 118t kıkırdakta, 136 Keratinler (sitokeratinlerVkeratin filamanları, 46-48, 46t 49f bazal katmanda, 370 kornetim katmanında, 372 lusidum katmanında, 372 saptanmasında imünohistokimya, I6t spinozum katmanında, 370, 371 f 372f Kenıtinleşme, epideımiste ve kılda karşılaştırılması, 379 Keratinleşmiş çok katlı yassı epitel, 76t, 78 epidermiste, 78, 372 Keratinositler, 369 epidermal tabakalarda, 369f 370-372 melanin, 373f 374, 374f Keratohiyalin granülleri, 370 Kerckring kapakçıkları (sirküler plikalar), 307 Kese kanalı, 344 Kesecikler kaplı, 27, 28f 29f pipositoz, 27, 85 kapiler endotel hücresinin, 216, 217f salgı, 43, 49. Bkz. Salgı granülleri sinaps, l66f 167, l68f taşıma (Golgi kompleksi), 37, 37f 38f Kesintisiz (somatik) kapiler, 216, 217f Kesintisiz sinüzoidal kapilerler, 218. Bkz. ayrıca Sinüzoidal kapilerler Kıkırdak, 135-140. Bkz. özgül tip eklem, 135-137, 150, 156-157, I56f büyümesi, 138 şişmanlığın etkisi, 157b elastik, 135, 139, 139f epifiz (epifiz plağı), 136, 149f 150-151, 150f 151f 152f 154f fibröz, 135, 139, 140f hiyalin, 135, 135(136-139, 136fl37fl38f omurlar arası disklerde, 139-140 tümörleri, 138b Kıl bıılbusu, 377, 378f Kıl dikleştirici kaslar, 379, 379f Kıl folikülleri, 377, 378f 379f Kıl hücreleri (reseptör hücreleri), 484, 485, 485f dış, 485, 486, 486f 487f iç, 485, 486, 486f 487f vestibüler işlevleri, 486 Kıl, 377-379



rengi, nıelanositler ve, 378f 379 Kılcal kan damarları (kapilerler), 215-219, 216f akciğer, 367 delikli (viseral), 2l6f217, 217f glomertil, 218, 384, 385, 386f iskelet kası, 192, 192f 194f kesintili sinüzoidal, 218. Bkz. Sinuüzoidal kapilerler kesintisiz (somatik), 216, 217f lenfatik, 230, 230f timus, 276 Kılıf, çekirdek, 53-56, 54f 55f 56f Kimus, 300b etkileyen pankreas enzimleri, 331b Kimyasal sinapslar, 167. Bkz. Sinapslar geçiş sırasında gerçekleşen olaylar, l66f 168, I69f Kimyasal ulaklar bezlerin kontrolünde, 84 işaret almada, 28-29, 30f 311 sinaps geçişinde, 167-168. Bkz. Nörotransmiterler Kinetokor, 60 Kinezin, 166 Kireçlenme hiyalin kıkırdak, 139b kemik, düzenekleri, 151 Kireçlenmiş kıkırdak bölgesi, 151, 151 f Kırık onarımı, 152b, 154f Kırmızı (lıematojen) kemik iliği, 251, 252, 252f kök hücre kaynağı olarak, 252, 252f Kırmızı kan hücreleri. Bkz. Alyuvarlar Kırmızı pulpa sinüsleri (sinüzoidler), 286, 286f 287-288, 287f Kırmızı pulpa, 285, 285f 286r 287-288, 287f Kış uykusu bezleri, 131. B kz. Mültiloküler yağ dokusu Kısa hücreler (bazal hücreler), solunum epitelinde, 350, 351f Kısırlık, hareketsiz titrek tüy sendromtında, 45b, 349b, 436b Kistik fibröz osteit, 142, 428-429* Kıvrımlı tübüler bezler, 82, 83f Klatrin, reseptör tarafından yürütülen endositozda, 27, 28f 29f Klitoris, 464 Koagiilasyon, Kan. Bkz. pıhtılaşma, Kan Kök hücre nakli, 252 Kök hücreler kaynak olarak kırmızı kemik iliği, 252, 252b midenin boyun bölgesinde, 302 nöral, 188 epidermal, 370 gastrointestinal kanalın yenilenmesinde, 320-322, 323f hematopoetik, 96f 249-251, 250f 250* eşlik eden bozukluklar, 251 b Kök kanalı, 294, 294f Kök kını, Ivı! dış, 378f 379 iç, 378-379, 378f Koklea kanalı (skala medya), 483f 484, 485, 486f Koklea, 483f 484, 486f Koku alma, 351-353, 353f Koku epiteli, 350-353, 353f Koku, duyusu (koku alma), 351-353, 353f Kokular, G proteinlernin düzenleyici etki­ leri, 31



İNDEKS /



Kolajen demetleri, 109f 110-111, 1l i f 112f 113f tıkız bağ dokusunda, 122, 124f 125f Kolajen lifçikleri, 106, 108f 1091" l l4 f sentezi, 107, 1lOf Kolajen lifleri, 95, 106, 109-111, 109f l l l f 112f 113f 114f fibröz kıkırdakta, 139, 1-ıOf sentezi, 107, llOf tıkız bağ dokusunda, 122, 124f 125f Kolajen, 106, 107t adventisyada, 220 bazal laminada, 69, 71 f deride, yaşlanmanın etkisi, 376* eşlik eden hastalıklar, 108-109*, 11 İt glomeriil bazal membramnda 383-384 kemik matriksinde, 145 kıkırdakta, 135, 136, 136f 139 sentezi, 106-109, llOf tipleri, 106, 107t yenilenmesi, 109 Kolajenazlar, 109 osteoklastlardan salıverilmesi, 39, 42f 143 Kolelityaz (safra taşları), 341b Kolesistokinin (CCK), 169, 307t, 331b safra kesesi kasılmasındaki etkisi, 345 Kolesterol böbrek üstü bezi steroid salgısında, 414 zar, 23f 24 Kolinerjik lifler, 186 Kolipaz, 330 Koioid, tiroid, 423, 424f 425f tiroid hormonu toplanması, 425 Koloidin ozmotik basıncı, 119-120, 121 f Kolon. Bkz. Kalın bağırsak Koloni-oluştıırucu hücreler/birimler (CFC/CFU), 249 Koloni-uyarıcı faktörler (hematopoietik büyüme faktörleri), 250-251, 251t tedavide kullammı/eşlik eden hastalıklar, 251b Kolostrum, 466b Kolşisin, mikrotübüiler üzerine etkisi, 44b Kompak kemik, 145, 145f 149f Bkz. Kemik Kompleman, 266, 273, 274f 275f hematopoezde, 252 Kondroblastlar işlevleri, 97t kökenleri, 96f 138 perikondriyıımda, 137, 137f Kondroitin sülfat, 116, 118t kıkırdakta, 136, 13öf Kondrom, 138b Kondronektin, 136 Kondrosarkom, 138b Kondrositler, 135. Bkz. Kıkırdak fibröz kıkırdak, 139, I40f hiyalin kıkırdak, 137-138, 137f kökenleri, 96f Koneksinler, 72 Konekson, 72 Konfoal mikroskopi, 5, 5f Koniler, 471f 476, 476f 477f 478, 478f foveada, 479-480 lıistofizyolojisi, 479 Konjıınktiva, 470f 480, 482f Konka, 350 Köpük hücreleri, 224b Kör nokta, 478. Bkz. Görme siniri başı Koriyokapiler tabaka, 472 Koriyon, 462 Koriyonik gonadotropin, insan, korpus



luteuma etkisi, 456 Kornea, 469, 470f 471f472f Korneoskleral bileşke (limbus), 470, 471f Kornikulat kıkırdak, 353 Koroid pleksus, 176, 178f Koroid, 469, 470f 471 f 472 Korona radiata, 451, 451 f 454f Korpora amilasea (prostat taşları), 446 Korpus albicans, 456, 457f Korpus kavernosum penis, 431f 446, 446f üretra (korpus spongiozum), 400, 431 f 446, 446f Korpus luteum, 454-456, 456f gebelik, 456 menstrüasyon, 455-456 Korpus uterina, 458 Korteks böbrek üstü bezi, 413, 413-418, 4l3f 4 l4 f 415f 4 l6 f 4l7f böbrek, 383, 384f 385f 391f 392f hücre, 46 lenf düğümü, 279, 279-280, 279r 280f 281 f ovaryum, 449, 450f saç, 378, 378f timus, 275, 276f 277f Korti, organı, 484-487 Kortikal arterler, böbrek üstü bezi, 413 Kortikal nefronlar, 385f 387. Bkz. Nefronkır Kortikosteroidler. Bkz. Steroidler etkilenen eozinofiller, 240 b Kortikosteron, Böbrek üstü bezi salgısı, 414, 4l7f Kortikotrop hücreler 408t Kortikotropin. Bkz. ACTH Kortikotropin-salgılatıcı hormon (CRH), 408t, 410 Kortizol, Böbrek üstü bezi salgısı, 414, 417f Kortizon, Böbrek üstü bezi salgısı, 414, 4 l7 f Kötü beslenme, pankreas hücreleri üzerine etkisi, 331 b Koyu hücreler, ter bezleri, 380 Kranial gangliyonlar, 182 Krause cisimcikleri, 377, 377f Kreatin kinaz, 198 Krikoid kıkırdak, 353 Kriptalar, tonsiller, 289 Kriptorşidizm, 44lb Krista ampullares, 484, 485f vestibüler işlevleri, 485f 486 mitokondrial, 30, 32f Kristalar arası boşluk (matriks), mitokondr­ ial, 30, 31, 33f Kristalinler, 475 Kriyofraktiir (dondurup kırma), elektron mikroskopi için, 7 Kriyostat, 2 Kromatidler, kardeş, 59-60 Kromatin, 54f 55f 56-57, 57f 58f çekirdekçikle-ilişkili, 54f 58 mitozda, 59 seks, 57, 58f genetik seks belirtimi ve, 57b Kromatografi, protein yalıtımı için, 15f Kromatoliz, 187 Kromofiller, 404, 407f Kroınofoblar, 404, 407f 409f Kromograninler, 418, 4 l9 f Kromozomlar. Bkz. Kromatin



501



anormallikleri, 58b doku kültür çalışması, 9b fibröz lamina, 53, 55f karyotipleme, 57, 58s, 58f eşlenme, mitozda, 59-60, 60f 6 lf 62f 63f KS Kromozom, 57 inaktif, nötrofillerde, 237f 238 KS-ALD (KS-bağlı lökodistrofi), 41b, 340b KS-ilişkili adrenolökodistrofi, 4lb, 340b Kübik epitel, 69 basit, 74, 76ı, 77f 78, 79f katmanlı, 76t, 78 Küçük arterler, 220, 221f 222f Bkz. Arterler Küçük granül hücreleri, solunum epitelinde, 350 Küçük lenfositler, 242-243, 243f 244f Küçük venler, 221f 225, 227f Küçük vestibüler bezler, 464 Kulak (östaki) tüpü, 483, 483f Kulak kemikleri, 483-484, 483f Kulak kepçesi (aurikül), 482 Kulak kepçesi (pinna), 482 Kulak kiri (seriimen), 482 Kulak kiri, 482 Kulak yolu, dış, 482, 483f Kulak zarı (timpan zarı), 482, 483f Kulak, 482-487, 483f dış, 482, 483f iç, 482, 483f 484-487 işitme işlevleri, 487 orta, 482-484, 483f ses dalgalarının izlediği yol, 483f 487 vestibüler işlevleri, 485f 486 Kulakçıklar, alveolar, 358 Kültür, hücre ve doku, 9 tıbbi uygulamaları, 10b Kümelenme, trombosit, birincil ve ikincil, 247 Kümülüs ooforus, 451, 451f 454f Küneiform kıkırdak, 353 Kupffer hücreleri, lOlt 333f 334, 337f 341 Kupula, 484, 485f vestibüler işlevleri, 485f 486 "Kuru ağız," 326b Kütikiil saç, 378, 378f tırnak (eponişyum), 379 Kutis laksa, 376* Kutup cisimleri, birinci, 453-454 Kııtuplaştırıcı süzgeç, 4 Kutuplaştırma mikroskobu, 4-5, 4f Kutupsallık, epitel dokularında, 83-84 Kwashiorkor, 331b Labirent, 483f 484 kemik, 484 zar, 483f 48-4-486, 484f 485f 486f 487f Labium majörler, 464 Labium minörler, 464 Lacis (glomeıül dışı mezangiyal) hücreleri, 385, 394 Laktalbümin, 466 Laktasyon, 465-466 ertesinde meme gerilemesi, 466-467 sırasında memede oluşan değişiklikler, 465-466, 466f Laktealler, 318 Laktoferrin, 239b Laktoz, anne sütünde, 466 Lakünalar Hovvship, 143 kondrositler, 135 osteositler, 141, 14 lf 142, 1461' 147



502 /



İNDEKS



Lambda graniilleri, tromhositlerde, 246 Lamellar (ikincil) kemik, 1441 146-148, 1461' 1471 B kz. Kemik Lamellar cisimler, tip II hücrelerde, 363, 3ö4f 365f Lamellar grandiler, 370-372 Lameller, kemik, 1441' 1461 147, 1471 Lamina densa, 69, 701 glomerül, 383-384, 3891 Lamina propria, 83 bronş, 354, 3551 3561 bronşiyol, 358 endometriyum, 458 idrar kesesi ve idrar yollan, 399-400, 3991 sindirim kanalı, 291, 2921 ince bağırsak, 309-318, 3151 3191 kalın bağırsak, 320 mide, 3001 301, 302 vajina, 464 Lamina rara (lamina lusida), 69, 701 glomerül, 383-384 , 3891 Lamina retikülaris, dermis, 375 Laminin, 69, 701 117, 1191 1201 embriyo gelişiminde ve kanserde, 118b endomysiıımda, 1931 glomerül bazal meınbranında, 383 Laminler A, B, ve C, 53 Langerhans adacıkları, 328, 3291 420, 4211 4221 Langerhans adacıkları, 328, 3291 420, 4211 4221 hücre tipleri, 420, 423t hücre tipleri, 420, 4231 tümörleri, 420b tümörleri, 420b Langerhans hücreleri, lOlt, 369, 375 kökenleri, 961 Larinks (Gırtlak), 353-354 LCFC (lenlosit-koloni-olıışturucıı hücre), 2501 LDL (düşük dansiteli lipoproteinler), vücu­ da alınması, 28, 291 Lektinler, yüksek ilgiii etkileşimler, 14 Lenl damar sistemi, 215, 230-231, 2301 lenl düğümlerinde, 2791 282 pulmoner, 367, 3681 Lenl düğümleri, 230, 265, 2661 278-284, 2791 2801 Bkz. özgü l tip korteksleri, 279-280, 279128012811 büyümesi, 284b histoîizyolojisi, 283 bağışıklık eksikliği hastalıklarında, 2831 lenl ve kan dolaşımında, 2791 282 lenfosit dağılımı, 271t lenfosit dolaşımı, 284, 2841 medüliası, 279, 2791 280f 281, 282f 2831 metastazı ve, 283 b Lenf kanalları, 230, 231 Lenl nodülleri/folikülleri, 265, 280, 28111 286, 288 Lenlatik kapakçıklar, 2301 231 Lenfatik kapilerler, 230, 2301 Lenfoblastlar, 2501 260 Lenfoid hücreler, 249, 250f Lenfoid organlar, 265, 2661 B kz. özgü l organ bademcikler, 289-290 birincil/merkezi, 265 çevresel, 265 dalak, 265, 2661 284-288, 2851 2861 2871 lenf düğümleri, 230, 265, 2661 278-284, 2791 280f



lenfosit dağılımı, 271t tiınııs, 265, 2661 273-278, 2761 2771 2781 2791 Lenfokinler, 272 Lenfositik lösemiler, 260 b Lenfosit-koloni-oluştuaıcu hücre (LCFC), 2501 Lenfositler, 236, 237f 242-243, 2431 2441 267-269, 269t. Bkz. B lenfositler; T lenfositler dağılımı, 238t, 271t işlevleri, 97t, 234c, 242, 265, 2671 269t kökeni! farklılaşması! olgunlaşması, 961 250f 260, 267-268, 2701 2761 277278 dolaşımı, 284, 2841 deride, 375 üretiminde dalak, 288 limusta, 275-276, 2761 277f timusa-bağımlı, 287 Leptin, 130 kemik üzerine etkisi, 155b Lesitin, zar, 24 Leydig (interstisyel) hücreleri, 431, 4321 433, 4351441-442, 4 4 lf LU. B kz. Luteinizan hormon LHRI-I (luteinizan lıormon-salgılatıcı hormon), l69f 408t Lieberki'ıhn, bezleri (bağırsak bezleri), 307, 30813151 Lifçikle ilişkili kolajen, 106, 107t Lifçikler, kolajen, 106, 1081 1091 sentezi, 107, 11 Of Lifçik-oluşturucu kolajen, 106, 107t, 1081 Limbus (korneoskleral bileşke), 470, 4711 Lingual bademcikler, 290 Lingual lipaz, 293 Lipazlar, 309, 3131 hormona duyarlı, 130, 1311 lingual, 293 mide, 300, 304 pankreatik, 309, 330 Lipids ayrılması, 129-130, 131b depolanması karaciğerde, 343 yağ dokusunda, 129-130, 131b, 1311 sindirilmesi, ince bağırsakta, 309, 3131 3141 siloplazmik birikimleri (lipid damlacıkları), 48, 49f hepatozda, 340 miiltiloküler yağ dokusunda, 131, 1331 yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 13 tıp alanındaki uygulamaları ve, 13b Lipoblastlar, 131, 1321 Lipofuskin (yaş pigmenti), 39, 48 kalp kası hücrelerinde, 207 sinir hücrelerinde, 165 Lipolız, kapiler endotel hücrelerinde, 218 Lipomlar, 133b Lipoproteinler çok düşük yoğunluklu, 130, 1311 düşük yoğunluklu, vücuda alınması, 28, 291 karaciğerde sentezi, 341, 3421 plazmada, 233 Liposarkomlar, 133b Littre bezleri, 400, 446 Lizil oksiclaz, kolajen oluşumunda, 107, 1101 Lizin lıidroksilaz, peptidil, kolajen sen­ tezinde, 106



Lizozim, 239b, 309, 3161 belirlenmesinde immiinhistokimya, 18! göz yaşı bezlerinden salgılanması, 481 Paneth hücrelerinde, 309, 3161 tükürük bezlerinden salgılanması, 328 Lizozomal enzimler, 38-39, 421 eksikliği, eşlik eden bozukluklar, 3940,401, 51t, 117b hücre dışına salıverilmesi, eşlik eden bozukluklar, 391) Lizozomlar, 37-40, 39f 401 411 421 Bkz. Azurofil granüller birincil, 39, 260 eşlik eden hastalıklar, 39-40, 39b, 40t, 42f51t ikincil, 39, 401 işlevleri, 37-40, 421 Lober bronşlar, 354 Loblar arası arterler, böbrek, 395, 3981 Loblar arası venler, böbrek, 398, 3981 Lobül ortası (merkezi) ven, karaciğerde, 3331T 334-335! 336 Lobiıller arası (boşaltım) kanalları, tükürük bezleri, 326 Lobıiller arası arterler böbrek, 3851 395-396, 398f karaciğer, 336 Lobüller arası venler, böbrek, 3851 398, 3981 Lokal anestezikler, etki düzeneği, 167b Lökodistrofi, metakromatik, 5İt Lökositler, 103-106, 1051 233, 2331 234l, 236-243, 2371 2441 2451 Bkz. özgül tip işlevleri, 97t, 233, 234t, 236 sayısı ve yiizdesi, 238, 238t kökeni, 961 polimorf çekirdekli. B kz. Nötrofiller ürünleri, 234t tipleri, 236, 237f Lökotrienler, mast hücre salgısı, 102, 1031 Lopçuk altı ven, 3331 336 Lopçuklar akciğer, 354 bezlerin, 83 karaciğer, 332-334, 3331 334-3351 336337, 3361 3371 testis, 431, 4311 Lösemiler, 260b LRH (lutein-salgılatıcı hormon), 1691408t Luteal (salgılama) laz, menstri'ıasyon döngüsünün, 460-461,4611 462t Lutein hücreleri granüloza, 454, 4561 teka, 454, 456f Luteinizan hormon (LH), 408t etkilenen menstrüasyon döngüsü, 4091 462t etkileri, 4091 G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31t kontrol edilen over işlevleri, 4091453, 457f 462t korpus luteum oluşumu ve, 455, 4571 462t salgılayan hücreler, 405, 408t spermatogenez ve, 4091 440, 440f Lutein-salgılatıcı hormon/luteinizan hormon-salgılatıcı hormon (LRM/LHRH), I69f408t M (mikro katlantı) hücreleri, 309, 3171 318, 3181 3191 M çizgisi, 1971 198



İNDEKS /



Majör bazik protein, 239 Majör histokompatihilite kompleksi (MHC), 265, 270-271, 272f antijen işlemede, 269, 272f doku reddinde, 270, 271 Majör kulisler, 383, 384f Makrofaj-koloni-uyancı faktör (M-CSF), 25lı Makrofajlar, 97-100, 99f lOOf lOlf lOlt alveoler, 361 f 366, 368b apoptozda, 66, 66b, 67f doğal bağışıklıkta, 265, 270f etkinleşmiş, 99- 100b işlevleri, 97t, 99-100b, lOlt kökeni ve olgunlaşması, 96f 97, 99, 260 iizozomlar, 37, 40f Makrositler, 235b Maküla adherens (desmozonılar), 71 f 72, 72f kalp kasında, 206, 209f timus korteksinde, 275, 2771" Maküla densa, 3851" 389, 3891" 395f 396f 3981" jukstagloınerül aparatının parçası olarak, 385f 394, 397f 398f Maküla göz, 470f ütrikül ve sakkıil, 484, 484f vestibiil işlevleri, 486 Malabsorpsiyon sendıomu, 309b Mal ignite. Bkz. Kanser Malin melanom, 381b Malleus, 483-484, 483f Mallory boyası, 2 Malpighi tabakası, 370 MALT. Bkz. Mukozaya eşlik eden lenfoid doku Mammotrop hücreler, 408t Mandibüla altı (tnaksilla altı) bezler, 325, 326f 3271" 328, 328f Mantarsı papillalar, 293, 293f MAPler (ınikrotCibül ile ilişkili proteinler), 43 Marfan sendıomu, 112b Marjinal bölge, dalakta, 286, 286f Masson boyası, 2 Mast hücreleri, 101-102, 101f 102f 103f bağ dokusu, 102 işlevleri, 97ı, 101-102 kimyasal düzenleyicilerin salıverilmesi, 101-102, 102b, 103f kökenleri, 96f 102 mukoza, 102 Matriks kesecikleri, 294 Matriks reseptörleri (integrinler), 24, 73, 95, 118, 120f 121f Matriks çekirdek, 59 eozinolilik özgül granülii, 239 hiyalin kıkırdak, 136, 136f kalsifiye oluşu, 139* hücre dışı, 69, 69, 95 kemik, 141, 144-145 ilişkili bozukluklar, 142b sentezi, 142, I42f mitokondrial, 30, 31, 33f tırnak, 379 MCFC (monosit-koloni-oluşturııcu hücre), 250f M-CSF (makrofaj-koloni-uyancı faktör) 251t Mediastinum testis, 431, 431f Medulla böbrek üstü bezi, 413, 4 l3 f 4 l4 f 415F



418-419, 4l9f böbrek, 383, 384f 3851" kıl, 378, 378f lenf düğümü, 279, 279f 280f 281, 2821" 283f over, 449, 450f timus, 275, 276, 27öf 277f 278f Medüller aıterler, bölerek üstü bezi, 413, 4 l4 f Medüller depolanma bölgesi, nötıofil, 259, 259f Medüller ışınlar, 383, 384f 396, 398f Medüller kordonlar, lenf düğümü, 2801" 281, 282f Medüller lenfoid sinüsler, 280f 281, 282f Medüller oluşum bölmesi, nötrofil, 259, 259f Medüller pinımitler, 383, 384f Medülloblastomlar, 188 b Medya, kan damarı, 219-220, 219f büyük elastik arterin, 219f 224f orta boy (miisküler) arterin, 219f 220222, 2231" 227f venin, 225, 227f 2281" zayıflaması, anevrizmaları ve, 224 b Megakaryoblastlar, 2501" 261, 2611" Megakaryosit oluşturucu hücre, 250f Megakaryositler, 961" 246, 249, 250f 2 6 l, 26 lf 262f 263f 264f Megakaryositopoez, 96f 246, 249, 250f 261, 2611" 262f 263f 264f Megakolon, doğmalık (Hirschsprung hastalığı), 292h Meibomian bezleri, 480-481, 482f Meissner (submukozal) sinir ağı, 291, 319f 320 Meissner cisimcikleri, 377, 377f Melanin, 369, 372 kuşum, 375 b retinada, 476 sentezi, 373-374, 3731" 374f siloplazmik birikimleri (melanin graniilleri), 48, 373-374, 374f Melanom, malin, 381 b Melanositler deride, 369, 372-374, 373f iriste, 474 kılda, 3781" 379 melanin sentezi, 373-374, 373f 374f kusuru, 375b Melanozomkır, 373, 374f Melatonin, 430 Membranüz Ciretra, 400 Meme bezleri, 465-467. Bkz. Memeler Meme lobları, 465, 4651 Meme süt, üretiminde, 465-466, 466f 467 Meme ucu, 465 Memeler, 465-467 emzirme ertesinde gerilemesi, 466-467 gebelikte ve emzirmede, 465-466, 4661" 467f gelişimi, 465 kanseri, 467b yaşlılığa bağlı gerilemesi, 467 Menarş, 449 Meniks. B kz. Beyin zarları Menopoz, 449 ertesinde senile meme gerilemesi, 467 Menstrüasyon döngüsü, 459-462, 459f 460f 4 6 lf4 6 2 f esnasında memedeki değişiklikler, 465 Menstrüasyon döngüsünün menstrüel evre­ si, 460, 461-462, 462f



503



Menstrüasyon. B kz. Menstrüasyon döngüsü korpus luteıım, 455-456 Mercek kapsülü, 470f 475, 475f Mercek lifleri, 475, 4751 Mercek, gözün, 469, 470f 4711" 475, 475f Merkel hücreleri, 369, 375 Merkezi (beyaz pıılpa) arterleri, 285-286, 285f 286f Merkezi (lobıil ortası) veni, karaciğerin, 333f 334-335T 336 Merkezi bölge, prostatın, 444, AAAf Merkezi kanal, 173 Merkezi kın, 45, 47f Merkezi retina arteri, 4701" Merkezi retina veni, 4701" Merkezi sinir sistemi, 161, l 6 lf 1621" 171175 Mermer kemikler, 144b Merokrin bezler, 82-83 ter bezleri, 379f 380 Mertek hücreleri, 486, 4861" 487 Metabolizma, tiroicl hormonlarının etkisi, 423 Metafaz, 59-60, 60f 6 lf 621" 63f Metakromatik lökodistrofi, 511 Melakromazi, mast hücresi, 101 Metaıniyelositler, 2541" 257f Metaplazi, 84 b miyeloid, 288 b Metarteriyoller, 218, 2181" Metastaz, lenf düğümleri aracılığıyla, 283 b Mezakson, 178r 179f Mezangiyal hücreler, 385, 390f glomerül dışı (lacis hücreleri), 385, 394 Mezenkim/mezenkimal hücreler bağ dokusu oluşumu, 95 kıkırdak oluşumu, 138, 138f Mezenter, 291 kolajen demetleri, 110-111, 1131 Mezoderm/Mezodermal hücreler, bağ dokusu oluşumu, 95 Mezolel/Mezoteliyal hücreler kökenleri, 96f sindirim kanalı, 291, 292f MGCFC (ınonosit-granulosit-kolonioluştumcu hücre), 250f MHC. B kz. Majör histokompatihilite kom­ pleksi Mide (fundus) bezleri, 30üf 301f 302, 3031 306f Mide epiteli hücreleri, 300f 301, 301b, 301 f 3021"



Mide gövdesi ve fundus, 300, 300f 301f 302-304, 302f Mide, 299-307, 300f Bkz. Başlık altında Gastrik enleroendokrin hücreler, 304, 306f 307f 307* midede, 299-300, 303, 304 Mikro cisimler (peroksizomlaı), 41 Mikrodamarlar, 215, 215f Mikroclolaşım, 218, 2i8f Mikrofilamanlar. Bkz. özgül tip aklin filamanları, 45f 46, 48f ara filamanlar, 46-48, 46*, 491" miyozin filamanları, 46 Mikroglia, 101 t, 170, 170f 170t, 171f dağılımı, 1011 ilişkili bozukluklar, 171 b işlevleri, lOlf 170t kökenleri, 9öf 170t Mikrokatlantı (M) hücreleri, 309, 317f 318, 318f 319f



504 /



İNDEKS



Mikrolitler, 235 Mikroskop! doku hazırlanması, 1-3 doku kesitlerini yorumlanmasında karşılaşılan sorunlar ve, 18-20, 20f elektron, 6-7, 6f 7f tarama, 7, 7f transmisyon, 6-7, 6f, 7f faz kontrast, 3-4, 4f floresan, 5-6, 6f ışık, 3, 3f konfokal, 5, 5f kutuplaştırıcı, 4-5, 4f Mikrotomlar, 1, 2, 2f dodurma, 2 Mikrotnıbeküler ağ, 49-51 Mikrotiihül düzenleyici merkezler, 43 Mikrotübiil ile ilişkili proteinler (MAPler), 43 Mikrotübiiller, 43-45, 44f 45f 47f hastalıklarla ilişkili değişiklikleri, 511 mitozda, 44, 59-60, 63f Mikrovilııslar, 73, 75f Bkz. Fırçamsı (çizgili) ince bağırsak, 309, 31 If 312F kenar kanalcıklar ve hepatositler, 337, 339f 34 lf Miksödem, 428 b Mine çubukları (prizmaları), 296 Mine, 294, 294f 295-296 Mine, 296 Mineralokortikoidler, 414, 4l6, 4 l7 f Minör kalisler, 383, 384f Mitokondıi eksikliği hastalıkları, 32, 33f 51 1 Mitokondri, 30-31, 32f 33f ATP sentezi, 30-31, 32f 33f ilişkili hastalıklar, 32, 33f 511 kalp, 207, 209f 210f sinaps öncesi uçta, l66f 167, l68f Mitokondriyal DNA, 31 Mitokondriyal miyopati, 32b, 331 Mitokondriyal RNA, 31 Mitokondriyal sitopati, 51t Mitokondriyal zarlar, 30, 32f Mitoz (hücre bölünmesi), 59-60, 60f 6 lf 62f 63f hücre döngüsünde, 60, 64f sırasında sentromerler, 44-45, 59 tıp alanındaki uygulamaları ve, 64-65b, 65f Mitoz mekiği, 59, 60f 63f Mitozdaki mikrotübüller, 44, 59-60, 63f Miyastenia gravis, 204s Miyelin kılıf, l62f 172f 178, 179, 179f nuiltipl sklerozda, 171* oluşturan oligodendrositler, 169, 172F 178, 180 oluşturan Schwann hücreleri, 169, 178179, 179F Miyelin, 173, 179, 179f Miyelinli sinir lilleri, 178-180, 179f 180f 181f182f Miyelinsiz sinir lifleri, 178, 178f 179f 180, 180f Miyeloblastlar, 254F 257f 258, 260 nötrofillerdeki üretiminin kinetiği ve, 259 Miyeloid hücreler, 249, 250f Miyeloid metaplazi, 288* Miyelojenik lösemiler, 260* Miyelositler, 250f 254f 257f 258, 258f 259f Miyenterik (Auerbach) sinir pleksusu, 291, 319f 320, 32lf Miyoblastlar, 191



Miyoepitel hücreleri, 78-80, 87-89, 92f tükürük bezleri, 325, 326f Miyofibroblastlar, yara iyileşmesinde, 97’ Miyofilamanlar, 197f Miyoglobin, sarkoplazmada, 205, 205f Miyoid hücreler, 432-433, 432f 434f Miyokardiyum, 227-228 Miyometriyum, 449f 458 Miyonöral bağlantı (motor uç-plak), l62f 203, 203f Miyopati, mitokondriyal, 32*, 33f Miyozin ağır zincirleri, 197f 200 Miyozin başı, kas kasılmasında, 199f 200, 201 Miyozin hafif zincirleri, 197f 200 Miyozin/miyozin filamanları, 46 düz kasta, 207-208 iskelet kasında, 197f 198, 200 kasılma ve, 199F 201 Modiyol, 484 Moll, bezleri, 481 Monoblastlar, 260 Monokinler, 272 Monoklonal antikor, imiinohistokimya ve, 14-15 Monosit-graniilosit-koloni-oluştunıcu hücre (MGCFC), 250f Monositik lösemiler, 260 b Monosit-koloni-oluşlurucıı hücre (MCFC), 250f Monositler, 97, lOlt, 234t 236, 237f 243, 245f işlevleri, 1011, 234t, 243 kökenif farklılaşması/olgunlaşması, 96t, 97, 99, 243, 250f 260 sayısı ve yiizdesi, 238t ürünleri, 234t Monositopoez, 249, 250f Mor ötesi (güneş ışığı), maruz kalma, melanositler üzerine etkisi, 374 Morgagni, rektum sütunları, 320 Morquio sendromu, 117b Morula, 462 Motilin, 307b Motor (eferent) nöronlar, l62f 164, 173, 183f Motor birim, 204 Motor proteinler, 44 Motor sinirler, 181 iskelet kası sinir ağı, 203-204, 203f Motor uç plak, l62f 203, 203f MPF (olgunlaşmayı uyarıcı faktör), 62 mRNA. Bkz. lllak RNA Mühür yüzük (taşlı yüzük) hücreleri, 129, 130f Mukopolisakaritler asit. Bkz. Glikozaminoglikanlar Mukoza (müköz zar) bronş, 354, 355f 356f 357f bronşiyol, 358 sindirim kanalı, 291, 292f safra kesesi, 345, 345f mide, 300f 301, 301f 302f kalın bağırsak, 320, 322f ince bağırsak, 307-309, 308f 315F trakea, 354, 354f vajina, 463 Mıiköz boyun hücreleri, 302, 302f Mü köz doku, 126f 127 Müköz goblet hücreleri. B kz. Goblet hücreleri Müköz tiibüller, tükürük bezleri, 325, 326f 329f



Müköz zar. Bkz. Mukoza Mukoza altı (Meissner) sinir ağı, 291, 319f 320



Mukoza altı, 291, 292f ince bağırsak, 308f 318, 319f 320f mide, 300f 307 Mukoza mast hücresi, 102 Mukozaya eşlik eden lenfoid doku (MELD), 165, 288, 289f 290f Bkz. Bronşla ilişkili lenfatik doku; Bağırsağa eşlik eden lenfatik doku Mukus hücreleri. Bkz. Mukus-salgılayan hücreler Golgi aygıtı, 36, 37f tükürük bezleri, 325, 326f 327f 328f dil altı bezleri, 328, 329f çene altı bezleri, 327f 328, 328F Mukus-salgılayan hücreler, 85-86, 89f 90f 91 f Bkz. Goblet hücreleri; Müköz hücreler safra kesesinde, 345, 346f golgi aygıtı, 36, 37f kalın bağırsakta, 320, 322f midede, 301, 301 f 302, 302f Müller hücreleri, retinal, 477, 477f 479 Miillerian-engelleyici hormon, Sertoli hücresinde üretilmesi, 440 Mültiloküler yağ dokusu (kahverengi yağ), 129, 131-133, 132f 133f işlevi, 132 histogenezi, 132-133 tümörleri, 133* Mültipl skleroz, miyelin kılıf parçalanması, 171b Mültipolar nöronlar, 163, l63f Müsinler, 86 Müskülaris mukoza, 291, 292f ince bağırsak, 315f 319f mide, 300f 301 Müskülaris, 291, 292f ince bağırsak, 318, 321 f kalın bağırsak, 320, 322f mide, 307 Müsküler (orta boy) aiterler, 219f 220-222, 223f 227f B kz. Arterler Müsküler tabaka, vajinal, 463, 464 Mutasyonlar, nokta, orak hücre hastalığında, 235b Na+/K+-ATPaz (sodyum pompası), aktif taşımada, 84-85 proksimal kıvrımlı tüllükle, 85, 85f 386 NADPH oksidaz eksikliği, 239b Nazofarinks, 353 Nefronlar, 383-394, 384f 393r jukstamedüller, 384f 387 kortikal, 385f 387 Nekroz, 66b, 224b Neksinler, 45, 47 Neonatal hiperbilirubinemi, 338*, 343f Neoplazi, 65 b. Bkz. Kanser; Tümör Nervöz doku. Bkz. Sinir dokusu Nissl cisimleri, 162f I64f 165, l65f NK hücreleri. Bkz. Doğal katil hücreler Nokta mutasyonu, orak hücre hastalığında, 235* Nöral devreler, 161 Nüral kök hücreleri, 188 Nöral krista, 163 Nöral retina, 476. Bkz. Retina Nüral sap (infundibulum), nörohipofizin, 403, 405f Nüral tüp, 163



İNDEKS



Norepinefrin, 167, l68f 187 böbrek üstü bezi medülası salgısı, 418, 418-419*. 4 l9 f sempatik sinir sisteminin düzenleyici rolü, 187 Normoblastlar (ortokromatfilik eritroblastlar), 253, 254f 255f Nöroendokrin sistem, yaygın, 86, 92f enteroendokrin hücreler ve, 304, 306f 3071' 3071, 309, 317f tümörleri (apııdomalaı), 86 b Nöroepitel hücreleri, 78 Nöroepitelyal cisimler, bıonşiyollerde, 355358 Nörofilamanlar, 46t, 48, 165 Nörofizin, 408 Nöroglia hücreleri, 161-162, 168-170, 170b, 171 f ilişkili bozukluklar, 171 b sinir bozunması ve yenilenmesi, 187b Nörohipofiz, 403, 408-409 gelişimi, 403, 404f hormonları, 408-409, 409f 410 hücreleri, 408, 4 l i f Nörorn, 187b Nöronlar, 161, l6 lf l62f 163-164, l63f 1641' çift kutuplu, 1621' 163, I63f retinal, 4711' 476, 477f 478 çok kutuplu, 163, l63f duysal (getirici)), 164, 173 motor (götürücü), I62f 164, 173 plastisitesi, 188 sinir bozunması ve yenilenmesi ve, 187* tipleri, l62f l63f yalancı tek kutuplu, l62f 163, lĞ3f Nöropeptidler, 167, l69f Nörotransmiterler, 167-168, l68f l69f salıverilmesi, l66f 167, 168 uzaklaştırılması, 168 Nörotrofinler, 188 Northern blot, 18 Nostriller (bııaın delikleri), 350 Nötrofil metamiyelositleıi, 254f Nötrofili, 260 X Nötıofilik miyelositler, 250f 254f 258, 258f 259f Nötrofiller (polimorf çekirdekli Iökositler), 234t, 236, 237f 238-239, 239f 24üf işlev görmemesi, 239* işlevsel bölümleri, 259, 2591 işlevleri, 97?, 234?, 238, 238-239* olgunlaşmamış, 238*, 258, 258* doğal bağışıklıkta, 265, 2681' sayısı ve yüzdesi, 238, 238? değişiklikler, 260* kökeni/farklılaşması/olgunlaşması, 96f 250f 254f kinetiği, 259 ürünleri, 234t Nüldeazlar, 330 Niikleik asit hibridleştirme. Bkz. Hibıidleştirme Niikleik asit pıobları, 17 Nükleik asitler. Bkz. DNA; RNA yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 10 Nükleus pulpozus, 14ü, 157f yırtılmış omurlar arası diskte, 140b Objektif merceği elektron mikroskopta, 6, 7f ışık mikroskopta, 3, 3f Oddi, sfinkteri, 344



Ödem, 119b, 120-121 Odontoblast uzantıları (Tomes lifleri), 295, 296f 297f Odontoblastiar, 294, 294f 295f 297f işlevleri, 97t Oftalmoskopi, 479b Ökaryot hücre, 23. Bkz. Hücreler Ökromatin, 54f 56 Oksifil hücreler, 428, 429f Oksihemoglobin, 236 Oksijen taşınması, 233, 234f 236 Oksijen tüketimi, fagositoz sırasında, 239* Oksintik hücreler (pariyetal hücreler), 301 f 302f 303-304, 303f 304f 305f 306f atrofik gastritte, 303* Oksitalan lifler, 112, 115f deride, 376f 377f zonül, 472f 473-474, 475 Oksitosin, 408, 409f 410* etkileri, 4091' 410*, 410* süt-atma refleksi, 409f 410*, 466* Öksürük refleksi, 368b Oküler merceği, ışık mikroskobunun, 3, 3f Oküler, ışık mikroskobunun, 3, 3f Olfaktör hücreler, 353, 353f Olfaktör lob, 353 Olgun (graaf/ovulasyon öncesi) foliküller, 451f 452 Olgun (ikincil/lamellar) kemik, I44f 146148, I46f I47f B kz. Kemik Olgun salgı grandileri, 85 Olgunlaşma evresi, spermatogenezde 436f 437, 438 Olgunlaşmamış (birincil/örgü) kemik, 146. B kz. aynen Kemik Olgunlaşmamış salgı granülleri, 85, 88f Olgunlaşmayı uyarıcı faktör (MPF), 62 Oligodendrositler, l62f 169, 170f 170, 171f 172f miyelin kılıf yapımı, 169, 172f 178, 180 Oligosakaritler, yeri, hücrelerdeki ve doku­ lardaki, 10-13 Ölüm sertliği, 201 Ömelanin, 372 Omurilik gangliyonları, 182 Omurilik, 171, 173-175, 175f 1761' Omurlar arası diskler, 139-140, 157f fıtığı, 140b Ön boynuzlar, 173 Onarım fibıoblastlar, 95-97*, 123f kırık, 152*, 154f Öncül hücreler (blastlar), 249, 250f 250* Öncüller, radyoaktif, otoradyografi için, 89, 9f Onkogenler, 64b Oogonyumlar, 449 Oositler, 449 atrezisi, 449-450, 452-453, 455f birincil, 449 Opioidler, G proteinlerinin düzenleyici etk­ ileri, 31t Opsinler, 479 Opsonizasyon, 273, 274f 275f Optik disk. Bkz. Optic sinir head Optik kese, 476 Optik sinir başı (optik papilla/optik disk), 470f 471f 472, 478 Optik sinir papilası (optik sinir başı/optik disk), 470f 471f 472, 478 Optik sinir, 469, 470f 471f 476, 478f Ora şeriata, 469, 470f 471f Orak hücre hastalığı, 235*, 235f



/ 505



Organ nakli, 271-273 reddi ve, 270, 271 Organeller, 24 Örgü (birincili olgunlaşmamış) kinik, 146. Bkz. ayrıca Kemik Ona boy (müsküler) arterler, 219f 220-222, 223f 227f Bkz. Arterler Orta boy lenfositler, 242 Orta boy venler, 221f 225, 227f Orta kulak, 482-484, 483f ses dalgalarının izlediği yol, 483f Orta parça, spermin, 436, 436f Ortak safra kanalı (duktııs koledokus), 344 Oıtokromatofil eritrobiast, 253, 254f 255f Örtücü epitel, 74-80, 76t bez oluşumu, 80, 82f Ösofagus bezleri, 299, 299f Ösofagus kardiyak bezleri, 299 Ösofagus, 299, 299f Östaki (işitme) tüpü, 483, 483f Osteoblastlar, 141, 142, l42f işlevleri, 97t, 142, 148, 148f kökenleri, 96f paratiroid hormon etkisi, 144, 155, 428 Osteoblastom, 155* Osteogenezis imperfekta, 108*, 11 İt Osteoid, 142, I42f Osteoklastlar, 1Olt, 141, 143-144, 143f ilişkili bozukluklar, 1-44*, 155* kökenleri, 9öf lizozomal enzimlerin salıverilmesi, 39, l42f 143, I43f paratiroid hormonun etkisi, 144, 155, 155*, 428, 428-429* Osleoklastom, 155b Osteoklast-uyarıcı faktör, 144, 155, 428 Osteomalazi, 142, 155* Osteon (havers sistemi), I44f I46f 147-148, I47f Osteopetroz, 144*, 155* Osteoporoz, 155* Osteoprogenitör hücreler, 145 Osteosarkom, 155— 156* Osteositler, 141, I 4 lf 142, 142f kökenleri, 96f 142 Östrojen böbrek üstü bezi salgısında, 414 kemik üzerindeki etkisi, 155b menstrüel döngü üzerindeki etkisi, 459, 460, 462i üreme organları üzerindeki etkisi, 459, 459f vajina mukozasına etkisi, 459f Östrojenik (proliferatif menstrüel) menstru­ al döngü evresi, 460, 460f 462t Otofagozomlar, 39, 40f Otograftlar, 271 Otoimmiin hastalık, 265, 273, 277 Otokrin işaıetleşme/etkileri, 28 sitokin, 272, 273f Otokrin salgı, 403 Otolitler (otokoniler), 484, 484f 485f vestibüler işlevleri, 486 Otonom gangliyonlar, 182 Otonom sinir sistemi kraniyosakral bölümü (parasempatik sinir sistemi), 1861’ 187 Otonom sinir sistemi, 182-187, 186f kalbe dağılan sinirleri, 230 Otonom sinir sisteminin torakolomber bölümü (Sempatik sinir sistemi), 186-187,186f



506 /



İNDEKS



Otoradyografi doku kesitlerinin, 7-9, 8f 9f nüldeik asit belirlemek için, 17 Oval pencere, 483, 483F 485 Over folikülleri, 450, 450f 451f atrezisi, 449-450, 452-453, 455f birincil çok tabakalı (preantral), 450, 451f 452f tek tabakalı, 450, 451f 452f büyümesi, 450-452, 451 f 452f 4531' ikincil (antral), 451, 451f 454f 455f olgun (graaff ovulasyon öncesi), 451f 452 primordial, 450, 450f 451f 452f Överler, 449-456, 449f 450f gelişimi, 449-450 Oviduktlar (uterus tüpleri/fallop tüpleri), 449f 456-457, 458f 459f döllenmede, 449f 457 implantasyonda (dış gebelik), 457* Ovulasyon öncesi (olgun/graaf) folikülleri, 451f 452 Ovulasyon, 453-454 Oyuk (diş), 295b Özgül granüller, 236, 238* bazofil, 238*, 242, 242f 243f eozinofil, 238*, 239, 240f241f graniilopoezde, 256, 257f notrofil, 238, 238*. 239f Ozmotik basınç, 119-120, 121F P maddesi, I69f 307* Pacini cisimcikleri, 377, 377f Paksilin, 118 PALS. Bkz. Alter çevresi lenfatik kılıfları Pampiniform pleksus, 440 Paneth hücreleri, 309, 315f 3 l6 f 317f Pankreas, 325, 328-331 asiner hiıcrelerf asinüsü, 36f 42f 43f 87f 88f 89f 328-330, 3291' 330f 331 f 332f ilişkili bozukluklar, 331 * Langerlıans adacıkları, 328, 329f 420, 421f 422f tümörleri, 345* Pankreatik polipeptid, 423* F hücresi üretimi, 423* Pankreatit, 331* Pankreozimin, 331* Pannikulus adipozus, 369 Papanicolaou testi, 463* Papiler tabakası, dermişin, 375-376 Papillalar, 83 dermal, 369, 369f 375, 376 damarları, 376 dilde, 292-293, 294f Parafin, doku gömmek için, 2 Parafoliküler (C) hücreleri, tiroid, 425, 425f 427* Paragangliyonlar, 419 Parakrin hücreler, 86 Parakrin işaretleşme etkisi, 28 Parakrin işaretleşme etkisi, 28 sitokin, 272, 273f Parakrin salgı, 403 Paranazal sinüsler, 353 Parasempatik sinir sistemi, 186f 187 kalbe dağılımı, 230 Paratiroid bezler, 424f 428-429, 428f 429f Paratiıoid hormonu, 428 kalsitonin etkileşimi ve, 428 kalsiyum düzeylerif kemik üzerine etkisi, 155, 155*, 428, 428-429*



osteoklast-uyarıcı faktör ve, 144, 155, 428 Parenkim, 69 Pariyetal hücreler (oksintik hücreler), 301 f 302f 303-304, 303f 304f 305f 306f atrofik gastritte, 303* Pariyetal pleva, 367, 3ö8f Pariyetal tabaka, Bowman kapsülünün, 383, 385f 386f Parmak izleri (dermatoglifiler), 369 Parotid bezleri, 325-328, 327f Pars fibroza, 58, 59f Pars granüloza, 58, 59f Pars intermedia, 403, 404f 405, 406f Pars nen'oza, 403, 404f 405f 406f 409f Pars tüberalis, 403, 404f 405 PAS tepkimesi. Bkz. Periyodik asit-Schiff (PAS) tepkimesi Pediselier, 383, 387f 388f Pemfigoid, biillöz, 375* Pemfigus, 375* Pendiilöz üretra, 400 Penil iiretra, 446 Penis ereksiyonu, 446, 446* Penis, 431f 446, 446f Penisiler aıteriyoller, 286, 286f Pepsin, 300, 304 Pepsinogen, 304 Peptidil lizin hidroksilaz, kolajen sentezinde, 106 Peptidil prolin hidroksilaz, kolajen sentezinde, 106 Peptitler distal bölümün kontrolünde, 404-405, 409f 41 Of nörotransmiter olarak, 167 Perfore damarları, 299 Performs, 268 Perikardiyum, 228 Perikary'on (hücre gövdesi), l62f 163, 1641 6 5 ,I6 4 fI6 5 f Perikondriyum, 135-137, 136f 137f Perilenf, 484 Perilenfatik kanal, 483f Perimisyum, 192, 192F 193f Perinöryum, 180-181, 183f 184f Periodontal bağ, 294, 294f 297, 298f C vitamini eksikliğinde, 108-109*, 297* Periodontal hastalık, dişeti oluğu ölçümü, 299* Periodontiyum, 296-299 Perisitik (kapiler sonrası) venüller, 225 Perisitler, 216 Peritübüler kapiler ağ, 385f 386f 396 Periyodik asit-Schiff (PAS) tepkimesi ile belirlenen polisakaritler, 10-12, 13f ile belirlenen retiküler lifler, 111 Periyost, 141, 144 f 145 Perlekan, 69 Pernisyöz anemi, 303* Peroksidaz antikor işaretlemesi için, 15 yeri, hücrelerde ve dokularda, 10 Peroksizom proteinleri, 41 kusurlu, eşlik eden bozukluklar, 41 *,340* Peroksizomlar (mikro cisimler), 41 Peyer plakları, 289f 290f 318 p53 Pia mater, 175, 176, 177f Pia-araknoid, 175. Bkz. Pia mater Pigment epiteli, 470f 471f 476, 477, 477f 480f481f Pigment hücreleri, iriste, 474 Pigmentler



görme, 477, 479 sitoplazmik birikimleri, 48, 50f PIH (prolaktin-engelleyici hormon), 408*, 410* Pıhtı çekilmesi, 247 Pıhtı temizliği, 247 Pıhtılaşma dizgesi, 247 Pıhtılaşma faktörleri, eksikliği, hemofilide, 247b Pıhtılaşma, kan, 247 kusurları, hemofilide, 247b trombositler, 247 Piknotik çekirdekler, apoptozda, 66, 66f Pikrosirius, 3 Pilor bezleri, 300f 307, 308f Pilor sFınkteri, 300f 307 Pilor, 300, 300f 307, 308f enteroendokıin hücreler, 307, 307’ Pineal bezler/cisim (epifiz), 429-430 Pinealositler, 430 Pinositoz kesecikleri, 27, 85 kapiler endotei hücresinin, 216, 217f proksimal kıvrımlı tübüliin, 385-386 Pinositoz, 85 sıvı evresi, 27 Piramidal hücreler, l62f Pituisitler, 408, 41 lf Pituiter bez (hipofiz), 403— 411. Bkz. Adenohipofiz; Nöıohipofiz gelişimi, 403, 404f hormonları, 404, 408A 409141 Hipotalamo-hipofizer sistem ve, 403-404, 405f 409f Kan dolaşımı, 403, 4ü5f tiroidle ve hipotalamusla ilişkisi, 41 Of tümörleri, 411* Cushing sendromu nedeni olarak, 419 Plaklar epifiz (epifiz kıkırdağı), 136, l49f 150151, 150f 151f 152f 154f kemik, 146 Plasenta, 462 previa, 463* Plastisite, nöron, 188 Plazma hücreleri, 36f 103, 104f 105f 267 işlevleri, 97’ , 103* kökenleri, 96f ürettiği antikorlar, 103*, 265, 266 Plazma proteinleri, 233-234 bağ dokusu matriksinde, 118 karaciğerde sentezi, 341, 342f Plazma zarı (plazmalemma), 23-28 alyuvarların, 235 kas hücrelerinin (sarkolemma), 191, 192f 202f yapısı, 23f 24, 25f 26f Plazma, 233, 233f bileşimi, 233-234 Plazmalemma. Bkz. Plazma zarı Plazmin, 247 Plazminojen etkinleştiricileri, 247 Plazminojen, 247 Plevıa efüzyonu, 367-368 Plevra, 367, 368f Plevral boşluğu, 367, 3ö8f Pliiripotent kök hücreler, 249, 250f 250*. Bkz. ayrıca Kök hücreler Podositler, 383, 385f 387f 388f 389f Poietinler (hematopoetik büyüme faktörleri/lıematopoetinler), 250251,251* tedavi amaçlı kullanımı /ilişkili bozukluklar, 251*



İNDEKS /



Poliklonal antikorlar, imünolıistokimya ve, 14-15, 171 Polikromatofil eritıoblastlar, 253, 254f 2551 Polimorf çekirdekli lökositler. Bkz, Nötrofiller Polipeptitler, saptanmasında imünohistokimya, 16* Poliribozomlar (polizomlar), 32 kaba endoplazma retikuluınunda, 34, 34f 35f protein sentezinde, 32, 34f 35, 351' 36f Polisakaritler, yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 10-13, 131 Polizomlar. Bkz. Poliribozomlar Polsitemi (eritrositoz), 234-235* Poıtal aralık, 332-334, 3331 334-3351 Poıtal sistem, hipolizer, 403, 4051 4091 Poıtal ven, 3331 336 Portal venüİler, 336 Postkapiler (perisitik) veniiller, 225 lenfosit dolaşımında, 284, 2841 Preantra! (çok tabakalı birincil) lolikül, 450, 4511 4521 Predentin, 294, 2951 297f Prepisyum klitoris, 464 penis, 4311446 Preprofaz, 601 Preprokolajen, 106, 1101 Presbiyopi, 475* PRH (prolaktin-salgılatıcı hormon), 408* Primordial loliküller, 450, 450145H 4521 büyümesi, 450-452, 4511 4521 4531 Primordiya! germ hücreleri, 449 Prizmatik epitel, 69 çok katlı, 76t, 78 tek katlı, 74, 76f, 77f 78, 791 titrek tüylü, solunum sisteminde, 349, 350b, 35013511352f yalancı çok katlı, 77f 78 Proakrozom grandileri, 436 Pıoblar, nükleik asit, 17 Proelastazlar, 330 Proelastin, 112 Proeritroblastlar, 253, 2541 2551 Proiaz, 59,60f 6 lf 621 Progenitor hücreler, 249-251, 2501 250* Progesteron menstrüasyon döngüsü üzerine etkisi, 459, 462* üreme organları üzerine etkisi, 459, 4591 Programlı hücre ölümü (apoptoz), 66, 66*, 661671268 Prokarboksipeplidazlar 330 Pıokaryot hücre, 23. Bkz. Hücreler Prokolajen peptidazlar, 107 Prokolajen, 106, 107, 1101 Proksimal kıvrımlı tübül, 383, 3841 385386, 3851 3861 3891 39U 3921 3931 hücreler üzerinden taşınma ve, 85, 85f 385-386 Proiaktin, 408* etkileri, 4091 salgılayan hücreler, 408* Prolaktin-engelleyici hormon (PIH), 408*, 410* Prolaktin-salgılatıcı hormon (PRH), 408* Prolenfositier, 260 Prolilerasyon (folikül/östrojen) evresi, menstrüasyon döngüsünün, 460, 4601462* Pıolifeıasyon bölgesi, epifiz kıkırdağının, 150, 151 f



Pıolin hidroksilaz, peptidil, kolajen sentezinde, 106 Promiyelositler, 2541 2571 258 Promonositler, 2501 260 Prostat bezleri, 431f 443-446, 4441 4451 hastalıkları, 444-446* Prostat kanseri, 444-446* Prostat sıvısı, 444 Prostat taşları (korpora amiiasea), 446 Prostata özgü antijen, 444-446 Prostatik iiretra, 400, 443, 44414451 Proteaz E, 330 Proteazomlar, 40-41 Protein A, yüksek ilgili etkileşimlerde, 14, 191 Protein J, 266 Protein lifler, bağ dokusunda, 95, 106-112, 107*. 1131 11411151 116f Protein, 62 Proteinler sentezi Golgi kompleksi ve, 36-37, 371 381 granüllü endoplazma retikulumunda, 34-35, 351 361 hücrelerin çekirdekçiklerinde, 58 karaciğer, 340-341, 3421 mitokondriyal, 31 poiiribozomlarda, 32, 341 35, 351 361 sperme özgü, 440 * sürfaktan, 363, 364f 366 anne sütü, salgısında, 466, 4671 bağlanma, 35, 351 majör bazik, 239 ınitoz etkinliği üzerine etkisi, 64* motor, 44 parçalanması, proteazomlar, 40-41 plazma, 233-234 bağ dokusu matriksinde, 118 karaciğerde sentezi, 34i, 3421 saptanmasında imünolıistokimya, 10, 1415, 151 l6 f 16*, 171 sitoplazmik birikimler, 48 yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 10, 14-15, 15f 16116*, 171 tıptaki kullanım alanları ve, 16* zar, 24-26, 25f 261 27İ 35. Bkz. ayrıca özgül tip sentezi, 26, 271 Proteinüri, 384* Proteoglikan kümeleri kemik matriksinde, 145 kıkırdakta, 136, 1361 Proteoglikanlar, 115-116, 1171 1181 bazal lamina, 69, 701 kıkırdakta, 135, 136, 1361 parçalanmasındaki aksaklıklarla ilişkili hastalıkları, 117* yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 12-13 Proto-onkogenler, 64* Protoplazmik astrositler, 169, 170f 1711 Protrombin, 233 karaciğerde sentezi, 341, 3421 Psöriyaz, 372* Pü, 239* Puberte, erken aşırı böbrek üstü bezi androjenleri ve, 419* kemik üzerine etkisi, 155* Pulmoner arterler, 366-367, 3681 Pıılmoner kan damarları, 366-367, 3681 Pulmoner kapileıler, 367 Pulmoner kök, 354 Pulmoner lenfatik damarlar, 367, 3681 Pulmoner sürfaktan, 363-366, 3631 3641



507



eksikliği, 366* Pulpa boşluğu, 294, 2941 Pulpa kamarası, 294 Pulpa dalak, 285, 2851 beyaz, 285, 285f 286-287, 286f kırmızı, 285, 2851 286f 287-288, 2871 diş, 2941 296, 297f Pupil, 469, 470f 474 Pupilla genişletici kası, 474, 4741 Purkinje hücreleri, 1621 173, 1741 227-230, 2281 229f Purpura, trombositopenik, 26l* Radyoaktif maddeler, yeri, otoradyografi ile, 7-9, 8191 Ranvier boğumlan, 1621 179, 1791 182f Ranvier, düğümleri, 1621 179, 1791 1821 Rarefaksiyon evresi, ses dalgasının, 487 Raşitizm, 155* Rathke kesesi, 403, 4041 Red, transplant, 271 MHC molekülleri ve, 270, 271 Refleks yayı, 1831 Reissner (vestibüler) zan, 485, 4861487 Rektal sütunları, Morgagni, 320 Rektus kasları, 4701 Renin kan basıncının düzenlenmesinde, 394395* üreten jukstaglomeriiler hücreler, 394 Reseptör tarafından düzenlenen endositoz, 26, 28f Reseptörler, 25, 291 469 bozuk, neden olan hastalıklar, 29* işaret almada, 28, 291 30, 301 Rete testis, 4311 432,442 Retiküler doku, 125-126, 1261 Retiküler hücreler, 125-126, 126f lenf düğümünde, 280, 2801 281, 2821 283f timusta, 275-276, 276f 2771 Retiküler lamina, 70, 70f Retiküler lifler, 70, 95, 106, 111-112, İ l i l 1141 125-126, 1261 düz kasta, 207, 21 l f 2121 dalakta, 2861 287-288 iskelet kasında, 192, 2021 kalpte, 2081 karaciğerde, 334, 334-3351' lenf düğümünde, 281, 283f Retiküler tabaka, derinin, 3751 376 Retikülosiıler, 236, 2541 255f yi'ızdesi, 238* Retina arteriyoileri, 470f Retina arterleri, merkezi, 4701 Retina pigment epiteli, 470f 4711 476, 477, 477f 480f481f Retina venleri, 4701 Retina, 469, 47014711475-480, 476f477f 4781 4 7 9 f4 8 0 f4811 dekolmanı, 4761 histofizyolojisi, 479 Retinaldehit, 479 Retinanın iç pleksiform tabakası, 476, 476f 4771, 4781 Riboniikleaz, 330 Ribozomal RNA, 32 çekirdekçikte, 58 mitokondride, 31 Ribozomlar, 32, 341 kaba endoplazma retikulumu, 34, 341 351 mitokondriyal, 31



508 /



İNDEKS



RNA mitokondriyai, 31 ribozomal, 32 çekirdekçikte, 58 mitokondride, 31 transfer, mitokondride, 31 ulak ulak mitokondri, 31 ulak poliribozomlar ve, 32, 34f yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 10 Rodopsin (görme moru), 477, 479 Rotor sendromu, 343 rRNA. Bkz. Ribozomal RNA Ruffıni uçları/cisimcikler, 377 S fazı, hücre döngüsünün, 60, 62, 64f Safra asilleri eşlik eden bozukluklar, 34lb karaciğerden salgılanması, 341, 343f Safra kanalcıkları (Hering kanalları), 333f 337, 3401344 Safra kanatikülleri, 333f 337, 339f 340f 344 Safra kanalları, 333f 340f 344 Safra kesesi, 325, 345, 345f 346f Safra taşları (kolelityaz), 341b Safra yolları, 344 Safra depolanması, safre kesesinde, 345 salgısı, 341, 343f Sağ lenfatik kanal, 230, 231 Sakkül, 483f 484 vestibüler işlevleri, 486 Salgı (luteal) evresi, menstrüasyon döngüsünde, 460-^161,46lf 462* Salgı (transport) bileşeni, IgA, 266, 268 tükürükte, 328 Salgı bölümü, bezlerin, 82, 84f Salgı grandileri, 43, 43f 48, 80, 85, 87f 88f 92f mast hücrelerinde, 101, 102f olgun, 85 olgunlaşmamış, 85 zimojen, 43, 85, 87f 88f Salgı kesecikleri, 43, 49. Bkz. Salgı grandi­ leri Salgılatıcı faktörler, 252 Salgısal IgA, 266, 268* sindirim kanalında, 291, 309 tükürükte, 328 Sanfilippo sendromu, 40*, 117b Sarı (yaygm/üniloküler) yağ dokusu, 129, 129-131, 130f 131f 132f histogenezi, 131, 132f tümörleri, 133 Sarı kemik iliği, 251 Sarımsı örtü, 233 Sarkolemma, 191 iskelet kası hücresi, 192f 202f Sarkomer, 195, 196f 197f Sarkoplazma retikulumu, 36, 191 düz kas hücrelerinde, 207 iskelet kası hücrelerinde, 196f 200-201, 200f 201f 202f 203f kalp kası hücrelerinde, 206-207, 209f Sarkoplazma, 191 iskelet kası hücrelerinin, 205, 205f Sarnıçlar çekirdek çevresi, 53, 54f düz endoplazma retikulumu, 34f 35 Golgi kompleksi, 36, 37f 38f granüllii endoplazma retikulumu, 331 34, 35F Savaş ya da kaç kuramı, 4l8-4l9b



Saydam bölge, 143, I43f Saydam hücreler, ter bezleri, 380-381 saydamlaştırma, doku gömme işlemi için, 2



Schlemm kanalı, 470, 470f 471 f Schmidt-Lanterman yarığı, 182f Schwann hücreleri, l62f 169, 170a 178, 178f182f miyelin km yapımı, 169, 178-179, 179f sinir bozunması ve yenilenmesi ve, 187* Schwannomlar, 188* Sebum, 379-380, 380* Sedimentasyon sabiti, hücre bölümlerine ayırma ve, 9 Sefalin (fosfatidiletanolamin), zar, 24 Sekretin, 307*. 331, 331* Selim prostat hipertrofisi, 444b Semen, 431 Sement, 294, 294f 296 Sementositler, 296 Seminal kesecikler, 431 f 443, 444f Seminal sıvı, 443 Seminifer epitel halkası, 438 Seminifer epitel, 432-433, 432f döngüsü, 438 Seminifer tübiiller, 431-433, 432f 433f Sempatik sinir sistemi, 186-187, 186f kalp sinir ağı, 230 Sentriyoller, 44, 47f 48f mitozda, 59, 60f 63f Sentroasiner hücreler, pankreasta, 328-330, 330f Sentromerler, 60, 63f Sentrozomlar, 44-45, 48f 59 Sepet hücreleri, 325 Septal alveolar hücreler (tip II hücreler), 361 f 362-363, 363f 364f 365f yenilenmesi, 366 SER. Bkz. Düz endoplazma retikulumu Serbest sinir uçları, 375, 377, 377f Serotonin, 304, 307* üreten karsinoidler, 304* Seröz asinüs, tükürük bezleri, 325, 326f 327f Seröz hücreler, 85, 87f 88f 89f pankreatik (asinüs/asiner hücreler), 3öf 42f 43f 87f 88f 89f 328-330, 329f 330f 331, 332f tükürük bezler, 325-327, 326f 327f parotid bezler, 326-327, 327f çene altı bezler, 327f 328, 328f Seröz yarımaylar, 325, 326f 328f Seroza, 291, 292f gastric, 307 ince bağırsak, 318, 321f utenıs, 458 Sertoli hücre engeli (kan-testis engeli), 438, 439f 440, 440* Senoli hücreleri, 433, 433f 434f 435f 438440, 439f Serum, 233 Serümen bezleri, 482 Serviks bezleri, 463 Serviks karsinomu, 463 b Serviks diş, 294 utenıs, 449f 458, 463 kanseri, 463 b Ses bağı, 353 Ses dalgaları, algılanması, 4831' 487. Bkz. Kulak; İşitme Ses dalgası kompresyon fazı, 487 Ses kasları, 354



Ses telleri gerçek, 353 yalancı (vestibüler kıvrımlar), 353 Sferositoz, ailesel, 236b Sfinkter Oddi, 344 Sfinkter pupilla kası, 474, 474f Sfinkter, iiretra dış, 400 Sharpey lifleri, 145, 297, 298f Sigara içilmesi. Bkz. Titrek tüy, 43, 45, 46f 47f 73-74, 7öf fallop tüplerinde, 456-157, 458f 459f hareketsiz (Kartagener sendromu), 45b, 5 İt, 349b, 436b oosit transportu ve, 457 sinüzit ve, 353b solunum epitelinde, 349, 350b, 350f 351 f 352f Sigara içme akciğer tümörleri ve, 368X amfizem ve, 366b solunum epiteli üzerine etkisi, 350b,368 Sıkı bağlantılar (zonula okludensler), 7172, 71 f 72f 73f taşıma işleminde, 85, 86f Sıkıntılı solunum sendromu, sudaktan eksikliği ve, 366* Siklik AMR, düz kasta kasılma, 108 Siliyer cisim, 469, 470f 471 f 472-473 Siliyer kas, 471 f 472-473 Siliyer uzantılar, 471 f 472f 473-474, 473f Şilomikron, 130, 13K332 Sinaps aralığı, l66f 167, 203 Sinaps haberleşmesi, 28 Sinaps iletişimi, l66f 167-168, l69f Bkz. Sinapslar Sinaps kesecikleri, l66f 167, 1681' Sinaps öncesi uç, l66f 167 Sinaps sonrası hücre, l66f 167 Sinaps sonrası uç, l66f 167 Sinapslar, 28, l62f 163, l64f l66f 167-168, l67f l68f I69f baskılayıcı, 168, l69f uyarıcı, 168, l69f Sinaptik (dış ağsı) tabaka retinanın, 476,477f 478f Sinartrozlar, 156 Sindekan, 116, 118f Sindesmoz, 154 Sindirim kanalı, 291-324. B kz. özgül yapı ağız boşluğu, 292-299 apendiks, 322-324 bağışıklık sistemi, 309, 319f epiteli, 291 yenilenmesi, 320-322, 3226, 323f hücre yenilenmesi, 320-322, 3226, 3231 ilişkili bezler, 325-347. B kz. özgül bezler tümörleri, 345b ince bağırsak, 307-320, 308r 321f kalın bağırsak, 320-322, 322f 3231' kanseri, 3246 mide, 299-307, 300f mukozaya eşlik eden lenfoid doku, 289f 290f ösofagus, 299, 299f yapısal özellikleri, 291, 292f Sindirim ince bağırsakta, 309, 313f 3l4f eşlik eden bozukluklar, 309 b kaim bağırsakta, 320 tükürük bezleri, 328 Sınıf I/sınıf II majör histokopatibilite kompleksi molekülleri, 265, 270271, 272f



İNDEKS



antijen işlemede, 269, 272f nakledilen doku ceddinde, 270, 271 Sinir ağlan, sindirim kanalında, 291 zedelenmesi/işlev görmemesi, 292b Sinir dokusu, 69, 69f, 161-189 bozunması ve yenilenmesi, 187b. 188f gelişimi, 162-163 tümörleri, 188b Sinir düzenleyicileri, 167 Sinir gangliyonları, 161, ]6 lf Sinir hücreleri. Bkz. Glial hücreler; Nöronlar Sinir lifçikleri, 165 Sinir lifleri, 178-180, 178f 179f 180f 181f 182f Sinir sistemi, 161-189, I 6 lf çevresel, 16i, lö lf I62f merkezi, 161, lö lf l62f 171-175 otonom, 182-187 parasempatik, 186f 187 plastisitesi, 188 sempatik, 186-187, 1861' tümörleri, 188* Sinir uyartısı (aksiyon potansiyeli), 162, 167 Sınırlayıcı zarlar dış, 477, 477f 478f iç, 477f 478f Sinirler, 180-181, 183f 184f 185f bozunması ve yenilenmesi, 187*, 188f Sinkondroz, 156 Sinoatriyal düğüm, 228, 228f 230 Sinostoz, 156 Sinovya sıvısı, 156 Sinovya zarı, 156f 157, 158f 159f Sinüsler, 353 Sinüzit, 353* Sinüzoidal kapilerler, 218 karaciğerde, 334, 3361’ kırmızı kemik iliğinde, 252 Sinüzoidler dalak, 286, 2861' 287-288, 2871' karaciğer, 333f 334, 334-3351 336 Sirkumvallat papillalar, 293, 293f Şişmanlık, 131, 131b eklem sorunları ve, 157b Sistein, feomelaninde, 372 Sistemik skleroz, ilerleyici, 1086 Sistol, Büyük elastik arterler, 223, 225f Sitogenetik, doku kültürleri çalışması, 9b Sitokeratinler. Bkz. Keratinler Sitokimya, 9-13 Sitokinler, 265, 271-273, 273f 2734 274f Bkz. ayrıca özgül tip csteoklast akt ivilesi düzenlenmesi, 143 Sitoloji, eksfoliatif, vajinal, 464* Sitoplazma, 23-51- Bkz. özgül bileşen aksonal, 165, 166 Sitoplazmik birikimler, 48, 49f 50f Sitoplazmik köprüler, germ hücrelerinin klonal yapısı ve, 435f 438 Sitotoksik T hücreleri, 2ö7f 268, 269*, 270f Sitozol, 24, 49-51 Sıvı mozaik modeli, zar yapısının, 25f 26 Sıvı-faz pinositoz, 27 Skala media (koklea kanalı), 483f 484, 485, 486f Skala timpani, 483f 484, 486f Skala vestibüli, 483f 485, 486f Skeletin (desmin), 46*. 48 düz kasta, 208 iskelet kasında, 16*, 200 saptanmasında imünohistokimya, 16*,



18f Sklera, 469, 4701' 471f Skleranın lamina kribrozası, 470f Skoıbüt. Bkz. C Vitamini eksikliği Skrotıım. Bkz. Testisler Sodyum pompası (Na+ / K+-ATIJase), aktif taşımada, 84-85 proksimal kıvrımlı tiibülde, 85, 85f 386 Şok, anafikıktik, 102* Sola kayına, 258* Solar elastoz, 376 Soluk alma, 368 Soluk yolu iletici kısmı, 349, 349f havanın iletimi, 350-351, 353 Soluma düzeneği, 349 Solunum bronşiyolleri, 349f 358, 358f 359f 360f Solunum hareketleri, 367 Solunum sistemi, 349-367, 349f Bkz. özgül yapı ve başlık altında Akciğer kan damarları, 366-367, 368f iletici bölümü, 349, 349f havanın uygun hale getirilmesi, 350351, 353 savunma düzenekleri, 368 bölümleri, 349, 349f epiteli, 349-350, 349*, 350f 351f 352f 353 sigaranın etkileri, 350, 368* sinirleri, 367 lenfatik damarları, 367, 3ö8f‘ solunum bölümü, 349, 349f Soluyarak atma, 368 Somatik (kesintisiz) kapilerler, 216, 217f Somatomedin C, kıkırdak büyümesinde, 138 Somatostatin, 307, 307f, 408f, 410*, 423* D hücre salgısı, 307, 307t, 423* Somatotrop hücreler, 4071" 408f Somatotropin (büyüme hormonu), 408 etkileri, 409f kemik üzerine etkisi, 155 b kıkırdak büyümesinde, 138 salgılayan hücreler, 407f 408* Somatotropin-salgılatıcı hormon (SRH/büyüme hormonu-salgılatıcı hormon), 408*, 410* Son plaklar (düğmeler), 163 Son-plak, motor, l62f 203, 203f Southern blot, 18 Spektrin, 235 Sperm. Bkz. Spermatozoonlar Spermatidler, 433, 434f 4351 439f Spermatogenez serisi hücreleri, seminifer tübüllerde, 433, 433f 439, 439f toksik değişimler Spermatogenez, 433, 433f 434f 435f etkileyen faktörler, 440, 4401441 hormon kontrolü, 440, 440f seminifer epitel döngüsü ve, 438 Spermatogonyumlar, 433, 433f 4341" 435f Sertoli hücreleri, 438, 439, 439f tip A ve B, 433, 435f Spermatositler, 434f 439f birincil, 433, 433f 434f 435f ikincil, 433, 433f 435f Spermatozoidler, 432, 433 Spermatozoonlar, 435f 436, 436f 437, 438f aktarılmasında boşaltıcı genital kanallar, 442-443 hareketsiz, 436b Spermiogenez, 433-437, 435f 436f Sperm-özgül proteinleri, 440 b Spiral arterler, uterus, 458



/ 509



Spiral gangliyon, 486, 486f Splenektomi, alyuvarlar üzerine etkisi, 288 SRH (somatotropin-salgılatıcı hormon), 408*, 410* SRP (işaret-tanıma parçası), 35, 35f SRS-A. Bkz. Anafilaksinin yavaş tepki veren maddesi Stapedius kası, 487 Stereosilya, 73 epididimde, 443 tüy hücrelerinde, 484, 487 vestibüler işlevleri, 486 Steroidler eozinofiller üzerine etkisi, 240 b reseptörleri, saptanmasında imünohis tokimya, 16* salgılayan hücreler, 89, 93f böbrek üstü bezi, 414-417 böbrekler üzerine etkisi, 398, 399b düz endoplazma retikulumu, 35 sinyal almada, 30 Stigma, 453 Stratum bazale (stratum germinativum), 3691' 370 Stratum granülozum, 369f 370-372 Stratum kornetim, 369f 372 Stratum lusidum, 369f 372 Stratum spinozum, 3691 370, 371f 3721’ Stria vaskülaris, 485, 486f Stroma, 69, 95 karaciğer, 332 kırmızı kemik iliği, 252 kornea, 469-470, 472f over, 449 Su dengesi distal kıvrımlı tiibülde, 389 Menle kulpunda, 387 proksimal kıvrımlı tiibüde, 386 toplayıcı tübüllerde, 394 Su emilimi, kalın bağırsakta, 320, 322f Sudan IV boyası, lipit saptamada, 13 Sudan siyahı, lipit saptamada, 13 Süksinat dehidrojenaz, yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 10 Sünger hücreleri, 414 Sııngersi (kanallı) kemik, 145, I45f I49f Bkz. ayrıca Kemik Siiperoksit anyonlar, fagositozda, 239 Suprakoroidal lamina, 469, 472 Siirfaktan proteinleri, 363, 364f 366 Siirfaktan, akciğer, 363-366, 363f 3641' eksikliği, 366 Süt (bebek) dişleri, 294 Süt (clesidüöz) dişleri, 294 Süt boşlukları, 465 Süt kanalları, 465, -ı65f Süt proteinleri, salgılayan meme hücreleri, 466, 467f Süt-atma refleksi, 409f 4106, 466 Sütten kesme, ertesinde meme gerilemesi, 466-467 Süzme yarıkları, 383, 387f 389f T (enine) tübüller iskelet kasında, 196f 200, 200f 201f 202f 2031' kalp kasında, 206-207 T lenfositler, 234ft 267-269, 269ft 271 f antijen işlemede, 269, 272f dağılımı, 269, 27If eksikliği/kusurları, lenf düğümü patolo­ jisi ve, 281 6, 283f işlevleri, 234*, 265, 267f 269ft 270f



510 /



İNDEKS



kökeni/farklılaşması/olgunlaşması, 96f 250f 260, 267-268. 270f 27öf 277-278 timusta, 275-276, 276f 277f ürünleri, 234 T3. Bkz. Triiyodotironin T4. Bkz. Tiroksin Taksol, mikrotühüllere etkisi, 44, 446 Talin, 118 Taramalı elektron mikroskobu, 7, 7f Taşıma (salgı) bileşeni, IgA'nın, 266, 268 Taşıma kesecikleri, Golgi kompleksi, 37, 37f 38f Taşıma, etkin, 84-85 Tat delikleri, 293, 294f Tat hücreleri, 293, 2941' Tat tomurcukları, 293, 294f Tat, duyusu, 293 "Tavuk derisi," 379 Tay-Sachs hastalığı, 40ft TCR (T-hücre reseptörleri), 267 Tek çekirdekli fagosit sistemi, 97-99, 101 b Bkz. ayrıca Makrofajlar Tek katlı epitel, 74-78, 76*, 77f 78f 79f kübik, 74, 76*. 77f 78, 79f prizmatik, 74, 76*, 77f 78, 79f yassı, 74, 76*, 77f 78, 78f Tek sinapslı bipolar hücreler, retinal, 478 Teka eksteına, 451, 451 f 452, 454f 455f Teka folikiili, 451 Teka interna, 451-452, 451 f 454f 455f Teka lutein hücreleri, 454, 456f Tektoıyal zar, 485, 486f Telofaz, 60, 60f 62f Telojen, 377 Tendonlar, 122-123, 124f 125f Tenon aralığı, 469 Tenon kapsülü, 469 Tensor timpani kası, 487 Tenya koli, 320 Ter bezi kanalları, 379f 380f 381, 381f Ter bezleri, 379f 380-381, 380f 381f Ter, 381 Teritoryal (kapsüler) matriks, 136, 136f 137f Terminal ağ, 72, 75f Terminal bıonşiyoller, 349f 354, 358f 359f 36 lf Terminal dallanma, 163 Terminal sarnıç, 200 Termojenin, 132 Tespit ediciler, 1 Tespit, doku, 1-2 ikili, 2 Testis içi genital kanallar, 431f 442 Testis lopçukları, 431, 431f Testis sıvısı, 438 Teslisler, 431-442, 431f etkili faktörler, 440, 440f 4416 gelişimi, 431— 432 inmemesi, 4416 inteıstisyel (Leydig hücre) dokuları, 431, 432f 433.435F 441-442,44lf mediastinum, 431, 431f rete, 431f 432, 442 seminifer tübiiller, 432-433, 433f Sertoli hücreleri, 433, 433f 434f 435f 438-440, 439f spermatogenez, 433, 433f 434f 435f spermiyogenez, 433-137, 436f Testosteron, inteıstisyel (Leydig) hücrede üretimi, 441 Tetani, 429 Tetrasiklin, ile ölçülen kemik apozisyonıı, 142



T-hücre reseptörleri, 267 Tıkız bağ dokusu, 122, 122f 123f 1241 125f 126f düzenli, 122, 122f 124f 125f 126f düzensiz, 122, 122f 123f 124f fibrözkıkırdak, 139 Timolin, 278 Timopoetin, 278 Timozin-A, 278 Timpan boşluğu (orta kulak), 482-484,4831' ses dalgalarının izlediği yol, 483f Timpan zarı (kulak zarı), 482, 483f Timus, 265, 266f 273-278, 2761' 277f histofizyoloji, 277-278, 279f lenfosit dağılımı, 271 T lenfosit olgunlaşması, 260, 265, 267268,270f 27ör 277-278 T lenfosit olgunlaşması, 260, 265, damar ağı, 276-277, 278f Timusa bağımlı lenfositler, 287 Timusıın humoral faktörü, 278 Tip A spermatogonyumlar, 433, 435f Tip B spermatogonyumlar, 433, 435f Tip 1 hücreler alveol (yassı), 3ölf 362, 362f 3ö3f 364f karotid cisim, 224-225, 226f Tip I kas lifleri, 205 Tip II hücreler alveolar (büyük/septal), 3 6 lf 3631 364f 365f yenilenmesi, 366 karotid cisim, 224 Tip II kas lifleri, 205 Tıptaki uygulamaları ve, 10* Tırnak kökü, 379 Tırnak matriksi, 379 Tırnak plağı, 379 Tırnak yatağı, 379 Tırnaklar, 379 Tiroglobulin, 425 sentezi, 425, 426f Tiroid bezleri, 423-428, 423f 424f 425f 426f 4271 Bkz. Tiroid hormonları bozuk­ lukları, 426-4286 Tiroid folikülleri, 423, 424f 4251 Tiroid hormonları distal bölümün kontrolünde, 404, 4 l0 f düzenlenmesi, 41 Of 425, 426 kemik üzerine etkisi, 1556 sentezi/biriktirilmesi/salgısı, 425-426, 426f Tiroid kıkırdağı, 353 Tiroidit, Hashimoto, 428 Tiroid-uyarıcı hormon (TSH/tirotropin), 408, 423 etkileri, 409f 4 l0 f 425, 426 salgılayan hücreler, 408fı Tiroksin (T4), 41 Of 423, 426 sentezi/biriktirilmesi/salgısı, 425-426, 426f düzenlenmesi, 4101'425, 426 Tirotoksikoz (hipertiroidi), 428 Tirotıop hücreler, 408 Tirotropin (TSH), 408t, 423 etkileri, 409f 410f 425, 426 salgılayan hücreler, 408f Tirotıopin-salgılatıcı hormon (TRH), 408f, 41Of 410* Tirozin melanin sentezinde, 373, 374f tiroid hormon sentezinde, 425, 4261" Tirozinaz, melanin sentezinde, 373, 374, 374f



albinizm ve, 375 Titrek tüylü prizmatik hücreler, solunum epitelinde, 349, 350b, 350f 351 f 352f TnC, 199f 200 kas kasılmasında, 199f 201 TNF (tiimor nekroz faktörü), 273, 2741' Tnl, 1991' 200 TnT, 199f 200 Tomes lifleri (odontoblast uzantıları), 294, 295, 296f 297f Tomes uzantıları, 296 Tonofılamanlar, stratum spinozumda, 370, 37l f 372f Tonotoptik ses, 487 Tonsiller (bademcikler), 289-290 damak, 289 dil, 290 yutak, 289-290 Tonsilliı, 289 Toplayıcı kanallar, 383. 384f 385f 391-394, ' 3931' 3961' Toplayıcı tübiiller, 383, 384f 391-394, 397f Toıasik kanal, 230, 231 Toz hücreleri (alveolar makrofajlar), 36lf 366, 368b Trabeküler arterler, 285, 286f Trabekiiler venler, 286, 286f Trakea, 349f 354, 354f trans (olgunlaştırma) yüzü, Golgi kom­ pleksinin, 37, 371’ 38f Transfer RNA (tRNA), mitokondride, 31 Transmisyon elektron mikroskobu, 6-7, 6f 7f Transnöronal dejenerasyon, 187 Transvers (T) tübiiller iskelet kasında, 196f 200, 200f 201f 202f 203f kalp kasında, 206-207 TRH. Bkz. Tirotıopin-salgılatıcı hormon Triadlar, iskelet kası hücrelerinde, 1961 200, 20l f 202f Trigliserit lipaz, 330 Trigliseritler taşınması, 130, 131f yağ hücrelerinde, 129-130 Triiyodotironin (T3), 4101' 423, 426 sentezi/biriktirilmesi/salgısı, 425-426, 426f düzenlenmesi, 41 Of 425, 426 Trikrom boyalar, 2-3 Tı ipsinojenler, 330 tRNA (transfer RNA), mitokondride, 31 Trofoblast, 462 Trombosit kümelenmesi birincil, 247 ikincil, 247 Trombosit tıkacı, 247 Trombositler, 233, 234*. 246-247 ilişkili bosukluklar, 2474 261 * işlevleri, 234s 246-247 kökeni/farklılaşması/olgıınlaşması, 96f 246, 249, 250f 26 i, 261 f 262f 263f 264f sayısı ve yüzdesi, 238* ürünleri, 234* Trombositler. Bkz. Kan pulcukları Trombosiiopenik purpura, 2 6l6 Tıombiis, 2196, 247 Tropokolajen, 106, 107, 108f 109f Tropomiyozin, 199f 200 Troponin, 199f 200 kas kasılmasında, 199f



İNDEKS /



Trypanosoma cruzi enfeksiyonu (Chagas hastalığı), 292 TSH. Bkz. Tirotropin Tübiiler bezler, 82, 83f Tübiiler sistem, yoğun, 246 Tiibülin eşlik eden hastalıklar, 511 mikrotübiiller, 43-14, 44f 47f Tübiiller, müköz, tükürük bezleri, 325, 326F 329f Tübüloasiner bezler, 82, 83f Tükürük bezleri, 325-328. Bkz. özgül bezler işlev düşüklüğü, 325 £ işlevi, 325 mucus salgı hücreleri, 86, 91f Tükürük, 325, 326 kıvamlı, "ağız kumluğu" ve, 326 * Tümör nekroz faktörü (TNF), 273, 274f Tümör, 656 iyi huylu, 656 malin. Bkz. Kanser mitozlar, 64b, 65f Tunika adventisya, 219f 220 arteriyoller ve küçük arterlerin, 220 büyük elastik arterlerin, 223, 224f oıta boy (miisküler) arterlerin, 219f 222, 223f 227f venin, 225, 227f 228f Tunika albuginea over, 449, 450f penis, 446, 446f teslis, 431, 431f Tunika fibroza, 469-470, 470f 471f 472f Tunika intima, 219, 219f büyük elastik arterlerin, oıta boy (miisküler) arterlerin, 219f 220, 227f venin, 225, 227f Tunika medya, 219-220, 2191’ büyük elastik arterlerin,, 219f 223, 224f orta boy (miisküler) arterlerin, 219f 220222, 223r 227f venin, 225, 227f 228f zayıflaması, anevrizmalar ve, 2246 Tunika propria, 432 Tunika vajinalis, 431-432, 431f Tiirk eyeri, 403 Tutturucu bağlantılar, 73. Bkz. Desmozomlar; Hemidesmozomlar; Zonula adherens Tutturucu kolajen, 106, 107ı Tutturucu lifçikler, 69, 70f 376 kolajen oluşturan, 106, 107t Tutturucu madde, I46f 147 Tutturucu plak, 72 Tutunma, hücreler arası, 71 Ubikuitin, 41 Üç boyut, doku kesitlerinin yorumlanması ve, 20, 2üf Uç-ayaklar, 169 Ulak RNA (mRNA) milokondride, 31 poliribozomlarda ve, 32, 34f Ulaklar. Bkz. Kimyasal ulaklar; İşaretleşme molekülleri Ülserler, mide, 3016 Ultrasantrifüj, protein yalıtımı için, 15f Unilaminar birincil folikül, 450, 451 f 452f Ünilokiiler yağ dokusu (yaygın/sarı adipöz doku), 129, 129-131, 130f 131f 132f lıistogenezi, 131, 132f tümörleri, 133



Ünipotent progenitor hücreler, 249 Üreme sistemleri. Bkz. Dişi üreme sistemi; Erkek üreme sistemi Üreterler, 400, 4ö0f Üretra, 400 dişide, 400 erkekte, 400, 431f 443, 446, 446f Üriner sistem, 383-401. Bkz. özgül yapı böbrekler, 383-398, 384f mesane ve idrar yolları, 399-400 Üst hipofiz arteri, 403, 405f Uterus bezleri menstrüasyon döngüsünün proliferasyon evresinde, 460, 460f menstrüasyon döngüsünün salgılama evresinde, 460-461, 4 6 lf Uterus sen'ilesi, 449f 458, 463 kanseri, 463 Uterus tüpleri. Bkz. Ovidukllar Uterus, 449f 458-463 oksitosinin etkisi, 409f 4106, 4l0f Ütrikiil, 483f 484 vestibüler işlevler, 486 Uvea yolu, 469, 470-474, 470f Bkz. Koroid; Bkz. Koroid; Siliyer cisim; İris Uyarıcı sinapslar, 168, l69f Uyarılabilir hücreler, 162 Uyarılabilir hücreler, 162 Uyarılma, ses dalgasının neden olduğu, 487 Uyartı oluşturulması, kalpte, 228-230, 228f 229f Uyartılar, nöronal yanıt, 162 Uydu düğüm, 283 b Uydu hücreleri, 182, 211-212 Uyum (görme), 475 Üzengi (stapes), 483-484, 483f 487 Vajina, 449f 463-464, 464F over hormonlarının etkisi, 459, 459f 464 Vakü oiler fagositik, 39, 239 Golgi (yoğun), 37, 37f Vas (duktu.s) deferens, 43lf 443, 443f Vater-Pacini cisimcikleri, 377, 377f Vaza rekta, 396, 398f Vaza vazonun, 219f 220, 223f 228f lenfatik kanal, 231 Vazoaktif faktörler, üreten kapiler endotel hücreleri, 218 Vazoaktif intestinal polipeptid (VIP), 307 Vazomotor sinirler, 220 Vazopresin (antidiüretik hormon), 408, 41 etkileri, 408-409, 409f 4l0f G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31 f VEGF'ler (vasküler endotel büyüme faktör­ leri), 218 Venler, 215, 221f 225, 227f 228f Venöz kapakçıklar, 225, 228f Venüller, 215f 220f 225, 227f Verumontanum, 400 Vestibıil burunda, 350 kemik labirentte, 483f 484 Vestibiiler (Reissner) zar, 485, 486f 487 Vestibüler aparat, iç kulağın, 485f 486 Vestibüler kıvrımlar (yalancı ses telleri), 353 VestibülokoklKulak aparat, 482-487, 483f Bkz.ayrıca Kulak Video kameralar, ışık mikroskobu için, 3 Vilııslar, bağırsak, 307, 308f 315f 319f 320, 320f



511



Vimentin, 46, 48 damar düz kasında, 208— 209 saptanmasında imünohistokimya, l6t Vinblastin, mikrotübiiller üzerine etkisi, 44, 44 Vinkristin, mikrotübüller üzerine etkisi, 446 Vinkülin, 118 VIP (vazoaktif intestinal polipeptid), 307 Virilizasyon, böbrek üstü bezi androjenlerinin aşırı üretimi ve, 419 Virüs antijenleri, saptanmasında imünohistokimya, 16* Viseral (delikli) kapilerler, 2 l6 f 217, 217f Viseral düz kaslar, 209 Viseral plevra, 367, 368f Viseral tabaka, Bowman kapsülünün, 383, 385f 386f 388f Vitiligo, 375 Vitreııs boşluğu, 469 VLDL (çok düşük-yoğunluklu lipoproteinler), 130, 131f Volkmann kanalları, 144f 147 von Ebner bezleri, 293 Vulva, 464 Wharton jölesi, 127 Y Kromozomu, 57 Yağ asitleri taşınması, 130, 131f yağ hücrelerinde, 129-130 Yağ bezleri, 379-380, 379f 380f tıkanması, aknede, 3806 Yağ hücreleri (adipöz hücreleı/adipositler), 103, 129, 130f Bkz. Adipöz doku gelişimi, 131, 132f işlevleri, 97ı kökeni, 96f tümörleri, 133b Yalancı çok katlı epitel, 76*, 77f 78 titrek tüylü prizmatik, 77f 78 Yalancı ses telleri (vestibüler katlantılar), 353 Yalancı tek kutuplu nöronlar, 162f 163, l63f Yan dallar, akson, l62f 166 Yanaştırma proteini, 35, 35f Yangı/yangısal yanıt, 104, 105-106b, 105f burun ereklil cisimleri üzerine etkisi, 351* kimyasal düzenleyicileri, 104 mast hücresinde depolanması/salıverilmesi, 101-102, 102b, 103f 9 + 2 yapısı (aksonem), 45 Yapraksı papilalar, 293, 294f Yara büzülmesi, 976 Yara iyileşmesi, fibroblastlar, 95-976, 123f Yardımcı genital bezler, erkekte, 431(443446, 444f 445f Yardımcı T hücreleri, 268, 269t, 270f 271f HIV etkisi, 268b Yarı dairesel kanallar, 483f 484 vestibüler işlevleri, 485f 486 Yarım daire kanalları, 484, 485f Yarı-Z bantları, 206 Yaşlılık pigmenti. Bkz. Lipofuskin Yassı alveol hücreleri (tip I hücreler), 36i f 362, 362f 363f 364f Yassı epitel, 69 çok katlı keratinleşmemiş, 76*, 78, 80f keratinleşmiş, 76f, 78 solunum sisteminde, 350 b tek katlı, 74, 76*, 77f 78, 78f



512 /



İNDEKS



Yassı hücreli karsinomlar, elerinin, 381 Yavaş etkili anafilaksi maddesi (SRS-A), mast hücre salgısı, 102, 103f Yaygın çift kutuplu hücreler, retinal, 478 Yaygın nöroendokrin sistem, 86, 92f enteroendokrin hücreler ve, 304, 306f 307f 307t 309, 317f köken alan tümörler (apudomalar), 866 Yaygın yağ dokusu (ünilokiiler/sarı yağ dokusu), 129, 129-131, 1301' 131f 1321'



histogenezi, 131, 132f tümörleri, 133* Yeniden şekillendirme, kemik. Bkz. Kemik, büyüme ve yeniden şekil­ lendirilmesi Yenidoğan kırmızı kemik iliği, 251 sıkıntılı solunum, sürfaktan eksikliği, 366b yağ dokusu, 131, 132f Yenilenme hiyalin kıkırdakta, 139 karaciğerde, 344, 344*, 344f kas dokusunda, 211-213 pulmoner alveolar hücre, 366 sinir dokusunda, 187*, 188f Yetersiz beslenme, kemik üzerine etkisi, 155b Yıldızsı venler, 396, 398f Yoğun cisimcikler düz kasta, 209, 213f trombositlerde, 246



Yoğun tiibüler sistem, 246 Yoğunlaştırıcı vaküoller, 37, 37f Yoğunlaştrıcı lens elektron mikroskobu, 6, 7f ışık mikroskobu, 3, 3f Yüksek endotelli veniiller, lenfosit dolaşımında, 284, 2841’ Yüksek ilgili etkileşimler, kullanılan sapta­ ma yöntemleri, 13-18 hibridleştirme, 16-18, 20f imünohistokimya, 14-15, 15f löf 17f tıp alanındaki uygulamaları ve£l56, 16ı, 18f 19f işaretleme bileşikleri, 14, l4 f 1 Yumuşak damak, 292 Yutak (Farenks), 294 Yutak tonsilleri, 280-290 Yuvarlak pencere, 483, 483f 485 Z çizgisi, 195, 195f 1961' 197f 19^ 1 9 8 f Zar geri kazanımı, endositozda, 28, 29f Zar potansiyelleri, 166-167 ‘ Zar proteinleri, 24-26, 25f 26f 27f 235. Bkz. özgül tip sentezi, 26, 27f Zar trafiğinin düzenlenmesi, 28, 28f 29f Zarı kaleden çok geçişli proteinler, 24, 26f Zarı kaleden proteinler, 24, 25f 26f Zarı kateden tek geçişli proteinler, 24, 26f Zarın dinlenme potansiyeli, 166 Zarlar arası boşluk, mitokondri, 30, 32f 33f Zarlar arası kemikleşme, 142, 142f 148, I4 8 fI4 9 f



kırık onaıımında, 152b, 154f Zarlar. B kz. özgü l tip birim, 24, 24f depolarizasyonu, 166f 168 kas hücresinde, 203-204 pencereli. B kz. Elastik lamina plazma. B kz. Plazma zarı yapısı, 23f 24, 25f 26f Zarsı bijİme,-^228 Zarsûlablrent, 483f 484-486, 484f 485f 486f 487f Zeis, bezleri, 481 Zellweger sendromu, 41 b Zimojen granıiller, 43, 85, 87f 88f Zimojen hücreler (esas hücreler), 301 f 303f 304, 306f Zincir, pıhtılaşma/koagülasyon, 247 Zona fasikiilata, 413, 414, 414f 4 l5 f 4 l6 f salgılanan hormonları, 414, 4 l7 f Zona glomerüloza, 413-414, 4l4f 4l5f salgılanan hormonları, 414, 417f Zona pelusida, 450, 451f 452f 453f 454f Zona retikiilaris, 413, 414, 4l4f 415f salgılanan hormonları, 414, 4l7f Zonül lifleri, 472f 473-475 Zoniil, mercek, 469, 470f 471f 472f 475 Zonula adherensler, 71f 72, 72f kalp kasında, 209f Zonula okludensler (sıkı bağlantılar), 7172, 71 f 72f 73f taşıma işleminde, 85, 86f Zygote, 23, 457, 462