Cumhuriyet Türk Mucizesi İkincii Kitap [2]
 978 - 975 - 22 - 0363 - 1 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

SERTİFİKA NO 15033 ISBN 978 - 975 - 22 - 0363 - 1 2010 . 06 Y 0105 . 4147



1.-12. Basım Ekim 2010 13. Basım Ekim 2010



BİLGİ YAYINEVİ Merkez: Meşrutiyet Cd., No: 46/A, Yenişehir 06420 / ANKARA Tlf.: (0-312) 434 49 98/ 434 49 99/ 431 8122 • Faks: (0-312) 43177 58 Temsilcilik: İstiklal Cd., Beyoğlu İş Mrk., No: 187, Kat: 1/133', Beyoğlu 34433 / İSTANBUL Tlf.: (0-212) 24416 51 - 24416 53 • Faks: (0-212) 24416 49 BİLGİ KİTABE Vİ Sakarya Cd., No: 8/A, Kızılay 06420 / ANKARA Tlf.: (0-312) 434 4106 • Faks: (0-312) 43319 36 BİLGİ DAĞITIM Merkez: Gülbahar Mh., Gülbağ Cd., No: 33, A-B Blok, Mecidiyeköy 34387/ İSTANBUL I Tlf.: (0-212) 217 63 40 - 44 • Faks: (0-212) 217 63 45 Şube: Narhbahçe Sk., No: 17/1, Cağaloğlu 34112 / İSTANBUL Tlf.: (0-212) 522 52 01 - 512 50 59 • Faks: (0-212) 527 4119 www.bilgiyayinevtcom.tr • [email protected]



Turgut Özakman



Cumhuriyet



Türk Mucizesi İKİNCİ KİTAP roman



BİLGİ YAYINEVİ



kapak: murat sayın



Bu kitabın yayın hakkı, yazarıyla yapılan sözleşme gereği Bilgi Yayınevi Basım Dağıtım Kitabeyi ve Kırtasiye A.Ş.'ye aittir. Kaynak gösterilmeden kitaptan alıntı yapılamaz; yayınevinin yazılı izni olmadan radyo ve televizyona uyarlanamaz; oyun, film, elektronik kitap, CD ya da manyetik bant haline getirilemez; fotokopi ya da herhangi bir yöntemle çoğaltılamaz.



baskı: pelin ofset (0312) 418 70 9 3 - 9 4



Cumhuriyet Önsöz Üçüncü Bölüm:



Yaşasın Cumhuriyet 1 9 2 3 - 1 9 3 8 ve sonrası Sonsöz Teşekkür Dipnotlar ve Açıklamalar Kaynakça



Önsöz



Sevgili okurlarım,



Türkiye Üçlemesi bu kitapla sona eriyor. Üçleme yakın tarihimizin üç büyük ve birbirini tamamla­ yan dönemlerini içeriyor: Çanakkale, Milli Mücadele ve Cum­ huriyet. Birinci kitaptaki önsözüm geçerliliğini koruyor. Burada kaynakça ile ilgili birkaç söz eklemek istiyorum. Bü­ tün incelediğim kitapları kaynakçaya alsam kitap daha da kalınlaşacaktı. ö z e t bir kaynakça yapmak gerekli oldu. Ama şunu söylemeliyim ki Cumhuriyet dönemi ile ilgili hemen her kitabı toplayıp okudum. İnternette de geniş bir tarama yaptım. Cum­ huriyet dönemiyle ilgili bazı haklı olduğunu gördüğüm eleştiri­ leri de dikkate aldım. Aleyhte olan kitapları da okudum. Objek­ tif olanlara saygı duydum! Cumhuriyet döneminin ilk 15 yılını anlatmak için her kaynaktan yararlanarak derlediğim doğru bil­ gileri birleştirdim, sadeleştirdim, özetleyip sundum. Maksatlı ve dayanaksız olanları da okudum ama dikkate ve kaynakçaya almadım. Dipnotlarda adlarını da vermedim. Çünkü tarih açı­ sından bir değer taşımıyorlar. Sayıca az gönderme yapılan kitap­ ların künyelerini dipnotlarda belirtmekle yetindim. Dipnotlarda her yılın başında o yıla ait olayların özetleri yer alıyor. Bu özetlerin dipnot sayıları metin içinde koyu renk olarak basılmıştır. Cumhuriyetin 15 yılına katkıda bulunan bütün öncüleri ta­ nıtmak isterdim. A m a bu birçok kitaba sığabilirdi. Ancak bazı öncüleri yansıtabildim. Bunlar gibi binlerce Cumhuriyetçi vardı. İkinci kitap şu ana olayları içeriyor: Devrimler, Atatürk'ün evliliği, İzmir İktisat Kongresi, yeni Anayasa, Şeyh Sait isyanı, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi ile Serbest Parti olayları, CHP, İzmir suikastı, öteki iki suikast olayı, O r m a n Çiftliği, Fikriye'nin intiharı, Büyük Nutuk, demiryolları, fabrikalar, Millet MektepÖnsöz 7



leri, Medeni Kanun, dil ve tarih konuları, Afet Hanım, Sabiha Gökçen, Türkçe ezan, Halkevlerinin kuruluşu, eğitmen kursla­ rı, Balkan Antantı, Sadabat Paktı, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi, ilk kadın milletvekilleri, üniversite reformu, DTC Fakültesinin kuruluşu, ilk radyo yayınları, Montreux Söz­ leşmesi, Kuran çevirisi, Dersim olayları, Hatay sorunu, Mussolini Kupası, Bayar'ın Başbakan olması, Atatürk'ün hastalığı ve sonsuzluğa karışması. Yakın tarihimiz ile Atatürk'ün hayatı içiçedir. Türk Muci­ zesinin odağı Atatürk'tür. Cumhuriyetle birlikte Atatürk'ü de yakından tanıyacağız. Ben Cumhuriyet kitabına son biçimini verirken, ilk ciltte de, sonrasında da hastaydım. Büyük, tehlikeli bir ameliyat ge­ çirmiştim. Şeker, tansiyon, ülser, kalp gibi ek sorunlarım da var­ dı. Kitabı yetiştirmek için hastaneden çıktığım gün çalışmaya oturdum. Cumhuriyet o kadar gurur verici, destan niteliğinde olaylar, insanlar, çabalar ve başarılarla dolu ki bunları yazarken büyük bir güç kazandığımı fark ettim. O güçle günde 1 0 - 1 2 saat çalışabildim. Hiç yüksünmeden beş yüzden fazla kitap incele­ dim. Çoğunu fişledim. Yanlış yapmamak için kaynakları birçok kez elden geçirmeyi de ihmal etmedim. Atatürk döneminin okurken bile insana can veren bir olağanüstülüğü var. Sayın okurlarım, sevgili gençler, Cumhuriyetin ilk on beş yılı gerçek bir kurtuluş destanıdır. Bu destanla gurur duyacağınızı biliyorum. Saygı ve sevgilerimle.



8 Önsöz



Üçüncü Bölüm Yaşasın Cumhuriyet Yıl: 1923 t 29 Ekim 1923-31 Aralık 1923 MECLİS Cumhuriyetin her şehirde 101 top atışıyla kutlanma­ sını kararlaştırmıştı. Karar telgraflarla bütün illere duyuruldu. İlk telgraf İstanbul Komutanlığını devralmış olan Şükrü Naili Gökberk Paşa ya ulaştı, istanbul Belediyesi, kolordusuyla istanbul a gelen Paşa onuruna ziyafet veriyordu. Paşa telgrafa göz attı. Heyecanla ayağa kalkarak telgrafı istanbul temsilcilerine okudu: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyet ilanını kararlaştır­ mıştır. Bunu 101 pare top atışıyla duyurunuz!" Davetliler bu büyük kararı sevinç ve alkışlarla karşıladılar, Paşa'yı ve birbirlerini kutladılar, bayramlaştılar. Paşa'nın karargâhı ve istanbul belediyesi harekete geçti. Sokaklar aydınlatıldı ve bayrak­ larla süslendi. Sultanahmet meydanında kolordu bandosu, Kadıköy meydanında tümen bandosu marşlar çalmaya başladı. Gece yarısına doğru Selimiye Kışlasından Cumhuriyet toplan ateşe başladılar. Dr. Adnan Adıvar da aldığı emir uyarınca devrimi birer yazı ile gece yabancı elçiliklere duyurdu. Şehirler top sesleriyle çalkalanıyordu. Cumhuriyetin ilan edil­ diğini öğrenen gelenekçiler öfke içinde kıvrandılar. Top ve bando seslerini duyan halk sokaklara fırladı. 1. Ordu Komutanlığına atanan K. Karabekir Paşa ertesi gün gemiyle İstanbul'a gidecekti. Erzurum'dan Trabzon'a gelmişti. Ge­ ceyi Trabzon'da geçiriyordu. Ankara'dan Cumhuriyetin ilanını kut­ lamak emrini alan 3. Tümen Komutanı Kâzım Orbay bir bataryayı görevlendirdi. Toplar gürlemeye başlayınca Kâzım Karabekir Paşa, Tümen Komutanını çağırtarak "Nedir bu toplar?" diye sordu. Kâzım Orbay Meclisin Cumhuriyeti ilan ettiğini, bu kararı kutladığını bildirdi. "Neden bana sormadınız?" "Sorsaydım top atmamaklığımı mı emredecektiniz?" Kâzım Karabekir Paşa "Hayır ama.," dedi, "..biz bunu konuş­ mamış tık/' 1



Üçüncü Bölüm 9



Kâzım Orbay dayanamadı, "Kararı veren TBMM efendim" dedi. Karabekir sustu. Ankara'da özellikle genç milletvekilleri karşıdaki Millet Bahçesi'ne geçtiler, geç vakte kadar Cumhuriyeti kutladılar. Sabah Türkiye yeniden bayram yerine döndü. Kaldırılan bay­ raklar yeniden her yana asıldı. Şehirler süslendi. Orhan okula giderken İstasyon caddesindeki kırtasiyeciye uğ­ rayarak küçük bayraklar, renkli tebeşirler aldı. Sınıfı bayraklarla süsledi. Tahtaya renkli tebeşirlerle "Yaşasın Cumhuriyet, Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti" diye yazdı. Üniversiteli gençler ve işçiler Sultanahmet meydanında toplan­ dılar. Kalpaklarını, feslerini havaya ata ata, şarkılar söyleye söyleye Cumhuriyeti kutladılar. Cumhuriyet karşıtlarını çatlattılar. Eski Ev­ kaf görevlilerinden Ahmet Cemalettin Efendi coşkuyu duymamak için yatağa girdi, yorganı başına çekti. İngilizler gitmiş, İstanbul yine köylü Türklerin olmuştu. Bir Doğu ülkesinin emperyalizmi yenmesi ve Cumhuriyet reji­ mine geçmiş olması olağanüstü bir olaydı. Birçok geri kalmış ülkeyi etkileyeceği kesindi. Üniversitenin, özellikle sosyal bilimler hoca­ larının bu olay hakkında, halkı, gençliği, basını aydınlatmaları, ola­ yın büyüklüğünü belirtmeleri beklenirdi. Ama eski hocalar bu büyük devrim hakkında konuşmadılar. Tüm dişlerini kenetleyip sustular. Darülfünun (üniversite) adını taşıyan bu büyük medresede ça­ lışan öğretim kadrosunun önemli bir bölümü, ne sevince katılıyor­ du, ne kedere ortak oluyordu. Yıkılmaz, sarsılmaz fildişi kulelerin­ de yaşıyor, kendi alışkanlıklarını kutsuyor, kendilerinden başkasını beğenmiyorlardı. Genç biri öne çıkarsa ondan nefret ediyorlardı. Üniversitenin bahçesinde anı fotoğrafı çektiren öğrencilere, eski bazı hocalar, "fotoğraf çektirmek günahtır" diye hakaret ede­ cek, cezalandırılmalarını isteyeceklerdi. * 2



23



3



3



>



ANADOLU gazeteleri başından beri Kuva-yı Milliyeci'ydi. İşgal bölgelerinde çıkan işbirlikçi gazeteler zaferle birlikte yok ol­ muşlardı. 30 Ekim günlü bütün Anadolu gazeteleri Cumhuriyetin ilan edildiği, Gazi M. Kemal Paşa'nın Cumhurbaşkanı seçildiği hakkın­ daki başlıklar, haberler ve resimlerle doluydu. 10 Üçüncü Bölüm



1



İstanbul gazeteleri de büyük ha­ beri vermekle yetinmişlerdi. Yorum eklemeye vakit yoktu. Gazeteler er­ kenden basılıp dağıtıma verildi.



CUMHURİYETİN ilan edil­ diğini Demiryolları Genel Müdürü Albay Behiç Bey Haydarpaşa'dayken duydu. İngilizler çekilirken Haydarpaşa-Gebze demiryolunu, Anadolu de­ miryolunun eski Genel Müdürü Al­ man Herr Hügnen'e (Huguenin) yani Alman şirketine devretmişlerdi. Herr Hügnen bu kısa hattı de­ ğil, Anadolu demiryolunu bütünüyle geri almaya hazırlanıyordu. Çünkü Bayındırlık Bakanının, bütün hat­ tın eski sahibi Alman şirketine devredilmesi düşüncesinde olduğunu kesin olarak öğrenmişti. Bakan ve bazı görevliler, barış zamanında demiryollarını Behiç Bey ve teşkilatının işletebileceğini sanmıyorlar­ dı. Bu, zor, karışık, milletlerarası deney ve düzey isteyen büyük bir işti. Savaş hizmetlerinin yerine getirilmesine benzemezdi. Zaten Herr Hügnen Haydarpaşa-Gebze hattını hemen devra­ lacak durumda değildi. Büyük savaşın bitiminde İngilizler demir­ yollarına el koyunca bu hatlarda çalışan bütün Alman görevliler Almanya'ya dönmüş, sonra da demiryolu Türklerin eline geçmişti. Onun için Herr Hügnen Gebze'ye kadarki çift hattı şimdilik Türkle­ rin işletmesini istemişti. İçinden de gülüyordu. Bir çift hattı Türkler işletebilirler miydi? Bu Türklere büyük bir ders olacaktı. Demiryolla­ rını millileştirmek isteyen hevesliler olduğunu biliyordu. Başarısızlık hepsini -susturacak, Anadolu demiryolu yine şirketine kalacaktı. Behiç Bey İstanbul-Gebze hattını devralmak için Haydarpa­ şa'ya gelmişti. Beraberinde bu karışık görev için hazırlanmış bir kadro vardı. Haydarpaşa-Gebze çift hattını devraldı. Bütün istas­ yonlar Türk bayraklarıyla süslendi. Personel yeni üniformalarını giymişti. Katarları saat gibi çalıştırdılar. Cumhuriyeti böyle kutladılar. îb



Üçüncü Bölüm 11



GAZİ 30 Ekim sabahı İsmet Paşa'yı köşke davet etti. Misafir salonuna aldı. Genel durum hakkında Bakanlıklara incelemeler yaptırmış, Türkiye'nin röntgenini çektirmişti. Raporlar sehpanın üzerindeydi. "Sevgili paşam.." dedi, ".Cumhuriyetin ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette bi­ liyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleye­ ceğim. Sorunlarımız ne kadar çok, imkânlarımız ne kadar az, bil­ meni istiyorum. Bize yazık ki geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yok­ sul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. Kışın batağa döndüğü için geçilmesi çok zor. 4.000 km. kadar demiryolu var Anadolu'da. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik ye­ tersiz bir demiryolu ağı. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğu­ suna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü her halde topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de insanlıkla da bağdaşmaz. Sen de ben de o cephede çalıştık. Durumu yakından gördük. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Çok az tarım mühendisimiz var. Güya tarım ülkesiyiz ama ek­ meklik unumuzun çoğunu dışardan getirtiyoruz. Sığır vebası hay­ vancılığımızı Öldürüyor. Şu andaki doktor sayımız 337, sağlık memuru sayısı 434. 150 kadar ilçede doktor yok. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Ebe sayısı çok az. Kırk küsur bin köye karşılık diplomalı ebe sayımız 136. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, ti­ füs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta denebilir. Bebek ölüm oranı % 60'ı geçiyormuş. 30



12 Üçüncü Bölüm



Nüfusun % 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun oldukça önemlice bir bölümü yerleşik değil, göçebe. Telefon, motor, makine yok de­ necek düzeyde. Teknolojiden yok­ sun bir ülkeyiz. Bütün sanayi ürün­ lerini dışardan alıyoruz, Kiremiti bile ithal etmekteyiz. Avrupa'nın her çeşit malı için açık pazar ha­ lindeyiz. Elektrik yalnız İstanbul ve izmir'in bazı semtlerinde var. Düşmanların tümüyle yak­ tığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredey­ se yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı da 400.000'i geçecek. Göçmenlere ordunun yiyecek stoklarından yardım ediyoruz. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı bir hal­ de. İktisatçımız da çok az. Çoğu bilip okuduğu kuramların dışına çıkamıyor. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte bi­ rini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi ise hiç çözülmemiş bir sorun olarak duruyor. Oysa Cumhuriyeti yaşatmak için onun insan mal­ zemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. İki yıl önce Milli Eğitim Bakanlığında bir hars (kültür) şubesi kurmuştuk, j Bu şube Anadolu kültürü ile ilgili eşyaları, belgeleri topluyordu. Ödeneği yükseltilemediği için bu hizmet gelişmedi. Birçok kültür eseri dışarı kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor" * Raporların kopyalarını ismet Paşa ya verdi: "Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Ba­ kanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz yetersiz. Gelir kaynaklarımız kıt. iktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. izmir iktisat Kongresi'nde Mahmut Esat Bey aracılığı ile duyurmuştum. Tartı­ şılmadı bile. Daha acil, zor konular vardı. O konulara eğildiler. Bu düşünceyi günü gelince ayrıntılı olarak konuşuruz. Şimdi erken. Ama hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için ikti3d



36



3



Üçüncü Bölüm 13



sadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Uzman sayısı az. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir Örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkımızı kurtarmak için mümkün olan hızla sorun­ ları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zo­ rundayız. Bu âna kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Ka­ derin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!" CUMHURBAŞKANI Başbakanlığa İsmet Paşa'yı atadığını Meclis Başkanlığına bildirdi. Atama ve ilk Bakanlar Kurulu listesi öğleden sonra Meclis'te okundu. Böylece İsmet Paşa Cumhuriye­ tin ilk Başbakanı oldu. Başbakanlığı kaybettiği için burulan Fethi Okyar da Meclis Başkanı oldu. İsmet Paşa, hükümet programı niteliğinde bir açıklama yaptı. Açıklaması oybirliği ile kabul edildi. Bakanlar Kurulu akşam üzeri valilikte toplandı. Bu ilk toplan­ tıda Gazi Paşa da bulundu. Hepsini tek tek kutladı. Kısa bir konuş­ ma yaptı: 4



"Efendiler! Yıkmaya çalıştığımız ortaçağın arkasında bin yıl­ lık deney var. Bin türlü kirli oyun bilir. Cumhuriyetimiz ise daha yeni doğmuş bir çocuk. Cumhuriyeti kolayca boğuverirler. Bu ne­ denle çok dikkatli, uyanık olun. İş arkadaşlarınızı özenle seçin. İstanbul'dan gelen bazı memurları gördüm. Bir devrim başkentine geldiklerinin farkında görünmüyorlar. Koca Osmanlı gemisi durup dururken batmadı. Bunlar gibi ilgisiz, tembel, heyecansız, küçük kafaların büyük sorumluluğu var. Kötü bir memur vatandaşı devle­ tinden soğutur. Osmanlı Devleti azınlıklara devlette görev vermiş ama son iki yüz yıl içinde Alevi yurttaşlarımıza vermemiştir. Bu 14 Üçüncü Bölüm



akla ve insanlığa aykırı duruma Milli Mücadele başlar başlamaz son vermiştik.- Bu tutumu özenle sürdüreceğiz. Anadolu'da kim varsa hepimiz bir milletiz. Yurt ve kader kardeşiyiz. Milli Mücadele'yi böyle yürüttük, Cumhuriyeti de bu anlayışla yöneteceğiz. Bu an­ layışın bozulmasına izin vermeyeceğiz. Bozulduğu zaman ne oldu­ ğunu iyi biliyoruz. Yunan ordusu Sakarya'dan çekilirken, çoğu ahşap olan köy ca­ milerini yakıp yıkmıştı. Son çekilişte de batıdaki büyük, taş camilerin dışındaki tüm şehir, kasaba, köy camilerini yakarak, yıkarak kaçtılar. Bunların sayısı birkaç bindir. Bu camileri yenilemek görevimizdir. Bu hizmeti nutuk atmadan, gösterişe kaçmadan, siyasete alet etmeden yerine getirelim.



I 1 1



ilkokulun zorunlu, eğitimin yükseköğretim bitene kadar pa­ rasız olması temel ilkemizdir, isteyen herkesi, kız erkek ayırmadan okutacağız. Sağlık hizmetlerinin parasız olması da amacımızdır. Halkın geçimini kolaylaştırmak, güven içinde yaşamasını da sağ­ lamak zorundayız. Devlet halk için, halkın bu ihtiyaçlarını karşıla­ mak için var. Bütçesi denk, borcuna sadık, parası sağlam bir devlet olmalıyız. Devletimiz artık kesin olarak padişahın, bir ailenin devleti değil, halkın devleti. Hepimiz halkın hizmetindeyiz. Efendimizin, sahibimizin halk olduğunu hiç unutmayacağız. İdealimiz milli ege­ menliğe dayalı, uygar bir toplum ve devlet yaratmaktır. Hiçbir aşa­ mada bu ideali gözden kaçırmayacağız. Sorun çok. Hepsini çözme­ ye ömrümüz yetmez. Bizim yetişemediklerimizi yurtsever çocuk­ larımız tamamlar. Halkı saymak, aydınlatmak, eğitmek, sağlığım korumak, güven içinde yaşamasını sağlamak başlıca ilkemiz olacak. Başarılar diliyorum." Hepsinin elini sıktı, İsmet Paşayı kucakladı. i m a r ve iskân Bakanı M. Necati Bey yanında oturan Eğitim Bakanına "Vakti gelen fikri kimse durduramaz derler..' dedi, "..Gazi 1



Paşa da vakti gelen adam. Tam vaktinde geldi. Vakti gelen adamı Osmanlı Devleti de, işgalciler de, irtica da durduramadı. Düşünse­ ne 1918'de ne haldeydik? Şimdi bağımsız bir Cumhuriyetiz. Arada sanki yüzlerce yıl var. Ya gelmeseydi.." Üçüncü Bölüm 15



Bakanlar Kurulu sabaha kadar çalıştı. Gazi'nin verdiği rapor­ lardan yararlanarak çözülmesi gerekli sorunların yalnız başlıklarını listelediler. Liste sayfalar tuttu. "OoofT Listede yer alan sorunları önemine göre sıralamakta zorluk çektiler. Hepsi önemli ve ivediydi. İsmet Paşa, Lord Curzon'un ünlü tehdidini özetledikten sonra "Beyler." dedi, "..bu sözü, bu sözü söylediği sıradaki yüzünü, tav­ rını her hatırladığımda kalbime ağrı giriyor. Kredi, destek, yardım istersek, bizden yine ayrıcalık, öncelik, hak isteyecekler, bize yine küçümseyerek bakacak, onurumuzu kıracaklar. Bunun ne demek olduğunu bilen insanlarız. Yine sağmal ineğe döner, milletimizin hakkını yabancılara yedirmiş oluruz. Öyleyse dışardan yardım bek­ lemeyeceğiz, tek kuruş istemeyeceğiz. Kendi bir kaşık yağımızla kavrulacağız. Hiçbir alanda israfa, gösterişe, lükse kaçmayacağız, hesapsızlık yapmayacağız. Tek kuruşu bile düşünerek harcayacağız. İşimiz imkânsızı başarmak. Hem de hızla." CUMHURİYETİN ilan edildiğini, yurtdışına kaçmış olan sal­ tanatçılar, halifeciler ile ayrılıkçılar da ertesi gün öğrendiler. Çok canları sıkıldı. Bu Cumhuriyeti yıkmak gerekti. Her biri kendi anla­ yışı, aklı, gücü kadar çalışmaya başlayacaktı. Kıl payı ölümden kur­ tulup da kurulmuş olan bu yeni devlete düşman oldular. Ayrılıkçılar genel olarak Suriye'de buluşacaklardı. Hanedan haberi daha olgun ve sakin karşıladı. Birkaç densiz şehzade ve sultanzade dışında hiçbiri Türkiye aleyhinde çalışma­ yacaktı. II. Abdülhamit'in kızlarından Şadiye Sultan anı defterine şöyle yazacaktı: "Krallık idareleri yerlerini cumhuriyetlere terk ediyorlardı. Dünyayı bir tufan gibi kaplayan bu denizin ortasında Osmanlı pa­ dişahlık idaresinin bir ada gibi varlığım sonsuza kadar koruması mümkün değildi. Osmanlı padişahlık idaresi de er geç bir cumhuri­ yete inkılap edecekti. Tarihin akışı bu idi!'* 48



h



CUMHURBAŞKANLIĞI Genel Sekreterliğine Tevfik Bıyıklıoğlu getirildi. 16 Üçüncü Bölüm



Genel Sekreterlik ve özel Kalem direksiyon binasında çalışacak­ tı. Batı ülkelerinde Devlet Başkanlarının yaverleri general rütbesinde oluyordu. Gazi, bir paşanın yaverlik yapmasını doğru bulmadı. Onun için paşalığın çok önemli bir anlamı vardı. Bu rütbeye nice sınavdan geçmeden gelmek mümkün değildi. Yaverinin yarbay olmasını istedi. İlk Başyaverliğe Yarbay Rüsuhi Bey (Savaşçı) atandı. Halk Partisi Başkanlığını vekil olarak İsmet Paşa'ya bıraktı. Hem ev hem Cumhurbakanlığı makamı olarak kullanacağı ge­ niş bir bina yaptırılması önerisini reddetti: "Öncelikle yeni Meclis binasını bitirelim, bir Başbakanlık bi­ nası ile yabancıların kalabileceği temiz, güzel bir otel yaptıralım. Elektrik sağlayalım. Yeni, yeşil, uygar, güzel, canlı, zevk ve akıl ese­ ri bir Cumhuriyet başkenti kuralım. Bize gelince, biz evimizden memnunuz." ÇANKAYA'daki köşkün onarımı bitmiş, mimar Vedat Tek bi­ nayı iki şık ek ile biraz genişletmiş, girişi yenilemişti. Gazi ile Latife Hanım son biçimini almış olan köşke yeniden yerleşmişlerdi. Üst kat Latife Hanıma ayrılmıştı. Paşa misafirlerini artık üst kattaki çalışma odasına değil, alt kattaki elçi kabul odasına ya da misafir salonuna alacaktı. Olağan bir aile hayatı yaşıyor, akşamları Ahmet Ağaoğlulara, Fethi Okyarlara, Kılıç Alilere, Kâzım özalplara misafirliğe, uy­ gun havalarda pikniğe gidiyorlardı. Salon ve açık hava oyunları oynuyorlardı. Latife Hanım zaman zaman piyano çalıyor, Gazi isteyince İngilizce, Fransızca şiir okuyordu. Yabancı dergilerin, ga­ zetelerin önemli, ilgili yerlerini çevirerek eşine yardım etmeyi sür­ dürüyordu. Herkesi mutlu eden bu havayı bir olay örseledi|Latife Hanım eşine 'Kemal' demeye başlamıştı. Bu sesleniş herkesi irkiltti. Bir ha­ nımın eşine adıyla seslenmesi o dönemin terbiye anlayışına, görgü­ süne, inceliğine, düzeyine bütünüyle aykırıydı. O derin saygıyla el öpen alçakgönüllü uysal kızın yerini yavaş yavaş M. Kemal Paşa ile kişilik yarışmasına çıkan inatçı bir genç kadın alıyordu. Buna ne Öğ­ renimi elverişliydi, ne hayat deneyi, ne de zekâsı. Dostça uyarılan şöyle karşılayacaktı: "Ne yapayım, o Mustafa Kemal ise ben de Latife yi m." 40



5



Üçüncü Bölüm 17



Bu yanıt birçok kimsenin bu evliliğin geleceği hakkındaki ümitlerini kırdı. Bazı sosyal etkinliklere öncülük edeceği bekleni­ yordu. İstese neler yapamazdı. Yazık ki bu beklenti gerçekleşmedi. Tek sosyal etkinliği cumartesi günleri ileri gelenlerin hanımlarını çaya çağırmaktı. Yabancıların bulunduğu yemeklerden hoşlanıyor, iyi bildiği iki yabancı dili sergileyerek, gerçekten hoş bir hava yara­ tıyor, bu gösteriden mutlu oluyordu. İSMET PAŞA İzmir'e gidemediği, bir bebek bekleyen eşinin yanında olamadığı için çok üzülüyordu. Bir mektupla neden gele­ mediğini bildirdi: "Dört yılda, adım adım, nice zahmetler ve canlar pahasına ulaştığımız Cumhuriyet, henüz fidan halinde. Büyüyüp kökleşinceye kadar onu özenle, titizlikle korumak hepimizin boynuna borçtur. Bana önerilen yeni görevi bu nedenle reddetmek elimden gelmedi. Burada uygun bir ev bulmaya çalışıyorum, tik fırsatta yine birlikte olacağımızı ümid ederek..." GAZİ Cumhuriyetin ilanı dolayısıyla bütün milletvekillerinin, devlet ileri gelenlerinin ve elçilerin katılabileceği bir şölen vermek istemişti. Yazık ki başkent Ankara'da böyle bir toplantının yapılabi­ leceği hiçbir yer yoktu. Cumhuriyetin başkenti küçük, gelişmemiş bir kasabaydı. İyi bir şehre özgü hiçbir kurumu, kuruluşu, yolu, bahçesi, dükkânı yoktu. Daha önce Anadolu'yu, Ankara yı görmemiş istanbullu milletve­ killeri derin bir hayal kırıklığına uğramı 'irdi. İsmet Paşa bunlarla "Pamir yaylasına gelmiş gezginler" diye aiay ediyordu. Y. Kemal, "Ankara'nın tek güzel yanı İstanbul'a dönmesi" diyor, onun gibi dü­ şünen İstanbul bağımlıları sık sık İstanbul'a kaçarak özlem gideriyorlardı. A m a dört yıldır gık demeden Ankara'da yaşayıp Türkiye'yi zafere ulaştıranların yanında sessiz duruyorlardı. Çünkü her şeyi bu öncülere borçlu olduklarını biliyorlardı. Ankara'da kalarak, her türlü yoksunluğa katlanarak, direnerek, yılmayarak, yenilmeyerek, bir an bile gevşemeyerek Türkiye'yi, Yahya Kemal'in o çok sevdiği Bebek koyunu, Kandilli gecelerini kurtarmışlardı. 18 Üçüncü Bölüm



Mazhar Müfit Bey



Gazi Latife Hanımla konuştu, yeni görevi dolayısıyla İsmet Paşa şerefine bazı yakın dost­ ların ve eşlerinin çağrıldığı bir akşam yemeği vermekle yetindi. Yemekte Mazhar Müfit Bey, Süreyya Yiğit, Hüsrev Gerede gibi Erzurum ve Sivas günleri arkadaşları da bulundu. Gazi, "Dört-beş yıl önce, Erzurum'da iken Mazhar Müfit Bey'e geleceğe ait bazı düşünce­ lerimi yazdırmıştım.." dedi, "..Beni hayalcilikle suçlayarak odayı terk etmişti." Mazhar Müfit Bey'e döndü:



Doğru mu? M. Müfit Bey mahcup bir yüzle, "Evet Paşam, doğru.." dedi. "..Zaferden sonra Cumhuriyetin ilan edileceğini not ettirdiniz. Za­ fer de, Cumhuriyet de hepimizin istediği şeylerdi. Bunlara itiraz edilemezdi. Ama sonra başka şeyler söylediniz. Bence hepsi olma­ yacak heveslerdi. Sizi hayalcilikle suçlayarak odadan çıktım." Biri heyecanla sordu: "Neydi bunlar?" Gazi Paşa güldü: "Hepsini sırası geldikçe açıklayacağım. Ama şunu söyleyeyim. Zafer de, Cumhuriyet de o tarihte birçokları için hayal bile değil­ di. İkisi de gerçek oldu. Ben daha önce de Cumhuriyet sözcüğünü kullanmadan, 'yeni idare' diyordum. Kurtuluşu yeni idarede görü­ yordum. Kâzım Paşa'ya, Sofya'ya giderken istasyonda, yeni idare deyimi ile Cumhuriyeti kastettiğimi söylemiştim." Kâzım Özalp Paşa "Evet/^edTheyecania, "1913'te." "Öteki düşünceleri de birlikte gerçekleştireceğimize inanıyo­ rum. Hepsi milli egemenlikle, çağdaşlıkla, uygarlıkla, kurtuluşla, halkın esenliği ile, Türkiye Cumhuriyeti'nin sonsuzluğu ve mut­ luluğu ile ilgili özlemler, tasarılar. Bir daha yenilmemek, sömürge olmamak, ikinci sınıf millet muamelesi görmemek, eşit olmak, başı dik gezmek, halkı uyandırmak, kalkındırmak, kimseye ezdirme­ mek, çağı paylaşmak, uygarlığa katılmak amacıyla düşünülmüş şey­ ler. Çoğunun sizin de özlemleriniz olduğunu sanıyorum." Sonra konuyu eğitim sorununa kaydırdı. "Şimdi de 'yeni insan' diyorum," dedi, ".Geleceği kuracak, yaşatacak, yüceltecek akıllı, 53



Üçüncü Bölüm 19



azimli, bilgili, yurtsever, özerk, çalışkan yeni insanı yetiştirmemiz şart." 5b



TERHİSLER hızlanmıştı. Terhis olan Mehmetçiklere yol pa­ rası ve gündelik veriliyordu. Vedalaşmalar yürek burkuyor, duygu dolu sahneler yaşanıyordu. Silah arkadaşlığı başka arkadaşlıklara benzemiyordu. Birlikte ne günler yaşamışlardı. Her terhis döneminde, orpludan ayrılacak olan onbaşı ve ça­ vuşları toplayıp konuşmak âdet olmuştu. Hepsi kurslardan geçmiş, başarılı olmuş, insan yönetmeyi bilen, iyi yetişmiş insanlardı. Bun­ lar yeni devletin köylere yolladığı ilk öncülerdi. Bunlara bir yıldır yurttaşlıkla, tarımla, hayvancılıkla, sağlıkla ilgili temel bilgiler ve­ rilmişti. Her kışla çok yönlü bir okul olmuştu. Bir alay komutanı şöyle konuştu: "Arkadaşlar! Vatan hizmetine teşekkür edilmez. Onun için te­ şekkür etmiyorum. Evinize, işinize kavuşacaksınız. Gözünüz aydın. Ama Kurtuluş Savaşı daha bitmedi. Evde, tarlada, dükkânda, tez­ gâhta, kahvede devam edecek. Şimdi Cumhuriyetin sivil askerleri­ siniz. Burada öğrendiklerinizi ailenize, yakın çevrenize, köyünüze, mahallenize anlatın, milli egemenlik, cumhuriyet, vatan, bağım­ sızlık, uygarlık, bayrak, sancak nedir öğretin. Eğitimin önemini, temizlik kurallarını belletin. Ak ile karayı, doğru ile yanlışı birbi­ rinden ayırt edebilsinler. Yoksa sömürgecilerle, halkı uyutup kandı­ ranlarla, cinci hocalarla, yobazlıkla başa çıkamayız." Köylere daha Tanzimat bile girmemişti. Kırk bin küsur köy -belki birkaçı dışında- tümüyle ortaçağı yaşıyordu. Köylü sıtma­ dan kırılıyordu. Sağlık Bakanlığınca hazırlanan sıtma haritası her göreni irkiltmekteydi! Her yanı kaplamış bu canavar hastalıkla, sivrisinek bulutlarıyla, binlerce bataklıkla nasıl baş edilecekti? Ai­ 50



leler kızların pek azını sıbyan okulu denilen cami okuluna gönderiyorlardı. Hiçbir evde akar su, hela, yıkanma yeri, mutfak yoktu. İçme suyunun sorun olduğu birçok köy bulunuyordu. Yetersiz bes­ lenme nesilleri kemirip çürütmekteydi. Güneydoğuda devlet değil, derebeylik, ağalık/beylik düzeni egemendi. Boş inanlar, hurafeler kol geziyordu. Hastalanınca şeyhten, seyidden, üfürükçüden, hoca* dan, yatırlardan yardım isteniyordu. Kırk bin küsur köyün kırk bini 20 Üçüncü Bölüm



doktor, ebe, ilaç, Öğretmen görmemişti. Askercikler bu durumdaki köylere dönüyorlardı. ** "Haydi çocuklarım yolunuz ve bahtınız açık olsun!" 5



"Sağ ol!"



I I



I



SAĞLIK BAKANI Dr. Refik Bey Başbakandan randevu istedi. Doktor İsmet Paşa'nın çok güvendiği bir doktor ve yöneticiydi. He­ men kabul etti. "Seni dinliyorum." "Bizim eskiden gelen bir sistemimiz var. İnsanımız hastalana­ cak, biz de onu iyi etmek için çabalayacağız. Bunun için hastaneler kuracağız. Şu anda devlete, belediyeye, yabancılara, azınlıklara ve özel kişilere ait hastanelerde toplam 6.500 yatak var. 12 milyon, hastalığı bol bir nüfus ve sadece 6.500 yatak. Bu bütünüyle yanlış bir sistem. Savaş sırasında bu eski sistemi değiştirmek için ne im­ kân vardı, ne zaman. Ama şimdi önümüz açık. Vakit kaybetmeden gerekeni yapabilecek durumdayız." İsmet Paşa meraklanmıştı. Başka nasıl bir sistem olabilirdi ki? "Efendim, devletin görevi yurttaşının hasta olmasını bekle­ mek değil, olmamasını sağlamaktır. Gazi Paşa da 'sağlıklı nesiller istiyoruz' diyor. Millet sıtmadan tarlalarda düşüp ölüyor. Sıska, şiş karınlı, sapsarı sıtmalı çocuklar çoğalıyor. Halkımız sağlıksızlık, bakımsızlık yüzünden nesilden nesile eriyor. Uygun görürseniz bu büyük değişimi uygulamaya geçirmek istiyoruz. Sağlık hizmetini, koruyucu hekimlik anlayışına göre örgütleyip çalıştıralım. Devle­ timiz bu anlayışı ısrarla uygularsa sağlık sorunlarımız bitmez ama çok azalır." 5e



İsmet Paşa askerlerin ilk geldikleri zamanki sağlıksız, bilgisiz hallerini iyi bilirdi. Durumu kavramıştı. "Peki." dedi, "..Başbakan olduğum sürece senin önerdiğin sis­ temi destekleyeceğim. Kolay gelsin." Dr. Refik Saydam teşekkür etti. Yeni bir anlayış ve atılım döne­ mi başlayacak, birçok yeniliğin, kurumun, kuralın temeli atılacaktı. Öğleden sonra Bakanlıktaki doktor arkadaşlarını topladı. Hep­ si bir avuç insandı. Savaşların ve salgın hastalıkların ölümcül sınav­ larından geçmişlerdi. Dr. Refik Bey Başbakanla yaptığı konuşma­ yı anlattı|"Sorunların önemine göre bir program yapalım." dedi, Üçüncü Bölüm 21



"..Gazi Paşa da, Başbakan da destek veriyor. Haydi bakalım beyler, kolları sıvayalım." Kolları sıvadılar. İnanılması zor işler başaracaklardı. * 5



TRENDEN Ankara istasyonuna sırtında heybe, beyaz seyrek sakallı, yetmiş yaşında Uşaklı bir köylü indi. Rastladığı ilk ünifor­ malıya "Gazi Paşa'yı görmek istiyorum!" dedi. Adam demiryolcuydu. Direksiyon binasını gösterdi: "Şu binaya gelir, herkesle konuşurdu. Ama şimdi Cumhurbaş­ kanı oldu. Gelir mi, konuşur mu, konuştururlar mı, bilmem." Zorlukla Özel Kalem Müdürü Hayati Bey'in yanına girdi. Niye geldiğini kısaca anlattı. Gazi bugün gelecekti. Hayati Bey bu yaman köylüyü Gazi ile konuşturmayı kabul etti. Bir de kahve ikram etti. Gazi öğleden sonra geldi. Bekleyen çoktu. Hayati Bey hepsi­ ni atlatıp yaşlı köylüyü içeri soktu. Gazi köylüyü ayakta karşıladı. Oturttu. "Buyur Nuri Efendi." "Teşekkür ederim Gazi Paşam. Ben Uşak'ın Kalfa köyündenim. Babamdan helva ile haşhaş yağı imalathanesi kaldı. Askerliğimi İstanbul'da yaptım. Gözümü, kulağımı açtım, İstanbul'da çok şey öğ­ rendim. Avrupa'dan mektup zarfı içinde pancar^ tohumu getirttim. Bu tohumları köyümdeki toprağıma ektim. Pancar elde ettim. Pancarları rendeleyip I kaynattım. Pekmez yaptım. Şeker elde ettim. Onun­ Nuri Şeker la köpük helvası imal ettim. Pancardan şeker yapabileceğimize inandım. Mehmet Hacim Bey'in önderliğinde elli bir kişi birleştik, Terakki-yi Ziraat Türk Anonim Şirketi diye bir şir­ ket kurduk. 600.000 lira sermayemiz var. Paşam! Bize el ver. Şeker fabrikamızı kuralım. Köylü ister pancar yetiştirir, ister fabrikada çalışır. Karnı doyar, yüzü güler. Biz de, belki biraz para ve de sevap kazanırız. Uşak şenlenir. El verir misin?" 1



Cumhurbaşkanı yerinden fırladı, Nuri Efendi'yi sevgiyle, say­ gıyla kucakladı: 22 Üçüncü Bölüm



"Hepiniz var olun! Türkiye'yi bu azim, bu istek, bu şevk kur­ taracak. Ben seni şimdi bir yaverle Başbakana yollayacağım. O da seni belki bir-iki Bakanla konuşturur. Hepsine bana anlattıklarını iyice anlat. Bir sorun olursa aldırma, bana gel. Kapım her zaman sana açık olacak." Nuri Efendiyi yanaklarından öptü. Heybeli köylü Türkiye'nin ilk şeker fabrikası kurucularından ünlü Nuri Şeker olacaktı. 58



YAZAR Hüseyin Cahit Yalçın, İttihatçılığı yaşatmak isteyen bağnaz İttihatçıların sözcüsüydü. Ankara'nın yaptığı her şeyi eleş­ tirmeyi görev olarak üstlenmişti. Cumhuriyetin ilanını küçümsedi. Hatta alaya aldı. Zaten Ankara'ya Lozan'dan kalma bir hıncı da vardı. Gelenekçi Velit Ebüzziya Bey de Cumhuriyetin ilanını eleştir­ di. Velit Bey gibi düşünenler, yenilikten çekinenler, rahatı kaçanlar, "Düzenle oynamanın ne âlemi var.." diye söyleniyorlardı, "..Telaşa gerek yok! Böyle gelmiş, böyle gider." Bunlar Anadolu'nun hiçbir derdi için yüzyıllardan beri kıl­ larını kıpırdatmamış, Anadolu ile ilgilenmemiş zarif Osmanlı beyleriydi. Ahmet Emin Yalman bu düşüncelere şöyle bir öneriyle katıldı: "M. Kemal Paşa Cumhurbaşkanlığını bırakarak, General Washing­ ton gibi bir çiftliğe çekilmeliydi." ' İstanbul basınının küçük ama etkili bir bölümü Cumhuriyeti böyle karşılamıştı. Gazi'nin Cumhurbaşkanı seçilmesi özellikle halifecileri çok ra­ hatsız etti. Bu güne kadar Devlet Başkanlığı makamı boştu. Devleti, Meclis Başkanı geçici olarak temsil ediyordu. Bir gün Halife Devlet Başkanlığı makamına oturabilirdi!Ama Cumhurbaşkanlığının ku­ rulması bu yolu sonsuza kadar kapatmıştı. "Lanet olsun!" Halifeyi daha fazla yetkiyle güçlendirerek denge sağlanamaz 5h



5



mıydı acaba? Kulise başladılar. M E H M E T AKİF BEY İstiklal Madalyasını ve milletvekillerine dağıtılan ganimet tüfeği ile tahta bavulunu alarak İstanbul'a dön Üçüncü Bölüm 23



müştü. Meclis'te hiçbiri gruba girmemiş, bağımsızlığım korumuştu. Şimdi de hiçbir siyasi akıma kapılmadan dinleniyordu. He­ yecandan yorulmuştu. Milletvekilliği önerilmişti de isteme­ i W miş miydi, yoksa milletvekilliği hiç öneril­ memiş miydi, bunu kendinden başka bilen yoktu. Türk ordusunun İstanbul'a girişini sevinç gözyaşlarıyla izlemiş, Yüce Allah'a hamdetmişti. 'Tek dişi kalmış canavar' yani Mehmet Akif Bey emperyalizm, sonunda defolup gitmişti. Damadı Ömer Rıza Bey uygun bir günde sordu: "Ne yapmayı düşünüyorsunuz?" "İyice dinlendikten sonra, önce İstiklal Savaşı'nın destanını ya­ zacağım. Sonra Veda Haccı ve Peygamberin o zaman söyledikleri var. Onları nazım halinde yazacağım. Konusu Haçlı Seferlerinden alınma bir piyes yazmak da istiyorum. Bir emelim daha var. Çocuk şiirleri yazmak." Gülümsedi: "Yani işim çok. Bir kenara çekilip durmadan çalışmalıyım." Oysa Gazi'nin M. Akif'ten beklediği çok önemli bir görev vardı. 1



5j



4 ARALIK günü Tercüman gazetesinde Cumhurbaşkanının bir demeci yer aldı. Bazı İstanbul gazeteleri ile sözcüsü oldukları or­ tamlara, büyük idealini açıklayarak yanıt verdi: "Ülke mutlaka çağdaş, uygar ve yenilikçi olacaktır. Bizim için bu bir hayat sorunudur" 1 Kimi düşünmeye durdu, kimi duymazlıktan geldi. Aynı gün izinli olarak İstanbul'da bulunan Rauf Bey'in "Cum­ huriyetin ilanında acele edildiği" hakkındaki demeci Vatan gazete­ sinde yayımlandı. Ankara'da büyük tepki uyandırdı. 6



Türkiye 1 9 2 1 anayasasının yürürlüğe k girdiği tarihten beri cumhuriyetti. Anayasanın özünü milli egemenlik oluşturuyordu. Sadece adı konmamıştı.



24 Üçüncü Bölüm



AYRICA durumu çok geren bir de oiay oldu. İngiltere'nin emrinde çalışan Hintli Emir Ali ile aynı zamanda İsmailiye mezhebinin lideri de olan Ağa Han'ın, İsmet Paşa'ya yol­ ladığı bir mektup, daha İsmet Paşa'nın eline varmadan üç İstanbul gazetesinde yayımlandı. İngiliz memuru iki Hintli, Halifenin hak ettiği mevkiye yüksel­ tilmesini, kısacası saltanat rejimine yeniden dönülmesini istiyordu. Böylece konuya İngiltere de karışmıştı. Mektubun İsmet Paşa'nın eline geçmeden yayımlanması da kuşku uyandırdı. İsmet Paşa durumu görüşmek için İçişleri ve Adalet Bakan­ larını rica etmişti. Özel Kalem Müdürüne çok önemli olmadıkça rahatsız edilmemelerini emretti. "İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey Halifeye seslenen bir yazı yayımlayarak, istifasını gerektirecek bir durum olmadığı halde, 'sakın istifa etmeyiniz!' diyor. Hüseyin Cahit Bey Halife istifa ederse Türkiye'nin hiçbir önemi kalmayacağını ileri sürüyor. Hilafet konu­ sunu içten dıştan niye kurcalıyorlar? Rauf Bey'le Kâzım Karabekir Paşa tam da bu sırada Halifeyi ziyaret ederek ne demek istiyorlar? Neden daha ilk adımda Cumhuriyeti örselemeye çalışıyorlar? Şimdi bu tavırlar ne anlama geliyor? Hükümet bu oyunlara seyirci kala­ bilir mi?.." Özel Kalem Müdürü içeri girince öfkelendi: "Ne var?" "İzmir'den bir telgraf var efendim. Önemli olduğunu sanıyo­ rum." İsmet Paşa telgrafa göz attı|Yüzü yumuşadı, sonunda gülüm­ sedi. Bakanlara, "Sahiden önemliymiş." dedi, "..Bir oğlum olmuş."



6a



HALİFELİK gibi duyarlı bir konuda açılan zamansız tartışma, hele konuya İngiltere'nin de dolaylı olarak katılması hükümeti çok tedirgin etmişti. Meclisin ilk toplantısında İsmet Paşa gizli oturum istedi ve sert bir konuşma yaptı: "Muhterem arkadaşlar, hilafetle ilgili yapmacık tartışmalar ve kışkırtmalar sürerken, bildiğiniz gibi, yeni bir olay daha oldu. İngi­ liz hükümeti emrinde çalışan iki Hint Müslümanı, hükümetimize ortak bir mektup yazdı. Ama bu mektup daha hükümetin eline geçÜçüncü Bölüm 25



meden önce bazı İstanbul gazetelerinde yayımlandı. Anlaşılıyor ki 0



iki ingiliz memurunun amacı, nedensiz başlatılan hilafet tartışma­ larına destek ve yön vermek. Bizden Halifeye idari ve siyasi yetkiler tanımamızı talep ediyorlar..* Milletvekillerinin tepkisi büyük oldu. Biri bağırdı: "Kim bunlar?" "Ağa Han ve Emir Ali adlı bu kişiler Londra'da yaşıyorlar. İn­ giliz hükümetinin ve sarayının yakın adamları. İngiliz hükümetinin programı dışında bir davranışta bulunmaları düşünülemez. Bu bir rastlantı değildir. İngilizler şu sıralar, memleketimize yönelik çeşitli tertipler içindedir. Mesela Rodos'ta birçok düşmanca kâğıtlar basıp memlekete yayıyorlar.." Protesto sesleri duyuldu. "Doğu Anadolu'da ajanların ve bazı işbirlikçilerin çalıştıklarını haber alıyoruz.." ] Zamir Bey yanındaki arkadaşına, "Saltanatı ister onlar.." dedi, "..Padişah ve hükümetleriyle çok kolay uyuşuyorlardı." ismet Paşa devam etti: 'ingiltere'nin, yeni devletimizin ve Cumhuriyetimizin gücünü sınamak istediğini sanıyorum." Durdu, sonra çok kesin bir dille "Biz bu sınava hazırız!" dedi. Alkışlar yükseldi. "Zayıf, kararsız, fesata açık bir devlet, büyük devletlerle dost­ luk yapamaz, olsa olsa onların emrine girer." "Doğru! Bravo!!" "Onun için devleti ve Cumhuriyeti koruyacak güçte olduğumuzu kesin olarak göstermek zorundayız. Bu nedenle istanbul'a bir *



istiklal Mahkemesi yollanmasını, bu yolla Meclis'in olaya doğrudan el koymasını öneriyoruz." Öneri kabul edildi. İngiltere'ye meydan okumaydı bu. 7



BUGÜNLERDE Bolu milletvekili Cevat Abbas Bey Gazi'yi ziya­ rete geldi. Paşa'nın 'havacılığa önem verin' dediğini Milli Savunma Bakanı Kâzım Özalp'tan öğrenmişti. Bakanlık Avrupa'ya havacılıkla ilgili incelemeler için altı kişilik bir kurul yollamıştı. Türk havacılı­ ğını desteklemek için bir dernek kurmak istediğini açıkladı. 2 6 Üçüncü Bölüm



Gazi Cevat Abbas Bey'i dikkatle dinledi, hak verdi: "Havacılık askeri bakımdan olağanüstü önemli. Avrupa, Ame­ rika, havacılığı ayrıca büyük bir spor konusu olarak da görmeye başladı. İyi düşünmüşsün. Biz de geç kalmayalım. Bilgili, yürekli, kanatlı bir gençlik yetiştirelim. Hayalini geniş tut. Uçak yapmayı bile düşün. Başbakana bilgi veririm. Onunla ve ilgilerle temas et. Derneği kur ve bana çalışmaya başladığınızı bildir. Derneğiniz için sağlam kaynaklar bulalım." 78



İSTİKLAL MAHKEMESİ İstanbul'a gelince, basın, bir devrim sürecinden geçildiğiniJhatırladı. Kansız, idamsız, tutukiamasız, tehditsiz, sıkıyönetimsiz ve sansürsüz olduğu için durumu hafife almışlardı. Frene bastılar. Her devrim gibi Anadolu devriminin de kendine özgü, kur­ tuluşu kolaylaştırmış mahkemesi vardı: İstiklal Mahkemesi. Meclis bu mahkemenin savcılarını ve üyelerini milletvekilleri arasından seçiyordu. Mahkeme İngilizlerin yolladığı mektubu yayımlayan gazete­ lerin sorumluları ile İstanbul Barosu Başkanı hilafetçi Lütfi Fikri Bey'i tutuklattı. Halifecilerde şafak attı. GAZİ akşam üstü, eğer durumu uygunsa, Eğitim Bakanı Safa Bey'in bir çay içmek için direksiyon binasına uğramasını rica etti. Bakanla görüşeceğini İsmet Paşa'ya bildirmişti. Bakanlarla Başba­ kana bilgi vermeden görüşmezdi. Zaman zaman direksiyon binasında çalışıyordu. Genel Sek­ reterlik ve Özel Kalem, böyle olunca, evde bir tatsızlık olduğunu, Paşa'nın sorun büyümesin diye köşkten kaçtığını seziyorlardı. Safa Bey akşam geldi. Çaylar içilirken Gazi köşkten birlikte getirdiği Fransızca bir kitabı sehpanın üzerine koydu. Bu ünlü Fransız düşünürü Montesquieu'nün UEsprit de Lois (Kanunların Ruhu) adlı kitabıydı. "Safa Bey." dedi, "..Çağdaş uygarlığı yaratan anlayışı iyi tanıma­ lıyız. Yoksa Batının görünen yüzünün taklitçisi olarak kalırız. Biz Batıyı taklit e t m e k istemiyoruz, bizim a m a c ı m ı z çağdaş uygar­ lığa katılmak, bu uygarlığa o r t a k olmak. Hızla gelişmeli, ondan 7b



Üçüncü Bölüm 27



yararlanmakla kalmamalı, bu uygarlığa katkıda da bulunmalıyız. Bu uygarlığı yaratan beyinlerin eserlerini tanımadan, incelemeden, kavramadan, bu uygarlığın arkasındaki düşünce dünyasını anlama­ dan çağdaşlaşamayız, Avrupa'nın ikinci sınıf bir kopyası oluruz. Bu kitabı dikkatle okudum. Doğu dünyasını tanımadığı için bazı yan­ lış şeyler yazıyor. Bunlar dipnotlarla açıklanmalı. Genel olanak her zaman için yararlanılacak çok önemli, çok uyandırıcı bazı evrensel düşünceleri var ki bunları bilmemiz iyi olur. Bu ve benzeri kitapları çevirtip bastırmalı, halkın, aydınların, gençlerin ilgisine, bilgisine sunmalıyız. Bu kitabı çevirtip yayımlatırsanız memnun olurum. Böyle kitapların birincisi bu olsun. Umarım arkası gelir." Sonra İstanbul'dan gelen işadamları kurulunu kabul etti. İkti­ sadi konular ile yakından ilgileniyordu.™ 7c



DURUŞMA günü salonu, özellikle istiklal Mahkemesi'nin adı­ nı duymuş ama nasıl çalıştığını hiç görmemiş meraklı İstanbullular doldurdu. Mahkeme korkutucu olmaktan çok şaşırtıcıydı. Pratik, hızlı ve sadeydi. Dava birkaç duruşmada bitti. Gazetecilerin hepsi beraat etti. Bir dinleyici arkadaşına, "Bu bir uyarı, ayağınızı denk alın de­ mek" dedi. "Galiba haklısın." GAZİ kaç zamandır, durmadan çalışıyordu. 1919 Mayısından beri bir gün bile dinlenmemişti.. Yorgunluk dolayısıyla bir rahatsız­ lık geçirdi. Doktorlar dinlenmesi için ısrar ettiler. 7e



"Peki/' I Eşiyle birlikte İzmir'e geldi. Latife Hanım'ın koyduğu sağlığını koruyucu kurallara uyacağına söz verdi ve sözünü tuttu. Yeni yıla İzmir'de girdiler.



28 Üçüncü Bölüm



Yıl: 1924



1 Ocak 1924-31 Aralık 1924 *



*



8



*



İZMİR de sinemaları olan Cemil Bey (Filmer) Paşayı istan­ bul'dan tanırdı. Ziyaret ederek İkiceşmelik'teki Ankara adlı sineması­ na davet etti. Latife Hanım gösterilen film hakkında bilgi aldı, Paşa'yı üzecek, yoracak bir film olmadığını öğrenince daveti kabul etti. "Olur. Öbür gün geliriz." İSTANBUL gazetelerinde sık sık, hücrelere sinmiş aşağılık duygusu yüzünden, 'biz demiryollarını işletemeyiz' diye yazılar çıkmaktaydı. Behiç Bey millileştirmeden yana olan milletvekilleriy­ le konuşuyor, bilgi veriyor, takma adlarla gazetelere yazı yazarak aleyhteki yazıları etkisiz hale getirmeye çalışıyordu. Ankara'da Ana­ dolu demiryolu ile Haydarpaşa limanının millileştirilmesi konusu­ nu benimseyenlerin sayısı hayli artmıştı. Bir gün Başbakan Behiç Bey'i çağırdı. "Behiç Bey.." dedi, "..Anadolu demir­ yolunu ve Haydarpaşa limanını satın al­ maya karar verdik.." Behiç Bey'in yüzü parladı. "..ama işletmeciliğimiz ve trenlerimiz Avrupa'daki gibi olmalı." Dikkatle baktı: "..Aydınlık, rahat, ısıtma düzenli. Bunu başarabilir miyiz?" Behiç Bey Behiç Bey heyecanlanmıştı: "Evet efendim, tabii, söz veriyorum" "Ya yapamazsanız?" "Bana inanınız. İsterseniz size yazılı senet vereyim." İsmet Paşa güldü: "Sözün yeter" 83



Bu karar çok büyük bir atılımdı. Türkiye ölmesini bekleyenlere yaşayacağını duyuruyordu. Ankara-Yahşıhan arasındaki dar hattın hızla genişletilmesine başlanmıştı. Doğuya doğru adım adım ilerleÜçüncü Bölüm 29



necekti. Arazi çok dağlıktı. Kızılırmak'ı demir bir köprüyle aşmak, yeni tüneller açmak gerekiyordu. İsmet Paşa her hafta soruyordu: "Neredeyiz?" HALİFELİK konusu kapanmadı. Tersine, Halifenin bazı istek­ leri yüzünden iyice alevlendi. Halifenin Başkâtibi Başbakan İsmet Paşa'ya yolladığı bir yazı ile Halifenin bazı isteklerini bildirmişti. İsmet Paşa Bakanlar Kuru­ lunu toplantıya çağırdı. "Durumu sayın Cumhurbaşkanına arz etmeden önce görüşle­ rinizi almak istiyorum. Halife Ankara'da bir temsilci bulundurmak istiyor." Bakanlar şaşırdılar. Adalet Bakanı Seyid Bey "Halifelik ayrı bir devlet mi?" diye sordu. "Ayrıca halifelik hazinesinin yetmediğinden yakınarak ödene­ ğinin artırılmasını talep ediyor." Maliye Bakanı sinirlendi: "Halifelik hazinesi ne demek? Halifeliğin hazinesi yok, Meclis­ çe belirlenmiş bir Ödeneği var." M. Necati "Devlet içinde devlet sanki" diye söylendi. Dr. Refik Bey'in çıplak başı terlemişti: "Bunlar saltanat kalıntısı sözler." "Ya da saltanata hazırlık girişimleri." Halifenin başka olayları da vardı. İstanbul'daki yabancı elçilik­ lerle ilişki kuruyor, hükümete hiçbir bilgi vermiyordu. Milletlerarası bir hilafet kongresinin toplanması ve Halifenin yetkilerinin bu kong­ re tarafından belirlenmesi hakkındaki yayına da destek vermişti. Ciddi, kesin bir önlem almak gerekiyordu, ismet Paşa durumu akşam M. Kemal Paşa'ya bildirdi. 9



ANKARA'da ismet Paşa'nın Halife konusu hakkındaki yazısı şifrelenirken, İzmir'de Gazi ve eşi sinemaya gitmek için köşkten çı­ kıyorlardı. Cemil Bey'in Gazi'nin geleceğini çevreye haber verdiği anlaşı­ lıyordu. Yokuş, ara sokaklar kadınlı erkekli binlerce İzmirliyle dol­ muştu. Pencerelerden, balkonlardan insan salkımları sarkıyordu. 30 Üçüncü Bölüm



Paşanın arabası görününce çığlıklar yükseldi, kurbanlar kesiliyor, tekbir getirüiyor, kadınlar otomobili öpüyor, otomobil kalabalıktan dolayı adım adım ilerleyebiliyordu. Cemil Bey sinemanın kapısında Paşa'yı ve eşini karşıladı. Bir­ likte balkona çıktılar. Balkon Gazi ile eşine ayrılmıştı. Gazi balkon­ dan aşağı baktı. Salonda yalnız erkekler vardı. "Cemil, neden hiç kadın yok?" "Paşam, kadınlara yalnız salı günleri sinema gösteriyoruz." Paşa yaverini çağırdı: "Film seyretmek isteyen hanımları içeri bıraksınlar!" Salonu dolduran hanımlar minnetle Gazi Paşa'yı alkışladılar. Cemil Bey asıl filmden sonra bir de kısa Şarlo filmi gösterdi. Paşa çok güldü. Bir daha seyretti. Neşesi Latife Hanım'ı mutlu etti. ismet Paşanın şifresi çözülmüş telgrafı köşkte Paşa'yı bekli­ yordu. Latife Hanım'ın sağladığı sakin hava Gazi telgrafı okur oku­ maz uçup gitti. "Lütfen sakin ol Kemal!" "Nasıl sakin olabilirim? Milli Mücadele sırasında bu adamcağızı Anadolu'ya davet ettik. Ama Efendi Hazretleri hanedan içinde anlaş­ mazlığa yol açar diye gelmekten kaçındı. Yani önce hanedan, sonra vatan! Şimdi de aklınca sultanlığa hazırlanıyor. Fransızlar krallık ha­ nedanını Fransa'ya sokmakta, yüz yıl sonra bugün bile sakınca görü­ yor ve sokmuyorlar. Her gün ufuktan saltanat güneşinin doğmasına duacı bir hanedana karşı muamelemizde, Türkiye Cumhuriyeti'ni, nezaket ve safsataya kurban edemeyiz. Etmeyeceğiz." 10



Gerginlik içinde İsmet Paşa'nın yazısını yanıtladı. Cumhuriyeti korumak için halifelik hakkında artık ciddi bir karar alınması gerekmekteydi.



11



GENİŞ HAT 44 km. uzaktaki Elmadağı'na ulaşmıştı. 23 Ocak günü bu başarı kutlanacaktı. Bayındırlık Bakanlığı ile Demiryolları Genel Müdürlüğü yöne­ ticileri iki vagonlu özel bir trenle Ankara'dan hareket ettiler. Dar hat zamanındaki oyuncak gibi lokomotifin ve vagonların yerini ge­ niş hatta özgü büyük, güçlü lokomotif ile rahat vagonlar almıştı. Üçüncü Bölüm 31



Once Kayaş istasyon binasını törenle hizmete açtılar Küçük bir istasyoncuktu ama anlamı büyüktü. Türklerin yaptığı ilk istas­ yondu bu. Sonra Elmadağ'a hareket edildi. Ankara ile Elmadağ arasında demiryoluna telgraf hatları da döşenmişti. Elmadağ istasyonu da törenle hizmete açıldı. 50. kilometrede bulunan tünel yenilenecek, sonra geniş hat Kı­ zılırmak kıyısına kadar uzatılacaktı. Kızılırmak'ı demir bir köprü ile aşmak gerekiyordu. Eski köprü yenilecekti. Projesi yapılmış, köprü için gerekli gereçler getirtilmişti. 113



6 ŞUBAT 1924 günü Meclis gündeminde Rize ve çevresinde çay ve narenciye yetiştirilmesi ile ilgili bir kanun tasarısı vardı. Tarım Genel Müdürü Zihni Bey'in (Derin) hazırladığı bir ka­ nundu bu. Anadolu bölge bölge gözden geçirilmiş, köylüyü yaşatıp kalkındırmak için yolla * ıranmış, birçok ön çalışma yapılmıştı. Ka­ nun bu çabalardan birinin ürünüydü. Zihni Bey'in payına bir yıl önce yoksulluk içinde yüzen Doğu Karadeniz bölgesi düşmüş, Rize'ye gitmiş, birkaç meraklının Batum'dan getirdiği çay fidanlarının tuttuğunu görünce çok heyecan­ lanmıştı: "Aman!" Çevrenin kalkınmasını sağlayacak bir imkândı bu. Hemen Batum'a gidip çay bahçelerini, fabrikalarını gezmiş, çay tohum ve fidanları, bazı meyve çeşitleri ile dönmüş, bir fidanlık kurmuştu. Sağlanan 500.000 çay tohumu fidan haline getirilip hal­ ka dağıtılmıştı. Ama ilgi görmemişti. Halkın bilmediği, tanımadığı bir şeydi çay tarımı. Çok emek ve zaman istiyordu. 1



Oysa iklim ve toprak özellikle çay tarımı için çok elverişliydi. Rize için büyük bir kurtarıcıydı. Zihni Bey çay tarımını kabul et­ tirmekte başarı sağlayamamıştı. Mücadeleyi bırakmayı düşünmedi. Ankara'ya dönünce Bakanı ve Meclisteki Rize milletvekillerini bil­ gilendirdi. Kanunu hazırladı. Kanun Meclis'ten geçtiği zaman büyük bir huzur duydu. Ka­ nun yoksullukla boğuşan Rize'yi kalkındıracaktı. 32 Üçüncü Bölüm



Halkı kalkındırmak, uyandırmak, aydınlatmak, korumak için çalışanların sayısı her gün artacaktı. Barış kahramanları dönemine girilmişti. llb



ZAMAN ümitler ve sorunlarla sarmaş dolaş akıyordu. Mussolini coşunca yayılmacı konuşmalar yapmaktaydı. Son günlerde Doğu Akdeniz'le ilgili tehlikeli sözler etmiş, faşizmin te­ mel ilkelerinden birinin emperyalizm olduğunu açıklamıştı. Yunanistan'da da General Pangalos hükümet darbesi yaparak iktidarı ele geçirmiş ve diktatörlüğünü ilan etmişti. Doğu Trakya'yı geri almak için çok istekli olduğu biliniyordu. Bir delilik yapabilirdi. Önlem almak için bir savaş oyunu düzenlendi. Birlikte ya da ayrı ayrı, İtalya'nın İzmir ile Antalya arasına, Yunanistan'ın Trakya'ya hücum edeceği varsayıldı. Savaş oyunu 15 Şubat 1924 günü izmir'de başlayacaktı. Başbakan ismet Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Milli Sa­ vunma Bakanı Kâzım Özalp, ordu ve kolor­ du komutanları ve kurmayları birkaç gün önce İzmir'de toplandılar. Eşini ve oğlunu göreceği için İsmet Paşa koşa koşa gelmişti. Komutanlar ikiye ayrıldı. Görevler verildi. Fevzi Paşa Taraflar hazırlıklarını yaptılar. * Savaş oyunu 15 şubat günü Gazinin huzurunda başladı. Oyunu Fevzi Paşa yönetiyordu. Program 20 Şubat günü sona erdi. Güçlü ve zayıf yanlarımız belli olmuştu. Bu iki diktatörün akıl dışı işler yapması olasılığına karşı, gerekli önlemlerin hızla alınması, savunmaya bakanlık bütçe­ lerinden kısıntılar yapılarak ödenek aktarılması kararlaştırıldı. Mali durum zaten acıklıydı. Mussolini ile Pangalos yüzünden kimbilir kaç iş geri kalacaktı. İngilizler de güneydoğuda bazı oyunlar çeviriyorlardı. 21 Şubat gecesi Gazi ve eşi Ankara'ya dönmek üzere İzmir'den ayrıldılar. 12



12



13



Üçüncü Bölüm 33



22 ŞUBAT ile 3 Mart arasındaki günler, Ankara'da çok yoğun geçti. Temel devrim yasaları çıkarılacaktı. Konuşuldu, tartışıldı, düşünceler olgunlaştırıldı. Bu çalışmaların içinde yer alan M. Necati Bey "Bu hafta orta­ çağdan çağımıza doğru çok önemli bazı adımlar atacağız.." dedi, "..Bunun ne kadar önemli bir aşama olduğunu acaba ilerde, torun­ larımız anlayabilecekler mi?" Bu hazırlığın ilk belirtisi 27 Şubatta halifelik bütçesinin görü­ şülmesi sırasında görüldü. Yusuf Akçura halifeliğe bütçede yer ay­ rılmasının Cumhuriyete aykırı olduğunu söyledi. Vasıf Çınar Bey halifeliğin kaldırılmasını istedi. Devrim süreci hızlanıyordu. Devlet Cumhuriyete aykırı, öm­ rünü tamamlamış takıntılardan arındırılacaktı. Ankara, adını koy­ madan laikliği gerçekleştirecekti. 24 ŞUBAT günü Meclis'te Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşülü­ yordu. İzmir milletvekili Şükrü Saraçoğlu söz aldı. O güne kadar hiçbir tartışmaya yol açmamıştı. Herkes sakinlik içinde dinlemeye hazırlandı. Şükrü Saraçoğlu büyük fedakârlıklar yapıldığı, birçok yollar denendiği halde halkın hâlâ okuyup yazma bilmediğini söy­ ledi. Sözlerine şöyle devam etti: "Benim kanaatimce bu büyük derdin en korkutucu noktası harflerdir. Eğer ben Arap harfi diyecek olursam burada da acaba benim fikrime isyan edecek var mı? Efendiler! Bunun tek kabahati harflerdir. Arap harfleri Türk dilini yazmaya elverişli değildir.." Meclis'te hayli tutucu vardı. Kıpırdanmaya, dalgalanmaya baş­ ladılar. Onlar için Arap harfleri İslam iydi. Kutsaldı. "..Hacımızın, hocamızın, amirimizin, memurumuzun gayreti­ ne, yıllardan, yüzyıllardan beri yapılan bunca fedakârlıklara rağmen halkımızın ancak yüzde ikisi veya üçü okumuştur." Saraçoğlu Bakanlığın bu konuda ne düşündüğünü sorarak ko­ nuşmasını bitirdi. Arap harfleri aleyhindeki bu konuşma tutucula­ rın tepkisine yol açtı. Konu gazetelere sıçradı. Hüseyin Cahit Yalçın, Kurtuluş Yolu adlı yazısında dedi ki: "Eğitimi en kolay, en çabuk surette yaymanın tek çaresi Latin harflerini kabul etmekten ibarettir. * * 1



34 Üçüncü Bölüm



13



Gazi Şükrü Saraçoğlu'nu çağırdı. "Çocuk..** dedi, "..Erken ko­ nuştun. Acele etme. Her şeyin zamanı var." 1 MART 1924 günü Meclisin ikinci toplantı yılının açılış otu­ rumunda salon ve balkonlar hıncahınç dolmuştu. Cumhurbaşkanı salona alkışlar arasında girdi. Koyu renk bir elbise vardı üzerinde. Siyah kalpaklıydı. Olduğundan daha genç görünüyordu. Ağır adım­ larla kürsüye çıktı. Yeni toplantı yılını çok önemli bir konuşmayla açtı. Hazırlan­ makta olan yeni anayasadan, demiryollarını geliştirmekten, iktisadi durumu düzeltmekten, öğretim birliğinin öneminden, adalet re­ formlarından, dini siyasetten korumak gerektiğinden söz etti. Konuşması yer yer büyük alkışlarla karşılandı. Meclis, Türkiye Cumhuriyeti'ni çağa açmaya, güçlendirmeye, geri kalmışlığa son vermeye kararlı görünüyordu. 130



3 MART 1924 Pazartesi günü Türkiye Büyük Meclisi saat 13.40'ta toplandı. Başkanlık kürsüsünde Fethi Okyar vardı. Birçok milletvekillerince imzalanmış üç önemli kanun önerisi verilmişti Başkanlığa. Önerilerin komisyonlara gitmeden gündeme alınarak görüşülmesi isteniyordu. Meclis bu isteği kabul etti. Gündemde var olan bazı konulardan sonra bu üç büyük kanun önerisine sıra geldi. Tasarılar daha önce parti grubunda konuşuldu­ ğu için çalışma hızlı yürüdü. Siirt milletvekili Halil Hulki Efendi ve arkadaşlarının verdiği öneri Dinişleri ve Evkaf Bakanlığı ile Genelkurmay Bakanlığının kaldırılmasını, Dinişleri ve Evkaf Bakanlığının yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulmasını öngörüyor­ du. Tasarının birinci maddesiyle laiklik terimi kullanılmadan laiklik benimseniyordu. 14



On üç maddelik öneri, görüşülmeden kabul edildi. Sırada Tevhit-i Tedrisat (Eğitim Birliği) kanun Önerisi vardı. Kanunu Vasıf Çınar ve arkadaşları önermekteydi. Yedi maddelik bir öneriydi, ö n e r i Türkiye'de var olan bütün okulların ve bilim ku­ rumlarının Eğitim Bakanlığına bağlanmasını öngörüyordu. Eğitim nihayet milli bir nitelik ve birlik kazanacaktı. Bu öneri de birkaç kısa konuşmadan sonra kabul edildi. 15



Üçüncü Bölüm 35



Başkan toplantıya bir süre ara verdi. Meclis 15.25'te yeniden toplandı. Üçüncü kanun önerisi çok önemliydi. Şeyh Saffet Efendi ve arkadaşlarınca verilmişti. Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı ha­ nedanının yurtdışına çıkarılması hakkındaydı. Salon ve balkonlar yine dolmuştu. Sessiz, gergin bir hava vardı. Öneri 13 maddeydi. Tek aleyhte konuşmayı Gümjişhane bağımsız milletvekili Zeki Bey (Kadirbeyoğlu) yaptı. Konuşması boyunca tepki gördü. Kasta­ monu milletvekili Halit Bey (Akmansü) bu kararı din bakımından haklı fakat siyasetçe doğru bulmadığımı söyledi. Sonra Vasıf Çınar yakın tarihe ilişkin acı olayları hatırlattı. Adalet Bakanı Seyid Bey uzun ve çok etkili bir konuşma ile halifelik konusunu bütün yönleri ile inceledi, önerinin kabulünü istedi. Özetle dedi ki: "İslam hukuku hocası olarak 30 yıldır bu meselelerin içinde­ yim. Hazırlanan öneri hem Cumhuriyetin gereklerine, hem İslam hukukuna uygundur. Hilafet hükümet demektir. Dini değil, dünyevi ve siyasi bir meseledir. İnançla, ibadetle hiçbir ilgisi yoktur. Olduğu hakkındaki iddiaların tümü, ya hurafedir ya da siyasi maksatlı gö­ rüşlerdir." 16



Son konuşmayı İsmet Paşa yaptı. Olayı dış siyaset açısından değerlendirdi. Maddelere geçildi. Maddeler kısaca görüşüldükten sonra kanunun tümü oya ko­ nuldu ve alkışlarla kabul edildi. Saat 18.45'ti. Halifelik tarihe karışmıştı. Hiçbir işlevi kalmadığı da kısa za­ manda anlaşılacaktı. | 17



AKŞAM İstanbul Valiliğine gerekli emirler verildi. Valilik ön­ ceden uyarıldığı için gerekli çalışmayı yapmış, yurtdışına çıkarıla­ cak hanedan üyelerinin kimliklerini ve adreslerini saptamıştı. Bu kimseler 32 erkek, 36 hanım üye, 16 damat, yüze yakın sul­ tan çocuğuydu. Kanun bu kimselerin en fazla 10 gün içinde ülkeyi terk etmeleri gerektiğini belirtiyorsa da bir soruna yol açmaması için Halifenin hemen, erkeklerin bir-iki gün içinde yola çıkarılma­ ları kararlaştırıldı. İsteyen hanımlara 10 gün süre tanınacaktı. 36 Üçüncü Bölüm



Halifeliğe padişahlık rengi vermeye çalışan Abdülmecit Efendi'nin kanunu nasıl karşılayacağı merak konusuydu. Durumu İstanbul Valisi Ali Haydar Bey ile Polis Müdürü bildireceklerdi. İstanbul'da ve sarayın çevresinde yeterli güvenlik önlemleri alındı. Saray sessizce ve adım adım kuşatıldı. Bir kısım polis içeri girdi. Telgraf dairesi işgal edildi. Telefonlar kesildi. Bazı görevliler sessizce gözaltına alındı. . . ,™ Gelişmelerden haberi olmayan Abdülme|p| cit Efendi çoktan harem bölümüne geçmişti. pŞI Mutlaka görüşmek isteyen Vali ve Müdürü, fjm haremden geri gelerek, isteksizce kabul etti. Ştj| Ankara'nın halifeliği kaldıracağı hakkındaki Kj söylentileri işitmişti ama ciddiye almamıştı. jfifc Kararı hayret ve öfkeyle dinledi ve patladı: m "Vali Bey, bu kararı kabul etmediğimi hemen Ankara'ya bildirin! Böyle haksız bir karara boyun eğmem için de boş yere ısrar etmeyin!



H n r



; ;



Abdülmecit Efendi



XT



,



,



.



. ...



. .



./



Huzurumdan derhal çekilip gitmenizi ihtar ediyorum!" Beyaz sakalı tir tir titriyordu. "Efendi Hazretleri, görevim, Büyük Millet Meclisi'nin kabul ettiği bir kanunu zatıâlinize bildirmekten ibaret değildir. Gereğini yapmakla da görevliyim." "Hayır! Siz her şeyden önce bana itaat etmek, saygılı olmak ve bunu kutsal bir görev olarak kabul etmek zorundasınız." Vali sakinliğini koruyordu. "Bu sözleri herhalde üzüntüden söylüyorsunuz.." dedi, "..Yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kabul ettiği bir kanun yerine, za­ tıâlinize itaat etmemi benden istemezdiniz." I Emniyet Müdürü saygıyla geride duruyordu. Yaklaştı: "Efendi Hazretleri, yarınki Simplon Ekspresine binebiimeniz için bu akşam hazırlık yapmanız gerekecek. Eksprese aileniz için bir vagon eklenecek!Bu trene binmek zorundasınızfKendinizi de, bizi de gereksiz yere üzmeyiniz efendim." Abdülmecit Efendi kaskatı kesilmişti: "Yani beni buradan zorla mı çıkaracağınızı söylemek istiyor­ sunuz?" Üçüncü Bölüm 37



Vali, "Evet efendim." dedi, "..Gerekirse öyle yapmak zorunda kalacağız." "Saray adamlarımla dolu. Bütün İslam âlemi arkamda. Beni Türkiye'den değil, bu salondan bile çıkaramazsınız. Hiçbir güç çı­ karamaz." Vali gülümsedi: "Lütfen pencereden dışarı bakar mısınız?" Abdülmecit Efendi sarsıldı: "Ne olmuş?" Göz ucuyla dışarı baktı. Omuzları düştü. Sarayı kuşatan asker­ ler ve polisler artık açığa çıkmışlardı. Abdülmecit'in kâtibi sessizce yaklaştı, bilgi verdi. Kâtibin sözlerini dinledikçe son Halifenin yüzü sararıyordu. Sarayın önemli kısımlarının polisçe tutulduğunu, yal­ nız hareme girilmediğini öğrendi. Vali Emniyet Müdürüne, "Kendini devletin, Meclis'in, kanu­ nun üzerinde görüyor." diye fısıldadı, "..Ankara ne kadar haklıymış. Bu anlayışla Cumhuriyet bir arada yürür mü?" Kâtip yaklaştı: "Kaçta hareket etmemiz gerekiyor?" "Sabah beşte " "Peki efendim. Saat beşte hazır oluruz." Son Halife selam vermeden ağır, yorgun adımlarla salondan çıktı. * 17



4 MART 1924 sabahı 04.30'da üç otomobil ile üç kamyonet geldi. Bavullar kamyonetlere yüklendi. Son Halife, iki eşi, oğlu Ömer Faruk, kızı Dürrüşşehvar, mabeyncisi, doktoru ve özel kâ­ tibi Keramet Nigâr Bey otomobillere bindiler. Vali pasaportlarını ve ilk giderler için hükümetçe uygun görülen 1.700 sterlini (15.000 TL) kâtibe verdi. Emniyet Müdürü Çatalca ya kadar kafileye eşlik edecekti. Saat 05.00'te hareket ettiler. Son Halifenin trene Sirkeci'den binmesi uygun görülmemişti. Eksprese akşam Çatalca'dan binilecekti. Erkek üyelerin ve damatların bir kısmı Sirkeciden bindiler. Ekspres saatinde Çatalca'ya vardı. 38 Üçüncü Bölüm



Donuk, sessiz, boynu bükük duran Abdülmecit Efendi tren Türkiye sınırından dışarı çıkınca, canlanacak, bir bildiri yayımla­ yarak, 'Halifeliği koruduğunu ve 300 milyon Müslümanın kendisini yalnız bırakmayacağına inandığını' açıklayacaktı. Halifenin ve hanedan üyelerinin yurtdışına çıkarılışıyla ilgi­ li ayrıntılar 5 Mart günlü gazetelerde yer aldı. Olaylar çıkacağını ümit eden halifeciler hayal kırıklığına uğradılar. Hiçbir olay olmadı. Kimse kışkırtıcılara kapılmadı. Beş yıl süren Mütareke pisliğinden sonra İstanbullular artık macera değil, barış ve ekmek istiyordu. 18



İSMET PAŞA iki bakanlığın kaldırılması üzerine yeni bir Ba­ kanlar Kurulu oluşturmak için istifa etti, yeniden Başbakanlığa ata­ narak yeni Bakanlar Kurulunu oluşturdu. Eğitim Bakanlığına Manisa milletvekili Vasıf Çınar'ı getirdi. Vasıf Bey vakit geçirmeden kanunun gereğini yaptu Artık yararı kalmayan, asker kaçaklarına sığıntı yeri olan, son halleriyle ortaçağı temsil eden medreseleri kapattı. Bu uygulama zaten tedirgin olan eskici çevreleri çok rahatsız etti. Medreseler ve tekkeler son dayanaklarıydı: "Aman Yarabbi! Padişahlık gitti, Halife gitti, Din İşleri Bakanlı­ ğı gitti, şimdi de medreseler gitti. Yeni anayasa tasarısına göre gali­ ba kadınlara da seçme ve seçilme hakkı veriliyormuş." M. Kemal önderliğindeki rejim, hanedanı, hanedan çevresinde gelişmiş egemen sınıfı ve bunu yasallaştıran dünya görüşünü tasfiye etmişti. Karşısındaki kinle dişlerini gıcırdattı: "Ah Mustafa Kemal aaaah..." 19



193



19b



YENİ bir anayasa konusu uzun zaman önce sohbet olarak başlamış, sonra Anayasa Komisyonunca ele alınmıştı. Türkiye'nin geleceğini düzenleyecek yeni bir anayasa tasarısı oluşturulmaya ça­ lışılıyordu. Gazi Cumhurbaşkanı olmadan önce bu görüşmelere zaman zaman katılır, düşüncelerini açıklardı. Devlet Başkanına kanun­ ları veto ve gerektiğinde yeni bir seçim için Meclis'i feshetme yetki­ sinin verilmesinin yararlı olacağını söylemişti. Bunları çağdaşlaşma 19c



Üçüncü Bölüm 39



hamlesinin yavaşlatılması, milli egemenliğin örselenmesi olasılığı­ na karşı önlem olarak değerlendiriyordu. Anayasa Komisyonu Baş­ kanı Yunus Nadi Bey Gaziyi ziyarete geldi: "Mahmut Esat Bey ile Şükrü Saraçoğlu, Cumhurbaşkanına kesin veto ve gerektiğinde Meclis'i fesih yetkisi verilmesini kabul etmiyorlar." "Neden?" "Milli egemenliğe aykırı buluyorlar." "Partiler çoğalınca, hükümetsizlik tehlikesi baş gösterebilir, gerici eğilimler belirebilir, devletin kuruluş amacına aykırı kanun­ lar kabul edilebilir. Bu yetkileri, böyle durumlar için düşünmüştük. Bir anayasada bütün olumsuzlukları çözecek çözümler, imkânlar bulunması gerekmez mi?" "Birçok milletvekili de iki arkadaşımızın düşüncelerini pay­ laşmaya başladı. Bu maddelerin Meclis'te kabul edilmesi zor gö­ rünüyor." Bir sessizlik oldu. Paşa ikna edeceği ümidiyle bu milletvekille­ riyle bir de kendisi görüşmeye karar verdi. Mahmut Esat Bey bu ara Bakan değildi. Saraçoğlu Şükrü Bey Meclise ikinci dönemde katılmıştı. İkisini birlikte kabul etti. Mil­ letvekilleri Cumhurbaşkanını saygıyla dinlediler ve düşüncelerini değiştirmediler. GAZİ sonucu öğrenmek isteyen Yunus Nadi Bey'i ertesi gün direksiyon binasında kabul etti. "İki saat karşılıklı görüşlerimizi açıklayıp tartıştık^ Biraz sı­ kıştırdım da. Ama çocukları ikna edemedim. Dilerim bu yetkilere ihtiyaç duyulmaz. Fakat bu görüşmeden çok memnun kaldım, Türkiyemizin milli egemenliğe, özgürlüğe böyle sahip çıkan» hukuka saygılı, sağlam, dürüst, dirençli, bağımsız ruhlu siyasetçilere çok ihtiyacı var. Mahmut Esat'ı zaten beğenirdim. Şükrü Beyi de çok beğendim" 4



Gazi sonra istanbul basınından söz açtı. İstanbul'da Cumhuri­ yeti kemirmeye çalışan birkaç gazete vardı. Bu gazeteler^tütareke basınını anımsatıyordu. Cumhuriyeti koruyan gazeteler yok değildi ama bağımsızlığı, milli egemenliği, devrimleri, uygarlığı, milliliği, kısacası çağdaşlığı, o büyük ideali ödünsüz savunacak, haksııjddi40 Üçüncü Bölüm



alan yanıtlayacak, sağlam, düzeyli bir gazeteye ihtiyaç vardı. Aca­ ba Yunus Nadi Bey İstanbul'da böyle bir gazete çıkarmayı düşünür müydü? Yunus Nadi Bey güldü: "Kaç zamandır ben de bunu düşünüyordum Paşam. Kafamda bazı hazırlıklar da yapmıştım. Anayasa kabul edilir edilmez hare­ kete geçerim." "Gazetenin adı Cumhuriyet olsun Yunus Nadi Bey!" ANKARA yönetimi ülkeyi Milli Mücadele döneminde 1921 tarihli geçici bir anayasa ile yönetmişti. Savaş bitmiş, saltanat kal­ dırılmış, Cumhuriyet rejimine geçilmişti. Artık yeni devlet için yeni bir anayasa zorunluydu. Yeni ana­ yasa, belli başlı devlet ve anayasa sistemleri incelenerek hazırlan­ mıştı. Anayasa tasarısının görüşülmesine TBMM'de 9 Mart 1924 Pa­ zar günü başlandı. 20



ANAYASA görüşmeleri sürerken bazı önemli kararlar da alındı^ Ergani bakır madeninin millileştirilmesi kararlaştırıldı. Milliciler, Milli Mücadele boyunca, bu tür servet ve imkânları millileş­ tirmeyi, millete mal etmeyi hayal etmişlerdi. Anavatanın ayrılmaz bir parçası olarak bilinen Rumeli çok kısa bir süre içinde bütünüyle yitirilmişti. Batılı bazı politikacılar daha sonra Türkleri Anadolu'dan da kovup Asya'ya sürmekten söz etmiş­ lerdi. Nitekim Sevr Antlaşması ile Anadolu da Türklere çok görüle­ rek 8 parçaya bölünüp paylaştırılmıştı. * Bu nedenle son vatan Anadolu'ya, altıyla-üstüyle, tarihiyle sa­ hip çıkmak bütün yurtseverler için büyük bir tutkuydu. Çok ciddi bir savunma yöntemiydi bu. Batıya bir daha Anadolu üzerinde oyun oynama fırsatı vermeyeceklerdi. Anadolu Rumeli olmayacaktı. Bu ilk millileştirmeydi. Daha böyle birçok maden, şirket ve işletme vardı. Lozan'dan önce hepsi kapitülasyonların koruması altındaydı. Şimdi insafsız koruma kalkmıştı ama küçücük bir bütçe ile bu kuruluşların hepsi­ ni kısa zamanda salın alarak millete mal etmeye imkân yoktu. Heyecanlarını bastırıp bir sıralama yaptılar! 20



20b



21



Üçüncü Bölüm 41



Adalet sisteminde de ciddi bir devrim gerçekleştirildi. Dini mahkemeler kaldırılarak, bu konudaki ikiliğe de son verildi, yargı birleştirildi. Kaldırılan birimlerde çalışanlara yeni iş yerleri gös­ terildi. Hak edenlere emekli aylığı bağlandı. Kimi Cumhuriyeti be­ nimsedi. Kimi bütün kiniyle irtica koalisyonuna katıldı. Maarif Nazırlığına bağlı bir daire olan İstanbul Darülfünunu'na (üniversitesine) tüzel kişilik verildi. Uzun yıllar üniversiteye karı­ şılmayacak, kendini derleyip toparlaması, bir Cumhuriyet üniver­ sitesi olduğunu idrak etmesi için 1933 yılma kadar sabırla süre ve imkân tanınacaktı. * Bunlar kadar önemli bir karar daha alındı: Bütçe imkânları zorlanacak, sanat ve bilim eğitimi görmeleri için ilk olarak 50 genç yurtdışındaki en ileri sanat ve bilim kurumlarına gönderilecekti. Buna ara verilmeden, sürekli devam edilecekti. Her bakan ek öde­ nek için kıvranıyordu. Bu yüzden bu yeni gider kapısının açılma­ sına biri itiraz edecek oldu ama İsmet Paşa tek sözcükle konuyu kapattı: "Gidecekler!" Genel bir sınav açılması için hazırlıklara başlandı. 22



22



TÜRKİYE eski Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey'i Londra'ya Türkiye temsilcisi olarak yollamıştı. İngiltere de temsilci olarak İstanbul'a Ronald Lindsay adında bir diplomat yolladı. Lindsay İstanbul'u beğenmiş, dinlediklerinden dolayı Anka­ ra'dan görmeden nefret etmişti. Haksız sayılmazdı. Ankara Türk zaferini ve emperyalizmin yenilgisini temsil ediyordu. Ankara, elçilik kurmak isteyenlere parasız arsa vereceğini bil­ dirmişti. Mr. Lindsay dosyaları karıştırdı, kendinden önceki İngiliz temsilcisinin bu öneriyi şöyle yanıtladığını öğrendi: "Majestelerinin hükümeti Ankara'da küçük bir ev bile yapmak niyetinde değildir." Bu ilkeyi korumaya kararlıydı ama Rusya'nın büyük bir elçilik binası yaptırmaya başladığını öğrenmiş, canı sıkılmıştı. Almanya'nın büyük bir arsa kapattığını öğrenmişti. Ara sıra Ankara'da görünme­ li miydi? Nerede kalırdı? Fransız ve italyan meslektaşlarıyla konuştuktan, çevreye ve eski elçilik mensuplarına kulak verdikten sonra şu kanıya vardı: 42 Üçüncü Bölüm



Ankara'nın kaç yıl başkent kalacağı belli bile değildi. Çünkü bu yeni devletin varlığını sürdürebileceği çok şüpheliydi. Yeni devleti ke­ mirmeye çalışan türlü odaklar vardı.. 22b



BAZI milletvekilleri Meclis'e girmeden önce Millet Bahçesinin kapalı bölümünde oturuyor, kahve içip sohbet ediyorlardı. Ziya Gökalp Bey de zaman zaman ge­ liyordu. Genellikle susardı. Eğer konuşursa sohbeti bir kitap değerinde oluyordu. Son zamanlarda sağlığı iyi değildi. Durgunluğu daha artmıştı. Son devrimler konuşuluyor^ du. Ziya Bey bu kez hiç üstelemelerine gerek kalmadan konuştu: "Tarihimizden bilirsiniz, gericiler, es­ kiyen devleti yenilemeye çalışan padişahla­ Ziya Gökalp rı ya öldürdüler ya tahttan indirdiler. Ama isyanlar, idamlar, hainlikler, entrikalar, devleti yenileme anlayışını yok edemedi. Tersine daha güçlendirdi. Çünkü düşünen kafalar bi­ lirler ki bu bir ölüm-kalım sorunudur. Yarışta geri kalan, eskiyen biter. Fakat yeni ile eskinin kavgası bitmez. Sonuçta hep yeni üstün gelir. Yoksa hiç ilerleme, gelişme olmaz, insanlık ilkçağda kalırdı. Tarih böyle söylüyor. Halk tarihin dilini anlar." HER ŞEY hızla yürümeli, devlet çağın gereklerine göre yeni­ lenmeli, toplum gelişmeli, başta köylüler herkesin durumu iyileşmeliydi. Bunu herkes istiyordu. Köylülerin yoksulluğu, görenlerin içini kanatıyordu. Hepsi ya­ malar içindeydi. Kadınlar da öyleydi. Asıl kumaşların yerini birbiri üzerine dikilmiş yamalar almıştı. Yetersiz besin ve sağlık koşulları yüzünden çoğu çabuk yaşlanıyor, kamburlaşıyor, yüzleri erkenden eskiyip buruşuyordu. Bu sefillerin bir zamanlar üç kıtaya yayılmış, görkemli bir im­ paratorluğu kuran ve koruyanların çocukları olduğuna kim inana­ bilirdi? İmparatorluk bu insancıkları can, kan ve mal vergisi dışında Üçüncü Bölüm 43



ne zaman hatırlamıştı? Köylerin ve köylülerin genel durumu, hiç hatırlanmadıklarını gösteriyordu. Görkemli İmparatorluğun yüzlerce yıllık, derin, affedilmez ihmalini, anavatanda kurulan yeni, yoksul devletin gidermesi gerekiyordu. Ama nasıl? Delik canavar ağzı gibi büyük, yama sinek kadardı. Aslında en sabırsız olan Gazi Paşa'ydı. Ama o sabırsızlığını gerçekçiliği ile dizginliyordu. Harbiye'dey ken bir Öğretmeninden duyduğu söz hep rehberi olmuştu: Sabır ikinci akıldır. Karamsarlığa kapılanlara, "Sabırlı olun.." diyordu, "..Bir hamlede bütün sorunları çözemeyiz. Herkesi memnun edemeyiz. Tek dakikayı ve tek kuruşu bile boşa harcamadan çalışmalıyız. Böyle çalışır, aklımızı da kulla­ nırsak, düze çıkarız." Türkiye için düşündüğü karma iktisat formülünü İzmir İktisat Kongresinde Mahmut Esat Bey'e açıklatmıştı. Bu görüşünü koru­ yor, sık sık uzmanlarla görüşerek, kitaplar okuyarak daha da pekiş­ tiriyordu. Bir gece İsmet Paşaya karma iktisat düşüncesini ayrıntılı ola­ rak anlattı. Kapitalizmi de, kollektivizmi de güven verici ve Türkiye için elverişli, yararlı bulmuyordu. Patlayan kriz kapitalizmin güven verici olmadığının en iyi kanıtı idi. Rusya kollektivizmi kanlı hare­ ketlerle yerleştirmişti, öyle koruyordu. İkisinin, yurt gerçeklerine aykırı yanlarını atarak, yararlı, verimli, kalkındırıcı yanlarını alarak, daha genel ve karma bir proje geliştirmek zorundaydılar. Tın kive şartlarının ürünü olan bir düşünceydi bu. Kimsede fabrika kuracak sermaye yoktu. Yabancı sermaye ise yeni kapitülasyonlar istiyordu. Başka yolla sanayileşmeye, sanayileşmeden de bu yoksulluk çıkmazından kurtulmaya imkân yoktu. ismet Paşa da bu görüşü benimsedi. Sistemi 'mutedil devletçi­ lik' diye adlandırdılar. İlerde bu sistem 'karma ekonomi' diye anıla­ caktı. Türkiye'nin şartları gereği, zorunlu olarak bu yolu izliyorlardı zaten. Ergani devletleştirilmişti, tüm demiryolları devletleştirile­ cekti. Ama devlet henüz bu siyaseti genel olarak uygulayabilecek kadar güçlü ve hazırlıklı değildi! Uygulanabileceği güne kadar sistemin adını ağızlarına alma­ yacaklardı. 44 Üçüncü Bölüm



ANAYASA görüşmeleri sürüyordu. 10 Mart 1924 günü seçme ve seçilme hakla­ rını düzenleyen 10. ve 11. maddelere sıra gelmişti. Tasarıda 'her Türkün seçme hak­ kı olduğu' belirtilmişti. Madde sessizce, tartışmasız geçti. Demek ki bundan sonra kadınlar da seçmen olarak seçimlere katı­ lacaklardı. Bu büyük bir devrimdi. II. Mah­ mut döneminde yapılan nüfus sayımında kadınlar sayılmamışlardı bile. 11. madde seçilmekle ilgiliydi. Bu madde de '30 yaşını bitiren her Türkün Recep Peker milletvekili seçilmek hakkı' olduğunu be­ lirtiyordu. Bir canlanma oldu. Her Türk deyimine kadınlar da dahil miydi? Recep Peker §f| Türk deyimine elbette kadınların da dahil olduğunu, kadınlara da seçmeyle birlikte seçilme hakkının verilme­ sini memnunlukla karşıladıklarını belirtti. Komisyon sözcüsü memnun olanları hayal kırıklığına uğrattı. 'Seçim kanununda kadınlara yer verilmediğini, her Türk derken yal­ nız erkekleri düşündüklerini' söyledi. Recep Peker çok sinirlendi: "Kadınlar Türk değil mi beyefendi?" Yahya Kemal Bey bu çağdışı anlayışı aşmak ve maddeye açıklık getirmek için bir öneri verdi: "Otuz yaşını bitiren kadın ve erkek her Türkün milletvekili seçilmek yetkisi vardır." Başkan bu öneriyi oylamaya sundu. Sonucu bildirdi: "Kabul olunmamıştır." Alkışlar yükselince Recep Bey sinirlendi: "Kadına hak vermediniz. Bari alkışlamayın yahu!" Seçme hakkını düzenleyen madde de düzeltildi, ona da 'erkek' sözcüğü eklendi. ' Sonuç kadınlara ve uygarlık ilkelerine saygı duyan ve ümide kapılanları çok üzdü. Ama Meclis çoğunluğunun anlayışı böyleydi. Ortaçağ bu gibi konularda gücünü koruyordu. Latife Hanım bile bir yabancı gazeteciye "Cahil köylülerin (köylü kadınların) sırtına oy hakkını yüklemek saçma olur" diye de­ meç vermişti. 23



24



Üçüncü Bölüm 45



AZI de, ismet Paşa da, ortaokuldan beri günde beş vakit namaz kılarak yetiş­ mişlerdi. Dinin gereklerini birçok hocadan daha iyi bilirlerdi. Hiç olmazsa okur-yazarların Kuran'ı anlamalarını istiyor, buna çok önem veriyorlardı. Kuran'ın Türkçeye doğru ve güzel çevrilmesi konusunu Diya­ net İşleri Başkanı ile görüştüler. Başkan bu isteğe yorum yazdırmayı ve hadis çevirtmeyi de ekledi. Ödenek sorunu vardı. Gazi Paşa işin p , f Börekçi para kısmını kendi üzerine aldı. Gazi, Kuranın en güzel çevirisini Mehmet Akif Bey'inyapaca­ ğını düşünüyordu. Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi Hoca'nın da böyle düşündüğünü öğrenince memnun oldu. "Haydi bakalım Hoca Efendi, harekete geçin!" at



ZEKİ BEY (Üngör) yönetiminde İstanbul'dan gelen eski saray orkestrası, başka yer olmadığı için derme çatma Milli Sinema'da, Rumeli göçmenlerine yardım için bir konser verecekti. * İlanlar hazırlanıp uygun yerlere yapıştırıldı. Böyle bir olayın duyulması için ilana gerek yoktu. Herkes ânında duyardı. Biletler çabuk satıldı. Salonun bir bölümü ailelere ayrılmıştı. Müzik dinlemek, evden çıkmak, insan görmek isteyen birçok insan, özellikle İstanbullular koşa koşa geldiler. İçlerinde ilk kez bir konser dinleyecek Bakanlar vardı. Başbakan tavsiye ettiği için gelmişlerdi. Batı müziği ile hiç ilgileri olmamıştı. 24



Zeki Bey bu tür dinleyicileri düşünerek kısa, güzel, kolay par­ çalar seçmişti. Orkestra üyeleri sahnede yerlerini aldılar. Hepsi koyu renk giy­ siliydi. Önlerinde nota sehpaları vardı. Tam saatinde frak giymiş olan orkestra şefi Zeki Bey sahneye girdi, yürüdü, ortada durup dinleyicileri eğilerek selamladı. Deneyliler şefi alkışlayınca ötekiler de alkışa katıldı. Demek âdet böyleydi. Şef yerini aldı. Elinin bir işaretiyle konser başladı. 46 Üçüncü Bölüm



Parçaların bitişinde de herkes bilenleri bekledi. Onlar alkış­ layınca ötekiler de katıldılar. Bir-iki kez kahvelerde icra-yı sanat eden fasıl heyetlerini izlemiş olanlar vardı aralarında. Bu orkestra hiç onlara benzemiyordu. Birörnek giyinmişlerdi. En ufak bir lau­ balilik yoktu. Sanatlarını çok ciddiye aldıkları belliydi. Bu ciddilik dinleyicileri de etkilemekteydi. Kimse konuşmuyordu. Biri konuşsa 'ssssssst' diye uyaranlar oluyordu. Demek ki konuşmak yasaktı. Hmmmm. Bu kurallar ilk kez gelenleri belki sıkacaktı ama öyle olmadı. Çalınan parçalar çok güzeldi. Şefin yönetimi, selam verişleri çok zarifti. Sanatçılar çok ustaydı. Ur



4



1



1







t*



İyi kı gelmişiz. Kordiplomatiğe mensup bazı çiftler konserden sonra İstanbul Lokantasının az ilerisinde açılmış olan Fresko adlı yeni lokantaya gittiler. Burası İstanbul Lokantasından daha modern bir yerdi. Ya­ bancı çiftlerin lokantaya gelmelerine alışmışlardı. Ahmet Ağaoğlu'nun kızı Süreyya ile hanım arkadaşının öğle yemeği için yalnız başlarına İstanbul Lokantasına gelmeleri sorun olmuş, sorun Gazi'nin yardımıyla çözülmüştü. 240



BİNBAŞI VEDAT'la Vedia Cebeci'de tek katlı, küçük bir eve taşınmışlardı. Her yanda irili ufaklı yeni evler yapılıyor, şehrin nü­ fusu artıyordu. Binbaşı Faruk ile Nesrinin nikâhı Vedatlarda kıyıldı. Nesrinin şahitliğini Dr. Hasan, Faruk'un şahitliğini Binbaşı Vedat yaptı. Nikâhta Faruk'un ve Nesrinin birkaç arkadaşı da bulundu. Faruk ve arkadaşlarının göğüslerinde yeni verilmiş olan İstiklal Madalya­ ları parlıyordu. Faruk Ankara'ya atanmıştı. Nesrin yine Cebeci'de küçük bir ev bulmuş, Faruk gelmeden, ilk ihtiyaçları karşılayacak biçimde evi dayayıp döşemişti. Sonrasını birlikte yaparlardı. İmam, Nesrinin yüzü açık nikâh masasına oturmasından ra­ hatsız oldu ama sesini çıkarmadı. Birçok şey yıllardır değişiyordu. Kadınlar sokağa çıkar olmuştu. Yüzünü açanlar çoğalmıştı. Çeteci kadınlar erkek gibi ortalıkta dolaşmışlardı. Halide Hanım askere yaÜçüncü Bölüm 47



zılmıştı. Bazı Müslüman hanımlar hemşirelik yapıp erkeklere doku­ nuyorlardı. Bazı hanımların erkek doktora gittikleri söyleniyordu. Allah affetsin! Nikâhı kıydı. Kısa bir dua okuyup ayrıldı. Gençler geç saate kadar konuşup eğlendiler. Faruk İnebolu yo­ lunda nasıl tanıştıklarını anlattı. Dört yıl geçmişti aradan. Nesrin hastanenin açtığı kursu birincilikle bitirerek diplomalı hemşire ol­ muştu. Türkiye dört yıl içinde nereden nereye gelmişti. Belki bir yüz­ yıl geçmişti aradan. Ölen imparatorluğun yerini yepyeni, geleceğe uçmaya hazırlanan bir devlet almıştı. Faruk "Yarın akşam biz de bir devrim yapacağız!" dedi. Ertesi akşam Nesrini İstanbul lokantasına götürdü. Lokanta hakkındaki bilgiyi trenle Ankara'ya gelirken yol arkadaşlığı ettiği bir milletvekilinden öğrenmişti. Masaların yarıdan fazlası doluydu. Lokantanın sahibi, garson­ lar ve müşteriler şaşırdılar. Kızanlar da oldu. Çünkü ilk kez bir ha­ nım geliyordu lokanta^, Acaba kapıdan mı savmalı, ne yapmalıydı bu çifti? İstiklal Madalyalı bu genç binbaşıyı geri çevirmeyi göze alamadılar. Zaten binbaşıda da geri gidecek göz yoktu. Sapa bir yerde bulunan masayı gösterdiler. Faruk itiraz edecekti ama Nesrin engel oldu: "Böylesi daha iyi. Gel" Oturdular. Faruk kendine bir duble rakı, Nesrin'e portakal suyu istedi, mezeler söyledi. Ağır davranan suratsız garson bahşişini peşin alınca rüzgârlaştı. İyi giyimli, temiz yüzlü, orta yaşlı bir bey yanlarına yaklaştı, kendini tanıttı: "Ben Zonguldak milletvekili Tunalı Hilfff mı. Tunalı Hilmi Bey Ayağa kalktılar. "Buyrun efendim" "İzninizle bir dakika oturup gideceğim." Patronun koşturduğu iskemleye oturdu. 48 Üçüncü Bölüm



"Kadınlarımız hayata katılmazlarsa, milletvekili, vali, profesör olmazlarsa, uçak bile yapsak yine ilkel kalmışız demektir. Buraya gelmek cesaretini gösterdiğiniz için sizi kutlamak istedim. Uygarlık hapşırık değil ki bir anda gelsin. Böyle davranışlarla adım adım ka­ zanılır. Bu hareketiniz büyük bir adım. Afiyet olsun gençler." Başıyla selam vererek kalktı. 20 NİSAN 1924 günü yeni anayasanın görüşmeleri sona erdi. Meclis, Yunus Nadi Bey'in tahmin ettiği gibi cumhurbaşkanına ta­ nınması öngörülen kesin veto ve Meclis'i fesih yetkisini milli ege­ menliğe aykırı görerek kabul etmemiş, demokrasiye uymadığını düşündüğü hiçbir maddeyi, ifadeyi, terimi benimsememişti. Cumhuriyeti sonsuza kadar güven altına alacak olan 102. mad­ deyi alkış tufanıyla kabul etmişti. Bu maddenin son fıkrası 'Cumhu­ riyet rejimiyle ilgili maddenin asla değiştirilemeyeceğini, teklif dahi edilemeyeceğini' belirtiyordu. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu atalarının rejim konusundaki kararları böyleydi. Onca yoksulluk, çaresizlik içinde, nice kan, can, gözyaşı, acı, emek pahasına kurulan Cumhuriyetin ebedi olmasını istemiş, devletin temelini böyle atmışlardı. Bazı genç milletvekilleri toprak reformu gibi konular yer al­ madığı için bu anayasayı devrimci bulmamışlardı. Bu düşüncesini söyleyen bir milletvekiline Gazi Paşa şöyle dedi: "Anayasamız parlamenter demokrasi sistemine uygun bir ana­ yasa. Ama hiçbir devrime, hamleye engel değil. Olmadığını göre­ ceksiniz. Engeller kafalarda. Kadınlara seçme, seçilme hakkını niye çok gördünüz? Kadınlar cahillerse, erkekler cahil değil mi? Kadınsız demokrasi olur mu? Evde annenizin, kardeşinizin, eşinizin yüzüne nasıl bakıyorsunuz?" 25



22 NİSAN günü Meclis, genel af dışında tutulan 150 kişiyle ilgili listeyi bir daha tartıştı. Hainler 150 sayısına sığmıyordu ki. Bazıları iyi yurttaş olarak yetiştirilmedikleri, eğitilmedikleri için kolayca düşmana satılmış­ lardı. Üçüncü Bölüm 49



Lozan'da kararlaştırılan genel af dışında sadece 150 kişinin bırakılmasına razı olunmuştu. Listeye sığmayan hainler usul usul, gizlice, neler yapacaklardı? Meclis son tartışmalardan sonra gece yarısı hainler listesini kesinleştirip kabul etti. Bunlar hainliklerini bildiklerini için zaten yurtdışına kaçmışlardı. Çoğu harıl harıl Türkiye aleyhine çalışıyor­ du. Türkiye'ye girmeleri yasak edildi. 26



ESKİ SULTAN Vahidettin, eşleri, ve eşlerinin yardımcıları ge­ leceği için San Remo'da daha büyük bir köşke, Villa Magnoli'ye ta­ şınmıştı. Sonunda bekledikleri geldi. İstanbul'dan gelen harem erkânı Birinci Kadınefendi Nazikeda Hanım, İkinci Kadınefendi Meveddet Hanım, son eşi Nevzat Ha­ nım, Nevzat Hanım'ın kız kardeşi Nesrin Hanım, 2. Hazinedar Kal­ fa ile bazı saraylılardan oluşuyordu. Eski Sultan en çok, son eşi Nevzat Hanım'ın gelmesine sevinmişti. Onu çok öz­ lemişti. Bu arada 150'liklerden, eski Kuva-yı İn­ zibatiye subayı Tarık Mümtaz Göztepe de eski Sultana yanaşmıştı. Villanın geniş bah­ çesi içinde küçük bir köşk vardı. Eski Sulta­ nın parasını yöneten Yaver Zeki Bey burada kalıyor, refah ve konfor içinde yüzüyor, eski sultanın sınırlı servetini har vurup harman savuruyordu. Bu küçük köşkte de İtalyan Vahidettin kızları hizmet ediyorlardı. Tarık Mümt az Du köşkün bir odasına yerleşti. Eski Sultan ölene kadar burada bolluk içinde yaşayacak, birçok olaya, şaşırtıcı sahneye tanık olacak, anı­ larında anlatacaktı. Tarık Mümtaz Bey'e göre durum şöyleydi: "Kadınefendiler iyle, hazinedar ustalarıyla mükellef bir harem hayatı vücuda gelmiş, musahipler, yaverler ve esvapçıbaşılardan ibrikçibaşına kadar bütün beyler kadrosu kuruluvermiş ve saray düzeni tam tertip canlanmıştı.., Osmanlı imparatorluğunun bütün teşrifat ve merasim usulleri olanca titizliği ile korunuyordu... Sul­ tan adamlarına, padişahlığı sırasında aldıkları maaşları gurbette 50 Üçüncü Bölüm



de fazlasıyla ve düzenli olarak ödüyordu. Ayrıca Yıldız Sarayı'nın meşhur mutfağını aratmayacak mükellef ve zengin bir mutfak sofra sofra yemekler yetiştiriyordu. Öğle ve akşam yemeklerine burada bir de mükellef sabah ve ikindi kahvaltıları ilave edilmişti... Bu küçük Yıldız Saray ı'nda yaşayanlar 40 kişiye yakındı!' * Tarık Mümtaz Göztepe'ye göre eski Sultan, Türkiye Cum­ huriyeti nin düşmanlarına da para yardımında bulunuyordu. * Bu gösterişli gurbet hayatına, Zeki Bey'in hovardalığına, Cum­ huriyet düşmanlarına ve siyaset bezirganlarına yatırım yapmaya eldeki para ne kadar dayanırdı? 26



26



5



26c



TBMM'nin açılışının dördüncü yıldönümüydü. Kutlama töreninden sonra Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Bakanlar, milletvekilleri, yük­ sek yöneticiler geçit törenini izlemek için Meclis balkonlarında ve bahçesinde yer aldılar. Siviller koyu renk elbise, redingot, jaketatay giymişlerdi. Bugünkü Ulus meydanı ile istasyona inen yolun iki yanı halkla doluydu. Kadınların çoğu Millet Bahçesi'nde toplanmıştı. Ankara halkı milli törenlere katılmayı ihmal etmezdi. Birlikler, okullar, dernekler Meclis'in önünden geçip istasyona doğru gideceklerdi. Askeri bir bando, trampet ve boru gösterisin­ den sonra bir marşa başladı. İlk olarak bir tören birliği geçti. Onları seğmenler izledi. Sonra ilk, ortaokul ve lise öğrencileri gelmeye başladı. Derken bir kara kitle belirdi. Yaklaştı. Bunlar Kız Öğretmen Okulu öğrencileriydi. Yüzleri açıktı ama hepsi kara çarşaflıydı. Onları özel giysileri ile zanaatkarlar ve esnaflar izledi. Falih Rıfkı Bey akşam Gazi'nin davetlisiydi. Yemeğe geçmeden konuyu açtı: "Kız Öğretmen Okulu öğrencileri kara sel gibi önümüzden akıp gittiler. Sıkmabaşlı, mantolu olamazlar mıydı?" Ruşen Eşref Bey güldü: "Geçen yıl peçeliydiler! Bu yıl peçesizler. Bu büyük bir gelişme." M. Kemal Paşa, "Kadınların giyimine karışmayalım." dedi, "..Yüzlerini açmaları ileri bir davranıştır. Hiçbir hanım zarafeti, uyÜçüncü Bölüm 51



garca olanı reddetmez. Zamana ihtiyaçları var. Cesaretlerini kırma| yalım, yeter" ! Yaşlıca bir misafir bilgi verdi: i "Halkımızın neredeyse tamamı köylerde yaşıyor. Köylü hanım! larımızın yüzleri her zaman açıktır. Böyle çarşaf filan giymezler. Giyseler tarlada, bağda, bahçede çalışamazlar. Aç kalırız. Bu yüz­ den onlara kimse 'yüzünüzü örtün', 'evde oturun', 'elinizin hamuruyla erkek işine karışmayın' demez. Hepsi erkeklerin işlerini yapar. Erkekler kahvede vakit Öldürür. Örtünme kasabalarda başlar, şehir­ lere kadar uzanır. Çünkü kadının ev dışında, tarlada, bağda, bahçe­ de zorunlu işi yoktur. O yüzden çarşaf kasabalarla şehirlerimizde giyilir. Suriye'den gelme bir giyim tarzı olduğu söyleniyor. Bizim >ehir usulü giyim tarzımız ferace idi. Dönemine göre de güzel bir giyim tarzı idi" Paşa Falih Rıfkı Bey'e döndü: "İstanbul'da üniversitede, bazı kızlarımızın başlarını tamamen açtığını duydum. Doğru mu?" - "Evet efendim. Önce kimya labaratuvarında başlamış. Şimdi ıbbiyede yayılıyormuş. İstanbul hanımları yıllardan beri bağ­ nazlıkla savaşıyorlardı. Onlar da bağnazlığın bir bölümünü denize iöktüler." Hanımlar keyifle gülüştüler. 27



MÜTAREKE sırasında yazarlar, şairler, işgalcilerle başları der­ de girmesin diye pek az toplanırlar, daha çok mektuplaşırlardı. Ede­ biyat dünyası mektuplara sığınmıştı. Zaferle birlikte her şey değişti. Kadın-erkek, genç-yaşlı, ünlü-ünsüz sanatçılar evlerde sık sık ^iraraya gelmeye başladılar. Şükûfe Nihal Hanım gibi çok güzel bir şairin, Nezihe Muhittin Hanım gibi kadın hakları için mücade­ le eden yiğit bir yazarın katıldığı toplantıların tadı, havası, neşesi, zevki, heyecanı başka türlü oluyordu. Beklenmedik aşk rüzgârları esiyordu. Her toplantı bir edebiyat şenliği gibiydi. Herkes son eserini okuyordu. Herkes birbirine saygılıydı. Dil yavaş yavaş sadeieşiyor, aruz yerini usulca hece veznine bırakıyor, konular değişiyordu, f 52 Üçüncü Bölüm



Yahya Kemal, Mehmet Emin Yurdakul, Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Onaydın, Samih Rıfat Bey, Y. Kadri Karaosmanoğlu gibi şair ve yazarların milletvekili seçilmeleri hepsini gururlandırmıştı. Belki için için kıskananlar da olmuştu ama hiç belli etmemişlerdi. İki yıldır yazılan romanlar büyük ilgi görüyordu. Hepsi ülkeyi, toplumu, gerçek in­ sanları anlatıyordu: Çalıkuşu, Ateşten Göm­ lek, Kiralık Konak, Sözde Kızlar... Edebiyat Türkiye'nin edebiyatı oluyorŞükûfe Nihal Hanım j du. Dergilerin sayıları artmıştı. Gazetelerde sanat sayfalan yer alıyordu. Felsefeciler de biraraya gelerek dernek kuracaklardı. 273



TÜRK OCAĞI yeniden örgütleniyordu. Ankara şubesi de bü­ yük bir Ankara konağında açıldı. Sevinçle karşılandı. Direniş duy­ gusunun oluşmasında Ocakların da büyük hizmeti geçmişti. Gazi Ocakların, 'Cumhuriyet yönetimine bağlı, çağdaş ve gerçekçi bir kültür milliyetçiliğinin işleneceği, halka Cumhuriyet anlayışını ya­ yacak kuruluşlar olmasını' istiyor, bunu sağlamaya çalışıyordu. Muhafız Taburundan birkaç subay, komutanları İsmail Hakkı Bey'den izin alarak üye olmak için Türk Ocağı'na başvurdu. Hemen kabul edileceklerini sanıyorlardı. Günler geçti, yanıt gelmedi.İsmail Hakkı Beyin tuhafına gitti. Ocağa giderek bu gecikmenin nedenini sordu. Aldığı yanıt karşısında kanı dondu. Yetkili şöyle demişti: "Bu subayların Ocağa kabulleri için, özellikle ırk bakımından bir engel olup olmadığını anlamak üzere soruşturma yaptırıyoruz. Henüz sonuç alınmadı." Bu subaylar Ankara Subay Talimgahından mezun, Büyük Taarruz a katılmış, ölüme yürümüş subaylardı. İsmail Hakkı Bey kendi konumunu düşünerek adamın yüzüne tükürmedi. Başkanla­ rı Hamdullah Suphi Bey'i bulup konuştu. Bu tutumu ağır bir dille protesto etti. Subaylar da tek tek, Meclis'e girerken Hamdullah Suphi Bey'i çevirerek, 'haklarında hangi sıfat ve yetkiyle böyle bir soruşturma yaptırmakta olduğunu* sordular. Hamdullah Suphi Bey durumu Üçüncü Bölüm 53



Gaziye şikâyet etti. Gazi İsmail Hakkı Bey'i çağırarak olay hakkında bilgi vermesini istedi. İsmail Hakkı Bey olanları olduğu gibi arz etti. "Ne diyorsun çocuk?" öfkeden gözlerine kan oturdu. Herkesi yurtseverlik çevresin­ de, bir isim altında, eşit haklara sahip olarak toplamaya çalışan yeni devlette böyle bir ırkçı yaklaşım affedilemezdi. Gazi ölüm-kalım günlerinde yararlı hizmetler görmüş olan Türk Ocağı'nı sever ve korurdu. Bu olaydan sonra Türk Ocağı'nı izlemeye aldı. Hamdullah Suphi Bey'i de şiddetle uyardı. Yakın çevresine ara sıra şu soruyu soruyordu: "Türkiye Cumhuriyeti adını taşıyan yeni bir milli devlet kur­ muşuz. Türkiye'de ayrıca Türk Ocağı olur mu? Bu ad öteki unsur­ lara sürekli olarak kendi öz benliklerini hatırlatmaz mı? Onlar da kendi adları ile ocaklar kurmak isteseler, bunun sonu nereye varır? Parçalanmaktan yeni kurtulduk." 270



İSTASYONUN yanında bulunan iki katlı lojmanlardan biri boşalmıştı. Lojman, ailesini Ankara'ya getirtebilmek için çırpınan Başbakan İsmet Paşa'ya verildi. Hemen mektup yazarak Mevhibe Hanım'a durumu bildirdi: "Hanımcığım Artık evimiz var. Ankara'ya gelebilirsiniz" Aile yedi yıl sonra en sonunda bir çatı altında toplanabilecekti. x



EĞİTİM BAKANLIĞINDA günlük işler bitince, yöneticiler hemen her akşam Bakanın odasında toplanıyor, o gün yapılan işler açıklanıyor, sonra eğitim sorunları, çözüm yolları, Türkiye'ye ge­ rekli eğitimin içeriği ve yöntemi tartışılıyor, eski denemeler değer­ lendiriliyordu. Büyük sorunlardan biri öğretmen sayısının eksikliğiydi. Hız­ la birçok yeni öğretmen yetiştirmek, yeni okul açmak gerekiyordu ama bunu gerçekleştirecek ne yeterli para vardı, ne de yetecek ka­ dar uzman öğretmen. Dönemin büyük eğitimcilerden ABD'li Prof. John Dewey'i bir önceki Bakan Türkiye'ye davet etmişti. Yoğun bir programı oldu­ ğu bilinen bilginin gelebileceği ümit edilmiyordu. Vasıf Bey akşam 54 Üçüncü Bölüm



plantısında Mr. John Dewey'den olumlu yanıt geldiğini açıklaya­ rak yöneticileri sevindirdi. Mr. John Dewey Ağustos ayında eşiyle birlikte İstanbul'da ola­ bileceğini bildiriyordu. t BU SIRADA Gazi Paşa'ya Güneydoğudan gizli iki mektup geldi. Bazı şeyhlerin ve ayrılıkçıların kuşku verici halleri bildiriliyordu. Gazi mektupları hükümete verdikten sonra eski refakat subayı, şimdi Siirt milletvekili Mahmut Bey'i (Soydan) köşke davet etti, misafir odasına aldı. Kahveler içilirken konuyu açtı: "Ağalık/beylik düzeni ile Cumhuriyet birlikte yürür mü?" Mahmut Bey duraksamadan "Yürümez!" dedi. "Yürümez ya. Aşiret, kabile mensuplarının hiçbiri özgür de­ ğil ki. Ağa, bey, reis ya da şeyh ne dilerse onu yapmak zorunda. Bir çeşit köle. Böyle Cumhuriyet yurttaşı olur mu? Bu düzene son vermezsek Kürt halkına çok büyük haksızlık etmiş oluruz. Kan dökmeden bu çağdışı, insan onuruna aykırı, adaletsiz düzeni nasıl tasfiye edebiliriz?" Cumhuriyetin önündeki en önemli, en çetin, en yaman birkaç sorundan biri de buydu. Ağaya, beye, reise, şeyhe tutsaklığı kır­ mak, bu sömürüyü bitirmek gerekiyordu. Bütün aşiret mensupları Edirne'deki, İzmir'deki, Antalya'daki, Ankara'dakiler gibi özgür ve özerk yurttaşlar olmalıydılar. Ama nasıl sağlanabilirdi bu sonuç? ".Ben Doğudaki görevlerim sırasında, savaş içinde, bu durumu inceledimdi. Tam ortaçağ düzeni. O zaman da savaş bitip vatanı­ mızda kendi başımıza kalınca ne yapılabilir diye hayale dalar gi­ derdim. Kürtleri sevdiğimi bilirsin. Tek manevi oğlum Abdürrahim Kurttur. Ağalık, beylik kaldırılmalı, her aşiret mensubunun kendine ait toprağı ya da bir işi olmalı diye düşünürdüm. Birkaç nesil hiç ara vermeden bu davaya sahip çıkarsak, bu güzel hayal gerçekle­ şebilir. Yeter ki hızlı başlayıp sonra gevşemeyelim. Dinimizi doğ­ ru öğrenmelerini de sağlamalıyız. Şeyhler, seyitler bunları kimbilir nasıl kandırıyorlardır. Senden ricam, ağaları, beyleri huylandır­ madan, ağzı sıkı birkaç arkadaşınla daha konuş, tartış. Bu sorunu hakça, adilce, bin yıllık tarih kardeşliğine yakışır bir biçimde nasıl 270



27d



Üçüncü Bölüm 55



çözebiliriz, bu insanları özgürlüklerine ve haklarına nasıl kavuşturabiliriz? Uygarlığı nasıl paylaşabiliriz? Bunlar silahlı yaşamaya alışmışlar. Soygunculuk bir kısmının geçim yolu olmuş. Bu çirkin alışkanlıkları da gidermemiz gerekiyor. Çareler geliştirin. Sonra yine konuşalım." 27e



YUNUS NADİ BEY İstanbul'a geldi. Anadolu'ya kaçalı beş yıl olmuştu. Halkın gülen yüzü, dükkânların çalışıyor olması, Boğaz vapurunda halkın neşesi, kadınların giyimleri, özgür davranışları, yabancı savaş gemilerinden arınmış Boğaz'ın mavi güzelliği içini se­ vinçle doldurdu. Kadınlar kocalarıyla birlikte artık Boğaziçi gemile­ rinin güvertesinde oturabiliyorlardı. Bu yüz yıllık bir sıçrayış idi. Ankara'dan uzun zaman uzaklaşamazdı. Hızlı davrandı. İs­ tanbul'da, gazetenin başında bulunacak birine ihtiyaç vardı. Göre­ vine son verilince İstanbul'a dönen Zekeriya Sertel, ayrıca Nebizade Hamdi Bey'le anlaştı. Cağaloğlu'nda bir yer tuttular. Gazete elle dizilecek, rotatifte basılacaktı. Sekiz sayfa olarak, üç kuruşa satılacaktı. Cumhuriyet 7 Mayıs 1924 Çarşamba günü yayımlanmaya baş­ ladı. İlk sayıda Yunus Nadi Bey'in M. Kemal Paşa ile yaptığı röpor­ taj yer aldı. Satış sayısı 7.000'de karar kıldı. Başlangıç için bu iyi bir sayıydı. Başyazıları Yunus Nadi Bey yazacaktı. Çok güçlü bir yazar kadrosu oluştu: Ziya Gökalp, Aka Gündüz, Reşat Ekrem Koçu, Ahmet Rasim, Peyami Safa, Ahmet Refik, ismail Habip, Abidin Daver, Vedat Nedim, Halit Ziya, Fuad Köprülü, Halit Fahri Ozansoy... 27f



ESKİ MİLLETVEKİLİ Ziya Hurşit Bey İstanbul'da Yemiş iskelesindeki küçük yazıhanesinde sebze-meyve ticareti yapıyordu. İşi iyi gitmiyordu. Sıkıldıkça İttihatçı Kara Kemal'e uğruyor, birlikte Ankara yönetimini çekiştiriyorlardı. Kara Kemal'e sık sık uğrayan­ ların sayısı az değildi.



Kimi zaman da yeni Meclis'e seçilmemiş eski muhalifler, Ziya Hurşit Bey'e geliyor, kaynatıyorlardı. Muhalefet ocağı hiç söndürülmüyordu. ikinci Grup olarak örgütlenip seçime hazırlıklı giremedikleri için kendilerine kızıyorlardı. * 278



56 Üçüncü Bölttm



Ziya Hurşit Halk Partisi'nin kendisini seçim listesine koyma­ mış olmasını hiç hazmedememişti. Genç Bakanları gördükçe kız­ gınlıktan deliriyordu. Kendisinin 'yabana atılacak bir genç olmadı­ ğına' inanmaktaydı. Düşündükçe öfkeden kasları titriyordu. Düşüne düşüne öfke­ sini iyice azdırdığı bir gün yazıhaneye eski İkinci Gruptan, İttihatçı Hafız Mehmet Bey geldi. Ziya Hurşit Hafız Mehmet Bey'e güvenir­ di. Az çok hemşerisi sayılırdı. Korkusuzca içini açtı: "Hafız Mehmet Bey, ben bazı arkadaşlarımla birleşerek An­ kara'da bir hükümet darbesi yapmak istersem, bize yardımcı olur musun?" 1 Hafız Mehmet Bey iktidar kapısını aralayan bu soruyu hiç dü­ şünmeden yanıtladı: "Evet. Yardımcı olurum." Yeğeni Vahap'ı ve motorcu Mehmet'i de Ziya Hurşit'in emrine verdi. ' 27h



27



KOŞKUN çevresindeki bütün ağaçların yaprakları güneş altında se­ vinçle titriyorlardı. Paşanın kendi eliyle diktiği ağaçlar da iyice büyümüştü. Bu Martta yeni ağaçlar da dikmişti. Sabah­ ları bütün ağaçlan ve fidanları bahçı­ vanla birlikte ziyaret edip gözden ge­ çiriyordu. Latife Hanım'a "Ben buraya, Latife Hanım bu çevredeki gür yapraklı birkaç güzel ağaç yüzünden taşındım" demişti. Atlara da göz atıyor, sevip okşuyor, bakımlarını denetliyordu. Ara sıra Latife Hanım ile birlikte atlanıp Eymir gölüne kadar gidi­ yorlardı. Bu sabah Nuri Conker, Kılıç Ali ve Salih Bozok'u çağırmıştı. Latife Hanım'la Abdürrahim'in gelmesini de istedi.



28



Paşa'nın ileri tarım tekniğini uygulatacağı örnek bir çiftlik kur­ mak istediğini biliyorlardı. Bu isteğini birkaç kez heyecanla anlat­ mıştı. Bir yerlere gidip bakıyorduff "Haydi bakalım, çiftlik için düşündüğüm yere gidiyoruz!" Üçüncü Bölüm 57



aşa'nın otomobili öne düştü. Öteki iki araba arkasına takıldı. Hava iyice ısınmıştı. Uzun süre, sarsıla sarsıla, toz içinde, toprak yollardan zorlukla geçerek şehir dışına çıktılar. Şoför yolu biliyor­ du. Kel bir tepenin üzerinde durdu. Paşa inince hepsi indiler. Bir tek ağacın olmadığı uçuk sarı bir bozkırın ortasındaydılar. Uzakta, ortada, tek katlı bir kerpiç kulübe vardı. Bir tane de ahlat ağacı. Orada burada hayvan iskeletleri gö­ rünüyordu. Bataklık kokan bir kuru yel esmekteydi. "İşte satın almaya karar verdiğim yer burası. Şehre yakın. İçin­ den tren yolu geçiyor. Ne dersiniz?" Hepsinin neşesi kaçmıştı. Latife Hanım, ümitsiz bir sesle, "Ama burası çorak, ölü bir yer." dedi, "..Burada örnek bir çiftlik ku­ rulamaz k i " Nuri Bey de itiraz etti: "Paşam vaz geç Allah aşkına! Bu çorak toprakta ısırgan otu bile bitmez." Kılıç Ali, Salih Bozok, İsmail Hakkı Tekçe ve Yaver Rüsuhi Bey de ümitsiz bir hava içindeydiler. Görünen arazinin heves ve ümit verecek hiçbir özelliği yoktu. Paşa aldırmadı: "Ben sizden önce burayı bazı tarımcılara gösterdim. Hepsi bol ağaçlı, sulu, hazır bir yer almamı tavsiye ettiler. Ben farklı dü­ şünüyorum. Burası çorak değil, bakımsız. İşlenmemiş. Yani sevgi görmemiş. Tıpkı zavallı halkımız gibi. Bir zaman sonra buranın da, halkımızın da canlandığına tanık olacaksınız. Toprağın bu halini görmenizi istedim. İlerde bakalım hepiniz ne diyeceksiniz?" 283



VEDATLAR istanbul'a gitmiş, Vedia ailesini, Vedat ablasını ve paşa eniştesini görmüştü. Paşa iyice çökmüş, ablası durup durup Nesrin'i soruyormuş. Vedat Nesrin'e sordu: "Sen de bizimle gelir misin?" Nesrin, babasına da, annesine de hâlâ kırgındı. Ama 'hayır* de­ mekten utandı. Sonunda o da gitti. Babası saltanatın bitirilmesini, halifeliğin kaldırılmasını affedemiyordu. Cumhuriyet ne yapsa be­ ğenmiyordu. Nesrin'e yüz vermedi. Annesi "O aptal Ankara'da, o kalpaklı, çizmeli adamların arasında ne yapacaksın, evine dön" diye 58 Üçüncü Bölüm



ısrar etti. Aptal Ankara ha! Hâlâ hiçbir şeyin farkında değillerdi. Bencilliklerine gömülmüş yaşıyorlardı. Bir daha baba evine gitmeyecekti. MİLLETLER CEMİYETİ çocuk hakları hakkında beş maddelik bir bildirge hazırlamış ve ülkelerin imzasına açmıştı. Bildirge Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi adını taşıyordu. Bi­ rinci maddesi şöyleydi: "Çocuk bedenen ve ruhen tabii bir surette büyümeye elverişli şartlar içinde bulundurulmalıdır!' Her maddesi çocuğu esirgeyen, koruyan bildirgeyi Gazi büyük bir şevkle karşıladı, ilk imzalayan Devlet Başkanları arasında yer aldı. I" "Gazi M. Kemal" imzalı bildirge bütün çocuk yuvalarında ve ilkokullarda duvarlara asıldı. 29



LOZAN ANTLAŞMASI gereğince Türkiye ile İngiltere arasın­ da Musul için görüşmeler İstanbul'da, Haliç kıyısındaki eski Bahriye Nazırlığı binasında başlayacaktı. Türkiye'yi Fethi Okyar, İngiltere'yi yakındoğu uzmanı olarak bilinen Sir Percy Cox temsil edecekti. Görüşmeler 19 Mayıs 1924 Pazartesi günü Nazırlığın süslü, görkemli toplantı salonunda başladı. İki temsilci yanlarında danışmanlar ve uz­ manlar, büyük masada yerlerini aldılar. Lozan Antlaşması'na göre görüşmeler 9 ay içinde bir sonucu ulaşmazsa konu Milletler Cemiyeti'ne aktarılacak, kesin kararı Milletler Cemiyeti ve­ recekti. Türkiye ile Irak sınırı, Türkler ile İngilizler Fethi Okyar arasındaki anlaşmazlık yüzünden belirleneme­ mişti. Geçici bir durum vardı. Konu Türkiye için vatanın bütünlüğü, İngiltere için petrol sorunuydu. Türkiye'de Musul'a, haksız işgal edilmiş talihsiz bir il olarak bakılıyordu. Anavatana bağlanması isteniyordu. Başka türlü düşünen tek kişi yoktu. İngiltere ise petrol yatağı Kerkük yüzünden Musul'u Türkiye'ye kesinlikle vermemek kararındaydı. Üçüncü Bölüm 59



Görüşmeler 2 1 , 2 4 Mayıs ve 5 Haziran günleri sürecek, Sir Percy Ccoc MusuPu vermeye yanaşmak bir yana, Lozan Antlaşması'na aykırı olarak Türkiye'den Hakkari'nin bir bölümünü isteyecek, bu­ nun üzerine konferans kesilecekti. İngiltere şimdi ne yapacaktı? BU SIRADA Gelibolu'da sonu büyük acıyla bitecek bir olay oldu: Fikriye evden kaçmıştı. Handan büyük bir kaygıyla annesine koştu: "Anneeeee! Fikriye yok. Gitmiş." Nimet Hanım ilk bulduğu yere çöktü. Heyecandan dizleri çözulmuştu. "Ne demek gitmiş?" "Gitmiş işte. Bir de not bırakmış. Diyor ki: 'Kısa zamanda dön­ mezsem eşyalarım Handan*a verilecek!" Nimet Hanım'ın gözleri doldu: "Ah." Bu küçük not Nimet Hanım'a bir vasiyet gibi gelmişti. Handan da oturdu. Bir yıldan fazla Gelibolu'da Fikriye ile birlikte yaşamış­ lardı. Fikriye'nin yüzü hep beyazdı. Gözleri dalıp dalıp giderdi. An­ kara günlerinden hiç söz etmezdi. Gazetelere bakmazdi|Sık sık ve uzun uzun Paşasına mektup yazar ve yollardı. "Ankara'ya gidecektir. 'Gideceğim' diyordu. Sonunda gitti."



30



FİKRİYE evde çalışan Emine adlı kadının nüfus kâğıdını alarak yola çıkmıştı. Kimlik denetimi yapılırsa bunu gösterecekti. Bu kez Ankara'ya ulaşmaya kararlıydı. Bütün eşyalarını bırakmış, kabzası sedef işlemeli bir tabancayı yanına almıştı. Vapıfrla İstanbul'a ulaştı. Kimlik denetimi y o k t u . Haydar paşa'dan rahatça trene bindi. 26 Mayıs 1 9 2 4 sabahı Ankara'ya indi. Yüzünü yarı örterek bir faytona bindi: "Çankaya Köşküne lütfen, Gazi Paşa'nm evine."



Köşkün kapısına kadar gelmeyi başardı. Evin kapısındaki gö­ revliden 'Yaveri çağırmasını' rica etti. Rüsuhi Bey geldi. "Adım Fikriye. Gazi Paşa'yı görmek i s t i y o r u m . Beni tanır. Lüt­ fen haber verir misiniz?" 60 Üçüncü Bölüm



Rüsuhi Bey bu adı duymuştu. Soruna yol açacak bir gelişti bu. Haber vermemek, geciktirmek olmazdı. Paşa ve eşi yemek odasında kahvaltı ediyorlardı. Çekinerek girdi. Bu sırada Paşa ile Latife Ha­ nım tartışıyorlardı. Akşam yemekte misafirlerden Şükrü Saraçoğlu şampanya is­ temiş, gecikince şampanya istediğini hatırlatmıştı. Bu ısrara sinir­ lenen Latife Hanım da bir saracın oğlu olduğunu öğrendiği Şükrü Bey'e, küçümseyerek, "Eskiden beri şampanya mı içerdiniz?" diye sormuştu. M. Kemal Paşa bu incitici soruyu duyunca, kıpkırmızı kesile­ rek Latife Hanım'ı sert bir şekilde uyarmış, Latife Hanım kalabalık sofrayı terk etmişti. Latife Hanım Rüsuhi Bey'i gördü ama tartışmayı kesmedi, ak­ şamki tavrını savunmayı sürdürdü: "Ne yapayım, şampanya diye ısrar edince sinirim bozuldu. Köylü herif, babasının evinde de mi şampanya içiyormuş?" "Latif, o bir saracın oğlu, ben bir küçük memurun, bir esna­ fın oğluyum, sen bir kasaba halıcısının torunusun. Biz halkız, sade insanlarız. Aramızda fark yok. Şükrü Bey halkın temsilcisi. Bizim misafirimiz. Benim arkadaşım. Nasıl böyle davranabilirsin?" Rüsuhi Bey bu özel konuşmaya tanık olmak istemediği için varlığını öksürerek belli etti. Paşa başını çevirdi: "Bir şey mi var Rüsuhi Bey?" "Evet efendim. Fikriye Hanım geldi." Latife Hanım atıldı: "Kim, kim?" M. Kemal Paşa yumuşak, yatıştırıcı bir sesle, "Fikriye, yeğe­ nim." dedi, Rüsuhi Bey'e döndü, "..Muzaffer Fikriye Hanım'ı tanır, misafir odasına alsın." Bu kez Latife Hanım kıpkırmızı kesildi: 30a



"Hayır! Kabul edemezsin!" Rüsuhi Bey'e bağırdı: "Kov gitsin!" Paşa Latife Hanım'ı yatıştırmak istiyordu ama Latife Hanım zarif kişiliğine hiç yakışmayan, arada bir geçirdiği sinir krizine gir­ mişti yine, fırladı, ayağını yere vura vura bağırdı: "Çabuk dediğimi yapın! Hemen! Geldiği yere dönsün!" Üçüncü Bölüm 61



Paşa da ayağa kalkmıştı: "Bak Latife..." Tartışmaya tanık olmamak için Rüsuhi Bey dışarı kaçtı. Mu­ zaffer Kılıca Fikriye Hanım'ı geri göndermesini söyledi.Muzaffer Bey kıvrandı: "Beni affedin. Fikriye Hanım yıllarca hepimize kardeşlik etti. Bir gün bile birimizi incitmedi. Bu görevi lütfen başkası yerine ge­ tirsin. Ben bu nankörlüğü yapamam." Ama Rüsuhi Bey'in emri kesindi. Muzzaffer Kılıç dışarı çık­ mak zorunda kaldı. Fikriye ye durumu kekeleyerek, en hafif, en az incitici sözcüklerle anlatmaya çabaladı. Verem hastalığı Fikriye'yi büsbütün duyarlı yapmıştı. Acıyla durumu anladı. Gözlerinin ya­ şarmasına engel olmaya gücü yetmedi. Soğukça vedalaştılar. Fayton uzaklaştıktan bir süre son­ ra bir silah sesi yansıdı. Sese koşanlar korkudan dili tutulmuş olan arabacıyı, .....ayı, intihar et­ miş olan Fikriye'yi ve tabancasını buldu­ lar. Boynundaki kehribar teşbih kopmuş, taneleri faytonun içine, içinden basama­ ğa, basamaktan yere dökülüyordu. Fikriye daha ölmemişti. Hızla has­ taneye kaldırıldı. Ama kurtarılamayacaktı. Şimdiki Ankara Radyosu'nun ve yanındaki binaların bulun­ duğu yerdeki mezarlığa, şehitlerin yanına gömüldü. Olay Fikriye'yi tanıyan, seven herkesi yüreğinden vurdu. En çok Gaziyi. 31



YURTDIŞINA gönderilecek gençler için tasarlanan sanat ve bilim sınavlarıyla ilgili hazırlıklar sona ermişti. Gazeteler aracılığı ile sınav ve şartları duyuruldu, okullara bil­ dirildi. Öğrenimleri bitene kadar bütün giderleri devlet karşılaya­ caktı. Sınavlar 1924 Ağustosunda yapılacak, sonuçlar Cumhuriyet Bayramında açıklanacaktı. 62 Üçüncü Bölüm



Birçok genç başvuruda bulundu ve sınava hazırlanmaya baş­ ladı. HAFIZ MEHMET BEY Kadıköy iskelesinde İzmit milletvekili, eski İttihatçı Şükrü Bey'e rastgeldi. Sarhoş Şükrü diye bilinirdi. Halk Partisi adayı olarak Meclis'e girmişti ama arkadan Halk Partisi'ne de Gazi Paşaya da verip veriştiriyordu. Bütün koyu İttihatçılar gibi bu da memleketi İttihatçılardan başkasının yönetebileceğini kabul etmezdi. Her şeyi en iyi onlar bi^p. lirdi. Eski İttihatçı olduğunu bildiği Hafız Mehmet B e y i sakin bir köşeye çekti. O da h ü k ü m e t i devirmek istiyordu. "Benimle birlikte olursun değil mi?" iktidar özlemiyle kavrulan ittihatçıların maceracı, komitacı ruhu canlanmış gözüküyordu. Hafız Mehmet Bey Ziya Hurşit'e evet dediğine pişman olmuş­ tu. Bunlarla yola çıkmak tehlikeliydi. Biri deli, biri alkolikti. Korktu. Yeğeni ile motorcu Mehmet'e haber yollayarak Ziya Hurşit'ten uzak durmalarını istedi. MEVHİBE HANIM, anneler ve Ömer Haziranda Ankara'ya eelmiş, lojmana yerleşmişlerdi. Hep Ankara'da kalacakları belli olduğu için İsmet Paşa Çankaya Köşkü'ne yakın bir yerde iki katlı, eski bir ev satın almıştı. Ev parça parça onarılıyordu. Paşanın aylığı toptan bir onarıma yetmediği için yeni eve taşınmaları altı ayı bulacaktı. Mevhibe Hanım eve yerleşir yerleşmez randevu alıp Latife Hanım'ı ziyarete gitti. İzmir'de de birlikte olmuşlardı. Latife Hanım'ı beğenmiş, M. Kemal Paşa'ya yakışan bir eş olarak görmüştü. Ziyaretten yine be­ ğenerek döndü. Durumu İsmet Paşa'ya anlattı. Paşa da çok sevindi. Kulağına bazı tatsız söylentiler çalınmıştı. Hepsinin dedikodu ol­ duğunu düşünerek rahatladı. Oysa tatsızlıklar gittikçe derinleşerek sürüyordu.



32



BAKIRKÖY'de Ö ğ r e t m e n l e r Birliği lokali daha açılmamıştı» Orhanlarda toplanmayı sürdü] üyorlardı. B a / t l a n n m eşleri de ge­ liyordu. Üçüncü Bölüm 63



Konuşulup tartışılacak konu, sorun, dert, sevinç o kadar çok­ tu ki. Eğitimden dayağın kaldırılması büyük bir gelişimdi. Falaka Ömer Seyfettin'in hikâyesinde kalmıştı. Çocuk döven öğretmen şiddetle cezalandırılıyordu. Çocuk eğitiminin bir bilim olduğu anf laşılmıştı. Bunlara seviniyorlardı. Son tartışma konusu Arapça kökenli alfabenin yerine Latin harflerine dayalı, daha sade, öğrenmesi daha kolay, Türk diline uy­ gun bir alfabenin kabulüydü. Bu düşünceyi ateşli ateşli destekle­ yenler de vardı, ateş püskürerek kabul etmeyenler de. Karşı çıkanlar özellikle, Arapça kökenli alfabeyle yazılı kitap­ ların, yani büyük bir kültür hazinesinin geçersiz kalacağını ileri sürüyorlardı. Tarih öğretmeni olan arkadaş bu kanıtı duyunca si­ nirlendi: "Duyan da sahiden büyük, zengin bir kitaplığımız, birçok okur­ yazarımız olduğunu sanır. İşe yarayacak kitapların sayısı belki bini bile geçmez, okuma-yazma bilenlerin sayısı ise yüzde onu bulmaz. Arap yazısını bilen azınlık, yeni alfabe kabul edilirse, bildiğini ânın­ da unutacak, eski eserleri okuyamayacak duruma mı düşecek? Yoo! Ömürleri boyunca eski kitapları okumaya devam ederler. Ortao­ kulda, lisede, üniversitede olanlar da eski yazıyı öğrendikleri için eski eserleri yine uzun yıllar okuyabilirler. Bu 50 yıl sürer. Bu arada isteyen de eski yazıyı öğrenir. Gelelim eski yazı kitaplara. Bu kitap­ ların içinde gerçekten yararlı, önemli olanlar da eski yazıyı bilme­ yen yeni kuşakların yararlanması için yeni yazıya çevirilip bastırılır, hiçbir kayıp olmaz. Karşı çıkanlar afyonkeşler gibi alışkanlıklarına esir olanlar." "Ve de halkın cehaletinden hiç rahatsız olmayanlar." "Kısacası yüzde on kadar okur-yazar, milletin çoğunluğu için fedakârlık yapacak, yeni yazıyı da öğrenecek. Milleti için fedakârlı­ ğı göze almayana ne yurttaş derim, ne de aydın!" Alfabe konusu zaman zaman gündeme geliyordu a m a bir geliş­ me olmuyordu. Ankara bu önemli konuya ilgisiz görünmekteydi. İlgisiz değildi. Gazi bu konuyu İsmet Paşa'ya açmış a m a İsmet Paşa'nın bu devrime hazır olmadığını görünce, konuyu ileriye bı­ rakmıştı. 33



64 Üçüncü Bölüm



BAZI cesur iş adamları yeni demiryolları yapımıyla ilgili iha­ lelere girmeye başlamışlardı. Bu olaya ilgi duyanlardan biri de Divrikli Nuri Bey (Demirağ) idi. Mütareke döneminde İstanbul Vergi dairesinde çalışırken, birkaç şımarık Rumun sataşmasına kızmış, "Memurunu koruyama­ yan bir hükümette memurluk edemem" diyerek istifa etmiş, küçü­ cük birikimi ile azınlıkların egemen olduğu sigara kâğıdı pazarına girmiş, ürettiği sigara kâğıtlarına "Türk Zaferi sigara kâğıdı" adını vermişti. Bu ad çok etkili olacak, rakiplerini ezecek, iyi para ka­ zanacaktı. Bu iş ile yetinmemiş, dışalım-satım işine de başlamıştı. Zafer kazanıldığı zaman yüz bin liraya yakın bir parası vardı. Bu­ nunla yararlı, kalıcı bir iş yapmak istiyordu. Gazi'nin demiryolları hakkındaki konuşmalarından çok etkilenmişti. Demiryollarıyla il­ gili ihaleler başlayınca, mühendislik yapan kardeşini işinden istifa ettirdi, bir şirket kurdu. Samsun-Sivas demiryolu bölüm bölüm ihale ediliyordu. İlk ola­ rak bir bölümünün ihalesini kazandı. En mutlu gününü yaşadı. Anadolu'da bulunan 4.000 km. demiryolunu yabancı şirket­ ler yapmış, Türklerden sadece kol işçisi olarak yararlanmışlardı. İlk kez Türk şirketleri, mühendis ve ustaları demiryolu yapımını üstleniyorlardı. 338



YÖNETİM birikmiş binlerce sorunun altında, durmaksızın ça­ lışıyor, çıkış yollan, çözümler arıyordu. Bazı alanlarda olumlu geliş­ meler görülüyordu. Bir küçük bataklık kurutulsa bayram ediliyordu. İvedi işler arasında başkente bir çekidüzen vermek de vardı. Devlet genişliyor, görevli sayısı artıyordu. Kiralık ev bulmak çok zordu. Birçok yabancı gelmeye başlamıştı. Ya yeni açılan uydurma otelciklerde kalıyorlardı, ya istasyonda kör hatta çekilmiş eski ya­ taklı vagonlarda. Meclis'in karşısına Ankara'ya yakışır bir otelin yapılması ka­ rarlaştırıldı. Çarşıda İstanbul mağazalarını hatırlatan giyim kuşam, ayakkabı ve ev eşyaları mağazalarının açılmaya başlaması büyük şe­ hirlerden gelenleri çok sevindirmişti. Valilik binasının karşısında büyük bir Başbakanlık binasının yapımına başlandı. Binanın arkasında kat kat, çok güzel bir bahçe düzenlenecekti. Üçüncü Bölüm 65 T



Bugünkü Ulus meydanı düzeltildi, istasyona inen yol genişle­ tildi. Yolun bir yanı bataklıktı (bugünkü Gençlik Parkı). Ankara'yı mahveden sivrisinekleri burası üretiyordu. Bataklık kurutulmuş, sivrisinek faciası sona erdirilmişti. Belediye dümdüz, çıplak alanı ne yapacağını düşünüyordu. Falih Rıfkı Bey bir belediye görevlisine "Park yapsanıza.." dedi, "..Şehrin girişi. Ne kadar güzel olur/' "Park mı? O ne?" Hiç park görmemiş birine park nasıl anlatılabilirdi? Falih Rıfkı Bey Belediye Başkanını ziyaret etti. Düşüncesini uzun uzun anlatıp Başkanı ikna etti. Çıplak alana Y. Müh. Bedri Ölçer'in planına uygun olarak ağaç fidanları dikilmeye başlandı. Bahçıvanlar ümitsizdi: "Belki tutar." Ulus meydanı ile Çankaya arasındaki toprak yol da genişletil­ mişti (bugünkü Bankalar Caddesi+Atatürk Bulvarı+Protokol yolu). Çankaya yakınında, yolun sağ yanında küçük bir iğde ağacı vardı. Yol genişletilirken bu ağaççık kesilmişti. Gazi çok üzüldü. Uzun zaman yakındı, acındı. Bazıları, bu kadar kanlı savaş görmüş koca bir Başko­ mutanın bir güdük ağaç için bu kadar üzülmesini garipsediler. Yolun iki yanının ağaçlandırılmasını emretti. Yaygın bir dü­ şünceye kapılarak "Bu toprakta ağaç yaşamaz" diyenleri azarlama­ dı, getirip köşkünün bahçesini gösterdi: Yemyeşildi. Yolun iki yanına çeşitli ağaçların fidanları dikildi. Belki birin­ den biri tutardı. Sulamak zahmetliydi. Belediye görevlileri fidanları söylene söylene suluyorlardı: "Bu kıraç toprak ağaç yaşatmaz. Ama ne edeceksin, emir bü­ yük yerden!" Bu uzun yolun bir yanına birkaç yeni tarz ev yapıldı. Birisi bu kesime, bu yeni evlerin hatırına Yenişehir dedi, adı öyle kaldı. Yenişehir çok çabuk dolacak gibi görünüyordu ama ev yap­ tırmak kolay değildi. Tuğla ve kireç uzaklardan, çimento, kiremit demir çubuk, su borusu, çivi, vida, yağlıboya, musluk, cam vb. yurt­ dışından getirtiliyordu. istanbul Valisi Ankara'ya alındı. Belediye Başkanlığını da bir­ likte yürütecekti. Kendisinden şehrin gelişimini kolaylaştıracak ön­ lemler alması ve elektrik işini hızlandırması istendi. "Başüstüne." Kolları sıvadı. 33b



66 Üçüncü Bölüm



CELAL BAYAR Gazi Paşa'mn çağrısı üzerine köşke gelmişti. Biraz bahçede do­ laşarak konuştular. Gazi Paşa Fikriye'nin ölümünden beri neşesizdi. Donuk bir sesle, "Her işin başı iktisat." dedi, *..Onun kalbi de sanayileşme. Bunun için sermaye ve de­ ney gerekli. Bu da henüz bizde yok. İkti­ sadi hayatımızı hareketlendirecek bir milli bankamız olmalı. Aramızda banka işinden anlayan bir sen varsın. Bende Hindistan'dan gelen para duruyor. Bu para ile Ankara'da bir banka kurabilir miyiz?" "Evet efendim." Öyleyse hızla bankayı kur, başına geç!" Eve girerken sordu: "Bu iş sana heyecan verir mi? Sever misin bu işi?" "Evet efendim." "Ama Bakanlıktan ayrılman gerekecek." "Ayrılırım." "Teşekkür ederim. Öyleyse oldu bu iş." Köylüyü desteklemesi için de Ziraat Bankası güçlendirilip yön­ lendirilecekti. Fikriye'nin ölümünden beri yüzü ilk kez güldü. 34



35



COLOMBIA ÜNİVERSİTESİ öğretim üyelerinden eğitimci Prof. John Dewey ve eşi 19 Temmuz 1924 akşamı Doğu Ekspresi ile İstanbul'a geldiler. Eğitim Bakanlığı Müsteşarı İstanbul'daydı. Onunla ve Üniver­ site Rektörü ile görüştü. İstanbul okullarını gezdi. Öğretmenlerle konuştu. Öğretmenlerin hazırladığı zengin programlı müsamereyi eşiyle birlikte izledi. 13 Ağustosta Ankara'da oldular. Ankara'da şimdi Gazi Lisesi'nin bulunduğu yerde orta halli ama temiz bir otel açılmıştı: Cumhuriyet Oteli* Yeni açılan küçük oteller içinde en iyisi buydu. Otel yönetimi Dewey ailesinin kalaca­ ğı odayı yeniden düzenleyip süsledi. Üçüncü Bölüm 67







Bakanla, Öğretmenler Derneği yöneticileri ile görüştü. Yoğun ir programla, Türk eğitiminin durumunu, ihtiyaçları, imkânları öğrenip anlamaya çalışıyordu. KÜÇÜK şehirlerde de öğretmenler Birliği şubeleri, lokalleri açılmaya başlamıştı. İskambil, tavla, domino gibi her çeşit kahve oyunu yasaktı. Yalnız satranca izin vardı. Buralarda, hanım öğretmenlerin, özellikle genç öğretmenlerin lokale gelmeleri, erkeklerle birlikte oturup sohbet etmeleri, tartış­ malara katılmaları imkânsızdı. Ortaçağın kadın ve erkek temsilcileri insanı yiyip bitirirlerdi. Bir kadın kahramanın ilk adımı atması gerekiyordu. Ama nasıl? MÜTTEFİKLER Lozan Antlaşmasını onama işlemlerini ağır­ dan almışlardı. Ülkelerin onama işlemleri bitti, Antlaşma bir yıllık gecikmeyle Ağustosta yürürlüğe girdi. İki önemli konu vardı. İlki gümrük tarifeleri konusuydu. Gümrük tarifeleri Müttefik­ lerin diretmesi yüzünden 5 yıl için dondurulmuştu. Çünkü tarifele­ rin bu hali işlerine geliyordu. Tarife 5 yıl Türk iktisadi hayatı lehine değiştirilemeyecekti. Bu son zincirin de kırılması için 1929a kadar sabretmek gerekiyordu. İkinci konu artık normal siyasi ilişki dönemine geçilmesiydi. Savaş durumu sona ermişti. Yeni Türkiye ile elçi düzeyinde mi, yok­ sa büyükelçi düzeyinde mi ilişki kurulmalıydı? İngiltere bu konuyu düşünüyor, Fransa ile İtalya'yı da kendisiyle birlikte harekete zor­ luyordu. Bu üç büyük devlet, beş yıl içinde yoksul devletin, ya borç is­ temek için el açacağını, yani Osmanlı Devleti gibi her şeye boyun eğeceğini ya da çökmesini bekliyor, elçiliklerini inatla İstanbul'da tutuyorlardı. İlişki kurmak için de acele etmediler. Türkiye Cumhuriyeti'nin kendilerinden daha sabırlı ve inatçı olduğunu düşünemiyorlardı.



İNGİLTERE Musul sorununu, Haliç Konferansında bir an­ laşmaya yarılamadığını ileri sürerek 6 Ağustos günü Milletler Cemiyeti'ne taşıdı. Cemiyetin İngilizlerin etkisi altında olduğu bi68 Üçüncü Bölüm



lindiği için bu gelişme Türk hükümetinin canını sıkmıştı. Güneydo­ ğudan sıkıntıyı daha da artıran bir haber geldi. Hakkari'de ve güneyinde bulunan Nasturiler, şaşırtıcı bir rast­ lantıyla ertesi gün, 7 Ağustos günü ayaklanmışlardı. Han Gediği adlı yerde Hakkari Valisi ile yanındakilere saldır­ dılar, Valiyi esir aldılar, bir binbaşı ile 3 jandarma erini şehit ettiler, 5 jandarma erini yaraladılar. Yakında bulunan asker ve jandarma isyancılara karşı harekete geçti. Çatışma başladı. Çatışma sırasında Nasturilerin üzerinde İn­ giliz uçaklarının uçtuğu görüldü. Nasturilerin kime güvenerek bu delilikte bulundukları belli olmuştu. Dışişleri Bakanlığı uçakların sınırı geçmesini protesto etti. İngiltere, uçaklarının sınırı geçmediğini ileri sürerek protestoyu reddetti. Bu arada İngiliz elçiliği için Ankara'da verilecek arsanın memnuniyetle kabul edileceğini de bildirmeyi ihmal etmedi. Nasturileri yola getirme hareketi sürdürülecek, İngiliz uçakla­ rı Eylül ortasında, Nasturileri tepeleyen Türk askerlerine bombayla, makineli tüfeklerle saldıraya geçecek, savaş rüzgârları esecekti. 358



35b



22 AĞUSTOSTA Ankara'da Muallimler (öğretmenler) Kong­ resi toplanacaktı. Eğitim Bakanı Vasıf Bey M. Kemal Paşayı ziyaret ederek kongrenin gündemi hakkında bilgi sundu. Kongre sonunda Bakanlık öğretmenlere bir çay ziyafeti verecekti. Buna katılmasını diledi. Prof. John Devvey de eşiyle gelecekti. "Katılırım. Memnunlukla. İlk kongreye de katılmıştım. Tam da Kütahya Savaşı sırasında, rahmetli Nâzım Bey'in şehit olduğu, cep­ henin varıldığı gündü." Şimdi de İngilizlerle durum iyi değildi. Daldı. Bir zaman sonra, "Sana bir şey hatırlatmak istiyorum.'' dedi, "..okullarda müzik dersi var ama hâlâ müzik öğretmeni yok. Çocuk şarkıları yok. Bir çare bulsak da halk müziğini, türküleri, oyun havalarını da toplatsak. Bu işler için bütçede ödenek ayrıl­ mıştı.^ Müzik çok önemli bir sanat, bir ihtiyaç. Bu sanatı okulları­ mıza sokalım. Çocuklarımız birlikte eğlenmeyi, oynamayı, şarkıtürkü söylemeyi öğrensin, hayat coşkusunu tatsın, büyük eserleri tanısın" "Peki efendim."



* Uçüncu Bölüm 69



GAZI 25 Ağustos günü eşiyle birlikte, Bakanlığın öğretmenler onuruna verdiği çay ziyafetine katıldı. Coşkun alkışlarla, ayakta karşılandılar. Gazi'yi ilk kez görenler heyecan içindeydi. Kadın ve erkek öğretmenler karışık oturuyor­ lardı. Kaç-gÖç büyük şehirlerde, aydınlar arasında tarihe karışmak üzereydi. Hepsi özenli giyinmişti. Kadınların büyük çoğunluğu sıkmabaşlıydı. Birkaç başörtülü de vardı. John Dewey ve eşine Gazi Paşa ve eşinin yanında yer verilmişti. Eğitim Bakanının ve bir kadın öğretmenin konuşmasından sonra Gazi Paşa, ayağa kalkarak öğretmenler ve eğitim hakkındaki düşüncelerini açıkladı: "Hanımlar, beyler! Türkiye Muallimler Birliği'nin bütün memlekette teşkilatlan­ masını, Konya'yı olduğu gibi Van'ı ve Hakkari'yi de teşkilat dahili­ ne almasını ve her köyde üyelere sahip olmasını derin bir alâka ile bekleyeceğim. öğretmenler! Yeni nesli sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Cumhuriyet fikirce, ilimce, fence, bedence kuv­ vetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu vasıflarda ve bu kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir. Milli ahlakımız, medeni esaslarla ve hür fikirlerle geliştirilmeli ve güçlendirilmelidir. Korkutmaya dayalı ahlak bir fazilet değildir. Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür' nesiller ister." Ayakta alkışlandı. Hayranlık, saygı, minnet azalmıyor, gittikçe artıyordu. John Dewey'le uzun süre sohbet etti. Dewey ve eşi 25 Ağustos 1924'te Ankara'dan ayrılarak yeniden İstanbul'a geldiler. 36



363



29 AĞUSTOS günü de Gazi Paşa, eşi, yaverler, Meclis Başkanı Fethi Bey, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Bakanlar, bazı millet­ vekilleri Ankara'dan Afyon'a hareket ettiler. Büyük zaferinin ikinci yıldönümü, Zafertepe'de büyük bir tö­ renle kutlanacak, zafer anıtının temeli atılacaktı. Tren 30 Ağustos sabahı Selkisaray istasyonunda durdu, izmir den ve Eskişehir'den beklenen trenler de geldi. Zaferde pay70 Üçüncü Bölüm



arı olan paşalarla birlikte bazı milletvekillerini ve birçok dernek temsilcilerini getirmişlerdi. Binlerce köylü dalga dalga geliyor, misafirleri çevresinde top­ lanıyorlardı. O günü yaşamış gaziler, Kemal'in askerleri, heyecan içinde, gözleri yaşararak, Paşa'ya el sallıyor, selam duruyor, gençle­ re Paşa'yı gösteriyorlardı: "İşte Gazi Paşamız!" Hep birlikte büyük bir coşku içinde iki yıl önce Başkomutan M. Kemal Paşa'nın savaşı yönettiği yere, 11. Tümen savaş idare ye­ rine, Zafer Tepeye geldiler. Anıt oraya dikilecekti. Üç uçak alçaktan uçarak zafer rüzgârı estirdi. Anıtın temeli atıldı. İzmirliler kucak kucak çiçek getirmiş­ lerdi. Çevreyi çiçeklerle süslediler. Önce Fevzi Paşa, sonra İstanbul Üniversitesi adına İsmail Hak­ kı Baltacıoğlu, basın adına Ağaoğlu Ahmet Bey, milletvekilleri adına Hamdullah Suphi Bey, idman Cemiyetleri İttifakı adına Ali Sami Yen, Barolar adına Muhittin Baha Pars, Öğretmenler Birliği adına Nüzhet Hanım, millet adına Meclis Bakanı Fethi Okyar konuştular. Son olarak Gazi Paşa kürsüye geldi. Beş gün geceli gündüzlü süren Başkumandan Meydan Muha­ rebesinin son gılhünü, 30 Ağustos mahşerini, düşman ordusunun sarılıp yok edilmesini çok etkili, çarpıcı, bilgece bir dille, kinsiz bir üslupla anlattı. Komutanlar, erkek ve kadın köylüler o müthiş günü bir daha yaşadılar. Gazi sonra şöyle dedi: "Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli burada atıldı. Ebedi ha­ yatı burada taçlandı. Bu alanda akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçuşan şehit ruhları, devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi kurucula­ rıdır. Burada esasını koyduğumuz şehit asker anıtı işte o ruhları, o ruhlarla birlikte gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil etmektedir... Artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor, ilim ve marifet, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür zihniyet istiyor." Türk dilinin en güzel örneklerinden biri olan konuşmasını gençlere seslenerek bitirdi: •"Gençler! Cesaretimizi güçlendiren ve devam ettiren sizsiniz. Siz, al­ makta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en değerli timsali olacaksınız. 36b



Üçüncü Bölüm 71



Ey yükselen yeni nesil! istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu siz yükseltecek ve devam ettireceksiniz." Alkışların, sevgi çığlıklarının sonu gelmiyordu. Gün kararırken, anılarla dolu, şehit ruhlarının uçuştuğu Zafer Tepe'den ayrıldılar. * 37



37



I EYLÜL 1924 günü, çağdaşlaşma hamlesinin önemli bir ku­ rumu Ankara'da varlık kazandı: Musiki Muallim Mektebi kuruldu. Kaç şeye birden başlamak istiyorlardı ama para yoktu ki. Ayaklarını yorgan kadar uzatıyorlardı. Okula Cebeci'de Şakir Ağa hanını oluşturan üç eski -ikisi ker­ p i ç - bina ayrılmıştı. Müdürlüğe Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör Bey getirildi. Öğretmenler seçildi. Öğretim on iki erkek öğrenci ile 1 Kasımda başlayacaktı. Bu iki binası kerpiç kurumdan konservatuvar, tiyatro, opera, bale, senfoni orkestraları, sahne, müzik ve beste sanatçıları doğacaktı. On iki öğrenciyi az bulan bir milletvekiline Vasıf Çınar Bey güldü, "Altısını İstanbul'daki öksüz yurdundan getirttik.." dedi, "..Yoksa altı öğrenciyle açacaktık. Aileler müzik öğretmenliğini cid­ diye almadılar, çocuklarını vermediler." Yakında okula kız öğrencilerin de alınacağı, erkeklerle birlikte eğitim görecekleri, birlikte çalgı çalacakları hakkında bir söylenti dilden dile dolaşacak, gittikçe büyüyecek, gerici çevrelerde öfkeye yol açacaktı. Bu çevreler kadınların çarşaftan çıkmış olmalarına da çok kızmaktaydılar. Gazi Paşanın yüzü açık eşini yurt gezilerine, ziyafetlere götürmesine de dehşetli içerliyorlardı. En kızgın, kışkırtıcı yazılar Sebilürreşat dergisinde yayımlan­ maktaydı. 376



3 7 c



GAZİ ve eşi Selkisaray'dan trenle Afyon'a, oradan Karaköy'e geldiler, otomobille Bursa'ya geçtiler. Şehir bayraklarla süslenmiş, taklar kurulmuştu. Halk yine yol­ lara dökülmüştü. Sevgi gösterileri arasında Çekirge'deki köşke gel­ diler. II Eylüle kadar Bursa'da kaldılar. Gazi birçok yerleri gezip gör­ dü, görevlileri ve halkı dinledi. Aklının bir ucu da Ankara'daydı. Bir 72 Üçüncü Bölüm



Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu siz yükseltecek ve devam ettireceksiniz." Alkışların, sevgi çığlıklarının sonu gelmiyordu. Gün kararırken, anılarla dolu, şehit ruhlarının uçuştuğu Zafer Tepe'den ayrıldılar. 37



373



1 EYLÜL 1924 günü, çağdaşlaşma hamlesinin önemli bir ku­ rumu Ankara'da varlık kazandı: Musiki Muallim Mektebi kuruldu. Kaç şeye birden başlamak istiyorlardı ama para yoktu ki. Ayaklarını yorgan kadar uzatıyorlardı* Okula Cebeci'de Şakir Ağa hanını oluşturan üç eski -ikisi ker­ piç- bina ayrılmıştı. Müdürlüğe Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör Bey getirildi. Öğretmenler seçildi. Öğretim on iki erkek öğrenci ile 1 Kasımda başlayacaktı. Bu iki binası kerpiç kurumdan konservatuvar, tiyatro, opera, bale, senfoni orkestraları, sahne, müzik ve beste sanatçıları doğacaktı. On iki öğrenciyi az bulan bir milletvekiline Vasıf Çınar Bey güldü, "Altısını İstanbul'daki öksüz yurdundan getirttik.." dedi, "..Yoksa altı öğrenciyle açacaktık. Aileler müzik öğretmenliğini cid­ diye almadılar, çocuklarını vermediler." Yakında okula kız öğrencilerin de alınacağı, erkeklerle birlikte eğitim görecekleri, birlikte çalgı çalacakları hakkında bir söylenti dilden dile dolaşacak, gittikçe büyüyecek, gerici çevrelerde öfkeye yol açacaktı. Bu çevreler kadınların çarşaftan çıkmış olmalarına da çok kızmaktaydılar. Gazi Paşa'nın yüzü açık eşini yurt gezilerine, ziyafetlere götürmesine de dehşetli içerliyorlardı. En kızgın, kışkırtıcı yazılar Sebilürreşat dergisinde yayımlan­ maktaydı. 37b



370



GAZİ ve eşi Selkisaray'dan trenle Afyon'a, oradan Karaköy'e geldiler, otomobille Bursa'ya geçtiler. Şehir bayraklarla süslenmiş, taklar kurulmuştu. Halk yine yol­ lara dökülmüştü. Sevgi gösterileri arasında Çekirge'deki köşke gel­ diler. 11 Eylüle kadar Bursa'da kaldılar. Gazi birçok yerleri gezip gör­ dü, görevlileri ve halkı dinledi. Aklının bir ucu da Ankara'daydı. Bir 72 Üçüncü Bölüm



medeni kanun hazırlamak için iki komisyon kurulmuş ama sonuç alınmamıştı. Adalet Bakanlığının yeni ve geniş bir kurul oluşturma­ sı gerekiyordu. 11 Eylül günü, kurulun kurulup çalışmaya başladığı bilgisi geldi. Rahatladı. Bugün Bursa'nın da kurtuluş günüydü. Gazi geçit törenine ne­ şeyle katıldı. Bursalıları öven, mutlu eden bir konuşma yaptı. Kur­ tuluş bayramı büyük coşkuyla kutlandı. Gazi Paşa ve yanındakiler ertesi gün Mudanya'da Hamidiye kruvazörüne binerek yola çıktılar. Trabzon'a gidilecekti. GAZİ'nin İstanbul Boğazı'ndan geçerek Karadeniz'e çıkacağı duyulmuştu. istanbullular iki kıyıyı, iskeleleri, rıhtımları, pencereleri, bal­ konları, denize inen sokakları doldurdu. Bir kaza olmasın diye san­ dalla, motorla Boğaz'a açılıp Hamidiye'ye eşlik etmek isteyenlere izin verilmemişti. Gazi on binlerce İstanbullunun sevgi gösterileri arasında Boğaz'dan geçti. İstanbul'a uğramadığı için Karagöz gazetesi ertesi gün sitemle şu iki dizeyi yayımladı: O yar-i bivefadan selam yok mu? Kemal-i lütfuna dair kelam yok mu? AYNI anda Sinop'tan gelen bir yolcu gemisi de Mudanya'ya gitmek üzere Boğaz'dan geçiyordu. Sinop Orman Müfettişi ismail Hakkı Bey'in kızı Afet Bursaya dönüyordu. Bursa'da Kız Öğretmen Okulu'nda okumaktaydı. Bu yıl son sınıftaydı. En çok istediği şey yurtdışına giderek eğitimini geliş­ tirmekti. Ama babasının aylığı ile bu iş nasıl olabilirdi ki? Gaziyi saygıyla selamladılar. Yazgı Gazi ile Afet'i bir yıl sonra İzmir'de karşılaştıracaktı. GAZİ Trabzon'a ilk kez geliyordu. Yolda Erzurum çevresinde deprem olduğu haberi gelmiş, yol­ culuk neşesini silip süpürmüştü. Trabzon iskelesinin karşısında demirleyen Hamidiye'yi yüzlerce kayık ve motor çevirdi. Selam topları gürlemeye başladı. Kıyı binlerÜçüncü Bölüm 73



ce Trabzonlu ile dolmuştu. Gazi Vali başkanlığındaki Trabzon kurulu tarafından karşılandı. İskeleye birlikte indiler (15 Eylül 1924). I Halk coşkuyla karşıladı. Pek çok kadın da gelmişti. Bazı ka­ dınlar kalabalığı, polisleri yararak Gazi'ye sarılıyor, sevinçten ağlı­ yorlardı. Kadınların sevgisinin Latife Hanimi tedirgin ettiği görül­ mekteydi. Akşam yemekte yine Latife Hanım tek hanım olarak yer aldı. Çok sıkıldı. Sıkılan beş-on kişi daha vardı. Cumhurbaşkanının bu­ lunduğu bir ziyafette çatal-bıçak kullanmanın gerekli olduğu, ka­ şıkla pilav yenemeyeceği, tabağın ekmekle sıyrılamayacağı, ağız şapırdatılmayacağı, peçetenin boğaza bağlanamayacağı gibi bilgiler, uygun biçimde yemeğe katılacaklara fısıldanmıştı. Çatal ve bıçak kullanmak biraz deney isteyen bir işti! Alışmamış olanlar tavsiyeye uyup evde alıştırma yaptılar. Bu sorun Gazi'nin uğrayıp da yemek yiyeceği her yerde yaşanıyor olmalıydı. Usulüyle yemek yemesini bilenler rahattı. Acemiler yermiş gibi yapıp durumu idare ettiler. Bir Belediye Meclisi üyesi tabağındaki eti kahramanca parçalamak isterken et parçası tabaktan uçtu, kar­ şısındaki Vali Yardımcısının göğsüne çarptı, kucağına düştü. Yar­ dımcı halden anlar bir adamdı. Belli etmeden et parçasını masanın altına kaydırdı. Aç kalanlar o gece ziyafetten sonra evde rahatça, elleriyle, ağızlarını şapırdata şapırdata yemek yiyip karınlarını do­ yuracaklardı. Gazi Trabzon'da iki gün kaldı. Konuştu, anlattı, aydınlattı. Ge­ rektikçe Başbakana bilgi veriyordu. Gezi boyunca böyle yapacaktı. Trabzon'dan sonra 17 Eylülde Rize'ye gelindi. Hamidiye bura­ da da iskelenin karşısında durdu. Deniz çok hırçındı. Yine de birçok kayık, motor kıyıdan açılıp Hamidiye'yi kucakladılar. Şehir bayrak­ larla süslenmiş, iskeleye çiçekli bir tak kurulmuştu. Çevre kasaba ve köyler Rize'ye akmıştı. Motorla karaya çıktılar. Toplar atılmaya başlandı. Kurbanlar kesiliyor, halk alkışlıyor, bağırıyor, tekbir getiriyordu. Gelen, bir ef­ saneydi. Vatanı kurtarmıştı. Şimdi milleti kurtarmaya çalışıyordu. Rizeli hanımlar da karşılamaya çıkmışlardı. Gece fener alayı düzenlendi. Rize o güne kadar böyle bir heyecan ve şenlik yaşamamıştı. Gazi ertesi günü şehri, kurumları gezdi. Şehirde yeni bir caddenin açılışı 74 Üçüncü Bölüm



yapılacaktı. Vali caddeye Gazi M. Kemal Paşa Caddesi adının veril­ mesini istiyordu, Gazi kabul etmedi, "Cumhuriyet olsun" dedi. Gazi ertesi günü o güne kadar kimseye nasip olmamış içten sevgi gösterileri arasında Rize'den ayrıldı. 19 Eylül günü 09.30'da Giresun'a geldiler. Bayraklarla süslenmiş yüzlerce kayık Hamidiye'yi karşıladı. Siyah başlıklı, beyaz gömlekli altı gencin yönettiği büyük kayık Gazi'yi ve Latife Hanım'ı iskeleye çıkaracaktı. Giresun günlerden beri hazırlık içindeydi. Şehir bayraklarla donatılmış, Gazi'nin dinlenmesi için ayrılan Mithat Paşa Oteli'ne kadar yollara halılar döşenmişti. Halk iskeleyi ve yolları doldurmuştu. Aralarında yıllarca Gazi'yi korumuş kimbilir kaç Giresunlu muhafız, Sakarya Savaşı'na Osman Ağa alayı ile katılmış kaç gazi vardı. Gazi 13.30 kadar Giresun'u gezdi, yöneticiler, halk ve gençlerle konuştu. Yemek Mithat Paşa Oteli'nde yendi. Yemekten sonra ote­ lin çevresinde bekleyen binlerce kişiyle birlikte iskeleye yürüdüler. Hamidiye 13.40'ta Ordu'ya gitmek üzere Giresun'dan ayrıldı. 38



39



ANKARA'da hava serinlemiş, futbol karşılaşmaları yeniden başlamıştı. Birkaç futbol takımı vardı. Cebeci'deki çayırlığa futbol sahası yapılmış, bir kenarına tahtalardan iki sıralı küçük bir tribün yerleştirilmişti. Karşılaşmaları en çekişmeli geçen takımlar Muhafız Gücü ile Sanatçılar Gücü'ydü. Sık sık karşılaşır, yandaşları arasında heye­ can rüzgârları estirirlerdi. Bugün yine bu iki takım karşılaşıyordu. Muhafız Gücü'nü nö­ betçi olmayan subaylar ve izinli arkadaşları, Sanatçılar Gücü'nü de Ankara'daki silah atölyelerinin usta, işçi ve çırakları destekliyordu. Bu takımda oynayan iki usta ile bir kalfanın anneleri, eşleri ve ço­ cukları da maçı izlemeye gelmişlerdi. Her maça gelirlerdi. En can­ dan desteği bu aileler veriyor, sahayı panayır yerine çeviriyordu. Anneler çarşaflı, eşler yeldirmeli, başörtülüydü. Başörtülerini çe­ nelerinin altından bağlamışlardı. Kiminin kâhkülü, kiminin perçe­ mi başörtüsünden dışarı taşmıştı. 39a



Hakem maçı başlattı. Üçüncü Bölüm 75



Oyunun kurallarını az çok öğrendiği anlaşılan çarşaflı bir anne­ nin heyecanı, bağırması, akıl vermeleri izleyenleri neşeye boğdu. Tribünde futbola çok meraklı olan Şükrü Saraçoğlu ile takım­ ların yöneticileri, bazı yüksek memurlar vardı. Ankara'ya yeni gel­ miş bir misafir, yanındaki kalpaklı beye döndü: "Bir yandakiler askerler. Onu anladım, ötekiler kim?" "Bunlar da cephe gerisi kahramanları. İmalat-ı harbiyeciler, askeri atölyelerin ustaları, işçileri. Bütün silahlarımızı bunlar işler halde tuttu. Büyük Taarruz'da toplarımız bunların sayesinde gürle­ di. Uçakları uçurdular. Kamyonları yürüttüler. Bu yaman ustalar ai- i lelerini bırakarak Anadolu'ya geçmişlerdi. Yeni kavuştular. Bazıları 1 her maça böyle birlikte geliyor." Sanatçılar Gücü'nden bir oyuncu gol atınca, çarşaflı bir anne, 1 eteklerini uçura uçura sahaya daldı, koştu, oyuncuya sarıldı, kucak­ ladı, öpücüğe boğdu. Oyun durdu. Anne sahadan çıkana kadar hakem de, oyuncular da, seyir­ ciler de sabırla beklediler. Hiçbir kural bir anneden daha önemli olamazdı. ORDULULAR sabahtan kıyıya toplanmışlardı. İkindi vakti gemi ufukta göründü (19 Eylül). Halk sevinç çılgını oldu. Kayıklar koca kruvazörü kuşattı. Geiiyi izleyen muhabir "Kesilen kurbanla­ rın sayısı bilinemeyecek kadar çok" diye yazacaktı. Toplar, silahlar atılıyordu. Belediyeden sonra hükümet konağına geldiler. Gazi bir odada Ordulu erkekler ve-yakın ilçelerden, köylerden gelen kurullarla ko­ nuşurken, Latife Hanım da yandaki odada Ordulu hanımlarla ko­ nuştu. Gazi birçok kurumu gezdi, bilgi aldı, tavsiyelerde bulundu, gençlerle uzun uzun görüştü. Hava kararmıştı. Bu güzel şehir büyük misafirini ve yanındakileri sevgiyle uğur­ ladı. Hamidiye Kaptanı Binbaşı Hüsametin Ünsel akşam Gazi onu­ runa bir ziyafet verdi. Yemekte bembeyaz elbiseleri ile görevi olma­ yan bütün subaylar bulundu. Gazi Milli Mücadele sırasında deniz­ cilerimizin, küçük donanmamızı oluşturan birkaç motor, birkaç geuncu Bolüm



micikle çok büyük görevler gördüğünü hatırlatarak denizcilerimizi övdü, güçlü bir donanmamız olması gerektiğini belirtti: "O zaman Cumhuriyet daha rahat ve güven içinde olacaktır." Ertesi gün Samsun'a geldiler. Gemi mürettebatı ile vedalaştılar. Kaptana, donanmayı iki denizaltı ile güçlendirmek için temaslar yapıldığını bildirdi. Deprem bölgesine gidebilmek için bundan son­ ra yolculuk karayoluyla sürdürülecekti. Samsun'da büyük heyecanla karşılandılar (20 Eylül). Halk Gazi nereye gitse birlikte gidiyor, yakından görmek için yolunu kesiyor, bulunduğu yerin çevresinden hiç ayrılmıyordu. Ertesi gün çok önemli bir tören vardı: Samsun-Çarşamba de­ miryolunun temeli atılacaktı. Yıllarca önce bir yabancı şirketin ilgi­ lendiği ama yürütemediği bir işti bu. Sonra Samsun-Sivas yolunun yapımı başlayacaktı. Temele ilk harcı büyük bir sevinçle Gazi Paşa koydu. Dedi ki: "Halk, köylüler bana her yerde iş programını şu iki kelime ile hatırlattılar: Yol, okul. Yoldan söz ederken 'yol köylünün kanadıdır' dediler." 40



Ertesi gün Samsun'da bulunan bütün kadın ve erkek öğretmen­ ler, Gazi'yi ve eşini çaya davet ettiler. öğrenciler türküler, marşlar söylediler. Konuşma yapan kadın ve erkek öğretmenlere Gazi uzun bir konuşma ile yanıt verdi. Türk tarihini özetledi, eğitimin, öğretmenlerin önemine değindi. Şu cümlesi çok ün kazanacaktı: "Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyetler için en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir, fendir?



41



r



FALİH RIFKI BEY Bolu milletvekiliydi. Seçim sırasında halkla temas için gitmiş, sonra sık sık uğrar olmuştu. Cumhuriyet gazete­ sinde Bolu hakkında bir yazı yazdı. Özetle diyordu ki: "Bolu'da halka soruyorum: Derdiniz nedir? Yanıtı tek: Yol! Gez­ diğimiz ilçelerde kamuoyu araştırması yapar gibi herkese sorduk: t Hepiniz kendi yollarınızı kendiniz yapmaya taraftar mısınız?' 'Evet!' dediler." " 1



Üçüncü Bölüm 77



Her yandan yükselen yol' istekleri üzerine Bayındırlık Bakan­ lığı yeni bir yol yükümlülüğü kanun tasarısı hazırlamak zorunluğunu duydu. GAZI ve birliktekiler, 24 Eylül günü Samsun'dan ayrılarak Havza'ya geldiler. Bu yol milli kurtuluşa giden, anılarla dolu, tarihi yoldu. Havza'da, Amasya'da, Tokat'ta durarak, geceleyerek, konuşa­ rak Sivas'a geldiler. Sivas kurulu Gaziyi Çamlıbel Tepesi'nde karşıladı (27 Eylül). Gazi ve eşi ile yanındakilere, Sivas Kongresi'nin yapıldığı lise binası ayrılmıştı. Gün etkinliklerle geçti. Gazi Ankara'dan aldığı bilgi üzerine TBMM'ni 18 Ekim günü olağanüstü toplantıya çağırdı. Konu Musul'du. Hakkari'de de Nasturiler isyan etmişti. Gece fener alayı yapıldı. Alay lise binası önünde durarak büyük sevgi gösterilerinde bulundu. Gazi ve Latife Hanım kapının önüne çıktılar. Gazi gençlere teşekkür etti, Sivaslıları övdü. Unutulmaz bir gün ve gece oldu. Sabah Sivas'tan ayrıldılar. Erzincan'da da Sivas'taki gibi taşkın bir sevinçle karşılandılar. Yine toplar, kurbanlar, on binler, sevinç çığlıkları, gece fener alayı.. Sabah Erzurum'a hareket ettiler. 30 Eylül 1924 günü Erzurumlular, Gazi'yi ve yanındakileri adıyaya Ilıca'da karşıladılar. Erzurum'a selam toplarının heybetli ses­ leri, alkışlar, tekbirler arasında girildi. Yollar halı döşeli, taklar ve bayraklarla süslüydü. Belediye yeni bir caddenin açılışını bugüne denk getirmişti. Belediye Başkanı caddeye Gazi Mustafa Kemal Paşa adını vermek istediklerini söyleyerek izin istedi. Gazi, "Hayır.." dedi, "..Ben fani­ yim. Ama Cumhuriyetimiz sonsuza kadar yaşayacaktır. Caddeye Cumhuriyet adının verilmesi daha uygun olur." 41b



41c



Burada da yeni caddeye Cumhuriyet adı verildi. Gazi'yi davet etmek, sorunlarını açıklamak için bütün yakın illerden kurullar akın etmekteydi. Gazi dinliyor, not alıyor, düşün­ celerini söylüyor, hepsinden eğitime ö n e m vermelerini istiyordu.



42



Akşam yemekte yaptığı konuşmada "Erzurum'u öteki vatan parça78 Üçüncü Bölüm



$}



lanna bağlayacak bir demiryolunun yapılmasını Cumhuriyet için hayati bir konu sayıyorum" dedi. Bu söz alkışlar ve yürekten teşekkürlerle karşılandı. 43



O ANDA Yahşıhan yolunda, 50. km.deki tüneli genişleten, Kı­ zılırmak demir köprüsünü kurmaya çalışan işçiler çadırlara çekil­ miş, yemek yiyip uyumuşlardı. Mühendisler ile ustalar, çadırlarda, gaz lambalarının soluk ışığı altında, yarı uykulu sohbet ediyor, ır­ makları, uçurumları aşarak, dağları delerek demiryolunu Kayseri'ye, Sivas'a, Erzurum'a ulaştırma hayalleri kuruyorlardı. Bu işleri, kendilerine kalsa, kazma kürekle, balyozla bile başa­ racaklarına güveniyorlardı. KONYALI Sadi Efendi, İstanbul Üniversitesi'nin Hukuk Fakül­ tesine öğrenci olarak yazılmıştı. İstanbul çok büyük, hukuk sıkıcı gelmişti. Okul duvarında bir ilan gördü: "Avrupa'ya öğrenci yollanacaktır." Şaşırdı. Ülke yıkık dökük, her yer virane, Lozan daha yeni im­ zalanmış. Bu durumda Avrupa'ya öğrenci yollamak Türkiye için büyük fedakârlıktı. Uzun süre düşündü. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Çok tutumlu yaşıyordu. Talihini denemeye karar verdi. Sınav şartlarını bir daha okudu. Fen derslerinden sınava girmeye karar verdi. Önünde zaman vardı. Geniş geniş çalışırdı. Verdiği kararı kutlamak için bir hovar­ dalık yaptı, Çınaraltı kahvesine gidip bir çay içti. GAZİ PAŞA ertesi gün Valiliğe gelerek deprem hakkında ay­ rıntılı bilgi aldı. Eşiyle birlikte onar bin lira yardımda bulundular. Deprem bölgesini gezerek durumu inceledi. Deprem zaten yoksul olan kerpiç köyleri yerle bir etmişti. Felakete uğrayanlarla konuştu, teselliye çalıştı. Gaziyi gören zavallılar çok heyecanlan­ mışlardı. Sarıldılar, devletin küçük yardımları ulaşmıştı, bunun için teşekkür ettiler, selam durdular. İçlerinde Çanakkale, Suriye gazi­ leri vardı. Sonradan Gazi dedi ki: "Ben onları teselli edeceğime, onlar beni teselli ettiler. Bu ne ince millet." Üçüncü Bölüm 79



Gece Başbakana deprem hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Erzurumlular sabah Gaziyi ve arkadaşlarını gözyaşlarıyla uğurladılar. 44



ANKARA'da yeni yapılan Meclis binası açılışa hazırlanıyordu. Mimar Vedat Tek Bey'in eseriydi. Cumhurbaşkanının TBMM'ni olağanüstü toplantıya çağırması çalışmaları hızlandırmıştı. Yeni Meclis bodrum katı üzerine iki kattan oluşuyordu. Orta­ da yüksek tavanlı büyük toplantı salonu vardı. Görkemli salonun üç yanını localar ve dinleyici balkonu çeviriyordu. Türk motifleriyle süslü tavan göz kamaştırıyordu. Güzel döşenmiş büyük, küçük oda­ lar, koridorlar, dinlenme yerleri büyük salonun üç yanına yerleşti­ rilmişti. Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan için büyük ve güzel odalar. Cumhurbaşkanı için bir tören salonu düzenlenmişti. Son cilalar vuruluyor, son eksikler tamamlanıyordu. Binanın içi dışından daha zengin ve göz alıcıydı. Türk sanatının özelliğiydi bu. ERZURUM'dan sonraki durak Sarıkamış idi (4 Ekim). Sarıka­ mış ve Kars yeniden anavatana katılalı birkaç yıl olmuştu. Halk çok duyarlı ve coşkundu. Akşam Ordu Komutanı ve eşi bir yemek verdiler. Yemekte Er­ zurum Valisi, Sarıkamış'taki tümen komutanları ve yöneticiler var­ dı. Sarıkamış'ın, Kars'ın ve çevrenin ihtiyaçları, Musul anlaşmazlı­ ğı, Nasturi isyanı konuşulmaktaydı. Talihsiz bir olay oldu. Latife Hanım ortama uymayan, yakışma­ yan bazı hırçın sözler etti. Gazi utandı, ertesi sabah yola çıkacakla­ rını ileri sürerek sofradan erken kalktı, davetlilere veda etti. Latife Hanım'la birlikte yemek odasının yanındaki özel daireye geçti. Bundan sonrasını görgü tanığı Kılıç Ali şöyle anlatacaktı: "Salih Bozok, Rize milletvekili Rauf, Başyaver Rüsuhi, Yaver Muzaffer ve ben yemek salonunda kalmıştık. Gazi'nin özel dairesin­ de kıyamet koptuğunu işitiyorduk. Aralarında geçen ve kulağımıza kadar gelen konuşmalardan, Gazi-Latife Hanım ilişkisinin artık düzelmesine imkân olmadığını anlıyorduk." Gazi ve Latife Hanım odalarını ayırdılar. 6 Ekim sabahı trenle Kars'a hareket edildi. Yol boyunca halk bayraklarla süslü istasyonlarda Gaziye sevgi gösterileri yaptı. Kars 45



46



80 Üçüncü Bölüm



Rus işgalinden ve Ermeni tehlikesinden kurtulalı, devletine geri dö­ neli birkaç yıl olmuştu. Kars'ta istasyondan Gazi'nin dinleneceği Türk Ocağı binasına kadar yola halılar serilmişti. Halk Gazi'yi büyük gösterilerle karşı­ ladı. Adım başı kurbanlar kesiliyordu. Gazi biraz dinlendikten son­ ra Valiliğe geldi. Yöneticilerle görüştü. Dört yıl içinde Kars'a çoğu geçici olmak üzere 19 Valinin geldiğini ve gittiğini öğrenince çok kızdı. Anavatana yeni katılmış yerlere en iyi ve kalıcı yöneticileri göndermek gerekmez miydi? Yönetim kademelerinde bulunan ye­ tersiz görevliler yol boyunca dikkati çekmişti. Bunlardan biri için Gazi, "Olmaması olmasından daha iyidir" demişti. İşbilir, çağdaş kafalı, çalışkan, dürüst, yapıcı yönetici bulmak ciddi bir sorundu. Çevre illerden ve ilçelerden gelen kurulları kabul etti. Yol ve m okul istiyorlardı. Belediyeyi ziyaret etti. İhtiyaçları saptadı. Deprem M Kars çevresinde de etkili olmuştu. Komutanlığı ve okulları ziyaret 11 etti. Başbakanlığa raporunu yazıp yolladı. • Öğretmenlerin verdiği çaya, akşam da müsamereye katıldı. Müsamerenin başında Öğrenciler, ilerde her yana yayılacak olan çok güzel bir türküyü, zarif jestlerle oynayarak söylediler: Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa... I Gazi birkaç kez ayağa kalkarak gençleri selamladı. Salon alkış­ tan yıkılıyordu. I Saat 21.00'de istasyona gelindi. Yol, istasyon mutlu, taşkın in­ sanlarla doluydu. Adını, efsanelerini, destanlarını duydukları büyuk Turk u görmüşlerdi. 8 Ekimde Erzurum'a geri dönüldü. Gazi ve Latife Hanım Sarıkamış'tan beri konuşmuyorlardı. Sabah Erzurum'da Latife Hanım'ın hiç beklemediği bir şey oldu. Gazi Salih Bozok'la birlikte Latife Hanım'ı Ankara'ya yolladı. İsmet Paşa'ya yazdığı bir mektupla Latife Hanım'dan ayrılmaya karar ver­ diğini bildirdi. Mektubu Salih Bozok'a verdi. Latife Hanım yaptıklarından çoktan pişman olmuştu ama iş iş­ ten geçmişti. Erzincan'a kadar ağladı. Orada Gaziye verilmek üze­ re bir mektup bırakıp yola devam etti. Mektupta, "Ben bütün kötü



huylarımı Erzurum'a, felaket bölgesine gömdüm, artık beni affet, o mutlu yuvamıza, Çankaya'ya yine neşeyle dönelim* diyordu. Üçüncü Bölüm 81



Latife Hanım'ın evlendikten sonraki şaşırtıcı davranışları Gazi'yi çok üzmüştü. Küçük düşmemek için hayatı boyunca daima dikkatli davranmış olan insan, eşi yüzünden kaç kez utanılacak du­ rumlarda kalmıştı. Birçok olayları karısının hamlığına, toyluğuna, hayat acemiliğine vererek hoşgörmeye çalışmıştı ama artık hoşgö­ rüsü tükenmişti. Latife Hanım'ın ölçüsüz üslubu ve görgü dışı hare­ ketleri, Cumhurbaşkanlığı makamına da zarar veriyordu. Ayrılmaya kararlıydı. Dönerken Erzincan'da Latife Hanımm bıraktığı ağlamaklı mektubu buldu. Okudu. Üzüldü. Bir daha okudu. Affetme duygusu kararından baskın çıktı. Son bir şans vermenin doğru olacağını dü­ şündü. "Bizi Kayseri'de beklesinler" dedi. Kayseri yolunda buluştular, Kayseri, Yozgat ve Kırşehir'de ka­ larak, Ankara'ya birlikte döndüler. Büyük törenle karşılandılar. 47



DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI çeviriyi Mehmet Akif Bey'in, yorumu Elmalılı Muhammet Hamdi Efendi'nin yapmasının uygun olacağına karar vermişti. Hadis çevirisini Naim Bey yapmalıydı. Başkan Yardımcısı Aksekili Hamdi Efendi bu konuyu görüş­ mek için İstanbul'a geldi. Muhammet Hamdi Efendi ve Naim Bey ile kolay anlaştı. Fakat Mehmet Akif Bey'i ikna edemedi. Mehmet Akif Bey çok heyecanlandı: "Hayır, hayır, bu çok büyük iş! Ben bunu başaramam. Benden daha iyi yapacak kimseler var. Onlarla konuşunuz." Ahmet Hamdi Efendi Mehmet Akif Bey'in sevdiği birçok kim­ seyi araya koydu ama sonuç alamadı. Mehmet Akif Bey kabul et­ miyordu. Şairi Muhammet Hamdi Efendi'nin evine davet ettiler. Geldi. Konu açıldı. Akif yine af diledi. Sonunda Muhammet Hamdi Efendi dedi ki: "Siz kabul etmezseniz ben de yorum yazmayı kabul etmem." Mehmet Akif Bey daldı. Eski dostu Mısırlı Abbas Halim Paşa'dan bir mektup almıştı. Mısır'a davet ediyordu. Kuran çevirisi için yalnız Arapça ve Türkçe bilmek yetmezdi ki. Dinler ve Arap tarihini de çok iyi bilmek gerekiyordu. Eksik bilgilerini Mısır'da ta­ mamlayabileceğini, geçim derdi olmayacağını, kendini aklı ve yü­ reğiyle Kuran'a vereceğini düşündü. Bu büyük işi yapabileceği hak* kında bir cesaret geldi: 82 Üçüncü Bölüm



"Peki, ben de kabul ediyorum." Sözleşme yapıldı. Çeviri için M. Akif Bey'e bin lira avans ödendi. M. Akif Bey Abbas Halim Paşa'nın çağrısına uyarak Mısır'a gi­ decek, Kuran'ı büyük bir dikkatle Türkçeye çevirmeye başlayacak, zorunluk olmadıkça şehre bile inmeyecekti. * 47



MECLÎS 18 Ekim 1924 günü yeni binada toplandı. Başkanlık divanı ve görevliler, birkaç gün önce yeni bina­ ya taşınıp yerleşmişlerdi. Localar ve balkon, yüksek yöneticiler, Ankara'daki elçiler, basın mensupları ve dinleyiciler ile doluydu. Salon göz kamaştırıyordu. Her yan elektrikle ışıl ısıldı. Başkanlık ve konuşma kürsüleri yüksek ve gösterişliydi. Bu dü­ zen Meclis'e heybetli bir hava vermekteydi. Milletvekilleri yerlerini alıyorlardı. Rauf Bey, Refet Paşa, İsmail Canpolat ve Dr. Adnan Adıvar birarada, gösterişli bir tavırla salona girdiler ve arkada bir yere oturdular. Birkaç milletvekili de kendile­ rine katıldı. Muhalefet grubu yavaş yavaş varlığını gösteriyordu. Başkan Başbakanı kürsüye davet etti: "Buyrun sayın Başbakan!" İsmet Paşa kürsüye geldi. Haliç Konferansını özetledikten son­ ra, Milletler CemiyetTnde 20, 25 ve 30 Eylülde yapılan görüşmeleri açıkladı. İngiltere konuyu küçülterek, Türk-Irak sınırının saptan­ ması olarak göstermeye çalışmış, Türkiye ise konunun Musul'un bütünüyle Türkiye'ye geri verilmesi davası olduğunu açıklamıştı. İsmet Paşa sınır olayları dolayısıyla İngiltere ile alınıp verilen notaları okudu. Notalar gergin aşamalardan geçildiğini, sınır çatış­ maları çıktığını, savaş havası yaşandığını göstermekteydi. Hükümet bu kritik gelişimler konusunda Meclis'i bilgilendirmeyi gerekli gör­ müştü. İsmet Paşa uzun konuşmasını şöyle bitirdi: "Sorunun soğukkanlılıkla ve barış yoluyla çözüleceğini ümit ediyorum.'' 48



HAKKARI'deki bazı aşiretler de, ingilizlerin telkini ya da pa­ rası ile Nasturileri desteklemişti. Güneydoğunun derebeyliğe dayalı yapısı, ciddi bir sorundu. Osmanlı yönetiminin idare-yi maslahatçılığı, zaman zaman da aczi Üçüncü Bölüm 82



nedeniyle bu bölgede devlet otoritesi yetersiz kalmış, bazı yerlere hiç girmemişti. Bu yetersizliğin, hiçliğin etkisi birçok kesimde sü­ rüyordu. Eski Vali M. Müfit Bey çevresindeki milletvekillerine Osmanlı dönemine ait bir gözlemini anlattı. Selman Ağa hem bir aşiretin beyidir, hem de yönetimin yanında yer alması için nahiye müdürü olarak atanmıştır. Bir gün 500 atlısı ile hükümet konağının önüne gelir. Beraberinde Savcı da vardır. Birlikte Valinin odasına girerler, Selman Ağa adamlarından birini öldürmüş, Savcı da Selman Ağa'yı tutuklamak istemiştir. Selman Ağa Nahiye Müdürlüğüne atanma yazısını göstererek der ki: "Benim elimde fermanım var. Bu demektir ki ben adam öldü­ rebilirim. Bu adama ne oluyor ki beni tutuklamaya geliyor? Kim ki bu? ölen adam benim adamımdır. Buna ne oluyor? Ben adamımı öldürebilirim." M. Müfit Bey dedi ki: "Bu tipik bir anlayıştır. Beyliğin, ağalığın egemen olduğu yerde devlet olmaz, böyle küçük küçük devletçikler olur. Her bey, ağa, şeyh kendini devlet sanır. Devletin bir tane ve kanunların herkes için geçerli olduğunu halka, beylere, ağalara, reislere, şeyhlere, seyidlere, mütegallibeye anlatmamız gerek. Yoksa bu durum çok başımızı ağrıtır. Bu çağdışı düzeni sona erdirmemiz gerek. Bunun için yollar, okullar, hastaneler, evler, hamamlar, parklar, çarşılar, ka­ rakollar yapmalı, mahkemeler kurmalıyız. Halk uyanmazsa, uygar­ lığa kazandırılmazsa, kendi çıkarından dolayı devlete baş kaldıran ağasını, beyini, şeyhini kahraman sanır. O bölgenin özelliklerini, sorunlarını en iyi Ziya Gökalp Bey bilirdi." 488



48b



İçini çekerek, "Allah şifa versin" dedi. ZİYA GÖKALP BEY hastalanmış, İstanbul'da hastaneye kal­ dırılmıştı. Gazi Paşa Ankara'ya gelince bu acı haberi öğrenmiş ve çok üzülmüştü. İlgililerden Ziya Gökalp'eher türlü özenin gösterilme­ sini istedi. Yurtdışına gönderilmesi gerekiyorsa her şeyi üstlenece­ ğini bildirdi. 84 Üçüncü Bölüm



Ziya Gökalp ne üniversitede okumuş, ne Batıda öğrenim gör­ müştü, özel olarak kendini yetiştirmişti. Türk düşünce ve bilim ha­ yatında çok etkili olmuş, benzersiz biriydi. Tıp çaresiz kaldı. Ziya Gökalp 25 Ekim 1924 günü hayata göz­ lerini yumdu. Törenle İstanbul'da toprağa verildi. Bütün okullar ta­ til edilmiş, öğretmenler ve öğrenciler törene katılmışlardı. 49



AKTÖR Şadi Fikret'in Milli Tiyatrosu Ekim ayı ortasında Ankara'ya turneye geldi. Tekdüze, karanlık gecelerden bunalanlar için bir can kurtaran oldu. Türk Ocağı binasının sahnesi altı tem­ sil için ücretsiz olarak kendisine ayrılmıştı. Çok ilgi gördü. Oyunla­ rı doldu. Bir tiyatro oyununu ilk kez görenler yanlış yapmamak için göz ucuyla yandakilere bakarak izlediler. Perde kapanınca onlar da alkışladılar. Ceplerine çekirdek doldurarak gelenler yasak olduğunu anlayınca suratlarını astılar. Oyunlardan birine Gazi ile eşi de geldi. ilgi sürünce Şadi Fikret Bey ve grubu Ankara'da üç hafta daha kaldılar. Yeni oyunlar hazırladılar. Tiyatroseverler oyundan sonra evlerde toplanıp oyunu, oynanışı konuşuyorlardı. Şehirde oturup konuşacak bir yer yoktu ki daha. İstanbullular böyle anlarda yana yana Tokatlayan, Maksim, Pera Palas, Beyoğlu pastanelerini, Rejans lokantasını arıyorlardı. Yetkililer devlet tiyatrosu kurması için Şadi Fikret Bey'e öneri­ de bulundular. Her türlü desteği görecekti. Bunun için bir de Tiyat­ ro Himaye Derneği kurmuşlardı. Ama Şadi Fikret Bey bu görevi üstlenip sürdürmeyi göze ala­ mayacak, önemini kavrayamayacak, devlet tiyatrosu kurulması gi­ rişimi böylece yıllar sonraya kalacaktı. * 49



26 EKİM 1 9 2 4 günü Kâzım Karabekir Paşa, Meclis'e dönmek istediğini belirterek, merkezi istanbul da bulunan 1. Ordu Komu­ tanlığından istifa etti. Bir yıl önce Doğu Cephesi Komutanlığından ayrılarak Meclis'e gelmiş, sonra yeniden askerliğe dönmek istediği­ ni bildirmiş, 1. Ordu Komutanlığına atanmıştı. Şimdi yeniden siyaseti seçiyordu.



Bu zikzak Gazi'nin, İsmet ve Fevzi Paşaların dikkatini çekti. Cumhuriyetin birinci yıldönümü kutlanacaktı. Onun heyecanı ve sevinci içinde bu olayın fazla üzerinde durulmadı Üçüncü Bölüm 85



CUMHURİYETİN birinci yıldönümü her şehirde, ilçede, na­ hiyede, okulda büyük törenlerle kutlandı. Evler, dükkânlar, camiler bayraklarla donandı. İstanbul'da törenler özellikle görkemli oldu. Bütün daireler ta­ til edildi: Her yer ve her şey süslendi. Tören geçişine halk da katıldı. Üniversite de sessizliğini bozarak saat 17.00'de zengin bir program­ la Cumhuriyet Bayramını kutladı. Üniversite bahçesi ve Beyazıt meydanını elli bini aşkın İstanbullu doldurdu. Gece fener alayları düzenlendi. Halkın duygularını yansıtan mahyalar yakıldı: Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Türkiye! Dini ve milli duygular birbirlerini güçlendiriyorlardı. Milliliği reddeden ümmetçi anlayış yerini, milletinin zaferleriyle, başarıla­ rıyla övünen, sevinen, yurtseverliği yücelten, daha derin, daha gü­ zel bir din anlayışına bırakmıştı. Bu anlayış hızla yayılıyordu. İstanbul'un başkentliği kaybetmiş olmasını hâlâ içlerine sindirmeyenler bu halk bayramını burukça izlediler. Kimisi hiç izlemek istemedi. Ama halkın coşkun uğultusundan, bando mızıka seslerin­ den, öğrencilerin sevinç çığlıklarından kaçmaya imkân yoktu. Meclis'e pek çok kutlama telgrafı yağdı. Avrupa sınavı sonuçları da açıklanmıştı. Kazananlar kanatsız uçuyorlardı. Sınav kurulu işi sıkı tutmuş, ancak 22 kişiyi başarı­ lı bulmuştu. Bunların bir bölümünü sanat, bir bölümünü de bilim öğrencileri oluşturuyordu. Yirmisinin Fransa ve Belçika'ya, ikisinin Almanya'ya gönderilmesi uygun görülmüştü. Ne zaman, nereden yola çıkacakları adreslerine bildirilecekti. 49b



490



Hükümet belediyelere ve kurumlara da yurtdışına Eğitim Ba­ kanlığı yoluyla öğrenci gönderebileceğini bildirmişti. Mümkün ol­ duğu kadar çok gencin çağdaş bilimi ve sanatı yaşayarak kavrama­ ları isteniyordu. CUMHURİYET bayramının ertesi günü bu kez 2. Ordu Komu­ tanı Ali Fuat Paşa istifa etti. Daha kısa bir süre önce orduda görev almak istediğini söylemiş, ordu komutanlığına atanmıştı. Şimdi o da siyasete dönmek, Meclis'te milletvekili olarak çalışmak istiyordu. Bu elbette bir raslantı değildi, kararlaştırılmış bir hareketti. Her büyük asker gibi en uzak, en olumsuz olasılıkları bile dikkate 86 Üçüncü Bölüm



Karabekir Paşa



Refet Paşa



AK Fuat Paşa



alan Gazi bu durumu kuşkuyla karşıladı. Orduyu kullanmak iste­ diklerini düşündü. Milli Mücadele şartları içinde bazı komutanların, askerliklerini koruyarak milletvekili de olmaları gerekli görülmüştü. Bu durumu sona erdirmek zamanı gelmişti. Hiç vakit yitirmedi, hemen o gece harekete geçerek hem asker hem milletvekili olan birkaç komutan­ dan ya askerliği, ya milletvekilliğini seçmelerini istedi. Fevzi Paşa ve beş Milli Mücadele komutanı, hiç duraksamadan askerliği seçerek, milletvekilliğinden istifa ettiler. 3. Ordu Komutanı Cevat Çobanlı Paşa ile 7. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa ise Meclise gelmek istediler. Cevat Paşa Doğu cephesi, Cafer Tayyar Paşa, İngilizlerle savaşması olası 7. Kolordu­ nun komutanıydı. Durum duyarlığını korurken bu iki komutanın görevlerini bırakarak siyaseti seçmeleri iyi karşılanmadı. Orduda milletvekili-komutan kalmamıştı. Gazi hızlı hareket ederek bir komployu önlediği kanısınday­ dı. Bu paşalar için istedikleri zaman Meclis'den ayrılıp orduya gitmek, istedikleri zaman ordudan ayrılıp Meclis'e gelmek, orduyla oynamak dönemi kapanmıştı. Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar ordu komutanlığını bıra­ kıp niye Meclis'e dönmüşlerdi? Birkaç gün içinde anlaşılacaktı. 50



51



52



53



İ



YENİ ANAYASA Meclis'in açılış gününü 1 Kasım olarak belir­ lemişti. Dönem Cumhurbaşkanının konuşmasıyla başlayacaktı. Salon, localar ve dinleyici balkonu dolmuştu^ Başkanın sol yanındaki ilk loca, Cumhurbaşkanı locasıydı, Cumhurbaşkanı ko­ nuşacağı için boştu. Yanındaki locada Genelkurmay Başkanı, onun Üçüncü Bölüm 87



yanında da tören giysileri ile diplomatlar vardı. Tam karşısındaki loca basın mensuplarına ayrılmıştı. Bu locaların arasında dinleyici­ ler balkonu bulunuyordu. Tek boş yer yoktu. Meclis'e ilk kez gelenler tavanı, avizeleri, duvarları, salonun görkemini hayranlıkla seyrediyorlardı. Ziller dışardakileri uyarı­ yor, oturumun başlamasına az zaman kaldığını bildiriyordu. Tuta­ nak kâtipleri yerlerini aldılar. Bakanlar Bakanlar Kuruluna ayrılmış olan koltuklara geçtiler. Başbakan da geldi. Derin bir sessizlik için­ de Cumhurbaşkanını beklediler. Cumhurbaşkanı, kapıda göründü. Kendisine, Meclis Başkanı Fethi Bey Milletler Cemiyeti'nde olduğu için Birinci Başkan Vekili eşlik ediyordu. Herkes Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını aya­ ğa kalkarak saygıyla karşıladı. Devleti ve milleti temsil ediyordu. Cumhurbaşkanı yavaş yavaş başkanlık kürsüsüne çıktı. Millet­ vekillerini başını hafifçe eğerek selamladı. Ayakta açış konuşmasına başladı. Halk idaresinin önündeki engellerin Meclis'in kabul ettiği ka­ nunlar sayesinde temizlendiğini söyledi, Cumhuriyetin ilk yılının birçok alanda verimli geçtiğini belirtti, demiryollarının büyük öne­ mine değindi, göçmenlerle ilgili bazı sorunlar olduğunu vurguladı, devletin barışa dayalı dış siyaseti hakkında bilgi vererek konuşma­ sını şöyle bitirdi: I "Yeni faaliyet yılının da, yenilik ve ilerleme yolunda feyizli eserlerle dolu olmasını dilerim." | Milletvekilleri ayağa kalktılar. Cumhurbaşkanını alkışlarla se­ lamladılar.



^



54



MUĞLA milletvekili Esat Efendi'nin göçmen sorunlarıyla ilgili soru önergesi, bir hafta önce gündeme alınmış, herkesin konuşabilmesi için gensoruya dönüştürülmüştü. 5 Kasım 1924 günü Başbakan İsmet Paşa söz aldı, gensorunun ilgili bakanlıkla sınırlı olmamasını, hükümetin bütün işlerinin gö­ rüşülmesini kabul ettiğini açıklayarak muhalefete fırsat tanıdı* 55



Bazı milletvekilleri konuşup hükümeti eleştirdiler. Bakanlaı eleştirilere yanıt verdiler. Görüşmeler üç gün sürecekti» 56



88 Üçüncü Bölüm



İkinci gün beklenmeyen bir şey oldu, Rauf Bey söz aldı. Ço­ ğunluğun Rauf Bey e karşı olduğu itiraz ve söz atmalardan belli oluyordu. Dersim milletvekili Feridun Fikri Bey'in uzun, dağınık konuşması sert tartışmalara yol açtı. Yunus Nadi Bey çoğunluğun onayladığı bir konuşma yaptı. Sorunun göçmenler konusu değil, Rauf Bey ve arkadaşlarının rejim konusundaki müphem konuşma­ ları, tuhaf tavırları olduğunu söyledi, "Burada, milletin önünde, bu konuyu açıkça tartışmalıyız" dedi. Rauf Bey ve arkadaşları bu konuda sessiz kaldılar. Haklarında­ ki soru işareti daha da büyüdü. Refet Paşa'nın İstanbul'da verdiği bir demeç tartışma nedeni olmuştu. Yalnız o kürsüye gelerek de­ mecini savundu: "Arkadaşlarımın, M. Kemal Paşa ile birlikte işbaşına gelmeleri için çalışmak istediğimi söylemiştim. Ne var bunda?" Demeç yeniden tepki topladı: "Çin'deki gibi generaller cumhuriyeti kurmak mı istediniz?" Refet Paşa şiddetle reddetti: "Hayır efendim! Her şeyin üstünde bir arkadaşlık vardır." "Hayır, her şeyin üstünde vatan vardır." "Vatanı karıştırmayın!" Mahmut Esat Bey kısa, etkili bir konuşma yaptı. "Milleti ge­ liştirmek, ileri götürmek zorundayız. Asıl bunu konuşacağımıza, ayrıntılarla uğraşıyoruz" dedi. İsmet Paşa hasta olduğu için Meclis'e gelememiş, yatıyordu. Onun adına Milli Savunma Bakanı Kâzım Özalp Paşa konuştu, dış siyasetle ilgili bir soruya yanıt verdi. Görüşmenin yeterliği kabul edildi. Güven oylamasına geçildi. 168 milletvekili güven oyu verdi, 19 oy olumsuz çıktı, bir oy da çekimser. Hükümet üç gün süren görüşmeler sonunda güven oyu almıştı. 19 muhalif oy Halk Partisi'nin bölüneceğini gösteriyordu. Er­ tesi gün ilk olarak Rauf Bey, Refet Paşa, Adnan Adıvar, Erzurum milletvekili Rüştü Paşa, Eskişehir milletvekili Albay (Ayıcı) Arif Bey, Manisa milletvekili Abidin Bey, Dersim milletvekili Feridun Fikri Bey, Cumhuriyet Halk Partisi'nden istifa ettiler. 57



Üçüncü Bölüm 89



BİRKAÇ gün içinde Kâzım Karabekir, Ali Fuat Paşa, Cafer • Tayyar Paşa ve Cevat Çobanlı Paşa da Meclis e katıldılar. Cevat Paşa bazı arkadaşlarının M. Kemal Paşaya karşı yeni bir parti kurmak istediklerini öğrenince şaşırdı. Bu durumdan hoşlan­ madı. Bir zaman sonra orduya yeniden dönmek için başvuracak, isteği kabul edilecekti. f Karabekir, Rauf Bey, Ali Fuat Paşa ve arkadaşları yeni bir parti kurmak için çalışmaktaydılar. Anayasa çok partililiği engellemiyor­ du. Devleti ve toplumu devrimlerle yenilemek yerine doğal gelişime bırakmanın daha doğru olduğunu düşünüyorlardı. Böyle düşündüklerini öğrenen Tunalı Hilmi "Tanzimat'tan bu yana seksen beş yıl geçti.." dedi, "..Anadolu'nun hemen hemen hiçbir köyünde, kasabasında, küçük şehrinde bir hareket, ilerleme, uyanma, gelişme, iktisadi bakımdan yükselme olmadı. Halkın bü­ yük çoğunluğu dünyayı tepsi gibi düz sanır. Üfürükçülere güvenir. Okuma-yazma, hesap bilmez. Şehre inen caddeye sümkürür. Boş arsaya işer. Bitle kardeş gibidir. Hayaletten, hortlaktan, kuyu ana­ sından korkar. Köylü evine temiz bir tuvalet yaptırmak ihtiyacını hissetmez. İstanbul'un çoğunluğu bile az çok böyle. Geriliğimizi niye görmek istemiyorlar acaba? Halkı bu ilkel, gelişmemiş, yoksul durumda bırakmak halkı sevmek midir?" 58



YENİ partinin kuruluş hazırlıkları sürüyordu. Milletvekilleri Ankara ile istanbul arasında mekik dokuyorlardı. Rauf Bey in son it­ tihatçılardan Kara Kemal Bey ile yakın ilişki kurduğu söyleniyordu. Yeni partinin kurucuları arasında yer alacakları anlaşılan Der­ sim milletvekili Feridun Fikri Düşünsel ile Sivas milletvekili Halis Turgut, bir bilgi vermek ve bir öneride bulunmak için bir gece Dr. Rıza Nur'un İstanbul'da kaldığı eve geldiler. "Biz bir parti kuruyoruz. Sen de gir!" Dr. Rıza Nur dedi ki: "Mustafa Kemal ile mücadele silahla olur. Parti yoluyla olmaz." 58a



|| 17 KASIM 1 9 2 4 günü öğleden sonra İçişleri Bakanı Recep Pe­ ker evinde hasta yatan İsmet Paşa'yı, sonra da Cumhurbaşkanını ziyaret etti. 90 Üçüncü Bölüm



"îsmet Paşa nasıl?" "Çok hasta efendim. Göreve devam edebileceğini sanmıyorum." Paşa'nın alnı kırıştı: "Rahatsız etmekten çekiniyordum. Yarın ziyaretine gideyim. Ne vardı?" Recep Bey bilgi sundu. Ali Fuat Paşa Terakkiperver Cumhuri­ yet Fırkası adıyla bir parti kurdukları hakkındaki belgeleri bugün Bakanlığa vermişti (17 Kasım). Başkan Kâzım Karabekir Paşa, İkin­ ci Başkan Rauf Bey, Genel Sekreter Ali Fuat Paşa'ydı. Gazi Paşa, Recep Bey'in asık suratını görünce, güldü, "Fena mı canım.." dedi, ".memleket işlerini karşılıklı gelip görüşür, tartışırız. Partinin adında Cumhuriyet sözcüğünün bulunması hoşuma gitti. Senin gitmedi mi?" "Ama programlarında çok ilginç bir madde var efendim. Beni çok düşündürdü. "Nedir?" Recep Bey elindeki belgeden okudu: "Parti, dini düşünce ve inançlara saygılıdır" Paşanın yüzü gerildi: 59



"Bak şimdi! Zaten herkes, her parti saygılı olmak zorunda değil mi? Bunu belirtmeye ne gerek vardı?" Ayağa kalktı: "Korkarım ki bu masum görünüşlü cümle ile irticayı coştura­ caklar" GAZI ertesi gün ismet Paşayı ziyarete geldi. Gece geleceği­ ni haber vermişti. Paşa arkasında sabahlık, dizlerinde battaniye bir koltukta oturuyordu. Gazi de karşısındaki koltukta yer almıştı. İs­ met Paşa bir-iki gün içinde çok zayıflamıştı: f "..Dizanteriye Suriye'den geri çekilirken yakalanmıştım. Yeni­ den ortaya çıktı maskara." | Bir tülbentle yüzünün terini kuruladı: "..Bu hastalığın düzelmesi uzun sürüyor. Herhalde birkaç ay çalışamayacağıma Doktor Refik Bey öyle söylüyor." Gazi'nin canı sıkılmıştı!



$



"Tam da bu sırada. Ne t a l i h s i z l i k . " Mevhibe Hanım sessizce içeri içirdi. Gazi saygıyla ayağa kalktı: Üçüncü Bölüm 91



"Buyrun hanımefendi." Mevhibe Hanım telaşlandı: "Estağfurullah, lütfen, rahatsız olmayın.1 önemli bir durum olmasa odaya girmezdi. İsmet Paşa, "Ne oldu?" diye sordu. "Ali Fuat Paşa telefonda. Geçmiş olsuna gelmek istiyorlar" * Paşalar bakışıp anlaştılar. İsmet Paşa, "Buyursunlar" dedi. Gazi Paşa gitmeyip bekledi. Bir süre sonra Ali Fuat Paşa ile Dr. Adnan Bey geldiler. Gazi'yi görünce şaşırdılar. Bocaladılar. Kurdukları par­ ti, yüz türlü engeli, uçurumu, ateş kuyusunu aşarak zaferi sağlayan Gazi M. Kemal Paşa'ya karşı idi. Amaçları Gazi'yi frenlemekti. Gazi elini uzatınca saygı ile el sıktılar. "Buyrun." Oturdular. İsmet Paşa'nın hatırını sordular. Siyasi hayata barış havası içinde başlamak istedikleri anlaşılıyordu. Gazi İsmet Paşa ile konuşan Ali Fuat Paşayı izledi bir süre. Gençliğinden beri tanırdı. Kâzım Karabekir'i, Refet Paşa'yı, Rauf Bey'i, Dr. Adnan'ı da tanıyalı hayli olmuştu. Siyaset hayatında hiç­ birinin deneyi yoktu. Gelecek günleri düşünerek içi sızladı. Ali Fuat Paşa ile Dr. Adnan Bey'i incitmemeye çalışarak uyarmaya çalıştı: "Cumhuriyeti güven altına almak ve uygarlık dünyasına katıla­ bilmek için yapılması gereken pek çok iş var.." "Haklısınız." "..Hiç olmazsa bir süre daha, cehaletin, geriliğin ve yoksulluğun üzerine birlikte yürüseydik, daha iyi olmaz mıydı? Birbirimizle ça­ tışırsak bundan kimlerin yararlanacağını kolayca bilebilirsiniz. Çok partili, özgür, ileri bir siyasi hayat Cumhuriyetin gayesidir. Siyasi denetim devletin sağlıklı işlemesini sağlar. Sofya'da ataşemiliterken Bulgar parlamentosundaki tartışmaları imrenerek izlerdim. Ama halkın çok büyük çoğunluğu okur-yazar değilse, demok­ rasi fikri, ruhu, bireylere kadar inmemiş, toplum hayatına sinmemişse, aşiretler, kabileler, tarikatlar, başlarındakilerin emrine göre hareket ediyorlarsa, çok partili hayat, ne gerçek bir çok-partili ha­ yat oluyor, ne de seçim gerçek seçim oluyor. İktidar yarışması çok çabuk kavgaya, komitacılığa ya da dini kullanarak oy kazanma mü­ cadelesine, hurafelerle, yalanlarla, iftiralarla halkı kandırmaya dö­ nüşüyor. Yakın tarihimiz bunun acı, uyarıcı, ihmal edilmez örnek59



92 Üçüncü Bölüm



leriyle dolu. Milli Mücadele başındaki isyanları unutmayınız. Türlü yollarla doğuda batıda yirmiden fazla isyan çıkarttılar. Siz Ali Fuat Paşa, Bursa'da sahte bir hoca yakalamıştınız, hatırladınız mı?" "Evet efendim." "..İngiliz ajanı çıkmıştı değil mi?" "Evet paşam." "Türlü yollarla, en çok da dini kullanarak, halkın bir bölümü­ nü, vatanı kurtarmak için çırpınan orduya karşı harekete geçirebildiler. Bunu unutmuyoruz. Onun için çok dikkatli olmalıyız. Kimse bağnazlığın, yobazlığın sırtını sıvazlamasın. Buna izin vermeyin. Uygarlık hoşgörü demektir. Halkımıza bunu anlatmayı elbirliği ile başarmalıyız." Ayağa kalkınca, misafirler de kalktılar. Soğuk bir sesle, "Türkiye'nin şartları bakımından erken olmakla birlikte, çok partili hayata geçilmiş olmasından memnunum" dedi ve ayrıldı. Hiç de memnun olmuş görünmüyordu. 60



İSMET PAŞA 21 Kasım 1924'te Başbakanlığı bıraktı. Bir muhalif gazete, "İsmet Paşa'dan kurtulduk, oh!" diye başlık attı. Cumhurbaşkanı Başbakanlığa Fethi Okyar'ı atadı. Fethi Okyar hükümetini kurdu. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi Fethi Bey'in Başbakanlığını iyi karşıladı. Onu birçok konuda kendilerine yakın buluyorlardı. Unuttukları bir şey vardı: Meclis, Devrim Meclisiydi. Gereken dikkati göstermeyen Fethi Bey'i istifa zorunda bırakacaktı. Meclis Başkanlığına Kâzım Özalp seçildi. Gazi Dr. Refik Bey'in İsmet Paşa'ya İstanbul'da ciddi olarak dinlenmesi gerektiğini tavsiye ettiğini öğrenmişti. Yakınlarının sağ­ lığı ile ısrarla ilgilenmek gibi bir huyu vardı. İsmet Paşa'ya telefon ederek İstanbul'a niye gitmediğini sordu. Sıkıştırdı. Sonunda ger­ çeği öğrendi. İsmet Paşa, aylığının hem yeni aldığı evin onarımına, hem bu uzun dinlenmeye yetmeyeceğini hesaplamıştı. f'Anladımr 61



AKŞAM kapı çalındı. Mevhibe Hanım az sonra elinde bir zarf la yatak odasına geldi. Paşa yatıyor ve terliyordu. "Kim geldi?" "Gazi Paşanın yaveri. Saygıları var. Bu zarfı bırakıp gitti.* Üçüncü Bölüm 9



Zarfı Paşa'ya uzattı. Kalınca bir zarftı bu. Çarşafları değiştir­ mek için hazırlık yaparken, birden İsmet Paşa'nın iniltisini duydu: "Aah." | f • | Mevhibe Hanım korkmuştu: "Ne oldu Paşam?" İsmet Paşa zarfı gösterdi: "Gazi İstanbul'a gidebilelim diye para göndermiş." iki gün sonra istanbul a gittiler. İsmet Paşa'nın bir arkadaşı Heybeli Ada'da büyükçe, bakımlı bir ev kiralamıştı. Adanın havası Paşa'ya çok iyi gelecek, kısa zamanda toparlanıp iyileşecek, bu süre içinde birkaç önemli, yararlı kitabı dikkatle okuyup bitirecekti. Gazi gibi İsmet Paşa da okuyan askerlerdendi. 62



DR. REFİK BEY görevini yeni Bakana devretmeden önce yöne­ tici arkadaşlarını topladı. "Ben görevimi Doktor Mazhar Bey'e devrediyorum. Bizde âdettir, gelen gidenin yaptıklarını tersine çevirir, hiç olmazsa bir bölümünü değiştirir. Halk sağlığının öncelikli olduğu anlayışını ko­ ruyunuz, savununuz, yeni Bakanı da ikna ediniz. Bu kurtuluş for­ mülüyle oynamasın. Yoksa illetli bir millet olacağız." Dr. Refik Bey titiz, huysuz, hırçın, sinirli, geçimi zor bir in­ sandı. Ama iyi bir Sağlık Bakanıydı. Doktorlar zor yolu hep birlikte yürüyeceklerini sanmışlardı. Vedalaşma üzücü oldu. 62a



CHP'den istifa edenlerin katılımıyla Terakkiperver Cumhu­ riyet Partisi'nin milletvekili sayısı 28 olmuştu. İstanbul, Urfa, Es­ kişehir ve Trabzon'da şube açmışlardı. Yöneticiler şubeleri ve üye sayısını çoğaltmak için çalışıyorlardı. Eski ikinci gruptan birçok kimse gibi Ziya Hurşit'i de partiye almışlardı. Samsun {şubesini de o kuracaktı. Rejim muhaliflerinin, halifecilerin, dincilerin, usul usul parti­ nin alt kademelerine sızmaya başladıkları, türlü söylentiler çıkar­ dıkları duyuluyordu: "Bizim parti dindar paşaların partisi." "Hükümetin hiçbir gâvurluğuna izin vermezler." "İçki yasağını yeniden koyacaklar." "Halifeyi geri getireceğiz." 63



94 Üçüncü Bölüm



|



"İstanbul yeniden başkent olacak." Bu söylentiler birçok tekke ve zaviyede yeniden ısıtılarak dört bir yana sessizce yayılmaktaydı. 638



POLİS MEMURU Celal Bey, Büyük Savaş'tan önce, görevli ola­ rak bulunduğu Kahire'de tanıştığı Palulu Sadi Bey, ünlü adıyla Kör Sadi ile yıllar sonra İstanbul'da karşılaştı. Kör Sadi Kahire'deyken İngilizler adına çalışıyordu. Celal Bey de İngiliz ajanıymış gibi dav­ ranmış, iyi dost olmuşlardı. Yıllar sonra İstanbul'da buluşunca sevindiler, oturup dertleştiler. Kör Sadi eski Kürt Teali (Yüceltme) Derneği Başkanı Seyid Abdüikadir Bey'in kâtibi olduğunu anlattı. Celal Bey bu karşılaşmanın bir işe yarayacağını se^di. Sesini düşürerek, "Ben belediyede çalışı­ yorum." dedi, "..Ama İngilizlerle ilişkim sürüyor. Anlarsın ya." Birkaç kadehle arkadaşlıklarını tazelediler. Sohbetin sonuna doğru Kör Sadi, "Önemli bir iş var." dedi, "..çok önemli. Beni yetkili bir İngilizle konuşturabilir misin?" "Konuşturabilirim sanıyorum. Konu ne derlerse?" Kör Sadi de sesini iyice düşürdü: "Yardım isteyeceğiz." "Ne için?" "Desteğe, paraya, silaha, cephaneye ihtiyacımız var. Ayaklan­ mak için hazırlanıyoruz" Celal Beyin göğsü sıkıştı. Cumhuriyet daha bir yaşını yeni bitir­ mişti. İlk adımda başı büyük belaya girecekti. Kendini tutarak, "Anla­ dım." dedi, "..Yetkili bir İngilizle konuşabilmen için çalışacağım." Kör Sadi heyecanlanarak daha birçok bilgi verdi. Seyit Abdülkadir Bey'in Emirliği altında bir Kürt Devleti kurmak için hazırlanı­ yorlardı. Aynı anda İstanbul'da da ayaklanılacak, hükümet birimleri basılacaktı. 64



Haberleşmek için kolay bir yol saptadılar. Görüşmek isteyen Karaköy'deki Cenyo birahanesinin barmenine mesaj bırakacaktı. Celal Bey durumu soluk soluğa Emniyet Müdürüne anlattı, ay­ rıntılı bir rapor da yazdı. Rapor Ankara'ya ulaştırıldı. Ankara, İliş­ kinin sürdürülmesini' emretti. Üçüncü Bölüm 95



Kör Sadi'den daha fazla bilgi alabilmek için kuşku uyandırma­ yacak bir düzen kurmak gerekti. FATMA Öğretmen istanbul Kız Öğretmen Okulu'nu bitirir bitirmez bir arkadaşıyla birlikte Adapazarı'na atanmıştı. Hanım öğ­ retmenlerin de Anadolu'ya atanmaları başlamıştı. Bunlar yeni Ça­ lıkuşu Feride'lerdi. İki ay önce, annesiyle birlikte Adapazarı'na gelmiş, küçük bir ev tutup yerleşmişti. Becerikli, çalışkan, onurlu bir kızdı. Atandığı okul üç sınıflıydı. Müdürlük de yapan yaşlı bir erkek öğretmen var­ dı, bir de o. Üç sınıfı birlikte okutuyorlardı. Arkadaşı beş sınıflı bir okula verilmişti. Adapazarı'nı, işini, öğrencilerini sevmişti. Alışverişi kendi yapıyordu. Kimi kez annesi de geliyordu. İkisi de sıkma başlıydı. Manto giyiyorlardı. Böyle giyinenlerin sayısı azar azar artıyordu. Bu hanımlar garipseniyor ama kimse rahatsız etmiyordu. Çoğunluk henüz çarşaflıydı. Burada da Öğretmenler Birliği şubesi kuruldu. Müdür Bey lo­ kalde güzel toplantılar yapıldığını anlatınca, Fatma ö ğ r e t m e n de heveslendi, gitmek istedi. Müdür Bey, "Olmaz kızım.." dedi, "..Halk henüz böyle kadınlı erkekli toplantılara hazır değil. Dedikodu olur. Bu yüzden seni lokale almak istemeyenler çıkacaktır. Üzülürsün." Fatma ö ğ r e t m e n konuyu akşam annesine açtı. Annesi Çanak­ kale Savaşı sırasında kurs görüp yaralılara hizmete koşan gönüllü hastabakıcılardandı. "Bu kafayı bilirim." dedi, "..Yaralı erkeklere dokunuyoruz diye cehennemlik olduğumuzu söylemişlerdi. Bana sorarsan, inadına git." Fatma ö ğ r e t m e n gitti. İçeri girince bütün başlar ona döndü. Konuşma uğultusu ke­ sildi. Buz gibi bir sessizlik oldu. Fatma Öğretmen sessizce ilerleyip boş bir iskemleye oturmak istiyordu ki bir ses gürledi: "Hanım dur!" | Baktı. Fesli, kır bıyıklı, iri yarı bir öğretmen ayağa kalkmıştı. Elini uzakarak, "Evinize gidin." dedi, "..Burası size göre değil" Birkaç öğretmen Fatma Öğretmeni savundu ama çoğunluk Kır Bıyık'a katıldı. Ortalık karıştı. Kır Bıyık ve yandaşları ağır bastılar. Fatma ö ğ r e t m e n öfkeden gözleri dolu dolu çıktı. Yeniden gelecekti. 96 Üçüncü Bölüm



İSTANBUL Emniyet Müdürlüğünün işi rast gitti. Belediye za­ bıtasında Nizamettin adlı sarışın, uzun boylu, İngilizi andıran bir görevli vardı. Taklitçi bir adamdı. Birkaç İngilizce sözcük biliyordu ama gerisini İngilizceye benzeterek uyduruyor, arkadaşlarını güldü­ rüyordu. Aranılan düzen ve adam bulunmuştu. Kendisine bir unvan ve ad uyduruldu: ingiltere Doğu Siyaseti Müdürü Mr. Templen. Mr. Templen bu büyük buluşmaya hazırlandı. Az Türkçe bilen bir İngiliz gibi kırık Türkçe konuşacaktı. Celal Bey Cenyo birahanesi barmenine haber bıraktı. 24 Kasım günü saat 14.00'te Park Otel'de buluşulacaktı. FATMA ÖĞRETMEN birkaç akşam sonra yine geldi. Arkada­ şını da getirmişti. Lokale kadın öğretmenleri almayan anlayışı yen­ meye kararlıydılar. iki hanım öğretmenin salona girdiğini gören fesli, kalpaklı, bıyıklı, sakallı kalabalık şaşırdı. Birileri tepki göstermeye yeltendi ama Fatma Öğretmen gerilemedi: "Beni bir dakika dinlemenizi rica ediyorum." Duvarın yanındaki bir masayı gösterdi: "Arkadaşım da öğretmendir. Şimdi arkadaşımla ben şu masaya oturacağız. Eğer bizi yine buradan kovmaya yeltenirseniz bu olayı Eğitim Müdürüne, Valiye, Öğretmenler Birliği Başkanlığına, Baka­ na, Başbakana, Meclis Başkanına ve Gazi Paşa'ya duyuracağız, ona göre. Dinlemek inceliğini gösterdiğiniz için teşekkür ederim." Arkadaşına döndü: "Gel." Takır takır yürüyüp masaya oturdular. Herkesin önünde çay bardakları vardı. Çaycıyı göremedi ama kahramanca seslendi: "İki çay!" Hiçbir şey olmamış gibi kendi aralarında konuşmaya daldılar. Erkeklere bir suskunluk çöktü. İki hanım öğretmenin varlığını bir doğal afet gibi tevekkülle kabul ettiler. Yoksa başlarının belaya gire­ bileceğini anlamışlardı. Adapazarı'nda orta jjjyaşlı bir| hanım öğretmen daha vardı. Onunla da konuştular* Ertesi hafta, üçü birden geldiler. Kararlı gel-



mislerdi. Konuşmalara, tartışmalara katıldılar» Üçüncü Bölüm 97



Sonraki toplantıyı Eğitim Müdürü de izledi! Sonuçtan mem­ nun oldu. Hanımların varlığı erkeklerin daha nazik olmalarını, te­ miz pak giyinmelerini sağlıyordu. Erkek topluluklarına özgü o ka­ lın, laubali, terli hava kalmamıştı. Bazı çevrelerde dedikodu, homurdanma oldu ama çoğunluğu etkilemedi. Karma toplantılar olağan karşılanmaya başladı. Hayat böyle akıyordu artık. Mantoluların»ve sıkmabaşhların sayısı her gün bir-iki artmaktaydı. Yakında düğünler de karma olacaktı. Adapazarı'ndaki gelişim komşu illerde duyuldu, etkisini gös­ terdi. Özellikle eğitimli kadınların topluma kazandırdığı düzey, ince­ lik, kibarlık, uygarlık, bazı tutucuların da dikkatini çekti. Kadınsız gerçek bir ilerleme, gelişme olamayacağını sessizce kabul ettiler. Aaaah, sevgili Osmanlı keşke bunu anlayabilmiş olsaydı. Kaç-göç yüzünden erkekler de kadınlar da birbirini yalnız karşı cins olarak görmüşlerdi. Kafaları, duyguları buna şartlanmış, insan olarak gör­ meyi başaramamışlardı. Bu kördüğümü Cumhuriyet çözüyordu. BELİRLENEN günde Park Otelin çay salonunda buluştular. Celal Bey Mr. Templen ile Sadi Beyi tanıştırdı. Oturdular. Alçak sesle konuşmaya başladılar. Kör Sadi Mr. Templen'e Seyit Abdülkadir B e y i temsil ettiğini gösteren bir belge verdi. Belgeyi ciddilikle inceleyen Mr. Templen "Buyrun, sizi dinliyorum" dedi. Kör Sadi İngilizce bilmiyordu. O da yarım yamalak bir Türkçe ile kendisine yazdırılmış görüşleri açıkladı. Bunları bir not olarak da sundu. Mersin ve İskenderun limanlarının da kurulacak Kürt devle­ tinin sınırları içinde yer almasını düşünüyorlardı. Ayaklanma başarı ile sonuçlanınca Sultan Vahidettinl de İstanbul'a getireceklerdi^ Silah, cephane, ayaklanma başlayınca bir motorla Seyit Abdülkadir B e y i İstanbul'dan kaçırıp Suriye'ye, oradan da Kürdistan'a geçirmelerini ve ilk parti olarak 2 0 0 . 0 0 0 lira istiyorlardı. Mr. Templen "istekleri uygun bulduğunu, durumu üstleriyle görüşeceğini, en kısa zamanda yeniden buluşacaklarını ümit ettiğını söyledi. Dostça ayrıldılar. 98 Üçüncü Bölüm



65



Bir sivil polis Kör Sadi'yi izlemeye koyuldu. Caddebostan'da bir köşke girdiğini gördü. Soruşturdu. Köşk Seyit Abdülkadir Bey'indi. Kör Sadi'nin Abdülkadir Bey'le bağlantılı olduğu kesinleşmişti. Seyit Abdülkadir Bey Osmanlı döneminde Nazırlık yapmış bü­ yük bir bürokrattı. Kürt hareketinin doğal lideri kabul ediliyordu. Köşk ve Seyit Abdülkadir Bey, Kör Sadi ile Kürt Teali Cemiyeti'nin eski yöneticileri yirmi dört saat izlemeye alındı. » Kör Sadi'nin verdiği bilgiler Ankara'ya tellendi. 66



Üçüncü Bolüm



99



Yıl: 1925 1 Ocak 1925-31 Aralık 1 9 2 5



67



GAZİ, eşi, maiyeti ve bazı milletvekilleri ile 1 Ocak 1925 günü yeni bir inceleme gezisine çıktı. Yola çıkmadan önce yetkilileri ve parti yöneticilerini gerici propaganda ve güneydoğu hakkında dikkatli olmaları için uyarmış, Eğitim Bakanına da Avrupa'ya gidecek öğrencilere yollanmak üzere bir mesaj bırakmıştı. * Saat 17.30'da törenle uğurlandı. Eskişehir'e sabah vardılar. Eskişehirliler ile trende birkaç saat sohbet etti. Bütçe ve basın hakkında şöyle dedi: "Devletimizin bütçesi, bir Amerikalının aile bütçesi kadar. Böyle bir devletin hükümeti hakkında yazılacak yazılarda insaflı olmak dürüstlük gereğidir? 3 Ocak günü Konya'ya geldiler. Samsun-Sivas demiryolu çalışması ilerliyordu. Bugün ilk ray­ ların döşeneceği bildirilmişti. Bu güzel haber Gaziyi çok sevindir­ di. Bir telgrafla başarılar diledi. Konya'da on gün kaldılar. Gazi başta okullar, birçok yeri ziya­ ret etti. Yeni Ordu komutanı Fahrettin Altay'la birkaç kez konuştu. j| Irticanın yeraltına indiği, kendine özgü yöntemlerle sürekli çalıştığı i anlaşılıyordu. I Bu süre içinde, eskiden yaptığı gibi, küçük bir deftere günlük M 67



eıh



notlar tutmaya başladı. Yurt sorunl detti. Birkaç tarih kitabı almıştı yanıı^ 68



|ili düşüncelerini kay­ Boş kaldıkça onları oku­



yor, çiziyor, önemli bulduğu yerlerin yanına işaretler koyuyordu. Eskiden beri tarihe merakı vardı. Tarih bilgisinin çok büyük yara­ rını görmüştü. Türk milletinin tarih içindeki yerinin çok önemli olduğunu seziyordu. Bu sezgisini doğrulayan, genişleten, bilgiye çeviren kitaplardan büyük heyecan duymaktaydı. Son gün, Ankara'ya gelip de kendisini ziyaret etmiş olan Abdi Develi köylü Hüseyin Ağa'yı eşiyle birlikte ziyaret ettifBütün ma­ halle evin önüne toplanmıştı. 100 Üçttncü Bölüm



Hacı Hüseyin Ağa'nın iki odalı, küçük bir evi vardı. Ağanın bir oğlu köydeydi. İki oğlu şehit olmuştu. Gazi'yi, eşini, birlikte gelen yöneticileri ve gazetecileri heyecanla karşıladı: "Paşa, çok büyüksün! Bizler gibi fukaranın kalbini almak için fakir evimize geldin. Zahmet ettin. Bizim kalbimiz seni misafir et­ meye layık değil. Bizim noksanlarımızı görme/' Latife Hanıma döndü: "Var ol kızım. Allah size uzun ömürler versin." İçeri girdiler. Küçük temiz, düzenli, ay­ dınlık oda kilimlerle kaplıydı. Bir sedir ve yer minderleri vardı. Gazi sedirin bir ucuna bağdaş kurarak oturdu. Sedirin öbür ucuna Latife Hanım oturdu. Gazi aralarına Ağa'nın yaşlı, güler yüzlü hanımını aldı. Hüseyin Ağa ile misafirler -Ordu Komutanı, Vali, Belediye Başkanı vb.- yer minderlerine oturdular. Ayran, kahve içildi. Soh­ bet uzadı. Hüseyin Ağa mahalleye bir okul yapılmasını istedi. Gazi söz verdi. Vakit gecikmişti. Dışarı çıktılar. Evin önü daha kalabalıklaşmıştı. Kadınlar Gazi'nin elini, omuzlarını öpüyor, sarılıyor, dokunma­ ya çalışıyor, sevinçten ağlaşıyorlardı. Yaşlı bir kadın, "Biz de şehit anasıyız.." dedi, "..Sizi gördük ya, bundan sonra ölsek de gözümüz açık gitmez. Allah size uzun ömürler versin." Bu içten sevgi Gazi'nin de gözlerini yaşarttı. 69



KONYALI Sadi Efendi'nin Berlin Üniversitesi'nde biyoloji öğ­ renimi yapması uygun görülmüş, bileti ve yolluğu yollanmıştı. Berlin'e trenle gidecekti. Akşam Sirkeci garına geldi. Çantasını kompartımanına yerleş­ tirdi. Perona inerek gezinmeye başladı. Heyecan, kuşku ve korku içindeydi. İlk kez yurtdışına çıkacaktı. Ya bursunu zamanında yol­ lanmazlarsa, ya kendisini unuturlarsa, ya başarılı olamazsa.. Heyecanı yüzünden kuşkusu ve korkusu o kadar yoğunlaştı ki gitmekten caydı, kompartımana girip çantasını aldı. Gardan çıka­ cağı sırada bir posta dağıtıcısının adım bağırdığını duydu: "Mahmut Sadi, Mahmut Sadi, telgrafın vaaar!" Üçüncü Bölüm 101



Postacıya koşup "Benim" dedi. Telgrafı aldı. Herkesle vedalaşmıştı. Kendisine telgraf çekecek kimse yoktu. Telgrafı büyük bir merakla açtı. Başı döndü. Eğitim Bakanı, Türkiye Cumhurbaşkanı Gazi M. Kemal Paşa'nın mesajını iletiyordu: "Sizleri birer kıvılcım olarak yolluyorum, alev olarak geri dön­ melisiniz." Kuşkusundan, korkusundan utandı. Kendi kendine "Şimdi gel de gitme, git de çalışma, dön de bu ülke için canını verme" dedi. Trene binip yerine kuruldu. Birkaç öğrencinin yola çıkışını iz­ leyip mesaj yollayan bir önderin yurttaşı olmanın ne büyük bir talih olduğunu düşündü. Biraz sonra Berlin'e gidecek ikinci öğrenci de geldi. Tren hareket etti. 20 kıvılcım öğrenci ertesi gün gemiyle Marsilya'ya, oradan Paris'e gideceklerdi. 70



GAZİ 13 Ocak 1925'te Adanaya geçti. Açılmasını|istediği kurslardan biri Adana'da açılmıştı. Öğretmen ve okur-yazar sayısı o kadar azdı ki bu kısa kursları bitirenler ilkokul öğretmenliği yapa­ caklardı. Eğitim bu aşamadaydı. Bu kursa katılan Lütfiye Kışlalı'yı Kilis'e atayacaklardı. Daha 14 yaşındaydı. Ama öğretmenlerine iyi bir öğretmen olacağı güvenini vermişti. Gazi Adana'dan sonra Tarsus'ta, Mersin'de, Silifke'de de ince­ lemelerde bulundu. İlgilileri ve halkı dinledi. Uyarıcı, aydınlatıcı, yol gösterici konuşmalarını sürdürdü. I Taşucu'nun Tekir köyünden yarısı bataklık bir araziyi örnet çiftlik yapmak için satın aldı. Halk adını Gazi Çiftliği koydu. 71



19 O C A K 1 9 2 5 günü Meclis Yol Mükellefiyeti (yükümlülüğü Kanununu kabul etti.



Köyü nahiyeye, nahiyeyi ilçeye bağlayan hemen hiç esaslı yc yoktu. Hepsi patikaydı, ayak iziydi. Bu ihtiyacın tümünü devleti karşılayabilmesi de imkânsızdı. Köy yolları için millete başvuruldu. Çık arılan yol kanununa göre, öğrenciler ile silah altında olaı lar, maluller, 6 ' d a n fazla çocuğu olanlar dışında kalan 1 8 - 6 0 arasındaki bütün erkekler, yılda 6*12 gün yol yapımında çalışta 102 Üçüncü Bölüm



1



ya da karşılığı olan yol vergisini ödeyecekti. Toplanan vergi yalnız yollara harcanacaktı. Köylülerin çoğu işi angarya olarak görmedi. Tarlada çalışmak­ tan farkı yoktu. Biraz terleyeceklerdi elbette. Bazı köylerde, zo­ runlu olmadıkları halde kadınlar da çalışmaya katıldılar. Askerlik yapmış olanlara yol yapım işi çocuk oyuncağı gibi gelecekti. Bunlar derin siperler açmış gazilerdi. Yolun önemini savaş içinde, bir yer­ den bir yere giderken, hele topları götürürken anlamışlardı. Yol işi kutlu bir işti. Birçok nahiye müdürü, öğretmen, mühendis, fen memuru, kaymakam, vali halkı heveslendirmeyi, teşvik etmeyi iyi başarmış­ lardı: Yaşadıkça vatana hizmet bitmez. Yılda en fazla 12 gün. Nedir bu? Uygarlık askerliği. 1926 yılına kadar şaşırtıcı bir sonuç alınacak, 27.850 km. köy yolu açılacak, onarılacak, düzeltilecekti. Bu çalışma sürüp gidecektir. 713



GAZİ ve eşi 2 Şubat günü Ankara'ya döndü. Gazi halkın ilgisi, gençlerin uyanıklığı, bazı sorunların çözül­ mesi ya da çözümü için çalışılması, ticaretteki ufak da olsa canlan­ ma nedeniyle Ankara'ya oldukça memnun dönmüştü. Aldığı yeni bilgiler neşesini kaçırdı. BaşbaL kanla Meclis'te buluştu. Toplantıya Adalet BaI kanı Mahmut Esat Bey de katıldı. Gazi hemen Jlj konuya girdi:



P



"Yeni partinin kuruluşunu memnunlukla karşıladığımı açıklamıştım. Bir yandan da ül­ kemizin şartları ve kurucuların deneysizlikleri yüzünden başımızın ağrıyacağından da çekiniMahmut Esat Bey yordum. Yazık ki haklı çıktım. Birçok saltanat­ çı, hilafetçi, din aktörü ve ayrılıkçı, yeni partide toplanıyor. Gizli çalışıyorlardı. Yeni partiye güvenerek, onu perde olarak kullanarak açığa çıktılar. Halkı Cumhuriyet karşıtı söylen­ tilerle zehirlemeye başlamışlar. İstanbul'da bazı Mütareke dönemi artığı gazeteler de bu asılsız, rezil iddiaları memlekete yayıyor. Mil­ letin emeğini ve kurtuluş ümidimizi boşa'çıkarmak istiyorlar. Siz de duymuşunuzdur: Bunlar hiç utanmadan dinsiz olduğumuzu, diÜçüncttBölttm 103



İ



nin elden gitmekte olduğunu yayıyorlarmış. Camileri yıkacakmışız, Kuran'ı yasaklayacakmışız.." Mahmut Esat Bey söze karıştı: "Patronalı Haliller, Kabakçı Mustafalar, Derviş Vahdetîler de böyle dini bahane edip halkı ayaklandırmış, imparatorluğu yatalak etmişlerdi" ".Bizim halkımız dindardır. Bu sözlerin yalan olduğunu anlamazsa, haklı olarak tepki gösterir. Bu tehlikeli duruma bir çare bulmalıyız. Fethi Bey, sizler Malta'da iken, biz burada yalnız düş­ manlarla boğuşmadık, bu gibi yalanları uyduran hainler ve bu kuy­ ruklu yalanlara kanan gafillerle, safdillerle de mücadele zorunda kaldık. Çok zor günler yaşadık. Hainlerimizin ve gafillerimizin çok olduğunu unutmayın. Daha tam bir millet olamadık. Düzenleri bo­ zulanların faaliyete geçmek için fırsat kolladıklarını kestirmemek için çok saf olmak gerek. Yeni partinin yöneticilerini uyarın lütfen. Hepsi bilir ki bizim dinle de, dindarlarla da hiçbir sorunumuz yok, olamaz, olmayacak da. Ama din tüccarlarına, din aktörlerine, yo­ bazlara, ikiyüzlülere, üfürükçülere yüz vermesinler, oy uğruna dini siyasete alet etmek isteyenlere göz yummasınlar. Yalancılara fırsat tanımasınlar. Bunu kesinlikle rica ediyorum. Birlik ve Cumhuriyet pahasına siyaset olmaz. Partilerini paravan olarak kullananlara kar­ şı kesin önlemler alsınlar. Yobazlık, iyi niyetle bile okşanmaya gel­ mez. Kabarıp a z a r " 72



M U H A F I Z TABURU Komutanı İsmail Hakkı Bey birkaç gün için İstanbul'a gitmek istiyordu. Gazi'den izin alıp trenle İstanbul'a gitti. Akrabalarını gördü. Rahatladı. Sonra aklına koyduğunu yaptı. Bahçekapı'da kabalak d i k e n



723



Andelip Efendi'yi buldu. Dedi ki:



"Andelip Efendi, bana yirmi tane vizyer (kasket önündeki gü­ neşlik) yapacaksın. Çıtçıtlı olacak. İstediğimiz zaman kabalakları­ mıza, kalpaklarımıza takıp çıkarabilelim." Andelip Efendi geleneğe aykırı diye korktu. Zoı luklu ikna oldu. ismail Hakkı Bey ertesi gün çıtçıtlı yirmi vizyer ile çıtçıtların kar­ şılıklarını aldı. Ankara'ya döndü. 104 Üçüncü Bölüm



72 h



FETHİ BEY Ali Fuat Paşa'ya görüşmek istediğini bildirmişti. Meclis'teki Başbakan odasında biraraya geldiler. Fethi Bey durumu nazikçe özetledikten sonra Gazi'nin kesin ricasını Terakkiperver Cumhuriyet Partisi Genel Sekreteri Ali Fuat Paşa'ya iletti. Ali Fuat Paşa'nın bu önemli ve dostça uyarıyı dikkate alacağını ümit etmişti, öyle olmadı. Ali Fuat Paşa şiddetle itiraz etti: "Bunlar, Gazi Paşa'nın etrafını sarmış olan asalakların, koyu particilerin, yaranmak isteyen polislerin yakıştırmaları, uydurma­ ları, iftiraları. Biz partimize tamamiyle hâkimiz. Doğuda da, Batıda da, kaygı duyulmasını gerektirecek hiçbir olay, durum, sorun yok. Hükümeti yanıltıyorlar." Oysa Şeyh Sait isyanının patlamasına birkaç gün vardı. 73



İSMAİL HAKKI BEY Gazi'ye döndüğünü bildirdi. Diktirdiği vizyeri bir an önce göstermek istiyordu ama cesaret edemiyordu. Gazi bir şey olduğunu anladı: "Bana bak çocuk, sende bir şey var. Nedir, söyle bakayım." "Efendim, memleketimiz Batıya daha yakın olduğu halde hâlâ kalpakla, kabalakla, fesle, sarıkla, takkeyle dolaşıp duruyoruz. Hal­ buki İran, Afgan ordularında şapka giyiyorlar! Ben de İstanbul'da kabalağıma göre bir vizyer yaptırdım" "Nerde bu vizyerli kabalağın?" "Dışarda." "Haydi, git, giy, gel." İsmail Hakkı Bey koştu, vizyer taktığı ka­ balağı giyip geldi. Gazi Paşa'yı selamladı, be, sonra? İsmail Hakkı Bey sonra ne yapacağını düf ^ ^ sünmüştü. Bütün tabur vizyerlerini takacak ve Ankara'da bir yürü­ yüş yapacaklardı. Düşüncesini anlattı. Gazi güldü: "Peki. Bildiğin gibi yap" İsmail Hakkı Bey ilk olarak vizyerleri ve çıtçıtların karşılıkları­ nı Yaver Rüsuhi Bey'e ve bazı subay arkadaşlarına dağıttı. Muhafız taburundaki subayların kalpaklarının Önüne çıtçıtların karşılıklarını diktirdi. Vizyerleri taktılar. Çok güzel oldu. Hiçbiri yadırgamadı. s m a ı



a



1



Üçüncü Bölüm 105



I l



Vizyerle selam vermek daha fiyakalı oluyordu. "Ara sıra şehre inerken vizyerleri takın. Gözler alışmaya başasın, Muhafız Taburu subaylarının kalpaklarına zaman zaman vizyer taktıklarını Kâzım Karabekir Paşa fark etti. Orduda şapkaya geçileçekti galiba. Bunun yararlı olduğunu bildiği için memnun oldu. Mec­ lis önünde karşılaştığı subayın selamına sevgi ile karşılık verdi. Milli Savunma Bakanlığını da üstlenmiş olan Başbakan Fethi Bey ise görür görmez vizyer takılmasını yasakladı. Gösteri yürüyü­ şü suya düştü. * 73



ŞEYH SAİT EFENDİ Kürtler arasında sevi­ lip sayılan Sünni-Şafii, Nakşibendi tarikatından bir şeyhti. Elazığ'a bağlı Paluluydu. Kardeşleri, on çocuğu vardı. Binbaşı Kasım'ın bacanağı idi. Büyük sürüleri bulunuyordu. Çevredeki me­ ralardan yararlanmak için Erzurum'un Hınıs ilçesine göçmüşlerdi. Şeyh Efendi gizli Kürt İs­ tiklal Cemiyeti yöneticileri ile konuşmuş, önce üye, 1924 yazında da bu cemiyetin başkanı ol­ muştu. Sürülerini satmak için yazları yol üzerinde­ ki köylere uğraya uğraya Halep'e iniyordu. Halep'te İngilizlerin ve Fransızların desteklediği Kürtçülükle ilgili örgütler vardı. Son zamanlarda oğlu Ali Rıza İstanbul'da, Seyit Abdülkadir Bey'le birkaç kez görüşmüş, geri dönmüştü. İkinci oğlu Halep'e gi­ dip gelmişti.



I



Bir ayaklanmanın hesapları, hazırlıkları yapılmaktaydı. En geç Mayısta harekete geçmek için karar alınmıştı. Hava yumuşarsa en iyi tarih Nevruz'du, 21 Mart.



I



Şeyh Sait Efendi özellikle dini duygularla bu hareketi destek­ lemekteydi. Devlet saltanatı, halifeliği, Din İşleri Bakanlığını kal­ dırmıştı. Dini mahkemeleri, medreseleri kapatmıştı. İçkiyi serbest bırakmıştı. Gazeteler kadınların yüzlerini açtığını, çarşafları çıkar­ dığını yazıyorlardı. Din elden gidiyordu! 106 Üçüncü Bölüm



Erzurum'dan Genç (Bingöl) iline gelmişti. Kaç zamandır Genç ve çevresinde atlı olarak köyden köye dolaşarak ağalarla, şeyhlerle toplanıyor, hükümet aleyhine vaaz veriyor, halkı isyana hazırlıyordu: "Din elden gidiyor. Ben elimden gelse bizzat dövüşmeye baş­ lar, dinin yükselmesine gayret ederim! Müritlerinizi, adamlarınızı din için savaşmaya hazırlayın." Aksakallı şeyhin sözleri dinleyenleri heyecanlandırıyordu. Din elden gidiyorsa durmak olur muydu? Güneydoğulu birçok şeyhe de haber yollanmıştı. Onlar da tekkelerinde, zaviyelerinde müridlerine isyan duyguları aşılamaktaydı.



1 '



73b



BU GÜNLERDE hükümeti aşar vergisi uğraştırıyordu. Çağdışı bir vergiydi. Mültezimler eliyle toplanıyordu. Bu ilkel sistem birçok haksızlığa, hatta zulme yol açmaktaydı. Ama bütçenin beşte birini bu vergi sağlıyordu (% 21.3). Tek kuruşun bile önemli olduğu bir dönemde bu vergiyi kaldırmaya karar vermek çok zordu. Ne var ki bu zulme göz yummak artık imkânsız olmuştu. Hükümet, Cumhurbaşkanının ve konuyu bilen milletvekillerinin desteği ile kaybı göze aldı ve bir kanun tasarısı hazırladı. Tasarı, mültezimler eliyle toplanan aşar vergisini kaldırıyor, mültezimlerin köylüye yaptığı zulmü de sona erdiriyordu. Bu ciddi bir devrimdi. Kanun tasarısı Meclis'e sunuldu. Alkışlarla kabul edilecekti. 74



75



12 ŞUBAT 1925 günü Şeyh Sait Efendi kalabalık atlılarla bir­ likte Piran nahiyesine geldi. Atlıların hepsi silahlı idi. Şeyh, beyaz atı, kınalı beyaz sakalı, rastıklı kaşı, sürmeli gözleri, sarığı ve cüppesiyle heybetli ve etkili görünüyordu. Tekbirlerle karşılandı. Kar­ deşi Şeyh Abdürrahimin'in evine indi. Adamlarını köylüler misafir etti. Yakın köylerden şeyhler, ağalar geldi. Uzun uzun konuştular. Bahara az kalmıştı. Nevruzla birlikte isyanı başlatacaklardı. Hava yumuşamazsa bir ay daha beklenebilirdi. Şimdi hava soğuk, her yan karbeyazdı. Kış bu yıl çok sert geçiyordu. Sabah tartışma sesleriyle uyandılar. Şeyh Sait Efendi ile birlikte gelen atlılar arasında kaçak katil­ ler ve asker kaçakları varmış. Nahiyenin jandarması bunları almaya gelmişti. Jandarmaların başında bir Üsteğmenle bir Teğmen vardı. Üçüncü Bölüm 107



I I I I I I I I || I I



|



Şeyh Sait Efendi çok korktu. Hazırlıkları öğrenip kendisini tutukla­ maya geldiklerini sanmıştı. Üsteğmen kaçakları almaya kararlı görünüyordu. Jandarmalar j kaçakların sığındığı evi sarmışlardı. Tartışma uzadı, hava gergin­ leşti. Şeyh Abdürrahim kaçakları saklandıkları evden dışarı çıkar­ tacağını söyledi. j Askerler inanarak evden uzaklaştılar. ] Bu ânı bekleyen Şeyh Abdürrahim adamlarına jandarmaların üzerine ateş açtırdı, biri öldü, birkaçı yaralandı, subayları ve Nahiye Müdürünü yakalattı. Şeyh Sait isyanı 13 Şubat 1925 Cuma sabahı böyle başladı. Artık olayı örtbas etmenin imkânı yoktu. Silah atılmış, kan akmıştı. İki yıldır hazırlanan isyan bu olay yüzünden, düşünülen tarihten önce, daha kış sürerken patlak vermiş oldu. Şeyh Sait Efendi, olayın geç duyulmasını sağlamak ve hare­ ketin başlamadan bastırılmasını önlemek için telgraf ve jandarma telefon tellerini kestirdi. Anlaştığı aşiretlere isyanın başladığını duyurdu. Yolladığı bildirileri 'Emir-ül Mücahidin Muhammet Sait Nakşibendi* diye imzalamıştı. Sadece bu ad bile etkiliydi. Darahini, o zamanlar Genç adını taşıyan Bingöl ilinin merkez ilçesiydi. Darahini'ye gitmek üzere silahlı üç yüz atlı ile birlikte öğ­ leden sonra Piran'dan hareket etti. İsyanın geçici merkezi olarak Darahiniyi seçmişti. Alınan vergiler ve esirler Darahini'de topla­ nacaktı. Yolda isyana hazır olan aşiret kuvvetleri Şeyh Sait Efendiye katılmaya başladılar. Daha o gece, Şeyh Sait Efendi gelmeden önce, Darahini hapisanesindeki mahkûmları kurtarmak için silahlı bir girişimde bulu­ nuldu. Genç Valisi durumu Ankara'ya bildirdi. Bu da neydi? Ergani Valiliği olay ve yeri hakkında biraz bilgi edinmişti. Bu bilgiye dayanılarak Piran'a doğru Binbaşı İbrahim'in komutasında iki süvari bölüğü yola çıkarıldı. Olayı bastırmak ve eşkiyaları yaka­ lamak için bu müfrezenin yeterli olacağını düşünüyorlardı. 76



77



78



Yanıldıklarını kısa zamanda anlayacaklardı. Ordu barış düzenine geçtiği için birliklerdeki asker sayısı az, askerin çoğu da daha acemiydi. 108 Üçüncü Bölüm



I



İngilizlerle bir savaş olasılığına karşı güney sınırına (iki piyade, iki süvari) dört tümen yerleştirilmişti. Bunlar da alay ve taburlar halinde araziya göre birçok noktaya dağıtılmıştı. İsyan bölgesinde hiçbir askeri birlik yoktu. Yalnız ilçelerde ve bazı nahiyelerde küçük jandarma birlikleri bulunuyordu. * 78



ŞEYH SAİT EFENDİ sayısı gittikçe artan kuvvetiyle ilerleyerek Darahini yakınındaki Hakik köyüne geldi. Hükümet kuvvetlerinin etki alanı dışındaydılar. Bu nedenle rahattılar. isyancıların büyük çoğunluğu asker kaçağıydı. Askerlik eğiti­ mi görmemiş, disiplinsiz bir kalabalıktı. Ama çevik, araziyi iyi ta­ nıyan, inatçı insanlardı. Çapulculukla geçinenler baskın vermeyi, vur-kaç yöntemini iyi biliyorlardı. Hepsi, pek çok Anadolu köylüsü gibi yoksuldu. Kış olmasına rağmen çoğunun sırtında kalınca bir ceket ya da palto, gocuk gibi bir giysi yoktu. Propaganda işini Şeyh İbrahim Efendi yürütüyordu. Akıllı adamdı. Hazırlığını yapmış beklemekteydi. Dağıtılacak bildirileri -galiba Halep'te- bastırmıştı bile. Kulaktan kulağa çok etkili söy­ lentiler yayıyordu. Bunlardan ikisi Darahini ye de ulaştı: Şeyh Sait Efendi Allah tarafından dini kurtarmaya memur edilmişti, onun emrini dinlemek din gereğiydi. Abdülhamit'in oğlu Selim Efendi de sınırda 4 0 . 0 0 0 kişilik orduyla bekliyordu. Darahini heyecan içinde, Allah'ın dini kurtarmakla görevlen­ dirdiği Şeyh Sait Efendi'yi beklemeye koyuldu. 79



79a



80



ANKARA'da bugün İçişleri Bakanlığı bütçesinin görüşülmesi­ ne başlanmıştı. Yedinci konuşmacı olarak Erzurum milletvekili Ziyaeddin Efendi kürsüye çıktı. Yenilik hevesi yüzünden din ve ahlak duygu­ larının zayıfladığından, yenilik adına Avrupa'nın yalnız pislikliklerinin benimsendiğini iddia eden, öfkeli, kaba bir konuşma yaptı, özetle dedi ki: "Özellikle İstanbul'da görülen üzücty olaylar memleketin top­ lumsal bir hastalığa yakalandığını gösteriyor." Çankırı milletvekili Talat Bey sordu: "Ne gibi?" Ziyaeddin Efendi azarladı: §< "Dinle, anlarsın! Söylentiye göre İstanbul'da 14.000 meyhane, 800 dans salonu açılmış. Sarhoşluk teşvik ediliyor. Gazeteler yazıÜçüncÜ Bölüm 109



yorlar, kucağında çocuğu olduğu halde kadınların da meyhaneye devam ettikleri görülüyormuş..." * Rize milletvekili Fuat Bey sordu: "Hangi gazete yazıyor bu zırvayı?" Ziyaeddin Efendi | bu soruya yanıt vermedi, konuşmasını sür­ dürdü: "Yenilik, uygarlık bu mu?" Biri bağırdı: "Yenilik onlar değil. Yenilik bağımsızlık, milli egemenlik, barış, cumhuriyet! Bunları saysana!" Ziyaeddin Efendi duymazlıktan geldi: "Kadını barlara ve tiyatro sahnelerine kadar çıkardılar. Bu yaz İstanbul civarında Filorya denilen yerde, çıplak erkek ve kadınlar birlikte, deniz hamamlarında eğlenmişler" Sataşmalar, tepkiler, gülüşmeler oluyordu. Başbakan Fethi Bey bile âdeti olmadığı halde oturduğu yerden itiraz etmeye başlamıştı. Ziyaeddin Efendi konuşmasını azimle sürdürerek bitirdi: "Hükümetin dini İslam dinidir. Bu Anayasada yazılı. Buna rağ­ men bazı sefihler laiklikten yani dinsizlikten filan bahsediyorlar. Bu cesareti nereden alıyorlar? Meclis bu yanlışlıklara son vermenin ça­ resini bulmalıdır." Falih Rıfkı Atay yanında oturan Dr. Reşit Galip Bey'e döndü: "Doktor, Mütareke basını da ancak bu kadar zehirli idi. Cum­ huriyet ya da Ankara karşıtı malum gazeteler bu yalanları yazıyor­ lar, bunlar da hiç araştırmadan inanıp papağan gibi tekrarlıyorlar. Ya da işlerine geldiği için doğruymuş gibi kabul ediyorlar. Yarın bu efendinin söyledikleri birçok gazetede Meclis konuşması olarak yer alacak, her yana yayılacak. Bu yalanlar irticayı kuş sütüyle besliyor. Hükümetin hoşgörüsünü zayıflık, kudretsizlik, acizlik olarak görü­ yorlar dır.." # "Cumhuriyeti koruyacak önlemler almalıyız. Gecikmeden." "Çok haklısın. Varlığını korumayan bir devrim olur mu? Bu kadar geniş, rahat olmak doğru değil. Yoksa birkaç deli öne düşer, yeni bir 31 Mart olayı yaşarız." "Sus!" '« f Korktukları olay başlamıştı bile. 80



80b



81



82



110 Üçüncü Bölüm



YENİ bilgiler Ankara'yı uyandırdı. Takip hareketini yönetme görevi 3. Ordu Komutanlığına verildi. İçişleri Bakanlığı ile işbirliği içinde olacaktı. Güneydoğuda bulunan 1. Süvari Tümeni hemen Mardin'den Diyarbakır'a hareket ettirilecek, bir alayı (21. Sv. Alayı) Lice'ye gön­ derilecek, iki alayı Diyarbakır'da emir bekleyecekti. Erzincan, Erzu­ rum ve Muş'tan olay bölgesine bazı küçük birliklerin kaydırılması da planlandı. Piran'da bir eşkıyalık olayı olduğu bugünkü gazetelerde yer almıştı ama kimse üzerinde durmamıştı. Çetelerin tümünün kökü daha kazınamamıştı. Orada burada birkaç çete kalmıştı. Kamuoyu bu da böyle bir şey olmalı diye düşündü. 82



BİNBAŞI İbrahim'in iki süvari bölüğünden oluşan müfrezesi, sarp arazide, dar ve kaygan yollardan geçerek, yüzü bıçak gibi kesen soğukta ilerlemeye çalışıyordu. Hedef Piran'dı. Arazinin yapısı yan­ cılar çıkarmaya imkân vermemişti. Dar bir vadiden kuzeye doğru gidiyorlardı. Her an çatışma çıkabileceği için tüfekler dizler üzerine alın­ mıştı. Vadiden çıkınca ilk köyde mola verdiler. Dört bir yana nöbetçiler çıkarıldı, isyancıları tuttuğu anlaşılan köylü evlere kapanmıştı. Atları sulayıp yemlediler. Çalı çırpı ile çay kaynattılar. Kavurma, ekmek ve tahin helvası yediler. Ordunun açlık çektiği dönem eski­ lerde kalmıştı. Once kuzeyden, sonra yanlardan ateş sesleri geldi. "Silah başı!" Nöbetçilerin verdiği bilgiye göre 500 kadar isyancı köyü ku­ şatmıştı. Toparlanıp savaş düzeni aldılar. Görevliler atların yanına koştular. İki makineli tüfekleri vardı, ö n ü açık, güvenli yerlere yer­ leştirdiler. Bütün bu işler üç dakika bile sürmedi. Dakikada 500 mermi atan makineli tüfekler isyancıları şaşırttı, korkuttu. Ama kuşatmayı kaldırmadılar* Ahmet Onbaşı isyancıların içinde bulunan birinin, oradan oraya koştuğunu, isyancıları dövüş­ meye zorladığını fark etti. Komutanlarıydı galiba. Gözünü dört açıp bekledi. Adam bir kayanın ardından öteki kayanın ardına kayarken tüfeğinin tetiğine bastı: Güm! Üçüncü Bölüm 111



I



Adam şakağından vurulup uzandı. Ahmet Onbaşı'nın vurduğu adam Şeyh Sait Efendi'nin en has adamlarından biri olan öğretmen Fahri'ydi. Müfrezeyi kuşatan isyancıların komutanıydı. İsyancılar üzüntüden delirdiler. Bağırıştılar. Ateşi artırdılar. Çemberi iyice daralttılar. Binbaşı bu soğukta terlemeye başladı. İsyancılar sanki gittikçe çoğalıyorlardı. Köyün kuzey yanından iyi haberler gelmiyordu. Araziden yararlanarak iyice yaklaşmışlardı o yana. Köye dalıp da ahırlara, avlulara sakladıkları atları vururlarsa... Bunu düşünmek bile istemedi. Beklenilmez bir şey oldu. Önce silah sesleri arasında belli be­ lirsiz bir uğultu belirdi. Giderek yaklaştı. Büyüdü. Havayı titretme­ ye başladı. İki uçak gürleyerek iyice alçaktan geldi. Döndüler. Makineli tü­ fekleriyle köyün güneyini taradılar. Bir daha dönüp ikişer de bomba attılar. Çekiliş yolunu açtılar. Hiç uçak görmemiş olan isyancılar ya toprağa yapışıp kalmış, ya dağılıp kaçmışlardı. "Hey büyük Allahım!" Müfreze hızla toplandı. İki yaralıları vardı. Gerekli önlemleri alarak köyden çıktılar, güneye doğru çekilip gerideki bir köye yer­ leştiler. Bu köy Alevi köyüydü. İsyana karşıydılar. Müfreze savunma düzeni aldı. Binbaşı yazdığı raporu iki haberciyle geriye yolladı. 823



ÖNCÜLER Darahini'ye yaklaşırken, Ankara'da bir derneğin kuruluşu tamamlanmaktaydı. Cevat Abbas Bey 16 Şubat 1925 sa­ bahı saat 10.00'da otuz beş milletvekili ile çeşitli mesleklerden on kişiyi Türk Ocağı'na çaya davet etmişti. Çağrılanlar Türk Tayyare Cemiyeti'nin kurucu üyeleriydi. Ce­ vat Abbas Bey bir açış konuşması yaparak gelişimi anlattı. Kuruluşa yardım eden, yön gösteren kişi ve kurumlara teşekkür etti. İlerde Türk Hava Kurumu adını alacak olan dernek 16 Şubat 1925 günü böyle kuruldu. Şubeleri bütün Türkiye'ye yayılacak, havacılıkla ilgili bütün kollarda etkinlik gösterecek, Türk Kuşu'nu kuracak, Kayseri'de ve Ankara'da uçak fabrikaları açacak, halkın orduya birçok uçak arma­ ğan etmesini sağlayacaktı.



Dünyada eşi bulunmayan büyük bir havacı kuruluş olacaktı.* 112 Üçüncü Bölüm



3



ÖNCÜLER ikindi üzeri Darahini'ye girdiler. Ne Vali, ne me­ murlar, ne Jandarma Komutanı, ne Jandarmalar karşı koydu. Ziraat Bankası ile Mal Sandığı'ndaki paraları güven altına bile almadılar. Hiç direnmeden şehri teslim ettiler. İsyancılar Valiyi ve Askerlik Şube Başkanını bir odaya hapsettiler. Önce Mal Sandığı kasasını soydular. Sonra evleri, dükkânları yağmalamaya giriştiler. Şehir halkı, dini kurtaracak olan Şeyhin adamlarını dostça karşılamıştı. İsyancılar yağmaya başlayınca ayıldılar. Birkaç temsil­ ci yağmayı durdurması için Şeyh Sait Efendi'ye yalvarmaya koştu. Yağma haberini alan Şeyh Sait Efendi gece Darahini'ye girdi. O da yakın adamlarına Ziraat Bankası kasasını soydurdu. Şeyh Efendi, il içindeki bazı makamlara atamalar yaptı. 84



ANKARA Genç ilinin merkezi Darahini'nin işgal edildiğini komşu ilçelerden gelen telgraflarla öğrendi. İçişleri Bakanı Cemil Bey akşam Bakanlar Kuruluna açıklamada bulundu. Sonra da köşke çıkarak Gazi'ye bilgi sundu. Gazi harita başındaydı. Haritaya birliklerin bulundukları yer­ ler işaretlenmişti. Dikkatle dinledi. Bakana düşüncesini sordu. Ba­ kan şöyle açıkladı: "Adamları, aşiretlerinin beyini, tutuklu olarak Bitlis Harp Di­ vanına götürmekte olan müfrezenin elinden kurtarıp kaçırdılar. Jandarmalarımız çevrede bu aşiret beyini ve kaçıranları arıyor. Bu olay ile jandarmaları oyalamak istediklerini tahmin ediyorum" Gazi aldığı bilgileri birleştirerek olay hakkında hükmünü ver­ mişti. "Hayır.." dedi, "..Bu oyalama filan değil, açık bir isyan. Cum­ huriyete tepki. Bütün dosyaları incele. Bunun uzun bir öncesi var. Hızla yayılabilir. Valileri, kaymakamları uyarın. Genelkurmayla iş­ birliği içinde olun." Cemil Bey ayıldı: "Anladım efendim." Gazetecilere, halkı bir isyan haberiyle heyecanlandırmamak, başka yerlerdeki gericilere cesaret vermemek için olay eşkıyalık olarak nitelendirildi. 85



86



ŞEYH SAİT EFENDİ gündüz halkı parça parça toplayıp Allah aşkı ve rızası için isyana katılmaya çağırmıştı. Gece kurmayları olan Üçüncü Bölilm 113



şeyh ve beylerle birlikte toplanıp savaş programını, cephelerini ve cephe komutanlarını belirledi. |6atı kesimi: Bu kesimin komutanı Şeyh Şerif olacaktı, ö n c e Bingöl (Çapakçur) zaptedilecek, sonra daha batıya, Palu, Elazığ ve Malatya üzerine yürünecekti. Doğu kesimi: Muş Cephesi komutanlığına damadı Şeyh Abdullah'ı atadı. Görevi Varto'yu almak, isyanı doğuya yaymak, Erzurum'dan ve Muş'tan gelmesi olası hükümet kuvvetlerini durdurmaktı. Güney kesimi: Burası Diyarbakır cephesiydi. Bu cephenin komutanlığını Şeyh Sait Efendi kendi üzerine aldı. Kardeşi Şeyh Abdürrahim Maden ve Ergani'yi alacak, çevre­ deki aşiretlerin yardımıyla Siverek ili ele geçirilecekti. Oradan da Urfa'ya inilirdi. Asıl hedef Diyarbakır'dı. Diyarbakır zaptedilince Kürt-İslam devleti ilan edilecekti. Bir kol ilerleyip Cizre'ye yürüyecek, böylece Irak'taki İngilizlerle bağlantı sağlanacaktı. Başkomutan Şeyh Sait Efendi, yeni hükümet kuvvetleri yetişemeden Diyarbakır'a gireceklerini hesaplıyordu. Diyarbakır Ankara'ya çok uzaktı. Diyarbakır içinde ciddi bir kuvvet olmadığını öğrenmişti. Gerçekten Diyarbakır'da sadece 3. Ordu karargâhı ile 7. Kolordunun karargâhı ve bağlı birlikleri, birkaç da top vardı. İsyancılar Diyarbakır'a hücum etmeden önce, gerilerini güven altına almak için, yol üzerindeki Hani ve Lice'yi ele geçirmek isti­ yorlardı. I 18 ŞUBAT 1925 günkü Cumhuriyet gazetesinde Şeyh Sait ola­ yı hakkında biraz genişçe bir haber yer almıştı. Hükümetin açıklamalarının tersine, gazete, Şeyh Sait'i ve adamlarını 'isyancılar' olarak niteliyordu. İsyancılar ha! Haber dalgalanmalara, söylentilere, tahminlere yol açtı. Ba­ kanlar Kurulunda bu konu hakkında düşünce farklılıkları oluştuğu, tartışmalar çıktığı söylentisi yayıldı. İçişleri Bakam Recep Peker'in 114 Üçüncü Bölüm



Fethi Bey'le anlaşmazlığa düştüğü için istifa ettiğini, yerine Cemil Bey'in getirildiğini iddia edenler vardı. Ankara kaynamaya başladı. Hükümetin Meclis'e hâlâ yeterli ve doğru bilgi vermemesi mil­ letvekillerini çok sinirlendirmişti. 21. SÜVARİ ALAYINDAN seçilmiş büyükçe bir müfreze, Alay Komutanının emrinde, sert rüzgâra karşı yol alıyordu. Şubat rüz­ gârı yüzlerini yakıyordu. İsyancıların yolunu kesmek için Lice'yi ele geçirmekle görevliydiler. Lice'ye 8-9 km. kalmıştı. Sis boğazından geçeceklerdi. Boğaz karla kaplıydı. Öncü birlikten haber yoktu. Bir aksilik olsa silah ses­ leri gelirdi. Sessizlik sürüyordu. Müfreze boğaza girip ilerledi. Birden çok yoğun ateş altında kaldılar. Baskına uğramışlardı. Silah seslerine kişnemeler, komutlar, çığlıklar, naralar, nal şakırtı­ ları karıştı. Komutan durumu çok tehlikeli gördü. Coğrafya isyan­ cılardan yanaydı. Müfreze boğazdan ateş altında zorlukla geri dönerek çıktı, Alibardak köyüne çekildi. Bu büyükçe bir hükümet birliği ile is­ yancıların ilk çatışmasıydı. İsyancılar müfrezeyi durdurmayı ve geri sürmeyi başarmışlardı. 3. Ordu Komutanı Kâzım İnanç Paşa bu başarısızlığa çok kızdı. Karargâhında görevli olan Süvari Yarbayı Hüseyin Bey'i çağırdı: "Emrine süvari ve piyadeden oluşan bir müfreze veriyorum. Alibardak'a çekilen müfrezeyi de emrine alacaksın. Asilerden önce Lice'ye gireceksin." Yarbay Hüseyin Bey bilgili, yürekli bir komutandı. Müfrezeyi denetledi. Toplamı bir tabur ederdi. Hiç yoktan iyiydi. Gecikmeden yola çıktı. Geceyi uygun bir köyde geçirecek, sabah erkenden yola düşerek, Alibardak'taki müfreze ile birleşip Lice'ye gireceklerdi. 87



ŞEYH SAİT EFENDİ de bu saatlerde emrindeki büyük birlikle yola çıkmıştı. Onun hedefi de Lice'ydi. Tekbir çekerek ilerliyor, yeni katılımlarla çoğalıyorlardı. Yeni birliklerin bir bölümü doğuya, batıya, güneye gönderiliyorlardı. İs­ yan genişleme aşamasına ulaşmıştı. Üçüncü Bölüm 115



Yolda Hani nahiyesinin ele geçirildiği haberi alındı. Büyük se­ vinç uyandırdı. Şeyh Sait Efendi, Nahiye Müdürünün ve işbirliği yapmayan yöneticilerin tutsak edilerek Darahini'ye yollanmalarını emretti. HAVA çok soğuk, isyancılar kalabalıktı. Ama görevi yerine ge­ tirmek şarttı. Subaylar Binbaşı İbrahim Beye askerlerin hazır oldu­ ğunu bildirdiler. Atların, makineli tüfeklerin, tüfeklerin ve kılıçların bakımı yapılmıştı. Yeteri kadar cephane vardı. Binbaşı emrine gir­ diği 1. Süvari Komutanından izin aldı. Müfreze sabah çorbasını içmişti. Besmeleyle yola çıktılar. Bin­ başı gece haritayı incelemiş, Piran'a giden çok zahmetli ama isyan­ cıları şaşırtacak bir yol saptamıştı. Binbir güçlükle ilerlediler. Tek atın sığdığı uçurumlu, buz kes­ miş yollardan geçtiler. Piran'a beklenmedik bir tepeden iniverdiler. Üç saat içinde Piran'ı ve çevresindeki köyleri silahla karşı koyan isyancılardan temizlediler. Bir bölümü dağlara kaçtı. Köylerdeki si­ lahlar toplandı. Halkın üstü başı, evleri perişandı. Girdikleri köylerde Binbaşı güzel sözlerle halkı barışa davet etti. "Böyle silaha sarılacağınıza okul, doktor, ebe, ilaç, yol, iş, tarla istesenize" dedi. Nasihat eden birkaç bildiri yazıp sağa sola yolladı. Pek etkisi olmadı. Kaçanlar geri dönüp asilere katılacaklardı. Çünkü Allah'ın görevlendirdiği Şeyh Sait'in yenilmeyeceğine kesin inanıyorlardı. ŞEYH SAİT EFENDİ'yi Lice'ye bir buçuk saat uzaklıktaki köyde Lice'den gelmiş olan birkaç dost karşıladı. Lice'de ve çevresinde isya­ nı desteklemeyen aşiretler, kabileler vardı. Bir çatışma çıkabilirdi^ Lice ileri gelenleri davet edildi. Görüşüldü. Uzlaşma sağlana­ madı. Bu sırada Sis boğazında bir hükümet birliğine baskın verildi­ ği, birliğin geri püskürtüldüğü haberi alındı. Bayram ettiler. Şeyh Sait Efendi'ye göre 'bir Türkü öldürmek 70 gâvuru öldür­ mekten daha üstündü! Neden? Bir nedeni yoktu. Hayatında bir tek Türkten kötülük görmemiş olan Şeyh Efendi böyle diyordu.*



8



Çatışma çıkmaması için Lice'ye girme işini bir gün erteledi. 116 Üçüncü Bölüm



SABAH gün atarken Yarbay Hüseyin Bey müfrezeyi yola çıkar­ mıştı. Kestirme bir yoldan Sis boğazına varmayı uygun görmüştü. Alibardak'taki müfrezeye kendisini izlemesini emretti. Soğuk ciğerlerine işliyordu. Piyade ile aranın açılmaması için süvariler yavaş gidiyor, atla­ rın burnundan buğu fışkırıyordu. Arazinin elverişli olmasından yararlanarak, baskın yememek için öncü, artçı ve yancılar çıkarılmıştı. Güven içinde ilerliyorlardı. Sağda ve solda kar altında uyuklayan köyler vardı. Köylerin hizasına gelen yancıların üzerine yaylım ateş açıldı. Ateş giderek yoğunlaştı. Sis boğazı yönünden gelen binden fazla isyancı müfrezeyi sarmaya başladı. Öncü, artçı, yancılar, hepsi biraraya geldiler. Birlik çıplak ara­ zide savunma düzenine geçti. Toprak donduğu için siper kazmak imkânsızdı. Baş siperi ile yetineceklerdi. İsyancılar giderek çoğalıyordu. Müfrezeyi, isyancılara durmadan ateş yağdıran makineli tü­ feklerin etkisi korumaktaydı. Makineli tüfek cephanesi hızla aza­ lıyordu. İsyancılar ortada, açıkta duran atları vuruyorlardı. Atların vurulması, inlemeleri herkesi ürpertmekteydi. Hüseyin Bey birliği kurtarmak için geri çekilmenin zorunlu olduğunu gördü. Emrini verdi. Çekiliş en zor harekettir. Deneyleri az yeni subaylara, erlere yardımcı olmak, korumak için ateş hattına geldi. Subayları, erleri uyarıyordu: "Sürünerek çekil... Onbaşı, dikkatli ol... Haydi oğlum acele et... Bırakın ağırlıkları..." ~~' Bir serseri kurşun bu can cömertliğini affetmedi. Yarbay Hüse­ yin Bey vurulup düştü. Müfreze, şehit komutan ve yaralılarla birlik­ te, makineli tüfeklerin koruması altında geri çekildi. Silah seslerini duyan öteki müfreze yetişince isyancılar kayboldular. Bir subay, otuz sekiz er, müfrezenin ağırlıkları ve muhafız erle­ ri asilerin eline geçmişti.



89



GAZİ PAŞA sabah Genelkurmay'a giderek Fevzi Paşa ile gö­ rüştü, öğleyin de Fethi Okyar'ı Meclis'teki odasında ziyaret etti.



Konu isyandı. Üçüncü Bölüm 117



Fethi Bey olayın sınırlı, yerel bir isyan, ilkel bir irtica olayı ol­ duğu kanısındaydı. Geniş bir sıkıyönetim uygulamasını gerekli gör­ müyordu. Hele kısmi de olsa bir seferberlik ilanına karşıydı. Var olan imkânlarla, işi genişletmeden, halkı heyecana vermeden bu hareketin bastırılabileceğine inanıyordu. Gazi "Bu sabah da bir müfrezemizi yenmişler" dedi. Fethi Bey bu durumu doğal karşıladı: ''Cephe savaşına alışmış ordunun başıbozuklarla mücadelede biraz bocalaması doğaldır. Bu hal geçer." Gazi Fethi Beye doğru eğildi: "Valilerden ve Genelkurmay'dan gelen raporları okuyor mu­ sun sen?" Fethi Bey Gazi'nin sinirlendiğini anlamamıştı. Sükûnetle yanıt verdi: "Fırsat buldukça. Bu işle İçişleri Bakanı Cemil Bey yakından ilgileniyor." Gazi Fethi Bey'den ayrılıp direksiyon binasına gelir gelmez İs­ met Paşa'ya yıldırım telgraf çekti: "Hemen Ankara'ya dönmeni rica ederim'.' 90



İSMET PAŞA'ya telgraf yıldırım hızıyla ulaştırıldı. Bu sırada oturma odasında kimine kızarak, sinirlenerek gazeteleri okuyordu. Yalanlar, abartılar, maksatlı haberler, halkın din duygularını kabar­ tacak yazılar artarak sürüyordu. Ömer yere serilmiş bir battaniye üzerinde oynamaktaydı. An­ nesi odasında dinleniyor olmalıydı. Eşine seslendi: "Mevhibe Hanım, Gazi hemen Ankara'ya dönmemi istiyor. Önemli bir olay olmalı. Siz telaş etmeyin, sonra gelirsiniz. Ben bu akşam Ankara'ya hareket edebilir miyim?" " " "4 I Paşa'nın bavullarını hazırlamaya girişti. E v e t



â l . SÜVARİ Tümeninin Komutanı 21 Şubat Cumartesi sabahı bir alayını Diyarbakır'da bırakarak, bir alayı ile Hani'ye hareket otu. (Üçüncü alayı olan 21. Süvari Alayı Alibardak'ta) 118 Üçüncü Bölüm



Süvari Alayı, karşılaştığı küçük isyancı gruplarını tepeleyerek ilerledi, kısa bir çatışmadan sonra Haniye girdi. Hani'de yönetim yeniden kuruldu. Silahlar toplandı. Esir olanlar bir binaya hapse* dildi, f • f f Çok geçmeden isyancılar Hani'yi geri almak için çıkageldiler. Çok kalabalıktılar. Propaganda etkili çalışıyor, Şeyh Sait'i Allah'ın görevlendirdiği inancı yayılıp duruyor, her gün bölgeden bir-iki aşi­ ret isyana katılıyordu. Hani'yi kuşattılar. İki yan da iyi dövüşüyordu. Ama makineli tüfekler ve süvarile­ rin pervasızlığı isyancıları yıldırdı. Parça parça çekildiler ve kaçma­ ya başladılar. Tam süvariler için uygun bir durumdu bu. Subayları da, erleri de heyecanlandırdı. Komutan da heyecana kapılarak ka­ çanları takip etmelerine izin verdi. Alay atlandı. Kılıçlarını çektiler, taburlara ayrılıp kaçan is­ yancıların ardına düştüler. Hani'de yalnız toplar, makineli tüfekler, ağırlıklar, katırlar, Tümen Komutanı ile on kadar subay ve 150 sü­ vari kalmıştı. BİTLİS te bulunan bir alay da aynı gün Lice'ye hareket ettiril­ mişti. Bu hesaba göre isyancılar, Süvari Tümeni ile güneyden, bu piyade alayı ile doğudan sıkıştırılmış olacaklardı. Bu iki kuvvetin isyanı bastıracağına güvenenler az değildi. Oysa isyan dalga dalga yayılıyordu. Tipi vardı. Piyade alayı kara bata çıka batıya doğru ilerlemeye başladı. Lice-Bitlis arası kuş uçuşu 130 kilometreydi. Çok engebeli bir ara­ ziyi aşmaları gerekiyordu. Lice'ye bir haftada ancak varabilirlerdi. Aç kurt sürüleri alayı uzaktan izliyorlardı.



Komutan on günlük yiyecek ve yetecek kadar cephane almış­ tı. Katırlara yüklenmiş dört makineli tüfekleri ve iki de dağ topları vardı. ANKARA istasyonu Bakanlar ve milletvekilleriyle doluyordu. Kaynayan Ankara'da îsmet Paşa'nın döneceği haberi bomba gibi patlamıştı* Üçüncü Bölüm 11^



Biraz sonra Gazi Paşa da geldi. Nedense yalnız Başbakan Fethi Bey yoktu. Kulaktan kulağa dedikodu yapılıyor, İsmet Paşa'nın geli­ şinden memnun kalmadığı fısıldanıyordu. Tren saatinde gara girdi. Halk Partisi Genel Başkan Vekili İsmet Paşa alkışlarla karşılan­ dı. Gazi ile kucaklaştılar. İsmet Paşa sağlıklı görünüyordu. Çok iyisin. "Teşekkür ederim." "Doğru bize gidiyoruz." "Peki." Latife Hanım İsmet Paşa'ya kendi eliyle çay ikram etti. Biraz konuştular. Sonra Paşalar elçi kabul odasına kapandılar. Gazi du­ rumu, olay hakkında edindiği bilgileri, düşüncelerini, tahminlerini, sezgilerini, kaygılarını, Fethi Beyin tutumuyla birlikte geniş olarak İsmet Paşa'ya anlattı, belgeleri okudu. Fethi Bey'in yavaş, ılımlı, çe­ kingen tutumunun Bakanlar Kurulunda tartışmalara yol açtığını açıkladı. , Öğle yemeği için ara verdiler. Yemekten sonra tüm bilgileri biraraya getirerek|ve bütün Türkiye'yi dikkate alarak genel bir durum değerlendirmesi yaptılar ve şu ortak kanıda buluştular: Bu olay, bir karşı-devrim hareketiydi. Mütareke ile başlayıp gelişen, milli olan her şeyi, Meclis'i, Cum­ huriyeti, özgürlüğü, kadın hareketini, uygarlaşma çabalarını dur­ durmayı, yıkmayı amaçlayan anlayışın bir parçasıydı. Şeyh Sait Efendi'nin açtığı bayrak, kanlı 31 Mart bayrağıydı. 91



92



Dinciler, saltanatçılar, hilafetçiler, Cumhuriyet karşıtları, bu anlayışı kaç zamandır açıkça basın aracılığıyla, gizlice dini örgütler yoluyla Türkiye'nin her yanına yaymaya çalışıyorlardı. Meclis'i aşa­ ğılıyorlardı. Bu özgürlük değil kaostu, anarşiydi. İkinci Meşrutiyet de bu yüzden hızla yozlaşmış, 31 Mart felaketi patlamıştı. Olayın başka bölgelere de bulaşması olasılığı vardı. Dincilerle ayrılıkçı­ lar arasında anlaşma olduğu seziliyordu. İstanbul en duyarlı yerdi. Yeni Türkiye'ye zarar vermek için, bu gerici, yıkıcı, çağdışı anlayışı destekleyecek dış güçler de eksik değildi. Nitekim Yunanistan'daki bir Ermeni örgütü Gazi'nin öldürülmesine karar vermişti. Bunun için Türkiye'ye üç kişilik bir suikast çetesi yollayacaktı. 120



Üçüncü Bölüm



Rejimi ve uygarlaşma hamlesini, kısacası gerçek kurtuluşu ko­ ruyacak ciddi önlemler alınması gerektiğinde görüş birliğine var­ dılar. Yoksa bütün olumlu sonuçları ile Milli Mücadele boşa gide­ bilirdi. M. Kemal Paşa İsmet Paşa'yı bırakmadı. Ailesi gelene kadar Çankaya'da kalacaktı. "Akşam yemeğine Meclis Başkanı Kâzım Özalp Paşa ile Fethi Bey'i çağırmayı düşünüyorum. Görüşürüz. Ne dersin?" iyi olur. Önlem almakta gecikmeyelim. İsyan nedir bilmeyen anlamaz. Bir gün bile çok önemlidir." ALAY kaçak isyancıların ardına düştükten bir zaman sonra yeni bir isyancılar dalgası sessizce Haniye sokuldu. 300-350 kişilik bir grup doğudan, başka bir grup da güneyden Hani'ye baskın ver­ diler. Hani halkının bir bölümü de isyancılara katıldı. Karargâhlar ile 150 atlı karmakarışık bir halde ve büyük güç­ lükle Hani'den çıkarak güneydeki bir köye (Şeritan'a) çekildiler. Alay isyancıları kovalayıp bir bölümünü tepelemişti. Neşe içinde Hani'ye döndüler. Hani elden çıkmıştı. Hiçbirinin neşesi kal­ madı. Hani'den çıkmakla yanlış yaptıklarını anladılar. Duygu aklı bastırınca sonuç felaket oluyordu. Onlar da kös kös Şeritan'a çe­ kildiler. 93



Hani'deki ağırlıklar, toplar asilerin eline geçmiş, 7 subay esir düşmüştü. Kâzım İnanç Paşa'nın öfkesi karargâhı sallıyordu. 94



LİCELİLER ile Şeyh Sait Efendi arasındaki anlaşmazlık çözül­ müş, Lice de isyancılara açılmıştı. Lice'ye atlarının üzerinde gösterişli bir biçimde girdiler. ö n d e beyaz atlı Şeyh Sait Efendi vardı. Atın başını Lice Müftü­ sünün oğlu çekiyordu. Şeyhin sağında Lice Müftüsü, solunda Müf­ tünün kâtibi, arkalarında da bazı Lice Beyleri bulunuyordu. Bunları tutsak alınan bir Türk binbaşısı izlemekteydi. * Halk tekbir çekiyor, saygıyla Şeyhin atının yelesini öpüyordu. 94



Allah'ın görevlendirdiği kurtarıcı gelmişti.



Üçüncü Bölüm 121



AKŞAM YEMEĞİ çok kısa sürdü. Misafir salonuna geçtiler. Son raporlar okundu. Kuzeyde Çapukçur (Bingöl) ve Palu, güneyde Ergani ve Maden isyancıların eli­ ne geçmişti. Palu'dan sonra Elazığ'a ilerleyecekleri anlaşılıyordu. Her girdikleri yerde hapisaneleri boşaltıyor, öncelikle devlet daire­ lerini yağma ediyorlardı. Hani ve Lice'ye de girmişlerdi. Bundan sonraki hedefin Diyarbakır olduğu anlaşılıyordu. Fethi Bey olayın küçük, yerel bir olay olmadığını kabul etti. O âna kadar en az üç il isyancıların eline geçmişti. Yayılma sürüyor­ du. Sıkıyönetim ilan edilmesini o da gerekli buldu. Sıkıyönetim ve sıkıyönetim mahkemeleri, isyanın hızını kesebilir, kışkırtıcıların bir daha düşünmelerini sağlayabilirdi. Gece Meclis'te Gazi'nin başkanlığında Bakanlar Kurulu top­ landı. Toplantıya Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da katıldı. İsyancılar üzerine yollanabilecek toplam kuvvet bu kadardı. Bu da isyanı bastırmaya yetmiyordu. İsyan bölgesine daha fazla kuvvet göndermek için güney sınırındaki düzeni bütünüyle bozmak gere­ kiyordu ki buna imkân yoktu. İngilizlerle gerginlik sürmekteydi. Sorun ancak kısmi seferberlik ilan etmekle çözülebilirdi. Başbakan karar veremedi. Halkı heyecanlandırmayı, daha yeni savaştan dönmüş erkekleri tekrar silah altına alıp savaşa sürmeyi doğru bulmuyordu. Sıkıyönetim ilanı ile yetinilmesini istedi. Gazi ve Fevzi Paşa bir-iki gün içinde Başbakanın da durumu anlayacağı­ nı düşünerek ısrar etmediler. Gece toplantısı Ankara'daki gazetecileri çok heyecanlandır­ mıştı. Meclis'te gazetecilere ayrılan odada toplanıp sonucu bekle­ diler. Bakanlar Kurulu, 21 Şubat günü isyan sözcüğünü ilk kez kulla­ narak 12 il ve 2 ilçede sıkıyönetim ilan ettiğini açıkladı. Ooooo! 95



Karar yıldırım telgraflarla gereği için ilgili illere bildirildi.



illere,



bilgi için öteki



Daha da önemli başka bir gelişme oldu. Ama gazeteciler bunu ertesi gün öğreneceklerdi. Adalet Bakanı M. Esat Bey bir kanun ta­ sarısı hazırlamış ve Bakanlar Kuruluna açıklamıştı. 122 Üçüncü Bolüm



Tasarı Vatana İhanet Kanunu'na bir madde eklenmesi hakkın­ daydı: Bundan böyle, dini siyasi amaçlarla kullanmak, siyasete alet etmek, dini alet ederek devlet şeklini değiştirmeye kalkışmak, dini alet ederek halk arasına ayrılık sokmak vb. vatana ihanet sayıla­ caktı. Kanun dinin siyasi amaçlarla suiistimalini (kötüye kullanımını) kesin olarak engellemeyi öngörmekteydi. Bu öneri memnunlukla ve oybirliği ile kabul edildi. Yasaklanan şeylerin hepsi dine aykırıydı zaten. Kanun, dinin yüceliğini koruyor, çok kan, can, emek, sabır, gözyaşı, özveri ve acıyla kazanılmış olan Cumhuriyeti güvence al­ tına alıyordu. 96



HALK PARTİSİ Grubu 23 Şubat 1925 günü eski Meclis bina­ sında toplandı. Burası Halk Partisi Genel Merkezi olarak kullanılı­ yordu. Başbakan gruba hükümetin aldığı kararları ve gerekçelerini açıkladı. İsmet Paşa Genel Başkan Vekili olarak önemli bir konuşma yaptı. Özetle "Bir devrim sürecindeyiz." dedi, "..Çeşitli nedenlerle bu durumdan memnun olmayanları içten dıştan kışkırtanlar var. Böyle bir olay bugün olmasa, yarın olacaktı. Düzenin değişmesini istemeyenler eskiden beri dini alet etmiş, halkı can evinden yakala­ yarak ayaklandırmışlardır. Milli Mücadele bunun birçok örneği ile doludur. Hiçbirini unutmuyoruz. Herkes bu olaylardan ders almak zorundadır. Hükümetin verdiği kararları destekliyoruz. Bundan sonra alınması gerekli önlemler de gecikmeyecek, bu sorun kökün­ den bitirilecektir." Birinci Meclis'in ilk günlerini anımsatan heyecanlı, kararlı bir hava esiyordu. Meclis bu isyan ile düşman işgalini aynı derecede tehlikeli görüyordu. 97



ismet Paşa'dan sonra Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt tasarı hakkında bilgi sundu. Alkışlarla karşılandı. Karşı-devrime karşı Cumhuriyeti ve çağdaşlık hamlesini koruyan, bunlara ebedilik sağ­ layan hukuki önlem alınmıştı. Dr. Reşit Galip bu gelişimi coşkuyla karşıladı, gerekirse daha geniş önlemler alınması gerektiğini savun­ du. Bu, ya onurlu ve başı dik yaşama, ya da sürünme, dilenme ara­ sında bir hesaplaşmaydı. Gazi de gelmişti. Odasından görüşmeleri izliyordu. Üçüncü Bölüm 123



Toplantı sona erince ileri gelen milletvekilleri ile konuşup gö­ rüşlerini aldı. Sonra Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. İsyan bölgesinden alınan bilgiler açıklandı.! Hükümet birliklerinin yetersizliği, isyancıların cesaretini ve isyana katılımı artırıyordu. Bu kez Başbakan gecikmeyle de olsa, kısmi seferberlik yapıl­ masının gerektiğini kabul etti. Hangi birliklerin seferi duruma ge­ çirileceği Genelkurmayca saptanacaktı. 98



GRUP toplantısından sızan bilgiler ve yansıyan hava, Terakki­ perver Cumhuriyet Partisi yönetimini kaygılandırmıştı. Bazı Halk Partili milletvekilleri olup bitenlerden muhalefet partisini sorumlu tutuyorlardı. Nitekim bir Halk Partili milletvekili, arkadaşı bir muhalif mil­ letvekiline dedi ki: "Böyle geri, ilkel, yoksul, çağdışı bir toplum olarak kalacak de­ ğildik. Tanzimatçılar gibi yarım yamalak bir şeyler yapmak sorunu çözmeyecekti. Daha köklü önlemler almak, biri ötekini tamamla­ yacak devrimler yapmak gerekiyordu. Bunları birlikte yapmalıydık. Uygarlık zaferini de birlikte kazanmalıydık. Sudan nedenlerle biz­ den ayrılarak irticaya, devrim karşıtlarına cesaret verdiniz." "Biz iyi niyetle şöyle düşündük..." "..Dur, sözümü bitireyim. Halkı kazanmak için dini kullandı­ nız. Cumhuriyetçi olduğunuz bile şüpheli." "Ooo, yoo!" "..Devrim yapılmasına karşı olduğunuzu açıkladınız. İstan­ bul'un yeniden başkent yapılması için demeçler verdiniz. Gerici, bölücü İstanbul gazeteleriyle işbirliği içindesiniz. Siz kimsiniz? Ay­ dan mı geldiniz? Mütarekeyi ve Milli Mücadele'yi yaşamadınız mı? Neler olduğunu ne çabuk unuttunuz. Ne yapılıyorsa, yaşadığımız • felaketler bir daha yaşanmasın diye yapılıyor. Bunu anlamamak için Damat Ferit kafalı olmak lazım."



99



Muhalif milletvekili dayanamadı uzaklaştı. Muhalefette de çeşitli görüşler vardı. Bu aşamada Fethi Bey hükümetinin ve kararlarının desteklenmesi uygun görüldü.



124 Üçüncü Bölüm



İSYANCILAR Palu'dan sonra Elazığ üzerine yürüyüşe geçmişi lerdi. Elazığ Valisi ve Tugay Komutanı birtakım önlemler almışlarf dı. Hiçbiri işe yaramadı. İsyancılar ellerinde Kuranlar, mushaflar, yeşil bayraklar, tekbir çekerek 24 Şubat 1925 sabahı Elazığ'a girdi­ ler. Önce cephaneliği, jandarma dairesini, hastaneyi yağmaladılar. Hapisanedeki mahkûmları serbest bıraktılar. Adliyedeki belgeleri yaktılar. Vali ve Tugay Komutanı, birkaç savunma girişiminden sonra, toplayabildikleri memurlar ve askerlerle şehir dışına çekildiler. Fı­ rat üzerindeki ahşap İzoli köprüsünde son kez bir savunma hattı kurdular. Şehir isyancılara kaldı. Batı Cephesi Kc ^utanı Şeyh Şerif Efendi de Elazığ'a geldi. Devlete bağlı yöneticileri görevden aldı. Şehrin ileri gelenlerini valiliğe davet etti. İl Müftüsü Mehmet Efendiyi Vali olarak atadı. Yağmanın şehre yayılacağından korkuluyordu. Yağma olmayacağı­ na söz verdi: "Kaygıya yer yok. Amacımız dini ve Kuranı kurtarmaktır." Şeyhin verdiği söz şehre yayıldı. Daha önce hiç böyle bir olay yaşamamış olan Elazığlılar inanıp evlerine çekildiler. Gece yağma başladı. Şeyh engel olmaya çalıştıysa da başara­ madı. Yağma hırsını yenemedi. Ama halk ayılmıştı. Silahla, sopayla karşı koymaya başladılar. Bazı çapulcuları tepelediler. Yağma ileri gidemedi. İlk kez halktan tepki görüyorlardı. Şehrin güvenli bir kö­ şesine çekilip sabahı beklediler. Elazığ halkının dövüşmeye hazır olduğunu fark edince sabah Malatya'ya yürümeye karar verdiler. Ne olacak, orayı talan ederlerdi. Bağıra çağıra yola çıktılar: 100



"Malatya'ya gidiyoruz. Müslüman olanlar arkamızdan gelsin!" Bir bölümü Elazığ'da yaptığı yağmayla yetinip Palu'ya geri döndü. Kalanlar Malatya'ya yürüdüler ise de şehre giremediler. Kimi yakalandı, kimi kaçtı. MECLİS 25 Şubat 1925 günü 14.15'te açıldı. Başkan Kâzım Özalp Paşaydı. Başbakan Fethi Bey kürsüye geldi, ö n c e isyan bölgesindeki as­ keri durumu anlattı. Sonra ele geçirilen belgelere dayanarak isyanın Üçüncü Bölüm 125



içeriğini, amacını açıkladı. Bu bir İslam-Kürt isyanıydı. Bu aşamada gerici, karşı-devrimci niteliği ağır basıyordu. Gerekli her önlemin alınacağını söyledi. Bu açıklama alkışlarla karşılandı. Başbakan­ dan sonra muhalefet lideri Kâzım Karabekir Paşa söz alarak sıkıyönetim kararını destekle­ m' di. Özetle dedi ki: "Milli varlığımızı tehlikeye koyanlar, her türlü lanete layıktır. İç ya da dış bir tehlike Kâzım Özalp karşısında bu vatanın bütün çocukları birlik içinde her fedakârlığa hazırdır." Bu konuşma da çok alkışlandı. Mahmut Esat Bey, dinin suiistimali ile ilgili kanun tasarısının öncelikle görüşülmesini önerdi. Uygun görüldü. Adalet Komisyo­ nunun raporu okundu. Çok kısa bir-iki konuşmadan sonra tasarı, oybirliği ve alkışlarla kabul edilerek kanunlaştı. İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Genelkurmay İkinci Başkanı Kâzım Orbay Paşa akşam Çankaya'da, Gazi'nin başkanlığında biraraya gel­ diler. Harita başına geçildi. Hangi birlikler seferber edilecekti? İsyan nasıl bastırılacaktı? Seferberlik tamamlanana kadar ne yapılacaktı? İki kolordu ile bazı birliklerin seferber olması yeterli görüldü. Hazırlıklar tamamlanana kadar birlikler bulundukları yerde dire­ necek, taarruz ve takipte bulunmayacak, bekleyeceklerdi. Diyarba­ kır kesin olarak savunulacaktı. Genel plan şöyle belirlendi: Seferberlik bitince isyan bölgesi kuşatılacak, çember gittikçe daraltılarak isyancılar sarılıp teslim alınacaktı^ Kuşatmaya müm­ kün olduğu kadar sessizce başlanacaktı. 101



102



GAZI geç saate kadar Meclis'teki odasında kalıyor, çalışıyor, ilgililerle görüşüyor, uyarıyor, tüm iller ile bağlantı halinde bulunu­ yordu. Gizli telgrafları ö z e l Kalem Müdürüne yardım eden Hasan Rıza Bey'le yolluyordu telgrafhaneye. _



û



0



126 Üçüncü Bölüm



Gece yarısına doğru telgrafhaneden dönen Hasan Rıza Soyak'a son olarak yeni bir telgraf metni verdi: "Bu yazıyı şifrele, tekrar telgrafhaneye git, üzerine 'bizzat açı­ lacaktır* kaydını koy, telgraf gidecek kimseleri telgraf başına çağır, hemen yanıt iste. Yanıtlarını al, getir." Telgraf Erzurum ve Trabzon Valileri ile İstanbul'daki Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa'ya çeküecekti. Telgraf yaklaşık şöyleydi: "Güneydeki hadisenin genel bir irtica hareketinin başlangıcı olmasından endişe ediyorum. Bu bakımdan mıntıkanızda vaziyet nedir? Yapılacak bastırma hareketi sırasında oradan emin olabilir mıyız? Cumhurbaşkanı bütün olasılıkları yokluyordu. Son olarak üçünden de güven verici, olumlu yanıt alınca rahatladı. Telgrafları ve yanıtlarını yaktırdı. "Haydi gidelim çocuk." 103



LİCE'ye yürümeye çalışan Piyade Alayına haber gönderilerek Bitlis'e geri dönmesi emredildi. Emri getiren haberciler yarı don­ muş haldeydiler. Battaniyelere sardılar, ateş yakıp ısıttılar, çay ver­ diler. Canları geri geldi. Alayın dönüşü daha zor oldu. Soğuktan kirpikleri bile buz tu­ tup birbirine yapışıyordu. Ama karınları tok, sırtları pekti. "Allah devlete zeval vermesin!" Hiçbir isyancıyla karşılaşmadan döndüler. Büyük kuşatmayı bekleyeceklerdi. SEFERBERLİK, ilgili birliklerin bölgelerinde ilan edildi ve gençler silah altına çağrıldı. Halk oğullarını askere yine davul zur­ na ile yolluyordu. Askere çağrılanlar askerlik şubelerine gelmeye başladılar. Bunların çoğu deneyli, savaş görmüş, zaferi tatmış, düşmanı kovalamış gazilerdi. Bir an önce cepheye gitmek, isyan çıkararak devletin ve milletin başını belaya sokan isyancıları tepelemek is­ tiyorlardı. Çok öfkeliydiler. On yıldır ilk kez barış yaşanmaktaydı. Devlet yaraları sarmaya, eksikleri gidermeye çabalıyor, halk yeni yeni kendine geliyordu. Tam bu sırada isyan çıkarmanın bir tek adı vardı: Hainlik. Üçüncü Bölüm 127



Bazı Çanakkale Savaşı gazileri de askere alınmak istediler ama hepsi, elleri, yüzleri öpülerek evlerine gönderildi. Seferberlik depoları açılmış, giysiler, araç ve gereçler, toplar, makineli tüfekler, mermiler, fişekler, el bombaları çıkarılıyor, birlik­ lerin mevcudu ve silahları iki katına yükseltiliyordu. Kısa süreli bir talim ile bilgiler tazelenecek, birlikler kuşatma hareketi için emir bekleyeceklerdi. DİYARBAKIR-MARDİN yöresine Adana ve Konya çevresin­ de konuşlanmış olan üç tümen yollanacaktı. Bunlar isyan bölgesini güneyden kuşatacaklardı. Bunların seferber hale getirilmeleri ve demiryolu ile Mardin'e gönderilmeleri gerekiyordu. Güney demiryolunun MeydanıekbezÇobanbey arasındaki kısa bölümü Suriye toprağından geçmekteydi. Bu yoldan askeri birlik geçirmek için Suriye'yi işgali ve sömürüsü altında tutan Fransa'dan izin istemek zorunluğu vardı. Fransa'ya başvuruldu,. Hükümet İngilizlerin baskı yaparak Fransızların izin vermesini engellemesinden, hiç olmazsa geciktirmesinden çekiniyordu. İsyanın sürmesi İngilizlerin işine geliyordu. Şu anda Musul'da incelemelerde bulunan üçlü komisyona, Türklerin Kürtleri yönetemediğini, Musul'u hiç yönetemeyeceklerini anlatıyor olmalıydılar. İngiliz basını da Türkiye'yi bu isyanla başa çıkamayacak halde göstermeye çalışıyordu. İsyan çok kritik bir zamanda patlak vermişti. Musul'un elden gitmesine neden olabilirdi. Fransa'nın yanıtı beklenmeye başlandı. 104



I



ı



j i



DİYARBAKIR'ın savunmasından sorumlu olan Mürsel Paşa, kuzeye keşif kolları sürmüştü. İsyancıları izletiyordu. Diyarbakır'a doğru bir hareket yoktu daha. Makineli tüfekler surların üzerine, toplar şehrin uygun yerle­ rine yerleştirilmiş, surlarda^i gözcüler ile topçular arasında telefon hatları kurulmuştu. Surlar üzerinde keskin nişancı askerler de yer alacaktı. Şehrin dört giriş kapısı v a r d ı . H a r e k e t başlayınca iki kapı k a patılıp barikatlanacaktı. İki kapı ileri mevzilerdeki birliklerin geliş 128 Üçüncü Bölüm



i



gidişleri için yarı açık bırakılacaktı. Surların bazı yerleri yıkıktı. Bu gediklere eldeki imkâna göre kuvvet yığılacaktı. Genelkurmay riski göze alarak sınır birliklerinden üç alay çekti, Mürsel Paşa'nın emrine verdi. Bunlar seferberlik dışı oldukları için sayıca zayıf alaylardı ama gelmeleri Mürsel Paşa'yı çok sevindirdi. Mardin'den de bir topçu birliği geliyordu. Diyarbakırlılar isyana kesinlikle karşıydılar. Ama şehirde is­ yancıların kafasında üç-beş kişi bulunabilir diye ilgililer uyanık du­ racaklardı. Savaş sırasında kimse sokağa çıkmayacaktı. Güneydeki bir tarla havaalanı olarak kullanılmaktaydı. Üç uçak nöbetleşe uçarak isyan kuvvetlerinin durumunu gözlüyordu. Bir tehlike belirirse havalanıp Adana'ya gideceklerdi. HALK PARTİSİ grubu 2 Mart 1925 günü uzun süren bir top­ lantı yaptı. Önlem almada ağır davranılması, irticaya karşı yeni ön­ lemlerin alınmaması, bazı gerici, fesatçı, nifakçı İstanbul gazetele­ rine gösterilen geniş anlayış, milletvekillerini, özellikle aşırıları çok sinirlendirmişti. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nden Rüştü Paşa İstiklal ga­ zetesine bir demeç vererek, "Şeyh Sait isyanının bir önemi olma­ dığını, kuvvetinin birkaç yüz atlı ile müritlerden ibaret olduğunu, olayda yabancı parmağı da, şeriat isteği, din sömürüsü de bulunma­ dığını" söylemişti. Kısacası hükümetin sert önlemler almak için olayı abarttığı­ nı iddia ediyor, irticayı görmezden geliyor, belgeleri, olayları, yağ­ maları, ardarda elden çıkan illeri hiç dikkate almıyordu. Kâzım Karabekir'in anlayışlı konuşmasına uymayan bir iddiaydı bu. Mu­ halefet partisinde değişik bir hava esmeye başlamıştı. 105



Bu demeç Halk Partilileri daha da kaygılandırdı. Demek ki mu­ halefet irticaya arka çıkacaktı. İşte bu olamazdı! Grup toplantısı çok gergin geçti. İstanbul basınından ve İstanbul'daki bazı merkezlerden Anadolu'ya yayılan gerici, tehlikeli anlayıştan, muhalefet partisinden söz edildi, Rüştü Paşa'nın açıkla­ ması eleştirildi. Fethi Bey irticaya karşı daha geniş önlemler alın­ masını isteyenleı e şu yanıtı verdi: "Lüzumsuz şiddetlerle ben elimi kana bulayamamf Üçüncü Bölüm 129



Bu söz çok tepki topladı. Kimse kanlı önlem istememişti. İste­ nilen kapsamlı kanuni önlemlerdi. Bu yersiz söz Fethi Bey'in duru­ munu sarstı. Güvenoyu alamadı. Gazi Paşa odasında çalışıyordu*. Parti grubundan güven alama­ yan Başbakan Fethi Bey, Cumhurbaşkanını ziyaret ederek istifasını sundu. Güvenoyu alamamasını İsmet Paşa'nın etkisi olarak gördü. Bunu unutmayacaktı. Cumhurbaşkanı İsmet Paşa'yı davet etti. Yeni hükümeti kur­ masını istedi. İsmet Paşa kabul etti. Birçok konudaki düşünceleri ortaktı. Eski Meclis'ten birlikte çıktılar. Halk soğuğa aldırmadan bekliyordu. Anadolu ihtilalinin iki liderini sevgiyle alkışladılar. Liderler Çankaya'da sabaha kadar görüştüler. Çağdaşlaşmak, bunun gerçekleşmesini sağlayacak devrimleri yapmak, gerçek demokrasi için sağlıklı, ömürlü bir zemin hazırla­ mak mı, yoksa var olan durumu sürdürmek mi? Hangisi daha yarar­ lıydı, doğruydu? Hangi yolu seçmeliydiler? Bunu çok konuşmuşlar­ dı son günlerde. Son bir kez daha konuştular. Tarihi bir karar vereceklerdi. Gazi "Biz milleti ve devleti kurtaracak ve yaşatacak olan ka­ rar ne ise o kararı verelim.." dedi, "..Büyük idealimize yürüyelim. Bu kısa süre içinde gerekli temel devrimleri yapalım, özlemini çektiğimiz gerçek demokrasi için gerekli zemini ve insanlarımızı hazırlayalım. Geriliğin, ilkelliğin, yoksulluğun, bağnazlığın kader olmadığını kanıtlayalım. Avrupa karşısında aşağılık duygusuna ka­ pılmayı kökünden yok edelim. Milleti ve devleti bu çaresizlikler­ den, yokluklardan, geriliklerden kurtarıp esenlik yoluna çıkaralım. Çağdaşlığa açılalım. Nasıl bir miras devraldık, ne yaptık, ne kadar başarılı olduk, ilerde millet ve tarih hükmünü verir. İyi niyetli ama kısa düşünüştü bazı insanlardan aferin almak için milleti ve devleti bu aciz, geri, ilkel halde bırakamayız" ismet Paşa destekledi: 106



"Bırakırsak asıl o zaman akıllı, vicdanlı yurtseverler, ilerde bizi korkaklıkla, idare-yi maslahatçılıkla, bilinçsizlikle suçlarlar.* 107



130 Üçüncü Bölüm



İSMET PAŞA ertesi gün parti ileri gelenleri ve bakan adayları ile görüşmeye başladı. Bu görüşmeler sürerken Fethi Bey öğleden sonra Meclis'te söz alarak, 'partisinin grup toplantısında güvenoyu alamadığını, bunun için istifasını verdiğini' açıkladı. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi yöneticileri, kıskandıkları İsmet Paşa'nın Başbakanlığa gelmesinden huzursuzlandılar. |İsmet Paşa bakanlarını seçti ve Cumhurbaşkanının onayına sundu. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına yine Dr. Refik Saydam'ı getirmişti. Doktorlar mutlu oldular. 108



4 MART 1925 günü Meclis, uzun süren Halk Partisi grubu toplantısından sonra 17.40'ta toplanabildi. Başkanlık kürsüsünde Kâzım Özalp vardı. isyanı lanetleyen telgraflar yağmaktaydı. O günkü telgrafla­ rı yollayanlar açıklandı. Fethi Bey'in istifası, Başbakanlığa İsmet Paşa'nın atandığı hakkındaki yazılar ve bakanlar listesi okundu. ismet Paşa kürsüye gelerek hükümetinin programını açıkladı. Bu kısa bir programdı. 'İsyanın hızla bastırılması, fesadın önlenme­ si, genel huzur ve sükûnun korunması için hızlı, etkili önlemlerin alınacağı' bölümü alkışlarla karşılandı. Programın içeriği tartışılmadı. Ali Fuat Paşa hükümetin ne­ den değiştiğini anlamak istiyordu. Bunun nedenini bilmeden İsmet Paşa hükümetine güvenoyu vermeyeceklerini açıkladı. Amaç İs­ met Paşa'ya oy vermemekti. Sonradan katılıp ikinci adam olmuştu. Bunu hâlâ içlerine sindiremiyorlardı! Oylama yapıldı. Başkan sonucu açıkladı: 153 güven, 23 güvensizlik, 2 çekimser. İsmet Paşa teşekkür etti, sundukları bir kanun tasarısının ön­ celikle bu akşam görüşülmesini önerdi, ö n e r i kabul edilerek tasarı Adalet Komisyonuna gönderildi. Kısa bir aradan sonra Meclis 19.50'de yeniden toplandı. Takrir-i Sükûn (sükûnetin sağlanması) adını taşıyan kanun tasarısı hakkında Adalet Komisyonu incelemesini yapmış, tasarıyı uygun bulduğunu bir raporla Meclis'e bildirmişti. Dokuz kişilik koÜçüncü Bölüm 131



misyonun iki üyesi tasarıya muhalif olduklarını raporda belirtmişti. Bu üyeler Terakkiperver Cumhuriyet Partisinin üyeleriydi. Üç maddelik tasarının görüşülmesi, tartışılması saatler aldı. Tasarı hükümete geniş yetkiler veriyordu. Muhalefetin Karabekir Paşa, Rauf Bey, Ali Fuat Paşa, Feridun Fikri Düşünsel gibi ağır top­ ları, şiddetle itiraz ettiler. Söz alan bazı iktidar milletvekilleri ile Başbakan da muhalefetin itirazlarına karşı çıktılar. Hükümet iki İs­ tiklal Mahkemesi kurulması için de Meclisin karar vermesini isti­ yordu. Bu öneri de tartışmalara yol açtı. İsmet Paşa eski silah ve dava arkadaşlarını dinlerken düşünü­ yordu: "Cumhuriyet henüz bir yılını yeni doldurmuş. Memleketin her tarafında irtica alabildiğine tahrik ediliyor. Memleketin bir köşe­ sinde silahlı bir irtica hareketi başlamış, hadise süratle yayılıyor. Bütün bu şartlar içinde Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstiklal Mahke­ meleri gibi radikal tedbirlere müracaat etmeden Cumhuriyeti ko­ rumak mümkün mü?" Tasarı gerçekten radikaldi. Kanunlaştığı zaman iki yıl yürür­ lükte kalacak, özgürlükler -ilke olarak- hükümetin uygun gördüğü oranda kullanılabilecekti. Bir sivil sıkıyönetim kanunu gibiydi. Tasarı 122 oyla kanunlaştı. 22 red oyu verilmişti. İki İstiklal Mahkemesinin kurulması da uygun görüldü. Yeni bir dönem başlıyordu. 109



110



111



112



TARTIŞMALAR bitmedi, saat çok geç olduğu halde, Meclis kulisinde devam etti. Milletvekilleri dağılıp gidemiyorlardı. Muhittin Baha Bey, "Yunanistan'dan 4 0 0 . 0 0 0 göçmen gelmiş.." diye bağırıyordu, "..devlet bunları mı yerleştirsin, bu rezil isyanla mı uğraşsın?" Şükrü Kaya Bey, "Tam Musul işi konuşulurken bu olayın patlak vermesi İngilizlerin çok işine yarayacak" dedi. Süreyya Yiğit çok kızgındı: "Onların kışkırtmadığı ne malum?" Zamir Bey'le İlyas Sami Efendi bir köşeye çekilip oturdular. #



_



ikisi de üzgündü. Zamir Bey, "Dini siyasete alet etmenin sonu bu­ dur" dedi, "..sonunda mutlaka kanlı bir olay patlak verir." 132 Üçüncü Bölüm



llyas Sami Efendi heyecanlandı: "Bak efendi, gerçek dindar dini hiçbir şeye alet etmez, edemez. Çünkü Allah'tan korkar. Bunlar din tüccarı, şeytan ordusu ya da tam cahil!" Muhaliflerden Gümüşhane milletvekili Zeki Bey eve gitmek için çıkarken, Hamdullah Suphi Bey'e rastladı, öfkeyle "Hangi medeni memle­ kette böyle bir kanun vardır?" diye sordu. Hamdullah Suphi Bey daha da öfkeyle, "Hangi medeni memlekette böyle olaylar yaşa­ nıyor?" diye sordu. Kapıda bekleyen halk Meclis'ten çıkan IsHamdullah Suphi met Paşa'yı alkışladı. Haykırışlar duyuldu: Bey "Kahrolsun bölücüler!" "Kahrolsun Cumhuriyet düşmanları!" "Birliği kundaklayanlara lanet olsun!" İsmet Paşa halkı selamlayarak arabasına bindi. Gazi bekliyordu.



1 I | |



LATİFE HANİM paşaların yanında pek az oturdu. Mevhibe Hanım'ı, çocuğu, annesini, yeni eve ne zaman taşınabileceklerini sor­ du. Atla önünden geçmiş, evin pembeye boyandığını görmüştü. "Onarım bitmiş. Haftaya taşınabileceğimizi sanıyorum." "Güle güle oturmanızı dilerim." "Teşekkür ederim." Paşaları yalnız bırakıp ayrıldı. İsmet Paşa Meclis görüşmeleri­ ni özetledi: "Takrir-i Sükûn Kanunu, hükümete tanıdığı geniş yetkilerden dolayı, hayli sert tartışmalardan sonra kabul edildi." "Olağandışı bir kanun olduğu muhakkak. Keşke böyle bir ön­ lem almak gerek meşeydi." "Haklısın." "..Milli M ü c a d e l e y i bile sıkıyönetimsiz ve basına sansür koy­ madan idare ettik. Ama düşünmüyorlar ki Cumhuriyet bir yaşını bitireli altı ay oldu. Kurulduğundan beri örselemek, sarsmak, yık­ mak için durmaksızın çalışıyorlar. Ne isterlerse söylediler, yazdılar. Sabretmekten başka, ne yaptık?" Hiç, Üçüncü Bölüm 133



y



|



"Cumhuriyet düşmanları silaha sarıldıktan sonradır ki bu ola­ ğandışı önleme başvurduk. Tarih elbette bu durumu dikkate ala­ caktır." Gün ağarana kadar konuştular. GAZİ ertesi akşam Fethi Bey'i, eşini ve Fethi Bey'in sevdiği kimseleri akşam yemeğine çağırdı. Yemekte övdü, hizmetleri için teşekkür etti. Eski güzel anılardan söz etti. Fethi Bey güvensizlik oylarının olumsuz etkisini daha üzerin­ den atamamıştı. Zaman zaman durgunlaşıyordu. Yemekten sonra misafir salonuna geçilince, Latife Hanım Fethi Bey'i neşelendirmek için piyanonun başına geçerek canlı, kıvrak parçalar çaldı. Bazı Fransızca şarkıları birlikte söylediler. Fethi Bey bir ara Gazi'den fısıltıyla bir ricada bulundu: "Yurt dışı bir görev isteyebilir miyim?" "Elbette. Nereyi emredersin?" "Paris boş sanıyorum." "Evet boş." Fransa ile normal diplomatik ilişkiler kurulmak üzereydi. Ku­ rulur kurulmaz Fethi Bey milletvekilliğinden ayrılarak Paris'e Bü­ yükelçi atanacak, giderken, Gazi'nin de katıldığı bir törenle uğur­ lanacaktı. UÇAK raporu isyancıların Hani çevresinde toplandıklarım gösteriyordu. Ertesi gün ileri keşif kollarından isyancıların harekete geçtikleri bilgisi geldi.



Konya-Adana bölgesinden beklenen birliklerin yetişmeleri im­ kânsızdı. Seferberlik ilanında geç kalınmasaydı, bu sıkıntılar yaşan­ mayacak, dolgun birlikler yerlerini almış olacaklardı. Diyarbakır eldeki kuvvetle savunulacaktı. Mürsel Paşa subay­ larına, astsubaylarına ve erlerine güveniyordu. Emrine verilen iki piyade alayını surların dışına, şehrin kuzeyine yerleştirdi (6.*ve 63. Alaylar). Üçüncü alay (36. Alay) ihtiyat birliği olarak surlar içinde kaldı. İstihkâm ve muhabere bölükleri, muhafız takımı, jandarmalar, jan­ darma okulu öğrencileri yardım gereken yere koşacaklardı. Beklemeye başladılar. 134 Üçüncü Bölüm



ECZACI İbrahim Cemal Bey daha yeni yarbay olmuştu. Bir ara vakit bulup da kısacık bir mektupla bu güzel haberi İstanbul'daki eşine bildirmeyi başarmıştı. Üç kızı ve bir oğlu vardı. Eşi yeni bir bebek bekliyordu. Onu öylece bırakıp Diyarbakır'a gelmişti. Bir fır­ sat bulup uzun bir mektup yazmalı, hepsine ayrı ayrı özlemini, sev­ gisini, duygularını bildirmeli, güzel öğütlerde bulunmalıydı. Belki bebeğin doğumundan önce izin alıp İstanbul'a gidebilirdi. Ailesi yüreğinde tütüyordu. Ne var ki Ankara, savaş başlamadan önce Diyarbakır'a büyük kutular, fıçılar, sandıklar içinde istenilen sağlık malzemesini yetiş­ tirmeyi başarmıştı. Kutuları, fıçıları, sandıkları açarak gelen malze­ meyi sayıp tutanak tutuyor, yine hızla sayarak hastaneye, birliklerin sağlık birimlerine yolluyorlardı. Vurulacak isyancıların da bunlara ihtiyacı olacaktı. & Komutanlığın kanısına göre savaş gece başlayabilirdi. Hiç vakti olmazdı o zaman. Öğleyin aceleyle yemek yiyip yazmayı çok iste­ diği mektubu yazmaya oturdu. Gözlerinin yaşardığını görmesinler diye sapa bir köşeye çekilmişti. Mektubu cebine koydu. Savaştan sonraki ilk gün yollardı. ŞEYH SAİT EFENDİ birliklerine bu gece (7/8 Mart) saat 02.00'de taarruz emrini vermişti. Şehrin dört kapısına birden hü­ cum edilecekti. Çevredeki bütün şeyhlerden müritlerini bu cihata göndermelerini istedi. Diyarbakır fethedilince -Şeyh Sait Efendi fetih diyordu- kendi bağımsız din devletlerini kuracaklardı. Kurunca kısas kuralını uy­ gulayacaklardı. Yalancının dili, hırsızın elleri kesilecek, eşini alda­ tan kadın toprağa gömülüp taşlanarak öldürülecekti. 1123



İsyancılar heyecan ve şevk içinde yaklaşmaya başladılar. Elle­ rinde üzerine dini deyimler işlenmiş bayraklar vardı. Nehrin karşı kıyısında da toplananlar oldu. Fakat bu yana geçmeleri imkânsızdı. Süvari bölüğü makineli tüfeklerini öyle yerleştirmişti ki bu yana si­ nek bile geçemezdi.



İsyancılar şehri iyice uzaktan kuşatarak beklemeye koyuldular. Aydınlatma fişeklerinin ışığı altında, isyancılara yakın köylerden katılan silahlı kafileler olduğu görülüyordu; Disiplinsiz isyancılar Üçüncü Bölüm 135



( t



02.00'yi bekieyemediler. Altı saat önce saat 20.00'de dağınık düzen hücuma geçtiler. Kuzeyden hücum edenler sur dışında mevziienmiş iki alayın cephesine çarptılar. Her saldırıları kırıldı. Bir adım bile ilerleyemediler. Büyükçe bir birlikle ilk kez karşı karşıya gelmişlerdi. Oooov... İsyancıların bir kısmı, gece karanlığında, bir eğri çizerek gü­ neye, Mardin kapısı çevresine indi. Kapıyı aralayamadılar, gediklerden içeri giremediler. Ama 120 kişi kadar bir Zaza müfrezesi, şa­ şırtıcı bir beceriklilikle lağım yolundan geçerek şehre sızdı. Mardin kapısındaki barikatlarda bekleyen askerleri arkadan ateş altına aldı. Kanlı bir boğuşma başladı. Bunlardan birkaç kişi Yarbay İbrahim Cemal Bey'in ve ar­ kadaşlarının hâlâ çalıştıkları eczane katına girdi. Yarbaya yardım edenlerin birkaçı kaçtı, ikisi boş fıçıların içine saklandı. İbrahim Cemal Bey ne kaçmış, ne saklanmıştı. Beyaz gömleği ile durdu. Büyük odaya dalan isyancılarla karşı karşıya kaldı. "Burası has­ tane" diyecekti belki. Belki de sağlıkçıları öldürecek kadar düşman ya da ilkel değillerdir diye düşündü. Belki dostça gülümsedi bile. Her şey birkaç saniye sürdü. isyancılar silahlarını ateşlediler. Yarbay ibrahim Cemal Beyi şehit ettiler. Laboratuvar aygıtlarını, masaları, rafları dolduran ilaç kavanozlarını, şişelerini, kutularını ateş ederek parçaladılar. Bir başka yeri basıp parçalamak için koridora çıktılar. Çıkar çıkmaz arkalarından koşup gelmiş askerlerle karşılaştılar. Süngüler şimşek hızıyla parlayıp söndü. Şehre girenlerin çoğu temizlenmiş, küçük bir kısmı geldikleri yoldan geri kaçabilmişti. * Bunlar da ânında savaş dışı kaldılar. 113



!



114



114



Savaş gün doğarken sona erdi. Güçleri tükenmişti. Hükümet kuvvetleri peşlerine takılmadan uzaklaşmalıydılar. Taşıyabildikleri yaralılarını, ölülerini alarak hız­ la çekilmeye başladılar.



115



Şeyh Sait Efendi yenilmişti. Eline aldığı niyordu.



n5a



mermiyi üfleyerek uçakları düşürdüğü söyle­



Niye aynı yolla surları yıkmamış, kapıları delmemişti?



Ne olmuştu? Yoksa yalan mıydı bunların hepsi? 136 Üçüncü Bölüm



Kâzım ve Mürsel Paşalar, kuşatma başlayana kadar hücum et­ meme emrine uydular. İsyancılar büyük kuvvetlerle kovalanmadı. Bir süre top ateşiyle izlendiler. İleriye birçok süvari keşif kolları sü­ rüldü. Yeniden gelebilirlerdi. Hazırlıklı olunması emredildi. GAZI PAŞA bir telgrafla Diyarbakır'ı savunan komutan, subay, astsubay ve erleri kutladı. Hepsi madalya almış gibi sevindiler. Şehitler törenle toprağa verildi. Esir alınan bazı isyancıların üzerinde üniformaya benzeyen giysiler vardı. Ceplerinden yabancı paralar çıkmıştı. Asıl düşündü­ rücü olay ertesi günü yaşandı. Bir İngiliz silah fabrikasının yolladığı bir dolgun zarf geldi. Zarfın üzerinde "Kürdistan Hükümeti Harbi­ ye Nazırlıgr yazıyordu. İçinden silah fabrikasının ürettiği silahların katalogları çıktı. Ne kadar düşündürücü bir zamanlamaydı b u . 116



GAZİ Yüzbaşı Hafız Yaşar Beyi çağırt­ tı. Çalışma odasında yalnızdı. Ayağa kalkarak karşıladı. Masanın önündeki koltuğa buyur etti. Kendi de karşısındaki koltuğa geçti. Hafız Efendi niye çağrıldığını anlamıştı. Zaman za­ man çağırırdı. Kuran okumasını isteyecekti. "Hangi sureyi okuyayım efendim?" "Yasin suresini, lütfen" «r» ı • r J» Hafız Yaşar Bey Peki erendim. Hafız Yaşar Okur Bey kadife gibi sesiyle, bağırmadan, Türk ağ­ zında yumuşamış bir Arapça ile Yasin suresini okumaya başladı. Bakmıyordu ama Gazinin de huşu içinde dinlemekte olduğunu bi­ liyordu. Bazı zamanlar böyle huzura kavuşuyordu. 1163



BAŞBAKAN Bakanlar Kurulu üyelerine gelişmeler hakkında bilgi verdi: "Diyarbakır'a hücum ettiler, kırılıp geri çekildiler. Seferberlik tamamlandı. Birlikler görev yerlerine gidiyorlar. İsyancıları adım adım çember içine alıyoruz. Devletimizin geleceği hakkında şüphe besleyenler vardı^Hepsi yanılmıştır. Çok kısa zamanda seferberliÜçüncü Bölüm 137



ği tamamladık. Bu zor zamanda bile Meclis, gelirinin beşte birini karşılayan aşar vergisini kaldırmaktan çekinmedi. Bu çok büyük bir mali devrimdir." Recep Peker kızgındı: "Ama bazı İstanbul gazeteleri bu önemli habere iki satır bile yer vermedi." Dr. Refik Saydam doktorca konuştu: "Bu gazetecilerin her iyi, güzel ve doğru şeye alerjileri var." İsmet Paşa devam etti: "Tütün tekelini Fransız şirketinden devraldık, şeker fabrikaları kanunu hazır, Sanayi ve Madenler Bankasının kuruluşu hakkındaki kanun hazırlanıyor. Demiryolu yapımı hızla ilerliyor. Geniş hat ya­ kında Yahşıhan'a ulaşacak. Benim bu konudaki düşüncem çok ba­ sit: Her gün bir karış daha ray döşemek." 116b



GÖREVLİ birlikler kuşatma için belirlenen yerlere yerleşiyor­ lardı. İsyancılar bu ara Hınıs'a, Çemişgezek'e saldırmış ama başa­ rılı olamamışlardı. Eğin'i zorlamışlardı. Doğuda Muş'la bağlantıyı kesmeyi başarmış, Varto'yu ele geçirmişlerdi. Bir kol Bulanık ve Malazgirt'e girdi. Devlet binalarını yağma ettiler. Siverek'te karı­ şıklık çıkardılar. Güneyde de birkaç gün sonra Silvan'ı ele geçire­ ceklerdi. İsyan bölgesinin dışındaki, uzağındaki bazı aşiretlerde de kaynaşma gözlenmekteydi. Şeyh Sait Efendi'nin Diyarbakır yakınlarından ayrılmadığı du­ yuluyordu. Gerçekten ayrılamıyordu. Diyabakır'ı alamazsa bütün emek­ lerin, hayallerin ve dökülen kanın boşa gideceğini bilmekteydi. Diyarbakır'ı fethetmek, Cizre'ye bir kol yollayıp İngilizlerle bağlantı kurmak, yardım, akıl, para almak zorundaydılar. Mardin'i alırlar­ sa Suriye ile de ilişki kurulabilirdi. Orada da dost aşiretler, örgütler ve Fransızlar vardı. 116c



11 Martta kuvvetlerini dualar ederek, okuyup üfleyerek Diyarbakır ı fethetmek üzere bir daha hücuma kaldırdı. Bu savaş çok kısa sürdü. İsyancılar çok çabuk dağıldılar, evlerine kadar kaçtılar. Şeyh Sait Efendi İstiklal Mahkemesinde bu dağılmayı, "askerime evlerine gitmeleri için altı gün izin verdim diye açıklayacaktı. M



138 Üçüncü Bölüm



117



Küçük müfrezelerle Diyarbakır yakınındaki tüm yerleşim nok­ taları isyancılardan temizlenmeye başladı. ANKARA İstiklal Mahkemesi Doğu İstiklal Mahkemesinin gö­ rev alanı dışında kalan yerlerdeki olaylara bakmakla yetkiliydi. Bazı üyelerin istifaları nedeniyle hemen göreve başlayamadı. Sonunda mahkeme kurulu şöyle oluştu: Başkan Ali Çetinkaya, savcı Necip Ali Bey, üyeler Kılıç Ali Bey, Rize milletvekili Ali Bey, yedek üye Dr. Reşit Galip Bey. Bu mahkeme gelecek yıl suikast olayına ve İttihatçılar davasına bakacak, sert tutumu ve verdiği karar­ lar dolayısıyla tartışmalara yol açacaktı. 12 Mart 1925 günü göreve başladı. Muhalefet partisinin İstan­ bul şubesi başkanının "M. Kemal Paşayı istiyorsanız Halk Partisi'ne gidiniz, Halifeyi istiyorsanız bizim partiye geliniz" dediği duyul­ muştu. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi bu söylentiyi kesin bir dille yalanladı. Bir etkisi olmadı. O değilse bir başkası söylemiştir diye düşünülüyordu. Mahkeme bu partiyle ilgilenmeye karar verdi. Bu, parti için hayırlı bir işaret değildi. Muhalif partiden Manisa milletvekili Abidin Bey Meclis'te rastladığı Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey'e hırçın bir sesle, "Ga­ zeteleri niye kapattınız Mahmut Esat Bey?" diye sordu. * Mahmut Esat Bey durdu. Gülümsedi: "Senin bile anlayacağın biçimde anlatayım. Kapattık çünkü 117



Cumhuriyetin sağladığı özgürlükle Cumhuriyeti yıkmaya çalışıyor­ lardı." Başıyla selam verdi. Yürüyüp gitti. M Ü T T E F İ K L E R Türkiye'ye küçük devlet muamelesi yapmak için diplomatik ilişkilerin elçi düzeyinde kurulmasını kararlaş­ tırmışlardı. Ama birçok ülke Türkiye ile ilişki kuruyordu. Sayıları yirmiyi geçmişti. Diplomatlar arasında önde olmayı sağlamak için elçi düzeyini büyükelçi düzeyine yükseltmeyi öfke içinde zorunlu gördüler.



Ne var ki İngiliz, Fransız ve İtalyan büyükelçileri, onları izle­ yecek olan Japon ve ABD büyükelçileri de İstanbul'da oturacaklar, Üçüncü Bölüm 139



yılda bir-iki kez Ankara'yı ziyaret edeceklerdi. Ankara'da sadece diplomatik bir temsilci bulundurulacaktı. Bu kararlarını 1 Mart 1925 tarihinde Ankara'ya bildirmiş­ lerdi. Normal ilişkiyi ancak bu şartlarla başlatacaklardı. Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentini boykot ediyorlardı. Diplomasi tarihin­ de rastlanmamış bir olaydı. Önce İtalyan Büyükelçisi, İsmet Paşa'nın Lozan'dan iyi tanıdığı Signor Montagna'ya güven mektubunu sundu. İsmet Paşa'yı ziyaret etti. İsmet Paşa kendisine 'ne zaman Ankara'ya taşınacağını' sordu. Signor Montagna çok duyarlı bir diplomattı. Bu soruyu bir baskı olarak değerlendirdi. İngiliz Büyükelçisi Mr. Lindsay 15 Martta, beş kişilik maiyeti ile Ankara'ya geldi. Ertesi gün Cumhurbaşkanı tarafından Çanka­ ya Köşkü'nde kabul edildi. Dışişleri Bakanlığı protokol birimince düzenlenen kabul töreninde Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras da bulundu. Güven mektubunun Cumhurbaşkanına sunulması töreni kısa sürdü. Mr. Lindsay Cumhurbaşkanı önünde rahat, gevşek hareket etmek istiyordu. Açıkçası usturuplu bir küçümseme niyetindeydi. Niyeti kursağında kaldı. Karşısında redingot giymiş, astragan kal­ paklı, genç, dinç, çok kararlı, çok ciddi, çok etkileyici bir devlet baş­ kanı vardı. Havası, tutumu, duruşu, bakışı karşısında, en küçük bir çizgi dışı harekete imkân yoktu. Törenden sonraki sohbet bölümü çok kısa sürdü. Gazi sohbeti uzatmadı, dedi ki: "Kısa zamanda Ankara'ya kesin olarak yerleşeceğinizi ümit ederim." Büyükelçi, gelmeyeceklerini söyleyemedi, "Arsa arıyorum Cumhurbaşkanı Hazretleri" diye yanıt verdi. Sonra da istasyondaki yataklı vagona döndü birkaç gün kalmak için. Arsa arayacaklardı. İtalyan Büyükelçisi hemen ziyaretine koştu. Çok kırgındı. İs­ met Paşa Ankara'ya ne zaman taşınacağını' sorarak kendisine bas­ kı yapmıştı. Buna katlanamazdı! Bu durumu, kendi Bakanlıklarına çok ağır baskı' olarak rapor edeceklerdi. Mr. Lindsay birkaç gün Ankara'yı dolaştı. Şehrin ne yana doğ­ ru gelişeceğini iyi tahmin etti. Çankaya köşküne yakın, Hacı Kerim Efendiye ait bir arsayı beğendi. Son gün veda etmek için uğradığı 140 Üçüncü Bölüm



Dışişleri Bakanıyla konuşurken beğendiği arsa hakkında bilgi ver­ di, ayrıca Ankara'ya taşınmaları hakkında yaptıkları ağır baskıya da itiraz etti. Tehdit savurmayı da ihmal etmedi: Eğer elçilik Ankara'ya taşınmak zorunda kalırsa, Dışişleri Bakanlığı büyükelçiliği elçilik düzeyine indirmeye kararlıydı. Elçiyi sabırla dinleyen Tevfik Rüştü Aras yanıt vermedi, ağır­ b a ş l ı bir sesle başsağlığı diledi. Mr. Lindsay'in haberi daha öğreneJmediği anlaşılıyordu. Şaşkın baktı. İstanbul-Ankara kavgasını açan, bu kabalığı, skandali, nezakete aykırı tavrı başlatan Lord Curzon ölmüştü. Mr. Lindsay bembeyaz kesildi: "Ah! Olamaz!" Kimse Lord Curzon gibi inatçı, pervasız, küstah olamazdı. Belki bir süre direnebilecekler ama sonunda Ankara'ya taşınmak zorunda kalacaklardı. 118



DOGU Dersim ağaları Diyarbakır'a gelerek hükümete bağlı­ lıklarının sürdüğünü bildirdiler. Aralarında hepsinden daha saygın olan Seyid Rıza yoktu. Çok zorda kalmadıkça hükümetin ayağına gelmezdi, ilerde Dersim in de devletin de başına çok dert açacaktı. Batı Dersimliler kuşatma hareketine yardımcı olmak üzere Er­ zurum-Erzincan yakınındaki birliklere yeni gönüllüler yolladılar. Şeyh Sait Efendi bütün çabalarına rağmen Dersim ve Muş beyleri ve ağaları ile bu aşiretlerin çoğunu isyana katmayı başaramamıştı. Ordu son hazırlıkları yapıyordu. Fransızlar Suriye sınırına ya­ kın ve işletmeleri altındaki kısa yoldan geçişe izin vermiş, demir­ yolu ile beklenen tümenler de Nusaybin'e gelmişlerdi. Beklemeden yürüyüp Ergani ile Diyarbakır arasına yerleşeceklerdi. Yolların uzaklığı ve mevsim biraz zaman almıştı. 119



24 MART 1925'te isyan bölgesi dört yanından çevrilmişti. Hareket başladı. İsyana karışmayanlar korunacak, teslim olanlar adalete verile­ cek, karşı koyanlar temizlenecekti. Bu bilgiler ulaşılabilen en küçük köylere kadar bildirilmiş, teyan bölgesine de duyurulmuştu. 120



Amaç, çemberi daralta daralta isyancıları Lice-Bingöl-Genç üçgeni içinde kıstırmaktı. Birlikler ayrı yürüyüp, birlikte vuracak­ lardı.



I



Üçüncü Bölüm 141



Dört yandan Lice-Bingöl-Genç üçgenine doğru büyük yürüyüş başladı. Acemi, yeterli eğitilmemiş askerler üzerinde etkili olan dini deyimler işlenmiş bayraklar, dini içerikli bağırışlar bu askere hiç etki yapmıyordu. İsyancıların dini ve din simgelerini hainlik için yem olarak kullandıklarını öğrenmişlerdi. Hiçbiri isyancılardan daha az Müslüman değildi. Basıyorlardı hain sahtekârlara kurşunu! Hava soğuktu, kar yağışı zaman zaman tipiye dönüyordu. Erzurum'dan güneye inen 12. Tümen kısa bir çarpışmadan sonra Varto'ya girdi. Malazgirt'e kadar yayılmış yağmacıları temiz­ ledi. Doğuya giden yolları kapadı. Yüzünü batıya çevirdi. Tümen doktoru yaralı isyancılardan birinin daha yarasını te­ mizlerken, yaralı genç doktora şaşarak bakıyordu. Hastabakıcı te­ miz bir bezle doktorun terini sildi. Bu, iyileştirmeye çalıştığı belki yirminci isyancıydı. Öteki yaralılar gibi bu da doktor görmemişti. Herhalde asker kaçağıydı. Tek kelime Türkçe bilmiyordu. Ara sıra soluk bir gülümseme beliriyordu yüzünde. Doktor hastabakıcıya sordu: "Bu herif niye gülüyor ikide bir sence?" "Bence galiba bu Türkler aptal diye düşünüyor" f "Neden?" "Akıllı millet düşmanının yarasını iyileştirmek için çırpınır mı diyordur içinden." Doktor gülmedi: inşallah buralarda birçok okullar açılır, bunlardan da doktor yetişir, o zaman bir doktor için kimsenin düşman olmadığını anlarlar." Bitlis'e geri dönen alay isyancıların güneye kaçmalarını önle­ mek için Bitlis'in kuzeyine yayılmış, karda oyulmuş siperler içinde tetikte bekliyordu. Aynı anda Elazığ'dan doğuya da ilerleme başlamıştı. İsyancılar bun aldılar. Üzerlerine tümenler geliyor, top ateşi altında yanıyorlardı. Tepelerinde bomba atan uçaklar dönüp dolaşıyordu.



Ergani ile Diyarbakır arasına yerleşen tümenler ile Diyar­ bakır'da toplanmış piyade ve süvariler de güneyden kuzeye doğru harekete geçmişlerdi. Ateş çemberi ortasında kaldıklarını kestirenler dağlara çekil* meye başladılar. Kaçmayı p inatla dövüşenler, karşı saldırıya geçen142 Üçüncü Bölüm



j



{



ler de vardı. Ama bunlar da sonunda ya teslim oluyor, ya dağlara kaçıyorlardı. Düzenli, seferberlik yapmış bir ordunun ne demek ol­ duğunu yeni anlamaktaydılar. Çember her gün biraz daha daralıyordu. 31 Martta Hani, 1 Nisanda Lice ve Silvan, kaptırılan toplar ile makineli tüfeklerle birlikte geri alındı. 5 Nisanda Palu, Piran alındı. Çapakçur (Bingöl) sarıldı. Ertesi gün geri alınacaktı. İsyancılarla iş­ birliği yapan yöneticiler tutuklanıyorlardı. Bütün birliklerin isteği Şeyh Sait Efendi'yi canlı olarak yaka­ lamaktı. Bu amaçla sessiz bir yarış sürüyordu|Erişilmez, dokunul­ maz, yenilmez, keramet sahibi sanılan koca şeyhler yakalanmamak için kaçıyorlardı. Nereye kadar kaçabilirlerdi ki? 5 NİSAN sabahı Doğu İstiklal Mahkemesi Ankara'dan trenle ayrıldı. Başkan M. Müfit Kansu, savcı Süreyya Örgeevren, üyeler Ali Saip Ursavaş ile Müfit Özdeş'ti. Yozgat milletvekili Avni Doğan da yedek üye seçilmişti. Yanlarında kâtipler ve polisler vardı. Sıkıyönetim bölgesiyle ilgili olaylara ve Şeyh Sait isyanına bu mahkeme bakacak, isyancıların cezalarını bu mahkeme verecekti. 12 Nisanda Diyarbakır'da olacaklardı. BUGÜN Meclis in gündeminde bir kanun tasarısı vardı. Ta­ sarıda memlekette şeker fabrikalarının kurulmasını teşvik edici, pancar üretecek köylüleri koruyucu önlemler ayrıntılı olarak dü­ zenlenmişti. Dinleyici balkonunda Uşaklı Nuri Efendi (Nuri Şeker) ile cesur arkadaşları vardı. Heyecan içindeydiler. Gazi'ye, İsmet Paşa'ya ve il­ gili Bakanlara güvenerek fabrikanın yerini satın almışlardı. Demir­ yolunun yanında, şehirden uzak olmayan bir yerdeydi. Bu girişim yeni bir girişime daha yol açmıştı. Bazı bankalar ile Trakya illeri özel idareleri ve kimi özel kişiler, yeni bir şeker fabrika­ sı daha kurmak amacıyla bir araya gelmişlerdi. Fabrikayı Alpullu'da kurmayı düşünüyorlardı. Dinleyici balkonunda bu girişimin tem­ silcileri de bulunuyordu. Onlar da kanunun çıkmasını dört gözle beklemekteydiler. Üçüncü Bölüm



143



Tasarıya sıra öğleden sonra üçüncü oturumda geldi. Kanunun geneli hakkında Besim Atalay kısa, övücü bir konuş­ ma yaptı. Tasarı 13 maddeydi. Maddeler hakkında görüşme olmadı. Yararlı tasarı kısa sürede oybirliği ile kanunlaştı. Dinleyici balko­ nundan alkışlar, teşekkürler yükseldi. Kanun beklediklerinden çok daha iyiydi. Devlet sözünü tutmuştu. Şimdi fabrikayı yapmak ve işletmek gerekiyordu. * 120



GAZİ ve İsmet Paşa, gündüzleri türlü sorunlarla uğraşıyor, geceleri Fevzi Çakmak ile Genelkurmay'da harita başında topla­ nıp gelişmeler hakkında bilgi alıyor, görüşüyorlardı. Olayları adım adım izlemekteydiler. Gazi Paşa, "Bir ordunun başarılı olması, doğru haber alması­ na bağlıdır." dedi, "..Doğru, yeterli haber alma devlet için de çok önemli. Haberalma hizmetini şimdi biraz ordu, biraz polis yapıyor. Yeterli mi?" İsmet ve Fevzi Paşalar birlikte yanıtladılar: "Hayır!" Şeyh Sait isyanı hazırlıkları hakkındaki birçok bilginin önemsenmeyip idari kademelerde kaldığı ortaya çıkmıştı. Yunanistan'la nüfus değişimi yürümekteydi. Bu arada göçmenler arasında bazı bozguncuların dolaştığı, gelenleri kışkırttıkları öğrenilmişti. Ama bu konuda da yeterli bilgi elde edilememişti^, Vakit geçirmeden modern bir haberalma örgütü kurulmasına karar verildi. Bu işi ele almaya ancak sıra gelmişti. Hazırlık yapmayı Genelkurmay üstlendi. 121



7 NİSAN günü İsmet Paşa Meclis'e bilgi sundu. Askeri hareke­ tin nasıl geliştiğini anlattı. Direnenlerin çoğu dağlara çekiliyorlardı. Silah altına koşanlar için dedi ki: "Cumhuriyetin evlatları, Cumhuriyetin tehlikede olduğunu gördükleri anda kesinlikle, hızla ve bilinçle h a r e k e t etmişlerdir. Hepsini takdir ve şükranla anarım." Sevgi sesleri ve alkışlar salonu doldurdu. 144 Üçüncü Bölüm



Meclis toplantısından sonra Siirt mil­ letvekili Mahmut Bey direksiyon binasına Gazi'yi ziyarete geldi. Olaylar çok canını sıkmış, rengi kaçmıştı. "Birkaç arkadaş biraraya geldik." dedi, "..Çok konuştuk. Uzun uzun dertleş­ tik. Güya çözümler, önlemler saptayıp size sunacaktık. Biz daha laflarken bu olay pat­ lak verdi. Yüzyılların birikimi bu. O bölgedeki şeyhlerin medreseleri ve tekkeleri yobazlık ve hurafe üretir. Misyoner okulMahmut Bey lan ve İngilizler de arkalarında ayrılık ve düşmanlık ocakları bırakmışlardı. Yobaz­ lık bu ocakları ateşledi" Gazi'nin de canı sıkkındı: "Ordu şimdi o kışkırtıcıları, yalancıları kovalıyor. Hiçbirine acımıyorum. Kandırıp ayaklandırdıkları insanlara yanıyorum. Bun­ lar belki de benim 1916'da Silvan'da, Bitlis'te, Ergani'de, Maden'de, Palu'da gördüğüm sekiz-on yaşındaki ayakkabısız, okulsuz, sevimli çocuklardır. Ordu da bizim, bunlar da. Hepsi bizim insanımız. Al­ lah milleti ve vatanı parçalamaya çalışan, kanla beslenen hainlerin cezalarını versin!" VERMEK üzereydi. Çünkü doğuya, yani 12. Tümenin kucağı­ na doğru gidiyorlardı. Şeyh Sait Efendi'nin bacanağı emekli Binbaşı Kasım Bey teslim olmayı önerdi. İsyan boyunca hükümetle, orduyla haberleşmişti. Kürt asıllı bir yurtsever olarak bu gerici, bölücü, parçalayıcı isyanı lanetlemekteydi. Şimdi Şeyh'in hesap vermesi için orduya sağ ola­ rak teslim olmasını sağlamaya çalışıyordu. Teslim önerisine Şeyh'in damadı Şeyh Abdullah da katıldı. Şeyh Efendi hâlâ İran'a kaçmayı ümit etmekteydi. Teslim olmayı reddetti. Oysa artık ne İran'a kaçabilirdi, ne Suriye'ye. İyice sarılmış­ lardı.



1214



Üçüncü Bölüm 145



İl | i | I i •



14 NİSANDA Bitlis'te ve İstanbul'da üç önemli olay oldu. Sabah saat 05.30'da, Bitlis Harp Divanının verdiği karar yerine getirildi. Kürt İstiklal Derneği kurucuları Cibranlı Albay Halit Bey, eski Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, kardeşi Teğmen Ali Rıza, damadı Faik Bey ve Molla Abdurrahman Efendi kurşuna dizildiler, İstanbul'da Seyit Abdülkadir Bey ile ilişkili olduğu kimseler sıkı bir biçimde izleniyorlardı. Ankara isyanla ilgileri dolayısıyla bunların tutuklanıp belgeleriyle birlikte Diyarbakır'a yollanmasını emretmişti. Sabah erkenden Seyit Abdülkadir Bey, oğlu Seyit Mehf} met, Kör Sadi, Bitlisli Kemal Feyzi ve bazı sanıklar, Emniyet Mü­ dürlüğünün ekiplerince, hiç beklemedikleri bir anda tutuklandılar. Polislerin gözetiminde Haydarpaşa'dan trenle yola çıkarıldılar. Diyarbakır'da Doğu İstiklal Mahkemesine hesap vereceklerdi. Üçüncü olay iç siyaset bakımından önemliydi. Ankara İstiklal jMahkemesinin verdiği emir üzerine de Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin İstanbul'daki şubelerinde polis tarafından arama yapıla- I çaktı. Arama sabahleyin başladı. Birçok belgeye el konuluyor, tor- I balara doldu r ul uy ordu. I 121



b



Oooo! Partinin suyu ısınıyordu galiba. BİR DE dış gelişim oldu. Güneydoğuda büyük bir askeri kuvvet toplanmıştı. İngiltere bir anlaşmazlık halinde bu kuvvetin Musul'a yürümesi olasılığını dikkate aldı. Musul sorununun sonuçlanmasını türlü, diplomatik çabalar ve etkilerle ileriye erteletti. Seferberliğin bitmesini, kuvvetlerin yerlerine dönmelerini bekleyecekti. 14 NİSAN gecesi Şeyh Sait Efendi ve yanında kalanlar Murat Suyu üzerindeki Abdurrahman Paşa köprüsüne ulaştılar. Bir kısmı saklanabilecekleri ümidiyle ayrılıp dağlara kaçmış, sayıları azalmış­ tı. Köprüyü geçmek için sabahı beklediler. Gün ağardı. Karşı tarafta kimse görünmüyordu. Derin bir ses­ sizlik vardı. Köprüden karşıya geçtiler* Birdenbire 12. Tümene bağlı bir müfreze belirdi. Yayılarak yaklaştı. Tam zamanında gelmişti. Bir 146 Üçüncü Bölüm



I I I I I •



çatışma çıkmadan teslim oldular. Şeyh Sait Efendi'nin heybesinde ve hurcunda birçok belge ve 4.500 altın vardı. Varto'ya getirildiler (15 Nisan 1925). Yollar güven altına alı­ nınca Diyarbakır'a yollanacaklardı. Hükümet bir bildiri yayımlayarak Şeyh Sait'in ve isyan öncüle­ rinin yakalandığını açıkladı. İsyanı bastırma hareketinin ilk aşama­ sı sona ermişti. Bildiri büyük memnunluk uyandırdı. Silahlı, bölücü irtica yenilmişti! Şimdi isyan bölgesi taranacak, direnenlerle çatışılacak, kaçak­ lar yakalanacak, silahlar toplanacaktı. Bu işlem iş bitene kadar sür­ dürülecekti. Seferberlik dolayısıyla silah altına almanlar 1 Haziran­ da terhis edileceklerdi. Bu isyan büyük bir talihsizlik olmuştu. Can, kan, para ve zaman kaybına yol açmakla kalmamış, birlik duygusunu da yaralamıştı. KAHVENİN kuytu köşesine çekilmişlerdi. Biri öfke içinde, "Tüüü." dedi, "..iki ayda yenildiler, yakalandılar, bittiler." Arkadaşı içini çekti: 122



123



"Olacağı buydu. Orduyla baş edilir mi? Bir çocuk bile bilir bunu. Daha kestirme çareler bulmak lazım!" TURK HAVA KURUMU ordunun uçak gücünü artırmak için büyük bir kampanya düzenlemişti. Bağış topluyordu. 100 lira bağış­ layanlara bronz, 5 0 0 lira bağışlayanlara gümüş, 1.000 lira bağışla­ yanlara altın madalya verilecekti. Kampanyanın duyurulmasında basının büyük yardımı oldu. Ankara'ya yakın birkaç ilde, çift kanatlı bir uçak bildiriler attı. He­ yecan uyandırdı. Yoksul millet bu kampanyaya şaşılası bir ilgi gösterdi. Kenarda köşede biriktirdiği parasını koşup kurumun şubesine yatırdı. Tıpkı Donanma Cemiyeti'nin İngiltere'ye ısmarlanan gemiler için açtığı kampanyaya gösterilen ilgiye benziyordu. Askerlik yapanlar uçağın Önemini biliyorlardı. Orduyu desteklemeyi yurttaşlık görevi bildiler. İlk şaşırtıcı yardım Adana'nın Ceyhan ilçesinden geldi. 10.000 lira yollamışlardı. " İtalya'ya A 3 0 0 - 4 tipi bir uçak ısmarlandı. 123



Uçak Haziran ayının ortasında Ankara'da olacaktı. Üçüncü Bölüm 147



DOĞU İstiklal Mahkemesi valiliğin bir katına yerleşti. Asker­ ler İstiklal Mahkemesinin yetkisine giren olayların dosyalarını İs­ tiklal Mahkemesine devrettiler. Derledikleri ek bilgileri de savcılığa vereceklerdi. 14 Nisan günü İstiklal Mahkemesinde ilk olarak Siverekli Şeyh Eyüp ile Diyarbakırlı Dr. Fuat'ın duruşmaları başladı. Elde edilen belgeler arasında bulunan mektuplar suçlarını kanıtlıyordu. İkisi de suçlu görülerek idama mahkûm edildi. Salonun dinleyiciler bölümü doluydu. Kararı alkışlarla karşı­ ladılar. 124



17 NİSAN sabahı üç vagonlu özel bir tren Ankara'dan hareket etti. Demiryolcular lokomotifin göğsünü defne dalları ve bayraklar­ la süslemişlerdi. Vagonlardan biri salonluydu. Makinistten şeftrene kadar bütün personel Türktü. Seferle ilgili belgeler artık Fransızca değil Türkçeydi. * Trende Başbakan İsmet Paşa, Bayındırlık Bakanı Süleyman Sırrı Bey, bazı milletvekilleri, Genel Müdür Behiç Erkin Bey, demir­ yolu yöneticileri vardı. Günlerin yorgunluğunu ve sıkıntısını silen bir sevinç içindeydiler. Geniş hat Kızılırmak'ı aşıp Yahşıhan'a ulaşmıştı. Demiryolu yapımını günü gününe izleyen Başbakan "He­ men gidelim, emeği geçenleri kutlayalım" demişti. Hat genişletilmiş, Kayaş ve Elmadağ istasyonlarından sonra Irmak ve Yahşıhan istas­ yonları da yapılmış, telgraf hat­ ları çekilmişti. Dar hattın geniş hata dönüştürülmesi basit bir işlem değildi. Yol bütünüyle ye­ niden elden geçirilmiş, zemin geniş hatta göre güçlendirilmiş, tüneller genişletilmişti. 124



148 Üçüncü Bölüm



Yenilenmekte olan köprüden geçmeden önce duruldu, bir anı fotoğrafı çekildi. Sonra tren köprüden ağır ağır geçti, Yahşıhan is­ tasyonunda durdu. Mühendisler, ustalar, işçiler, demiryolcular ve köylüler istasyonda toplanmışlardı. Burası Milli Mücadele sırasında orta Anadolu'dan ve doğudan gelen bütün malzemenin toplandığı, sonra da oyuncak vagonlarla ana ikmal merkezi olan Ankara'ya sevk edildiği yerdi. O zamanlar Yahşıhan-Ankara dar demiryolu hattına 'can damarı' deniliyordu. İsmet Paşa eski, açık dekovil vagonlarından birinin üzerine çıktı, özetle dedi ki: "Efendiler! Büyük Millet Meclisi bu hattı yapacağız derken, Türk milleti­ nin kabiliyetine güvenmiştir. Fen insanlarımızı, mühendislerimizi bütün içtenliğimle kutlarım. Bu sınavdan başarıyla çıkmışlardır. Bugün Yahşıhan'da bulunuyoruz. Mühendislerimiz belki ilerdeki istasyonları düşünüyorlar. Kendilerini oraya kadar güvenle izleye­ ceğiz. Bütün memleketi baştan başa demirlerle örülmüş görmek en büyük azmimizdir." Bayraklarla süslü Yahşıhan istasyonu hizmete, yol işletmeye açıldı. Son olarak Yahşıhan'daki yeni genişletilmiş ve son biçi­ mi verilmiş tünelin girişinde bir anı fotoğrafı daha çekildi. Bu tünel Sivas'ın, Erzu­ rum'un, Kars'ın kapısıydı san­ ki, Başka çılgın hayaller de vardı. Kayseri'yi Ulukışla'ya, Ankara'yı Zonguldak'a, Si­ vas'ı Malatya'ya, Elazığ'a, Elazığ'ı da bir kolla Muş'a, Tatvan'a, bir kolla Diyarbakır'a bağlamak... Alay edenlere şöyle diye­ 125



126



f



1263



ceklerdi: Üçüncü BÖlttm 149



"Hiçbir şey Sakarya Savaşı'nı kazanmaktan daha zor, imkânsız olamaz!"



daha



GAZİ direksiyon binasında fırsat buldukça genç tarım mühen­ disi Tahsin Coşkan'la birlikte çiflik arazisinin planı üzerinde çalı­ şıyordu. Kimi kez bu çalışmalara başka uzmanlar da katılıyordu. Gazi, kendisine, yeşil, sulak arazi Önerenlere şöyle demişti: "Ben zor olanı yapayım. Siz arkamdan kolay olanları nasıl olsa yaparsınız." Tarım Bakanlığının uzmanı Alman Schmid, araziyi gördükten sonra, "Burası ya sabır tüketir, ya para" diyecekti. Gazi'nin niyeti çok amaçlı bir örnek çiftlik kurmaktı. Onun azmi, kararlılığı Tahsin Bey'e de geçmiş, bu çorak, ölü, kıraç, batak toprağın canlanacağına o da inanmıştı. İnanmayanlara gülüp geçi­ yorlardı. Gazi, "Çiftlik modern, bilimsel, bize uygun tarım için iyi bir örnek olmalı.." diyordu, "..Köylü gençler burada bir süre çalışarak köylerine doğru tarımı götürmeliler. Tarım aletlerini kullanmayı, onarmayı öğrenmeliler." Toprağı yer yer örnekler alarak tahlil ettirmişlerdi. Ona göre değerlendiriyorlardı. Yollar, ağaçlıklar, meyve ve sebze bahçeleri, bağlar, fidanlık, sera, buğday tarlası olacak yerler belirlenip plana işlenmekteydi. Yönetim binaları, memurların evleri, işçilerin ya­ takhaneleri, süthane, su deposu, atölye, depolar, ağıllar, kümesler, jeneratör, fırın için de yerler ayrılmıştı. Gazi'nin hayalleri genişti: "Halk için büyük, çok güzel bir bahçe de yapalım.." diyordu " .Gelip eğlensinler, çocuklar oynasın. Büyük bir havuza da yer aç. Dileyen yüzsün, dileyen sandala binsin. Uygun yer bulursan bir ha­ vuz daha yapalım. Ankara suya, yüzmeye alışsın. Su uygarlıktır. Be­ nim için de şu tepeciklerden birinin üzerinde bir ev yeri ayır.



§İSMET PAŞALAR Mayıs başında halkın Pembe Köşk adım taktığı büyük bahçeli evlerine taşındılar. Mevhibe Hanım iki katlı, genişçe evi, az eşya ile çok güzel dö­ şemişti. Girişteki büyük oda İsmet Paşanın çalışma odası, yanın150 Üçüncü Bölüm



daki salon ziyaretçi kabul salonu olacaktı. Baştaki oda Özel Kalem Müdürünündü. ö z e l Kalem Müdürünün kalacağı daire hemen yandaydı. Bah­ çeye çalışanların kalacağı bir bölüm yapılması da unutulmamıştı. İlk gelen Gazi oldu. Evi gezdi. "Çok beğendim. Güle güle oturun." "Teşekkür ederiz." "Çok da zevkli döşenmiş." "Hanımın marifeti." Gazi içini çekti: "Talihine şükret. Mükemmel bir eşin var." İsmet Paşa şefkatle Gazi'nin elini tuttu: "Sen mutlu değilsin galiba." "Güzel başlamıştı ama öyle yürümedi. Arkadaşlarımı incitiyor. Ali Çavuş bile dayanamadı, köyüne döndü. Bana tahakküm etme­ ye kalkışıyor. Çok çabuk sinirleniyor. O latif Latife değil artık. Bu evliliği daha ne kadar sürükleyebiliriz, bilmiyorum. İyi ki yakma geldiniz. Sıkıldıkça buraya kaçarım" * 127



5 MAYIS 1 9 2 5 günü Çiftlikte çalışmalar başlayacaktı. Arazi plana göre işaretlenmişti. İlk aşama için iki traktör ve iki pulluk getirtilmişti. Bunları birçok yeni makine izleyecekti. Yassıdere denilen yerde Gazi ve arkadaşları için üç çadır ku­ rulmuştu. Gazi, Rüsuhi Bey, İsmail Hakkı Bey, Nuri Conker, Salih Bozok, Kılıç Ali iki araba ile öğle yemeğinden sonra geldiler. Çadır­ ların etekleri açılmış, büyük gölgelikler gibi olmuşlardı. Hasır kol­ tuklara oturdular. Şerbet gibi bir hava vardı. Sofracı ispirto ocağı ile kahve takımlarını getirmişti. Kahveleri yapıp dağıttı. Gazi "Başlayalım" deyince Tahsin Bey makinistlere bekledikle­ ri işareti verdi. Traktörlerin motorları gümbürdedi. Harekete geçti­ ler. Traktörlere bağlı pulluklar, toprağı derin olarak yarmaya başla­ dılar. Toprak alt üst oluyor, rengi koyulaşıyor, bataklık kokusunun yerini toprak kokusu adıyor, o ümit kırıcı ölgün görünüm ağır ağır kayboluyordu. Gide gele geniş bir alanı süreceklerdi. Kıraç toprak düzgün sü­ rüm çizgileriyle ve koyu toprak rengiyle kartpostal güzelliği kazaOçüncü Bölüm 151



rezil olacağız" dedi. "Hemen pes etme. Çiftçilik bakla tarlasında karga kovalamakla öğrenilmez." Kalabalık bir işçi grubu, başlarında bir mühendis, en yakın ba­ taklıkta, kirli dereye doğru kanallar açıyordu. Bir grup işçi de arteziyen kuyuları açmakla görevliydi. Yaşlı köylüler "Burası çanak gibi, yer altında bol su toplanmıştır" demişlerdi. Bir başka grup da büyük bir fidanlık kurmak için hazırlık yapıyordu. Her yıl en az gSO.000 ağaç dikilmesi programlanmıştı. Olumsuz sözleri duyanlar, arazinin durumunu görenler, bu ça­ baları çok merakla izliyorlardı. Büyük çoğunluk ümitsizdi: "O topraklar verimli olsa sahipleri işletmezler miydi? Boşuna çaba, pahalı bir inat!" 128



5 MAYIS 1925 günü ikindi üzeri Şeyh Sait ve yanındakiler, yaya ve atlı muhafızlar eşliğinde Diyarbakır'a getirildiler. Yaşlı is­ yancıların ata binmelerine izin verilmişti. Halk askerlerin tüfeklerinin ucuna kır çiçekleri, bahar dallan geçirmişti. Sıcak bir bahar günüydü. Şehir kapısından valilik önüne kadar yolların iki yanı hıncahınç halkla doluydu. İçlerinde şehit yakınları da vardı. İsyancılara bağırmıyor, nefretle, lanetleyerek, tükürür gibi bakıyorlardı. Valilik önün­ de, komutanlar ile Valinin huzurunda duruldu. Atlardan inildi. Mürsel Paşa isyancıların Öncülerine nazik davrandı. "Hoşgeldiniz" dedi. Biraz konuşulduktan sonra "Götürün, istirahat etsin­ ler" dedi. Kafile hapisaneye teslim edildi. BU SIRADA Ankara istiklal Mahkemesinde de bir dava sona ermemişti. Suçlu Manok Manokyan adlı bir Ermeniydi. Atinadaki Ermeni örgütünün Gazi'yi öldürmesi için görevlendirip Ankara'ya yolladığı 3 kişilik çeteden biriydi. Öteki ikisi yakalanamamıştı, Ma­ nok Manokyan'ın yakalandığını duyunca kaçmış olmalıydılar. Manok Manokyan suçunu itiraf ettiği için yargılaması uzun sürmemişti. Mahkeme kararını açıkladı: idam.



Karar o gece yerine getirildi. * 128



152 Üçüncü Bölüm



. Bu kafilenin başında Şeyh Şemsettin Efendi vardı. 'Yüzü peçeli şeyh' diye ünlüydü. Huzuru­ na dizler üzerinde sürünerek girildiği öğrenilmişti. Zikir sırasında bir müridi "Allah'ın yüzünü göster ya şeyh" diye bağırır, o zaman Şeyh Şemsettin yüzündeki peçeyi açar, yüzünü Allah'ın yüzü niye­ tine müridlerine gösterir, çok mürit heyecandan baydırmış. Böyle biriydi Şeyh Şemsettin. Bu şeyhlerin hepsinin düzeyi, niteliği, içyüzü sorgulama sıra­ sında açığa çıkacaktı. 129



BİR GRUP mühendis, usta ve işçinin payına, 125. km.deki yeri belirlenmiş ama daha el değmemiş son tüneli açmak düşmüştü. Ya­ kındaki köy dolayısıyla buna İzzettin tüneli deniliyordu. Daha önce hiç tünel açmamışlardı. Bu iş için gerekli hiçbir ge­ lişmiş aygıtları, araçları ve deneyleri yoktu. Sadece kazma kürekle­ ri vardı. İşi pratik olarak çözmeye karar vererek, tüneli açmaya iki ucundan başlamışlardı. Ortada buluşmak için basit pusulalara bakarak yön saptıyor, kazarak ilerliyor, ilerledikçe madenci yöntemiyle tavanı direklerle destekliyorlardı. İş ağır ama sağlam ilerliyordu. İki uçtan hayli içeri girilmiş­ ti. Hesaba göre bugün birbirlerinin kazma seslerini duymaları, ona göre ilerlemeleri gerekiyordu. Böylece yanlış yöne kayma olmaya­ cak, ortada kafa kafaya geleceklerdi. "Haydi bismillah." Bir an önce buluşmak için dar bir dehliz açıp dizleri üzerinde arka arkaya ilerlediler. Dehlizler mum fenerleriyle aydınlatılıyordu. Biriken taşı toprağı, en Öndeki işçi, elleriyle bir arkadakine itiyor, moloz böylece elden ele geriye kaydırılıyordu. Yorulan kazmacı ye­ rini kendinden sonrakine bırakıyordu. Her beş-on kazma vuruştan sonra kulaklarını toprağa yapıştırıp karşı yanı dinliyorlardı. Akşama doğru en öndeki kazmacı kulağını topraktan çekip heyecan içinde avaz avaz bağırdı: "Ses duydum. Yaklaşıyoruz!" Karşı yandakiler de kazma seslerini duymuş olmalıydılar. Kaz­ maları sık sık vurarak ilişki kurdular. Kazma sesleri iyice yaklaştı. "Doğru yoldayız!" Üçüncü Bölüm 153



Boğuk insan sesleri de duyulmaya başlamıştı artık. Aradaki toprak, birdenbire bir kazma vuruşuyla yere yığıldı. Buluşmuşlardı. Arkadan biri mum fenerini kaldırdı. Toz dağıldı. İki yandan en öndeki işçiler biribirlerini gördüler. İkisinin de gözleri tarif edilmez bir gururla kocaman açılmıştı. Parıl parıl parlıyorlardı. Atılıp ku­ caklaştılar ve sevinç içinde ağlamaya başladılar. Başarmışlar, "Türkler beceremez" diyenleri yenmişlerdi. 130



SEYİT Abdülkadir Bey, oğlu, Kör Sadi ve ilgili kişiler gizlice getirilip hapisaneye konuialı çok olmuştu. Savcının sorgulaması, belgeleri inceleyip iddianamesini hazırlamasından sonra 14 Mayıs günü Doğu İstiklal Mahkemesinin huzuruna çıkarıldılar. Dinleyicilerin artan sayısı dikkate alınarak mahkeme için Di­ yarbakır sineması hazırlanmış, sahne mahkeme üyeleri ile savcıya ayrılmıştı. Masalar yeşil çuha ile örtülüydü. Bir büyük Türk bayrağı arkalarındaki duvarı kaplıyordu. Dinleyiciler sanıklara ayrılan yerin arkasındaki geniş yeri dol­ durmuşlardı. Mahkemenin havası ve yetkileri, dinleyicileri bile tit­ retmekteydi. Oysa mahkeme sanıklara çok nazik davranıyordu. Sanıkların hepsi iddiaları reddetti. Sanki hiçbir kusuru olma­ yan tertemiz yurttaşlardı.! Sonra Kör Sadi ile sözde Mr. Templeton arasındaki görüşmelerin raporları okundu. Kürt Teali Derneği ile Damat Ferit Paşayı destekleyen gerici-Ingilizci Hürriyet ve itilaf Partisi arasında imza­ lanan 'özerk Kürdistan' sözleşmesi açıklandı. İmzacılardan biri de Abdülkadir Bey'di. Sözleşmeye göre Doğu Anadolu Ermeniler ile Kürtler arasında bölüşülecekti. Kör Sadi, hapisanede kendisine iyi davranmayan Abdülkadir Bey'e çok kızmıştı. Kızgınlıkla daha da çözüldü, ne biliyorsa hepsini anlattı. Abdülkadir Bey de sorgulamada sıkıştırılınca yabancı elçi­ liklerle kurduğu temasları itiraf etti. 23 Mayısta savunmalarını yaptılar. Mahkeme Abdülkadir Bey'in, oğlunun, Kör Sadi'nin, Kemal Feyzi Bey ile daha iki kişinin idamına karar verdi. Dinleyiciler kara­ rı alkışlarla karşıladı. Dört kişi beraat etti. Karar Ulu Cami önünde yerine getirildi. 131



v



154 Üçüncü Bölüm



Kör Sadi idam sehpasına çıkınca dedi ki: "Hepimiz idam ce­ zasını hak ettik. Çünkü vatana ihanet ettik. Allah Türk milletinin ve memleketinin saadetini korusun ve ebedi etsin. Başka sözüm yoktur? 132



YENİ traktör ve pulluklar gelmişti. Hazırlanan tarlaların bü­ yük bölümüne vakti gelince buğday ekilecekti. Bir inşaat şirketi yönetim binasıyla lojmanların yapımına başlamıştı bile. Çadırların sayısı artmıştı. Burası bir süre sonra Etimesgut'tan, Malıköy'den daha büyük bir yerleşim yeri olacaktı. Gazi'nin hayal ettiği halk bahçesi yapılın­ ca çok kalabalıklaşacaktı. Behiç Erkin Bayındırlık Bakanının onayı ile buraya, küçük, zarif bir istasyon binası yaptırmaya karar verdi. Güzel bir plan hazırlattı. Gazi fırsat buldukça çiftliğe geliyor, çalışmaları izliyordu. Traktör kullanmak istemişti. Tahsin Bey güneşten korunması için traktörün üzerine bir tente yaptırdı. "Aferin çocuk." Bir bölüm toprağı o sürdü. 132a



ŞEYH SAİT EFENDİ ve onunla birlikte yargılanacak sanıklar 81 kişiydi. Sanıklara ayrılan yer genişletildi. Savcı ve üyeler bu bü­ yük davayı görmeye hazırdılar. 26 Mayıs Salı günü duruşma başlayacaktı. Salon ve localar er­ kenden dinleyicilerle doldu. Dinleyiciler arasında çarşafsız, kimi başörtülü, kimi sıkmabaşlı hanımlar da vardı. Şeyh Sait Efendi'ye mahkeme başkanı, üyeler ve savcı sorular yönelttiler. Yanıtlar aldılar. Bu büyük isyanın başkomutanı konuş­ tukça küçülüyordu. Bu isyana Allah'ın takdiri ile karıştığını söylü­ yor, her şeyi kadere bağlıyordu. Kürtçülük, ayrılık gibi amacı olma­ dığını İsrarla belirtmekteydi. Bunu ileri sürmekle idamdan kurtula­ cağını düşündüğü anlaşılıyordu. Sorgulama özetle şöyle geçti: "..Niçin ayaklandınız Sait Efendi?" "Dini hükümler tatbik edilmez oldu.Ondan." "Buna nasıl hükmettin? Herkes ibadetinde serbest değil mi?" "Serbest." "Camiler açık değil mi?" Üçüncü Bölüm 155



İ I



"Açık." "Beş vakit ezan okunmuyor mu?" "Okunuyor" "Namaz kılmak, Kuran okumak yasak mı?" "Hayır." öyleyse?" Ne bileyim, halifelik kaldırıldı, medreseler kapatıldı. Gazete­ lerde türlü türlü yazılar çıkıyordu. Ahlak bozulmuş, kadın açılmış. Bir milletvekilinin Meclis'te yaptığı konuşmayı okuduk. O da söy­ lüyordu. Bunlara üzülüyorduk." "Senden başka din alimi yok mu memlekette?" "Çok var." "Öyleyse sen niye öne düştün?" "Aklımızın kıtlığından." *'Müslümanm Müslümanı öldürmesi günah değil midir?" "Günahtır." "Sizin kadar, bizim kadar imanlı askerlere niye ateş ettiniz öy­ leyse?" Şeyh Sait Efendi önüne baktı. "Bacanağına göre, 'bir Türkü öldürmek yetmiş gâvuru öldür­ mekten daha üstündür' demişsin. Bunun dinle ilgisi ne?" Şeyh Sait Efendi yine önüne baktı. "Düşman Müslümanların ocaklarını söndürürken, niye yardı­ ma koşmadın da şimdi silaha sarıldın?" "O zaman perişandık. Muhacirdik." "Şeyh Şerif Efendiye yazdığın mektupta bak ne diyorsun: 'Kim­ senin hayat ve malını düşünme. Biz mahvolduktan sonra, başkala­ rının hayat ve malından bize ne fayda? Nefis başkalarından önce gelir.' Bu ne demek Şeyh Efendi?" ti



ti



Şeyh Sait Efendi bu kör bencilliği açıklayacak bir yanıt bula­ madı. Gittikçe battığının farkındaydı. Sustu. "Diyarbakır'ı ele geçirmeyi niye o kadar istedin?" "Takdir-i ilahi bizi bu yana getirdi." "Diyarbakır'ı alınca ne yapacaktın?" "Din meselesini hükümete yazacak* şeriat isteyecektim" "Hükümet müracaatınızı kabul etmeseydi ne yapacaktınız?" 156 Üçüncü Bölüm



"O zaman günah boynumuzdan kalkardı. Evimize gider otu­ rurduk." "Sen isyan edip de yağmalayarak, yıkarak, kan dökerek Diyarbakır'a yürürken hükümet bir şey yapmadan, senin müracaatı­ nı mı bekleyecekti? Üzerine asker yollamayacak mıydı? Diyarbakır'ı sana teslim mi edecekti? Bunu düşünmediniz mi? Bu cüreti size veren ne idi?" Şeyh Sait, "Bu kadar askeri süratle sevkedeceklerini zannetmi­ yorduk" dedi. "Sonra mı anladınız?" Şeyh Efendi uzun bir sessizlikten sonra "Şimdi anladım" dedi. "Bu işin yürümeyeceği besbelli iken boş yere binlerce insanın kanına girdiniz." "Pişmanım." "Bu kadar kan döktükten sonra pişmanlık olur mu?" "Bilmem. O kadar düşünmedim." Şeyh Sait Efendi, Savcı Süreyya Bey ile duruşma dışı konuşur­ ken şöyle diyecekti: "Ben devletten adalet istemiyorum. Merhamet, atıfet ve af isti­ yorum. Adalet tatbik edilirse benim halim nice olur?" Halinin nice olacağını iyi biliyordu. Sorgulamalar sürdü. Bütün şeyhler, ağalar isyan olayına korkudan, zorla, şaşkınlık­ tan katıldıklarını söyleyeceklerdi. Dürüstçe konuşan hemen hemen yoktu. Şeyh Şemsettin Efendi şöyle diyecekti: "Ben isyana korkudan ve şaşkınlıktan karıştım. Vallahi devlet­ ten yanayım. Allah devletimize de Cumhuriyetimize de zeval ver­ mesin. Bizim gibi cahilleri affetmek devletimizin şanındandır." Şeyhler konuştukça koflukları, doğudaki yurttaşları nasıl kul­ landıkları, dini nasıl sömürdükleri çok iyi anlaşılıyordu. Bir kısmı­ nın okuma-yazma bilmediği de ortaya çıkmıştı. Dinleyiciler tik­ sinti ile dinlemekteydiler. Mahkeme Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin isyan bölge­ sindeki şubelerinin kapatılmasına da karar verdi. 133



m



1333



134



BAKANLAR KURULU Ankara İstiklal Mahkemesinin ya­ zılı uyarısı, Doğu İstiklal Mahkemelerinin verdiği kararın gerekÜçüncü Bölüm 157



çesi dolayısıyla, 3 Haziran 1925 günü Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin durumunu gündemine aldı. Çoğunluk, gericilerin sızıp paravan olarak kullandığı partinin kapatılmasının memleketin yararına ve hayrına olduğunu düşünü­ yordu. Hükümet memlekette içten ve dıştan çabalarla geniş bir irti­ ca ağı oluşturulduğu kanısındaydı. Bir Bakanın duraksaması üzerine Adalet Bakanı Esat Mahmut Bozkurt dedi ki: "Tarihte, ciddi bir ihtilalden hemen sonra çok partili hayata geçen, yıktıkları düzenin temsilcilerine, koruyucularına siyasi et­ kinlik, parti kurmak hakkı tanıyan bir devlet biliyor musunuz?" "Hayır/' f f "Çünkü böyle bir devlet yoktur. İhtilal oyuncak mı? Bir toplum alt üst oluyor. Amacı demokrasi olan Fransız ihtilalinden sonra bile demokratik hayatın kararlılık kazanması için birçok karışık, bazısı kanlı, uzun dönemlerden geçilmiştir. Demokrasi gökten düşmez ki. Var olması için bazı önemli şartların biraraya gelmesi gerek. Siyasi hayatımızda birçok parti kuruldu, birkaç da seçim yaptık ama gerekli şartlar olmadığı için demokrasinin yanına bile yaklaşamadık. Ken­ dimizi kandırdık. Hepsinin sonu hüsran oldu. Milli Mücadele sıra­ sında aynı safta bulunduğumuz değerli arkadaşlarımız bu gerçekleri bile bile acele ettiler. Her parti bir taban ister. Kime dayanacaklardı? Gericilere, gelenekçilere, Cumhuriyet karşıtlarına. Sonuç ortada. Bu acelecilikleri devletimize ve halkımıza çok pahalıya mal olmuştur." Takrir-i Sükûn Kanununa dayanarak Terakkiperver Cumhuri­ yet Partisi'ni kapatmayı kararlaştırdılar. Kararname Cumhurbaşka­ nının onayı ile geçerlik kazandı. Sonuç bir bildiri ile kamuoyuna açıklandı. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi karara büyük tepki gösterdi. Yöneticileri ve milletvekilleri toplandılar. Görüştüler. Şu karara var­ dılar: Meclis'te parti varmış gibi yine birlikte hareket edeceklerdi. Parti merkezi olarak tuttukları binayı da lokal-misafırhane olarak korudular. Bazı milletvekilleri bu binanın odalarında kalı­ yordu. 135



Haberi öğrenen Ziya Hurşit masayı, duvarları yumrukladı. Ka­ patılan partiden milletvekili olmayı ummaktaydı. "Lanet olsun!" 158 Üçüncü Bölüm



DOGU İstiklal Mahkemesi, hükümete bir yazı yazarak, edin­ diği bilgilerin ışığı altında ciddi bir öneride bulundu: "Bu bölgedeki derebeylik gelenekleri ortadan kaldırılmalıdır. Bunun için masum halk üzerinde baskı yapan ve nüfuz yürüten % kimselerden isyanla ilgisi bulunanlar hakkında mahkeme gereken kararları verecektir. Ancak suçları tesbit edilemeyeceklerin hüviyet­ lerine bakılmadan bu bölgeden uzaklaştırılmaları suretiyle halkın geniş, serbest nefes almasına, memurların serbestçe vazife görmele­ rine imkân verilmelidir!' Kanlı isyanın böyle bir yararı olmuş, ağalık/beylik düzenini yıkmak için ilk adımların atılmasına yol açmıştı. 136



SAVCI Süreyya Bey iddianamesini bir gün Önce okumuş, sa­ nıklar - v e dinleyiciler- nefes almadan dinlemişler, sonra da sanık­ lar savunmalarını yapmışlardı. Bugün (28 Haziran 1924) Mahkeme kararları açıklayacaktı. Dinsel bayraklar, kestane fişekleri gibi patlayan zafer naraları, yağ­ ma keyifleri, yakıp yıkma öldürme coşkusu, Gazi'ye, hükümete, or­ duya küfürlerle dolu beyannameler uçup gitmişti. Şimdi hepsinin başının üzerinde adaletin keskin kılıcı sallanıyordu. Sanıklar yerlerini aldılar. İdamları ve uzun hapsi istenen sa­ nıkların yüzleri bembeyazdı. Kimileri titriyordu. Bu mahkemenin verdiği kararların kesin olduğunu biliyorlardı. En sakinleri Şeyh Sait Efendi'ydi. Dinleyici bölümü yine erkenden dolmuştu. Aralarında isyancı­ ların yeniden çarşafa, eve kapatmak, susturmak, diledikleri zaman kapının önüne koymak istedikleri kadınların birçok temsilcisi vardı. Savcı ve mahkeme kurulu tam saatinde yerlerine geçtiler. Baş­ kan Mazhar Müfit Bey , "İki ay süren soruşturma ve duruşmalar sona erdi.." dedi, "..Dün savunmalarınız alınmıştı. Şimdi karar öze­ tini okuyacağım. Ayağa kalkınız" Sanıklar ve dinleyiciler ayağa kalktılar. "Sıkıyönetim ilan edilen il ve ilçelerde bulunan ve birer kötü­ lük ve fesat yuvası haline jeldiği anlaşılan bütün tekke ve zaviyeler kapatılmıştır" Müthiş bir alkış koptu. Başkan gösteriye izin vermedi: busun! Üçüncü Bölüm 159



Alkışlar kesildi ama yüzlerdeki sevinç sürüyordu. Şeyhler du­ alar okuyup mahkeme kuruluna doğru üflüyorlardı. Eğer Şeyh Sait Efendi idam edilirse büyük deprem olacağı söylentisi yayılmıştı. Bu söylentiye inanan safdiller gece uyumayacaklardı. "Gerekçeli kararda ayrıntılı bir biçimde açıklanacağı üze­ re, dini alet ederek, bağımsız bir devlet kurmak maksadıyla, Şeyh Sait'in başlattığı silahlı isyan ve ihtilal hareketine karışan, yıllardır şeyhler, ağalar ve beyler tarafından sömürülen zavallı halkı kandı­ rıp isyana teşvik eden, birçok subay, er ve vatandaşı yaralayan, şehit eden, yağma yapan ve yaptıran şahıslardan Şeyh Sait, Şeyh Abduljf lah, Şeyh Şerif, Şeyh Şemsettin, Şeyh İbrahim../' Başkan idam cezası verilen isyancı şeyhlerin, ağaların, beyle­ rin ve yardımcılarının adlarını sayıyordu. Bunlar 45 kişiydi. Emekli Binbaşı Kasım ve 17 kişi beraat etmişti. Geri kalanlar çeşitli hapis cezaları almışlardı. Başkan son söz olarak dedi ki: "Döktüğünüz kanların, söndürdüğünüz ocakların cezasını adalet sehpasında hayatınızla ödeyerek hesap vereceksiniz. İşte Cumhuriyetin sert fakat adil kanunlarının hükmü budur. Mahkûm­ ları götürünüzî" Mahkûmlar elleri kelepçelenerek hapisaneye götürüldüler. Şeyh Abdullah gazetecilere, "Yazınız." dedi, "..biz hainlere uyduk, başkası uymasın!" ** İdam kararları o gece yarısı yerine getirildi. Birçok insan karar­ ların yerine getirilmesini izledi. Ne deprem oldu, ne meprem. 137



1



İSYAN bastırılmış, yayılması önlenmişti. İrticanın, maceracı­ ların içine sızdığı, yuva yaptığı Terakkiperver Cumhuriyet Partisi kapatılmıştı. İrticayı körükleyen gazete ve dergilerin yayımı durdu­ rulmuştu. Padişahçıların gizli örgütü Tarikat-ı Salahiye de ortaya çıkarılmış, ilgililer tutuklanmıştı. * 138



Cumhuriyeti devirmeyi, eski düzene dönmeyi hayal edenler için bütün ümit kapıları, kapanmıştı. "Allah kahretsin!" Bu durum bazıları gibi eski Ankara Valisi Abdülkadir Bey'i de çok rahatsız etti. İttihat ve Terakki'nin eski silahşorlarındandı. öf­ kesini paylaşacak birini düşünüyordu. Aklına Ziya Hurşit geldi. 160 Üçüncü Bölüm



İSMAİL HAKKI BEY gelişmelerden memnun, atıyla şehre in­ mişti. Kalpağına yine vizyerini takmıştı. Meclis'e yaklaşırken Baş*



bakanın arabası yanında durdu, ismet Paşa, eliyle, 'gel diye işaret ederek pencere camını açıyordu, ismail Hakkı Bey atından atlaya­ rak arabanın penceresine yaklaştı. Bu başbakan da vizyeri yasakla­ yacaktı galiba. Selam verdi: "Hoşgeldiniz efendim." "Hoşbulduk. Sakın vizyerini çıkarma!" "Siz emrettikten sonra çıkarmam Paşam." Elini vizyere götürerek çok candan bir selam verdi. Araba uzaklaştı. Konunun Çankaya'da söz konusu olduğu anlaşılıyordu. Bunun arkası gelirdi öyleyse. Nitekim İçişleri memurlarına başla­ rı açık çalışmaları için bir genelge yayımlandı. Âdet dışarda daima başı kapalı olmaktı. Fesle, kalpakla, sarıkla. Evde bile misafir gelin­ ce baş mutlaka örtülürdü. Başı açık çalışma ileri bir adımdı. Bazı Dışişleri görevlilerinin de şapka giydiği görülüyordu. Türk mü, yabancı mı oldukları anlaşılmadığından halkın bir tepkisiyle karşılaşmıyorlardı. 139



139a



HAZİRAN ortasında Ansaldo A. 300-4 tipi uçak parçaları bü­ yük sandıklar içinde İstanbul'a geldi. Yeşilköy'deki hava hangarla­ rında sandıklar açıldı, parçalar birleştirilip uçak kuruldu. Kuyruğu­ na ve gövdesine Türk işaretleri yapıldı. Test uçuşundan sonra uçak Ankara'ya getirildi. İlk uçak ola­ rak sevinçle karşılandı. Uçağa Ceyhan adı verildi ve adı gövdesine yazıldı. Ceyhan'a gidilecek, Ceyhanlılara teşekkür edilecek, alman uçak gösterilecekti. İlk halk uçağı 21 Haziran Cumartesi sabahı Ankara'dan ha­ valandı. Uçağı Vecihi Hürkuş kullanıyordu. Hava nefisti. Önce Konya'nın üzerinde bir-iki tur atarak Konyalıları heyecana getirdi. Benzin alarak Adana'ya uçtu. Adana üzerinde de gösteriler yaparak şehri ayaklandırdı. Oradan Ceyhan'a geldi. Yöneticiler ve binlerce Ceyhanlı uçağın ineceği yerde bekliyor­ lardı. Uçak ilçenin üzerinde gittikçe alçalarak birkaç tur attıktan sonra alkışlar, sevinç bağırışları arasında düzeltilmiş tarlaya indi. Üçüncü Bölüm 161



Herkes Vecihi Bey'i ve yardımcısını ku­ caklamak, uçağa dokunmak istiyordu. Düzen f l l K ^ ^ i ^ l ^ â EW zorlukla sağlandı. Halkın Cumhuriyetten sonra hava kuvvetlerine armağan ettiği ilk uçaktı bu. Bir nine küçük, güzel torunuyla birlikte gelmişti. Uçak nineyi de torunumda- şok he­ yecanlandırmıştı. Masal kuşu gibi bir şeydi. Nine torununun omuzundaki altından ma­ sallardı mavi boncuğu çekip aldı, nazar değVecihi Hürkuş meşin diye uçağa takılması için Hava Kuru­ mu yetkilisine verdijf Yetkili, ninenin nasırlı ellerini öptü. Armağan edilen uçak sayısı 10 yıl içinde 250'yi bulacak, Türk Hava Kuvvetleri, halkının cömertliği sayesinde güçlü hava kuvvet­ lerinden biri olacaktı. Halk kendi isteği ile rızkından veriyordu. 139b



HÂKİMİ YET-İfMÎLLİ YE gazetesine geçmiş bulunan Naşit Hakkı (Uluğ) Bey Doğuyu, özellikle Dersimi görmek, bu bölge hak­ kında bir inceleme yazısı yazmak için Başyazar Falih Rıfkı Bey'den izin aldı. Yola çıktı. Deneyli, bilgili, sokulgan, güven veren bir gazeteciydi. ö n c e Diyarbakır'a uğradı. Oradan Elazığ'a geçti. Valiyi, ko­ mutanı, yerlileri dinledi. Burada Dersim'i iyi bilenler vardı. Onlarla konuştu. Çemişgezek'e, Pertek'e gitti. Dersim'i bütünüyle göremedi. Bilenleri dinledi ve not aldı. Dönünce "Derebeyi" adlı uzun yazısını yazdı. Bu yazı, Dersim hakkında yazılmış ilk yazıydı. Dersim'i doğası, tarihi, töreleri, aşiretleri, beyleri, ağaları, seyitleri ve halkıyla tanı­ tıyordu, ö z e t l e diyordu ki:



"Artık bey biliyor. Cumhuriyetin gözünde bir bey ile bir köylü arasında bir fark yoktur. Köylü beyin eşyasından sayılmaz. Bey iste­ diğini asıp kestiremez. Bey köyün sahibi, köyün bütün ürünlerinin, bütün emeğinin, içinde yaşayanların, hatta doğacakların sahibi de­ ğildir. Bey vergi verecektir* Beyzade askere gidecektir». Artık şeyh de biliyor. Resmi ticarethanesi olan tekke kapatılmıştır* Artık bir üfü­ rüğe karşı bir koyun alamayacaktın Artık müritleri peçeli yüzünü 162



Üçüncü Bölüm



|



görmek için on altın vermeyecektir. Artık sokağa çıktığı zaman kimse yere kapan­ mayacaktır. Cumhuriyet bunlara, bunlar Cumhuriyete düşmandır." Ağalar, beyler Naşit Hakkı Bey'e de düşman olacaklardı. n 9 c



fi 1 TEMMUZDA Doğu İstiklal Mah­ kemesi Elazığ'a hareket etti. Orada birik­ miş davalar vardı. Onlara bakacaktı. Diyarbakır'da tutuklu olan gazeteci­ lerden bazıları, mahkeme üyelerinden bi­ rine, "Ahmet Emin Bey gibi yazarlar niye serbest? Bizim gibi eleşti­ rilerde bulundukları halde onlar niye burada değil?" demişler. Bu müzevirliğin bir etkisi olmuş mudur, bilinmez, bir süre sonra Ahmet Emin Yalman, A. Şükrü Esmer, ismail Müştak, Sup­ hi Nuri Beyler de mahkemenin kararıyla tutuklanarak Diyarbakır'a getirileceklerdi. Ama turist gibi. Konfor içinde. Neydi bu ayrıcalıklı davranışın amacı? 140



«



GAZI, Siirt milletvekili Mahmut Bey, Diyarbakır milletvekili Feyzi Pirinçcioğlu, Urfa milletvekili Refet Ülgen'i akşam yemeğine çağırmıştı. Latife Hanım hepsine hoşgeldiniz dedikten sonra yukarı çekil­ mişti. Belli ki sofrada doğu sorunları konuşulacaktı. Türkiye bütün varlığını ve vaktini barış içinde kalkınmaya vermesi, bunun için yollar, yöntemler araması gerekirken bu olay patlak vermişti.. Şimdi ne yapmalıydı? Geç saatlere kadar üzülerek, kızarak, umutlanarak konuştular. Yapılması gereken çok şey vardı. Yüzyılların ihmali ve savaşlar, bütün Anadolu'yu, sorunlar içinde çaresiz, bakımsız, çağdışı bırakmıştı. Geç saatte kapıya çıkarak arkadaşlarını yolcu etti. Yıldızlı bir Ankara gecesiydi. Bahçe hanımeli ve çam kokuyor­ du. Hizmetliler ve posta erleri de bu güzel havada yatmamış, evin biraz uzağında fısır fısır sohbet ediyorlardı. Üçüncü Bölüm 163



Gazi sade insanlarla konuşmaktan, onların düşüncelerini ser­ bestçe söylemelerinden zevk alırdı. Gerginliği atmak için bu du­ rumu güzel bir fırsat olarak gördü. Alçak bahçe duvarının üzerine oturup sohbete daldı. Başka hizmetliler de gelip katıldılar. Çok geç­ meden tiz bir ses sohbeti bıçak gibi kesti: "KemaaaalU!" Latife Hanım penceredeydi: "Saatin kaç olduğunun farkında değil misin? Yeter artık. İçeri gel!" § § Bazı sözler daha söyledi. Hizmetliler ve posta erleri bu son sözleri duymamış olmak için kaçıştılar. Gazi, Yaver Muzaffer'e, ür­ kütücü bir sükûnet içinde, "Çocuk." dedi, "..Salih'le Kılıç Ali'yi bul. Hemen buraya gelsinler." Köşke girip misafir salonundaki kanepeye uzandı. Yüzü sapsa­ rıydı. Sık soluk alıyordu. Ömrü boyunca düşmanlarından bile lau­ balilik görmemiş bir insan olarak belli ki canı çok yanmıştı. Latife Hanım ya umursamadığı için ya yaptığı çiğliği kavrayıp korktuğundan aşağıya inmemişti. Evleri yakın olduğu için Salih ve Kılıç Ali hemen geldiler. Gazi onları görünce bağırdı: "Bu evden kaçayım, yoksa gaz döküp bu evi yakacağım!" O kadar öfkeliydi. Salih Bey Gazi'nin yakasını açtı, boyunbağını gevşetti. Biraz su verdiler. Gazi olup biteni çok kısaca anlattı ve kararını bildirdi: "Bu iş kesin olarak bitti Salih! Bu işi başıma saran biraz da sen­ sin. Halletmek de sana düşer. Şimdi Latife Hanım'a kararımı bildir. Annesi İstanbul'dan geliyor. Hazır oltaca kendilerini şereflerine yaraşır bir şekilde trenle İzmir'e yolcu tliniz. Giderken kasadaki parayı da alsın. Yirmi bin lira kadar olduğunu sanıyorum. Burada Iralan eşyalarını arkasından gönderirim. Kılıç Ali sen de İsmet Paşa ile hemen görüşerek durumu anlat. Ben biraz hava aldıktan sonra direksiyon binasında olacağım." Biraz toparlanmıştı. Rüsuhi Beyle birlikte arabaya binip köşkten ayrıldı. Salih Bey seslenip izin istedi, yukarı çıkıp Gazi'nin kararını La­ tife Hanım'a bildirdi. 141



t



142



164 Üçüncü Bölüm



OLAYDAN birkaç gün sonra Latife Hanım'ı ve annesini istasyonda ismet Paşa, Salih Bey, Kılıç Ali Bey, Mahmut Soydan, bazı hanım arkadaşlarının eşleri uğurladı. Yaver Muzaffer Bey Latife Hanım ve annesine İzmir'e kadar eşlik edecekti. Latife Hanım yorgun ve üzgündü. Bu öfkenin de Doğu gezisin­ deki gibi gelip geçici olduğunu ümit ediyor, Gazi öfkesi yatışınca nasıl olsa bağışlar, geri çağırır diye düşünüyordu. Bir hafta ses çıkmadı. 29 Temmuzda dayanamayıp Salih Bozok'a mektup yazdı. So­ nunda şöyle diyordu: ..Öksüzüm. Kimsem yok. Onun için ikinci babalık vazifesini deruhte eden ve sözünün eri olan Salih Bey'e yazıyorum. Git Paşa ile görüş. Ben kocamdan eminim. Çünkü değerbilir. Yüksek ruhlu0



dur. insandır. Aramızdaki gerginliğe nihayet vermesini rica et. Ben kendisine yazdığım mektupta seni eşinle göndermesini rica ettim. Bir haftadır uykusuz, gıdasız, idama mahkûmum. Nedeni çocukluk. Halbuki çocuklar bu ağır cezadan muaftır. Salihsin. Salah ve sulh getireceğine eminim" Mektubu şöyle imzalamıştı: Latife Gazi M. Kemal. Bu, Gazi'nin adını kullandığı son imza olacaktı. 143



GAZI PAŞA, Latife Hanım'ın izmir'e hareket etmesinden son­ ra köşke geldi. Rüsuhi Bey'e Latife Hanım'la birlikte İzmir'den gel­ miş olan hizmetlileri, yeterli para verilerek geri gönderilmelerini emretti. "Gerekliyse yeni hizmetliler alın." Latife Hanım'a ait eşyaları teker teker gösterdi, bir liste çıkar­ masını istedi. Üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyordu. İzmir Vali­ sine bu konuda bir bilgi notu yazarak listedeki eşyaları yollayaca­ ğını bildirdi. Bankaya talimat verdi. Her ay Latife Hanım'a 500 lira ödenecekti. 144



"Eşyalar güzelce ambalajlansın. Bekletmeden yollayın." Kahvaltı etmek yerine bir fincan kahve içti. Akşam yemeği için İsmet Paşalara gidecekti. Saygılı, sağlıklı, huzurlu bir aile havasına büyük bir özlem duyuyordu. Üçüncü Bölüm 165



SALİH BOZOK'tan yanıt alamamıştı. Latife Hanım için günler acı içinde geçiyordu. Bakanlar Kurulu 11 Ağustos 1925'te bir bildiri ile 'Gazi Paşa ile Latife Hanım'ın ayrıldıklarını' açıkladı. Anadolu Ajansı'nın haberi dört bir yana yayıldı. Bir masal sona ermişti. Latife Hanım çok üzülecek, çok pişman olacaktı. Yazık ki çok geçti. 145



DOGU istiklal Mahkemesinin kararıyla A. Emin Yalman, Ah­ met Şükrü Esmer, Suphi Nuri İleri, İsmail Müştak Mayokan 12 Ağustos 1925'te tutuklandılar. Vatan gazetesi süresiz kapatıldı. Ev­ lerine uğrayarak veda etmelerine izin verildi. Trende yolculardan ayrı kompartımanlara yerleştirildiler. Muhafızların başında çok na­ zik bir polis vardı. A. Emin Bey anılarında bu yolculuğu şöyle anlatacaktı: "Herhalde Ankara'dan verilen bir emirle bütün seyahatimiz es­ nasında bize karşı mahkûm gibi değil, saygılı misafirler gibi hare­ ket edildi. Anadolu'da o sırada hüküm süren imkânlara göre (yani imkânsızlıklara göre-T.Ö.) Konya-Adana-Gaziantep-Urfa-SiverekDiyarbakır-Ergani-Elazığ seyahatini hususi olarak yapsaydık, her tarafta bu kadar mükemmel vasıta, temiz yatak, güler yüz, her ta­ rafta gezip dolaşmamız için iyi rehberler ve fırsatlar bulabileceği­ miz şüpheliydi!' Kafileye İsmail Müştak Beyin uşağının katılmasına da göz yu­ mulmuştu. Becerikli adam en iyisinden yemek yapıyor, her işe koş­ turuyordu. Bilecik, Kütahya, Afyon yoluyla Konya'ya ulaştılar. Pencereler­ den bakınca Anadolu'nun ve partallar içindeki halkın acıklı duru­ mu görünüyordu. Konya'da misafir gibi karşılandılar. Adana'da emniyet müdürlüğü binasının bir bölümü gazete çiler için misafirhane gibi düzenlenmişti. Mahkemeye yaklaştıkç 166 Üçüncü Bölüm



korkuları artıyordu. Gazi'ye affedilmeleri için bir telgraf çektiler. Tren yolunun Suriye'ye geçtiği noktada trenden inip yola otomo­ billerle devam ettiler. Anadolu gerçeklerinin içinden geçtiler. Hep­ si Afyon'dan sonrasını ve Güney Anadolu'yu ilk kez görüyordu. İstanbul'a hiç benzemeyen görünüm, kılık kıyafet, genel gerilik dördünü de sersemletmişti. Bu toprak köyler, yoksul şehirler kaç yılda imar edilirdi? İnsanlar kaç yılda eğitilir, geliştirilebilirdi? Bu bataklıklar kaç yılda kurutuiabilirdi? Bu hastalar kaç yılda iyileştirilebiiirdi? Bu yollar kaç yılda yapılabilirdi? ; Bunun için kaç neslin durmadan çalışması gerekirdi? Düşüne düşüne sonunda yönetimin amacını anladılar: Memle­ keti, insanları tanımalarını, durumu, gerçekleri ve sorunları bilme­ lerini, İstanbul'dan dışarı çıkmadan, masa başında, İstanbul keyfi içinde kalem oynatmanın, Ankara'ya akıl öğretmeye kalkışmanın yanlışlığını kavramaları isteniyordu. 146



BU AKŞAM yemeği yine ismet Paşalarda yedi. Her gelişinde annesi gibi saygı duyduğu Çevriye Hanım'ın elini öper, Ömer'le oynardı. Ara sıra köşkte yaptırdığı yemekleri yollar, sonra kendi gelirdi. Sofraya ailece oturulmuştu. Saygılı, dikkatli, hu­ zur veren, sakin sofra Gazi'yi dinlendiriyordu. Paşalar yemekten son­ ra çalışma odasına çekildiler. Oda ısıldı ısıldı. Ankara elektrik santralı hizmete girmiş, şehre semt semt elektrik verilmeye başlanmıştı. Musul, Doğu Anadolu, eğitim, öğretmen yetiştirme, demiryo­ lu, kalkınma, kanunları yenileme, Ankara'nın ihtiyaçları, sağlık gibi konuları görüştüler. Gazi İsmet Paşa'yı yine telaşlandırmamak için alfabe değişimi konusunu açmadı, f Bunun dışındaki bazı tasarıla­ rını açıkladı. İsmet Paşa 1915'ten beri her konuda haklı çıktığını gördüğü Gazi'ye güvenmekteydi. Destek verdi. Gazi, "Haftaya Kastamonu'ya gideceğim.." dedi, "..Davet ettiler. Kabul ettim. Şapka konusunda halkın nabzını yoklamak istiyorum." ismet Paşa duraksadı: "Bu konuyu daha önce de konuştuk. Eninde sonunda şapkaya geçeceğiz. Ama şu sıra bence çok duyarlı bir konu. Bu konuyu halka alıştıra alıştıra, aşama aşama benimsetmeli diye düşünüyorum." Üçüncü Bölüm



167



Haklıydı. Halk yüzyıllardır şapkayı Hıristiyanlığın, gâvurluğun simgesi gibi görmüştü. 'Şapkalı gâvur" en koyu gâvur demekti, trticanın pusuda beklediği bir zamanda şapka tehlikeli bir konuydu. Gazi sevgiyle gülümsedi: "Haklısın. Biliyorum, zor iş. Ama bunu aşarsak ötesi kolay gelir. Halkı biçimcilikten, kalıplardan, yanlış anlayışlardan kurtarmamız zorunlu. Her eski şey kutsal değildir. Bunu bilmelerini istiyorum." İSYAN bastırılmıştı ama tam sona ermemişti. İlk iş, aşiretleri silahtan arındırmak, kaçakları yakalamaktı. Bazı aşiretler silahları vermemek, eskisi gibi başlarına buyruk ol­ mak için direniyor, dövüşüyorlardı. Bazıları ise yine yol kesiyor, çapula gidiyor, köyleri, sürüleri yağmalıyordu. Bu nedenlerle de yer yer çatışmalar sürüyordu. Şeyh Sait isyanı bin yıllık toprak kardeşliğini, tarih birliğini, kader ortaklığını yok saymıştı. Bazı kimseler ve güçler bunun etki­ lerini kullanmak, sömürmek isteyeceklerdi. Güneydoğuyu yeniden beraberliğin ve hukukun egemen oldu­ ğu sakin bir topluma dönüştürmek gerekmekteydi. Kimi yumuşak, kimi sert birçok çözümler ileri sürülüyordu. Hükümet bölge ve so­ run hakkında bir karar vermek için askerlerden ve sivil yönetimden bilgi toplamaktaydı. Bölgenin kuzeyindeki Dersim kapalı kutuydu. Şeyh Sait isyanı­ na açıkça katılmamıştı ama bir kıpırdanma ve hareketlenme olmuş­ tu. Şimdi de için için kaynadığı, bazı aşiretlerin yine yakın yerlere çapula gittikleri anlaşılıyordu. Bu talihsiz bölgede ciddi bir reform yapılması gerekiyordu. 1463



15 AĞUSTOS 1925 günü Ankara'da Türk Hava Kurumu yetki­ lileri ile Alman uçak yapımcısı Junkers Flugzeugwerke şirketi ortak bir şirket kuruyorlardı. Ortak şirketin amacı Eskişehir'de bir tamir­ hane, Kayseri'de ise bir uçak fabrikası yapmaktı. Bütün malzeme Mersin e gemiyle, Mersin'den Ulukışla'ya tren­ le, Ulukışla'dan Kayseri'ye kamyon, araba ve develerle taşınacaktı Fabrika'nın bir yıl içinde hizmete girmesi planlanıyordu. Hangarlar bitirilecek, tezgâhlar yerleştirilecekti. Bu hızlı ku ruluşu 5 Alman mühendis, 120 Alman işçi^ 240 Türk işçi gerçek 168 Üçüncü Bölüm



leştirecekti. Böylece Türkiye dünyada havacılık sanayiine ilk giren ülkelerden biri oluyordu. GAZİ Nuri Conker'i, Rize milletvekili Fuat Bulca'yı çağırdı. Genel Sekretere "Sen de kal" dedi. Kahveler geldi. İçilirken Gazi Kastamonu'ya gideceklerini söy­ ledi. Tevfik, Nuri ve Fuat Beylere, "Dördümüzün elinde şapka bulu­ nacak.." dedi, "..Yol boyunca başımız açık olacak. Sonra.." Nuri Bey patladı: "Sen durup dururken itibarını tehlikeye atıyorsun. Oysa halk sana masal kahramanı gibi davranıyor. Yapma lütfen!" "İcat çıkarma mı diyorsun yine?" "Evet!" f ! "Halkın beni anlayacağına güveniyorum. İlk amacım, dünyada ilkelliğin, geriliğin timsali olarak görülüp aşağılanan festen vazgeç­ melerini başarmak. İkincisi ise fes yerine şapka, kasket gibi çağdaş bir başlık giymelerini sağlamak; ya da açık başlı olsunlar." Nuri Bey ayağa kalktı: "Bizim halkımız şapka giyene gâvur der." "Evet. Zavalıllara öyle öğretilmiş de ondan." Fuat Bulca söze karıştı: "Yobazların halkı kışkırtmalarından korkarım" Gazi de ayağa kalktı: "Onlar



bir zamanlar fese de, matbaaya da, rasathaneye de,



ordunun ıslahına da karşı çıkmışlardı. Ne yapacağız? Uç-beş yo­ bazla onlara kapılacak safdiller, gafiller yüzünden yerimizde mi sayacağız? Halk yobazların peşinden gitmemek gerektiğini Mil­ li Mücadele sırasında çok iyi anladı. Yobazlar Yunanın, İngilizin yanındaydı. Yurtsever dindarlar ise namus bayrağı altında toplan­ dılar. Böylece vatanımızı, bağımsızlığımızı, onurumuzu kazandık. Kastamonu halkı için bağnaz, gerici filan diyenler var. Bunun iftira olduğunu biliyorum. Milli Mücadele'yi en candan destekleyen, en çok asker veren, çok yurtsever bir ilimizdir. Nuri benimle geliyor musun, gelmiyor musun?"



"Şapkam yok" "Ben İstanbul'dan yeteri kadar yazlık şapka getirttim." Üçüncü Bölüm 169



ey acı "Anlaşıldı. Geliyor um."



146b



GAZİ, Genel Sekreter Tevfik Bey, Nuri, Fuat, Başyaver Rüsuhi, Yaver Muzaffer, Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı Beyler, üç otomobille 23 Ağustos 1925 sabahı Ankara'dan ayrıldılar. Siville­ rin başları açıktı. Gazi gri bir elbise giymişti. Gazi'nin otomobilinin üstü gerektiği zaman açılıp kapanıyordu. Gazi halk topluluklarını gördükçe arabayı yavaşlatacak, üstünü açtırıp açık başla selamla­ yacaktı. Aşacakları yola Milli Mücadele sırasında İstiklal Yolu adı ve­ rilmişti. Bu yolun ve bu yoldan gelen silah ve cephanenin zaferde büyük payı vardı. Kalecik'te halk yollara dökülmüştü. Kurbanlar kesildi. Gazi'yi başı açık görünce feslerini, kalpaklarını, takkelerini çıkardılar. Hal­ kın bu tavrı Nuri ve Fuat Beyleri şaşırttı. Halkın Gazi'ye duyduğu sevgiyi, saygıyı, güveni, bağlılığı bir daha yaşadılar. Gerçekten, ma­ sal kahramanı gibiydi. Kalecik-Çankırı arasındaki köyler halkı Gazi'yi görüp selamla­ mak için yol boyuna dizilmişlerdi. Öğleye yakın Çankırı'ya ulaştılar. Yollara halılar, kilimler se­ rilmiş, taklar yapılmış, her yere bayraklar asılmıştı. Çankırı çoluk çocuk sokaktaydı. Gazi otomobilden indi, tören birliğini, halkı, yöneticileri açık başla selamladı. Halk "Yaşasın Cumhuriyet!" diye bağırıyor, çoğu telaşla başını açıyordu. Yirmi bir top atışıyla selam­ landı. Kurbanlar kesiliyordu. Belediyeyi ziyaret etti. Yemeği yöne­ ticiler, ileri gelenler, halk temsilcileriyle birlikte yediler. Çok neşeli, unutulmaz bir yemek oldu. 147



Gazi'yi ve arkadaşlarını coşku içinde uğurladılar. Esenlikle git­ sin diye arkasından tas tas su döktüler. Ilgazlılar ve çevreden gelen köylüler yolu kapatmışlardı. Ara­ balardan inerek Ilgazlıları selamladılar. Kastamonu'dan karşılama­ ya gelenler göründüler. Yirmiden fazla otomobille gelmişlerdi. Ilgazlılarla vedalaştılar. Güzel İlgaz dağını aştılar. Mübarek kağnıcı kadınlar bu dar, uçurumlu, virajlı yoldan geçmişlerdi inebolu-Ankara arasında gı170 Oçünctt Bölüm



dip gelirken. Orduya silah ve cephane, savaş araç ve gereçleri taşır­ ken. Yaz, kış, hiç durmadan. Yol iki yanlı atlı, yaya halkla doluydu. Açtığı namus bayrağının altına koştukları, yedi düveli dize getiren büyük Türk geliyordu. Sa­ atlerce uzaktan gelerek karşılamaya çıkmışlardı. Emrinde a s k e r l i ^ yapmış olanlar, Çanakkale, Suriye, Milli Mücadele gazileri askerce selama duruyorlardı. Kiminin göğsünde İstiklal Madalyaları pırıl­ dıyordu. Gazi'yi dünya gözüyle görmenin sevinciyle gözyaşı dökü­ yorlardı. Kalabalık Kastamonu'ya yaklaştıkça arttı, on binleri aştı. Şehre mahşer kalabalığının arasından, takların altından geçerek girdiler. Gazi Valiliğe yaklaşınca arabadan indi. Yazlık şapkasını eline al­ mıştı. Halkı şapkasını sallayarak selamlıyordu. Onu gören binlerce Kastamonulu da başını açtı. Nuri ve Fuat Beyler derin bir hayret ve saygı içinde bu arif, deryadil halka bakıyorlardı. Yöneticilerle ayrıntılı olarak iliri sorunlarını konuştu. Sonra kalması için hazırlanan Mehmet Emin Ağa nm konağına geldiler. Gece Kastamonu donandı. Fener alayı düzenlendi. Meydanlarda halk oyunları oynanıyordu. Kastamonu büyük zaferi, kurtuluşu bf£ * daha kutluyordu. Gazi, Vali, Belediye Başkanı! milletvekilleri, Mehmet Emin Ağa, Nuri, Fuat ve Tevfik Beyler, Başyaver konağın geniş sofasında oturuyorlardı. Gazi Nuri Bey'e gülerek sordu: "Ne diyorsun?" "Ne diyeyim? Senin ve halkın büyüklüğünüz önünde eğiliyo­ rum." Gazi misafirlere açıkladı: "Nuri Bey şapkayla görünce halkın bizi taşlayacağından kor­ kuyordu" Vali "İlimizin halkı dindardır.." dedi, "..ama bağnazı azdır." Gazi güldü: "Bizim dindarlarla sorunumuz yok. Dindarların da bizimle so­ runu olmaz. Dine, dindara karşı değiliz ki. Niye olalım? Dinimiz son ve en mükemmel dindir. Biz sadece dinin istismarına, çıkar ale­ ti ve yobazlık, bağnazlık vesilesi yapılmasına, hurafelere boğulma­ sına karşıyız. Sanırım sizler de öylesinizdir." "Evet efendim" 1



Üçüncü Bölüm 171



Gazi ayağa kalkınca herkes kalktı: "Haydi aşağıya inip halkın neşesine katılalım/' Kapı önüne indiler. Gazi halkın arasına karıştı. Onu başı açık görenler başlıklarını çıkarıyorlardı. Şenlik geç saatlere kadar sürdü. Vali, bazı Kastamonu ileri gelenleri, milletvekilleri gece açık renk kumaştan, bezden şapkaya benzer başlıklar yaptırdılar. Gazi sabah mareşal üniformasını giydi. Göğsüne İstiklal Madalyasını takmıştı. Milletvekilleri, yöneticiler, komutanlarla birlikte kışlayı ziyaret etti. Vali, ileri gelenler ve milletvekilleri gece yaptırdıkları başlıkları bir giyiyor, bir ellerine alıyorlardı. Daha alışamamışlardı. Gazi kışladan sonra memleket hastanesini ve kitaplığı ziyaret etti. Kitaplıkta pek az kitap vardı. Kitap alınması için 500 lira bırak­ tı. Belediyeye geldiler. Belediye binasının her katı Türk Ocaklılar, öğretmenler, tüccar ve esnaf temsilcileri, gençler, ilçelerden gelen kurullarla doluydu. Gazi mareşal üniforması ile ayakta, başı açık, ziyaretleri kabul etti. Herkes içeri başlıklarını çıkarıp açık başla giriyordu. Müftü Efendi de bu inceliği gösterdi. Her topluluğu dinliyor, yanıtlıyor, uyarıyor, öğütler veriyordu. Yine bir uygarlık velisiydi. İlçe kurulları Gazi'yi ilçelerine davet ediyorlardı. İnebolu ku­ rulu da davet etti. Vali Fatin Bey, "Günlerden beri hazırlanıyorlar" diye İneboluluiarın isteğini destekledi. Gazi Milli Mücadele sırasında Anadolu'nun kapısı olan inebolu yu görmek istiyordu, istiklal Yolu'nun başlangıcıydı. Bir fişeği bile Yunanlılara kaptırmamak için 9 Haziran 1921 günü şehirce ayaklanarak bütün silah ve cephane­ yi kadın erkek, yaşlı genç, çocuk, iki saat içinde tepenin arkasına, İkiçay'a taşıdıklarını da iyi biliyordu. Gülerek "İnebolu'ya gelecei







yy



ı



\*



gım dedi. İnebolular heyecan içinde izin isteyip ayrıldılar. İnebolu'ya bir an önce ulaşıp Gazi'nin geleceğini bildirmeliydiler. Sanki uçtular. Gazi köylülere, "Ben de çiftçi olduğumdan biliyorum" diyerek, makineli tarımın Önemini, yararını anlattı uzun uzun. 'Bir yerine on, on yerine yüz kat verim alırsınız.." dedi, "..Toprağa sevdiği to­ humu bulup atmalı. Biz daha çiftçi memleketi değiliz. Buna hak ka172 Üçüncü Bölüm



zanmadık. Tarım memleketi olmalıyız. Bu da ancak makineli, bilgili tarımla olur. Birlik olup makine alınız. Üretici olalım. Bizi üretim kurtarır." Kendi giyimi ile şalvarlı, kuşaklı, cüppeli bir esnafın giyimi­ ni karşılaştırdı, bir terziye hangisinin daha ucuz olduğunu sordu. Terzi Gazi'nin giysisini gösterdi. Bir başkasının fesini, fesinin altına giydiği takkeyi, fesine sardığı sarığı gösterdi: "Bunların hepsinin parası dışarı gidiyor. Bunları söylemekten amacım şudur. Biz her bakımdan uygar insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun nedeni dünyanın durumunu anlamadığımız içindir. Düşüncemiz, anlayışımız uygar olmalı. Şekillerimiz, kıyafetlerimiz de tepeden tırnağa uygar olmalı. Şunun bunun sözüne önem ver­ meyeceğiz. Uygar olacağız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve İslam âlemine bakınız. Zihinlerini, düşüncelerini uygarlığın em­ rettiği yüksekliğe uyduramadıkları için ne büyük felaketler içinde­ ler. Bizim de şimdiye kadar geri kalışımız, en sonunda son felaket çamuruna batışımız bundandı. Beş-altı yıl içinde kendimizi kurtar­ dık. Bu anlayışımızdaki değişikliktendir. Artık duramayız. Mutla­ ka ileri gideceğiz. İleri gitmeye mecburuz. Millet açıkça bilmelidir ki uygarlık öyle bir kuvvetli ateştir ki ona kayıtsız kalanları yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz uygarlık ailesinde layık olduğu­ muz mevkii bulacak, onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, saadet ve insanlık bundadır." Müftüye dördü: "Müftü Efendi, yol boyunca birçok sarıklı kişi gördüm. Sor­ dum. Çoğunun dini bir görevi yokmuş" "öyledir Paşam, aklına esen sarık takıyor." "Bunu bir kurala bağlamak doğru olmaz mı? Din adamlarını tanır, saygı gösteririz." Müftünün yüzü parladı: "Çok doğru olur Paşam. Yetkisizler sarık taşımasın" Orta yaşlı, beyazca sakallı, başı açık bir gazi yaklaştı. "Güzel Paşam." dedi, "..ben Çanakkale'de, Muş'ta emrinde dövüşmüştüm. Emrettin Sakarya Savaşı'na da katıldım. Yüzümüzü yere baktırma­ dın. Bizi zaferden zafere koşturdun. Yenilmezleri yendin. Son emri­ ni de dinledim. Çünkü bilirim ki sen yanlış emir vermezsin.Bak." Üçüncü Bölüm 173



Kıvanç içinde, kumaştan acele yapılmış uyduruk şapkasını gösterdi. Gözleri yaşararak "Emrin baş üstüne!" dedi, şapkayı başı­ na geçirdi. Alkış tufanı patladı. Kiminin gözleri doldu. Gazi Paşa gaziyi sevgiyle kucakladı. 148



ÖĞLENE yakın Kastamonu dan ayrıldılar. Yollar yer yer yine halkla doluydu. Emrinde dövüşmüş olanlar askerce selam duruyor­ lardı. Halk çığlık çığlığaydı. Bir zaman düz giden yol yine sarplaşmış, virajlar keskinleşmiş, uçurumlar derinleşmişti. Küre dağları bu yolun en çetin kesimiydi. Öğle yemeğini çam ormanı içindeki Ecevit'te, ünlü İsmail Ağa'nın hanının üst katında hazırlanmış geniş sofada yediler. Yemek İsmail Ağa'nın kimsenin lezzetini unutamadığı yoğurtlu çorbası ile başladı. İnebolu Belediye Başkanı İstanbul'un ünlü Abdullah Efendi lokantasından dört kişilik bir ekip getirtmişti. Yemekte bunlar ve Küreliler hizmet ediyorlard Küre'ye de uğradılar İnebolu-Ankara alanındaki kağnı dizilerinde Kürelilerin de yen buyuktu. 25 Ağustos Salı günü İnebolu'nun pazar günlerinden biriydi. Her zaman kalabalık olurdu. Ama bu kez Gazi'nin geleceğini duyan bucaklardan, kıyı köylerinden gelenler de vardı. Şehir dolmuş taşı­ yordu. Şehre görkemli bir takın altından geçerek girdiler. Asıl karşılama ikinci takm bulunduğu yerde yapıldı. Kayma­ kam, Belediye Başkanı Hüseyin Karagülle, memurlar, esnaflar, tüc­ carlar, askeri bir birlik, dernek yöneticileri, civardan gelen kurullar ve binlerce İnebolulu Gazi'yi bekliyordu. Gazi alkış yağmuru, se­ vinç çığlıkları arasında otomobilden indi. Abaş Tepe'den top atışı başladı. Pencerelerden kadınlar, kızlar, çocuklar çiçek ve konfeti yağdırıyorlardı. Çarşı bayraklar ve defne dallarıyla süslenmişti.



Bir takın üzerine, kağnıları ve İnebolu'nun kayıklarını temsili eden bir kağnı ile bir kayık yerleştirerek, İstiklal Yolu'nu özetlemiş­ lerdi. Kayıkçılar başlarında kâhyaları Ilyas Reis olduğu halde takın altında Gazi'yi bekliyorlardı. Selamlaşmaları çok heyecan verici oldu. 174 Üçüncü Bölüm



1



Meclis hiçbir loncaya, derneğe tstiklal Madalyası vermemiş, büyük hizmetleri dolayısıyla sadece İnebolu kayıkçılar birliğine vermişti. Kayıkçılar bu unutulmaz hizmetlerine karşılık yollanan parayı da, paraya çok ihtiyaçları olduğu halde, "Biz vatan hizmeti yaptık" diye almamışlardı. Kayıkçılar da, savaş boyunca hep İnebolu'dan haber beklemiş olan Başkomutan da heyecanlanmışlardı. Birbirlerini görmeden çok anmışlar, birbirleri için çok dua etmişler, çok övgüde bulun­ muşlardı. Halk ağlayarak alkışlıyordu. Gazi İlyas Reis'e "Yarına gelin, görüşelim" dedi. "Emrin olur." GAZİ sabah mareşal üniformalı olarak dışarı çıktı. Yürüyerek belediyeye geldi. G ö l halk selam duruyor, avaz avaz "Yaşasın Ga­ zimiz!" diye bağırıyordu. Belediyede belediye meclisi üyelerini, ticaret odası temsilcile­ rini, Türk Ocağı kurulunu kabul etti. Ocak Başkanı Şükrü Ustaoğlu yaptıkları etkinlikler hakkında bilgi sundu. Türk Ocağı'nın şehrin kültür, sanat ve düşünce merkezi olduğu anlaşılıyordu. Gazi "Türk Ocağı'na geleceğim" dedi. Bunları esnaf temsilcileri, kadın ve erkek öğretmenler izledi­ ler, öğretmenler mahalle okullarının kapatılmasından dolayı mem­ nunluklarını bildirdiler: "öğrencileri mesleği öğretmenlik olan insanlar yetiştirir. Bu kararla çocukları ehil olmayan ellerden kurtardınız." 149



*m



*



Sırada başlarında Ilyas Reis, inebolu kayıkçıları vardı. Her biri kendinin heykeli gibiydi. Yüzlerine dev dalgalara aldırmadan gemi­ lerden kıyıya insan aşırtmanın, eşya, silah, cephane taşımanın, Azraille saklambaç oynamanın keskin çizgileri oyulmuştu. Duruşla­ rında tarifsiz bir heybet vardı. Gazi teker teker hepsinin elini sıktı. Hizmetlerini övdü. "Yaptığınız hizmetleri hiç unutmuyorum" dedi.



Gümrük hamallarına kadar herkesi ayakta kabul etti. Kendisini bir daha görmek isteyen binlerce insanın alkışları, duaları» arasında Kaymakamlığa yürüyerek geldi. Yaşarken efsane olmuş ender insanlardan b i r i y d i . Bazıları Gaziyi görebilmek için çatılara çıkmıştı. Üçüncü Bölüm 175



Kaymakamlığın üçüncü katından Karadeniz bütün haşmetiyle görünüyordu. Bir süre denizi seyrettiler. Burada da görevlileri, gelen kurulları, temsilcileri kabul etti. Hiç yorulmuyor gibiydi. Ziraat Bankası Müdüründen köylülere kredi konusunda kolaylıklar gösterilmesini istedi. Pek az köyde okul olduğunu öğrenmişti. Milli Eğitim Müdürüne belli yerlerde yatılı köy okulları kurarak, köy çocuklarını bir an önce bilgisizlik­ ten kurtarmalarını istedi. "Ankara'ya yaz! Bana da yazdığını bildir! Ben bu konunun ta­ kipçisi olurum." Daha sonra yürüyerek İnebolu'yu gezdi. Hacı Dervişoğlu Meh­ met Sabri Efendi'nin mağazasında oturdular. İkram edilen meyve­ leri yediler. Gün batarken eve döndüler. Gece unutulmaz, hiç ya­ şanmamış, bir daha da yaşanmayacak bir gece oldu. Dört ayrı fener alayı kurulmuştu. Alaylar milli marşlar, türkü­ ler söyleyerek caddeleri, sokakları dolaşıyordu. Çarşı ve evler ay­ dınlatılmıştı. Taklar altında halk oyunları oynanıyordu. Gazi demek bayram, şenlik, zafer, ümit, neşe, mutluluk, güven, birlik demekti. Anadolu halkı yüzyıllardır yaşamadığı, bilmediği bir duyguyu, yaşa­ ma sevincini yaşıyordu. Son olarak kayıkçıların fener alayı Gazinin kaldığı evin önüne geldi. On iki kayıkçı daire olmuş, ellerini birbirinin bellerine atarak kenetlemişlerdi. Bir ellerinde de meşaleler vardı. On iki genç ka­ yıkçı da bunların omuzlarına çıkmıştı. Onlar da mum fenerleri ta­ şıyorlardı. Ortada Kaptan Cemil Emmi yer almıştı. "Heyemola yel ese" oyun havasını söyleye söyleye gelmişlerdi. Cemil Emmi kalın, gür sesiyle türkünün güftesini, kayıkçılar oynayarak nakaratı söy­ lüyorlardı. Gazi aşağıya inip kapının önüne çıktı. Coşkulu halka karıştı. Kaptan Cemil Emmi güdüyordu: Bir gemim var boyu uzun Gider yazın gelir güzün Bu sefere yoktur sözüm Kayıkçılar hay kırıyorlardı: Yamo heyamo Mola heyamo Cemil Emmi: 176 Üçüncü Bölüm



Sarayburnu'ndan geçerken Al yeşil sancak çekerken Yar doldurup ben içerken Kayıkçılar: Yamo heyamo Mola heyamo... Oyunu seslerini gittikçe hafifleterek bitirdiler. Alkışlar aylı, yıldızlı göğe yükseldi. Gazi'nin sesi de gürdü. İnebolululara, denizcilere yürekten te­ şekkür etti, kutladı, iyi geceler diledi. 27 AĞUSTOS Perşembe günü öğleden sonra, Gazi Türk Ocağı'nı ziyaret edecekti. Koyu renk bir elbise giymişti. Elinde şap­ ka vardı. Nuri, Fuat, Tevfik Beyler de ellerine şapkalarını almışlardı. Gazi, milletvekilleri, yöneticiler ve komutanlarla birlikte, yollarda bekleyen halkın yürekten alkışları arasında, yürüyerek Türk Oca­ ğı binasına geldi. Salon ve balkon tümden dolmuştu. Birçok insan ayaktaydı. Salonda hayli çarşaflı, yalnız gözleri görünen hanımlar da vardı. Bütün salon ayağa kalkarak Gazi'yi selamladı. Gazi ve yanındakiler en önde ayrılan yerlere oturdular. Ocak üyesi ve Hukuk Fakültesi öğrencisi Mustafa Selim (İmece) güzel bir konuşmayla Gazi'yi selamladı. Konuşmasını şöyle bitirdi: "Ey sevgili Gazi'miz! Siz bizden ne isterseniz isteyiniz, ona hazırız. Eğer gösterdiğiniz yol üzerinde bir lahza tereddüt eder ve geriye gidersek milletimizin vebali üzerimize olsun! Siz bizim örneğimizsiniz. Reisimizsiniz, kahraman, asil ve çalışkan milletimizin kurtarıcısı ve yol göstericisiniz." Mustafa Selim çok alkışlandı. 1 Gazi M. Kemal Paşa kürsüye geldi. Şapka elindeydi. Kürsüye bıraktı. Çarşaflı hanımların yarattığı loş görüntü tedirgin etmişti ama belli etmedi. İnebolululara teşekkür etti. Gördüğü ilgiden ve halkın yüksek niteliğinden duyduğu mutluluğu belirtti. Saltanatı, halifeliği, ikili eğitimi kaldırmakla doğru mu yaptıklarını ayrı ayrı sordu. Sorular salonu dolduranların coşkun onayları ile karşılandı: " E v e e e e t L EveeeetL Eveeeet!"



Üçüncü Bölüm 177



Konuşmasında en önemli bölüme gelmişti. Bu âna kadar olup bitenler bu bölüme hazırlıktı. Örneksiz bir hayat yönetmeni olarak her şeyi ince ince düşünmüştü. Şimdi hasat zamanıydı: MHH*& *J "Hanım ve Bey arkadaşlarım! Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkı uygardır. Tarihte uy­ gardır, gerçekte uygardır. Fakat ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşı­ nız, babanız olarak söylüyorum, uygarım diyen Türkiye Cumhuri­ yeti halkı, düşüncesiyle, anlayışıyla uygar olduğunu ispat etmek ve göstermek zorundadır. Uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatı ile, yaşayış tarzı ile uygar olduğunu göstermek zorunda­ dır. Velhasıl uygarım diyen Türkiye'nin gerçekten uygar olan halkı, baştan aşağıya dış görünüşüyle de uygar ve gelişmiş insanlar ol­ duğunu fiilen göstermeye zorunludurlar. Bu son sözlerimi açıkça ifade etmeliyim ki bütün memleket ve cihan, ne demek istediğimi



İS^BI' JHBH^ 1



1 7 8 Üçüncü Bölüm



kolayca anlasın. Bu açıklamamı yüksek kurulunuza, hepinize bir soruyla belirtmek istiyorum: Bizim kıyafetimiz milli midir?" Salon "Hayır!" sesleri ile inledi. "Bizim kıyafetimiz uygar ve milletiararası mıdır?" "Haaayııırrü!" "Size katılıyorum. Tabirimi hoş görünüz, altı kaval, üstü şişha­ ne diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millidir, ne milletlerarasıdır. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle vasıflandırılmaya razı mısınız?" "Haayırr, haayırrrrr, katiyeeen!" "Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya yer yoktur. Uygar ve milletlerarası kıyafet bizim için, çok değerli milletimiz için uygun bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, (üstte) yelek, gömlek, kravat, yakalık, caket ve doğal ola­ rak bunların tamamlayıcısı siper-i şemsli serpuş (güneşlikli başlık). Bunu açık söylemek isterim." Kürsünün üzerine bıraktığı şapkayı kaldırıp gösterdi: "Bu başlığın ismine şapka denir! Bu caiz değildir diyenler, iti­ raz edenler vardır. Onlara diyelim ki çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim: Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da şapka giymek niye caiz olmaz? Ve yine onlara ve bütün millete hatırlatmak isterim ki Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel giysisi olan cüp­ peyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?" Konuşma durmadan alkışlarla kesiliyordu. Türk Ocaklı dört genç ile gazeteciler bu çok önemli konuşmayı tek kelimesini atla< mamak dikkati içinde harıl harıl not ediyorlardı. "Efendiler! Toplum hayatının temeli aile hayatıdır. Aile izaha gerek yoktur ki kadın ve erkekten kuruludur. Kadınlarımız hakkın­ da, erkekler hakkında söz söylediğim kadar fazla açıklamada bu­ lunmayacağım. Fakat bu yüksek varlığı bilhassa huzurlarında ses­ siz geçemem^lzin verilirse bir-iki kelime söyleyeceğim. Ve siz ne söylemek istediğimi kolayca anlayacaksınız. Yolculuğum sırasında köylerde değil, özellikle kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımı­ zın yüzlerini ve gözlerini çok sıkı ve dikkatle kapatmakta oldukla­ ra m gördüm. Bilhassa bu sıcak mevsimde bu tarzın, kendileri için mutlaka azap ve ıstırap nedeni olduğunu tahmin ediyorum. üçüncü Bölüm 179



Erkek arkadaşlar! Bu biraz bizim bencilliğimizin, çok iffetli ve dikkatli olduğu­ muzun eseridir. Fakat sayın arkadaşlar, kadınlarımız da bizim gibi 'kavrayış ve düşünce sahibidirler./' Nuri Bey Fuat Bulca'ya eğildi: "Ne kadar incelikle yol gösteriyor." Gazi devam ediyordu: * j "..Onlara ahlakın kutsallığını, milli ahlakı anlattıktan, onların dimağını nur ile, temizlikle donattıktan sonra fazla bencilliğe gerek kalmaz. Onlar da yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur. Arkadaşlar! Korkmayınız! Bu gidiş zorunludur. Bu gidiş bizi yüksek ve önemli bir sonuca götürüyor. İsterseniz bildireyim ki bu kadar yük­ sek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse, bazı kurbanlar da verelim. Bunun ziyanı yoktur. Uygarlığın coşkun seli karşısında di­ renmek yararsızdır. Ve uygarlık gafiller ve itaatsizler hakkında pek amansızdır. Dağları delen, göklerde uçan, görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen uygarlığın kudret ve yüceliği karşısında, ortaçağ anlayışı ile esir olmaya ve aşağılanmaya mahkûmdurlar. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı yenilikçi ve gelişmiş bir millet olarak sonsuza kadar yaşamaya karar vermiş, esirlik zincirlerini ise tarihte eşsiz kahramanlıklarla parça parça etmiştir?" Konuşmanın sonunda inanılmaz bir alkış fırtınası koptu. Her­ kes ayağa fırladı. Orta yaşlı, çarşaflı, yalnız gözleri ve burnu görü­ nen bir hanım, zarif bir el hareketiyle yüzünü açıverdi. Ona baka­ rak çevresindeki çarşaflılar da yüzlerini açıverdiler. Dinleyiciler Gazi'ye dikkat ettikleri için bu zarif devrimi fark etmediler. Bu konuşmadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu toplumsal bir milattı. 150



151



BOLU milletvekili Falih Rıfkı Bey seçim bölgesine gelmişti. Azılı bir eşkıyayı takip eden Bolu ve Kocaeli Valileri ve jandarma komutanları ile Düzce'de buluştular. Birlikte yemek yediler. Falih Rıfkı Bey Gazi'nin Kastamonu'ya niye gittiğini biliyordu. Yemek sı180 Üçüncü Bölüm



rasında şapka giyilmesi olasılığından söz etti. Sofrada bulunanlar hep birden itiraz ettiler: "İşte yalnız bu olamaz!" 28 AĞUSTOS 1925 günü sabahı İnebolu'dan törenle ve sevgi gösterileri arasında ayrıldı. O gün Türkiye'de çıkan bütün gazetelerde Gazi'nin giyim ku­ şam ve şapkayla ilgili konuşması büyük başlıklar altında eksiksiz yayımlanmış, heyecana, hayrete ve sevince yol açmıştı. Kızanlar da S olmuştu elbette. Falih Rıfkı Bey bir gün önceki yemek arkadaşları ile birlikte oldu. Hepsi şapka giymeyi kabul etmişlerdi. Falih Rıfkı Bey not def­ terine şu notu düşecekti: "Güvenilen, inanılan bir büyük lider ne demektir, bir daha gördüm." Gazi Devrekani'yi, Taşköprü'yü ziyaret etti. Halk da, hocalar da Gazi'yi başı açık karşılıyorlardı. Devrim ışık hızıyla yayılmaktay­ dı. Gece Kastamonu'ya döndü. 29 Ağustos öğleyin Kastamonu Kışlasında verilen büyük ziya­ fete katıldı. Herkes, subaylar da, sofraya başları açık oturdular. Sa­ vaş anıları anlatıldı, ordunun büyük fedakârlıklarından söz edildi. Tümen Komutanı Kâzım Sevüktekin hem Sakarya Savaşı'nda, hem Büyük Taarruz'da bulunmuştu. Gazi yemeğin sonunda ordumuzu övdü. Konuşmasını şöyle bitirdi: "Ordumuz milletin ilerleme ve yükselme adımlarında öncü olmuştur. Milletimizin bütün devrimlerinde birinci adımı atmıştır. Milleti sevk ve idare edenlerin en büyük dayanağı ordu olmuştur. Başka milletlerde ordu ile millet daima birbirinin karşısındadır. Halbuki bizde tamamen tersidir. Meşrutiyeti kahraman subayları­ mız ilan ettikleri gibi bu günümüzü de yine subaylarımızın fedakâr­ lıklarına borçluyuz." 152



152a



Sonra Daday'a gidip geldiler. Ertesi gün Gazi Türk Ocağı'na uğradı. Bütün kadın ve erkek üyeler gelmişlerdi. Sohbet edilirken halkın Halk Partisi merkezinin bahçesinde toplandığı öğrenilince oraya gidildi. Bahçe ve dışarısı binlerce kişiyle dolmuştu. Birçok da hanım vardı. Bugün olağanüsÜçüncü Bölüm 181



tü bir özellik taşıyordu. 30 Ağustos zaferinin yıldönümüydü. Parti Başkanı halkın düşünce ve duygularına aracı olarak dedi ki: "Bugün şerefli Dumlupınar zaferini huzurunuzda kutlamakla mutluyuz. Bu zaferin büyük kahramanına, bütün hemşerilerimin nihayetsiz şükranlarını arz ederim, size sonsuz sağlık ve afiyet di­ leriz." I I Alkışlar Kastamonu'yu deprem gibi titretti. Gazi önemli konuşmalarından birini de burada yaptı, özetle dedi ki: "Türkiye Cumhuriyeti halkı, ileriye ve yeniliğe doğru uzun adımlarla yürümeye devam edecektir. Bilince hastalık bulaşmadık­ ça geriye gitmek veya duraklamak hatıra dahi gelemez. Yüzyıllar­ dan beri sarf olunan iğrenç çabalar zaman zaman milleti uykuya daldırmış olmakla beraber, milletin bilincini felce uğratmayı asla başaramamıştır. Bu gerçek, milletin bugün gösterdiği bilinçli eser­ lerle kendiliğinden bellidir. Efendiler! Bizim ilham kaynağımız doğrudan doğruya bütün Türk mil­ letinin vicdanı olmuştur ve daima da olacaktır. Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların, yaptığı siyasi ve toplumsal devrim­ lerin hakiki sahibi kendisidir. Sizsiniz! Hanımlar, beyler! Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türki­ ye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün mana ve şekille­ riyle uygar bir toplum haline kavuşturmaktır. Devrimlerimizin asıl ilkesi budur. Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamıyla uygarlığın yaydığı ışık karşısında filan ve falan şeyhin yol göstericiliği ile maddi ve manevi saadet arayacak kadar ilkel insanların Türkiye uygar camiasında var olacaklarını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emir ve talep ettiği­ ni yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim hakikati bütün açıklığı ile idrak edecek ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapayacak, müritlerinin artık reşit olduklarını elbette kabul edeceklerdir." 153



182 Üçüncü Bölüm



Halk konuşmayı yine şiddetli alkışlarla destekliyordu. Yeniden kılık kıyafet, kadın hakları üzerinde durdu. Sonuçta dedi kit "Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki başına bir bez veya bir yemeni, peştemal veya buna benzer şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya bir yere oturarak yumulur. Bu tavrın mana ve ifadesi nedir? Efendiler, uygar bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi vaziyete girer mi?" Toplantı halkın uzun süren şiddetli alkışlarıyla sona erdi. 31 Ağustos günü bir hafta süren misafirlik bitti. Halk Gazi'nin kaldığı evden şehir çıkışına kadar yolun iki ya­ nını doldurmuştur Veda töreninde öğretmen Cemal Bey herkesi ağlatan, Gazi'nin de gözlerini yaşartan bir konuşma yaptı. Gazi de Kastamonu halkına sevgi ve saygısını belirten duygulu bir konuşma yaparak veda etti. Ayrılık çok zor oldu.



f



• • • •



DONUŞ yolu başlamıştı. Saat 17.00 de Çankırı ya geldiler. Yine herkes karşılamaya çıkmıştı. Askerler dışında bütün erkeklerin başı açıktı. Yine top atışlarıyla selamlandı. Valilik binasında kurulları kabul etti. Her kurula amacını an­ latıyordu: Bir daha yenilmeyecek uygar, kalkınmış, ileri, refaha ka­ vuşmuş, çağdaş, uyanık, eğitimli, mutlu bir toplum olmak. "Böyle olalım değil mi?" "Eveeet!"# "Öyleyse bozgunculara, dedikoduculara, din tüccarlarına, ak­ törlerine, yobazlara kanmayın." Ortaçağı yenmek, halkın uyanması, ileri gitmesi için bıkma­ dan, usanmadan didiniyordu. Gece Çankırı'da kaldı. Arkadaşları, milletvekilleri, yöneticiler ile geç saate kadar, Türkiye'nin sorunla­ rını konuştu. l EYLÜL 1925 günü Ankaralılar, bugünkü Ulus meydanına akıyor ve çevreye yayılıyorlardı. Dört bir yan siviller ve askerlerle doldu. Gazi'nin geleceği saate yakın Başbakan ve Bakanlar da göründüler. Yalnız Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam toplanmasını sağladığı v



Üçüncü Bölüm 183



H |



1. Türk Tıp Kongresi'nde olduğu için gelememişti. Bu sırada açış konuşmasını yapıyordu: "...Gerek eğitim hayatımızda, gerek meslek yaşayışımızda daima tasavvur edip bir türlü gerçek haline dönüştüremediğimiz bir­ çok yüksek amacın bugün gerçekleşmesine doğru yürüdüğümüzün görüyoruz... Türk hekimi büyük şehirlerin süs ve refahına, huzur ve sükûnetine bağlı kalmayarak, hayırlı çalışmalarını şehirlerden ka­ sabalara, özellikle köylere kadar götürecek ve yayacak, bizzat köylü ile ilişki kurarak uygarlık, sağlık ve toplumsal hayatla ilgili her türlü gelişmeden haberdar edecektir..." Çoğunluk şapka konuşmasını okur okumaz, ya İstanbul'dan şapka getirtmiş, ya Ankara terzilerine yaptırmıştı. Avrupa'da şap­ ka giyenler, giymesini, şapkayla selamlaşmayı, bir büyükle saygı gereği başı açık konuşulması gerektiğini biliyor, yakınlarına bilgi veriyorlardı. İsmet Paşa ve barış kurulunda bulunanlar Lozan'dan getirdikleri güzel şapkaları giymişlerdi. Ankara terzilerinin yaptığı bazı şapkalar pek uydurmaydı. Hiç şapka yapmamışlardı ki. Sahip­ leri onları giymiyor, ellerinde tutuyorlardı. Şapka yaptıramayanlar başları açık gelmişlerdi. Gazi'nin arabası göründü.gAlkış yağmuru başladı, yüceltici haykırışlar yükseldi. Gazi uygun bir yerde başı açık arabadan indi. Karşılayanları şapkasıyla selamlayarak, hatır sorarak ilerledi. Mil­ letvekillerinin, Bakanların, Genelkurmay Başkanının, Başbakanın ellerini sıktı. İsmet Paşa "Akşama bize gelir misin?" diye sordu. "Kararname hazır mı?" "Hazır." "Kararnameyi de al, sen bana gel" "Peki." Mazhar Müfit Bey'e gülerek "Kaçıncı maddedeyiz?" diye ses­ lendi. Sarığını giymeden elinde tutan Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Hocayı arabasına alarak Ulus meydanından ayrıldı. 153a



I. TIP KONGRESİ ertesi gün de sürdü. Kongreye Dr. Refik Saydam'ın açış konuşmasındaki idealist hava hâkimdi. Sağlık so­ runları yalnız yöneticilerle değil, ilk kez bütün doktorlarla birlikte | tartışılıyordu. Bu yaklaşım özellikle genç doktorlara büyük onur i vermişti. I 184 Üçüncü Bölüm



Gündemdeki başlıca konular yaygın, salgın hastalıklarla mü­ cadele ve halk sağlığını korumak için alınması gerekli ivedi önlem­ lerdi. Kongreyi bir süre Gazi de izledi ve kongre temsilcilerini akşam çayına davet etti. BAKANLAR KURULU öğleyin toplandı. Toplantı uzun sür­ medi. Gazi kararnameyi akşam görmüştü. Başbakanın kısa bir ko­ nuşmasından sonra kararname imzaya açıldı. Hamdullah Suphi Bey türbelerin toptan kapatılmasına karşıydı. Dini anlamı olmayan türbelerin açık kalmasını istiyordu. Ama arkadaşlarından ayrılmayı doğru bulmadı. İmzaladı. Kararname elden Gazi'ye arz edildi ve imzası alındı. Bu kararname ile birçok önemli adım atılıyordu. Önce memur­ ların şapka giymeleri zorunlu kılınmıştı. Bakanlar Kurulu tari­ katları, tekkeleri, zaviyeleri, türbeleri kapatıyor; şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, ha­ lifelik falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak maksadıyla nüshacılık (muskacılık), türbe­ darlık gibi unvan ve sıfatların kullanılması ile bu unvan ve sıfatlara ait hizmet görmeyi ve elbise giymeyi de yasaklıyordu. 153b



1530



154



Ortaçağ ağır yara almıştı. Anadolu Ajansı kararnameyi açıkladı. Karar hızla duyuldu. Bu karar bir uyarıydı. Ceza içermiyordu. Kanun çıkana kadar ilgililere derlenip toparlanmaları için süre tanıyordu. Tarikatların ve türbelerin kapatılması kararına hak verip sevi­ nenler çoktu. Yüce Allah ile kul arasına girenler ayıklanıyordu. En çok falcılar, üfürükçüler, muskacılar öfkelendi. Tezgâh­ ları dağılıyordu. Oysa ne güzel kandırıyorlardı safdilleri. Milli Mücadele'ye karşı tavır almış, irticaya destek vermiş olan tarikat önderleri bir gün yaptıklarının hesabının sorulacağını biliyorlardı. Hükümet yumuşak davranmış, hiçbirini İstiklal Mahkemesine ver­ memiş, idam etmemiş, hapse atmamış, sadece unvanlarını kaldır­ makla, tekkelerini, zaviyelerini kapatmakla yetinmişti. Bu şefkatli karara şükrettiler. Üçüncü Bölüm 185



Yozlaşmanın farkında olan, Cumhuriyet ile tarikatların birarada olamayacağını anlayan tarikatçılar ise kararı haksız bulmadılar. Tekkelerini, zaviyelerini kapatmaya başladılar. Geçimlerini bu işe bağlamış olanlar ise dişlerini gıcırdattılar. Diş gıcırtıları usul usul yayılacaktı. Dersim'de, Peygamber ailesin­ den geldikleri iddiası ile seyit unvanı taşıyan ve bu yolla geçim ve saygınlık sağlayanlar, bu kararı kabul etmeyeceklerdi. İstanbul'da bulunan bazı köklü tarikat şeyhleri çok üzüldüler. Bu tarikatların tekkeleri tasavvuf anlayışının merkezleriydi. Birer küçük dünya idi. Bu dünyanın içindeki güzellikleri, incelikleri, derinlikleri yaşatmak iyi olurdu ama bunun için ortaçağı sürdürmek gerekmek­ teydi. İşte bu mümkün değildi. Ortaçağ sürdürülürse bütün millet ölü bir deyletin türbedarı olurdu. Tarihin mantığı karara uymaları gerektiğini emrediyordu. Karara uydular. Evlere çekildiler. 155



GAZİ akşamüstü küçük bir çay ziyafeti için Dr. Refik Saydam'ı ve kongre temsilcisi doktorları kabul etti. Doktorlar kararı duymuşlardı. Gazi'yi ve hükümeti kutladılar. Genç bir doktor şöyle dedi: "Türk rönesansını ve reformunu başlattınız efendim." Gazi, "Avrupa ile aramızdaki büyük farkı bir neslin çabası ka­ patamaz." dedi, "..Daha yapacak çok iş, çözülmesi gereken çok so­ run var. Bu yıl basılan kitap sayısı bine yaklaşmış bile değil. Biz burada konuşurken Batıda kimbilir kaç bin sanat ve bilim kitabı ba­ sılmıştır. Kısacası bizim başlattığımız çabayı sizler sürdüreceksi­ niz. Sizi çocuklarınız, onları da torunlarınız izleyecek. Bu kesintisiz çabalar sayesinde Türkiye her konuda çağdaş, uygar, zengin, çalış­ kan, demokrat, barışçı, Avrupa ile aynı düzeyde, güzel bir ülke ola­ cak. Eliyle yemek yiyen, yere tüküren, kadın döven, kızlarını satan, gülmekten utanan, resmi, heykeli günah sayan, cinci hocalardan yardım bekleyen, okuma yazma bilmez nesiller tarihe karışacak." 156



ERTESİ SABAH erkenden Çiftliğe geldi. Yollar kabaca yapılmış, binaların iskeletleri bitmişti. Birkaç ar­ tezyen kuyusundan gürül gürül su akıyordu. Bataklıklar hızla ku­ rutuluyordu. 186 Üçüncü Bölüm



Topraklar sürülüp dinlenmeye bırakılmıştı. Birkaç gün sonra buğday ekilecekti. Sebze bahçeleri hazırlanmıştı. Bir tepede Gazi'nin istediği iki katlı ev ile yakınında büyük bir havuzun yapımına başlanmıştı. O sarı, kirli rengin yerini diri toprak rengi almıştı. Tahsin Bey "Kasımda fidanları dikeceğiz efendim.." dedi, "..İki yıl içinde ağaç olurlar" Ah Türkiye'nin sorunları da böyle hızla çözülebilseydi. v BAKANLAR KURULU isyan bölgesiyle ilgili reform planını hazırlaması için dört kişilik bir kurul kurdu: İçişleri Bakanı Cemil Uybadın, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Genelkurmay İkin­ ci Başkanı Kâzım Orbay Paşa ve Çankırı milletvekili Abdülhalik Renda. Amaç ağalık/beylik düzenine son vermek, bu bölgeyi de kal­ kındırmak ve sorun olmaktan çıkarmaktıl Kurul hemen toplandı. Toplanan bilgilere dayanarak bir reform planını hazırlayarak, 24 Eylülde Başbakana sunacaktı. * 156



















TÜRKİYE nin en aydın, en uyanık şehri İstanbul'du ama bir tiyatro oyunu en fazla iki gün seyirci bulabiliyordu. Bir oyunun üç-dört gün seyirci bulması büyük olaydı. Bu yüzden sürekli yeni oyunlar hazırlıyorlardı. Sanatların en etkilisi olan tiyatronun İstanbul'daki durumu böyleydi. Tiyatrocular zar zor yaşıyorlardı. Bu yüzden zaman za­ man kendi aralarında, "Biz deli miyiz, aptal mıyız, niye bu zor ve para getirmeyen sanata gönül verdik" diye dertleşir ve asla vazgeç­ meden sanatlarını sürdürürlerdi. Darülbedayi (şehir tiyatrosu) adını taşıyan ama belediye ile pek ilişkisi olmayan bir grup sanatçı, yaşayabilmek için 7 Eylülde Karadeniz turnesine çıktı. Köhne bir posta gemisiyle beş günde Trabzon'a geldiler. Vasfi Rıza (Zobu) Bey'in seyirci geleceğinden pek ümidi yoktu ama yanıldığını çabuk anladı. Birer gün oynadıkları oyunlar doldu. Tabii erkeklere ayrı, kadınlara ayrı oynuyorlardı. Eşlerin birlikte ge­ lip de tiyatro seyretmelerine toplum baskısı buralarda henüz izin Üçüncü Bölüm 187



vermiyordu. 'Salon erkeklerin olsun, balkon kadınların olsun gibi önerileri de kabul etmediler. "Olmaz!" Aynı çatı altında birarada bulunmayı bile doğru bulmadılar. Rize Valisi sanatçıları kaldıkları otelde ziyarete geldi. Zayıf, çevik bir adamdı. Milli Mücadele'de jandarma subayı imiş. Daha gençti. Demek ki rütbesi küçüktü. Adı Hurşit imiş. "Sizi Rize'ye davet etmek için geldim. Tiyatro sanatını tanımak Rize'nin de hakkıdır." Valinin iyi niyetine saygı duydular ama otel var mıydı, tiyatro binası var mıydı, elektrik var mıydı? Vali kesin bir dille dedi ki: "Programınızı inceledim. Rize'ye gelmenize daha yirmi gün var. O güne kadar, merak etmeyin, oteli de, tiyatroyu da yaptırırım, elektriği de sağlarım! Yeter ki 'geliriz' deyin." Ya delinin biriydi, ya da tiyatro, otel nedir bilmiyordu. Öyle ısrar etti ki çaresiz kalıp "peki" dediler. Her turnede başlarına türlü olaylar gelirdi. "Bu sefer bakalım başımıza ne gelecek?" İLK TUTUKLANAN gazeteciler ile A. Emin Bey grubu, Elazığ'da büyük bir konakta tutuluyor, yarı suçlu, yarı turist olarak yaşıyorlardı. Mahkeme Başkanı M. Müfit Bey ara sıra laflamak için uğruyordu. Sık sık tekrarladığı bir özlemi vardı: "Ah, buraya da tren geldiğini acaba görür müyüm?" Gazeteciler bu imkânsız hayale gülüyorlardı. Mahkeme üyesi Ali Saip Bey hiç sevmediği Ahmet Emin Bey'e arada bir kötü haberler vererek bir çeşit işkence yapmasa tatilde gibi olacaklardı. 13 Eylül 1925 günü topluca mahkemenin huzuruna çıktılar. Sorgulamalar bitmiş, yargılama karar aşamasına gelmişti. Çok umutluydular. Çok iyi muamele görmüşlerdi. Yine de içleri ürperiyordu. 4f , Başkan kararın açıklanacağını bildirince sanıklar ve izleyiciler ayağa kalktılar. Başkan beraat ettiklerini bildirdi. Beraat ha! Yeniden doğmuş gibi oldular. 188 Üçüncü Bölüm



1566



ESKİ Ankara Valisi Abdülkadir Bey ile eski Rize milletvekili Ziya Hurşit Bey, Kara Kemal'in yazıhanesinde karşılaştılar. Birlikte çıktılar. Yemek yediler, öfke dillerine vurdu. Giderek iyice açıldılar. Ziya Hurşit, "Ben." dedi, "..Mustafa Kemal'i öldürmeye karar ver­ dim. Bu rejimi yıkmanın tek çaresi bu." Abdülkadir Bey aradığı arkadaşı bulmuş olmanın sevinci için­ deydi: "Ben sana yardımcı olurum. Ama öldürmek yetmez. Bu hükü­ meti de devirmek lazım." "Teşkilat işi o." "İzmit milletvekili Şükrü'yü tanırsın. Eski, sıkı İttihatçılardan. Terakkiperver Parti milletvekiliydi. Sarhoş Şükrü diye ünlüdür." "Tanıdım, tanıdım" "Ona rahatça güvenebiliriz. Hiç adamın var mı?" "Hafız Mehmet Bey iki adam yollamıştı ama onlar kaçtılar. Bir adamım var. Laz İsmail diye biri. Ağzı sıkı, gözü pek sabıkalının biridir." "Yetmez. Birkaç kişi daha lazım." "Laz İsmail bulur." Uğursuz suikast makinesinin çarkları hızlanarak dönmeye başladı. 157



EĞİTİM BAKANI Hamdullah Suphi Bey Gazi'den randevu is­ tedi. Fatih Sultan Mehmet gibi büyüklerin, kahramanların türbele­ rinin açık kalmasını istiyordu. Gazi, "Bu halkı yüce Allah dururken ölülerden yardım istemeye alıştırmışlar." dedi, ".Ya mum dikiyorlar, ya paçavra bağlıyorlar. Kısmeti açılsın diye bilmem kimin türbesi­ nin çevresinde göbek atarak dönenler de varmış. Bunları benden daha iyi bilirsiniz. Fatih'in türbesini açsak onun parmaklıklarına da paçavra bağlarlar. Bana on yıl izin ver. Halk yardımı Allah'tan istemeyi, yardım istemek için yardımı hak etmeyi öğrensin. Araya din, ölü kimseyi sokmasın. Buna alışsın. Doğru yolu bulsun. Sonra istediğin o türbeleri açarız." Hamdullah Suphi Bey hak verdi. Üçüncü Bölüm 189



ADANA öğretmen kursunu biteren Lütfiye öğretmen i Kilis'e atadılar. Çok gençti ama ciddiliği, ağırbaşlılığı, sadeliği, işine bağlı­ lığı, çocukları kolay etkilemesi, yaramazları sevgiyle yola getirmesi saygı topladı. Sınıfındaki erkek öğrencilerden biri, Mehmet Yaşar, ortaoku­ lu, liseyi bitirecek, veteriner çıkacak, bir dergide öğretmeni Lütfiye Kışlalıyı ve o günleri şöyle anlatacaktı: "..Her günün ilk dersini, göz hastalığı trahomun yaygın oldu­ ğu dönemde, temizlik kurallarına ayırırdı. Okulumuz da yoksuldu. Bir tebeşiri parmakları arasında kayboluncaya kadar kullanırdı. O yıllarda kalemtraş olmadığı için kalemlerimizi kendisi açardı. Minik kalıncaya kadar kullanmamızı isterdi. Kaybetmeyelim diye silgimize ip takar boynumuza asardı. Ananız babanız size bunları ne güçlüklerle alıyor, biliyor musunuz?' derdi. Gazi'yi, İstiklal Sa*



vaşını, Cumhuriyeti anlatır, istiklal Marşı'nı okurken ağlardı. Ben hâlâ İstiklal Marşı'nı okurken ağlarım. Lütfiye Öğretmen gerçek bir öğretmendi. Her öğrencisini iyi tanıyan bir doktordu. Her çocuğa bir ana kadar şefkatli, koruyucu, bir o kadar da otoriterdi. Her haf­ ta, her öğrenciye bir şiir ezberletirdi. Güzel, düzgün konuşmamızı isterdi. Türküler öğretirdi bize, Lütfiye Kışlalı Hoca Hanım anlat­ makla bitmez. Yıllar sonra, sevgili öğretmenimi Ankara'da ziyaret ettim. Ellerinden öptüm. 'Emeklerimi boşa çıkarmamışsın, emek­ lerim sana helal olsun Zekeriya Usta'nın oğlu Mehmet Yaşar' dedi, unutmamıştı, ağladı. Ben de ağladım." Böyleydi Cumhuriyet öğretmenleri. Dünyadan habersiz orta­ çağ hocalarının yerini gencecik Lütfiye Öğretmenler alıyordu. 1573



RİZE limanı, dalgakıranı, iskelesi, rıhtımı olmayan birçok benzeri gibi yoksul bir şehirdi. Şehir denizle orman arasında uza­ nan bir sıra binadan ibaretti. Kayıklarla karaya çıktılar. Vali sözünü tutmuş, oteli yaptırmış. 20 günde bitmiş yepyeni otele neşeyle yer­ leştiler. Tiyatroyu da gördüler. Yaptırıp bitirmiş, elektrik de bağlat mıştı. Vali sözünü tutmuştu. Nasıl başarmıştı, soramadılar, Vali de anlatmadı. Otelciyle konuştular. Bugüne kadar Rize'ye davullu d ü m b e ­ l e k ! i, kantolu birtakım topluluklar gelmiş. Ama bir tiyatro grubu uğramamış. Anlaşılan tiyatro nedir bilen birkaç kişi dışında şehirde İÛA rf*-Jl il OUİJİ—



bu sanatı, bu sanatın gereklerini bilen kimse yok. Vali Hurşit Bey ile bilenlerin, bilmeyenlere tiyatroyu anlattıklarını öğrendiler. Se­ vindiler. En kolay anlaşılır oyun Çifte Keramet komedisi idi. Oynamak için onu seçtiler. Dekorları kurdular. Giyindiler. Vasfi Rıza Bey ku­ lis deliğinden salona baktı. Tabii yalnız erkekler vardı salonda.Bayramlıklarını giymişti herkes. Oyun başladı. Birkaç kişi gülüyor, gerisi ciddilik içinde seyre­ diyordu. Halkı güldürüp eğlendiremediklerine üzüldüler. Aktörler­ den biri obur, pisboğaz birini canlandırıyordu. "Bana mutfak pa­ çavrası" derler dedi. Halk dehşete düştü, koro halinde "estağfurul­ lah" diye bağırdılar. Ne zaman oyun gereği kendini aşağılasa seyirci feveran ediyordu: "Estağfurullah!" Perde bitti. Alkış kıyamet. Arada Valinin yardım etsin diye yanlarına kattığı genç geldi, anlattı: Bilenler "ciddi seyredin" dedik­ leri için halk gülmemiş. Bilenler şimdi halkın arasına karışıp gül­ menin serbest olduğunu söylüyorlarmış. Bu iyi bir haberdi. Gerçek­ ten sonraki perdelerde herkes doyasıya güldü. Oyun alkışlar içinde sona erdi. Oyuncular perde arkasında sıralandılar. Perde açıldı. O zamanın selamlama usulüyle seyircileri eteklerini öpüp de başları­ na koymuşlar gibi, elleriyle yerden temennah ederek selamladılar. Aynı anda alkış kesildi. Halk, büyük bir nezaketle güüür diye ayağa fırladı, hepsf birden sanatçıları, onlar gibi temennah ederek selam­ ladı. Tiyatro âleminde hiç yaşanmamış olan bu harika sahne birkaç kez tekrarlandı. Rize Valisinin işbilirliğine de, seyircinin nezaketine, misafire saygısına da hayran kaldılar. Vasfi Rıza Bey olayı o gece güncesine yazdı. | 157b



YAKUP KADRİ BEY'in eşi Leman Hanım da sonunda Ankara'ya gelmişti. Çankaya yolunda bir bağ evine taşındılar. İstanbul ile ilgili son haberler ondaydı:



"Gazi işaret verince İstanbul'da fesi atıp da şapka giyen çoğaldı. Birçok insan da başı açık gezmeye başladı." "Halk ne kadar hazırmış, değil mi?" "Her şey birden hızlandı." Üçüncü Bölüm 191



Leman Hanım güldü: "Şapka giymemek için soka­ ğa çıkmayanlar da varmış." "O kadar olacak." "Şimdi f hanımlarda sıkmabaşın yerini türban dedikleri bir başlık aldı. İyice yaygın. Kadife­ den, ipekliden, yünlüden, tafta gibi kumaşlardan yapılıyor. Ba­ Yakup Kadri ve eşi zıları ön kısmına inci iğne filan takıyor, pek şık oluyor. Bir şey diyeceğim. Şapka giymiş hanımlar bile gördüm!" Hanımlar küçük çığlıklar attılar. Biri itiraz etti: inanmıyorum!" "Vallahi. Fındık kabuğu diyorlar. Pek güzelleri var. Yakında ben de giyerim, görürsünüz!" Tatlı bir kahkaha attı. 158



ABDÜLKADİR BEY, Ziya Hurşit ve Şükrü Bey bu gidişe silahla son vermek konusunda anlaştılar. İki arkadaş bugün Laz İsmail ve yeni bulduğu Gürcü Yusuf'la birlikte Şükrü Bey'in evine geldiler. Şükrü Bey bir süre konuştuk­ tan sonra iki adamı da bu iş için uygun gördü. Biraz para vererek adamları savdı. Daha rahat konuşmaya başladılar. Suikastın Ankara'da yapıl­ masına karar verdiler. 1 Kasımda Meclis'te bomba patlatıp Gazi'yi ve bütün hükümeti uçurmak mümkündü. Bu düşünceden caydılar. Meclis'e bombalarla girmek zordu. Yalnız Gazi'yi öldürmeyi uygun buldular. Hükümeti de, Türkiye'yi de alt üst etmeye yeterdi onun ölümü. Bu gidiş de zınk diye durur, iktidar çöker, yeni iktidar için yol açılırdı. Ankara güvenli bir şehir olduğu için Gazi çoğunlukla koruma­ sız, serbestçe geziyordu şehirde. Kolay olacaktı bu iş.



192 Üçüncü Bölüm



ABDÜLKADİR, Ziya Hurşit ve Şükrü Beyler Gazi Paşa'yı öl­ dürmek için plan yaparken Cenevre'de Türk ve İsviçreli temsilciler arasında Dostluk Anlaşması imzalanıyordu. Türkiye dostluk anlaşması imzalamadan önce o ülke ile arada­ ki sorunları saptıyor, bu sorunları görüşmeler yoluyla çözüyor, son­ ra pürüzsüz bir dostluk anlaşması imzalıyordu. Böyle bir anlaşma, işleyen, gerçek bir dostluk anlaşması oluyordu. Bu anlaşma ile dostluk anlaşmalarının sayısı 13'e yüksel­ mişti. Türkiye dünyadaki yerini alıyor, özelikle Batı ile ilişkileri eşitlik ve karşılılık esasları içinde adım adım geliştiriyordu. İçine büzülmüş Osmanlı dönemi bitmiş, dünyaya açık Cumhuriyet dö­ nemi başlamıştı. GAZİ 21 Eylüle kadar her gün birkaç saatini Çiftlikte geçirdi. Temiz hava, yürüyüş, hareket çok iyi geliyor, yorgun ama sağlıklı dönüyordu. Kimi kez köşke arka yoldan traktörle geldiği oluyordu. Tarım makinelerine özel bir tutkunluğu vardı. Halkın nabzını tutmak için uzunca bir yurt gezisine çıkmayı programlamıştı. Gitmeden önce Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri, Yah­ ya Kemal, Mehmet Emin, Ruşen Eşref, Samih Rıfat ve Yunus Nadi Beyleri yemeğe çağırdı. "Özür dilerim, sizleri ihmal ettim." dedi, "..Sizleri ihmal ede­ rek asıl kendime haksızlık etmiş oldum. Yüksek duygu ve düşünce­ lerinizden yoksun kaldım"



Üçüncü Bölüm 193



bir sanat, edebiyat, kültür ve dil gecesi oldu. Zekâ, yaratı, bilgi, düşünce ve bilgelik birbiriyle yarıştı. Herkese yeni ufuklar açtı. ANKARA'dan trenle İzmit'e, İzmit'ten Mudanya'ya gemiyle, Mudanya'dan Bursa'ya trenle geldi. Eskişehir'den gelen birkaç uçak Bursa'nın üzerinde dönerek Gaziyi selamladı. Bursa Gazi için yeni bir köşk hazırlamış, köşke Cumhuriyet Köşkü adı verilmişti. Güzel bahçeli, geniş bir köşktü. On bini erte Bursalı Gazi'yi ya şapkalı, ya kasketli, ya başı açık karşılayıp köşke kadar getirdiler. Gazi balkona çıkarak Bursalıları yü­ celten, uygarlaşmanın doğru yol olduğunu anlatan bir konuşma yap­ tı. Her cümlesi alkışlarla, "Yaşa Gazi!" ünlemleriyle karşılanıyordu. Bursa'da da son ve evrensel dini, basit bir başlık sorununa indirgeyenler vardı. Bu şapkalı, açık baş karşılama canlarını sık­ tı. Oysa İslamlığa özgü hiçbir zorunlu kıyafet ve başlık yoktu. Fes Rum, takke Yahudi, sarık Hint işiydi. Din başlıkta değil, baştaydı. Yüce Allah, giyim bakımından Müslümanları, yaşadıkları ülke, iklim ve kültüre göre -kadınlar için bazı küçük kayıtlarla- özgür bırakmıştı. Ortaçağ bu gerçeği benimseyemiyordu. Allah'ın emirlerini ye­ terli bulmayanlar kendilerini Allah yerine koyarak dine yeni kural­ lar, yasaklar eklemişlerdi. Bu anlayış bazı çevrelerde sürüyordu. GAZİ köşkün bahçesindeki kameriyenin altında, kuşları din­ leyerek sabah kahvesini içiyordu. Günleri çok yoğun geçiyor, ilin sorunlarıyla ilgileniyor, okulları, kurumları ziyaret ediyor, dört bir yandan gelen kurulları kabul ediyor, durmadan uygarlık nedir, ne değildir, anlatmaya, herkesi uygarlığa kazanmaya çalışıyordu. Beklenmedik bir şey oldu. Yandaki iki katlı, küçük evin bahçe­ sinden köşkün bahçesine, örgülü saçlı, ufak tefek bir kız çiti aşarak atlayıverdi. Nöbetçi engelledi: "Geri dön. Çabuk." Çocuk Gazi Paşa'yı kesinlikle görmek istediğini söylüyordu, öteki nöbetçiler de koştular. Kız debeleniyor, çırpınıyordu! Gazi seslendi: "Bırakın gelsin. 194 Üçüncü Bölüm



Nöbetçiler aralandılar. Kız yaklaştı. "Gel çocuk." Kız Gazi'nin elini öptü. "Adın ne senin?" "Sabiha." "Beni niye görmek istiyorsun?" "Senden bir dileğim var Gazi Paşa." "Önce otur Sabiha." Sabiha bir iskemeleye ilişti. "Söyle şimdi, dinliyorum." Sabiha acındırmadan, başını dik tutarak anlattı: "Annem babam yok. Biraz ablamda kalıyorum, biraz ağabeyim­ de. Kimseye yük olmak istemiyorum. Hep yolunuzu gözlüyordum. İsteğim bir yatılı okulda okumak, yararlı bir insan olmak." "Okumayı çok mu istiyorsun çocuk?" "Evet efendim, çok istiyorum. Eğer bana yardımcı olursanız sizi hiç mahcup etmem." "Kaç yaşındasın Sabiha?" "On iki." Kızın masumluğu, rahat konuşması, ailesine bile yük olmak is­ tememesi, okumaya merakı Gazi'yi etkilemişti. Baktı: "Seni evlat edinirsem benimle gelir misin?" Sabiha iliştiğiiyerden ok gibi fırladı, büyük bir minnetle Gazi'nin boynuna sarılıp öylece kaldı. Gazi kızın başını okşayarak, Başyavere seslendi: "Bu kızın ablasını, ağabeysini bulun, konuşun, ailesi kabul ederse Sabiha bizimle gelsin." Başustune. Genel Sekreter Tevfik Bey ile Yaver Muzaffer Bey uzaktan izli­ yorlardı. Tevfik Bey gülerek, "Köşk yakında öksüz ve yetim çocuk­ lar yurduna dönecek" diye fısıldadı. Gazi Ankara'dayken Rukiye ve Zehra adında, biri Konyalı, biri Amasyalı iki kimsesiz çocuğu daha evlat edinmişti. Gazi yerine oturan Sabiha'ya, "Benim iki kızım daha var.." dedi,, "..Üçünüzü de okutacağım. Ders zamanı ders çalışır, oyun zamanı oynarsınız." 159



"Teşekkür ederim" Üçüncü Bölüm 195



"Bütün çocukların okumasını sağlamalıyız. Ama yazık ki dev­ letimiz şimdi bunu başaracak durumda değil. Çözmek zorunda olduğumuz o kadar çok dert var ki çocuk. Ama bütün çocukları­ mızı okutabileceğimiz, hepsine yaraşır işler bulacağımız günler de gelecek." 160



GAZİ 1 Ekim 1925 günü Bursa Dokuma Fabrikasının temel I atma törenine katıldı. Fabrikayı kuran şirketin ortaklarından, yöneticilerinden, ban­ kanın temsilcisinden, fabrikada çalışacak olanlardan daha sevinçli görünüyordu. Her fabrika uygarlığa doğru çok güçlü bir adımdı. Etkili bir konuşma yaptı. Konuşmasının bir yerinde dedi ki: "Bursa'da her şeye ait fabrikalar çoğalsın, hiç olmazsa türbele­ rinin sayısına yaklaşsın." 161



GAZİ'nin Balıkesir'e gelmesinden önce Balıkesir Müftüsü A. Esat Efendi bir bildiri yayımlayarak, uygar giysileri kabul etmede din açısından hiçbir sakınca bulunmadığını açıklamıştı. Bildiride şöyle diyordu: "îslamiyeti biçim ile görenler putperestlerdir. Bunların söyle­ diklerini doğrulayacak ne bir ayet, ne de bir hadis vardır. Kutsal dinimize bühtan (haksızlık) edenler sarık, fes, şapka arasında kar­ şılaştırma yapanlardır. Halbuki Yunanlılardan alınan fes hiçbir zaman din için bir simge olamaz." * Gazi Balıkesir'de de fesi atan halk tarafından karşılandı, iki gün kaldı. Şehir sorunlarını dinledi. Çeşitli kurulları kabul ederek konuştu. Eğitime, sağlığa, üretime çok önem vermelerini istiyordu. Belediye meydanında toplanan büyük kalabalığa seslendi. 'Püsküllü yadigâr' diye andığı fesin Türkleri dünyaya olumsuz tanıttığını söy­ ledi. Uygarlığı ve uygarlık yolundaki milleti övdü. İzmir'e gelmeden önce hiç üşenmeden Soma'ya, Kırkağac'a, Sart'a uğradı, her yerde konuştu. Akhisar'da da durdu. Türk Ocağı salonunu dolduran kadınlı ve erkekli topluluğa seslendi. Dedi ki: 161



"Devrimlerin temellerini her gün derinleştirmek, güçlendir­ mek gerekir. Birbirimizi aldatmayalım. Uygar dünya çok ilerde. Ona yetişmek, o uygarlık dünyasına girmek zorundayız. Bütün saf­ sataları, boş sözleri bırakmak lazım. Şapka giyelim mi, giymeyelim 196 Üçüncü Bölün)



mi gibi sözler anlamsızdır. Şapka da giyeceğiz, Batının her türlü uy­ gar eserlerini de alacağız. Uygar olmayan insanlar uygar olanların ayakları altında kalır." Osmanlının son iki yüzyılı bunun kanıtıydı. Akhisar'dan sonra son olarak Manisa'ya uğradı. Halk büyük bir azim ve hükümetin de desteği ile yanık şehri derleyip toparlamıştı. Geride bir tek yıkıntı kalmamıştı. Şehir yeniden kuruluyordu. Belediyede ilçelerden gelen kurulları ayakta kabul etti. Hep­ sinin ellerini sıktı. Dertlerini, dileklerini dinledi. Yaverlerine not aldırdı. Halk belediye binasının büyük salonunu doldurmuştu. Oda­ dan çıkıp salona geldi. Halka seslenerek azimlerini övdü. Bu sırada Salih Bozok Genel Sekreter Tevfik Bey'e "Ölüyorum yorgunluktan" diye dert yanıyordu. "Ben de." Gazi oturmayınca onlar da oturamıyorlardı. "..Kabiliyeti, cevheri olan bir millet darbelerden uyanıklık ka­ zanır. Felaketler insanları, aklı başında olan milletleri iyi hamlelere sevk eder. Siz bu iyi hamleleri yapmaktasınız. Sizi saygıyla selam­ larım." 162



İZMİR'de törenle ve İzmirlilerin içten, yürekten gösterileriyle karşılandı. Naim Palas oteline indi. Halk dağılmıyordu. Balkona çıkarak binlerce izmirliye teşek­ kür etti. Gece yarısı, önce Karşıyakalılarla dolu özel bir gemi gelip Naim Palas'ın karşısında kordona yanaştı. Gemi ışıklar ve bayraklar içindeydi. Alkışlar, sevgi haykırışları İzmir'i sallıyordu. Alsancaklılar evlerinde kalamadılar, yine gelerek otelin önünde toplandılar. Gazi balkona çıktı, Karşıyakalılara seslenerek teşekkür etti, "Annem size emanet" dedi. Sevgi dalgasının arkası kesilmiyordu. Biraz sonra bir başka gemi geldi ve Karşıyaka gemisinin yanında yer aldı. Bunlar Göztepelilerdi. Onların gemisi de ışıklar ve bayraklar içindeydi. Marşlar söylüyorlardı. Gazi Paşa onlara da çok teşekkür etti. İzmirliler Naim Palas'ın önünden zor ayrıldılar. Gazi, izmirli­ ler için uyanmak istemedikleri harika bir rüyaydı. 163



164



Üçüncü Bölüm 197



GAZİ PAŞA 16 Ekime kadar İzmir'de kaldı. Valiliği, Beledi­ yeyi, okulları ziyaret etti. Birçok kurulları kabul etti. Kemalpaşa yakınında yapılan sonbahar manevrasını izledi. Müstahkem Mevki Komutanlığının verdiği yemeğe katılarak orduyu Cumhuriyetin ve vatanın koruyucusu olarak niteleyip övdü. Bir İzmir sokağından geçerken Salih Bozok ile Rüsuhi Bey'e, pencereleri sardunya saksıları ile dolu sade evleri göstererek, "Bu yaşama sevinci işte." dedi, ".bütün şehirlerimiz böyle olsa. Ağacı, çimeni, çiçeği sevsek, evlerimizi süslesek, canlı olan her şeye saygı duysak. Kan davası gibi çirkin töreleri, kızların para ya da mal kar­ şılığı gelin verilmesi gibi ayıpları, tefeciliği, dilenciliği, yoksulluğu sona erdirsek. Ah çocuklar çok işimiz var!" AFET Bursa Öğretmen Okulu'nu Haziran 1925'te bitirmiş, babası İzmir e atanınca ailece İzmir'e gelmişlerdi. Redd-i İlhak İl­ kokuluna öğretmen olarak atandı. On yedi yaşında, deneysiz bir öğretmen olarak işe başladı. Atanalı üç hafta olmuştu. Daha ilk aylığı almamıştı. Deneyli öğretmenlere bakarak, sorarak görevini yapmaya çalışıyordu. İzmir'deki hanım öğretmenler Gazi Paşa'ya bir çay ziyafeti ver­ meyi düşündüler. Gazi geleceğini söyleyince harekete geçtiler. Bu ziyafete İzmir'deki bütün hanım öğretmenler katılacaktı. Ziyafet Kız Öğretmen Okulu'nun büyük salonunda verilecekti. Herkese bir iş düştü. Masalar, örtüler, tabaklar, bardaklar sağlana­ cak, salon ve masalar süslenecek, börekler, kurabiyeler, pastalar ya­ pılacak, koro hazırlanacak, kimileri de o gün çay yapacak, hizmet edecekti. Afet kendisine basit bir görev vereceklerini sanıyordu. Salonda beklemesi söylendi. Salon çok güzel düzenlenmişti. Öğretmenler heyecan içinde ayakta beklerken Gazi, Meclis Başkanı Kâzım Özalp Paşa, 2. Ordu Komutanı Fahrettin Altay, Vali ve Belediye Başkanı geldiler. Sevgi gösterileriyle karşılandılar.



Görevli bir öğretmen Gaziye ve birlikte gelenlere yol göste­ rerek masalarına kadar eşlik etti.'Masada ev sahibi olarak yaşlı bir öğretmen hanım da yer aldı. Gazi'den büyük saygı gördü. Bir öğret­ men elinden tuttu, Afet'i götürdü, onu da en genç öğretmen olarak Gazi ile Kâzım Paşanın arasına oturttu Afet korkudan Gazi'den 198 Üçüncü Bölüm



yana bakamıyor, konuşmuyor, soru sorarsa Kâzım Paşa'ya yanıt veriyordu. öğretmenler de öteki masa­ lara oturdular. Sahneye piyanist öğretmen ile genç öğretmenlerden kurulu bir koro geldi. Hepsi bir örnek sıkmabaşlı ve uzun beyaz giysi­ liydiler. Öğretmen baş eğerek, gençler diz bükerek Gaziyi ve ;,.M misafirleri selamladılar. Afet Hanım Öğretmen piyanonun başına geçti. Koro istiklal Marşı'na başlayınca hep birlikte ayağa kalkıldı. Marştan sonra orta yaşlı bir Öğretmen hanım kısa bir konuşma ile Gazi'ye öğretmenlerin minnet ve saygılarını sundu. Sahneye Selim Sırrı Tarcan ile öğrencisi Mualla Hanım gel­ diler. Gazi, Beden Eğitimi Genel Müfettişi Selim Sırrı Bey'in (Tar­ can) zeybek oyununu stilize ettiğini, çok güzel oynadığını duymuş, görmek istediğini söylemişti. Selim Sırrı Bey ve öğrencisi bu isteği yerine getirmek için gelmişlerdi. Piyano eşliğinde oynadılar. Büyük alkış aldılar. Gazi çok beğenmişti. Bir daha oynamalarını rica etti. Büyük dikkatle izledi. Oynadılar. Daha çok alkışlandılar. Gazi Selim Sırrı Bey'i ve Mualla Hanım'ı kutladı. Ayağa kalka­ rak öğretmenlere özetle şöyle dedi: "Hanımefendiler, beyler! Bu oyunu salonlarımızda, müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı her cemiyet salonunda ka­ dınla beraber oynanabilir ve oynanmalıdır." Genç öğretmenler çayları, tatlı, tuzlu yiyecekleri dağıtmaya başladılar. Afet Kâzım Paşaya bilgi verirken Afet'in annesinin SelanikDoyranlı olduğunu duyan Gazi ilgilendi. Orayı biliyordu. Aile hak­ kında bilgi alınca ilgisi daha da arttı. Afet'in anneannesi ve babasıy­ la konuşmak istedi. 165



Yarın gelin. "Başüstüne efendim." Üçüncü Holüm 199



"Adın neydi?" "Afet." "öğretmen olduğundan memnun musun Afet kızım?" "Evet efendim. Ama daha ileri bir öğrenim yapmak, daha iyi yetişmek istiyorum." "Ne öğrenimi yapmak istiyorsun?" "Tarihi J 1 "Ne kadar iyi olur. Belki en zayıf olduğumuz alan tarih. Bi­ zim tarihimiz hanedan tarihi. Hanedan tarihinden millet tarihine geçmemiz gerek. Milletimizin ve vatanımızın doğru tarihini yaban­ cıların yazdığı kitaplardan öğreniyoruz. Buna son vermemiz şart. Türklerin ve Anadolu'nun tarihine merak duy." •











*



ERTESİ GÜN Afet, anneannesi ve babası ismail Hakkı Bey Gazi'ye gittiler. Rumeli günlerinden, Doyran'daki çiftlikten söz etti­ ler. Gazi tehlikeli bir günde çiftlikte saklanarak canını kurtardığını söyledi. Aralarında bir yakınlık oluştu. İsmail Hakkı Bey, "Bir derdim var" dedi. "Nedir?" "Kızım yurtdışında yükseköğrenim görmek istiyor. Ama me­ mur aylığı ile bu isteği karşılamam imkânsız. Acaba Eğitim Bakan­ lığı yardımcı olamaz mı?" "Bakanlığın yardımcı olmasına gerek yok İsmail Hakkı Bey. Afet'in yabancı dil öğrenmesini ve yükseköğrenim yapmasını ben üst­ leniyorum. Önce Ankara'ya atanmasını sağlayayım. Sonrası kolay." 166



GAZI izmir den akşam törenle ayrıldı. Dumlupınar yakının­ daki Turak istasyonundan geçerken, gece geç saatte birçok meşale yakmış bekleyen köylüleri görünce treni durdurdu. "Nasılsınız, iyi misiniz?" "İyiyiz Paşa Hazretleri, sizi görmekle çok sevindik." "Bu sene geliriniz nasıl?" "Pek iyidir, memnunuz Paşa Hazretleri." "Zaten uğradığım her yerde halk da gelirden memnun olduğu­ nu söylediği için ben de memnunum. Nasıl, mültezimlerin kalkma­ sı iyi oldu değil mi?" â



200 Üçüncü Bölüm



"Çok şükür, mültezim belasından kurtulduk, bize işkence eden kalmadı" Birbirlerinden sevgiyle ayrıldılar. Uşak'ta birkaç saat kaldı. Küçük şehir yeni yeni kendine geliyordu. Köylerde şekerpancarı ta­ rımı başladığını öğrenerek sevindi. Köylülere bu iş için biraz avans da verilmişti. Yüzler gülüyordu. Uşak'tan Konya'ya geldi. Eski dost Hüseyin Ağa da karşıcılar arasındaydı. Şapkası elindeydi ama bir türlü içine sindirip de giyemiyordu. Gazi'yi kucakladı, gözlerinden öptü. Sevgiden ağladı. Şehirde yollar genişletiliyor, okul binaları onarılıyordu. Giyim­ deki yenilik de dikkati çekiyordu. Şalvarın, poturun yerini pantolon | almaya başlamıştı. Çoğu şapkalıydı, azı başı açık. Belediye Başkanı "Fes kayıplara karıştı" dedi. Öğretmenler Birliğini ziyaret etti. Uygarlığın önemini, gerekli­ liğini yalnız öğrencilere değil, halka da anlatmalarını, konferanslar vermelerini, halkla dost ve halka rehber olmalarını, düşünmesini bilen özerk insanlar yetiştirmelerini istedi. * Kız ve Erkek Öğretmen Okulu öğrencilerinin birlikte düzenle­ dikleri güzel müsamereyi de izledi. Kız ve erkek öğrencilerin ortak bir gösteri hazırlamaları bir ilkti. 166



Öğretmenler Birliğinin birçok şubesi, öğretmenlerin gönüllü olarak katıldıkları 'halk dershaneleri' açmıştı. Gazi bu güzel girişim dolayısıyla öğretmenlere bir daha teşek­ kür etti. |



Dönüşte Afyon'a uğradı. Burada da fes kayıplara karışmıştı.



Çoğunun başında geniş, düz kenarlı fötr şapkalar vardı.



167



Belediye­



nin verdiği ziyafete katıldı. 29 Ağustos gecesini anlattı. Afyon hal­ kına uygarlaşmaya verdikleri güçlü destekten dolayı teşekkür etti. 22 Ekim|1925'te Ankara'ya döndü. İstasyon çok kalabalıktı. Meclis'e kadar yürüdüler. Yolun iki yanı halkla doluydu. Gazi'yi şapkalarım sallayarak selamlıyorlardı. Gazi misafir olarak 2. Ordu Komutanı Fahrettin Altay Paşayı da birlikte getirmişti. Konuşarak ve selamlara karşılık vererek iler­ liyorlardı. "Büyük üniformanı yanına al demiştim. Aldın mı? Cumhuriyet balosuna katılacağız. Dans edeceğiz." Üçüncü Bölüm 201



"Aman Paşam, bizim ömrümüz dağda bayırda geçti. Ben dans bilmem." "Zarar yok, öğrenirsin. Çocuklarla ilgilenmesi ve iç düzeni sağlaması için İsviçre'den bir hanım getirttik. O sana öğretir." "Ne olur, beni affedin." "Düşmanı önüne katıp dörtnala İzmir'e girmiş senin gibi kah­ raman bir komutan dans etmekten korkar mı canım?" "Korkmak ne, ödü bile patlar." Çankaya Köşkünün yanında ikinci bir köşk daha vardı. Genel Sekreter ve yaverler o binada kalıyorlardı. Fahrettin Paşa için orada bir yer hazırlanmıştı. SABİHA ile birlikte evdeki çocuk sayısı üç olmuş, Afet'in Ankara'ya ataması yapılmıştı. Lozan'a gidene kadar köşkte kalacaktı. Afet, Gazi'nin çocuklarla ya da misafirlerle konuşmalarını din­ lerken, zengin kitaplığını incelerken, hiç yorulmadan çalışmasını iz­ lerken, onu tanımanın ne büyük bir talih olduğunu düşünüyordu. İsviçreli Madam Baver ağırbaşlı, elli beş yaşında, bilgili, gör­ gülü bir hanımdı. öğle yemeğini çocuklar, Madam Baver, Afet, Fahrettin Paşa ve Gazi birlikte yediler. Kızlar güzel giyinmişlerdi. Sofrada çok dikkat­ liydiler. Madam Baver'in çocukları çok çabuk eğittiği anlaşılıyordu. Öğleleri içki söz konusu değildi. Gazi, Fahrettin Paşa'ya, "Ben öğlenleri hiç içmem." dedi, "..Yal­ nız akşamları içerim. Keyfim için içerim. Yani alışkanlığım yoktur. Bu nedenle de istediğim zaman bırakırım. Görev sırasında bir damlasını ağzıma koymam, işe içki karıştırmam. İçilmesine izin de vermem." "Paşam bazı yobazlar." "Bırak şunları. Benim gizli saklı işim yok. İkiyüzlülük edip de gizli gizli içmem. Neysem oyum. Günahsa benim boynuma. Onlara ne? Hiç sevabım, hizmetim, memleket, millet hayrına bir işim yok mu? Neden onlardan bahsetmiyor bu dedikoducu küçük adamlar?" Madam Baver'e döndü, Türkçe konuştukları için Fransızca af diledi. Fahrettin Paşa'ya da açıkladı: "Hep Türkçe konuştuğum için özür diledimiBakarsın darılır da akşama dans dersi vermez. ' 1



202 Üçüncü Bölüm



Fahrettin Paşa'nın rengi kaçtı: "Akşama dans dersi mi var?" "Evet" f I Gazi ile Fahrettin Paşa öğleden sonra Meclis'e gittiler. Meclis Başkanının yeni kıyafeti konuşuldu. Frak ve silindir şapka giymesi öngörüldü. Topluma en saygı ifade eden milletlerarası kıyafet buy­ du. Meclis'e bu üstün saygıyı göstermek gerekti. Cumhuriyetin en büyük kurumu Meclis'ti. Başkan salona frak giymiş olarak ve elinde silindir şapkayla girecek, Meclisi fraklı olarak yönetecek ve bu ge­ lenek olacaktı. Fahrettin Paşa bazı ziyaretlerde bulunduktan sonra Ankara'yı gezdi. Çankaya'da bir dışişleri köşkü ile Fevzi Paşa için bir köşkün yapımı bitmek üzeriydi. Yeni ve güzel birçok bina, iki güzel okul yapılıyordu. İstasyon yolunun iki yanı süslenmişti. Akşam yemeğine yakın köşke döndü. Yemekte misafir olarak Tevfik Rüştü Aras ve eşi, Nuri Conker ve eşi, Ruşen Eşref ve eşi vardı. Çocuklar ipekli, süslü elbiseler, Afet ile Madam Baver de gece kıyafetleri giymişlerdi. Sofradan çabuk kalkıldı. Misafir salonuna geçildi. Küçük bir orkestra holde yer aldı. Gazi'nin isteği üzerine bir Viyana valsi çalmaya başladı. Madam Baver'le vals yaptılar. Çok güzel dans ediyordu. Alkışlandı. Fahret­ tin Paşa'ya "Haydi Paşam." dedi, ".sıra sizde." Paşa inledi: "Eyvah!" Misafirlere mazlum mazlum bakarak ayağa kalktı. Orkestra tangoya geçti. Madam Baver Paşa'yı idare etmeye, Paşa da ona uy­ maya çalıştı. Gazi çok neşelenmişti: "Müziğin temposuna ayak uydur, askerin yürüyüşte davulun sesine ayak uydurması gibi. Bravo! Oluyor işte." Gazi Afet'i, misafirler de eşlerini dansa kaldırdılar. Dansları halk oyunları izledi. Gazi orkestradan Sarı Zeybek'i çalmalarını is­ tedi. Kimse oynamayı beceremedi. Hepsini durdurdu. Tek başına, ağır ağır, yeri geldikçe dizlerini vura vura çok güzel, çok erkekçe oynadı. Afet Selim Sırrı Bey'den daha iyi oynadığını düşündü. Her­ kes hayran oldu. * 167



Üçüncü Bölüm 203



Köşkün çok yakınında, iki sınıflı küçük bir okul açılmıştı. Çev­ redeki ailelerin çocukları buraya devam ediyorlardı. Sabah okula gidecekleri için Madam Baver çocukları yatmaya yolladı. Çocuklar üst katta Zübeyde Hanım'ın kaldığı odada kalıyorlardı. CUMHURİYET BAYRAMI her yerde büyük törenlerle kut­ landı. Evlere, dükkânlara, devlet binalarına bayraklar, flamalar asıl­ dı. Taklar yapıldı. Gündüz kutlama törenleri, akşam fener alayları düzenlenecek, elektriği olan binalar donanacaktı. Cumhuriyet Bayramı Meclisin tören salonunda, Cumhurbaş­ kanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, hükümet, devlet ileri gelenleri, milletvekilleri, ko­ mutanlar, yüksek yöneticiler ve kordiplomatik tarafından kutlandı. Subaylar sırmalı, büyük üniformalarını giymişlerdi. Sonra Meclis önüne inildi. Geçit töreni başladı. Başlarında açılmış sancakları ile üç piyade alayı geçti. San­ caklar Cumhurbaşkanının önünde eğildiler. Alayları bir jandarma taburu, bir bölük deniz askeri, bir bölük süvari, bir otomobil kolu izledi. Halk mutluluk içinde alkışlıyordu. Çoğu bu yoldan çarıklı, yarı üniformalı, tüfekleri kayışsız askerlerin Sakarya Savaşı'na katılmak için istasyona gittiklerini görmüştü. Bu tertemiz, düzenli bir barış ordusuydu. Törene on uçaklı bir hava filosu da katıldı. On iki kişilik yeni Junger uçağı hava gösterileri yaptı. Gece ilk kez Yeni Bahçe salonunda balo verildi. Salon çok kalabalıktı. Baloda erkekler, kadınlar nasıl giyinir, bilen azdı. Uygun giyisisi olanların sayısı daha da azdı. Ama yüzler gülüyordu. Cum­ huriyet üçüttcü yaşına basmaktaydı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası üyelerinden kurulu kü­ çük bir orkestra dans müziği çalmak için yerini aldı. Salonun çev­ resine masalar yerleştirilmiş, orta kısım boş bırakılmış, duvarlar defne dalları, çiçekler ve küçük bayraklarla süslenmişti. 168



Gazi, Afet, üç kızı ve arkadaşları ile geldi. Ayakta, alkışlarla karşılandı. Ayrılan masaya oturdu. Bir görevli yeni çekilmiş bazı fo­ toğraflarını gösterdi. Milletvekili ve gazeteci Hakkı Tarık Us fotoğ­ raflardan birini anı olarak istedi. Gazi fotoğrafın üstüne eski yazı 204 Üçüncü Bölüm



İl



ile Hakkı Tarık'a diye yazıp imzaladı. Hakkı Tarık Bey'e baktı, yazıyı göstererek, "Bunu da halledeceğiz" dedi. Demek ki zamanı gelince alfabe devrimi de yapılacaktı. Orkestra sakin bir dans müziğine başladı. Kimsede dansa kal­ kacak cesaret yoktu. Herkes birbirini teşvik ediyor ama kimse kalkmayı göze alamıyordu. Bazıları dışarı kaçtılar. Dans bilen o kadar azdı ki. Gazi ilk dansı bir elçinin kızıyla yaptı. Bir yandan da bakışla­ rını dolaştırarak baloya gelmiş çiftleri dansa davet ediyordu. Dans etmesini bilen çiftler.piste çıktılar. Gazi elçinin kızına oturduğu yere kadar eşlik ettikten sonra, Başbakanla birlikte büyük üniformalarını giymiş subayların yanına geldi. Hepsine şampanya ikram etti. Şampanya dolu kadehler geldi. Kadehini subayların şerefine kaldırınca bir alkış fırtınası patladı. Genç subaylar Gazi'yi kucaklarcasına sardılar. Gazi de subayların kahramanlıklarını, memlekete yaptıkları hizmetleri Övdü. Bunlar gözlerini bile kırpmadan ölümün üzerine yürümüşlerdi. Cumhuri­ yet ordusu ile daima iftihar ettiğini söyleyerek paşaları ve subayları yüceltti. f Türkiye her şeyini, derin bir yoksulluk içinde adım adım kurul­ muş olan bu gazi orduya borçluydu. Gösterdiği fedakârlık ve yurtse­ verlik bakımından hiçbir ülkenin ordusuyla karşılaştırılamazdı. Bu yüzden en sade vatandaşın bile gözünde mübarek bir yeri vardı. Ertesi gün, gece ile ilgili bazı kusurları sayan Genel Sekreterini susturdu: "Hoşgör. Cumhuriyet daha çocukluk döneminde. Bu kusurla­ ra, çocuğunun kusurlarına bakan anne-baba gibi şefkatle, sevgiyle, anlayışla bak. Bu hanımlar iki yıl önce sokağa çıkamıyor, eşlerinin koluna girip de yürüyemiyorlardı. Bir o günü, bir bugünü düşün. Bunlar uygarlık fedaileri." 169



1698



BAKANLIKLAR, Cumhurbaşkanının yeni dönemi açış konuş­ masında değerlendirmesi için bir yıllık etkinliklerini ve yeni yıl için tasarılarını bildirirler, bu bilgiler Genel Sekreterlikçe birleştirilip Cumhurbaşkanına sunulurdu. Cumhurbaşkanı bu metine düşüncelerini, tavsiyelerini ekle­ meden önce, Başbakan ve Maliye Bakanını kabul ederek mali, iktiÜçimcü Bölüm 205



sadi durum hakkında ayrıntılı bilgi alırdı. Yıl içinde de iktisatla ilgili işlerle çok yakından ilgileniyordu. Bütçe disiplini, gereksiz yere tek kuruş harcamamak, bir işe gi­ rişmeden önce ciddi araştırma yapmak, gösterişten, savurganlıktan kaçınmak, Cumhuriyetin temel özellikleri olmuştu. Küçücük bütçeyle birçok iş bu dikkatle yapılıyordu. Yanlışlıkta inat etmiyor, hemen düzeltiyorlardı. 1 KASIM günü Meclis salonu da, balkonlar da doluydu. Bütün başlar açıktı. Bu kez kordiplomatik balkonu da doluydu. Bir gün için İstanbul'u bırakıp gelmişlerdi. Çok geçmeden toptan gelecek­ lerini biliyorlardı. Dinleyici balkonunda bazı hanımlar da vardı. Y. Kadri Bey'in hanımı fındık kabuğu şapkayla gelmişti. Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanının eşliğinde, tam vaktinde salona girdi. İkisi de fraklıydı. Frak ikisine de çok yakışmıştı. Her­ kes Cumhurbaşkanını r -Lo.a karşıladı. Gazi Başkanlık kürsüsüne çıktı. İrtica olayından, ordunun Cumhuriyeti korumada gösterdiği özveri ve başarıdan, halkın seferberliğe katılmadaki hızından söz etti, millete ve orduya teşekkür etti. Milletin uygarlığa olan özlemini, kolayca uyum sağlamasını anlattı. Cumhuriyeti örseleyen, uyumu engellemeye çalışan basını eleştirdi. Bir yılda elde edilen gelişmeleri açıkladı. İki konu üzerin­ de önemle durdu: Eğitim ve demiryolu. Yeni kanunların hazırlan­ makta olduğundan söz ederek yeni yılın da başarılarla dolu olma­ sını diledi. Ayakta alkışlandı. DİYANET İŞLERİ BAŞKANI Rıfat Börekçi Hoca, şapka konu­ sunda tereddüt geçirenleri aydınlatmak gereğini duydu. Anadolu Ajansı aracılığıyla görüşünü açıkladı: "Şapka giymekte dini ve vicdani sakınca yoktur!* Konyalı Hüseyin Ağa Gazi'yi elinde şapkayla karşılamıştı ama 'belki gâvur olurum' korkusuyla giyememişti. Diyanet İşleri Başka­ nının açıklamasını öğrenince, "Oh!" dedi, şapkasını, iç rahatlığı ile kulaklarına kadar geçirdi. 110



206 Üçüncü Bölüm



Kararname milletvekillerini bağlamadığı için hâlâ fes ve kal­ pak giyen birkaç muhalif milletvekili vardı. 5 KASIM 1925 günü Türkiye için bir başka büyük gün oldu. Hukuk Okulu'nun açılışı yapıldı. Açılış töreni Birinci Meclis salonunda yapıldı. Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Bakanlar, Ankara'daki hâkim ve savcılar, yöneticiler, okulda eğitim verecek profesörler ve ilk öğ­ renciler, salonda yerlerini almışlardı. Basın ordusu kendisine ayrı­ lan balkonu doldurmuştu >



Hukuk devrimleri d< ıemine girilmek üzeriydi. Adalet sistemi­ nin bir kısmı hâlâ medrese çıkışlı adaletçilerden oluşuyordu. İstan­ bul Üniversitesi Hukuk Fakültesi de, eskici hocalar yüzünden çağa açılmayı başaraman | Medrese anlayışı ile yeni hukuku anlamak, yorumlamak, uygulamak, geliştirmek mümkün değildi. Çağdaş ya­ saları uygulayacak bilgili, laik, adil, elbette Cumhuriyetçi hâkimlere ihtiyaç vardı. Hukuk Okulu bu amaçla kurulmuştu. Adalet mülkün, yani Türkiye Cumhuriyeti'nin temeliydi. Açılışı Türk hukuk tarihi bakımından çok önemli bir konuş­ ma ile Cumhurbaşkanı Gazi Paşa yaptı. Hayatta büyük dönüşüm­ ler yaşandığını açıkladı. Eski, bağnaz hukuk anlayışının Osmanlı Devleti'ne çok pahalıya mal olduğunu söyleyerek, özetle dedi ki: "..İstanbul'u ebediyen Türk camiasına mal etmiş olan kuvvet ve kudret, yaklaşık aynı yıllarda icat edilmiş olan matbaayı Türkiye'ye kabul ettirmek için hukukçuların uğursuz mukavemetini yeneme­ miştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi doğduğu zaman, onun mahi­ yet ve vaziyetini, hukuki ve ilmi esaslara aykırı sayanların başında istanbul'un en ünlü hukukçuları bulunuyordu. Meclis'e, egemen­ liğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ifade eden kanunu tek­ lif ettiğim zaman, bazı tanınmış hukukçular, bu esasın, Osmanlı Anayasasına aykırılığını ileri sürerek karşı çıkmışlardı." Konuşmasının sonunda öğrencilere seslendi: "öğrenci efendiler! Yeni Türk toplum hayatının kurucusu ve kuvveti olmak iddi­ asıyla tahsile başlayan sizler, Cumhuriyet devrinin hakiki hukuk âlimleri olacaksınız. Bir an önce yetişmenizi ve milletin isteğini fii­ len karşılamaya başlamanızı millet sabırsızlıkla beklemektedir. Sizi Üçüncü Bölüm 207



I



yetiştirecek olan profesörlerin görevlerini hakkıyla yerine getire­ ceklerine eminim. Cumhuriyetin güvencesi olacak olan bu büyük kurumun açılı­ şında duyduğum mutluluğu hiçbir teşebbüste duymadım." Ayakta alkışlandı. Mahmut Esat Bey yanında duran Tevfik Rüştü Aras'a, büyük bir gururla, "Buradan Cumhuriyetin, laikliğin, uygarlığın, bağım­ sız adaletin, insan haklarının, insana saygının korucuyusu ve gele­ ceğimizin güvencesi Cumhuriyet savcıları ve hâkimleri yetişecek" dedi. Eseriyle haklı bir gurur duyuyordu. Kalktı, o da hukuk ağırlıklı çok güzel bir konuşma yaptı. 171



171a



6 KASIM cuma günü Ankara'ya özgü güzel bir sonbahar gü­ nüydü. Gazi birçok dostlarını pikniğe gitmek üzere köşke çağırdı. "Ne getirelim?" diye soranlara, "Yere sermek için bir şeyler getirin. Ne olur ne olmaz biraz sıkıca giyinin" dedi. Aşçıya, yardımcısına, iki sofracıya çok acele hazırlık yaptırdı. İlgaz ormanlarından Özenle kökleriyle birlikte çıkarılan büyük ağaçlar bahçe olarak ayrılan yere dikilmişti. Tahsin Coşkan'a telefon edip bahçe olarak ayrılan yerde hazırlık yapmasını istedi. Bu sırada Uşak'ta Nuri Şeker ve arkadaşlarının öncülük ettik­ leri Uşak Şeker Fabrikasının törenle temeli atılıyordu. Uşak için bü­ yük gündü. Şirket yönetimi uzun araştırmalardan ve görüşmelerden sonra fabrikayı yapması için Çek Skoda fabrikası ile anlaşmıştı. Öğleye doğru davet edilen bakanlar, milletvekilleri ve arka­ daşları eşleriyle birlikte geldiler. Afet, çocuklar, Rüsuhi Bey, İsmail Hakkı Bey ile eşleri ve çocukları da hazırdı. Madam Baver bir devlet başkanının böyle çoluk çocuk, hiçbir protokol kuralının geçerli ol­ mayacağı bir pikniğe katılmasını doğru bulmuyordu. Oysa Gazi'nin asıl aradığı da bu ortamdı. Madam Baver'i köşkte bıraktı. 1710



Arabalara doluşup yola çıktılar. Yolda epey silkelendiler ama Çiftliği görünce hepsinin yüzü güldü. Ana yollar yapılmış, bazı tar­ lalar, sebze bahçeleri, bağlar ekilmiş, dört bir yana binlerce fidan dikilmişti. En yakın bataklık kurutulmuştu. Artezyen kuyularından fışkıran sular kanallardan akarak büyük dereye karışıyorlardı. I 208 Üçüncü Bölüm



Yunus Nadi Bey



Ruşen Eşref Bey



Falih Rıfkı Bey



Tahsin Bey, büyük ağaçların bulunduğu bahçede açık ve kapalı çadırlarla çok güzel bir düzen kurmuştu. Tahtadan yapılmış birkaç masa, birkaç hasır koltuk, küçük hasır tabureler vardı. İşçibaşı ço­ cuklara salıncak yapmaları, atlamaları için ipler de buldu. Yerlere hasırlar, kilimler, battaniyeler serildi, öbek öbek masalara, yerlere dağıldılar. Kimi uzandı, kimi oturdu. Bazıları yürüyüşe çıktılar. Kuşku duymaya gerek yoktu artık. Belli ki Çiftlik iki-üç yıl son­ ra cennet gibi olacaktı. Salih Bozok Nuri Conker'e "Yine yenildik" dedi. Nuri Conker "Sus." dedi, "..Hatırlatma." Aşçı tuğladan bir ocak yaparak ateş yaktı. Şişleri hazırlamaya başladı. Gereken her şeyi getirmişti. Bir sofracı isteyenlere kahve yaptı. Gazi, Yunus Nadi, Falih Rıfkı Atay ve Süreyya Yiğit bir masa­ da oturmuşlardı. Gazi Uşak Şeker Fabrikasının temelinin atıldığını bildirdi. Yüzü parlıyordu: "Dans, balo filan hepsi vesile, hepsi bahane. Bizim hayalimiz­ den bile geçmeyen o makineler, cihazlar, aletler, bilimsel buluşlar, sanat ve düşünce esefleri, elbette rastlantı ya da talih işi değil. Hep­ sinin arkasında canlı, uygar, özgür, rahat bir hayat var. İlerlemek için bu canlı hayatı sağlamak, üzerimizdeki yüzlerce yıllık bağnaz­ lık tozunu silkelemek zorundayız. Hayata kapalı insanlarla uygarlık yarışına girilebilir mi?" Kılıç Ali ile Rüsuhi Bey bir köşeye çekilmişlerdi. Kılıç Ali Bey, " L a t i f e Hanım'dan ayrılmak Gazi'yi bayağı s a r s m ı ş t ı . , " dedi, " . . E s k i



neşesine kavuştu değil m i ? " "Evet. Çocuklar ilaç gibi geldiler" Üçüncü Bölüm 209



Salih Bozok



Kılıç Ali



Nuri Conker



Ruşen Eşref Bey'in hanımı, Leman Hanım, Yakup Kadri ve Mahmut Esat Beyler yürüyerek konuşuyorlardı. Ruşen Eşref Bey'in hanımı, "Medeni Kanun çıkınca kadınlar erkeklerle eşit haklara sa­ hip olacaklarmış" dedi. Leman Hanım kuşkuyla Mahmut Esat Bey'e sordu: "Doğru mu beyefendi?" "Evet. Bir komisyon uzun zamandır çalışıyor. Birçok ülkenin medeni kanunlarını inceledik. En demokratı İsviçre Medeni Kanuau. Onu kabul ettik. Yakında Meclis'e sunacağız." Leman Hanım, "İnanmam.." dedi, "..Kadınlara seçme-seçilme hakkını vermeyen bir Meclis, böyle bir kanunu kabul eder mi? Bir bahane bulur, reddeder. Reddedemezse erteler, unutturur." Kızlar salıncak kurmuş, çığlıklar atarak sallanıyorlardı. Nuri Bey, Salih Bozok, İsmail Hakkı Bey ve oğlanlar top oynuyordu. Afet Fransızca çalışıyordu. Bazı hanımlar biraraya gelmiş hafiften şarkı söylüyorlardı. Zehra koşarak geldi, Gazi'ye "Sizi bekliyoruz" dedi. "Peki kızım. Geliyorum." Masadakilere döndü: "..Ne içerdeki gericiler rahat durur, ne Lozan'ı imzalamak zo­ runda kalan büyük devletler bize rahat verir. Sürekli uyanık olmalı, ordumuzu güçlü tutmalıyız. Neyse. Ben birazdan gelirim." Kalktı. Kızların yanına gitti. Kızlar Gazi'yi salıncağa bindirdi­ ler. Salıncağı kahkahalar atarak, sevinç ve mutluluk içinde sallama­ ya, bağırmaya, zıplamaya başladılar. Herkesi başlarına topladılar. Madam Baver bu sahneyi görse belki de yüreğine inerdi. l71c



210 Üçüncü Bölüm



DAHA şapka kanunu çıkmış değildi. Halk Gazi'nin bir konuş­ masıyla gönüllü olarak fesi atmıştı. Kimi şapka giyiyordu, kimi kas­ ket, hatta kimi bere, bir kısmı da başı açık geziyordu. Fes kaybol­ muştu. İrtica bu gelişimden hiç memnun olmamıştı. İskilipli Atıf Hocafaın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı broşürü gerici çevreleri etkilemişti. Bu çevreler için her çeşit yenilik bidatti, yani dinde sapkınlık demekti. Bunlar zamanın aktığının farkında değillerdi. Şapkaya, türbelerin kapatılmasına, görevliler dışındakilerin sarık ve cüppe giymelerinin yasaklanmasına kızanlar, bazı şehirler­ de şapka konusunu vesile ederek halkı hükümete karşı kışkırtmak, ayaklandırmak için birkaç gün farkla harekete geçtiler. ilk ciddi olay 14 Kasım 1925'te Sivas'ta patlak verdi. Mehmet Necati ve arkadaşları duvarlara şapka aleyhinde, yönetime küfür­ lerle dolu beyannameler yapıştırdılar. 22 Kasımda Kayseri'de Mekkeli Ahmet Hamdi adlı biri halkı tepki olarak sarık sarmaya davet etti. Halkı kışkırtmak için 'Kuran'ın kaldırılacağını' ileri sürdü. 4050 kişi sarık sararak sokağa çıktı. 24 Kasımda Erzurum'da Gâvur imam ve arkadaşlarının kışkırtması dolayısıyla bir ayaklanma ya­ şandı. Esnafın bir kısmı dükkânlarını kapattı. Valinin evi önünde "Biz gâvur memur istemeyiz" diye bağırdılar. Sayıları 3.000 kişiyi buluyordu. Çatışma çıktı. Bir jandarma subayı ağır yaralandı, halk­ tan üç kişi öldü. l71d



172



Bunun üzerine hükümet 25 Kasımda Erzurum'da bir ay süreli sıkıyönetim ilan edecektir. 25 Kasımda Rize'de de olaylar çıktı. Kışkırtıcılar eşkıya ile or­ tak hareket ediyorlardı. Bir jandarma karakolunu basıp altı jandar­ mayı esir aldılar. Peçeli Mehmet halka dedi ki: "Ey ahali, Ankara ihtilal içindedir. M. Kemal Paşa üç yerinden yaralı olarak doktorlar elindedir. İsmet Paşa ortadan kaldırılmıştır. Dindar paşalar hükümeti ele aldılar, şeriatı kurtarıyorlar. Korka­ cak bir şey kalmamıştır. Erzurum yapacağını yaptı. Biz de iştirak edelim." 173



Eşkıya fırsattan yararlanarak Rize'yi yağmalamak istiyordu. Ayılan köylüler engel oldular. Bu olayla ilgili görülen 143 kişi tu­ tuklandı. 174



Üçüncü Bölüm 211



w



BAĞNAZLAR en önemli, hayati, milli sorun diye başlık konu­ suyla uğraşırlarken, hükümet büyük bir gizlilik içinde Türkiye'de savaş sanayiinin kurulması için ciddi bir hazırlıktan sonra bir ka­ nun tasarısı hazırlamıştı. Meclis'ten hükümete 150 milyon lira gibi jfbüyük bir ödenek vermesi istenecekti. Bu ödenek yıllara bölünerek harcanacak, hazine zorlanmayacaktı. Milli Mücadele sırasında çekilen sıkıntıları kimse unutmamış­ tı. İstanbul'dan ve Rusya'dan, binbir»güçlükle kaçak silah ve cepha­ ne getirilerek savaşılabilmişti. Ordusu silah ve cephane bakımından dışa bağımlı bir devlet ileriye güven içinde bakamazdı. Yapılan plana göre yıllar içinde bin uçak alınacak, Anadolu'nun* merkezinde top, tüfek, mermi, fişek, barut fabrikaları ile bunlara yardımcı sanayiler ve Gölcük'te bir tersane kurulacak, ilk aşamada iki de denizaltı ısmarlanacaktı. Yunanistan'ın silaha ve cephaneye büyük paralar ayırdığı, İn­ giltere ile gizli anlaşmalar yaptığı öğrenilmişti. İngiltere ve İtalya da iki başka tehlikeydi. Büyük devletler Cenevre'de toplanarak silahlanmayı sınırla­ mak için bir anlaşma imzalamışlardı. Ama sınırlama başka ülkeler içindi. Kendileri silahlanıp duruyorlardı. Konu 18 Kasım günü gizli oturumda Meclis'e arz edildi. Gizli­ lik gereği konu yazılı gündemde yer almadı. Kanun metni okundu ama tutanağa geçirilmedi. 19 Kasım günü açık oturumda, hiç görüşülmeden, kapalı ifa­ deli bir tasarı ile savaş sanayii kurulması sessizce kabul edildi. l74a



20 KASIM 1925 günü büyük bir güzellik yaşandı. Yahşıhan'a ulaşmış olan demiryolu, tünellerden ve yarlardan geçirilip 133 km. daha uzatılarak Yerköy'e ulaştırılmıştı. Ankara-Kayseri yolunun ya­ rışma varılmış, Kayseri'ye 208 km. kalmıştı. istasyonlar da bitmişti. Yollar, binalar, telgraf hatları ve gö­ revlilerin giysileri yepyeni, pırıl pırıldı. Bayraklar dalgalanarak bu uygarlık zaferini alkışlıyorlardı. Yol ve istasyonlar törenle hizmete açıldı. | 175



Bazılarını şaşırtan bu hızın sırrı, sevgi ve bilgiydi. 212 Üçüncü Bölüm



ANKARA İstiklal Mahkemesi şapka vesile edilerek halkı is­ yana kışkırtma olaylarına bakmak üzere 24 Kasım akşamı ilkönce Kayseri'ye gitmek üzere yola çıktı. İstiklal Mahkemesi yoldayken ve şapkayı bahane eden ayaklan­ ma olayları sürerken, Meclis'te bir kanun tasarısının görüşmelerine başlanacaktı: Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun! Ortaçağ kalıntıları direnirken, Türkiye Büyük Millet Meclisi fes konusunu sonsuza kadar tarihe gömmeye hazırlanıyordu. 25 Kasım günü ilk oturum saat 14.10'da açıldı. Kısa süren gö­ rüşmelerden sonra Konya milletvekili Refik Koraltan ve arkadaşla­ rının önerdikleri kanun tasarısına sıra geldi. Refik Bey tasarının öncelikle görüşülmesini önerdi. Kabul edildi. Adalet ve içişleri Komisyonlarının raporları okundu. İki komis­ yon da zaten halkın büyük çoğunluğu tarafından benimsenmiş olan şapkanın kabulünü olumlu buluyordu. Büyük Taarruz sırasında 1. Ordu Komutanı olan Nurettin Paşa askerlikten ayrılarak Bursa'dan bağımsız adaylığını koymuş ve ka­ zanarak Meclis'e gelmişti. Başında hâlâ kalpak vardı. Eğer o bu ko­ nuda söz almasa tasarı hızla kanunlaşacaktı. Meclis hazırdı. Nurettin Paşa söz aldı, yazılı bir önergesi olduğunu ileri süre­ rek okunmasını istedi. Başkan okuttu. Nurettin Paşa 'şapka tasarı­ sının' anayasaya, kişisel haklara, Cumhuriyete aykırı olduğunu ileri sürüyor, reddini istiyordu. Meclis büyük tepki gösterdi. Ardarda birçok milletvekili söz aldı. Nurettin Paşanın yakla­ şımını şiddetle eleştirdiler. Nurettin Paşa'nın anlayışının uzantıları bu sırada Rize'de eşkıya ile birlikte hükümet kuvvetleri ile çatışı­ yorlardı. Halkın şapka giymesi zorunlu değildi. Nitekim isteyen kasket, bere, kep giyebilecekti. Yasaklanan festi. Sarığı da resmi din görev­ lileri takabileceklerdi. Simitçinin, faizcinin, at cambazının, dilenci­ nin sarık sarması laubaliliği sona ermişti. Bu bütün din görevlilerini çok memnun eden bir karar olmuştu. Bütün din görevlileri Diyanet işleri kadrosuna alınarak hepsi devlet memuru güvencesine kavuş­ muş, halkın yardımıyla yaşamaktan, kısacası sadaka toplamaktan kurtulmuşlardı. Uzun yıllar bunun kadrini bildiler. 1753



176



Üçüncü Bölüm 213



II



Nurettin Paşa'dan başka tasarıya karşı çıkan olmadı. Şapka Gi­ yilmesi Hakkındaki Kanun kabul edildi. Kanuna göre milletvekilleri de bu kanuna uymak zorundaydılar. Nurettin Paşa kalpağını evde bırakacaktı. 177



27 KASIMDA da Maraş'ta şapka bahane edilerek olay çıka­ rıldı. 27 kişi tutuklandı. Bu sayıya sonra 32 kişi daha eklenecekti. Aralarında ünlü 31 Mart gericilik olayına karışmış olanlar da vardı. I Bazıları hapisaneyi basıp mahkûmları serbest bırakma girişiminde bulunmuşlardı. Bu olayı Giresun olayı izledi. Burada da 60 kişi tu­ tuklandı. Hepsine Ankara İstiklal Mahkemesi bakacaktı. AFET Eğitim Bakanlığının verdiği izin ve Gazi'nin desteği ile Lozan a gelmişti. Az çok bildiği Fransızcayla kalacağı yatılı okulu buldu. Bu Rochemont adında, yalnız yabancı kız öğrencilerin alındığı özel bir okuldu. Sabahları dil ve dille ilgili dersler görülüyor, Öğle­ den sonralarını piyano, biçki-dikiş, sanat, sanat tarihi, spor çalış­ maları dolduruyordu. Geceleri de zaman zaman tiyatroya, baleye, sinemaya gidiyorlardı. Eğitimin ağırlığı, sanat çalışmalarının çokluğu, sosyal etkin-' likler Afet'i şaşırttı. Gördüğü eğitimle buradaki eğitim arasında ne kadar büyük fark vardı. Türkiye bugün Avrupa ile eşit halde olsa, aradaki eğitim farkı yüzünden yine hızla geri kalır diye düşündü. Batı yürümüyor, ko­ şuyordu. Türkiye'de bir grup insan ise şapkayı bahane ederek ayak­ lanıyordu. 178



DOĞU reform raporu, ilgili bütün makamlarca dikkatle ince­ lenip tartışılmıştı. Öbür iller biliniyordu. Ama Dersim bir kapalı kutuydu. Deneyli bir yöneticinin Dersime yollanması, sorunu ye­ rinde incelemesi ve doğru bilgiler edinmesi kararlaştırıldı. Bunun için Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey seçildi. Diyarbakır Valiliğine geniş genel kültürü olan Cemal Bardakçı atanmıştı. Onun da Dersim ve Dersimliler konusuyla yakından il­ gilenmesi istendi. 214 Üçüncü Bölüm



Hükümet elli binden fazla, yurttaşın yaşadığı Dersim konusunu çok önemsiyordu. Dersimlileri ağalık/beylik düzeninin şartların­ dan, yoksulluktan kurtarmak, özgürlüğe kavuşturmak Cumhuriye­ tin boynuna borçtu. Ayrıca bir devlette başına buyruk, halkı silahlı bir bölgenin yer alması da düşünülemezdi. Silahsızlandırılması da gerekiyordu. 1784



30 KASIM 1925 Pazartesi günü Meclis'te görüşmeler başlaya­ caktı. Ziller çalınıyordu. Milletvekilleri salona girmeye başladılar. Meclis Başkanı Kâzım Özalp Paşa, frak giymiş olarak, elinde silindir şapka başkanlık kürsüsüne geldi. Şapkayı kürsünün sol ya­ nına koydu. Yerine oturdu. Saat 14.20'ydi. Salon doluyordu. Başkan oturumu açmadan bir alkıştır koptu. Önündeki notlara bakan Ahmet Ağaoğlu "Ne oluyor?" diye söylendi. Yanındaki arka­ daşı, "Karşıya bak" dedi. Baktı. O da alkışa katıldı. Başkanlık kürsüsünün arkasındaki duvara bir levha asılmıştı: "Hâkimiyet milletindir" Bu güzel levha Gazi'nin Türkiye'ye mal olmuş büyük idealinin bir özetiydi. Türkiye'nin bu konudaki kararlılığını da belirtiyordu. 179



BAKIRKÖY'de İstanbul caddesinde Öğretmenler Birliği lokali açılmıştı. Bu gelişim yalnız öğretmenleri değil, Bakırköylüleri de sevindirdi. Çünkü gecikmeden halka açık konferanslar, konserler başladı. Birçok il ve ilçede, bazı büyük nahiyelerde konferanslar, kurslar dü­ zenleniyor, Halk Dershaneleri sayıca gelişerek sürüyordu.. Bakırköy kaç-göçün en çabuk tarihe karıştığı yerlerden biriydi. Birçok ailelerde kaç-göç kalkalı zaten yıllar olmuştu. Konferanslara ailece geleceklerdi. Bu uygar, güzel hava, tutucu aileleri de yavaş yavaş yumuşatıp çağa açacaktı. İlk konferansı Taş Mektep'in müdürü verdi. Konu Türk tari­ hiydi. İkinci konferansı Nezihe Muhittin Hanım verdi. Dinleyici­ ler salona sığmadılar. Üçüncü etkinlik bir konser olacaktı. Eski adı Üçüncü Bölüm 215



I



İttihad-ı Osmani olan özel okulun müzik öğretmeni Afife Hanım Napoliten şarkılar söyleyecekti. {Daha sonra Faruk Nafiz, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Halit Fahri Ozansoy, Şükûfe Nihal gibi yeni şairlerin katılacağı bir şiir günü düzenlemek istiyorlardı. ÇANKAYA'daki küçük okulda okuyan kızların bilgilerini yok­ layan Gazi, iyi yetişmediklerini görmüş, Rüsuhi Bey'i bunun nede­ nini öğrenmekle görevlendirmişti. Gazi çalışırken Rüsuhi Bey ile Genel Sekreter Tevfik Bey gel­ diler. "Evet?" Rüsuhi Bey bilgi sundu: "Öğrencilerin çoğu hatırlı kimselerin çocukları. Öğretmen bu yüzden öğrencileri sıkmıyor, ders yapmak yerine daha çok oyun oynatıyormuş" \ Gazi Tevfik Bey'e, "İlgililerle konuş." dedi, "..bu dalkavuk öğ­ retmeni oradan alsınlar. Hatır gönül dinlemeden öğretmenliğin ge­ reğini yapacak birini yollasınlar." "Peki efendim." "Tevfik Bey, gücendirmeden Madam Baver'in de memleketine dönmesini sağlayın. Kadın burasını saray sandı. Burası, milletinin verdiği görevi yapan bir adamın evidir" "Anladım efendim."



ARALIK ayı başında Ziya Hurşit, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf Ankara'ya geldiler. Ziya Hurşit kapanan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin misafirhanesinde kaldı, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf bir otelde. Meclis'i, Meclis ile Çankaya Köşkü arasındaki yolu inceledi­ ler. Eskişehir milletvekili Arif Bey'in (Ayıcı) evi bu yol üzerindeydi. Evinde görüştüler. Şükrü Bey Çankaya yolu üzerinde iyi bir pusu yeri bulduğundan söz ediyordu. Bir terslik oldu. Şükrü Bey akşam içkiliyken Sabit Bey'e (Sağıroğlu) birtakım sözler etmiş. Sabit Bey bu sarhoş sohbetinden Gazi'ye suikast yapı­ lacağını anlamış. Tartışmışlar. 216 Üçüncü Bölüm



Sabit Bey sabah erkenden Rauf Bey'e bu bilgiyi yetiştirdi. Rauf Bey ilk olarak Ziya Hurşit'in ağabeyi Ordu milletvekili Faik Bey'i (Günday) uyandırdı. "Sen uyuyorsun, felaket var! Senin kardeşin ile Şükrü Bey sui­ kast tertip etti. Bugün yapacaklarmış. Sabit Bey haber verdi. Bunun önüne geçeceksin!" Faik Bey Şükrü Beyle konuştu. Şükrü Bey, "Yok yahu." dedi, "..Sabit Bey'in kuruntusu. Söz konusu bile değil." Bu kadarla kalma­ dı, yemin de etti. Şükrü Beyin yemini Faik Bey'in kuşkusunu geçirmemişti. Çok huzursuzdu. Ziya Hurşit'e "Çabuk İstanbul'a dön" dedi. Ziya Hurşit ağabeyine karşı çıkamadı. Laz İsmail ve Gürcü Yusuf'la birlikte, Gazi Paşa'yı öldüremeden İstanbul'a döndü. Şükrü Bey'in boşbo­ ğazlığı yüzünden bir fırsat kaçmıştı. Şükrü Bey Rauf Bey ile yöneticilere de ciddi bir şey olmadığını, olayın Sabit Bey'in kuruntusundan ibaret olduğunu kesin bir dille söyleyip yine yemin etti. Oysa Sabit Bey iddiasında ısrar ediyordu. Faik Bey de suikast yapacaklarına inanmıştı. Rauf Bey ve yönetici durumundakiler, buna rağmen bu olayı kurcalamadı, hükümete haber vermedi, kim­ seyi uyarmadılar. Nedense hiç olmamış saymayı tercih ettiler. Bunun bedelini ağır ödeyeceklerdi. 180



16 ARALIKTA Milletler Cemiyeti Konseyinden korkulan ha­ ber geldi: Konsey, geçici olarak saptanmış olan Brüksel hattını, Türkiye-Irak sürekli sınırı olarak kabul etmişti (bugünkü sınır). Bu karar kesindi. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ile Milli Savunma Bakanı toplandılar. Çok üzgündüler. Ka­ rar metni incelendi. Üç kişilik kurul da, Milletler Cemiyeti Konseyi de, İngilizlerin etkisi ve yönlendirmesi doğrultusunda hareket et­ miş ve karar vermişlerdi. Şeyh Sait isyanı da bu konuda İngilizlere yardımcı olmuş, bir vatan parçası elden gitmişti. "Ah!"



t



Uzun bir sessizlikten sonra Gazi durumu değerlendirdik Üçüncü Bölüm 217



"Bu haksız kararı kabul etmeyiz. Orduyu yürütür ve Musuı a gireriz. Bu zor bir şey değil. Bunun ayrıntılı planları da hazır. Değil mi paşam?" Fevzi Paşa başını sallayarak Gazi'yi onayladı. "Ama Musul'un güneyinde İngiltere'ye karşı bir savaş cephesi açmış oluruz. Bu savaşı ne kadar sürdürebiliriz? Ana sorun bu. Ay­ rıca Milletler Cemiyeti'ni de karşımıza almış olacağız. İngiltere'nin, bizi iki ateş arasında bırakmak için Mussolini'yi kışkırtarak, Ege'de ve Güneybatı Anadolu'da başımıza yeni bir sorun açtırması da uzak bir olasılık değil. Bu olasılığı da dikkate almak zorundayız." * 180



Fevzi Paşa, sıkıntı içinde, "Doğru" dedi. "..Yunanistan'la da nüfus değişimi konusunda hâlâ türlü an­ laşmazlıklar içindeyiz. Gerginlik sürüyor. İngiltere, uydusu olan Yunanistan'ı da kullanabilir. Olasılıklar bunlar. Ya da Efendiler, Milletler Cemiyeti'nin bu haksız kararını kabul ederek barışı seçer, memleketimizi imar etmeye, güçlendirmeye devam ederiz." Hepsinin başı önüne düştü. Savaş sanayii kurulmuş olsaydı ya da paraları yetseydi de uzun­ ca sürecek bir savaşa yetecek kadar silah ve cephane stok edebilse­ lerdi, bu haklı savaşı göze alabilirlerdi. Ne savaş sanayileri vardı, ne uzun sürecek bir savaşa yetecek kadar stokları. Hava kuvvetleri de henüz güçlü değildi. Bu durumda savaşa girmek sonu karanlık bir \ macera olurdu. Yenilirlerse Lozan'da saptanan sınırlar bile tehlike­ ye girerdi. Cumhuriyeti kuranlar arasında maceracı, kumarcı yoktu. Hiçbir zaman duygularına, kişisel görüşlerine, heveslerine, hırsları­ na kapılmamış, vatanı bu sayede esenliğe çıkarmışlardı. Konu Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu'nda da derin bir acı içinde görüşüldü. Sonuçta Gazi, "Barışı seçersek.." dedi, "..Musul'u İngilizlere değil, kardeşTraklılara bıra­ kacağımızı düşünerek teselli bulabiliriz."



l80b



Bakanlar Kurulu, sonra da Meclis, barışı seçti. fe , H A M D U L L A H SUPHİ BEY bir süredir hastaydı* Bu önemli



görevi yürütemeyeceğini söyleyerek bakanlıktan istifa etti. Yorgun­ luktan sinirlerinin zayıf düştüğü söyleniyordu. 218 Üçüncü Bölüm



Gazi ve İsmet Paşa, yerine getirilecek bakanı çok düşündüler. Vasıf Çınar Prag'a elçi olarak gönderilmişti. Eğitim büyük hamle, geniş görüş, enerjik bir bakan istiyordu. Sonunda M. Necati Bey'i seçtiler. Başarı­ lı bir bakan olacağını biliyorlardı. Necati Bey başarıyı aşacak, tarihe efsane bir bakan olarak geçecekti. Kutlayıcıları kabul etmeden önce Müste­ şardan eğitimle ilgili sayıları istedi. İnceledi. Alnı ter içinde kaldı. Yoklukları yenmesi ge­ rekecekti. Bu çetin işi idealist, bilgili, ytırtsever eğitimciler ve öğretmenlerle başarabilirdi. Birkaç ilkesini Müsteşar Nafi Atuf Bey'e (KanMustafa Necati Bey su) söyledi: "Hiçbir öğretmenin isteği olmadan yeri değiştirilmeyecek. Bakanlığa gelen öğretmenler, yöneticilerle sıra beklemeden görüşebilecek. Her yeni atanan öğretmen bana bil­ dirilecek. Kendisine başarı dileyen mektup yollamak istiyorum. Öğretmenlerin şikâyetlerinden haberli olacağım. Başka düşünce­ lerim de var. Müfettişlere, öğretmenlere geliştirme kursları aça­ lım. Bir meslek dergisi çıkaralım. Böylece bilenlerin bilgilerini bütün öğretmenlere yayalım. Halk dershanelerini çoğaltmanın yollarını arayalım." 181



EĞİTİMLE ilgili üçüncü Bilim Kurulunun toplanmasına ön­ ceden karar verilmişti. Eğitim Bakanlığı bunun hazırlığı içindeydi. Cumhuriyet eğitiminin önemli sorunları vardı. Kurul 26 Aralık 1925 sabahı Eğitim Bakanlığında toplandı. Yeni Bakan toplantıyı açtı. En önemli karar, eğitim ilkeleri, ders program ve yöntemleriyle ilgilenmek üzere deneyli eğitimcilerden oluşacak bir Milli Talim ve Terbiye Dairesinin (öğrenim ve eğitim dairesinin) kurulmasıydı. Ortaöğretim için de hızla öğretmen yetiştirmek gerekiyordu. Okul için arsa vardı ama plan ve ödenek sorunu daha çözülmemişti. M; Necati Bey'in demir kapıları zorlaması gerekecekti. Bakan öğle yemeğini kurul üyeleriyle yedi. En kısa zamanda yurt gerçeklerine uygun bir eğitim programı hazırlamak gerektiği182



Üçüncü Bölüm 219



ni kabul etti. Anadolu'dan gelen okul müdürleri ile sohbet ettikten sonra, izin isteyip Meclis'e gitti. Meclis gündeminde bugün önemli iki tasarı vardı. Meclis saat 14.30'da açıldı. Bazı işlemlerden sonra gündemde­ ki ilk tasarıya sıra geldi. Tasarı günün, milletlerarası saat sistemiyle uyumlu olarak yirmi dörde bölünmesi hakkındaydı. Günün başlan­ gıcı gece yarısı olacaktı. İkinci bir tasarı da milletlerarası takvimin kabulü hakkınday­ dı. - Jf | I İki tasarı da kabul edildi. Osmanlıda saat ve takvim bambaş­ kaydı. Bu iki kanunla Batı Dünyası ile Türkiye arasında saat ve tak­ vim farkı kalmadı. M. Necati Bey Meclis'ten çıkar çıkmaz karşıdaki otelin (An­ kara Palas) inşaatına yöneldi. Mimar Kemalettin Bey'i şantiyede çalışırken buldu. Kemalettin Bey milli Türk mimarisi akımının öncülerindendi. Ona dedi ki: "Bakanlığın elinde uygun, büyük bir arsa var. Gerektikçe yeni yeni birimlerin de yer alabileceği, senin öncülük ettiğin stilde geniş bir okul binası yaptırmak istiyorum. Planı sen çizeceksin." Kemalettin Bey galiba itiraz edecekti, çok yorgundu, Bakan dinlemedi: "Hem de çok çabuk. Plan biter bitmez para peşine düşeceğim. Binanın çok çabuk hizmete girmesi gerek. Öğretmene çok ihtiya­ cımız var." Hayallerini, gerekleri anlattı. Mimarı iki yanağından öpüp ay­ rıldı. Kemalettin Bey'in daha bu gece bu plana başlayacağını adı gibi biliyordu. 183



184



185







0



00



.IKI GUN sonra Yüksek Askeri Şûra toplandı. Cumhurbaşkanı askeri törenle karşılandı. Şûra toplantısını or­ duyu öven bir konuşmayla açtı. Bîr süre sonra şûra üyelerini yüklü gündemle baş başa bırakarak ayrıldı. Askeri Şûra savaş sanayiini görüşürken, Eğitim Bakanlığındaki Bilim Kurulu eğitim için gerekli ilke kararlarını saptıyor, Adalet Ba­ kanlığı Medeni Kanunla ilgili son çalışmaları yapıyordu. 1926 yılına böyle girildi. 220 Üçüncü Bölüm



Yıl: 1926 1 Ocak 1926-31 Aralık 1 9 2 6



186



İSTİHBARAT örgütü, Milli Emniyet Hizmetleri Başkanlığı adıyla 6 Ocak 1926 günü, Fevzi Paşa'nın çok gizli bir genelgesi ile kuruldu. Merkezi Ankara'da, Hacıbayram Camisi yakınında küçük bir binaydı. İlk olarak İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Kars'ta şu­ beler açılmıştı. Örgütte Ankara'da eğitilmiş, yurtdışında kurs gör­ müş kimseler bulunuyordu. Başkanlığa Şükn \li Bey (Ögel) getirildi. Bu yıl kuruluş yıiı olarak kabul edildi. Örgütün oturması için daha bir yıla ihtiyacı vardı. 187



BAYINDIRLIK BAKANI Süleyman Sırrı Bey'in ölümü üzerine Bayındırlık Bakanlığına Behiç Erkin atandı. O da Devlet Demiryol­ ları Genel Müdürlüğüne Yüksek Mühendis Vasfi Tuna'yı getirdi: "Sıra sende. Şimdi sen yirmi dört saat demiryollarını düşüne­ ceksin! Sıkıştıkça bana gelebilirsin. Gazi Çiftliği istasyon binası bit­ mek üzere. İlgilen." M. NECATİ BEY neşe içindeydi. Mimar Kemalettin Bey planı bitirip getirmişti. Çok güzel olmuştu. Sarılıp öptü. Bugün iki Baka­ nı ziyaret edecekti. Telefonla ikisinden de randevu aldı. Önce Maliye Bakanına gitti. Hoşbeşten sonra yanında getirdiği planı masaya açtı. Kendine saray yaptırıyor gibi sevinç içindeydi. Bilgi verdi. Arsanın hazır olduğunu, binayı ortaöğretim öğretmen okulu olarak hızla hizmete sokmak istediğini söyledi. Şiddetle ih­ tiyaç vardı. Kemalettin Bey'in yaptığı kabaca hesaba dayanarak ya­ pım için ek ödenek istedi. Maliye Bakanı Hasan Saka'nm bütçe dışı, sürpriz ödeneklere evet demesine imkân yoktu. Devlet kuruş hesabıyla yönetiliyordu. MİNecati Bey'in isteğini reddetti. M. Necati Bey dedi ki: Üçüncü Bölüm 221



"Ben Eğitim Bakanıyım. Görevim okul açmaktır. Açamazsam ayrılırım, yapabilen gelir. Siz Maliye Bakanısınız. Göreviniz para bulmaktır. Bulamazsanız siz ayrılırsınız, bulabilen gelir." Bu söz Hasan Saka'nın yüreğine işledi. Tartıştılar. Hasan Saka sıkı, zorlu, inatçı, dehşetli bir pazarlıktan sonra pes etti, "Peki be birader." dedi, "..bir çare arayacağım." Sözünü tutacaktı. M. Necati Bey Maliyeden çıkıp İçişleri Bakanı Cemil Bey'i zi­ yarete geldi. Gelir gelmez konuya girdi: "Sayın Bakanım, biliyorsunuz ilkokul öğretmenlerinin aylıkla­ rı yerel yönetimler tarafından ödenir. İçel'deki öğretmenler uzun süre aylıklarını alamamışlar. Öğretmenler Birliği Başkanı durumu bana telle duyurdu. Ben de Valiye tel çektim, aylıkların ödenmesini, yoksa bütün ilkokul öğretmenlerini, aylıklarını ödeyebilecek yerle­ re atayacağımı bildirdim. Ertesi gün Validen ve Başkandan iki tel aldım. Aylıklar ödenmiş." Cemil Bey sözün nereye varacağını kestiremeden dinliyordu. Sorun çözülmüştü işte. Necati Bey devam etti: "Bu Vali öğretmenlerin aylıklarını ödeyebiliyorsa, neden aylar­ ca geciktirmiş? Ödeyecek durumu yok idiyse nasıl bir günde ödeyebildi?" Bir an durup son sözünü söyledi: "Öğretmene ve eğitime saygı ve ilgi duymayan bir Vali ile ça­ lışamam. Onu Vali olarak kabul edemem. Gereğini yapmanızı rica ederim." Cemil Bey Valiyi merkeze aldı. Haber şimşek hızıyla yayıldı. Para varsa, hiçbir yönetici öğret­ men aylıklarını geciktirmeyecekti. 1873



MÜLKİYE MÜFETTİŞİ Hamdi Bey Dersimi gezmiş, ilgili-bilgili kimselerle konuşmuş, bir rapor hazırlamıştı. 2 Şubat 1926'da İçişleri Bakanına teslim etti. Rapor Başbakana, Genelkurmay Başkanına ve Cumhurbaş­ kanına sunuldu. Durum Hamdi Bey'i tedirgin etmiş görünüyordu. Özetle şöyle yazıyordu: "Halk silahlıdır. Silahlarını teslim etmemiş, gizlemiştir. Dersim halkı cehaletin, geçim darlığının, yabancı propagandanın, irticanın 222 Üçüncü Bölüm



etkisi altındadır. Aşiret reisinin, şeyhin, beyin ve ağanın tutsağı ve oyuncağıdır. Eşkıyalık bunların teşvikiyle yapılmaktadır. Reformu daha fazla geciktirmek doğru olmaz... Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkûreleşiyor, tehlike büyüyor." ••







Önerileri 8 maddede toplanıyordu, ilki silahlan toplamak, ikin­ cisi reis, şeyh gibi mütegallibeyi uzak illere nakil ve iskân etmekti. Öteki öneriler, reislerin, şeyhlerin etkisinden kurtulacak halkı uy­ garlığa ve birliğe kazanmayı amaçlıyordu: Yol, toprak dağıtma, kre­ di verme, madenleri işletme, okullar açma, idealist öğretmenler ve yöneticiler yollama, halka Türklük duygusu ve eğitimi verme. Diyarbakır, sonra Elazığ Valisi Cemal Bardakçı da Dersim ko­ nusu ile ilgilenmiş, Dersim'i gezmişti. Diyordu ki: "Dersim gezimde Türkçe bilmeyene rastlamadım... Üç-beş kişi bir yana bırakılırsa ağalar ve reisler de dahil, bütün Dersindi­ ler müthiş bir fakr-ü zaruret içinde çırpınmaktadır. Soygunların ve yağmaların nedeni, yaşamak duygusu ve kaygısıdır" Bu soygunlar ve yağmalar, Dersim çevresindeki bütün yerleşim yerlerinde korkuya yol açıyordu. Birçok insan canını, malını koru­ mak için köyünü, nahiyesini bırakıp uzaklara gidiyordu. xYirminci yüzyılda yaşayan bir toplumda soygun ve yağma yoluyla geçim sağ­ lamaya göz yumulabilir miydi? Vali bu sorunun yanıtı olarak şöyle yazmaktaydı: "Bir-iki tümen ile Dersimi silahtan arındırmak mümkündür... (Ama) Fikrimce Dersimi askeri hareket yapmadan da silahsızlan­ dırmak mümkündür. Bunun için hükümete güvensizliği gidermek, hükümetin niyet ve amacının hayırlı olduğuna kendilerini ikna et­ mek lazımdır... Tümü halis Türk olan Dersimlileri Cumhuriyet hü­ kümetine sadık hale getirmek için beş aylık bir çalışma kâfidir." İki farklı rapor, hükümeti tereddüte düşürdü. Osmanlı döne­ minde denenen Umumi Müfettişlikler, asayiş ve iller arası eşgüdüm bakımından yararlı olmuşlardı. Reform raporunda bu konu bir çö­ züm olarak ileri sürülmekteydi. Bu öneri benimsendi. Umumi Mü­ fettişlikler kurulması için çalışmalara başlandı. 187b



187c



Sorunların,



Umumi



Müfettişliğin öncülüğünde çözüleceği



ümit ediliyordu. Üçüncü Bölüm 223



DİYARBAKIR VALİSİ Cemal Bardakçı Bektaşi idi. Dolayısıyla Alevi sayılırdı. Dersimli Aleviierle kolay ilişki kurabilmişti. Çok zor bir şeyi başarmış, Dersimlilerin en etkili seyit ve reislerinden biri olan Seyit Rıza Efendiyi konuşmaya ikna edebilmişti. Seyit Rıza Efendi çok kuşkucu, vehimli, devlet görevlilerinden daima uzak du­ ran biriydi. Hozat'ın bir köyünde buluştular. Vali yumuşak bir dille Cumhuriyetin amaçlarını açıkladı. Hükümetin yollar, okullar, sağlık ocakları yaparak Dersim'i uygarlığa açmak istediğini anlattı. Kim­ senin inancına dokulmayacaktı. Vali Gazi Paşa'nın elçisi gibiydi, ke­ sin, rahat, güven verici konuşuyordu. Seyit Rıza da dinliyordu. Ertesi gün 3. Ordu Komutanı İzzettin Çalışlar da Hozat'a geldi. Çalışlar Gazi'nin Çanakkale'de Kurmay Başkanlığını yapmış, Milli Mücadele'ye başından katılmış, çok güvendiği, yakın bir silah arka­ daşıydı. Seyit Rıza Efendi huylandı. Ama Cemal Bardakçı, tabanca­ sını verip, "Size bir yan bakan olursa bu tabancayla beni vurunuz" dedi. Seyit Rıza Efendi kaçmadı, Komutanla görüşmeye razı oldu. Hozat a birlikte geldiler Hükümet konağ Jf| önünde askeri bir birlik tarafından selam­ landılar. Komutan, 'Vali Cemal Bey'in Elazığ'a atanacağını, Dersime daha yakın olacağını' açıkladı. Sonra şöyle dedi: "Mustafa Kemal Paşa beni bütün aşiretleri selamlamakla gö­ revlendirdi." Dersim için neler yapılacağını anlattı. Af da çıkarılacaktı. * Seyit Rıza Efendi dinledi. Komutanın Dersimlileri memnun ede­ ceğini sanarak açıkladığı atılımlar, yollar, okullar, sağlık ocakları, karakollar, evler, köprüler Seyit Rıza Efendi'yi huzursuz etti. 187



1



Devlet Dersime yerleşiyordu! ÇANKAYA'daki küçük okula yeni bir öğretmen atanmıştı. Ça­ lışkan, ciddi, öğrencilerini yetiştirmek için çabalayan gerçek bir öğ­ retmendi. * Sabiha, Rukiye ve Zehra yine ödevlerini yapmamışlardı. Üste­ lik öğretmene kafa tutuyorlardı. Üçüne de bağırmaya başladı: "Susunuz! Hem tembel hem şımarıksınız. Kimin nesi olursanız olun, tembelliğe, şımarıklığa, hele küstahlığa hakkınız yok. Şimdi okulu terk edin. Bir daha da buraya ayak basmayın!" 224 Üçüncü Bölüm



Zehra, "Sizi Gazi Paşa'ya şikâyet edeceğiz!" dedi. ö ğ r e t m e n kıpkırmızı kesildi. Kapıyı gösterdi: "Çıkıııııuıın!" Kızlar çantalarını toplayıp sınıftan çıktılar, öfkeden gözlerin­ den yaş iniyordu. "Her şeyi Gazi Paşa'ya anlatalım." "Bizi azarlamak, kovmak ne demekmiş anlasın." "Eski öğretmen ne iyiydi. Hep oyun oynatırdı" Koşa koşa köşke geldiler. Gazi'yi buldular. "Ne oldu? Anlatın bakayım" İçlerini çeke çeke anlattılar: "Eski öğretmenimiz çok iyiydi." "Bu her gün ev ödevi veriyor." "Her gün sınav yapıyor" "Bilemezsek azarlayıp duruyor." "Tembeller diyor." "Şımarıklar diyor" "Bu yoksul millete kaça mal olduğunuzu biliyor musunuz di yor" "İyi davransın diye sizin kızınız olduğumuzu söyledik." "Aldırmadı bile." | Çok gücümüze gitti. "Biz de kızdık, ev ödevimizi yapmadık, bundan sonra da yap mayacağımızı söyledik." Sabiha elinin tersi ile gözyaşlarını sildi: "Üçümüzü de sınıftan kovdu." "Bir daha gelmeyin dedi" Gazi, "Bitti mi?" diye sordu. Bitti. Ayağa kalktı: "Çok kötü bir şey yapmışsınız çocuklar. Savaştı, işgaldi, iyi bi eğitim görmediniz, ö ğ r e t m e n eksiklerinizi tamamlamaya çahşıyoı Daha ne istiyorsunuz? ö ğ r e t m e n e karşı gelmek ne demek? Öğret menlikten daha yüksek bir mevki mi var sanıyorsunuz?" Kızlar Gaziyi herkesten yüksek sanıyorlardı. Çok bozuldular.



"Rüsuhi Bey!" f ''Buyrun efendim." Üçüncü Bölüm 22?



"Al bunları, hemen şimdi okula götür, öğretmenin elini öpüp af dilesinler. Mesleğinin gereğini yaptığı için de kendisine çok te­ şekkür ettiğimi söyle. Bize böyle gerçek öğretmenler gerek. Haydi okula!" § Kızlar süklüm püklüm okulun yolunu tuttular. Demek öğret­ men Gazi Paşa'dan da daha yüksekti h a ! 187e



I ŞUBAT 1926 günü Gazi Çiftliği istasyon binasının açılışı ya-J pildi. Güzel bir istasyon olmuştu. Binanın cephesi yer yer çinilerle süslüydü. Ahşaptan geniş saçakları vardı. Yabancı yapımı istasyon­ ların hiçbirine benzemiyordu. Bir Tiirk mimarının eseri olduğu bel­ liydi. DDY'nin yaptığı ilk orta büyüklükteki istasyon binasıydı. Açılış törenine Gazi, Başbakan, Bakanlar, demiryolcular ka­ tıldılar. Gazi bu zarif istasyonu çok beğenmişti. Ulaştırma Bakanı Behiç Erkin'e, DDY yeni Genel Müdürüne ve mimara çok teşekkür etti. Çok sevmişti burasını. İstasyonun üst katında dostlarına za­ man zaman yemek verecekti. 187f



SİİRT Milletvekili Mahmut Bey İstanbul'a sık sık gidip gelerek hazırlık yapıyordu. Mahmut Bey Cumhuriyetçi, milli egemenlikçi, çağdaşlaşmayı savunan bir gazete çıkarmak amacındaydı. Başyaza­ rı kendisi olacaktı. II Şubat 1926 günü Milliyet gazetesinin ilk sayısı çıktı. Gazetenin verdiği siyasi haberler arasında Dr. Adnan Bey'in milletvekilliğinden istifa ettiği yer alıyordu. Türlü alaycı yorumlara yol açtı bu istifa. Halide Hanım'ın yanında çok silik kaldığı için bu şakalar hep yapılırdı. Halide Hanım Milli Mücadele'yi besleyen büyük idealleri unutmuş, tutucu, hatta biraz gerici olmuş görünüyordu. Ankara ile ilgili her şeye kızıyor, Gazi'yi çekiştiriyordu. Tramvaylarda kadın ye erkek bölümleri arasında bir kaç-göç perdesi bulunurdu. Bu il­ kel perdenin kaldırılmasına bile öfkelenmişti. "Ankara ne karışıyor İstanbul'a?' demişti. Kısacası sinirleri bozuktu. Yer ve hava değişik­ liği iyi gelebilirdi. Dr. Adnan Bey'le Avrupa'ya gittiler. 1878



1



Avrupa'ya gittikleri hakkındaki haberi de ilkönce Milliyet ga­ zetesi verdi. 188



226 Üçüncü Bölüm



M. NECATİ BEY Teftiş Kurulu Başkanına gelmesini rica etti. Başkanı her zamanki efece saygısıyla karşıladı. Oturttu. "Size bir düşüncemi söylemek istiyorum." "Buyrun efendim." "Müfettişler öğretmenleri, okulları teftiş ediyorlar. Yanlışları, eksikleri bulup rapor yazıyorlar. Bu yöntem bütünüyle yanlış bir yöntem. Müfettiş deneyli, bilgili öğretmenler arasından seçiliyor. Onun bir görevi de öğretmenlere, okul yönetimlerine yardımcı olmak, yol göstermek, akıl vermek olmalı. Sırf kusur aramak için teftiş olmaz. Kabul etmem. Gittiklere yerlere korku değil, sevgi, bil­ gi, yardım götürsünler. Konferans versinler. Kurs açsınlar. Deneme dersleri yapsınlar. Tartışmalı toplantılar düzenlesinler. Bir öğretme­ ni bile kaybetmek istemiyorum. Her türlü yolla bu anlayışı yayınız. Amaç kusur bulmak değil, kusuru gidermek. Anlatabildim mi?" "Evet efendim." "Öyleyse hemen gereğini yapınız. Hemen!" MECLİS devrim günlerine özgü bir hareketlilik, canlılık ve neşe içindeydi. Başkan Kâzım Özalp yerini aldı. Saat 14.28'di. Dışarda kar ta­ neleri uçuşmaya başlamıştı. Kısa süren işlemlerden sonra sıra Medeni Kanun tasarısına geldi. Salon dolmuştu. Başkan ilk sözü Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey'e verdi. Onu ilgili komisyonun sözcüsü izledi. Son olarak iki milletvekili söz alarak bu büyük devrimi övdüler. Meclis, komisyonlarda ayrıntılı olarak incelenen bu tür büyük kanunların genel kurulda madde madde değil, toptan oylanmasını kabul etmişti. Başkan Medeni Kanun tasarısını bütün olarak oya sundu. "Kabul buyuranlar?" Eller havaya kalktı. Milletvekilleri "oybirliği ile" diye bağırıyorlardı. Başkan sonucu açıkladı: "Efendim, Medeni Kanun oybirliği ile kabul edilmiştir."



Şiddetli alkışlar yükseldi. Tarih 17 Şubat 1926, saat 15.20'ydi. Üçüncü Bölüm 227



Meclis Türk tarihinin en önemli kararlarından birini vermişti. Kişi, aile, miras ve eşya hukuku bütünüyle yenilenmiş, kadın birçok konuda güvenceye ve eşitliği kavuşmuştu. Bir rüya daha gerçekleşmişti. 189



KAR yüzünden Yakup Kadri Bey eve oldukça zorlukla ulaşa­ bildi. Kapıyı açan eşine neşe içinde, "Bugün inanamayacağın bir şey oldu Leman" diye bağırdı. Nefes nefeseydi. "Ne oldu?" "Medeni Kanunu kabul ettik." Leman Hanım kocasının boynuna atlayarak bağırdı: "Yaşayın!" Bir daha sarıldı. "Bunu kutlamadan olmaz. Mahmut Esat Beyleri çağıralım." "Bu havada kimse gelmez. Eve zorlukla ulaştım." "Sen telefon etmezsen ben ederim. Böyle bir olay kutlanmaz mı ayol! Sen çay suyunu koy. Sobaya bak. Kimi bulursam çağırıyo­ rum. Evde biraz börek, köfte, peynir ekmek var. Aman yarabbi, ben daha giyineceğim." "Telaş etme. Bu havada kimse dışarı çıkmaz. Baş başa kutla­ rız" Leman Hanım telefona sarıldı. Bir saat sonra kahramanlar peş peşe gelmeye başladılar: Mah­ mut Esat Bey ve eşi, Ruşen Eşref Bey ve eşi, Falih Rıfkı Bey, Yunus Nadi Bey ve eşi, Tevfik Rüştü Bey ve eşi çıkageldiler. Burunları so­ ğuktan havuca benzemişti. Ev sımsıcaktı. Bayıldılar. Leman Hanım herkese çay, isteyene konyak yetiştirdi. Var olan yemekleri masanın üzerine dizmişti. Koltuk ve iskemle sayısı yetmediği için bazı erkekler yere atılan minderlere oturdular. Leman Hanım sordu: "Bu Meclis bu kanunu nasıl kabul etti?" Mahmut Esat Bey güldü: "Ee, biz erkekler de gelişip o l g u u l a ş ı y o r uz." Ruşen Eşref Bey'in hanımı, "Beyler." dedi, "..farkında mısınız, sizin saltanatınız da sona erdi" Hanımlar gülüştüler. 228 Üçüncü Bölüm



BU SAATTE Trabzon'da Türk Ocağı salonu yarıya kadar dol muştu. Bu akşam Süreyya Hulusi Hanım konferans verecekti. Dinleyicilerin büyük çoğunluğunu erkekler oluşturuyordu. Bazıları bir hanımın nasıl konferans vereceğini merak ediyor, t ısıl daşarak dalga geçiyorlardı. Dinleyiciler arasında bir kenara sıkışmış birkaç da hanım vardı. Yüzleri pençe pençe kızarmıştı. Konferansçı adına heyecanlanıyorlardı. Süreyya Hulusi Hanım tam vaktinde dikkatli adımlarla kürsü­ ye çıktı. Uzun, koyu renk bir elbise giymişti. Sıkma başlıydı. Dinle­ yicileri gözleriyle taradı, ö n d e oturan erkekler uzattıkları ayakları­ nı toplamak zorunda kaldılar. Herkesi çok zarif bir baş hareketiyle selamladı. Hanımlardan alkış aldı. Söze, "Kardeşler!" diye başladı. Türk tarihinde kadının yerini anlatarak etkili bir giriş yap­ tı. Rahat, sakin, güven veren bir konuşması vardı. Fısıltılar kesil­ di. Dinleyici hanımlar gevşediler. Belli ki başaracaktı. Kurtuluş Savaşı'nda kadınların neler yaptıklarını çok güzel hatırlattı. Sonra yeni dönemde kadına düşen görevleri aile, iktisat ve toplum hayatı başlıkları altında ele aldı. Her üç durumda da kadının bilgili olması gerektiğine dikkati çekti. Sözlerini şöyle bitirdi: "Öğretmen beylerin bu konferansları eşleriyle birlikte şenlen­ dirmelerini bekliyorum. Türk kadınlarına layık oldukları saygıyı göstermelerini rica ediyorum." Kadınlar ayakta alkışladılar. 190



TATLI TATLI konuşurlarken bir klakson sesi duyuldu. Susup dikkat kesildiler. "Bu havada kim olabilir?" "Ve bu saatte?" Mahmut Esat B e y i n hanımı Gazinin gelebileceği ümidine ka­ pılarak, "Acaba." diye kekeledi. Yakup Kadri Bey güldü: "Hiç hayale kapılmayın. Öyle sürprizler ancak peri masalların­ da olur." Kapıya vuruldu. Leman Hanım kapıya bakmaya koştu. Açmadan seslendi:



S



"Kim o?" Bir hanım sesi duyuldu: Üçüncü Bölüm 229



"Tanrı misafiri" Leman Hanım merakla kapıyı açtı. Kapının çerçevesi içinde Gazi Paşa, Salih Bozok ve eşi Pakize Hanım vardı. Gülüyorlardı. Leman Hanım şaşkınlıktan donup kal­ mıştı. ||| "Bizi içeri davet etmeyecek misiniz?" "Aaah buyrun, affedersiniz, buyrun lütfen." Herkes koşuştu. "Mahmut Esat Bey'i evinden aramıştım. Burada toplanıldığını öğrenince kıskandım, Salih'le eşini alıp geldim. Medeni Kanunu mu kutluyorsunuz?" "Evet." Gelirken koca bir tepsi börek getirmişti. Tepsi daha sıcaktı. Soba gürül gürül yanıyordu. Mutluluk içinde Gazi'yi dinlediler: ".Adam İngilizin dokuduğu kumaştan elbiseyi giyiyor^Alman malı lokomotifin çektiği trene biniyor. Namaz vaktine ne kadar kal­ dığını cebindeki İsviçre malı saate bakarak kestiriyor. Odesa'dan getirtilen Rus unundan yapılma ekmek yiyor ama şapkayı giyince kâfir olacağını sanıyor. Bu karanlık, donmuş, hasta kafayı yenme­ miz gerek. Çünkü bir an dalsak, bu kafa devreye girer, halkı yine kendine benzetmeye, ortaçağa çekmeye kalkışır. Onun için yarımız uyusak, yarımız uyanık durmalıyız." Konudan konuya atladılar. Her sorun çözülmüş gibi huzur içindeydiler. Gazi, "İç ya da dış deliler başımıza iş açmazlarsa." dedi, "..Tür­ kiye dört-beş nesil sonra, çiçek gibi, misk gibi bir memleket olur. Bir haber vereyim. Ankara ve istanbul'da radyo istasyonları kurmak için görüşmeler yapıyoruz. Evimizde oturup Münir Nurettin Bey'i ya da Tosça operasını dinleyeceğiz." Peri masalı mutluluğu içindeydiler. Cumhuriyet ne yapsa beğenmeyen, bir kulp takan, sinirlenen eskiciler, bu şeytan aletini evlerine sokmamak için direneceklerdi. Ama yenilik dağları deviriyordu. Radyo bu evlere de girecek, haya­ ta, dünyaya açılan pencere olacaktı.



22 ŞUBATTA Erzurum Belediye Başkanı Nafiz Bey ile İl Genel Meclisi üyesi Tevfik Bey Gazi'yi ziyaret ettiler. Telgrafla gericilik 230 Üçüncü Bölüm



olayını lanetlemeyi yeterli bulmamışlardı. Gazi'ye Erzurum halkı adına bilgi ve güven vermek istiyorlardı. Gazi Erzurum'un milli değerlere bağlı, vefalı, kadirbilir halkını iyi tanır, çok severdi. Başkan ve üyeyi sevgiyle kabul etti. Erzurum temsilcileri, son gericilik olayından dolayı Erzurum­ luların üzüntülerini, Türk devrimine bağlı olduklarını bildirdiler. Gazi dedi ki: "Milli Mücadele olmasaydı, Doğuda, Kuzeyde, Güneyde ve Batıda düşmanları yenmeseydik, Erzurum Başkan Wilson'un çiz­ diği harita gereği Ermenistan'ın bir ili olacaktı. Erzurumlular bunu çok iyi bilirler. Bu nedenle Milli Mücadele'nin ve onun devamı olan Cumhuriyetin değerini, anlamını, hayati önemini çok iyi anladıkla­ rına inanırım, Türk devrimine bağlı olduklarına güvenirim." ŞARKIŞLA'daki bazı öğretmenler Sivrialan köylü iki gözü görmeyen birinden söz edildiğini duymuşlardı. Başka ozanla- pAf^ rın yazdığı türküleri çalıp söylüyordu ama sazında, söyleyişinde bir başkalık olduğu ileri sürülüyordu. Adı Veysel'di. ^Kendine ne âşık diyordu, ne ozan. Al­ çakgönüllü bir Anadolu insanıydı. Zorlukla ikna edip bir akşam Şarkışla'ya getirdiler. Veysel Öğretmenler Birliği lokalinde toplanan öğretmenlere ve meraklı halka çalıp söyledi. Anadolu'nun acısı sinmiş bir sesi, her türlü gösteriden uzak, yalın bir söyleyişi ve çalışı vardı. Herkes can kulağı ile dinledi. Çok beğendiler. Bu yamalı elbiseli, uydurma şapkalı insan, bir zaman sonra Cumhuriyetin ünlü ozanı Âşık Veysel olacaktı. * 191



KÖŞKTE yemekten önce Gazi, ara sıra, bilardo meraklıları ile bilardo oynardı. Bu akşam İsmet Paşa ile konuşa konuşa, dura dura oynuyorlardı. Seyirciler Kâzım Özalp, Recep Peker, Dr. Refik ve Dr. Tevfik Rüştü Beylerdi. Üçüncü Bölüm 231



Gazi, "Necati Bey'i Eğitim Bakanı yapmakla çok iyi ettiğimiz ınlaşılıyor.." dedi, "..Her yandan övgü yağıyor." "Genç öğretmen hanımlar köylerde öğretmenlik yapmak için dilekçe veriyorlarmış." "Yeni Çalıkuşu Ferideler!" Tevfik Rüştü Bey şehrin ortasında beliren meydanı beğenmiş:i. "Burası başkentin en canlı meydanı olacak" dedi. Bu meydan ilerde Kızılay Meydanı diye anılacaktı. Birkaç taksi çalışmaya başlamıştı. Yolların iki yanına dikilen top ıkasya ve atkestanesi ağaçları hızla büyüyordu. Ankara yavaş yavaş R^eşil bir şehir oluyordu. Tutmaz sanılan bütün ağaçlar tutmuştu. Kâzım Özalp Paşa konuyu değiştirdi: "Rauf Bey Avrupa'ya gitmek için Meclis'ten iki ay izin istedi, vferdik." § "İzin sebebi ne?" "Tedavi için diyor. Rapor da yollamış." Gazi Dr. Refik Bey'e sordu: "Sizin Rauf Bey'in hastalığı hakkında bilginiz var mı?" "Hayır." 1913



REFET PAŞA, Ali Fuat Paşa, Terakkiperver Parti'nin bazı miletvekilleri Rauf Bey'i yolcu etmek için Sirkeci Garında toplanmışlar­ dı. Rauf Bey kaplıca tedavisi için Avusturya'ya gideceğini açıkladı. "..İyileşirsem belki Halide Hanım'la Dr. Adnan Bey'i görmek cin Londra'ya da geçerim." "Sevgilerimizi söyleyin." Kampana çalıyordu. Rauf Bey arkadaşlarıyla vedalaştı. "Allahaısmarladık." "Güle güle gidiniz." Bu sırada Dr. Rıza Nur'da da, öldürüleceği kuruntusu yeniden ;oğalmıştı. Bir süre sonra o da Paris'e gidecek, kendi deyişi ile kaça­ caktı. Türk Tarihi'ni yazıyordu. Onu bitirmek telaşı içindeydi. Bas­ sa bir şeyle ilgilenmiyordu. 192



İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ'nde bazı hukuk hocaları Medeıi Kanunun kabul edildiğini bilmezlikten geldiler. Türkiye'nin tek üniversitesi böyleydi. Bazı bölümler ortaçağın kalesi olmayı sürdü232 Üçüncü Bölüm



rüyordu. Bu yüzden Mütareke döneminde öğrenciler isyan etmiş, beş öğretim üyesini üniversiteden ayrılmak zorunda bırakmışlardı. Cumhuriyet yönetimi bilime saygısından hocalara kadanmaktaydı. Bir bilim yuvasını dokunulmaz olarak değerlendirmekteydi. Üni­ versiteden Türkiye ile ilgili yayınlar bekliyordu. Eğitim Bakanı M. Necati Bey Bakanlığının bütçe görüşmeleri sırasında şöyle diyecekti: "Üniversite doğrudan doğruya bağımsız bir kurumdur. Mille­ tin manevi gücünün temsilcilerinden biridir. Kabul etmek gerekir ki üniversite denilen kurum, doğrudan doğruya Eğitim Bakanlığı­ nın buyruğu altında bir kurum değildir. Eğer gelişigüzel herhangi bir kişi üniversite kurumuna 'şu biçimde, bu biçimde davranın' diye buyruk verecek olursa, orada üniversite yok demektir." * Medeni Kanunu 1 Mart 1926'da yeni Türk Ceza Kanunu izle­ di. Bunu da Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, icra ve iflas Kanunu ile Usul Kanunları izleyecekti. Toplumun temeli olan hukuk çağın gereklerine uyuyordu. Rum, Ermeni ve Yahudi toplulukları Medeni Kanunun kabulü üzerine, aile hukuku bakımından kendi cemaat kurallarına uymak­ tan vazgeçtiklerini, Medeni Kanunu kabul ettiklerini bildirdiler. Bu karar, hukuk birliğini sağlayan ve azınlıkları millet çatısı altın­ da toplamayı kolaylaştıran bir gelişmeydi. Azınlıklara özellikle aile hukuku bakımından tanınan farklı kural ve özellikler sona ermişti. italya Türkiye'nin bunun memnunluğunu yaşamasını çok gordu. 192



193



194















MUSSOLİNİ Roma imparatorluğunu can­ landırmak istiyordu. Akdeniz'den 'bizim Akde­ niz' diye söz ediyordu. Faşistlerin özellikle iki ülke hakkındaki imalı konuşmaları dikkati çek­ mekteydi: Tunus ve Türkiye. Mussolini Ocak ayında, faşist Gerarcia dergisinde, '1926 yılının faşizmin Napolyon yılı olacağını' açıklamıştı. Türkiye bu gelişmeleri dikkatle izliyor­ du. Son olay 6 Nisan 1926'da patlak verdi. Mussolini'niri-kardeşi Arnoldo Mussolini şöyle bir Üçüncü Bölüm 233



açıklama yaptı: "...İzmir var ki bize ait olması gerekir. Nihayet An­ talya da var." Türkiye'nin Roma temsilciliği bu açıklamayı Ankara'ya geçti. Dışişleri 1922'den beri İtalya'dan gelen raporları, gazete yazıları­ nı birleştirdi. Bakanlar Kuruluna sundu. Bu belgeler ve bilgiler italya nın niyetinin iyi olmadığını gösteriyordu. Bakanlar Kurulu Gazi'nin başkanlığında Genelkurmay Başka­ nının da katılımı ile toplandı. Durum bütün olasılıklar dikkate alı­ narak değerlendirildi. Son sözü Gazi söyledi: "Mussolini'nin Rodos yoluyla güneyimize ya da Ege kıyıları­ na bir çıkarma yapmaya kalkışması, kendisi açısından delilik olur. Ama megaloman, ölçüsüz, ne yapacağı belli olmayan bir diktatör. Onun için en uzak ve en ağır olasılığı düşünmeli, hazırlıklı bulunİjpnalı, caydırıcı her türlü önlemi almalıyız." 195



11 NİSAN 1926 günü Bakanlar Kurulu, güneybatı ve Ege'de seferberlik ilan etti. Meclis teki basın odasında sonucu bekleyen ga­ zeteciler sarsıldılar. Türkiye bir yıl içinde ikinci kez seferberlik ilan etmek zorunluğunu duyuyordu. Bir gazeteci "Yahu.." dedi, "..Türkiye'ye hiç rahat vermeyecekler mı? Bilal Akba inledi: "Bütçe zaten yetersizdi, bir de bu seferberliğin yükü binecek." BİR İTALYAN çıkarması hakkında izmir'de yapılan savaş oyu­ nunda gerekli önlemler belirlenmişti. İzmir, Muğla, Antalya böl­ gesinde, bu savaş oyunu sonunda verilen kararlar ve geliştirilen planlara uygun önlemler alındı. Uçakla/ izmir ve Antalya'da top­ landı. Deniz üzerinde keşif uçuşları başladı. Bu kesimdeki birlikler için savaş stokları açıldı. Silahlar birkaç katına çıkarıldı.^Kıyıların gerekli yerlerine -yollar önceden açılmıştı- kısa ve uzun menzilli toplardan kurulu bataryalar yerleştirildi. Körfezlere dökmek üzere mayınlar hazırlandı. H a l k yine çocuklarım, kardeşlerini, eşlerini davul zurna ile dü­



ğüne yollar gibi askere yolladı. Çıkarmanın yapılabileceği'kesimler İkinci Ordu Komutan­ lığının görev alanına giriyordu. Ordu Komutanı Fahrettin Altay 234 Üçüncü Bölttm



Paşa'nın çıkarma hareketi hakkında Çanakkale'den büyük deneyimi vardı. O zaman Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanıydı. Ordu, Alman Generali Liman von Sanders'in Çanakkale'de düştüğü yanlışa düş­ meyecekti. Liman Paşa'dan önceki Türk planı gereğince, düşman, çıkarma yaparken, kıyıda bastırılıp denize dökülecekti. Donanma İzmir civarında tatbikat yaptı. Türkiye savaşa hazır olduğunu göstermekteydi. 1958



DÜNYA barışın tadını çıkarmak istiyordu. Kimsenin bir sa­ vaşa rızası yoktu. İtalya Türkiye'nin aldığı önlemleri de öğrenmiş olmalıydı. Zaten bazı hazırlıklar öğrenmesi için açıktan yapılmıştı. İtalya'da ölçüsüz konuşmalara, hastalıklı hayallere ara verildi. Savaş olasılığı geçmişti. Gazi Paşa, çocukları köşkteki kadın görevliler ile Salih Bozok'un eşine emanet ederek, 7 Mayısta yola çıktı. Konya'da törenle karşılandı. Sonra Tarsus'a, oradan Mersine, Silifke'ye geldi. Bu en verimli kesimde bile köylerin geriliği, şehirlerin, kasabaların bakımsızlığı Gazi'yi ve yanındakileri üzüyordu. Köylüleri kooperatif kurmaya teşvik etti: "Üretin ve gücünüzü birleştirin. İhtiyaçlarınızı kaymakama, valiye, ilgililere bildirin. Sonuç alana kadar diretin. Olmazsa bana yazın. Pusula yollasanız bile okurum. Hakkınızı savunun." Ama halk itiraza, hakkını savunmaya, devleti eleştirmeye alı­ şık değildi. Yüzyıllarca ezilerek yaşamıştı. Silkinmesi uzun zaman alacaktı. Gazi 20 Mayısta Bursa'ya geçecekti. 195b



16 MAYIS 1926'da, ajanslar son Padişah Vahidettin'in San Remo'da öldüğü haberini verdiler. Yaşama tarzına, savurganlığına ve Yaver Zeki'nin hovardalığı­ na para dayanmadığı için son günlerde günlük ihtiyaçlar için sağa sola borç yapılmıştı. Alacaklıların açgözlülüğü yüzünden haciz ko­ nulan cenaze bir süre evde kalacaktı. Borçlar ödenip haciz kaldırıldıktan sonra, son Padişah Va­ hidettin'in cenazesi Şam'a getirilerek Sultan Selim camisinde top­ rağa verilecekti. 195c



1954



Üçüncü Bölüm 235



ŞÜKRÜ, Ziya Hurşit ve Abdülkadir Beyler Gazi'nin Bursa'ya geldiğini öğrenir öğrenmez Laz İsmail'i hemen Bursa'ya yolladılar. Durumu, yolları, pusu imkânlarını araştıracak, uygun bulursa, Ziya Hurşit'e haber verecekti. Dikkati çekmemek için Naciye Ni­ met adında bir kadını, eşi gibi yanına aldı, Bursa'ya geldi. Bir otele indiler. Laz İsmail Gazi'nin kaldığı köşkü, yolları, ziyaret ettiği yerleri incelemeye başladı. Bursa'yı bilen bir kılavuzun olmaması büyük sorundu. . ZİYA HURŞİT'in ağabeyi Fait Günday Meclis'e gelmişti. Top­ lantı salonunda Kâzım Karabekir'i gördü. Yanına geldi. "Bugün gelmeyeceğinizi öğrendimdi. Hayrola, bir şey mi var?" Karabekir Paşa yanında yer gösterdi: "Buyrun. Bir sorun hakkında sizin görüşlerinizi almak için gelmeye mecbur oldum. Mustafa Kemal'in Bursa çevresinde gezide olduğunu biliyorsunuz. Bu sırada vefat ederse İsmet Paşa'ya ben ne vaziyet alabilirim?" Faik Bey durup dururken böyle bir soru sorulmasına bir anlam veremedi: "Aman Paşam, bu bir hayal.." dedi, "..Mustafa Kemal Paşa'nın hasta olmadığı biliniyor. Vefat edecek diye düşünmeyi bile ben doğ­ ru bulmam." Karabekir Paşa biraz durakladı. Sonra devam etti: "Ben bu ihtimal üzerine sizin düşünce ve görüşlerinizi öğren­ mek istiyorum." Faik Bey ister istemez yanıtladı: "Böyle bir hal olursa İsmet Paşa'nın bizlerle görüşeceğini asla sanmıyorum. Meclis'in büyük çoğunluğu elindedir. Alacağı kara­ rı partisine de kabul ettirir. Bu konuda kimseyle görüşmeye gerek duymaz. Paşa görüşmek isterse ve görüşürse, sizi başbakan yapmak suretiyle, kendisinin cumhurbaşkanlığına gelmesini kabul etmek gerekir." Karabekir Paşa bu yanıt üzerine yeniden sordu: "Cumhurbaşkanlığını İsmet Paşa'ya verelim mi?" 236 Üçüncü Bölüm



Faik Bey şaşakaldı. Karabekir Paşa hangi yetkiyle İsmet Paşa'ya Cumhurbaşkanlığını verip vermemeyi tartışıyordu. Sıkıntı içinde düşüncesini söyledi: "Tereddütsüz vermemiz gerekir." Faik Bey bu anlamsız, tuhaf konuşmanın anlamını suikast da­ vası sırasında öğrenecekti. * 195



LAZ İSMAİL Bursa'da suikast yapmanın imkânsız olduğu ka­ nısına vardı. Belki yapılabilirdi ama kaçamaz, yakalanır, halk tara­ fından parçalanırlardı. İstanbul'a geri döndü. Bir gazete Gazi'nin Bursa'dan İzmir'e gideceğini bildiriyordu. Son toplantıya Şükrü, Ziya Hurşit, Abdülkadir Beyler ile emekli Baytar Albay Rasim Bey katıldılar. Suikastın gecikmeden İzmir'de yapılmasına karar verdiler. Abdülkadir Bey, "Suikast için geniş bir teşkilata gerek yok.." dedi, "..önce Gazi'yi yok edelim. Bunun için az adam yeter. Hükü­ meti devirmek için başka suikastlar düzenleriz. Sorun değil. Önce ••••••



1 "1Q£



onumuz açılsın. İzmir'de Ziya Hurşit, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf'a Sarı Efe diye ünlü, İttihatçıların eski fedailerinden Edip Bey yardım edecekti. Şükrü Bey'in eski arkadaşıydı. Şükrü Bey, "Ben daha önce kendisiy­ le konuşup anlaştımdı. İzmir'deki elimizdir" dedi. Albay Rasim Bey Edip Bey'e suikasttan tütün işi diye söz eden üstü kapalı bir mektup yazarak Ziya Hurşit'e verdi. Tabancalar ve giderler için parayı Şükrü Bey sağlayacak, silah­ ları Ziya Hurşit Bey bulacaktı. ıyö



BU SÜRE içinde Gazi Bursa'da Osman Gazi'nin türbesini, öğ­ retmenler birliğini ve okulları ziyaret etmiş, çeşitli kurullarla gö­ rüşmüş, Darülbedayi'nin Bursa'da oynadığı bir oyunu izlemişti. Turne grubunun iki sanatçısını, Raşit Rıza ve Muvahhit Beyleri ka­ bul ederek dedi ki: "Sizin vatana en büyük hizmetiniz Anadolu'muzu baştan başa dolaşıp halkımıza sanatın ne olduğunu anlatmanız olacaktır. Tur­ nelerinize düzenli olarak devam ediniz." 197



Üçüncü Bölüm 237



Ziya Hurşit ve arkadaşları Gazi'yi öldürmek için son hazırlık­ ları yaparlarken, Gazi ilkelliği, yoksulluğu, geriliği yenmek, milleti­ ni çağa açmak için her fırsata dört elle sarılıyor, uçan kuştan yardım istiyordu. ZİYA HURŞİT, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf, 10 Haziran 1926 akşamı İstanbul'dan Gülnihal gemisiyle ayrıldılar. Gemide biraraya gelip hiç konuşmadılar. Ziya Hurşit dört tabanca almıştı. Tabanca­ lar İsmail ile Yusuf'taydı. 11 Haziran öğle üzeri İzmir'e indiler. Ziya Hurşit Gaffarzade oteline yerleşti. İki adamı ise az ilerde­ ki Ragıp Paşa oteline. "Ben sizi gerekince bulurum. Otelden ayrılmayın." "Tamam." Ziya Hurşit otel kâtibine Sarı Efe Edip Bey'i sordu. "Her gün uğrar. Birazdan gelecektir." Gerçekten bir süre sonra geldi. Otelin altındaki kahve İzmir­ lilerin çok uğradığı tanınmış bir kahveydi. Otel kâtibi ikisini tanış­ tırdı. Ziya Hurşit özel konuşmak isteyince odasına çıktılar. Ziya Hurşit Rasim Bey'in yazdığı mektubu verdi. Sarı Efe Edip Bey üstü kapalı mektubun anlamını önce anlamazlıktan geldi ama uzlaşma­ ları uzun sürmedi. Sarı Efe Edip Bey çiftliğinde kâhya olarak çalışan emekli üsteğ­ men Çopur Hilmi'yi çağırdı. Suikasttan sonra kaçmak için Giritli motorcu Şevki ile anlaşıldı. Bombaları Şevki buldu, Hilmi getirdi. Sarı Efe Edip Bey motorcuya verilecek para için Manisa milletvekili Abidin Bey'le görüştü. Abidin Bey'den olumlu bir yanıt alamadı. Gazi'nin 14 Haziran 1926 günü İzmir'e geleceği öğrenilmişti. Birkaç kez toplanarak suikast yeri konusunda konuştular. Sonun­ da suikastın Kemeraltı girişine yakın dar sokakta, Gaffarzade oteli Önünde yapılması uygun görüldü. Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi tabancalarla ateş edecek, yetmezse el bom­ baları kullanılacaktı.



Gazi Paşa delik deşik, gerekirse bombalarla parça parça edil­ dikten sonra yemiş çarşısında bekleyen otomobille kaçılacak, Gi­ ritli Şevki nin rıhtımda bekleyen motoruna binilerek Sakız adasına geçilecekti. 238 Üçüncü Bölüm



Yunanlıların yardımcı olacağına inanıyorlardı. Öyle ya, Yunan ordusunu mahveden insanı da bunlar mahvetmiş olacaktı. Bu olay Yunanlıları da elbette çok memnun eder diye düşünüyorlardı. 14 Haziran gününü beklemeye başladılar. Gazi 14 Haziran günü gelmedi. Balıkesir'de kaldı. Motorcu Şevki, Sarı Efe Edip Bey ile Manisa milletvekili Abidin Bey'in gemiyle İzmir'den ayrılıp İstanbul'a gittiklerini öğrenin­ ce panikledi. Sarı Efe Edip Bey niye gitmişti? Yoksa kaçmış mıydı? İhbar edip de mi kaçmıştı yoksa? Titremeye başladı. Aklı bir tek yönde çalışıyordu: Kurtulmak. 198



TURK TARİHİNİ yazmaya çalışan Dr. Rıza Nur Bey yorulmuş­ tu. 14 Haziran akşama doğru hava almak için Taksim Bahçesi'ne geldi. Durgun bir yaz akşamıydı. Eski Maarif Nazırı Şükrü (Sarhoş), Gümüşhane milletvekili Zeki vb. muhalifler bahçeye geldiler. On beş kişi kadar oldular. Çok sevinçli idiler. Pek gülüyorlardı. Bu du­ rum Dr. Rıza Nur'un dikkatini çekti. Hallerinde bir fevkaladelik, ümit, itimat ve keyif vardı. Bu halleri tabii değildi. Şükrü ara sıra heyecan içinde gereksiz kalkıyor, bakmıyor, oturuyordu. Dr. Rıza Nur'u gördüler. Hepsi fazla bir saygıyla Dr. Rıza Nur'u uzaktan selamladılar. Selamlarken de çok gülüyor, adeta doktoru memnun edecek bir şeyleri olduğunu ima ediyorlardı. I Dr. Rıza Nur Bey de selamlarına karşılık verdi. Çoğunu sev­ mezdi. Birlikte olmamak için Taksim Bahçesi'nden ayrıldı.



199



M O T O R C U ŞEVKİ Emniyetin siyasi şubesinde çalışan Meh­ met Ali Bey'i tanırdı. Emniyet Müdürlüğü Valilik binasının birinci katındaydı. Rüzgâr gibi Mehmet Ali Bey'e koştu. Onu kan ter için­ de gören Mehmet Ali Bey "Ne var arkadaş?" diye sordu. Motorcu Şevki'nin tepesinden ateş fışkırıyordu: "Gazi Paşa'ya suikast yapılacak." Mehmet Ali Bey yerinden zıpladı:



"Efendim?" Şevki soluk soluğa devam etti: Üçüncü Bölüm 239



"İstanbul'dan üç kişi geldi. Buradan da Çopur Hilmi diye biri katıldı. Gazi Paşa Kemeraltı caddesinden geçtiği zaman, tabanca ve bombalarla hücum edecek, sonra da Sakız adasına sıvışacaklardı." "Sen nerden biliyorsun bunları?" "Benim motorumla sıvışacaklardı." "Allah kahretsin!" "Gazi Paşa gelmeyince Edip Bey, Abidin Bey ile İstanbul'a kaçmış." "Sen de korkuya kapılıp bana geldin." "Evet/' I "Anlaşıldı. Gel benimle." Birlikte Vali Kâzım Dirik Paşa'nın yanına çıktılar. Vali Paşa olayı öğrenir öğrenmez ilk iş olarak Gaziye şifreli bir telgraf çekerek du­ Kâzım Dirik Paşa rumu bildirdi, Balıkesir'de kalmasını rica etti. Sonra suikastçıların tutuklanması için hazır­ lık yapıldı. Sanıkları kuşkulandırmamak için geceyi beklediler. Gece yarı­ sı Gaffarzade ve Ragıp Paşa otellerini sessizce sardılar. Gaffarzade otelinde Ziya Hurşit'i, Ragıp Paşa otelinde Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi'yi tutukladılar. Tabancaları ve Ziya Hurşit'in yatağı altındaki el bombaları alındı. Emniyetin alt katındaki odalar boşaltılmıştı. Her biri ayrı ayrı odalara tıkıldı, izmir Savcıları sanıkları sorgulamaya başladılar. Alınan ilk bilgilere göre soruşturma genişletildi. Gazi Paşa İstanbul'a haber vermişti. İstanbul Emniyet Müdürü Ekrem Bey de adamlarını harekete geçirdi. Başbakana da haber verildi. BAŞBAKAN İsmet Paşa Başbakanlıktaki odasında Ankara milletvekili Şakir Kınacı ile neşe içinde konuşuyordu: "Biz dış ticaret dengesi, kambiyo, enflasyon nedir bilir miydik? Her gün ders çalışır gibi öğrenmeye çalışıyoruz. Geçen gün..." Telefonu çaldı. Neşe içinde açtı: "Evet?" Dinledikçe İsmet Paşa'nın yüzü morarıyordu. 240 Üçüncü Bölüm



"Bakanlara telefon ediniz. Bakanlar Kurulu toplantısı yapaca­ ğız. İstiklal Mahkemesi üyeleri de gelsinler." Şakir Kınacı çok önemli bir şey olduğunu anlamıştı. "Ne oldu?" diye sormadan, izin isteyip ayrıldı. Bakanlar çok çabuk geldiler. Bakanlar Kurulu toplandı. İsmet Paşa izmir den gelen telgrafları okudu. Hepsi taş kesildi. M. Necati Bey, "İnanamıyorum." dedi, ".kimse bu kadar nankör olamaz" Bakanlar Kurulu konunun, Takrir-i Sükûn Kanunu gereğin­ ce İstiklal Mahkemesince soruşturulup sonuçlandırılmasına karar verdi. İsmet Paşa yazılı kararı İstiklal Mahkemesi üyelerine verdi. İzmir'den gelen ilk bilgileri de aktardı: "Özel bir tren harekete hazır bekliyor. Hemen hareket ediniz ve olaya el koyunuz." ANKARA istiklal Mahkemesi Başkanı, Savcısı, üyeleri, hukuk müşaviri, kâtipler, beklemeden yola çıktılar. Salonlu vagonda, bir masa başında toplandılar. Ek bilgiler ve ilk ifadeler bu uğursuz işin üç-dört delinin işi olmadığını gösteriyordu. Ziya Hurşit'in verdiği ilk ifadeye göre İzmit milletvekili Şükrü, Ma­ nisa milletvekili Abidin, Sarı Efe Edip, Baytar Rasim, eski Ankara Valisi Abdülkadir, Hafız Mehmet, Eskişehir milletvekili Arifin bu işle ilgileri olduğu anlaşılıyordu. Eski Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin milletvekilleri ile eski ittihatçılar karışımı bir gruptu bunlar. Ziya Hurşit'in ifadesine göre önce Ankara'da suikast yapmayı tasarlamış ama Faik Bey'in engellemesi sonucu gerçekleştireme­ mişlerdi. Yani Terakkiperver Parti'nin önderlerinin bu uğursuz ta­ sarıdan haberleri vardı. Ama hükümeti uyarmamışlardı. Neden? O L A Y birkaç gün gizli tutulacaktı. Sadece Bakanların bilgisi ol­ muştu. Mahmut Esat Bey ile M. Necati Bey İstanbul lokantasında yeek yiyor ve alçak sesle dertleşiyorlardı. İkisinin de yüzü gerilmişti. M a h m u t Esat Bey "Birikmiş cerahat patladı" dedi. M. Necati Bey onayladı: "Haklısın." Üçüncü Bölüm 241



"Melun herifler. İzmir halkı olayı öğrenince bunları linç eder." M. Necati Bey üç günde bir Gazi Okulu'nun yapımını denetle­ meye gidiyordu, öfkesini, hıncını her gün giderek yatıştırmaya ça­ lıştı. Kontrol mühendislerini, müteahhidi, ustaları, işçileri zorluyor, azarlıyor, hızlandırıyordu. Mimar Kemalettin Bey, "Telaş etme." dedi, "..hava sıcak, geç kalmayız. İnşaat hızlı ilerliyor." GAZİ PAŞA 16 Haziran akşam üzeri İzmir'e geldi. Yine büyük bir kalabalık tarafından coşkuyla karşılandı. Su­ ikast olayı daha kamuoyundan gizli tutuluyordu. Gazi İzmir'deki beyaz köşke indi (eski Naim Palas). Çok sıkı bir koruma çemberine alınmıştı. I Olay hakkında ayrıntılı bilgi edindi. Üzgündü. Ziya Hurşit'i çağırdı. Amacı bu üç-dört kişinin arkasındaki örgütü anlamaktı. Cumhuriyetin zarar görmesinden çekiniyordu. Ziya Hurşit'i kapa­ tıldığı yerden çıkarıp gizlice köşkün arka kapısından içeri soktular. Ziya Hurşit'i elleri kelepçeli olarak Gazi Paşa'nın bulundu­ ğu odaya getirdiler. 1919'da Erzurum Vali Vekili olan Kadı Hurşit Efendi'yi Gazi çok sevmişti. Oğlu Ziya Hurşit'i, yaşını büyüterek milletvekili yapan Gazi'ydi. Şimdi bu adam uğursuz bir suikast gru­ bunun başı olarak karşısında duruyordu. "Ziya Hurşit Bey, uzun zaman beraber çalışmış değil miydik? Bir gaye uğruna çalışmadık mı? Nedir bu suikast? Hem de şebeke­ nin elebaşısı, ruhu imişsiniz, öyle mi?" "öyle, doğrudur. Suikast yapma)! .Mğ Ama başaramadık" "Sizden bunu beklemezdim." "Dünya beklenmedik şeylerle doludur Paşam. Ne yapayım ki karşınızda, bu vaziyette suçlu olarak bulunuyorum. Ne diyebili­ rim?" I Çözüm bekleyen binlerce sorun vardı. Yurtseverler türlü çö­ zümler üretmeye çabalıyorlardı. Bu kafaların bulabileceği tek çö­ züm ise ya isyan, ya suikast idi. Halkı değil, iktidarda olmayı sevi­ yorlardı. 200



Gazi eliyle 'alın bunu' diye işaret etti. 242 Üçüncü Bölüm



Sarı Efe Edip İstanbul'da yakalanınca şöyle bir ifadede bulu­ nacaktı: "Suikast, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi umumi heyeti tarafından kararlaştırılmıştır." Hükümeti neden uyarmadıklarını anlamaya çalışan Mahkeme, bu ifade üzerine, tüm Terakkiperver Parti milletvekillerinin tutuk­ lanmasını kararlaştırdı. 201



HÜKÜMET Yunanistan da bulunan asi Ethem ve kardeşleri ile Kuşçubaşı Eşref ve kardeşi Haci Sami grubundan, bir de içerdeki saltanatçı/halifecilerden kuşkulanıyordu. Araştırmalar genişletildi. Asi Ethem grubundan kuşkunun haklı olduğu 1927 yılında anlaşılacaktı. * 201



KÂZIM KARABEKİR PAŞAnın tutuklanması İsmet Paşa'yı çok üzdü. Derhal emir vererek Paşa'nın serbest kalmasını sağladı. Mahkemenin tutuklamaları geniş tuttuğu düşüncesindeydi. Olayı bir zabıta olayı olarak görüyordu. Başbakanla İstiklal Mahkemesi arasında bir gerginlik oldu. Gazi Paşa ile İsmet Paşa yoğun biçimde telgraflaştılar. Gazi İsmet Paşa'ya alınan ifadeleri özetleyip aktardı. İkna edemeyince, daha önce, her olasılığa karşı Ankara'da kalmasını doğru gördüğü İsmet Paşa'yı İzmir e çağırdı. il 201b



202



ZİYA HURŞİT BEY Gazi Paşa ile yeniden görüşmek istedi. Gazi kabul etti. Yine elleri kelepçeli olarak getirildi. Odada İzmir Valisi Kâzım Dirik, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu, özel Kalem Müdürü Hayati Bey de bulundu. Bu tanıklar tutanağı imzalayacaklardı. Ziya Hurşit dedi ki: "Dün eski arkadaşlığımızdan söz etmeniz beni çok üzdüğü için anlatacağım. Ben, yenilik ve Cumhuriyet aleyhinde değilim. Yalnız yurtseverliğin belli kişilerin tekeline alınmasına karşıyım. Ben ya­ bana atılacak bir genç değilim" Tepeden tırnağa kendisiyle doluydu. Açıklamasından suikast örgütünün kendisi dışındaki ilk üç adamı belli olmuştu: Eski Vali, İttihatçıların silahşörlerinden Ab203



Üçüncü Bölüm 243



dülkadir, eski İttihatçı ve Terakkiperver Cumhuriyet Partisi millet­ vekili Şükrü ve İttihatçıların eski fedailerinden Sarı Efe Edip. Bunların arkasında kimler vardı? HÜKÜMET suikast olayını açıklamıştı. Protesto mitingleri ya­ pılıyor, Çankaya'ya, Meclis'e, İzmir'e bağlılık telgrafları yağıyordu. Hele İzmirliler derin bir öfke içindeydiler. İzmir'de Gazi'ye suikast ha! Hiçbir İzmirlinin kabul edemeyeceği bir olaydı bu. Beyaz köş­ kün önünden kalabalık hiç eksik olmuyordu. Gazi Paşa bir bildiri yayımlayarak millete, gösterdiği sevgiden dolayı candan teşekkür etti. Dedi ki: "Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan ilham alan prensip­ lerimizin, bir vücudun ortadan kaldırılması ile yok olacağını sa­ nanlar çok boş beyinli zavallılardır. Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacak, Türk milleti uygarlık yolunda duraksamadan yürümeye devam edecektir!' ** İstanbul'da mütareke günlerini bilenler, batıda Yunan, doğuda Ermeni, güneyde Fransız işgali ile Milli Mücadele'yi söndürmeyi amaçlayan isyanları yaşamış olanlar, bildiriyi gözyaşları ile okudu­ lar, dinlediler. Birtakım insanlar, memleketi o kanlı, kara felaketin içinden çekip esenliğe çıkarmış olan insanı öldürmeye yeltenmiş­ lerdi ha! Dünyada eşi olmayan bir nankörlüktü bu. Üzerlerine milyonla beddua yağdı. Tevkifhanenin yakınında her akşam binlerce insan toplanıyor, suikastçıları lanetliyorlardı. Küfreden de çoktu. 20



İSMET PAŞA 21 Haziran günü İzmir'e geldi. Karşılayanlar ara­ sında İstiklal Mahkemesi Savcısı, Başkam ve üyeleri de vardı. Ger­ ginliğin, Gazi Paşa'nın etkisiyle azaldığı anlaşılıyordu. İsmet Paşa Savcı ve mahkeme üyeleriyle görüştü, ifadeleri oku­ du, Faik Günday ve Sabit Sağıroğlu'nun sorgulamalarında bulundu. Olayın, telgraflarında nitelediği gibi basit bir 'zabıta olayı' olma­ dığını anladı. Mahkemenin tutuklama kararının doğru olduğunu kabul etti. İ İ â 4 Ü 204



244 Üçüncü Bölüm



:



§|j



Tutuklamalar hızlanıp genişletildi.



Kâzım Karabekir Paşa bir daha tutuklandı. İstanbul'da bulu­ nan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi milletvekillerinin tümü de tutuklanarak birbirleriyle görüşmelerine izin verilmeden İzmir'e getirildiler. Dr. Adnan Adıvar ve Rauf Orbay Avrupa'da bulundukları için tutuklanamamışlardı. Abdülkadir Bey daha yakalanamamıştı. Mahkeme karışık, karanlık ilişkiler içinde olduklarına kanaat getirdiği, gizli siyasi toplantılar yaptıklarını saptadığı Kara Kemal ile eski Maliye Nazırı Cavit Bey'in ve bu toplantılara katılan bütün eski İttihatçılar ile İkinci Gruba mensup bazı eski milletvekillerinin de tutuklanmalarını kararlaştırdı. Kara Kemal kaçtı. Ötekiler İzmir'e getirildiler. Tevkifhanede her birine ayrı odalar verildi. Türkiye'nin gele­ ceği için hiçbirinin bir tasarısı, düşüncesi, hatta hayali yoktu. Ama iktidarda gözleri vardı. 205



206



İSMET PAŞA, Gazi'yle, baş başa bir konuşma yaptı: "İşin, tahmin ettiğimden daha geniş olduğunu kabul ettim." "Sana yazmıştım. Gelmen iyi oldu." "Ama Terakkiperver Parti'nin başındakilerin bu işle doğrudan ilgileri bulunduğuna, tertipçi olduklarına inanmıyorum. Bunların görecekleri muamelelerin adil olmasını talep ediyorum." Gazi Paşa sinirlendi: "Bu lafları niye bana söylüyorsun?" "Soruşturma ile yakından ilgileniyorsun da ondan." "Benim hayatım ve rejimin akıbeti söz konusu olduğu için il­ gileniyorum. İnsafla düşünmeni rica ederim. Şimdiye kadar ben kimin hayatı ile oynadım? Ne zaman duygularıma mağlup oldum? Hiç yasallıktan ayrıldım mı? Hele benimle ilgili konularda, benden, sabır, af ve hoşgörüden başka bir davranış gördün mü hiç?" İsmet Paşa heyecana kapılarak haksızlık ettiğini anladı, af di­ ledi,



û



1



Üçüncü Bölüm 245



İSTİKLAL MAHKEMESİ Savcısı Necip Ali Beyin yönetimin­ de yapılan soruşturma sona erdi. Yeterli bilgi ve kanıt elde edilir edilmez iddianame hazırlanıp mahkemeye sunuldu. Milli Sinema salonu yeniden düzenlenmişti. Sahnede Mahke­ me üyeleri ve Savcı, zabıt kâtipleri yer alacaktı, önde sanıklar. Ar­ kada dinleyiciler. Bir bölüm de basın mensuplarına ayrılmıştı. En ayrıntılı not tutanlar Ahenk gazetesinin muhabirleriydi. Yargılamayı da en geniş biçimde Ahenk yansıtacaktı. Davaya ilgi çok büyüktü. Öfkeli seyircilerin suikastçıları hırpa­ lamalarını önlemek için geniş güvenlik önlemleri alındı. Dinleyici­ ler arasında hanımlar da vardı. Bütün erkeklerin başı açıktı. Yargılama 26 Haziran 1926 Cumartesi günü öğleden sonra baş­ ladı. Hava çok sıcaktı. Bütün sanıklar, sırayla sanık yerine alındılar. Aralarında Terakkiperver Partisinin kurucusu paşalar da vardı. Si­ vil giyinmişlerdi. Yalnız Ziya Hurşit ve suikast ekibi kelepçeliydi. Kimliklerin saptanmasından sonra Başkan Ali Çetinkaya sözü, iddianamesini açıklaması için Savcı Necip Ali Bey e verdi. Savcı id­ dianameyi okudu. Olayı bütün aşamaları ile anlatıp son güne getir­ di. İfadelere, itiraflara, belgelere dayanıyordu. Sorgulamaya geçile­ cekti. Sanıklar dışarı çıkarıldı. Mahkemenin huzurunda yalnız Ziya Hurşit Bey kaldı. Ziya Hurşit Bey, olup biten her şeyi, hiçbir şeyi saklamadan, şaşırtıcı bir soğukkanlılık içinde anlattı. "İzmir'e neden geldiniz?" 207



Ali Çetinkaya 246 Üçüncü Bölüm



Necip Ali Küçüka



"Suikast için." "Açık olarak suikast niyetiyle geldiğinizi itiraf ediyorsunuz." "Evet, gizleyecek bir şey yok. İlk ifademde de söylemiştim. Su­ ikast yapmak için geldik fakat başaramadık." "Maksadınız neydi?" "Hükümeti devirmek." "Kimlerle işbirliği yaptınız?" Ziya Hurşit işbirliği yaptığı kimseleri, suikast planlarını anlat­ tı. Anlattıklarının suikasta ilişkin yönlerini Laz İsmail ile Gürcü Yu­ suf da doğruladı. Sarı Efe Edip suikast hazırlıklarını kabul etti ama İstanbul'a kaçarak durumu orada olduğunu öğrendiği Celal Bayar'a bildirmek istediğini ileri sürdü. "Bildirebildin mi?" "Hayır." "Neden?" "Olmadı." Duruşmalar kesintisiz on altı gün sürdü. Hafız Mehmet Bey olayın ilk aşamasını kabul etti, son aşamasını reddetti. Şükrü Bey, Albay Rasim Bey, Ayıcı Arif Bey, Abidin Bey, Halis Turgut Bey şid­ detle reddettiler. Suikastla hiç ilgileri olmadığı konusunda direni-



Izmir İstiklal Mahkemesi Üçüncü Bölüm 247



yorlardı. Ama Ziya Hurşit ya da Laz ismail ve Gürcü Yusuf'la ve bazı tanıklarla yüzleştirilmeleri hazin oldu. Çöktüler. Sabit Sağıroğlu Şükrü Bey'in söylediklerini aktardı. Faik Bey Ankara olayını anlattı, Karabekir Paşa'nın, Rauf Bey'in, Ali Fuat Paşa'nın, Refet Paşa'nın suikast konusunu bildiklerini söyledi. Pa­ şalar ise olay hakkında bir şey bilmediklerini söylediler. Karabekir Paşa Ankara olayını da duymadığını iddia etti. Yargılama yeni sanıklar ve tanıkların dinlenmesiyle 10 Tem­ muza kadar sürecekti. 208



BU SÜRE içinde Gazi Bornova Tarım Okulu ile Türk Ocağı'nı ziyaret etmiş, yine uygarlık veliliği yapmıştı. Her gittiği yerde coş­ kuyla karşılanıyordu. Suikast olayı duyulan sevgi ve saygıyı daha da çoğaltmıştı. İsmet Paşa arada, Fahrettin Paşa ile birlikte İzmir ve İstan­ bul futbol karmalarının karşılaşmasına gitti. İzmirliler 5-4 galip geldiler. Beyaz köşkte Tevfik Bey gazeteci-milletvekillerine "ertesi gün Ankara'ya döneceklerini" açıkladı. Asım Us, iki haftadır duruşma­ ları izliyorum. Artık kararı da beklerim" dedi. Falih Rıfkı Bey, "Karar ne zaman açıklanabilir?" diye sordu. Asım Bey, "Daha savunmalar alınmadı.." diye bilgi verdi, "..Ka­ rar iki-üç gün sonra açıklanabilir. Ben en çok paşalara acıyorum. Tecrübesizlikleri yüzünden kurtların oyuncağı olmuşlar." Tevfik Bey kızdı: "Fethi Bey birkaç kez uyardı. Bu uyarılara kulak verselerdi bu hale düşmezlerdi." 9 Temmuz akşamı Gazi ve İsmet Paşa İzmir'den trenle ayrıl­ dılar. Halk geçeceklerini nasıl öğrendiyse istasyonlarda, yollarda toplanmıştı. Gazi'yi ve İsmet Paşa'yı büyük sevgi gösterileriyle kar­ şılayıp uğurladılar. Olayın bıraktığı acıyı azalttılar. Vagonun salon bölümünde oturuyorlardı. Gazi, "Biz ihtilal dönemini çoktan kapattık." dedi, ".Devrimleri dahi kanunla ya­ pıyoruz. Ama karşımızdakiler hâlâ komitacı alışkanlıkları, darbe metodları ile çalışıyorlar. Her şeyin açıkça bilinmesi, kim kimdir iyi anlaşılması için ilk günden bugünlere nasıl geldiğimizi belgelere dayanarak açıklamaya, millete hesap vermeye karar verdim." 248 Üçüncü Bölüm



Bu çok önemli bir karardı. Şimdiye kadar kimse milleti ciddiye alıp da hesap vermemişti. Önce Şeyh Sait isyanı, arkasından italyan sorunu, kısmi sefer­ berlikler, derken suikast olayı Türkiye'ye çok zaman kaybettirmişti. Oysa bir günün bile önemi vardı. \ Ankara'ya iner inmez işlere sarılacaklardı. 11 TEMMUZDA Savcı son mütalaasını bildirdi. Suikast failleri için idam istedi. Bazı sanıkların davalarının, bu davadan ayrılarak Ankara'da görülmesini talep etti. Bu sanıklar Rauf Bey, Dr. Adnan Bey, Cavit Bey ve bazı eski İttihatçılardı. Paşaların ve birçok millet­ vekilinin de beraatini istediM 12 Temmuzda savunmalar dinlendi. Kimi sözlü savunma yaptı, kimi yazılı. Beraati istenenler savunma yapmadılar. 13 Temmuz günü saat 13.00'te kapılar açıldı. Dinleyiciler salo­ nu doldurdular. Zabıt kâtipleri ve basın mensupları yerlerine geç­ tiler. Sanıklar sağ yandaki kapıdan içeri alındılar. Haklarında idam cezası istenilenler getirilmemişlerdi. Paşalar Ön sıraya oturdular. Dakikalar saat kadar uzuyordu. Mahkeme kurulu 13.30'da yerini aldı. Başkan Ali Çetinkaya kararın gerekçe kısmını bir zabıt kâtibine okuttu. Hüküm kısmına gelince, "Hüküm okunacaktır, lütfen ayağa kalkınız" dedi. Bütün sanıklar, dinleyiciler, görevliler ayağa kalktılar. Hüküm okundu: Paşalar ve milletvekillerinin çoğu beraat etmiş, bazıları hapse mahkûm olmuş, bir kısmının davasının Ankara'ya bırakılma­ sı kabul edilmiş, idam cezasına çarptırılanlar açıklanmıştı. Bunlar Ziya Hurşit, Şükrü Bey, Abdülkadir Bey, Laz İsmail, Gürcü Yusuf, Çopur Hilmi, Sarı Efe Edip, Rüştü Paşa, Hafız Mehmet Bey, İsmail Canpolat Bey, Ayıcı Arif Bey, Baytar Rasim Bey, Halis Turgut Bey, Abidin Bey ve Kara Kemal Bey'di. . Kararın okunması bitince büyük bir alkış koptu. Kim uğursuz suikast sanıkları hakkında verilen idam kararlarını, kim paşaların ve arkadaşlarının beraatini alkışlıyordu, belli değildi. Beraat edenler hemen salıverildiler. Ankara'da yargılanacak olanlar yola çıkarıldı. 209



İdam kararları o gece yarısı yerine getirildi. Kaçak Abdülkadir ve Kara Kemal aranıyorlardı.



210



Üçüncü Bölüm 249



20 TEMMUZ 1926 günü İstanbul Tıp Fakültesi'nde diploma töreni vardı. Törene yalnız yöneticiler, hocalar ve öğrenciler değil, Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam, Vali, bazı İstanbul milletvekilleri, komutanlar, çok sayıda da gazeteci katılmıştı. Günün olağanüstü bir özelliği olduğu belliydi. Tören acı yurt gerçeklerinin de açıklandığı heyecan verici ko­ nuşmalarla başladı. Her doktor Türkiye için çok büyük bir kazançtı. Cumhuriyet doktor, öğretmen, subay, teknik adam, sanatçı, hâkim f|ve sanayicileri baş tacı ediyordu. ö n c e alkışlar içinde Tıp Fakültesini bitiren doktorların diplo­ maları verildi. Sonra diş doktorlarının diplomalarının verilmesine geçildi. Mezun olan diş doktorları sırayla diplomalarını almaya baş­ ladılar. Sırası gelen bir öğrenci daha diplomasını almak için ilerledi. Alkışlar çok şiddetlendi. Birçok kişi ayağa kalktı. Günü olağanüstü yapan olay buydu. İlk hanım diş doktoru Şaziye Yusuf Hanım, beyaz gömleği ile diplomasını aldı. Bir doktor için en büyük üniforma, en değerli giy­ si beyaz gömlekti. İlkler dönemi başlamış, sürüyordu. Bütün meslek alanları ka­ dınlara açıktı artık. Derme çatma spor alanlarında atlet kızlar ko­ şuyorlardı. HÜKÜMET doktorlarının işleri başlarından aşkındı. Resmi işleri yapıyor, Ankara'dan gelen binlerce broşürün, ki­ tapçıkların dağıtılmasını sağlıyor, hasta bakıyor, sonra da varsa bir iki doktoru, gittikleri yerde küçük bir bataklık varsa belediye fen memurunu alıp at sırtında nahiyelere, köylere gidiyorlardı. Halkı toplayıp hijyen kurallarını, yaygın, salgın hastalıklardan *



korunmayı anlatıyorlardı. Açık, sade halk diliyle, işin en basitin­ de», el-ayak yıkamadan başlıyorlardı. Ağız temizliğini öğretmeye çalışıyorlardı. Aralarında ebe varsa, o da kadınları bir evde toplayıp gebelikle, doğumla, çocuk bakımıyla, temizlikle ilgili doğru bilgiler * vermeye çalışıyor, soruları yanıtlıyor, bilmiyorsa, doktorlara sorup öğreniyor, gelip köylü hanımlara anlatıyordu. Ebe yoksa bir kadın öğretmenle gidiyorlardı. Öğretmen de yoksa zavallı kadınlarla ilgilenilemiyordu. 250 Üçttncü Bölüm



Doktorlar erkek hastalara bakıyorlardı. Kadın hastaların der­ dini ebe ya da öğretmen hanım dinliyor, doktorlardan aldığı bilgiyi kadınlara, kocalarına iletiyordu. Kadınların doktorlara görünmesi, muayene olması dine aykırı sayılıyordu daha. Bunu aşmak zaman alacaktı. İlaç ve sabun dağıtıyorlardı. Sabunu ilk kez gören çok köy var­ dı. Yoksulluk ve bilgisizlik genç görevlilerin gözlerini yaşartıyordu. Fen memuru gittikleri ilk köyde, muhtara, köy kuruluna, as­ kerlik yapmış köylülere bataklığın nasıl kurutulabileceğini anlat­ mış, sözünü şöyle bağlamıştı: "Bu bataklık, sazlık, bu pis sular sivrisineğin, yani sıtmanın sa­ rayı, konağı, has bahçesi! Kurutun. Kurutursanız köyünüz, köylü­ nüz, bebeleriniz kurtulacak. Haydi ağalar! Gayret!" Orta ve büyük bataklıklarla devlet başa çıkmaya çabalıyordu. 2 AĞUSTOS 1926'da suikast davasının ikinci bölümü Anka­ ra'da başladı. Sanıklar arasında Rauf Bey, Dr. Adnan Bey, Cavit Bey, Dr. Nazım ve eski ittihatçılar vardı. Bu aşamada sayıları 21'di. Dava süresince bu sayı daha da artacaktı. Yurtdışında olan Rauf Bey ve Dr. Adnan Bey mahkemenin çağrısına uymamış, yurda dönmemişlerdi. Salon her gün tıklım tıklım doluyordu. Savci iddianameyi okudu. Sanıkların bazılarını suikastla il­ gili görüyor, gizli siyasi etkinliklerde bulunduklarını iddia ediyor­ du. Cavit B e y i n evinde yapılan aramada günlüğü ele geçirilmişti. Günlüğü Cavit B e y i n Cumhuriyet yönetiminin hiçbir etkinliğini desteklemediğini, kin kustuğunu gösteriyordu. O kadar ki şapkayı bahane ederek halkı kışkırtma olaylarını bile onaylamaktaydı. Dava 26 Ağustosa kadar sürdü. 211



212



GAZİ, çalışma odasında Nutuk



1



u yazdırmaya başlayacaktı.



Dışişleri Bakanlığından bir görevli Gazi'nin söylediklerini yazmak için gelmişti|Kravatlı ve ceketliydi. Gazi'nin huzurunda olmanın heyecanı içinde terliyordu. Gazi yazlık giyinmişti. Masanın, sehpanın üzerinde, koltuk­ larda, iskemlelerde Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemiyle ilgili birçok dosya, belge vardı* Üçüncü Bölüm 251



Gezinerek giriş cümlesini yazdırmıştı. Caydı: "..Hayır, hayır, o cümleyi siliniz. Şöyle başlayalım: 1919 Mayı­ sının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Vaziyet ve manzara-yı umu­ miye: Osmanlı Devleti'nin dahil bulunduğu grup, Harb-i Umumide mağlup olmuş. Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş..!* Bu çalışma her uygun zamanda devam edecekti. Gelen kâtipler Gazi'nin hızına, direncine ayak uyduramadıkları için sık sık değişi­ yorlardı. Yorgunluktan bayılan olmuştu. Ama Gazi bütün gün dolaşa düşüne yazdırdığı halde, hiç yorgunluk belirtisi göstermeden, yazdıklarını akşam sofrada arkadaşlarına okuyor, okutuyor, görüş­ lerini alıyordu. Çoğu buolayların bazı bölümlerinin tanığıydı. Bir akşam, Milli Mücadele döneminde Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Rauf Bey, Refet Paşa gibi Gazi'nin yanında yer alan öncülerin, Cumhuriyetin ilanından sonra Gazi'yi terk edip gelenek­ çilerin safında yer almaları konusu açıldı. Gazi dedi ki: "Milli Mücadele dönemindeki hizmetleri inkâr edilemez. Bö­ lünmemek için her nazlarını çektim. Bunu yazmaya başladığım ki­ tabı okuyunca daha iyi anlayacaksınız. Beni terk etmediler, geniş anlamıyla çağdaşlaşmayı, kısacası kurtuluş yolunu, bu büyük, kur­ tarıcı ideali terk ettiler. İhtilalin çocuklarını yediği hakkında bir söz vardır. Bu sözü bu eski arkadaşlarımız için de kullananlar varmış. Size gerçeği hatırlatmak isterim. İhtilal çocuklarını yemedi, çocuk­ larından birkaçı ihtilali yemek istiyordu, izin vermedik. Olayın öze­ ti budur." 2123



24 AĞUSTOS 1926'da mahkeme kararını açıkladı: Cavit Bey, Dr. Nazım Bey, eski Ardahan milletvekili Hilmi Bey ile İttihatçı Nai^ Bey'in idamına, bazılarının hapisle cezalandırılmalarına, 37 kişinin beraatine karar verilmişti. Rauf Bey ve Dr. Adnan Bey'e de Türkiye'ye döndüklerinde yeniden yargılanmak üzere on yıl hapis cezası veril­ mişti. Hüseyin Cahit Yalçın bu davadan beraat etmişti. Dört idam kararı gece yerine getirildi.



213



4



FALIH RIFKI ve Yakup Kadri Beyler suikasta karışmadığına inandıkları Cavit Bey'e üzüldüler, Hüseyin Cahit Beyin beraat et­ mesine sevindiler. 252 Üçüncü Bölüm



Hüseyin Cahit Bey'in daha önceki bir davadan dolayı sürgün cezası vardı. Çorum'da çekiyordu bu cezayı. O cezayı çekmeye de­ vam için bir yaylı arabayla yine Çorum yoluna düştü. Hüseyin Cahit Bey'i yolcu ettikten sonra Meclis önünde birbirlerinden ayrıldılar. Falih Rıfkı Bey Ankara Palas yapımını denetlemeye gitti. Yapımla ilgili komisyonun üyesiydi. Yakup Kadri Bey Meclis'e geçti. Kitap­ lıkta çalışacaktı. Mütareke dönemiyle ilgili Sodom ve Gomore adını verdiği romanı yazıyordu. Meclis'te zengin bir kitaplık kurulmuştu. Meclis Başkanı Kâ­ zım Özalp Meclis binasının istasyona bakan yönündeki açıklığı da kat kat havuzlarla süsletip halka açık bir bahçe yaptırıyordu. Bahçe tamamlanınca Cumhurbaşkanlığı Orkestrası, armoni mızıkası burada akşamları halk için konserler vereceklerdi. 214



GENEL SEKRETER Tevfik Bey sabah Gaziye bilgi sunmak için çalışma odasına girdi. Masanın bir yanı Türkçe ve Fransızca tarih kitapları ile doluydu. Gazi okuduğu kitabı, arasına kâğıt açacağı k o % yarak kapattı: "Dinliyorum." "Paris Elçiliğimiz, iki ay izinle Paris'e giden Dr. Rıza Nur Beyin oraya yerleştiğini, memlekete geri dönmeyeceğini bildiriyor." "Nasıl geri dönmeyecekmiş? Daha milletvekili" '"Sakarya Savaşı benim aldığım tedbirlerle kazanıldı, saltanata ben son verdim, Lozan benim eserimdir, hakkımı yediler' gibi söz­ ler e d i y o r m u ş " Gazi şaşırdı: "Eşi, Latife'ye bu adamın gel-git akıllı olduğunu söylemişti. Haklıymış. Allah şifa versin." "3 Ekimde İstanbul Sarayburnu'nda heykelinizin açılış töreni yapılacak efendim." 215



"Heykelimin yapılmasına izin vererek halkın isteğini kırma­ mış oldum. Heykel sanatına alışılmasına benim heykelimin yar­ dımcı olacağını düşünüyorum. Belki bu yolla heykel sanatı gelişir. Memleket heykellerle süslenir. ' Bence ilk fırsatta mesela Mimar 215



Sinan'ın, İbn-i Sina'nın, Piri Reis'in de heykelleri yapılmalı. Bu bü­ yük insanları unutturmamalıyız. Başka?" "6 Ekimde Kayseri uçak fabrikası hizmete açılıyor." Üçüncü Bölüm 253



Gazi'nin yüzü aydınlandı: "İşte en güzel haber. Düşünsene bir süre sc nra bizim yaptığı­ mız uçaklar geçecek başımızın üzerinden." Bir keyif kahvesi istedi. Gazi Nutuk'u yazdırmaya devam edeceği için Tevfik Bey izin isteyerek kalktı. Çıkıyordu, birden durdu: "29 Ekim gecesi için bir emriniz var mı?" "iyi ki sordun. Geçen yılki balo müsamere gibi olmuştu, ismet Paşa'yla bir görüş. Evi oldukça elverişli. Eşi becerikli. Belki Cumhu­ riyet Bayramı'nda bir reception verirler. Ne dersin?" "Paşa'yla görüşeyim efendim." Iyı olur. TEVFİK BEY konuyu o gün İsmet Paşa'ya açtı. İsmet Paşa eşiyle konuşmadan bir yanıt vermedi. Mevhibe Hanım yaz başında ikinci oğlunu da doğurmuş, çocuğa Erdal adı verilmişti. Paşa akşam Gazi'nin isteğini Mevhibe Hanım'a anlattı ve sordu: "Bu işi başarabilir miyiz?" "Gazi Paşa istediğine göre başarmak zorunda değil miyiz?" "Ama nasıl? Bu eve o kadar insan sığar mı?" "Yemek bölümünü bahçeye doğru büyütürsek sığar" "Sen ne diyorsun? Önümüzde ancak bir ay var" Mevhibe Hanım gülümsedi: "Telaş etme paşacığım, ben hallederim. Bu iş ev taşımaktan daha kolay." GÜLHANE parkında, Avusturyalı sanatçı Heinrich Krippel'in yaptığı heykel, yöneticilerin, askerlerin, lise öğrencileri ve halkın katılımı ile 3 Ekim 1926 günü açıldı. w~~ Heykel sanatçısı Gazi'yi sivil giyimli y a p m ı ş t ı . Heykelin put olduğunu ileri sürenler, böyle olduğunu sananlar Gazi'nin heykellerine karşı çıkamadılar. Herhalde için için söylen­ diler ama seslerini yükseltmediler. Yükseltseler halktan tepki gö­ receklerini biliyorlardı. Çünkü Gazi'nin heykelleri yalnız Gazi'yi değil, zaferi, kurtuluşu, şehitleri, gazileri, kağnıcıları, çetecileri, bağımsızlığı, özgürlüğü, medeni kanunu, millet egemenliğini, halk devletini, Cumhuriyeti, kısacası çağdaşlaşma idealini, kurtarıcı dü­ şünceyi temsil ediyordu. 21515



254 Ü ç ü n c ü Bölüm



İkinci heykel, yine halkın isteği ve belediyenin çabasıyla yaptırılacak ve Cumhuriyet Bayramı'nda Konya'da törenle açılacaktı. Ankara'da da Yenigün gazetesi Gazi'yi ve Kurtuluş Zaferini temsil eden bir büyük anıtın yaptırılması için kampanya başlatmış, büyük destek görmüştü. Türkiye'de tek heykelci bulunmadığı için her heykel için Krippel'e başvuruluyordu. Krippel bugünkü Ulus meydanında bulunan büyük anıtı yapmayı da kabul etti. Düzenle­ me kurulu anıtta mutlaka Anadolu kadınının heykelinin de bulun­ masını istiyordu. Zaferde büyük payı vardı. M. NECATI BEY her imkân bulduğunda Ankara'daki, istan­ bul'daki, Anadolu'daki okulları geziyor, müdürle, öğretmenlerle, öğrencilerle konuşuyor, duruma bakıyordu. Eski okullar bakım is­ tiyordu. Eğitim araçları yeterli değildi. Ama Bakanı asıl üzen bir sorun vardı, ilkokul öğrencilerinin çoğunun gömleği, pantolonu, kazağı, ceketi, etekliği, bluzu, entarisi ya yamalı, ya eski, ya büyük, ya dar, ya küçüktü. Çoğunun ayağında sağlam bir ayakkabı yoktu. Yoksul bir milletin yoksul çocuklarıydı bunlar. Sınıflarda üç-beş tane de kız ya da erkek, temiz giyimli çocuk bulunuyordu. Arala­ rındaki görünüm farkı, yoksul çocukların duruşlarını, hareketlerini de etkiliyor, ezik, suçlu gibi duruyorlardı. işte bu durum Necati Bey'i kahrediyordu. Her seferinde yoksul­ luğa lanet ediyor, bazı zaman öfkeden, aczinden gözleri doluyordu. Müsteşarı ile İlk ÖğreM tim Genel Müdürünü rica etti. Buna bir çare bulmaya çalıştılar. Ne olabilirdi çare? Toplantıya başkalarını da da­ vet ettiler. Aralarına iki de hanım öğretmen aldılar. Os­ manlı döneminde ortaokul ve lise öğrencileri üniforma giyerlerdi. Cumhuriyette üni­ formalar kaldırılmıştı. Sorun okula yeni başlayan, henüz gelişmemiş ilkokul öğrencile„•.,.



- . « K ^ , * * * * . , . . , , . .



Üçüncü Bölüm 255



rinin durumuydu. Sonunda kızların diz kapaklarının altına kadar, erkeklerin diz kapaklarının bir karış üzerine kadar, basit, ucuz ku­ maştan, arkadan düğmeli göğüslükler giymelerine, beyaz yakalar takmalarına karar verdiler. Erkeklerin göğüslükleri gri, kızlarınki gri ya da siyah olacaktı. ş Böylece çocukları üzen, utandıran farklar bu önlüklerin altın­ da kalacak, zengini de, orta hallisi de, yoksulu da benzer giyinecek, eşit olacaklardı. Bazı yerlerde ayakkabı sorununu Kızılay, Öğret­ menler Birliği, hatta sınıf öğretmenleri çözmeye çalışıyorlardı. El­ leri geniş olanların bayramlardan önce okul çocuklarına ayakkabı yardımı yapmaları çok makbule geçmekteydi. Yardım edenler adla­ rının açıklanmasını istemezlerdi^ 216



6 EKİM 1926 Çarşamba günü Kayseri Uçak Fabrikası törenle hizmete açılacaktı. Altı büyük hangar tamamlanmış, yollar açılmış, gerekli tezgâhlar ve aygıtlar ilgili hangarlara yerleştirilmişti. İki bü­ yük jeneratör, ışığı ve makinelerin ihtiyacı olan enerjiyi sağlıyordu. Fabrika 170 personelle hizmete girecekti. Ankara'dan Milli Savunma Bakanı Recep Peker, Şirket Başkanı Refik Koraltan, Milli Savunma ve Genelkurmay temsilcileri, hava­ cılar bir gün önce gelmiş, Kayserililerce karşılanmışlardı. Şehir bay­ raklarla süslenmişti.



Kayseri Uçak Fabrikası'ndan bir görüntü



256 Üçüncü Bölüm



Fabrika Kayseri'de kurulan ilk sanayi kuruluşuydu. Çalışanların günlük ihtiyaçları ticarette ciddi bir canlılık yaratmıştı. Bazı Kayse­ rililer fabrikanın yapımında işçi olarak çalışmış, makine, motor, iş tezgâhı nedir tanımışlardı. Küçük havaalanına bakım için gelecek uçaklar inip kalkacaktı. Çağdaşlığın sesini de duyacaklardı.



I



Fabrika Recep Peker, Refik Koraltan ve Belediye Başkanı İbra­



him Sefa Bey tarafından açıldı. İlk aşamada Junkers A-20, F-13 ve G-23 uçaklarının bakım,



onarım ve revizyon işlemlerine başlanacaktı. Sonra uçak yapımına da geçecekti.



217



FABRİKANIN açılışı gazetelerde geniş yer buldu. Türklerin de



artık uçak bile yapacakları halka yayıldı. Türk Hava Kurumu'na armağan edilen uçaklar şehir şehir gezi­ yor, isteyenler uçuruluyor, havacılık sevgisi yayılıyordu. Uçakların basit akrobasi hareketleri yapmaları, havacılık hakkında bilgi veren renkli, küçük el ilanları atmaları, evlerin üzerinden süzülerek dü­ zeltilmiş tarlalara inmeleri, halkı, özellikle çocukları çok heyecan­ landırıyordu. Uçak alınması için bağışlar kesilmeden sürüyordu. Küçük ilçedeki Türk Hava Kurumu şubesine orta yaşlı bir Ana­ dolu anası geldi. Derin çizgili yüzü nice yamanlıklardan geçtiğini gösteriyordu. İpinden çekerek bir keçi getirmişti. Görevliye dedi ki: "İki keçim var oğul. Birini size bağışlıyorum. Helaldir. Sağlı­ cakla kal/' Varının yarısını bırakıp gitti. Annesi öldüğü gün utanıp ağla­ mamış olan görevli ağlamaya başladı. 218



İLK ÖĞRENCİ GRUBUNUN yola çıktığı 1925 yılı başından sonra çeşitli devlet kuruluşları sınav açmışlardı. İhtiyaç duyulan konularda uzman, sanatçı, bilim insanı yetiştirmek amacıyla genç­ ler Avrupa'ya, en seçkin akademi ve üniversitelere yollanacaktı. Bir-iki ülkeye değil, en iyi öğrenim kurumunun bulunduğu ülkeye gönderilmeleri kararlaştırılmıştı. Türkiye geleceğe omuz verecek, Cumhuriyete kanat gerecek, çağdaşlığa öncülük edecek olan seçkinlerini yetiştirmek için hiç­ bir özveriden kaçınmıyordu. Yollananların önemli bir bölümü de öğretmenlerdi. M. Necati Bey öğretmenlerin eğitim ve öğretim Üçüncü Bölüm 257



bilimini, yöntemini öğrenmelerini, bu konuda uzman olmalarım, Bakanlığa yol göstermelerini istiyordu. İkinci grup öğrenciler de 1926 Ekim ayında trenle ve gemiyle Avrupa'ya yolcu edildi. Hepsi titizlikle izlenip denetleniyor, başarı gösteremeyenler hemen yurda geri çağrılıyorlardı. Boşa harcanacak tek kuruşu bile yoktu devletin. Bütün öğrencilere Eğitim Bakanı M. Necati Bey şu mektubu yollamıştı: "Aziz genç, Önünde yeni ve feyizli bir* ufuk açılmıştır. Bu ufka doğru çok kuvvetli bir şevk ve heyecanla atlayacağından eminim. Gideceğin ilim ve irfan diyarında yılmak bilmeyen hudutsuz bir azim ile ça­ lışmak, hem vazifen ve hem de borcundur. Bulunacağın yerlerde her şeyden azami istifadeyi düşünmekle beraber, bir Türk gencine yakı­ şacak bir surette hareket ederek etrafında bulunanların muhabbeti­ ni, takdirini kazanmalısın. Seni aziz vatanın birçok umutlar besle­ yerek ne fedakârlıklarla gönderdiğini unutma. Ona göre çalış. Yolun açık olsun. Başarılar dilerim!' 219



ANKARA'yı boykot ederek İstanbul'da yaşama lüksü ve saygı­ sızlığı sona ermek üzereydi. Ankara İstanbul'daki Dışişleri Temsil­ ciliğini kaldırmıştı. İşi olan Ankara yoluna düşmek zorundaydı. Sovyet ve Afganistan Büyükelçilik binaları tamamlanmıştı. Almanya, Polonya elçilik binalarının yapımına başlanmıştı. Mısır, Yunanistan, Çekoslovakya, Belçika ve Arnavutluk elçilikleri doğru­ dan Ankara'ya yerleşmişlerdi. İtalya, Fransa, ABD geliş gidişlerde kalmak için uygun binalar kiralamışlardı. Bu büyükçe evlerin çoğu şimdiki Denizciler caddesindeydi. İngiltere de verilen arsa üzerine, geldiğinde Büyükelçinin ka­ labileceği bir ev yaptırdı. Lindsay'in iddiaları tutmamış, elçilik Bü­ yükelçilik olmuş, Ankara'nın başkent olduğu kabul edilmişti. Türk sabrı sessizce sürüyor, İngiliz inadı sessizce yeniliyordu. Türkiye Cumhuriyetinin geçici olmadığını anlamışlardı. inatlarından ister istemez vazgeçeceklerdi. 220



1926 YILI Cumhuriyet Bayramı her yerde büyük gösterilerle kutlandı. 258 Üçüncü Bölüm



Ankara'da gece devletin ve toplumun ileri gelenleri ile kordip­ lomatik, İsmet Paşa ile eşinin verdiği reception'a davetliydiler. Pembe Evin önü projektörlerle aydınlatılmıştı. Arabalar ardarda gelerek kapının önünde duruyor, protokol görevlilerince karşıla­ nıyorlardı. Diplomatlar eksiksiz gelmişlerdi. Mevhibe Hanım yemek salonunu, bol camlı geniş bir ek yaptı­ rarak iyice büyütmüştü. Bütün avizeler, aplikler yanıyordu. Küçük bir orkestra köşede uygun parçalar çalmaktaydı. Gazi'nin arabasına öncülük eden motorsikletin sesi duyuldu. İsmet Paşa ve Mevhibe Hanım kapıya çıktılar. Mevhibe Hanım'ın başı açıktı. Çevredeki bütün görevliler, muhafızlar, nöbetçiler se­ lam durdular. Gazi Mevhibe Hanım'ın elini öptü, İsmet Paşa'nm elini sıktı. Mevhibe Hanım nazikçe yol verdi. İçeri girdiler. İçerde iki yüz kadar davetli vardı. Gaziyi alkışlarla karşıladılar. Bir yıl önceki baloyla hiç ilgisi olmayan bir şıklık göze çarpıyordu. Erkekler fraklı, eşler uzun tuvaletli, subaylar büyük üniformalıydı. Kadınlar çeşit çeşit saç modeli sergiliyorlardı. Birkaçı da türbanlı, şapkalıydı. Bir Hanım Salih Bozok'un hanımına sordu: "Kızlar niye yok?" "Gazi Paşa İstanbul'a ortaokula gönderdi." Garsonlar çerez ve içki dağıtmaya başladılar. Orkestra hafif dans parçalarına geçti. Gazi, çevresindekilerden sıyrılarak, davet sahibi Mevhibe Hanım'ı zarif bir baş eğmeyle dansa kaldırdı. Her şey için teşekkür etti. Onlar dansa başlar başlamaz, dans yeri fraklı ve tuvaletli çiftlerle doldu. Gece büyük bir neşe ve başarıyla sona erdi. * 221



221



GAZİ geç saatte uyanmış, yatağının ayak ucundaki kanepe­ ye bağdaş kurmuş, kahve içiyordu. Sırtında bol bir sabahlık vardı. Tevfik Bey karşısındaki iskemleye oturmuştu. Gazi, "Ne zarif, ne güzel bir geceydi değil mi?" dedi. "Evet efendim. Batılı elçiler çok şaşırdılar. Hepsi ayrı ayrı gece­ nin mükemmelliğinden, batıdaki reception\ax\ aratmadığından söz ettiler, hayranlıklarını belirttiler." Gazi güldü: Üçüncü Bölüm 259



"Sen bu nezaket sözlerine bakma. Onlar fesli, sarıklı, çarşaf­ lı, haremli, tekkeli, medreseli bir Doğu toplumu olarak kalmamızı daha çok isterler. Bu dekorun arkasındaki anlayış onların daha iş­ lerine gelir. Böyle toplumları kolayca sömürebiliyor, kandırabiliyor, egemenlikleri altında tutabiliyorlar.'» ^ "Efendim, ünlü Hint şair Tagor, İstanbul'da bir demeç vererek, 'Türk inkılaplarının Doğu dünyası için parlak bir gelecek hazırla­ makta olduğunu* söylemiş." "Keşke Tagor gibi düşünen Asyalılar, Afrikalılar çoğalsa, bütün mazlum milletler zincirlerini kırsalar." Daldı. Sonra sordu: "Radyolardan ne haber?" "İstanbuTunki Martta yayına geçecekmiş." |Bu sırada Çiftlikte yeni elli bin ağacın daha dikimine devam ediliyordu. GAZİ 1 Kasım konuşmasından önce Başbakanı ve Maliye Ba­ kanını rica etti. Mali ve iktisadi durum hakkında son bilgileri aldı. Onca yokluk içinde sonuçlar fena değildi. 1 Kasımda yaptığı Meclis'i açış konuşmasında her alanda elde edilen sonuçlar hakkında bilgi verdi. Küçük gelişmeler bile sevinç uyandırıyordu. Bazı vergilerin ıslahını istedi. Dış ilişkiler hakkında oldukça geniş açıklamada bulundu. Sık sık alkışlandı. f 221b



YIL bitmeden bayram gibi iki açılış yapıldı. Alpullu Şeker Fab­ rikası, Uşak Şeker Fabrikasından önce bitirilmişti. 26 Kasım 1926 günü Alpullu Şeker Fabrikası hizmete açıldı. İki milyon liraya mal olmuştu. Açılış törenine yeni Maliye Bakanı Abdülhalik Renda, Ticaret Bakanı Rahmi Bey, milletvekilleri, İl Va­ lisi, çevre belediye başkanı, şirket ortakları ve sevinç içindeki halk katıldı. Fabrika günde 500 ton pancar işleyecekti. Alpullu bölgenin pancar boşaltma, şeker yükleme merkezi olmuştu. Fabrikanın var­ lığı Alpullu ilçesine ileri bir şehir niteliği kazandıracaktı.



260 Üçüncü Bölüm



Alpullu Şeker Fabrikası



Uşak Şeker Fabrikası



Halk ilk kez çayını Türk şekeri ile içecek, helvasını Türk şeke­ ri ile karacaktı. Bugüne kadar şeker ihtiyacının tamamı dışardan getirtiliyordu. Şeker yoksa çay kuru üzümle içiliyor, tatlı pekmezle yapılıyordu. Bir ay geçmeden 17 Aralık 1926'da da, Uşak Şeker Fabrikası törenle açıldı. Ona da Bakanlar, milletvekilleri, yerel yöneticiler, ortakl ar ve halk katıldı. Uşak'ın yüzü güldü. Uşak Şeker Fabrikasının kapasitesi Turhal Şeker Fabrikası'ndan daha büyüktü. Fabrikanın şehre yaptığı ekonomik katkının yanı sıra, çalışanların kurduğu Sosyal Yardımlaşma Derneği, fabrikayı Uşak için bir kültür merkezi haline getirdi. Halk sinemayı, ailece gelinebilecek gazinoyu ilk kez fabrikada görecekti. Revir, konukevi^ tenis ve futbol sahası, satış mağazaları yapılacaktı. Dernek piknik, spor karşılaşmaları, geziler düzenleyecek, çalışanların ve ailelerinin hayat kalitesini yükseltecekti. Cumhuriyetin hiçbir fabrikası sadece fabrika olarak kalmaya­ cak, birer kültür ve sanat merkezi olacaktı. 1927 yılına böyle girildi. 222



Üçüncü Bölüm 261



Yıl: 1927 1 Ocak 1927-31 Aralık 1 9 2 7



223



YENİ YILI İstanbul'da bazı aileler yılbaşını kutlayarak karşı­ ladılar. Birlikte yemek yenildi. Fıkralar anlatıldı. Taklitler yapıldı, j Papazkaçtı, tombala oynandı. Ankara'da Yenişehir'deki bazı aileler de yılbaşı akşamı eşleri ve çocuklarıyla ile birlikte, içlerinden birinin evinde toplanarak yeni yıla şarkılar söyleyerek neşeyle girmişlerdi. Yaşama sevinci için yeni bir fırsat olan bu yeni âdet giderek yayılacaktı. Çoğunluğun birlikte eğlenmeyi pek bilmediği, gülmeyi ayıplayanların bulunduğu bir toplum için yılbaşı, birlikte eğlenmek için bir alıştırmaydı. 224



YENİ YILDA gazetelerde yer alan başlıca haber istanbul Radyosu'ydu. Yakında açılacağı belirtiliyordu. Gazeteler, ses ve saz sa­ natçılarıyla, teknik adamlarla yapılan röportajlar ile, vitrinler çeşitli marka radyolarla doluydu. Taksitle satışlar başlamıştı. Radyolar evlerde baş köşeyi işgal edecekti. Çoğunun üzerine çapraz yerleştirilmiş küçük dantel bir örtü koymak âdet olmuştu. Büyük salon radyoları da salonların en gösterişli yerine yerleştiri­ liyordu. Aranırsa, parazit arasında bazı istasyonların sesleri zar zor du­ yuluyor, o zaman bütün ev halkı radyonun başına üşüşüyordu. "Burası neresi?" "Nece konuşuyor?" "Susun da anlayalım!" Sabırsızlık içinde İstanbul Radyosunun yayına geçmesi bekle­ niyordu. 13 OCAK 1927 günlü Hayat dergisinde Ahmet Cevdet Bey uzun bir yazı ile memleketteki iktisadi hayata değinmekteydi. Üze­ rinde durduğu konu, iktisat ilmi için pek bir şey yapılmadığıydı. 262 Üçüncü Bölüm



özetle, "Kapsamlı bir iktisadi incelemeye rastlamadık, gerçek iktisatçı sayısı çok az, üniversite iktisatçı yetiştirmiyor" diyor, ba­ ğımsız bir iktisat fakültesinin kurulmasını istiyordu. Ama üniversitede yaprak kımıldamıyordu. iktisat Hukuk Fakültesinde yardımcı ders olarak okutuluyor­ du. Dergide aynı gün Zeki Mesut Bey'in (Alsan) de bir yazısı çık­ mıştı. Hukukçu Zeki Mesut Bey'in bir cümlesi çok beğenildi: "Vatansever olmak vatandaş olmanın gereğidir? ' ** * 1 1



GAZİ çeşitli görüşteki milletvekillerini, bilim ve sanat adamla­ rını sofrasında buluşturmaya devam ediyor, tartıştırıyor, tartışıyor, öğretiyor, öğreniyordu. Bu forumda Türkiye'nin sorunları konuşuluyordu. Çözüm yol­ ları öneriliyor ve değerlendiriliyordu. Gazi bu konuşmalara zaman zaman yön veriyor, bazı tasarılarını da açıklayarak nabız yokluyor, düşüncelerini oigunlaştırıyordu. . . ff Büyük iş, çağdaşlaşma zorunluğunu, devletin bütün imkânla­ rıyla halka benimsetmeyi başarmaktı. Çağdaşlaşma, milli egemenliği de, laiklikliği de, millileşmeyi de, halkçılığı da, uygarlaşmayı da, sanayileşmeyi de, bilgisizlikten, ilkellikten, yoksulluktan, bağnazlıktan kurtulmayı da, bağımsızlığı, milli onuru, özgürlüğü, insan haklarını, vicdan özgürlüğünü, barış­ çılığı da, görgüyü de içeren büyük, hayati bir tasarı, bir idealdi. Bunu vazgeçilmez, ödün verilmez, parçalanmaz bir ideal ola­ rak oluşturan ve uygulamaya koyan ilk önder Gazi M. Kemal Paşa olmuştu. Türkiye bu sayede hayata dönmüş, yaşama yeteneği ka­ zanmıştı. Hiç kimse bu tasarıyı daha önce bir bütün olarak düşünmemiş, düşünse bile açıklayamamış, hele uygulamaya hiç cesaret edeme­ mişti. Bazı konularda Batıyı taklitle yetinilmişti. Gazi'nin ideali Ba­ tıyı taklit etmek değil, Anadolu kültürünün sağlıklı öğelerini koru­ yarak milletçe çağdaş uygarlığı paylaşmak, ona ortak olmaktı. Gazi bu büyük, çok yanlı tasarıyı, bütünlüğünü koruyarak, te­ laş etmeden, araya zaman koyarak, adım adım gerçekleştiriyordu. 224b



Üçüncü Bölüm 263



ANKARA PALAS adı verilen otel bitmek üzereydi. Mimar Kemalettin Bey binayı zamanında yetiştirmek için şantiyede yatıp kalkıyor, yalnız planını yaptığı üç başka yapı işi için dışarı çıkıyor­ du. M. Necati Bey'in Gazi Okulu adını verdiği işe, bugün Küçük Tîyatro'nun bulunduğu Vakıf Apartmanı'na, Ankara istasyonunun yanında yapılan dört katlı yapıma koşuyordu.. Her üçü de hızla ilerliyordu. 2 MART 1927 günü Meclis hükümetin isteği üzerine Takrir-i Sükûn Kanunu'nun yürürlük süresinin iki yıl daha uzatılmasını kabul etti. Buna karşılık istiklal Mahkemelerinin görevleri sona erdirildi. Milli Mücadele döneminde ihtilal mahkemeleri olarak, bozgun­ culara, hainlere, asker kaçaklarına, casuslara, ırz düşmanlarına, ka­ tillere, soygunculara, işbirlikçilere, isyancılara karşı milli egemenliği, Meclisin varlığını, bağımsızlık savaşını, milli namusu ve o kıyamet günlerinde asayişi koruyarak büyük hizmetler görmüştü. İstiklal Mahkemeleri tarihe karıştı. || 225



\



BEKLENEN gün geldi. t 6 Mart 1927 akşamı İstanbul Radyosu yayına başladı. Spikerin sesi duydu: "Burası 1200 metre uzun dalga 250 kilosikl İstanbul radyosu. Muhterem dinleyiciler tecrübe neşriyatımıza başlıyoruz." Evlerden sevinç çığlıkları yükseldi. Spiker milletlerarası ku­ rallara uyarak istasyonun kimliğini bir de Fransızca anons ettikten sonra programı bildirdi: "Şimdi Mesut Cemil Bey idaresindeki musiki heyetimizden rast makamında eserler dinleyeceksiniz." Musiki heyetini ajans haberleri, haberleri Fransızca şarkılar, şarkıları Selim Sırrı Bey'in beden sağlığı hakkındaki konuşması iz­ ledi. Tecrübe yayını o günlük sona erdi. Radyosu olan her evde, bir eski zaman konağında olduğu gibi fasıl heyeti dinlenmişti. Bu ne olağanüstü bir olaydı! Teknoloji dün­ yayı değiştiriyor, bazı imtiyazları siliyordu. Kimi haberleri önemse­ miş, kimi Fransızca şarkılara bayılmıştı., Selim Sırrı Bey'in konuş­ masına herkes hayran kalmıştı. 264 Üçüncü Bölüm



Kasım ayında da Ankara Radyosu yayına başlayacaktı. Türkiye radyo yayınına başlayan ilk birkaç ülke arasında yer alıyordu. Daha güçlü, bütün ülkeye ulaşacak milli radyolar kurmak için çalışmalara başlandı. Kısa dalga üzerinden dış dünyaya yayın yapacak bir istasyon kurma işi de gündeme alındı. 21 MART 1927 Pazartesi günü Etnografya Müzesi'nin yanın­ daki geniş alanda Türk Ocakları Genel Merkezi'nin temel atma töreni yapılacaktı (eski Halkevi^ bugünkü Devlet Resim ve Heykel Müzesi). J Başbakan, bazı Bakanlar, birçok milletvekili, Türk Ocakları Genel Başkanı Hamdullah Suphi Bey, binanın mimarı Arif Hikmet Koyunoğlu, Ocaklılar alanı doldurmuşlardı. Genel Başkan Hamdullah Suphi Bey uzun bir konuşma ile Türk Ocaklarının kuruluşunu anlattı: "Türk Ocağı kendini red ve inkâr eden bir hava içinde doğdu. Ona herkes karşıydı. Hatta birçok Türk aydını bile. Diğer millet­ ler her şeyi dinlemeye tahammül gösteriyorlardı, fakat Türklüğün geçmişinden, şerefinden ve hakkından söz edildiği zaman bunları işitmeye tahammülleri yoktu. Türk Ocağı diğer milletlerin hususi dayanışmasına karşı bir tepki olarak meydana çıktı. Osmanlı İmpa­ ratorluğu dahilinde her milletin kendine mahsus bir davası vardı. Her milletin hakkı konuşulurdu. Davası olmayan, hakkı düşünül­ meyen yalnız Türklerdi. Türk Ocağı Osmanlı vatanı üzerinde ilk defa sıkılmış bir yumruk gibi göründü ve Türk davası Türk Ocağı ile diğer davalar arasına girdi ve bir yer tuttu. Türk Ocağı'nın iddiası, Türk milletinin hakkı, Türk milletinin şerefi ve onun her tehlikeden uzak olması gereken geleceğiydi. Türk Ocağının doğduğu gün ile bugün arasında on altı yıllık bir mesafe vardır. Ben şimdi hayalimin gözüyle bu mesafeyi hayretle seyrediyorum." Nice ateşlerden ve harikalıklardan geçerek bu güne ulaşılmıştı. Gazi'yi minnetle andı. Bu uzun konuşmadan sonra İsmet Paşa te­ mele ilk harcı koydu. Büyük ve sanatlı yapının yapımına başlandı. 226



Herkes Hamdullah Suphi Bey'in acıyla anımsattığı dönemin tarihte kaldığına inanıyordu. * 226



Üçüncü Bölüm 265



BU SIRADA Suriye'de Kürt Milli Genel Kurultayı toplanmış­ tı. Kurultaya Kürt Teali Cemiyeti, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiyesi, Kürt Millet Partisi ve Kürt Milli Birliği adlı dört örgütün temsilcileri ka­ tılıyordu. Hoybun adlı bölücü Örgütün kurulmasına bu toplantıda karar verildi. Toplantıya Vanlı Papaz Vahan Papazyan da katılmıştı. Taşnak Partisi de Kürt hareketini ve Hoybun örgütünü destekleyecekti. Hoybun örgütünün kurulmasına İngilizler ve Fransızlar önayak olmuşlardı. Dört yıl önce imzalanan Lozan Antlaşması'yla İn­ giltere ve Fransa Türkiye'nin sınırlarını, bütünlüğünü, bağımsızlı­ ğını kabul etmişler, antlaşmanın altına şeref imzalarını atmışlardı. Şimdi Türkiye'yi bölmeye çalışacak olan Hoybun örgütünü kurdu­ ruyorlardı. Mehmet Akif Bey haklı olarak bunlar için 'tek dişi kalmış ca­ navar' demişti. Çıkarları için bu büyük ülkelerin feda etmeyecekleri hiçbir kutsallık yoktu. Hoybun örgütü adına Celadet Ali Bedirhan ile Taşnak Partisi adına Vahan Papazyan bir anlaşma imzaladılar. Kanlı Taşnak Par­ tisi ile Hoybun, amaçlarına ulaşmak için Türkiye'ye karşı birlikte savaşacaklarını, birbirlerine yardım edeceklerini ilan ettiler. Anlaş­ manın bir maddesi özetle şöyleydi:; § "Her iki taraf, bağımsız bir Kürdistan ve Birleşik bir Ermenis­ tan kurulması için ortak düşmana karşı savaşmaya devam ede­ cektir" §.'•#• . ? ' . - § / • ..' İOrtak düşman Türkiye Cumhuriyeti idi;ff!|İ § Kurultay bir bildiri yayımladı: "Kurultay herkese duyurur ki Ermenistan ve Kürdistan da asır­ lardan beridir Ermeniler ve Kürtler yaşamaktadır. Onlar kendi ba­ ğımsızlıkları uğruna çalışırlarken, ülkelerinde herhangi bir yabancı hâkimiyeti reddederler Çünkü bu iki ülke yalnız ve yalnız Ermeni ve Kürt uluslarına aittir" Hoybun örgütü Celali aşiretinden İbrahim Ağa ile Osmanlı ve Türk ordusunda yüzbaşı olarak çalışmış olan Yüzbaşı İhsan Nuri'ye paşalık unvanı verdi. İhsan Nuri'yi Ağrı isyanını başlatıp yönetmekle görevlendire­ cekti.



227



266 Üçüncü Bölüm



NİSAN 1927'de Avrupa'da yaptığı bir incelemeden dönen M. Necati Bey birçok insanı heyecanlandıran bir demeç vermiş, özetle şöyle demişti: "Milli kültüre ait kurumlara büyük önem verilecek, Ankara'da üniversite, müze, milli kütüphane, milli tiyatro gibi Türk milletinin şeref ve kudretiyle oranlı büyük bilim ve sanat kurumları kurula­ caktır." 7 Nisan 1927 günlü Hayat dergisinde Fuat Köprülü'nün bir ya­ zısı yer aldı. Fuat Köprülü, Eğitim Bakanı M. Necati Bey'in demeci­ ni büyük müjde olarak niteliyor, özetle diyordu ki: "İtirafa mecburuz ki medeni varlığı temsil eden bilim ve sanat kurumları bakımından başka milletlere göre çok, pek çok yoksuluz, istibdat dönemi bu cins kurumlara değer vermek şöyle dursun, milli kültüre ait her teşebbüsün mahvı için çılgıncasına çalışmıştı. Meş­ rutiyet yıllarında da fpu hususta büyük bir şey yapılamadl.M Bilim ve sanat kurumlarımızın canlanmaya başlaması ancak Cumhuriyet yönetiminde kabil oldu? * 227



BAHARLA birlikte Çiftlikte çeşitli türde elli bin ağaç daha di­ kilmişti. Sebzeler yetişmişti. Yoğurt ve peynir üretimi başlamıştı. Buğdaylar baş vermiş, tarlalar yemyeşil olmuştu. Bir tepeciğin üzerine Gazi'nin istediği iki katlı evin ve yakı­ nındaki büyük havuzun yapımı bitmek üzereydi. Marmara Köşkü, Marmara Havuzu diye anılacaklardı. Halk için tasarlanan büyük bahçe çimenlerle, çiçeklerle süslen­ miş, tahta sıralar, masalar yerleştirilmişti. Halk tatil günleri trenle geliyor, birlikte getirdikleri yemekleri yiyor, geç vakte kadar temiz hava alıyor, yeşillik içinde yüzüyor, oynuyor, eğleniyor, yine trenle geri dönüyordu. İstasyona Mehmet Ali Bey adında deneyli, nazik bir şef atanmıştı. Gazi de fırsat buldukça Çiftliğe uğruyordu. 2270



O da tabanca taşıyordu artık. Yaverlerine, ismail Hakkı Bey e güveniyordu ama en çok kendi çevikliğine, sezgisine güveniyordu. Milletine karşı bir borç olarak gördüğü görevini yerine getir­ meden bir kazaya uğramak istemiyordu. Üçüncü Bölüm 267



EĞİTİM BAKANLIĞI Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Emin Erişirgil ile üye İbrahim Alaaddin Gövsa sohbet ediyorlardı. Emin Bey, "Bu büyük devrimin nedenlerini ve amacını biz bi­ liyoruz." dedi, "..İçinden gelmekteyiz. Ama ideolojisi yapılmadığı için gelecek nesiller nedenleri ve amacı bilemeyecek. Şimdi bile bir­ çok kişi yeterli açıklıkta bilmiyor. Bu eksikliği gidermek üniversite­ nin görevidir. Yakın tarihimizi, ne halde olduğumuzu, bu noktaya nasıl geldiğimizi herkes iyi ve doğru bilmeli." İbrahim Alaaddin Bey "Haklısınız." dedi, "..Mesela koca im­ paratorluk neden küçüldü, zayıfladı, aciz, geri kaldı, Anadolu ni­ çin bu kadar yoksul, geri, ilkel durumda, Balkan Savaşı'nda, Büyük Savaş'ta neden yenildik, Cumhuriyet Osmanlıdan nasıl bir miras devraldı, bunları da herkese, her düzeydeki insanlarımıza iyi anlat­ mak zorundayız ki Cumhuriyetin değerini, anlamını bilebilsinler, ona sahip çıksınlar. Bu yalnız üniversitenin değil, bütün aydınların, yazarların, hepimizin görevidir" Böyle güzel güzel dertleştiler. Üniversitenin, aydınların, ya­ zarların bütün bunları herkese anlatacak çeşitli kitaplar yazmaları, özellikle halka uygun biçimde anlatmaları gereği üzerinde durdu­ lar. Yazmayanları ayıpladılar. Ama ikisi de fırsat bulup bu eseri yazamadı. 2270



22/23 MAYIS gecesi Gazi bir kriz geçirdi. Nutuk'u yazdırdığı günlerdi. 30 saat aralıksız çalıştığı oluyordu. Kalp uyarıda bulun­ muştu. Almanya'dan getirtilen iki doktor Gazi'nin sigara içmekten ile­ ri gelen bir kalp rahatsızlığı (anjin) geçirdiğini söylediler. Dinlen­ mesi gerektiğini söylediler. Gazi doktorların bu tavsiyesine güldü. "Dinlenmek mi?" Bir kez bile nezle olmamıştı. Sağlıklı, dinç, enerjik, dayanıklı, yo'rulmaz bir insandı. Doktorların durumu abarttıklarım düşünür­ dü. Bu nedenle de doktor tavsiyelerine gerekli önemi vermezdi. Bu kez de vermeyecekti. MAYIS ayının sonunda, birkaç yıl önce zor inanılan bir iş ba­ şarılmış, Ankara demiryolu Kayseri'ye ulaşmıştı. 268 Üçüncü Bölttm



Bayraklar ve taflanlarla süslü lokomotifin çektiği özel katar Kayseri'ye kadar yol boyuna çıkan köylüler tarafından coşkuyla selamlandı. Ankara'ya, Kayseri'ye gitmek artık ne kadar kolay ola­ caktı. Belki ürünlerini de, gerekli hazırlıklar bitince, büyük pazar­ lara gönderebileceklerdi. Ankara'daki doktorlara ulaşabileceklerdi. Meclisi görecek, milletvekilleriyle konuşabileceklerdi. Parası olan belki İstanbul'a bile gidebilirdi. Lokomotif istasyona girmeden, çok güzel bir takın altında durdu. Önünde yolu kesen ipek bir kurdele vardı. Once Bayındırlık Ba­ kanı Behiç Bey konuştu. Sonra İsmet Paşa güzel, heyecan verici bir konuşma yaptı. İsmet Paşa konuşması bittikten sonra 'hayırlı olmasını' dile­ yerek kurdeleyi kesti, Ankara-Kayseri hattını işletmeye açtı. Loko­ motif düdük öttürerek, konuşmaları dinleyen binlerce kişiyle fbirlikte alkışlar içinde ağır ağır ilerledi, yapımı bir ay önce bitmiş güzel Kayseri istasyonuna girdi ve durdu. Tarih 29 Mayıs 1927'ydi. 2270



Makinist ile ateşçiler kirli ve terli yüzleriyle kalabalığa gurur içinde bakıyorlardı. Alkışlar göğü titretiyordu^ Osmanlı döneminde İstanbui-Ankara demiryolu Alman şir­ keti tarafından 21 yılda yapılmıştı. Cumhuriyet, Yahşıhan-Kayseri arasını (311 km.) 2 yılda aşmıştı. Bundan sonraki ilk hedef Doğuya doğru Sivas, Güneye doğru Ulukışla'ydı. Bu tasarılara artık inan­ mayan da yoktu, gülen de.



Kayseri-Ankara hattının işletmeye açıldığı gün



Üçüncü Bölüm 269



Bir Junkers A-20 uçağı da o sırada istasyonun üzerinden geçe­ rek fabrika yakınında hazırlanan toprak piste indi. Kayseri milletvekili Ahmet Hilmi (Kalaç) Bey yanındaki hemşerisine "İşte Cumhuriyet bu.." dedi, "..yani uygarlık." TBMM 25 Haziran 1927'de Umumi Müfettişlik Teşkilatı hak­ kındaki kanunu kabul etti. Meclis'in dört yılı dolmuştu. Ertesi gün yeni seçime gidilmesi de oybirliği ile kabul edildi. Yaz sonunda yeni seçim yapılacaktı. Kimi seçim bölgesine git­ ti, kimi aday listelerinde kesin yer alabilmek için Ankara'da kalarak parti yönetimiyle ilişkiyi sürdürdü. Listeleri parti yönetim kurulu hazırlıyordu. Listeler son olarak Gazi'nin, İsmet Paşa'nın ve Parti Genel Sekreterinin onayına sunu­ luyordu. Halk Partisi grubu, fek parti çerçevesi içinde toplanmış, türlü akımları temsil eden çeşitli milletvekillerinden oluşmaktaydı. Or­ tak yanları saltanat ve hilafet karşıtı olmalarıydı. Her etnik gruptan insan partide ve Meclis'te yer buluyordu. Falih Rıfkı Bey, "Biz devrim partisi değiliz.." diye sızlanıyordu, "..devrim partisi böyle olmaz. Milletvekillerini iz parti ilkelerimizi kesin kabul eden mütecanis (benzer) insanlardan oluşmalı." Ama bu görüşü parti yönetimine de, Gaziye de kabul ettirememişti. Halk Partisi memleketteki bütün sesleri ve renkleri bira raya getiren bir koalisyondu. Onu tek parti olarak nitelemek kuramsal olarak da, gerçekçi olarak da yanlış olurdu. Birkaç parti gibiydi ya da birçok görüşü içeren büyük bir siyasi kuruluş, bir okuldu. 227e



227f



GAZİ günlük devlet işlerinden sonra bir iki saatini Kurultayda yapacağı konuşmayı yazdırmaya ayırıyordu. Tesbihiyle oynayarak dolaşa dolaşa yazdırıyordu. Kimi zaman da kendi yazıyordu.Bel­ geler konuşmanın eki olarak sıralanıp ayrılmaktaydı. Bazı konular için gerekli kişilerin bilgisine de başvuruluyordu. 270 Üçüncü Bölüm



Eser Gazi okuyacağı için Nutuk adıyla anılacaktı. Aslında çok önemli bir kitap olacak, Milli Mücadele tarihinin ana kaynağını, Türk dilinin de en güzel örneklerinden birini oluşturacaktı. Bu süreçte İstanbul halkının sitemleri, milletvekillerinin ıs­ rarı, basının dileği durmuyordu. Gazi, 1919 Mayısında ayrıldığı İstanbul'a sekiz yıl sonra gitmeyi sonunda kabul etti. Uygun evler arandı. Kimi küçük geldi, kimi güvensiz, kimi ye­ tersiz. Kız kardeşi Makbule Hanım da ağabeyinin evine ineceğini sanarak çırpınıp duruyordu. En sonunda özellikle güvenlik bakı­ mından Dolmabahçe Sarayı uygun görüldü. İstanbul ve Çankaya bu büyük güne hazırlanmaya başladı. Nutuk'la ilgili tüm dosyalar sandıklandı. Gelecek görevliler belir­ lendi. Gazi Hafız Yaşar Bey'in gelmesini de istedi. Bazı yetkililer önden yollandı. Sarayın bir bölücü Cumhurbaşkanlığının özelliklerine göre yeniden düzenlendi. İstanbul Radyosu ve gazeteler Gazi'nin 1 Temmüz 1927 günü istanbul'a geleceğini haber verdi. | İstanbul ayaklandı. 227g



1 TEMMUZ günü İstanbul'un Gaziyi karşılayışı bir daha ya­ şanması imkânsız olağanüstü bir olay oldu. Bütün gazetelerin bi­ rinci sayfalarında Gazi için yazılan şiirlere yer verilmişti. Vali başkanlığındaki bir kurul İzmit'e Gazi'yi karşılamaya gelmişti. Halkın coşkun gösterileri arasında İzmit'ten geçen tren Derince'de durdu. Kıyı on binlerce insanla doluydu. İzmit körfezin­ de savaş gemileri bir çizgide sıralanmıştı. Gazi, maiyeti, arkadaşları, karşıcılar ve basın mensupları ile Ertuğrul yatına bindi. Kaptan köşkünün üzerindeki güvertede ha­ zırlanmış olan koltuğa oturdu. Yat hareket etti. Donanma adına Hamidiye toplarını gürleterek Gazi'yi selam­ ladı. Tüm savaş gemilerinin mürettebatı küpeştelere sıralanarak denizci usulü selam durdular. Ertuğrul mızıkası marşlar çalıyordu. Kıyıdaki halkın sevgi avazeleri gemiye yansımaktaydı. Hava harika, her şey olağanüstüydü. Gazi sekiz yıl, bir ay, 25 gün sonra İstanbul'a gelmekteydi. Adalara yaklaşmışlardı. Büyük, küçük motorlar yatı sarıp birlikte yol almaya başladılar. Büyükada ile Kınalı arasında karşılayıcıların Üçüncü Bölüm 271



bindikleri boğaz vapurları sıralanmıştı. Bandolar çalıyor, halk avaz avaz bağırıyor, şapka, el, bayrak, mendil sallıyordu. Hepsi kadın, erkek, çocuk, tıklım tıklım doluydular. Gazi de mendil sallayarak karşılık veriyordu. Boğaz vapurları da harekete geçerek Ertuğrul'a yoldaşlık etme­ ye başladılar. Sonra Ertuğrul yatını bekleyen Halep, Haydarpaşa, Fenerbahçe vapurlarının önünden geçildi. Bu vapurları dolduran halk da çılgın­ ca "Yaşa Gazi" diye bağırıyordu. Denizde bayraklarla süslü binlerce yelkenli, motor, sandal var. Deniz görünmüyor sanki. Hepsi rengâ­ renk giyimli İstanbullularla dolu. Kıyılar da öyle. Ta tepelere ka­ dar. Selimiye de toplarını gürleterek Gazi'yi selamladı. Selimiye'nin önüne saf saf askerler dizilmiş, selam duruyorlardı. Kıyıdaki halk bağırarak, ellerini, şapkalarını, bayrakları salla­ yarak Ertuğrul yatıyla birlikte koşuyor, Gazi'yi bırakmıyorlar. Yaşlı­ lar ellerini açarak Gazi ye dua ediyorlar. Görünüm Gazi yi de heyecanlandırmıştı. Salih Bozok ağlama­ ya başladı. Ali Naci Karacan ertesi gün yayımlanacak yazısında şöyle di­ yecekti: "Denizin ortasında dört bir yana bakıyorum. Gözün alabil­ diği noktalarda, kıyılarda, tepelerde, binlerce insan yığınlarından başka bir şey göremiyorum. Mahşer. Yalıların önünden geçiyoruz. Oturanlar görülsün diye perdeleri, çarşafları sallayarak selamlıyor. Gazi de mendil sallıyor!'



272 Üçüncü Bölüm



Yunus Nadi Bey de şöyle yazacaktı: "Cevat Abbas Bey, Bu ulvi ve görkemli görünüşün yanı başına bir de Mudanya vapuru ile Anadolu'ya gidişimizi koymalı. Bu işin manası o zaman daha iyi anlaşılır* diyor. İstanbul'un güzelliği ile halkın gösterileri Gazi'yi heyecanlan­ dırdı, 'Ne güzel memleket, ne duygulu, ne vefalı halk!' dedi? Saat 17.00 olmuştu. Ertuğrul Çengelköy'den dönerek Dolmabahçe önünde durdu. Motorla rıhtıma çıkıldı. Gazi büyük salonda İstanbul temsilcilerini kabul etti. Vali-Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ'ın hoş geldiniz söylevine yanıt verdi. Yaveri Muzaffer Kılıç Dolmabahçe'de kalına­ cağını duyduğu zaman itiraz etmiş, "Sizin padişahların kaldığı sa­ rayda kalmanız uygun olmaz efendim" demişti. Ona da yanıt olmak üzere konuşmasını şöyle bitirdi: "Burası artık milletindir. Ben de burada milletin bir bireyi, bir misafiri olarak bulunmakla bahtiyarım." Biraz dinledikten sonra radyo dinlemek için salona geldi. Kar­ deşi Makbule Hanım, manevi kızları, Meclis Başkanı Kâzım Paşa, Vali Muhittin Üstündağ, Birinci Ordu Komutanı Ali Sait Paşa, bazı milletvekilleri de salonda bekliyorlardı. Oturdular. Başyaver Mu­ zaffer Kılıç, İsmail Hakkı Bey ayakta duruyorlardı. Salona büyük bir radyo yerleştirilmişti. 1



228



Denizden halkla dolu gemiler geçiyor, bando, şarkı, marş ses­ leri yansıyordu. Müzik programı bitince spiker ajans haberlerini vermeye başladı: "Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin bulunduğu Ertuğrul yatı bugün bayraklarla donatılmış altmışa ya­ kın gemi, binden fazla motor, yelkenli ve sandal tarafından karşı­ landı. İstanbul'a yaklaştıkça sayısı artan motorlar yüzünden yat, Büyükada'dan Çengelköy'üne ancak üç saatte gelebilmiştir. Bütün kıyılar, tepeler, rıhtımlar, denize açılan bütün yollar, büyük kurtarıcıyı selamlamaya koşan yüzbinlerce coşkun, mutlu İstanbullu ile doluydu. Bütün evler bayrak asmışlardı. Tarihte benzeri görülme­ miş olan bu görkemli ve içten karşılamayı, bu gece karada ve deniz­ de yapılacak fener alayları izleyecektir. İstanbul Valisi..." Üçüncü Bölüm 273



Başyaver fener alayının sarayın arkasındaki geniş caddeden geçmeye başladığını haber verdi. Caddeyi gören bir yerden, alev alev geçen coşkun, çok uzun, çok kalabalık fener alayını izlediler. Biraz sonra deniz fener alayı başlayacaktı. 0



0



İstanbul asıl kurtuluş bayramını bugün yaşıyordu, istanbul da olduğu sürece, halk Gazi nereye gitse orayı bayram yerine çevire­ cekti. DÖRT orta yaşlı İstanbullu, içlerinden birinin Üsküdar'daki evinin penceresinden deniz feneri alayını, havai fişek gösterisini izliyor, halkın sevinç çığlıklarını işitiyorlardı. Ev sahibi sinirlendi, pencereyi kapattı, perdeyi çekti: "Yeter!" Oturdular. Gazi'yi karşılayış, halkın sevinci, bağlılığı bu dört adamı öfkelendirmişti. İkinci adam top sakallı, küçük yüzlü biriydi. Sızlandı: "Mustafa Kemal'i yenmek artık mümkün değil." Ev sahibi söylendi: "Suikastı da beceremediler" Üçüncü adam, "Eylül başında yapılacak seçimlerin tamamını kazanırlar.." dedi, "..tek bağımsız bile çıkmaz" "Tek çare Mustafa Kemal Paşa'yı halkın, özellikle de gençlerin, çocukların gözünden düşürmek." "Nasıl yapacağız bunu?" "Ne bileyim, bir şeyler uyduracağız. Mesela dinsiz, din düş­ manı deriz, Türk değil deriz. Anası iyi biri değildi deriz. Yalandan vergi alan yok. Biri inansa kârdır. Bizim lık böyle laflara inanır. O ona söyler, o ona, kulaktan kulağa, evden eve, mahalleden mahalle­ ye, şehirden şehire yayılır. Yeni yeni şeyler uyduranlar çıkar..." Dördüncü efendi daha Cumhuriyete ısınamamış iyi bir Müslümandı. İçi sızladı, itiraz etti: "Yalanın, iftiranın günahı büyük, vebali ağırdır." "Padişahlık, halifelik, tarikatler, medreseler geri gelsin diye de mi yalan söylenemez? Kutsal, ulvi bir gaye için.." "Yalanın, hele iftiranın hayırlısı, kutsalı, ulvisi olmaz" "Sen öyle düşün* Bence aziz Allah affeder" 274 Üçüncü Bölüm



"Suçuna Allah'ı ortak etme bari! Davamızı dürüstçe savuna­ lım" "Nasıl olacak o? Bu yeni icat hayatı yıkabilmek için önce Mus­ tafa Kemal'i halk gözünde bitirmek şart. Çünkü bu işin temeli o. Temeli çökerteceksin ki bina yıkılsın. Osmanlı geri dönsün. Benden Söylemesi." Denizi dolduran neşe, mutluluk, coşku, camları, perdeleri aşa­ rak içeri doluyordu. 229







GAZİ bir gün sarayda kaldıktan sonra İstanbul'u, kurumları ziyarete başlayacaktı. İstanbul bayraklar içinde yüzüyor, şehri yüze yakın tak süslüyordu. İlkönce Edirnekapı şehitliğine gitti.Yaralı ola­ rak İstanbul'a sevk edilen Çanakkale gazilerinden hastanelerde ha­ yatını kaybedenler bu şehitlikte toprağa verilmişlerdi. Binlerce şehit yatıyordu burada. Anafartalar'da, Conkbay ırı'nda, Arıburnu'nda, Seddülbahir'de, Sığındere'de, Kerevizdere'de, Alçıtepe civarında dövüşen, düşmana yurtseverliğin ve şövalyece savaş­ manın ne olduğunu öğreten subaylar, astsubaylar, erlerdi bunlar. Hepsini rahmetle andılar. Çanakkale ruhu, daha bilinçleşip yo­ ğunlaşmış, yaygınlaşmış, daha da güçlenerek Kuva-yı Milliye ruhu­ nu oluşturmuştu. Kuva-yı Milliye ruhu da bağımsızlığı ve Cumhu­ riyeti kazandırmıştı. AFET okulu bitirmişti. İsviçre'den döndü. Gazi'yi çalışırken buldu. Elini öptü. Gazi Nutuk'un son kısımlarını yazdırıyordu. Ek­ siklik, yanlışlık olmasın diye sık sık duruyor, belgeleri karıştırıyor, okuyor, not alıyordu. Yazdırdıkları kısımları akşamları da arkadaş­ larına okuyor, okutuyor, görüşlerini alıyordu. Afet gelince çalışma­ ya kısa bir ara v e r d i . ' 229



Afet İsviçre hayatını anlattı. 'Fransızcasını yeterli bulmadığını, daha da ilerletmek istediğini' söyledi. Gazi haklı buldu: "Belki ilerde yurtdışında konferans vermen, tartışmalara ka­ tılman, Fransızca bilimsel yazılar yazman gerekebilir. Fransızcan mükemmel olmalı." İstanbul'daki Dame de Sion adlı Fransız okulunda dilini pekiş­ tirmesini kararlaştırdılar. Üçüncü Bölüm 275



Akşam yemekte, Gazi'nin isteği üzerine, gördüğü eğitimi, eği­ timin ağırlığını, yardımcı dersleri, spor ve sanat çalışmalarını anlat­ tı. Afet konuştukça Gazi sofradakilerin, özellikle Eğitim Bakanı M. Necati Bey'in dikkatini çekiyordu. Türkiye eğitim konusunda sorunu çok bir ülkeydi. Çok şey hayal ediliyor, bu hayallerin pek azı gerçekleştirilebiliyordu. Bütün sorunlar gelip gelip paraya dayanıyordu. Lanet olsun! İlkokul eğitimi Osmanlıdan beri zorunluydu ama aileler genel­ likle kızları okula yollamıyorlardı. Her yerde okul olmadığı için okula devam etmesi gereken çocukların büyük bölümü okumuyordu. Ama oldukça sevindirici gelişimler sağlanmıştı. Öğretmen okullarındaki öğrencilerin sayısı iki katına çıkarılmıştı. Kayseri'de Zincidere'de ve Denizli'de iki köy öğretmeni okulu açılmıştı. Köy öğretmeni hem Öğrenciye öğretmenlik edecek, hem köylüye reh­ berlik yapacaktı. Ayrı bir daldı. Halkın da eğitilmeye, bilgilendiril­ meye çok ihtiyacı vardı. Açılan kurslar, halk dershaneleri henüz ih­ tiyacı karşılayabilecek sayıda ve nitelikte değildi. Bunları çoğaltmak gerekiyordu. Gazi, M. Necati Bey'e, "Bu sorunları konuşmalıyız" dedi. "Peki efendim." 8 TEMMUZ 1927 günü Ankara Hukuk Okulu ilk mezunlarını verdi. Bunun için yine ilk Meclis'te güzel bir tören yapıldı. Adalet Ba­ kanı Mahmut Esat Bey görevle yurtdışındaydı. Törene bakanlık ileri gelenleri, yüksek yargı temsilcileri, Ankara'daki hâkim ve savcılar, mezunların yakınları ve gazeteciler katıldılar. Stajdan sonra görev yerlerine gidecek, adalet dağıtacaklardı. Bakanlık Müsteşarı, "Sayın hukukçular.." diye seslendi mezun­ lara, "..Bir dava sonunda karar vermekten daha sorumlu, daha ağır, daha yıpratıcı bir görev var mıdır acaba? Rehberiniz akıl ve bilgi, dayanağınız yalnız vicdanlarınız olsun. Gazi Paşa'nın Cumhuriye­ ti emanet ettiği gençler olduğunuzu unutmayın* Başarılar diliyo­ rum." 276 Üçüncü Bölüm



BİRKAÇ gün sonra Gazi, İstanbul öğretmenler Birliğfni tem­ sil eden kurulu kabul etti. Kurulda bir de hanım müdür bulunu­ yordu. Sorular sordu, sorunlarını, dileklerini dikkatle dinledi. O da düşüncelerini açtı. Eğitimi yetersiz bir toplumda yalnız öğretmen­ lerin değil, öteki meslek kuruluşlarının da halka açılmaları, okul ve meslek ortamı ile sınırlı kalmamak gerektiği üzerinde durdu. Gazi bir buçuk saat süren görüşmenin sonunda, son söz olarak dedi ki: "Öğretmenler, her vesileden istifade ederek halka koşmalı, halk ile beraber olmalı, halk öğretmenin çocuğa yalnız alfabe oku­ tur bir varlıktan ibaret olmadığını anlamalıdır. Eğitimi yetersiz bir toplumda buna çok ihtiyacımız var." Halkın hızla aydınlanmasını sabırsızlıkla istiyordu. 230



13 T E M M U Z 1927 günuTıerkesi acıya boğan bir olay oldu. i Ünlü mimar Kemalettin Bey, şantiyedeki odasında ölü bulundu. Doktorlar ölüm nedeninin beyin kanaması olduğunu açıkladılar. Çok çalışıyor, her ihtiyaca yetişmeye çalışıyor, nitelikten ödün vermeden Ankara'yı güzelleştirmeye çalışıyor, bunun için beyin teri döküyordu. Sevenlerden biri "Ankara şehidi" dedi. Hiç dinlenmemişti, ö l ü m Kemalettin Bey için ebedi bir din­ lenme oldu. M. NECATİ BEY acısını bastırmak için Kayseri'ye Zincidere köy öğretmen okulunu ziyarete geldi. Köy öğretmen okulları bir ay tatil yapıyor, on bir ay eğitime devam ediyordu. Tatil bitmişti. Yönetimle, öğretmenlerle, köy kökenli öğretmen adayı öğren­ cilerle uzun uzun konuştu. "Beni de arkadaşınız bilin, rahat konuşun ve davranın." Onlar da Bakanı arkadaşları bildiler, rahat, içten, özgürce k o ­ n u ş t u l a r . Görüşlerini, eleştirilerini, dertlerini sansürsüz açıkladılar.



Bu gençler, bitli, sıtmalı, bilgisiz köyleri geleceğin aydınlık köyleri yapacaklardı. Konuşmalar M. Necati Bey'e bu güveni verdi. Hiçbiri boynu bükük köylü değildi. Dik duruyor, korkusuz konuşuyorlardı. Cumhuriyetin yetiştirmek istediği yeni insanlardı bunla&i M. Necati Bey gece de okulda kalacaktı. Üçi lıtcü Bölüm 277



Birlikte yemek yendi. Yemekten sonraki toplantı arkadaş eğ­ lencesine dönüştü. Türküler, halaylar, zeybekler, şiirlerle dolu bir gece yaşandı. Ertesi gün okuldan olağanüstü mutlu ayrıldı. Bir gün daha kal­ mak istemişti ama yapacak çok iş vardı: Her öğretmen, müfettiş, yö­ netici için hazırlanan geliştirme kursları ile öğretmen okullarından mezun olmamış öğretmenler için düzenlenen yoğun kursları başla­ tacaktı. Yabancı uzmanların katılacağı seminerleri izleyecekti. q| Eğitim aiiesi hareket halindeydi. İLLERDE doktorlar, öğretmenler, uzmanlar okulsuz köyleri topluca ziyaret etmeyi sürdürüyor, millete sahip çıkıyorlardı. Kuru­ la Varsa veteriner, tarımcı da katılıyordu. Birlikte atlara ya da araba­ lara binerek harman işini bitirmiş köylere gidiyorlardı. Bazılarına kaymakam, nahiye müdürü de katılıyordu. Bazen vali bir kamyon veriyor, kamyona doluşup gidiyorlardı. Bir köyü aydınlatmak akıllı, vicdanlı, yurtsever insanlar için çok büyük bir olaydı. Ortaçağı yenmedikçe kurtuluş olmayacağını hepsi biliyordu. Köylüleri muhtarın yardımıyla kahvede ya da meydanda toplu yorlardı. Meydanda toplamışlarsa yerlere oturuyorlardı. Sırası ge­ len görevli ayağa kalkıp kısa konuşarak bilgi veriyor, akılda kalacak pratik öğütlerde, uyarılarda bulunuyordu. Akıllı köy imamları da bu konuşmaları dikkatle izlemekteydiler. Ne kadar az şey bildikle­ rini anlıyor, bilenlere saygı ile bakıyorlardı. Bir dönüşte genç öğretmen bu çalışmaları övünce, yaşlı kay­ makam dedi ki: "Daha binlerce köy, mezra, aşiret, oymak, nahiye var .oğlum. Bu bir avunma, hiç yoktan iyidir kabilinden bir îş." öğretmen dikildi: "Önemli olan başlamak. Zamanla her yere ulaşılır. Başlanmaz­ sa bin yılda da ulaşılamaz. Nitekim başlamayı avunma sayanlar yü­ zünden bin yıldır ulaşamamışız." Kaymakam sustu. Canı sıkılmıştı. Bir öğretmen bir kaymaka ma itiraz edebilir, böyle yanıt verebilir miydi? Bunları Ankara şı martıyordu. Yoksa böyle konuşmak haddi miydi? 278 Üçüncü Bölüm



İÇİŞLERİ BAKANI Cemil Bey 27 Ağustos 1927 günü randevu almadan Başbakanlığa geldi: "Hemen sayın Başbakanı görmem gerek/' Bakanın telaşını gören özel Kalem Müdürü Başbakanın yanına girmesini sağladı. Bakan içeri dalıp Başbakana az önce aldığı bilgiyi sundu. Başbakan morardı: "Yine mi? Vay alçaklar vay! Ne yaptı Mustafa Kemal Paşa yahu? Vatanı mı sattı? Düşmanla işbirliği mi yaptı? Milletin ırzı, namusu, evi barkı yağmalanırken köşkünde, konağında keyfine mi baktı? Bir yıkıntıdan bağımsız bir devlet, ortaçağda yaşayan zavallı, esir bir yığından başı dik bir millet çıkardı. Hayvanlar bile bu kadar nankör olmaz!" Cemil Bey, "Allahtan çabuk anlaşıldı" dedi. "Ben İstanbul'a durumu bildiririm. Siz de soruşturmayı derinleştirin, güvenlik önlemlerini artırın." TEVFIK BEY ismet Paşa'nın şifresi açılmış ayrıntılı telgrafına bakarak olayı özetliyor, Gazi, İsmail Hakkı Bey, Rüsuhi Bey, Salih Bozok, Kılıç Ali, Nuri Conker de dinliyorlardı: "..Bu seferki elebaşı Hacı Sami." Hacı Sami ittihatçıların eski fedailerinden, vatandaşlıktan atı­ lan 150 hainden biriydi. Enver Paşa'yı da Anadolu'ya girmeye teşvik etmiş, Buhara macerasına sürüklemiş, karışık, karanlık bir adamdı. Adını duyunca herkesin yüzü karıştı. "..Hacı Sami ile kardeşi Ahmet ve üç adamı, silahlı olarak Atina'dan Sakız Adasına geçmişler, oradan gizlice Kuşadası'na çı­ kıp içeri doğru yürümeye başlamışlar. Önce bunlardan kuşkalanan köylülerle çatışma çıkmış, sonra jandarma yetişmiş, çatışma sür­ müş. Hacı Sami ile kardeşi ölmüş, adamlarından biri yaralı, ikisi sağlam olarak yakalanmış. Yakalanan hainlerden Hakkı'nın ifadesi­ ne göre gayeleri.." Tevfik Bey'in sesi titredi: * "..Ankara'ya dönerken treninizi havaya uçurmak, yurt düze­ yinde büyük bir ayaklanma başlatmakmış." 230a



Nuri Bey bağırdı: "Vay şerefsizler!" Üçüncü Bölüm 279



Salih Bozok "İzmir'de sonuç alamayınca, hainlerin Atina kolu harekete geçmiş" dedi. Gazi ayakta, pencereden denizi izliyordu. Halife olmasını öne­ ren iyi niyedi bir din adamının sözleri aklına geldi: "..birçok düşman \Jf kazanacaksın. Hayatın hep tehlikede olacak. Bunları hep halkın iyiliği için yapıyorsun ama bakalım kadrini bilecekler mi? Gel bu işten vaz geç. Kendin Halife ol. Keyfince yaşa..? Silkindi. "Haydi çocuklar hazırlanın.." dedi, "..Taksim Bahçesi'ne gidi­ yoruz." Daha önce de bir kez gitmiş, çok beğenmişlerdi. TAKSİM BAHÇESİ bugünkü Taksim gezisinde bulunan, gü­ zel, düzeyli bir açık hava gazinosuydu. Büyük ağaçlar küçük ampullerle ışıklandırılmıştı. Sahne önü dans yeri olarak boş bırakılmış, sahne ve dans yeri beyaz örtülü birçok masayla çevrilmişti. Masalar ailece gelmiş İs­ tanbullularla doluydu. Gazi'yi ilk gören sahnedeki saz heyetinden klarnetçi oldu. Gözleri büyüdü, klarnetini saz arkadaşlarını uyaracak şekilde ça­ larak gözleriyle kapıyı gösterdi. Saz heyeti çalmayı bırakıp ayağa kalktı. Halk da Gazi'yi fark etmişti. Ayağa fırladılar. Alkış seslerine, "Yaşa Gazi!" haykırışları eklendi. Yıldırım hızıyla pistin kıyısında bir masa hazırlanıverdi. Otur­ dular. Rüsuhi ve İsmail Hakkı Beyler gerideki bir masaya geçtiler. Ge­ len haberin etkisi daha geçmemişti. Elleri silahlarının üzerindeydi^ Masa donandı. Gazi'ye, leblebiyi sevdiğini duymuşlardı, bir kristal kâse içinde leblebi getirmeyi ihmal etmediler. Halk büyük bir hayranlık içinde Gazi'ye bakıyor, el sallıyor, gü­ lüyor, başıyla selam veriyordu. Gazi ayağa kalktı, bol su doldurdu­ ğu kadehini kaldırdı. Gazi'nin yanındakiler de kadehleriyle ayağa kalktılar. Gazi "Sağlığınıza, saadetinize içiyorum!" dedi. Bütün içen müşteriler de ayağa kalkarak kadehlerini kaldırdılar: "Biz de senin sağlığına, saadetine içiyoruz Gazi Paşa!" Gazi ayakta, büyükçe bir yudum aldı. Bir ses duyuldu: "Afiyet olsun!" 280 Üçüncü Bölüm



Daha gür bir ses bahçeye yayıldı: "Günahı benim olsun." Gazi, "Arkadaşlar.." dedi, "..eğlenmek, birlikte güzel bir gece geçirmek için geldik. Teklif tekellüf yok. Rahat olun, keyfinize ba­ kın, içinizden geldiği gibi davranın." Halk mutlulukla alkışlıyor, * y ? » °1' diye bağırıyordu. Ya­ kın masadaki yaşlıca bir hanım, "Ah canım." diye seslendi, "..Allah seni bize bağışlasın. Hakkmdır, gönlünce eğlen." Saz heyeti yeni bestelenmiş, çabucak yayılmış bir şarkıya baş­ layınca Gazi, arkadaşları ve halk hep birlikte söylemeye başladılar: Aşıka Bağdat sorulmaz Ufukları aşar gider a



a



v a r



00



Ümit yolcusu yorulmaz Baht izinde koşar gider... Şarkıdan şarkıya geçildi. Neşe doruktaydı. Gazi masadan kalk­ tı, ortaya geldi. Saza döndü: "Sarı zeybek!" Müşterilere seslendi: "Haydi, bilenler gelsin!" Üç Egeli saygı ile ortaya geldi. Ellerini göğüslerine bastırarak Gaziyi selamladılar. Saz 'Sarı Zeybek'i çalmaya başladı. Halk da hayret ve hayranlık içinde ayağa kalktı. Bir Devlet Başkanı aralarına karışmış, halktan biri gibi zeybek oynayacaktı. Hayret ve hayranlık­ la bakılmaz mıydı? Gazi ve üç erkek, ağır ağır, can üflenmiş heykeller gibi, bu otu­ raklı oyunun hakkını vererek, ağır ağır oynamaya başladılar. Birçok yaşlının gözleri dolmuştu. Türkiye hiç yaşamadığı gü­ zellikleri yaşıyordu. Hayat çetindi. Yoksulluk sürüyordu. İş bulmak kolay değildi. Ama bu güzelliklerden dolayı mutluydular. Adam ye­ rine konulmak, sevilmek, sayılmak ne güçlü bir ilaçtı. Bütün dert­ leri siiiyordu. Saz heyetinin yerini küçük ama usta bir orkestra aldı. Gençler pisti doldurdular. Orkestra sürpriz olarak valse dönünce birçok çift yerine oturdu. Gazi, eşinden izin isteyerek genç bir hanımı dan­ sa kaldırdı. Vals bir masal raksına benzedi. Valsin sonunda genç hanıma yerine oturana kadar eşlik etti, ona ve eşine teşekkür etti, arkadaşları da ayağa kalkmışlardı. Üçüncü Bölüm 281



Gazi herkese seslendi: "Hepinize yürekten teşekkür ederim..* Herkes ayağa kalktı. "..Çok güzel bir geceydi. Allahaısmarladık arkadaşlar!" Sanki gök gürledi: "Güle güle Paşam!" Bir genç kız koştu, ellerine sarıldı, öptü: "Allah benim ömrümden alıp size versin." Gazi ve arkadaşları, alkışlayan, haykıran, dua eden, el sallayan­ ların arasından geçerek bahçeden çıktılar. Gazi arabada Tevfik ve Salih Bozok Beylere dedi ki: "Halk bu işte. Birileri halkı zehirlemezse bu güzel halktan Cum­ huriyete de, uygarca yaşayışa da, bana da hiçbir zarar gelmez. Buna bir kez daha inanmaya, güvenmeye ihtiyacımız vardı değil mi?" YENİ SEÇİM yapılmış, ikinci seçmenler, bağımsızların se­ çime katılmasına rağmen, her yerde Halk Partisi adaylarını seçmişlerdi. Dolmabahçe'de Parti Genel Sekreteri Saffet Arıkan ile bazı bakan ve milletvekil­ lerinin bulunduğu bir öğle yemeğinde se­ çim sonuçları konuşuluyordu. Saffet Bey'in "Bütün illerde seçimi kazandık" diye övünmesi Gazi'yi rahatsız etti, "Ya kim kazanacaktı? Başka parti mi var?" dedi. Saffet Bey "Ama bağımsız adaylar var­ dı" diye sevincine dayanak aradı. "Birden çok parti olmadıktan sonra, Saffet Arıkan ne fark eder?" Gazi tek parti olmaktan kaynaklanan sorunları, aksaklıkları biliyordu. Parti tembelleşmişti. Meclis denetimi zayıflamıştı. Yerel particiler halka yukardan bakmaya başlamışlardı. İş Bankası çevre­ sinde kredi için aracılık yaparak çıkar sağlayanlar belirmişti. Kimi­ leri yabancı şirketlerin işlerini takip ediyordu. Bunlara 'Cumhuriyet zenginleri' deniyordu. İsmet Paşa bunlarla mücadele ettiği için söz konusu çıkarcıların ve bu yeni zenginlerin hedefi halindeydi. 230b



230c



282 Üçüncü Bölüm



Bir milletvekili, "Haklısınız ama denedik, gördük.." dedi, "..memleket yangın yerine döndü." "O tarz olayların tekrarını önleyecek önlemleri alarak, çok partili hayatın ve siyasi denetimin yolunu açmamız gerektiğini dü­ şünüyorum." Milletvekillerinin çoğu Şeyh Sait isyanı ve devam etmekte olan olaylar, şapkayı vesile eden ayaklanma girişimleri, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin tutucu, gerici tutumu ve İzmir suikastı do­ layısıyla çok partili hayattan, daha doğrusu irtica koalisyonundan korkuyorlardı. İrtica koalisyonunun sürdüğünü gösteren birçok işa­ ret vardı. Gazi misafirlerinin konuyu tartışmaya hazır olmadıklarını görünce Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'a döndü: "Senin soytarı ne âlemde?" \ t Cakalı tavırları, süslü üniformaları ve, boyunu aşan iddiaları yüzünden, bir süredir Mussolini'den soytarı diye söz ediyordu. "Bize saldırmayı gözü kesmedi. Şimdi dişine, uygun bir hedef arıyor" ft- V'fflsş^ . Yunus Nadi Bey Gazi'ye, "Çalışmanız bitti mi?" diye^sordu. "Sonuna geldim sayılır" GAZİ 11 Eylülde Hürriyet-i Ebediye tepesindeki şehitleri ziya­ ret etti. Bunlar 31 Mart gericilik isyanı sırasında şehit edilmiş olan 3 subay ile 68 erdi. Biraz yenilenen devleti ve toplumu korumaya çalıştıkları için bâğnazlarca şehit edilmişlerdi. Dönüşte Gazi halkla birlikte olmak için tramvaya bindi. Tram­ vaydaki yolcular şaşkınlığı atlatır atlatmaz Gazi'yi alkışlarla, sevgi sözleriyle karşıladılar. Beyoğlu'na kadar sohbet ederek, gülerek, şa­ kalaşarak geldiler, f Halîcla çok çabuk kaynaşıyordu. KÜÇÜK kızlar okullarına döndüler, Afet Dâme de Sion'a yatılı olarak kaydoldu ve başladı. ' Gazi:İstanbul'dan ayrılmadan önce bıyığını kesti. Maiyetine, "Benim gibi yapmak zorunda değilsiniz" dedi. Ama Gazi'yi bıyıksız görenler, bryıklarını kesmeye başlayacaklardı. .. Bursa üzerinden 10 Ekimde Ankara'ya döndü. 11 Ekim 1927'de İkinci Tıp Kongresi toplanmıştı. Bir süre kongreyi izledi. Türkiye'nin Üçüncü Bölüm 283



canını yakan tıp sorunları konuşuluyordu. Sıtma ile büyük savaş başlamıştı. Çalışkan doktorlar frengi, trahom, verem, cüzzam ile mücadeleyi de sürdürüyorlardı. Anadolu'da çalışan doktorlar, halkın bu hastalıkların bulaşıcı olduğunu bile bilmediğini açıkladılar. Yüzlerce yıllık bilgisizliği bir­ kaç yılda yıkmak imkânsızdı. Ama yıkmalıydılar. ALFABE devriminin yapılmaması birçok kişi gibi Ahmet Cevat Emre Beyi de üzmekteydi. Arap alfabesinin Türk diline hiç uy­ madığını belirten, kanıtlayan bir dizi yazı yazdı. Vakit gazetesine yolladı. Yazılar Ekim 1927'de yayımlanmaya başladı. Dizi, Mayıs 1928 e kadar sürecek, alfabe konusunu sekiz ay gündemde tutacaktı. Gazi İsmet Paşa'ya bu yazıları okumasını söy­ ledi. İsmet Paşa dedi ki: "Dikkatle okuyorum" 2306



ANKARA çok hareketlendi. Halk Partisi'nin İkinci Büyük Kong­ resi 15 Ekim 1927 günü saat 10.00'da TBMM'de toplanacaktı. İllerden gelen delegeler bütün otelleri, hanları doldurmuştu. Yer bulamayanları arkadaşları misafir ediyorlardı. Saat 09.00'dan başlayarak salon, basın balkonu ve dinleyiciler bölümü dolmaya başlamıştı. Davetliler ve kordiplomatik de geldi. Sana 10.00'a doğru Meclis Başkanı, Başbakan, Bakanlar, milletve­ killeri de eksiksiz olarak yerlerini aldılar. Herkes koyu renk giysiliy­ di, önemli günlerde koyu renk elbise giyme alışkanlığı yerleşmiş, dağınık, kuralsız, alaturka düzen sona ermişti. Gazi tam saat 10.00'da salona girdi. Bütün salon, davetliler, kordiplomatik, dinleyiciler, tutanak kâtipleri ve basın mensupları ayağa kalktılar. Sürekli alkışlar eşliğinde ağır adımlarla başkanlık kürsüsüne çıktı, kongreyi açtı: 231



"Efendiler! Cumhuriyet Halk Partisi'nin büyük kongresini açı­ yorum." Kısa bir konuşma yaptı. Özellikle şu hususu belirtti: "Geçmişe ait vakalar ve olaylar hakkında açıklamalarda bu­ lunmak ve yıllardan beri devam eden faaliyet ve icraatımızın mil284 Üçüncü Bölüm



letimize hesabını vermek görevim olduğu kanısındayım. Olaylarla dolu olan 9 yıllık bir dönemin tarihine temas edecek açıklamalarım uzun sürecektir. Beni hoşgöreceğinizi ümit ederim" Yerini Başkan Vekili İsmet Paşa'ya bıraktı. İsmet Paşa başkan­ lık kürsüsüne geldi. Kurultayla ilgili bazı işlemlerden sonra sözü Gazi'ye verdi. Gazi konuşma kürsüsüne geldi. Ayakta NutuKu oku­ maya başladı. Tarihi, yapan anlatmaktaydı. Herkes kulak kesildi. Gerekli belgeleri Başkanlık Diva­ nı üyesi Ruşen Eşref Bey'e uzatıyor, o okuyordu. Böylece her saptamasını, du­ rumu ve olayı belgeliyordu. Gazi, ibret alınacak dersler,{ deneyler, inanılması güç olumlu-olumsuz olaylarla dolu ola­ ğanüstü bir süreci ve bu dönemin küçük ve büyük insanlarını değerlendirmeye başlamıştı. Derin sessizlik içinde Gazi'nin, daha doğrusu tarihin sesi tınlıyordu. NUTUK'un okunuşu günde 6 saat­ ten altı gün, toplam 36 saat 31 dakika sürdü. 20 Ekim 1927 günü saat 20.15'ti. Gazi Nutuk'un sonuna gelmişti: "Efendiler, bu beyanatımla, milli hayatı son bulmuş sanılan bü­ yük bir milletin, bağımsızlığını nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına dayanan, milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurdu­ ğunu ifadeye çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen felaketlerin doğurduğu uyanış ve bu aziz vatanın her köşe­ sini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum." Bu ifade, bir millet atasının, devlet kurucusunun gelecek ku­ şaklara vasiyeti niteliğindeydi. Sonra doğrudan gençliğe seslendi: "Ey Türk gençliği!" Birinci vazifen Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsu­ za kadar korumak ve savunmaktır..? Üçüncü Bölüm 285



Meclisin dikkati, duyarlığı daha da arttı. Bazı milletvekilleri­ nin gözlerinin yaşardığı görülüyordu. Hitabenin sonuna yaklaşır­ ken Gazi'nin de heyecanlandığı, gözlerinin dolduğu görüldü. Saat 20.25'te Nutuk'un okunuşu, gençliğe sesleniş ile son bul­ du. Herkes ayağa fırladı. Gazi herkesi başıyla selamlayarak kürsüden indi, alkış tufanı içinde salondan ayrıldı, yukarı kattaki odasına çıktı. Alkış tufanı hâlâ sürüyordu. 232



KURULTAY iki gün daha sürdü. Partiyi tanımlayan dört ilke kabul edildi: Cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik, laiklik Saffet Arıkan, Recep Peker, Cemil Uybadin, Dr. Refik Saydam, M. Necati, Celal Bayar, Fuat Bulca, Kazım Hüsnü (Konya) ve Nafiz (Erzurum), Genel Yönetim Kuruluna seçildiler. Genel Başkan vekilliğini İsmet Paşa sürdürüyordu. Genel Sek­ reterliğe Saffet Arıkan getirildi. Gazi Nutuk'u bastırıp çoğaltma ve satma yetkisini, havacılığı destekleyen Türk Hava Kurumu'na verdi. Kitap 1927 yılı bitmeden 100.000 adet basılacaktı. Yakın tarihle ilgili önemli bütün olaylar, ilk kez bu çok önemli eserde belgeleri ile birlikte açıklanıyordu. Olayların içinde yaşamış olanlar bile okuyunca olayın büyük­ lüğünü, içyüzünü daha iyi anlayarak olup bitene şaşacaklardı. Zaferleri ve başarıları kendine mal etmiyor, arkadaşlarına da­ ğıtıyordu. 233



234



28 EKİM 1927 Cuma günü ilk nüfus sayımı yapıldı. Bunun için uzun hazırlık yapılmış, uzman olarak Belçika'dan Jacquard, İsviçre'den Dr. Brunschweiler çağrılmış, binlerce görevli yetiştiril­ mişti. Sokağa çıkmak yasaklanmış, güvenliği korumak için önlemler alınmıştı. Sokağa çıkma yasağı ilk kez uygulanıyordu. Halk bir günlük yasak için üç günlük yiyecek içecek satın aldı. Türkiye nüfusu sayıldı: 13.648.270 235



286 Üçüncü Bölüm



Hepsi yüzlerce yıllık yurt kardeşiydi. Cumhuriyet bunların yurtseverlik çevresinde bir millet olmalarını, Cumhuriyeti ve çağ­ daş uygarlığı paylaşmalarını diliyordu. Milletleşme başlamıştı. Kimse kimsenin aslını sormuyordu artık. Soran çok ayıplanıyordu. Kim Türk, kim Çerkez, kim Kürt, kim Boşnak, bunu merak eden belki birkaç yaşlı mahalle kocakarısı kalmıştı. Onlarla birlikte bu merak da bitecekti. Herkes yurttaştı. GAZİ yazar milletvekillerini Çiftlik istasyonunun üst katında öğle yemeğine çağırmıştı. Köşkten gelen sofracılar sade ve zarif bir sofra hazırlamışlardı. Tabii içki yoktu. Hepsi Nutuk'u çeşitli açılardan övdüler. Gazi dedi ki: "övgülerinize teşekkür ederim ama okurken önemli bir yanlı­ şımın farkına vardım. Yer yer çok ağdalı bir dil kullanmışım." Falih Rıfkı Bey, "Evet." dedi, "..biraz Namık Kemal üslubunu anımsatıyor" Yakup Kadri Bey, "Osmanlıca İmparatorluk diliydi" dedi. Mahmut Soydan bu sözü daha açtı: "Tabii millet gibi dil de kozmopolitti, karmaşıktı" Ruşen Eşref Bey, "İlk fırsatta dili de millileştirmek zorundayız Paşam" dedi. Falih Rıfkı Bey, "Bunun için öncelikle alfabe sorununu ele al­ mak gerek" diye hatırlattı. Yunus Nadi Bey sordu: "Bu iş bir ara konuşuluyordu. Sonra kaldı. Yoksa vaz mı geç­ tiniz?" . Gazi, "Hiç vazgeçer miyim?" dedi, "..İsmet Paşa'yı ikna edeme­ dim. Enver Paşa'nın alfabe deneyi ödünü patlatmış. Bir kere ikna oldu mu da, bilirsiniz, işi herkesten sağlam tutar. Bu hafta onunla görüşeceğim." Dil ve alfabe konusunu konuşmaya devam ettiler. Gazi'nin al-, fabe konusunda hayli bilgi derlemiş olduğunu, bu konuda yayım­ lanmış birçok yazıyı dikkatle okuduğunu anladılar. 235a



Üçüncü Bölüm 287



İSMET PAŞA Gazi'nin ricası üzerine, alfabe konusunda resmi olmayan bir çalışma yapılmasına razı oldu. Gazi M. Necati Bey'i çağırdı. Durumu anlattı: "Başbakanın rızası var. Konudan anlayan birkaç kişilik bir ku­ rul kur. Alfabe konusunu olumlu olumsuz yanlarıyla incelemeye, bazı esasları belirlemeye çalışsınlar. Vakti gelmeden konuyu yay­ mayalım. Bir aşama olarak milletlerarası rakamları kullanmayı zo­ runlu kılabilir miyiz? Bunu bir düşünün." "Peki efendim." "Çok önemli bir konu da halkın eğitimi. Öğretmenler Birliği'nin kurslarını, halk dershanelerini, doktorların ve arkadaşlarının köyleri ziyaret etmelerini, bazı aydınlarımızın verdiği konferansları takdirle, teşekkürle izliyorum. Hepsi çok güzel. Ama kalıcı, sis­ temli, yaygın bir çözüm bulmalı, bu çalışmaları kurumlaştırmalıyız. Halkı eğitmeyi başaramazsak nasıl uygar olacağız? Hep böyle mi kalacağız?" M. Necati Bey ve birkaç arkadaşı bu iki konuda sessizce çalı­ şacaklardı. CUMHURİYET'in dördüncü yıldönümü, bütün yurtta büyük törenler ve gösterilerle kutlandı. Okulların bütün izci oymakları ilk kez Ankara'da toplandılar. Binlerce izci yüzlerce bayrağı dalgalandıra dalgalandıra geçecek, büyük heyecan yaratacaklardı. Birçok yerde Cumhuriyet baloları yapıldı. Düğün için bile ka­ dınlarla erkekler biraraya gelmemişti ki. Balo nedir bilen azdı. Bu nedenle birçok komiklik, rüküşlük, yanlışlık oldu. Ama eğlenildi. Birlikte eğlenme konusunda küçük de olsa bir gelişme kazanıldı. Kaç-göç azaldı. Toplu eğlenceleri güzelleştirenler, canlandıranlar öğretmenlerdi. Valiler, kaymakamlar bütün özel günlerde ve tö­ renlerde öğretmenlere protokolde yer veriyor, büyük sevgi ve saygı gösteriyorlardı. Ankara'da TBMM'nin önünde büyük bir geçit töreni yapıldı. Cumhuriyet ordusunu temsil eden çeşitli birlikler, süvariler, toplar, araçlar, izciler ve uçaklar izleyenlere gurur verdi. ikinci Atatürk anıtı da bugün Konya'da törenle açıldı. Ankara'da Cumhuriyet balosunu düzenlemeyi bu kez Türk Ocağı Genel Merkezi üstlenmişti. Gazi, Meclis Başkanı, Başbakan, 288 Üçüncü Bölüm



Bakanlar, milletvekilleri, komutanlar, üst yöneticiler, davetliler, kordiplomatik katıldu Birçok elçilik Ankara'ya taşınmıştı. Geride 0



0



ingilizler, Fransızlar ve italyanlar kalmıştı. Çok düzeyli, şık, başarılı bir balo oldu. YENİ MECLİS 1 Kasım 1927 günü en yaşlı üyenin başkanlığın­ da toplandı. Meclis Başkanlığına Kâzım Özalp, Cumhurbaşkanlığı­ na ikinci kez Gazi M. Kemal Paşa seçildi. Cumhurbaşkanı yemin ettikten sonra Üçüncü Dönem birin­ ci toplanma yılını kısa bir konuşmayla açtı. Yeni Meclis'e başarılar diledi. Şiddetle alkışlandı. Yeni bir dört yıl başlamıştı. GAZI Başbakanlığa yine ismet Paşa'yı atadı. İsmet Paşa'nın Yavuz zırhlısının onarımıyla ilgili işlemler hakkında bazı kuşkuları vardı. Denizişleri Bakanı İhsan Bey'i yeniden Bakan seçmedi. Denizişleri Bakanlığını kaldırmayı, Ticaret ve Tarım Bakanlık­ larını İktisat Bakanlığı adı altında birleştirmeyi düşünüyordu. Gazi Bakanlar Kurulu listesini onaylayarak Meclis'e sundu. Hükümet 5 Kasımda güven oyu aldı. 236



KAYSERİ Bünyan'da Bünyan şelalesinden yararlanılarak elek­ trik üretmek için 1926 yılında bir şirket kurulmuş, hidroelektrik santralının temeli atılmıştı. Yapım bitmek üzereydi. 1.300 kw. gü­ cünde olacaktı. Bünyan'ı, Kayseri'yi ve Talas'ı aydınlatacak, kalan enerji sanayiye verilecekti. Bünyan'da Sanayii Teşvik Kanunu'ndan yararlanarak bir de kü­ çük bir mensucat (iplik) fabrikası yapılmıştı. Öncüsü Ahmet Rıfat Bey'di (Çalıka). Bünyan Mensucat Fabrikası 6 Kasım 1927 günü gü­ zel bir törenle işletmeye açıldı. İki hafta sonra da Samsun-Amasya demiryolu hizmete girdi. İki haber de başta Gazi olmak üzere bütün yönetimi ve yurtse­ verleri sevindirdi. Çakılan tek çivi bile toplumu mutlu ediyordu. 237



HAYAT dergisinde Fuat Köprülü 'İlim ve Mefkure' başlıklı ya­ zısında özetle şöyle yazmaktaydı: Üçüncü Bölüm 289



"Henüz milliyet duygusunu duymayarak, sadece ümmet vicda­ nına, ümmet şuuruna malik bir toplum ancak ortaçağlı bir varlık­ tır. Böyle bir varlık içinde serbest düşüncenin yeri yoktur ki orada çağdaş anlamda bilim var olabilsin... Birkaç yıl öncesine gelinceye kadar şeyhülislamlık teşkilatı karşısında serbest düşünmeye ve ser­ best düşünceleri açıklamaya imkân var mıydı?.. Türk milleti ancak kendi milliyetini idrak ettikten sonradır ki egemenliğini kendi eline aldı ve milliyet esaslarına dayanan bir milli devlet kurmayı başar­ dı. Memlekette çağdaş bilimin gelişmesi ve ilerlemesi ancak bundan sonra mümkün olabilecektir? * 237



DOKUZ GÜN sonra, 17 Kasım 1927 Perşembe günü güç bakı­ mından İstanbul Radyosu'nun eşi olan Ankara Radyosu da yayına başladı. "Heeeeey!" İstanbulluların yaşadığı sevinci Ankaralılar ve yakın ilçeler de yaşadı. Doğru Türkçe söyleyiş yayılacak, şarkılar yaygınlaşacak, yeni bilgiler öğrenilecekti. Ünlü sanatçılar, düşünürler, uzmanlar eve misafir gelmiş gibiydiler. Bu herkesi heyecanlandırıyordu. Programlar müzik ve düz konuşmalardan oluşuyordu. Konuş­ maların hepsi halkı eğitmeyi, bilgilendirmeyi, aydınlatmayı amaç­ lıyordu. Müzik programları da açıklamalıydı. Radyo kısa zamanda aile reisi olacak, -televizyon gelene ka­ d a r - baş köşede yer alacaktı. * 2371



27 KASIM 1927 günü Ankara bir bayram daha yaşadı. Ulus meydanındaki Zafer Anıtı törenle açıldı. Yeni Gün gazetesinin ve Ankara Belediyesinin elbirliği ile yapılmıştı. Milli Mücadaleyi ve zaferi temsil eden bu çok güzel anıt Krippel'indi. Yüksek kaide üzerinde zaferi temsil eden atlı Gazi var­ dı. Üçgen biçimindeki alt kaidenin bir ucunda nöbetçi Mehmetçik, bir ucunda savaşa hazır Mehmetçik, üçüncü ucunda ise mermi ta­ şıyan mübarek Anadolu kadını bulunuyordu. Kaidelerin uygun yerlerinde Kurtuluş Savaşıyla ilgili yazılar ve oyma figürler yer almaktaydı. 290 Üçüncü Bölüm



2370



Â



Ankaralılar anıtı döne döne seyredebilmek için günlerce Ulus Meydanına taşındı. Anıt Ankara'ya gelenleri uyarıyordu: Bir dev­ rim başkentine geldiniz! HÂKİMİYET-1 MİLLİYE gazetesinde "Almanya'da öğrenim gören üç gencin Türkiye'ye döndüğü" haberi yer almıştı. Gazi'nin dikkatini çekti. "Bu çocuklarla konuşmak isterim" dedi. İkisi res•



••



samdı. Istanbulda kalmışlardı. Üçüncü genç Cevat Memduh Altar'dı. Leibzig Konservatuvarı'nda müzik kuramları ve tarihi öğrenimi görmüştü. Zeki Ungör kendisini Musiki Muallim Mektebi öğ­ retmen kadrosuna almıştı. Şimdilik okulda kalıyordu. Onu kolayca buldular. Zeki Bey'le birlikte köşke geldi. Yirmi dört yaşındaydı, heyecandan zangır zangır titriyordu. Az sonra bir efsane ile karşılaşacaktı. Gazi merdivenden indi. Zeki Bey, "Paşam, emrettiğiniz genci getirdim" dedi. "Gel bakayım çocuk." Salona geçtiler. "Otur." Oturdu. Hâlâ titriyordu. "Anlat, Almanya'da neler yaptın, ne öğrenimi gördün?" Anlattı. Cevat Memduh Altar'ın müzik bilimi öğrenimi gördü­ ğüne çok memnun oldu. "Seninle yine görüşeceğiz." Kısa zaman sonra çağıracaktı. Üçüncü Bölüm 291



1927 YILI sonunda Birinci Umumi Müfettişliğe Diyarbakır milletvekili Dr. İbrahim Tali Bey (öngören) atandı. Umumi Müfet­ tişliğin bölgesi Elazığ, Urfa, Hakkari, Bitlis, Diyarbakır, Siirt, Mar­ din ve Van illeriydi. Bir süre sonra Ağrı ili de eklendi. * Dr. İbrahim Tali Bey milletvekilliğinden ayrılarak yıl başında merkezi Diyarbakır olan yeni görevine başlayacaktı. Bu arada Genel Sekreter Tevfik Bıyıklıoğlu da Moskova Büyü­ kelçiliğine atanmış, yerine Dışişlerinde çalışan Hikmet Bayur geti­ rilmişti. Hikmet Bayur |Gazi'nin Milli Mücadele'nin başından beri tanıyıp birlikte çalış­ tığı öncülerdendi. Çok ciddi bir araştırma­ cıydı. Sürekli okurdu. Gazi ile çok verimli bir çalışma düzeni kuracaklardı. 1927 YILI can sıkıcı bir olayla bitti. İsmet Paşa Gazi'yi ziyarete geldi. Üzgün, gergin bir hali vardı. "Senin bir sıkıntın var." "Evet." I r*. "Nedir?" "Denizişleri eski Bakanımız İhsan Bey'den y şikâyetçiyim." "Hayrola?" "Yavuz zırhlısının onarımı işinde, yetkisi dışına çıktığı, işi ya­ pacak şirket lehine kendi başına bazı kararlar aldığı anlaşıldı." Gazi çok şaşırdı. Tek kuruş için titrenirken böyle bir şey yapılmış olması inanılmayacak bir olaydı. "Bunu nasıl yapabilir?" "Ben de inanmakta büyük zorluk çektim. Yazık ki doğru." "Ne yapmayı düşünüyorsun?" "Yüce Divan'a vermek istiyorum." • Bu şimdiye kadar hiç gerekmemiş bir yoldu. Gazi sıkıntı için­ de ayağa kalktı. Topçu diye tanınan İhsan Bey Milli Mücadele'nin öncülerindendi. ilk mücadele arkadaşlarımızdan biridir. Ama gereğini yap. Suçluysa akıbetine katlanır. Değilse, şerefiyle aramıza döner" Görmezden gelmek, ertelemeklsöz konusu olamazdı. Gazi Cumhuriyetin temel özelliğini açıklamıştı: "Cumhuriyet fazilet rejimıdır. 237



H i k m e t B a



292 Üçüncü Bölüm



u r



Yıl: 1 9 2 8 1 Ocak 1928-31Aralık 1 9 2 8



2 3 8



YENİ YILI kutlama âdeti daha da yayıldı. Kutlamalar büyük şehirlerde ailece gidilebilecek gazinolar ve lokantalarda da yapılmaya başladı. Yer yer kadın berberleri açılıyordu. Birçok kadın çalışma ha­ yatına, işçi, memur, tezgâhtar, yönetici, tüccar olarak katılıyordu, üniversitede okuyan kızlar yakında mezun olacaklardı, ilk doktor­ lar, ilk mühendisler, ilk kimyagerler, ilk hâkimler olarak hayata atı­ lacak, erkek-egemen toplumu sarsacaklardı. YAVUZ'un onarımı konusu Meclis'e taşındı. ihsan Bey heyecanlı, uzun bir savunma yaptı. Milletvekilleri de heyecanlıydı|İlk kez bir Bakanı suçsuz görecek ya da Yüce Divan a yollayacaklardı. Topçu İhsan Bey savunmasını şöyle bitirdi: "Muhterem arkadaşlarım, şanlı Yavuz zırhlısının onarımı ile ilgili iddialar hakkındaki savunmam burada bitti. Şimdi yüksek Meclisinizden beni Yüce Divana sevk etmesini istiyorum. Çünkü aleyhimde ileri sürülen ve beni çok yaralayan bu suçlamalardan an­ cak Cumhuriyet hâkimlerinin kararı ile temize çıkabilirim. Onun için son bir dostluk gösteriniz ve beni Yüce Divan'a veriniz." Birçok arkadaşının gözleri doldu. Meclis, eski Denizişleri Bakanı|IMilli Mücadele öncülerinden ve çoğunun yakın arkadaşı İhsan Beyin (Eryavuz) dokunulmazlığı­ nı kaldırdı, Yüce Divan'a sevkedilmesine karar verdi. Bu olay nüfuz ticareti yapan milletvekillerini ürküttü. Nüfuz ticaretiyle mücadele ettiği için kızdıkları İsmet Paşa'ya daha da kız­ dılar. 239



BİRİNCİ U M U M İ M Ü F E T T İ Ş ibrahim Tali Bey Diyarbakır'da işbaşı etmişti. Bölgenin sorunlarını doğru saptayıp çözümler ürete­ cek bir kadro oluşturuyordu. İ Merkezi Erzincan'a alınan 3. Ordu artık kendi görevleriyle uğ­ raşacaktı. H



Üçüncü Bölüm 293



Sekiz ilin gelişimi, ıslahı ile ilgili çalışmaları, iller arası eşgü­ dümü, herkesi uygarlığa, huzurlu yaşayışa kazanmak gibi görevleri Umumi Müfettişlik karşılayacaktı. Müfettişlik emrine bütçenin el­ verdiği oranda önemli bir ödenek ile otomobil, kamyon gibi araçlar verildi. Bütün bölge için yol, köprü, okul, hastane, sağlık merkezi, ka­ rakol, kışla, hükümet konağı, lojman yapımı hakkında bir program yapıldı. Bu programda Dersim de yer alıyordu. Bazılarının yapımına vakit geçirmeden başlanacaktı. En etkili, yararlı çözüm, bölgenin kuzeyden ve güneyden de­ miryolu ile memlekete bağlanmasıydı. BİR MİLLETVEKİLİ M. Necati Bey'e İstanbul'dan gelirken kü­ çük bir kitap getirdi: "Yeni yayımlanmış. Çok ilginç. Buna bir göz at." "Peki." Kitap Beyaz Zambaklar Memleketinde adını taşıyordu. Grigori Petrof adlı bir Rus yazarınındı. Türkçeye Ali Haydar Bey çevirmişti. Yazar Finlandiya'nın uyanışını anlatıyordu. M. Necati Bey kitabı çantasına koydu. Akşam erkenden yattı, kitaba şöyle bir göz attı. Uykusu kaçtı. Okuyup bitirdi. Sabah Bakanlığa kitapla birlikte geldi. Bütün üst yöneticileri topladı. Kitabı gösterdi: "Kitap Snelman adındaki bir idaalistin ve ona inananların, küçük, yoksul, sarhoş Finlandiya'yı nasıl uyandırdıklarını anlatı­ yor. Bizim bir yazarımız da bizi yazmalıydı. Bizim idealistlerimiz Finlandiya'dan iki kez daha büyük, yüz kez daha geri, üstelik savaş yanığı, ortaçağda yaşayan, okur-yazarı yok denecek kadar az, bir kısım insanları ilerlemeye direnen bir ülkeyi uyandırmak, aydınlat­ mak, düze çıkarmak için yokluk içinde çırpınıyorlar. Demiryolcu­ lar dağları deliyor, ırmakları aşıyorlar. Doktorlar, öğretmenler, fen memurları, tarımcılar bir gün bile dinlenmiyorlar. Salgın hastalık­ larla, bataklıklarla, bilgisizlikle boğuşuyorlar. Kışlalar yurttaş yetiş­ tirmeye çabalıyor. Bütün ülke arı kovanı gibi. Ama bu olağanüstü yurtseverleri, özverili insanlarımızı, halkı uyandırma, aydınlatma mücadelesini, bu çağdaşlaşma idealini, bu büyük çabanın hikâye294 Üçüncü Bölüm



sini, ne yazık ki bizim hiçbir yazarımız yazmadı. Bizim uygarlaşma savaşımız yazılana kadar Petrof 'un bu kitabını okuyunuz." Her yeni atanan öğretmene başarı dileyen bir mektup yazmak-jj taydı. Bundan sonra bu kitabı da armağan olarak gönderecekti. Kitap hakkında çok güzel yazılar yazılacak ama kimse benzeri bir eser yazmak için kaleme sarılmayacaktı. * 239



HİKMET BAYUR Gazi'nin beklediği haberi verdi. İstanbul Süleymaniye camisinde hutbe Türkçe okunmuştu (3 Şubat 1928). Gazi bu konuya 7 Şubat 1923'te Balıkesir Zağanos Paşa ca­ misinde değinmiş, hutbenin Türkçe okunması gerektiğine işaret etmişti. Hatipler hazır Arapça hutbe metinlerini okurdu. Halk da yüzyıllardan beri hiçbir şey anlamadan dinlerdi. Hutbe konusu Meclis'te de ele alınmış, görüşme konusu olmuş, Diyanet İşleri Başkanlığının Türkçe hutbe metinlerini hazırlaması zaman almıştı. 51 hutbe hazırlanmış ve bir kitap olarak basılmıştı. Artık Türkçe hutbe dönemine girilmişti. Hutbe bin yıl sonra Anadolu'da amacına ulaşmıştı. Hikmet Bey daldı. Bu gelişimin büyük önemini, anlamını dü­ şünüyordu. M. Kemal adında bir önder, bin yıllık yanlışı düzeltmiş­ ti. Gazi birden sordu: "Ezan Türkçe okunamaz mı?" Hikmet Bey şaşırdı: "Bilmem ki." "Ezan bir çağrı değil mi? Türkleri ibadete, kulluğa, Allah'ın huzuruna Türkçe çağırmak, ezanın hikmetine daha uygun düşmez mi? Neyse. Başka ne var?" Genel Sekreter Hikmet Bey iç ve dış olayları sunuyordu. "Bir kadın avukatımız dün İstanbul'da ilk duruşmaya girmiş." Gazi güldü: 'Hâkimlerin yüzlerini görmek isterdim." "Anadolu-Bağdat demiryolunun satın alınması işlemi tamam­ lanmış efendim." "Bu İsmet P a ş a n ı n başarısı. Bu büyük iş bir kuruş borç alma­ dan başarıldı" "Acınacak bir bütçe ile bunları başarmak, olağanüstü bir olay" "Boşa tek metelik bile harcamadık da ondan." Üçüncü Bölüm 295



"İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, suikastçı Hacı Sami çetesin­ den üç kişinin idamına..." "Onu geç." "Ankara Palas Nisanda açılabilecekmiş." "Buna çok sevindim. Yabancı misafirlere mahcup oluyorduk. Afgan Kralının gelişine yetişecek demek ki. Çok iyi. Haydi birer kahve içelim." 2390



ANAFARTALAR caddesinden Bendderesi'ne inen yokuşta, sol yanda, iki tiyatro binası açıldı. İlki Bitlisli'nin Tiyatrosu diye tanın­ dı. Daha çok tuluatçılar geliyordu. Seyircileri erkeklerdi. İkincisi düzgün, özenli bir binaydı, Cumhuriyet Tiyatrosu adını taşıyordu. Buraya varyete grupları ile İstanbul'un ciddi tiyatro toplulukları ge­ lirdi. Seyircileri genellikle ailelerdi. Tiyatro binasının az ilerisinden Bendderesi akıyordu. Gür ve temiz bir dereydi. Tiyatro ile dere arasındaki alan büyük ağaçlarla dolu bir çimenlikti. Bu güzel yerde yazın, beyaz Örtülü masalarıyla Cumhuriyet Gazinosu açılacak, bu güzel bahçeye herkes gelecekti. Eski Meclisin karşısındaki Şehir Bahçesi'nin açık kısmında yazları, kapalı kısmında kışları filmler gösteriliyordu.. Karşısında­ ki köşede İstanbul Pastanesi açılmış, birçok aydının buluşma yeri olmuştu. Ankara kasaba olmaktan çıkıp şehir oluyordu. Yeni İngiliz Bü­ yükelçisi G. Clerk son raporunu şöyle bitirecekti: "Başkente taşınma eğilimi gittikçe artıyor? İSMET PAŞA Behiç Erkine telefon etti: |" "Kayseri-Sivas demiryolu ne durumda, neredeyiz, iş nasıl gidi­ yor, bir ihtiyacınız var mı?" "Yapım durmaksızın yürüyor. Engebeli bir araziden geçili­ yor ama iş aksamıyor. Bir şeye ihtiyacımız yok. Zamanında Sivas'a ulaşacağız." "Teşekkür ederim." 2390



Durumu sevinmesi için Gazi'ye bildirdi. Gazi, "Akşam size ge­ leyim" dedi. Yemek neşeli geçti. Sofraya çocuklar da katılmışlardı. Yemek­ ten sonra iki paşa çalışma odasına çekildi. 296 Üçüncü Bölüm



\



İktidar, tüzüğünde değişiklik yapmış, devleti laik olarak tanım­ lamıştı. Oysa Anayasada hâlâ laikliğe aykırı, laiklikle bağdaşmaz, uzlaşmaz maddeler vardı. Anayasada düzeltim yapmayı kararlaştır­ dılar. Laik olunmadan ne bilimsellik, ne sosyal devrimler, ne kadın erkek eşitliği, ne düşünce özgürlüğü, ne de demokrasi olurdu. Bun­ ların gölgesi, sahtesi bile olmazdı. Giderek açık ya da kapalı sömür­ ge olunurdu. Müslümanlığın bütün itikat ve ibadet kuralları yürürlüktey­ di. Kuralların yürürlükte olduğu bir yer de İsmet Paşa'nm eviydi. Annesi de eşi de beş vakit namaz kılıyor, bütün dini gerekleri ak­ satmadan yerine getiriyorlardı. Bunu sessizce, gösterişten uzak bir biçimde yapıyorlardı. Anayasa ile ilgili hazırlığı İsmet Paşa yürütecekti. 5 NİSAN 1928 Perşembe günü Halk Partisi grubu anayasada yapılması düşünülen laiklikle ilgili değişiklikleri oybirliği ile uygun gordu. Konu, İsmet Paşa'nın ve 120 arkadaşının imzaladığı bir kanun tasarısı halinde Meclise getirildi. Gerekçede şu önemli cümleler yer alıyordu: "Çağdaş uygarlığın kamu hukukunda, ulusal egemenliğin mey­ dana çıkmasına dayanak olacak en gelişmiş devlet şeklinin laik ve demokratik cumhuriyet olduğu kabul edilmiştir... Din ile devletin (dünya işlerinin) ayrılması prensibi, devletçe ve hükümetçe dinsiz­ liğin desteklendiği anlamını kapsamına almamaktadır..." Anayasa komisyonunda yapılan incelemeden sonra değişik­ lik tasarısı 10 Nisan günü genel kurulda ele alındı. Anayasının 2. maddesinden, "Türkiye devletinin dini İslam dinidir" ile 26. maddesinden "şeriat hükümlerinin uygulanması" fıkraları çıkarıl­ dı. Milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı "vallahi" diye yemin ederler­ di. Yemin maddelerinden bu sözcük çıkarılarak, yerine "namusum üzerine söz veririm" deyişi getirildi. 239d



2396



Artık anayasa da laikti.



240



HİKMET BAYUR kapıyı tıklatıp girdi. Gazi çalışma masasının başında kalın bir kitabı, çize çize okuyordu. "Gelebilir miyim?" Üçüncü Bölüm 297



"Buyrun." "Anayasa değişiklikleri oybirliği ile kabul edilmiş. Artık anaya­ sa bakımından da laik bir devletiz efendim." "Teşekkür ederim. Otur. Birkaç eksiğimiz daha var. Onları da tamamlayınca, güven içinde çok partili hayata geçebileceğimizi ümit ediyorum." Hikmet Bey oturdu: "Aslında kötü bir haber vermek için geldim" "Söyleri* I | "Yüce Divan İhsan Bey'i suçlu bularak iki yıl hapse mahkûm etti." Bir sessizlik oldu. Gazi üzülmüştü. Dedi ki: "Tereddütü olanlar vardı. Biri de bendim. Demek ki İsmet Paşa haklıymış. Devletin her kuruşunda yoksul halkımızın hakkı var. Bu hakkı korumak her düzeydeki devlet görevlisi için kutsal bir ödevdir." 17 NİSAN 1928 Salı günü Ankara Palas törenle hizmete açıldı. Planı ve yapımı Mimar Vedat Bey başlatmış, Mimar Kemalettin Bey tamamlamıştı. Vedat Bey övgüyle, Kemalettin Bey övgü ve rahmet­ le anıldı. Çok güzel bir otel olmuştu. Giriş katında bölümlere ayrılabilir, büyük, güzel, özenli bir sa­ lon vardı. Binanın arkası güzel bir bahçe olarak düzenleniyordu. Üst katlarda iyi döşenmiş çeşitli odalar bulunuyordu. Zemin katta gece kulübü olacak büyük bir yer ayrılmıştı, f



298 Üçüncü Bölüm



Yapımı denetleyen kurul üyeleri, davetlileri kapıda karşıladı­ lar. Küçük bir orkestra çalıyor, şık giyimli, iyi yetiştirilmiş garson­ lar davetlilere ikramda bulunuyorlardı. Garsonları Park Otel ile Tokatlıyan'ın şef garsonları eğitmiş, metrdotel görgüsünü artırsın diye Viyana ve Paris'e gönderilmişti. Uygar bir otele, buluşup konuşmak için düzeyli bir yere duyu­ lan büyük ihtiyaç sona ermişti. Bu olay özellikle hanımları mutlu edecekti. Çay saatlerinde Ankara Palas'ta buluşacaklardı. İlerleyen bir saatte Gazi de geldi. Otelin yapımı sırasında bir­ kaç kez gezmişti. Kurul üyelerini kutladı: "Teşekkür ederim. Çok güzel olmuş. Sonunda yüzümüzü ak edecek bir yerimiz oldu. Bu yılki Cumhuriyet balosunu burada verırız.»241



I



BİR AY sonra da Musiki Muallim Mektebi'nin (ilerde konservatuvar) yeni binasının temeli atıldı. Gazi yalnız maddi kalkınmayı kalkınma saymıyordu. İnsanı geliştirmeyen, sığ bırakan, temelsiz bir kalkınma olurdu o. Sosyal ve kültürel alanlarda da kalkınmak gerekti. Hedef her alanda kal­ kınma, ilerleme, gelişme, yükselmeydi? Batılıların Kemalizm adım verdiği çağdaşlaşma ve kalkınma akımıyla ilgili devrimler, atılımlar aşama aşama gelişiyor, Gazi'nin ideali bütünleniyordu. 412



M. NECATİ BEY Gazi'yi ziyarete geldi. Bilgi sundu: Milletlerarası rakamların kullanılması konusundaki çalışmayı tamamlamışlardı. Alfabe konusunda birçok alfabeleri incelemiş, hayli yol almışlardı. Olgunlaşan konuyu genel tartışmaya açmauygun olur diye düşünmekteydi. "İsmet Paşa kabul etti mi? Ne dedi?" "Alfabe konusunda açık konuşmadı. Hem istiyor, hem çekiıu yor gibi geldi bana" "Anladım. Halkın eğitimi için ne düşündünüz?" "Kısa süreli kurslarla, halk dersleri ile Arap alfabesini öğret­ meye çabalayarak halkı okur-yazar yapmak mümkün değil Paşam. Halkın okur-yazar olabilmesi, okumayı sürdürmesi için dilimizin yapısına uygun bir alfabe yapmak zorundayız. Alfabe devrimiyle üçüncüBölüm299



birlikte, okul olan her yerde Millet Mektepleri açmayı planladık. Bu mekteplerde hiç okuma-yazma bilmeyen kadın erkek herkese okuma-yazma öğretilecek. Bu birinci dönem. İkinci dönemde ise temel bilgiler ile yurttaşlık bilgileri verilecek. Bunun için okullar­ dan ve öğretmenlerden yararlanılacak. Bu konuda ihtiyaçlarımızı dikkate alan ayrıntılı bir program hazırlandı." Gazi "Teşekkür ederim.." dedi, "..bu iyi bir çare, önemli bir aşa­ ma. Ama halk eğitimi konusunda daha geniş, kalıcı, kapsamlı bir ku­ rumu yine senin düşünüp geliştireceğine inanıyorum. Alfabe konu­ sunu İsmet Paşayla bir daha konuşacağım. Bu sorunu çözmeliyim." İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ Tıp Fa­ kültesi dergisinde 'Lenfogranülomatoz' başlıklı, bir klinik araştırması sonuçlarına dayalı bilimsel bir makale yayımlandı. Ma­ kale Kâmile Şevki Hanım'ındı. Kâmile Şevki Hanım bilimsel araştır­ ması yayımlanan ilk Türk hanımıydı. "Kim bu?" Daha Tıp Fakültesini bitirmemiş, ça­ lışkan bir öğrenci olduğu anlaşıldı. Saygı duyup sevinenler de oldu. Ka11 i .. .. . u i i i » Kâmile Şevki Hanım dınları küçümseyip arkası gelmez bunun diyenler de oldu. Kâmile Şevki Mutlu Hanım ilk kadın patalog, ilk kadın profesör olacak, buna karşılık küçümseyenler arkalarında hiçbir iz bırakmadan kaybolup gideceklerdi. m



Y



2424



14 MAYIS 1928 günü izmir gemisi iki savaş gemisinin eşliğinde istanbul'dan ayrıldı. Afgan Kralı Emanullah Han, uzun süren bir Avrupa gezisinden sonra, eşi Kraliçe Süreyya ile birlikte Türkiye'yi ziyaret edecekti. Cumhuriyetten sonra Türkiye'ye gelen ilk devlet başkanıydı. Hükü­ met karşılama ve ağırlama için çok özen gösteriyordu. Krala mihmandar olarak Orgeneral Fahrettin Altay ve Korge­ neral Naci Eldeniz seçilmişlerdi. Mihmandarlar, Kabil Büyükelçisi, protokol görevlileri Kralı ve eşini almak için basın mensupları da birlikte Sivastopol'a gidiyorlardı. 300 Üçüncü Bölüm



17 Mayıs günü Ruslar Sivastopol'da Türk gemilerini ve kurulu­ nu büyük bir törenle karşıladılar. Ertesi gün de Kral ve Kraliçe için güzel bir uğurlama töreni yaptılar. Kral, Kraliçe ve maiyeti İzmir gemisine çıktılar. Kral sivil giyimli, esmer, yakışıklı bir gençti. Oldukça iyi Türk­ çe biliyordu. Eşi batılı gibi giyinmişti. izmir gemisi, Boğaz ağzında beş savaş gemimiz ve uçaklarca karşılandı, top atışlarıyla selamlandı. Boğaz'm iki yanı misafirleri dostlukla selamlayan binlerce İstanbullu ile doluydu. Vali başkan­ lığında bir kurul gemiye çıkarak Krala ve Kraliçeye 'hoş geldiniz' dedi. Haydarpaşa'dan törenle uğurlanan misafirler 20 Mayıs 10.30'da Ankara'ya ulaştılar. Gazi, Bakanlar Kurulu ve devlet ileri gelenleri tarafından kar­ şılandılar. Gazi ve Kral kucaklaştılar. Gazi misafirlerini açık bir oto­ mobille Ankara Palas'a götürdü. Yolun iki yanı mızraklı süvariler, misafirlere sevgi gösterileri yapan Ankaralılar ile doluydu. Yol Af­ gan ve Türk bayraklarıyla süslenmişti. Gösteriler otelin önünde de sürünce, Kral birkaç kez büyük balkona çıkarak halkı selamladı. Emanullah Han dinlendikten sonra Çankaya Köşkü'ne giderek Türkiye Cumhurbaşkanını ziyaret etti. Birlikte Meclis'e geldiler. Meclis'te bazı gazilere ve şehit yakınlarına İstiklal Madalyası takma töreni vardı. Gazileri Başkomutanlarıyla buluşturan tören çok heyecan verici oldu. Bir gazi Meclis Başkanından madalyasını aldıktan sonra Gazi Paşa'ya döndü. Madalyası göğsünün sağında ışıldıyordu. Dimdik durdu. Sağ kolu yoktu, sol eliyle selam verdi. Gözlerinden ip gibi yaş iniyordu. Heyecandan titreyen bir sesle, "Sağ ol Paşam!" dedi. Bu tek sözcükte Anadolu insanının değerbilirliğini, vefasını, bağlılığını, insanlığını anlatan bir kitap gizliydi. T B M M o g ü n f Milletlerarası Rakamların Kabulü Hakkındaki Kanun' tasarısını uygun görerek kabul etti. Arap rakamlarının yerini kısa zamanda milletlerarası rakamlar alacaktı. Zaten birçok işlemde milletlerarası rakamlar kullanılıyor­ du. On rakamı ezberlemek sorun değildi. Üçüncü Bölüm 301



Bu kanun yeni alfabe konusunu da yeniden, Meclis'te ve ba­ sında geniş olarak tartışmaya açtı. Gazete ve dergiler alfabe konu­ suyla ilgili yazılar yayımlamaya başladılar. Kendiliklerinden Latin harflerinden Türkçe alfabe düzenleyenler de oldu. Anketler yapıldı. Çoğu, Türk dilinin özelliklerine uygun, yeni bir alfabeden yanaydı. Konu olgunlaşıyordu. Arap yazısını savunan, Türk diline uydufülarak sürdürülmesi­ ni isteyenler de yok değildi. Kimi de hat sanatı (güzel yazı) ölecek diye çok üzülüyordu. Hat sanatının gelişip güzelleşmesinde Türk hat sanatçılarının büyük emekleri vardı. Birçok devlet kurumu milletlerarası rakamları kullanmaya he­ men başladı. GAZİ o akşam misafirleri onuruna Ankara Palas'ta yüz kişilik görkemli bir ziyafet verdi. Ankara Palas bütün çalışanları ile o ak­ şam büyük bir sınavdan geçti. Sınavdan hepsi başarıyla çıktılar. Görüntü görkemli, ikram olağanüstü, hizmet harikaydı. îki devlet başkanı dostluk konuşmaları yaptılar. Afganistan Ankara ile dostluk andlaşması imzalayan ilk ülkeydi. Birçok Türk subayı Afgan ordusunu eğitmekteydi. Afganistan da, genel olarak, Türkiye gibi ortaçağı yaşamaktay­ dı. Afgan Kralı yanındakilerle konuşurken bir yandan da davetlileri inceliyor, bu görünüme 242b



imrendiği anlaşılıyordu. Gazi sabah Zeki Bey'i ve Cevat Memduh Altar'ı çağırdı. Marma­ ra Köşkü'nde Kral ve Kraliçe şerefine bir çay ziyafeti vermek, kordip­ lomatiği de çağırmak istediğini söyledi. Bir or­ kestranın ziyafet boyun­ ca zarif parçalar çalma­ sını istiyordu. Senfoni orkestrasından yararlana302 Üçüncü Bölüm



^^^^^j^m^4^^^^i^^^^^^




«irw.Jl



R.-tl«îrr» M r v f l t j r ı



fîQl



67a) 67b)



68)



Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, s. 164 vd. Şimdi de kalemlerini ve dillerini Cumhuriyeti yıpratmak için kullananlar var. Amaçları ne acaba? Sultanat, hilafet, şeriata uygun anayasa mı geri f gelecek? Bu mümkün olabilir mi? Bu bir zamanların din devleti Osman­ lıyı diriltmeye yeltenmek olur. Bu niteliklerinden dolayı Osmanlının so­ nunun ölüm olduğunu ilkokul çocukları bile biliyor. Öyleyse Cumhuriyeti niçin yıpratmaya çalışıyorlar, bunun için neden gerçekleri değiştiriyorlar? Bunun kime, ne yararı olacak? Notlar için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c, s.143, 1 4 8 , 1 4 9 , 1 5 2 . Bazı notları: * "Vatani ve milli meselelerde yürürken fikri ve fiili kusur ve noksanları­ mızı görüp iyi niyetle ihtar edenlerden memnun ve müteşekkir kalırız # "Biz keyfi hareket etmeyiz. Müstebit asla değiliz. Hayatımız, bütün faaliyetimiz memleket işlerinde keyfi ve müstebitçe hareket edenlere karşı mücadele ile geçmiştir İstanbul basım için: "Bilerek veya bilmeyerek yabancı kaynakların il­ hamına kapılanlar vardır. Bunlar fikirleriyle, kalemleriyle, sözleriyle toplumsal birliğimizi zaafa düşürebilecek faaliyette bulunuyorlar? Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c, s.156-162. M. Sadi Irmak diyor ki: "Çok başarılı oldum. Ülkeme alev olarak döndüm, önce İstanbul Üniversitesi Genel ve Beşeri Fizyoloji Enstitüsü'nü kurdum. Kürsü Başkanı oldum. Daha sonra ülkemin başbakanlığını yaptım. Ben kim miyim? İki satırlık bir telgrafın yarattığı bilim adamı Ord.Prof.Dr. Sadi Irmak'ım. (www.mtrcn.com/) Atatürk'ün Silifkeli şoförü Sadık Kutlu, bataklığın kurutulduğunu, çev­ reye çok yararlı olan çalışmalar yapıldığını, Atatürk'ün çiftliğin tümünü ya da bir bölümünü köylülere (köylü başına 15 dönüm) dağıttığım anla­ tıyor. (Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, s.144 vd.) 0



0



69) 70)



0



71)



71a) 72)



72a)



72b) 73) 73a)



Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar, 1923-2005, s.73. Nutuk, 2. c, s.333. * Atatürk Nutukta diyor ki: "..Bunların Fethi Bey hükümeti zamanında bizzat Fethi Bey vasıtasıyla, kendilerine, partilerinin muzır ve isyan ve irticayı teşvik edici mainyette olduğu bildirildiği zaman olsun, hakikati anlamaları ve görmeleri lazım gelmez miydi?" {Nutuk, 2. c, s.333) Birinci Dünya Savaşı'nda askerlerin ve subayların giydiği kalınca bezden yapılma, Enveriye de denilen başlık. Bazı askerler Müli Mücadele sıra­ sında da bu başlıkları giymişlerdir. İ. Hakkı Tekçe, Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor, s.42-45. Ali Fuat Cebesoy'un yanıtı, anılarından yararlanarak oluşturulmuştur. Kâzım Karabekir, Günlükler, 2. c, s.943; İ. Hakkı Tekçe, Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor, s.44. * Bu sıralarda İstanbul Belediyesi basında çıkan istekleri, halkın da bu is­ teği desteklemesi üzerine, Gazi'nin bir heykelini yaptırmaya karar ver-



692 Üçüncü Bölüm Notlan



misti. Gazi. heykel sanatının başlaması için kendi heykelinin uygun bir başlangıç olacağını düşünerek izin verdi. Heykelci olarak Avusturyalı Heinrick Krippel seçilmişti. Sanatçı birkaç kez Ankara'ya gelerek Gazi ile görüşecek, çalışmalar yapacak, İstanbul'un bu girişimi Konya Bele­ diyesini de harekete geçirecekti. 73b) Dinde bilgisizlik öyle verimli bir ortamdır ki ne ekilse yeşerir. 74) 'Mültezim' vergi toplamayı yüklenen özel kişiye denir. Topladığı vergi­ nin bir bölümü kendine kalıyor. Ne kadar vergi toplarsa kazancı o kadar çok oluyor. Bu verginin toplanış tarzı yüzyıllardan beri çiftçiler için bir facia idi. * Meclis isyan sıkışıklığına rağmen, 17 Şubat 1924 günü aşar vergisinin kaldırılmasını kabul eder. Yerine getirilen 'toprak mahsulleri vergi­ si' küçük toprak sahibi köylüyü rahatlatacak muafiyetler tanıyordu. Mültezimlik yapanlar ise bu kazanç kapısının kapanmasından dolayı bu kanundan memnun olmazlar. Hükümete düşman kesilirler. Bazı tekkelere de aşardan pay ayrılıyordu. 75) 9 Şubat günü Milli Mücadele kahramanı Ardahan milletvekili (Deli) Halit Karsıalan Paşa, Meclis koridorunda kavgaya dönüşen bir tartışma so­ nunda vurulur, ağır yaralanır. 14 Şubatta ölür. Olay kaza olarak değer­ lendirilir. Bilgi için: Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, c. 3/1, s.103 vd.; İs­ mail Hakkı Tekçe, Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor, s.49 vd.; Kâzım Özalp, Atatürk'ten Hatıralar, s.33-35. I 76) Dr. Nuri Dersimi, Şeyh Abdürrahim'in subayları ve erleri öldürttüğünü yazıyor (s.184); jandarma müfrezesinin gelişini Şeyh Sait'i tutuklamak ya da kışkırtarak isyanı başlattırmak diye anlatan web siteleri var. Olayın ge­ lişimi bu iddiaların doğru olmadığım kanıtlıyor. I 77) O tarihte bu bölgedeki iller, sonraki adları ve statüleri: Dersim (sonra Tunceli), Ergani (şimdi Diyarbakır'ın ilçesi), Genç (şimdi Bingöl ilinin ilçesi; Çapakçur Bingöl ilinin merkez ilçesi yapıldı ve adı da Bingöl'e çevrildi), Siverek (şimdi Şanlıurfa'nın ilçesi). 78) Şeyh Sait'in Genç ili içindeki yolculukları, temasları dikkati çekmiş, j Genç Valisinden nedeni sorulmuştu. Genç Valisi İsmail Hakkı Bey şöyle yanıtlamıştı: "Şeyh Sait her sene olduğu gibi bu sene de Palu'da bulunan ecdadının mezarını ziyarete geliyor. Asayişi bozacak bir durum yoktur? # İstiklal Mahkemesi İsmail Hakkı Bey'i ihmalleri nedeniyle 1 yıl hapse mahkûm edecektir. Devlet hizmetinden de çıkarılır. (M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.42; E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.325) * Kürt hareketini ve propaganda yapan kişinin kimliğini haber veren öğ­ retmen Mehmet Zeki Bey'i Çapakçur kaymakamlığı 'iftira ettiği için meslekten çıkarmış', ayrıca Çapakçur mahkemesi (Hâkim Arap asıl­ lı) 5 Şubat günü iftira suçundan dolayı 3 ay hapse mahkûm etmiştir. Mehmet Zeki Bey isyancılar tarafından hapisanede, bir iddiaya göre de



hapisten çıkınca sokakta öldürülür. İsyan mahkeme kararından 8 gün sonra başlayacaktır. (B. Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s.29; U. Mumcu, Kürtİslam Ayaklanması, s.66,205) * İstiklal Mahkemesi Çapakçur kaymakamına 15 yıl hapis cezası vere­ cek, Çapakçur'un Arap hâkimini de sınır dışı edecektir (E. Aybars, İs­



tiklal Mahkemeleri, 325).



78a) 79)



^



* Ehil, çalışkan, uyanık, adil yöneticilerin azlığı Osmanlı Devleti için de, Cumhuriyet yönetimi için de, halk için de sorun ve talihsizlik ol­ muştur. En yakın birlik Bitlis'teki bir piyade alayıydı. Üç ordusu olan devlete karşı, Anadolu'nun ortasında, bazı aşiretlerin katılımıyla sağlanacak beş-on bin kişi ile sonuç alınması mümkün müy­ dü? Bu isyana karar verenlerin arasında bu basit hesabı yapacak bir kişi­ nin bile olmaması şaşılacak bir durumdur. Boşuna kan dökülecekti. Bu hesapsızlık sürüp gelecektir. * Aşiretler arasında mezhep ve dil farkı, Hamidiye Alayları konusu, göçebe/yerleşik olma, kan ve mal davası, ağalar arası çekişme, hü­ kümetle ilişkiler vb. gibi türlü nedenlerle anlaşmazlıklar, çekişmeler, zıtlıklar, düşmanlıklar, çatışmalar vardı. Hepsinin biraraya gelmesi imkânsızdı. Kürtçülük hareketini savunan bazı kitaplarda ve web si­ telerinde yukarda açıklanan nedenlerden kaynaklanan parçalanmış­ lık olgusunu, Osmanlıların ve Türklerin entrikalarının yarattığını ile­ ri süren gerçeğe aykırı ifadeler yer alıyor. Osmanlılar ve Türkler bu durumdan yararlanmış olabilirler ama bu durumun ana nedeni özel­ likle ağalık/beylik düzenidir. * Sorunların ilacı bu düzenin sona ermesiydi. Bazı Kürt yazarlarının hâlâ açıkça ya da dolaylı biçimde beylik/ağalık düzenini koruyor ol­ ması şaşılacak bir durum. Hangi çağdayız? * Sayın Ahmet Türk diyor ki: "Devletin baskıcı tutumu isyanları doğur­ du. Şeyh Sait İsyanı ve Dersim isyanları oldu? (Cumhuriyet gazetesi, 8 Haziran 2010) Şeyh Sait isyanında 'devletin baskıcı tutumu' neydi? Dersim isyanlarını da devletin baskıcı tutumuna bağlamak olayların akışına ve belgelere uymuyor. Kürt sorunu böyle gerçekleri değiştire­ rek çözülebilir mi? Bu saptırmalar ya da doğruyu bilmemeler çözüm yerine çözümsüzlük getiriyor.



79a)



Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.53. * Bazı basılı beyannameleri Seyit Abdülkadir Bey İstanbul'dan Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza ile yollamıştı (Prof.Dr. A. Haluk Çay, Her Yö­



nüyle Kürt Dosyası, s.326). M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, s.l80-181'de Şeyh Sait'in isyan için hazırladığı fetvayı veriyor, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1981, 4. baskı.



694 Üçüncü Bölüm Notları



80)



Fethi Okyar'm Meclis'te yaptığı konuşmadan, ikinci Dönem Tutanak Dergisi, 14. c, s.307; M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.50. 80a) İkinci Donem Tutanak Dergisi, 13/1. c, s.413-414; milletvekilinin verdi­ ği sayılar yanlıştır, anlattığı olaylar, kendi de söylüyor, söylentidir. Bun­ ları kimlerin, ne amaçla uydurduğu belli. Florya konusu şu: Mütareke döneminde beyaz Ruslar Florya'da plajlar açıp işletmişlerdi. Çıplak de­ diği, mayolu erkekler ve kadınlardır. Türkler denize girmek için deniz hamamı denilen kadın ve erkekler için ayrı, dışarıya kapalı deniz tesis­ leri kuracaklardır. Ziyaeddin Efendi laikliği de dinsizlik sanıyor. 85 yıl sonra hâlâ böyle sananlar var. 80b) Bu tepkiyi ben ekledim. İki gün sonra Hamdullah Suphi Bey tam bu an­ lamda büyük bir konuşma yapacaktır. Bu cümle için zaman kaydırması yaptım. 81) Ziyaeddin Efendi'nin konuşmasına 16 Şubat günü Hamdullah Suphi. Bey Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini karşılaştırarak, çok etkili bir yanıt verdi. Yeniliğin, çağdaşlığın birkaç sarhoş ile birkaç hatalı kadın olma­ dığını, bunların her dönemde olduğunu örnekler vererek anlattı. Yeniliğin özgürlük, bağımsızlık, milli egemenlik, barış, Millet Meclisi, Cum­ huriyet gibi büyük atılımlar olduğunu açıkladı. Bu büyük olayları gör­ meyip de birkaç kötü örneği konuşmanın Ziyaeddin Efendilere özgü bir yöntem olduğunu söyledi. Bu tür konuşmaların gericiliği körüklediği­ ni belirtti. Ermenilerin de, Yunanlıların da, Anadolu'yu parçalayamayan büyük devletlerin de Cumhuriyet yönetiminin ve ordusunun yıkılması­ nı istediklerini ileri sürerek Ziyaeddin Efendi'yi yalnız bırakmadıklarını ileri sürdü. Konuşma şiddetli ve sürekli alkışlarla onaylandı (İkinci Dö­ nem Tutanak Dergisi, 14. c, s.54-61). Bu konuşmanın yayımlanması ve dağıtılması kabul edildi (14. c, s.66).



82)



* Konuşmayı çok uzun olmasa buraya alacaktım, imkânı olanların oku­ malarını dilerim. * Mazhar Müfit Kansu da 18 Şubatta söz alarak Ziyaeddin Efendi'ye yanıt verdi. Birçok cümlesini Ziyaeddin Efendi doğrulamak zorunda kaldı. M.M. Kansu laikliği de açıkladı (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 14. c, s.103-107). * Bir daha Meclis'te böyle gerici, düzeysiz, kaba bir konuşma yapılma­ dı. Ziyaeddin Efendi de sanırım bir daha kürsüye çıkmadı. * Üç gün süren İçişleri Bakanlığı ile ilgili görüşmeleri inceleyenler, Anadolu'nun ne halde olduğunu çok açık olarak görürler. Bir örnek: 295 nahiye müdürü ilkokul mezunu bile değil (14. c, s.109). Olay çevresindeki askeri birlikler tabur, bölük düzeyindeydiler (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.92). Olayın büyüklüğü de başlangıçta anlaşılmamıştı. Zaten ordu gözlerini güney sınırına çevirmiş, dikkatini



Üçüncü Bölüm Notlan 695



İngilizlere vermişti. Haberalma birimleri İngilizlerle meşguldü. Sorun yurtiçinde patlak verdi! 82a) 18 Şubat günü 1. Süvari Tümeni karargâhı ve bir alayı kuzeye doğru iler­ liyordu. Müfreze Tümen Komutanının emrine girdi. Tümenin öteki alayı (21. Sv. Alayı) Lice'ye ilerliyordu. Uçaklar için: Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.95. Bilgiyi hikâyeleştirdim. 83) THK web sitesi; Cevat Abbas Gürer, Cepheden Meclis'e, Büyük önderle 24 Yıl, S.2&5. * I 'W 84) Behçet Cemal, Şeyh Sait isyanı, s.26 (Şeyh Sait'in mahkemedeki ifade­ sinden). 85) İçişleri Bakanlığının 15/16 Şubat gecesi yayımladığı gizli genelgenin üçüncü maddesi olayı böyle değerlendiriyordu (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.92). * Sözü edilen Bey, Hasenanlı Halit Bey'dir. * 3. Ordu Komutanlığı durumu değerlendirmiş, 'hareketin irtica maske­ si altında Kürtçülük olduğunu' bildirmişti (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.96-97). * Kürtçülük halk arasında yayılmış değildi. Ama Kürtçülük akımını yaymaya çalışan, okumuş Kürtler vardı. Sayıları azdı ama etkiliydiler. Bunları ümitlendiren başlıca olay, Sevres AnÜaşması'nın Kürtlere ilk aşamada özerk bir bölge verilmesini düzenleyen maddesidir, özerk bölge ikinci aşamada bağımsız Kürdistan olacaktı. Şimdi Sevres'i sa­ vunanlar bunların izleyicileridir. * Müli Mücadele başladığı zaman İngiliz subayları ve ajanları Güney­ doğuda Kürt isyanı çıkarmak için çalıştılar, ayrüık tohumları ektiler. En bilinenleri Binbaşı Noel'dir (Mim Kemal Öke, İngiliz Ajanı Binba­ şı Noel'in Kürdistan Misyonu, Boğaziçi Y., İstanbul, 1992). 86)



Bir milletveküinin Piran olayıyla ilgili gazete haberi dolayısıyla sorduğu soru üzerine Cemil Bey Meclise kısa bir bilgi sundu. Olayı yine eşkıyalık diye niteledi (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 14. c, s.131).



86a)



Boğazın adı bazı kaynaklarda Fis olarak geçiyor.



87)



Uğur Mumcu, Kürt-İsiam Ayaklanması, s. 152 (Kasım Bey'in mahkeme­ deki ifadesinden); bazı dincilerin gaddarlığı insanı ürpertiyor. Milli Mü­ cadele döneminde mesela Konya isyanını, Bolu isyanını ve Menemen olayını hatırlayınız. Gaddarlık ortak bir özellik.



88)



Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s. 100; arkadan destek gelme­ yince müfreze geri çekilir.



89)



a.ge., s.98; Diyarbakır'dan Keramettin Bey komutasında son bir müf­ reze daha yollandı. Görevi çevredeki köyleri yola getirmekti (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s. 100); bu müfreze hakkında ek bilgi Uğur Mumcu'da var: Müfrezenin toplarının batağa saplanıp kaldığı, ileri



696 Üçüncü Bölüm Notları



gidemediği, isyancıların saldırısı üzerine geri çekildiği anlaşılıyor (Kürtİslam Ayaklanması, s.72). * Behçet Cemal 26 Şubatta Hani'ye yaklaşan bir süvari alayının pu­ suya düşürüldüğünü, bütün alayın esir olduğunu yazıyor (s.31). Genelkurmay'ın yayımladığı kitapta böyle bir olaydan söz edilmiyor. Birliklerin dağılımına da aykırı düşüyor bu iddia. Doğrusu Hani'nin isyancılarca geri alınışı olmalı. Ötesinin abartı, yanlış bilgi olduğunu sanıyorum. * Bu başarısızlıkların nedenleri: Arazinin yapısı, erlerin çoğunun yeni olması, isyancılara karşı küçük kuvvetlerin kullanılması, klasik asker­ lik eğitimi gören ordunun çete savaşına uyum sağlamakta zorluk çek­ mesi, mevsim şartları vb. İsyancıların iyi dövüştüklerini de belirtmek gerekir. 90) Genelkurmay Güneydoğu sınırındaki düzeni korumaya dikkat ede­ rek, dağınık küçük birlikleri birleştirmeye, büyük birlikler kurmaya ça­ lışıyordu. Mesafeler dolayısıyla çok zaman alacak bir işti bu (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.98-100). * İlk aşamada Diyarbakır'a bir piyade taburu ile iki dağ topu yola çıka­ rılmıştı (a.g.e., s. 101). 91) Fethi Bey'in tutumuna karşı çıkan bakanlar: İçişleri Bakam Recep Peker, sonraki İçişleri Bakanı Cemil Uybadın, Denizişleri Bakanı İhsan Eryavuz, Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt, Ticaret Bakanı Ali Cenani (Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s.54). * E Rıfkı Atay diyor ki: "Liberalizm 1924'te Fethi Okyar'ın Başbakanlığı ile iktidara gelmişti... Devrimin o tehlikeli kuruluş günlerinde Okyar'ın siyasi liberalizmi Şeyh Sait isyanına kadar sürdü. Durum fenalaştıkça, kendisine hiçbir önleyici tedbir aldırmak mümkün olmuyordu. 'Candarma var, polis var, kanun var, bunlar yeter' diyordu... Fethi Bey bir inkılap devrinin adamı değildi'.' (Çankaya, s.461-462) * Başarılı bir asker değildi. Başarılı bir siyasetçi de olamadı. Ağırlıklı özelliği M. Kemal Paşa'nın yakın arkadaşı olmasıydı. 92) Damat Ferit hükümetinin Maarif Nazırı olan Rumbeyoğlu Fahrettin okul kitaplarında 'Türk' sözünün kullanılmasını yasaklar. Kadınlara biraz gü­ vence sağlayan Aile Kararnamesi yürürlükten kaldırılır. Ülkeyi yabancı işgalinden kurtarmak için çalışan milliyetçiler izlenir, hapse atılır, İngiliz­ lere ihbar edilir, Malta'ya sürdürülür, yurtseverlik/milliyetçilik en büyük suç sayılır. Vatanı kurtarmak için Anadolu'da çalışan bütün Öncüler ve su­ baylar, başta Atatürk, yargıçları iktidara bağlı olağanüstü mahkeme tara­ fından idam cezasına çarptırılır (Nemrut Mustafa Paşa divanı). Bütün bu kararlar Padişah tarafından onaylanır. Damat Ferit kendine bağlı, kafasına göre bir ordu kurmaya çalışır. (Tarık Mümtaz Göztepe'nin anılarını oku­ yunuz!) Milli orduyu yok etmek için Kuva-yı İnzibatiye adında, bol aylık-



Üçüncü Bölüm Notları 697



iı özel bir askeri birlik kurulur. Mütareke basınının işbirlikçi kanadı milli orduyu 'haydutlar' diye niteler, orduyu her fırsatta aşağılar. Damat Ferit hükümetlerinde Adliye Nazırı olan Ali Rüştü Efendi 'Yunan ordusunun galip gelmesi için dua edilmesini' ister. >k Mütareke döneminde İstanbul yönetiminin anlayışı işte böyleydi. Bu anlayış sahiplerinin istedikleri eski düzenin, yani saltanatın, halife­ liğin, şeriatın, dolayısıyla cahilliğin, geriliğin, bağnazlığın, yoksullu­ ğun, ortaçağın, milliyetsiz, yarı sömürge, İngiliz uydusu bir devlet ol­ manın devam etmesidir! Bu anlayışın sonraki temsilcilerinin istekleri de birkaç farkla budur. * Behçet Cemal, isyan olayı üzerine eski Padişah Vahidettin'in basma bir açıklama yaparak 'sevgili tebasının kuva-yı milliyecilerin zulmün­ den usandığı ve Padişahını özlediği için ayaklandığını' söylediğini ya­ zıyor (s.71). A. Emin Yalman şöyle diyor: "Mehmet Vahidettin isyan münasebetiyle Fransız gazetelerine yaptığı beyanatta memnuniyetini belirtip 'isyana başarılar dilemişti? (Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 3. c, s.164; Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, c. 3/1, s.115) Genelkurmayın yayımladığı Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar adlı kitabın 101. sayfasında isyancıların bu baskını ve dövüşenleri için "pek cesurane" deyimi kullanılmıştır. Hiçbir Kürt yazarın kitabında bu objeklifliği, hakseverliği görmedim. Bazı Kürtçü web sitelerindeki kaba, vahşi ifadeler, abartılar, intikama davetler, insanı ürpertiyor. Bunları hiç uyaran yok mu? Bu çatışmaların sayısı, sırası ve sonuçları hakkında netlik yok. İlgili ki­ tapları inceleyip doğru olanı bulmaya ve yansıtmaya çalıştım. Uğur Mumcu esir alınan subayın albay olduğunu yazıyor (Kürt-Islam Ayaklanması, s.223, 242. sayılı dipnot). Bu kimsenin tümen komutanı olması olasıdır. Sıkıyönetim ilan edilen iller: Elazığ, Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri illeri ile Erzurum'un Kiğı ve Hınıs ilçeleri (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 14. c, s.283). Bu illere bir gün sonra Malatya da eklenir; 13 il, iki ilçe olur. Maddenin tamamı (biraz sadeleştirilmiştir): "Dini veya mukaddesat-1 diniyeyi esas veya alet ittihaz etmek maksadıy­



la cemiyetler kurulması yasaktır. Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar vatan haini sayılır. Dini veya mukaddesat -i diniyeyi alet ittihaz ederek, devlet şeklini (yani Cumhuriyet rejimini-T.Ö) tebdil ve tağyir veya devlet emniyetini ihlal veya dini veya mukaddesata diniyeyi alet ittihaz ederek, her ne suretle olursa olsun, ahali arasına fesat ve nifak ilkası için gerek yalnız ve gerek topluca, sözlü veya yazılı veya fiili bir şekilde veya nutuk vermek veyahut yayım yapmak suretiyle harekette bulunanlar vatan haini addolunur? % Cezalar en az iki yıl hapisten başlıyordu. Son sınır idamdı. jçüncü Bölüm Notlan



97)



Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s.42'den yararlanılarak. İsmet Paşa'nın konuşması, başka konuşmalarından ve anılarından yararlanarak biraz genişletilmiştir. 98) B. Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s .42-43; M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.28-30. 99) O dönemle ilgili anılar ve yazılardan yararlanarak. 100) Olayı sürekli izleyen Gazi, îzoii köprüsüne çekilen Tugay Komutanına telgraf göndererek tavsiyelerde bulunmuştur. Diyor ki: "Asilerin silahı, aldatmayı, bozgunculuğu ve din ile şeriatı kullanarak bilgisizlikten ya­ rarlanmaktır. Sizin karşı vasıtanız ve savunmanız, bütün bu sahtekâr­ lıkların, emriniz altında olanlara ve temasta bulunanlara layıkı ile ve süratle anlatılmasında ve şuurlu hareketinizdedir" Şu cümleyi de ekli­ yor: "Malatya halkı Cumhuriyete sadık ve irticaya düşmandır" (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.106-107) * Ahşap İzoli köprüsü Elazığ ile Batıyı bağlayan tek geçit idi. Su taşkınla­ rı nedeniyle çürür. 1930'da kullanılmaz hale gelir. Geçişler sallarla ya­ pılır. Bu köprünün 12 km. kadar doğusunda betonarme bir köprü inşa edilir, 13.10.1932 günü törenle hizmete açılır. Gazi'nin emriyle köprü­ ye İsmet Paşa Köprüsü adı verilmiştir. Köprünün uzunluğu 156 metre­ dir (1 Ağustos 1961, Mühendislik Haberleri Bülteni). 101) İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 14. c, s.306-311. * Ertesi gün, 26 Şubatta, bir Fransız şirketine ait olan tütün tekeli­ nin (rejisinin) 1 Marttan başlayarak kaldırıldığı hakkında kanun ka­ bul edilecek, Türk tütün çiftçilerinin bu yabancı tekelden ve silahlı adamlarından çektiği sıkıntılar sona erecektir. Bu ciddi, önemli bir atılımdı. İzmir İktisat Kongresinde bu Fransız tekelinden çok şikâyet edilmişti. Sorunlar adım adım çözülüyor. * Gerçekleri çarpıtarak bildiren yabancı haber ajanslarından yıllar­ dır yakınılıyordu. Bunlar emperyalistlerin ve işbirlikçilerin kurduğu ajanslardı. Hepsinin Türkiye merkezi İstanbul'du. Ankara karşıtı ola­ rak çalışıyorlardı. Bugün hükümetin aldığı bir kararla yabancı ajans­ ların etkinliklerine son verildi. Bu hizmet Anadolu Ajansı'nın teke­ line verildi. 102) Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s. 103-112; M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.59-60; B. Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s.49.



* Barış zamanında birliklerin asker ve silah sayıları yarıya yakın indirilir. Bu yüzden barış birlikleri tam güçlü değildir. Seferberlik, birliklerin sa­ vaş için belirlenmiş subay, er ve silah sayılarının yükseltilmesi demek­ tir. Her birlik, er eksikliğini kendisine ayrılmış bölgeden asker alarak tamamlar. Silahlar seferberlik depolarından sağlanır, ön hazırlık iyi ise Iseferberlik çok kısa zamanda tamamlanır. * Seferber edilen birliklerin listesi: Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklan­ malar, s. 103-104. Üçüncü Bölüm Notları 699



103)



104)



105) 106)



107)



108)



* Ordunun yanında isyancılara karşı dövüşen aşiret birlikleri de vardı. Cumhurbaşkanlığına ve Meclis Başkanlığına» bütün Türkiye'den ol­ duğu gibi aşiretlerden ve Güneydoğu belediyelerinden de, isyanı la­ netleyen. Cumhuriyete bağlılık belirten telgraflar geliyordu. (Bugün­ lere ait Tutanak Dergilerinde her gün telgraf yollayanların adları yer alıyor. Cumhurbaşkanlığına yollanan telgraflara Gazi yanıt veriyordu, Meclis'e yollananlara Meclis Başkanlığı.) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.317. * İsmet Paşa, "Şeyh Sait'in, din tehlikededir, dini kurtarmak lazımdır' gibi açıklamalarla, hareketini memlekete Kürtçülük hareketi olarak de­ ğil, dini bir hareket olarak göstererek her tarafı harekete geçirmek sev­ dasında olduğunu" düşünmektedir. Atatürk'ün düşüncesini de özetle­ diğini sanıyorum (1. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.201) M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.61; basın özgürlüğü bulunduğu söylenen bu ülkelerde basının hükümetin telkinlerine çok açık olduğunu, pek azı­ nın bağımsız olduğunu not etmek istiyorum. M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s.78. Fethi Bey Atatürk'ün en eski, en güvendiği birkaç arkadaşından biridir. Sever ve sayardı. Fethi Bey de Atatürk'ü tartışmasız lider olarak kabul et­ mişti. O da sever ve sayardı. Gazi'nin isyan olayı ve daha geniş bir irtica hareketi olasılığı karşısında Fethi Bey'i enerjik bulmadığı anlaşılıyor. Dev­ rimler dönemi için 'ikinci adam' olarak İsmet Paşa'yı tercih etmiştir. Atatürk de, İnönü de, o gece ne konuştular, bilinmiyor. Sonraki olaylara, devrimlere, konuşmalarına, anılarına ve yaptıklarına bakarak, bunların özünü birleştirerek böyle konuşmuş olabileceklerini varsaydım. Başbakan İsmet Paşa, Aâ§et Mahmut Esat Bey, Denizişleri İhsan Eryavuz, İçişleri Cemil Uybadın, Dışişleri Tevfik Rüştü Aras, Eğitim Ham­ dullah Suphi Bey (sonra M. Necati Bey), Maliye Hasan Saka (sonra Abdülhalik Renda), Milli Savunma Recep Peker, Bayındırlık Süleyman Sırrı Bey (sonra Behiç Erkin), Ticaret Ali Cenani Bey (sonra Rahmi Bey), Sağ­ lık Dr. Refik Saydam, Tarım Sabri Toprak (on bir bakanlık). # İsmet Paşa 25 Ekim 1937'ye kadar 12 yıl bu görevde kalacak, bir yıl sonra da Cumhurbaşkanı olacaktır. •



109)



10)



Kanunun 1. maddesi: Irticaya ve isyana ve memleketin nizam-ı içtımaiyesini ve huzur ve sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlale bais bilumum teşkilat ve tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı hükümet, Reisi­ cumhurun tasdiki ile re'sen ve idareten mene mezundur. İşbu efal erba­ bını hükümet İstiklal Mahkemesine tevdi edebilir" % 2. maddeye göre kanun iki yıl yürürlükte kalacaktı. İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.200. $ İnönü Meclis'te muhalefete diyor ki: "Bu memlekette 'ıslahat fikirle­ ri, teceddüt, terakki fikirleri ahlaksızlıktır* diye bar bar bağırılırken,



Üçüncü Bölüm Notları



muhalefet erkânı niçin bir tek kelime söylemediler?* (İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 15. c, s.145) Muhalefetten hiç kimse bu soruya ya­



nıt vermemiştir. |



*



111) İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 15. c, s.127-154; Ş. Turan, TUrk Devrim Tarihi, c. 1/3, s.117-120. ^ * İstiklal Mahkemeleri üyeleri de 7 Mart günü Meclis'çe seçilirler. 112) Gazi bir bildiri yayımladı, özetle diyordu ki: "Cumhuriyetin hürriyet ve nimetlerini, bizzat Cumhuriyeti tahrip edecek neşriyat ve zehirlemelere ve Cumhuriyetin ordusunu ve zabıtasını herhangi bir sebeple küçümse­ meye ve hafifsemeye vasıta sayacak olanların en şiddetli kanuni hüküm­ lerle takip ve tepelenmeleri kararlaştırılmıştır? (Atatürk'ün Bütün Eser­ leri, 17. c, s.205-206) 112a) M. Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, s. 153. 113) Şeyh Sait Efendinin mahkemedeki ifadesinden: Behçet Cemal, Şeyh Sait isyanı, s.64. 114) Kanının bulaştığı mektup Milli Savunma Bakanlığı tarafından, özel eş­ yalarıyla birlikte ailesine ulaştırılmıştır. Aile Odok soyadını almıştır. 114a) Bu kaçakların yirmi küsuru yakalandı. Doğu İstiklal Mahkemesi bun­ ların çoğu hakkında idam cezası verdi (S. örgeevren, Şeyh Sait İsyanı, s.150-151). 115) Geride elli ölüleri kaldı, altmış esir vermişlerdi. Ordunun kaybı sekiz subay, beş er şehit, on beş er yaralıydı. (Türkiye Cumhuriyetinde Ayak­ lanmalar, s.l 18-120; Şeyh Sait Efendi'nin mahkemedeki ifadesi, aktaran Süreyya Örgeevren, s.191-193, 204; Baytar Nuri Dersimi, çok kısa ve yanlış bilgi veriyor.) * Diyarbakır'a hücum edenler, komutanlara göre beş bin kişi kadardı. Şeyh Sait Efendi ifade verirken, "üç-beş bin kişi, bilmem" cu «^r. 115a) Mahkemedeki sorgulamadan: S. Örgeveren, s.198. 116) Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s. 120 (Bu bilgi isyanla ilgili her kitapta bulunuyor). 116a) Hafız Yaşar Okur, Atatürk'le On Beş Yıl, Dini Hatıralar, s. 10. Hafız Ya­ şar Okur kitabında diyor ki: "öteden beri Atatürk'ün dine kayıtsız kaldı­ }



ğını iddia aden birtakım bedbahtlar hem bu eşsiz kahramanın, hem de asil Türk milletinin mukaddes inançlarına saygısızlık göstermişlerdir. 15 yıl yanlarında bulanmanın bana verdiği hak ve selahiyetle diyebili­ rim ki Atatürk, dine karşı hiçbir zaman kayıtsız kalmamış, yalnız dini istismar edenlere cephe almıştır. Hakikati bildirmek benim için en kutsi bir vazife olacaktır. Bu hususta takdim edeceğim birkaç hatırada bilme­ diklerinize ve doğruya kavuşacaksınız. Ramazanların Atam için çok bü­ yük önemi vardı, Ramazan gelir gelmez incesaz heyeti Çankaya köşkü­ ne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazdu Sadece beni huzuruna çağırır, Kuran-ı Kerimden bazı sureler okuturlardı» Ben okurken gözleri



Üçüncü Bölüm Notlan 701



bir noktaya takılır, derin bir huşu ile dinlerlerdi. Ruhen çok zevk aldığı her halinden anlaşılırdı. Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatm-i şerif oku­ mamı emrederlerdi..." (s.9-10) 116b) Karayolu elbette daha ucuz ve kolaydı. Ama neye yarayacaktı? Motorlu taşıt sayısı komik derecede azdı. Karayolu yapmak, ulaşımı kağnıya ve at arabasına emanet etmek demekti. Uzun yıllar için tek ve doğru çözüm demiryoluydu. Şimdi bile öyle. Avrupa'da otobüs değil tren kullanılıyor. Ama trenleri çok geliştirdiler. Bunca duraklamadan sonra şimdi bizde de bir canlanma var. # Türkiye Sanayi ve Maadin (madenler) Bankası 19 Nisan 1925 günü ka­ bul edilir. Görevi, kendisine devredilen devlet fabrikalarını (Hereke, Feshane, Bakırköy Bez, Beykoz Deri ve Kundura Fabrikaları) özel sek­ töre devredilinceye kadar işletmek, özel sektörle ortaklık kurmak, tek başına ya da ortaklan aracılığıyla maden imtiyazları almak ve bunları özel sektörle ortak olarak işletmek, sanayi ve madencilik alanlarında ça­ lışan özel girişimcilere kredi açmak ve bankacılık işlemleri yapmaktı. Türkiye kapitalizm öncesi dönemi yaşamakta. Kapitalizmden de, dev­ letçilikten de henüz uzak. Bu kanun genel olarak kapitalist/liberal an­ layışla hazırlanmıştır. Yüz yıldır bu anlayışın egemen olduğu Avrupa ile iş görülüyor. Yaygın, bilinen, yaşanan anlayış bu. Bankaya, kendi­ liğinden bir girişimde bulunma hakkı ve yetkisi verilmemiştir. Ama Banka devlet fabrikalarını topluca yöneterek gelişmelerini sağlayacak, başka gelişimler için ilk aşama olacaktır. Bu kanunu Teşvik-i Sanayi Kanunu izleyecektir. 116c) Aşiretler Raporu, Kaynak Yayınları, 2003, 2. basım. 117) Behçet Cemal, s.64-65. 117a) Takrir-i Sükûn Kanunu'na dayanılarak 6 Mart günü Tevhid-i Efkâr, Son Telgraf, İstiklal gazeteleri, Aydınlık, Orak-Çekiç ve Sebilürreşat dergisi kapatılmıştı. $ Soruşturma açılması olasılığı belirince sol dergilerin yazarları Dr. Şefik Hüsnü, Nâzım Hikmet ve Hasan Ali Ediz yurtdışına kaçarlar. Kalanlar­ dan S. Celal Antel, Ş. Süreyya Aydemir, Nizamettin Nazif vb. tutuklanır. Aralarında 15 de tıbbiyeli vardır. Ankara istiklal Mahkemesine ve­ rilirler. Mahkeme 18 kişiye 7-15 yıl arasında hapis cezaları verir. 1926 I yılı Cumhuriyet Bayramında serbest bırakılacaklardır. # 1 Nisanda Adana'da çıkan Sayha ile Trabzon'da çıkan İstiklal gazetele­ ri, 15 Nisanda İstanbul Tanin gazetesi kapatılacak. Ankara İstiklal Mah• kemesi Hüseyin Cahit Yalçın'ı Ömür boyu sürgün cezasına çarptırmıştır (Çorum'da). (Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c , s.126-127) Ht,Resimli Hafta dergisi de kapatıldı. Zekeriya Serte! ve Cevat Şakir Beyler tutuklandılar. Cevat Şakir Bey bir hikâyesinden dolayı üç yıl :



702 Üçüncü Bölüm Notları 3



Bodrum'a sürgün edildi. Bu karar Bodrum ve Türkiye için büyük bir talih oldu. Bodrum'u ve Halikarnas Balıkçısını kazandık. Z. Sertel'in cezasını Sinop'ta çekmesi uygun görüldü. Her ikisinin cezaları da 1,5 yıl sonra affedilir. (Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.128-131; ay­ rıca: Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2008; Sadi Borak, Halikarnas Balıkçısı ve Bir duruşmanın öyküsü, Bilgi Ya­ yınevi, Ankara, 202; Z. Sertel, Hatırladıklarım, s. 125 vd.) 118) Bilâl N. Şimşir, Ankara... Ankara..., s.298-301. 119) Behçet Cemal, s.65-66. 120) Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, Genelkurmay'ın 9 Mart günlü genelgesi, s.122. 120a) İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 17. c, s.98-100. 121) Modern bir haberalma örgütü kurmak masraflı, zor ve uzun bir işti. O nedenle de bu konu ele alınamamıştı. Haberalma örgütü (MAH, şimdi MİT) 6 Ocak 1926'da göreve başlayacaktır. 1926 yılında MAH Başkanlı­ ğındaki personel sayısı 10 kişi kadardı (MİT resmi web sitesi, MİT Tari­ hi bölümünden yararlanarak). * Bu örgüt Türk tarihinde kurulan ilk haberalma örgütüdür. Teşkilatı Mahsusa'yı ilk haberalma örgütü olarak niteleyenler var. Teşkilat-ı Mahsusa kendine özgü, değişik, duruma göre türlü görevlerle görev­ lendirilen, Enver Paşa'ya bağlı bir örgüttür. Haberalma örgütü olarak nitelemek doğru olmaz. * Teşkilat-ı Mahsusa'nın bir gün gerekir diye Anadolu'nun bazı yer­ lerinde, mesela Salihli'de, para ve cephane sakladığı gibi iddialar ya da yakıştırmalar var ki tümüyle gerçeğe aykırıdır, şehir efsanesidir. Salihli'den başka bir yerden söz eden, belge, tanık, olay gösteren de yok. Salihli'deki yer Kuşçubaşı Eşref Bey'in çiftliğidir. Orada ne bol para bulunuyordu, ne bol silah. Kuşçubaşı Eşref Bey hain olarak # 150'likler arasında yurtdışına çıkarılacaktır. Yararı değil zararı do­ kunmuştur. 121a) Dövüşmeye inada devam eden isyancılar yok değildi. SÜvan'a yaklaşan 12. Alaya baskın verdiler. Hayli kayıba uğrattıkları anlaşılıyor (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s. 136-137). 121b) Tanin gazetesi arama haberini 'baskın' olarak niteledb Zaten İstiklal Mahkemesi ile hafiften alay eden yazılar çıkıyordu gazetede. Takrir-i Sükûn Kanununu protesto etmişti. Yazı işleri müdürleri ile Hüseyin Ca­ hit Bey tutuklanarak Ankara'ya getirtildi. Mahkeme H. Cahit Bey'i suçlu buldu ve sonsuz sürgün cezasına çarptırıldı. Bu cezayı Çorumda çekme­ si kararlaştırıldı (E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.366-373). 122) Bunlar 35 kişiydi. Teslim olan ve yakalanan başka şeyhler, ağalar ve bey­ ler ile sayıları artacak, 8l'e çıkacaktır.



Üçü UCÜ Bölüm Notları 703



* Teslim konusunda Kasım Bey'in ayrıntılı ifadesi için: Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, s. 104-113. * Şeyh Sait Efendi'nin heybesinde ve hurcunda 4.500 altın vardı. $ Hasenanlı Halit Bey İran'a kaçmayı başarır. 123) Şeyh Sait isyanından önce dört isyan (Ali Batı, Cemil Çeto, Milli aşire­ ti, Koçgiri) tarihe gömülmüş, sorun edilmemişti. Ama Şeyh Sait isyanı olmamış sayılacak, unutulacak bir olay değildi. Güven duygusunu yara­ ladı. Bu isyan, dini rengi ağır basan ilk ayrılık girişimiydi. Cumhuriyet vatanın bütünlüğünü elbette koruyacaktı. 123a) Bir altın lira o tarihte ortalama 6.60 lira idi. 10.000 lira 1.500 altın lira­ dan fazla bir paraydı. 124) A. Süreyya örgeevren, Şeyh Sait İsyanı, s.l04-110'da iki mektup ve öte­ ki bilgiler yer alıyor. Hani Nahiye Müdürü Hüsnü Bey'in ifadesine göre Şeyh Sait Efendi kendisine şöyle demiş: "Ben bu işe Allah tarafından memur edildim. (s.l 16) 124a) Yabancı şirketlerden kalma kurallar gereği demiryolları seferleri ile ilgili bütün belgeler, işlemler Fransızcaydı. Türkçeye dönüştürülüyordu. Eski yazı da başka sorundu. Yeni harfler bu sorunu kökünden çözecekti. 125) Sakarya Savaşı sırasında orduyu ayakta tutan ikmal akışı Yahşıhan'da başlayıp Polatlı'da sona eriyordu. Yahşıhan'a bu büyük anıyı canlı tutacak bir anıt, bir yazıt dikmek gerekmez mi? Biz neden tarihimize bu kadar ilgisiziz? Kırıkkale Üniversitesi bu görevi yerine getiremez mi? Üniver­ sitelerin milletlerine, tarihlerine borçları vardır. 126) Ümit Sarıaslan, Demir Ağlardan örümcek Ağlarına, s.126-132. * İsmet Paşa demiryolu yapımı için yabancılarla yapılan görüşmelerde, yabancı şirketlerin kabul edilemez şartlar üeri sürdüklerini anlattıktan sonra, diyor ki: "Bu görüşmeler esnasında 'o halde biz kendi kaynakla­ rımız ve kendi vasıtalarımızla yapmaya çalışacağız* dediğimiz zaman hayretle gözlerini açıp bize bakıyorlardı. Ve içimizdeki tecrübeli siya­ set adamları aklımızın dengesi yerinde olup olmadığını ara sıra yokla­ maya çalışıyorlardı... Harpten çok kararlı çıkmış olduğumuz ve mem­ leketin bütünlüğünü buna bağlı gördüğümüz için işin peşini bırakma­ dık. Ve hakikaten demir yollarımızı kendi mühendislerimizle, dışarıya borçlanmadan yaptık? (İsmet İnönü, Hatıralar, 2. c, s.264) 126a) 20 Nisan 1925 günlü kararla hükümete mülki idarede değişiklik yapma yetkisi verilmişti. Ertesi yıl birçok yerlerin bağlantısı değiştirildi, 11 il lağvedildi. Mülki idare teşkilatı 63 il, 343 ilçe ve 691 nahiye olarak dü­ zenlendi (B.N. Şimşir, Kürtçülük II, s.305). 127) Çiftlik, çeşitli kimselerden peşin para ve değerinden biraz yüksek bir fi­ yatla alınmış 6 parça çiftlik ve araziden oluşmaktadır. En çok söz konu­ su edilen büyüklük 102.000 dekardır. Prof.Dr. İzzet Öztoprak çiftlikle il~ 0



704 Üçüncü Bölüm Notları



gili çalışmasında bu sayının çiftlik mülkiyetinde olmayan meraların ek­ lenmesiyle bulunduğunu saptamıştır. Ûztoprak çiftliğin büyüklüğünün yüksek olasılıkla 52.890 atik dönüm (bir atik dönüm 918 m ) olduğunu ileri sürmektedir (Prof.Dr. İzzet öztoprak, Atatürk Orman Çiftliğinin Tarihi, s. 15). * Amaç ve ayrıntı için: Tarih IV, s.291. 127a) 29 Nisanda Ankara'da Türk Ocakları genel kurulu toplandı. Latife Ha­ nım bu toplantıya Kars delegesi olarak katıldı. Böyle bir toplantıya ilk kez katılıyordu. Bir konuşma yaptı. Yönetim Kuruluna seçildi. Yönetim Kurulu bir incelik göstererek Latife Hanım'ı Onursal Başkan seçti. La­ tife Hanım, herhalde Gazi'nin teşvikiyle, 25 Mayısta Halk Partisi'nin İs­ tanbul kongresinde de bir konuşma yaptı. Milli birlik mesajı verdi (A.F. Cebesoy, Siyasi Hatıralar, 2. c, s. 170). 1925 yılındaki bütün sosyal et­ kinlikleri bunlar. * J.B. Villalta'nm, hele Armstrong'un Latife Hanım'ı siyasetin içinde gösterme çabaları, Gazi'nin ve Kemalizm'in muhalifi gibi gösterme­ leri oryantalist masallardır. Bunlar objektif, dürüst gözlemler değil­ dir. Özellikle ikinci yazarı ateş üzerinde okumak gerekir. Maksatlı, oyunbaz bir yazar. Üç önemsiz övgüde bulunur, sonra bir okkalı iftira atar. Deneysiz okur adamı objektif sanır. 128) f Prof.Dr. İzzet Öztoprak, Atatürk Orman Çiftliğinin Tarihi, s.63. 128a) F. Kandemir, Atatürk'e İzmir Suikastından Ayrı 11 Suikast, s.110-113. 129) Metin Toker, Şeyh Sait ve isyanı, s. 140. 130) Bu olayı eski bir demiryolcunun yakınından dinledim. Anlatan demir­ yolcu, yıllar sonra anlatırken de ağlamış. * Kalan yollar kısım kısım ihaleye çıkardır. Ayrıcalık niteliğinde istek­ lerde bulunan yabancı şirketlere iş verilmez. Türk şirketlerle birlikte, ayrıcalık istemeyen, Türkiye'nin şartlarını kabul eden iki yabancı şir­ kete de demiryolu yaptırılır. Birinci şirket İsveçliler diye anılıyor. Yap­ tığı 2 hat: Fevzipaşa-Ergani hattı, Irmak istasyonu ile Filyos hattı (kö­ mür hattı); ikinci şirketin adı Yülyüs Berger diye geçiyor tutanaklarda. Onun yaptığı 2 hat: Kütahya-Balıkesir hattı, Kayseri-Ulukışla hattı. Bu yolda da Türk firmaları kısım kısım taşeron olarak çalışıyorlardı (Biisay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 1. c, s.62-63, S.B. Fak. Yayını, Ankara, 1988, Recep Peker'in Meclis'te yaptığı konuşma). # F. Rıfkı Atay diyor ki (özet): "Halk Partisi'nin 200.000 lirası birikmişti. Bir yabancı bankaya yatı­ 2



I



rarak hissedar olmayı istediler. Banka şu yanıtı verdi: 'Türkler bankacılık edemezler. Paranızı bize bırakınız, faiz veririz! Bir vatan kurtarmak fakat bir banka kuramamak. Bir fabrika işletememek. Zaferin verdiği üstünlük duygusu ile bu iddiaların doğurdu­ ğu aşağılık duygusu çarpışıyor. 1923'ün şevkli iradesi bu aşağılık duyÜçüncü Bölüm Notlan 705



gusunu yendi. Bilmediğimiz şeyleri yapmaya koyulduk. Ankara köy mü idi? Şehir olacaktı. Demiryolu Erzurum'a kadar ulaşmalı mıydı? Ulaşacaktı. Aldanmak, avlanmak, yaptığımızı bozmak veya kullan­ mamak, hepsi hesapta idi. Her şey yapılmalı ve yapılanların sahi­ bi bu millet olmalı idi... 1923 kafası ve iradesi imkânsızlığa meydan okumuştur. Doğru eğri, eksik tamam, fakat 'Türkün yapamayacağı' sabit fikrini yenmiştir" {Çankaya, s.452-453)



131) Sözleşmeyi imzalayan Hürriyet ve İtilaf Partisi temsilcileri Vasfı Efendi, Zeynelabidin Efendi ve Vahidettin'in beş kez şeyhülislamı olan Mustafa Sabri Efendi'dir (Behçet Cemal, s.87; U. Mumcu, Kürt-îslam Ayaklanma­ sı, s.119); bunlar zaferden sonra yurtdışına kaçmış, sürekli Türkiye aley­ hinde çalışmışlardır. Bu hainleri övenler var! 132) Behçet Cemal, s.76-93; Uğur Mumcu, Kürt-îslam Ayaklanması, s. 114-122. # Ayrılıkçılar ile İngilizler arasındaki ilişkiler tartışmalı. Bu konuda Bilâl N. Şimşir'in Kürtçülük I ve II. kitaplarının okunmasını tavsiye ederim. İsmet Paşa anılarında, 'bu ilişkiyi açığa çıkaracak kanıtların bulunamadığını' yazıyor {Hatıralar, 2. c, s.202). Çeşitli yazarların is­ yan ile İngilizlerin ilişkileri hakkındaki görüşleri için: Uğur Mumcu, Kürt-îslam Ayaklanması, s.213, dipnot 193; s.216, dipnot 205; s.228, dipnot 266; s.232, dipnot 286. # İdam kararları 27 Mayıs sabaha karşı yerine getirildi. # Doğu İstiklal Mahkemesi Diyarbakır'da isyanla ilgili olarak 389 kişiyi yargılamış, 47 idam kararı vermiştir. 132a) Çankaya, s.433. 133) Şeyh Sait Efendinin sorgulaması isyanla ilgili tüm kitaplarda var. Adalet değil merhamet, atıfet ve af istemesi ise S. Örgeevren'in kitabında yer alıyor (s.17). # İsyanın başlaması, amacı, yayılması ve sonuçlanması hakkındaki bil­ gileri objektif olarak yansıtmaya özen gösterdim. Bu isyanın nitelii, düzeyi, sağduyuya aykırılığı nereden bakılsa anlaşılıyor. Buna rağ­ men internette Şeyh Sait isyanını öven, yücelten, kin saçan web site­ leri var. Bu durum insanı çok düşündürüyor. 133a) İki örnek: Şeyh Abdullah'ın ifadesi: "Ben okur ve yazar değilim"', Şeyh Hasan'ın ifadesi: "Okuma bilmem, yazma bilmem!* (S. örgeevren, Şeyh Sait İsyanı, s.211, 264) 134) Şeyh Eyüp'ün ifadesi: "Terakkiperver Cumhuriyet Partisinin temsilcisi



emekli Yarbay Fethi Bey Siverek şubesini açarken 'Bizim partiyi Ali Fuat Paşa, Kâzım Karabekir Paşa ve Rauf Bey açtı. M. Kemal Paşa'nın rıza­ sı vardır. Terakkiperver Parti dine saygılıdır. Halk partisi dini batırıyor. Biz onu kurtaracak, koruyacağız' dedi!* (Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.131) # İstiklal Mahkemesi sonuçta emekli Yarbay Fethi Bey e beş yıl hapis cezası vermiştir.



706 Üçüncü Bölüm Notları



135)



İ. İnönü diyor ki: "Asıl niyeti ve istidatı, geçmiş hizmeti, ne kadar iyi ve şayan-ı hörmet olsa da, böyle bir merhaleyi geçerken (çok partili döne­ me geçerken, bu kişilerin) tutumu ve tesiri yapıcı olmazsa, bir felakete sebep olmak muhakkaktır? (Hatıralar, 2. c, s.204) * Kapatma konusunda ayrıntı için: Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.131-135; ayrıca: İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.203-207; A. Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, 2. c, s.156-164. * Terakkiperver Cumhuriyet Partisi yöneticilerinin ilke olarak irtica dostu olmadıkları açıktır. Ama tutucuydular, tecrübesiz, duygusal, alıngandılar. İçlerinde yuva yapmaya çalışan türlü kimseler arasında maceracılar, iktidar budalaları da vardı. Bunlara karşı önlem almayı bilemediler. İzmir suikastını bu iktidar hastası maceracılar planlamış­ lardır. Partiyi dışardan etkilemeye çalışanlar da vardı: Eski, koyu İtti­ hatçılar gibi. Mesela Kara Kemal vb. Bunların etkilerini de durdurma­ yı başaramadılar. Bazıları bunlarla ilişkiyi korumuştur. Parti, İttihat ve Terakki Partisi'ni canlandırmayı düşünen, komitacı anlayışındaki in­ sanlarca kullanılmaya çalışılmıştır. $ Mahkeme bir ara kararla, isyan üzerinde etkileri olduğunu düşündüğü bazı gazetecilerin tutuklanmalarına karar verdi: Eşref Edip (Sebilürreşat), Velit Ebüzziya, Abdülkadir Kemali, Fevzi Lütfî, Sadri Ethem (Er­ tem) tutuklu olarak Diyabakır'a getirildiler. 136) S. Orgeevren, Şeyh Sait İsyanı, s. 148. * 20 Nisan 1925 günlü ve 134 sayılı Bakanlar Kurulu kararnamesine dayanılarak isyan öncülerinin aileleri ve sakıncalı görülen kişiler böl­ ge dışına çıkarılmıştır. * Güneydoğunun talihsiz halkına yardımcı olmak için daha geniş, ya­ rarlı, verimli önlemler gerekiyordu. Bu amaçla Reform Kurulu oluş­ turulacak. * Artık seferberlik dolayısıyla silah altına alınanların terhis edilmeleri, isyan dolayısıyla Doğuya gelmiş birliklerin yerlerine dönmeleri ge­ rekmekteydi. Ama 3. Ordu Komutanı Kâzım İnanç Paşa, seferberli­ ğin sona erdirilmesine de, gelen birliklerin geri alınmalarına da karşı çıkmaktaydı. Silahları toplamaya, kaçakları yakalamaya devam edi­ liyordu. Yer yer direnmeler de oluyordu. Ama hükümet bu durumu, artık 3. Ordu'ya bağlı birliklerin ve jandarmanın çözebileceği sınırlı bir sorun olarak değerlendirmekteydi. Birçok tümeni seferber halde tutmak pahalı bir işti. Üretimden çekilen gençleri terhis etmemek de doğru değildi. Harman zamanı yaklaşıyordu. Komutanın ısrarı sü­ rünce 3. Ordu Komutanlığına İzzettin Çalışlar Paşa atanır, K â z ı m Paşa geri göreve alınır, i



37) Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c , s.123. 38) Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, s.l 10-114.



Üçüncü Bölüm Notları 707



138a) Genişçe bilgi için: H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.335338. ; - ' - | 139) İsmail Hakkı Tekçe, Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor, s.44. 139a) Memurlara şapka ve elbise için 50'şer lira kredi verilecektir (£. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.398). 139b) Hava Kuvvetleri Komutanlığı yayını, Gönüllerden Göklere, s, 12. 139c) Naşit Hakkı Uluğ, Derebeyi ve Dersim, s.9-21; yazı 12 Temmuz 1925'te yayımlanmıştır. 140) A. Emin Yalman, Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 3. c, s. 171. 141) Aslında Latife Hanım'ın pencereden tam ne söylediğini bilmiyoruz. Kı­ lıç Ali Gazi'nin anlatımına dayanarak "laubali sözler" diye özetliyor. La­ ubaliliğin dozu ve düzeyi Gazi'nin öfkesinden ve Latife Hanım'dan ayrıl­ maya karar vermesinden anlaşılıyor. * Ş. Süreyya Aydemir o dönemi yaşamış birçok insanla konuşarak edin­ diği kanıyı şöyle özetliyor: "Her yerde ve halkın önünde ona hâkimi­ yetini göstermek ister gibi 'Kemal' diye hitap ettiği Gazi'nin, kendi ya­ nında uysal bir cici koca olmasını bekledi" (Tek Adam, 3. c, s.488) Ne kadar ham bir hayal. * Latife Hanım'ın kusuru herkesin çok büyük saygı duyduğu Cumhur­ başkanının eşi olmayı hazmedememesidir. 142) Bu sahnenin iki tanığından Salih Bozok anılarında bu konuya değinme mistir. Yalnız Kılıç Ali anlatmıştır: Anıları, s.540-541. * Kasadaki para için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c, s.272. * Direksiyon binasından Latife Hanım'a bir mektup yazıp yollamış (Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s. 10). * Çağdaşlık yanlısı Gazi'nin eşini şeriata göre boşadığını yazıyorlar. O zamanlar Medeni Kanun daha yürürlükte değildi. Başka yol yoktu ki. * Gazi'nin iki gerçek arkadaşı vardır: Salih Bozok ve Kılıç Ali. Dünya­ dan ayrılana kadar da bu arkadaşlarının yıkılmaz dostluğu ile mutlu olmuştur. Bu arkadaşlar suikast olasılığı belirdiği anlarda vücutlarıyla Gazi'ye siper olan insanlardır. Yani nimet arkadaşı değil, can dos­ tudurlar. ;



143) Salih Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında, s.219-220. 144) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c , s.272-273, bu notlara göre Gazi Lati­



fe Hanım'a ait eşyayı sayıyor ve göndereceğini bildiriyor: İzmir'e gönde­ rilen eşyalar: Gümüş yemek takımı, halılar, 'kıymetli gibi görünen şey­ ler', piyano, kitaplar, nişan yüzükleri, hatıra defterleri. (Yani Gazi Latife Hanım'ın hatıra defterlerine ne yazdığını bilmektedir. Olumsuz şeyler olsa yollamazdı. Bu defterler şimdi Türk Tarih Kurumunda saklanıyor.) * Latife Hanım'ın getirdiği çeyizler bunlarmış. Hani yedi deve yüküydü!



708 Üçüncü Bölüm Notlan



I Aylık 500 lira o dönem için büyük paradır. Bu gerçekleri Atatürk*ün Bütün Eserlerinin yardımı ile öğreniyoruz. Eşinin kimseye muhtaç olmadan-yaşayabilmesini güvence altına alıyor. Sayın İpek Çalışlar "Latife Hanım M. Kemal'in maddi yardım teklifini 'ihtiyacım yok' diye reddetmişti" diye yazıyor (s.367). * Ayrılışa neden olan olayın günü kesin olarak bilinmiyor. Salih Bozok'a İzmir'den yazdığı mektubun tarihi 29 Temmuz (S. Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında, s.219). Latife Hanım'ın mektubuna göre Ankara'dan 22 Temmuz günü ayrıldığı anlaşılıyor. Gazi resmi boşan­ ma tarihi olarak 5 Ağustosu bildiriyor. Sayın İpek Çalışlar Gazi'nin Sivas'a doğru yola çıktığını, Yozgat istas­ yonunda durduklarını yazıyor. Sivas-Yozgat yolu açılmış değil. Ona daha 5 yıl var. Metinde Yozgat diye geçen yer, eski adı Asi Yozgat olan Elmadağ'dır. Aynı yanlışı Eriş Ülger de yapıyor. Bin yıllık kuralı tekrar etmenin zamanı: Bilmemek ayıp değil, sorup da doğruyu öğrenme­ mek ayıp. $ Avusturya maslahatgüzarının raporu ise {Latife Hanım, s.344) hem Gazi'nin, hem Latife Hanım'ın kişiliklerine aykırı, kaba yakıştırmalar içeriyor. Sayın İpek Çalışlar'ın bu raporu, bir açıklama notu koyma­ dan kitaba almasını çok yadırgadım. Atatürk'e saygı için Atatürk'ü iyi incelemek gerekir. Sayın İpek Çalışlar Latife Hanım'ı incelemiş. Onu yüceltmeye çalışıyor. Bari onun anısına özen gösterseydi. Muammer Bey ailesi ve Latife Hanım İstanbul'a taşındılar. Latife Hanım hiç konuşmadı, hiç sorun olmadı, olağanüstü bir soyluluk göstererek yaşadı. Herkesin büyük saygısını topladı. İsmet Paşalar ailece ilişkilerini sürdürdüler. Latife Hanım yaşadığı sürece yalnız bir gazeteci ile görüş­ müştür: Niyazi Banoğlu. * Latife Hanım Niyazi Banoğu'na eski eşi Gazi M. Kemal Atatürk için diyor ki: "Yirmi yıl, dünya büyüklerinin hayat hikâyelerini okudum. Bütün kahramanların, bütün inkılâpçıların, bütün hükümdarların hayatlarına dair her dilde kitap okudum. Her büyük adamın hayat hikâyesini okudukça Atatürk daha çok büyüdü, yazılamaz, anlatıla­ maz bir varlık olduğuna inandım... Atatürk, Türk Milletinin sembo­ lüdür, Türk Gençliği O'nu daima sevmelidir. Siz yazarlar O'na her za­ man sevgi haleleri örmelisiniz. O buna layıktır ve O'nun buna ihtiya­ cı vardır. Milletini nasıl sevdiğini, gençliğe nasıl inandığını bilemez­ siniz. En büyük arzum, Türk çocuklarını etrafıma toplayıp O'ndan bahsetmektir. O'nun milletine, memleketine karşı her zaman şahit ol­ duğum sevgisini konferanslarla anlatmak istiyorum. Bunu yapaca­ ğım. Haftanın muayyen günlerinde Türk Gençliğine bunları anla­ tabilmek benim son arzumdur? (Bu konuşma 1950 yılında yapılmış-



Üçüncü Bölüm Notları 709



tır. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı 21, s.522, 528, Temmuz 1991); Latife Hanım bu isteğini gerçekleştirememiştir. 146) A. Emin Yalman, Gördüklerim ve Geçirdiklerim, s.171-175. # Elazığ'a giderler. Oradakilerle birlikte toplu bir telgraf daha çekerek Gazi Paşa'nın af ve hoşgörüsüne sığınırlar. Gazi bu telgrafı da Doğu İstiklal Mahkemesine yollar, şöyle bir not yazar: "Bunu da nazar-ı in­ safa almak uygun olacaktır? (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.348) 146a) Güneydoğuda çapulculuk, eşkıyalık, direnme, çatışma ve isyan nitelik­ li olaylar, zaman zaman, yer yer, 1938'e kadar sürüp gidecektir. Hiçbiri Şeyh Sait isyanı büyüklüğünde değildi. Bir sonuca ulaşması mümkün ol­ mayan bu olaylar yüzünden iki yandan da birçok insan ölecek, yaralana­ cak, sakat kalacaktı. Yakalananlar yıllarca hapis yatacaklardı. Kitabı bu olaylarla doldurmamak için Ağrı ve Dersim konuları dışındaki olaylara değinmeyeceğim. # "Ayaklanmalarda başı çeken ailelerin güçlerini, büyük arazi sahipliği ve (aşiretlilerin) bağımlılık ilişkilerinden aldığı iyice açığa çıktı? (Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, s.322) Toprağı dağıt­ mak ve aşiret yapısını sona erdirmek zorunlu görünüyordu. # İsyan suçlularının aileleri, yakınları file sakıncalı aileler Batı Anadolu'ya, Trakya'ya sürülecektir. Meclis çok kısa bir süre sonra, 6.12.1927'de kabul ettiği bir kanunla, Batı illerine nakledilenler ara­ sında iyi hali görülenlerin geri dönmelerine izin verilmesini uygun görür (Bu konuda: Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 2. c, s.213-214). 146b) E Rıfkı Atay diyor ki (özet): "M. Kemal'in, fes ve şapkanın, medeniyet de­ mek olmadığını pek iyi bildiğine şüphe yoktur. Fakat başlık değiştirmenin, din ve iman değiştirme olduğunu düşünen bir kafaya, hiçbir ileri anlayış, düşünce ışığı vurmayacağını da bilirdi. Asıl mesele kafanın içindeki batıl inanışları söküp atmakta idi. Bu başlık değil, baş davası idi... Batı uygarlı­ ğının temeli hür düşünüş idi. Şapka bir başlık taklidi değil, düşünüş devri­ minin bir sembolü idi... Şapka, Kemalizm'i, Osmanlı ıslahat hareketlerin­ den, ödün vermemek karakteri ile ayırır? (Çankaya, s.432-435) 147) Kastamonu gezisi için yararlanılan kaynaklar: Mustafa Selim İme­ ce, Atatürk'ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Gezilerv, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17. c; M. önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri; Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.180-192. 148) Kastamonulu gazi ile ilgili bu anektodu rahmetli General Osman Nuri



Gürler'den dinlemiştim. 149) Devlet öğretmeni baş tacı ederdi. Çok doğal. Geleceği o belirler. Ama 1950'den sonra iktidar öğretmenleri güçsüz, desteksiz bıraktı. Taraf tut­ tu, öğretmen öğrenci açısından mahalle hocasına, imamına yenilmedi. 710 Üçüncü Bölüm Notları



Ama devlet yanında ve halk üzerindeki eski, üstün konumu, rehberlik etkisi, saygınlığı oldukça azaldı. Prof. Yusuf Mardin bu durumu öğret­ menin, dolayısıyla Cumhuriyetin yenilgisi olarak anlatıyor. İktidarların haksız, taraflı, yanlış etkisini görmezden geliyor. Bir bilim adamının bir­ çok nitelikleri olması gerekir. Birincisi insaftır. Mardin ailesini çok iyi tanır ve çok sayarım. Prof. Yusuf Mardin ilk kitaplarında Cumhuriye­ ti övüp yüceltiyordu. Son kitaplarını da aldım. Hepsini dikkatle oku­ dum. Anladığıma göre bir dini cemaatin üyesi olmuş. Düşünceleri de­ ğişmiş. İnsafı uçup gitmiş. Bilimsellik yerini sübjektifliğe, önyargıya ve haksızlığa bırakmış. Şu kanıya vardım. Asıl yenilen öğretmen değil, Yu­ suf Mardin'in kendisi! 150) Gazi'nin konuşması sadeleştirilmiş, biraz da kısaltılmıştır. 151) Bu anekdotu aileden dinleyen Ali Conker anlatmıştı. 152) Ben Mart 2008'den beri İnebolu'nun fahri hemşerisiyim. Bunun için o tarihteki Belediye Başkanı Sayın İdris Güleç'e ve Belediye Meclisinin sa­ yın üyelerine bir daha teşekkür ederim. İnebolu adının Yiğit İnebolu olarak değiştirilmesi önerisi yazık ki Meclis'te gereken desteği bulamadı. Öneri kadük oldu. Bir gün İnebolu'nun kadirbilmenin ve milli bilincin sonucu olarak hak ettiği bu adı alacağına inanıyorum. 152a) Çankaya, s.434. 153) M. Selim İmece o tarihte Kastamonu'da yirmi kadar tekke olduğunu ya­ zıyor. İstanbul'daki tekke, dergâh ve zaviyelerin sayısı 400'ü geçiyordu, ölünceye kadar Osmanlı kalan Refik Halit Karay'ın Kadınlar Tekkesi adlı romanını okuyanlar, tekke konusunda genel bir kanıya ulaşırlar. Öz­ bekler Tekkesi gibi yurtseverlerin yararlandığı bazı tekkeler de, kanun gereği kapatılmıştır. 153a) Rıfat Hoca'nın sarığı elinde bekleyişi için: H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.271. 153b) 2 Eylül 1925 tarihli kararname (İslam Ansiklopedisi, 1. c, s.785; Ş. Tu­ ran, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s. 186); amaç memurların giyimde halka öncülük etmeleri, örnek olmalarıydı. 153c) Temel amaç 'fes'e son vermekti. Onunla birlikte kalpak da yasaklanmış oluyordu. 154) Şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik gibi unvan ve sıfatlar tarikatlarla ilgilidir. 155) Mevlana türbesi müze olarak korunacaktı. # Alevi-Bektaşilerin yetkili başı, "Osmanlı bizi farklı görürdü. Cumhu­ riyet döneminde farklılık istemeyiz. Biz de genele uyalım" dedi. Hacı Bektaş-ı Veli'nin türbesi kapatıldı. Külliye korundu. Bu bilgiyi bir Alevi ileri geleninden almıştım. 156) Sami N. Özerdim, Elli Yılda Kitap, s.16-17, Sevinç Matbaası, Ankara, 1974. Üçüncü Bölüm Notları 7 1 1



* 1729'da Türkçe kitap basılması caiz görülecek, din kitapları basılması ise daha uzun zaman yasak olacaktır. 1729dan 1830 yılına kadarki 100 yıl içinde Osmanlı'da sadece 180 kitap basılmıştır. Batıda ise aynı süre içinde basüan kitap sayısı 90.000'dir. Batı dünyası ile Osmanlı dünyası arasında bu aşamada 89.820 kitap fark var! Bu farkı hâlâ kapatamadık. Daha evrim teorisini tartışıyoruz. 156a) Doğu Reform Planı 27 maddedir, özeti için: Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.298-305; tam metni için Serap Yeşiltuna, Resmi Kanun, Kararname, Rapor ve Tutanaklarla Atatürk ve Kürtler, s.506 vd., ileri Yayınları, is­ tanbul, 2007. * Umumi Müfettişlikler kurulması önerisi ilk kez bu planda yer almış­ tır. Reform planında Doğu bölgesine göçmen yerleştirilmesi, isyana katılmış, özendirmiş olanlar ile yakınlarının Batı bölgelerine nakle­ dilmeleri, aşiret yapısının lağvedilmesi, silah taşımanın yasaklanma­ sı, aslen Türk olup Kürtleşmeye başlayan halk için önlemler alınması, adları belirlenen bu yerlerde Kürtçe konuşmanın yasaklanarak Kürtleşmenin durdurulması, okul, yol, devlet binaları yapılması gibi öne­ riler yer almaktadır. Dersimin Kürtleşmesinin önlenmesi üzerinde de önemle durulmuştur. * Ayrıca, mülki idare teşkilatında değişiklik yapılacak, bazı iller lağve­ dilecek, bazı yerlerin bağlantıları değiştirilecektir. Ayrıntı için: Serap Yeşiltuna, Atatürk ve Kürtler, s. 169. 156b) Hükümet Ahmet Emin Yalman'ın gazetesini yayımlamasına izin verme­ yecektir. 157) İzmir suikastı hakkında esas olarak yararlandığım kaynaklar: A. Nihat Erman, İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri; Dr. Cemal Avcı, İzmir Suikastı; Osman Salim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu; Uğur Mumcu, Gazi Paşaya Suikast; Yaşar Şahin Anıl, Mahkeme Tutanaklarina Göre izmir Suikastı Davası; Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s. 135 vd; E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri. * Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.299 vd. (Kara Kemal ile Terakkiperverliler arasındaki ilişkiler hakkında ilginç belgeler bu­ lunuyor). * Olayı sulandıran, saptıran, çarpıtan kitaplar da var. Onları da okudum, gerçekçi, doğru bulmadım, adlarına kaynakçada da yer vermedim. * Olayın gelişimini bu kaynaklara, mahkemedeki itiraf ve ifadelere ve anılara göre sıralayarak anlatacağım. Bazı yanlışlara da yeri gelince değineceğim. 157a) M. Yaşar Uzel, Kilis Zeytin Dalı Dergisi, 1953, aktaran M. Ali Kışlalı, Ra­ dikal, 2.5.2007; Lütfiye Kışlalı, M. Ali Kışlalı ve Ahmet Taner Kışlalının anneleridir.



157b) Vasfı Rıza Zobu, O Günden Bugüne, s. 157 vd. 712 Üçüncü Bölüm Notları



158) O zamanki türbanın, bugünkü türbanla bir benzerliği yok. Şık bir başlık. Sıkmabaş biçiminin gelişmişi. Alından, şakaklardan saçlar görünüyor. Saçın tek telinin bile saklanması gerektiği hakkında bir kural o zaman yoktu. Bu dış kaynaklı yeni bir akımdır. Dinsel bir zorunlukmuş gibi su­ nuluyor ve böyle yayılıyor. 159) Atatürk'ün çocuk sevgisi çok bilinen bir konudur. Bu konuda çok anek­ dot var. Bunları toplayan güzel bir kitap: Cemil Sönmez, Atatürk'te Ço­ cuk Sevgisi. 160) Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, s.20-24. 161) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.30. 161a) Prof.Dr. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.187. * Hatay'da da şapka giyenler görülmeye başlamıştı. Sayıları gittikçe artı­ yordu. Fransız sömürge görevlileri ile gericiler şapka giyilmesine karşı tavır alırlar (Dr. Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu, s.20-22) 162) Atatürk'ün Bütün işerleri, 18. c, s.46-51. 163) Kordon'daki bu güzel binayı belediye Hazine'den satın alarak Gazi'ye ar­ mağan etti. Şimdi Atatürk Müzesi. Halk buraya Beyaz Köşk adını verdi. U '164) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.55. 165) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.67; Gazi bazı kalabalık toplantılarda Sarı Zeybek oyununu, sanırım Selim Sırrı Bey üslubuyla, yalnız olarak oynamıştır. Bu konuda iyi bir örnek olarak Sümer Ezgü'nün Sarı Zeybek cd sini tavsiye ederim. Bu oyunun özelliği her kımıltının hakkını vere vere, özgün biçimindeki ağırbaşlılığı koruyarak, ağır ağır, vekarla oynamaktır. 166) Afet İnan ile ilgili bölümler için: Arı İnan, Prof.Dr. Afet İnan, s.97-98. * İzmir'de Erkek Öğretmen Okulu'nu da ziyaret eden Gazi yaptığı ko­ nuşmada demiştir ki: "Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğret­ menlerdir? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.74) 166a) Fay Kirby diyor ki: "Son kırk yıl içinde, belki Sovyetler Birliği dışında, eğitimciler, dünyanın hiçbir yerinde bir ulusa rehberlik etme olanağı­ na Atatürk Türkiye'sinde olduğu kadar kavuşamamışlardır? (Türkiye'de Köy Enstitüleri, s.20, dili sadeleştiren Alper Akçam) 167) 1948 de Zafer Tepe'de yapılan 30 Ağustos törenine, dağlardan akarak gelen on binlerce köylünün başında bu tür fötr şapkalar vardı. Hepsi koyu renk bayramlıklarını giymişlerdi. Geçmiş zaman olur ki hayali ci­ han değer. 167a) Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.392-39s- , itiraz süslenmiştir). 168) Fresko gazinosu. Tam adı: Ankara Milli Bahçe Türk Sirkeli. F. Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.401. ^ 169) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.98, kaynak: Hakkı Tarık Us. 169a) Cumhuriyet Bayramı ile ilgili ayrıntılar için: F. Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.411-413. 170) U. Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s.446,



2 Kasım 1925.



1



Üçüncü Bölüm botları 713



171) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s. 116-118. 171a) M. Esat Bozkurt'un konuşmasının metni, Mehmet Akzambak, Atatürk'ün Devrimci Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt, s. 178-179; okul ilk mezunlarını 8 Temmuz 1928'de verecektir. * Mektebin kuruluşu hakkında geniş bilgi: Y.Doç.Dr. Şadıman Halıcı, Yeni Türk Devletinin Yapılanması Mahmut Esat Bozkurt, s.330-339. * Mektebe ilk yıl 218 kişi kaydolmuştur. 171b) Alpullu Şeker Fabrikasının temeli de 22 Aralık 1925 günü atılacaktır. 171c) Madam Baver kısa bir süre sonra İsviçre'ye geri gönderilecektir. 171d) Prof.Dr. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.411; söz konusu broşür 1924 yılında İstanbul'da yayımlanmış, mahkemenin kararına göre çeşitli yollardan Anadolu'ya dağıtılmıştı. 172) Şapka bahane edilerek ayaklanma girişimlerinin tarihleri: Kasım başın­ da Malatya, 14 Kasım Sivas, 22 Kasım Kayseri, 24 Kasım Erzurum, 25 Kasım Rize, 27 Kasım Maraş, 4 Aralık Giresun. Ayrıntı için: Prof.Dr. Er­ gün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.94 vd. Şapka Kararnamesi 2 Eylül­ de, Şapka Kanunu 25 Kasımda kabul edilmiştir. Maraş olaylarına kadarki olayların bu tarihlerle bir ilgisi olmadığı açık. Kısacası bir tepki olarak değil, örgütlü bir hareket olarak görünüyor. 173) Erzurum'da sıkıyönetimin ilanı kararı, İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 19. c, s.218-219; Erzurum Belediye Başkanı, Müftüsü, Belediye Mec­ lisi üyeleri, odalar yetkilileri vb. irtica olayı dolayısıyla Meclis'e Erzu­ rum halkı adına üzüntülerini ve sanıkları lanetlediklerini bildirmişler­ dir. Telgraf metni: a.g.e., s.213-214. 174) E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.407 vd. (bu eserde İstiklal Mahkemesi belgelerine dayalı ayrıntılar yer alıyor). 174a) Önce Elmadağ'da barut fabrikası kurulacak, sonra Kırıkkale'de öteki fabrikaların yapımına başlanacaktır. 1933 yılında Kırıkkale'de kurulan fabrikaların çoğu üretime geçmiştir. 1940-1944 yılları arasında babam Kırıkkale Barut fabrikasında çalıştı. Ben 1940/41 yılında ilkokul son sı­ nıftaydım. Son sınıfı Kırıkkale'de okuyarak ilkokulu bitirdim. O zaman­ ki Kırıkkale, küçük, düzenli, çeşitli lojmanları, iki büyük parkı, spor sa­ hası, mesire yeri, sineması, modern çarşısı, doğumevi, elektrikli fırını, ilkokulu, halkevi olan yeni bir şehircikti. Asıl Kırıkkale 100-150 kerpiç evden ve birkaç dükkândan kurulu bir yerleşim yeriydi. Oraya Toprak Mahalle denirdi. Ortaokul 1941 yılında açıldı. Öğretmenleri eksik oldu­ ğundan ailem beni öğretmenleri tam bir ortaokulda okuyabilmem için Ankara'ya, halamla eniştemin yanına yolladı. 175)



20 Kasım 1925; mesafeler için: Servet Zengin, Demiryolu dergisi ö z e ! sa­ yısı, Mayıs-Eylül 1956.



175a) Ankara İstiklal Mahkemesi Kayseri'de göreve başladı Konu karışıktı. Davaya Ankara'da bakılmasını kararlaştırdı. 25 Kasımda Sivas'a geldi. v



7 1 4 Üçüncü Bölüm Notları



İsyanın öncüsü Mehmet Necati'nin idamına, 20 kadar kimsenin de ha­ pisle cezalandırılmasına karar verdi. 6 Aralıkta Erzurum'daydı. Sıkıyönetim Mahkemesi olaya hemen el koy­ muş, isyan kışkırtıcılarını cezalandırmıştı. İstiklal Mahkemesi, Sıkıyöne­ tim Mahkemesinin devrettiği dosyalara da Ankara'da bakmaya karar ver­ di. 11 Aralıkta Rize'de işbaşı etti. 143 sanığı yargıladı. 8'i idama, 55'i çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Kalanlar beraat etti. 16 Aralıkta Giresun'da çalışmaya başladı. 60 sanığı yargıladı. Öncülerden Abdullah Hoca deli taklidi yapmaya yetendiyse de mahkemeyi kandıramadı. Abdullah Hoca ile yine öncülerden Şeyh Muharrem idam, öteki sa­ nıklardan 9 kişi hapis cezası aldı. Bazı sanıklar hakkında daha geniş araş­ tırma yapılması gerektiğinden bunların yargılanmasını Ankara'ya bıraktı. Ankara'ya gelince önce Maraş olayını ele aldı. Sonuçta 4 kişinin idamına, 15 kişinin hapis cezasına çarptırılmasına, Erzurum olayları ile ilgili olarak 4 kişinin hapsine karar verdi. Giresun olayı sanıklarını yargılamaya başla­ dı. Başlıca kışkırtıcı Ali Rıza Hoca'nın Babaeski Müftüsü iken işgalci Yu­ nanlılarla işbirliği içinde olduğu açığa çıktı. Ayrıca Mahkeme İskilipli Atıf Hoca'nın Erzurum, Giresun ve Rize olaylarını Ali Rıza Hoca ile birlikte et­ kilediği kanısına varacak, ikisinin de idamına karar verecekti. * Hiç kimse şapka giymedi diye idam edilmemiştir. Şapka davası diye adlandırılan olayların hukuki niteliği şudur: 'Şapkayı bahane ederek gerici ayaklanma çıkarmak, kışkırtmak suretiyle dini politikaya alet etmek.' (İstiklal Mahkemeleri, s.418) * Bu konuda yalan, uydurma çok. Bütün bu davaların sonunda idam edilenlerin toplam sayısı 27 kişidir. Bazı sahte tarihlerde bu sayı bin­ leri buluyor. Bu konudaki yalanları ve doğruları görmek için bkz: T. Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s.647-651. * 27 sayısına Ali Rıza ile İskilipli Atıf Hoca da dahildir. İskilipli Atıf Hoca hakkında mahkemenin gerekçesinde şu bilgiler yer alıyor: "31 Mart ayaklanmasında ve Mahmut Şevket Paşa'nın öldü­ rülmesi olayında ilgili olduğu için Sinop'a sürgün edilmiş(tir); Milli Mücadele'de Batı Anadolu'yu işgal etmiş olan Yunan ordusuna direnilmemesi için başında bulunduğu Teali-yi İslam Cemiyeti adına ha­ zırlattırdığı beyannameleri, sonradan inkâr etmesine rağmen, Türk köylerine attırdığı; Cumhuriyete kast eden son olaylarda maddeten ve manen ilgili bulunduğu eldeki delillerde de doğrulandığından..? (İstiklal Mahkemeleri, s.416; karar tarihi 3 Şubat 1926); İskilipli Atıf Hoca'nın broşürü hakkında bilgi ve Süleyman Nazif'in bu broşür ve hoca hakkındaki makalesi için: O. Salim Kocahanoğlu, Atatürk'e Ku­ rulan Pusu, s. 135-136. Süleyman Nazif'in makalesinden bir cümle: "Hiçbir kazma İslam dinine bu risaleyi (broşürü) yazan bu kalemden daha derin mezar kazamaz? Üçüncü Bölüm Notlan 715



176)



Koraltan'ın arkadaşları: Kütahya Cevdet, İstanbul Hakkı Şinasi, Sinop Re­ cep Zühtü, Kütahya Ragıp, Sürt Mahmut, İsparta Mükerrem: Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet ve parti arasında bir devrim ko­ nusunda anlaşma olunca, kanun tasarısının bir milletvekili grubunca verilmesi sağlanıyordu. Genel olarak böyle bir usul yürütülmekteydi. 177) İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 19. c, s.220-232. \ * 30 Kasım günü de tarikatların, tekke ve zaviyelerin, türbelerin kapa­ tılması, ancak din görevlilerinin sarık ve cüppe giyebilecekleri hak­ kındaki kanunlar kabul edildi. Bu konudaki kurallar kesinleşti. İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 19. c, s.311, 312. * Meclis'te şapka olayları dolayısıyla Nurettin Paşa sorumlu tutularak çok ağır biçimde suçlandı. Toplantıyı terk etmek zorunda kaldı. 178) Arı İnan, Afet İnan, s.98. 178a) Hamdi Bey'in Cemal Bardakçının raporları için: Dersim, Jandarma Genel Komutanlığının Raporu, s.167-173; Cemal Bardakçı da raporu­ nun sonunda Koçuşağı reislerinden Kör Seyid Han ve başına topladığı adamlara karşı harekete geçilmesini öneriyordu. * 1926 yılında Koçuşağı aşireti üzerine bir hareket yapılacak, bu hareket Dersim'i az çok etküeyecek, olaylar azalacaktır {a.g.e., s.178.) 179) Anadolu Ajansı, Türkiye Cumhuriyeti 80 Yıl Kronolojisi, s.44. 180) Ziya Hurşit'in ve Faik Günday'ın İzmir'deki ifadesine, Faik Günday'ın Dünya gazetesinde yayımlanan açıklamalarına dayanarak. Dünya*da ya­ yımlanan açıklamaları için: O.S. Kocahanoğiu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s.107-110. * Ankara'daki suikast girişimini hepsi bildiği halde hiçbir yönetici du­ rumu hükümete bildirmemiştir. Niye bildirmediklerini de hiçbir za­ man açıklayamadılar. Sadece bildiklerini reddetmekle yetindiler. * Ankara Emniyetinin Ziya Hurşit, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf'tan kuş­ kulandığı anlaşılıyor. Ayrıca Refik Koraltan Emniyeti uyardığını söy* lüyor. (O.S. Hocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s.44) Ama şüphe­ li kişilerin İstanbul'a gitmeleri üzerine ilgi sürdürülmemiş, İstanbul'a bilgi verilmemiş, izlenmeleri sağlanmamış olmalı; Gazi suikastçılar yakalandıktan sonra, İsmet Paşa'ya Emniyetin başarısızlığından şikâ­ yet edecektir (Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Suikast, s.29, son paragraf), içişleri Bakanı da suikast sırasında Diyarbakır'dadır vb. Olayın komplo olduğunu ileri sürenler var. Böyle komplo olur mu? Eni bo­ yuna denk düşmeyen bu iddialara yazık ki inananlar var. 180a) Abdüllahat Aksin, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, s.218219; Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.527. 180b) 5 Haziran 1926 tarihinde Türkiye, Irak ve İngiltere arasında bir andlaşma imzalanarak bu sınır kabul edilmiş, andlaşma TBMM'nce 7 Haziran 716 Üçüncü Bölüm Notları



181) 182) 183) 184)



1926 günü büyük bir keder içinde onaylanmıştır. Milletlerarası ilişkiler­ de yazılı olmayan şu kural geçerlidir: Gücün kadar haklısın. Bakanlığa atanması: 21 Aralık 1925; M. Necati Bey hakkında M. Rauf İnan'ın Mustafa Necati adlı eserinden ve eğitim tarihimizle ilgili araş­ tırmalardan yararlanıyorum. O.N. Ergin, Türk Maarif Tarihi, 5. c, s.2005-2008; Üyeler: Hilmi Ziya Ülken, Fuat Köprülü, eğitimciler, kültür adamları, bakanlık yöneticileri, önemli liselerin müdürleri. O zamana kadar ezani saat kullanılıyordu: Bu sistemde günün başlangıcı akşam güneşin batışıyla başlıyor, gün iki 12 saate ayrılıyordu. İki çeşit takvim kullanılıyordu: Hicri-kameri (ay) takvim. Aylar 29,5 gün çekiyor. Hangi ayların 29, hangi ayların 30 gün süreceğine Şeyhülislam karar verir. İkinci takvim mali işlerde kullanılan Rumi takvimdir. Rumi takvime göre yılbaşı 1 Marttır. Her iki takvim arasında 13 gün fark var­ dır. (Prof.Dr. Attila Bir, Osmanlılarda Zaman, www.akat.org.; Ş. Turan,



Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.193 vd.) 185) ikinci Dönem Tutanak Dergisi, 20. c, s.267-281.



* Cumhuriyet döneminde Türkiye'nin içine kapandığı, dünyaya açıl­ madığı, daha yeni açıldığı gibi tuhaf iddialar var. Tam tersine Türkiye bilinçli adımlar atarak çağdaş dünya ile uyum sağlamaya önem veri­ yor, uyumu zorlaştıran engelleri birer birer kaldırıyor, duvarları yıkı­ yor. Saat ve takvim devrimi de bu adımlardan sadece ikisidir. Deva­ mı var. Bugünkü aydınlık yönümüzü ve yüzümüzü bütünüyle bu ön



hazırlıklara borçluyuz. Avrupa Birliğine ezani saat ve Hicri takvimle mi, arşınla, kileyle, okkayla mı, fesle peçeyle mi, medreselerle mi, dört eşle mi, eski yazıyla mı, Mecelle ile mi girecektik? Bu gerçekleri gör­



mezden gelenler hakikate ihanet ediyorlar. Bilerek ayıp işliyorlar.



186) 1926 yılı:



Bu yıl da büyüme hızı % 10 olacak. Başbakanlık binası hizmete girer. 13 Şubatta Konya Mevlana Müzesi açılır. 1 Martta Ankara'da ük devlet resim sergisi açılır. 15 Mayısta Sıtma Mücadele Kanunu kabul edilir. İlk kadın atletler yarışlara katılır. Tokat ve Amasya Müzeleri açılır. Halk müziği derlemelerine başlanır. R. Nuri Güntekin'in Akşam Güneşi, Halide Edip Adıvar'ın Vurun Kahpeye adlı romanları yayımlanır. Petrol arama ve işletme hakkı devlet tekeline alınır (24 Mart 1926). 30 Ağustos gününün Zafer Bayramı olarak kutlanması hakkında ka­ nunun kabulü, 1 Nisan 1926. Adli Tıp Kurumu kurulur, 19 Nisan 1926. Üçüncü Bölüm Notlan 717



• Samsun-Kavak demiryolu işletmeye açılır, 23 Nisan 1926. • Sıtma Mücadele Kanunu kabul edilir,13 Mayıs 1926; sıtma ile büyük savaş başlar. • Başbakanlığa bağlı İstatistik Müdürlüğü kurulur. • Emlak ve Eytam Bankası kurulur, 22 Mayıs 1926. • Yahya Kemal Beyatlı'nın Varşova Elçiliğine atanması, 22 Mayıs 1926. • Çekirge ile Mücadele Kanunu ile İpek Böceği Yetiştirilmesi Hakkında Kanunun kabul edilmesi, 26 Mayıs 1926. • İskân Kanununun kabulü, 30 Mayıs 1926 (Bu kanun daha çok göç­ menler, mülteciler, göçebeler için çıkarılmıştır. Yapılacak yardımları düzenler). • Türkiye-Suriye arasında dostluk anlaşmasının imzalanması, 30 Mayıs 1926. |• Türkiye-Irak-İngiltere arasında Ankara Andlaşmasının (Musul An­ laşması) imzalanması, 5 Haziran 1926. • 11 Eylülde Ankara otomatik telefon santralı hizmete girer. • özel Kalem Müdürü Hayati Bey 16 kasım 1926'da ölür. Yerine Hasan Rıza Soyak gelir. • Fransız gemisi Lotus ile Türk nakliye gemisi Bozkurt 2 Ağustos 1926 gecesi Midilli Adası yakınında çarpıştı. Bozkurt battı, sekiz Türk va­ tandaşı öldü. Fransız gemisi İstanbul'a gelince, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Fransız kaptanı tutukladı. Yargılama sonucu Fransız ve Türk kaptanlar dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme neden ol­ maktan hapis cezalarına mahkûm edildiler. Fransız kaptanın avukatı yetkisizlik iddiasında bulundu. İki devlet arasında bu konuda anlaş­ mazlık çıktı. Her iki devlet 12 Ekim 1926'da hakemlik sözleşmesi im­ zalayarak, olayı Lahey Adalet Divanı'na götürdüler. Lahey Milletlera­ rası Adalet Divam'nda Türkiye'nin avukatlığını, Adalet Bakanı Mah­ mut Esat Bey yaptı. Dava 7 Eylül 1927 tarihinde sonuçlandı. Adalet Divanı, Türkiye'nin milletlerarası hukuka aykırı hareket etmediğine karar verdi. Mahmut Esat Bey, bu başarıyla ilgili olarak Bozkurt so­ yadını alacaktır. 187)



Eğitim için Alman Ordusu İstihbarat Servisi Başkanlığından emekli Al­ bay Walther Nicolai'dan yardım görüldü. (Bu bilgiler MİT web sitesinde bulunan Dr. Erdal İlter'in Milli İstihbarat Teşkilatı Tarihçesi adlı eserin­ den alınmıştır.) 187a) Kış hafiflemişti. Necati Bey, ilerde Gazi Eğitim Enstitüsü adını alacak olan güzel binanın temelini attırdı ve yapımını başlattı. 187b) Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.376, 377. • O dönemin yöneticileri, yazarları, özellikle Dersimlileri Türk asıllı olarak görmektedirler.



718 üçüncü Bölüm Notları



* Bilâl N. Şimşir 'mefkûreleşiyor' sözcüğünü şöyle yorumluyor: "AleviBektaşi olan Dersindi Türkler, Sünni Türklere tepki olarak Kürtlerin kucağına atılıyor, kendilerini Kürt saymaya doğru gidiyor fakat bu­ nunla da kalmıyor. Kraldan fazla kralcı kesiliyor, militan Kürtçü, bö­ lücü olup çıkıyorlar. Bu gidiş Türkiye'nin birliği, bütünlüğü bakımın­ dan tehlikelidir ve tehlike büyüyor? (s.379) 187c) a.g.e., s.377-379. 187d) 1928 yılına kadar 4 kez af çıkarılmıştır. Yani Cumhuriyet kin ve düşman­ ca bir siyaset gütmemiştir. (Rıza Zelyut, Dersim İsyanları, s.360); bunun önemini ve değerini bilmemek insafsızlık olur. * Bu bölüm için kaynak: Dr. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Der­ sim, s. 195-198. (İskân Kanununa göre 2.000 Dersimli aileye Elazığ ovasında toprak verilir. Holvenk manastırı da Dr. Nuri Dersimi'ye düşer. Dr. Dersimi diyor ki: "Olaylardan Seyit Rıza'yı günü gününe haberdar ediyordum." [s.197]) 187e) S. Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, s.37-40. 187f) Mimarı Ahmet Burhanettin Tamcı. Bu tarihi, güzel bina şimdi lokanta olarak kullanılıyor. Tarihe saygımız bu kadar. 187g) Bugünkü Milliyet gazetesi değildir. Bu gazete daha sonra Tan adını ala­ caktır. Bugünkü Milliyet gazetesinin kurucusu Ali Naci Karacan'dır, ilk sayısı 3 Mayıs 1950'de yayımlanacaktır. 188) Halide Edip Hanım M. Kemal Paşa'nın çağdaşlık, uygarlık hakkında­ ki düşüncelerini çok dinlemişti. Hiçbiri sürpriz değildi. M. Kemal Paşa Halide Hanıma hanım olarak saygı göstermiştir ama Amerikancı yönü­ nü dikkate alarak yönetici ortamdan uzak tutmuş, mesafeli durmuş, dü­ şüncelerini dikkate almamıştır. Bu tutum nedeniyle Halide Hanım da M. Kemal Paşaya muhalif olmuştur. Dr. Adnan Bey'in M. Kemal Paşa'dan kopmasında Halide HanınYın etkisi de çok belli oluyor. Dr. Adnan Bey'in kılıbıklığı ünlüdür. 189) 190) 191)



İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 22. c, s.229-234. Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s.513-517; Süreyya Hulusi Hanım daha sonra canlı bir kültür hayatı olan Giresun'da da konferans vermiştir. 1933'te Ahmet Kutsi Tecer'in tavsiyesiyle kendi şiirlerini söylemeye baş­ lar. Cumhuriyetin ünlü halk ozanlarından biri olur. * Köşke Atatürk'e gidecekmiş, köylü kıyafeti yüzünden bulvardan geçirmemişler, bu yüzden gidememiş hikâyesi bütünüyle uydurmadır. Bul­ vardan köylülerin geçemediği iddiası da gerçeğe aykırıdır. Bu dönemle­ rin tanığıyım. Köylerden otobüslerle gelinmezdi. Tek taşıt trendi. İkin­ ci Savaş içinde Türkiyede tifüs salgını başlamıştı. Ankara istasyonuna gelenler topluca, Hamamönü'ne, Karacabey hamamına götürülür, bü­ tünüyle temizlenmeleri sağlanır, ondan sonra bırakılırlardı. O tarihte Hamamönü'nde oturuyorduk. Her gün gördüğüm bir olaydı bu.



Üçüncü Bolüm Notları 719



* Ben TRT'de çalışırken Âşık Veysel'le dost olmuştum. TRT'den ayrıl­ dıktan sonra da dostluğumuz devam etti. Ankara'ya gelince büroma uğrardı. Gamlı görünüşüne, dertli sesine rağmen neşeli, şakacı, der­ yadil bir sanatçıydı. Bir gece İstanbul'da Altın-Doğan Soylu çifti üç büyük sanatçıyı evlerinde biraraya getirdiler: Âşık Veysel, Ruhi Su, Nida Tüfekçi. Üçü de sazını alıp öyle gelmişti. Anlatılamaz bir gece oldu. Bu olağanüstü gecede bulunan talihlilerden biriyim. 191a) 22 Martta Eğitim Bakanlığı Teşkilat Kanunu, 24 Nisanda bütün okul ki­ taplarının bakanlıkça basılması hakkında kanun, 20 Mayısta İlkokul ö ğ ­ retmenleri hakkında kanun kabul edildi. Terbiye dergisi yayımlanmaya başladı. İlkokul Müfredat Programı yürürlüğe girdi. Okul ve öğretim anlayışı hızla gelişti, dersler gereksiz bilgilerden ayıklanmaya başladı. Okul ve öğretmen sayısı arttı. Daha büyük başarılar ilerde. 192) Dr. Rıza Nur hakkında ayrıntılı bilgi ve delUiği hakkında doktor raporu için: T. özakman, Dr. Rıza Nur Dosyası, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995. 192a) Prof.Dr. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/2. c , s.73 (23 Mayıs İ 1926). § ü% 193) Türk C e z a Kanunu, bazılarının ileri sürdüğü gibi faşist Mussolini'nin ceza kanununun çevirisi değildir* 1 8 8 9 tarihli italyan Ceza Kanunu esas alınmıştır. Hukukçular bilirler, ceza hukuku araştırmala­ rı, incelemeleri bakımından İtalya Avrupa'nın en ileri ülkesiydi. Büyük ceza hukukçuları İtalyandır. 194) Osmanlı Devleti, var olan hukuk düzeninin dünya şartları ve gelişen iliş­ kiler açısından yetersiz kaldığını görmüş, sonunda bazı yabancı kanunları çevirterek bu boşlukları doldurmuştu. Cumhuriyet yönetimi, çeviri ka­ nun yöntemi konusunda Osmanlıyı izlemiştir. 195) Mussolini, 1924 Haziranında Savaş Bakanı Di Giorgio'yu Türkiye'nin askeri bakımdan işgalini içeren bir plan hazırlamakla' da görevlendir­ mişti. (Bu bölümün tamamı için dayanak: Atatürk'ün Düşünce ve Uygulamalarının Evrensel Boyutları, Prof.Dr. Romain Rainero'nun bildirisi: s.121-129) ¥ 1 £ 195a) Türk planının iki düzenleyicisi vardır: Marj, 1915'te Gelibolu yarımada­ sının bütün güney kesiminden sorumlu olan Yarbay M. Kemal Bey ile 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın kurmay kurulu. O güne kadar hiç savaş görmemiş, büyük birliklere komuta etmemiş olan Liman von Sanders Türk planını tersine çevirir. 195b) Kooperatifçilik konusunda Gazi öncülük yapmış, yaygınlaşmasını sağ­ lamış, bu anlayışa ciddi destek vermiştir. Kendisi de Ankara Memurlar Kooperatifi'nin bir No.lu üyesidir. Kooperatif konusunda: Prof.Dr. Ziya Gökalp Mülayim, Kooperatifti Atatürk ve Kooperatifçilik, Yetkin Yayın­ lan, Ankara, 2006. 195c) Bu konuda ayrıntılı ve doğru bilgi için: Murat Bardakçı, Şah Baba, s.388 vd.



||.



' I •



720 Üçüncü Bölüm Notları



§



§



* Alman İmparatoru Wilhelm tahtını bıraktıktan sonra Hollanda'ya geç­ miş, eşiyle birlikte iki odalı bir köy evine yerleşmiş, bu sadelik için­ de hayatını tamamlamıştır. İki hükümdarın tahttan ayrıldıktan sonraki yaşama tarzları arasındaki fark Doğu ile Batı arasındaki farktır. 195d) Vintimille'deki Fransız Konsolosu Robert Armez, 20 ve 21 Mayıs günle­ ri, Nice'de Abdülmecit Efendi'nin evinde yapılan toplantıda son Halife'nin yaptığı bazı açıklamaları şöyle rapor ediyor: "Abdülmecit (Osmanlı) İm­ paratorluğunun canlandırılması konusunda Türkiyede yapılan organizas­ yondan da söz etti. Bu organizasyon çok iyi çalışıyordu ve hanedanın dö­ nüş şansı hem yüksek, hem yakındı." (Murat Bardakçı, Şah Baba, s.401) # Son Padişah Vahidettin'in politikası, tutumu hakkında doğru ve geniş bilgi için: T. Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadale. 195e) Faik Günday açıklamalarına şöyle devam ediyor: "İtiraf edeyim ki bu ko­ nuşma esnasında M. Kemal'in suikast yapılmak suretiyle öldürüleceği aklıma gelmemişti. Sonradan Laz İsmail'in bu işi yapamadığını öğren­ diğim zaman sorun aydınlanmış oldu!' (Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Su­ ikast, s.34, dipnot 26) Bu açıklamalar Dünya gazetesinde yayımlandığı sırada Karabekir Paşa dı­ şında, olayla ilgili görülenlerin çoğu, mesela Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele sağdı (6 Eylül 1956). Hiçbirinden bu açıklamaya bir yalanlama, ek açıklama gelmedi. Faik Bey'in açıklaması insanı dehşete düşürüyor! Faik Günday'm açıklamasının tamamı için: O. Selim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s.149-167. 196) Bu paragraf için: Azmi Nihat Erman, İzmir Suikastı ve İstiklal Mahke­ meleri, s.29, 63. 197) Devlet Tiyatrosu'nun kurucusu rahmetli Muhsin Ertuğrul bu direktife uyarak Devlet Tiyatrosu'na turne geleneğini yerleştirmiş, Uk Ankara dışı Devlet llyatrosu'nu da Bursa'da açmıştır (Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu). # Ciddi tiyatrolar geldikleri şehirler için bir şölen oluyor. 198) 1950'li yıllarda İstanbul'dan Ankara'ya aynı kompartmanda 1926 yılın­ daki Balıkesir Belediye Başkanı rahmetli Hayrettin Karan ile gelmiştim. "Gazi'ye çok rica ettikleri için o gün Balıkesir'de kaldığını, İzmir Valisi­ nin telgrafının sonra geldiğini" söylemi: k 199)



Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 3. c



\ nıyı hiç değiştirmeden



aktardım).



Ht D r . Rıza Nur'un bu ifadesi doğru - mı uydur­ muştur, bilmiyorum. Tanıklığına *uere bir düşmanlığı olmadığı için doğr * Dr. Rıza Nur sonra diyor ki: "lztt akmış* yakalanmışlar. Eski mebus Ziya l. ârcü ile beraber bu işi yapacakmış. Şükrü, Saflfc ^>,uı Gazetede bu havadisi görünce keyiflerinin sebebini anladım. Bu hallerine bakılma, x



Üçüncü Bölüm Notları 721



200)



201)



201a) 201b)



bu adamlar vakanın muvaffakiyetinden tamamiyle emindiler ve o esnada vakanın olacağını biliyorlardı" Bu konuşmanın tutanağının bulunup bulunmadığını saptayamadım. Ki­ taplar bu konuşmayı Feridun Kandemir'in İzmir Suikastının İçyüzü adlı kitaptan aktarıyorlar (s. 19). Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Suikast, s.15; bu ifadeyi güçlendiren başka ifadeler de var. Olayı özetleyerek aktardığım için bu ayrıntılara yer ver­ miyorum. Eski Terakkiperver Cumhuriyet Partisi yöneticilerinin, Karabekir Paşa dahil, bu suikast işini duydukları bellidir. Küçücük bir grup içinde bunu duymamak olmaz. Karabekir Paşa bu grubun lideridir. Bu önemli konuyu ondan sakladıkları da düşünülemez. Ama hiçbiri hükü­ mete haber vermemiştir. Bu tutum insanı çok rahatsız ediyor, türlü kuş­ kulara düşürüyor. * Nitekim beraat etmişlerdir ama güven vermedikleri için önde gelen birkaçı yıllarca polis tarafından izlenecektir. Halifecilerin de uslu durmadıklarını son Halife Abdülmecit Efendi'nin açıklaması doğruluyor: Dipnot 195d'ye bakınız. Kılıç Ali anılarında "...kararlarının infazına engel olan İsmet Paşa'nın tu­ tuklanması, hakkında soruşturma başlatılması ve durumun TBMM'ne arz edilmesini kararlaştırdık" diyor (s.425). İsmet Paşa anılarında bu id­ diayı yalanlıyor: "Bu iddianın aslı yoktur. Tamamiyle uydurmadır? (İs­ met İnönü, Hatıralar, 2. c, s.212) Kılıç Ali'nin anılarında, İsmet Paşa'ya kızgınlıktan kaynaklanan birçok şüpheli ifade var. Kızgınlığın nedeni İnönü'nün Atatürk'ün ölümünden sonra Kılıç Ali'yi siyasetten uzaklaştırmasıdır. Salih Bozok ve Kılıç Ali son ânına kadar Atatürk'ün yanında kalarak vefalarını göstermişlerdi. İnönü'nün de bu vefaya vefa göstermesi doğru olurdu.



* Dokunulmazlıkları dolayısıyla tutuklamalara yapılan itirazları Mec­ lis Başkanı Kâzım Özalp kabul etmedi. Olayı suçüstü olarak değerlen­ dirdi. Bu nedenle de dokunulmazlıkların kaldırılması için tatilde olan . Meclis'i toplantıya çağırıp Genel Kurulun onayına baş vurmadı. Bu de­ ğerlendirmenin doğru olup olmadığı hukukçular arasında tartışmalı. 202) Telgraflar: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.222-243; Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Suikast, s. 15-31. 203) Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Suikast, s. 14, dipnot 5. 203a) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.229, özeüenmiş ve sadeleştirilmiştir. 204) Uğur Mumcu, Gazi Paşa'ya Suikast, s.32. 205) Kılıç Ali'nin Anıları, s.413-422; Savcının iddianamesi için: Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s. 172 vd. 06)



Gazi Paşa İsmet Paşa'ya yazdığı bir telgrafta diyor ki: "Güvenlik güçleri­ nin hiçbir yerde hiçbir başarı göstermediği sabit olmuştur" (Uğur Mum­



cu, Gazi Paşa'ya Suikast, s.29)



722 Üçüncü Bölüm Notları



207)



208)



209)



210)



211) 212)



212a)



TRT yapımı olan Kurtuluş dizisinde yönetmen Ziya Öztan'ın bilgisi dı­ şında, bir yapım yanlışlığı olarak Paşalar da bir an için kelepçeli görü­ nüyorlar. Birinci derece suikast sanıklarının dışındaki kimse kelepçeli değildir. TRT'nin o kısacık sahneyi kesmesini dilerim. 1 Temmuzda Kabotaj Kanunu yürürlüğe girdi. Türk limanları arasında yolcu ve eşya taşıma hakkı bundan böyle yalnız Türk vatandaşlarının ol­ muş, yabancıların kabotaj hakkı sona ermişti. Paşalar mahkûm edilmesin diye silahlarını kuşanmış subayların salo­ nu doldurduğu, bir uçağın paşaların beraatini isteyen bildiriler attığı gibi söylentiler var. Bunlar doğru değildir. Çocukça yakıştırmalardır. Ali Fuat Paşa ile Fahrettin Altay Paşa'nın anılarında böyle bir bilgi yok. Olsa Ali Fuat Paşa kimbilir nasıl ballandırarak yazardı. Fahrettin Paşa da an­ latırdı. Anılarını okuyanlar böyle olayları saklamadığını iyi bilirler. Böy­ le silahlı, disiplin dışı tavrı hiçbir yönetim hoş görmez. Kaçak Kara Kemal yakalanacağını anlayınca intihar eder (27 Temmuz); eski Ankara Valisi Abdülkadir Bulgaristan'a kaçmak isterken Trakya sını­ rında yakalanacak (19 Ağustos), yargılanacak, idama mahkûm edilecektir. İddianame için: Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s.481 vd. Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu, s.134; Cavit Bey'in değişmez partisinin adı İttihat (birlik) ve Terakki (ilericilik) ama birliğe yardımcı olmuyor, her yeniliği, ileri hamleyi eleştiriyor! Militan İttihat­ çılar böyle. # Feridun Kandemir'in İzmir Suikastının İçyüzü adlı kitabı, bu konuda yazılmış taraflı, maksatlı kitapların ilkidir. Bu nedenle kaynaklar ara­ sına almadım. Atatürk'ün Jv#£#/Vundan yararlanarak serbest Özetleme. # Bu arkadaşlardan ikisi, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele yeniden Atatürk'e sokulacak, milletvekili olacaklardır. Her ikisinin de af dilediklerini tah­ min etmek zor değildir. Atatürk kin tutmayan bir insandı., # Atatürk Hasan Rıza Soyak'a diyor ki (özet): "Ben, hakikat bütün çıp­ laklığı ile meydana çıktıktan sonra, bu çirkin ve namertçe teşebbüs­ te, uzaktan yakından ilgili olanların lehlerine bir müdahalede bu­ lunmak niyetinde idim... Memleket ve cihan umumi efkârında beli­ ren tiksinti ve nefret duyguları onlar için kâfi ceza idi. Fakat başta Rauf Bey ve İzmit milletvekili Şükrü Bey olmak üzere bazı sanıklar, hadisenin, muhaliflerimizi, yani kendilerini bertaraf etmek için tara­ fımızdan tertip edildiği, silah kullanma görevini üzerlerine alanla­ rın (Ziya Hurşit vb.) bizim adamlarımız olduğu gibi birtakım ima ve hatta açık iddialarda bulundular. Anlaşılıyordu ki memlekette ve ci­ handa böyle bir hava yaratılmak isteniyordu. Bu durum karşısında, tarafımdan yapılacak bir müdahele bu çeşit ima ve iddiaları teyid



Üçüncü Böliim Notları 723



eder mahiyette olacaktı, İster istemez bu niyetimden vazgeçtim, işi ta­ bii akışına bıraktım. Yalnız komutanları vermedim!' (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.375) 213) Cavit Beyin suikast olayının arkasındaki örgütün başı olduğunu, bu ola­ ya geri planda kalarak karıştığını kabul etmeyenler var. Bu kimseler ka­ rarı ağır, haksız, siyasi buluyorlar. * Bazı yazarlar da Gazi'nin bu yolla İttihatçıları temizleyerek kendine ra­ kip bırakmadığını iddia ediyorlar. Bunlar dört kişiydi. Gaziyi bu dört İttihatçı mı korkutuyordu? İddiamn eni boyuna denk düşmüyor. 214) Gerçekten çok güzel, halka açık bir bahçeydi. Havuzlar süs balıklarıy­ la, dört bir yan çiçekler ve süs ağaçlarıyla doluydu. Yazın bahçede kitap okurdum. Meclis kitaplığından yararlanmak da çok kolaydı. Alamadı­ ğım kitapları orada el yazımla kopya ederdim. Bazı mületveküleri ilgi duyar, konuşur, sorularıma etraflıca yanıt verirlerdi. 215) Geniş bilgi için: T. özakman, Dr. Rıza Nur Dosyası. 215a) Hiçbir Atatürk heykeli Atatürk istedi diye dikilmiş değildir. İllerin, be­ lediyelerin, derneklerin, gazetelerin, halkın istemesi, önayak olmasıyla yapılmıştır. Anıtlar, heykeller, toplumların tunçtan, mermerden bellek­ leridir. En çok da belleği zayıf toplumlarda yararlı olur. Heykelsiz bir uy­ gar şehir ve toplum gören var mı? * Atatürk büstleri furyası 1960'tan sonra başlamıştır. Bu gayretkeşlik­ ler Atatürkçülüğü bir külte dönüştürüyor. Bu durum Atatürk'e saygı­ sızlık oluyor, Atatürkçülüğe zarar veriyor. 215b) Heykel hakkında Ahmet Haşimln bir eleştirisi için: Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s.391-393; Krippelln yaptığı öteki heykeller daha başarılıdır. 216) Cumhuriyetin ilk yıllarını eleştiren bir kitapta ilkokullarda birörnek gi­ yinmeyi 'faşist bir tutum* diye niteleyen satırlar vardı. Bu nitelemeyi ayıplıyorum. Ben gri önlükle ilkokula başladım (1936). Çok da iyi oldu. Altına eski, yeni, yamalı ya da soluk kazak, gömlek giymekten hiç çekin­ mezdik. Kimse görmezdi ki. Bir temiz pantolonla, iyice bir ayakkabı, ol­ madı potin üstüne giyilen lastik -çoğumuzun potini yoktu, lastiği var­ d ı - yetiyordu. Bu, onurda eşitliği sağlıyordu. * Bir faciadan çıkmış yoksul bir ülkeyi toparlamaya çalışan Cumhuri­ yeti değerlendirmek için Önyargılardan, maksatlı yaklaşımlardan iyi­ ce temizlenmiş olmak gerekiyor. Yanlışları belirtmenin, eleştirmenin yolu objektif olmaktır. Objektif eleştirilere kim ne diyebilir ki? 217) Fabrika 1930 yılında Milli Savunma Bakanlığına devredilecektir.



218) Hava Kuvvetleri Komutanlığı yayını, Gönüllerden Göklere, s.3. 219) Kansu Sarman, Türk Prometheler, s.45; öğrencileri bilimin, sanatın kay­ nağına, uygarlık ortamına yollamak yıllarca sürüp gitti. Hepsi sınavla seçiliyorlardı. * Bazılarının adları: Mesut Cemil Tel, Nevit Kodallı, Zeki Kocamemi, Hüseyin Nail Kübalı, Sıddık Sami Onar, Mehmet Ali Aybar, Osman 724 Üçüncü Bölüm Notları



220) 221)



221a) 221b) 222)



Bölükbaşı, Melih Cevdet Anday, Sait Faik, Orhan Burian, Suut Kemal Yetkin, Oktay Rıfat, Tahsin Banguoğlu, Haldun Taner, Pertev Nai­ li Boratav, Semiha Berksoy, Semavi Eyice, Hilmi Ziya Ülken, Bedri Rahmi Eyuboğlu, M. Rauf İnan, Remzi Oğuz Arık, Malik Aksel, Ce­ vat Memduh Altar, Fehmi Yavuz, Bekir Sıtkı Baykal, Cahit Arf, Zühtü Müridoğlu, Kâmile Şevki Mutlu, Oktay Aslanapa, Macit Gökberk, Şahap Kocatopçu, Sabri Esat Siyavuşgil, Besim Darkot, Jale İnan, Necil Kâzım Akses, Sedat Alp, Enver Ziya Karal, Sabahattin Ali, Cahit Sıtkı Tarancı, Ekrem Akurgal, Samet Ağaoğlu, Sabahattin Eyuboğlu, Ahmet Adnan Saygun, Hıfzı Veldet Velidedeoğiu ve yüzlercesi... • Her biri alanında öncü, ünlü, dorukta. Bu dönemi özlemez misiniz? Bu sırada Türkiye'de 8 büyükelçilik, 16 elçilik, 3 işgüderlik var. Bu sayı her yıl artacak (Bilâl N. Şimşir, Ankara... Ankara..., s.341). Afet daha İsviçrede'ydi. Gazi dil öğrenmeleri için Zehra ile Sabiha'yı Arnavutköy Kız Koleji'ne, Rukiye'yi de Dame de Sion'a yollamıştı (S. Gök­ çen, Atatürk'le Bir Ömür, s.41). Gülsün Bilgehan, Mevhibe, 2. c, s.195-198. Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.296-302. Şeker pancarına dadanan böcek verimi düşürecek, fabrikayı zora soka­ caktır. Devlet şeker fabrikalarına destek vermeyi ihmal etmedi, şeker dı­ şalımı hakkı tamdı, fiyata karışmadı. Ama fabrika yönetimleri sorunları çözemediler. Sonunda devlet şeker fabrikalarım devletleştirecektir. Şe­ ker fabrikaları çoğaltılır. Şeker dışalımına gerek kalmaz. Başka ülkelerde de şeker fabrikaları yapacak kadar deney sahibi olunur.



223) 1927 yılı: • Büyüme hızı genel ortalamaya dayanarak: % 10. • Bir Reşat altını 8 lira 39 kuruş. • Süleyman Nazif'in ölümü, 4 Ocak 1927. Mahmut Yesari'nin Çulluk, Y. Kadri'nin Bir Hüküm Gecesi romanları yayımlanır. Dışişleri Bakanlığı binası hizmete girer (Bugünkü Kültür Bakanlığı binası). Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu. • Sağlık Bakanlığı binası hizmete girer, Mimar Teodor Posta • ABD Senatosu Lozan'da imzalanan, diplomatik ilişkilerin yeniden başlamasını sağlayacak olan Dostluk ve Ticaret Anlaşmasını, Avrupa ile ilgili bütün anlaşmalar gibi reddeder. [Reddedilen anlaşma Lozan Andlaşması değildir.] Diplomatik ilişkiler 17 Şubatta Ankara'da dü­ zenlenen bir anlaşma ile yeniden başlar. • İzmir Müzesi açılır. • Eczacılar Kanunu kabul edilir, 24 Ocak 1927. •



Ticaret Odaları Kongresi yapılır, 15 Şubat 1927.



Üçüncü Bölüm Notlan 725



• Sabiha Güreyman, kız voleybol takımı olmadığı için Fenerbahçe er­ kek voleybol takımında oynamak ister, isteği kabul edilir. Fenerbahçe voleybol takımı maçlara karma olarak çıkar. • Ankara'nın nüfusu: 74.553. • Ankara'da Çocuk Sarayı açılır. • Nüfus sayımına hazırlık olarak sokaklara ad ve evlere numara veril­ mesi kanunu kabul edilir. • Teşvik-i Sanayi Kanunu kabul edilir, 28 Mayıs 1927; bir an önce sa­ nayi dönemine girebilmek için sanayicilere büyük imkânlar tanınır. (Teşvik tedbirlerinden 1928'de 1.261, 1929'da 1.604, 1930'da 1.881, 1931'de 2.082, 1932'de 2.155, 1933'te 2.317 girişim yararlanacaktır. Hikmet Bila, CHP, s.52) Devlet desteği ile palazlanan bazı sanayiciler devletçiliğe karşı çıkacaklardır. • Lozan Antlaşması gereğince 5 yıl süre ile dışalıma sınırlama getirilemediği için tüccarlarımız bundan yararlanarak bol mal, eşya, ıvır zıvır getirir, stok ederler. Bu durum 1929'a kadar sürer. Dış ticaret dengesini sarsar. Açık verir. Azar azar biriken dövizleri eriten bu hesapsız tavır, yönetimin gözünde tüccarların saygınlığını çok yaralayacaktır. • Ziraat ve Veterinerlik Enstitüleri ve Yüksekokulları açılması hakkın­ da kanun kabul edilir, 20 Haziran 1927 (Yüksek Ziraat Enstitüsü adı­ nı alacaktır). • Âli (Yüksek) İktisat Meclisi kurulur, 25 Haziran 1927. • Bozok adı Meclis kararı ile Yozgat olarak değiştirilir. • Danıştay göreve başlar, 6 Temmuz 1927. • Vali Kâzım Dirik'in öncülüğü ile İzmir'de ilk 9 Eylül sergisi (fuarı) açı­ lır, 195 yerli, 72 yabancı firma katılır. • Samsun-Havza demiryolu işletmeye açılır, 9 Eylül 1927. • III. Milli Tıp Kongresi toplanır, 17 Eylül 1929. • Ankara'da Anadolu Halk Bilgisi Derneği kurulur. • Memur aylıkları aksatılmaksızın ilk kez peşin ödenmeye başlanır, Ekim 1927, memurlar için ne büyük bir devrim! • Etnografya Müzesi önündeki Atatürk heykelinin açılışı, 4 Kasım 1927, heykelci Canonica. (Etnografya Müzesi'nin yanında da Türk Ocakları genel merkezi binası yapılmaktadır.) • Mimar Holzmeister Ankara'ya gelir. Birçok Önemli binanın mimarlı­ ğını yapacaktır. Yeni Çankaya Köşkü de onundur. • Samsun-Amasya demiryolu işletmeye açılır, 21 Kasım 1927. • Türkiye Cumhuriyeti adına basılan ilk kâğıt paraların dolaşıma çıkma­ sı, (1, 5,10, 50,100, 500 ve 1000 TL.lik banknotlar), 5 Aralık 1927^ • İlk kadın avukat, Süreyya Ağaoğlu, 25 Aralık 1927. • Türk Felsefe Cemiyetinin kuruluşu (Prof.Dr. M. Coşkun Değirmencioğlu, Türkiye'de İlk Türk Felsefe Cemiyeti ve Sonraki Gelişmeler, s.27 vd.) Üçüncü Bölüm Notları



Hıristiyanlıkla bir ilgisi yoktur. Yeni yıla girişi kutlamaktır. Nevruz. Hıdrellez gibi bir gündür. Hıristiyanlıkla ilgili olan gelenek Noel'dir. İsa'nın doğum günü sayılarak 25 Aralıkta kutlanır. Bazı din adamlarımız Noel ile yılbaşını yıllardır birbirine karıştırıyorlar. Bu bilgi eksikliğini artık giderseler. 224a) Atatürk Devri Fikir Hayatı, 1. c, s.3379 vd.; 2. c, s.473-478. 224b) Bu kültürün zaman içinde işlevi ve anlamı kalmamış, yozlaşmış yanla­ rı, sağlıksız öğeleri vardı: Kan davası, cinsel sapıklık, başlık parası, af­ yon kullanma, hurafelere inanma, ölülerden yardım isteme, bitten utan­ mama, kadını hor kullanma, töre cinayetleri, daha birçok yanlış, kusur, hastalık, hurafe, âdet, görenek... 225) Takrir-i Sükûn Kanunu hakkında: İkinci Dönem Tutanak Dergisi, 30. c, s.4-9. *l g Z î ' * İstiklal Mahkemelerinin görevi ise 7 Mart tarihinde sona erdi (Prof. Dr. E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.472). * Her ihtilal kendine özgü mahkemeler kurmuştur. Türk ihtilalinin mah­ kemeleri İstiklal Mahkemeleridir. On binleri, yüz binleri idam etttiği gibi tümüyle gerçeğe aykırı iddialar var. Bu iddiaların hiçbiri doğ­ ru değildir. Bu konuda yapılmış tek bilimsel araştırma Prof.Dr. Ergün Aybars'ın İstiklal Mahkemeleri adlı Önemli araştırmasıdır. Geri kalan iddialar dayanaksız şişirmelerdir. Tarihe iftira atmaktır. * Çeşitli dönemlerde (1920-1927) 16 mahkeme hizmet görmüştür. Yeri­ ne getirilen toplam idam kararı, bilimsel ihtiyatlılık payı ile, 2.076'dır (Özellikle Ergün Aybars'ın araştırmasına dayanarak: T. Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s.647-651). 226) Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s.628-629. * Nereden nereye! On altı yılda tarih başka türlü aktı. Türkiye Cum­ huriyeti kuruldu. Türklüğe karşı çıkanlar, teslimiyetçiler, işbirlikçiler, hainler, bölücüler kaçtılar ya da geçici olarak sustular. * Hamdullah Suphi Bey bu konuşmasında İtalyan faşizmini de övmüş­ tü: "O hareket milliyetperverdir. Biz milliyetperveriz. Biz faşizmin coşkusunda hem geçmişimizi, hem geleceğimizi görürüz? (Ali Nejat ölçen, Halkevleri, s. 11) Mussolini'den 'büyük vatanperver' diye söz ediyordu (M. Tuncay, T.C.'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, s.267). Bu konuşma dikkati çekti. İtalyan milliyetperverliği ırkçıydı. Kısa bir süre önce bir İtalyan hareketine karşı seferberlik ilan edilmişti. Mussolini tam bir emperyalistti. Bu övgü, Turk Ocaklarının bazı yakla­ şımlarından duyulan rahatsızlığı artırdı. 226a) Günümüzde Türklüğü reddeden ya da horlayan o tuhaf dönemi anımsa­ tan görüşler belirdi. 75 milyonun 60 küsur milyonu Türk. Herhalde bu gerçek unutulmamalı. Osmanlı, Türkleri Osmanlı yapmaya kalkışmış, 224)



Yılbaşının



Üçüncü Bölüm Notlan 727



hem kendi mahvolmuş, hem Türklük çok yıpranmıştı. Şimdi de Müslü­ manlığı bir milletmiş gibi kabul ettirerek yine Türkü silmeye çalışanlar var. Millet ile dini ya da ümmeti, sosyolojiden, siyaset biliminden, özgür akim rehberliğinden yoksun Osmanlı karıştırabilirdi ama günümüzde bilime, gerçeğe, olgulara, duruma, tarihe aykırı bu görüşün yeşermesi çok düşündürücü bir olay. Bu görüş sahiplerinin tarihi iyi okumalarını diliyorum. Orada bu yaklaşımın olumsuz sonuçları yazıyor. * Yahudi dinine mensup olanları bir millet olarak değerlendirenler Yahudilerdir. 227) Bütün paragraf için: Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, s.24-25; Bilâl N. Şim­ şir, KürtçülükII, s.322-324; Hoybun'un ilerki toplantıları hakkında Prof. Dr. Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, s.331-341. 227a) Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c , s.632 vd. 227b) Bazı kaynaklarda ad Mehmet Tahsin olarak veriliyor. 227c) Atatürk Devri Fikir Hayatı, 1. c, s.187-191, 12 Mayıs 1927 günlü M. Emin Erişirgil'in yazısından yararlanarak. 227d) İstasyon binası yapımını kısa zamanda sonuçlandıran Y. Müh. Haydar Beydir. • . 1 . İ 227e) Umumi Müfettişlik Kanunu çıkmadan önce 18 Haziran 1927'de 'Bazı jEşhasın Şark Menatıkından Garp Vilayetlerine Nakillerine Dair Kanun' kabul edilmiştir (Serap Yeşiltuna, Atatürk ve Kürtler, s. 162). Kanun hü­ kümete '1.400 kadar şahıs ve aileleri ile 80 asinin, ağır ceza mahkûmla­ rının Batı illerine nakli konusunda' yetki vermektedir.) * Birbirine yakın, sorunları benzer iller arasında eşgüdümü sağlamak, de­ netimi güçlendirmek vb. amaçlarla, seçüecek illerin bağlı olacakları bir üst makamın kurulmasının yararlı olacağı düşünüldü. Doğuda sıkıyö­ netim sona erdirileceği için bu boşluğun bir Umumi Müfettişlikle dol­ durulmasının düşünüldüğü de anlaşılıyor. Bazı olaylar başlamıştı. Bölge bir an önce uygarlığa kazandırılmak isteniyordu. Bu nedenle ilk Umumi Müfettişlik Güneydoğuda kurulacak, öteküer bunu izleyeceklerdir. Bu konudaki belgeler bakımından yararlı bir çalışma: Cemil Koçak, Umu­ mi Müfettişlikler 1927-19S2, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003. # Birinci Geneli Müfettişlik 1927'de Diyarbakır'da, ikincisi 19 Şu­ bat 1934'te Edirne'de, Üçüncü Genel Müfettişlik 6 Eylül 1935'te Er­ zurum'da, dördüncü Umumi Müfettişlik 16 Ocak 1936'da Elazığ'da ku­ ruldu. (Dördüncü Umumi Müfettişliğe Tunceli [Dersim], Bingöl, Ela­ zığ ve Erzincan bağlandı. Merkezi Elazığ olacaktır.) 227f) İkinci Meclis hakkında genel bir inceleme: Işıl Çakan, Türk Parlamento



Tarihinde II. Meclis, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1999. 227g) Gazi ve İsmet Paşa'nın kâğıt üzerinde askerlikle ilişkileri sürüyordu. 30 Haziran 1927 günü ikisi de askerlikten emekliye ayrıldılar. 1 Kasım 1927'de de K. Karabekir emekli olur. Askerlik dışı görevleri süren bazı 728 Üçüncü Bölüm Notları



askerler vardı ki onlar da kısa sûre içinde emekliye ayrılacaklar, Milli Mücadele dönemine ait 'askerlikle ilişiğini kesmeden başka bir görevi yerine getirmek' usulü son bulacaktır. 228) N. Ahmet Banoğlu, Atatürk'ün İstanbul Günleri, Ali Naci Karacan ve Yunus Nadi'nin yazılarından yararlanarak, s.168 vd.; Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.349. 229) Atatürk ve Milli Mücadele hakkında yalanlar, yakıştırmalar, iftiralar, saptırmalar, el altından, usul usul sözlü olarak yayılmış, 1946 yılından başlayarak da başlangıçta üstü kapalıca, giderek daha açık yazılmaya başlanmıştır. 1950-51'de Ticaniler Atatürk heykellerine saldırırlar. Bu­ nun üzerine Demokrat Parti Atatürk'ü Koruma Kanunu diye anılan ka­ nunu çıkarmak zorunda kalır. Asıl adı Atatürk Aleyhine İşlenen Suç­ lar Hakkında Kanundur (No.5816, tarih: 25.7.1951). Kanun Atatürk'ün hatırasına alenen hakareti, sövmeyi, Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri, Atatürk'ün kabrini tahrip etmeyi, kırmayı, bozmayı, kirlet­ meyi yasaklamaktadır. Atatürk'ün ailesi olmadığı için Atatürk'ün hatı­ rasını korumak için dava açma görevi Cumhuriyet Savcılarına verilmiş­ tir. Bu konu hakkında: Ord.Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, s.273 vd., Beta, İstanbul, 1995, 14. basım; E.E. Hirsch, Anılarım, s.303-304. # 12 Nisan 2010 günü bir televizyon kanalında tarihi filmler konuşulu­ yordu. Katılanlardan bir bayan, "Atatürk'ü koruma kanunu var, Atatürk tabu" gibi sözler etti. Belli ki kanundan haberi yok. Programa katüan öteki üç sayın erkek de kanunu okumamış olmalı ki bu yanlış, haksız ifadeye itiraz etmedi. Yarım yamalak bügi ile yargıda bulunmak bizim aydınlarımız arasında gittikçe salgın bir hastalık halini alıyor. Aydınla­ rın sayısı artacağına, bilgisi olmadan fikri olanların sayısı artıyor. Bu kanunun kalkmasını isteyenler Atatürk'e alenen hakaret etmenin ve sövmenin serbest olmasını mı istiyorlar? Atatürk Kanunu yalnız bu iki suçu cezalandırıyor. Hakaret ve sövme, herkes için suçtur, her­ kes için yasaktır. Bazı yazarların bu konudaki yaklaşımının nedeni derin cahillik değilse, ruh hastalığı olmalı. Allah şifa versin. 229a) Afet İnanın Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler adlı eserinin 319-328. sayfalarında özellikle Gençliğe Hitabe bölümü hakkında ayrıntılar var. $ Bir yazar bu hitabeyi İsmet Paşa'nın yazdığını iddia etmişti. Belleten C X X X , sayı 120 (Ekim 1966), sayfa 516 ve devamında Afet Hanım Gençliğe Hitabe'nin Atatürk'ün el yazısıyla yazdığı metnin fotoko­ pisini yayımlamıştır. Bu iddiayı ileri süren kimse, doğruyu öğrenince iddiasını geri aldı, özür diledi mi? Hayır!



230) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c, s.351-352. 230a) Türk Parlamento Tarihi, 1927-1931, II c, ş.135 L37.



230b) Gazi'nin 2 9 Ağustosta yayımladığı Seçim Beyannamesi için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 18. c , s.362-364; Seçim Beyannamesine ek olarak aday



Üçüncü Bölüm Notlan 729



listesi ile milletvekillerinin uyması zorunlu hukuki ve etik hususlar hak­ kında genelge de yayımlanmıştır. 230c) İsmet İnönü anılarında diyor ki: "Serbest Fırka'dan önce Atatürk ile ara­ mızda bazı özel konuşmalar olmuştur. Bu konuşmalarımızda Atatürk bana inkılap hareketleri içinde türlü münasebetlerle nüfuz sahibi olmuş insanların tutumlarından şikâyet ederdi. Etrafımızda ve yakınımızda olan insanların taşkınlıklarından ıstırap gösterirdi. Yine bir gün konu­ şurken siyasi nüfuz kullanan insanların sebep oldukları ıstırapları önle­ mek için ne gibi bir tedbir bulunabileceğini araştırıyorduk. Ne çare dü­ şündüğümü sorduğu vakit şu mütalaada bulundum: Meclis kürsüsünde hükümetin karşısına mebuslar çıkıp da bütün bu fenalık denilen, nüfuz suiistimali denilen hadiseleri bağırarak söyleyip şikâyet etmeleri usulü tesis olunmadıkça, biz, bu nüfuzu kötüye kullanma ve yanlış siyaset yap­ ma hastalığından kurtulamayacağız. Aramızda bu mülahaza geçmiş ve Atatürk bunun üzerinde zihin yormaya başlamıştır. Nihayet bir gün an­ sızın Yalova'da kendimizi Serbest Fırka kurulması için giriştiği teşebbü­ sün karşısında bulduk? (Hatıralar, 2. c, s.225) 230d) Falih Rıfkı Atay diyor ki: "Atatürk bulunduğu yerde neşe ve şevki sustu­ ran mürai bir şark zorbası değil, şenlik içine katılan, halk sevincini içi­ ne sindiren, içenle içen, oynayanla oynayan, konuşanla konuşan bir halk arkadaşı idi. Halkın içine girdiği vakit kendini tam yerinde hissederdi. Halk ile haşır neşir olurdu. (...) Bütün ömrünce halktan hiç tecavüz bek­ lememiştir!' (Çankaya, s.441) 230e) Türkçe ve Arapça iki ayrı dil ailesinden gelmektedir. Ses yapılarında uyumsuzluk vardır. Türk dilinde sekiz sesli harf, Osmanlıca alfabede üç sesli harf bulunuyor. (Üç sesli harfin ikisi hem sesli, hem sessizdir: v ve y. Arap alfabesi demek yanlış oluyor. Çünkü alfabede Arap alfabesinde bu­ lunmayan, sonradan eklenmiş p, ç, j gibi harfler de bulunmaktaydı. O ne­ denle Osmanlıca alfabe diyorum.) Arapça silabik (heceye dayalı) bir dil­ dir, sözcükler kalıp halinde yazılır; Türk dili vokaliktir, bütün harfler sesli harfler ile okunur. Osmanlıca alfabe ile gl diye yazılan sözcük gel, kel, kil, gil, gül, göl diye okunabilir. Tereddüt trdd diye, Türk trk diye yazılıyordu. Osmanlıca alfabeyle okumayı Öğrenmek zordu, yazmak daha zordu. Bu alfabe ile kitap, gazete dizilen bir basımevindeki harf kasalarında 520-618 farklı işaret bulunuyordu. İyi bir dizgicinin yetişmesi 12 yıl alıyordu. Yeni Türk alfabesi ile çocuklar 3 ayda okuyor, 5-6 ayda her duydukları sözcüğü yazıya geçirebiliyorlar. Kısacası bu kadar zamanda okur-yazar olabiliyorlar. Oysa bu sonuç, Osmanlıca alfabe ile uzun yıllar istiyordu. Yine de birçok aydın yazım yanlışı yapıyordu. Bilgisizlikten değil, anadi­ le aykırı bir alfabe ile yazdıkları için. # Türk, Arap harflerinin Türk diksiyonuna aykırı seslerini kendi dili­ ne uydurmuştur. Arapça sözcükleri Arap gibi söylemek softa ağzında kalmıştır.



730 Üçüncü Bölüm Notlan



* Osmanlıca alfabe ile Türk dili arasındaki aykırılıklar için: Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Türk Dili Dergisi, "Harf İnkılabı", sayı 563, Kasım • 1 * 231) CHP Sivas Kongresini Birinci Kongre olarak kabul etmiştir. Bu nedenle 1927 kongresi İkinci Kongre olarak anılır. Aslında partinin birinci kongresidir. 232) Bilgiler ve ayrıntılar için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, c. 19, s. 17; Hikmet Bila, CHP 1919-2009 kitabında saatleri farklı veriyor (s.48). $ Nutuk konusunda genel eserler: Bilâl N. Şimşir, Atatürk'ün Büyük Söylevi Üzerine Belgeler, TTK, Ankara, 1991; Ahmet Köklügiller (derleyip düzenleyen), Nutuk Nedir, Ne Değildir, IQ Kültür Sanat Ya­ yıncılık, İstanbul, 2005 (Bu kitapta 38 bilim adamı, araştırmacı ve ay­ dının Nutukla, ilgili yazıları bulunmaktadır); Türk Dili Dergisi, Söy­ lev Özel sayısı, sayı 314, Kasım 1977. * "Nutuk anı, belge, bilgi, yorum, tarih felsefesi ve ideolojiden oluşan bir eserdir. Yalnız bir hesap verme çabası değil, aynı zamanda emper­ yalizmle, sarayla, işbirlikçilerle, mandacılarla, gericilerle, muhalefe­ te geçen bazı arkadaşlarıyla da hesaplaşması dır!' M. Kemal Palaoğlu, Müdafaa-yı Hukuk Saati, s.259. 233) Prof.Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s,279-287. * İlkeler, Tüzüğün 1. ve 3. maddelerinde belirtilmiştir. Devletçilik ve devrimcilik henüz ilke olarak tüzükte yer almıyor. Devrim gelişerek yürümekte. # Kemalizm'i, bunlara eklenecek olan devletçilik ve devrimcilik ilkele­ riyle birlikte 6 ilke temsil etmez. Kemalizm daha kapsamlı bir hare­ kettir. Parti tüzüğüne sığmaz. Yeri gelince açıklanacak. * Bazılarının kullandığı 'laikçi' sözcüğü bakkalcı gibi bir yanlış. En azından Türkçeye ayıp oluyor. # Gençliğe Hitabe gençler arasında büyük heyecan uyandırır. Bildiriler yayımlarlar (Prof.Dr. Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Bel­ geler, s.324-327). 234) Nutuk 1927 yılında eski yazıyla, 1934'te ve 1938'de yeni yazıyla basılmış­ tır. Şimdi birçok baskısı var. Nutuk'u okumamış olmak büyük eksikliktir. Öğrencilere Türk Dil Derneği'nin sadeleştirdiği Söylevi tavsiye ederim. # Nutukta yer alan bilgilere ve açıklamalara bazı itirazlar gelmiştir. Önemli gibi görünen Karabekir'in itirazlarıdır. Bu itirazların gerçeğe uymadıklarını Vahidettin, Af. Kemal ve Milli Mücadele, s.634-639'da belirttim; ayrıca: Mahmut Soydan, Ankaralının Defteri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007, s.131-320. $ Nutuk hâlâ yakın tarihimiz hakkındaki en sağlam ve sağlıklı kaynak­ tır. Hiçbir itiraz, bilim dünyasında ciddi bir yankı bırakmamıştır. # CHP tüzüğünün tam metni: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.2238; program beyannamesi, s.39-42; Tüzüğün 40. maddesiyle Türk 1 9 9 8



Üçüncü Bölüm Notlan 731



Ocağı ve benzeri kuruluşlar partinin dolaylı denetimi altına alınır ama tedirgin edici olaylar sürer. Bu olaylar 330. dipnotta açıklanacak; Kemalist milliyetçiliğin özü yurtseverliktir, kültürdür, soy, ırk değil­ dir. Bazı kimselerin ırkçı sözlerini esas alarak, Kemalizm'i, Cumhuri­ yeti ırkçılıkla suçlamak ne tarihe sığar, ne de insafa. "Türkün dini Kemalizmdir" sözü şaşkın bir yazarındır. Atatürk için yazılan mevlit manzumesi bir dalkavukluktur. Her iktidarın dalka­ vukları türer. Dini ıslah raporunu kimse ciddiye almamıştır. Bunlar büyük Cumhuriyet olayı içinde kayda değmez zerrelerdir. Ne Cum­ huriyeti bağlar, ne partiyi, ne hükümeti. 'Türkün dini Kemalizmdir' cümlesi Dil Kurumu sözlüğüne aptalca bir seçimle, bir yargı olarak değil, bir cümle biçimini göstermek için alınmış, aptallık fark edi­ lerek hemen çıkarılmıştır. Ezanlar gürül gürül okunurken, camiler açıkken, oruç tutulurken, kurban kesüirken bu cümleyi ele alıp da Kemalizm'i, Atatürk dönemini dinsizlikle suçlamaya yeltenmek an­ cak Atatürk dönemi hakkında ciddi bir bilgisi olmayan, maksatlı kimselerin harcıdır. Ben bu tarz yazarların bilgi yoksulluklarını Vahidettin, Af. Kemal ve Milli Mücadele kitabımda sergilemiştim. 235) İlk nüfus sayımı II. Mahmut döneminde yapılmış, yalnız erkekler ve hayvanlar sayılmıştı. * Genel nüfus: 13.648.270, erkek: 6.563.879, kadın: 7.084.391, şehir nü­ fusu: 3.305.879 (% 24.22), köy nüfusu: 10342.391 (% 75.68) Nüfusu 100.000'in üzerinde iki şehir vardı: İstanbul ve İzmir. $ Nüfusun anadillere göre dağılımı şöyleydi: Türkçe : 11.777.810 Kürtçe : 1.184.^* Arapça : Rumca 119.8z2 (İstanbul Rumları) Çerkezce 95.901 V^i Yahudice 68.900 i "emce 64.745 (Hani Ermenileri kesip bitirmiştik?)



(Prof.Dr. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c^s.276) # Yoksul, çağdaşlamaya çalışan, gelişme yolunda bir köylü devlet. Ka­ dınlar erkeklerden fazla. Anadolu nüfusu birkaç cephede 10 yıl süren savaşlardan dolayı azalmış. Kalanı da tam sağlıklı değil. Bir bölümü ' akat gaziler. Nüfusumuz i 935 e kadar % 21 oranında artar, 16.158.018 olur. 235a) Alfabe konusu 18. yüzyılın sonlarından başlayarak tartışma konusu ol­ muştur. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c , $.203; özet bÜgi: M. Şakır Ülkü taşır, Atatürk ve Harf Devrimi, Cumhuriyet Kitaplığı; geniş bilgi: Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Devrimi, TTK, Ankara» 2008. 236) Başbakan İsmet Paşa, Adalet Mahmut Esat Bey, Milli Savunma Abdülhalik Rc nda, İçişleri Şükrü Kaya, Dışişleri Dr. Tevfik Rüştü Bey, Maliye



732 Üçüncü Bölüm Notları



237) 237a) 237b)



237c) 237d)



Şükrü Saraçoğlu, Eğitim M. Necati Bey, (Ticaret ve Tarım bakanlıkları yerine») İktisat Rahmi Bey, Sağlık Dr. Refik Saydam. 3 Eylülde de Kütahya-Tavşanlı demiryolu işletmeye açılmıştı. Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s.569-572 (8 Kasım 1927 günlü Ha­ yat). Radyolar, partizan radyo olmamıştır. Gazetelerde ve radyo dergilerinde programlar ve konuşma metinleri var. Meraklısı inceleyebilir. Parti Ge­ nel Sekreterinin iki konuşmasına rastlayabildim (13.12.1934, ekonomi ve arttırma haftası nedeniyle, 8.5.1934, IV. Kurultay dolayısıyla). Anıt hakkında ayrıntılı bUgi için: Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s.380 vd. | Dersim bu tarihte Elazığ'a bağlıydı. Bu bakımdan Birinci Umumi Müfet­ tişliğin bölgesindeydi. 1935'te Tunceli adıyla yeniden il yapüacaktır.



238) 1928 yık: • Büyüme hızı genel ortalamaya dayanarak: % 10. * • Y.K. Karaosmanoğlu'nun Sodom ve Gomore, R. Nuri Güntekin'in Yeşil Gece, Aka Gündüz'ün Dikmen Yıldızı, Halide Edip'in Zeyno'nun Oğlu romanları yayımlanır. • Musahipzade Celalin Aynaroz Kadısı ve Kafes Arkasında adlı oyun­ ları oynanır. • R. Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanı bu yü 3. kez basılır. Bu önemli bir edebiyat olayı olarak değerlendirilir. • Descartes'in Usul Hakkında Nutuk adlı eseri Gazi'nin talimatıyla çevrilip yayımlanır. • Hıristiyanlık propagandası yaptığı saptanan Bursa Ameri ' Kız Ko­ leji Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılır, 28 Ocak 192° • DDY Genel Müdürlüğü binası hizmete girer. • Ankara kent planı için milletlerarası yarışma açılır. (Yar lan­ sen kazanacaktır. Hazu. .an 1932 'di ,. -,e kc • Türk Eğitim Derneği kurulur (31 Ocak 1928}. . ı ki .ediş Başkam Kâzım Özalp, Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, n vekilleri, 1



• •











4



üniversite öğretmenleri vb. Amacı Cumhuriyetin seçkinle* n yetiştir­ mek, paraca yetersiz yetenekli çocukları okutmak. Ankara çimento fabrikası açılır, yılda 15.000 ton kapasiteli, 2 Şubat 1928.. f -Ş l I • fj ? | \ İstanbul Yüksek Mühendis Okulu yeniden kurulur, kuruluşa tüzel ki­ şilik ve yönetim özerkliği tanınır. (Bu kuruluş 1944'te Teknik Üniver­ site adını alacaktır.) Hıfzıssıhha Kurumu kurulur (17 Mayıs 1928); birçok laboratuvar, enstitü ve birimden oluşan» sağlığı korumayla ilgili çok önemli bir bi­ li m, araştırma ve eğitim kurumu. Malatva eletrik santralı acıiır, 15 Temmuz 1928. Üçüncü Bölüm Notları 733



• Tunalı Hilmi Beyin ölümü, 26 Temmuz 192> • Amasya-Ziie demiryolu işletmeye açılır, 23 Ağustos 1928. + Kütahya-Tavşanlı demiryolu işletmeye açılır, 2 Eyilül 1928. • İzmir 9 Eylül sergisi açılır (515 kuruluş katılır), 4 Eylül 1928, sonraki sergi 1933'te. • İtalya Ankara'da bir arsa alır ve elçilik binasının yapımı başlar.



1



ihsan Eryavuz 2 Şubat 1928'de, Bilecik milletvekili Dr. Fikret Bey 16 Şubatta tutuklanır. Yüce Divan ikisini de suçlu bulur. Eski Ticaret Bakam Ali Cenanı Bey de Yüce Divana verilecek, görevini kötüye kullanmak­ tan o da suçlu bulunacaktır (14 Mayıs 1928). İhsan Eryavuz için: Samet Ağaoğlu, Babamın Arkadaşları, s.39 vd. 239a) M. Necati Bey ayrıca John Dewey'in Avni Başman tarafından Türkçeye çevrilen Demokrasi ve Terbiye kitabını da armağan olarak yollayacaktır (M. Rauf İnan, Mustafa Necati, s. 160, dipnot). • Bence daha güzel ve anlamlı eser öğretmen Sıdıka Avar'ın Dağ Çi­ 239)



çeklerim adlı anılarıdır. Öğretmen Dünyası yayını, Ben 1999 tarihli 3. baskıyı okudum. 239b) Meclis'çe onaylanan arar sonunda idamlar 18.1.1929'da İstanbul'da ye­ rine getirildi. Duruşmaları için Kandemir, Atatürk'e 11 Suikast, s.68. 239c) Behiç Erkin Ekimde sağlık nedeniyle Bakanlıktan ayrılacak, yerine Re­ cep Peker atanacaktır. Behiç Erkin daha sonra Budapeşte Büyükelçiliği­ ne atanır. 239d) Prof.Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 2. c, s.47 (Sadeleştirme Ş. Turan). 239e) 29 Ekim 1923 günlü anayasa değişimi arasında yer alan 'Türkiye devle­ tinin dini, İslam dinidir' maddesi, Gazi'nin hazırlayıp sunduğu değişim önergesinde yer almıyordu. Tasarıya bu maddeyi ekleyen Anayasa Ko­ misyonu idi. 240) 'Devlet laik olur ama yurttaş ya da Müslüman laik olmaz' diyenler var. O zaman laikliği kim uygulayacak? Bu sözler, laikliği sulandırmak, din dev­ letine kaymak ya da dinci çevrelere hoş görünmek için söylenmiş bir söz­ dür. İnsan hem Müslüman, hem laik olur. Nasıl? İbadeti gösteriş konusu yapmaz, yasama, yargı ve uygulamada, din kurallarını değil, dünya gerek­ lerini dikkate alır, laikliğe özen ve saygı gösterir, dini siyasete alet etmez. Kısacası din ve dünya işlerini birbirine karıştırmaz. Bu kadar basit ve açık. Cumhuriyetin kurucuları böyleydi. * Bir atasözümüzü sözcükleri değiştirerek hatırlatmak istiyorum: İmam öksürürse cemaat boğmaca olur. Devlet adamı iyi, doğru ör­ nek olmak gibi etik bir yükümlülük altındadır. * Tüzel kişiliklerin dini olmaz, insanların dini olur. Bu nedenle devlet­ lerin de dini olmaz. $ Laiklik, anayasanın değiştirilemez 2. maddesinde yer almaktadır. 1



734 Üçüncü Bölüm Notlan



241) Ankara Palas'ın açılışı hakkında bazı kaynaklar yıl olarak 1927'yi veri­ yorlar. 242) Atatürk devriminin kalkınma anlayışını ilk çözümleyen ve 'topyekûn kalkınma' olarak niteleyen bilim adamımız Prof.Dr. Sina Akşin'dir. * Suudi Arabistan Krallığı, emirlikler, Kuveyt, Katar, petrol geliriyle yüksek bir maddi düzeye ulaşmışlardır. Ama halk hiç gelişmemiştir. 242a) Osman Bahadır, Cumhuriyet gazetesi eki İlim ve Teknoloji dergisi, 2 Temmuz 2010. 242b) Atatürk'ün konuşması: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.125 vd. 242c) 1920'den bu yana 90 yıl geçti. Irak, İran, Suriye, Suudi Arabistan, Emir­ likler, Ürdün'de, kendiliğinden, zaman içinde ciddi bir gelişme olmuş mudur? Zamanla, kendiliğinden gelişme bazı çok basit ayrıntılarda olur. Hiçbiri hiçbir konuda Türkiye ile yanşamaz, artık istese de Türkiye'ye yetişemez. Bu sonucu Atatürk ve arkadaşlarına, Milli Mücadele'ye ve Cumhuriyete borçluyuz. Bunu görmemek zihin körlüğüdür. 242d) Hilmi Uran, Hatıralarım, s.208; anekdotu biraz süsledim. 243) Atatürk'ün açıklamasına dayanarak A. Cevat Emre, İki Neslin Tarihi, s.327. 244) Kurul üyeleri: Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Onaydın, Y. Kadri Karaosmanoğlu, Emin Erişirgil, İhsan Sungu, Avni Başman, Ragıp Hulusi Özdem, ibrahim Osman Karantay, Ahmet Cevat Emre. 245) N. Ahmet Banoğlu, Atatürk'ün İstanbul Günleri, s. 189 vd. 246) Denizaltı filosu 1938 yılına kadar yeni 4 denizaltı ile daha güçlendirile­ cektir. 246a) Sabiha Gökçen önce Avusturya'da bir sanatoryuma gönderilmiş, Türkiye'ye dönünce yeniden hastalanmış, bu kez Fransa'ya gönderilmiştir. 246b) Mithat Cemal Kuntay, Aktaran Oğuz Akay, Benim Sofram Bu, s.20020l| ' * Gazi Nebile'yi himayesine alır. 1 Ocak 1930'da Viyana Büyükelçiliği Başkâtibi Raşit Bey ile evlendirir. Y. Kadri Bey'in hanımı Leman Ha­ nım "Nebile Gazi'yi deli gibi severdi" diyor (Hürriyet, Emin Çölaşan'ın röportajı, 10 Kasım 1985). 246c) Bilal N. Şimşir, Ankara... Ankara..., s.343-344; Kont de Chambrun son­ radan Gazi ile çok dost olmuş, hayranlığını belirten yazılar yazmıştır. 247) Bilal N. Şimşir, Bizim Diplomatlar, s.326. # Emanullah Han aydınları ve halkı kazanmadan, ortamı hazırlama­ dan, yasama reformu ve kadınlara siyasi haklar verilmesi konusun­ daki tasarılarını açıkladı. Mollaların sert tepkisiyle karşılaştı. Kasım 1928'de Celalabad'da ayaklanma çıktı. Bir kabile başkent Kabil'i ele geçirdi. Emanullah Han yurdunu terk etmek zorunda kaldı. 25 Nisan 1960'ta Zürih'te öldü. Sürgünken bir kez Türkiye'ye gelmiştir.



'







247a) Dersim, Jandarma Genel Komutanlığı Raporu, s. 173. Üçüncü Bölüm Notlan 7 3 5



248) Çankaya, s.440. 248a) Ziraat Fakültesi, Orman Fakültesi, Baytar Fakültesi, Tabiiyat Fakültesi, Teknik Fakülte ve birçok enstitü (YZE Ziraat Fakültesi Yıllığı, 1937, tıpkı basım, s.8 vd.); Phillip Schwarzt, Kader Birliği, Çev.: Nagehan Alçı, s. 12. 249) Atatürk anıtta, kadirbilirlik gereği olarak, Milli Mücadele sırasında yapı­ lan Sovyet Rusya yardımlarına olumlu katkıları olan iki Rus generaline, Frunze ve Voroşilof'a da yer verilmesini istemiştir. Atatürk'ün arkasında­ kiler arasında bu iki general de yer almaktadır. * Gazi ertesi gün akşamüzeri gelerek Cumhuriyet Anıtını inceler. 250) Bazı kimseler yasağın bu geceden sonra başladığını ileri sürüyorlar. Doğru değildir. # Gazi 1 Kasım 1934 yılında Meclis'i açarken yaptığı konuşmada Türk müziğini eleştirmişti. İçişleri Bakanlığı, bu konuşma üzerine, radyo­ larda Türk müziği yayımlanmasını yasakladı. Yasağın tarihi 2 Kasım 1934-6 Eylül 1936 arasıdır. Elbette Atatürk'ün bilgisi ve onayı ile ya­ saklanmıştır. Halk Müziği de 7 Şubat 1936 gününe kadar yayımlan­ mamıştır {Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s.43). 7 Şubat 1936'da halk müziğine, daha sonra da klasik Türk müziğine yer verildi. Türk müziği plaklarının satışı serbestti. Gazinolarda da serbest olduğunu hatırlıyorum. (Bakırköy Viyana Gazinosu dolayısıyla. Evimizin karşı­ sındaydı.) Yasak radyo ile sınırlıydı. Yasak, meyhaneye düşen, bayağılaşan, bu haliyle her Türk musikisini seven insanı üzen Türk müzi­ ğinin kendini toparlamasını sağlayacaktır. Devlet Ankara ve İstanbul radyolarını bu musiki için iki önemli okul haline getirir. Gazi'nin ko­ nuşması için bakınız: Dipnot 413. * Halk müziği daha yeni yeni tanınıyor, araştırılıyor, derleniyordu. Halk müziği Cumhuriyet döneminde yayılıp tanınmıştır. İlk ünlü halk mü­ ziği sanatçısı Tamburacı Osman Pehlivandır. Yayılıp tanınmasını sağ­ layanların başında rahmetli Muzaffer Sarısözen gelir. 250a) Hafize Hanım bölümü için: Kılıç Ali'nin Anıları, s.279-280. 251) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.164-169; B.N. Şimşir, Türk Yazı Dev­ rimi, s. 167. 251a) Tekirdağ ziyareti hakkında görgü tanığı Hilmi Yücebaşı'nın izlenimleri, Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, s. 132-136. 251b) Damla Demirözü, Ank.Oni. İnk. T. Ens. Atatürk Yolu Dergisi, sayı 3536, Mayıs-Kasım 2005, s.291-312. 251c) 1. Hakkı Tonguç, ilköğretim Kavramı, s.256-257. * Osmanlı döneminde bir Anadolu şehrine Sadrazamın, Nazırların geldiği hemen hemen hiç görülmüş bir olay değildi. Halk, devleti yö­ netenleri yeni görüyordu. 252) Çukurova'dan Sivas'a kadarkİ arazi, Sevres'e bağlı Üçlü Anlaşma gereği Fransızların sömürü bölgesi olacaktı. Hatta Fransız Generali Quarette, bir bildiri yayımlayarak, Fransa'nın bu bölge üzerinde, Padişahın imiyle 736



Üçüncü Bölüm Notlan



manda kurduğunu iddia edecektir (13 Kasım 1919, Zeki Sarıhan, Kurtu­ luş Savaşı Günlüğü, 2. c, s.206). 253) Alfabe hazırlıkları, konferanslar, geziler hakkında yararlandığım temel eserler: Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Devrimi, s.157-200; Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.148 vd; Ş. Ülkütaşır, s.58-74, 85-115. 253a) Yeni üyeler çeşitli mesleklerdendir: Ahmet Rasim, Reşat Nuri Güntekin, Celal Sahir Erozan, Velet İzbudak, İsmail Hikmet Ertaylan, Besim Atalay, İbrahim Necmi Dilmen, Hamit Zübeyr Koşay, Hasan Fehmi Turgal, İshak Refet Isıtman, Mehmet Baha Toven, Yaşar özey, Gyula Meszaroş (Etnog­ rafya Müzesi Müdürü, Macar Türkolog). 254) Gazi'nin Meclis önünde halka Alfabe Marşı'nı öğretmesini Muammer Sun'a Senfoni Orkestrası üyelerinden ve Konservatuvar öğretmenlerin­ den Halil Onayman anlatmış. Ben Muammer Sun'dan öğrendim. Zeki Üngör farklı anlatıyor. Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.249 dipnot. 254a) Eğitim Bakanlığı bazı derslerin kitaplarının yeni yazı ile basımını yetiştirememişti. Boşluğu öğretmenler doldurdular. Not yazdırdılar. Bu so­ run ilk üç ay böyle atlatıldı. Sonra kitaplar yetişti. 254b) Karpoviç, Baku 1878-îstanbul 19S6. 254c) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.278-282. 255) Dili halk yapar. Harflerin okunuşu kanunda gösterilmişti ama halk iki harfin okunuşunu kısaltmalarda farklı kullanacaktır, he adlı harfi he ya da ha diye, ke adlı harfi ise ka diye seslendirecektir. Her dilin bir musikisi vardır. Seslendirmeyi o musiki belirler, örnek: pkk'yı pekaka, TKİ'yi tekai, SSK'yı, seseka diye okuyoruz. Dili halk yoğurur. Kanun da, dilbilgisi de halkın arkasından gelir. PKK'yı pekeke diye okumak ya bir şive sorunu­ dur, ya da k harfini benim bilmediğim bir nedenle ke diye okuyorlar. Bunu genellikle Kürt asıllı aydınlarımız yapıyor. Onları taklit edenler de var. 256) Sİ24 Kasım Gazi'nin Millet Mekteplerinin Başöğretmenliğini kabul ettiği gündür. Bu gün her yıl Öğretmenler Gününü kuüuyoruz. 257) Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Devrimi, s.224 (sadeleştirilen birçok deyim ve tamlama örneği var). 258) a.g.e., s.226-228. 258a) Gülsün Bilgehan, Mevhibe, 2. c, s.207-208; daha sonra Yardım Sevenler Derneği adını alacaktır. Bizden, bizden değil ayrımı yapmadan büyük bir kuruluş olarak çalışıyor. 259) Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Devrimi, s.232. 260) Dersler eski yazı bilenler için iki ay, hiç okuma-yazma bilmeyenler için 4 ay sürecekti. 261) Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Devrimi, s.237. 262) Nafı Atuf Kansu, Rüştü Uzel, İhsan Sungu, Faik Reşit Unat, Kadri Yomkoğlu, Cevat Dursunoğlu, Emin Erişirgil, Hasan Âli Yücel, İsmail Hakkı Tonguç vb. gibi büyük eğitimciler.



Üçüncü Bölüm Notlan 737



2 6 3 ) 1 1 9 2 9 yılı:



İ



• Bu yılki büyüme hızı % 21,6 olacak. • Nâzım Hikmetin 83S Satır ve Jokond ile SÎ- YA-U adlı şiir kitapları ya­ yımlanır. • Ankara'da Ziraat ve T. İş Bankası genel müdürlük binaları hizmete girer. • Hıfzıssıhha Enstitüsü kimyahane ve bakterioloji binası hizmet girer. • Ankara'da bakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı gibi devlet binaları nın yapımma başlanır. • Kızılay merkez binası ve parkı hizmete girer, meydana Kızılay Mey­ danı adı verilir. • 450 km. demiryolu yapılır. • Çubuk barajının yapımına başlanır. • Bursa Müzesi açılır. • Ankara-İstanbul arasında telefon konuşması başlar. • Evlerin pencerelerindeki kafesler kaldırılır. • Îstanbul-Berlin arasında tarifeli uçak seferleri başlar. • İstanbul'da matbaacılık ve terzilik okulları açılır. • Kırıkkale'de askeri fabrikaların yapımıyla ilgili hazırlıklar geliştirilir. • Tarım Kredi Kooperatifleri Kanunu kabul edilir (28 Mayıs 1929). • Lozan Antlaşması'nın onaylanışı tarihinden 5 yıl geçtiği için gümrük tarifeleri üzerindeki kısıtlama sona erer, yeni Gümrük Tarife Kanunu kabul edilir (1 Haziran 1929). I • Milli Sanayii Teşvik Kanunu, 8 Haziran 1929. • Nevzat Tandoğan Ankara Vali ve Belediye Başkanlığına atanır (12 Haziran 1929; 9.7.1946 tarihine kadar bu görevde kalır). • Balkan Talebe Birlikleri Kongresinin İstanbul'da açılışı, 8 Temmuz •-•1929. ' | ' |: • •• I • Okullardan Arapça ve Farsça dersler kaldırılır (1 Eylül 1929). • İlk güzellik kraliçesi seçimi yapılır. Feriha Tevfik seçüir (2 Eylül 1929). W • III. Milli Tıp Kongresi toplanır (17 Eylül 1929). • Amasya'da Gazi heykelinin açılışı (29 Ekim 1929). • Eğitim Bakanı Vasıf Çınar Bey'in istifası, yerine Cemal Hüsnü Taray'ın atanması (7.4.-10.4.1929). • İktisat Bakanı Rahmi Bey'in istifası, yerine Edirne milletvekili Şakir



Bey'in atanması (28.5.1929)1 • 1. Yerli Mallar Haftası, 11 Ağustos 1929. • Fevzipaşa-Gölbaşı demiryolunun açılışı, 9 Eylül 1929. • Her işte yerli malı kullanılması hakkında Bakanlar Kurulu kararı, 4 Aralık 1929. | y • Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin kuruluşu, 19 Aralık 1929 (ilk üye Gazi). 738 Üçüncü Bölüm Notlan r



* Bütün elçilikler Ankara yolunda. Sona kalan İngiliz Büyükelçiliği de 1930 yılında Ankara'ya temelli olarak yerleşecektir. Anlamsız boykot sona erecek, İngiltere de Ankara'nın başkent olduğunu, başkent kala­ cağını kabul edecektir. 264)



Necati Bey için TBMM genel kurulunda saygı duruşu yapılmış ve otu­ rum tatil edilmiştir. Hakkı Tarık Us M. Necati Bey'in ölümü dolayısıyla bir soru önergesi vermiş, Sağlık Bakanı yanıtlamıştır {Türk Parlamento Tarihi, 1927-1932,1. c, s.444 vd.). f f I 265) 1928-1933 dönemi içinde Türkiye'de 54.050 Millet Mektebi dershane­ si açılmıştır. Bunun 18.589'u şehirde, 35.461'i köylerdeydi. Bu dönem­ de toplam 46.690 öğretmen görev almıştır. Beş yıl içinde Millet Mek­ teplerine devam eden 2.305.924 kişiden 1.124.926 kişi yeni yazıyı öğre­ nip diploma alır. Hiç okuma-yazma bilmeyen 458.000 köylü kadından 152.968'ine okur-yazarlık belgesi verilir (Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Dev­ rimi, s.242-245). Mezunlara M. Kemal imzalı, ciltli, özel basılmış Ana­ yasa kitapçığı armağan edilir. Zaman içinde katılım oranı düşecektir. * Millet Mekteplerinin yerini, okulları, Halkevleri ve Köy Enstitüleri alacaktır. Kısacası eğitim seferberliği daha yaygın ve etkili olarak sür­ dürülür. 265a) Arı İnan, Prof Dr. Afet İnan, s.130-132. 266) Üçüncü Dönem Tutanak Dergisi, 9. c, s. 19-21. * Aynı görüşü Atatürk de Nutukta belirtir: 2. c, s.334. 267) C. Kutay, Daniş Karabelen, s.158-159, İstanbul, 2006. 267a) Cümle kısaltılmıştır. 267b) Okumuşların Yunus Emre'ye bakışı için: Atatürk Devri Fikir Hayatı, 2. c, s. 145-146, F. Köprülü'nün yazısı. 268) Bütün paragraf için: Yrd.Doç.Dr. Veysi Akın, Doktor Fuat Umay, s.102, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2000. 269) Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, s.322. $ Toprak dağıtımı, reformu konusunda Cumhuriyet yönetimi deney­ sizdi. Kadastro da yapılmış değildi. Cumhuriyet yönetimi bu sorunu bir bütün olarak ancak 1940'larda ele alabilecek ama bu girişim bü­ yük dirençle karşılanacaktır. Batı ülkeleri zaman içinde, bu konuyu uygun yöntemlerle çözerek, köylüyü çiftçi yapmayı başarmışlardır. Biz hâlâ başaramadık. 270) Ekonomi bakımından kaynakçadaki bütün kitaplardan yararlanma­ ya çalıştım. En çok şu eserlere başvurdum: Prof.Dr. Mustafa A. Aysan. Atatürk'ün Ekonomi Politikası', Bilsay Kuruç, Mustafa Kemal Dönemin­ de Ekonomi', Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi; Yüksel Olken, Atatürk ve İktisat; Korkut Bor a t av, Türkiye'de Devletçilik; Yaşar Aksoy, Kalpaklı Kalkınma. % Teknik konuları anladığım kadarıyla basitleştirmeye çalıştım. Üçüncü Bölüm Notları 739



270a) Sabiha Sertel, Roman Gibi, s.127-134; Yıldız Sertel, Susmayan Adam, s.136-142; Zekeriye Sertel, Hatırladıklarım, s.147-150; Z. Sertel diyor ki: "Şimdi düşünüyorum da o zaman pek ileri gittiğimizi anlıyorum. Türk halkının ve gençliğin sevdiği büyüklerimizi yıkmaya çalışacak yer­ de, kazanmaya çalışsaydık daha iyi olmaz mıydı?" (s. 150) Sabiha Sertel'e göre Nâzım Hikmet, Abdülhak Hamit'in davetini alınca, "Ben Atatürk'ün davetini reddettim ama bir şairin davetini reddedemem" demiş..miş. (s.133; o tarihte Atatürk denilmezdi, 1929'da soyadı yoktu daha); Sabiha Sertel'de yer alan bu yakıştırma Zekeriya Sertel'in Hatırladıklarım adlı anılarında da yer alıyor, s.145-146; bu yakıştırma­ lara Lord Kinross da Atatürk kitabında yer veriyor, s.707, Sander Yayın­ ları, İstanbul, 1973, beşinci bası. Gazi Nâzım Hikmeti gece yarısı şiir okusun diye çağırtmış, Nâzım Hik­ met de "Ben (şarkıcı) Deniz Kızı Eftalya değilim" demiş, gitmemiş. Bu bir yakıştırma. Nâzım Hikmet'e saygısı olanların bu gibi kaba yakıştır­ malardan kaçınmalarını dilerim. Nâzım Hikmet görgülü, nazik, efendi bir insandı. Gaziden böyle bir davet gelse, böyle karşüamazdı. Gazi de gece yarısı şiir okutmak için Nâzım Hikmet'i evinden getirtmek iste­ mezdi. O da görgülü, nazik, efendi bir insandı. Sahte anekdotlar gerçek­ leri ve kişileri kirletiyor. 270c) Ortadoğu'nun henüz kararlılık, sakinlik kazanmadığı dönemdi. Irak, Katar, emirlikler, Yemen, Ürdün, Kudüs, Filistin ve Mısır üzerinde İngi­ liz etkisi, baskısı ya da egemenliği sürüyordu. Suriye ve Lübnan Fransız baskısı altındaydı. İngiltere ve Fransa yeni kurulan Arap devletleri ara­ sında dayanışma olmaması için çalışmış ve başarmışlardı. Türkiye bu kaypak ortamda hepsine aynı dostluk mesafesinde durmuş, giderek ce­ henneme dönecek olan Ortadoğu sorunlarına bulaşmamak için çok dik­ katli bir siyaset gütmüştür. Türkiye'yi Ortadoğu'nun çapraşık sorunları içine çekmek isteyenler başarılı olamamışlardır. 270d) Mehmet önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, s.157-158. 271) Arı İnan, Prof.Dr. Afet İnan, s. 100-101; bu çalışmanın ilk ürünleri lise ve ortaokul öğrencileri için tarih notları halinde basılacaktır. (Uluğ İğde­ mir, Cumhuriyetin S0. Yılında Türk Tarih Kurumu, s.3. 272) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c, s.336-337. 272a) Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, s.156-162. 273) Sığırtmaç Mustafa hikâyesini Yakup Kadri Bey Gazi'den dinleyerek yaz­ mıştır, ben kısaltarak aktardım (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 22. c.» s.344345, 348-349, 352-354); Gazi Mustafa'yı Kuleli Askeri Okulu'na yazdır­ mış, Mustafa subay çıkmış, emekliliğinde Yalova'ya yerleşmiştir. 274) Hükümet, erken davranıp Aralık ayından başlayarak Önlemler alır. Ama bunalım hızla yayılacak, dünyayı da, kalkınmak için çırpınan Türkiye'yi de sarsacaktır.



740 Üçüncü Bölüm Notları



274a) Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.430. 274b) Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, s.164-169. • Rahmetli C. Memduh Bey'le TRT'de birlikte çalıştım, halef-selef ol­ duk, yurtdışına birlikte gittik, ilişkimiz uzun yıllar sürdü. Türk beste­ cilerinin yetişmelerinde, çok sesli müziğin yerleşmesinde Atatürk'ün büyük rolü olduğunu söylerdi. Atatürk'ün engin bilgisine, nezaketi­ ne, sofrasının akademik düzeyine hayrandı. Atatürk'ten konuşurken gözleri dolardı. 275) Gazi'nin notları için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 23. c, s. 17-69, el yazısı ile: s.71-264. f * Gazi'nin bazı düşünceleri: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denilir!' "Bugün demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır." "Türkiye Cumhuriyeti'ni idare edenlerin, demokrasi esasından ayrılma­ makla beraber, 'mutedil devletçilik'prensibine uygun yürümeleri, bugün içinde bulunduğumuz hallere, şartlara ve mecburiyetlere uygun olur!' (Afet İnan, Medeni Bilgiler kitabının 1930 baskısında yer alan 'mutedil' sözcüğünün, sonraki baskılarda çıkarıldığım belirtiyor, Arı İnan, Prof. Dr. Afetİnan, s. 104) 275a) Arı inan, Prof.Dr. Afet İnan, s. 112-114'den yararlanarak. (



276)



1930 yık:



• Dünya ekonomik krizine rağmen imar etkinlikleri sürüyor. Bu yıl hiz­ mete girecek büyük yapılar: Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı (Mimar Holzmeister), Sayıştay (Mimar E. Egli), Ankara Kız Lisesi (Mimar: E. Egli); birçok bina yapım halinde. • Kayseri Müzesi açılır. • 1924'ten beri besteci Ali Rıfat Çağatay'ın bestesiyle söylenen İstiklal Marşı, bu yddan başlayarak, bugünkü beste ile (besteci: Zeki Öngör) söylenip çalınmaya başlar. • İlk kadın hâkimler: Nezahat Güreli ve Beyhan Hanım, 29 Nisan 1930. f H İ ' fi • Reşat Nuri Gün t ekin'in Yaprak Dökümü, Peyaml Sefanın 9. Hariciye Koğuşu adlı romanları yayımlanıra • Nâz un I lıknıct'in \ 'aran 3 ve 1+1=1 adlı şiir kitapları yayımlanır. • Musahipzadc Celalin Bir Kavuk Devrildi adlı oyunu oynanır.



• İstatistik Genel Müdürlüğünün kurulması, 1 Şubat 1930. • İktisadi krize karşı Türk Parasını Koruma Kanunu kabul edilir, 20 Şu­ bat 1930 (bu kanuna dayanılarak gerektikçe kararnameler çıkanlacaktır).



#İ Ankara'da 1. Milli Sanayi Sergİst'nin açılışı, 21 Nisan 1930. • İlk Sanayi Kongresl'nin toplanması, 22 Nisan 1930. Üçüncü Bölüm Notlafi 741



• Türk Ocağı Genel Merkez binasının açılışı, 23 Nisan 1930. Konfe­ rans salonuna bir tiyatro sahnesi eklenmesini Gazi istemiş, plan buna göre değiştirilmiştir (Uluğ İğdemir, Yılların içinden, s. 131-132, TTK, Ankara, 1991). Hangi güzelliği, iyiliği inceleseniz, onda Atatürk'ün izini görmemek imkânsız. • Kırklareli'nde Gazi heykelinin açılışı, 8 Mayıs 1930. • Dolmabahçe'de Uluslararası Turizm Kongresi'nin açılışı, 31 Mayıs 193



°-



I İBI I § • '



• T.C. Merkez Bankasının kurulması hakkında kanun kabul edilir, 11 Haziran 1930. • Ağrı Dağı ve yakınlarında eşkıyalık ve ayaklanma olayları üzerine as­ keri harekete başlanması, 1 Temmuz 1930. • Etnografya Müzesi'nin ziyarete açılması, 18 Temmuz 1930. • Atina'da 1. Balkan Konferansı, 5 Ekim 1930, Türkiye de katılmıştır. • 2. Yerli Mallar sergisi, 11 Ağustos 1930; 1939 yılına kadar her yıl açı­ lacaktır. Bazı şehirlerde de bu sergiler açılır.*" • Tasarruf Haftasının başlaması, 12 Aralık 1930. • Maliye Bakanı Şükrü Saraçoğlu'nun istifası üzerine yerine Abdülhalik Renda'nın atanması, 23 Aralık 1930. • Mitli Savunma Bakanlığına Zekâi Apaydın'ın atanması, 26 Aralık 1930. • Bayındırlık Bakanlığına Hilmi Uran'ın atanması, 26 Aralık 1930. ** Sergiler hakkında ayrıntı için: Gökhan Akçura, Türkiye'de Sergicilik ve J§ Fuarcılık Tarihi, Tüyap-Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, 2009. 277)



H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.405-406 (özetledim). • Gazi bir başka vesile ile diyor ki: "Tabiidir ki birtakım hoşnutsuz­ luklar, şikâyetler, hatta tarizler ve hücumlar karşısında bulunacağız. Tarihi vazifemiz, bunların hepsine katlanmak, dikkatli ve tedbirli ol­ mak, aziz hastamızın ayağa kalkacağı mesut günleri beklemektir. Hiç şüphem yoktur ki memleketimiz o zaman dünyanın en hür, en müref­ feh ve medeni milletlerinden biri olmak yolunda süratle ilerleyecek ve mütemadiyen yükselecektir!' (a.g.e., s.409) 277a) Çetin Yetkin, S.C.F. Olayı: "Yalnız Ege ve Çukurova'da pazara yönelmiş ticari amaçlı tarımsal üretim yapılabilmekteydi." (s.24); bu nedenle kriz



en çok bu iki yeri vurmuştur. Yeni partiyi ümit verici bir kuruluş olarak görürler. 277b) Menemen olayı için yararlandığım kaynaklar: Kemal Üstün, Menemen Olayı ve Kubilay (Kemal Üstün Kubilay'ın arkadaşıdır. Olay sırasında Menemen'de öğretmenlik yapmaktadır. Kitapta askeri savcının iddia­ namesi de yer alıyor); Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.361363; Prof.Dr. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c., s.310-313; bu kaynaklardan yararlanarak olayı ana çizgileriyle Özetledim. 742 Üçüncü Bölüm Notları



* Yunus Emre gerçek 'dervişi şöyle tanımlıyor: Dövene elsiz gerek Sövene dilsiz gerek Derviş gönülsüz gerek Sen derviş olamazsın! 277c) Gülsün Biigehan, Mevhibe, 2. c, s.203, 7 Şubat 1930. 278) An inan, Prof.Dr. Afet İnan, s.104-106; Prof.Dr. Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması, s.128-137 (Afet Hanım'ın konuş­ ması özetlenmiştir). * İstanbul'daki Türk Kadınlar Birliği, kadınlara belediye seçimlerinde seçim hakkı tanınmasını kutlamak için İstanbul'da büyük bir kadın mitingi yapmıştır. 279) Ankara'da Küçük Tiyatro'nun az ilerisinde, yan yana, birbirine benzer beş-altı bina vardı. Biri de Belvü Oteli'ydi. Geceliği 10 liradır. Sanatçı­ lara % 50 indirim yaparlar. En öndeki binaya birkaç yıl sonra Anadolu Ajansı taşınacaktır. * Şehir Tiyatrosu Muhsin Ertuğrul Beyin başa geçmesiyle büyük bir atılım yapmıştı. 1928'den beri her gece perdelerini açıyor, son gün­ lere doğru salonda birkaç kişi kalsa bile bir hafta aynı oyunu oynu­ yordu (M. Ertuğrul, İnsan ve Tiyatro Üzerine Gördüklerim, s.93); bir oyunu bir ay dolduracak kadar seyirci bulacakları mutlu günleri bü­ yük bir özlemle bekliyorlardı. Şimdi tiyatrolarda yer bulunmuyor. Devlet Tiyatrolarının Ankara dışında ondan fazla ilde yerleşik tiyatro birimleri bulunuyor. Devlet şehir tiyatroları ile özel tiyatroların yıllık seyirci sayısı bir milyonu asalı çok oldu. Birçok üniversitemizde ti­ yatro bölümleri var. İlki DTC Fak. Tiyatro Bölümüdür. 280) Vasfı Rıza Zobu, O Günden Bu Güne, s.331-334; M. Ertuğrul, İnsan ve Tiyatro Üzerine Gördüklerim, s.75. 281) Üyeler: Afet inan, Tevfik Bıyıklıoğlu, Vasıf Çınar, Yusuf Akçura, Samih Rıfat, Halil Ethem Eldem, Yusuf Ziya özer, Sadri Maksudi Arsal, Dr. Re­ şit Galip, Reşit Saffet Atabinen, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Ragıp Hulusi Özden, Mükrimin Halil Yınanç, Zakir Kadiri Ugan, Hamit Zübeyir Koşay, Mesaroş (16 kişi). Türk Tarih Heyeti Türk Tarih Kurumu'nun çekirdeğidir. Bu heyet 4 Ha^ziran 1930'dan 29 Mart 1931'e kadar sekiz toplantı yapar. Çoğunlukla direksiyon binasında çalışır. Türk tarihi üzerindeki çalışmalar yoğun­ laşır. Heyet Gazi'nin direktifiyle 15 Nisan 1931'de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'ni (Türk Tarih Kurumu'nu) kuracaktır. 281a) Birinci Ağrı olayı 16 Mayıs 1926-12 Haziran 1926 tarihleri arasında bastırılmıştır. İsyancılar İran'a sığınmışlardır. İkinci Ağrı harekâtı 1320 Eylül 1927'de yapılmıştır. İsyancılar yine İran'a sığınmışlardı. Olayın geçtiği arazinin bir bölümü İran sınırı içindeydi. Ordu komşuluk iliş-



Üçüncü Bölüm Notları 743



İdleri bozulmasın diye şuura gelince duruyordu. Ağrı olaylarının arka­ sında Hoybun örgütü vardı. Ermeniler de isyancılara yardımcı oluyor­ lardı. Orduyu meşgul etmek için orada burada da olaylar çıkarılıyordu. İngiliz Casusu Lawrens'in Irak kuzeyine geldiği duyulmuştu. Sınır aşi­ retlerinde de hareketlenme vardı. Ağrı olaylarını bitirmekle 9. Kolor­ du görevlendirildi. Üçüncü Ağrı harekâtı 7 Eylül 1930 sabahı başladı, 14 Eylül 1930 günü sona erdi. Kurtulabilen asiler İran'a kaçarlar ama ordu bu kez İran'a girerek harekâtı sürdürür. Bu olay diplomatik sorun olur. İranla toprak değişimi yapılarak sorun kökten çözülecektir. {Tür­ kiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.319-350; Haluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, s.341 -343; Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.322-352) 282) Gazi'nin tarih notları, elyazdarıyla birlikte, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. cilt, s.15-25; bu notlar Tarih Tezi'nin ilk aşamalarıdır. * Bu sorular şimdi bizlere ne kadar olağan geliyor. Olağanüstülükleri ilk kez soruluyor olmalarıydı. 282a) Bu olayın yılı 1930, evi kaydırma tarihi de 8-10 Ağustostur. Olayın za­ manı ve ayrıntısı için Fethi Bey'in anılarından, Çiftlik Müdürü Neca­ ti Turgay'ın anlattıklarından ve konuyla ilgili web sitelerinden yarar­ landım. Bilgileri birleştirip olayı doğru olarak Özetlediğimi sanıyorum. Olayı planlayan ve uygulayanlar: Yusuf Ziya Erdem, Müh. Ali Galip Alnar, Prof. Sadi ve Prof. İhsan Beyler. 282b) K. Doğan Dirik, Vali Paşa Kâzım Dirik, s.382; Atatürk Vali Paşa'yı kızı ve damadıyla barıştıracaktır. 282c) Gazi'nin son tümcesi Fethi Bey'in anılarında yer alan bu anlamdaki tüm­ celerin bir özetidir, s.98,101,117. * Gazi'nin ikinci bir partinin kurulmasına neden öncülük ettiği konu­ sunda çeşitli görüşler var. Bu görüşleri Çetin Yetkin S.C.E Olayı ki­ tabında enine boyuna irdeliyor (s.95-132). Bazı görüşler olayların akışına ve olayın içinde yaşayanların aktardıklarına uymuyor. Mete Tuncay'ın 'memleketteki siyasi eğilimlerin saptanması amacıyla bu girişimde bulunulduğu' biçimindeki görüşü dayanaksız, zorlama bir görüş. Bunun için bu kadar ayrıntılı oyun oynanır mı? Bir başka gö­ rüş de İsmet Paşa güçleniyormuş, Gazi onun yerine yeni bir ikin­ ci adam hazırlamak için Serbest Parti'yi kurdurmuş. Gazi'nin İsmet Paşa'yı değiştirmek için böyle oyunlara ihtiyacı var mı? Değiştirmek istediğini gösterecek bir tek örnek, belirti ileri sürülemiyor. Gerçek I bunun tersidir. 1930 Ekiminde İsmet Paşa istifa edince, yeniden Baş­ bakan olmak istemez. Gazi'nin kesin ısrarı gerekecektir. Bu olay ne­ deniyle Gazi diyor ki: "Eğer İsmet Paşa hükümet teşkilini kabulden kati surette kaçınsaydı, Başbakanlığı bizzat üstlenmekten başka çare kalmazdı.Ya ben, ya ismet Paşa? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. c, s.278) Gerçek bu. Buna aykırı iddialar görüş değil, masal.



744 Üçüncü Bölüm Notları



* Serbest Parti olayını, Gazi, İsmet Paşa ve Fethi Bey arasında kararlaş­ tırılmış bir oyun olarak değerlendirmek her üçüne de hakarettir. * Avni Doğan anılarında diyor ki: "Yeni partinin kurulması fikri, ay­ lardan beri Paşa'nın sofrasında sık sık ele alman bir konu olmuştur... Paris Büyükelçisi Fethi Bey'in izinli olarak İstanbul'a gelişi, bu yolda­ ki kararının gerçekleşmesine yaradı? (Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, s.210-211) Jf * Bütün veriler, Gazi'nin iyi niyetle, içtenlikle çok partili döneme geçil­ mesini, siyasi denetime yol açılmasını istemiş olduğunu gösteriyor. Açıklamalarına rağmen biyografi yazarı Emil Ludvvig'in yazdığı yazı­ da kendini diktatör olarak nitelemesine üzüldüğü de anlaşılıyor (Fet­ hi Okyar'm Anıları, s.98). * Gerçekleri zorlaya zorlaya, senaryolar icat ederek, çarpıtarak, sap­ tırarak, tarihi yeniden yazmaya çalışmanın bilimsellikle hiçbir ilgi­ si yok. Bilim dünyamızın bir bölümünde dedikodu, bilimsel bir veri, kanıt gibi kabul ediliyor. Henüz ortaçağın gölgesinden kurtulamamış oldukları anlaşılıyor. 282d) İsmet İnönü anılarında diyor ki: "1924'te Terakkiperver Parti kuruldu ve 1925'te son buldu. Serbest Parti kurulduğu zaman 1930'dayız. Aradan beş sene geçmiş. Beş sene bizim için büyük bir zaman, öyle görüyoruz.. Aradan geçen beş sene Atatürk'e cemiyetin ilerlemesi ve tekâmül etmesi için yetecek büyük bir zaman kanaati vermişti. Bana da öyle geldi'' (Ha­ tıralar, 2. c, s.226) 282e) Fethi Bey anılarında, Gazi'den, 'Halk Partisi'nin senelik bütçesi ne ise, o kadar para isterim" dediğini yazıyor (s. 106); biri devlet kurmuş, bütün örgütlenmesini tamamlamış bir parti. Öteki daha yeni kuruluyor. Fethi Bey Gazi'nin parası ile hemen iktidara gelmeyi planlıyor. 283) Serbest Cumhuriyet Fırkası hakkında hayli araştırma ve anı var. Hepsini okudum. Olayı ana çizgileri ile yansıttım. # En çok yararlandığım eserler: İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.225-232; Fethi Okyar'ın Anıları, s.63 vd.; Kâzım Özalp, Atatürk'ten Anılar, s.32, 4346; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, s.622 vd.; Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.292 vd.; F. Rıfkı Atay, Çankaya, s.462466; Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.410 vd.; bazı ay­ rıntılar için: Kılıç Ali'nin Anıları, s.255-279; Çetin Yetkin, Atatürk'ün Vatana İhanetle Suçlandığı Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı [her yo­ rumda kendini belli eden İsmet Paşa karşıtlığı, çalışmanın değerini ör­ seliyor. Atatürk vatana ihanet ile de suçlanmış değildir. Söz konusu edi­ len yazının içeriği ile kitabm adı arasında çok fark var. Sayın Yetkin'in kitabına bu adı neden verdiğini anlamadım]; belgeler için: Cemil Ko­ çak, Belgelerle İktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası [Sayın Koçak bu konuda yayımlanan bütün kitapları tanıtıyor ve değerlendiriyor. KenÜçüncü Bölüm Notları 745



di görüşüne aykırı olanları, ki büyük bölümü öyle, eleştiriyor. Kendisi, özellikle İsmet Paşaya, CHP'ye karşı. Her şeyi bu önyargı ile değerlen­ diriyor. Önyargı ile bilimsellik uzlaşır mı?] * Serbest Parti konusunda yazılmış üç anı var: En önemlisi Fethi Okyar 'ıh j Anıları. Genel çizgileriyle güvenilir bir kaynak. Buna karşılık giriş bö­ lümünü yazan oğlu Osman Okyar ve arkadaşı ise bazı bölümlerde ob­ jektiflikten uzaklaşıyorlar; Ahmet Ağaoğlu'nun Serbest Fırka Hatırala­ rı, çok duygusal, yer yer haksız, saygısız, gerçekleri yansıtmıyor, gölge­ liyor; Süreyya İlmen'in anıları ise dedikodu niteliğinde. I 284) Gazi'nin yanıtı (özet): "Büyük Millet MeclisVnde ve millet önünde, mil­ let işlerinin serbest münakaşası ve iyi niyetli kimselerin ve partilerin, gö­ rüşlerini ortaya koyarak milletin yüksek çıkarlarım aramaları, benim gençliğimden beri âşık ve taraftar olduğum bir sistemdir. Memnuniyetle görüyorum ki laik Cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur. Dolayısıyla Büyük Meclis'te aynı temele dayanan yeni bir partinin faa­ liyete geçerek millet işlerini serbestçe münakaşa etmesini Cumhuriyetin esaslarından sayarım. Laik Cumhuriyet esası dahilinde partinizin her nevi siyasi faaliyet cereyanlarının bir engelle karşılaşmayacağına emni­ yet edebilirsiniz!' (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 23. c., s.339) 284a) Ev ve çınar, doğaya saygı anıtı olarak yerlerinde duruyorlar. 284b) F. Rıfkı Atay diyor ki: "Ben bir muhalefet partisinin hiç sırası olmadı­ ğı fikrinde idim. Konuşmalarım Atatürk'ün hoşuna gitmemiş olmalı ki bana ertesi gün yakınlarından biri ile haber yollayarak ihtiyatlı olma­ mı tavsiye etti. Ankara'ya giderken İsmet İnönü'yü gördüm. O da mu­ halefet gazeteleri ile mücadeleye girmemekliğimi söyledi. Muhalefet partisi daha o zaman Yalova köylerinde din tahriklerine başlamıştı... Atatürk'ün kulağına gelen en acı haber en yakınlarından birinin (kız kardeşi Makbule Hanım'ın), Yalova köylerinde, kendi aleyhinde din pro­ pagandası yapmış olmasıydı... O vakit Yalova nasihatlerini unutarak Hâkimiyet-i Milliye'de Politika adlı sütunu açtım ve devrinde hayli akis­ ler bırakan polemiklere başladım!' (Çankaya, s.573-574); Eski Saat adlı kitabında o dönem yazılarından birçok örnekler var. 284c) 29 Ağustos 1930'da Edirne'de Türk Cumhuriyet Amele ve Çiftçi Partisi, 29 Eylül 1930'da Adana'da Ahali Cumhuriyet Partisi kurulur. Hükümet iki partiyi de kapatır. 285) Kurucular, ilk yönetim kurulu üyeleri, milletvekilleri: F. Okyar, Nuri Conker, Dr. Reşit Galip, Mehmet Emin Yurdakul, Tahsin Üzer, Ahmet Ağaoğlu, Senih (Hızıroğlu, Bursa), Nakiyettin (Yücekök, Elazığ), Ali Haydar (Yuluğ, İstanbul), İbrahim (Tolon, Kocaeli), Refik İsmail (Kak­ macı, Sinop), Süreyya Paşa (İlmen, İstanbul), Talat (Sönmez, Ankara), Rasim (öztekin, Bilecik).



746 Üçüncü Bölüm Notları



* N. Conker, Dr. R. Galip, M. EminYurdakul, Tahsin Üzer Gazi'nin teş­ viki, ricası üzerine SC Partisi'ne girmişlerdir. Dr. R. Galip İzmir olay­



larından sonra Halk Partisi'ne geri dönecektir. M. Emin Yurdakul da Serbest Parti'de çok huzursuz olmuştur (Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fır­ ka Hatıraları, s.43). Parti'nin Meclis içindeki milletvekili toplam sa­ yısı başlangıçta on dört. Bu sayı yükselmez, azalır.



* Gazi'nin öğretmenliğini yapmış, yüzbaşılıktan emekli Nakiyettin Bey ilticayı okşayan konuşmalar yaparak hem Gaziyi çok şaşırtmış, hem Fethi Beyi zor durumda bırakmıştır. (Fethi Okyar'ın Anıları'mn 154. sayfasında geçen 'Naki Bey hadisesi' notu bu olay içindir; bilgi için: F. Rıfkı Atay, Çankaya, s.465,4. paragraf.) 286) Parti programının özeti: Parti, cumhuriyetçilik, milleyetçilik ve laiklik esaslarına bağlıdır. Hürriyet ve dokunulmazlık haklarını koruyacaktır. Vergiler hafifletilecektir. Büyük yatırımların gideri bir nesile yüklenmeyecektir. Sıkı tasarruftan yanadır. Yabancı sermayeye yol açmak azmin­ dedir. İktisadi hayata devlet müdahalelerini kabul etmez. Cumhuriyetin çıkarları için girişilmesi icap eden iktisadi işlerde, fertlerin kuvveti ye­ tersiz görüldükçe devlet doğrudan doğruya girişimde bulunur (Bu tüm­ ce Gazi'nin ısrarı üzerine programa eklenmiştir). Çiftçiler için faizler ucuzlatılacaktır. Sanayi teşvik edilecektir. Bürokrasi azaltılacaktır. Yargı hızlandırılacaktır. Parti siyasi hakların kadınları da kapsamasını savu­ nacaktır (Bu tümce de Gazi'nin ısrarı üzerine programa alınmıştır). * Taner Timur diyor ki: "Serbest Fırka çıkarları emperyalizmle en çok uyuşan sınıfların öncülüğünde bir harekettir. Aynı zamanda Fırka yabancı sermayenin de hararetli bir savunucusudur. Fırka, yoksul sı­ nıflarla ilgili savunmalarında samimi olsa bile gerçeklerden uzaktır? (Aktaran Çetin Yetkin, a.g.e., s. 143) 287) Fethi Okyar'ın Anıları, s. 151; Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2» c.) s.445. 287a) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.422-423. 287b) Bu demeci veren Fethi Bey, Y. Kadri Bey'e şöyle diyecektir: "Nasıl düşü­ nebilirsiniz ki ben, başında Gazi Paşa'nın bulunduğu bir parti iktidarı­ nı devirip onun yerini almak hevesine kapılabilirim?'' (Politikada 45 Yıl, s. 120) Hangi açıklama içten ve doğru acaba? 287c) Adnan Menderes de Serbest Fırka'nın Aydın ve çevresindeki örgütlen­ mesine yardımcı olmuş, sonra CHP'ye girmiştir. 288) Ahmet Ağaoğlu da Arif Oruç'a ve gazetesine karşıydı. Fethi Bey'e bu ga­ zeteden uzak durmasını rica ediyordu; A. Ağaoğlu diyor ki: "Yarın gaze­ tesi tuttuğu demagoji yolunda daha şiddetli bir hızla devam ederek, sağı ve solu, önüne gelen herkesi bin türlü şekilde kızdırdığından, Halk Partisi



erkânı ve efradı arasında, yeni partiye karşı derin düşmanlık hisleri uyan­ dırmakta idi... Fethi Bey Arif Oruca beş bin liralık avans vermiş? (Serbest Fırka Hatıraları, s.43-45) Üçüncü Bölüm Notlan 747



İ Arif Oruç 1921'de Asi Ethem isyanı ile ilgili görülerek (o zaman asi Ethem adına bir gazete çıkarıyordu), sürgün cezasına çarptırılmış, bir süre sonra affedilmiş, İstanbul'da yayımladığı Yarın gazetesi ile Serbest Parti'yi desteklemiştir. Parti kapanınca Bulgaristan'a geçer. Yarın'ı orada yayımlamayı sürdürür (AnaBritannica, 17/195). 288a) M. Esat Bozkurt'un liberalizm hakkındaki görüşleri için: Liberalizm Masalı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008. 288b) Ankara'dan İstanbul'a otomobille giderken Adnan Öztrak'tan dinlemiş, otele varınca not etmiştim. Biraz genişlettim. 289) Ümit Sarıaslan, Demir Ağlarından örümcek Ağlarına, s.48-72 (sadeleştiren Ü. Sarıaslan, biraz da ben). 290) F. Rıfkı Atay, Bir Ray Parçası, aktaran 0. Sarıaslan, a.g.e., s.84-85. 291) Amaç çok partili hayatı başlatmaktı, parti çatışmalarını başlatmak de­ ğildi. Bu amacın eğitici, alıştırıcı, sakin bir süreçten geçmesi çok yarar­ lı olurdu. Bu sürecin uzun sürmesi gerekmezdi. Halka iktidar ve mu­ halefet arasında uygarca ilişki örnekleri verilirdi. Birdenbire ilişkileri sertleştiren etkinlikler, mitingler, çatışmalar, sert açıklamalar, eleştiriler toplumu da, siyasi çevreleri de çabuk gerdi. Serbest Fırka iktidara gel­ mekte bir gün gecikirse sanki felaket olacakmış gibi çok acele etti. Ol­ gun, soğukkanlı, sabırlı, temkinli, amacı dikkate alan bilinçli bir tutum içinde olsalardı, Türkiye daha o tarihte çok partili hayata girmiş olurdu. Fethi Bey yazık ki bu olgunlukta biri değildi. Bütün kaynakları inceledim. Düşüncemi özetlemek istiyorum: Fethi Bey misyonunun anlamını, değerini idrak edebilmiş değil. Daha seçi­ me bir yıl varken, kuruldukları gün memleketi seçim havasına soktu, seçim mücadelesini başlattı. Fethi Bey'in bulabildiğim bütün konuşma­ larını okudum, övdüğü, beğendiği bir tek şey yok. Medeni Kanun'u büe ağzına almıyor. Ara sıra Gazi'ye dalkavukluk yapıyor. Birkaç konusu var: Vergüer, yabancı sermaye, demiryolları vb. Türkiye bu muydu? İktisadi duruma değinirken dünya krizini hiç dikkate almıyor. 500.000 göçmen gelmiş. Bu büyük sorunu da hiç hesaba katmıyor. Bütün Batı Anadolu yanmış, yakılmış, önemsemiyor. Küçücük bir bütçe ile çabalandığının üzerinde durmuyor. Yabancı sermayenin alışkanlıklarını, beklentilerini, isteklerini bilmezlikten geliyor. Herhangi bir konuda hiç sayı vermiyor. Yani bir araştırma yapmış değil. Sanki bir iktisat otoritesiymiş gibi ko­ nuşuyor. Kızdığı İsmet Paşayı yenmek için iktidarı yıkmaya çalışıyor. Şeyh Sait isyanı sırasında tanık olduğumuz inadı, geç kavrayışı, değer­ lendirme eksikliği sürüyor. Ne talihsizlik! Gazi'nin bu görev için seçebi­ leceği daha uygun kişiler vardı. Fethi Bey'in seçimi Türkiye açısından ta­ lihsizlik olmuştur. Bir süre sonra yine yurtdışında bir göreve gidecektir. Gazi'nin ölümünden sonra bu kez İsmet Paşa'ya yanaşacak, onu öven bir konuşma yapacak ve Bakan olacaktır. O ne düşmanlıktı, bu ne dostluk? Bu da memleketimizden bir insan manzarası! 748 Üçüncü Bölüm Not lan



C H P de uyarmalı, yol göstermeli, bazı jestler yapmalıydı. Serbest Parti'nin aceleciliğine o da kapıldı. Yönetimin seçimi etkilemeye çalıştığı anlaşılıyor. C H P olgun, daha anlayışlı davranabilir, nasihat, tavsiye toI nunda konuşma ve yazılarla Serbest Partiye rehberlik edebilirdi. Uygar­ ım ca tartışmak, yarışmak, seçim yapmak kolay iş değildir. Yalnız halkın deI ğil, particilerin de, basının da bu yeni sürece alışmaları, ısındırılmaları için zamana ihtiyaç vardı. I îki parti birbirine yardımcı olmalıydı. Olmadılar. Düşman oldular. 292)



Kılıç Ali'nin Anıları, s.269-270.



293) Ben üç yıl 9 Eylül Üniversitesi'ndeki görevim dolayısıyla İzmir'de kal­ dım (1978-1980). İşgal ve Milli Mücadele dönemini, bu arada Serbest Fırka'yla ilgili İzmir olaylarım tanışabildiğim yaşlı İzmirliler ile konuş­ tum. İzmir'in büyük çoğunlukla yeni partiye yöneldiği hakkındaki iddiayı hiçbiri doğru bulmadı. Fethi Bey'i karşılayan kalabalığın büyük bölümü­ nün İzmir dışından getirildiğini söylediler. 294) Ahmet Ağaoğlu kalabalığın 'en az 40.000 kişi' olduğunu söylüyor (Ser­ best Fırka Hatıraları, s. 149).



294a) Y. Kadri Karaosmanoğlu Politikada 45 Yıl adlı anılarında, "Atatürk ile İs­ met Paşa'mn resimleri yırtılıp yerlere atılıyor.." diye yazıyor, Atatürk'ün



de hedef alındığını belirtiyor (s. 117). 294b) A. Ağaoğlu hatıralarında diyor ki: "Kalabalığın bu hareketini anlamak için şurasını ilave etmeliyim ki gazete o gün çıkardığı sayısında İzmir halkım şiddetle tahkir etmiştir? (Serbest Fırka Hatıraları, s.63); söz ko­



nusu yazı Çetin Yetkin'in S.C.F. Olayının 238-239. sayfalarında yer al­ maktadır. Yazının konusu İzmir halkı değildir. Halkı tahkir söz konusu bile değildir. Fethi Bey'e hitaben yazılmıştır, İzmir'deki Serbest F ı r k a y ı tutan gazetecilerin Milli Mücadele sırasındaki işbirlikçi tutumlarım açıklıyor. İki gazetecinin adı geçiyor. Demek ki halk bu iki işbirlikçi ga­ zeteci yüzünden binayı tahrip etmeye yönelmiş! 294c) Hâkimiyet-i Milliye gazetesi kalabalığı yönlendirenlerin adlarını veri­ yor: "Çakır arabacı Ahmet, Tatar Osman, Kaçakçı Sait, Ahmet, Şen ga­ zinosundan garson Hakkı, kaçakçı Yakup, Kör Sait, Hırsız Cafer, sabıkalı arabacı Salih, sabıkalı Çiftekara Ahmet, sabıkalı yankesici Altmdiş Re­ cep, Dişçi Adnan, devrlâlem seyyahı diye kendine ad takan Hayrettin..? (Ç. Yetkin, S.C.F. Olayı, s.247-248) |



295) Ç. Yetkin, S.C.E Olayı, s.242 (ilk satır). 296) O t u z k ı r k bin kişi gece ne yaptı? Şehir ve güvenlik güçleri zor bir gece geçirmiş olmalılar. * Olaylar nedeniyle 36 kişi, bazı işçileri yasa dışı greve kışkırtmaktan 14 kişi ve Serbest Parti'yi destekleyen Yeni Asır gazetesinin sorumlu\ su ve yazacı tutuklandı. Son Posta gazetesinin sorumlusu da tutuklanacaktır. Anadolu gazetesi için de soruşturma açılmıştı ama sorum* Üçüncü Bölüm Notları 749



1



lu tutuklanmamıştı. Yazar ise milletvekiliydi. Dokunulmazlığı varaı. Anadolu gazetesinin yazı isleri müdürü beraat eder, öteki gazeteciler çeşitli cezalara çarptırılır (Ç. Yetkin, S.C.F. Olayı, s.245-246). 3 Aralık 1930'da Arif Oruç da tutuklanır. 296a) Gazi mektubunda diyor ki: "Hükümetin bütün temel faaliyetlerinin doğru olduğu kanatindeyim. Eğer kanaatim bu olmasaydı, partinin programını ve hükümet faaliyetlerini değiştirme durumunda olurdum? (Aktaran: İl­ han Tekeli, Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye'nin İktisadi Po­ litika Arayışları, s.168) Gazi-Fethi Bey anlaşmasının kırıldığı noktanın Fethi Bey'in İzmir konuşması ve İzmir olayları olduğu anlaşılıyor. I 297) Fethi Okyar'ın Anıları, s.210'daki fotoğraf. 297a) I. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.228; Fethi Bey'in konuşmasının ana çizgileri için: Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, s.104-106. 298) Şimdilerde yazılmış kitapları okuyorum. Bazıları olaylara tek yanlı yaklaşı­ yorlar. Bütüne bakmıyor, birkaç ağaca bakarak karar veriyorlar. 299) Yunus Nadi Bey'in imzası ile yayımlanan mektubu Gazi'nin yazdırdığını Kılıç Ali anılarında açıklamıştır (s.273); H. Rıza Soyak ise "mektubun Ga­ zi'nin tasvibiyle yazıldığım" söylüyor (a.g.e., 2. c, s.432). Arada fark var. 300) Kâzım Özalp-Teoman Özalp, Atatürk'ten Anılar, s.45. * Serbest Parti yöneticileri örgüt işleriyle ilgüenmek üzere birkaç gün İzmir'de kalmışlardır. Hiçbir yerde bu yöneticilerin 9 Eylül tören ve şenliklerine katıldıkları hakkında bir bilgiye rastlamadım. 301) Serbest Parti'nin hemen seçime girmesi düşünülmemiş, görüşülmemiş­ ti.-Düşünülen Meclis'te denetimi başlatmaktı. Bu nedenledir ki 40-50 kadar milletvekilinin Serbest Parti'ye verilmesi konuşulmuştu. Devrim­ lerden geçen bir milleti birdenbire seçim çalkantıları içine sokmak, par­ ti çatışmalarına yol açmak hesapta yoktu. Meclis içinde başlayacak bir muhalefet ile çok partili hayata yumuşak bir geçiş düşünülüyordu. # Hilmi Uran bu konuda diyor ki: "Eğer yeni parti belediye seçimlerine katılarak onları mutlaka kazanmak hevesine düşmey ip de faaliyetini sadece Büyük Millet Meclisine hasretmiş ve orada bir müddet mutedil



ve makul bir denetim organı hüviyetinde kalarak, ondan sonra taşra­ da teşkilatını tamamlamış olsaydı, bu hem kendisinin devamlı bir ha­ yata malikiyetini ve hem de memlekete çok hayırlı bir organ olmasını sağlayacaktı. Fakat parti başında bulunanlar bu sabır ve tahammülü gösteremediler... Bu hava içinde parti kendisini bütün bir hoşnutsuzlar zümresinin mümessili vaziyetine sokmuş oldu ve hatta halk tabakala­ rının henüz ruhuna sinmemiş olan körpe inkılap hamlelerimizi de bu suretle tehlikeye koymuş bulundu? (Hatıralarım, $.213; benzer görüşü Y. Kadri Bey de paylaşıyor, Politikada 45 YU> s. 120) Hilmi Uran anılarında Adana ve çevresindeki seçim günlerine özgü durumu şöyle anlatıyor: 'Halk kitlesi, birçok hayali vaadlerle alda-



750 Üçüncü B ö l ü m Notları



Ulmış ve her çeşit gayr-i memnunlar, halkı, hükümet ve Halk Partisi aleyhine inanılmaz bir gayz ve ısrarla, gece gündüz ve kapı kapı do­ laşmak suretiyle zehirlemiştir. Bu gayr-i memnunlar arasında seci­ yesizliği dolayısıyla şimdiye kadar ihmal edilmiş olanlar, ahlaksızlı­ ğı dolayısıyla memuriyetten çıkarılanlar, bugünü bekliyormuşçasma müstehzi gülen dönekler, Ağrı'nın hesabını soracağız' diyen Kürtler, milliyetleri kabaran Araplar, belediyeden ceza gören esnaf, polis taz­ yikinden kurtulmak isteyen irili ufaklı her çeşit serseri, kumarbaz, es­ rarkeş ve kaçakçı, hatta komünizm fikri besleyenler, inkılaplara ar­ tık son vereceğini sanan bağnaz tabaka, kabiliyetlerine ve öfkelerinin şiddetine göre yer almış, rol almış, vazife almış bulunuyordu. Bu ka­ dar gayr-i mütecanis, bu kadar ayrı his ve kanaatte ve bu kadar ayrı emeller peşinde koşan zümreler, ancak karşısındaki kuvveti yıkmak için birleşebilirler. Bu halita içinde belediyeyi yıkmak isteyen, İsmet Paşa'yı yıkmak isteyen, darlık günlerini yıkmak isteyen olduğu kadar, daha geniş şekilde hükümet kuvvet ve kudretini yıkmak isteyen, hat­ ta devrimimizi yıkmak isteyen kimseler vardı. Daha laik olacağım, daha Cumhuriyetçi olacağım diye ortaya çıkan Fethi Bey'in kimler­ le ve nasıl laiklikte ve Cumhuriyetçilikte daha sola gitmekte olduğu­ na seçim günlerinde acı acı güldüğüm olmuştur. Hakiki bir ıstıraba samimi olarak dayanan feryatlar yok olmamakla beraber, manzara, bu ıstırabı silah olarak eline alıp ayaklanmış kara kuvvet manzarası idi... Her yerde hükümet elinde bunu böylece saptamış vakalar ve de­ liller vardır!' (a.g.e., s.219-220) * Serbest Parti'nin belediye seçimlerine katılmasını Gazi tavsiye etmiş değildir (A. Ağaoğlu, Hatıralar, s.49, dipnot). 302) Bu iddiayı ileri süren eski Balıkesir Belediye Başkanı Hayrettin Karandır. 15 Kasım 1930'da Meclis'te ısrarla ve kesin bir dille söyleyecektir; Balıkesir'de yeşil bayraklar, tehlil ve ilahilerle karşılandığı hakkında: Y. Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, s. 118. 302a) Kafayı üşütüp 'ben Mehdiyim' diyenlerin sayısı az değildir. 303) İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.227, 229 (İsmet Paşa'nın bu paragrafı ilgilen­ diren izlenim, düşünce ve anıları özü korunarak özetlenmiştir), 304) özgün yazıyı aktaran, Çetin Yetkin, S.C.F. Olayı, s . 2 9 6 - 2 9 7 ; F. Rıfkı Bey'in metnine dokunmadan, metin dışı küçük bir ekleme yaptım. 305) Ya rd. Doç. Dr. Şad iman Halıcı, Yeni Türkiye Devletinin Yapılanmasında



Mahmut Esat Bozkurt, s.347~351İ 305a) İsmet Paşa bu kez Başbakanlığı kabul etmek istemedi. Gazi'nin kesin ıs­ rarı üzerine kabul edecektir. Gazi'nin bu konu hakkında açıklaması İçin: dipnot 282b.



* Yeni Bakanlar Kurulu: Adalet Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk, içiş­ leri Bakanı Şükrü Kaya, Dışişleri Bakam Dr. Tevfik Rüştü Aras, İktisat Üçüncü Bölüm Notlan 751



Bakanı Mustafa Şeref Özkan, Eğitim Bakanı Esat Sagay, Maliye Bakanı Şükrü Saraçoğlu, Milli Savunma Bakanı Abdülhalik Renda, Bayındırlık Bakanı Zekai Apaydın, Sağlık Bakam Dr. Refik Saydam. 305b) Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, s. 114-123; M. Şeref Özkan hakkında: özcan Şabudak, Unutulmuş Bir Devletçi İktisat Vekili: Mustafa Şeref Özkan. m 1930 yılına kadar genel karakteri kapitalist-liberal olan bir iktisat siya­ seti izlenmişti. Birkaç devletçi girişim bu yapı, anlayış ve işleyiş içinde önemli bir yer tutmaz. Tüccarlar, özellikle sanayiciler geniş çapta teş­ vik edilmişti. Bu arada nüfuz suiistimali dedikodular toplumu rahatsız ediyordu. Bazı iktisadi konularda gelişmeler olmuştu ama bu yakla­ şımla büyük bir gelişme sağlanamamış, sonuç alınamamıştı. * "Devletçilik bir ekonomik meslek olarak doğmamıştır. Bir tarihi zaru­ ret olarak doğmuştur. Yapılacak şeyleri devletten başka yapabilecek olan yoktu. Yeni Türkiye, kendi yapmak veya hiçbir şey yapılmaması­ na boyun eğmek arasında seçmeli idi!' (F.R. Atay, Çankaya, s.452) * Celal Bayar da diyor ki: "Milletin muhtaç olduğu refahı, bazı özel gi­ rişimlere ve bu girişimin dayandığı sermayeye bırakmak gerekirse, en az iki yüz yıl daha bekleme dönemi geçirmekliğimiz gerekir? (Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 4. c, s.1394) 305c) Dersimiilerin yakın çevreye yönelik soygun olayları sürüyordu. Üç yıl için (1929-1931) yalnız Erzincan kesimindeki tecavüz ve soygun olaylarmın sayısı 229 idi. Dersimli sanıkların sayısı 4.680'di. 35 kişiyi de öldürmüşlerdi (Dersim, J. Gen. K.lığı, s.160); Genel Müfettişlik Dersim'de 8.000-10.000 kadar silah bulunduğunun saptandığım belirtiyor (s. 175). 305d) a.g.e., s.174, 177 vd.; bütün raporların özeti şöyle: Dersimli askere git: miyor, silah toplatmıyor, vergi vermiyor, bir bölümü çapul ve soygunla geçiniyor. Beyler, ağalar, seyitler büyük sorun. * Erzincan ve civarını gezen, denetleyen Genelkurmay Başkanı Mareşal F. Çakmak da bir rapor vermiştir. O da Dersimin bir sorun olduğunu belirtmiş, askeri hareket düzenlenmesi gerektiği görüşünü açıklamıştır. Dersimden uzaklaştırılması gereken ağa, bey ve seyitlerin adlarını da yazmıştır. Başta Seyit Rıza yer almaktadır (a.g.e., s. 181-183); ayrıca: Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.383-385. f # f



p Dersimi Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Jandarma Genel Komutanı Kâzım Orbay da gezip incelemişlerdir (1931 yılının sonları); bu incelemeye Naşlt Hakkı Uluğ da katılmıştır. Naşit Hakkı diyor ki: "Şükrü Kaya Dersimde halkla ve ağalarla konuş­



tu. Ağalar o yıl ki azgınlıkların sorumlusu olarak orada hazır bulun­ mayan Seyit Rızayı, Maydaranlının Kamer ve Hızır'ı gösteriyorlardı,. Dersim için şöyle düşünülmüştü: Dersimin kurtarılması için devlet tam tedbirler almalıdır. Aşiret sistemi ve aşiret geleneği yıkılmalıdır. Bu sistemin tehlikesi aşiretlerin silahlı olmasıdır. Dersim silâhlarını ver-



752 Üçüncü Bölüm Notlan



M I I I I I I I I I I I m •



melidir. Dersim ağaları ve seyitleri buradan çıkarılmalı, suçlular yaka­ lanmak, topraksız ve ağa elinde esir olan köylülere ya yerinde, veyahut nakledilecekleri verimli yerlerde toprak verilmelidir. Cumhuriyet Dersimli Türkü bu surette bağrına basmalıdır. Yeniden ağa ve reis türetmeyici tedbirler alanmalı, Dersime tekrar silah sokulmasına meydan verilmemelidir. Devlet teşkilatı kuvvetle, adalet ve kültürle Dersimde kurulmalıdır. Adliye makinesi mutlak surette seri şekilde işletilmelidir. Yollar yapılmak, dağınık köyler toplanmalı, halkın yaşamasına mü­ sait olmayan yerlerdeki köyler nakledilmek, mektepler açılmalı, sağlık teşkilatı kurulmalı, kazanç, ticaret ve iş imkânları oluşturulmalıdır... Velhasıl Dersim imar edilmeli ve medenileştirilmelidir." (Tunceli Mede­ niyete Açılıyor, s. 177-178) 306) Bu raporlar Cemil Koçak'ın iktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası adlı araştırmasında, s.511 vd. yer almaktadır. 307) Cemil Koçak bu sayıyı veriyor ama eksik olduğunu bildiriyor (s.585); Cem Emrence ise bu sayının 160'tan fazla olduğunu ileri sürüyor (Akta­ ran Ali Eşref Turan, Türkiye'de Yerel Seçimler, s.42). 308) Seçimlerde oy verme işlemi o zamanki usullere göre birkaç gün sürü­ yordu. Seçim Ekim başında başlamıştır. 309) Weiker bu sayının 31, Emrence 40, Koçak 42 olduğunu yazıyor (topluca aktaran Ali Eşref Turan, Türkiyede Yerel Seçimler, s.56). Fethi Bey seçi­ me girdikleri her yerde kazandıklarını fakat bu başarının türlü yollarla engellendiğini iddia ediyor. * Seçimler hakkında önemli raporlardan biri CHP Müfettişi Hilmi i Uran'ın raporudur (Hatıralarım, s.216-224); raporda Adana ve çevre­ siyle ilgili olarak CHP'nin ve Serbest Parti'nin yanlışları açıklanmıştır. * Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. c, s.385-387. 310) Atatürk'e Saygı, Kont Chambrun'ün Gelenekler ve Anılar kitabından ç e ­ viren Fehmi Baldaş, s.241, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1969; Kont Chambrun Atatürk için şöyle yazıyor: "Pekâlâ imparatorluk tahtına oturabilirdi. Akıllı bir insan oluşu onu bu yoldan uzaklaştırdı, ulusun babası olmayı yeğledi. Büyüklük taslamadı, kendini gösterişe kaptırma­ dı, tersine, filozoflara özgü bir hal aldı, bundan ötürü de itibarı her gün biraz daha arttı." (a.g.e., s.24l) 311) İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Antlaşmaları, s.391 vd. 311a) Cumhuriyet Bayramı günü Adana'da yapılan törenlerde iki yan "kah­ rolsun" diye bağırarak birbirine girmiş, birçok polis yaralanmış, dü­ zen ancak askeri birliklerin yardımıyla sağlanabilmişti (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.436-437). 312) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. c , s.299. 313) Yunanistan'ın Enosis tutkusu iki ülkeyi birkaç kez savaşın eşiğine getire­ cektir; 1963 Noel kıyımından hemen sonra Kıbrıs'a radyo muhabiri olarak gitmiş, çok şeye tanık olmuştum. Türk Alayı doktorunun eşinin ve çocukÜçüncü Bölüm Notları 753



larının banyo tavanına fışkırmış kanları daha tazeydi. Küçük çocuklardan birinin patikleri küvetin yanında yerde duruyordu. Küvetin konumundan, Rumların içeri girip görerek ateş ettikleri anlaşılıyordu. Çankaya Kulübü­ nün duvarlan büyük çaplı silahlarla delik deşik edilmişti. Türk Alayının çıkış kapışma yalan bir un fabrikası vardı. Çatışma çıkınca Rumlar tara­ fından tutulmuş. Çevreye ateş yağdırıyorlar. Alay dışarı çıkıp Türklerin yardımına koşabümek için önce bu un fabrikasmdaki katilleri susturmak zorunda kalıyor. Alay Komutanı Kur. Alb. Hasan Sağlam'dı. Ayrıntıları ondan dinlemiştik. Bazı ev grupları yakılmıştı. Yanmış evlerin, ellerine si­ lah verilmiş Rum çocukların fotoğrafları bende duruyor. 1930-1955 arasındaki içten dosüuğu yaşatmak bir daha mümkün olmadı. 314) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. c , s.301-303. 314a) 1. İnönü, Hatıralar, 2. c , s.227; Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. c , s.274275. * Gazi'nin Serbest Parti hakkındaki düşünceleri, oldukça açık ola­ rak, seçimlerin yenilenmesi için yazdığı yazıda yer almaktadır. Fethi Bey'in ölçüsüz ve değerbilmez eleştirilerine karşı toptan ve nazik bir yanıttır. Diyor ki: "Son aylarda CHP'nin memleketteki, TBMM'ndeki



ve hükümetteki idari ve siyasi faaliyeti aleyhinde bir hava yaratılma­ ya çalışıldığı malumdur. Asırlarca ihmal edilmiş bir memlekette ve millet hayatında birçok eksiklikler ve ihtiyaçlar olması tabiidir. Bun­ dan başka milleti kurtarıcı esaslı bir siyasetin tatbikatından mem­ nun olmayacak kimselerin de bulunacağı şüphesizdir. Yüksek esas­ ları görmeyerek veya görmek istemeyerek, milletin bütün düşün­ celeri ve duyguları karıştırılmaya ve yamltılmaya çalışılmıştır. Bunun için yer yer kullanılmış olan vasıtalar ve vesileler dikkat çekici ve uyarıcıdır'.' (3 Mart 1931, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s. 106) Anlayana!



* Tarih /VGazi tarafından okunduktan sonra yayımlanmıştır. Tarih IV, s.l99-200'de Serbest Parti olayı yukarki anlayışla anlatılıyor. Kısa bir alıntı: "[Serbest Partinin kurulması üzerine] memlekette baş kaldır­



maya takat bulamayarak ötede beride sinmiş olan gerici unsurlar, Halk Partisi'ni devirmeyi maksatlarının birinci kademesi sayarak meydana atıldılar. Yeni bir partinin kurulmasını ve bir kısım aydınların ona gi­ rişini devrim hayatında ayrılık belirtisi sanarak her yerde nifak tohu­ mu saçmaya koyuldular. CHP'nin kaldırdığı tarikatlar, şeyhleri ve dervişleriyle yeniden canlandılar. Yeni parti siperi arkasında gizli gericilik faaliyeti başladı. Bu faaliyetler... Kubilay olayına kadar vardı." Yakın tarihimizle ilgili ders kitaplarında da olay Atatürk'ün özet­ lediği gibi, bu çerçeve İçinde anlatılmaktadır. CHP Üçüncü Büyük Kongresinde açıklanan Başkanlık bildirisinde de Serbest Parti olayı bu yaklaşımla anılıyor (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c , s. 140 -141). 754 Üçüncü Bölüm Notları



314b) Bu paragraf için kaynaklar: İsmet İnönü, Hatıralar, 2. c, s.229; Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.441, 444; Fethi Okyar'ın Anı­ ları, s.157 (bilgiler birleştirilmiş ve Özetlenmiştir). 314c) Uluğ İğdemir, Cumhuriyetin SO. Yılında Türk Tarih Kurumu, s.5. * Bu görüş, adı üzerinde bir tez, bir iddia, bir faraziyedir. Birçok Türk tarihçisi ve bazı yabancı bilim adamları tarafından desteklenir. Yeni devlet bu tez ile Anadolu'nun geçmiş tarihine de sahip çıkmaktadır. Tezin özü bu noktadır (Tarih tezi hakkında: Prof.Dr. Şerafettin Tu­ ran, Türk Devrim Tarihi, c. 3/2, s.93-97). * 1931 yılının başında, bu kitabın giriş bölümü, Leon Cahun adlı bilim adamının verdiği bir konferansın metni eklenerek Türk Tarihinin Ana Hatları-Methal Kısmı adıyla 30.000 adet basıldı (Maarif Bakanlığı, İs­ tanbul Devlet Matbaası, 1931); bu kitap Tarih Tezi'nin geniş özeti ve 'Hıristiyanlık taassubu ile Türkler aleyhinde yazılmış tarih kitaplarına', ayrıca Anadolu üzerindeki emellere de bir yanıt niteliğindedir. Methal kitabı bütün okullara, öğretmenlere, üniversiteye, yazarlara, basına dağıtıldı. Özellikle gençlere coşku verdi, özgüven aşıladı. 314d) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.438-439. 315) Başlıca şikâyetleri: Partisine oy verenlerin mürteci, komünist olduğu­ nun söylenmesi, seçmenlerin oy vermelerinin engellendiği, sahte imza­ lar ile oyların saptırıldığı, oyların sayım ve dökümünün doğru yapılma­ dığı, Antalya'da seçmenlerin dövüldüğü, muhalif gazete okuma yasağı­ nın uygulandığı, göçebelere zorla oy kullandırıldığı vb... [Türk Parla­ mento Tarihi, 1927'-1931,1. c, s.340) Ht CHP'nin başlıca şikâyetleri: Yöneticilere, polise ve jandarmalara hü­ cum edildiği, CHP adaylarına adaylıktan caydırmak için rüşvet öneril­ diği, dincilerin kapı kapı dolaşıp Allah bizimle' diye propaganda yap­ maları, şekeri beş kuruşa indireceklerini söylemeleri, 'şapka kalkacak, fes giyilecek, sarık gelecek, yeni yazı kalkacak' diye propaganda yapıl­ dığı, Fethi Bey'in Balıkesir'de Kadınlar Şeyhi'nin tekke olarak kullanageldiği evinde misafir kaldığı, Adana'da Arap asülı yurttaşlara 'İsmet Paşa'nın hepsini keseceğinin' söylendiği, Gazi'nin propagandaya alet edildiği, Serbest Parti'nin Gazi tarafından CHP'nin yerini alsın diye kurulduğunun söylendiği, Fethi Bey'in yerel örgütlerden aldığı her ha­ bere inandığı vb... (a.g.e., s.353 vd.) 316) Serbest Parti seçime sadece 101 yerde girmişti. Seçim sonuçlarından şikâyetçi olmadıkları yerler de vardı. Katılmadığı yerlerdeki seçimlerin



de yenilenmesini istemesi tepkiyle karşılandı. Bu isteği 'memleketi alt üst etmeyi' istemek olarak görülüp tepki gösterildi.



* Seçime girdiği her yerde seçimi kazansa, bu ancak beşte bir oranında bir başarı olurdu. Kazandıkları birçok seçimi Danıştay iptal edecektir.



Üçüncü Bölüm Notlan 7 5 5



Görüşmenin geniş özeti için: Türk Parlamento Tarihi, 1927-1931, s.353403. * Konuşan milletvekilleri: Vasıf Çınar, Hayrettin Karan, Zamir Arıkoğlu, Rasih Kaplan, Ali Çetinkaya, Refik Koraltan, Hilmi Uran, Ethem Bey. Bazıları iki kez söz aldılar. * Maurice Duverger Siyasi Partiler kitabında diyor ki: "Serbest Parti, rejimin bütün düşmanlarının, özellikle laiklik aleyhtarlarının ve din­ ci mutaassıpların birleşme yeri haline gelmiş(tir)" (ş.361) * Hiç kimse Fethi Bey'e ve yanında yer alan milletvekillerine toptan ir­ tica yanlısı, laiklik karşıtı dememiştir (Nakiyettin Bey hariç). Yerel kadroların tutumundan, Fethi Bey'in gerekli tavrı almadığından, ger­ çeği araştırmadığından, yani ünlü tembelliğinden, kayıtsızlığından şikâyet edilmiştir. 318) Elbette gayr-i memnunlar, haklı muhalifler, iktidar karşıtları, şikâyetçi­ ler vardı. Muhalifler içinde bağnazlar, softalar, tekkeciler, medreseciler, saltanatçılar, halifeciler, Osmanlıcılar, Batı illerine sürülen isyancıların yakınları da önemli bir yer tutuyordu. Bir muhalif parti kurulunca irtica koalisyonunun, hareketsiz ve sessiz kalacağını düşünmek akla ve gerçe­ ğe aykırı olur. Elbette harekete geçeceklerdi. Geçtikleri anlaşılıyor. Ama bizim bazı bilim adamlarımız, araştırmacılarımız bu olguyu görmezden gelerek, Gazi'nin ve CHP'nin şikâyetlerini ve kaygılarını dikkate almı­ yorlar. 'Serbest Parti gerici değildi' diyorlar. Doğru, Serbest Parti Başka­ nı ve üst yönetimi elbette gerici değillerdi. Ama tabanının büyük bölü­ münü irtica koalisyonu oluşturuyordu. Fethi Bey'in partiyi kapatması­ nın nedeni Gazi ile karşı karşıya gelmesi olasılığıdır. Serbest Parti neden Gazi ile karşı karşıya gelecekti? Bunun apaçık nedeni, Gazi'nin sözleriy­ le 'beliren anarşi ve gerilik isHdatiarı'dır. 317)



g



"



|.



Serbest Parti'nin kendini kapatmasının nedeni olarak, Halk Partisinin iktidardan düşeceğinden korkarak haksız yere Serbest Parti'yi gerici­ likle suçlaması, Gaziyi de bu yönde etkilemesi diye göstermek, gerçeğe hizmet etmek değildir. Serbest Parti tabanının özelliğini, bundan du­ yulan kaygıyı dikkate almadan Serbest Parti olayım doğru çözümlemek imkânsızdır. 319) Fethi Okyar'm Anıları, s. 159-162.



* Fesih bildirimi şöyle (biraz sadeleştirilmiştir):



"Beliren son duruma göre Partimiz, Büyük Gazi Hazretlerine kar­ şı, siyasi sahnede mücadele edecek bir mevkie getirilmiştir. Partimiz doğrudan doğruya Gazi Hazretlerinin teşvik ve tasvipleriyle vücuda gelmiş ve Büyük Reisimizden her iki partiye karşı eşit yardım ve mu­ amele göreceği güvencesi almıştı. Esasen başka türlü siyasi bir teşek­ küle vücut vermek sorumluluğunu almayı hiçbir zaman hatırımıza getirmedik. Halbuki emr-i vaki şeklinde gerçekleşen son vaziyet kar-



756 Üçüncü Bölüm Notları



sumda bizce başarılması imkânsız olan bu teşebbüse devam etmek beyhude olacağından, partimizin feshine ve keyfiyetin bütün teşkilata ve İçişleri Bakanlığına bildirilmesine karar verilmiştir. 16, 11.1930" Mehmet Emin Yurdakul ve Süreyya İlmen İstanbul'da oldukları için kararda imzaları yok. öteki milletvekillerinin hepsi imzalamışlar. * O tarihte özel Kalem Müdürü olan Hasan Rıza Soyak, Fethi Bey'in 'esaslı çalışma, tahammül ve feragat isteyen güç bir görevden kaçtığı' kanısındadır (Atatürk'ten Hatıralar, 2. c , s.445). 319a) Prof.Dr. Anıl Çeçen, Halkevleri, s.93'te Sokollarla ilgili genişçe bügi var. * Bir sosyolog olan yazar Necmettin Sadak Akşam gazetesinde 1925 yılında şöyle yazmıştı: "Türk Ocakları yaşamak ve faydalı olmak için kalk ocakları haline inkılap etmeli ve bulundukları yerlerde mun­ tazam dersler ve konferanslar vermek suretiyle halkı aydınlatmak, Cumhuriyeti güçlendirmek görevini üstlenmelidir? (Atatürk Devri Fi­ kir Hayatı, 2. c, s.609) * Çekoslovakya'daki Sokol cemiyetinden ilk söz eden Mehmet Emin Erişirgil'dir. Hayat dergisinin 14 Nisan 1927 günlü sayısında, 'Türk Ocaklarının eğitim konusunda Çekoslovakya'daki Sokol Cemiyetine benzer faaliyet içinde bulunmasını' taviye etmiştir (Aktaran Füsun Üstel, Türk Ocakları, s.228). 320) Bu geziye Eğitim Bakanlığı adına Hasan Âli Yücel katılmıştır. Ayrıca: Fa­ lih Rıfkı Atay, Dr. Reşit Galip, Ruşen Eşref Ünaydın, Kılıç Ali, Salih Bozok, Recep Zühtü, Cevat Abbas Gürer, Memduh Şevket Esendal, Ahmet Hamdi Başar, özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak, Başyaver Rüsuhi, İsmail Hakkı Tekçe, yaverler, tutanak kâtipleri. * Bu geziyle ügili olarak çoğunlukla Ahmet Hamdi Başar'ın Atatürk'le Üç Ay adlı anı-kitabı dikkate alınmaktadır. Kitap söz konusu geziden 14 yıl sonra yazılıp basılmıştır (1945). Yazar not almadığı için önemli yanlışlar yapmakta, ister istemez gerçek dışı bilgiler vermektedir. Me­ sela Halkevlerinden söz ediyor (s.47, 48). Bu tarihte Halkevleri yok­ tur. "Artık Partiyi birtakım eseslara bağlamak lazım geliyordu" diyor ve yolculuk sırasında CHP'nin ilkelerinin saptandığım iddia ediyor, saptanan ve tanımlanan ilkeleri sayıyor: cumhuriyetçüik, milliyetçilik, halkçılık, laiklik, devletçilik, inkılapçılık (s.42-44). Bu ilkelerden dördü 1927 kurultayında saptanmıştır. Son ikisi, devletçilik ve inkılapçılık ise 1931 kurultayında saptanacaktır. Ona daha beş ay var. Anı-kitap işte böyle, daha çok Ahmet Hamdi Başar'ın düşünceleriy­ le ilgili. Bu kitaptan ihtiyatla yararlanılmasını tavsiye ederim. Hasan Âli Yücel ile ilgili anekdot ilk kez bu kitapta yer almıştır: Gazi sıfırı tanımlamasını söyler. Ne söylese yeterli bulmaz. Hasan Âli Yücel so­ nunda ince bir nükte ile yanıt verir: "Sizin solunuzda ben" (s.31).



Üçüncü Bölüm Nottan 757



I Bu gezi hakkında raporlar hazırlanıp Başbakanlığa ve ilgili yerlere ve­ rilmiştir. Temel belgeler bunlardır. Raporları Gürbüz Tüfekçi yayımla­ mıştır: Atatürk Seyahat Notları, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1998 (Bu raporlar Atatürk'ün Bütün Eserlerinin 24. ve 25. ciltlerinde de var). * Kırklareli'nde halkla, Edirne'de okullarda yaptığı konuşmalar için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 24. c, s.377 vd. 320a) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.449. 321) BUsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 1. c, s.125-127. 321a) Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet, Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Ali oğlu Hasan. 322) Olayı izleyen kalabalığın üçte ikisinin üzerinde tabanca bulunmuştur (Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.363). * Şehit Kubilay 1906 Kozan doğumludur. İlkokul öğretmeniyken askejjjre alınmıştır. Yedide adında bir eşi, Vedat Aktuğ adında 2,5 yaşında bir oğlu vardı. Annesi Zeynep Hanım da sağdı. * Fransızlar, Gazi'nin ve ismet Paşa nın Serbest Parti'yi ezmek için bu olayı düzenledikleri' hakkında propaganda yaparlar (F. Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.335-336). Oysa Menemen olayı Serbest Partinin kapanmasından 8 hafta sonradır. Bazı günümüz yazarları bu şaşkın Fransız propagandasını benimsiyorlar. Hitchcock bile böyle bir olay düzenleyemez. Yalan, yakıştırma, uydurma ne bitmez tükenmez bir hazine bunlar için. 322a) Kâzım-Teoman Özalp, Atatürk'ten Anılar, s.47-48. $ Yunus Nadi'nin oğlu Nadir Nadi'nin önerisi üzerine Menemen'de Cumhuriyet şehitleri için kışlanın arkasındaki Ay-yüdız Tepe'ye bir anıt dikilmiştir. Anıt halktan toplanan paralarla yapılmış, 24 Aralık 1934'te büyük bir törenle açılmıştır. Sayın Şerafettin Turan "Kubilay adı laik Cumhuriyet için bir simge oluşturmuştur" diyor (Türk Dev­ rim Tarihi, c. 3/1, s.314).



* Anıtta kabartma harflerle şöyle yazılıdır: İnandılar, dövüştüler, öldüler Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz 322b) Ankara'da 7 Ocakta Gazi'nin başkanlığında Menemen'le ilgili bir top­ lantı daha yapılmıştır. 322c) Anıyı aktaran, M. Kemal Palaoğlu, Müdafaa-yı Hukuk Saati, s.280; M. ^ Kemal Palaoğlu soruyor: "Ya bugünün Hasan lan?" 323) 3 Ocakta Ankara, İzmir ve Manisa'da Kubilay'ı anma toplantıları yapıldı. 10 Ocakta Ankara'da hukuk öğrencüeri Kubilay mitingi yaptılar. Basında konu uzun süre yer aldı. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde 30.12.1930'da yayımlanan bir yazıda 'Derviş Mehmet'in Asi EthenVin adamlarından olduğunun tespit edildiği yer alıyor (aktaran Kemal üstün, Menemen Olayı ve Kubilay, s.48). 758 Üçüncü Bölüm Nottan



324) 1931 yılı: • Bu yılki büyüme hızı % 8. • Altın rezervi 6 ton 127 kiloya çıkar, T.C. Merkez Bankası'na hazırlık. • Nâzım Hikmet'in Sesini Kaybeden Şehir adlı şiir kitabı yayımlanır. • Bu yılın başlıca romanları: Çıkrıklar Durunca (Sadri Ertem), FatihHarbiye (Peyami Safa). • Musahipzade Celal'in Mum Söndü adlı oyunu oynanır.



• Naşide Saffet Hanım Türkiye güzeli seçilir. • İlk sesli Türk filmi İstanbul Sokaklarında (Yönetmen: Muhsin Ertuğ­ rul) gösterime girer. • Afyon Müzesi açılır. • Balkan şampiyonasında Türk adetleri 4x100'de Balkan şampiyonu olur­ lar (Hakkı Süslüay, E. Aziz Göknü, Semih Türkdoğan, M. Ali Aybar). • İlk kadın operatör: Dr. Suat Hanım. • Yeni Milli Savunma Bakanlığı binasının hizmete girişi, mimar Holzmeister. • Ankara'da Balkan Birliği Derneği'nin kuruluşu. • Malatya-Gölbaşı demiryolu işletmeye açılır. • 2. Sanayi Sergisi'nin açılışı, 10 Nisan 1931. • Ankara'da 3. Yerli Mallar Sergisinin açılışı, 11 Ağustos 1931. • Irmak-Çankırı demiryolunun işletmeye açılışı. • Tekel Genel Müdürlüğü'nün kurulması, 1 Haziran 1931. |C • Mudanya-Bursa demiryolu mil Üleş tir ili r, Ağustos 1948'de kapatıla­ cak, 1953'te raylar sökülecektir. • Yüksek Sağlık Şûrası'nın ilk kez toplanması, 15 Temmuz 1931. • IV. Milli Tıp Kongresinin başlaması, 22 Eylül 1931. 4 İzmir iline bağlı köylerde 39 tarım kredi kooperatifi kurulmuştur. • Kocatepe ve Adatepe muhriplerine sancak çekme töreni, 18 Ekim 1931. • Bursa'da Gazi heykelinin açılışı, 29 Ekim 1931. • Sakarya ve Dumlupınar denizaltı gemilerinin donanmaya katılması ve sancek çekme töreni, 6 Kasım 1931. • Gazi'nin Kurtdereli Mehmet Pehlivan'a övgü mektubu, 12 Kasım



• • • •



1931. . Kara Vasıf Bey'in bir tren kazası sonucu ölümü, 9 Aralık 1931. Romancı Mehmet Rauf'un ölümü, 23 Aralık 1931. Ziraat Bakanlığına Muhlis Ete'nin atanması, 31 Aralık 1931. Gümrük ve Tekel Bakanlığına Ali Rana Tarhan'ın atanması, 31 Aralık 1931. Üçüncü Bölüm Notları 759



Gazi İstanbul'dayken valiliği, belediyeyi, Halk Partisi'ni, Türk Ocağını, Kolordu Komutanlığını, üniversiteyi, Harp Akademisi'ni, Harbiye'yi, Galatasaray Lisesi'ni, Mülkiye'yi ziyaret eder. 326) Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabından: Atatürk'ün yazdırdığı parça­ lardan bazıları. 327) Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.364; Prof.Dr. Şerafettin Tu­ ran, Türk Devrim Tarihi, 3/1. c, s.313-314. * Şeyh Esat Efendi'nin cezası yaşı dolayısıyla hapse dönüştürülmüş, Esat Efendi mahkeme sona ermeden hastalıktan hastanede ölmüştür. * İkinci derecede suçlu görülenlerin yargılanması da 8 Marta kadar so­ nuçlanır. Birçok sanık çeşitli cezalara çarptırılır. * Ağır hapis mahkûmları Ankara hapishanesine gönderilir. 328) Ali Conker babasımn şöyle demiş olduğunu aktarmıştı: "Kendimizipar­ ticiliğe kaptırdık, şaşırdık, Gazi'ye haksızlık ettik. Bu cezayı hakketmiştim? Nuri Conker'e 1931 seçimlerinde aday listesinde yer verilmedi. 1932 Haziranında Gaziantep'ten seçilecektir. 329) Gazi İzmir Türk Ocağı'ndaki toplantıdan sonra Türk Ocaklılarla sohbet ederken diyor ki: "Çocuklar, tek olarak ya da küçük-büyük gruplar halin­ de köy köy dolaşıp köylülerimizi devrimlerimiz hakkında aydınlatmak ge­ reğini duymuyorsunuz. Bakın, iki-üç gerici yobaz neler başarabiliyor? İçlerinden biri "Paşam, ödeneğimiz yok ki" diyor. Gazi parlıyor: "Köyleri dolaşmak için ödeneğiniz mi yokmuş? Bu ödeneğin nereden na­ sıl sağlanabileceğini Menemen gericilerinden, Laz İbrahim Hocadan, Nalıncı Hasandan, manifaturacı Osman'dan, Sütçü Mehmet'ten öğre­ nin efendiler!" (Vali Fazlı Güleç'ten aktaran Cemalettin Saraçoğlu, K. Üstün, Menemen Olayı ve Kubilay, s.88-89; olayın özeti: Atatürk'ün Bü­ tün Eserleri, 25. c, s.80) * CHP İzmir il kongresinde diyor ki: "...bütün bu noksanlar yüzyılların biriktirdiği noksanlardır. Bu nesil hatta bundan sonraki nesiller çok yıllar çalışarak bu noksanları tela­ fi edebileceklerdir? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.67, 27 Ocak 325)



i



9



s



ı



) '



'



'



'



f



* Malatya'da demiryolları için şöyle der:



'' S§ :



i



^



I



"Vatanın bütün bölgeleri çelik raylarla birbirine bağlanacaktır. Bü­ tün vatan bir demir kütle haline gelecektir. Demiryolları memleke­ tin toptan, tüfekten daha mühim bir güvenlik silahıdır. Demiryolla­ rı Türk milletinin refah ve medeniyet yollarıdır? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c , s.91-92,13 Şubat 1931) * Konya'da Orduevindeki baloda da şöyle der: "Arkadaşlar, bütün tarih bize gösteriyor ki milletler yüksek hedeflere ulaşmak istedikleri zaman bu atılımları karşısında üniformalı ço760 Üçüncü Bölü m N o t l a n



cuklarını bulmuşlardır. Tarihin bu genelliği içinde yüksek bir istisna, bizim tarihimizde görülür. Bilirsiniz ki Türk milleti ne vakit yüksel­ mek için adım atmak istemişse, bu adımların önünde daima Önder olarak, daima yüksek miilli ideali gerçekleştiren hareketlerin öncüsü olarak kendi kahraman çocuklarından meydana gelen ordusunu gör­ müştür? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.100, 21 Şubat 1931) 329a) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.107. * 2010 yılındaki bir siyasi tartışmada, bu yazıdan söz edilerek, yazıda adı geçen Alaaddin Camisi, Karatay Medresesi gibi tarihi eserlerin ba­ kımında İsmet Paşa yönetiminin ihmal gösterdiği ima edildi. Bunla­ rın bakımsızlığının nedeni, Cumhuriyetin değil, yazıda belirtildiği gibi yüzyılların ihmali idi. Türkiye antik ve tarihi eserlerle doluydu. Hükü­ met küçücük bütçesi ile hangi birine yetişecekti? Cumhuriyet yönetimi Sakarya'dan Ege'ye kadar sessiz sedasız binlerce cami yaptırdı. Asıl bu büyük hizmeti saygıyla hatırlamak haktanırlık gereği değil midir? 329b) Sonuçlar burjuva yaratma hevesini söndürdü (Yahya S. Tezel, Cumhuri­ yet Döneminin İktisadi Tarihi, s.207). 330) f Irkçılığı sürdürmesi, Hamdullah Suphi Bey'in faşist İtalya'yı, Mussolini'yi övmesi, italya lehine yazılar yazması, faşist İtalyan gençlik örgütüne özenilerek gençlere askeri eğitim yaptırılması... (Aktaran: M. Tuncay, TC'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, s.295-299) * Türk Ocağı devrimlere karşı çıkıyor, Türk birliğini sağlamak için ge­ rekirse (Sovyetler'le olsa gerek) savaşmayı öneriyor, ırka dayalı bir milliyetçilik anlayışını, dine dayalı bir kültür anlayışım savunuyor... (Aktaran: Prof.Dr. Anıl Çeçen, Halkevleri, s.88-89) * Füsun Üstelin Türk Ocakları adlı araştırmasına bakılırsa Türk Ocağrnın kayda değer bir kusuru yok. Bu gibi eleştirilerin nedeni, CHP'nin Türk Ocağı'm kendine bağımlı kılma isteğinin bir sonucu imiş (s.403). 331) 1927 büyük kongresinde tüzüğe eklenen 40. madde ile Türk Ocağı, benze­ ri dernekler gibi dolaylı denetim altına alınmaya çalışılmıştı. Madde şöy­ ledir: "Siyasi, idari, toplumsal, iktisadi, kültüre ait ve bunlara benzer bü­ tün teşekküllerin idare heyetlerine gireceklerin adaylıkları Parti müfettiş­ likleri tarafından tasvip olunduktan sonra ilan olunur? (Atatürk'ün Bü­ tün Eserleri, 22. c, s.27) Bundan söz eden yazarlar bu dönemin Takrir-i Sükûn dönemi olduğunu belirtmiyorlar. 4 Mart 1929'da Takrir-i Sükûn Kanunu yürürlükten kaldırıldıktan sonra bu maddenin pratik bir değeri kalmamıştır. Paraca destek için: Füsun Üstel, Türk Ocakları, s/232. 332) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.108.



* Türk Ocağı hakkında bazı eserlerde Muallimler Birliği, Basın Cemi­ yeti, Milli Türk Talebe Birliği gibi derneklerin de kendilerini feshet­ tikleri, CHP'ye katıldıkları yazılıyor. Bu doğru değildir. Bu dernekle­ ri,.;;.,.,..;.



w ; ; l ; ; . . . xı



333)



334)



re 1932'den sonra Gazi'nin yolladığı mesajlar için Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.147, 155, 315, 327, 366, 403, 4 2 9 a bakınız. Yıldönümünde kimsenin gelmediği doğrudur (Eski Türk Ocağı üyesi Yalçın Orkun'dan aktaran: Prof.Dr. Anıl Çeçen, Halkevleri, s.90). Ama bu görüşmede söz konusu edildiğini sanmıyorum. Sahneyi ayrıntıya boğmamak, uzatmamak, Türk Ocağı'mn ömrünü bitirdiğini de belirt­ mek için sahne sonunu ben böyle kurguladım. Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.477-478. • Hamdullah Suphi Bey Bükreş'e elçi olarak atandı. * Demokrat Parti 1951'de bir kanunla Halkevlerini kapatmıştır. Bu ka­ nunun komisyonda görüşülmesi sırasında eski Türk Ocağı Genel Baş­ kam, yeni Demokrat Parti milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver söz alarak, 'Türk Ocağı'mn zorla kapatıldığını, mallarının gasp edildiğini' söyleyecektir. Aynı anlamda daha uzun bir konuşmayı da kanun ge­ nel kurulda görüşülürken yapacak, ayrıca Halkevlerinin kapatılmasını destekleyecektir. Aradan tam 20 yıl geçmiş, gerçekleri bilenlerin sayısı azalmıştır. İsmet İnönü 4 Ağustos 1951'de, gerçekleri açıklar: "Atatürk Türk Ocakları liderlerini topluyor. Ocakfaaliyetleri üzerinde saatlerce müzakere cereyan ediyor. Neticede Atatürk ile Türk Ocakları liderleri, ocakların faaliyetine son verilmesine karar veriyorlar. Halbu­ ki bu muamele komisyon müzakerelerinde cebir ile (zorla) mal iktisabı (gasb) şeklinde tasvir olunmuştur. Elimizdeki kanun teklifinin gerekçesinde de Türk Ocaklarının devri işi, bir gasp muamelesine örnek olarak zikredilmiştir. Cebir ile mal gasbı suretiyle Atatürk'e tevcih edilen ifti­ rayı red ediyoruz!' (Ali Nejat ölçen, Halkevleri, s. 13) Gerçek budur. Kurultayda fesih ve devir önerisini Hamdullah Suphi Bey'in kendi okumuştur, öneri, kurulan özel kurulca uygun görül­ müştür. Karar, Hamdullah Suphi Bey de dahil, kurultay üyelerinin oybirliği ile kabul edilmiştir.



Bu da sevgili memleketimizden bir başka insan manzarası! (H. Suphi Bey'in aradan zaman geçince olayları değiştirerek, uydurarak anlattı­ ğı hakkında önemli bir örnek için: T. Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s.531-534) # Halkevlerinin kapatılması kültürümüze, birliğimize, eğitime, sanata vurulmuş en insafsız, en vahşi darbedir. Bir vandalizmdir. Bu konuya yeniden döneceğim. 334a) Heyetin adı Ekim 1935'te Türk Tarih Kurumu'na (TTK) çevrilmiştir. 335) 36)



Şimdiden bu adı kulllanacağım. Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c>, s.21-58; gezi sırasında Başbakanlığa yollanan telgrafların kopyaları da rapora eklenmiştir. Gazi'nin ikinci seçmenlere ve millete bildirileri ile tam aday listesi için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c , s. 116-124.



62 Üçüncü Bölüm Notları



* CHP yönetimi sınıf mücadelelerine yol açılmamasına çok dikkat edi­ yordu. Toplumu bu nedenle ayrı ayrı sınıflardan kurulu olarak değil, iş bölümü esasına göre muhtelif çalışanlara ayrılmış bir topluluk ola­ rak tanımlıyordu. O tarihte ciddi anlamda ne büyük burjuva, ne orta burjuva, ne kaydadeğer bir işçi sınıfı vardı. Ama giderek sınıflar beliriyordu ve belirecekti. O dönem için geçerli sayılabilecek olan bu an­ layış giderek geçerliğini yitirecektir. * Ahmet Ağaoğlu, Nakiyettin Bey, Süreyya İlmen, Nuri Conker, Mehmet Emin Yurdakul aday gösterilmemişlerdir. Nakiyettin Bey, Nuri Conker, M. Emin Yurdakul 1932'de yapılan ara seçimlerde yeniden milletvekili seçileceklerdir (Türk Parlamento Tarihi, 1931-1935,1. c, s.45-46). * Fethi Bey aday olmak istemedi. İstanbul'a yerleşti. 1934 yılında Londra'ya Büyükelçi olarak atanacaktır. * Bağımsız adaylar için aday listelerinde açık bırakılan iller (sayı olma­ yan yerlerde açık yer sayısı l'dir): Adana, Afyon, Aksaray, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bolu, Burdur, Bursa, İstanbul (4 aday yeri açık), İz­ mir (2 aday yeri açık), İsparta, Kastamonu, Kayseri (2 aday yeri açık), Kocaeli (2 aday yeri açık), Konya, Kütahya (2 aday yeri açık), Manisa, Niğde, Samsun (2 aday yeri açık), Sinop, Tekirdağ (toplam 30 bağım­ sız aday için açık yer ayrılmış). Kâzım Karabekir Paşa, Refet Paşa, Cafer Tayyar Paşa, Arif Oruç, Fe­ ridun Fikri Düşünsel de bağımsız olarak adaylıklarını koyarlar ama seçilemezler. Halk açık olan yerlerin 30'u için değil, 20'si için oy kul­ lanmış, iki mületvekilinin milletvekilliği iptal edilmiş, Meclise 18 ba­ ğımsız milletvekili girmiştir. Bunların en ünlüleri, İttihat ve Terakki döneminin Dışişleri Bakanı ve Meclis Başkanı olan Halil Menteşe'dir (Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.472; K. Karabekir, Günlükler, 2. c, s.1038; Türk Parlamento Tarihi, 1931-103S, 1. c, s.23-29); 10 bağımsız milletvekili dönem içinde CHP'ye katılacaktır (a.g.e., s.43). Gazi diyor ki: "Yaptığını bilen ve hizmet yolunda tedbirlerine ina­ nan idealistler olarak kendimizi eleştiriye açmayı gerekli görüyoruz? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s. 117, Seçmenlere Büdiri'den) Gazi Serbest Parti'yle birlikte başaramadığı Meclis içi denetim ihti­ yacını bu yolla çözmeye çalışmıştı. Partinin koalisyon niteliği daha da belirginleşmişti. 1930'dan sonraki dönem, 1926-1929 Takrir-i Sükûn dönemine oranla elbette iyice özgür, yumuşak ve rahattır. Derviş Mehmet ve arkadaş­ larının canavarlığından gericiler de utanır, sessizliğe gömülürler. Re­ jim faşizm ve nasyonal sosyalizmden etkilenmez. Basında bazı ser­ pintilerine rastlanır, o kadar. Aykırı iddiaların yakıştırma olduğunu göreceğiz. İtalya ve Almanya'daki gibi militan gençlik örgütleri kuÜçüncü Bölüm Notları 763



rulmamıştır. Parti karşıtlarını hapse atma, çalışma hakkı tanımama gibi faşist işlemler söz konusu değildir. * Demokrasiye giden yol kapatılmamış, demokrasi hiçbir zaman kötülenmemiş, aksine her zaman övülmüştür. Mimar Holzmeister bu­ günkü Meclis binasını, kendisine verilen talimata göre, çok partili bir parlamento hayatına göre planlamıştır. * Prof.Dr. Sina Aksin, Türkiye ile Avrupa ülkelerini demokrasi bakımın­ dan karşılaştırmıştır. Bu karşılaştırmadan yararlanarak son dipnotta Atatürk dönemini değerlendirmeye çalışacağım: Dipnot no: 513. * Her şey, "Kemalizm tek parti rejiminin ideolojisidir" diyen tarih bil­ mezleri sürekli yalanlıyor! Bu iddiada bulunanların biri bile tarihçi



değil.



336a) Bazı yeni milletvekilleri: Aka Gündüz, Adnan Menderes, Dr. Rasim Ferit Talay, Halil Ethem Eldem, Salah Cimcoz, Halil Menteşe, Kâzım İnanç, Muhittin Akyüz, Naşit Hakkı Uluğ, Hasan Reşit Tankut, Ali Canip Yön­ tem, Vasfi Raşit Seviğ, Sadri Maksudi Arsal. 337) Köylü milletvekilleri her zamanki kıyafetieriyle gelmişlerdi. Bu hali bil­ gisizlik sanıp uyaranlar oldu. Köylü milletvekilleri oralı bile olmadılar. Çünkü kendilerinden her zamanki gibi giyinmeleri istenmişti. Yalnız tö­ ren günlerinde öteki milletvekilleri gibi giyineceklerdi (Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, s.441 vd.). * Milletvekilleri arasında 139 hukukçu, 43 doktor, 39 belediyeci, 23 ga­ zeteci ve yazar, 96 eğitimci ve öğretmen, 70 emekli subay, 48 tüccar ve iş adamı, 33 çiftçi, 27 ziraatçi, 14 üniversite öğretim üyesi bulunmak­ tadır. İşçi sayısı 5 diye veriliyor. Ama işçi sayılması gereken bazı kimse­ ler başka başlıklar altında toplanmışlar, mesela mürettipler gibi. Mat­ baa ustasını matbaaacı başlığı altında vermişler. 20 madenci görünü­ yor. Madenci işçi mi, mühendis mi, maden sahibi mi? Belli değil. 338) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s. 128. 339) Başbakan İsmet Paşa, Adalet Yusuf Kemal Tengirşenk, Milli Savunma Zekâi Apaydın, İçişleri Şükrü Kaya, Dışişleri Dr. Tevfik Rüştü Aras, Ma­ liye Abdülhalik Renda, Eğitim Esat Sagay, Bayındırlık Hilmi Uran, İktisat Mustafa Şeref Özkan, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Refik Saydam. 339a) Çiftliğe yakın, söğüt ağaçlarının çevrelediği küçük bir çayırlık vardı. Oraya köy işi küçük bir kulübe yaptırmıştı. Zaman zaman buraya kaçıp kafasını dinliyordu.



# Gazi'nin bir başka dinlenme yöntemi daha vardı. Yakın arkadaşları ile toplanmak, saz heyeti eşliğinde sesi güzel şarkıcıları dinlemek. Böyle dinlenme, eğlenme akşamlarında Gazi de türkü, şarkı hatta gazel söy­ lerdi. Burhanettin ökte Gazi'nin Harpokulu öğrencisiyken Griftzen Asım Bey'den musiki dersleri aldığını yazıyor, f 340) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25, c , s.136-146; CHS. Üçüncü Büyük Kong­ re Zabıtları, parti yayını, İstanbul, Devlet Matbaası, 1931. 764 Üçüncü Bölüm Notları



* Gazi açış konuşmasında üyeleri eleştiri yapmaya teşvik ediyor: "..arka­



daşların kayıtsız ve şartsız konuşmaları, eleştiriyi icap eden nok­ talar görüldükçe müsamahalı davranmamaları lüzumu tabiidir?



341)



342)



343) 344)



345) 345a)



[Bu özgürlük anlayışı bugünkü partilerde var mı, yok mu, karar sizin!] * Serbest Fırka olayı şöyle özedeniyor: "...Partimiz, bir ay içinde, zorla aleyhinde ihtilal yapılmış düşman muamelesiyle karşılaştı... Olumsuz ve mürteci fikirli unsurların alenen devrim aleyhinde vaziyet almala­ rına sebebiyet verdi... Ahval böyle açık ve ciddi bir safhaya girince kar­ şı parti reisleri partilerini feshetmişlerdir... Muhalif Partinin kendini kapatması kararında Partimizin ve Genel Başkanının veya vekilinin hiçbir arzusu etkili olmamıştır. Tersine böyle bir kararı biz kendi anla­ yışımıza göre asla desteklemedik" (Tam metin için, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.140-141) Bu metnin Gazi'nin görüşlerini yansıttığını belirtmeye gerek yok. Programın tam metni: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.152-158. Programın İkinci Kısım l/B maddesi: "Parti, ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası temas ve münasebetlerde bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla bir ahenkte yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karak­ terlerini ve başlı başına bağımsız kimliğini korunmuş tutmayı esas sayar? Programa şu madde de eklenmişti: "Türk dilinin milli, mükemmel ve mazbut bir dil haline gelmesi hakkın­ daki ciddi teşebbüslere devam edilecektir? Dil çok önemli bir konuydu. Çeşitli düşünceler çarpışıyordu. İstanbul'daki maliye evrak mahzeninde bulunan ve 'tarihi değeri olmadı­ ğı' değerlendirilen evrakın küoyla satılması olayı basında yer aldı, Meclis'e yansıdı. Alanın Bulgaristan'a sattığı öğrenilen evrakın geri alınmasına gi­ rişildi. K. Karabekir Günlüsünde evrakın hayli para karşılığında geri alın­ dığım kaydetmiş. (Günlük, s.1038-1039); sorumlular hakkında soruştur­ ma açılmış (TürkParlamento Tarihi, 1931-1935,1. c, s.87-95). Türk Parlamento Tarihi, 1931-1935,1. c, s.155. Türk Parlamento Tarihi, 1931-1935, 1. c, s.95-154 (bazı yazı örnekleri de var); yeni Basın Kanunu Meclis'in son toplantı günü olan 25 Tem­ muz 1931 günü görüşülüp kabul edilir. Meclis 1 Kasımda toplanmak üzere tatile girer. Bu Basın Kanunu ve basın hakkında Hıfzı Topuz'un 100 Soruda Türk Basın Tarihi'nde ayrıntılı bilgi var (s.150-160, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1973). Gelişme niteliğinde maddeler var ama hükü­ metin gazete kapatma yetkisi sürüyor. Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c , s.187-188. Y. Kadri Bey milletvekiliydi, Burhan Asaf Belge Dışişleri Bakanlığında



çalışıyordu. 345b) İlhan Tekel i-Selim İlkin, Bir Cumhuriyet Ov kıl su, Kadrocuları ve Kadro'yu Anlamak, gelişme, eserin 129. sayfasına kadarki bölümden ya­ rarlanarak özetlenmiştir; ayrıca, Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. e. üçüncü Bölüm Notlan 765



346) 347) 348)



348a)



349)



349a)



s.460-463; Ş. Süreyya Aydemir, İnkılap ve ddro, Remzi K., İstanbul, 2003, 5. basım. Rahmetli Atatürk sanki yakın tarihimizle ilgili uydurma kitaplardan söz ediyor. Keramet niteliğinde bir cümle. İslam Ansiklopedisi, 1. c, s.787. Uluğ iğdemir diyor ki: "Lise tarih kitapları genellikle öğretmenlerce iyi karşılandı. Öğretmenlerin büyük çoğunluğu Tarih TezVne heyecanla sa­ rıldılar. Tek şikâyetleri, ortaokullarda da okutulan bu kitapların öğren­ cilere ağır gelmesiydi. Nitekim bundan iki yıl sonra Eğitim Bakanlığı bu kitaplara göre ortaokullar için ayrıca üç ciltlik daha küçük tarih kitap­ ları ile ilkokullar için yeni kitaplar yazdırdı? (Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu, s.8) İlhan Tekeli-Selim İlkin, Bir Cumhuriyet Öyküsü, Kadrocuları ve Kadro'yu Anlamak, s. 142; Gazi bir süre önce Y. Kadri Bey'e şöyle de­ mişti: "Eğer bir doktrine bağlanırsak inkılabı dondururuz? Atatürk bunu söylerken hazır, bilinen, hiçbirinin bize uymadığını düşündüğü doktrin­ leri kastediyor. Kemalizm'in kendisi giderek orijinal bir doktrin olacak­ tır. Atatürk Alman yazar Emil Ludwig'e diyor ki: "Benim takip ettiğim hatt-ı hareket, ancak kendi fikrimin mahsulüdür? Ş. Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. c, s.420. . # Uzun zaman Kemalizm'in ne olduğu açıkça tanımlanmadı. Bu an­ cak yıllar sonra, araya bilimsellik mesafesi girdikten sonra yapılabildi. Kemalizm'in ne olduğunu kısaca dipnot 513'te açıklamaya çalışacağım. Yunus Nadi Bey 8 Ekim 1931 günlü Cumhuriyet gazetesinde Gazi'nin üç buçuk yıl önce Balkan anlaşmasından ayrıntılı bir biçimde söz ettiğini uzun bir yazı ile açıklıyor. Gazi'nin ilginç açıklamaları için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.237-240. İlhan Tekeli-Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye'nin İktisadi Politika Arayışları, s. 139. # Yönetim Kurulu Başkanlığına Nusret Medya, Genel Müdürlüğe Ziraat Bankası Genel Müdür Yardımcısı Selahattin Çam getirüdi. # Merkez Bankasının bugünkü binası 1933'te bitecek, banka kendi bi­ nasına geçecektir. $ Merkez Bankası'nın bugünkü binası 1933'te bitecek, banka kendi bi­ nasına geçecektir; Merkez Bankası Ankara Şubesi Müdürü rahmetli İklil Hebel eniştemiz olurdu. Bir gün ziyaretine gitmiştim. Demişti ki: "Para politikası gemisinin kaptanı Merkez Bankasıdır. Hükümet­ le ahenkli çalışmalı, hükümet de kaptana müdahale etmekten kaçın­ malıdır?



350)



Anıl Çeçen, Halkevleri, s.94.



351)



Atatürk'ün Bütün Eserleri, 2 5 . c, s.269.



766 Üçüncü Bölüm Notları



352)



1 9 3 2 yıh: • Bu yılki büyüme hızı % 10,7. • Samsun'da Atatürk heykelinin açılışı, sanatçı Kriepel, 15 Ocak 1932. • Y. Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban romanı yayımlanır. • Reşat Nuri Güntekin'in Kızılcık Dalları romanı yayımlanır. •



Falih Rıfkı Atay'ın Roman adlı r o m a n ı yayımlanır.



• Mahmut Yesari'nin Su Sinekleri romanı yayımlanır. • Nâzım Hikmet'in Benerci Kendini Niçin öldürdü, Gece Gelen Telgraf adlı şiir kitapları yayımlanır, Kafatası ve Bir Ölü Evi oyunları oynanır. • Musahipzade Celal'in Pazartesi-Perşembe adlı oyunu oynanır. • Bir Millet Uyanıyor filmi gösterime girer (yönetmen Muhsin Ertuğrul). • Gazi Eğitim Enstitüsü'nün resim bölümü açılır. • Çanakkale Müzesi açılır. • Milli Mücadele kahramanlarından Derviş Paşa'nın ölümü, 17 Ocak 1 9 3 2 #



• jŞ^JÇ



f •



f •



I



• Birinci Tütün Kongresinin açılışı, 1 Şubat 1932. • Kütahya-Balıkesir demiryolunun açılışı, 23 Nisan 1932. • M. Emin Yurdakul'un yeniden milletvekili seçilmesi ve yemin etmesi, 2 Mayıs 1932. • Gazi'nin Suudi Arabistan Veliahtı Emir Faysal'ı kabul etmesi, 12 Ha­ ziran 1932, babasının bir mektubunu getirmiştir (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.353, 354). • İstinye-Zincirlikuyu arasında ilk otomobil yarışı, 17 Haziran 1932. • Portekiz'de Salazar'ın diktatör olması, 5 Temmuz 1932. • İzmir'de Gazi'nin atlı heykelinin açılışı, 27 Temmuz 1932. • Yazar Ahmet Rasim Bey'in ölümü, 21 Eylül 1932. • ABD Genelkurmay Başkanı General Mac Arthur'un Gazi'yi ziyareti, 27 Eylül 1932.** 1 f f • Yunanistan'da Venizelos'un Başbakanlıktan ayrılması, 31 Ekim 1932. • 1. Milli Diş Tababeti Kongresi, 1 Kasım 1932. • Ulukışla-Niğde demiryolunun açılışı, 30 Kasım 1932. • Samih Rıfat Bey'in ölümü, 3 Aralık 1932İ • Birinci Umumi Müfettiş Dr. İbrahim Tali öngören sağlığı nedeniyle istifa eder. Yerine 1933 yılı başında İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Ah­ met Hilmi Ergeneli getirilir. •* Gazi'nin General Mac Arthur'la konuşması kısa sürmüştür. Gazi'nin dünyanın geleceği ile ilgili görüşlerini açıkladığı hakkında Kafkasya dergisinde yayımlanan yazının doğru olmadığı anlaşılıyor, bu konuş­ manın tutanağı ne Türk, ne ABD arşivlerinde var. Bu konuda: Cüneyt Akalın, Atatürk-Mac Arthur Görüşmesinin İçyüzü, Bir Soğuk Savaş Yalanı, Kaynak Y„ İstanbul, 2009.



Üçüncü Bölüm Notlan 767



353)



Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.480. * Kapanana kadar birçok Halkevinde çalıştım. Bir kez bile CHP denil­ diğine, açık ya da dolaylı parti propagandası yapıldığına tanık olma­ dım. Hiçbir kurs, tören, etkinlik için zorlanmadık. Kimseden böyle bir şikâyet duymadım. Aksini yazanlar, bu değerini kavrayamadıkla­ rı kuruluşa ve emeği geçen ve bu ocaktan yetişen milyonlarca insana büyük haksızlık ediyorlar. 353a) Prof.Dr. Horst Widmann, Atatürk Üniversite Reformu, Çev: Prof.Dr. Ay­ kut Kazancıgil, Dr. Serpil Bozkurt, İst. Üni. Tıp Fak., İstanbul, 1981; üni­ versite reformu için esas olarak bu kitaptan yararlandım. Prof. Malche'in raporunun özeti, bu kitabın 34-37. sayfalarındadır. * Prof. Malche diyor ki: "Türkiye'nin jeolojisi, tabii ve iktisadi coğrafya­ sı, iklimi, çiçekleri ve bitkileri, kara ve deniz hayvanları, antropoloji­ si, mazisi, tarihi, sanayii, kültürü yani genel olarak her şeyi. Bütün bu şeyler Türkiye'nin Darülfünununun tekmil kürsüleriyle ilgilidir. Her şeydir? (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.363) Prof. Malche İstanbul Üniversitesi'nde hemen hemen hiç bulunmayan bir anlayışı anlatıyor. Kendi ülkesine karşı tam bir ilgisizlik! Medrese anlayışının devamı. 353b) K. Karabekir de Türkçe Kuran okunacağını sananlardan. Günlüğüne öyle yazmış. Ama doğruyu öğrenince düzeltmemiş (Günlükler, 2. c, S.1049).f t » . ' | 354) Hafız Yaşar Okur, Atatürk'le On Beş Yıl, s. 14-18. 355) a.g.e., s. 19. 356) ,a.g.e., s.20-23; başka hafızların da anıları var: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.296-298. 356a) İlhan Tekeli-Selim İlkin, Bir Cumhuriyet öyküsü, Kadrocuları ve Kadro'yu Anlamak, s.146-147. 357) Dr. Reşit Galip Bey'in Gazi'nin sofrasında sarhoş olup Eğitim Bakanı Esat Bey'i gerici olmakla suçladığı, aşağıladığı, Gazi'nin bu saygısız üs­ lup dolayısıyla doktora istirahat etmesini tavsiye ettiği, doktorun "Bu­ rası millet sofrasıdır!" diye direnip sofradan ayrılmadığı, bunun üzerine Gazi'nin sofradan çekildiği anlatılır. Olay doğru. Ama anılarda olayın tarihi belirtilmiyor. Atatürk'ün Bütün Eserleri'nde doktorun af dileme mektubu ile Başyaverin yanıtı yer alıyor. Doktorun mektubu 31 Ocak 1932 tarihli, Başyaverin yanıtı 6 Şubat 1932 tarihli. Bu tarihler Halkev­ lerini açmak için yapılan hazırlıkların en hararetli dönemi. Anılarda sof­ ra olayından sonra Gazi'nin uzunca bir süre doktoru uzağında tuttuğu anlatılıyor (Kılıç Ali aylarca diyor). Oysa doktor Halkevleri konusunun başına getiriliyor, 19 Şubatta açılış töreninde konuşuyor vb. Kısacası ta­ rih konusunda çözülmesi gereken bir sorun var. 357a) Ankara, Adana, Afyon, Aydın, Bursa, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Eskişehir, Konya, İstanbul, İzmir, Samsun, Van.



768 Üçüncü Bölüm Notları



358)



Halkevlerini bilmeden, bu kültür kurumlarında çalışmadan, etkinlik yapmadan, o havayı yaşamadan, Halkevleri hakkında yargıda bulunmak çok dikkat ister. Benim kuşağım Halkevleri ve Halkodalarında yetişmiş­ tir. Bu kurumlara çok şey borçluyuz. Bildiğim, çalıştığım Halkevleri ve Halkodaları şunlar: Bakırköy Halkevi, Kırıkkale Halkevi, Ankara Halke­ vi, Eskişehir Halkevi, Sivrihisar Halkevi, Ankara İncesu-Ulucanlar (Sa­ karya) -Ulus Halkodaları, Afyon Halkevi, Kütahya Halkevi, Gemlik ve Seyidgazi Halkevleri. # Adını yazmak gereksiz bir yazar kitabında Halkevlerini, 'faşist örgüt­ lenme' olarak niteliyor. Belli ki hiç Halkevi görmemiş, bu kurumun IŞönemini, değerini, yararını, amacını, işlevini, etkisini hiç anlamamış, tatmamış. Faşist örgütlenme ne demektir onu da bilmiyor. 358a) Nuri Conker 17 Nisanda yapılan ara seçimde Gaziantep'ten aday göste­ rilir, milletvekili seçilir. Sofrada eskisi gibi yerini alır. 359) İsmet İnönü, Hatıralar, 2. c, s.243-253; İnönü 25 Mayısta da Mevhibe Hanım'Ia birlikte Roma'yı ziyaret edecektir. 360) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.345; Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı 32, Ekim 1987 (ingiliz Resmi Tarihi'nin iki çevirisi daha var ama ben BTT dergisindeki sade Türkçe çeviriyi tercih ettim). * Evet, yenilen düşman bile M. Kemal Paşa'nın Çanakkale'deki büyük ro­ lünü böyle anlatıyor. Oysa bizde M. Kemal'siz Çanakkale romanları ya­ zanlar, M. Kemal'in Çanakkale'de bir başarısı olmadığını, hatta geriye kaçtığını iddia eden sözde yazarlar, sözde bilim adamları var. Bu yalan­ ları ve yanlışları bile bile yazıyorlar. Bu insanları nasıl nitelemeli? # Söz konusu kitap Anıtkabir'dedir. 360a) Gazi'nin Prof. Malche'ın raporu üzerindeki notları için: Atatürk'ün Bü­ tün Eserleri, 25. c, s.361-364. 361) Abdüllahat Aksin, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, s. 171, TTK, Ankara, 1991. S 361a) Tarih Tezi'nin bilimsel doğruluğu aşan etkileyici yanı, Anadolu'ya yal­ nız coğrafya olarak değil, geçmiş tarihiyle de kökten sahip çıkışıydı! Bu her şeyden önce çok ciddi bir siyasi mesajdı. 362) Beyaz ırk, kara ırk, sarı ırk gibi büyük ırk tasniflerinde bir ölçüt de kafa­ nın biçimidir. Afet Hanım ile Dr. Reşit Galip'in bildirilerinde Türklerin beyaz, Alp tipi, uygar, brekisefal kafalı olduğu dikkatle belirtiliyor. (Brekisefal gelişmiş, geniş kafa biçimi. Daha az gelişmişi: Dolikosefal, ikisi­ nin ortası mezosefal.) Böylece Fransız ders kitabına kadar giren Türkle­ rin ikinci sınıf, sarı ırktan, barbar bir millet olduğu gibi olumsuz, gerçe­ ğe aykırı iddalar, yine Batılı bilim adamlarının görüşleri, araştırmaları, büyük ırk tasnifleri ile yalanlanıyor. Bu terimlerin ideolojik, her yerde ayıplanan ırkçılıkla ilgisi yok. Bunlar antropolojik konular. * Bütün milletlerin Türklerden türedikleri gibi bir iddia söz konu­ tu değildir. İddia edilen husus, Türklerin Ortaasya'da uygar olduk 1



Üçüncü Bölüm Notlan 769



lan ve gittikleri yerlere uygarlıklarını ve Türkçeyi götürdükleridir. Anadolu'nun ve Mezopotamya'nın eski sakinlerinin de Ortaasya'dan geldikleri. Turani oldukları, dilleri ile Türkçe arasında yakınlık bu­ lunduğu da nazariyenin önemli bir parçasıdır. Bu görüşü dikkate de­ ğer kılan birçok örnek veriliyor. Tarih Tezi'ni küçümseyenler, uydurma bulanlar var. Tarih Kongreleri tutanaklarını okumayanların bu konuda olumlu ya da olumsuz yargı­ da bulunmaları objektif, bilimsel, iyi niyetli bir yaklaşım olamaz. Ben küçümseyenlerin çoğunun kitaplarını okudum. Bu tutanakları oku­ madıkları belli oluyor. Bilgileri yok ama fikirleri var! * Samih Rıfat Bey'in bildirisi Türk dilinin başka dillerdeki etkisi üzeri­ nedir. O da ayrıntılı ve çok örnekli bir bildiri. * 1. Türk Tarih Kongresi tutanakları Maarif Vekâleti'nce yayımlanmış­ tır. Kongreyi ona dayanarak özetliyorum. 362a) H. Cemil Çambel'in Ege uygarlığı hakkındaki bildirisini okuyan Gazi yeterli bulmamış, bildiriyi kendi söyleyip yazdırmıştır. Bu yazdırma dört saat sürmüştür. H. Cemil Çambel Gazi için diyor ki: "Ege medeni­ yetini iyi biliyordu. Yeni arkeoloji, filoloji, antropoloji keşiflerini, vesi­ kalarını, Batı bilginlerinin ciltlerle son eserlerini incelemişti!' (Aktaran Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.365) * Gazi gibi birini kendinden başka kiminle karşılaştırabilirsiniz? Böyle birini eleştirmeye kalkışanların Gazi yanındaki ölçüleri insanda acı­ ma duygusu uyandırıyor. 363) Konuşanlar: Ahmet Ağaoğlu, Ahmet Refik Altınay, Yusuf Akçuraoğlu, Fazıl Nazmi Bey, Halil Ethem Bey, Halil Nimetullah Bey, Haydar Bey, İhsan Bey, İsmail Hakkı İzmirli, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mediha Mu­ zaffer Hanım, Mehmet Ali Ayni, Mithat Bey, Muzaffer Bey, Orhan Sa­ dettin Bey, Yusuf Şerif Bey. 363a) H. Cemil Çambel, Makaleler, Hatıralar, s.43-44. 3 6 4 ) Şerafettin Turan-Sevgi Özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, s.83. % Türk Dilini Tetkik Cemiyeti'ni de, ilerdeki adını dikkate alarak Türk Dil Kurumu diye aııaeo^^- Gazi'ye 'dil akademisi' kurulması öneri­ liyordu. Akademi, dilin ^ . . ^ m i ş , dil sorunlarının az olduğu ülkelerde rastlanılan bir kurumdu. Oysa Osmanlıcadan devralınan Türk düinin sorunu çoktu. Gazi dernek gibi devletten bağımsız, devrimci bir ya­ pıyı tercih etti. 365) a.g.e., s.83-85. 366) a.g.e., s.68- 69.



66a) Dilci olmayan biri, karşılığı olmayan bilim ve meslek terimlerine karşılık Türkçe terim türetmeyi, 'sözcük uydurma', 'uydurmacılık' diye niteledi. Bu yanlış, sakat sözcükler yayıldı. Dilin Türkçeleştirilmesine karşı çıkan Osmanlıcılar her çabayı, sözcük ve terim türetmeyi 'uydurmacılık* ola-



770 Üçüncü Bölüm Notları



I



rak nitelediler. Dil Kurumu'nu küçük düşürmek için Dil Kurumu türet­ miş gibi bazı uydurma sözcükler türettiler, 'milli marş' karşılığı 'ulusal düttürü' 'hostes' karşılığı 'gökkonuksalavrat' gibi. Bu yakışıksız yaklaşım dil işinden anlamayanları yazık ki etkiledi. Bu uydurmaları gerçek san­ dılar. Hâlâ da sananlar var. Cahilliğin gözü kör olsun! 367) Şerafettin Turan-Sevgi özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, s.85-88; şu kimseler özel olarak davet edilirler: Abdülhak Hamit Tarhan, Cenap Sahabettin, Hüseyin Cahit Yalçın, Halit Ziya Uşaklıgil, Faik Ali, Ahmet Rasim, Ali Ekrem, Agop Dilaçar, Yahya Kemal. * İlk dil kurulu Kuraltay'dan önce genişletilir: Samih Rıfat Bey, Ruşen Eşref Onaydın, Celal Sahir Sılan, Y. Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet İh­ san Bey, Ali Canip Bey, Hasan Âli Yücel, Reşat Nuri Güntekin, Dr. Ali Saim Dilemre, İhsan Sungu, Ruşeni Bey, Ragıp Hulusi Bey. 368) Abdüllahat Aksin, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, s. 172173; İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, s.397-401. 369) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 25. c, s.390. 369a) Y. Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, s.134-145; bu olay İsmet Paşa ile Gazi arasında geçici bir kırgınlığa yol açacaktır. 369b) Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, s.252. 369c) Dördüncü Dönem Tutanak Dergisi, 10. c, s.l4-15'e göre Dr. Reşit Galip Bey'in Eğitim Bakanlığına atanması tarihi 19 Eylül 1932'dir. Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.54'te Cumhurbaşkanının atama yazısı bulunuyor, bunun tarihi ise 8 Kasım 1932. Cumhurbaşkanının atama yazısının tari­ hinin yanlış okunduğunu tahmin ediyorum. 26 Eylülde başlayan Dil Ku­ rultayının tutanaklarında Dr. Reşit Galip Eğitim Bakanı olarak geçiyor. * Afet İnan Dr. Reşit Galip Bey'in atanma hikâyesini şöyle anlatıyor: "Dolmabahçe sarayında bir akşam o zamanın Eğitim Bakanı Esat Bey'le konuşurken, birdenbire Dr. Reşit Galip'e hitap eden Atatürk, Cumhuriyet hükümetinin eğitim işleri ile ilgili düşüncelerini açıkla­ masını istedi. Doktorun verdiği cevaplardan mütehassis olan Cum­ hurbaşkanı Atatürk, çok büyük hürmet gösterdiği hocası Esat Bey'e hitap ederek, 'Hocam, eğitim işlerimizi bu genç arkadaşımıza bırak­ mak istemez misiniz?' dedi. İşte böylece Dr. Reşit Galip 1932 y dinin sonbaharında Türk eğitiminin başına geçmişti." (Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s.208) * Dr, Reşit Galip Bey'in eğitime katkısı çoktur. Yoğun işlerinin arasında öğretmenler için öğrencilere ve çevrelerine sağlık kor m da yarar­ ları olsun diye küçük sağlık kitapçıkları yazmış, yazdırmıştır. Beni en çok bu çalışmaları etkiliyor. Yabancı dil bilginleri Türkçeyi çok övmüşlerdir. Bunlaru> .ada Jean Deny gelir (Türk Dili Grameri, Çev.: Ali Ulvi Elöve, s.III, Maarif Vekâle­ ti Yayını, Ankara, 1941). Ünlü dil bilimci Max Müller diyor ki: "Türkçe 1



370)



Üçüncü Bölüm Notları 771



öyle düzenli, öyle uyumludur ki insanda, bir seçkin bilginler kurulunun yaratısıymışgibi bir izlenim uyandırır? (Aktaran: Prof.Dr. Tahsin Yücel, Türkçenin Kurtuluş Savaşı, s.7, Cumhuriyet Yayını, İstanbul, 2000) Ay­ rıca: Prof.Dr. Doğan Aksan, Türkçenin Zenginlikleri, İncelikleri, Bilgi Y., Ankara, 2006; Prof.Dr. Doğan Aksan, Türkçenin Bağımsızlık Savaşımı, Bilgi Y., Ankara, 2007 (sevgili gençler bu iki kitabı okumanızı dilerim). * Dil devrimi bir zorunluktu. İşlenmemiş, gelişmemiş, bilimsel terim­ leri karşılamakta zorluk çeken, yabancı sözcük, terim ve kurallarla dolu, yapma bir dilden ne bilim dili olurdu, ne de kültür dili. Osman­ lıca denilen yamalı bohçadan kurtulup gelişen Türkçeye yol almak, konuşma ve yazı dili arasındaki ayrılığı gidermek gerekiyordu. Türk­ çe bilinçli bir bakıma, onarıma muhtaçtı. Atatürk Nutuku 19*11 yılında yazmıştır. Dili bugün anlaşılmadığı için sadeleştirilerek yayımlanıyor. 1928'de yayımlanan bir ihale ilanı: "Taliplerin tekli/namelerini, şartnamede muharrer olduğu üzere imla ve ihzar ederek, şartnamede muharrer bulunan şekilde ve yevm ve saat-i muayyene-yi ihaleden mukaddem makbuz mukabilinde..? Üçgene müselles, dörtgene murabba, babaya peder, anneye valide, hâkimler yerine hükkam, karaciğer iltihabı yerine iltihab-ı kebet, çiğ­ dem yerine lahlah, yol yerine tarik, baş yerine ser, el yerine yed, gün yerine yevm, yeni yerine cedid deniyordu. Türkçenin adı 'kaba Türk­ çe* idi. Köylü dili olarak niteleniyordu. Bir gariplik örneği: resm-i geçit. Resm Arapça tören demek. Geçit Türkçe. Aradaki i de Farsça tamlama eki. Üç dilin karışımı bir deyim. Bunu hâlâ kullanan dil şaşkınları var. Doğrusu: geçit töreni. Yunus Emre, Dede Korkut, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal anlaşılıyor. Çünkü Türkçe söylüyorlardı. Ama Baki, Nefi, Namık Kemal, Abdülhak Hamit anlaşılmıyor, zor anlaşılıyor. Çünkü Osmanlıca yazıyor­ lardı. Dile Arapça, Farsça sözcükler, deyimler, kurallar girmiş, dü, özgün, bağımsız bir dil olmaktan çıkmış, yapma bir dü olmuştu. So­ nunda eskidi, kullanımdan düştü. Sevgili gençler, Birinci Dil Kurultayı'nın tutanakları bir cilt halinde ya­ yımlanmıştır. Kitabı bulmak zor, 500 sayfalık kitabı okumak kolay de­ ğil. Sizlere kolaylık olması için tutanakları özetledim. Bugünkü anlaşılır Türkçenin yolu bu Kurultayla açılmıştır. Sonradan dil devrimini eleşti­ ren Fuat Köprülü, Besim Atalay bu Kurultayda devrimi en çok öven ki­ şilerdi. Bu insan manzaraları hayat için uyarına bir deneydir. Şimdi Ku­



rultayın özetini veriyorum: Birinci, ikinci ve üçüncü günün gündemi, Türk dilinin eskülği, indo-europeen dillerle, bütün beyaz ırk dilleri ile, Asya ve Avrupa'nın başka dil­ leriyle ilişkileri idi. Üçüncü BölÜm Notları



Birinci gün Samih Rıfat Bey ayrıntılı bildirisini sundu. İkinci gün Dr. Saim Ali Dilemre, Ahmet Cevat Emre, Agop Martavan gündeme uygun bildi­ rilerini sundular. Ahmet Cevat Bey ile Agop Martavan özellikle Türkçe sözcüklerle Sümerce sözcükler arasındaki benzerlikleri belirttüer. Hepsi büyük çaba ve ciddi bilgi birikimi ürünüydü. Üçüncü gün Mehmet Saffet Bey'in bildirisinin özelliği İngiliz kaynakları­ na dayanıyor olmasıydı. Bu kaynaklara dayanarak Türkçe ile Akatça, Hi­ titçe ve ari düleri karşılaştırdı. Artin Cebeli, Hakkı Nezihi ve Yusuf Ziya Beyler söz alarak kişisel görüşlerini açıkladılar. Türk dilinin eskiliğini, bir anadil olduğunu birçok örnekler göstererek belirttiler. Ömer Cankaytar Farsçaya geçen Türkçe sözcükleri işaret etti. Gündemin birinci maddesi üzerindeki görüşmeler bitti. Başkaca söz is­ teyen yoktu. Dördüncü gün (29.9.1932) gündemin ikinci maddesine ge­ çildi: Türk dili, kökeni, gelişimi, lehçeleri, tarihi dilbilgileri, sözlükleri ve değeri. Ragıp Hulusi, Samih Rıfat Beyler ve Hasan Âli Yücel bildirilerini açıkla­ dılar. Birçok yanlışı, önyargıyı düzelttiler, en azından tartışmaya açtılar. Hasan Âli Yücel divan dili ile halk dilini, örnekleriyle karşılaştırdı. "Arap­ lar ve İranlılar ordularıyla yapamadıkları istilayı divan edebiyatında ke­ limeler ve mefhumlarla (kavramlarla) yapmışlardır" dedi. Türkçeyi aşağı­ layan bir Osmanlı yazarından örnek verdi. Kurultaya bir gün ara verildi. 1 Ekim 1932 Cumartesi günü yine 14.00'te toplanıldı. Beşinci gün de gündemin ikinci maddesine devam edildi. Raif Köseraif, Bedros Zeki Bey, Yusuf Ziya Özer (ikinci kez), Şeref Bey, Hüseyin Namık Orkun söz alıp konuştular. Türkçenin eskiliğini, bir dev­ rim yapılması gerektiğini belirttiler. Hüseyin Namık Orkun çok eski bir Çin kaynağına dayanarak Türk sözcüğünün sanılandan daha eski oldu­ ğunu açıkladı. 2 Ekim Pazar günü Kurultay yine saat 14.00'te toplandı. Altıncı gündü. Faik Ali Ozansoy, Hüseyin Cahit Yalçın, Abdülhak Hamit Tarhan, Sami Paşazade Sezai Bey, Ahmet Cevdet Bey ve Ali Canip Bey konuşacaklar­ dı. Hüseyin Cahit Yalçın devrime karşı olan konuşmasını bugün yapa­ caktı. Faik Ali Bey Türkçeleşmiş Arapça ve Farsça sözcüklerin korunma­ sını diledi. Sadeleşmeyi destekledi. Sonra Hüseyin Cahit Bey söz aldı. Dil konusunda bilimsel çalışmanın önemini belirtti. Dil sorununa değindi. Dilin bütün yabancı kurallardan temizlenmesini savundu. Terim türetmenin gerektiğini kabul etti. Sonra da dedi ki: "Bizi sükûn ve atalet içinde uykuya dalmaktan kurtarmak için aşırıların kamçılarına muhtacız. Yolumuzu şaşırtacak aşırılıklara karşı da tutucuların direnişleri değerli bir silahtır?



Arapça ve Farsça sözcüklerin tarihi bir zorunluk ve gereklilikle, bir ge­ lişim sonucu dile girdiğini, bu sözcüklerin şimdi kendiliğinden temiz-



Üçüncü Bölüm Notları 773



leniyor olduğunu ileri sürdü. Karışmanın, zorlamanın, dilde devrimin doğru olmadığını söyledi. Bu konuşmanın bazı bölümlerine, özellikle doğal gelişim bölümüne Ha­ san Âli Yücel, bir dilin doğal gelişimle, kendiliğinden gelişmediğini, bazı etkilerle, karışmalarla, sanatçıların, dilcilerin yardımıyla geliştiğini, ge­ lişebildiğim kanıtlayan örnekler verdi. Sonra Ali Canip Bey konuştu. Faik Ali Bey ile Hüseyin Cahit Bey'e yanıt verdi. Yabancı her sözcüğün tarihi bir zorunluk nedeniyle dile girme­ diğini, Edebiyat-ı Cedidecileri örnek göstererek anlattı. Hüseyin Cahit Beyin yazılarından da örnekler verdi. Fazıl Ahmet Aykaç konuştu. Çok ince bir konuşma yaparak Faik Ali Bey ile Hüseyin Cahit Bey'in doğal gelişim görüşlerini eleştirdi. Daha son­ ra Dr. M. Şükrü Bey kürsüye geldi, öldü denilen İbrani dilini bir kişinin yeniden dirilttiğini anlattı. Onu Sadri Ertem izledi. Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında büyük fark olduğunu anlattı. "Osmanlı/ ümmet diliyle Türkçe arasındaki farkı gelişim yoluyla aşamayız, ancak devrim hamlesiyle aşabiliriz" dedi. Sırada Namdar Rahmi Karatay vardı. Gelişimcileri alışkanlıklarının esiri olarak niteledi. Bu konuşmalardan sonra Hüseyin Cahit Bey söz aldı. Yanlış anlaşıldığını söyledi. Eleştirile­ rin çoğunu kabul etti. Samih Rıfat Bey uzun bir konuşma ile dili gelişime bırakmak düşüncesinin neden yanlış olduğunu anlattı. Abdûlhak Hamit Bey mektupla dil devriminden yana olduğunu bildir­ mişti. Sami Paşazade Sezai Bey de yine mektupla dilde sadeleşme ve devrim düşüncesini paylaştığını bildirmişti. 3 Ekim Pazartesi günü yedinci gündü. Kurutay her zamanki gibi saat 14.00'te toplandı. İlk sözü Türk edebiyatının büyük adı Halit Ziya Uşaklıgil aldı. Dil konu­ sundaki çalışmalara emeği geçenlere teşekkür etti. Türkçeyi İngilizce, Fransızca, Almanca ve İtalyanca ile karşılaştırdı. Bu dillerdeki gariplik­ leri saydı. Bu garipliklerden uzak olan Türkçeyi övdü, dil devrimini des­ teklediğini açıkladı. Yeni gündem maddesine geçildi: Tanzimat'tan bugüne kadar Türk dili ve gösterdiği değişiklikler. Ahmet Cevat Bey söz aldı. Osmanlı dil ve eğitimi hakkında ayrıntılı bilgi verdi, dil bilincinin uyanmasını, dilin sadeleşmeye başlamasını anlattı. Ali Canip Bey Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi edebiyatını, halk dili ile yazı dili arasındaki farkları örneklerle gösterdi. Beşinci maddeye geçildi: Türk dilinin çağdaş ve uygarca ihtiyaçları ne­ lerdir? Reşat Nuri Güntekin sözcük ve terim konusuna değindi.



4 Ekim 1932 Sah günü Kurultay yine 14.00'te başladı. Gazi her oturumu aksatmadan dikkatle izliyordu. Bugün Dr. Ali Saim Dilemre, İhsan Sunüçüncü Bölüm Notları ât



gu, Ruşeni Bey, Ahmet İhsan Bey, Fuat Köprülü, Besim Atalay, Mediha Muzaffer Hamm konuştular. 5 Ekim son gündü. Kurultay yine Kâzım Özalp'in başkanlığında saat 14.00'te toplandı. Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Akçura kısa bir konuşmayla Türk Dil Kurumu'na başarılar diledi. Derneğin tüzüğü okundu. Madde madde görüşülerek oylandı, kabul edildi. Seçime geçildi. Başkanlığa Samih Rıfat Bey, Genel Sekreterliğe Ruşen Eşref Ünaydın, yönetim kurulu üyeliklerine Besim Atalay, Ce­ lal Sahir Sılan, Ahmet Cevat Emre, Ragıp Hulusi özden, Hamit Zübeyr Koşay, Hasan Ali Yücel, ibrahim Necmi Dilmen seçildiler. Samih Rıfat ve Ruşen Eşref Bey teşekkür ettiler ve Kurultayın Türk dili bakımından önemini belirttiler, dil devrimi yolunu açan Gazi'ye teşekkür ettiler. Kâzım Özalp; kısa bir konuşma ile Birinci Türk Dil Kurultayı'nı kapattı. * Dikkate değer bazı özellikler: Üç Ermeni aydın Türk dili konusunda çok bilgili konuşmalar yaptı. H. Ziya Uşaklıgil, Abdülhak Hamit ve Sami Paşazade Sezai Beyler bile Türk dil devrimini desteklediler. H. Cahit Yalçın yanıtlar karşısında ilk konuşmasındaki görüşlerinin birçoğundan geri döndü. * Falih Rıfkı Bey Çankaya kitabında şöyle yazıyor: "Kurultayın ilk günü Hüseyin Cahit'in zaferi ile çalkalandı. Onun söyledikleri ne kadar iyi karşılanmışsa cevap verenler o kadar kayıtsızlık görmüşlerdi. Loca­ sından manzarayı görüp kavrayan Atatürk, hasta yatağından Samih Rıfat'ı kaldırarak kürsüye getirtmek zorunda kaldı. Salih Rıfat iyi ve bol konuşur. Hüseyin Cahit yenilmemişti ama ona cevap verenler yere serilmiş olmaktan kurtulur gibi olmuşlardı? (s Al S) *



Falih Rıfkı Bey bu konuyu yanlış hatırlıyor, doğru yansıtmıyor. Ku­ rultay tutanaklarına bir göz atsaydı bu yanlışları herhalde yapmazdı. Hüseyin Cahit Bey Kurultayın birinci günü değil, altıncı günü ko­ nuşmuştur. Konuşması ilgiyle izlenmiş ama bir zafer olmamıştır. Tu­ tanaklar ortada, yanıtlar üzerine, ikinci konuşmasında birçok görü­ şünü geri almıştır, özellikle Hasan Âli Yücel, Ali Canip Bey, Sadri Ertem, Fazıl Ahmet Aykaç'ın yanıtları kayıtsız karşılanmış değildi. Etkileri H. Cahit Bey'in geri çekilişlerinden bellidir. Samih Rıfat B y Türk Dil Kurumu'nun başkanıydı. Bütün Kurultay boyunca t o r ­ larda bulunmuş, birçok kez konuşmuştur. Hasta yatağından hp getirilmiş değildir. Atatürk'ün bir locası da yoktu. Toplanılan v londa (eski bayramlaşma salonu) loca bulunmamaktadır. Demek bir tanığın sözleri ile yetinmemeli, gerçeği anlamak için asıl kaynağa.. Özellikle yazılı kaynağa, belgeye gitmeli. Kurultay tutanakları Falih Rıfkı Bey'in yazdıklarını düzeltiyor.



Üçüncü Bölüm Notları 775



372)



Şer afettin Turan-Sevgi özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, s. 102. 373) Nitekim 1950'den sonra dil devrimi karşıtları çok çalıştılar, sözcükler ya­ saklandı, anayasa dili Osmanlıcaya dönüştürüldü, Dil ve Tarih Kurumları kapatılıp devlet dairesi yapıldı, dil devrimcileri karalandı ama baskılara, birçok engele, okullardaki dil eğitimi yetersizliğine rağmen devrim sürü­ yor. Kimse Osmanlıca konuşamıyor, yazamıyor. Konuşsalar anlaşılmazlar, yazsalar okunmazlar. Bir devrim hayat gereği ise hiçbir güç onu söndüremez. Milli bir devletin milli bir dili olur. Bugünün konusu Türkçenin doğ­ ruluğunu ve güzelliğini korumaktır. * Bu konuda bir kitap: Sevgi Özel-Haldun Özen-Ali Püsküllüoğlu, Atatürk'ün Türk Dil Kurumu ve Sonrası, Bilgi Y., Ankara, 1986. 373a) Gazi 1935 yılında Rukiye'yi Yüzbaşı Hüsnü Erkin'le evlendirecek, Dolmabahçe'de büyük bir düğün yapacaktır. . 374) Şerafettin Turan-Sevgi Özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, s.99-100... %., * Gazi Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulunun ilk toplantısına da başkan­ lık etti. Her şeyin çok düzgün, düzenli olmasına özen gösterilmesini is­ tiyordu. Bir bildiri ile Kurumun amaçları açıklandı. Bunlar şöyle özet­ lenebilir: Türkçeyi milli dil yapmak, {a.g.e., s.101) 374a) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.36-38. 375) Ayşe Üçok, Sadberk Hanım, s.72, 73. 376) H. Armstrong'un kitabına yalnız Türk yazarları değil,| Fransız dev­ let adamı E. Heriot, Yunan gazeteci Spanuidi de tepki gösterir. Ayrıca bazı yabancı gazeteler kitabı eleştirirler. Sadi Borak bunları toplamıştır. (Bozkurt M. Kemal ve İftiralara Cevap, İstanbul, 1955); Peyami Safa da kitabın yarısını çevirerek 1. cilt olarak yayımlamıştır. Önsözde diyor ki: "İki ciltte tamamlanacak olan bu çevirinin sonunda, Armstrong'un de­ lilsiz iddialarını ve yanıldığı birçok noktayı göstermeye çalışacağım. Ce­ vaplarımıza sıra gelinceye kadar okuyucudan bu kitabı şüpheli bir dik­ katle okumasını rica ederim. Sağduyuları kuvvetli olanlar, birçok yalan ve mübalağaları sezeceklerdir? (Sel Y., İstanbul, 1955) Yayınevi kapandı­ ğı için çevirinin 2. cildi ve cevaplar yayımlanamadı; kitabın yeni ve tam çevirisi Bozkurt adıyla yayımlandı. Çev.: Gül Çağalı Güven, Arba Y., İs­ tanbul, 1996. Çeviren kitaptaki çok açık bazı yanlışları düzeltmeye ça­ lışmış ama birçok yanlış, olduğu gibi kalmış. Bu tür tartışmalı kitapları edition critique olarak yayımlamak doğru olur.



* Necmettin Sadak imzasıyla yayımlanan yazılar için: Atatürk'ün Bü­ tün Eserleri, 26. c, s.60-81,12 yazı. Bu yazılar Armstrong'un ne ka­ dar yalancı ve saptırıcı olduğunu belirtmektedir.;: # Halide Edip Hanım hakkında bilginizi tazelemek için 1. cildin birinci bölümünün 21. dipnotuna bakmanızı dilerim (352. sayfa).



776 Üçüncü Bölüm Notları



• Halide Edip Hanım Türkiye'ye dönünce, gözlerini ağaçlardan ayırıp or­ manı görmüş, M. Kemal olgusunu nihayet anlamış olmalı ki, Sabiha S ertele "Sabiha, Af. Kemal haklıymış" der. (Doç.Dr. Yıldız Sertel, Cum­ huriyet gazetesi, 4 Şubat 1997, aktaran Perihan Ergun, Cumhuriyet Ay­ dınlanmasında öncü Kadınlarımız, s.21-23) Bu çok gecikmiş uyanış ve hak veriş, Türkün Ateşle İmtihanı kitabı­ nın İngüizcesindeki düzeysiz iddiaları affettirmiyor. 377) 1 9 3 3 yılı:



j



• Bu yılki büyüme hızı % 15,8. • Peyami Safa'nın Bir Tereddütün Romanı adlı romanı yayımlanır. • Musahipzade Celal'in Gül ve Gönül adlı oyunu oynanır. • Eskişehir Şeker Fabrikasının temeli atılır, 1 Şubat 1933. • T.C. Merkez Bankası binası hizmete girer, mimar Holzmeister. • . Ankara-İstanbul arasında tarifeli uçuşların başlaması; havaalanı bu­ günkü Tandoğan meydanı ile Fen Fakültesi arasındaydı. • İstanbul'da bütün camilerde ezan ve kamet Türkçe okunmaya başlar, 7;Şubat 1933. • Adana-Fevzi Paşa demiryolu devletçe satın ve işletmesi devralınır, 27 Nisan 1933. $ J %• fh •§ • Niğde-Boğazköprü hattının işletmeye açılması, 2 Mayıs 1933. • Yusuf Kemal Tengirşenk'in istifası üzerine Şükrü Saraçoğlu'nun Ada­ let Bakanlığına atanması, 23 Mayıs 1933. • PTT Genel Müdürlüğü'nün kurulması, 23 Mayıs 1933. • Şair Ahmet Haşim'in ölümü, 4 Haziran 1933. • Halk Bankası Kanunu'nun Meclis'te kabul edilmesi, 8 Haziran 1933. • Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün özerk bir bilim kurumu olarak kurulma­ sı hakkında kanun kabul edilir, 10 Haziran 1933. • İzmir Rıhtım Şirketi satın alınır, 12 Haziran 1933. • Üniversitede bir İnkılap Enstitüsü açılması kararlaştırılır, 20 Haziran 1933. f • Anıtları Koruma Kurulu kurulur, 28 Haziran 1933. • Türkiye-Yunanistan arasında yeni bir dostluk andlaşması daha imza­ lanır, 14 Eylül 1933. • İsmet Paşa'nın Sofya'yı ziyareti, 20 Eylül 1933. (Balkan Antantı dışın­ da kalan Bulgaristan ile de dostluk korunuyor. Dostluk Andlaşması 5 . yıl daha uzatılacak.) • Türk Dil Bayramı ilk kez kutlanır, 26 Eylül 1933. • Yugoslav Kralı ve Kraliçesi İstanbul'da Gazi'yi ziyaret ederler, 4 Ekim 1933.-



^ •







• Turhal Şeker Fabrikası'nın temeli atılır, 7 Ekim 1933. • V. Türk Tıp Kongresi'nin açılışı, 21 Ekim 1933. Üçüncü Bölüm Notları 7 7 7



• Menemen'de Kubiiay anıtının temeli atılır, 30 Ekim 1933. Elazığ'da Atatürk heykelinin açılışı, 4 Aralık 1933. • Kubilay'ın annesine aylık bağlanır, 27 Aralık 1933. 378)



Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarım Anlattılar, Feridun Cemal Erkinin anısı, s.189. 379) Gazi'nin Bursa'ya geldiği akşam kaldığı köşkte sofrada az kişi vardır. Bi­ rinin "Bursa gençliği hadiseyi hemen bastıracaktı.Fakat zabıta ve adli­ yeye olan güveninden dolayı.? deyince, Gazi bir işaretle sözünü keser, "Bursa gençliği ne demek? Memlekette parça parça, yer yer gençlik yok­ tur. Sadece ve toplu olarak Türk gençliği vardır" der. Sonra, o akşam, Rıza Ruşen Yücer'in not ettiği ve Atatürk'e ait Birkaç Fıkra ve Hatıra adlı kitabında yayımladığı (s.5-6, İstanbul, 1947), Bursa Nutku diye ünlü konuşmayı yapar: "Türk genci inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzu­ muna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve inkılapları be­ nimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacak­ tır. Polis gelecektir, asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, 'polis henüz inkılap ve Cumhuriyetin polisi değildir' diye düşüne­ cek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek: 'Demek adliyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım! Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber, bana, ismet Paşa'ya, Meclis < telgraflar yağdırıp haklı ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki: 'Ben inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım Eğer huraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren se­ bep ve etkenleri düzeltmek de benim vazifemdir! işte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği?



$ Bu olaya karışan 19 kişi çeşitli hapis cezalarına çarptırılacaktır. 37ya,/ M. önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri*, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.100-105,108,110-113,120; özel Şahingiray, Atatürk'ün Nöbet Defteri, s. 132-135, TTK, Ankara, 1955. 380) Ali Fuat Paşa 1933 Haziranında Konya'da açılan bir bağımsız milletve­ killiğine aday gösterilir, partinin bir bildirisi ile desteklenir ve bağım­ sız milletvekili seçilir. İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminde CHP'li olur, Bakan ve TBMM Başkanı olur. Sonra Demokrat Parti'ye geçer, bu kez de DP listesinden milletvekili seçilir. Atatürk'ün ölümünden ve DP'ye geçtikten sonra yayımladığı Siyasi Hatıralar kitabında Atatürk'ü ve İnönü'yü yaralayacak birçok ifadesi var. Bu da bir insan manzarası! 778 Üçüncü Bölüm Notları



381) Prof.Dr. Afet İnan, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Birinci ,\ Sanayi Planı, 1933, ekler bölümü, TTK, Ankara, 1972. 381a) Türk devrimini yazacak öğretim üyesine verilmek için 5.000 TL ödül konmuştu ama hiçbiri bu eseri yazmadı, yazamadı. Hiç ödül almadan Peyami Safa yazdı: Türk İnkılabına Bakışlar. Üniversite genel olarak ne tarih, ne dil çalışmalarını desteklemekteydi. Başına gelecekleri bile kes­ ti remiyordu. 382) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.144. * Atatürk milliyetçiliği insanlığa, insanca duygulara, barışa aykırı ol­ mayan, evrensel değerlere arkasını dönmeyen, özü yurtseverlik olan bir milliyetçiliktir. Atatürk milliyetçiliğini başka türlü tanımlamaya çalışmak, başka akımlara benzetmeye çalışmak büyük haksızlıktır. 382a) Ernst E. Hirsch, Anılarım, Çev: Fatma Suphi, s.178-180. 383) Prof.Dr. Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s.213. * 1938den sonra 'budunumu' sözcüğü 'milletimi' diye değiştirilmiş, and'a bazı eklemeler yapılmıştır. 383a) Ayrıntılı bilgi: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.157-159 (bu konuda Gazi'nin açıklama notları var); Ankaralının Defteri, Mahmut Soydan, Hazırlayan Nejdet Bilgi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007 (bu kitapta Karabekir'in altı mektubu ve verilen yanıtlar davar); Karabekir'in Milli Mücadele hakkındaki yanlış, saptırma, bencil iddiala­ rı için: T. Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s.617 vd. 383b) Atatürk'ün Bütün serleri, 26. c, s. 181. * Gazi, Karabekiı in ilk mektubu hakkında Falih Rıfkı Bey'e şöyle der: "Bu mektubu yazan üzerine, akıl doktorlarının dikkatlerini çekerim." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.157 383c) Prof.Dr. Koptagel İlgin, Toplum Katkının ısında Örnek Lider Hüseyin Köycü, s.27-30, İstanbul, 2005; Hüseyin Köycü'nün köyüne ve çevreye daha birçok hizmetleri var. Bunlar uygarlık kahramanları. Bugün bu ha­ vanın yaşandığı bir tek köy var mı acaba? 384) Gazi İstanbul'a gelmeden Kız Lisesi'ni, Erkek Lisesi'ni (Atatürk Lisesi), Kız Enstitüsünü, Hukuk Mektebi'ni ziyaret etmiş, sınavlara girmişti. İstanbul'da da Galatasaray Lisesi'ni ziyaret edecekti. (Bu ziyaretler ile ilgili bilgiler, anılar için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.191-205)



$ Haldun Derin 25 Haziran 1933'te özel Kalem Müdürlüğünde şif­ re ikinci kâtipliğine 145 lira aylıkla atanır (Çankaya özel Kalemini Anımsarken, s.35).



$ Bu sırada dolar 120 krş. 384a) Philipp Schwartz, Kader Birliği, s. 17-18; Prof.Dr. H. Widman, Atatürk Üniversite Reformu, s.41 vd.



384b) Prof. Hirsch'in anılarını okumanızı dilerim: Ernst Hirsch, Anılarım, Çev.: Fatma Suphi, Tübitak Yayını, Ankara, 2 0 0 5 , 9 . basım; o dönemi en



Üçüncü Bölüm Notları 779



objektif anlatan önemli bfr kaynaktır; Prof. Hirsch'in öğrencisi olmak gibi bir talihim var. Hukuk Felsefesi-Sosyolojisi," Fikri ve Sinai Haklar. Ticaret Hukuku derslerini izlemiştim. 1959 yılında Berlin Hür Üniversi­ tesi Rektörü iken de dört kişilik bir kurulda yer alarak kendisini bir daha görmüş, bütün gün beraber olmuştuk. Pek çok Türkten daha güzel ve doğru Türkçe konuşurdu. 385) Kadro dışı bırakılanlar arasında Ahmet Ağaoğlu, Fatin Gökmen. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Ahmet Refik Altınay vb. vardı. Bundan sonra da 60 yaşını aşanlar, dışarda ek işleri, muayenehaneleri olanlar, özellikle yayın ve araştırma yapmayanlar kadro dışı kalacaklardı. Hükümet zorla bi­ limselliği, bilim hayatını, araştırma, inceleme alışkanlığını yerleştirme­ ye çalışıyor. * Prof.Dr. Şerafettin Turan diyor ki: "Görevden uzaklaştırılanların sa­ yısı kesin olarak saptanamamaktadır. Konuyla ilgili yayınlarda bu sayı 92den başlayarak 157'ye kadar çıkarılmaktadır" {Türk Devrim Tarihi, 3/2. c, s.77) * Uzaklaştırılan öğretim üyelerinin bir bölümü geri döner. * istanbul, sonra da Ankara Universitesi'ndeki büyük gelişim konusun­ da, her daldaki yabancı öğretim üyelerinin katkıları büyüktür. Bilim alanında birçok şeyi, bazıları dünya çapında olan bu değerli öğretim üyelerine borçluyuz. * Ekim 1960'ta Milli Birlik Komitesi, üniversitelerden 147 öğretim üye­ sini çıkarmıştı. Adların saptanmasında en büyük etkenin üniversite içi ihbarlar olduğu açıklanacaktır. Arkadaşını ihbar eden bilim ada­ mı! İnsan utanıyor. 385a) Atatürk Devri Fikir Hayatı, 1. c, s.407. 385b) Cumhuriyetin Ankara'sı, s.378 vd., Güven Arif Sargın'ın incelemesi, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2005. 385c) Gazi'nin Dr. Reşit Galip Bey'i çok azarladığı, istifa ettirdiği gibi iddialar var. Bu iddiaları kabul etmek zor. Çünkü Gazi-Dr. Reşit Galip Bey dost­ luğu devam ediyor. Mesela Doktor, 21 Ekim, 27 Ekim, 2 Kasım günleri Gazi'nin davetlisi olarak sofrasında yer alıyor (Atatürk'ün Nöbet Defteri), 386) Bu karşılaşmayı ilk radyoculardan olan çok sevdiğim rahmetli Muhte«H şem öksüzcü'den dinlemiştim^ 387) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. cf s . 2 4 7 - 2 4 8 # 388) Hüner Tuncer, İdealler Kuşağından Bir örnek: Dş Hadiye Tuncer, $ . 1 4 l 21. " f 389) Nermin Abadan-Unat, Kum Saatini İzlerken, s.44-53. 389a) Kadro, 22'nci sayı, Teşrinievvel (Ekim) 1933. 390) General Budyenni güya 1920 yılında albayken Havza'ya gelmiş, M. Ke­ mal Paşa ile görüşmüş. Bu masalın kaynağı, birçok şeyi değiştirerek an latan, bazı şeyleri uyduran Hüsamettin Ertürk'ün İki Devrin Perde Ar» kast adlı kitabıdır. Bu iddia bazı ciddi kitaplara bile geçmiştir. Oysa o ta



f



780 Üçüncü Bölüm Notları



rihte Albay Budyenni Volga kıyısında Çaritsin çevresinde Çar taraftar­ larıyla çarpışmaklaydı (Budyenni'nin anılarına dayanarak S. Yerasimos, Türk-Sovyet ilişkileri, s.100, dipnot 87). Hüsamettin Ertürk gibi masal­ cılarımız eksik değil. Bu masalcılara inananlar da çok. 391) Yrd.Doç.Dr. Erdal Ay doğan, "K.Y. Voroşilof'un Türkiye'yi Ziyareti ve Türk-Sovyet Rusya ilişkilerine Katkısı" Atatürk Yolu Dergisi, sayı 39, Mayıs 2007 (bu incelemeyi dergiler.ankara.edu.tr. internet sitesinde bu­ lup okudum). 391a) Anılarım, s.207-208 (anıyı özetlerken çok küçük bir ek ile bir kısaltma yaptım). 391b) Nezih Neyzi Atatürk'ün Çocukları adlı anılarında böyle bir kürsünün Kızıltoprak'ta Zühtü Paşa Camisi önünde kurulduğunu açıklıyor (s.98, Peva Y., İstanbul, 1995); ben de 40'h yılların başında Ankara'da Ulus Meydanında Zafer anıtının yanında bir halk kürsüsü görmüştüm. Bilgi­ si olanların halk kürsüleri konusunu geliştirmelerini dilerim. 392) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. e., s.41, 393) . Gazi söylevinin son bölümünü şöyle yazmıştı: "Bu söylediklerim haki­ kat olduğu gün, senden ve bütün medeni insanlıktan dileğim şudur: Beni hatırlayınız? Hikmet Bayur bir vedaya benzeyen bu sözlere üzülüp iti­ raz edince Gazi, bu son bölümü söylevinden çıkarır (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.268). 394) Haldun Derin, Çankaya özel Kalemini Anımsarken, s.62. 395) Prof.Dr. Seçil Karal Akgün, Selanik'teki Ev, s.10-11, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006* çok az sadeleştirilmiştir. * Eve şu plaket çakıldı: "Türk milletinin büyük mücedditi ve Balkan Birliğinin müzahiri Gazi Mustafa Kemal bu evde dünyaya gelmiştir? 29 Kasım 1933 396) Voroşilof başkanlığındaki kurul Ankara'dan İzmir'e gitmiş, orada da sevgiyle karşılanmışlardır. Bir caddeye Voroşilof adı verilir. 1950'den sonra bu ad değiştirilecektir. İstanbul yoluyla Rusya'ya dönerler. * Gazi'ye, Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla bütün devlet başkanların­ dan kutlama mesajları gelmiştir. ABD Başkanı Franklin Roosevelt şöyle yazmış: * "Türkiye Cumhuriyeti'nih onuncu yıldönümü münasebetiyle yapılan milli bayramda Zatıâlilerine en sıcak ve samimi tebriklerimi arz ede­ rim. Geçen bu on sene zarfında Zatıâlilerininfaal ve şuurlu idaresi al­ tında Türkiye, dünyanın en ileri milletleri arasına girmekle kalmayıp milletlerarası barış mücadelesinin de başlıca lideri olmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin mazhar olduğu gelişme ve muvaffakiyetler dolayısıyla Zatıâlilerine en kalbi tebriklerimi takdim eder, gerek Amerikan milleti ve gerekse kendi namıma memleketinize daha büyük refah ve saadetler dilerim?(Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.282)



Üçüncü Bölüm Notları 781



397)



Halkevleri açılınca Millet Mekteplerine katılanların sayısında biraz azalma olmuştu. 1935'te Millet Mekteplerinin görevini Halkevleri üze­ rine alacaktır. 398) Ankara Halkevi'nin yayımladığı Ülkü dergisinde Nusrat Kemal'in yazı­ sından bir parça: "Sekiz yüz bin kilometrekareye yakın bir alana serpili kırk bin köy. Otuz yedi bininde ne mektep var, ne posta, ne dükkân. Bu kırk bin köyde on bir milyon insan oturuyor. Ancak yüzde ikisinin okuması ve yazması var. İşte memleketin genel görünümü ve köy sorunumuz? (Ülkü dergisi, sayı 5, aktaran Kadro dergisi, sayı 20) Gazi bu nedenle geçen on yılı bir başlangıç sayıyor. Yüzlerce yıllık ih­ mal, 10 yılda, 20 yılda, 30 yılda giderilebilir mi? 399) Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 2. c, s.101-102 (sade­ leştirilmiştir). 4 0 0 ) 1 9 3 4 yılı: • Bu yılki büyüme hızı genel ortalamaya göre % 10'un üzerinde. • Y. Kadri Karaosmanoğlu'nun Ankara, Memduh Şevket Esendal'ın Ayaşlı ile Kiracıları romanları yayımlanır. • İçişleri Bakanlığı, Yargıtay, Emlak Bankası Genel Müdürlüğü binaları hizmete girer, mimar Holzmeister. • Sivas Müzesi açılır. • İlk Avukatlar Birliği Kongresi, İzmir, 5 Ocak. • Maliye Bakanı Abdülhalik Renda istifa eder, yerine Fuat Ağralı atanır, 3 Şubat. • Cenap Şahabettin'in ölümü, 13 Şubat. • Bayındırlık Bakanlığına Ali Çetinkaya atanır, 16 Şubat. • t Bakanlar Kurulu kararı ile Edirne, Tekirdağ, Kırklareli ve Çanakkale illerini içine alan İkinci Genel Müfettişlik (Trakya Umumi Müfettiş­ liği) kuruldu, 19 Şubat, ilk Umumi Müfettiş İ. Tali öngören'dir. • Hikmet Bayur'un İstanbul Üniversitesi Türk İnkılap Enstitüsü'nde ilk dersi vermesi, 4 Mart. • 18 Martta Çanakkale deniz ve kara zaferleri kutlanacaktı. Hükümet adına İçişleri Bakanı Şükrü Kaya konuşacaktı. Gazi Bakana okuması için şu metni verdi: "Bu memleketin toprakları üstünde kanlarım dö­



ken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyanlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaş­ larınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedir­ ler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır* Onlar bu toprakta can­ larını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır?



782 Üç üncü Bölüm Notları



İ







Bu gönül yüceliğini şimdiye kadar hiçbir asker, devlet adamı, sanatçı ve filozof gösteremedi. İsmet Paşa'nın Ankara'da İnkılap Tarihi kürsüsünün ilk dersini Hu­ kuk Mektebinde vermesi, 20 Mart. Fethi Okyar, Londra Büyükelçiliğine atanır, 31 Mart. Türk Hukuk Kurumu kurulur, 9 Nisan. İstanbul Üniversitesi'nde İktisadi ve İçtimai İlimler Enstitüsünün açı­ lışı, 11 Nisan. Kemalettin Sami Paşa'nın ölümü, 15 Nisan. Basmane-Afyon demiryolu satın alınır, 27 Mayıs. Basma Eser ve Resimleri Derleme Kanunu'nun kabulü, 21 Haziran.



I • * •



• • •



• Milli Musiki ve Temsil Akademisi Kanunu kabul edilir, çok kapsam­ lı olduğu için uygulanamayacaktır; konservatuvarın ve Devlet Opera ve Tiyatrosunun kurulması ileriye kalır. • Hikmet Bayur'un Eğitim Bakanlığından istifası, yerine Abidin ö z men'in atanması, 9 Temmuz. j j • İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne Prof.Dr. Cemil Bilsel'in atanması, 10 Temmuz. • Harp Okulu'nun 100. açılış yıldönümünün kutlanması, 30 Ağustos. • 9 Eylül 4. Milletlerarası İzmir Panayırı (fuarı). Sovyetler, İngiltere ve Irak devlet düzeyinde katılırlar. j • Türkiye Milletler Cemiyeti Konseyi üyeliğine seçilir, 17 Eylül. • Milletlerarası Parlamentolar Kurultayı İstanbul'da toplanır, 24 Eylül. • Dil Bayramının kutlanması, Halkevinde yapılan toplantıya Gazi de katılır, 26 Eylül. • Diş Hekimliği Kurultayının toplanması, 26 Ekim. • Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin adı Ulus olur. • Ayasofya Camisi'nin anıt-müze olması hakkında Bakanlar K-jMu ka­ rarı, 24 Kasım. • Himaye-yi Etfal'in adı Çocuk Esirgeme Kurumu'na çevrilir, 4 Ara­ lık. | • Menemen'de Kubilay anıtı açılır, sanatçı Ratıp Aşir, 26 Aralık.



Nobel ödül Komitesine barış Ödülü için 300 kadar öneri gönderilmişti. Komite Barış ödülünü silahsızlanma hareketlerindeki gayretleri dolayı­ sıyla İngiliz İşçi Partisi lideri Arthur Henderson'a vermiştir. Kaynak: Zafer Çakmak'ın incelemesi (urat.edu.tr/personel/yayinlar/ fua-715/715_47877.pdf); birkaç sözcük sadeleştirildi. 401a) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c , s . 3 3 5 - 3 3 6 ; M. önder, Atatürk'ün Yurt 401)



Gezileri, s.354-355; Atatürk'ün Nöbet Defteri, s.245-247; Kılıç Ali'nin Anıları, s.602.



Üçüncü Bölüm Notları 783



402)



9 Şubat 1933, İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, s.447 vd.; Bulgaristan da, 31 Temmuz 1938'de Balkan Antantı'na giriş anlaşmasını imza eder. 403) Prof.Dr. Anıl Çeçen, Halkevleri, s.122-123. * Devlet Tiyatroları 500.000 seyirci sayısını 1960'ta daha aşamamıştı. Halkevleri bu sayıya neredeyse 1933'te yaklaşmıştır. 404) Ankara töreninde konuşanlar: Necip Ali Küçüka, Kâzım Nami Duru, Hıfzı Oğuz Bekata, Dr. Şükrü Yusuf, Dr. Ethem Vassaf, Dr. Yusuf, Münir Hayri Egeli, Enver Behnan Şapolyo. Konuşmalardan sonra Dr. Reşit Ga­ lip Bey'i gösteren bir film ve cezane töreni filmi gösterilir. Doktor için daha sonra Mersin'de, Adana'da, Aydın'da, Urfa'da, Rodos'ta, Üniversitede, Giresun'da, Nazilli'de de anma törenleri yapıldı, ölüm yıl­ dönümlerinde de anıldı. (Ahmet Şevket Elman, Dr. Reşit Galip, Ankara, 1953; Yener Oruç, Ulus Bilinci ve Devrim Bakanı Dr. Reşit Galip, basıl­ maya hazır dosya.) Türk devrimi çok değerli bir aydınını kaybetti. * Bilgi Yayınevi'nin sahibi rahmetli Ahmet Küflü, Türk eğitiminin dört büyük Eğitim Bakam olan Vasıf Çınar, M. Necati Bey, Dr. Reşit Galip Bey ve Hasan Âli Yücel için toplu bir kitap yazdırmayı tasarlıyordu. Ömrü yardımcı olmadı. 404a) Bu konuşmanın tamamını okumanızı tavsiye ederim: Atatürk Devri Fi­ kir Hayatı, 1. e t , s.264-274. 404b) Bilâl N. Şimşir, Bizim Diplomatlar, s.462-466. 405) Prof.Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Krono­ lojisi: 7 Nisan 1934-16 Nisan 1934. 406) O günkü plan anlayışı bugünkü plan gibi ayrıntılı ve genel değildir. Ya­ pılacak işlerin listesi ile ek raporlardan ibarettir. * Kararnamede yer alan başlıklar: Pamuklu mensucat, kendir ve keten, yün ipliği, demir, sömikok, bakır, kükürt, selüloz, kâğıt, suni ipek, se­ ramik, kimya, sünger, gülyağı, elektrifikasyon, altın ve petrol. Bu ko­ nularda ne yapılacağı açıklanıyor. * Bugünlerde Ankara, Eskişehir, Konya ve Sivas'ta dört büyük çelik silo yapımına başlandı. Silolar bir süre sonra Toprak Mahsulleri Ofisi'ne devredilecekti. 406a) Prof.Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Krono­ lojisi, s.561 (kısa bilgi tarafımdan işlenmiştir). 406b) A. Adnan Saygun, Atatürk ve Musiki, s.38 vd.; Atatürk'ün Bütün Eserle­ ri, 26. c, s.379-380; Metin And, Atatürk ve Tiyatro, s.75-86. 407) Ben askerliğimi 1952-53'te Kayseri'de yaptım. Sosyal hayatın, kültürün, sporun merkezi Kayseri kombinasıydı. Daha sınırlı olarak bir de orduevi vardı. 784 Üçüncü Bölüm Notları



* ismet Paşa'mn söylevi için: Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 2. c, s. 175-176. 408) İskân Kanunu hakkındaki bu açıklamayı. Prof.Dr. Şerafettin Turan'ın Türk Devrim Tarihi, 3/2. c., s.l96'dan aktardım. * İskân konusunda ilgiye değer bir eser: Fikret Babuş, Osmanlıdan Gü­ nümüze Etnik-Sosyal Politikalar Çerçevesinde Göç ve İskân Siyaseti ve Uygulamaları, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 2006. 409) Adnan Saygun, Atatürk ve Musiki, s.38-40; Atatürk'ün Nöbet Defteri, s.293. * Bazı kitaplarda ilk oynanış zamanı 'akşam' olarak gösteriliyor. Doğ­ rusu, Atatürk'ün Nöbet Defterine göre 15.45'tir. Saat 19.10'da Dışiş­ lerine gelirler. 409a) Kadro, 30. sayı; İlhan Tekeli-Selim İlkin, Kadrocuları ve Kadro'yu Anla­ mak, s.393. 410) Prof.Dr. Afet İnan, Atatürk'ten Hatıralar ve Belgeler, s.261; M. önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, s.85-86; Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. c, s.399-400. * fjf 411) Bu yoğun çalışmalarla dilimiz yeniden kişiliğini kazanmaktaydı. Dilde önemli bir sadeleşme başlamıştı. Dili sadeleştirmede, terim türetmede en çalışkan kurumun ordu olduğu anlaşılıyordu. * Yeni yönetim: Başkan Saffet Arıkan, Genel Sekreter İbrahim Necmi Dilmen, muhasebe Besim Atalay, üyeler: Y. Kadri Karaosmanoğlu, A. Cevat Emre, Ali Canip Bey, Hasan Reşit Tankut, Celal Sahir Sılan, Refet Bey, Naim Hazım Bey, İzzet Ulvi Bey. * Kaynak: ikinci Türk Dil Kurultayı, Müzakere Zabıtları, Tezler, 1934. 412) Atatürk'ün İsveç Prensi için verdiği ziyafette yaptığı konuşma aşırı bir öz Türkçe örneği olarak anılır. O zaman aşırı bulunan konuşmada geçen 35 yeni sözcükten 19'unu şimdi herkes kullanıyor. Deneme nitelikli sözcük­ ler gitti, geriye duru Türkçe kaldı. Bu konuşmayı sfeşürmeye yeltenenler devrimci taktikten ve Türk dilinin serüveninden anlamayanlardır. * Osmanlıcayı savunanların düi bile artık Cumhuriyet Türkçesi. Osman­ lıca, mantığı, felsefesi, cümle yapısı, kuralları, imlası, edası, devleti ve bütün sistemi ile bitti. Artık geri gelemez. Osmanlıca ne şiir yazılabilir, ne roman, ne hikâye, ne söylev, ne düzyazı. Günce bile tutulamaz. Sa­ dece Osmanlıcayı taklit etmeye çalışan heveskârlara rastlanabilir. 413) Gazi bu konuşmasında dil, tarih ve sanat hakkında şöyle demiştir:



"Kültür işlerimiz üzerine ulusça gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz. Bu işlerin başında da Türk tarihini, doğru temelleri üstüne kurmak, öz Türk diline değeri olan genişliği vermek için candan çalışılmakta oldu­ ğunu söylemeliyim. Bu çalışmaların göz kamaştırıcı verimlere ereceği­ ne şimdiden inanabilirsiniz. Arkadaşlar! Güzel sanatların hepsinde ulus Üçüncü Bölüm Notlan 785



gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmakta­ dır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü musikide değişikliği alabilme­ si, kavrayabilmesidir. Bugün dinlemeye yeltenilen musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal ince duygula­ rı, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu güzeyde (sayede) Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide ye­ rini alabilir!' * Gazi bu görüşünü sonuna kadar korumuştur. Falih Rıfkı Bey, "Gazi devrimi, kendi zevkinin üzerinde tutmuştur" diyor. 413a) Y. Kadri, Zoraki Diplomat, s.5-28, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1967; Kadro dergisi, 35-36, derginin son ortak sayısının iç kapağında "İlkkanun-Sonkanun, 193S-1936" yazıyor. Yine iç kapakta "Kadro, neşriyatına şimdi­ lik son vermiştir" açıklaması var. Ama sonrası gelmemiş, yazı kadrosu dağılmıştır. Yazı kadrosundan Vedat Nedim Tör'ü 1970'te tanıdım. Her İstanbul'a gittiğimde ziyaret ederdim. O da beklerdi. Bence önemli ve kaliteli işler yapmış, Önemli ve kaliteli bir insandı. 414) Uygar bir ülkeye ve şehre yakışır, gerçekten çok güzel bir parktı. Bir de şimdiki haline bakınız! 415) Mimarı Şevki Balmumcudur. Bina 1948'de mimar Bonazt tarafından Büyük Tiyatro/Opera binasına dönüştürülür. 416) Atatürk İsmet Paşa'ya İnönü, Kâzım Paşa'ya Özalp, Fahrettin Paşa'ya Altay, Behiç Bey'e Erkin soyadını uygun gördü. * Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin adı Ulus'a., Vakit gazetesinin adı Kururiz. çevrildi. 417) Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanı­ mefendi, Hazretleri gibi lakap ve unvanlar, sivil rütbeler kaldırılır. Askeri rütbe adları 9 Nisan 1935 tarihli kararname ile değiştirilir. * Hangi dine mensup olursa olsun din adamlarının mabet ve ayin dı­ şında dini kıyafet taşımaları yasaklanır, Diyanet İşleri Başkanı ve ce­ maatlerin en büyük din adamları dışında (Gerekçeleri ve görüşme özetleri için: Türk Parlamento Tarihi, 1931-1935,1. cilt, s.186-194). Bu iki kanun da yürürlükteki anayasanın 174. maddesinde sayılan devrim kanunlarındandır. Anayasının güvencesi altındadırlar. 418) "www.ait.hacettepe.edu.tr./akademik/arşiv/kadın.htm" web adresinde Dr. Ayten Sezer'in incelemesinden yararlandım. 418a) Orman çiftliğinde istasyona yakın yerde, büyük halk bahçesinin yanında bir bira fabrikası kurulmuştu. Bu fabrika sorun olacaktır. 419) Metin And, Atatürk ve Tiyatro, s.80-86; Adnan Saygun, Atatürk ve Mu­ siki, $.55; bugün Ankara'nın dışında da opera ve bale birimlerimiz bulu­ nuyor.



786 Üçüncü Bölüm Notları



•}



419a) Y.Z.E. Ziraat Fakültesi Yıllığı, 1937, s.63; Hüner Tuncer, İdealler Ku­ şağından Bir örnek, Dr. Hadiye Tuncer, s.28, 137; Dr. Hadiye Tuncer bu kış gezilerine ve yarışlarına sonradan Siyasal BUgiier Okulu ile Spor Akademisinin de katıldığını anlatıyor. 420)



1 9 3 5 yılı:



• Kalkınma hızı genel ortalamaya göre % 10.



• İlk çocuk oyunu İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oynanır, Küçük Kemal,



• • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •



Çocuklara İlk Tiyatro Dersi, 1 Ekim 1935. İlk köy filmi Aysel, Bataklı Damın Kızı filmi çekilir, yönetmen Muh­ sin Ertuğrul. R. Nuri Güntekin'in Gökyüzü romanı yayımlanır. Nâzım Hikmetin Portreler ve Taranta Babu'ya Mektuplar adlı şiir ki­ tapları yayımlanır, Unutulan Adam adlı oyunu oynanır. Musahipzade Celalin Balaban Ağa adlı oyunu oynanır. Ernest Praetorius Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası şefliğine ge­ tirilir, Ekim 1935. Ankara Sümerbank Genel Müdürlüğü binası hizmete girer, mimar Martin Elasser. Manisa Müzesi açılır. İstanbul Liman Şirketi satın alınır, 1 Ocak. Ayasofya Müzesi ziyarete açılır, 1 Şubat. Tiyatro yazarı İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizincfnin ölümü, 6 Mart. Yusuf Akçura'nm Ölümü, 12 Mart. Almanya Versay'ın askeri hükümlerini geçersiz saydığını açıklar, 16 Mart. Afet Hanimin Türk Tarih Kurumu As Başkanlığına seçilmesi, 25 Mart. İstanbul Telefon Şirketi satın alınır, 9 Nisan. Moskova Devlet Baiesi'nin Ankara turnesi, 17 Nisan. Hilal-i Ahmerln adı Kızılay olur, 28 Nisan. Türk Kadınlar Birliği kendini fesheder, 10 Mayıs. Birinci Basın Kongresi toplanır, 25 Mayıs. Pazar günü hafta tatili olarak kabul edilir, cumartesi yarım gün çalı­ şılacak, 27 Mayıs. Alsancak-Aydın demiryolunun satın alınmasını Meclis kabul eder, 27 Mayıs. Vasıf Çınar'ın ölümü, 2 Haziran. Mülkiye Mektebinin adı Siyasal Bilgiler Okuluna çevrilir, 10 Haziran. Yargıtayın Eskişehir'den Ankara'ya taşınması hakkında kanun kabul edilir, 10 Haziran. Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü kurulur, 17 Haziran. Atatürk'ün Türk Tarih Kurumu için ayrıntılı bir program hazırlaması,



2 Temmuz, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s.278~284.



Üçüncü Bölüm Notları 787



• Trakya Umumi Müfettişliğine (İL Umumî Müfettişlik) önce İ. Talî Öngören, bir yıl sonra da İzmir Valisi Kâzım Dirik atanır, 9 Ağustos 1935; ölene kadar bu görevde kalır; 3 Temmuz 1941. • Atatürklün Mimar Sinan'ın heykelinin yapılması için TTK'na emir vermesi, 2 Ağustos 1935. • Ankara'da Fındık Kongresi, 10 Ekim. • Türkiye Mason locaları İçişleri Bakanlığının emri ile kapatılır, 13 Ekim. • Ankara'da Birinci Belediyeler Kongresi, 24 Ekim. • Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası törenle hizmete açılır, 29 Kasım. • Necip Asım Bey'in ölümü, 12 Aralık 1935. 421)



Bağımsızlar için birer yerin boş bırakıldığı iller: Ankara, Afyon, An­ talya, Denizli, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Konya Kütahya, Sivas, Tokat, Muğla, Niğde, Yozgat, Çankırı, Kastamonu. • Seçilen azınlık temsilcileri: Berç Türker (Ermeni), Dr. Taptas, İstimat Zihri Özdamar, Dr. Abravaya Marmaralı (Rum). 421a) Refet Paşa Atatürk'ten, "Yaman adamdı" diye söz eder. Ama Mil­ li Mücadele'nin kazanılmasında en büyük payı kendisine ayırır. Kâzım Karabekîr, Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey'i küçümser (Sabahattin Selek, Ana­ dolu İhtilali, $.149); Atatürk'le anlaşmazlıklarını "İnönü'yü kıskandık" diye özetler (H. Bayur, Belleten, sayı 204, Kasım 1988, Atatürk özel sayı­ sı, s.951). 421b) Mületvekilleri: Mebrure Gönenç (Afyon), Satı/Hatı Çırpan (Ankara), Türkan Örs Baştuğ (Antalya), Sabiha Gökçül Erbay (Balıkesir), Şekibe İnsel (Bursa), Huriye Öniz Baha (Diyarbakır), Dr. Fatma Memik (Edir­ ne), Nakiye Elgün (Erzurum), Fakihe Öymen (Ankara), Benal Nevzat Iştar Anman (İzmir), Ferruh Güpgüp (Kayseri), Bahire Bediş Morova (Konya), Mihri Pektaş (Malatya), Meliha Ulaş (Samsun), Fatma Esma Nayman (Seyhan), Sabiha Görkey (Sivas), Seniha Hızal (Trabzon), Hati­ ce özgener (Çankırı, ara seçimde seçildi). Türkân ö r s Baştuğ Atatürk Lisesi son sınıfta felsefe, sosyoloji-mantık öğretmenimizdi. Liseden ayrıldıktan sonra da ilgimizi kesmedik. Edebiyat öğretmeni Fevziye A. Tansel gibi çok şey borçlu olduğum bir öğretmendi. 422) Yeni Halkevleri: Akçakoca, Alaşehir, Ayvalık, Bartın, Bayburt» Beşik­ taş, Beyoğlu, Şişli, Üsküdar, Şehremini, Burdur, Dinar, Edremit, Gerede, Göynük, İnegöl, Kadıköy, Kandıra, Merzifon, Mudurnu, Simav, Söke, Tire (Anıl Çeçen, Halkevleri, s. 125).



423) İlkel olmayan kültür, baleye gitmek, opera izlemek, dans etmek, Ibsen'i bilmek değildir. Uygarca, birlikte, özenle, saygıyla yaşamayı, konuşmayı, oturmayı kalkmayı, yemek yemeyi bilmek, insanı, doğayı ve tekniği an­ lamaya çalışmak, uyanık olmak demektir. Bu görgü ve düzey biraz evde, 7 8 8 Üçüncü Bölüm Notlan



biraz okulda ama asıl halk eğitimi yoluyla, uyan ve görenek yoluyla ka­ zandır. Bunu özellikle Halkevleri, Köy Enstitüleri ve radyolar sağlıyor­ du. Türkiye 60 yıldır, yani üç kuşaktır Halkevlerinin, Köy Enstitülerinin, 1971'den bezi de eğitici radyolann eksikliğinin acı sonuçlarım yaşıyor. Bu süre içinde genel olarak ciddi, bilinçli, çağdaş bir halk eğitiminden geç­ medik. Trafik kazalarında dünya birincisiyiz. İs kazalarında da ileriyiz. Kurallara uymayız. Tehlike olasılıklarını hesap edemeyiz. Kapalı viraja gözü kapalı gireriz. Yaralı taşırken sedyeden düşürürüz. Ormanlarımı­ zı yakarız. Maç kazanınca havaya ateş ederiz. Balkona çamaşır aşar, so­ kağa sümkürür, tükürürüz. Ellerimizi pantolonumuzun arkasına sileriz. Almanya'da balkonda kurban keser, kanlar binanın cephesinden aşağı sızar. Almanlar tepki gösterince kızarız. Yaşlılara, hanımlara yer ve yol vermeyiz. Senli-benli bir konuşma üslubu gittikçe yaygınlaşıyor. Birçok alanda böyle sakarlıklarımız, ilkelliklerimiz, yetersizliklerimiz var. Tvha­ berlerini bu gözle izlerseniz, kültür ve görgü eksikliğinin yarattığı sorun­ ları görebilirsiniz. Daracık bir dünya içinde zihin gelişmez. Genel kültür ve görgü düzeyimiz Tv dizilerinin çoğuna, bazı tartışma programlarına, bütün evlenme programlarına bakılarak saptanabilir. 424) Başbakan İsmet İnönü, Adalet Şükrü Saraçoğlu, Milli Savunma Kâzım Özalp, İçişleri Şükrü Kaya, Dışişleri Dr. Tevfik Rüştü Aras, Maliye Fuat Ağralı, Eğitim Abidinözmen (sonra Saffet Ar ikan), Bayındırlık Ali Çetinkaya, Sağlık ve Sosyal Yardım Dr. Refik Saydam, Gümrük ve Tekel Ali Rana Tarhan, Ziraat Muhlis Erkmen. * Hükümet 7 Mart günü güvenoyu aldı. 425) Pullar kısa bir süre geçerli olmuş, süre bitince kalan pullar imha edil­ miştir. Bir süre sonra bu dizi koleksiyoncular arasında büyük değer ka­ zanacaktır. 426) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s.187-188. 427) Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir ömür, s.78-82. 428) Parti programında yeni 245 sözcük kullanılmıştı. 1983 yılında yapılan bir saptamaya göre 245 sözcükten 146'sı (% 59,6) günümüzde de kulla­ nılmakta, 39'u biraz değişiklikle varlıklarım korumaktadır. Tutunama• yan sözcüklerin sayısı 60'tır, % 24.5. (Prof.Dr. Şerafettin Turan- Sevgi özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dü Devriminin öyküsü, s. 106); Türkçei eş t i ri İmiş Parti Programı ve Tüzüğü için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s . 2 1 4 - 2 3 1 , 2 3 3 - 2 5 1 . * * Hasan Rıza Soy ak,Ş Atatürk'ten Hatıralar adlı kitabında, Recep



Peker'in İtalyan faşizmi Üe Alman nazizminin etkisinde kalarak to­ taliter bir parti tüzüğü ve beyannamesi hazırladığım, inönü'ye de im­ zalatarak Atatürk'ün bilgisine sunduğunu anlatıyor. Yeni tüzüğe göre başta üyeleri sınırlı, yetkisi sınırsız bir kurul bulunacak, Meclis bir şekilden ibaret kalacak, italya ve Almanya'da olduğu gibi üniformaÜçüncü



Bölüm Notlan 789



lı gençlik teşkilatı kurulacaktı vb. Atatürk çok sinirlenir. Kurulması düşünülen kurulun üyelerini 'zorbalar' diye aşağılar. İnönü ve Peker'i çağırtır. Bir-iki saat konuşurlar. İnönü'nün öneriyi okumadan imzala­ dığı anlaşılır. Atatürk Recep Peker'in hazırladığı programı ve tüzüğü reddeder (Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.57-60). * Bu amnın insanın zihnini kurcalayan yanları var. Kurultay için ha­ zırlık yapılıyor. Programın ve tüzüğün dili aylardır çalışılarak Türkçeleştiriliyor. Bu çalışmada Atatürk de bulunuyor. Bu sırada Recep Peker'in bunu bile bile yeni, ayrı bir program ve tüzük hazırlaması, İnönü'nün okumadan imzalamış olması inandırıcı gelmiyor. Söz ko­ nusu edilen faşist program ve tüzük önerilerinin elde ne aslı var, ne sureti. Bu olaydan sadece Hasan Rıza Soyak söz ediyor. İnönü'nün anılarında yok. O kadar kızdığına göre Atatürk'ün yakınlarına bu gi­ rişimden şikâyet etmiş olması gerekir ama hiçbir anıda yer almıyor. Atatürk böyle faşist, nazist bir program ve tüzük hazırlayan Recep Peker'i Parti Genel Sekreterliğinde bırakır mı? Çok daha hafif bir olay nedeniyle görevden aldığını göreceğiz. Görevden almadığı gibi yeni­ den seçilmesini de uygun görüyor. Anıları çok ihtiyatla okumak ge­ rektiği hakkındaki düşüncemi yineleyeceğim. Her anıyı olayların akı­ şı ile karşılaştırarak değerlendiriyorum. # Bu tarihlerde Recep Peker üniversitede İnkılap dersleri veriyordu. Bu ders metinleri İnkılap Dersleri Nodarı adıyla 1936 yılında basılmıştır. Bu ders metinlerinde Recep Peker faşizmi ve nazizmi eleştiriyor, s.48, 51,78,86-88; aynı tarihe rastlayan bu iki olayı (yani tüzük ve beyanna­ me ile ders notlarını) nasıl bağdaştıracağız? 429) Yeni Genel Yönetim Kurulu: Recep Peker, Münir Akkaya, Mümtaz Ökmen, Muttalip öker, Esat Uras, Cevdet Kerim İncedayı, Nafi Atuf Kan­ su, Rahmi Apak, Hasan Âli Yücel, Necip Ali Küçüka, Hüsnü Çakır, Ali Rıza Erten, Fikri Tüzer, Salah Yargı, Tahsin Berk, Salah Cimcoz (Hikmet Bila, CHP, s.62-63) JI 430) Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s.259. 431) Halamın eşi MTA'da görevliydi. Getirdiği deprem bölgeleri, fay hatlarıy­ la ilgili büyük boy, çok güzel basılmış kitapları unutmuyorum. Merakla okurdum. Türkiye 19404ı yıllarda bütün deprem bölgelerini, fayları, ay­ rıntılı olarak, rengârenk basılmış haritalar ile çok iyi bilmekteydi. Ama bir zaman sonra bu bilgiler, haritalar unutulacak, devlet de, belediyeler de, halk da, deprem olunca şaşacaklardır* Bizde bilgi akışı sürekli değil­ dir. Zaman zaman kopar. Hayati bilgiler dosyalarda, kitaplarda, dosyalar ve kitaplar raflarda, dolaplarda unutulur., 432) Abidin özmen'in ayrılması 11 Haziran 1935, Saffet Arıkan aynı gün Eği­



tim Bakanlığına atanır. 432a) Recep Peker İtalya ve Almanya'ya, Celal Bayar Rusya'ya gittiler. 790 Üçüncü Bölüm Notları



432b) Abidin Özmen 15 Haziran 1943 tarihine kadar bu görevde kalacaktır. 433) Saygı Öztürk, İsmet Paşa'nın Kürt Raporu, s.41 -42; Haldun Derin» Çan­ kaya özel Kalemini Anımsarken, s.93. 433a) Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemim Anımsarken, s.94. 434) Saygı öztürk büyük bir başarıyla bu raporu elde etmiş. Ama raporu ay­ nen yayımlamamış. Birçok yeri özetlemiş. Keşke tamamım yayımlasaydı. Raporun adı Kürt Raporu değildir, Şark Seyahati Raporu 1935'tir. Güneydoğu, Doğu ve Kuzey Anadolu illeri, sorunları ve çözüm öneri­ leriyle ilgili bir genel rapordur. Ele aldığı konular: 1. İdari meseleler, 2. Dersim, 3. İskân işleri, 4. Ulaşım ve su işleri, 5. Transit işleri, 6. Mali iş­ ler, 7. Yakacak ve maden meselesi, 8. Eğitim işleri, 9. Sağlık işleri, 10. Milli müdafaa işleri (Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.367). Ne daha Önce, ne daha sonra hiçbir Başbakan bir seferde bu kadar çok yeri gezip denetlemiş, bilgi almış, durumu hiçbir şeyi saklamadan, ob­ jektif olarak yazmış değildir. 434a) Bu olay hakkında esas kaynağım: Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıra| lar,,l.c, s.377-400; Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.369-372. İ | 434b) Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 2. c, s.348. 434c) Bütün bu hamleler, köprüler, demiryolları, okullar, kurumlar, fabrikalar, babalarımızdan, dedelerimizden alınan vergilerle yapılıyordu. Hepsi mil­ letindi. Babamın küçük aylığından kesilen oldukça yüklü vergi için 'helal olsun' dediğini hatırlıyorum. Bu sırada Bakırköy Barut Fabrikasında ça­ lışıyordu. Cumhuriyet Bayramlarında babam da, birçokları gibi, evimizi bayrak, ampuller ve defne dallarıyla süslerdi. Yükselen eserleri gören mil­ yonlarca insanın da katkılarını helal ettiklerini sanıyorum. Millet bunla­ rın değerini anlayacak kadar akıllıydı. 434d) Bilsay Kuruç, a.g.e., s.349; hiçbir Bakan Başbakanı böyle övmek gereğini duymamıştır. Bayar farklı çıkmıştı; eab.ege.edu.tr/pdf/7_2/C7-S2-M16. pdf adresinde Yard.Doç.Dr. Hulusi Doğan'm Nazilli Kombinası hakkın­ daki araştırmasından yararlandım. # Celal Bayar "Atatürk'ü sevmek milli bir ibadettir" sözünü, 1950'de Cumhurbaşkanı olunca Atatürk'ün bir büstünün kaidesine kazıtmış, bu küçük anıt, Çankaya Köşkü'nün ana kapısının az ilerisine yerleşti­ rilmişti. Kızı Sayın N. Gürsoy bu anıtın 27 Mayısçılar tarafından kal­ dırıldığını söylüyor. Yanılıyor. Büst, bu yazıya gösterilen tepki üze­ rine, kısa bir süre sonra elbette Celal Bayar'ın onayı ile bulunduğu yerden kaldırılmıştır. Bayar da o cümleyi bir daha kullanmamıştır. Bu olay birçok gazetede yer almıştı. Ben gazeteler yardımıyla biliyorum. 435) Bu sahneyi Tahsin Üzer anlatmış, 13 Mayıs 1939 günlü Trabzon Yeni Yol gazetesinde yer almış, aktaran S. Edip Balkır, Eski Bir öğretmenin Anı­



ları, s.12.



436)



Bilsay Kuruç, Belgelerle Türk İktisat Politikası, 2. c , s.352-354.



Üçüncü Bölüm Notlan 791



* Günde 40.000 metre bez üretilecekti. 50 çeşit bez dokunacaktı (Ata­ türk Devri Fikir Hayatı, 1. c, s.482,489). 436a) Dilin kaynağı hakkında birçok tez, görüş var. Güneş-Dil Tezi de bunlar­ dan biridir. Bir tez kanıtlanır bilimsel gerçek olur. KanıÜanamazsa tez olarak kalır, tarihe mal olur. Bilim böyle gelişir. Dilin kaynağı Ue ilgili tezler kanıtlanmaz. Çünkü kanıtlanması mümkün değildir. Bir düşünce çalışmasıdır (Notlar için: Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27. c, s.311-348). Dilin kaynağı ile ilgili başka tezler gibi Güneş-Dil Tezi de tez olarak kal­ mıştır. Bilimin böyle geliştiğim bilmeyen bazı bilim adamlarımız (!) var. Güneş-Dil Tezi'ni küçümsüyorlar. Bilim de onları küçümsüyor. * Viyana Üniversitesinde Doğu Dilleri üzerinde doktora yapan Hermann E Kvergiç 1935 Ocağında hazırladığı "Türk dillerindeki bazı öğelerin psikolojisi" adlı incelemesini Atatürk'e sunmuştu. 41 dakti­ lo sayfası tutan ve 55 bölüme ayrılmış olan bu inceleme Atatürk'ü çok ilgilendirmişti. Olayların tanığı Dil açar'm aktardığına göre Güneş-Dil Kuramı, Avrupa'daki öteki görüşler de dikkate alınarak bu metin üze­ rinde yapılan çalışmalar sonucunda ortaya çıkmıştı. Böyle bir kuramın öne sürülmesinde güdülen amaç, Türk devriminin dile de yansımasını bir türlü kabul edemeyen çevrelerce ileri sürüldüğü gibi Türkçeyi öz­ leştirmekten vazgeçmek olmayıp, Türk tarih tezine koşut olarak bir dil teorisi/kuramı belirlemek idi (Prof.Dr. Şerafettin Turan-Sevgi özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, s.108-109). 437) 8.221.248 kadın, 7.936.770 erkek. Okur-yazar oram 19,2. 1927'ye göre iki kata yakın. Nüfusun % 79'u tarımda, % 7,8'i sanayide, % 12,3'ü hizmet sektöründe çalışıyor. 1940 nüfus sayımı sonucu: 17.820.950. 438) Bu konuşma, Atatürk'ün denenmemiş yeni sözcükleri kullandığı, tartış­ maya ve milletin seçimine açtığı son konuşmadır. Bundan sonraki konuş­ maları sade lurkçedir. Artık dili köpürtmeyecektir. Çünkü gerek kalma­ mıştır. Cumhuriyet Türkçesi gelişmektedir. Dili Türkçeleştirmekle ilgili çalışmaları bütün gücüyle desteklemeye devam eder. * Bu sadeleşme nöbet defterlerinin dilinde de görülmektedir. 439) Kaza mı, intihar mı, anlaşılamadı. Kaza tarihi 21 Kasım 1935'tir (Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s.584). . • |- | .g^J 439a) Bu konudaki en ayrıntılı bilgi: Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c, s.377-400. 440) Eğitmenlerle ilgili ana kaynağım: Süleyman Edip Balkır, Eski Bir öğret­ menin Anıları. Kitap Cumhuriyet kitaplarından çıkmıştır. Hep bu kitap­ tan yararlanacağım. 440a) Ankara'da Çankaya ilçesi kuruldu. Artvin, B o r ç k a , Şavşat,Hopa ve Erzurum'un Yusufeli ilçesiyle, merkezi Artvin olan Çoruh ili kuruldu. Şemdinan, Hakkari, Güvar ilçeleriyle Siirt ilinden Zap ilçesiyle merkezi



792 Üçüncü Bölüm Nnt-lart



Çölemerik olan Hakkari ili kuruldu. Muş ilinin Bitlis, Dotki, Van ilinin



Ahlat ilçesi, yeni Hizan ve Kotum ilçeleriyle merkezi Bitlis olan Bitlis ili kuruldu. Muş ilinden alınan Çapakçur, Genç, Solhan, Kalan ilçeleriyle Erzincan'dan alman Kiğı ilçesiyle merkezi Çapakçur olan Bingöl ili ku­ ruldu. Tunceli Kanunu ile de Pülümür, Nazimiye, Mazgirt, Pertek, Ho­ zat, Ovacık ve Çemişkezek ilçeleriyle Tunceli ili kuruldu (Bilâl N. Şim­ şir, Kürtçülük II, s.389). Köy sayısı kesinleşti: 39.813 (Î.H. Tonguç, İlköğretim Kavramı, s.279). 441) Dersim/Tunceli ve IV. Umumi Müfettişlik konularında kaynakçadaki il­ gili tüm kaynaklardan yararlandım. • Tunceli Kanununun süresi dört kez uzatılacak, 31 Aralık 1946'da süre sona erecek, IV. Umumi Müfettişlik sürecektir. • Bir süre sonra Erzincan da IV. Umumi Müfettişliğe bağlanacaktır. • Tunceli Kanunu hakkında geniş bilgilçin: a.g.e., s.388-394. $ Tunceli'de yol, köprü, bina (okul, kışla, karakol, subay ve memur ev­ leri vb.) yapımı için Umumi Müfettişliğin emrine yeterli olmasa da önemli ödenek verilir. 442) 1 9 3 6 yılı: • Bu yılki büyüme hızı % 23,2. • Niğde Müzesi açılır. • Sait Faik'in ilk hikâye kitabı Semaver yayımlanır. • Halide Edip'in Sinekli Bakkal romanı önce yurtdışında İngilizce, bu yıl Türkiye'de Türkçe yayımlanır. • Bu yıl 1.618 kitap yayımlanacaktır. • Musiki Muallim Mektebi'nde konservatuvar sınıfları (opera ve tiyat­ ro) açıldı, Ankara ve İstanbul'da yapılan sınavlar sonucu 3 kız, 8 erkek öğrenci alındı, halk müziği arşivi kuruldu. Konservatuvar Kanunu 1 Haziran 1940'ta kabul edilecektir. • Yaşar Erkan Berlin Olimpiyatı'nda 61 küo Greko-Romen'de olimpiyat şampiyonu olur. • Ankara'da ilk Sanayi Kongresi toplanır, 20 Ocak. • Sinemalarda asıl filmden önce bir öğretici film gösterilmesi hakkında kanun kabul edilir, 20 Ocak. • İzmir havagazı şirketi satın alınır, 21 Şubat. • Özel teşebbüsçe inşa edilen ilk Türk gemisi Belkıs denize indirilir, 27 Şubat. • Venizelos'un ölümü, 18 Mart. • Eğitimci İhsan Sungunun ölümü, 11 Nisan.



• Ankara'da ilk Spor Kongresi toplanır, 13 Nisan. • Samipaşazade Sezai Bey'in ölümü, 26 Nisan. • İstanbul Türkkuşu açılır, 3 Mayıs. Üçüncü Bölüm Notları 793



• • • • • •



Bayrak Kanunu kabul edilir, 29 Mayıs. Bankalar Kanunu kabul edilir, 1 Haziran. İş Kanunu kabul edilir, 8 Haziran. Toprak Mahsulleri Ofisi kurulur, 24 Haziran. 29 Eylül: 1 Sterlin 620-623 kuruş. ^ J Balkan Festivali İstanbul'da başladı, 2 Eylül gecesi Atatürk de katıldı, Romen gençleri ve Türk zeybek ekibiyle birlikte oynadı. Gençlerle bir­ likte 'Dağ Başım Duman Almış' marşını söyledi. Şöyle dedi: "Bu marş o



zamanki azmimizi, inancımızı seslendiriyordu. Bundan başka bir şeyi­ miz yoktu. Şimdi bağımsız, ilerlemekte olan, genç, dinç, dünya ile dost bir devletimiz, geleceğe güvenen, huzurlu bir milletimiz varl*



• İngiliz Kralı VIII. Edward'ın İstanbul'a gelişi ve Atatürk ile görüşme­ si, 4 Eylül. • Son Osmanlı Sadrazamı Tevfîk Okday Paşa'nın ölümü, 8 Ekim. • 6 Ekimde İstanbul'a giren birliğin Komutanı General Şükrü Naili Gökberk'in ölümü, 25 Kasım. • Milliyet gazetesinin kurucusu, başyazarı, Atatürk'ün eski refakat su­ bayı Mahmut Soydan'ın ölümü, 3 Aralık. 443)



Kararname metni için: Cemil Koçak, Umumi Müfettişlikler, s.23L *



İngiliz Büyükelçisinin raporu: "General Abdullah Alpdoğan yılın ilk aylarında göreve başladı ve bu bölgeyi kalkındırmaya koyuldu. Böl­ geyi yatıştırarak ve eğitimi yaygınlaştırarak kalkındırmayı amaçlı­ yor. Fakat Dersim, soygun ve yayma içgüdülerine sahip Kürt aşiret­ lerin yaşadığı bölge olarak eski bir üne sahiptir ve Dersim Kürtleri 1936 yılında da yol kesmişler, soygunlar yapmışlardır. Majestelerinin Trabzon Konsolosu yıl içinde Dersim Kürtlerinin Erzurum yöresinde birçok yol kestiklerini ve birçok soygun yaptıklarını rapor etti. Bunlar Dersimli Kürt eşkıyalarının eski huylarından pek vazgeçmediklerini



göstermektedir!' (İngiliz Büyükelçisinin 1936 yıllık raporu, aktaran, Bilal N.Şimşir, Kürtçülük II, s.396) • * Nüfusa kaydolmayan, askerlik yapmayanların cezaları kaldırılmış, as­ kerlik süresi altı aya indirilmiş, vergi sonuçları hafifletilmişti. Günde 60 kamyon inşaat malzemesi giriyordu Tunceli'ye. Her yanda inşaat vardı. Sağlık merkezleri ve 19 okul -yeniden- açılmıştı. Köylülere toprak veriliyordu. Tarım Bakanlığı köylülere fidan ve tohum dağıtı­ yordu. Ağaçlar aşılanıyordu. Halk ağaların, reislerin, seyitlerin elle­ rinden kayıyordu. Halkı tahrik için birçok yalan uyduruldu. Birkaçı şöyle: kadınlar geceleri askerlerin olacak, her şey vesikaya bağlana­ cak, Dersimlileri Ermeniler gibi kesip öldürecekler, Türk ordusu is­ tese bile Dersim'e giremez, buna yetecek gücü yok... (Rıza Zelyut Dersim isyanları, s.294) 7 9 4 Üçüncü Bölüm Notları



444) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 1. c , s.393-400. 445)



M. İlmiye Çığ Kitabı, Çivi Çiviyi Söker, söyleşiyi yapan Serhat öztürk, s.30-34; M. İlmiye Çığ yatılı olmayı şöyle anlatıyor: "Ofena odadan son­ ra bize yatakhane cennet gibi göründü. İki tane yatak, kar gibi kolalı çarşaflar, emrimize ait iki beyaz dolap. Eğer cennet varsa, o işte bur çi­ şiydi... Yatılı olduktan sonra çalışmama gerek kalmadı, öyle bir yatılıyız ki bir elimiz yağda bir elimiz balda. Hep turfanda yemek yerdik. Gün­ de altı tür yemek. Giyimimizi veriyorlar. Harika bir öğrencilik geçirdik? (a.g.e., s.36) 445a) Prof.Dr. Anıl Çeçen, Halkevleri, s.128-136; etkinlikleri özet olarak yan­ sıtıyorum. Yoksa Halkevleri arı kovanı gibidir. * 1936 yılında Bakırköy'de İstanbul caddesindeki Ermeni okulu kapan­ dı, Halkevi bu büyükçe binaya taşındı. Alt kâtında geniş bir salonu vardı. Sık sık konferanslar verilirdi. Annem beni bu konferanslara götürürdü. O zaman da böyle konuşmalara meraklıydım. Hiç sıkıl­ madan, kımıldamadan dinlerdim. Konferansları daha çok kadınla­ rın izlediklerini hatırlıyorum. Bu bina şimdi Bakırköylü Sanatçılar Derneği'nin merkezidir. (Bakırköy Halkevi'nden yetişen ilk sahne ve film sanatçısı Münir Özkul'dur.) 446) Ren nehri kıyısındaki Bonn/Bad Godesberg'te pansiyonunda kaldığım İÜ Frau Rehbein şöyle demişti: 'Alman ordusu harekete geçince, sevinçten delirdik. Hitler milli kahramanımız oldu. Deli ne istese yaptık. İkinci Dünya Savaşına girdik ve mahvolduk." 447) Keşke her yıl bu gazilerin torunları dedelerinin madalyalarını takıp bu güzel anıtın önünde toplansalar. Şehitleri, gazileri, komutanları ve Atatürk'ü rahmet ve minnetle ansalar. Bu işi kotarmayı Afyon Kocatepe Üniversitesi üstüne almaz mı acaba? 448) Ali Çetinkaya'nın bu sözünü, Dumlupınar dönüşü (1948), Aı on istasyo­ nunda bizi kabul eden Afyon İstasyon Müdürü Eşref Demirağ'dan duy­ muş ve not etmiştim. Eski demiryolcular Eşref Demirağ'ı iyi tanırlar. 448a) Kâzım Dirik'in yaptırdığı örnek köy planını Afet İnan yayımlamıştır: Cumhuriyetin 50. Yılı İçin Köylerimiz, s.57-60, TTK, Ankara, 1978. 449) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c , s.536-538 (Türkiye'yi haklı bulan ve öven yazılardan örnekler var). 449a) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.490-491. 449b) Emin Erişirgil, İslamcı Bir Şairin Romanı, s.387-388. 449c) Bazı yazarlar bu durumu faşist bir örgütlenme olarak değerlendiriyor­ lar. Oysa tersidir. Faşizmde ve onun benzeri sistemlerde parti devlete egemendir. Bunu bilmeden nitelemelere kalkışmaktan kaçınmak daha doğru olmaz mı? Cumhuriyet yönetimi faşizmin yaptığının tam tersini yapmıştır. Ama bu durum demokratik bir çare de değildir. Üçüncü Bölüm Notları 795



* Demokratik, çağdaş bir hukuk devletinin özellikleri, nitelikleri konu­ sunda gerçek bir birikimimiz yok. Deney başlangıcı olarak 1878'de ilk anayasanın yürürlüğe girişi, Meclis açılışı gösterilir. Ne var ki bir yıl sonra anayasa askıya alındı, Meclis kapatıldı. Anayasanın yürür­ lüğe girmesi için 1908'e kadar 30 yıl beklemek gerekti. Bu otuz yıl en koyu istibdat yaşandı. Ondan sonra II. Meşrutiyet adi altında dar­ be, suikast, kavga, tutuklamalar, seferberlik, savaş, yenilgi ve çözül­ me dönemi. Bunlar mı demokrasi deneyleri? Olumsuzluklar deneyi demek daha doğru bir yaklaşım olur. Bu birikimsizlik nedeniyledir ki Cumhuriyet yönetimi de zaman zaman bazı konularda arayışlar içinde olmuştur. Arayış bitmiş değil, hâlâ sürüyor. 449d) 1937'de Etimesgut Motorlu Uçuş Kampı, aynı yıl Ankara ve İzmir paraşüt kuleleri açıldı. Binlerce genci btraraya getirdi. Türkkuşu öğretmenlerinden pilot E. Âli YMdız, 12 Haziran 1938 günü 14 saat 20 dakika süren bir pla­ nör uçuşuyla dünya rekoru kırdı, öğrencisi Ziya Aydoğan İnönü Eğitim Merkezinden Kayseri'ye kadar, 466 km'lik bir mesafeyi planörle uçtu. Planörler Kurumun Akköprü Atöryesi'nden sağlanıyordu. 1940 yılı son­ larında Akköprü atölyesi fabrika haline getirildi ve burada İngiliz Miles Magister eğitim uçaklarının seri montajına başlandı. Nuri Demirağ da uçak yapımına girişti. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Genelkurmay Başkanlığı'hın isteğiyle Etimesgut Uçak Fabrikası kuruldu. 1944 yılında üretime başlayan Etimesgut Uçak Fâbrikası'nda, Magister uçaklarının yanısıra, THK-1, 3, 4, 7, 9,13 planörleri ile THK-2, 5 ve 10 tiplerinde eğitim, sağlık ve nakliye uçakları üretildi.İrk uçak motor fab­ rikası THK tarafından Gazi Orman Çiftliği'nîn istasyonu karşısında ku­ ruldu. Bu fabrikanın çalışmaları Î951 yılma kadar sürdü, o yıl Makina ve Kimya Endüstrisine devredildi. Fabrika 1952'de kapatıldı, Traktör Fab­ rikasına dönüştürüldüL Kayseri Uçak Fabrikası ile Etimesgit Uçak Fab­ rikası da 1952'de kapatıldı. Kayseri Uçak Fabrikası marangoz atölyesine çevrildi. Etimesgut Uçak Fabrikası bîr süre ütü, eletrikli soba vb. yaptı. . Ulus'ta bulunan THK mağazasının vitrininde bunlar sergüeniyordu. Uçak sanayii de, Halkevleri, Köy Enstitüleri, demiryolculuk vb. gibi öl­ dürüldü. Her şey için ABD yardımına bel bağlandı. Daha sonraları da babalarımızın, dedelerimizin vergileri ile yapılmış fabrikalar, kuruluşlar, çok ucuza birer birer satılmaya başlandı. Atatürk'ün vasiyeti bile dikkate alınmadı. 5



449e) Savaş 1 Nisan 1939'da Franco'cularıngalibiyeti ite sonuçlanır. Franco'nun 1975'teki ölümüne kadar sürecek olan diktatörlük dönemi 449f)



Hadiye Çeçen'in



arkadaşı Hamdi Tuncer Atatürk Orman



çülük şefi olur. Bir süre sonra yazar Hüner Tuncer.



796 Üçüncü Bölüm Notları



evlenirler.



başlar,



Çiftliği'ne



Süt­



Bir kızları olur: Diplomat ve



İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, s.493-518 (İtalya da söz­ leşmeye 2 Mayıs 1938'de katılacaktır, s.496; Kasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. e., s.531-546); Bakırköy'de halkın şarkılar, marşlar söyleye­ rek kıyıya ve Viyasa gazinosuna doluştuğunu hatırlıyorum. 451) İngilizler bütün büyük, uzun menzilli topların kamalarım denize atmış, topları kullanılmaz hale getirmişlerdi. Savaş araç ve sistemleri değiştiği içm Türkiye boğazları savunmak için bu topları kullanacak değildi. Bu toplar artık iyice çağdışı olmuştu. Ama 18 Mart zaferinin gazi toplarını tabyalarda zaferin anıtları olarak saklamalıydık. Çocuklarımız bu gazi topları görmeliydi. Yazık ki 1954 yılında hepsi hurdacıya satılır. Geride 18 Mart zaferinden kalmışbir tek top yok. * Bir müzeci Anafartalar yöresinde toprak altında kalmış bir-iki ağır to­ pun bulunduğunu söyledi. Sevindim. Hiç olmazsa onları koruyalım. 451a) Emin Erişargil, İslamcı Bir Şairin Romanı, s.390-391. * Mehmet Akif Ersoy 27 Aralık 1936 tarihinde hayatını kaybetti. Kabri Edirnekapı şehitliğinde. Mısır'daki dostu ölüm haberini alınca vasi­ yetine uyarak çeviriyi yazık M yaktı (a.g.e., s.393-394). * M. Akif Bey yaptığı birkaç çeviriyi M. Hamdi Yazır'a gönderir. Çeviride herkes kolayca anlasın diye sade Türkçe kullanmıştır. M. Hamdi Yazır Türkçe MeaTdeM. Akif Bey'den etkilenerek dilini yer yer hayli sadeleştirmiştir. Tefsirinde ise ağır bir dil kullanıyor: 452) Prof.Dr. Şerafettin Turan-Sevgi Özel, 75. Yılında Türkçenin ve Dil Dev­ riminin ÖyküsMr s. 108-111;- Üçüncü Türk Dil Kurultayı 1936, Tezler, Müzakere Zabıtları, Devlet Basımevi, İstanbul, 1937. * Yeni Yönetim Kurulu: 1. Necmi Dilmen, Beste Atalay, A. Cevat Emre, Ali Canip Yöntem, Hasan Reşit Tankut, L Müştak Mayakon, Naim Onat, Refet Ülgen. 453) Harbiye Marşı 1928'de yazılıp bestelenmiş, Harpokulu'na alay sancağı 1934'te verilmiştir. § 453a) Paraşütü açılmayan paraşütçü kızlarımızdan Eribe bugün şehit olmuştur. 454) TBMM Başkanlığına yine Abdülhalik Renda seçildi. 454a) Bayar'ın Şark Raporu: Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006; Bayar'm gittiği iller: Sinop, Samsun, Ordu, Trabzon, Rize, Artvin, Ardhan, Kars, Ç ı l d ı r . İğdır, Beyazıt, Erzurum, Van, Muş, Siirt, Diyarbakır, Malatya, Mersin, Konya; rapor Başbakana hitaben.yazılmıştır. Ekonomik sorunlar ve Öne­ riler bakımından İnönü'nün raporundan daha geniştir. * Kürt sorunu için Bayar diyor ki: "İsyan edenleri cezalandırmak için şiddetin manası, anlaşılır ve yerindedir. İsyandan sonra fark gözetm eksizin idare etmek de bundan ayrı ve mutedil bir sistemdir... Doğu vilayetlerinde toprak dağıtmanın, halkı toprak sahibi kılmanın ehem­ miyeti aşikârdır. Gayemiz bunları sadece toprak sahibi yapmakla ye­ tinmek de değildir. Mümkün olduğu kadar kredi vasıtalarını^ üretim imkânlarını da birlikte vermek lazımdır. Mahsullerinin satışını da 450)



Üçüncü Bölüm Notları 797



temin etmek icab eder... Bu tedbirin tam semere verebilmesi için ikinci bir şart vardır: O da muhitteki nüfuz sahibi mütegalibenin (ağaların, beylerin) aileleri ile birlikte iç vatana nakledilmeleri keyfiyetidir. Bu hareket devlet nüfuz ve kudretini göstermekle birlikte halkın zorbalık" tan fiilen kurtulmasına da yardım etmektedir... özetle mütegallibenin aileleri ile birlikte yerlerini değiştirmek esaslı ve iyi bir politika­ dır? (s.64-65) I t * Toprak dağıtımı için böyle yazan Bayar, Atatürk'ten sonra, Toprak Ka­ nunu dolayısıyla CHP'den ayrılacaktır. Belli ki bu sözler Atatürk'ün bu konu hakkındaki sözlerinin bir gölgesidir. Bir daha da toprak refor­ mu ciddilikle ele alınmayacaktır. Şimdilerle konu bile edilmiyor. (1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu için: Erdal İnce, Türk Siyasal Yaşa­ mında Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, Libra Kitap, İstanbul, 2009) 455) Siyasal Bilgiler Okulu'nun kuruluşunun 60. yıldönümü 4 Aralıkta yeni okulda kutlandı. Başbakan İnönü bu güne katıldı ve dedi ki: "Mülkiyeli­ ler! Kurulmakta olan Türkiye'nin ikbali, şevketi sizin aşkla, idealle vü­ cudunuzu memlekete vakfetmenize bağlıdır!' 455a) Türk-Arap ilişkilerinin beyaz ve kara birçok sayfası vardır. En unutul­ mayan bölümü Arapların Türklere karşı Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerle işbirliği yapmalarıdır. Faysal ordusu İngilizlerle savaşan çok Mehmetçiğin canını yakmıştı. Bir Türk atalarsözü bu kara sayfaların H ürünüdür: Ne Şam'ın şekeri, ne Arap'ın yüzü. 455b) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.555-597. • Antakya-İskenderun bölgesi anlaşmalarda Sancak adıyla anılıyordu. Sancak'a Hatay adını veren Atatürk'tür. Ben başından beri Hatay di­ yorum. 456) Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 3. c, s.492.



457) 1937 yılı: • • • • .• •



Büyüme hızı genel ortalamaya göre % 10. Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf romanı yayımlanır. Y. Kadri Karaosmanolu'nun Bir Sürgün romanı yayımlanır. Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü açılır. Radyo istasyonlarının işletilmesi PTT'ye devredilir. Bugünkü Ankara Radyosu binası ile uzun dalga ile kısa dalga vericile­ rinin yapımına başlanır. • Atatürk Bursa Çelikpalas'taki hissesi ile otelin bahçesindeki köşkü Belediyeye armağan eder, 2 Şubat. • Anayasanın 2. maddesinde Türk devrimin ana ilkelerinden altısına yer verilerek madde değiştirilir, şöyle olur: "Türkiye Devleti cumhuri­ yetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, la k ve inkılapçıdır. Resmi dili Türkçedir. Başkenti Ankara şehridir",! Şubat. ;



• Orman Kanunu kabul edilir, 8 Şubat. 798 Üçüncü Bölüm Notları







• • • •



İsmetpaşa Kız Enstitüsü binası hizmete girer, mimar E. Egli. İller Bankası binası hizmete girer, mimar Seyfi Arkan. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi açılır, 4 Şubat. Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü kurulur, 10 Şubat. Şair Abdülhak Hamit Tarhan'ın ölümü, 12 Nisan. Ankara'da Tıp Fakültesi kurulması hakkında kanunun kabulü, 9 Ha­ ziran. Japonya'nın Çin'i işgale başlaması, 8 Temmuz. Beşinci Balkan Güreş Şampiyonasında Türk takımı birinci olur, 17 Eylül. İlk resim galerisi Dolmabahçe Sarayı'nm veliaht dairesinde açılır, 20 Eylül. Ankara'da Polis Enstitüsü açılır, 6 Kasım. İbn-i Sina'nın 900. ölüm yıldönümü dolayısıyla törenler, 22, 25 Hazi­ ran. İslahiye-Meydanı Ekbez ve Toprakkale-Payas demiryolları satın alı­ nır, 1 Temmuz. Üsküdar ve Kadıköy Su Şirketleri satın alınır. Çatalağzı-Zonguldak demiryolu işletmeye açılır, 1 Ekim. Yeni harflerle basılan ilk kâğıt paralar dolaşıma çıkar, 15 Ekim. Denizbank'ın kuruluşu, 27 Aralık.



458)



Yalnız Wagon-Lits Cook (yataklı vagonlar şirketi) kalmıştı. 1970 yılında millileştirildi. 459) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.606-608. 459a) Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, s.153-161, İstanbul, 1964. |; '• - • |; 460) Anıl Çeçen, Halkevleri, s. 140. 461) İnönü de sürekli okuyan, edebiyatla, sanatla ilgilenen bir aydındı. 75. yaş gününde genç gazetecilere şöyle bir tavsiyede bulunmuştu: "Her gün bir gazete, her hafta bir dergi, her ay bir kitap okuyunuz"', Cumhurbaşkanı olduktan sonra İngilizce öğrenmiş ve viyolonsel dersi almıştır. 462) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1-1II, c. il, s.325-326, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1997. 463) S. Edip Balkır, Eski bir öğretmenin Anıları, s. 18-20. 464) Çanakkale Savaşı'nı, Milli Mücadale'yi yazabilmek için uzun yıllarımı vermiş, bütün kaynakları defalarca incelemiştim. Bu konularda kesin olarak konuşabilirim. Ama Dersim olaylarını etraflıca, bütün kaynak­ ları elden geçirmiş, kaynak değeri taşıyan folklorik ürünleri inceleye­ bilmiş değilim. Dersim/TVınceli konusunu, bu kadar zaman ayırmaya yaşım İzin vermediği İçin, ayrıntılara girmeden, kaynakçada belirtilen ana eserlere, belgelere ve sezgilerime dayanarak Özetlemekle yetindim.



Üçüncü Bölüm Notları 799



jeKtif kalmaya özen gösterdim. Dr. Nuri Dersimi'nin Kürdistan Ta­ rihinde Dersim ve Faik Bulut un Dersim Raporları adlı kitaplarına da gerekince değineceğim. Tunceli'de 49 aşiret vardı. Bunların nüfusları 250 ile 6.900 arasında de­ ğişiyordu. 49 aşiretten 31'i isyana katılmış, 18'i katılmamıştır. (Aşiretler Raporu, s.285-305, Kaynak Yayınları, 2003); bütün Dersim isyan etmiş değildir. İsyan edenlerden bir kısmı da bastırma hareketi başlamadan ve devam ederken orduya teslim olarak isyan dışına çıkmıştır. * Dr. Nuri Dersimi, köprülerin, binaların yapılmasını, "Dersim için idam sehpaları hazırlanmıştı" diye yorumluyor (s.259). Her şeyi kendi maksadına, vehmine, düşmanca duygularına ve Önyargısına göre yorumluyor. Abartısı, dayanaksız iddiaları, yanlışları pek çok. Zehirli gaz kullanıldığı gibi zehirli bazı iddiaların ilk sahibi de Dr. Dersimi'dir (s.264). Çanakkale savaşlarını yazan bazı uyduruk tarih­ çilerin menkıbeler uydurmaları gibi Dr. Nuri Dersimi de kanımca aynı şeyi yapmış, yenilgi acısıyla hayalini çalıştırmış. Kitabın tama­ mını dikkatle okuyanlar, bu kanımı paylaşmakta zorluk çekmezler. Bu iddialar ayrılıkçılar tarafından yayıldı. Bazı insanlarımız tarafın­ dan gerçek sanıldı. Kitabını belki yüz kez 'intikam!' diye seslenen bir sonsözle bitiriyor. Böyle bir kitaba, objetktif denilir mi? Bu konuya yeniden döneceğim. Tunceli çatışmaya gerek kalmadan uygarlığa açılsaydı kötü mü olur­ du? Bir devletin ili olacaksın ama oraya devlet giremeyecek! Böyle bir şey mümkün mü? Bu basit gerçeği anlamayanlar kaç Türkün ve Kür­ dün kanına girdiler. Hâlâ anlamayanların, ağalık/beylik düzenini, or­ taçağı savunanların var olması insanı şaşırtıyor. Seyit Rıza Efendi'yi yüceltmek ortaçağı yüceltmek demektir. * İsyan başladığı sırada bütün Tunceli'de küçük birlikler halinde, top­ lam iki jandarma alayı vardı. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, I-III, 2. c , s.331. Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.397'da verdiği özeti aktardım; Rıza Zelyut'un Dersim İsyanları'ndan da yararlandım, s.324; daba ayrıntılı



bilgi için: Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.379-387. * İşte Tunceli olayı böyle başladı. Ne yapmalıydı devlet? Köprüler ya­ kılırken, karakollar basılırken, telefon telleri kesilirken, jandarmalar şehit edilirken, Tunceli'de kanlı bir isyan başlamışken, devlet 'dur bakalım ne olacak' diye ellerini kavuşturup seyretmeli miydi? Ya da hiç karşılık vermeden pes edip Tunceli'yi boşaltmak mıydı? Elbette devlet olmanın gereğini yapacaktı. Bir aşiret reisi bile adamlarından biri karşı çıksa tepeliyor. Gerçekçi olmadan tarih anlatılamaz, ancak masal anlatılır, siyaset yapılamaz, demogoji yapılır. çüncü Bölüm Notları



* Tunceli isyanı bir halk hareketi, milli bir hareket, demokratik bir hareket değildir. Ağaların/beylerin/seyitlerinin çıkarını koruma­ yı amaçlayan, onların yönettiği ortaçağcı bir harekettir. Bütün Tunceli'nin katılmadığına, Tunceli dışındaki hiçbir Kürt aşiretinin de destekleyici bir hareket yapmadığına dikkatinizi çekerim. İki tarafın kayıpları için 1936 yılının sonundaki İngiliz raporuna bakınız! * Referandum tartışmaları sırasında 'Cumhuriyet yönetiminin Tunceli'yi vergi vermediği için bombaladığı' söylendi. Yukarda açık­ lanan olaylar gösteriyor ki sorunun vergiyle hiçbir ilgisi yok. Olay vergiye indirgenecek kadar basit değil. Olay Osmanlıdan kalma mi­ rasın devamı. Yakın tarihimizi günlük siyasete kurban etmek hiç kimseye bir şey kazandırmaz ama Türkiye'nin geleceğini çok kötü örseler. Ayrılık duyguları yağla, balla beslenmiş olur. Lütfen dikkat! * Teröristlerin bulunduğu sanılan her yeri şimdi de bombalıyoruz. İs­ yanla, terörle savaş keşke çiçek atılarak yapılabilse. 468) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.388. 469) Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir ömür, s. 111-126. * Uçaklar ilk kez Tunceli olayında kullanılmamıştır. Şeyh Sait isyanın­ da da, sonrakilerde de kullanıldı. Şimdi de kullanılıyor. Keşke ne is­ yan olsa, ne uçak kullanılsa. Çocuklarımız uçurtma, paraşüt, planör yarışmaları yapsalar. * Kritik yerlerin yasak bölge olması kararlaştırılmıştı. Yasak bölge ya­ pılacak yerlerdeki boşaltılmış köyler ya askerler tarafından yakılıyor, ya uçaklar tarafından bombalanarak yıkılıyor, buraları iskâna kapalı, yasak bölgeler haline getiriliyor. Yakılmalarının nedeni bu. Keşke daha sessiz, daha az sert bir çözüm bulunsaydı. Buralarda oturanlar Batı il­ lerine sevk ediliyorlar. Bu yöntem, çapulculuğu bitiriyor, Tuncelililer hak ettikleri sükûnete kavuşuyorlar. 470) Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük II, s.397-398. * Gökçen kısa süre sonra geri döner, Ankara'da yapılan bir törenle ken­ disine 28 Mayıs 1937 günü Türk Hava Kurumu'nun onur madalyası verilir (S. Gökçen, Atatürk'le Bir ömür, s. 143-150). 471) Okurlarıma büyük öğretmen Sıdıka Avar'ın Dağ Çiçeklerim adlı anıları­ nı okumalarım tavsiye ederim (öğretmen Yayınları, Ankara). Bu anıları ileri sürerek Sıdıka Avar'ın Kürt kızlarını Türklüğe devşirmeye çalıştı­ ğını iddia edenler var. Anıları iyi okumadıkları anlaşılıyor. Kitabın ön­ sözü ndek ı birkaç sözcüğe dayanıyorlar, önsözdeki birkaç söze takılmak yerine, anıların tümüne baksanıza! Sıdıka Avar ve benzerleri, çocukla­ rımızı milletleştlrmeye, uygariaştırmaya, bilgisizlikten kurutarmaya, yurttaş yapmaya çalışmışlardır. Karyolayı bilmeyen kızların karyolanın altında, yerde yatmaları, ilk kez ayakkabı giyen İki kızın okuldan kaçıp



Üçüncü Bölüm Notlan 801



üç gün ötedeki köylerine gidip ninelerine ayakkabılarını göstermek iste­ meleri, bütün kızların Sıdıka Avar'ı 'Avar Ana' diye bağrışarak, ağlaşarak uğurlamaları gibi olaylar okurken beni ağlattıydı. Devşirmek bambaş­ ka bir şeydir. Bunu düşünen olmamış değildir ama uygulanamamıştır. Türkiye'nin bu konuda hiçbir deneyi yoktu. Kürt sözünün karda yürür­ ken çıkan kartkurt sesinden kaynakladığı gibi aptalca, çocukça görüşler, bu konuda Türklerin ne kadar deneysiz olduklarını göstermeye yeter. * Bir ara çarşıda-pazarda Kürtçe konuşmaya yasak konulacaktır. Bu, resmi dilin bir an önce öğrenilmesi için bulunan çok yanlış, aptalca bir çare. Bu sorun okullarda, halkevlerinde ve sabırla çözülebilirdi. Okullar ve Halkevleri az olduğu için bu kestirme ve yanlış yola gidil­ miştir. Şimdi de ortak dilin öğrenilmesini sağlamak gerekiyor. Ama çağdaş, insanca yöntemlerle. 472) 20 Haziran 1938 tarihinde Gençlik ve Spor Bayramı olarak kabul edil­ miştir. 472a) Resmi işlemler 11 Mayıs 1938 günü tamamlanmış, Atatürk tarafından imzalanmıştır. 473) Türkiye Cumhur iyeii'nde Ayaklanmalar, s.404; 10 Eylüle kadar toplanan silah sayısı 2.737 idi. 474) IDr. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, s.266, 267; Rıza Zelyut, Seyit Rıza Efendinin Dersim Generali Seyit Rıza imzasıyla İngiltere'den yazıyla yardım istediği hakkındaki bir iddiayı aktarıyor (s.301-302), bu id­ dianın ve Tîirkçesi verilen belgenin doğru olup olmadığını kestiremedim. * Dr. Nuri Dersimi isyanın yenilgiyle sona ereceğini anlayınca Suriye'ye kaçar, Fransız himayesine girer. Hoybun'la birlikte Suriye gazeteleri­ ne Türkiye aleyhinde, abartılı haberler yayar. Kitabından, böyle so­ nuçlanacağı besbelli olan ayaklanma yüzünden verilen kayıplardan hiç pişmanlık duymadığı anlaşılıyor. Gençleri yeni isyanlara kışkırtıKan dökülmesi böyle fanatikleri hiç üzmüyor. 475) Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.406. 476) İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.289; F. Rıfkı Atay, Çankaya, 487; Kılıç Ali'nin Anıları, s.614 (ilk satır). * Atatürk 22 Haziran 1937'de Yalova'da, isteği üzerine Dr. Nihat Reşat Beiger tarafından muayene edilmiş, dikkate değer bir bulgu bulun­ mamıştı (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.736), 477) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.409; bu tarihe,$ kadar m Tunceli'den 4.076, Erzincan'dan 789, Bingöl'den 126, toplam 4.991 tü­ fek toplanmıştır. Ocak 1938 ayı başına kadar toplanan tüfek sayısı 5.050 olur (Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.411); bu Tunceli'de var olduğu tahmin edilen tüfek sayısından azdı. Taramayı sürdürmek gere­ kirdi ama kış geliyordu. Arama-tarama çalışmalarına ara verildi. 478)



1. inönü, Hatıralar, 2. c, s.285-290, 321.



802 Üçüncü Bölüm Notları



* Nöbet defterine göre bu gece yemekte bulunanlar: İnönü, Kâzım Özalp, Şükrü Kaya, Ş. Saraçoğlu, Ali Çetinkaya, Ali Rana Tarhan, Fuat Bulca, Celal Bayar, Şakir Kesebir, Saffet Arıkan, Dr. Refik Say­ dam, Numan Bay (?) (s.652). 479) 1. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.290-291, 321; dostlukları bir-iki dalgalanma dışında sürecektir. * Atatürk'ün sağlığı gittikçe bozuluyordu. İnönü gelmek, Atatürk'ü gör­ mek ister. Fakat Dr. Refik Saydam türlü tehlikelerden, suikast ihtima­ linden söz ederek bu yolculuğa engel olur. İnönü bir mektupla özlemini bildirir. Mektubu Atatürk'e Vedit Uzgören sunar. Dr. Refik Saydam'ın telâşını söylemez elbette, mektubu 'İnönü'nün gelmek istediğini, fakat doktorları henüz yolculuğa izin vermediği için gelemediğini' söyleye­ rek verir. Atatürk diyor ki: "Yakında ben Ankara'ya geleceğim.Orada görüşürüz. Binaenaleyh zahmet etmesin, Ankara'da kalıp istirahat et­ sin ve doktorların tavsiyelerine harfîyyen riayette bulunsun. Bunları, bir emir olarak, teşekkür ve selamlarımla beraber kendisine söylersi­ niz? (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, s.761-762) 480) H. Derin, Çankaya özel Kalemini Anımsarken, s.118-119; Uluğ İğdemir, - Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu, s.41-45. * Atatürk'ün ölümünden sonra sergi, salona Atatürk'ün tabutunun ko­ nulması ve saygı ziyaretine açılması için kaldırıldı, bir daha da hiçbir yerde kurulmadı. 481) Bu tarihi notlar hususi bir dosya içinde özel Kalem Müdürlüğünde sak­ lanmış, klişeleri basında yer almıştır. Celal Bayar, bir röportajda "Atatürk inönü'yü affetmedi. Dargın olarak vefat etti" diyor (H. Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken, s. 118). Bu doğru değil. 482) 1937 Tarih Kongresi Zabıtları, TTK yayım; bu derleme 1.280 sayfadır. Türk Tarih Tezi hakkında konuşup yazacaklar, tarih kongreleri zabıtları­ nı, bildirilerini sabırla okumalılar, sonra konuşup yazmalılar. * TTK ile Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin, kuruluş nedenlerini unut­ malarını, bu konudaki çalışmaları bırakmalarını şiddetle ayıplıyorum. # Prof.Dr. Landsberger'in bu kongrede sunduğu çok önemli bildiri hakkında Prof.Dr. Vecihe Hatipoğlu'nun "Türk Tarihinin Başlangı­ cı" başlıklı yazısı için: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/12/847/ 10723.pdf I T I |



482a) En çok şaşıran, üzülen Sabiha Gökçen oldu. Çünkü Atatürk'ten bir­



çok kez şu sözleri duymuştu: "İsmet görev başında oldukça benim içim rahattır. O sadece görevini, memleketini, ulusunu düşünen bir insan­ dır... Ona güvenim sonsuzdur. En çok yandığım şey birkaç tane İsmet Paşamızın olmayışıdır? (Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, s.277); rahmetli Gökçen Hanım'ı İyi tanırım. Onun yönettiği uçakla da uçmuş-



Üçüncü Bölüm Notları 803



tura. Olağanüstü ciddi, disiplinli, dürüst bir insandı. Bu sözler Gökçen Hanım'm hayal eseri değildir, ii 483) Prof.Dr. Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s.174-176. 484) Adalet Şükrü Saraçoğlu^ Milli Müdafaa Kâzım Özalp, İçişleri Şükrü Kaya, Dışişleri Dr. Tevfîk Rüştü Araş, Maliye Fuat Ağralı, Eğitim Saffet Arıkan, Bayındırlık AB Çetinkaya, İktisat ve Ziraat Şakir Kesebir, Sağlık Dr. Hulusi Alataş, Gümrük ve Tekel Ali Rana Tarham; Dr. Refik Saydam Bayar kabinesinde yer almak istemediği için Bakanlıktan ayrılmıştır (H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.712). 485) Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk Tarih ve Dit Kurumları Hatıraları, TDK yayını, Ankaray 1954, s.5-6'dan aktaran Prof.Dr. Utkan Kocatürk, Kay­ nakçan.AtatürkGünlüğü, s.377. 486) Mimar: Ş. Sabrı Akalın. 486a) Haliç tersanesinde ilk Türk denizaltısının omurgası törenle kızağa ko­ nulmuştu, 14 Ağustos 1937; Türkiye'nin 14 yılda ulaştığı düzeye bakı­ nız: Topunu, tüfeğini, uçağım, denizaltısını yapabiliyor. Gölcük'te aske­ ri tersane kuruluyor. 487) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I-III, 1. c , s.410-423; Atatürk'ün yeni Başbakan'a, görüşlerini ayrıntılı olarak anlatmakla yetinmediği, kamu­ oyu önünde ayrıntılı bir program çizerek yol gösterdiği anlaşılıyor. Bav yar 8 Kasımda Meclis'te hükümet programını okudu ve güvenoyu aldı. Haldun Derin saymış, programda Bayar 39 defa Atatürk'ten şef diye söz etmiş. (Çankaya Özel KalemiM Anımsarken, s&23}. # Atatürk program için, "MiBete yepyeni bir program bildirdiniz. Bu program benim millete vaadettiğim hususlardır" diyor. Haklı. Hükü­ met programının kaynağı Atatürk'ün 1 Kasım konuşmasıdır; 487a) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.7lfe Salih Bozok konuyu Parti Meclisi'ne de getirir. Atatürk'ün bunu onaylamadığını Kılıç Ali ya­ zıyor {Kılıç Âli'nin Anıları,, s.331 )v İnönü uzun bir konuşma yapar, olayı anlatır, Atatürk'ten Velinimetim' diye söz eder, Atatürk'ün her ay kendi­ sine para yardımı yaptığını da açıklar. Sorun kapanır (I. İnönü, Hatıra.-. lar, s.291-292,294-297,322). j£ ''«Sf 488) Atatürk'üm bu gezisi için M. Önder'in Atatürk'ün Yurt Gezileri'nden, İhsan Sabri ÇağlayangiFraı Anılarından (Bilgi Y., 2007)' ve Prof. Dr. U. Kocatürk'ün Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronoloji'nden ya­ rarlandım. . 488a) Atatürk'ün Nöbet Defteri, s.678; Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Ammsarkeri s.120-121; FJL Atay bu olayı iki kez yazmış. H. Derki bu yazıların yayımlandığı gazetelerin tarihlerini de veriyor: Dünya gazetesi ••- 19.6.1960; 1.1.1961.. •• f 489) Prof.Dr. U. Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronoloji­ si, s.613. ' r



§ '-.fil



8 0 4 Üçüncü Bölüm Notları



• Atatürk'ün yeni yıla kadar İnönü'yü yemeğe çağırdığı ya da kabul et­ tiği günler: 15J0, 18.10, 6.11, 22.11,3.12. • Yeni yılda da Ankara'dayken hayli sık yemeğe çağırmıştır. Merak eden­ ler Atatürk'ün Nöbet Deftertoden bu dununa saptayabilirler. • Ayrıca Atatürk İnönü'nün özel Kalem Müdürü Vedit Uzgören'e İstanbul'da da hemen İter akşam sofrasında yer vermiş, böylece hiç kimsenin aleyhinde konuşmadığım İnönü'ye duyurmak, huzur ver­ mek istemiştir. • Ankara Valisi Nevzat Tandoğan her halta bir gün İnönü'ye yemeğe getir. İhtiyaçlarım sorar. İnönü, "bir nevi koruyucu vazife almış gi­ biydi? diyor (L fnönü, Hatıralar, 2. cw s.298); Ankara Valisinin ilgisi elbette Atatürk'ün onayı iledir. 489a) BiMN/Şimşir,iCwr^ • İki tarafın kayıp sayılarına dikkatinizi çekiyorum. 490) 1938 yılı: • Bu yılki kalkınma hızı % 9,5. • Mithat Cemal Kuntay'm Üç istanbul, RL Nuri Güntekin'in Eski Hastalık romanları yayımlanır. • Cemal Nadir Güler ve Ramiz ilk kişisel karikatür sergilerini açarlar. • Ressamlar illerin resimlerini yapmak üzere Anadolu'ya dağılırlar, 19 Ağustos. • Ankara'da Askeri Müzik Okulu kurulur. • Ankara hipodromu açılır, mimar: Vietti Viola. • Son TBMM'nin planı mimar Holzmeister tarafından yapılır, planda • • • •



çok partililik dikkate alınır. İstanbul-Edirne asfalt yolun ikinci kısmının yapımına başlanır. Hatay Müzesi açılır. İzmir telefon şirketi satın alınır, 25 Ocak. Gölcük'te yeni bir tersane yapılmasına karar verilir, 10 Şubat.



• Cevat Çobanlının ölümü, 13 Mart.



• Nâzım Hikmet, Ankara Harpokulu Mahkemesi tarafından 'orduda bir ihtilal hareketi vücuda getirmek ve arkadaşlarım bu vadide çalışmaya teşvik etmek* suçundan29Mart 1938'de 15yü hapse mahkûm edilir. B u karar 28 Mayıs 1938'de Askeri Yargıtay tarafından onanır. 10 Ağustosta ikinci dava, donanma davası başladıJDavaya Erkin gemisinde bakıldı. Dava sürerken Nâzım Hikmet Atatürk'e bir mektup yazdı*.'suçsuz oldu­ ğunu ve adalet istediğini' b i l d i r d i , özetle diyordu kk "TUrk inkılabına



ve senin adına and içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim Yurdumun ve inkılapçı senin karşında alnım açıktır? Atatürk'ün çok



hasta olduğu dönemdi» Yazık ki mektup eline geçmedi. Donanma Komutanlığı Askeri M a h k e m e s i , 29 Ağustos 193&*de Nâ­ zım l l ı k m e t ı 20yıla mahkûm eden Cezalar birleştirilir. İnfaz süresi Üçüncü Bölüm Notları 805



• • • • • • •



• • • • •



28 yıl 4 ay olarak belirlenir. Bu karar da 28 Aralık 1938'de Askerî Yargıtay tarafından onanır (Genel olarak Cumhuriyet Ansiklopedi­ si, 1. c, s.302-303; Dr. M. Şerif Onaran-Rüştü Asyalı, Ben Bir İnsan, Kültür Bakanlığı Y, Ankara, 2004)M # Mimar Sinan'ı anma töreni, 9 Nisan. Tarım Bakanlığına Faik Kurdoğlu atanır, 13 Nisan. Divriği Demir Madenleri İşletmesi faaliyete geçer, 17 Mayıs. İstanbul Elektrik Şirketi satın alınır, 23 Mayıs. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü kurulur, 16 Haziran. Atatürk'ün Savarona'da Romanya Kralı Karol'u kabulü ve görüşmesi, 19 Haziran. 'Dağ Başını Duman Almış' marşı, Gençlik ve Spor Bayramı marşı ola­ rak kabul edilir, 20 Haziran (Sadi Borak, Bilinmeyen Yönleri ile Ata­ türk, s.113, Akşam Kitap Kulübü, İstanbul, 1966). izmit Klor Fabrikasının temel atma töreni, 10 Temmuz. Demiryolu Kemah'a ulaşır, 24 Ağustos. Kâzım İnanç'ın ölümü, 21 Eylül. Ankara'da Yedinci Milli Tıp Kurultayı'nın açılışı, 17 Ekim. Celal Nuri İleri'nin ölümü, 2 Kasım.



Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.410-414. Atatürk'ün hastalığı hakkında özellikle şu kaynaklardan yararlandım: R. Eşref Ünaydın, Atatürk'ün Hastalığı-, Bilâl N. Şimşir, "Atatürk'ün Has­ talığı", Belleten, Kasım 1988, Atatürk özel sayısı, s.1195-1453; H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.719-774, Kılıç Ali'nin ve Afet Ha­ nımın anıları. Atatürk'ün karşılanışı: N. Nazif Tepedelenlioğlu, 2&/mmeyew Taraftarıy­ la Atatürk, s.81. Atatürk'ün katıldığı bu suareyi Haber gazetesi muhabiri ve yazarı N. Nazif Tepedelenlioğlu izlemiş ve bütün ayrıntısı ile yazmıştır: Bilinme­ yen Taraftarıyla Atatürk, s.91-103; Sarı Zeybek diye ünlenen bu gece ile ilgili tek kaynak bu kitaptaki 12 sayfadır; yazıyı genel olarak özetledim ama Nizamettin Nazif Bey'in bazı cümlelerini korudum (bu gecenin ta­ rihi hakkında verdiği tarihin doğrusu 2/3 Şubat 1 9 3 8 ' d ı r ) . 1 Atatürk 3 Şubat günü Mudanya'ya geldi, Ege vapuru ile 4 Şubat günü İstanbul'a döndü. R.E. Onaydın, Atatürk'ün Hastalığı, $.15; İ. İnönü, Hatıralar, 2. c , s.299; Haldun Derin Atatürk'ün Nisan sonu ile Mayıs başı arasında burun ka­ namaları dolaya s ty la altı kez Numune llastanesi'ne gittiğini kaydediyor,



Çankaya özel Kalemini Anımsarken, s.l 16. Anıl Çeçen, Halkevleri, s. 144-14s. Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s.415-418.



çüncü Bölüm Notları



498) Kılıç Ali'nin Anılan, s.616. 499) F. Rıfkı Atay, Çankaya, s.489. | 499a) Ekip: Yüzbaşı Cevat Kula.Yüzbaşı Cevat Gürkan, Yüzbaşı Eyüp Öncü, Teğmen Saim Polatkan. Şampiyon atların adları da şöyleydi: Güçlü, Yıl­ dız, Ünal, Çakal. Ekip 9 Haziranda gemiyle İstanbul'a döndü. Galata'da büyük gösterilerle karşılandı. 499b) Stadyuma 19 Mayıs Stadyumu adının konulmasına Atatürk o gün izin verdi. 499c) Kılıç Ali'nin Anıları, s.345-349; M. önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, s.20-21, 281-282; H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, s.645-646. * Hatay'da da Halkevleri açılmıştı. Parti şubeleri, dernekler kurulmak­ taydı. Dörtyol'da belki gerekir diye çeteler oluşuyordu. 499d) R. Eşref Onaydın, Atatürk'ün Hastalığı, s.26-28; Atatürk kural dışı ola­ rak İnönü'yü, Fethi Okyar'ı, Ali Fuat Cebesoy'u, izinli elçileri de kabul etmiştir. Atatürk yalnız bırakıldı, dostları yanında olmadı' gibi iddiala­ rın kaynağı doktorların koyduğu kuralları bilmemektir, yani bilgisizlik­ tir. Pek çok insan geliyor, defteri imzalayıp ayrılıyor, durum Atatürk'e, Atatürk'ün teşekkürü ziyaretçiye bildirüiyordu. Ali Fuat Cebesoy'u da Atatürk'ün yanma almadıkları oldu. Cebesoy anılarında bundan acı acı yakınır (Siyasi Hatıralar, 2. c, s.254). 500) Atatürk bu kuvveti 15 gün içinde hazırlaması için Mustafa Muğlalı Paşa'ya emir vermiştir (Kılıç Ali'nin Anıları, $.343-344). 501) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.421-429. 501a) Kanun 16 Temmuzda yürürlüğe gelir. 150'liklerin bir kısmı yurda geri döner. Refik Halit Karay şöyle yazacaktır: lS0'liklerin affı Atatürk'ün değme yiğite nasip olmamış, çok yüksek ve çok insanca hareketlerin­ den, unutulmaması ve misal olarak daima tekrarlanması lazım gelen bir tanesidir? (Bir Ömür Boyunca, s.212, İletişim Y, İstanbul, 1990) Af­ fedilenler arasında Atatürk'ü öldürmek, Müli Mücadele'yi söndürmek isteyen, İngilizlere casusluk yapmış olan türlü kimseler vardı. Kimi geri döndü, kimi dönmeyip düşmanlığım sürdürdü. 502) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2. c, s.648. 503) Balkan turu için: Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, s.275-285. 503a) Tutanak dergisi, Beşinci Dönem, 26. c, s.504,534. * Bayar hareketten sonra yaptığı konuşmada da şöyle diyor: "Bütün Dersim ciddi surette tarandı. Bu harekât olurken ben de Dersim'de bulundum. Aşiret reisleri, ağaları, fesatçı Seyitlerle elebaşları tutul­ du. Dersimden çıkarılarak Batıya yollandı.*. Bu hareket, bundan son­ ra Tunceli'de genel ve toplu eşkıyalık niteliği taşıyacak herhangi bir hareketin olması ihtimalini kökünden sildi. Dersim artık kurtulmuş ve kurtarılmıştır." (R. Zelyut, Dersim İsyanları, s.332) 504) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.431. 505) H. Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, s.648-649. u



Üçüncü Bölüm Notları 807



506)



Dr. Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu?, s.49-58; H. Rıza So­ yak, Atatürk'ten Hatıralar, s.645-652; İ. Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, $.538 vd.; Antakyalı hanımların saçlarını kesip kışlayı te­ mizlemeleri sahnesini Ayla Kutlu daha önce anlatmıştı, anılarında da iyi ki yazmış, bu harika sahne unutulup gitmedi, millete mal oldu: Zaman da Geçer, s.8, Bilgi Y, Ankara, 2006. * Atatürk aldığı telgralara şu yanıtı verdi: "Sizin için artan saadet ve refah dilerim? # Şenlikler günlerce devam etti. 507) S. Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, s.287-289; Kılıç Ali'nin Anıları, s.637; Ülkü'nün bu aşamada Ankara'ya gönderildiğini tahmin ediyorum. 508) Dr. Fissenger 6 Eylülde son olarak bir daha gelecektir. Hükümet Atatürk'ün doktorlarının sayısını artırmış, ayrıca 31 Temmuz ve 1 Ağus­ tosta Avusturya ve Almanya'dan iki büyük doktor çağırmıştır. Hastalık bilinen sona doğru ilerliyordu. 508a) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.454-465, iki yamn kayıpları, gün gün, yer yer verüiyor. Aşırı bir sayı yok. Dileyen inceleyebüir. 509) Bundan sonra adım adım ne yapılacağı kararlaştırıldığı için Atatürk'ün içi rahattı. Olay onun bildiği gibi gelişti: Hatay Meclisi 30 Haziran 1939'da Türkiye'ye katılma kararı aldı, TBMM'nin 7 Temmuz 1939'da kabul ettiği bir kanunla Hatay bir Türk üi oldu. Kırk yüzyıllık Türk ili yabancı elinde kalmamıştı. 510) Vasiyatname metni: Turgut Özakman, 1881-1938 Atatürk, Kurtuluş Sa­ vaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, s .271. 511) Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.465-477. * Ordu tarafından iki bölümde yapılan arama-tarama sonunda elde edi­ len sonuçlar: Tarama bölgesi içinden ölü ve diri 7.954 kişi çıkarılmış, adları belirlenen 101 kişiden 73'ü ele geçirilmiştir. Ayaklanma öncüsü ağalar, beyler, seyitler bölgeden çıkarılmıştır. İsyana katılmayan ağala­ ra ve seyitlere dokunulmamıştır. 1939'da İçişleri Bakanı 7.7.1939 tari­ hine kadar toplanan silahların sayısını 14.593 olarak veriyor ve ekliyor: 'Hepsi son sistemdir'. (R. Zelyut, Dersim İsyanları, s.367) $ İsyanı sürdürenler ve köyleri bombalandı. Yasak bölge içindeki evler boşaltılıp yakıldı. Zehirli gaz, boğucu gaz kullanıldı mı? Hayır. Bunu Dr. Nuri Dersimi söylüyor. Bu iddianın sahibi o. Ama kitabında o ka­ dar çok abartı, yanlış ve bence yalan var ki, bunu anlayan, bu iddiaya



asla inanmaz. # Gelelim İ. Sabri Çağlayangil'in iddiasına. Malatya Emniyet Müdü­ rü İ. Sabri Çağlayangü ile Malatya Valisi Milli Mücadeleci İbrahim Ethem Akıncı Alpdoğan Paşa ile bazı Tuncelilerin pazarlığına tanık olmuşlar. İ. Sabri Çağlayangil geri dönüp Ankara'ya gitmiş. T ü n c e li hareketi bittikten, Seyit Rıza Efendi yakalandıktan sonra Elazığ'a gelmiş. Yani hareket sırasında Tunceli'de değil. Harekede ilgili hiçbir



808 Üçüncü Bölüm Notları



şey görmüş değil. (Bunu anlamak için anılarım ve açıklamasını oku­ mak yeter: Çağlayangil'in Anıları, s.66-76; Kemal Kılıçdaroğlu'nun ses alma aygıtına söyledikleri, Hürriyet gazetesinde Soner Yalçın'ın sayfasında, 22 Ağustos 2010) Anılarında pazarlığa tanık olup döndü­ ğünü anlatıyor. Ses alma aygıtına diyor ki: "Ordu zehirli gaz kullandı, mağaraların kapısının içersinden, bunları fare gibi zehirledi" diyor. Tanık mı? Görevli mi? Hiçbiri değil. Ne? Ankara'da bulunan bir polis. Bunları ne zaman söylüyor? Yıllarca sonra. Tarihe objektif bakan biri midir? Hayır. Doğru Yol Partisi'nin en fanatik -bır-iki aydına iyiliği olmuş— yöneticilerinden, biridir. Bunların dönemini yaşadığım için biliyorum. Benim yaşımdaki herkes de bilir. Duyduğu propaganda iddialarını, o dönemin iktidarı CHP'yi lekelemek için tekrar ediyor. Bakınız: O tarihte devrimler, Boğazlar, Hatay olayları ve Atatürk ne­ deniyle Türkiye gündemde bir ülke. Tunceli'ye yakın birçok konso­ losluk var. İngiliz haberalma ağı her yana uzanmış durumda. Türkiye zehirli gaz kullanacak ve dünya ayağa kalkmayacak! Dünya gazetele­ rine düşer, lanetlenirdik, rezil olurduk. Zehirli gaz kullanmak Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1925 Cenova protokoilarıyla yasaklanmıştır. İki ülke kullanmış, çok aşağılanmışlardır. (1936'da Habeşistan'da İtal­ yanlar, 1937'de Çin'de Japonlar. Zehirli gaz bir de alçakça Halepçe'de kullanıldı.) Bu zehirli gaz masalını bir yana bırakmak aklın gereğidir. Genç in­ sanları bu masalla zehirlemek kimseye bir şey kazandırmaz. İkinci iddia büyük kıyım yapıldığı. Büyük kıyım yapıldığı hakkın­ daki iddiaların hiçbirinin belgeli, güvenilir, objektif dayanağı yok. Faik Bulut'un Dersim Raporları adlı kitabının IV. Bölümünün baş­ lığı şöyle: "Aşiret Gözüyle İsyan". Birtakım kimselerin anlatılan. İlki Seyit Rıza Efendi'nin emirberi. Bu emirber Alpdoğan Paşa'nın gizli konuşmalarını, planlarını filan hepsini biliyor. Emirbere kalırsa ordu Tunceli'de 100.000 kayıp vermiş (o tarihte Türk ordusunun tümü 200.000 kişiydi). Böyle biri ciddiye alınır da tanık diye dinlenir mi? Baş köşeye konur mu? Bu tanığa dayanılarak hüküm verilir mi? İkinci tanık Seyit Rıza Efendi'nin torunu çocuk Cemile vb. vb. Hiçbir tarih­ çi bu tanıkları ve iddia tekrarcılarını ciddiye almaz. Türk devletinde ve ordusunda kıyım geleneği yoktur. İddialara göre 50.000 ile 100.000 arasında Tuncelili öldürülmüş..müş. Artıran artırana. Bu iddiayı propagandacılarla birlikte İ. Sabri Çağlayangil de tekrar ediyor.-Diyor ki: "Ve yediden yetmişe Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu." Üçüncü Bölüm Notları 809



Tanık mı? Hayır. Görevli mi? Hayır. Orada mı? Hayır. Duyduğunu yansıtıyor. Kime? Genç bir Tunceliliye, Kemal Kılıçdaroğlu'na. Kılıçdaroğlu da bu iddiayı sağlam bir belge gibi çevreye yayıyor. Kıyım iddiasınm ciddi hatta ciddice bir dayanağı olsa burada açık­ layacağım. Kimse dilemese ben af dileyeceğim. Abartı, yakıştırma, propaganda ürünü bir iddia olduğunu az aşağıda göreceksiniz. Ancak isyanın özellikle 1938'de (ikinci aşamada) sert bastırıldığı anlaşılıyor. Kıyım söz konusu olmasa bile etkisinin yaygın olduğunu düşündü­ rüyor. Anlatıldığı gibi bir kıyım olsa geride kimse kalmazdı. Şimdi bir soru: Tunceli'nin (ilçelerinin, bucak ve köylerinin) 1935 nü­ fus sayımında nüfusu kaçtı, 1940 sayımında kaçtır? Büyük bir kıyım varsa, bu bölgeye girip yerleşmek de yasak olduğuna göre azalan nü| fustan kıyımın boyutunu rahatlıkla anlarız. İsyan patladığında Tun­ celi nüfusunun 60-70.000 olduğu söyleniyor. 1940 sayımında Tunceli'nin nüfusu 95.000'dir. Nerde kıyım? * Dersim isyanları hakkında önemli bir araştırması yayımlanan, ay­ rılıkçıların iddialarını yanıtlamaya çalışan Rıza Zelyut da bu kıyım iddialarının hepsini hiç denetlemeden, süzmeden kabul etmiş, tekrar ediyor. Tuhafıma gitti (Dersim İsyanları, s.369). 512) Demiryolu Erzurum'a 20 Ekim 1939'da ulaşacaktır, Atatürk'ten on bir ay sonra. 513) Y.K. Karaosmanoğlu, Atatürk, s.76. * Doktorların ortak raporu şöyledir: "Reisicumhur Atatürk'ün umumi hallerindeki vahamet, dün gece saat 24.00'te neşredilen tebliğden sonra, her an* artarak bugün, 10 İkinciteşrin (Kasım) 1938 günü, saat dokuzu beş gece, büyük şefimiz derin koma içinde terk-i hayat etmişlerdir. Müdavi tabipleri: Prof.Dr. Neşet Ömer İrdelp, Prof.Dr. Mim Kemal öke, Dr. Nihat Reşat Belger. Müşavir tabipler: Prof.Dr. Akil Muhtar özden, Prof.Dr. Hayrullah Diker, Prof.Dr. Süreyya Serter, Dr. M. Kâmil Berk, Dr. Abravaya Mar­ maralı." * Atatürk'ün cenaze kortejini izleyen Zekeriya Sertel şöyle yazıyor: "Vicdanımda bir hesaplaşma yapmak gereğini duydum. Sağlığında biz bu insana karşı hürriyet ve domokrasi savaşı yapmıştık. Onu, de­ mokrasi ve hürriyet getirmediği için adeta suçlu sayıyorduk. Onun ha­ reketlerini diktatörce buluyorduk. Çünkü o vakit ormanın içindeydik. Ağaçları görüyorduk ama ormanı bütün büyüklüğü ile göremiyorduk. Şimdi geçenleri daha aydın görebiliyordum. Atatürk memleketin sos­ yal, siyasal ve ekonomik hayatında büyük devrimler yapmıştı. Hali­ feliği ve padişahlığı yıkmış, yerine bir Cumhuriyet rejimi getirmişti.



810 Üçüncü Bölüm Notları



Halkın sosyal hayatında ve geleneklerinde birçok esaslı değişiklikler yapmıştı. Halife ve padişahtan yana olanlar ona cephe almışlardı. İttihatçılar ona suikast teptiplemişlerdi. Emperyalistler memleket içinde isyanlar çıkarmışlardı. İstanbul'da bütün halifeci, padişahçı ve gerici basın Atatürk'e karşı yaylım ateş açmıştı. Bütün bu koşullar içinde hürriyet ve demokrasi gelişebilir miydi? Tersine devrim düş­ manlarına karşı az çok ters davranmak gerekir. Atatürk de iç ve dış düşmanlara karşı ihtiyatlı, tedbirli bulunmak ihtiyacındaydı. Böyle olmakla birlikte Mussolini ve Hitler biçiminde diktatörlüğe gitmedi. Kişi yönetiminden çok Meclis egemenliğine, yani halk egemenliğine önem verdi. Bütün koşullar onun Doğulu bir diktatör olmasına elve­ rişliydi. Fakat asker olmasına rağmen 'benevolent diktatorship' diye adlandırdıkları biçimde yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Bu otorite diktatörlükte olduğu gibi korkuya değil, sevgiye dayanıyor­ du. Ona bu kuvveti veren şey halkın kendisine sevgiyle bağlı olmasındaydı... Biz eleştirilerimizi özgürce yapabiliyorduk. Nâzım Hikmet en devrimci şiirlerini onun devrinde yazdı... Atatürk dün de büyüktü, bugün de büyüktür, yarın da büyük kalacaktır. Biz uğrunda savaştı­ ğımız özgürlük ve demokrasiye ancak onun açtığı yoldan ulaşabiliriz! (Hatırladıklarım, s.192-193) Çok gecikmiş bir günah çıkarma! Belli ki Atatürk ölene kadar Ata­ türk olgusu üzerinde hiç ciddi düşünmemişler. Kemalizm nedir? Atatürk dönemi önü açık, daha sonuçlanmamış bir süreçti. Bu süreç içinde Kemalizm tanımlanmadı. Kadrocular ta­ nımlamaya çalıştılar ama Kemalizm'in sosyo-kültürel boyutunu hiç dikkate almadılar, her şeye iktisat açısından baktılar. Kemalizm'i ta­ nımlamak için genellikle altı ilke dikkate alındı, Kemalizm bu altı ilke içine hapsedildi. Kemalizm'in bir özelliğini Prof.Dr. Bedia Akarsu be­ lirtti ilk kez 1960'ta, Kemalizm'in Türk aydınlanması (hümanizm) ol­ duğunu açıkladı. Hümanizm (aydınlanma) insana değer verme, bireyi önemseme, akla özgürlük tanıma, laiklik, hoşgörü diye tanımlanabilir kısaca. Rönesansın ve reformun kaynağı hümanist anlayıştır. Bu anla­ yışı Prof.Dr. Suat Sinanoğiu Türk Hümanizması kitabı ile sürdürdü. 1983'te Prof.Dr. Macit Gökberk'in "Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk" yazısı, bu anlayışı derinleştirdi. Böylece Kemalizm'in fel­ sefe açısından aydınlanmacı (hümanist) özelliği belirginleşti. Geri­ ye dönüp de yapılanlara ve olanlara bakılınca bunun çok doğru, çok önemli bir saptama olduğu anlaşılıyor. Kemalizm'in ikinci önemli özelliğini Prof.Dr. Sina Aksin saptadı ve 1989'da açıkladı: Bütünsel kalkınma (topyekûn, her alanda kalkınma). Kemalist kalkınma anla­ yışı iki ayaklı bir anlayıştı. Birinci ayak maddi kalkınmadır: Ekonomik atılım, fabrikalar, demiryolları, madenlerin işletilmesi, dengeli bütçe, 1



Üçüncü Bölüm Notlan 811



imtiyaz vermeme vb. İkinci ayak sosyo-kültürel kalkınmadır: Sanat, kültür, eğitim, hukuk, bilim, Medeni Kanun, Halkevleri, kadın hak* lan vb. Kemalizm'in siyasî programını ise altı ilke olarak özetlemek âdet olmuştu. Böylece Kemalizm'in 1. felsefi bakımdan aydınlanmacı, 2. kalkınmada bütünselci (topyekûncu) özellikleri kesinleşti. 3'üncü özelliği olarak, siyasi programının altı ilke (cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, laik, devletçi ve inkılapçı) olduğu kabul edilegelmiştir. Buraya kadarla bilgileri sayın Prof.Dr. Sina Akşin'in iki kitabında yer alan yazılarından yararlanarak yazdım: Atatürkçü Partiyi Kurmanın Sırası Geldi adlı kitabının içindeki "Atatürkçü İdeolojinin Billurlaşma Süreci" yazısı (s.247-256) üe Yakın Tarihimizi Sorgulamak adlı kita­ bının içinde yer alan ^Atatürkçü ideolojinin Ortaya Çıkması" başlıklı yazısı (s.59-60). Ben Kemalizm'in siyasi programının altı ilke üe smırlandırılmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Başkaca çok Önemli, yol gösterici, devrimin zeminini ve itici gücünü, genel yönünü oluşturan ana ilke­ ler var. Altı ilkenin başına bunları da eklemenin gerektiğine inanıyo­ rum: Tam bağımsızlık, tekil devlet, çağdaşlık (uygarlık), barışçılık. Kemalizm'in özellikleri: 1. Aydınlanma 2. Topyekün kalkınma, 3. Si­ yasi programı: tam bağımsızlık, tekil devlet, çağdaşlık (uygarlık), ba­ rışçı, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, laik, devletçi (doğrusu karma ekonomici), inkılapçı. İşte Kemalizm'in kısa bir tanımı. Bu tanıma bakarak Kemalizm'e ne kadar yakınız, ne kadar uzağız, kolayca kestirebilirsiniz. $ Atatürk dönemi ve demokrasi: Atatürk dönemini demokrasi bakamından o çağın Avrupalı devlederi ile karşılaştırmak aslında objektif bir yol değildir. Onlar rönesansını yapmış, laikliğe ulaşmış, sanayi devrimini yaşayan, okur-yazar oranı yüksek, uygarlığın nimederinden yararlanan devletler ve milletlerdi. Cumhuriyet ilan edildiği zaman Türkiye ne haldeydi? Bir de ona bakalım. Halkın çoğu ortaçağda yaşıyordu. Ülkenin dörtte birinde ağalık/derebeylik anlayışı egemendi. Bu talihsiz halk ağanın, beyin, şeyhin bir çeşit kölesiydi. Kişisel görüşü olamazdı. Kadın-erkek eşit­ liği söz konusu bile değüdi. Okur-yazar oranı erkeklerde ancak %7, kadınlarda %04 idi. Okullarda falaka bir eğitim aracıydı. Mezhepler arası çekişmenin kanlı bir geçmişi vardı. Birçok tarikat hayata yön vermeye çalışıyordu. Esas olan tarikat üyelerinin kişisel görüşü de•% ğil, şeyhin görüşüydü. Yani tarikat ne kadar çok üyesi olursa olsun bir kişi gibiydi. Kırk bin köyün pek azında okul vardı. Bütün basının toplam tirajı 100.000'i geçmiyordu. Bu halde olan bir ülkede demokrasi olur mu? Olursa ona demokra­ si denir mi? Böyle sözde demokrasiler gerçek demokrasi anlayışım



812 Üçüncü Bölüm Notları



da öldürür, bir daha da demokrasi gelmez! Halk sözde demokrasiyi demokrasi sanır. Memleket © kadar geri ve ilkeldi ki biraz olsun uy­ garlaşmanın yarım yamalak bir demokrasiden daha değerli ve önemli görüldüğü anlaşılıyor. Zaten tarihte devrim yapmış bir ülkede hemen çok partili rejime geçildiğini gösteren bir tek örnek yok. Fransa'ya demokrasi, Fransız ihtilalinden uzun yıllar sonra gelebilmiştir. O tarihte Avrupa ne haldeydi? Bakalım. Olgun, gelişmiş demokrasi İngiltere'de vardı. Az çok demokrat olan ülkeler İsviçre, İsveç, Nor­ veç, Finlandiya, Belçika, Hollanda ve Çekoslovakya'ydı.. Fransa'da demokrasi var gibi görünüyordu. Ama savaş çıkar çıkmaz Komünist Partisi'ni ve yayınlarım yasakladı, milletvekillerinin milletvekillikleri­ ni iptal ettL Savaşta yenilince kurulan Vichy hükümeti Nazi anlayışına çok yakın bir anlayışın temsilcisi oldu. Yahudi düşmanlığı konusunda Almanlarla işbirliği yaptı. Sovyetler Birliği'nde 1924'te kanlı Stalin dönemi başlamıştı. Almanya'da Hitler, İtalya'da Mussolini, 1936'da İspanya'da Franco faşizmi vardı. Polonya'da askeri darbeyle iktida­ ra gelen Mareşal Pilsudaski diktatör oldu. Macaristan'ı diktatorleşen Amiral Horthy yönetiyordu. Romanya'da Kral Carol, Yugoslavya'da Kral Aleksandr diktatörleştiler. Arnavutluk'ta Cumhurbaşkanı Zogo Cumhuriyete son verdi, Krallığını ilan ettL Bulgaristan 1923 ile 1935 arasında 3 askeri darbe ve yönetim yaşadı. 1936'da Çar Boris dikta­ tör oldu. Yunanistan birçok darbe yaşadı. Son olarak 1936'da dar­ be yapan General Metaksas diktatör oldu. Avusturya 1933'te dikta­ törlük oldu, 1936'da Almanya'yla birleşti. Portekiz'de 1928'den beri Salazar'ın diktatörlüğü vardı. Demokrasi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra canlanıp yayılmıştır. Avrupa böyleydi. Orta ve Yakın Doğuda, Akdeniz bölgesinde de bir tek demokrat ülke yoktu. Türkiye'yi biraz daha yakından inceleyelim: Hiç tek kişi yönetimi ge­ çerli olmadı. Parlamenter bir rejim yürürlükteydi. Anayasa, yasalar, Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet, Meclis vardı. Sadece tek parti bulunuyordu. Ne ki CHP'yi tek parti olarak değerlendirmek de yanlış olur. Saltanatçüık/dincUik dışındaki her akıma açık, birçok görüşleri bir parti çatısı altında toplayan bir koalisyondu. Sahiden tek parti., hele devrim partisi olsa, kadınlara seçim hakkı vermek bu kadar ge­ cikmez, toprak reformu çoktan yapılırdı. Atatürk dönemi koalisyonla yönetilen bir tek parti dönemiydi. İki kez çok parti denemesi yapıldı, karşı-devri m çiler yüzünden olum­ lu sonuçlanmadı. Hele ilki çok aceleci, hiçbir düşünsel temeli olma­ yan bir girişimdi. İkincisinin talihsizliği Serbest Partinin kötü yöne­ tilmesidir.



Üçüncü Bölüm Notları 813



Belgeleri inceledikçe, olayları değerlendirdikçe, her aşamada de­ mokrasinin ana amaç olduğunu, dikkate alındığım, gözden kaçıra­ madığını, unutturulmadığını görüyoruz. 1924 anayasası çok partili rejime elverişli bir yasaydı. Nitekim Türkiye 1960 yılına kadar 1924 anayasası ile yönetilmiştir. Atatürk ve İnönü döneminde demokra­ si hiç eleştirilmedi, aşağılanmadı. Medeni Bilgiler kitabı öğrencilere demokrasinin bütün ilkelerini öğretiyordu. Çok parti, demokrasinin olmazsa olmazıdır ama çok partili olmak her şey demek değildir. Çok parti şartı demokrasinin dörtte biridir. Dörtte üçü, insana saygı, hu­ kuk devleti olmak, laik olmak, devlet Önünde eşit olmak, kişilerin ve basının özgür olması, hoşgörü anlayışının varlığı, büyük çoğunluğun okur-yazar olması, kadın-erkek eşitliği, emeğin haklarının korunma­ sı, kamu hizmetinde tarafsızlık, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlı­ ğı, ordunun partiler üstü ve siyaset dışı kalması, partiler ve seçim kanunlarının da demokrasinin gereklerine uygun olması gibi başka önemli şartların varlığını da gerektirir. Atatürk dönemi demokrasinin var olabilmesi için gerekli şartları hazırlamıştır. Bütün devrimler demokrasiye ve çağdaşlığa yaklaşma amacının ürünüdür. Şeyh Sait isyanı gibi olaylar nedeniyle birkaç yıl sıkı bir dönem geçirilmiştir ama 1928'den, özellikle 1930'dan sonra Türkiye'de yumuşak, dincilik dışında birçok görüşe açık, rahat bir döneme girilmiştir. İktidarı, hükümeti eleştirmek serbestti. Amaç tek partiyi sürdürmek değil, şartlar elverir vermez çok partili hayata geçmekti. Öyle de oldu. Bu döneme diktatörlük denemez. Ama demokrasi de denemez. De­ mokrasi öncesi dönem, demokrasiye hazırlık dönemi denilebilir. Bu hem doğru, hem insaflı bir tanımlama. Bir ihtilal ve inkılap iktidarın­ dan liberal İngiliz iktidarının anlayışını beklemek çocukça bir yakla­ şım olur. Devrimler yerleşene kadar dikkatli olmak doğaldır. Farklı bir örneği tarih kaydetmiyor. Nâzım Hikmet bütün şiirlerini bu dönemde yayımlamıştır. Plağa oku­ muştur. Her oyunu oynanmıştır. Yurt ve Dünya Yayınları bu döneme özgü yayımlardır. Kanun önünde kadın-erkek eşitliği, devlet kurumlarında işçilere birçok hak ve konfor sağlanmıştır. Falaka gibi ilkel bir eğitim aracına ve yöntemine son verilmiştir. Üniformalı gençlik örgüt­ leri, toplama kampları kurulmamış, 150'likler bile affedilmiştir. Devle­ tin hiçbir faşist eğilimi olmamıştır^ Mütevazı demokrasimizin temelinde Atatürk döneminin minnetle







anmamız gereken çok emeği var. (Bu yazı için Prof.Dr. Sina Akşin'in Türkiye önünde Ûç Model adlı ki­ tabında bulunan "Atatürk Döneminde Demokrasi" (s.93-118) başlıklı yazısından çok yararlandım.)



814 Üçüncü Bölüm Notları



Prof.Dr. İsmet Ginûi Kemalist Devrim ve İdeoloji kitabında (s.l, 1974) Atatürk'ün olduğunu ileri sürdüğü şöyle bir metne yer verdi: "Ben, ma­ nevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk an­ layışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur. Be­ nim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberleğini kabul ederlerse, manevi mirasçı­ larım olurlar? Bu açıklama Atatürkün üslubunda değildi. Kuşkum vardı. Telefon edip îsmet Giritli ile konuşacaktım. Benden önce Sina Aksin Hoca telefon edip konuşmuş. Giritli kaynağını şöyle açıklamış: Bu sözü Atatürk Dr. Reşit Galip'e söylemiş, o Hamdullah Suphi'ye aktarmış, Hamdullah Suphi Behçet Kemal Çağlar'a, Behçet Kemal Çağlar da İsmet Giritli'ye aktarmış. Dr. Reşit Galip Bey 5 Mart 1934'te ölmüş­ tür. Demek ki Atatürk bu sözleri 1934'ten önce söylemiş oluyor. Bu açıklamaya göre Atatürk, o tarihte Gazi, Kemalizm diye adlandırılan devrimler bütününü, çağdaşlaşma idealini bir yana bırakıyor, miras diye sadece bilimi ve aklı bırakıyor. Bu sözü hiçbir yerde söylemiş değildir. Bu söz Kemalizm'i reddeden bir sözdür. Bu sözü söylediği iddia edilen Atatürk döneminde, 1934'ten sonra şunlar oluyor: İkinci Dil Kurultayı toplanıyor, Soyadı Kanunu kabul ediliyor, bazı lakap ve unvanlar kaldırılıyor, bazı kisvelerin giyimi kurallara bağlanıyor, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınıyor, ilk opera eserimiz oy­ nanıyor, CHP 4. Kurultayı toplanıyor, hafta tatili pazara alınıyor, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ile MTA ve Etibank kuruluyor, Musiki Muallim Mektebi'nde konservatuvar sınıfları açılıyor, Boğazlar reji­ mi değiştiriliyor, Üçüncü Dil Kurultayı toplanıyor, Hatay sorunu çö­ zülüyor, Kemalizm'in siyasi programı (altı ilke) anayasaya ekleniyor, İkinci Tarih Kongresi toplanıyor, 1 Kasım konuşmalarında Meclise tavsiyelerde bulunuyor, hedefler gösteriyor.. Akıl ve bilimsellik hümanizmanın, laikliğin, çağdaşlığın içeriğinde olan değerler. Zaten var olan değerleri miras diye bırakıyor ama bu değerle­ ri yaratan ve koruyucusu olan devrimleri miras diye bırakmıyor. Böyle şey olur mu? Hamdullah Suphi Bey'in gerçekleri değiştirerek aktardı­ ğını kanıtlamıştım. Behçet Kemal Çağlar ile İsmet Giritli ile TRT'de, daha sonra İsmet Giritli ile Radyo-Televizon Yüksek Kurulunda yıl­ larca birlikte çalıştım. B. Kemal Çağlar coşku, duygu adamıydı, ismet Giritli'ye gelene kadar Atatürk'ün olduğu ileri sürülen söz, yıllar içinde bu biçimi almış. İsmet Giritli araştırma konusunda fazla titiz değildi.



Üçüncü Bölüm Notlan 815



Zaten olsa bu sözü tahlil eder, aktarmazdı. Düşünmeden 1974'te kita­ bına almış. Bu söz Kemalizm'e karşı, uydurma bir sözdür. Atatürk'ün ölümünden sonra ortaya çıkarılan bir söze, varlığı kanıtlanmadan inanmayınız. 514) Atatürk'ün Anıtkabiri için milletlerarası bir yarışma açıldı. Yarışmayı Prof. Emin Onat ve Doç. Orhan Arda'nın projesi kazandı. Anıtkabir 1953 yılında bitti. 10 Kasım 1953 günü Atatürk'ün naaşı çok büyük bir törenle Anıtkabir'e taşındı, mozolenin altındaki özel yerde toprağa ve­ rildi. Toprağına yurdun her ilinden gelmiş topraklar katılmış, vatan ol­ muştu. Allah rahmet eylesin!



816 Üçüncü Bölüm Notları



SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA Kaynakça 70 sayfaydı. Ancak gerekli kaynaklar ile incelediğimin bilinmesini istediğim kitapların künyesini kaynakçada belirttim. Konferans dizilerinde ve seminerlerde konuşanların adlarını ve konularını açıklamıştım. Bunlan üzülerek kaldırdım.. Birkaç ünlü mülakat dışındaki mülakatlara ve makalelere yer vermedim. Kaynakça ancak bu kadar kısalabildi. Ata­ türk, Atatürk dönemi, çağdaşlaşma ideali ve Cumhuriyet hakkında konuşup yazmak için hiç olmazsa bu mütevazı kaynakçadaki eserleri okumak gerektiğine inanıyorum. Her kitap o dönemin ve olgunun bir parçasını yansıtıyor. Yanılmamak, yanıltmamak için bu parçaları birleştirip bütünü görmek gerek. Türk devrimi üç-beş kitap okuyarak değerlendirilebilecek bir olgu değildir. Ana Belgeler



Afet (İnan), Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, 2 cilt, Maarif Vek. Y, Ankara, 1931 Atatürk'ün Bütün Eserleri, 27 cilt, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003-2010 Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı, 16-17 Ocak 1923, Derleyen İsmail Arar, Burçak Yayınevi, İstanbul, 1969 M. Kemal Atatürk, Nutuk, 3 cilt, İstanbul, 19341 TBMM Zabıt Cerideleri/Tutanak Dergileri, 23 Nisan 1920 ve sonrası İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), TTK, Ankara, 1989 Suna Kili-Ş. Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayın­ ları, İstanbul, 2006, 3. basım Türk Parlamento Tarihi, 1-4. Dönem, 12 cilt, TBMM Vakfı Yayını, Ankara, 19951 9 9 7



I



Kronolojiler



Cumhuriyetin 75 Yılı, 1. c, Yapı Kredi Y., İstanbul, 1998 Feruz ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kro­ nolojisi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1976 Özhan Uluatam, Geçmişe Bakmak, Cumhuriyet Dönemi İktisadi, Mali, Siyasi Olay­ lar Kronolojisi, İmaj Yayınevi, 2001 Sami N. özerdim, Atatürk Devrimi Kronolojsi, Varlık Yayınları, İstanbul, 1966, 2. basım T. Özakman, Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999 Utkan Kocatürk, Prof.Dr., Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Kronolojisi, TTK, An­ kara, 1983 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 4. cilt, TTK, Ankara, 1998 Anılar, Günlükler, Mektuplar, Yazılar



Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fırka Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, 3. ba­ sım Ahmet Cevat Emre, İki Neslin Tarihi, Hilmi K., İstanbul, 1960



Kaynakça 817



Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 4 cilt, Rey Ya­ yınları, İstanbul, 1970-1971 Ahmet Hamdi Başar, Atatürk'le Üç Ay, 1930'dan Sonra Türkiye, Ankara İTİA Ya­ yını, Ankara, 1981 Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, 2. cilt, Yayma Hazırlayanlar: Süheyl İzzet Furgaç-Yük­ sel Kanar, Nehir Yayınları, İstanbul, 1993 Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, 2 cilt, Vatan Yayını, İstanbul, 1957, 1960 Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, Yayına Hazırlayan: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul, 2001 Asım Us, Gördüklerim Duyduklarım, Duygularım, Vakit Yayını, İstanbul, 1964 Asım Us, 1930-19S0, İstanbul, 1966 Atatürk'ün Anıları, Yayma Hazırlayan: İsmet Görgülü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1997 Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, Dünya Yayını, İstanbul, 1964 Ayşe Osmanoğlu, Sultan Abdülhamit ve Hatıralarım, Güven Yayınları, İstanbul, 1960 Behiç Erkin, Hatırat 1876-19S8, basılmamış dosya Birçok yazar, Görüş ve Hatıralarla Atatürk, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Ce­ miyeti Yayını, İstanbul, 1962 Celal Bayar, Atatürk'ten Hatıralar, Sel Yayınları, İstanbul, 1955 Cemil Topuzlu, Op. Dr., 80 Yıllık Hatıralarım, Arma Yayınları, İstanbul, 1994, 3. basım Cevat Abbas Gürer, Cepheden Meclise, Büyük önder ile 24 Yıl, Yayına Hazırlayan: Turgut Gürer, İstanbul, 2006 Çağlayangil'in Anıları, Konuşan: Tanju Cılızoğlu, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2007 Damar (Zamir) Arıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul, 1961 Doğan Aksan, Cumhuriyetin Çocukluk, Gençlik Yılları ve Bugün, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2001 f Ernst E. Hirsch, Anılarım, Çev.: Fatma Suphi, Tübitak Yayını, Ankara, 2005,9. ba­ sım E. Hemingvvay, İşgal İstanbul'u, Çev.: M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970 Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası, İnsel Yayıncılık, İstanbul, 1970 Fethi Okyar'ın Anıları, Yayma Hazırlayan: Osman Okyar-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1997 Haldun Derin, Çankaya özel Kalemini Anımsarken, Tarih Vakfı Y., İstanbul, 1995 Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, Atlas K... İstanbul, 1971 Halit Fahri Ozansoy, Edebiyatçılar Geçiyor, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1967 H. Nusret Zorlutuna, Bir Devrin Romanı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, İl? Hasan Cemil Çamuel, Makaleler, Hatıralar, TTK, Ankara, 1964 Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, 2 cilt, YKY, İstanbul, 1973 Hilmi Uran, Hatıralarım, Ankara, 1959



'U



818 Kaynakça



Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anıları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1976 Hüsrev Gerede, Anıları, Yayına Hazırlayan: Sami Önal, Literatür Yayınları, İstan­ bul, 2002, 3. basım İ. Hakkı Tekçe, Emekli General, Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor, Yayma Hazırlayan: Hasan Pulur, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000 İsmet İnönü, Hatıralar, 2 cilt, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1985,1987 İsmet İnönü, Defterler (1919-1973), YKY, İstanbul, 2008, 3. basım İsmet Kür, Yarısı Roman, Everest Yayınevi, İstanbul, 2006 Joseph Grew, Atatürk ve İnönü, Yayma Hazırlayan: Muzaffer Aşkın, Kitapçılık Ti­ caret Limited Şirketi Yayını, İstanbul, 1966 Kâzım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, İs­ tanbul, 1993, 3. basım Kâzım Özalp-Teoman Özalp, Atatürk'ten Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayın­ ları, Ankara, 1992 Kılıç Ali, Kılıç Ali'nin Anıları, Derleyen: Hulusi Turgut, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005 Mahmut Soydan, Ankaralının Defteri, Yayına Hazırlayan: Nejdet Bilgi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Madar Atatürk'le Beraber, 2 cilt, TTK, Ankara, 1966 Mehmet Tevfik Bey (Biren), //. Abdülhamit, Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hatıra­ ları, 2 cilt, Arma Yayınları, İstanbul, 1993 Muhsin Ertuğrul, İnsan ve Tiyatro Üzerine Gördüklerim, Yankı Yayınevi, İstanbul, , 1975 Muazzez İlmiye Çığ Kitabı, Çivi Çiviyi Söker, Söyleşi: Serhat Öztürk, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2008, 5. basım Mustafa Kemal'in Gizli Teşkilatı, Ekrem Baydar'ın hatıraları, Destek Y., İstanbul, -2010 ,| Münir Hayri Egeli, Atatürk'ten Bilinmeyen Hatıralar, Ahmet Halit Yaşaroğlu Yayı­ nı, İstanbul, 1959,2. basım Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2001 Nermin Abadan Unat, Kum Saatini İzlerken, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, 3. basım Nevzat Vahdettin, Yıldız'dan San Remo'ya, Arma Yayınları, İstanbul, 1999 Nuyan Yiğit, Atatürk'le 30 Yıl, İbrahim Süreyya Yiğit'in öyküsü, Remzi K., İstanbul 2004 i Rauf Orbay, Hatıraları, Yakın Tarihimiz dergisi, l.-4.cilt, İstanbul, 1962,1963 Rıza Nur, Dr., Hayat ve Hatıratım, 4 cilt, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1967,1968 Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk'ü özleyiş, TTK, Ankara, 1957 Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, Yayma Hazırlayan: Oktay Verel, Altın Kitap­ lar, İstanbul, 1994 > İ Sabiha Sertel, Roman Gibi, Çem Yayınevi, İstanbul, 1978



f



t



i



Kaynakça 819



Sadi Irmak, Atatürk'ten Anılar, Güven Matbaası, Ankara, 1978 Salih Bozok-Cemil S. Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1985 1 Selahattin Adil, Hayat Mücadeleleri, İstanbul, 1982 S.L Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, Çev.: Hasan Ali Ediz, Birey ve Toplum Y., Ankara, 1985, 2. basım Selahattin Özmen, 80 Yıla Tanıklık, İstanbul, 2005 Sıdıka Avar, Dağ Çiçeklerim, Öğretmen Dünyası Yayınları, Ankara, 2004,4. basım Süleyman Edip Balkır, Eski Bir Öğretmenin Anıları 1908-1940, Cumhuriyet Kitap­ ları, İstanbul, 1998 Süreyya Ağaoğlu, Bir Ömür Böyle Geçti, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1984 Süreyya İlmen, Dört Ay Yaşamış Olan Zavallı Serbest Fırka, Muallim Fuat Gücüyener Yayınevi, İstanbul, 1951 Şadiye Osmanoğlu, Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1966 Şemsi Belli, Makbule Atadan Anlatıyor, Ağabeyim Mustafa Kemal, Selis Kitaplar, İstanbul, 2005 Uluğ İğdemir, Yılların İçinden, TTK, Ankara, 1976 Vasfı Rıza Zobu, O Günden Bu Güne, Milliyet Yayını, İstanbul, 1977 Yahya Kemal, Eğil Dağlar, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayını, İstanbul, 1975 Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, İstanbul, 1955 Yusuf Kemal Tengirşenk, Vatan Hizmetinde, İstanbul, 1967 Zekeriya Sev tel, Hatırladıklarım, Remzi K., İstanbul, 2001, 5. basım Ankara *



Cumhuriyet'in Ankarası, Derleyen: Tansı Şenyapılı, ODTÜ Yayını, Ankara, 2005 Nejat Akgün, Burası Ankara, Ankara Kulübü Yayınları, Ankara, 1996 Nezihe Araz, Mustafa Kemal'in Ankarası, İstanbul, 1994 Şevket Bülent Yahnici, Ankara Cumhuriyetinden Cumhuriyet A«a*W «.»mu, Ankara Kulübü Yayınları, 2003 Turan Tanyer, Taş Mektep, YKY, İstanbul, 2005 Atatürk, Cumhuriyet, Devrimler, K e m a l i z m / A t a t ü r k ç ü l ü k



Ahmet Akgül, Bizim Atatürk, Bilge Karınca Yayını, İstanbul, 2006 Ahmet Köklügiller, Nutuk Nedir, Ne Değildir (38 yazardan alıntı), . .n mevt, İs­ tanbul, 2005 i Ahmet Mumcu, Doç. Dr., Tarih Açısından Türk Devriminin Temeli ve Gelişimi, Ank. Üni. Hukuk Fakültesi Yayını, Ankara, 1976,4. basım Ali Fuat Erden, Atatürk, İstanbul, 1952 Ali Güler, Yrd.Doç.Dr, Bir Dâhinin Hayatı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstan* bul, 2000,2. basım Alper Işınduran ve arkadaşları, Aydınlanma 1923 Devrimi, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2004 A. Muhtar Kumral, Atatürk Diktatör müdür, İstanbul, 1948 **



820 Kaynakça



I



I



Andrevv Mango, Atatürk, Remzi K., İstanbul, 2006,4. basım Arslan Bulut, Atatürk'ün Yol Haritası, Bilgeoğuz Y., İstanbul, 2006 Asım Aslan, Sömürülen Atatürk, 1995, 22. basım Atatürk'ün Yazdığı Geometri Kılavazu, Cumhuriyet Y., İstanbul, 1998 Aydın Keleşoğlu, Atatürk'ün Öngörüleri, Delta Yayınevi, Ankara, 2007 Bedia Akarsu, Atatürk Devrimi ve Temelleri, İnkılap K., 2003, 3. basım Benoist-Mechin, Mustafa Kemal, Çev.: Zeki Çelikkol, Bilgi Yayınevi, Ankara» 1997 Birçok yazar, Atatürk'e Saygı, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1969 Birçok yazar, Atatürk Haftası Armağanı, ATAŞE Yayını, Ankara, 1987 Birçok yazar, En Büyük Kaybımız, 10 İkinciteşrin 1938, satış yeri: İnkılap K., İstanbul, 1938,2. basım Burhan Göksel, Atatürk'ün Soykütüğü Üzerine Bir Çalışma, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara, 1987 Birçok yazar, Çağdaş Düşüncenin İşığında Atatürk, Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Ya­ yınları, İstanbul, 1986, 2. basım Cavit Orhan Tütengil, Atatürk'ü Anlamak ve Tamamlamak, Varlık Yayınları, İs­ tanbul, 1975 Cemil Sönmez, Atatürk'te Çocuk Sevgisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, An­ kara, 1997 Dietrich Gronau, Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu, Çev.: Gülderen Koralp Pamir, Altın Kitaplar, İstanbul, 1994 Enver Ziya Karal, Ord.Prof., Atatürk ve Devrim, T.C. Ziraat Bankası Kültür Yayını, Ankara, 1980 Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi Gazi M. Kemal, Alafa Y., İstanbul, 2008 Fahri Belen, Tarih İşığında Devrimlerimiz, Menteş K., İstanbul, 1970 Fethi Naci, Atatürk'ün Temel Görüşleri, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1970,2. basım Gürbüz D. Tüfekçi, Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar, Türkiye İş Bankası Kültür Ya­ yınları, Ankara, 1983 Gürbüz D. Tüfekçi, Atatürk'ün Düşünce Yapısı, Turhan K., Ankara, 1986, 3. basım Hıfzı Topuz, Devrim Yılları, Remzi K., İstanbul, 2005, 5. basım Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2007 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, Tarihçi Gözüyle Atatürk, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1959 Hikmet Bil, Atatürk'ün Sofrası, Uncu Yayınları, İstanbul, 1981 Hikmet özdemir, Prof.Dr., Atatürk'ün Liderlik Sırları, Remzi K., İstanbul, 2006 Hikmet özdemir, Prof.Dr., Atatürk'ü Yeniden Düşünmek, Remzi K., İstanbul, 2008 İhsan Akay, Atatürkçülüğün İlkeleri, Varlık Yayınları, 1973,3. basım İlknur Güntürkün Kalıpçı, Anmaktan Anlamaya Doğru Atatürk, EpsUon Yayınları, İstanbul, 2006 i İlknur Güntürkün Kalıpçı, Özlemden Eyleme Doğru, Epsilon Yayınları, İstanbul,



2006



I



f



J



'



*



İskender Gökalp-François Georgeon, Kemalizm ve İslam Dünyası, Çev.: Cüneyt Akalın, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007,2. basım İsmail Arar, Atatürk'ün Halkçılık Programı, istanbul. 1963 Kaynakça 821



İsmet Giritli, Prof.Dr., Kemalist Devrim ve İdeolojisi, İstanbul Üniversitesi Y., İs­ tanbul, 1974 İsmet Görgülü, Yrd.Doç.Dr., Atatürk Üzerine İncelemeler, Ankara, 2000 İsmet Görgülü, Atatürk'ün özel Yaşamı, Uy dur malar-Saldırılar-Yanıtlar, Bilgi Ya­ yınevi, Ankara, 2003 İsmet İnönü, Atatürk'ü Anlatıyor, Konuşan: Abdi İpekçi, Cumhuriyet Kitapları, İs­ tanbul, 1997 J.B. Villalta, Atatürk, Çev.: Fatih Özsu, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1982 Johannes Glosneck, Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, Çev.: Arif Gelen, 3 kitap, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1998 Kemal Arıburnu, Atatürk, Muhtelif Cepheler iyle, Ankara, 1953 Kemal Arıburnu, Atatürk, Anekdotlar, Anılar, Ankara, 1960 Kurt Steinhaus, Atatürk Devrimi Sosyolojisi, Çev.: M. Akkaş, Sander Yayınları, İs­ tanbul, 1973 Lord Kinross, Atatürk, Çev.: Ayhan Tezel, Sander Yayınları, İstanbul, 1973, 5. ba­ sım Macit Gökberk, Prof.Dr., Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk, Cumhuriyet . Kitapları, İstanbul, 1997 Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, Altın Kitaplar, İstanbul, 1967 Mehmet Arif Demirer, Atatürk'ün Cumhuriyet Devrimleri, özel dosya Mehmet önder, Atatürk'ün Evleri, Başbakanlık, Ankara, 1977 Mehmet Saray, Prof.Dr., Atatürk ve Türk Dünyası, TTK, Ankara, 1995 Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar, 1923-2005, Umay Yayınları, İzmir, 2005, 14. basım Metin Aydoğan, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, Umay Yayınları, İzmir, 2006, 21. basım Metin Aydoğan, Bitmeyen Oyun, Kum Saati Y, İzmir, 2002,11. basım Muammer Aksoy, Prof.Dr., Atatürk ve Tam Bağmsızlık, Cumhuriyet Kitapları,



•' İl



1998



1



;|



t



Mustafa Baydar, Atatürk'le Konuşmalar, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1955 Mustafa Kemal Palaoğlu, Müdafaa-yı Hukuk Saati, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1998 Nezih H. Neyzi, Atatürk'ün Çocukları, Peva Yayınları, istanbul, 1995 Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Bilinmeyen Taraflarıyla Atatürk, Yeni Çığır K., İstanbul, 1959 | Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk, Siyasi ve Hususi Hayatı, Pınar Yayınevi, İstanbul, tarihsiz Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk'ün İstanbul'daki Hayatı, 2 cilt, Büyük İstanbul Derneği Yayını, İstanbul, 1973,1974 Oğuz Akay, Atatürk'ün Sofrası, Truva Yayınları, İstanbul, 2006 Oğuz Akay, Benim Sofram Bu, Truva Yayınları, İstanbul, 2006 Orhan Girgin, Dr., Atatürk'ün Günlük Yaşamı, Ufuk Üniversitesi Y , Ankara, ta­ rihsiz Paraşkev Paruşev, Atatürk, Demokrat Diktatör, e yayınları, İstanbul, 1973



822 Kaynakça



Paul Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, Çev.: Fethi Ülkü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995,3. basım Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk'ün Hastalığı, Prof.Dr. Nihat Reşat Belger'le Mülakat, TTK, Ankara, 1959 ğ Sadi Borak, Atatürk, Başak K., İstanbul, 1973 Selahattin Çiller, Atatürk İçin Diyorlar ki, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1965 Selahattin Demirkan, Bir Milletin Yarattığı Lider Mustafa Kemal Atatürk, Belge Yayınları, İstanbul, 1972 Sermet Atacanlı, Atatürk ve Çanakkale'nin Komutanları, MB Yayınevi, İstanbul,



J



2005 •







|



m



t



Sezgin Kızılçelik, Prof.Dr., Atatürk'ü Doğru Anlamak, Ana Yayıncılık, Ankara, i î g Suna Küi, Prof.Dr., Atatürk Devrimi, Bir Çağdaşlaşma Modeli, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1981 Şeref Aykut, Kemalizm, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008, 2. basım Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, Doğan Kitap, İstanbul, 2008 Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, Doğan Yayınları, Ankara, 1971 Tarık Zafer Tunaya, Prof.Dr., Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, Arba Yayınları, İstanbul, 1994, 3. basım Thomas A. Vaidis, Kemal Atatürk, Yeni Türkiye'nin Kurucusu, Çev.: Ahmet Angın, Kitapçılık Tic. Ltd. Şti. Yayınları, İstanbul, 1967 Turgut özakman, Görgü Tanıklarına Göre M. Kemal Atatürk'ün Portresi, (2005/2006 açılış dersi), Ankara Üniversitesi Yayını, Ankara, 2005 Utkan Kocatürk, Dr., Atatürk'ün Sohbetleri, Edebiyat Yayınevi, Ankara, 1971 Vladan Geogevitch, Türk Devrimi ve İstikbali, Çev.: Hulki Demirel, İletişim Yayın­ ları, İstanbul, 2005 Vural Savaş, Militan Atatürkçülük, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2001 W. Sperco, Mustafa Kemal Atatürk, Çev.: Zeki Çelikkol, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2001 \ I İİ Yekta Güngör Özden, Atatürk ve Atatürkçülük, İleri Yayınları, İstanbul, 2004, 4. basım Yekta Güngör özden, Atatürk özlemi, İleri Y, İstanbul, 2009 Ziya Çöker, Atatürk'ün Savaşımları, Ankara, 2010 Ziya Gökalp Mülayim, Prof.Dr., Kooperatifçi Atatürk ve Kooperatifçilik, Yetkin Y., Ankara, 2006 2 0 0 3







B



Bilim, Dil, Tarih, Eğitim, Kültür, Modernleşme, Sanat A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi IC, İstanbul, 1991,5. basım A. Adnan Saygun, Atatürk ve Musiki, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayını, An­ kara, tarihsiz Agâh Sırrı Levent, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, TTK, Ankara, 1960 J, Ahmet Cevat Emre, Atatürk'ün İnkılap Hedefi ve Tarih Tezi, İstanbul, 1956



*



v



Kaynakça 823



Ahmet Yıldız, Ne Mutlu Türküm Diyebilene, Türk Ulusal Kimliğinin Etno-seküler Sınırları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, 3. basım A. Kadir Paksoy, Ulus Devlet ve Tarih Eğitimi, öğretmen Dünyası Yayını, Ankara, 2008 W Ali Nejat ölçen, Halkevleri, İnönü Vakfı Yayını, Ankara, 2001 Anıl Çeçen, Halkevleri, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2000 Ayten Sezer, Atatürk Döneminde Yabancı Okullar (1923-1938), TTK, Ankara, 1999 Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, TTK, Ankara, 1993, 5. basım Birçok yazar, Cumhuriyetin 50. Yılında Milli Eğitimimiz, MEB Yayını, 1973 Birçok yazar, Milli Kültür Unsurlarımız Üzerinde Genel Görüşler, AKDT Yüksek Kurulu, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1990 Birçok yazar, Türkiye'de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2005, 3. basım Birçok yazar, Milliyetçilik: Neden Şimdi?, Yayına Hazırlayan: Prof.Dr. Çetin Yetkin, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Yayınları, Antalya, 2006, 2. basım Bozkurt Güvenç, insan ve Kültür, Remzi K., istanbul, 1979, 3. basım Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1993 Büşra Ersanlı, İktidar ve Tarih, Türkiye'de Resmi Tarih Tezinin Oluşumu (19291937), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003 Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1998, 2. ba­ sım Cemil öztürk, Dr., Atatürk Devri öğretmen Yetiştirme Politikası, TTK, Ankara, 1996 Cengiz Aslantepe, Dr., Cumhuriyetin Üniversitesi, Yayına Hazırlayan: Atila Çangır, Ankara Üniversitesi Yayını, Ankara, 2008 Cevdet Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, 3 cilt, Dünya Yayınları, İs­ tanbul, 2004 Chiristohper Davvson, Batının Oluşumu, Çev.: Dinç Tayanç, Dergâh Yayınlan, İs­ tanbul, 1976 Doğan Aksan, Türkçenin Bağımsızlık Savaşımı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2007 Edouard Jeauneau, Ortaçağ Felsefesi, Çev.: Betul Çotuk sök en, İ l e t i ş i m Yayınları,



lif?



1



2006,2. basım



Ekrem Akurgal, Türkiye'nin Kültür Sorunları, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1998 Elie Faure, Rönesans Sanatı, Çev.: Bertan Onaran, Kültür Bakanlığı Yayım» Ankara,



1979 J**44 gj§ m$ Ergun Sav, Atatürk Namık Kemal-Ziya Gökalp, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2 0 0 i |



Erol Köseo&lu, Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savası» Propagandadan Milli Kim-



lik İnşasına, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004 Esma Torun, Türkiye'de Kültürel Değişimler, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa­ yı Hukuk Yayınları, Antalya, 2006 Fay Kirby, Türkiye'de Köy Enstitüleri, İmece Yayınları, Ankara, 1962 8 2 4 Kaynakça



Feroz Ahmad, Modern Türkiye'nin Oluşumu, Çev.: Yavuz Alogan, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007,6. basım François Gergeon, Osmanlı-Türk Modernleşmesi, Çev.: Ali Berktay, YKY, İstanbul, 2006 ' f 'S Füsun Üstel, Türk Ocakları 1912-1931, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, 2. basım Grigori Petrof, Beyaz Zambaklar Memleketinde, Çev.: Ali Haydar, Maarif Vekâleti Yayını, Ankara, 1930 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul, 1979,2. basım , ' t & Horst Widmann, Prof.Dr., Atatürk Üniversite Reformu, Çev.: ProfDr. Aykut Kazancıgil, Dr. Serpil Bozkurt, İstanbul Üniversitesi Yayını, İstanbul, 1981 İbrahim Agâh Çubukçu, Prof.Dr., İslam ve Çağdaşlaşma, Ankara, 2002 İlhan Başgöz, Howard E. Wilson, Türkiye Cumhuriyeti'nde Milli Eğitim ve Atatürk, Dost Yayınları, 1968 İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu'nda Yabancı Okullar, Ocak Ya­ yınları, Ankara, 1993 smail Hakkı Tonguç, İlköğretim Kavramı, Piramit Yayıncılık, Ankara, 2004 İsmail Kaplan, Türkiye'de Milli Eğitim İdeolojisi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, 4. basım İsmet Parlak, Dr., Kemalist İdeolojide Eğitim, Turhan K., Ankara, 2005 Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi, Kabala, 2007 Kemal H. Karpat, Osmanlı Modernleşmesi, Çev.: Akile Zorlu Durukan-Kaan Durukan, İmge K., Ankara, 2002 Kemal H. Karpat, Osmanlı'da Değişim, Modernleşme, Uluslaşma, Çev.: Dilek Özde­ mir, İmge K., Ankara, 2006 Mahmut Adem, Prof.Dr., Atatürkçü Düşünce İşığında Eğitim Politikamız, Cumhu­ riyet Kitapları, İstanbul, 2000 Mehmet Kaplan ve arkadaşları, Atatürk Devri Fikir Hayatı, Kültür Bakanlığı, 2 cilt, Ankara, 1981 M. Şakir Ülkütaşır, Atatürk ve Harf Devrimi, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1998 Metin And, Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayın­ ları, Ankara, 1973 Metin And, Atatürk ve Tiyatro, Devlet Tiyatroları Yayını, Ankara, 1983 Metin özata, Prof.Dr., Mustafa Kemal Atatürk-Bilim ve Üniversite, Umay Yayınevi, İstanbul, 2005 Metin Sözen-Mete Tapan, Eüi Yılın Türk Mimarisi, Türkiye İş Bankası Kültür Ya­ yınları, Ankara, 1973 M, Fuat Köprülü, Ord.Prof., Türk Edebiyatı Tarihi, ötüken Yayınları, İstanbul, 1980, 2. basım | Muammer Sun-Murat Katoğlu, Türk Kalarak Çağdaşlaşma, Müzik Ansiklopedisi Yayınları, Ankara, 1993 Murat Katoğlu, Cumhuriyet Türkiyeslnde Eğitim, Kültür, Sanat, Türkiye Tarihi, 4. cilt, Cem Yayınevi, İstanbul, 2002 :



Kaynakça 825



Murat Katoğlu, Şematizmden Yaratıcılığa, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2009 Mustafa Ergün, Dr., Atatürk Devri Türk Eğitimi, Ankara Üniversitesi DTCF Yayını, Ankara, 1982 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul Üniversitesi Yayım, İstanbul, 1951 Mümtaz Turhan, Prof.Dr., Garplılaşmanın Neresindeyiz, Yağmur Yayınevi, İstan­



bul, 1974, 6. basım M. Ünal Mutlu, Türk Dili ve Kenger Uygarlığı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını, İstanbul, 2007 Nurdan Kalaycı, Cumhuriyet Döneminde İlköğretim, MEB Y., Ankara, 1988 Nurhan Karadağ, Halkevleri Tiyatro Çalışmaları, Kültür Bakanlığı Y., Ankara, 1988 Oktay Sinanoğlu, Prof.Dr., Büyük Uyanış, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007, 15. basım Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, 5 cilt, İstanbul, 1938-1945 Peyami Safa, Türk İnkılabına Bakışlar, İnkılap K., İstanbul, tarihsiz Philipp Schwartz, Kader Birliği, 1933 Sonrası Türkiye'ye Göç Eden Alman Bilim Adamları, Çev.: Nagehan Alçı, Belge Yayınları, İstanbul, 2003 Rauf Mutluay, Elli Yılın Türk Edebiyatı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, An­ kara, 1973 # Remzi Oğuz Arık, Coğrafyadan Vatana, MEB Yayını, Ankara, 1969 Sami N. özerdim, Yazı Devriminin Öyküsü, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1998 Sefa Şimşek, Bir İdeolojik Seferberlik Deneyimi, Halkevleri 1932-19S1, Boğaziçi Üniversitesi Yayını, İstanbul, 2002 Sevgi Özel-Haldun Özen-Ali Püsküllüoğlu, Atatürk'ün Türk Dil Kurumu ve Sonra­ sı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986 Suat Yakup Baydur, Dil ve Kültür, TDK Yayını, Ankara, 1964 Suat Sinanoğlu, Prof.Dr., Türk Hümanizmi, TTK, Ankara, 1988, 2. basım Tahsin Yücel, Prof.Dr., Türkçenin Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2000 Ş