Mircea Eliade - Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Cilt 1, Taş Devrinden Eleusis Mysteria'larına
 9758240811, 9789758240814 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

1



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ T a ş Devrinden Eleusis M y s t e r i a ' l a r ı n a



f



MİRCEA ELİADE. DİNSEL



İNANÇLAR



VE DÜŞÜNCELER



Taş Devrinden



Eleusis



TARİHİ/Cilt



I



Mysteria'lartna



75. Kozmogoniler ve Metafizik, 276 Q 76. Bıâh/ııaııaiar'da Kurban Öğretisi, 280 77, Eskatoloji: Kurban Töreni Yoluyla Prajâpaıi ile Ö z d e ş l e ş m e , 282 78. Tapas: Riyazet Tekniği ve Diyalektiği, 285 O 79. Çileciler ve Esrikler: Muııi, Vrâtya, 288 O 80. Upanişadlar ve Rfsi'lerin Arayışı: İnsan Kendi Davranışlarının "Meyvele­ r i n d e n Nasıl Kurtulabilir? 291 81. At man-Brahman Özdeşliği ve "İç İşık" Deneyimi, 293 82. Brahman'ın i k i Hali ve Madde içinde "Tutsak Olan Âtman"ın Gizemi, 296 • Eleştirel Kaynakça, 299. A



A



A



A



A



X. B Ö L Ü M



ZEUS VE Y U N A N DİNİ, 305 83. Teogoni ve Tanrı Kuşakları Arasındaki Mücadeleler, 305 84. Zeus'un Zaferi ve Egemenliği, 308 0 85. İlk Irklar M i t i : Promet¬ heus, Pandora, 311 86. i l k Kurbanın S o n u ç l a n , 314 87. İnsan ve Yazgı: "Yaşama Sevinci"nin A n l a m ı , 317 • Eleştirel Kaynakça, 322. A



A



A



XI. B O L Ü M



OLYMPOSLULAR VE KAHRAMANLAR, 327 88. T a h t ı n d a n İ n d i r i l m i ş U l u Tanrı ile Büyücü-Demirci: Poseidon ve Hephaistos, 327 89. Apollon: U z l a ş t m l a n Çelişkiler, 330 0 90. Kehanetler ve A r ı n m a , 333 0 91. " G ö r i T d e n Bilgiye, 335 0 92. Hermes, "İnsanın Yoldaşı", 337 0 93. Tanrıçalar 1: Hera, Arte¬ mis, 339 0 94. Tanrıçalar I I : Athena, A p h r o d ı t e , 342 0 95. Kahra­ manlar, 345 • Eleştirel Kaynakça, 352. v



,xjı.



BOLUM



ELEUSIS MYSrERM'LARI, 358 96. Mit: Persephone H a d e s ' ı e , 358 y 97. Erginlenmeler: Kamusal T ö r e n l e r ve Gizli Ritüeller, 361 0 98. MystericTIar Bilinebilir mi? 363 0 99. "Sırlar" ve "Mysteria'lar," 366 • Eleştirel Kaynakça, 370, XIII.



BÖLÜM



ZERDÜŞT VE İRAN DİNİ, 375 100. Bilmeceler, 375 0 101. Z e r d ü ş t ' ü n Hayatı: Tarih ve M i t , 378 0 102. Şamancıl Bir Esrime mi? 380 0 103. Ahura Mazda n m Vah­ yi: insan İyiyi, Kötüyü Seçmekte Ö z g ü r d ü r , 381 0 104. Dünyanın " D ö n ü ş ü m ü " , 384 0 105. Ahemeniler'in D i n i , 388 0 106. Iran Kralı ve Yeni Yıl Bayramı, 390 107. Magiar Sorunu. İskitler, 392 0 108. Mazdeizmin Yeni Yönleri: Haoma T a p ı m ı , 393 0 109. Tan­ rı Mithra'mn Yüceltilmesi, 395 0 110. Ahura Mazda ve Eskatolojik Kurban, 396 0 111. Ruhun Ö l ü m d e n Sonraki Yolculuğu, 399 0 112. Bedenin Dirilişi, 401 • Eleştirel Kaynakça, 404. XIV. B O L Ü M



KRALLAR VE PEYGAMBERLER DEVRİNDE İSRAİL DÎNİ, 412 113. Krallık ve Monarşi: Bağdaştırmacılığın D o r u k Noktası, 412 0 114. Yahve ve Yarattığı, 414 0 115. Eyüb, Doğru A d a m ı n Sınan­ ması, 416 0 116. Peygamberler Z a m a n ı , 419 0 117. Ç o b a n Amos. Sevilmeyen Hoşea, 422 0 118. İşaya: "İsrail'den Artakalanlar" Geri Dönecek, 424 0 119. Yeremya'ya Verilen Vaat, 426 0 120, Ku­ d ü s ' ü n D ü ş ü ş ü . Hezekiel'in Görevi, 428 0 121. "Tarihin Dehşet f n e Yüklenen Dinsel Değer, 430 • Eleştirel Kaynakça, 433.



xv.



BÖLÜM



DİONYSOS VEYA YENİDEN KAVUŞULAN AHRET MUTLULUĞU, 436 122. "İki Kez D o ğ m u ş " Bir T a n r ı n ı n Epifanileri ve Gizlenmeleri, 436 0 123. Bazı Halk Bayramlarının A r k a i k l i g i , 439 0 124. Euripides ve Dıorıysos Orjicıliği, 442 0 125. Yunanlar T a n n ' n ı n Varlığım Yeniden Keşfedince...., 446 • Eleştirel Kaynakça, 452. DİZİN, 455



KİSALTMALAR



ANET



|. B Pritchard, Anaaıt Near Easier}) Texts Relating w the Old Testament (Princeton, 1950; ikinci kıskı, 1955)



Af Or



Archiv Oncntdlni (Prag)



ARW



Archîv/ıir Religion.swisscuscha/t (Freıbıırg/Leipzıg)



BEFEO



Bııliefijı de l'Ecole française d'Extrcme-Orient (Hanoi)



BJRL.,



Bulletin of the John Rylands Library (Manchester)



BSOA5



Bulletin of the School of Oriental and African Sindie s (Londra)



OA



Oırrcnt Anthropology (Chicago)



ERE



Encyclopaedia of Religin and Ethics, ed. James Hastings



HJAS



Harvard journal of Asiatic Studies



HR



History of Religions (Chicago)



llj



Indo-lranian journal (Lahey)



jA



Journal Asiatique (Pans)



JA05



...Journal of the American Oriental Society (Baltimore)



jAS Bombay



...Journal of the Asiatic Society, Bombay Branch



flES



..Journal of Indo-European Studies (Montana)



JNES



Journal oj Neat" Eastern Studies (Chicago)



JRAS



Journal oj the Royal Asiatic Society (Londra)



jSS



Journal oj Semitic Studies (Manchester)



OL2



Orientalıstische Lite raturjeiı wig (Berlin/Leipzig)



RB



Revue Bıbîiaııe (Paris)



REG



Revue des Etudes Grectnies (Paris)



RHPR



Revue d'Hıstuıi'e et de Philosophic rcligieuscs (Strasbourg)



RHR



Revue de l'Hıstoire des Religions (Paris)



SMSR



Studı e Materiaîı di Storia delle Religioni (Roma)



VT



Veins Tesfamenium (Leiden)



W.d.M



W(>r(erbudi der Mythologie (Stuttgart)



2DMG



Zeıtschııjt der dcittschen ınuıgcnlândischen Geseilscha/t



ÖNSÖZ



D i n tarihçisi için kutsalın her t e z a h ü r ü önemlidir; her ayın, her mit, her i n a n ç ya da tanrı figürü kutsalın deneyimlenmesini yansıtır ve dolayısıyla varolma, an­ lam ve hcıhikat k a v r a m l a r ı n ı g ü n d e m e getirir. Daha ö n c e bir başka fırsatla belirtti­ ğ i m gibi, "insan zihninin, dünyada indirgenemez gerçek bir şeyin b u l u n d u ğ u ka­ nısı elmadan nasıl işleyebileceğini hayal etmek g ü ç t ü r ; insanın deneyimlerine ve d ü r t ü l e r i n e bir aniam yü (denmeksizin bilincin nasıl ortaya çıkabileceğini d ü ş ü n ­ mek olanaksızdır. G e r ç e k ve anlamlı bir d ü n y a bilinci, kutsallığın keşfiyle yakın­ dan ilintilidir, insan zihni gerçek, güçlü, zengin ve anlamlı olarak ortaya çıkanla bu niteliklerden yoksun olan, - y a n i şeylerin kaotik ve tehlikeli akışı, o n l a r ı n rastlantısal ve a n l a m s ı z beliriş ve yok o l u ş l a r ı - arasındaki farkı kutsalın deneyi­ m i sayesinde yakalayabilmiştir." S o n u ç olarak "kutsal," insan b i l i n c i n i n tarihin­ 1



de bir aşama değil, bilincin yapısı içinde bir unsurdur. K ü l t ü r ü n en arkaik d ü z e y ­ lerinde insan olarak yaşamak kendi içinde bir dinsel eylemdir; ç ü n k ü beslenmenin, cinsel hayatın ve ç a l ı ş m a n ı n ayinsel bir değeri v a r d ı r . Başka bir deyişle insan o l ­ mak - y a da insan haline gelmek- "dinle ilişkili" olmak demektir." Dinler Tarihine Gıns'ten (1949) Religı'ons australierınes (1972)" ' {Avustralya din­ 1



leri} konusunu ele alan k ü ç ü k kitaba kadar daha Önceki eserlerimde, kutsalın d i ­ yalektiğini ve morfolojisini tartışmıştım. Bu eser ise farklı bir bakış açısıyla ta­ sarlanıp yazıldı. Bir yandan kutsalın tezahürlerini zamandizinsel b i r düzen içinde ç ö z ü m l e d i m (ama dinsel bir k a v r a m ı n "yaşı"yla onu d o ğ r u l a y a n i l k belgenin tari­ h i n i birbirine k a r ı ş t ı r m a m a k gerekiri); diğer yandan —belgelerin elverdiği ölçü­ d e - derin krizler, özellikle de farklı geleneklerin yaratıcı anları ü z e r i n d e d u r d u m . Kısacası dinsel inançlar ve d ü ş ü n c e l e r tarihine yapılmış en b ü y ü k katkıları g ü n ışığına çıkarmaya çalıştım. D i n tarihçisi için kutsalın her t e z a h ü r ü ö n e m l i d i r ; ama ö r n e ğ i n tanrı Anu'nun yapısının veya Enuma Biş'te



aktanlan teogoni ve kozmogoninin veya



d e s t a n ı n ı n , M e z o p o t a m y a h l a r ı n dinsel yaratıcılık ve ö z g ü n l ü ğ ü n ü ,



Gılgamış Lamaştu'ya



1



La Nostalgic des Ongiııes, 1969. s. 7 vd {The Quest: History and Weaning m Religion's onsoz



;



Ag.y.s. 9



(1969)1. * Australian Religions: An Introduction (1973) -yn. 11



nlNSl:!. İNANÇLAR Vt DU>UNQ:IXR 7Alili II - I



karşı yapılan apotropaik*' ayinlerden ya da tanrı Nusku mitolojisinden daha i y i yansıttığına da hiç k u ş k u yoktur. K i m i zaman dinsel bir yaratımın ö n e m i , ona daha sonra y ü k l e n e n değerlerle ortaya çıkar. Eleusis mysfen'a'lan ve O r p h e u s ç u l ı ı gun en eski tezahürleri h a k k ı n d a elimizde çok az bilgi var; bununla birlikte yırım yüzyılı aşkın bir süredir b u n l a r ı n A v r u p a ' n ı n en parlak zihinleri ü z e r i n d e k i b ü y ü ­ leyici etkisi hayli anlamlı ve s o n u ç l a r ı h e n ü z yeterince d e ğ e r l e n d i r i l m e m i ş bir dinsel olguyu o l u ş t u r u y o r . K i m i geç d ö n e m yazarlarının göklere çıkardığı Eleusis tarzı erginlenme ve gizli O r p h e u s ç u ayinler kesin olarak mıtolojileştirici gnosıs'i ve Yunan-Dogu bağdaştırmacılığım yansıtır. Fakat ortaçağ Hermesçiligini, İtalyan R ö n e s a n s m ı , X V I I I . yüzyılın "okültist" geleneklerini ve romantizmi etkileyen tam da bu mysteria ve O r p h e u s ç u l u k anlayışıdır. Rilke'den T. S. Eliot'a ve Picrre Emmanuel'e kadar modern Avrupa şiirinin esin kaynağını o l u ş t u r a n da yine İskende­ riyeli teologlar, mistikler ve bilginlerin mysteria ve Orpheus yaklaşımlarıdır. Dinsel d ü ş ü n c e l e r tarihine b ü y ü k katkıları saptamak için seçilmiş ö l ç ü t ü n ge­ çerliliği elbette tartışmaya açıktır. Bununla birlikte birçok dindeki gelişme bunu d o ğ r u l a m a k t a d ı r ; ç ü n k ü ancak derin krizler ve b u n l a r ı n sonucunda ortaya çıkan yaratımlar sayesinde dinsel gelenekler kendilerini yenilemeyi başarır. Brahmaneı kurban t ö r e n l e r i n i n dinsel a ç ı d a n değer yitimine u ğ r a m a s ı n ı n yarattığı gerilim ve u m u t s u z l u ğ u n bir dizi parlak yaratıma yol açtığı Hindistan ö r n e ğ i n i a n ı m s a m a k yeterli olacaktır (Upanişadlar, Yogacı tekniklerin eklemlenmesi, Gamama Budha'nm mesajı, mistik



dindarlık vs); bu y a r a t ı m l a r ı n her b i r i aynı kriz



için



geliştirilen ayrı ve gözü pek bir ç o z u m o l u ş t u r m a k t a d ı r (bkz. IX, X V I I , XVIII ve XIX. b ö l ü m l e r ) . Yıllarca birkaç g ü n d e okunabilecek kısa ve özlü b i r yapıt tasarladım; çünkü kesintisiz bir okuma her şeyden once dinsel g ö r ü n g ü l e r i n temel b ü t ü n l ü ğ ü n ü ve aynı zamanda ifadelerinin t ü k e n m e k bilmeyen yeniliğini gözler ö n ü n e serer. Böy­ le bir kitabın okuyucusu paleolitik çağın, Mezopotamya ve Mısır'ın d ü ş ü n c e ve inançlarını gözden geçirdikten birkaç saat sonra Veda ilahileri, Brâhmanalar



ve



Upanişadlar'la karşı karşıya kalacak; Zerdüşt, Gautama Budha ve Taoculuk, Helen mysteria l a n , Hıristiyanlığın yükselişi, Gnostisizm, simya veya Graal m i t o l o j i s i ü z e r i n d e d ü ş ü n d ü k t e n bir g ü n sonra, Sankara'yı, Tantracılıgı ve Milarepa'yı, tslamı, Gioacchino da Fiore'yi veya Paracelsus u keşfedecek; Quetzalcoatl ve Viracoc-



* Eski Yunanca apotropaios'ıan {kütlükleri uzaklaştıran) türetilmiş sözcük. Kotu etkilen başka hedeflere yönlendirmek için yapılan rimeller ve bu özelliğe sahip nesneler (orncgın nazarlık) için kullanılır-n alanında kemik davul tokmaklan bulunduğunu hatırlatalım: krş. Eliade, l.c s. 391.



'" Andreas Lommel, Shaınaıusm: The Begiıınuıgs oj Ari, s. 129 vd. 3 3



Eliade, l_c Chamcmisme, s. 65 vd. 32



Ov.^'ihiK.



BAŞLANGIÇTA.



mel ö n e m e sahip o l d u ğ u n u n kanıtıdır.



6. K a d ı n ı n V a r l ı ğ ı — Son buzul çağma ait kadın heykelciklerinin



keşfedilmesi



g ü n d e m e halâ tartışılan sorunlar getirdi. Bu heykelcikler, Fransa'nın g ü n e y d o ğ u ­ sundan Sibirya'da Bay kal Gölü'ne ve Kuzey italya'dan Ren Nehri'ne kadar oldukça yaygın bir alana dağılmıştır. Boyları 5 ila 25 santim arasında değişen heykelcik­ ler taş, kemik veya fildişinden y o n t u l m u ş t u r . Bunlara pek d o ğ r u sayılamayacak bir a d l a n d ı r m a y l a "Venüs" d e n m i ş t i r ; içlerinde en m e ş h u r l a r ı Lespugue, \Villendorf (Avusturya) ve Laussel (Dordogne) " V e n ü s ' l e r i d i r .



14



Bununla birlikte, özel­



likle kazıların daha titiz bir b i ç i m d e y ü r ü t ü l m e s i sayesinde, Ukrayna'da Gagarino ve Mezine'de bulunan parçalar daha öğreticidir. Konutların b u l u n d u ğ u katmanlar­ da ele geçirildikleri için ev diniyle ilişkili o l d u k l a r ı d ü ş ü n ü l e b i l i r . Gagarino'da, konut d u v a r l a r ı n ı n y a n ı n d a , mamut k e m i ğ i n d e n y o n t u l m u ş altı heykelcik bulun­ m u ş t u r . Abartılı oranlarda bir k a m ı ve yüz hatlarından yoksun b i r başı olan bu heykeller, kaba bir biçimde y o n t u l m u ş t u r . Mezine'de bulunan parçalar çok stilize­ dir; bazıları geometrik unsurlara i n d i r g e n m i ş k a d ı n şekilleri olarak yorumlanabi­ lir (bu türe Orta Avrupa'da da r a s t l a n m ı ş t ı r ) ; diğerleri b ü y ü k olasılıkla



kuşları



temsil etmektedir. Heykelcikler farklı geometrik desenlerle, bu arada k i m i zaman svastiiid'larla s ü s l e n m i ş t i r . Hanöar, heykelciklerin olası dinsel işlevini açıklamak için. Kuzey Asya'nın bazı avcı kabilelerinin dzuli adı verilen, insan şeklinde küçük tahta yontular imal ettiğini hatırlatır. Dsuiilerin kadın o l d u ğ u kabilelerde, bu "putlar" b ü t ü n kabile üyelerinin atası o l d u ğ u varsayılan efsanevi Ana Ata'yı tem­ sil eder: Aileleri ve k o n u t l a n korurlar ve b ü y ü k avlardan d ö n ü l d ü ğ ü n d e onlara bulgur ve y a ğ sungulan verilir. Gerasimov'un Sibirya'daki Mal'ta'da yaptığı keşif daha da anlamlıdır. D i k d ö r t ­ gen planlı evlerin ortadan ikiye b ö l ü n d ü ğ ü , sağ bölmesi erkeklere (bu b ö l m e l e r d e yalnızca erkeklerin k u l l a n ı m ı n a özgü nesneler bulundu) ve sol b ö l m e s i kadınlara ayrılmış b i r "köy" söz konusuydu. Kadın heykelcikleri yalnızca sol b ö l m e l e r d e n çıkmıştı. Erkek b ö l m e l e r i n d e n çıkan heykeller ise, bazıları "fallus" b i ç i m i n d e yo­ r u m l a n m ı ş kuşları temsil e d i y o r d u . " Bu heykelciklerin dinsel işlevini saptamaya olanak yoktur. Bir anlamda kadın



Franz Hancar, "Zum Problem der Venussıatuetten im eurasiatischen jungpalaolithikum," s. 90 vd, 150 vd. M. M. Gerasimov, "Paleolithischeskaja stojanka Marta," s. 40, özetleyen: Kari Jettmar, Les leiigions arctiques etfinnoises, s. 292. 33



DINsı |. İNANCI Ali V'K DI.ŞUNCH üli 1.-Mili İl - i



kutsallığım, dolayısıyla tanrıçaların buyüsel-dinsel g ü ç l e n i n temsil e n i k l e n varsayılabilir. Kadınlara özgü varoluş biçiminin o l u ş t u r d u ğ u "gizem," gerek



tanh-



oncesinin gerekse tarihin b i r ç o k dininde önemli bir rol oynamıştır. Paleolitık sa­ natın b ü t ü n ü n d e , başka bir deyişle mağara resimleri ve k a b a r t m a l a r ı n d a , heykel­ ciklerde veya taş levhalarda erkek-kadm k u t u p l a ş m a s ı n ı n üstlendiği merkezi işle­ vi gıın ışığına çıkarma onuru Leroi-Gourhan a aittir. Ayrıca bu simgesel



dilin



Fransız-Cantabrica b ö l g e s i n d e n Sibirya'ya kadar bir b ü t ü n l ü k içinde o l d u ğ u n u da göstermiştir. L e r o ı - G o u r h a n , topografik ve ısıatisııki ç ö z ü m l e m e l e r i kullanarak, /igüılerın (biçimler, yüzler vb) ve işaretlerin birbirlerinin yerine geçebilir olduk­ ları sonucuna varmıştır. Ö r n e ğ i n bizon resmi, "yaralarla" veya başka geometrik işaretlerle aynı - " d i ş i l " - değere sahiptir. Daha sonra eril-dişil değerlerin çiftler o l u ş t u r d u ğ u n u ( b i z o n - d i ş i l - v e at - e n i - gibi) gözlemlemiştir. Bu s i m g e s e l l i g ı n ışığında "gizleri çözülen" mağara, örgütlü ve anlam yuklu bir dünya olarak gö­ zükmektedir. Leroi-Gourhan'a göre, m a ğ a r a n ı n kutsal bir yer ve taş levhaların veya heykel­ ciklerin de resimli mağaralarla aynı simgesel yapıya sahip, "taşınabilir lapınaklar" o l u ş t u r d u k l a r ı n a k u ş k u yoktur. Bununla birlikte yazar, yemden o l u ş t u r d u ğ u ­ n u tahmin ettiği sentezin bize paleolitık d i n i n dilini ö ğ r e t m e d i ğ i n i kabul eder. Kullandığı y ö n t e m , onun bazı mağara resimlerinde değinilen "olayları" kabullen­ mesini engellemektedir. Başka a r a ş t u m a c ı l a r tarafından bir av kazası veya bir şa­ man ritueli olarak yorumlanan m e ş h u r Laseaux "sahnesf'nde,



Leroi-Goıtrhan,



"simgesel olarak, zaten duvarda da kendisine k o m ş u l u k yapan insanın veya gerge­ d a n ı n eşdeğeri olan" ve belli bir "topografik gruba" ait bir kuştan başka bir şey görmez,



10



Farklı cinsel değerlere sahip simgelerin (belki de bu karşılıklı tamam­



layıcılığa atfedilen dinsel ö n e m i ifade edecek b i ç i m d e ) çiftler o l u ş t u r m a s ı dışında, L e r o i - G o u r h a n ' ı n b u t u n ilen sürebildiği, "temsillerin ç o k karmaşık ve zengin, o zamana kadar d ü ş ü n ü l e n d e n ç o k daha zengin ve k a r m a ş ı k bir sistemi kapsadıgfdır.'



7



Leroi-Gourhan'm k u r a m ı çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Özellikle de figür ve işaret "okumalanndaki" bazı tutarsızlıklar ve mağaralarda yapılan rimelleri, oluş­ t u r d u ğ u simgesel sistemle ilişkilendirmemesi nedeniyle suçlanmıştır."^ Ne olursa olsun L e r o i - G o u r h a n ' ı n katkısı önemlidir: Paleolitık sanatın ü s l u p ve ideoloji bır-



' A.g.y..s. 148. 6



!:



A.g.y., s. 151



'"' Krş. Ucku ve Rosenfckl. s. 220, 195 vd. 1 lenri Llıoıe de benzer eleştiriler yonı/ltn



î



34



U A s L U J i i k ].-\



ligini k a n ı t l a m ı ş vc "eril," "dişil" işaretlerin gerisinde gizlenen dinsel değerlerin tamamlayıcılığını onaya çıkarmıştır. İki cinsivetle ilişkili, birbirinden tanı ola­ rak ayrılmış i k i yarısıyla Mal'ta'daki "koy"ün ayırt edici özelliği de benzer b i r simgeseİliktir. İki kozmolojik ve cinsel temel öğenin tamamlayıcılığını



öngoıen



sistemler ilkel toplumlarda hâlâ çok fazladır ve bunlar arkaik dinlerde de karşı­ mıza çıkar. Bu karşılıklı tamamlayıcılık ilkesine, olasılıkla hem d ü n y a y ı düzenle­ mek hem de yaratılışının ve düzenli aralıklarla yemlenmesinin gizemini açıkla­ mak için b a ş v u r u l u y o r d u ,



7. Paleolitik Ç a ğ ı n A v c ı l a r ı n d a A y i n l e r , D ü ş ü n c e l e r ve İ m g e l e m — Paleonto­ l o j i n i n ifosilbılim) son keşiflerinin ortak yanı insanm ve k ü l t ü r ü n "başlangıcını" zaman içinde hep daha geriye taşımalarıdır, insanın bundan otuz, kırk yıl önce sanıldığından daha eski ve psikolojik, zihinsel etkinliğinin daha k a r m a ş ı k o l d u ğ u ortaya ç ı k m a k t a d ı r . Kısa bir süre önce Alexander Marshak, üst paleolitik çağda ayın evrelerinin g ö z l e n m e s i n e dayanan simgesel bir zaman iş.ıretleri sisteminin varlığını kanıtlayabildi. Yazarın "zaman-faktörlü" diye nitelediği, yani uzun b i r donem boyunca kesintisiz olarak biriken b ü işaretler bazı mevsimlik veya dö­ nemsel törenlerin g ü n ü m ü z d e Sibiryalılarda veya Kuzey Amerika Kızılderililerin­ de g ö r ü l d ü ğ ü gibi, uzun süre önceden s a p t a n d ı ğ ı m v a r s a y m a m ı z a olanak tanı­ m a k t a d ı r . Bu işaret "sistemi," erken Aurignac k ü l t ü r ü n d e n geç Madeleine k ü l t ü r ü ­ ne dek, yani 25.000 yıldan fazla s ü r m ü ş t ü r . Marshak'a göre, ilk uygarlıklarda or­ taya çıkan yazı, aritmetik ve gerçek anlamıyla takvim buyuk olasılıkla paleolitik çağda kullanılmış işaretler "sistemi'nde içkin simgeselligi kaynak a l m ı ş t ı . ^ Marshak'm uygarlığın gelişimi üzerine genel k u r a m ı h a k k ı n d a ne d ü ş ü n ü l ü r s e d ü ş ü n ü l s ü n , t a n m bulunmadan yaklaşık 15,000 yıl önce ay d ö n g ü s ü n ü n çözüm­ lendiği, kaydedildiği ve pratik amaçlar için kullanıldığı bir olgudur. O zaman ar­ kaik mitolojilerde aym hatırı sayılır rolü ve k a d ı n , sular, bitkiler, yılan, bereket, ö l ü m , "yeniden d o ğ u m , " vb çok çeşitli gerçekliklerin ay simgeselligi tarafından tek ve aynı sistem içinde bütünleştirilmesi olgusu daha i y i anlaşılmaktadır. '' 4



'



9



Krş. Alexander Marshak, The Ronis o} Civilisation, s 81 vd Paleolitik halkların bitkisel hayatın evrelerini gözlemleme ve doğru olarak belirtme yetenekleri de aynı olçude an­ lamlıdır; krş. Marshak, a.gy., s. 172 vd; aynı yazar, "Le bâton de commandement de Montgaudier" (Charente), s. 329 vd



"° Krş. Elıade, Dinler Ter rıhın J Cins. IV Rolüm. 35



D I N S E L INANÇLAR V E D Ü Ş Ü N C E L E R TARIKI • ı



Nesnelerin üzerine o y u l m u ş veya mağara duvarlarına çizilmiş m eandi'o s ' l a n ' ç ö z ü m l e y e n Marshak, b u resimlerin bir sıralanma g ö s t e r d i k l e r i ve bir niyeti ifa­ de ettikleri



için bir



"sistem" o l u ş t u r d u k l a r ı sonucuna v a r m a k t a d ı r .



Pech



de



l'Aze'de (Dordogne) bulunan ve Acheul k ü l t ü r ü d ö n e m i n e ait (y. M Ö 135.000), yani üst paleolitik mcandros'lardan en az 100.000 yıl daha eski bir k e m i ğ i n üzeri­ ne o y u l m u ş resimlerde de bu y a p ı n ı n varlığı d o ğ r u l a n m ı ş t ı r . Üstelik



meand-



ros'lar, belirli bir n t ü e l e işaret edecek b i ç i m d e , hayvan resimlerinin çevresine ve ü s t ü n e çizilmiştir (Marshak'ın belirttiği gibi, "bir bireysel katılım d a v r a n ı ş ı " ) . Bunların a n l a m ı n ı belirlemek g ü ç t ü r ; ama bir noktadan itibaren (örneğin Baden, Petersfeld'daki resim) meandros'hr



"yuvarlak açılarla" çizilmiştir ve yantannda



balıklar vardır. Bu ö r n e k t e k i su simgeselligi açıktır. Ama yazara göre söz konusu olan yalnızca bir su "imgesi" değildir; parmaklar ya da çeşitli aletlerden k a l m ı ş sayısız iz, su simgeselligi ya da mitolojisinin r o l oynadığı "bir bireysel k a t ı l ı m davramşı"nı göstermektedir.



41



Bu t ü r ç ö z ü m l e m e l e r paleolitik işaretlerin ve figürlerin ritüel işlevini d o ğ r u ­ l a m a k t a d ı r . Bu tasvirlerin ve simgelerin belli "öykülere," yani mevsimlerle, av alışkanlıklarıyla, cinsellikle, ö l ü m l e , bazı d o ğ a ü s t ü varlıkların ve bazı kişilikle­ rin ("kutsallık u z m a n l a r ı " ) gizemli güçleriyle ilişkili olaylara g ö n d e r m e yaptığı artık açık g ö r ü n m e k t e d i r . Paleolitik temsiller hem tasvirlerin simgesel (dolayısıyla "büyüsel-dinsel") değerini hem de çeşitli "öykülerle" ilişkili t ö r e n l e r d e k i işlevini belirten bir şifre olarak görülebilir. K u ş k u s u z b u "öykülerin" kesin içeriğini asla bilemeyeceğiz. Ama farklı simgelerin içine o t u r d u ğ u "sistemler," en azından on­ ların paleolitik halkların b ü y ü s e l - d i n s e l u y g u l a m a l a r ı n d a ne denli ö n e m l i olduk­ larını a n l a m a m ı z ı sağlıyor. Bu "sistemlerin" b i r ç o ğ u n u n avcı loplumlar tarafın­ dan da paylaşılması b u ö n e m i d o ğ r u l u y o r . Daha ö n c e belirttiğimiz gibi (§ 4), ilkel avcılara özgü ritüel ve inançlara baka­ rak tarihöncesi dinlerin belli y ö n l e r i n i "yeniden o l u ş t u r m a k " m ü m k ü n d ü r . Söz konusu olan, Leroi-Gourhan ve Laming-Emperair d ı ş ı n d a k i b ü t ü n a r a ş t ı r m a c ı l a r tarafından şu ya da bu ölçüde başarıyla kullanılan bir y ö n t e m olan "etnografik



S harfine benzer kıvrımlar -yn. 4 1



A. Marshak, "The Meander as a System." Yazar, meandros geleneğinin av buyusü veya cin­ sel simgesellikle açıklanmasının mümkün olmadığı kanısındadır. Yılan-Su-Yağmur-Fırtına kümesine Neolitik Avrasya, Avustralya, Afrika ve Kuzey-Guney Amerika'da rastlanmak­ tadır. 36



BASI A N G I Ç T A



koşutluklar" k u r m a k d e ğ i l d i r .



42



T a r i h ö n c e s i n i n k ü l t ü r ü n ü ilkel k ü l t ü r d e n ayıran



b ü t ü n farklılıklar da hesaba katılarak, bazı temel biçimler saptanabilir; ç ü n k ü kı­ sa bir süre öncesine kadar " m e s k û n t o p r a k l a r ı n



sınırlarında



(Tierra del



Fu-



ego'da, Afrika'daki Hotantolar ve Boşimanlar'da, Kuzey Kutbu bölgesinde, Avust­ ralya'da vb) veya b ü y ü k tropikal ormanlarda (Bambuti Pigmeleri vb) av, balıkçı­ lık ve meyve toplamaya dayalı b i r ç o k arkaik uygarlık y a ş ı y o r d u . K ö m ş u t a r ı m uygarlıklarının (en a z ı n d a n bazı ö r n e k l e r d e ) etkilerine r a ğ m e n , XIX. yüzyıl sonu­ na d o ğ r u b u t o p l u m l a n n ilk y a p ı l a n h e n ü z b o z u l m a m ı ş t ı . Üst paleolitik çağa benzer b i r a ş a m a d a " d u r m u ş " olan b u uygarlıklar, bir anlamda "yaşayan fosiller"i oluşturmaktadır.



13



Kuşkusuz "ilkeller"in dinsel u y g u l a m a l a r ı m ve m i t o l o j i l e r i n i eski taş devri insanlarına uygulamak söz konusu değildir. Ama daha ö n c e de belirttiğimiz g i b i , ş a m a n c ı l t ü r d e esrime paleolitik çağda da d o ğ r u l a n m ı ş gibidir. Bu bir yandan be­ deni terk edip, d ü n y a d a serbestçe dolaşabilen bir "ruh"a i n a n m a y ı , diğer yandan da r u h u n bu yolculukta insanüstü varlıklarla karşılaşabileceği, onlardan y a r d ı m ya da kendisini k u t s a m a l a r ı n ı isteyebileceği k a n ı s ı n ı n varlığını gerektirir. Ayrıca şamancıl esrime hem "sahip olmayı," yani insanların bedenine girebilmeyi,



hem



de kendi bedenine bir ö l ü n ü n ya da h a y v a n ı n ruhunun, veya bir cin ya da tanrının "sahip olabilme si" ni olası kılar. Bir diğer örneği hatırlatacak olursak, cinsiyetlerin ayrılması (krş. § 6) yalnız­ ca erkeklere açık ve av seferlerinden ö n c e gizli ayinler yapıldığını d ü ş ü n d ü r m e k ­ tedir. Bu t ü r ayinleri yapmak yalnızca "erkek cemiyetleri "ne (Mannerbtinde) zer yetişkin gruplara ö z g ü y d ü ; ergenlik çağındaki erkekler "sırlar"ı



ben­



erginlenme



ayinleri aracılığıyla ö ğ r e n i y o r l a r d ı . Bazı yazarlar Montespan m a ğ a r a s ı n d a b ö y l e b i r erginlenmenin kanıtını b u l d u k l a n n ı sandılar, ama b u yoruma itiraz edildi. Bununla birlikte erginlenme ayinlerinin arkaikliğine k u ş k u yoktur. Yerleşim yer-



Bu yöntemi kullanmamaları nedeniyle Ucko tarafından eleştirilmişlerdir, a.g.y., s 140 vd. Bu yazar, etnografik karşılaştırmanın tarihöncesi toplumlann bazı yönlerini aydınlattığı birkaç örneği hatırlattıktan sonra (s. I 5 l vd), paleolitik mağara resminin Avustralya ve Afrika'daki olgular ışığında bir çözümlemesini sunmaktadır (s. 191 vd). "Yaşayan fosiller" kavramının biyolojinin birçok dalında, özellikle de speleolojide Imagarabilim} başanyla kullanıldığını hatırlatalım. Bugün magaralan dolduran troglobionlar uzun süre önce geride bırakılmış bir faunaya aittir. "Onlar tam anlamıyla yaşayan fosillerdir ve çoğunlukla hayat tarihinin çok eski aşamalarını, üçüncü hatta ikinci zamanı temsil ederler" (Dr. Racovitza). Demek ki mağaralar fosilleşmeyen ilkel hayvan gruplannın anlaşılması açısından çok önemli, arkaik bir faunayı korumaktadır. 37



DIN'-tl.ih.ANCİAR V j . l J L b U N O . I l H IAH1HI - I



terinin en u ç n o k t a l a r ı n d a varlığı kanıtlanan (Avustralya, G ü n e y ve Kuzey Ameri­ ta) " çok sayıda tören arasındaki benzerlikler daha paleolitik çağda g e l i ş t i r i l m i ş ortak bir gelenek o l d u ğ u n u göstermektedir. Montespan'daki "halka biçiminde dans" konusunda ( m a ğ a r a n ı n k i l l i tabanında genç insanların bıraktıkları ayak izleri nasıl y o r u m l a n ı r s a y o r u m l a n s ı n ) . Curt Sachs bu ritüel ko re o gra fisinin paleolitik insanlar tarafından i y i bilindiğinden kuşku duymamaktadır.



45



Halka biçiminde dans çok yaygındı (butun Avrasya'da,



Dogu Avrupa'da, Melanezya'da, Kaliforniya Kızılderililerinde vb). Bu dans, her yerde ya ö l d ü r ü l e n hayvanın r u h u n u yatıştırmak ya da avın çoğalmasını sağlamak için avcılar tarafından yapılmaktadır.' " Her i k i durumda da paleolitik 1



avcıların



dinsel ideoloji siyle olan süreklilik açıktır. Ayrıca avcı grubu ile av arasındaki "mistik d a y a n ı ş m a " yalnızca erkeklere ait belli sayıda "meslek sırrı"mn



varlığını



d ü ş ü n d ü r m e k t e d i r ; b u tür "sırlar" ergenlik çağındaki erkeklere erginlenme rıtüelIeri aracılığıyla a k t a r ı l m a k t a d ı r . Halka b i ç i m i n d e k i dans, tarihöncesi ritüel ve inançların çağdaş arkaik kültür­ lerde s ü r d ü ğ ü n ü hayranlık uyandırıcı bir biçimde g ö s t e r m e k t e d i r . Başka örnek­ lerle de karşılaşacağız. Şimdilik Hoggar ve Tassili'deki bazı mağara resimlerinin. Pöl' çobanlarına ait bir erginlenme miti sayesinde "çözülebildiğini" hatırlatalım. k



Bu mit eğitimli bir M a l i l i tarafından Afrika dilleri ve uygarlıkları araştırmacısı G e m í a m e Dieterlen'e aktarılmış, o da bunu yayımlamıştı, ' H . Von Sicard da, Lu¬ 4



ve ve o n u n onomastik (adbilimselj benzerleri h a k k ı n d a k i bir monografide, bu Af­ rika tanrısının Avrupalı-Afrikalı avcıların en eski dinsel inancını temsil ettiği so­ nucuna varmıştır; İsveçli bilgin b u i n a n c ı n M Ö 8000'den daha önceki bir d ö n e m e ait o l d u ğ u n u belirtmektedir. " 4



Kısacası, belli sayıda m i t i n , öncelikle de kozmogoni ve kökenle



(insanın,



avın, o l u m u n , vs kökeni) ilgili mitlerin paleolitik halklar tarafından b i l i n d i ğ i m ileri s ü r m e k akla yakın g ö r ü n m e k t e d i r . Bir tek örnek verecek olursak, kozmogo­ ni m i t i ezeli sulan ve Yaradan'ı gösterir; insan veya su hayvanı b i ç i m i n d e k i Yara-



Bkz. M. l£liade, h'aıssances mystiques, s. 69 vd. 4 5



Curt Sachs, World History of the Dance (1937), s. 124, 208.



4 6



Zengin belgeler için bkz. Evel Gasparini, 11 Matnarcato Slavo, s. 667 vd.



* Senegalden Çat Golü'nün doğusuna kadar uzanan Sudan bölgesi -yıı. 4



' C. Dieterlen, Kouıncn; krş, Henri Lhote, "Les gravures eı les peintures rupestres de Sahaı a.' s. 282 vd.



411



H. Von Sicard, "Luwe und verwante mythısche Gestalten," s. 720 vd. 38



IUŞLANGICTA



dan, d ü n y a n ı n yaratılması için gereken maddeyi çıkarmak üzere okyanusun d i b i ­ ne dalar. Bu kozmogoni inancının çok yaygın oluşu ve arkaik yapısı tarihöncesınin en eski d ö n e m l e r i n d e n miras k a l m ı ş bir geleneğe işaret eder,"*'' Ayın şekilde göğe yükseliş ve " b ü y ü l ü uçuş"la (kanatlar, avcı k u ş —kartal, ş a h i n - tüyleri) iliş­ k i l i mitlere, destanlara ve rituellere butun d ü n y a d a ve Avustralya ile G ü n e y Ame­ rika'dan Kuzey Kutbu'na kadar her kıtada r a s t l a n m a k t a d ı r ,



10



Bu mitler Şamanizme



özgü d ü ş ve esrime deneyimleriyle uyum içindedir ve arkaik o l d u k l a r ı n a kuşku yoktur. Öteki d ü n y a y l a m ü k e m m e l bağlantılar olan gökkuşağı ve onun y e r y ü z ü n d e k i i z d ü ş ü m ü k ö p r ü simgelen ve mitleri de aynı ölçüde y a y g ı n d ı r . Etrafında bütün m e k â n ı n d ü z e n l e n d i ğ i " D ü n y a n ı n Merkezi" ile ilgili asli deneyimin temelleri üze­ rine k u r u l u bir kozmoloji "sistem"i de varsayılabilir.



Daha 191-t'te W . Gaerie



kozmik dağlar, d ü n y a n ı n göbek delikleri ve "dünyayı" dort y ö n e bölen paradigmatik nehirler olarak yorumlanmaya açık ç o k sayıda tarihöncesi işaret ve imgeyi derlemişti, ' 5



H a y v a n l a r ı n k ö k e n ı y l e ilgili mitlere, avcı ve av ile Yabanıl Hayvanların Efen­ disi arasındaki ilişkilere gelince, b ü y ü k olasılıkla bunlara paleohtik insanların ikonografik dağarcığında şifreli kodlar halinde bol b o l değinilmiştir. Ateşin kö­ kenıyle ilgili mitlerden yoksun bir avcı t o p l u m u d ü ş ü n m e k de, hele b u mitlerden ç o ğ u n u n cinsel etkinliği on plana çıkardığı dikkate alınırsa, zordur, 5on olarak da g ö k y ü z ü n ü n , g ö k ve atmosfer olaylarının kutsallığı konusundaki i l k deneyim­ leri hesaba katmak gerekir. Bu, "aşkınlıgı" ve u l u l u ğ u kendiliğinden ortaya çıka­ ran ender deneyimlerdendir. Ayrıca ş a m a n ı n esrime içinde göğe yükselişi, uçma simgeselligi, y e r ç e k i m i n d e n k u r t u l u ş olan imgesel yükseklik deneyimi; göksel m e k â n ı insanüstü varlıkların, yani tanrıların, ruhların ve uygarlaştırıcı



kahra­



m a n l a r ı n kaynağı ve b a r ı n m a yeri olarak kutsamaya katkıda bulunur. Ama gece­ n i n ve karanlığın, avın ö l d ü r ü l m e s i n i n ve bir aile üyesinin ö l ü m ü n ü n , kozmik fe­ laketlerin, kabile üyelerinin yaşadığı c o ş k u , çılgınlık veya kan d ö k m e krizlerinin taşıdığı "vahiyler" de b u kadar ö n e m l i ve anlamlıdır.



4 g



Bunun bütün biçimlerinin karşılaştımıalı çözümlemesi için, bkz. Eliade. De Zabncixk a Genps-Khan, S. 81-130,



5C1



Krş. Eliade, Myt'ıes, reves et mysteres, s. 163-164; aynı yazar, Le Oıamamsme, s. 319 vd. 350 vd, 372 vd; aynı yazar, Reİigions austrdlicnnes, s. 139 vd.



51



W. Gaerte, "Kosmische Vorstellungen im Bilde prähistorischer Zeit: Erdbeig, Himmels­ berg, Erdnabel und Weltstrome." Gaerte'nin verdiği örneklerin çoğunun daha yakın tanhoncesi kültürlere ait olduğunu hatırlatalım. 39



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1



D i l i n b ü y ü s e l - d i n s e l değeri de belirleyici bir rol oynar. Bazı jestler de kutsal bir g ü c ü n veya evrene ilişkin bir "gizern'in epifanisine* işaret edebiliyordu. Bü­ y ü k olasılıkla, tarihöncesi s a n a t ı n insan figürlerinin jestleri yalnızca anlam değil, aynı zamanda güç y ü k l ü y d ü . "Jestler ve epifanileri'in dinsel a n l a m ı bazı i l k e l top­ lumlar tarafından XIX. yüzyıl sonuna d o ğ r u hâlâ b i l i n i y o r d u . ' " Daha da ö n e m l i s i , fonetik b u l u ş yeteneği herhalde t ü k e n m e z bir büyüsel-dinsel g ü ç kaynağını oluş­ t u r u y o r d u : B ü k ü n l ü dilden' ' once de, insan sesi haber, buyruk veya istekleri ilete­ 1



bildiği gibi, ses patlamalarıyla, fonetik buluşlarıyla b ü t ü n l ü k l ü bir imgesel dün­ ya yaratabiliyordu. Û m e k olarak, esrik yolculuklarına hazırlanan ş a m a n l a n n ön hazırlıklarının ya da bazı yoga m e d i t a s y o n l a r ı n d a hem soluk



ritmini



(prânâyâma)



hem de "mistik hecelerin" görselleştirilmesini gerektiren mantra'larm tekrarlan­ m a s ı n ı n ortaya çıkardığı yarı mitolojik, yarı şiirsel, aynı zamanda da



ikonografik



kurgusal yaratımları d ü ş ü n m e k yeterli olacaktır. \ D i l m ü k e m m e l l e ş t i k ç e , büyüsel-dinsel olanaklarını da a r t ı r ı y o r d u .



Telaffuz



edilen söz yok edilmesi i m k â n s ı z , en a z ı n d a n dayanılması zor bir kuvveti hareke­ te geçiriyordu. Birçok ilkel k ü l t ü r d e ve halk k ü l t ü r ü n d e benzer inançlar hâlâ ya­ ş a m a k t a d ı r . En k a r m a ş ı k toplumlardaki övgü, yergi, beddua ve aforoz amaçlı büyüsel sözlerin ritüel işlevlerinde de hâlâ bu inançlara r a s t l a n m a k t a d ı r . Sözün bü­ yüsel-dinsel bir g ü ç olarak c o ş t u r u c u deneyimi, zaman zaman ritüel hareketlerle elde edilen s o n u ç l a r ı n dille de sağlanabileceği kanısına yol açmıştır. Bu b ö l ü m ü k a p a t ı r k e n , çeşitli kişilik türleri arasındaki farklılığı da hesaba katmak gerektiğini belirtelim. K i m i avcı yiğitliği veya kurnazlığıyla, k i m i s i ise esrime içinde kendinden g e ç m e s i n i n y o ğ u n l u ğ u y l a ö n e ç ı k ı y o r d u . Bu karakter farklılıkları dinsel deneyimlerin değer yükleri ve y o r u m l a r ı n d a da belli bir çeşit­ liliği gerektirir. S o n u ç olarak bazı ortak temel d ü ş ü n c e l e r e r a ğ m e n , paleolitik ça­ ğın dinsel mirası o l d u k ç a k a r m a ş ı k bir g ö r ü n ü m s u n m a k t a d ı r .



Epifani (epiphany): (Yun. epiphantia, "tezahür") İlahi veya yüce bir varlığın görünmesi -yn. 5 2



Bazı Kuzey Avustralya kabilelerinde bir genç kızın erginlenmesindeki ilk ayin, törenle topluluğun önüne çıkan imasından ibarettir. Yetişkin olduğu, başka bir deyişle kadınlara özgü davranışı özümsemeye hazır olduğu göstmlır. Ama bir şeyi ritüel biçiminde göster­ mek, ister bir işaret, ister bir nesne veya hayvan söz konusu olsun, kutsal bir mevcudiyeti açıklamak, bir hiyerofani mucizesini coşkuyla karşılamaktır; krş. Eliade, Rdigiotts austraiiennes, s. 120; diğer örnekler için bkz. Naıssances mystıquei, s. 96 vd.



* Dilbilgisel işlevleri ve yapı bakımından kelime köklerini değiştiren dil. 40



E L E Ş T İ R E L KAYNAKÇA



§ 1. Dünya genelindeki tarihöncesi çag hakkında hızla bilgi sahibi olabilmek için, bkz. Grá­ bame Clark, World Prehistory (Cambridge, 1962); Grahanıe Clark ve St nan Piggott, Prehis­ toric Societies (Londra, 1965; bu ikinci eserde zengin bir kaynakça da yer almaktadır); H_ Breuil ve R, Lander, Les totumes de la pierre ancienne: paléolithique et mesolithique (yeni baskı, Payot, 1959). Daha eksiksiz bir belge külliyatı için, bkz. H. Müller-Karpe, Handbuch der Vorgesclıiclıie, 1: Altsteinzeit (Münih, 1966) ve Karl J. Narr'ın yönetiminde yayımlanan Handbueh der Urgesclıiclıte'nın 1. cildi (Bern-Münih, 1967). Kari Narr şu eserde mükemmel bir özel ve onu ta­ mamlayan zengin bir kaynakça sunmuştur: Abriss der Vorgesclııchte (Münih, 1957), s. 8-41. Bkz. aynı yazar, Urgeschichte der Kultur (Stuttgart, 1961); F, Bordes, Old Stone Age (New York, 1968); La Prétistoirc. Problemes et tendances (CNRS yayınlan. Pans, 1968). Dilin ve toplumun kökenleri konusundaki en son varsayımlann çözümlemesi için, Frank B. Livingstone, "Genetics, Ecology and the Origins of Incest and Exogamy," CA, 10, Şubat 1969, s, 45-61 (s. 60-61, kaynakça). Dilin kökeni konusunda, şu eseri de takip edi­ yoruz: Morris Swadesh, The Origin and Diversijication of Language (Chicago, 1971). Karl Nan incelemelerinin çoğunda primatlann "insansılaşması" çevresinde geliştirilmiş varsayımları ele aldı ve paleantropiyenlerin inanılır bir resmini sunmaya çalıştı; bkz. Narr ve diğerleri, "Approaches to the Social Life of Earliest Man," Antliropos, 57, 1962. s. 604-620; "Das Individum im der Urgeschichte. Möglichkeiten seiner Erfassung," Saeculum, 23, 1972, s. 252-265. Amerika nüfusuyla ilgili sorunlar hakkında, bkz. E. F. Greenman, "The Upper Paleolithic and the New World." CA. 4.1963, s. 41-91; Allan Bryan. "Early Man in America and the Late Pleistocene Chronology of Western Canada and Alaska." CA, 10, 1969, s. 339-365; Prehis­ toric Man m the New World, Jesse D, Jennings ve Edward Norbeck'in yönetiminde yayımlan­ mış eser (Chicago. 1964); Gordon R, Willey, An Introduction to American Archaeology, I (New Jersey, 1966), s. 2-72 ve birçok yerde. Aynca bkz. Fredenck D. McCarthy, "Recent Development and Problems in the Prehis­ tory of Australia," Paideuma, 14, 1968, s. 1-17; Peter Be 11 wood, "The Prehistory of Oceania," CA, 16, 1975, s. 9-28, On binlerce yıl boyunca Avrupa, Afrika ve Asya'daki paleoliıik (paleolitik) kültürler aynı düzeydedir. Aynı düzey, zaman aralığı çok daha kısa olmakla birlikte. Avustralya ile Kuzey ve Güney Amerika'da da doğrulanmaktadır, MÖ 20.000-10.000 döne­ mi için özel bir bölgenin diğerlerine göre belirleyici bir teknolojik üstünlük sağladığını ileri sürmeye olanak yoktur. Aletlerin yapısında kuşkusuz belli çeşitlenmeler söz konusudur, ama bu çeşitlenmelerin teknolojik bir ileriligi değil, yerel uyarlamalan yansıttığı anlaşılmakta­ dır; krş. Marvin Hams, Culture, Man and Nature (New York, 1971), s, 169, Paleoliıik çağ insanlannm bu kültürel birliği daha sonraki kültürlere miras kalan geleneklerin ortak kaynağı­ nı oluşturmakta, aynca bugünkü avcı toplumlarla karşılaştırmalar yapılabilmesini de müm­ kün kılmaktadır. Bazı Yunan mit ve ritüellerindeki paleolitik çag "uzantılarının hayranlık 41



-üj ¿p ?i?o¡oJo.ii¡iuY.P W.ws o\ ?p wi^¡¡n¡0 .ssnbiioisupjd ssnbodş xne smeuinq saıagm sap 31II13



ai,, 'uaqoy y 3A .ÍIO¡9 y '.(çi-ç,^



'vi\ı.\vj ,ı ozmnç)



'S'ISÖI



^saııeıuaıenb sauueiuriq



S3| zsqa rasnaıSıpj sanbiiejj,, 'rjnaiq ].¡ zi|q ' m i ; lapuisRunzqa sniujrunigS u3[i üqerj b9~LÍ 'uiDi auiapsur Jiq |MiîS[g p,\



s



'aıifijsıı/a/j u¡ ap sno;2ipy 5,17 'UBipnofi-ioja-i



s '(¿961 "E-ipuo"]) s;3iniifi sSy .ıııojj ?u_ı 'i\iv]Z> auicqcj^



"Tijq rouXy H"-¿1 ' ' t ó ó l 'cipuo~i) XSopptpiy Jnojsiip.y t« ípnis V "0'S'píl juonnp.¡d s



"S3uie[ Q 3 .J3S9 j i q ipmcX ç|eq ueputsıSc « p S p q uo|iqcııSe]iı 3puis»i.io ot61 '68~W. '¿£ ~H



'(0961 1- A







1>



I0



M S



M ) uui-v Jiiojsnpjj/o sptir) 31(2 üi]Suu|uerue spiupiq Jiq ^Dc ucpuijcj



- o laSuucM I" luurqúq ijnXiiq uLuuu|uuıcın§Xn uisjoi azeuaa muut'iuesuı Şe3 ^tıııoaıcj *ç §



"(Sit-CÍ* "s '8961 ' u s p p ı 'ifSnou.ipDíK) 'y S I



/o iiíim.t^v i " sXbssg íjiiit-iHíV



sucjSıpif) „ -iiy ^ 1 ' jo msi|oqıuXç aıp uo MÍ>



:îjıp3[uınzoS mL»|>ppı >(ifo]oııtu izeq 3A



'°N,.



-LI3[33in



LLUŞI|]3S3BIUIS



ıım\o cpizcX ııs zıg jıısııuaıu



ZllllSl] J3|lfo|01iai JpDariqEjO SllUlUllSlpS ^|13>]3JCq USpUllUIWIÍl ]3|V '88 E"6¿1



'£961 '£ 'siwi">¡ 'uauuojsuoiSipy jsipsuoisiqcy



s



u



sıupuç]si3,\ unu ÍSBAV,, uıpıpcjc/ ."sp isap>¡cu] n i uuczuX luXe uûT ajapass izeq smmD IU^A. 0E£"86J



s



pinsap un\$}\\



CJ>|EU.ÍBÍ[



'(9961) 1 'apupı .ıjıpıpsaâij) jap ipncjjjuiqj /nszuiai



-sıjy uaıaSurıf jap 111 aiSu¡^ pun uoıSıpy, 'xzeÁ.



'.67.-1



IUXE



't-96I 'b 'SH „' W 3!ipi[oa[cj



s



UC



Apcg |0 uoıSıpy aip 01 ssiptojddy,, 'lezeA lu.íe "(£9^1 'ucSuruç) icnpstiíiujHZíKj p ıpîfiprj -í[P7



¡\?mu[\ 'jnipx \ueM ¡"pe>i : ( t 9 6 I '^'-^d) >nbn^\\od\v¿



ÍI



:Z.I\OIS\U2A¿



D\



,ip íuorSrpy sr¡



'ueqjnoQ-iojs-i ş j p u v (096I ' ¡ ],i ssnbuojsııjsjıJ S.TJ 'srK¿ auusııg :(jnsıuıuc] :



-UILÍCA



ap ísuiA^a



SUE



CDZISUBJJ



3pg£ñl '0961 'V°.K



M



3



N )



u p



W ''-'Oîs.njay /o spo^



ÍI¡±



'jaSupe)^



saimcijof :J!pci>jcui|e JSÁ lapuıapauı îıusS uqep BpiuiiuXeX izeq sım^ıi cpuiîuiEZ uı^ç^ (¿S6T 'fJOA MaN-i - P "l") iw'^i^a JfJOStijJJd 'saiue[ o "3 -(££-c£6I 'uuoq) ' i | p j 'iwiSfpíf !



1



u



pipíj)ıpEi|JSPSJ/^ 'U3iu3|3) 3 ^(9E61 '



•I.R61 '



s u c



-IUIXBSJÜA



s u c



d)



"¡BSÍI/ÍSIUUIOI/



s?p uoSipj o¡ ja



JJD.T



'isnbrq ¡.j 9



d ) ajiojsíip.iíl t)[ ap siioiS/pj s.rj 'aSuuıe^ ^ Mi[iqBirutiAîcq sjapass n í ucpmsi^e J C | U3|^npjiis U3|i e.líA .upSpq u3|>jipi3S¡ Miiíiuijtq jiıısııg iiq ucpmsOE tóijciiÁe}|



-ziu|E,t unımŞoS uuqunq unjo zisi|3iaS í]eiu,fcs uapssa umriq ui>|S\|i sjajuip issDuoqucx npiOííi|iíi!|iic numnq ídi'X >|ifo|oapı ııq }pa3|iqı:|uns'qı5jrj;| B|Xui3¡U03iuud unu^nŞopuıij -C\



CA3,\ timnpmpi 'I|1|UP,ÍIISUIH 'n^L\3sriM aauuıap „uip„ n^un^ 'npıoKıucpns 3i„í(3tu



-ıpDnX„ uâıuaÂıdoıuıiîajcj iiqíepucX ijii|3siiiO Jilíuuciucuninq Xas Jtqî>ıi[ i]333|iqa|n3zimq 3_J3|iU31S!S IS1İU3J,. av aisuiip ı[iıııc] 3(0i u3iH|iq 1Á1 3pi3p|iqc!| izeq riquni •inSlLU|lp3 zps UCp^EIurSUI ZLSUia., J|>|3J3S ?|UlUV!lUinUll Hll3ipiLE|lSaO| 3|13p|tlD70S p?X3[njOíl qA „'>|I[LSl|CA„ ,;DUCIU



incq,, ,;nXnq„ uniun]oq



UC¡E>|



ua$ 'nun§ri|i[o iue¡c Euic[n3Án nq ipiuis >[Ci5 eqcp



U1URUU3! _uip„ cpuisueX ¡3ui>|i uL[Licuie|uc iXeuics^pjnp ıŞıpcScX uui3¡uiS|iq



cpunsnuoii ^aıuıa inqcsj luıSıpscp ^ıjpsuıp n q >ııSeıujc>| M \\ıeım apaajuaA'ıdoJiucaıud j § -



(8961 ' o ^ T O ) ii]5iuim;|u.iiXcA spuuuiisuoA U3,\j| 3A



pjcıpıy



'IUIAUX



nuinÁ>[0|io>|



i - ıııiîiv.ı.a.Ti-ı;iNninü w >\v



,ii[j iiDp; zqq cpunsnuoí) japni



./JIIIHH



-[n>j UAV "(Zz6l 'uip^íl) •iut'Mfj otuoj.j 'H3>pnfi i3lju,\\



M is3ais\mnzp^ nq uciipucín



W



I Í N V N I 'I-ISNIU



H,\İ!.\N,ok bol kaynakça referansı bulunmaktadır. "Cenin biçiminde" gömülme konusunda bkz G . van der l.eeuw, "Das Sogenannte Hoc­ kerbegräbnis und der ägyptische 7"|)mvv" (SMSR, 14, 1938, s. 150-167). § 4, Emil Bachler kazıların sonuçlarını Das alpine Paläolithihum der Schweiz adlı eserde sundu (Basel, 1940). Diğer keşifler için. bkz. K. Hoerıııann, Die Petcnhohle bei Vehlen in Minelfranken: Hine altpalaoiıthısche Station (Nuemberg, 1933), K. Ehrenberg, "Dreissig Jahre palaobiologischer Forschung in ösierreichischen Hohlen" (Quaitär, 1951, s. 93-108); aynı yazar, "Die paläon¬ tologische, prähistorische und palaoeihnologische Bedeutung der Salzofenhohle im Lichte der letzten Forschungen" (Quartär, 1954, s. 19-58) Ayrıca bkz. Lothar Zotz, "Die altstein¬ zeitliche Besiedlung der Alpen u. deren geistigen u. wirtschaftliche Hintergründe," Sitzungsberichie der Physikahschmcdizinische Sozietät ;ti Erlangen, c. 78, 1955-57, s. 76-101 ve özel­ likle Muler-Karpe, Altsteinzeit, 205, 224-226. Bazı arktik halklara ozgıı kurbanlarla karşılaştırma için, bkz. A. Galıs. "Kopf-, Schädel-, und I.angknochenopfei" bei Rentiervolkern" (Festseil rift jür P. W. Schmidt, Viyana, 1928, s 231-268) Wilhelm Schmidt de bu sorunu birçok kez ele almıştır; krş. Schmidt ve diğerlen, "Die alteste Opferstelle des altpalaol ithischen Menschen in den Schweizer Alpen" (Acta Ponlificac Acatlemiac Sacnlianini, Vatikan, 6, 1942, s. 269-272); "Das Primitialopfer in der Ur¬ kultur" (Coipiiu Amicorum, Festgabe /ur önii Bcchler, St Gallen, 1948, s. 81-92). Karl Meuli, kemik yıgınlanyla ilgili yorumunu "Griechische Op(erbräuche"de



sundu



(Phyllobolıa für Paer von der Muhil, Basel, 1945,5. 185-288), özellikle s. 283-287. Paleolitık çağdaki "kurbanlar" sorunu hakkında, bkz. Oswald Menghin, "Der Nachweis des Opfers im Altpalaolithikum" (Wiener Prüllistorische Zeitschrift, XIII, 1926, s. 14-19); H. C. Bandi, "Zur Frage eines Baren- oder Opierkultes im ausgehenden Altpalaolithikum der Alpinen Zone" (Hcivctia Antiqua, Festschrift iin\il Vogt, Zurih, 1966, s, 1-8); S. Brodar, "Zur Frage der Hohlenbarenjagd und des Hohlen bärenkttlt in den paläohthischen Fundstellen Jugoslawien" (Quartär, 9, 1957, s. 147-159); W Wust, "Die paläolithisch-ethnographischen Barenriten u. das Altindogermanische" (Quartär, 7-8, 1956, s. 154-165); Mirko Malez, "Das I'aläolithikum der Veternica hohle und der Barenkult" (Quartär, 10/11, 1958/59, s. İ 7 1 -



43



ue¡\¡ pe^ uE|mso^ enunsejiíze!] ipa5a§ i^Epuise^e ue|uiueieA



(ESIÍUES U U E [ ^ [ B I I



pppAaznp



>|i(o|0ui3 SA uiuisaauguuex (pA £¿z s) ^ejeqes np saiissdru samiuiad sa[ ia sainAEjS sai jns sajua:>?i saauuofj,, 'aioqx uu3>j '{pA -CUIUJ3



"(P VfZ A



s



s) ^sanSnuod-coiEieS ansadni aue [3„ 'ueuy p n u



) u'uauo-sq^oJd P ' P H P n



3



i o



n



3nrj



PJV,P siuaumaop xnesAnou sas ia au



-uaauejjai;para aauiAOjj t\ ap anbiqniosiedids-oajcd



UB,-]„ ' I S O I Z B J Q J



-uejiuiXeA" cp.BuopMGg) 9 9 5 ] 'BuopaiBa 'sjissdiu



sp oisodtuij z^q eauAy '(1961 ' H A



A\afj) uv



a]íp¡pzg '(896T ''P i0



'ppjuasgy aaapuy SA Oípri fjaiaj '(£961 'sapSuy so-n-Aapipag)



vauofynr) luajspg pur> upDA3\¡ ¡o jjy ípoy Juoisrip.íj 'jjoquinEg y H ->(Biuuri|nq Ep e5>teuA'E>| Jiq uiSuaz apiasa nq '(1961 '



s u e



razian J ~H tjipei



a A



d ) »nba{i]\oí\oá ajjsadiu uo,}



-roi/iuSw rrj 'jBzeX luXe :(f3t;6i 'quoMspuouuBi-]) SSUJAIUSUJ pun sSuijuny



UOIJ



XIIMST/T 'SUIUIE-J



y



' ( £ 9 6 1 'suEd) |Piiwpp» ?JD,¡ ap 3JFOISIM?J(J 'UEqjnofj-ioia-i y (096T 'Eipucq '-AaS Suj) j_iy :



Jiipi/oamiy



'eipuo-]) ¿Sy n¡



'ISCMZBI^ O]OB¿



ÍIJI



ti; uv ' ! P 9 ue



3 A



H



JaSupe^ ('.(z >6\ c



'aBuüiiuojAi) pjjauníí iJO,p sapais s¡im a.iinng '|maig pj :uiqauiiaq uapasa n£ iipEiíjEiuuni -nq



EÍÍJEUA'E^



i i q i\]iÁes uneq auuazn



UBUBS



ua[iutsaj B.ie§Eiu aAJE[EiE§eiu isaauoqueL *£ §



Z6Z-0LZ '« '6561 't>8 ' 3 & | o u m J i p z ./la^gA. saqasiiBis 3



-Bjnapiou iap [EmupSef un uaqaoubpsix aiQ„ :JoXipa >IFU iXsuj|ip3 zgs ezuAv ap isauaapsui un,uoS]nEd \ (Z0¿~ÍL9



s



'I¿6T 'uaaaaqaQ 'ppunfj opg lusjouoif ui DDfísuompj



id v?n\dvj$ou



-i(J3 o?pnJS) _suaqjajqj3zuaqDoif» sap joqja^ uinz uaSunqDSioj aiana^j,, 'ipua|uinzg5 UEp -uijEJEi jaSuiuuai-i qdasof BpuiSiíi uuB[UEAj(Eq ¡pAa



J E J E I I U I I Í E I B UOS



'isEiuLiEpjEseX



UIUISEIU|UI>I



uiuuaj>jiiua>(



uiuue[UEi\jÍBH Ay pA g f f 's '(8961 'ii¡seq j ) auismmump T[ '3pei)g



EXBA



zirq 'Epunsnuo>| uEpueui i§a33|iqe§op uapiuaX uapiiua[H]uia;i uiueAXeq 'nSzg eiE|DAy ZLl-ZÍZ



" '6S6I '01 'itmpro s



- D J ^'SBdojng i p z u p i s uajai|B iap ui snmsiuEmeqa; pun [[aiuouiajazuaiBg„ 'ipuapam uep -uijcjei



UEM



iiBjj ia¡r¡|5i¡! i^epuiSEiE



U I Z I U E U I B J a|i



n



iu3Jpi



IAE„



EpuijEi >{Ui[oa]Ed Bdnwy



"£0Z-68I 'S '(ZS6I '«UEAIA) aujuidj pun anj¡n>f ..'uaiieiio n nuiy iap saisajuaicg sap aiaiqojj uinz~ 'JiiSiuisiuiDsoS ua||an¡u ^ I M E | 5 aapuexa|y '(£0T"¿6 •s '8£6í *J!>WDH5) «uijeipcs j n e nuiy uap p q pun uinijii|]i|oe[Bdi]y IUI uajeg I U E inqJsuqB^ iaqaipsunx,, -(fr9'¿t-



s



'££61 i'JiS'i'|o«¡03¡iij) „Suniqana{ag jaqasuoisiqEjd pun iaipsiSoiou i



-qia ui ijnijuajcg jaQ„ zi¡q Ijníiune efxuo ^npnso^ ^ifojoma 5uiS[i iE^uq siaddo^ - ¡ ^ (IIZ-6K



s



'8961 'uuog iaq unsnSny is 'votdo.njtuy) ^uaqssuaH



u3q3s!qH|gv'ied iap lajdo aiQ„ ' I S S U U B ^ sauueqof zi]q uPi mnuns p i t ó s p aiq



ÍLUSQ



pA 1C S '3JJ01SJl(3J(J Ií| ap ' p a ^ í n



SÍÍ)



iJipei^euiíGiXed uajíruoS IUXB Ep ucqjnoQ-iwaT (5-8 's 'l£6T "8t



'SEW^UWJ



^Tiliuoisiiiajjf 3p¡x>s »/ 3p Jiíia¡pia) „¿suno_| ap snna aaAE sauuaiqDpine sanojfj,, ^(-Ol'ÍST



5



'££6T '¿5 *«ot)B|«tu?,p suuaissojn/'3)?TO$ u¡ sp s?¡5y) _¿sauaaAK) sap sinoj ?«Eqo sji-iuo sanb -iqnjoaiEci sai,, '(80£ KI£ "S 'l£6T '£5 'aiSiijodojijjuyx) ^sanbiqii|oa|E,j sa| ia ssuiaAEa S3p _



sJno,i„ sui| !ipE¡isJe>[ E|Xní]STiíi luiuiidE]



LÍE 3A



iui§ipi3A uiuuapuinn



CiI-051



s



'5961 T 'soiawai



ISBIEJEIJ



Xqo^ g ¿ uaqaspuJBq



-ns n uaqasuiíie laq sppEqasuaiEq sap Sunqsqjg 3¡pniu 3IQ„ 'uos|nE(j ] z^q EauXy (88Í 1- miavi íi;najNnína



nAíivn^NVNrffiNiQ



BAŞLANGIÇTA



tarafından incelendi: "Interpretation altsteinzeitlicher Kunstwerke durch völkerkundliche Parallelen," Anthmpos, 50, 1955, s. 513-545. G. Charriere konunun marksist bir yorumunu sundu: Les s/gw/iciirions des représentations erotiques dans les arts sauvages et préhistoriques (Paris, 1970). Leroi-Gourhan, üslup ve zamandizin açısından, paleoliıık çağ sanatını bes. evreye ayınr: 1) Gelişkin Moustıer kültürü (y. MO 50.000): Burada, "üzerlerine düzenli aralıklarla çentik­ ler açılmış taş levhalar" ve kemikler bulunur, ama henüz figüratif eserler yoktur; 2) İlkel d ö ­ nem (Aurignac çağı, y. MÖ 30,000): Kireç taşından levhalar üzerine oyulmuş ya da boyan­ mış figürler, "genellikle ne olduklan anlaşılamayan hayvan başı ve on ayak tasvirleriyle üreme organı tasvirlerinin birbirine kanştıgı çok soyut ve çok acemice resimler" bulunur ve daha geç bir tarihte (y, MO 25.000-20,000) buna çok yakın bir üsluplaştırma içinde insan figür­ leri görülür: "Bedenin merkezi bolümü basa ve ellerle ayaklara göre orantısız bir biçimde bü­ yüktür, bu da paleolıtik çag kadıniannın kalçalarının çok büyük olduğu düşüncesine yol açmıştır;" 3) Arkaik dönem (Geç Solut ré kültürü, y. MO 30.000-25.000): Birçok binnci sı­ nıf sit alanını içermektedir (Lascaux; La Pasiega). "Bu donemde teknik ustalık tamamlanmış­ tır ve resimlerin, yontulann veya oymaların gerçekleştirilme kalitesi olağanüstüdür;" 4) Kla­ sik dönem (Madeleine kültürü, y. MO 15.000-11.000): Bu dönemde bezenmiş mağaralar azami coğrafi yayılıma ulaşır; biçimlerdeki gerçekçilik çok ilen bir noktaya varmıştır; 5) Geç dönem (geç Madeleine kültürü, y, MÖ 10,000): Artık mağaralar bezenme me kte dir, sanat esas olarak eşyaların üzerine taşınmıştır. "Figurier eski üslupların son izlerini de yitirmiş, hay­ vanlar biçim ve hareketlerde ki doğruluğun çarpıcı boyutlara ulaştığı bir gerçekçiliğin parçası olmuşlardır. Eşya sanatı İngiltere, Belçika ve isviçre'ye kadar çıkar. MÔ 9 000'e doğru görü­ len ani bir gerileme Yukan paleolitik çağın sonuna işaret eder, son Madeleine döneminin az sayıdaki tanığı beceriksizlik ve şematizm içinde çözülüp kaybolur" {Les religions de la ptéhistoıre, s. 87-88). Simposio de arte rupestre içinde Henn Lhote'un, Leroi-Gourhan ve Laming'in yöntemle­ rini eleştirdiği iki makalesi yer almaktadır: "La plaquette dite de 'La Femme au Renne,' de Laugene-Basse et son interprétation zoologique" (s, 79-97); "Le bison gravé de Ségriés, Moustiers-Ste-Marie" (s. 99-108). Leroi-Gourhan'ın yorumunun eleştirel bir tartışması için bkz. Ucko ve Rosenfeld, PalaeoUthk Cave Art, s. 195-221. Tarihöncesi sanatın sımgeselligi ve uslupçu ifadeleri konusunda fikir verici gözlemler için şu incelemelere bakmakta yarar var: Herbert Kuhn, "Das Symbol in der Vorzeit Europas," Symbolen, 2, 1961, s. 160-184 ve Walther Matthes, "Die Darstellung von Tier u. Mensch in der Plastik des alteren Palaolith i kum," Symbolou, 4, 1964, s. 244-276. H. Bégouen, N . Gaste­ rei ve J. Charet'nin Montespan ve Tue d'Aubert magaralan hakkındaki yayınlan Ucko ve Rosenfeld tarafından tartışılmıştır, a.g.y., s. 188-198,177-178. Lourdes'daki oyma kaymaktaşı levhanın roprodüksiyonu için: Maringer, The Gods oj the Prehistorie Man, şekil 27. La Vache mağarasında (Arıege) topraktan çıkarılan bir kemik üzeri­ ne oyulmuş sahnenin bir erginlenme töreninin tasviri olarak yorumlanması önerilmiştir: bkz. Louis-René Nougier ve Romain Robert, "Scène d'initiation de la grotte de la Vache a Alliât (Ariege)," Bull, de la Soc. de l'Ariégc, c. XX111, 1968, s. 13-98. Resmin açık bir röproduksiyonu 45



|i|NS!-|. İNANCI Ali Vh H U Ş U N U : ! . L R Ï A l î I l i l - I



ıtıın bkz. Alexander Marshak, The Roots of Civilization (New York, 1972), s. 275, sekil 154. Horst Kirchner, Lascaux'daki meşhur mağara resminin "samancı!" bir yorumunu önerdi "Ein archäologischer Beitrag zur Urgeschichte des Schamanis m us." Aııiltropos. 47, 1952, s. 244-286. Bu yorum Karl Narr tarafından da kabul edildi: "Barenzeremonıell und Schama¬ nismus in der alteren Steinzeit Europas" (Soeculiim, 10, 1959, s 233-272), özellikle s. 271. Aynca bkz. Fliade, Le Clin m anısın e (2. baskı, 1968), s. 390 vd; A. Marshak, The Roots of Civili­ zation, s. 277 vd J. Makkay da Uç Kardeş magarasıııdaki "Büyük Büyııcu"yu aynı yönde yorumladı; krş. "Arı Import anı Proof to the Prehistory of Shamanism," Alba Regia, 2/3



(Székesfehérvar



1963). s, 5-10. Aynca bkz. C. Burgstaller, "Seh aman ist ische Motive unter den Felsbıldern in den österre­ ichischen Al pen la nde m," Forschungen u. Fortschritte, 41, 1967, s. 105-110, 144-158; H. Mıyakawa ve A Kollantz, "Zur Ur- und Vorgeschichte des Schamanismus," Zeitschrift fur Ethnulogie, 91, 1960, s. 161-193 (Japon belgeleri için yararlı bir eser) § 6. Kadın heykelcikleri hakkında, bkz. E. Saccasyn-Della Santa'nın derlediği belgeler: Les fi­ gures humaines du paléolithique supérieur eurasiatique (Anvers, 1947); bunların Karl J. Narr'm kaynakçasında kaydedilmiş son huluslarla tamamlanması gerekmektedir: Antatos. c. II, no. 2 [1960], s. 155, dipnot 2 Yorum için, krş. F. Hanöar, "Zum Problem der Venusstaıuetten ım eurasichen Junfpalaoiıthikum" (Pı-flliisiorijthf Zeitschrift, e. 30/31. 1939/40, s. 85-156); Karl J. Narr, "Weibliche Symbol-Plastik der alteren Steinzeit" (Auioios, II, 1960, s. 131-1^7), Karl Jettmar - 1 . Paulson, A. Hultkrantz, K. Jettmar, Les Religions arctiques et finnoises içinde (Fr. çev. 1965)- s. 292 (Gerasımov'un Mal'ta'dakı -Sibirya- kazılarını özetliyor). Aynca bkz. |. Marıııger, Vie Gods of Prehistoric Man, s. 153 vd; A [.eroı-Gourhan, Les ıclıgıons Je Ja préhistoire, s. 87 vd. 13u kiıçıık heykeller sanalının (Narr'm ifadesiyle "Kleınplastik") Doğu Akdeniz'den gelen etkilerin sonucu olduğu talimin edilmektedir; Fraıısız-Caııtabrta bölge­ sinde daha çok doğacı bir üslup hâkimdir, Dogu ve Kuzeydogu'da ise geometrik şemaıızm kendim kabul ettirmiştir. Ama şimdilerde Sibirya'nın geç paleolıtık çağının Moğolistan ve Güneydoğu Asya kültürleri tarafından etkilendiği kabul edilmektedir; krş Jettmar, Les reli­ gions indiques et finnoises, s. 292. Leroi-Gourhan'ın yorumu Ucko ve Rosenleld, Palaeolithic Cave Art. s. 195 vd ve Henn Lhote, " l u plaquette dite de 'La Femme au Renne'." ,Smtj>osio de une rııpesfrc içinde, s. 8097'de eleştınldi (krş. aynı eser. s. 98-108. Mamııg'm bir eleştirisi). "X ışınlı" adı verilen üslup ve bunun Şamanızmle ılişkılen hakkında, bkz. Andreas Lommel, 5h uni tını s m." 7'he Beginnings of Art (New York-Toronto, tarihsiz), s. 129 vd. Bu kitap. Gü­ leni Andıropology, I I , i 970. s. 39-48'de birçok yazar taralından tartışıldı. § 7. Alexander Marshak keşfini ilk kez "Lunar Notation on Upper Paleolithic Rem.ur.s"de (Scientia. 1964, 146, s 743-745) sundu. Bu kısa makaleyi bir dizi d.ılıa gelişkin katkı izledi "New Techniques in the Analysis and Interpretation of Mesoliıhıc Notations jr..; >•",!,bok 46



iWSlANt.ICTA



Art" {Actes du symposium international, cd Emmanuel Atım, Valcanıonıca, 1970, i . 479-4941; Notations dans les gravures du paléolithique supérieur- Nouvelles meiluides d'analvse [Bordeaux, Institut de préhistoire de l'Université de Bordeaux, Memoire no. 8, 1970): "Le bâton de commandement de Moutgandier (Charente). Réexamen au microscope et interprétât ion nouvelle" (l'Anthropologie, 74, 1970, s. 321 -352); "Cogiuuve aspects of Upper Paleolithic Engravmg" (CA, 13, 1972, s. 445-477); "Upper Paleoltihic Notation and Symbol" (ScitritM, 1972, 178, s. 817-828). Bu araştırmaların sonuçlarım su kitapla çözümledi: The Roots ol Gvıhzatıon: The Cognitive Beginnmgs of Mans lirst Art, Symbol and Noialion (New York. 1972); krş. bizim değerlendirme yazımız, "On Prchıstonc Religions," HR, 14. 1974, s. 140-147, özellikle 140-143. "The Meander as a System: The Analysis and Récognition of Iconographie Units in Up­ per Paleolithic Compositions" başlıklı niceleme, Ausirahan Institute of Abronginal Studıcs'in Mayıs 1974'ıe Canberra'ila yapılan kollokyumuna sunuldu. Yazar bu önemli katkının el ya­ zısı metnini bize sunmak inceliğini gösterdi. Halka biçimindeki danslara ilişkin karşılaştırmalı hır inceleme ıçııı, bkz. Evci Gasparini. "La danza cireolare deglı Slavi" {Rıcerche Slavıstichc, I , 1952. s. 67-92); aynı yazar, il Matıiarcaıo Slavo. Antropıtügia Culturale dcı l'rotoslavı (Floransa, 1973), s. 665 vd. Krş bizini değer­ lendirme yazımız. HR, 14, 1974. s 74-78 Amadu Hampate Bâ'nın (kendisi de eıgmleneillerdendi) Pol çobanlarının aktardığı gizli miti Germaine Dielerlen tarafından yayımlandı: Koumen (Cahiers de l'llomme, Paris, 1961); Henri Lhote hu mit sayesinde 1 loggar ve Tassıli'deki bazı mağara resimlerini yorumlayabıldi; krş. "Données récentes sur les gravures et les peintures rupestres du Sahara" (Simposio de Ane Rupestre, s. 27.3-290), s 282 vd. H. von Sicard Afrika tanrısı Luwe'mn, MO 8.000'den once Avrupa-Afnkalı avcılann bir Yuce Tanrı'ya olan inancını hâlâ yansıttığı kanısındadır; krş. "Lliwe und verwandte mystische Gestalten." Amhropos, 63/64, 1968/69, s. 665-737, özellikle s. 720 vd. "Kozmogoni dalışı" mitleri Doğu Avrupa'da, Orta ve Kuzey Asya'da, yevlı (Änler öncesi) Hindistan'da, Endonezya'da ve Kuzey Amerika'da bulgu lanmıştır; krş. Eliade. De Zalıncm a Gcngis-Kkan (Paris. 1970), bol. III: "Le Diable et le bon Dieu" (s. 81-130). W. Gaerie'nin. "Kosmische Vorstellungen im Bilde prahistonscher Zeit: Erdberg, Him­ melsberg, Lrdnabel und Wcltströine" (Anthiopos, 9, 1914, s. 956-979) ince lemesı artık eski­ miştir, ama tkonografık belgelen açısından hâlâ yararlıdır. Benjamin Ray. Dinka'kırda vc Dogon'larda sozur. huyusel-dinscl güetınu parlak bir bi­ çimde çözümlermstii' "Peri onu at iv t Utterances ın Ainean Rituals," HR, 13, 1973, s. 16-35. ("Perlormaııve Uıterances" deyimi İngiliz filozof 1. L. Austin'e aittir).



I I . BÖLÜM



E N UZUN DEVRİM: TARIMIN KEŞFİ -MEZOLİTIK V E NEOLİTİK ÇAĞLAR-



8. Kayıp C e n n e t — M Ö 8000'e d o ğ r u buzul çağının sona ermesi Avrupa'nın A l p ler'in kuzeyinde kalan kesiminin i k l i m i n i , manzarasını, dolayısıyla flora ve fa­ unasını k ö k t e n değiştirdi. Buzulların geri çekilmesi, faunanın kuzeye d o ğ r u göç etmesine yol açtı. Kuzey kutbuna yakın bölgelerdeki b o z k ı r l a r ı n yerini yavaş ya­ vaş ormanlar aldı. Avcılar avı, özellikle de rengeyiği sürülerini izlediler, ama fa­ u n a n ı n azalması onları göl kıyılarına ve sahillere yerleşmeye ve balıkçılıkla ge­ ç i n m e y e zorladı. Sonraki binyıllar boyunca gelişen yeni k ü l t ü r l e r mezolitik teri­ miyle ifade edildi. Bu k ü l t ü r l e r i n , Batı Avrupa'da üst paleolitik çağın g ö r k e m l i yaratımlarına göre daha yoksul o l d u ğ u açıktı. Buna karşılık G ü n e y b a t ı Asya'da, özellikle de Filistin'de mezolitik çag bir eksen o l u ş t u r d u : İlk hayvanlar bu d ö ­ nemde evcil leşti r i i d i ve t a r ı m başladı. A v r u p a ' n ı n kuzeyinde rengeyiği s ü r ü l e r i n i izleyen avcıların dinsel uygulama­ ları i y i bilinmiyor. A. Rust, Hamburg y a k ı n ı n d a k i Stellmoor g ö l c ü ğ ü n ü n balçık­ ları i ç i n d e o n i k i rengeyiginin kalıntılarını b ü t ü n halinde b u l d u ; hayvanlar g ö ğ ü s kafeslerinde veya k a r ı n l a r ı n d a taşlarla suya batırılmıştı. Rust ve diğer yazarlar b u olguyu bir tanrıya, b ü y ü k olasılıkla Yabanıl Hayvanların Efendisi'ne sunulan i l k av kurbanlan olarak y o r u m l a d ı l a r . Ama H . Pohlhausen, Eskimolann et stoklarını göl ve nehirlerin buzlu sularında sakladıklarını hatırlattı.' Bununla birlikte, Pohlhausen'in de kabul ettiği gibi, b u ampirik açıklama bazı stokların gerisindeki d i n ­ sel niyet olasılığını da d ı ş l a m ı y o r d u . Gerçekten suya b a t ı r a r a k kurban etmenin varlığı Kuzey Avrupa'dan Hindistan'a kadar çok geniş bir ölçekte ve farklı d ö ­ nemlerde k a n ı t l a n m ı ş t ı r .



:



Mezolitik avcılar Stellmoor g ö l c ü ğ ü n ü b ü y ü k olasılıkla "kutsal m e k â n " olarak g ö r ü y o r l a r d ı . Rust, balçıkların içinde çeşitli nesneler buldu; Tahta oklar, kemik



2



A. Rust, Die a l l - und mittelsteinzeitlichen Funde von Stellmoor; H. Müller-Karpe. Htindifurfi der Vorgeschichte, c. 1, s. 224 vd; H. Pohlhausen, "Zum Motiv der Rentierversenkung," s 988-989; J. Maringer, "Die Opfer der palaol i tischen Menschen," s. 266 vd. Krs. A. Closs, "Das Versenkungsopfer," birçok yerde. 48



EN U7.UN DEVRİM. TAKIMIN KI'SPI



aletler, rengeyiği boynuzundan yapılmış baltalar. Batı A v r u p a ' n ı n bazı göl ve göl­ c ü k l e r i n d e bulunan t u n ç çağı ve demir çağı nesneleri gibi, bunlar da herhalde s u n g u l a r d ı . K u ş k u s u z i k i grup nesne arasına beş binyıldan uzun bir süre g i r m i ş ­ tir, ama b u dinsel u y g u l a m a n ı n sürekliliğinden k u ş k u dıvyulamaz. Saint-Sauveur adı verilen su p ı n a r ı n d a ( C o m p i è g n e O r m a n ı ) neolitik çağa ait ç a k m a k t a ş l a n (bi­ linçli olarak k ı r ı l m ı ş l a r d ı , b u da o n l a r ı n ex-voto {adak} o l d u ğ u n u n işaretiydi), Galyalılar ve Galya-Romahl ar çağına ve ortaçağdan g ü n ü m ü z e dek uzanan döne­ me ait nesneler b u l u n d u . Bu ö r n e k t e , Roma İ m p a r a t o r l u g u ' n u n kültürel etkisine 3



ve özellikle de kilisenin sürekli yinelenen yasaklamalarına r a ğ m e n , bu uygulama­ nın s ü r d ü ğ ü n ü göz ö n ü n d e tutmak gerekir. Bu ö r n e k başlı başına ilgi çekicidir; ama bunun yanı sıra paradigmatik bir değeri de vardır: "Kutsal m e k â n l a f ' ı n ve bazı dinsel u y g u l a m a l a r ı n sürekliliğini m ü k e m m e l bir b i ç i m d e y a n s ı t m a k t a d ı r . Rus t, yine Stellmoor'un mezolitik k a t m a n ı n d a , tepesine bir rengeyiği kafatası y e r l e ş t i r i l m i ş ç a m ağacından bir direk b u l d u . Maringer'a gore b u dinsel amaçlı direk muhtemelen ritüel yemeklerine işaret etmektedir; rengeyiklerinin etleri ye­ niyor ve kafaları tanrısal bir varlığa



sunuluyordu. Rust, Ahrensburg-HOpfen­



bach 'm \>a kının da, M Ö 10.000'e tarihlendirilen bir mezolitik yerleşimde, b i r göl­ c ü ğ ü n dibinden 3,5 metre u z u n l u ğ u n d a , kabaca y o n t u l m u ş bir söğüt gövdesi çı­ kardı: Bu yontuda bir kafa, uzun bir boyun ve keşfi yapan yazara gore temsil eden uzun yarıklar ayırt edilebiliyordu.



kolları



Bu "put" gölcüğe d i k i l m i ş t i , ama



çevresinde ne bir kemik yığını ne de herhangi bir nesne bulunabildi.



Anlaşılan,



yapısını belirlemenin olanaksızlığına k a r ş ı n , d o ğ a ü s t ü bir varlığın tasviri söz ko­ nusuydu.



4



Rengeyiği avcılarına ilişkin bu belgelerin yetersizliğiyle



karşılaştırıldığında,



İspanyol Levant ı'nın* mağara resmi sanatı d i n tarihçisine hatırı sayılır bir malze­ me s u n m a k t a d ı r . Üst paleolitik çağın doğacı mağara resimleri "İspanyol Levantı'nda" katı ve biçimci geometrik bir sanata d ö n ü ş ü r . Sierra M o r e n a ' n ı n kayalık d u v a r l a r ı birkaç çizgiye i n d i r g e n m i ş insan ve vahşi hayvan suretindeki



figurler



(özellikle de geyikler ve dag keçileri) ve farklı işaretlerle (dalgalı şeritler, daire-



3



M. Eliade, Dinler Tarifime Giriş, çev. Lale Arslan, Kabala, 2003, s. 206).



q



A. Rust, Die j'ungpaldol/tiscfıeıı Zeitanlangen von Ahrensburg, s. 141 vd: J. Mannger, "Die Op­ fer der palaolirischen Menschen," s. 267 vd; H. Muller-Karpe, Handbuch d. Vorgeschichte, c. 11, s. 496-497 (no. 347) bu nesneyi bir "put" olarak kabul etme konusunda tereddüt­ lüdür.



* İspanyol Levamı veya Levante: Doğu İspanya'da bölge -yn. 49



D İ N S E L İ N A N Ç L A R VI- D U b U N a i l . L K T A K I M I - 1



ler, noktalar, güneşler) kaplıdır. Hugo Obermaier insan b i ç i m i n d e k i



figürlerin.



Azil k ü l t ü r ü n ü n boyalı çakıl taşlarına özgü resimlere yakın o l d u ğ u n u g ö s t e r d i . 5



Bu uygarlık ispanya'dan türediğine göre, kayalık duvarlardaki ve çakıl taşlanırda­ k i insan tasvirlerinin benzer anlamları olmalıydı. Bunkvr, bir yazının u n s u r l a r ı veya b ü y ü l ü işaretler sayılan fallus simgeleri diye açıklandı. Avustralya t/urung a l a r ı y l a karşılaştırma ise daha ikna edici g ö z ü k m e k t e d i r . Genellikle taştan yapı­ lan ve çeşitli geometrik desenlerle süslenen b u rıtuel nesnelerinin, ataların m i s t i k bedenini temsil ettiği bilinmektedir, Tjuntngıı'lar mağaralarda saklanır veya bazı kutsal yerlere g ö m ü l ü r ve genç erkeklere ancak erginlenmeleri sona erince veri­ lir. Arandalar arasında baba oğluna ş u sözlerle seslenir: "işte kendi bedenin; sen yeni bir d o ğ u m l a ondan çıktın," veya "Bu senin kendi bedenin. Sen bir önceki ha­ yatında uzak ülkelere yolculuk ederken işte b u ataydın. Sonra dinlenmek için kut­ sal mağaraya i n d i n . "



0



Mas d'Azil'in resimli çakıl taşları, fjuı unga'larınkine benzer bir işleve sahipse, k i bu olasıdır, b u n l a r ı yapanların Avustralyalılarla benzer d ü ş ü n c e l e r i paylaşıp paylaşmadıklarını bilmeye olanak yoktur. Ama Azil çakıl taşlarının dinsel bir an­ lamları o l d u ğ u n d a n k u ş k u duyulamaz. İsviçre'deki Birsek m a ğ a r a s ı n d a neredeyse hepsi p a r ç a l a n m ı ş 133 boyalı çakıl taşı b u l u n m u ş t u r . Bunları d ü ş m a n l a r ı n veya mağarayı sonradan işgal edenlerin kırdıkları varsayımı akla yakın g ö r ü n m e k t e ­ dir. Her i k i durumda da b u nesnelerde mevcut buyüsel-dinsel g ü c ü n yok edilme­ sine çalışılmıştı. Herhalde İspanyol Levantı'nın mağaraları ve duvar r e s i m l e r ı y l e s ü s l e n m i ş yerleri, kutsal m e k â n l a r d ı , insan tasvirlerine eşlik eden güneşlere ve diğer geometrik işaretlere gelince, o n l a r ı n anlamı gizemini k o r u m a k t a d ı r . ' Tarih önce sinde ki atalar i n a n c ı n ı n k ö k e n i n i ve gelişimini saptayabilecek hiçbir olanağa sahip değiliz. Etnografik k o ş u t l a r ı n d a n yola çıkarak fikir y ü r ü t ü l d ü ğ ü n ­ de, bu dinsel b ü t ü n ü n d o ğ a ü s t ü varlıklara veya Yabanıl Hayvanlann



Efendisine



inanmakla bir arada var olmaya uygun o l d u ğ u sonucuna varılabilir. Mitsel atalar



5



6



Fransız Pireneleri'nde bir mağara olan Mas d'Azil yerleşiminden hareketle bu ismin veril­ diği ava ve balıkçı uygarlığı. M. Eliade, Religions australiennes (1972), s. 100 vd. Avustralyalılann inançlarına gore, atanın "mistik bedeninde" (ijuranga) ve ruhunun göç ettiği adamda aynı anda var olduğu görülmektedir. Ayrıca toprak altında ve "çocuk ruh" biçiminde de var olduğunu eklemek gerekir (a.g.y., s. 60).



7



Hem Avustralyalıların, hem de birçok Güney Amerika kabilesinin, mitsel atalannın yıldız­ lara dönüştüğüne veya güneşte ve yıldızlarda oturmak üzere gokyuzune çıktığına ınandıklannı hatırlatalım. 50



[•N UZUN DrVRtM' TARIMIN KtiM'I



d ü ş ü n c e s i n i n paleoliuk insanların dinsel sistemi içinde yer a l m a m a s ı için bir ne­ den yoktur: Avcı toplumlara ozgu köken mitolojileriyle - d ü n y a n ı n , avın, insa­ nın, ö l ü m ü n k ö k e n i - u y u m içindedir. Ayrıca b ü t ü n yerküreye yayılmış ve mito­ lojik açıdan bereketli bir dinsel düşünce söz konusudur, ç ü n k ü en k a r m a ş ı k l a r ı da dahil olmak üzere (Hinâyânâ Budizmi hariç) b ü t ü n dinlerde s ü r m ü ş t ü r . Arkaik bir dinsel d ü ş ü n c e bazı d ö n e m l e r d e ve belli özel koşulların etkisiyle beklenmedik bir b i ç i m d e serpilip gelişebilir. Mitsel ata d ü ş ü n c e s i n i n ve atalar t a p ı m ı n m Avru­ pa'da mezolitik çağa egemen o l d u ğ u d o ğ r u y s a , Maringer'in d ü ş ü n d ü ğ ü g i b i ,



s



bu



dinsel y a p ı n ı n ö n e m i , uzak ataların bir tür "avcılar cenneti"nde yaşadıkları buzul çağının amsıyla açıklanabilir. Gerçekten de Avustralyalılar m i t o l o j i k atalarının altın çağda, avın çok bol o l d u ğ u , i y i ve k ö t ü k a v r a m l a r ı n ı n b i l i n m e d i ğ i bir yer­ yüzü cennetinde yaşadıklarını düşünürler,*



1



Avustralyalıların bazı bayramlarda,



kanunlar ve yasaklar askıya alındığında yeniden o l u ş t u r m a y a çalıştıkları işte bu "cennet gibi" d ü n y a d ı r .



9. Ç a l ı ş m a , Teknoloji ve imgelem D ü n y a l a r ı — D a h a önce de söylediğimiz g i ­ b i , Yakındoğu, özellikle de Filistin'de mezolitik çag, i k i uygarlık t ü r ü arasında, avcı ve toplayıcı uygarlıkla tahıl ekimine dayalı uygarlık a r a s ı n d a b i r geçiş döne­ m i olma niteliğini korurken, diğer yandan da yaratıcı bir d ö n e m e işaret eder. F i ­ listin'de üst paleolitik avcıların uzun süre mağaralarda yaşadıkları anlaşılmakta­ dır. Ama açıkça yerleşik bir hayatı seçenler, Natuf



10



k ü l t ü r ü n ü n taşıyıcıları o l ­



m u ş t u r . Onlar hem mağaralarda hem de açık havadaki yerleşimlerde y a ş ı y o r l a r d ı (içlerinde ocakları da olan, daire biçiminde k u l ü b e l e r d e n o l u ş m u ş bir k ö y ü n orta­ ya çıkarıldığı Einan'da o l d u ğ u gibi). Natuflular yabani tahılların besin olarak ö n e m i n i keşfetmişlerdi; onları taştan oraklarla biçiyor ve tanelerini bir tokmakla dibekte d ö v ü y o r l a r d ı .



11



Bu tarıma d o ğ r u atılmış b ü y ü k bir a d ı m d ı . Hayvanların



evcilleştirilmesi de mezolitik çağda başladı (yaygınlaşması ancak neolitik ç a g m başına d o ğ r u gerçekleşti): y. M Ö 8000'de Zevi Cemi-Şanidar'da k o y u n , y. M Ö 7000'de Ü r d ü n ' d e , Eriha'da teke ve y. M Ö 6500'de domuz; y, M Ö 7500'de Ingil-



8



A.g.y,,s. 183,



9



Elinde, Religions australiennes, s. 57.



10



Bu mezolitik halkın ilk kez ortaya çıkarıldığı Vadi en-Nattuf,



11



Emmanuel Anati, Palestine Before the Hebrews, s. 49 vd; Müller-Karpe, Handbuch, c. 11, s 245 vd; R. de Vaux, Histoire ancienne d'Israël, c 1, s 41 vd. 51



WNSfil, İNANÇLUi \T [lUiUKCH.Eli l'AKHll - I



tere'de Stan Carr'da köpek. " Bugdaygil e k i m i n i n başlamasının i l k s o n u ç l a r ı , Na1



tuflularm da ayırt edici özelliklerini o l u ş t u r a n , nüfusun genişlemesi ve ticaretin gelişmesinde kendini gösterdi. Avrupa mezolitiginin desen ve resimlerine özgü geometrik ş e m a t i z m d e n fark­ lı olarak, Nat utluların sanatı doğacıydı: Hayvan heykelcikleri ve k i m i zaman ero­ tik pozlarda insan heykelcikleri b u l u n d u . " Faillis b i ç i m i n d e o y u l m u ş birçok d i ­ bek t o k m a ğ ı n ı n cinsel simgeselligi o kadar "açıktır" k i , b u n l a r ı n büyüsel-dinsel a n l a m ı n d a n k u ş k u duyulamaz. Paleolitik Natuf k ü l t ü r ü n d e i k i mezar biçimi b i l i n i y o r d u (a- b ü t ü n bedenin kıvrılmış bir d u r u ş t a toprağa verilmesi; b- kafataslarının g ö m ü l m e s i ) ve bunlar neolitik çağda da devam edecekti. Einan'da g ö m ü l ü bulunan iskeletler h a k k ı n d a ,



14



cenaze töreni sırasında bir insan kurban edildiği varsayıldı; ama bu ritüelin anla­ m ı bilinmemektedir. Kafatası yığınlarına gelince, Natufta ortaya çıkarılan bu bu­ luntular Bavyera'daki Offnet'te ve Vvurttenbıırg'daki Hohlenstern



mağarasında



keşfedilen yığınlarla karşılaştırıldı: Bu kafataslarının hepsi (belki de kelle avcıları veya yamyamlar tarafından) katledilmiş bireylere a i t t i .



15



Her i k i durumda da büyüsel-dinsel bir davranışın söz konusu o l d u ğ u söylene­ bilir, ç ü n k ü kafa (başka bir deyişle beyin) "ruhun" b u l u n d u ğ u yer olarak g ö r ü l ü ­ yordu. Düşler ve esrime veya yarı-esrime deneyimleri sayesinde, m o d e m diller­ de "ruh," " t i n , " "nefes," "can," "ikiz," vb terimlerle anılan, bedenden bağımsız bir unsurun varlığı anlaşılmıştı. Bu "tinsel" unsur (başka t ü r l ü adlandırılamaz, ç ü n k ü ancak imge, g ö r ü , "hayalet," vb tarzında algılanabiliyordu) b ü t ü n bedende vardı; bir anlamda bedenin "ikizi"ni o l u ş t u r u y o r d u . Ama "ruh" ya da "tin"in bu­ l u n d u ğ u yer olarak beynin seçilmesi, ö n e m l i sonuçlara yol açtı:"' Bir yandan kur¬ u



Bütün bu tarihler karbon analizleri sonucunda bulunmuştur. Hayvanların evcilleştirilmesi hakkında bkz. Müller-Karpe, a.g.y., c. 11, s. 250 vd. Kısa bir sure önce Yukarı Nil vadisin­ de, MÖ 13000'e ta dillendirilen ve beslenmesi tahıla dayalı, neolitik öncesine ait bir yer­ leşim bulundu. Krş. Fred Wendorf, S. Rushdi ve R. Schıld, "Egyptian Prehistory: Some New Concepts" {Science, sayı 169, (1970), s. 1161-1171).



13



Örneğin bkz. Ain Sakhri'de bulunan heykelcik; Anaıi, a.g.y., s. 160. Şimdi bkz. Jacques Cauvin, Religions tıcolithiques, s. 21 vd.



14



Bu mezarlardan biri dünyanın en eski megalit anıtı olarak kabul edilebilir; Anati, a.g.y., s. 172. Einan hakkında, krş Muller-Karpe, 11, s. 349,



n



Anati, a.g.y., s. 175; Maringer, Tfıe Gods of The Prehistoric Men, s. 184 vd. Aynca bkz. Mül­ ler-Karpe, Hfliuibtıclı, c. 1, s. 239 vd.



16



Ve bu yalnızca tanhöincesinde paylaşılan inançlar açısından geçerli değildir. Yunanlar da ruhun (ve daha sonra Kroton'lu Alkmeon'la birlikte, spermin) kafada olduğuna 52



ÜN U7-UN DI-VRIM. TAKİMİN KLS.H



b a n ı n beynini yiyerek onun "tinsel" unsurunun da ö z ü m s e n d i g i n e i n a n ı l ı y o r d u ; diğer yandan kafatası bir güç kaynağı olarak t a p ı m nesnesine d ö n ü ş m ü ş t ü . Mezolitik t a r ı m ı n dışında başka b u l u ş l a r da yer aldı; b u n l a r ı n en ö n e m l i l e r i ip, ağ, olta iğnesi ve o l d u k ç a uzun yolculuklara dayanabilen teknelerin ü r e t i m i y ­ d i . Daha ö n c e k i diğer buluşlar (taştan aletler, kemik ve geyik boynuzundan işlen­ m i ş çeşitli nesneler, hayvan derisinden yapılmış giysiler ve çadırlar, vs), neolitik çağda s o n u ç l a n d ı n l a c a k olanlar (öncelikle çömlekçilik) gibi, b ü t ü n bu yenilikler de mitolojilere ve yarı-mitolojik masa 11 aştırmalara yol açtı, k i m i zaman da ritüel davranışların temellerini attı. Bu b u l u ş l a r ı n ampirik değeri ortadadır. Ama o ka­ dar ö n e ç ı k m a y a n bir diğer olgu, maddenin farklı v a r o l u ş biçimleriyle



kurulan



yakınlığın başlattığı imgelem etkinliğinin ö n e m i d i r . Bir ç a k m a k t a ş m ı işler veya ilkel bir iğneyle çalışırken, hayvan postlarını veya tahta parçalarını birbirine



ek­



lerken, bir olta iğnesi veya ok temreni hazırlarken, kilden bir heykelciği yoğururken, imgelem, gerçekliğin farklı düzeyleri arasında beklenmedik benzerlikler ortaya çıkarır; aletler ve nesneler sayısız simgesellik y ü k l e n i r , çalışma dünyası zanaatkarın dikkatine uzun saatler boyunca el koyan k ü ç ü k e v r e n - anlam bakı­ m ı n d a n zengin, gizemli ve kutsal bir merkez haline gelir. Maddeyle kurulan yakınlık içinde yaratılan ve sürekli zenginleştirilen imge­ lem d ü n y a s ı , çeşitli tarihöncesi k ü l t ü r l e r i n figüratif veya geometrik y a r a t ı m l a r ı n ­ da yeterince kavranamaz. Ama bu dünyaya kendi hayal g ü c ü m ü z ü n deneyimleriy­ le erişebiliriz. O uzak d ö n e m l e r d e y a ş a m ı ş insanların v a r o l u ş u n u



"anlamamızı"



asıl sağlayan, imgelem etkinliği d ü z e y i n d e k i b u sürekliliktir. Ama tarihöncesi i n ­ s a n ı n imgelem etkinliği, m o d e m t o p l u m l a r ı n insanından farklı olarak, m i t o l o j i k bir boyuta da sahipti. İleride göreceğimiz dinsel geleneklerde karşımıza çıkacak çok sayıda d o ğ a ü s t ü varlık ve mitolojik olay b ü y ü k olasılıkla taş devrinin "keşif­ le r i " n i temsil etmektedir,



10. Paleolitik Avcıların M i r a s ı — Mezolitik çağda gerçekleştirilen ilerlemeler paleolitik halkların k ü l t ü r e l birliğine son verip, uygarlıkların başlıca ayırt edici özelliği haline gelecek çeşitlilik ve farklılıkları başlatır. Paleolitik avcı toplumla­ rın kalıntıları sınır bölgelerine veya zor erişilen yerlere kaymaya başlar: çöl, bü­ y ü k ormanlar, dağlar. Ama paleolitik t o p l u m l a r ı n bu uzaklaşma ve yalıtılma sü­ reci, avcıya özgü t a v n n ve tinselliğin yok olması a n l a m ı n a gelmez. G e ç i m kayna­



klanıyordu. Krş. Onians, Or/gins of European Thought, s 107-108, 115, 134-136 vb. 53



niNsLU. 1NANC1.AU V I L D U Ş U N C n i:K IARH-11 -1



gı olarnk av, tarımcı toplumlarda da sürer. Tarım ekonomisine etkin bir biçimde katılmayı reddeden belli sayıda avcı koyu savunma işinde kullanılmış



olabilir;



önce yerleşik insanları hırpalayan ve ekili tarlalara zarar veren yabanı hayvanlara karşı s ü r d ü r ü l e n bu savunma, daha sonraları ü r ü n l e r i çalan çetelere y ö n e l m i ş ola­ bilir, i l k askeri ö r g ü t l e n m e l e r de köyleri koruyan bu a v c ı - m u h a h z g r u p l a r ı n d a n ç ı k m ı ş olabilir. Aşağıda göreceğimiz gibi, savaşçılar, fatihler ve askeri aristokra­ siler paradigmatik avcı s imgesel ligin i ve ideolojisini s ü r d ü r ü r l e r . Diğer yandan gerek ekicilerin gerekse çobanların kanlı kurbanları son tahlilde avcının avı ö l d ü r m e s i n i n yinelenmesidir. Bir ya da i k i milyon yıl boyunca insa­ n ı n (en a z ı n d a n erkeğin) varoluş biçimiyle iç içe geçmiş bir tavır kolay kolay yok olmaz. Tarım ekonomisinin zaferinden binlerce yıl sonra, ilkel avcının



\Vdtanscha-



tıung'u* tarihte yeniden hissedilecektir. Gerçekten de Hint-Avrupalıların ve T ü r k Moğolların akın ve fetihleri, en m ü k e m m e l avcı olan yırtıcı etobur simgeleriyle ö r t ü ş ü r , Hint-Avrupa askeri tarikatlarının (Mannerbünde)



üyeleri ve Orta As­



ya'nın göçebe süvarileri saldırdıkları yerleşik halklara karşı b o z k ı r ı n e t o b u r l a r ı n ı veya çiftçilerin s ü r ü hayvanlarını avlayan, boğan ve parçalayan yırtıcı etoburlar gibi d a v r a n ı y o r l a r d ı . Çok sayıda Hint-Avrupa ve T ü r k - M o g o l kabilesi avcı hay­ van isimleri ( i l k sırada kurt) almıştı ve vahşi hayvan suretindeki bir mitsel ata­ n ı n soyundan geldiklerini kabul e d i y o r l a r d ı . Hint-Avrupaiıların askeri erginlen­ me törenlerinde rimel olarak kurta d ö n ü ş ü m yer alıyordu: Paradigmatik savaşçı bir yırtıcı etoburun tavrını sahipleniyordu. Diğer yandan yabanıl bir h a y v a n ı n i z i n i n s ü r ü l m e s i ve ö l d ü r ü l m e s i bir topra­ ğın fethinin (Landnâma)



ve bir devletin k u r u l u ş u n u n mitolojik modeli haline gel­



d i . " Asurlular, İranlılar ve T ü r k - M o g o l l a r d a avlanma ve savaş teknikleri riyle



birbi­



karıştır ila bilecek kadar b e n z e ş m e k t e d i r . Asurluların ortaya çıkışından mo­



dern çağın başlangıcına kadar Avrasya'nın her yerinde av hem en m ü k e m m e l eği­ t i m i hem de h ü k ü n ı d a r l a n n ve askeri aristokrasilerin gözde sporunu o l u ş t u r u r . Zaten avcının yaşama b i ç i m i n i n yerleşik ekicilerin yaşama biçimi karşısındaki masalsı saygınlığı b i r ç o k ilkel halkta hâlâ s ü r m e k t e d i r ,



18



Hayvan dünyasıyla b i r



* Dünya görüşü - y n . " Afrika'da ve başka yerlerde, erginlenme törenlerinde ve yeni bir şel başa geçtiğinde "av rıtueli" yapılır. 1 9



Karakteristik bir örnek' Kolombiya'da ki Desanalar, besinlerinin %75'im balıkçılıktan ve bahçecilikten sagiasalar da, avcı olduklarını iddia ederler; onların gözünde sürdürülmeye 54



UN U7.UN HfiVRIM. TARIMIN KLSH



t ü r mistik sembiyoz içinde geçirilmiş y ü z binlerce yıl, silinmez izler b ı r a k m ı ş ­ tır. Üstelik "orji" t ü r ü esrime, avı çiğ çiğ yiyen paleohomidiyenlerin dinsel tav­ rını yeniden güncelleştirme g ü c ü n e sahiptir; bu, Yunanistan'da Dionysos'a tapan­ lar arasında (bkz. § 124) veya XX. yüzyıl b a ş ı n d a Fas'taki î s â v i y e ' tarikatında g ö ­ rülmüştür.



11. Yenebilir Bitkilerin Evcilleştirilmesi: Köken M i t l e r i — Köylerin keşfinden önce v a r o l d u ğ u 1960'tan beri biliniyor.



Gordon Childe'm



tarımın "neolitik



devrim" adını verdiği olgu, M O 9000-7000 arasında aşamalı olarak gerçekleşti. Kısa bir süre öncesine kadar, d ü ş ü n ü l d ü ğ ü n ü n aksine buğdaygillerin e k i m i ve hayvanların evcilleştirilmesinin çömlekçilik ü r e t i m i n d e n önce geldiğini de b i l i ­ yoruz. Gerçek anlamıyla t a n n ı , yani tahıl ekimi Güneybatı Asya ve Orta Ameri­ ka'da gelişti. Y u m r u l a r ı n , köklerin ve köksapların bitkisel ü r e m e s i n e bağlı olan " b i t k i ekimi"nin Amerika'nın ve Güneybatı Asya'nın nemli tropikal



ovalarında



ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bitki e k i m i n i n antik çağı ve tahıl ekimiyle ilişkileri h e n ü z yeterince b i l i n m i ­ yor. Bazı etnologlar b i t k i e k i m i n i n tahıl ekiminden daha eski o l d u ğ u n u kabul et­ me eğiliminde; diğerleri ise aksine b i t k i ekiminin t a r ı m ı n daha yetersiz bir takli­ d i n i o l u ş t u r d u ğ u k a n ı s ı n d a . Bu konudaki az sayıda kesin bulgudan b i r i n i G ü n e y Amerika'da yapılan kazılar sağladı. Venezuela'daki Rancho Peîuda ovalarında ve Kolombiya'da k i Momil'de mısır ekimi k a t m a n ı n ı n altında bir manyok' ' ekiminin 1



kalıntıları keşfedildi; demek k i b u b i t k i n i n ekimi daha eskiye aitti- " Kısa bir süre 1



önce b i t k i ekiminin eskiliğinin yeni bir kanıtı Tayland'da g ü n ışığına çıkarıldı: Bir mağarada ("Hayaletler mağarası") yetiştirilmiş



fasulyeler ve tropikal



bitki



kökleri toprağa g ö m ü l m ü ş t ü ; yapılan karbon analizleri b u n l a r ı n y. M O 9.000'e tarihlendirilebilecegini g ö s t e r i y o r d u .



20



değen tek hayat avcılıktır. Sidî Mutıammed b. îsâ (ölm. y. 1524) tarafından kurulmuş bu tarikatın cezbeli ayinleri sırasında müritler çiğ çiğ akrep yutar veya cam yerler ya da vücutlarına şiş batınrlardı. Kimi zaman ise henüz derisi yüzülmemiş koyun veya keçileri çılgınca parçalayıp çiğ çiğ yerlerdi. Ayrıntılı bilgi için bkz. İslam Ansiklopedisi, "îsâviye" maddesi -yn. v



Kalın ve etli kökleri olan tropikal bir bitki -yn.



19



David R. Harris, "Agricultural Systems, Ecosystems and The Ongins of Agnculture," The Domestication and Exploitation o/ Plants and Animals içinde, s. 12.



2 0



William Solhein, "Relics from Two Diggings Indicate Thais Were The First Agrarians," New York Times. 12 Ocak 1970. 55



ÜİNSFI. İNANÇLAR VE [lÛSUNCkLEH TARH [ı - 1



T a r ı m ı n keşfinin uygarlık tarihindeki ö n e m i üzerinde fazla durmaya gerek yok. frisan kendi besininin üreticisi olunca, atalarından kalma d a v r a n ı ş b i ç i m i n i değiştirmesi gerekti. Öncelikle daha paleolitik çağda keşfedilmiş z a m a n ı hesapla­ ma tekniğini m ü k e m m e l l e ş t i r m e l i y d i . Artık kaba bir ay takviminin



yardımıyla



gelecekteki bazı tarihlerin d o ğ r u l u ğ u n d a n e m i n olmak ona yetmiyordu. Bundan böyle ekici, uygulamaya g e ç m e d e n aylar öncesinden başlayarak tasarılarını geliş­ tirmek, daha ileri bir tarihte elde edilecek sonuca, yani mahsule ulaşmak için b i r d i z i k a r m a ş ı k etkinliği kesin bir sıraya göre uygulamak z o r u n d a y d ı ; üstelik gele­ cekteki b u s o n u ç ilk zamanlar hiç de kesin değildi. Ayrıca b i t k i ekimi eskisinden daha farklı yönlendirilen bir i ş b ö l ü m ü n ü gerektirdi, ç ü n k ü geçim araçlarının sağ­ l a n m a s ı n d a k i başlıca sorumluluk artık kadınlara d ü ş ü y o r d u . T a n ı n ı n insanlığın dinsel tarihi açısından getirdiği s o n u ç l a r da en az b u kadar ö n e m l i y d i . Bitkilerin evcilleştirilmesi eskiden erişilemeyen bir varoîuşsal d u r u m yarattı ve dolayısıyla k i m i değerleri altüst edip, k i m i yeni değerler yaratarak onneolitik insanın manevi d ü n y a s ı n ı kökten değiştirdi. Biraz ileride tahıl e k i m i n i n zaferiyle gelen bu "dinsel devrinTi çözümleyeceğiz. Şimdilik i k i tarım



türünün



k ö k e n i n i açıklayan mitleri hatırlatalım. Yenilebilir bitkilerin ortaya çıkışını ekici­ lerin nasıl açıkladığını ö ğ r e n i r k e n , aynı zamanda o n l a r ı n tavırlarının dinsel ge­ rekçelerini de ö ğ r e n m i ş olacağız. Köken mitlerinin ç o ğ u n l u ğ u ya b i t k i ya da tahıl eken ilkel halklardan derlen­ d i . (.Evrim geçirmiş k ü l t ü r l e r d e b u mitlere az rastlanır veya bunlar k i m i zaman k ö k l ü bir yeniden yoruma uğratılmıştır). Yaygın bir izleğe g ö r e , y u m r u l u bitki­ ler ve meyvesi yenilebilir ağaçlar (hindistancevizi ağacı, muz ağacı vb) ö l d ü r ü l ­ m ü ş bir t a n r ı d a n d o ğ m u ş l a r d ı . Bu konuda en m e ş h u r ö r n e k Yeni Gine adalanndan Ceram'dan gelmiştir: Yarı-tanrı bir genç kızın, Hainııwele nin p a r ç a l a n m ı ş ve g ö m ü l m ü ş bedeninden o zamana dek bilinmeyen bitkiler, ilk başta da y u m r u l u bitkiler biter. Bu ilk cinayet insanlık d u r u m u n u k ö k t e n değiştirmiş, ç ü n k ü cinsel­ l i k ve Ölümü getirmiş ve hâla geçerli dinsel ve toplumsal k u r u m l a n o l u ş t u r m u ş ­ tur. Hainuwele'nin ö l d ü r ü l m e s i yalnızca b i r "yaratıcı" ö l ü m değildir, tanrıçanın insanların hayatında ve hatta ö l ü m l e r i n d e sürekli var o l m a s ı n ı



sağlamaktadır.



O n u n bedeninden çıkan bitkilerle beslenmek aslında tanrısallığın özünden beslen­ mek a n l a m ı n a gelmektedir. Bu k ö k e n m i t i n i n paleolitik ekicilerin dinsel hayatı ve k ü l t ü r ü açısından öne­ m i ü z e r i n d e fazla durmayacağız. B ü t ü n sorumlu etkinliklerin (erginlenme törenle­ r i , hayvan veya insan k u r b a n l a r ı , y a m y a m l ı k , cenaze törenleri vb) gerçekte ilk ci-



56



t N UZUN DEVRİM: TARIMIN Kt>H



nayeti anma törenleri olduklarını söylemekle y e t i n e c e ğ i z /



1



T a r ı m c ı n ı n varoluşu­



nu sağlayan ve tamamen b a n ş ç ı çalışmasını bir cinayetle birleştirmesi dır; avcı t o p l u m l a r ı n d a kan d ö k m e n i n s o r u m l u l u ğ u ötekinin,



anlamlı­



yani bir "yaban-



c ı ' n ı n sırtına y ü k l e n i r . Avcının bu tavrı anlaşılmaktadır: Ö l d ü r ü l e n h a y v a n ı n (da­ ha d o ğ r u s u "ruhunun") i n t i k a m ı n d a n korkmakta veya Yabanıl Hayvanların Efendisi'nin karşısında kendini aklamaktadır, Paleolitik ekicilere gelince, ilk cinayet m i t i k u ş k u s u z insan k u r b a n ı gibi kanlı ayinleri ve yamyamlığı



doğrulamaktadır,



ama b u n u n ilk dinsel çerçevesini belirlemek g ü ç t ü r . Benzer bir mitolojik izlek, besleyici bitkilerin -gerek y u m r u l u bitkiler gerek­ se t a h ı l l a r - k ö k e n i n i , bir tanrının ya da m i t o l o j i k bir atanın dışkı ve kirlerine bağlar. Bu besinlerden yararlananlar, onların tiksinti verici kaynağını keşfedince, söz konusu tanrıyı ö l d ü r ü r l e r ; ama onun öğütlerine uyarak bedenini parçalar ve p a r ç a l a n g ö m e r l e r . Yenilebilir bitkiler ve diğer tarım u n s u r l a r ı (tarım aletleri, ipek böcekleri vb) o n u n cesedinden b i t e r . " Bu mitlerin a n l a m ı a ç ı k t ı r Yenilebilir bitkiler, bir ilahın bedeninden türedik­ lerine göre ( ç ü n k ü dışkılar ve kirler de ilahi öze dahildir) kutsaldır. Beslenen i n ­ san son tahlilde tanrısal bir varlığı yemektedir. Yenilebilir b i t k i , hayvanların ak­ sine d ü n y a d a "verili" değildir, b u örnekte ilkel bir dramatik olayın, bir cinayetin Ürünüdür. Bu besin teolojilerinin s o n u ç l a r ı n ı ileride göreceğiz. Alman etnolog E. jensen, Hainuvvele m i t i n i n paleolitik çağın y u m r u l u b i t k i ekicilerine özgü o l d u ğ u k a n ı s ı n d a y d ı . Tahıl t a n m ı n ı n kökenine ilişkin mitler ise ezeli hırsızlığı sahneye taşırlar: Tahıllar vardır, ama g ö k t e d i r , tannlar tarafından kıskançlıkla k o r u n m a k t a d ı r ; uygarlık taşıyıcısı bir kahraman g ö k y ü z ü n e ç ı k a r , birkaç t o h u m ele geçirir ve insanları bunlarla ödüllendirir. Jensen b u i k i m i t o l o j i t ü r ü n e , "Hainuvvele" ve "Prometheus" adlarını veriyor ve onları sırasıyla paleoli­ t i k ekiciler ( b i t k i e k i m i ) uygarlığı ve tam anlamıyla t a r ı m uygarlığıyla (tahıl eki­ m i ) i lişkilen d i r i y o r d u . " Bu a y n m ı n d o ğ r u l u ğ u n a k u ş k u yoktur. Bununla b i r l i k t e 3



i k i t ü r k ö k e n m i t i a r a s ı n d a k i a y n m jensen'in d ü ş ü n d ü ğ ü kadar katı değildir; çün­ k ü b i r ç o k mit tahılların ortaya çıkışını ö l d ü r ü l e n bir ilk varlıktan hareketle açık­ lar. T a r ı m c ı l a n n dinlerinde tahılların k ö k e n i n i n de ilahi o l d u ğ u n u ekleyelim; ta­ hılların insanlara hediye edilmesi k i m i zaman g ö k y ü z ü (veya hava) tanrısı ile



21



2 1



2 3



Krs. M. Eiiade, Aspects du mythe, s. 132 vd. Bkz. Atsuhiko Yoshida, "Les excrétions de la Déesse et l'origine de l'agriculture." Krs. E. Jensen, Dasrehgiose Wehb/lâ einesfruhen Ktiltur, s. 35 vd; ayni yazar, Mythes et cul­ tes chez ks peuples primitifs, s. 188 vd. 57



DİNSEL INANCIAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ - t



Yeryüzü Ana arasındaki bir kutsal evliliği (hieros gomos) veya cinsel b i r l e ş m e y i , ö l ü m ü ve dirilişi içeren m i t o l o j i k b i r dramla ilişkılendirilir.



12. Kadın ve Bitkiler. Kutsal M e k â n ve D ü n y a n ı n D ü z e n l i Aralıklarla Y e ­ n i l e n m e s i — T a r ı m ı n keşfinin i l k ve belki de en önemli sonucu paleolitik avcıla­ rın d e ğ e r l e r i n d e bir krize yol açar: Hayvan dünyasıyla dinsel nitelikteki ilişkile­ r i n yerini, insan ile bitkiler arasındaki mistik d a y a n ı ş m a adı verilebilecek olgu alır. O zamana dek hayatın Özünü ve kutsallığını kemik ve kan temsil ederken, artık b u değerleri sperm ve kan canlandıracaktır, Aynca k a d ı n ve dişiliğin kutsal­ lığı i l k sıraya geçer. Kadınlar b i t k i l e r i n evcilleştirilmesinde belirleyici bir r o l oynadıkları için, ekili tarlaların sahipleri olurlar ve b u da o n l a r ı n toplumsal ko­ n u m u n u y ü k s e l t i p , anayer* gibi özgül kurumlar yaratır, yani koca eşinin evinde oturmak zorunda kalır. T o p r a ğ ı n bereketi k a d ı n dogurganlıgıyla



uyumludur; dolayısıyla



mahsulün



b o l l u ğ u n d a n k a d ı n l a r sorumlu olur; ç ü n k ü yaratımın "sırrını" onlar bilmektedir. Burada dinsel b i r sır söz konusudur; çünkü hayatın k ö k e n i n i , besini ve ö l ü m ü y ö n e t m e k t e d i r . Toprak kadınla özdeşleştirilir. Daha ileri tarihlerde, saban keşfe­ dildikten sonra, t a n m çalışması cinsel birleşmeyle özdeşleşecektir.'' Ama binler­ 4



ce yıl boyunca Yeryüzü Ana parıenogenez* yoluyla tek başına d o ğ u r u y o r d u . Bu " s ı r n n " anısı Olympos mitolojisinde hfllü y a ş ı y o r d u (Hera tek başına hamile ka­ lır ve Hephaistos'la Ares'i d o ğ u r u r ) ve y e r y ü z ü insanlarının Topraktan d o ğ u ş u , toprak ü z e r i n d e d o ğ u r m a , yeni d o ğ m u ş b e b e ğ i n toprak üzerine bırakılması



vb



çok sayıda halk i n a n c ı ve mitte bu izler ayırt edilebilmektedir. Topraktan doğan 25



insan ö l d ü ğ ü n d e annesine geri d ö n e r . Veda ozanı "Toprağa, annene d o ğ r u s ü r ü n " diye h a y k ı r ı r .



26



K a d ı n ı n ve a n a n ı n kutsallığı k u ş k u s u z paleolitik çağda da bilinmektedir ( k r ş . § 6), ama t a r ı m ı n keşfi onun g ü c ü n ü hissedilir ölçüde artırır. Cinsel hayatın ve öncelikle de k a d ı n cinselliğinin kutsallığı mucizevi yaratılış bilmecesiyle iç içe



* Anayer (tnatnlocation) Kadının yaşadığı yer. Anayerlilik, kocanın evlendikten sonra kansınm ailesinin yaşadığı yere yerleşmesine dayalı evlilik düzeni -yn. 1,4



Örnekler için bkz. Dinler Tanhme Giriş, § 91 vd.



2 5



Krş. Dinler Tarihine Giriş, § 86 vd; Mythes, rives et mysıeres, s. 218 vd,



2(1



RigVeda, X, 18, 10.



Döllenmeden üreme - y n .



58



EN UZUN DEVRİM TARIMIN KEŞFİ 1



geçer. Partenogenez, hieros gamos ' ve ritüel orji cinselliğin dinsel niteliğini farklı 1



d ü z e y l e r d e ifade ederler. Antropokozmik yapıda k a r m a ş ı k bir simgesellik, kadın ve cinselliği ay d ö n g ü l e r i y l e , toprakla (burada döl yatağıyla



özdeşleştirilmiştir)



ve bitkilerin b ü y ü m e "gizemi" adı verilebilecek olguyla b ü t ü n l e ş t i r i r . Bu gizem, tohumun yeniden d o g m a s ı n ı sağlayabilmek için, onun " ö l ü m " ü n ü gerektirir



ve



bu yeniden d o ğ u ş şaşırtıcı bir çoğalmayla yansıdığı oranda mucizevi bir nitelik kazanır. İnsan v a r o l u ş u n u n bitkisel hayatla özdeşleştirilmesi,



bitkisel



büyüme



dramasmdan alınmış imgeler ve mecazlarla ifade edilir (hayat b i r kır çiçeği g i b i ­ dir vb). Bu imgesellik binlerce yıl boyunca şiiri ve felsefi d ü ş ü n c e l e r i b e s l e m i ş t i r ve çağdaş insan için de hala "gerçek"tir. T a r ı m ı n keşfinin sonucu olan b ü t ü n bu dinsel değerler zaman içinde aşamalı olarak eklemlendi. Ama biz, mezolitik ve neolitik yaratımların özgün niteliğini ö n e ç ı k a r m a k için onları ş i m d i d e n hatırlattık. Bitkisel hayatın "gizenıiyle" uyum­ lu dinsel düşünceler, mitolojiler ve ritüel senaryolarla s ü r e k l i



karşılaşacağız;



ç ü n k ü dinsel yaratıcılığı u y a n d ı r a n , ampirik tarım g ö r ü n g ü s ü değil, b i t k i l e r i n b ü y ü m e r i t m i içinde t a n ı m l a n a n d o ğ u m . Olum ve yeniden d o ğ u m



gizemidir.



Mahsulü tehlikeye atan krizler (su baskınları, kuraklıklar vb) anlaşılmaları,



ka­



bullenil meleri ve d i zginleneb ilmeleri için, m i t o l o j i k dramalar halinde yansıtıla­ caktır. Bu mitolojiler ve onlara bağlı ritüel senaryolar binlerce yıl boyunca Ya­ k ı n d o ğ u uygarlıklarına egemen olacaktır. Olen ve dinlen tanrılara ilişkin m i t o l o ­ j i k izlek b u n l a r ı n en önemlileri arasındadır. Bazı durumlarda bu arkaik senaryo­ lar yeni dinsel yaratımların d o ğ m a s ı n ı sağlayacaktır (örneğin Eleusis, Yunan-Dogu rrrys£erifi'lan; krş, § 96). Tarım kültürleri kozmıh din adı verilebilecek olguyu geliştirir; ç ü n k ü dinsel et­ k i n l i k merkezi gizemin etrafında yoğunlaşmıştır: d ü n y a n ı n düzenli aralıklarla ye­ nilenmesi. Tıpkı i n s a n ı n v a r o l u ş u için geçerli o l d u ğ u g i b i . kozmik ritimler



de



bitkisel hayattan alınmış terimlerle ifade edilir. Kozmik kutsallık gizemi Dünya Agacı'nda simgelenir. Evren d ü z e n l i aralıklarla, başka bir deyişle her yıl yenilen­ mesi gereken bir organizma olarak sunulur. Bazı ayrıcalıklı kişiler bir t ü r meyve veya ağacın y a k ı n ı n d a k i bir kaynak aracılığıyla "mutlak gerçeğe," gençleşmeye, ö l ü m s ü z l ü ğ e erişebilir."' Kozmik Ağacın, d ü n y a n ı n merkezinde b u l u n d u ğ u ve üç kozmik bölgeyi birleştirdiği d ü ş ü n ü l ü r ; ç ü n k ü ağacın kökleri yeraltına uzanmak-



* Kutsal evlilik -çn. 2 7



Krş. Dinler Tarihine Gins, § 99 vd. 59



MINSO. INANCIAR Vt" IINUNClT-t'K fAHtllf • I



ta ve tepesi g ö k y ü z ü n e d e ğ m e k t e di r .



;s



D ü n y a n ı n düzenli aralıklarla yemlenmesi gerektiğine g ö r e , heı Yeni Yvlda, kozmogoni ritüel b i ç i m i n d e yinelenecektir. Bu mitsel-ritüel senaryoya Yakındo­ ğ u ' d a ve Hint-Iranlılarda r a s t l a n m a k t a d ı r . Ama bir anlamda neolitik çağın dinsel anlayışlarını s ü r d ü r e n ilkel tarım t o p l u m l a r ı n d a da bu senaryoyu buluyoruz. Te­ mel d ü ş ü n c e - k o z m o g o n i n i n tekranyla d ü n y a n ı n yenilenmesi- k u ş k u s u z daha es­ k i , t a n m öncesi d ö n e m e aittir. Bu d ü ş ü n c e y i kaçınılmaz çeşitlenmeleriyle birlikte Avustralyalılarda ve birçok Kuzey Amerika kabilesinde buluyoruz. " Paleo-ekici2



ler ve tarımcılarda Yeni Yıla ilişkin mıtsel-ritüel senaryo ölülerin geri d ö n ü ş ü n ü de içerir ve benzer törenler klasik çağ Yunanistan'ında, eski Cermenlerde, Japon­ ya'da vb yaşar. Özellikle tarım çalışmaları çerçevesinde yaşanan kozmik zaman deneyimi, so­ nunda dairevi biçimde zaman ve kozmik döngü d ü ş ü n c e s i n e ağırlık kazandırır. D ü n y a ve insan varoluşu bitkisel hayat terimleriyle



değerlendirildiklerine g ö r e , kozmik



d ö n g ü de aynı r i t m i n sonsuz tekrarı olarak algılanır: d o ğ u m , ö l ü m , yeniden do­ ğ u m . Vedalar sonrası H i n d i s t a n ' ı n d a , b u anlayış birbiriyle uyumlu i k i öğreti ha­ linde geliştirilecektir: Sonsuza kadar yinelenen d ö n g ü l e r (yuga) öğretisi ve ruh göçü [tenasüh) öğretisi. Diğer yandan d ü n y a n ı n d ö n e m s e l yenilenmesi etrafında e k l e m l e n m i ş k a d i m d ü ş ü n c e l e r Yakındoğu'nun b i r ç o k dinsel sistemi içinde yeni­ den ele alınacak, yorumlanacak ve bu sistemlerle bütünleştirilecekti, i k i binyıl boyunca Doğuya ve Akdeniz d ü n y a s ı n a egemen olacak kozmolojilerin,



eskatoloji-



lerin* ve Mesihçiliklerin en derin kökleri, neolitiklerin kavramlarına uzanır. Mekâna, - ö n c e l i k l e konuta ve k ö y e - dinsel değerler y ü k l e n m e s i de aynı dere­ cede Önemliydi. Yerleşik hayat, "dünyayı" göçebe hayatından daha farklı bir b i ­ ç i m d e d ü z e n l e r . Tarımcı için "gerçek d ü n y a " içinde yaşadığı m e k â n d ı r : ev, k ö y , ekili tarlalar, " D ü n y a n ı n Merkezi." rimeller ve dualarla k u t s a n m ı ş m e y d a n d ı r ; ç ü n k ü insanüstü varlıklarla iletişim orada gerçekleştirilir, Yakındoğu'nun neoli­ t i k l e r i n i n evlerine ve köylerine yükledikleri dinsel anlamlan bilmiyoruz.



2 8



l



Tek



Axis mundı'nin (dünya ekseni) en yaygın ifadesi kozmik ağaçtır; ama kozmik eksen sim­ geciliği büyük olasılıkla tarım uygarlıklanndan eskidir -veya onlardan bağımsızdır- çün­ kü Kuzey kutbu bölgelerindeki bazı kültürlerde de buna rastlanır,



" Örnekler için bkz. Eüade, Aspects du mythe, s. 58 vd, Avustralyalılar tam anlamıyla bir kozmogoni bilmezler, ama insanüstü Varlıklar tarafından "dünyanın biçimlendirilmesi" onun "yaratılması"na eşdeğerdir; krş. Religions oustraliennes, s. 55 vd,



* Eskatolojı (cschatoîogy): (Yun. esclıatos "nihai") Zamanın, dünyanın insanın durumuyla ilgili, dolayısıyla kıyamete, öium sonrasına ilişkin tasavvurlar -yn. 60



nihai



I-N UZUN I5F.VKIM. TARIMIN KİİŞİ"!



bildiğimiz ancak belli bir andan iıibaren sunaklar ve tapınaklar inşa etmeye başla­ dıklarıdır. Fakat Çin'de neolitik evin simgesclligini yeniden k u r m a k m ü m k ü n ­ d ü r ; ç ü n k ü Kuzey .Asya ve Tibet'teki bazı konut türleriyle süreklilik veya benzer­ lik söz konusudur. Yang-chao neolitik k ü l t ü r ü n d e , dairesel planlı ( ç a p l a n yakla­ şık 5 metre), d a m l a r ı n direkler üzerine o t u r t u l d u ğ u ve ortalarında ocak g ö r e v i gören merkezi bir delik bulunan küçük yapılar vardı. Belki dama, ocağın hemen ü s t ü n e gelen yere d u m a n ı n çıkması için bir delik de açılmıştı. Bu evin yapısı, sert malzemeden yapılmış o l m a s ı n ı n d ı ş ı n d a , g ü n ü m ü z d e k i Moğol "yurt"uyla ay­ nıydı.



30



Yurdun ve Kuzey Asya halklarında çadırların taşıdığı kozmolojik simge -



sellik bilinmektedir. G ö k y ü z ü merkezi bir direğe yaslanan ç o k b ü y ü k bir çadır olarak algılanır: Çadır direği veya d u m a n ı n çıkması için açılmış üst delik Dünya­ nın Direği ile veya " G ö k y ü z ü Deliği"yle. Kutup Yıkhzı'yla ö z d e ş l e ş t i r i l i r . " Bu deliğe " G ö k y ü z ü Penceresi" adı da verilir. Tibetliler evlerinin d a m ı n d a k i deliğe " G ö k y ü z ü ' n u n kısmeti" veya " G ö k y ü z ü Kapısı" derler. Konutun kozmolojik simgeselligi b i r ç o k ilkel toplumda da d o ğ r u l a n m ı ş t ı r . Konut k i m i zaman ç o k açık, k i m i zaman daha ö r t ü k b i ç i m d e , bir imago ınundi ola­ rak kabul edilir. Bunun ö r n e k l e r i n e b ü t ü n k ü l t ü r d ü z e y l e r i n d e rastlandığına g ö r e , Y a k ı n d o ğ u ' n u n i l k neolitiklerinin - ü s t e l i k mimari kozmolojik simgecilik en zen­ gin gelişimini b u bölgede yaşayacağına g ö r e - b i r istisna o l u ş t u r d u ğ u n u ileri sür­ mek için bir neden yok. Konutun i k i cinsiyet arasında paylaştın İmasının da (paleolitik çağda g ö r ü l e n bir âdet, bkz. § 6) muhtemelen kozmolojik bir anlamı v a r d ı . T a r ı m c ı köylerde g ö r ü l e n b ö l ü n m e l e r genellikle hem sınıflandırıcı, hem



ritüel



nitelikli bir d ı k o t o m i y e , g ö k ve yer, erkek ve dişi vb b ö l ü n m e s i n e ; hem de ritüel a ç ı d a n antagonistik gruplara denk düşer. Daha ileride çeşitli fırsatlarla göreceği­ miz gibi, zıt i k i grup arasındaki ritüel kavgalar, özellikle Y'eni Yıl senaryolarında ö n e m l i bir r o l oynar, ister Mezopotamya'da o l d u ğ u gibi mitsel bir kavganın tek­ rarı (§ 22), ister yalnızca i k i kozmogonik ilke (kış/yaz; gündüz/gece; ölüm/hayat) arasındaki çatışma söz konusu olsun, derindeki anlam aynıdır: Çatışmalar, yarış­ malar, kavgalar hayatın yaratıcı güçlerini u y a n d ı r ı r , kışkırtır veya a r t ı r ı r . " Ne1



0



R. Steın, "Architecture et pensée religieuse en Extrême-Orient," s, 168. Bkz. a.y., başka bir Çin neolitik konutunun betimlemesi: Yansı yenn altında kalan, aşağı inen basamakları olan kare veya dikdörtgen yapılar.



11



Krş. Eliade, Le chamanüme, s. 213.



l î



Krş. Eliade, "Remarques sur le dualisme religieux: dyades et polarités," Nostalgie des Origines içinde, s. 249-336, özelikle s. 315 vd. 61



DİNSEL İNANÇLAR VE DÛŞUNCELLR TABİİ II • 1



o l i t i k tarımcılar tarafından geliştirildiği anlaşılan bu biyo-kozmolojik



yaklaşım,



zaman içinde b i r ç o k kez yeniden yorumlanacak, hatta bozulmalara uğrayacaktır. Ö r n e ğ i n bazı dinsel d ü a l i z m türlerinde bu anlayış neredeyse tanınmaz hale gel­ miştir. T a r ı m ı n keşfinin ortaya çıkardığı b ü t ü n dinsel yaratımları saydığımız



iddi­



a s ı n d a değiliz. Neolitik çağın k i m i zaman binlerce yıl sonra serpilip gelişecek ba­ zı d ü ş ü n c e l e r i n i n ortak kaynağını göstermeyi yeterli bulduk. Tarımsal bir yapıya sahip dinselligin yayılmasının sayısız çeşitlenme ve b u l u ş a karşın, belli bir temel birlik o l u ş m a s ı n a yol açtığını da ekleyelim; b u birlik, Akdeniz, Hindistan ve Çin kadar uzak yerlerdeki köylü t o p l u m l a r ı n ı g ü n ü m ü z d e bile birbirine yaklaştırmak­ tadır.



13. Y a k ı n d o ğ u ' n u n



Neolitik D i n l e r i —



Neolitik çağdan demir çağma



kadar,



dinsel d ü ş ü n c e l e r ve inançlar tarihinin uygarlık tarihiyle iç içe geçtiği söylenebi­ lir. Her teknolojik b u l u ş a , her ekonomik ve toplumsal yeniliğe i k i n c i bir dinsel anlam ve değer k a t m a n ı eşlik eder gibidir. Bundan sonraki sayfalarda neolitik ça­ ğın bazı b u l u ş l a r ı n a d e ğ i n d i ğ i m i z d e , o n l a r ı n dinsel "yankısını" da hesaba katmak gerekecektir. Bununla birlikte açıklamaların b ü t ü n l ü ğ ü n ü zedelememek için, bu y ö n ü her zaman ö n e çıkartmayacağız, Û m e g i n Eriha k ü l t u r ı i n ü n b ü t ü n yönleri, aslında dinsel bir y o r u m u da hak et­ mektedir. Burası, çömlekçiliği bilmemesine r a ğ m e n , belki de d ü n y a n ı n en eski ş e h r i d i r (y. M Û 6850, 6 7 7 0 ) . " Ama surlar, b ü y ü k kule, geniş kamu yapıları



-



bunlardan en az biri ritüeller için yapılmışa benzemektedir- M e z o p o t a m y a ' n ı n ge­ lecekteki şehir-devletlerinin habercisi olan toplumsal b ü t ü n l ü ğ ü ve ekonomik ör­ g ü t l e n m e y i g ö s t e r m e k t e d i r . Garstang ve Kathleen Kenyon, pek sık rastlanmayan bir yapısı olan bazı binalar ortaya çıkardılar ve bunlara "tapınaklar" ve "aile şa­ pelleri" adlarını verdiler. Dinsel nitelikleri açık olan belgeler a r a s ı n d a k i i k i k a d ı n heykelciği ve hayvanları temsil eden birkaç başka heykel bir bereket tapımına işa­ ret ediyor. Bazı yazarlar, Garstang'ın 1930'larda b u l d u ğ u ü ç alçı resmin kalıntıla­ rına özel bir anlam yüklediler: Bu resimlerin sakallı bir erkeği, b i r kadını ve b i r çocuğu tasvir ettiği d ü ş ü n ü l d ü . Gözler deniz kabuklanyla gösterilmişti. Garstang bu kalıntıların bilinen en eski tanrısal üçlü olarak tanımlanabileceği k a n ı s ı n d a y d ı ;



K. M. Kenyon. Archaeology in ıhe Holy Land, s, 39 vd, "Dünyanın ilk şehri" ifadesi Childe ve R. J. Braidwood tarafından eleştirilmişti. Kathleen Kenyon'• gore ilk Natuflular büyük kaynağın yakınında bir tapınak yapmışlar, bu tapınak MÖ 7800'den once yakılmıştı. 62



EN UZUN DEVRİM: TARIMIN KEŞFİ



b ü y ü k olasılıkla daha sonra Yakındoğu'ya egemen olacaklara benzer bir m i t o l o j i söz konusuydu. Ama bu y o r u m hâlâ t a r t ı ş m a l ı d ı r .



M



Ölüler ev tabanlarının altına g ö m ü l m ü ş t ü . Kathleen Kenyon'm t o p r a ğ ı n altın­ dan çıkarttığı birkaç kafatasında tuhaf bir hazırlık göze ç a r p m a k t a d ı r : " Kafatasla­ r ı n ı n alt b ö l ü m l e r i a l ç ı d a n kalıba d ö k ü l m ü ş ve gözler deniz kabuklarıyla gösteril­ miştir; öyle k i b u kafataslan gerçek portrelere benzetilmiştir. Bir kafatası tapımım n söz konusu o l d u ğ u n a k u ş k u y o k t u r .



10



Ama bireyin yaşarkenki halinin anısı­



nın korunmaya çalışıldığı da söylenebilir. Kazılarda alın kemikleri kırmızıya b o y a n m ı ş ve yüzleri kille yeniden şekillen­ d i r i l m i ş kafataslarının ortaya çıkarıldığı Tel Ramad'da (Suriye, Sam yeniden kafatası tapımıyla karşılaşıyoruz.



37



yakınında)



Kilden birkaç insan heykelciği de yine



Suriye'den (Tel Ranıad ve Byblos ICebail}), daha kesin bir ifadeyle M Ö 5000'e ait katmanlardan çıkarılmıştır. Byblos'ta bulunan heykelcik çift cinsiye i l i d i r .



1,3



Filis­



tin'de bulunan ve y. M Ö 4500'e ait k a d ı n heykelcikleri ise, Ana Tanrıça'yı, ü r k ü ­ t ü c ü ve şeytani bir g ö r ü n ü m d e s u n m a k t a d ı r .



M



Demek k i bereket tapımı ve ölüler tapımı uyumlu g ö z ü k m e k t e d i r .



Nitekim



Eriha'nın çömlekçilik öncesi k ü l t ü r ü n d e n daha eski olan -ve muhtemelen bu kül­ t ü r ü e t k i l e m i ş - A n a d o l u ' d a k i Hacılar ve Ç a t a l h ö y ü k kültürleri ( M Ö 7000) benzer inançların varlığını g ö s t e r m e k t e d i r . Kafatası tapımı Hacılar da yaygın bir b i ç i m d e d o ğ r u l a n m a k t a d ı r . Çatalhöyük'te iskeletler ev tabanlarının altına, cenaze armaganlarıyla birlikte g ö m ü l m ü ş t ü : m ü c e v h e r l e r , yarı değerli taşlar, silahlar, k u m a ş l a r , a h ş a p kaplar v b .



40



1965'e kadar kazılan kırk tapınakta çok sayıda taş ve k i l hey­



kelcik bulundu. Başlıca tanrısal varlık, çeşitli g ö r ü n ü m l e r i y l e temsil edilen Ana Tanrıça'dır: bir ç o c u k (ya da bir boğa) d o ğ u r a n genç ana ve yaşlı kadın ( k i m i za-



5 1



Krş. Anati, Palestine Before the Hebrews, s. 256, Garstang'ın yorumunu kabul eder. Karsı çıkan: j . Cauvin, Religions neolitfiiques ile Syro-Palesline, s. 51.



3 5



K. Kenyon, Archaeology in the Holy Land, s 50.



3 6



Kenyon, Digging up Jericho, s. 53 vd, 84 vd. Aynca bkz. Müller-Karpe, Handbuch. c. I I , s 380-81; J. Cauvin, a.g.y., s. 44 vd.



17



Contenson kazılan, özetleyen: J. Cauvin, a.g.y., s. 59 vd ve Resim 18.



5 8



Contenson (Tel Ramad) ve Dunand (Byblos) kazılan, özetleyen: Cauvin, a.g.y., s. 79 vd ve Resim 26, 28.



3 9



Bkz. Munhata, Tel Aviv ve Şaar-Ha-Golan'da bulunmuş heykelcikler; resimleri Cauvin tarafından basılmıştır, Resim 29-30.



, 0



James Mellaan, Colai Muyük: A Neolithic Town of Anatolia, s. 60 vd; aynı yazar, Earliest Civilizations of the Near East, s. 87 vd. 63



DİNSEL I N A N Ç U I İ Ve nÜşUNCELfc'K TARİHİ - I



man y a n ı n d a avcı bir kus da v a r d ı r ) . Erkek tanrısallığı bir çocuk ya da ergen bi­ ç i m i n d e - t a n r ı ç a n ı n oğlu ya da sevgilisi-



ve k i m i zaman onun kutsal hayvanı



olan b o ğ a n ı n ustıine b i n m i ş olarak gösterilen sakallı bir yetişkin b i ç i m i n d e beli­ rir. Duvarlardaki resimlerin çeşitliliği şaşırtıcıdır; birbirine benzeyen i k i tapınak yoktur. Boyları k i m i zaman i k i metreyi bulan alçı, a h ş a p veya kilden şekillendi­ rilmiş tanrıça k a b a r t m a l a r ı ve b o ğ a kafaları - t a n r ı n ı n epifanileri- duvarlara sıra­ lanmıştır. Cinsel imgeler yoktur, ama k i m i zaman k a d ı n göğsü ve boga boynuzu —hayatın simgeleri- bileştirilmiştir. Bir tapmakta (y, M Û 6200) duvarlara asılı boga başlarının altına k o n m u ş d ö r t erkek kafatası vardır. Duvarlardan b i r i , başla­ rı kesilmiş insanlara saldıran insan bacaklı akbabaları tasvir eden resimlerle süs­ lenmiştir. Anlamını b i l e m e d i ğ i m i z , ama k u ş k u s u z önemli b i r mitsel-ritüel yapı t o p l u l u ğ u soz konusudur. Hacılar'da, M Û 5700'e tarihlendirilen bir d ü z e y d e , tanrıça, bir leoparın sırtına o t u r m u ş olarak veya ayakla, kucağında bir leopar yavrusu tutarken g ö s t e r i l m i ş ­ tir; ayrıca ayakta, otururken, diz ç ö k m ü ş , tek başına u z a n m ı ş olarak veya y a n ı n d a bir ç o c u k l a temsil edildiği de g ö r ü l ü r . K i m i zaman çıplaktır ve üzerinde yalnızca cinsel o r g a n ı n ı ö r t e n m i n i k b i r parça vardır. Burada da k i m i zaman genç, k i m i zaman daha yaşlı s u n u l m u ş t u r . Daha y a k ı n tarihli bir düzeyde ( M Ö 5435, 5200), yanlarında ç o c u k veya bir hayvan olan tanrıça heykelcikleri, erkek heykelleriyle birlikte yok olur. Buna karşılık Hacılar k ü l t ü r ü n ü n son aşamalarının ayırt edici özelliği geometrik desenlerle zengin bir biçimde s ü s l e n m i ş , hayranlık uyandıran çömlekçiliğidir. ' 4



Tel Halef adı verilen kültür, " Anadolu kültürleri yok o l d u ğ u sırada ortaya çı­ 4



kar. Kuzeyden men bir halk, belki de Hacılar ve Çatalhoyuk'ten kaçanlar taralın­ dan k u r u l m u ş a benzeyen b u k ü l t ü r d e bakır bilinmektedir. Tel Halefteki



dinsel



yapı buraya dek incelediğimiz kültürlerde k i n d en pek tarklı değildir. Ölüler, içle­ rinde k i l heykelciklerin de yer aldığı armağanlarla birlikte g ö m ü l m ü ş t ü r . Yabani boğaya erkek ü r e m e g ü c ü n ü n tezahürü olarak lapılrnaktadır. Boga



imgelerinin,



o k ü z başlarının, koç başlarının ve çift ağızlı baltaların hiç k u ş k u s u z b ü t ü n antik Yakındoğu dinlerinde çok ö n e m l i bir yer tutan fırtına tanrısıyla ilişkili bir tapım olarak rolleri v a r d ı . Bununla birlikte çok sayıdaki t a n n ç a imgesine karşılık, er-



4 1



1



Mellaart, "Hacilar: A Neolithic Village Site," s. 94 vd; aynı yazar, Earliest Civilizations oj the Near East, s. 102 vd.



" Musul yakınındaki Arpaciye köyündeki Tel Halef sıt alanından ötürü bu adla anılmak­ tadır. 64



1!N U7.UN DEVRİM TARIMIN KlIiTt



kek heykelciklerine rastlanmamıştır; güvercinlerin eşlik ettiği, memeleri abartılı boyutlarda, b i r ç o k kez ç ö m e l m i ş durumda tasvir edilmiş bu tanrıça figürlerinde tam bir Ana Tanrıça imgesi bulamamak z o r d u r ,



45



Halef k ü l t ü r ü M Ö 4400-4300'e d o ğ r u yıkıldı veya yok oldu; bu arada G ü n e y Irak kaynaklı el-Ubeyd k ü l t ü r ü b ü t ü n Mezopotamya'ya yayılıyordu. Bu kültürün Varka'da (Sümercede U r u k , Sami dilinde Ereş) MO 4325'e d o ğ r u var o l d u ğ u da kanıtlanmıştır. Diğer hiçbir tarihöncesi k ü l t ü r buna benzer bir etki y a r a t m a m ı ş ­ tır. Maden işlemeciliğinde gösterilen ilerleme ç o k b ü y ü k t ü r (.bakır baltalar, çeşit­ li altın nesneler). T a r ı m ı n ilerlemesi ve ticaret sayesinde zenginlik b i r i k i r . Nere­ deyse doğal b ü y ü k l ü ğ ü n d e k i mermer bir insan kafasının ve hayvan b a ş ı n ı n k u ş ­ kusuz dinsel bir anlamı vardır. Gavra tipi bazı m ü h ü r l e r d e ibadet sahneleri (öküz başlarıyla s ü s l e n m i ş sunakların çevresinde t o p l a n m ı ş insanlar, ritüel



dansları,



hayvan amblemleri vb) tasvir edilmiştir. İnsan figürleri çok şematik ç i z i l m i ş t i r . Zaten b ü t ü n el-Ubeyd k ü l t ü r ü n ü n ayırt edici Özelliği, figüratif olmayan eğilim­ dir. M u s k a l a r ı n üzerine çizilen tapınaklar belirli yapıların kopyaları değildir, b i r tür paradigmatik t a p ı n a k imgesini temsil ederler, Kaymaktaşından insan heykelcikleri b ü y ü k olasılıkla rahipleri temsil eder. Gerçekten de el-Ubeyd d ö n e m i n i n en anlamlı yeniliği, anıtsal tapınakların ortaya çıkışıdır.



41



Bunların en dikkat çekicilerinden b i r i 70 metre u z u n l u ğ u n d a , 66 met­



re genişliğinde ve 13 metre y ü k s e k l i ğ i n d e bir platformun üzerinde



yükselen



22,3x 17,5 metre b o y u t l a r ı n d a k i Ak Tapınak'tır ( M Ö 3100). Eski tapınakların ka­ lıntılarının da kullanıldığı b u platform, bir ziggurat o l u ş t u r m a k t a d ı r ; bu kutsal "dag"ın simgeselligi ü z e r i n d e daha ileride duracağız (§ 54).



14. Neolitik Çağın Manevi Y a p ı l a r ı — Konumuz açısından tarımın ve daha son­ ra da m e t a l ü r j i n i n Ege ve Dogu Akdeniz'e, Yunanistan'a, Balkanlar'a ve Tuna bo­ yuna ve Avrupa'nın geri kalanına yayılmasını izlemenin bir yararı yok; Hindis­ tan'a, Çin'e ve G ü n e y d o ğ u Asya'ya d o ğ r u yayılmasını izlemek de gereksiz. Yalnız­ ca başlangıçta t a r ı m ı n A v r u p a ' n ı n bazı bölgelerine çok yavaş girdiğini belirtmek­ le yerinelim. Bir yandan buzul çağı sonrasının i k l i m i Orta ve Batı A v r u p a ' n ı n mezolitik t o p l u m l a r ı n ı n av ve balıkçılık ürünleriyle ayakta kalmasına olanak veri-



Müller-Karpe'de genel sunuş ve kaynakça, e. I I , s. 59 vd. Halef heykelcikleri ve ıııoııllennin dinsel simgeselligi için krş. B. L. Goff, Symbols of Prehistoric Mesopotamia, s. 11 vd. " Bkz. Müller-Karpe, Handbunch, c I I , s. 61 vd, 339, 351, 423, M. E, L Mallowan, Early Mesopotamia and Iran, s. 40 vd (Ak Tapınak). 65



DİNSEL INANU-Alt VF. HUŞUNCTT ! r T A R İ H İ - ı :



y o r d u . Diğer yandan tahıl ekimini ılıman ve ormanlarla kaptı bir bölgeye uyarla­ mak gerekiyordu. İlk tarım toplulukları akarsu boylarında ve b ü y ü k o r m a n l a r ı n kenarlarında gelişti. Bununla birlikte Y a k ı n d o ğ u ' d a M Ö 8000'e d o ğ r u başlayan ne­ olitik t a r ı m ı n yaygınlaşması kaçınılmaz bir süreç olarak g ö r ü n ü y o r d u . Bazı halk­ ların, özellikle de hayvancılık belirginleştikten sonra direnmelerine karşın, Avru­ pa kolonizasyonunun ve sanayi devriminin etkileri hissedilmeye başladığında, ye­ nilebilir bitkilerin e k i m i n i n yayılması Avustralya ve Patagonya'ya yaklaşmıştı. Tahıl ekiminin yaygınlaşması belirli ritüelleri, mitleri ve dinsel düşünceleri de beraberinde taşıdı. Ama söz konusu olan mekanik bir süreç değildi. Yalnızca arkeolojik belgelerle sınırlı kaldığımızda - k i d u r u m u m u z budur, başka bir deyiş­ le, öncelikle mit ve ritüellerin dinsel anlamlarını yok saydığımızda b i l e - Avrupa neolitik kültürleri onların D o ğ u l u kaynakları arasında yine de k i m i zaman çok önemli boyutlar kazanan farklılıklar saptanmaktadır. Ö r n e ğ i n Tuna bölgelerinde bulunan ç o k sayıda resmin doğruladığı boga t a p ı m m ı n Y a k ı n d o ğ u ' d a n geldiği ke­ sindir. Bununla birlikte Girit'te veya İndüs'ün neolitik k ü l t ü r l e r i n d e g ö r ü l d ü ğ ü gibi, boga kurban etme adeti h a k k ı n d a bir kanıt yoktur. Aynı şekilde tanrı putları veya D o ğ u d a ç o k yaygın putlar olan Ana Tanrıça ve çocuk ikonografik



ikilisi,



Tuna boyu bölgelerinde ender g ö r ü l m e k t e d i r . Üstelik mezarlarda bu tur heykel­ ciklere hiç r a s t l a n m a m ı ş t ı r . Bazı yakın tarihli b u l u ş l a r G ü n e y d o ğ u Avrupa'nın arkaik k ü l t ü r l e r i n i n , yani Marija G i m b u t a s ' ı n "Eski Avrupa uygarlığı" adını verdiği yapının



özgünlüğünü



parlak bir biçimde d o ğ r u l a d ı . Gerçekten de b u ğ d a y ve arpa e k i m i n i , koyunun, s ü r ü h a y v a n l a r ı n ı n ve domuzun evcilleştirilmesini içeren bir uygarlık M Ö 7000'e d o ğ r u ya da daha once eşzamanlı olarak Yunanistan ve İtalya kıyılarında, Girit'te, G ü n e y Anadolu'da, Suriye'de, Filistin'de ve Bereketli Hilal'de' ' ortaya çıkar. Rad1



yokarbon ö l ç ü m l e r i n e göre saptanan tarihlere dayanak bu kültürel y a p ı n ı n Yuna­ nistan'da Bereketli H i l a l d e n , Suriye'den, Kilikya'dan veya Filistin'den daha geç g ö r ü l d ü ğ ü ileri s ü r ü l e m e z . Bu k ü l t ü r ü n " i l k itici g ü c ü " nereden aldığı h e n ü z b i ­ linmemektedir. " Fakat Anadolu'dan Yunanistan'a gelen, ekilmiş bitkilere ve evcil4



leşiirilmiş hayvanlara sahip bir g ö ç m e n akınını gösteren arkeolojik kanıtlar yok-



Dogu Akdeniz'den Basra Körfezı'ne uzanan hilâl şeklindeki bölge - y n . 4 1



Marija Gimbuıas, "Old Europe c. 7.000-3.500 B.C," s. 5.



'"' Zaten sûru hayvanlan, domuz ve bir tur buğdayın (einkorn buğdayı) Avrupa'da yerli ataları bulunmaktadır: Gimbuıas, a.y. 66



EN U Z U N ' DEVRİM TAKİMİN K E S H



Kökeni ne olursa olsun, "arkaik Avrupa uygarlığı" kendisini hem Yakındoğu hem de Orta ve Kuzey Avrupa k ü l t ü r l e r i n d e n farklılaştıran, ö z g ü n bir d o ğ r u l t u d a gelişti, M O 6500 ila M Ô 5300 arasında Balkan y a r ı m a d a s ı ve Orta Anadolu'da güçlü bir kültürel atılım yaşandı. Ç o k sayıda nesne (ideogramlı m ü h ü r l e r , insan ve hayvan figürleri, vahşî hayvan biçimli vazolar, tanrı maskeleri resimleri) ritu­ el etkinliklerinin varlığını göstermektedir. M Ö 6000'in ortalarına d o ğ r u , hendek­ ler veya duvarlarla korunan ve nüfusu 1000 kişiye kadar ulaşan köyler ç o ğ a l ı r .



47



Çok sayıda sunak, tapmak ve çeşitli t a p ı m nesneleri i y i ö r g ü t l e n m i ş bir dinin varlığını k a n ı t l a m a k t a d ı r . Bükreş'in 60 k m . g ü n e y i n d e k i eneolitik* çağa ait Cascioarele kazı a l a n ı n d a , duvarlarına sarımtırak beyaz fon üzerine m u h t e ş e m k ı r m ı z ı ve yeşil sarmalların çizildiği b i r t a p ı n a k g ü n ışığına çıkarılmıştır. Hiçbir heykel­ cik b u l u n a m a m ı ş t ı r ; ama b i r i i k i metre boyunda diğeri daha k ü ç ü k i k i s ü t u n axis murıdı'yi simgeleyen bir kutsal direk tapınıına işaret etmektedir. * Bu tapmağın 41



ü s t ü n d e daha yakın tarihli b i r başka tapınak vardı ve onun içinde bir kutsal me­ k a n ı n pişmiş topraktan maketi bulundu. Bu maket oldukça etkileyici bir m i m a r i yapı t o p l u l u ğ u n u temsil etmektedir: Yüksek bir kaide üzerine o t u r t u l m u ş d ö r t ta­ pmak, * 4



Balkan y a r ı m a d a s ı n d a b i r ç o k tapınak maketi bulundu. Ç o k sayıda başka bel­ geyle ( k ü ç ü k heykeller, masklar, çeşitli figüratif olmayan simgeler vb) beraber, bunlar içeriğine h e n ü z erişilememiş bir dinin zenginliğini ve k a r m a ş ı k l ı ğ ı n ı g ö s ­ termektedir.



50



Dinsel yoruma açık neolitik belgelerin hepsini sıralamak yararsız



, 7



olacaktır.



Buıılann yanında İsviçre gollerinde bulunanlar gibi konut grupları kuçuk köylere ben­ zemektedir; Gimbutas, s. 6.



" Bakırın kullanılmaya başlandığı tarihöncesi devir; kalkolitik de denir -yn. w



Vladimir Dumıtrescu, "Edifice destiné au culte découvert â Câscioarele," s, 21. Her iki sütunun da içi boştur, bu da onlann agaç gövdeleri etrafına döküldüklerim gösterir; fl.g.y., s. 14, 21. Axis mimdi sımgeselligi Kozmik Ağaçla Kozmik Sütunu (coluıma uıüvcrsalis) özdeşleştirir. Dumıtrescu'nun aktardığı radyokarbonla ölçülmüş tarihler, MO 4035 ila 3620 arasında değişmektedir (krş. s, 24, dipnot 25); Marya Gimbutas "y. M O 5000" tarihinden söz etmektedir ("Old Europe," s. 11 ).



1 9



Hortensia Dumıtrescu, "Un modele de sanctuaire découvert à Câscioarele," Resim l ve 4 (Gimbutas da Resim 4'ün bir kopyasını yayımlamıştır, Resim l , s. 12).



5 0



Gimbutas'a gore, "arkaik Avrupa uygarlığı" daha MO 5300-5200'e doğru, yanı Sümer'den 2000 yıl önce (s. 12) bir yazı da geliştirmişti (krş. Resim 2 ve 3). Bu uygarlık, MÖ 3500'den sonra, Karadeniz bozkırlarından gelen halkların istilasının ardından dağıl­ maya başlamıştı (s. 13). 67



DİNSEL İNANÇLAR VE D U Ş Ü N Ü ' L E R TAttIUI - ]



Bazı ç e k i r d e k bölgelerin (Akdeniz, Hindistan, Çin, G ü n e y d o ğ u Asya, Orta Ameri­ ka) dinsel tarihoncesme değinirken, zaman zaman bu belgelerden soz



edeceğiz.



Neolitik dinlerin, yalnızca arkeolojik belgelere indirgendiklerinde ve bazı tarım t o p l u m l a r ı n ı n metinleri veya XX, yüzyıl b a ş ı n d a hâla yaşayan gelenekleri ışığında ele a l ı n m a d ı k l a r ı n d a , dar düşünceli ve tekdüze g ö r ü n m e tehlikesi taşıdıklarını ş i m d i d e n belirtelim. Arkeolojik belgeler, dinsel hayat ve düşünce hakkında bize parçalı ve dolayısıyla s a k a t l a n m ı ş bir g ö r ü n t ü sunar. En eski neolitik k ü l t ü r l e r i n dinsel belgelerinin neleri ortaya çıkardığını g ö r m ü ş t ü k : Tanrıça ve fırtına tanrısı (epifanileri:



boğa, ö k ü z başı) heykelciklerinin işaret ettiği ölüler ve bereket



t a p ı n ı l a n ; b i t k i l e r i n b ü y ü m e "gizem"iyle ilişkili inançlar ve ritüeller; d o ğ u m - y e niden d o ğ u m (erginlenme) benzeştirmesini beraberinde getiren kadın-toprak-bitki özdeşliği; b ü y ü k olasılıkla ö l ü m d e n sonra varoluş u m u d u ; " D ü n y a n ı n Merkezi" simgesel ligini ve oturulan konutun imago mundi olarak algılanmasını içeren b i r kozmoloji. G ü n ü m ü z d e k i bir ilkel tarım t o p l u m u n u g ö z l e m l e m e k , toprağın bere­ keti ve haya t-Ölüm-ölümden sonra varoluş d ö n g ü s ü d ü ş ü n c e l e r i etrafında örül­ m ü ş bir d i n i n zenginliğini ve karmaşıklığını anlamaya yeter,



51



Zaten Y a k ı n d o ğ u ' n u n arkeolojik belgelerine i l k metinler eklendiği anda, bun­ ların yalnızca k a r m a ş ı k ve derin olmakla k a l m a y ı p , uzun s ü r e d i r ü s t ü n d e düşü­ n ü l m ü ş , yeniden y o r u m l a n m ı ş ve k i m i zaman anlaşılmaz, neredeyse çözülmesi olanaksız bir hale gelmeye başlamış bir anlamlar evrenini ortaya k o y d u k l a r ı sap­ tanır. Bazı ö r n e k l e r d e erişebildiğimiz ilk metinler z a m a n ı h a t ı r l a n a m a y a c a k kadar eski, geçerliliğini yitirmiş ya da yarı yanya u n u t u l m u ş dinsel yaratımların yakla­ şık anılarını sunarlar. Ö n e m l i olan, elimizdeki belgelerin neolitik çağın g ö r k e m l i m a n e v i y a t ı n ı "şeffaflaştırmaya" y e t m e d i ğ i n i u n u t m a m a k t ı r . Arkeolojik belgelerin anlambilimsel olanakları sınırlıdır ve ilk metinler metalürjiyle, kent u y g a r l ı ğ ı y ­ la, krallıkla ve ö r g ü t l ü b i r ruhban sınıfıyla u y u m l u dinsel düşüncelerden çokça e t k i l e n m i ş bir d ü n y a g ö r ü ş ü n ü yansıtırlar. Ama neolitik çağın manevi y a p ı l a n , b ü t ü n l ü ğ ü içinde b i z i m açımızdan erişil­ mez kalsa da,







köylü t o p l u m l a r ı n geleneklerinde bunun d a ğ ı n ı k p a r ç a l a n korun­



m u ş t u r . "Kutsal m e k â n ' l a r l a (krş. § 8), bazı t a m n ve cenaze ritüellerinin sürekli-



Vaıolardan ve tunç eşyalardan çıkartılan bezeme motifleri ikonografisinin ve sırr.geselliginin karşılaştınnalı çözümlemesi, tarihoncesme ait bir din hakkındaki bilgiler, kimi zaman önemli ölçüde genişletebilir. Ama bu olgu, üzerleri boyanmış çömlekler ortaya çıktıktan itibaren ve özellikle de maden çağında doğrulanmaktadır. Elbette Ortadoğu ve Avrupa'nın arkeolojik neolitik çağından söz ediyoruz. 68



F.N U7.UN DEVRİM "IARIMIN KESKİ



liginin k a n ı t l a n m a s ı n a bile artık gerek yoktur. XX. yüzyıl Mısır'ında



ritiiellerde



kullanılan ekin demeti, eski anıtlarda g ö r ü l d ü ğ ü biçimde b a ğ l a n m a k t a d ı r ve eski anıtlardaki resimlerde t a r i h ö n c e s i n d e n miras kalmış bir âdetin kopyalarıdır. Pet­ ra* çağı Arabistan'ında son demet, "ihtiyar Adanı" adıyla, yani firavunlar çağı Mısır'ında verilen adla g ö m ü l ü y o r d u . Romanya ve Balkanlarda cenaze törenleri ve ölüler b a y r a m ı m ü n a s e b e t i y l e dağıtılan tahıl bulamacına kotiva denir. Aynı is­ me (Kollyvn) ve sunguya antik Yunanistan'da da rastlanmaktadır, ama bu adetin da­ ha da arkaik o l d u ğ u n a k u ş k u y o k t u r (Dipylon mezarlarında da bunun izlerine rastlandığı d ü ş ü n ü l m e k t e d i r ) . Leopold Schnıidt, orta ve g ü n e y d o ğ u Avrupa k ö y ­ lülerinde XX. yüzyıl başında hâlâ geçerli olan bazı mitsel-ritüel senaryoların, Ho­ rneros öncesi antik Yunanistan'da k a y b o l m u ş m i t o l o j i ve ritüel parçalarını koru­ d u k l a r ı n ı s a p t a m ı ş t ı r . Ö r n e k l e r i daha fazla s ü r d ü r m e y e gerek yok. Yalnızca bu tur ritüellerin 4000-5000 yıl dayandığını, bu s ü r e n i n son 1000-1500 yılının ise katılıklarıyla t a n ı n a n i k i t e k t a n n l ı d i n i n , Hıristiyanlık ve Islamın yakın g ö z e t i m i altında yaşandığını vurgulayalım.



15. Metalürjinin Dinsel Bağlamı: Demir Çağı Mitolojisi— "Cilalı taş m i t o l o j i s i ' n i n yerini "maden mitolojisi" aldı; b u m i t o l o j i n i n en zengin ve belirgin b ö ­ l ü m ü demir etrafında geliştirildi. Hem " i l k e l l e r i n hem de tarihöncesi halkların yüzeydeki demirli mineralleri k u l l a n m a y ı Ö ğ r e n m e d e n uzun süre önce de göktaşı d e m i r i n i işledikleri biliniyor. Bazı mineralleri taş gibi işliyor, yani onları taştan aletler yapmaya yarayan hammaddeler olarak g ö r ü y o r l a r d ı . " Cortez, Aztek ön­ derlerine bıçaklarını neden y a p t ı k l a n n ı s o r d u ğ u n d a , g ö k y ü z ü n ü g ö s t e r m i ş l e r d i . Gerçekten de Yeni D ü n y a ' n ı n tarihöncesi katmanlarında yapılan kazılarda toprak­ tan çıkarılmış hiçbir demir izine r a s t l a n m a m ı ş t ı r .



51



Doğulu paleolitik çağ halkla­



rının da benzer d ü ş ü n c e l e r i paylaştıkları anlaşılıyor. D e m i r i ifade eden en eski kelime olan S ü m e r c e



AN.BAR,



"gökyüzü" ve "ateş" işaretleriyle yazılıyordu. Bu



kelime genellikle "göksel maden" veya "yıldız-maden" diye çevrilir. Ç o k uzun s ü ­ re Mısırlılar yalnızca göktaşı d e m i r i n i biliyorlardı. Hititlerde de aynı d u r u m ge­ çerliydi: M Ö XIV. yüzyıla ait bir metin, H i t i t krallarının " g ö k y ü z ü n ü n siyah de-



* el-Betra (Ar.). Arabistan'da şehir. Kızıldeniz ile Lui Golü arasında MO VI,-II. yüzyıl arası Nebatîlerin başkentiydi -yn. 5 5



Krş. Eliade, Forgerons et Alchimistes, s 20.



''" R. C. Forbes, Metaüurgy in Antiquity, s. 401. 69



DIMSLI. INANÇ'-AR VE DÜŞÜNCELER TARH [I -1



m i n " n i k u l l a n d ı k l a r ı n ı belirtir. Ama maden az b u l u n u y o r d u (altın kadar değerliydi) ve kullanımı daha çok r i ­ mel amaçlıydı. Maden filizlerinin eritilmesinin keşfi, insanlık tarihinde yeni bir aşamayı başlattı. Bakır ve t u n ç t a n farklı olarak, demir metalürjisi çok kısa sürede sanayileşti. Manyetik demir oksiti veya demir oksiti eritmenin sırrı bir kez bulu­ nunca, çok b ü y ü k miktarda maden temin etmekte zorlukla karşılaşılmadı; çünkü yataklar çok zengin ve işletilmeleri de kolaydı. Ama topraktan çıkarılan maden f i ­ lizi göktaşı demiri gibi i ş l e n m i y o r d u ve erimesi de b a k ı r ve tunçtan farklıydı. Ancak fırınlar bulunduktan ve özellikle de akkor haline getirilmiş madeni "sert­ leştirme" tekniği geliştirildikten sonra, demir egemen konuma geçti. Yeryüzü de­ m i r i metalürjisi b u madeni g ü n l ü k k u l l a n ı m a uygun hale getirdi. Bu olgunun ö n e m l i dinsel s o n u ç l a n oldu. G ö k t a ş l a r m d a içkin göksel kutsallı­ ğın yanı sıra şimdi maden yataklarının ve filizlerinin de dahil o l d u ğ u yeraltı kut­ sallığı ortaya çıkmıştı. Madenler t o p r a ğ ı n b a ğ r ı n d a " b i t i y o r d u . " " Maden yatakla­ 5



rı ve mağaralar Yeryüzü Ana n ı n rahmiyle özdeşleştirildi. Maden y a t a k l a r ı n d a n çı­ kartılan filizler bir anlamda "ceninlet"di. Bitki ve hayvan o r g a n i z m a l a r ı n ı n haya­ t ı n d a n farklı bir zaman ritmine u y u y o r l a r m ı ş gibi, ağır ağır da olsa b ü y ü y o r l a r ve yeraltı karanlıklarında "olgunlaşıyorlardı." Demek k i o n l a r ı n Yeryüzü A n a n ı n b a ğ r ı n d a n çıkartılması hamilelik d ö n e m i tamamlanmadan yapılmış bir ameliyat­ tı. Onlara gelişme z a m a n ı (başka bir deyişle zamanın jeolojik ritmi) bırakılsa,



ma­



den filizleri olgun, " m ü k e m m e l " madenler haline gelirdi. D ü n y a n ı n her yerinde madenciler a r ı n m a y ı , orucu, murakabeyi, duaları ve ibadet davranışlarını içeren ritüeller yapar. Ritüellere y ö n veren gerçekleştirile­ cek işlemin niteliğidir, ç ü n k ü tecavüz edilemeyeceği bilinen kutsal bir alana giril­ mektedir; tanıdık dinsel evrenin parçası olmayan bir kutsallıkla, daha derin ve daha tehlikeli b i r kutsallıkla ilişki k u r u l m a k t a d ı r , İnsan sanki hukuken kendisine ait olmayan bir arazide maceraya atılmaktadır: Yeryüzü Ana'nın k a m ı n d a yaşanan ve ağır ağır ilerleyen maden gebeliğinin gizleriyle yeraltı. Bütün maden ve d a ğ mitolojileri, sayısız peri, cin, hava perisi, hayalet ve ruh; Hayat'ın jeolojik kat­ m a n l a r ı n a girdikçe karşılaşılan kutsal varlığın çok sayıda t e z a h ü r ü d ü r . Bu karanlık kutsallığı yüklenen maden filizleri fırınlara yönlendirilir.



O za­



man en g ü ç ve maceralı işlem başlar. Zanaatkar "buyume"yi hızlandırma ve ıııu-



" T. A. Rickard, Man and Metah, c. 1, s. 149. • Bkz. Forgerons et Alckimistes, s. 46 vd 0



70



HN U7.LN ULVRIM. TARIMIN KP.şll



kenımelleştirme işinde Yeryüzü A n a n ı n yerini alır. Fırınlar bir anlamda, maden filizlerinin ana k a m ı n d a b ü y ü m e y i tamamladıkları yeni ve yapay bir rahimdir. Bu nedenledir k i erime işlemine sayısız ö n l e m , tabu ve ritüel eşlik eder, ' 5



Madenci, tıpkı demirci ya da ondan önce çömlekçi gibi, bir "ateş e f e n d ı s f d i r . Maddeyi bir halden diğerine ateş aracılığıyla geçirir. Üstelik madenci, mucizevi denecek kadar kısa bir s ü r e d e maden filizlerinin " b ü y u m e ' s i n i hızlandırır, o n l a r ı "oIgun"laştırır. Demir, "daha hızlı yapma"nm o l d u ğ u kadar, Doga'da zaten var olandan farklı bir şey y a p m a n ı n da bir yolu olarak ortaya çıkar. Bu nedenle arka­ ik toplumlarda d ö k ü m c ü l e r ve demirciler, şamalıların, hekimlerin ve b ü y ü c ü l e r i n yanı sıra, "ateşin efendileri" olma gibi bir üne sahiptir. Ama madenin farklı ve çelişkili değerler içeren niteliği - h e m kutsal hem de "şeytani" güçlerle y u k l ü d ü r madencilere ve demircilere de geçer: Bunlara hem çok saygı gösterilir hem de on­ lardan korkulur, t o p l u m u n uzağında tutulur, hatta hor g ö r ü l ü r l e r . ^ Ç o k sayıda mitolojide, tanrısal demirciler tanrıların silahlarını döver, böylece o n l a r ı n ejderhalara veya diğer canavar varlıklara karşı zafer k a z a n m a l a r ı n ı sağlar­ lar. Kenan mitinde "Koşar-ve-Hasis" (tam çevirisi Becerikli-ve-Kurnaz) Baal için, yeraltı denizleri ve sularının efendisi Yam'ı öldüreceği i k i demir ç u b u ğ u örste d ö ­ ver (krş. § 49). M i t i n Mısır versiyonunda H o r u s u n Seth'i yenmesini sağlayan si­ lahları Ptah (Çömlekçi Tanrı) yapar. Aynı şekilde Vrtra'yla kavgasında İndra'nın silahlarını tanrısal demirci Tvastr yapar; Zeus'un Typhon'a karşı zafer k a z a n m a s ı ­ nı sağlayan yıldırımı Hephaistos döver (krş. § 84). Ama tanrısal demircinin tan­ rılarla işbirliği, dünya egemenliği için verilen tayin edici kavgaya katkısıyla sı­ nırlı kalmaz. Demirci aynı zamanda tanrıların m i m a r ı ve zanaatkarıdır, Baal sara­ yının y a p ı m ı m o yönetir ve diğer tanrıların tapınaklarını d o n a t ı r . Ayrıca bu de­ mirci tanrının m ü z i k ve şarkıyla da ilişkisi vardır; birçok toplumda demirciler ve kazancılar aynı zamanda m ü z i s y e n , ozan, şifacı ve b ü y ü c ü d ü r , " Demek k i 5



farklı k ü l t ü r d ü z e y l e r i n d e (bu da b ü y ü k antikçagın işaretidir) demircilik



sanatı,



okült teknikler ( Ş a m a n i z m , b ü y ü , şifa vb) ve şarkı, dans, şiir sanatları arasında y a k ı n bir ilişki var gibidir.



Krş. Forgerons et Alchimistes, s. 61 vd. Bazı Afnka halkları maden filizlerim "erkek" ve "dişi" diye ikiye ayınr; eski Çin'de İlk Kurucu Buyuk Yu erkek ve dişi madenler ayınmmı yapıyordu; o.g.y., s. 37. Afrika'da maden eritme işi cinsel birleşmeyle özdeş tutulur; ıı.g.y, s. 62. Afrika'daki demircilerin farklı değerleri konusunda krş Forgerons et Alchimistes, s. 89 vd. Bkz. Forgerons et Alchimistes, s. 101 vd. 71



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TAKİHI • 1



Madencilerin, metalurjistlerin ve demircilerin mesleği etrafında



kümelenmiş



b ü t ü n bu d ü ş ü n c e ve inançlar taş devrinden miras kalan hotno faber m i t o l o j i s i n i hissedilir ölçüde zenginleşt irmiş tir. Ama maddenin m ü k e m m e l leş t irilmesi işine katılma isteği ö n e m l i sonuçlar vermiştir. İnsan, doğayı d e ğ i ş t i r m e s o r u m l u l u ğ u ­ n u üstlenerek zamanın yerini almıştır; eonlarm' yeraltmm derinliklerinde " o l ­ g u n l a ş m a k " için ihtiyaç d u y d u k l a r ı n ı zanaatkar birkaç haftada verebileceği kanı­ s ı n d a d ı r ; ç ü n k ü yeraltı rahminin yerini fırın almıştır. Binlerce yıl sonra s i m y a c ı n ı n düşüncesi de bundan farklı olmayacaktır. Ben Jonson'm Tfıe Alchemist {Simyacı} adlı oyununun bir karakteri şöyle der: " K u r ş u n :



ve diğer madenler, eğer d ö n ü ş m e k için gerekli zamanı bulsalar, altın o l u r l a r d ı . " Ve başka bir simyacı ekler: "Bizim sanatımız işte bu noktada icra o l u n u r . "



00



"Za­



mana egemen olma" mücadelesi - b u mücadele en buyuk başarıya organik kimya­ n ı n sağladığı "sentetik ürünler"le ulaşacak, b u "hayatın sentetik terktbi'nde (Homunculus [küçük insan], simyacıların eski d ü ş ü ) tayin edici bir aşama o l a c a k t ı r z a m a n ı n yerini almak için verilen ve m o d e m teknoloji t o p l u m l a r ı insanının ayrıt edici özelliğini o l u ş t u r a n b u mücadele daha demir çağında başlatılmıştı. Bunun dinsel a n l a m l a r ı n ı n b o y u t u n u daha ileride ölçmeye çalışacağız.



Eon; Ölçülemeyecek kadar uzun zaman parçası - y n . 0 0



Krş. Forgerons et Afclumisto, s. 54 vd, 175 vd. Ayrıca bkz. bu kitabın 3. cildinde Batı sim­ yası ve "bilimsel ilerleme"nın dinsel sonuçları hakkındaki bölümler. 72



E L E Ş T İ R E L KAYNAKÇA



§ 8. A. Rııst kırk yıl boyunca Meiendorf, Sıellmoor ve Ahrensburg-Hopfenbachïa gerçekleş­ tirdiği kazılar hakkında birçok eser yayımladı; en önemlileri şunlardır: Die alt-uı\d mittelstein­ zeitlichen Funde von Stellmoor (Neumünsier in Holstein, ] 934); Das altsteînzettliche Rentıerjagerlager Meiendorf (ay m yer, 1937); Die Jungpdùoll! ise lien Zeh mı lagen vrai Ahrensburg (1958); Vor 20.000 jähren (Neumünsier, 1962), Bu keşiflerin dinsel anlamları konusunda, krş. A. Rusı, "Neue cndglaziale Tünde von kul tische-religio ser Bedeutung" (UP-.Schweis, 12, 1948, s. 68-71); aynı yazar, 'Eine endpalaolitische hölzerne Gotzenfigur aus Ahrensburg" (Rom. Genn. Koni. d. dtsch. Aich, /usf.. Berim, 1958, s. 25-26); H. Pohlhausen, "Zum Motiv der Rentierversenkung der Hamburger u. Ah­ rensburger Stufe des niederdeutschen Fbchiandmagdalenien," Anihropos, 48, 1953, s. 987¬ 990; H, Muller-Karpe, Handbuch der Vorgeschichte, 1, s. 225; 11, s. 496 (no. 347); j . Mannger, "Die Opfer der paläolitischen Menschen," (Amhropica, St. Augustin bei Bonn, 1968, s, 249¬ 272), s. 266-270. Suya batırma yoluyla kurban venue konusunda bkz Alois Closs, "Das Versenkungsop¬ fer," Wiener Beiträge zur Kulturgeschichte und Linguistik, 9, 1952, s. 66-107. Doğu Ispanya'dakı mağara resimleri sanalının dinsel anlamlan konusunda, bkz. H. Obermaier, Fossil Man m Spam (New Häven, 1924); J. Maringer, TJıe Gods oj Pi rhistoric Man, s. 176-186.



§ 9, Filistin'in tarihöncesi hakkındaki en iyi ve eksiksiz inceleme J. Perrot'nunkıdır: "Préhis­ toire Palestinienne," Diel, de la Bible içinde, Ek. e. VIII, 1968, süt. 286-446. Ayrıca bkz. R. de Vaux. Histoire oncienrıe d'Israël, c. I (Paris, 1971), s. 41-59. Nattuf kültürü konusunda, bkz. D. A. E. Garrod, "The Natufian Culture: The Life and Economy of a Mesolitbic People in the Near East," Proceedmgs oj the British Acaderııv içinde, 43 (1957), s. 211-227; E. Anati, Palesti­ ne Bejore the Hebrews (New York, 1963), s. 146-178; H. Muller-Karpe, Handtuch der Vor­ geschichte, II: Jungsteinzeit (Münih, 1968). s. 73 vd, Nattuf dmı konusunda, bkz. son olarak Jacques Cauvin, Religions néolithiques de Syro-Palesüne (Paris, 1972), s. 19-31. Kafataslarının dinsel anlamlan ve rituel yamyamlık konusunda, bkz.



Muller-Karpe,



a.g.y., c. 1, s. 239 vd; Walter Dostal, "Ein Beıvrag zur Frage des religiösen Weltbildes der frü­ hesten bodenbauer Vorderasiens," Archiv fiir Völkerkunde, 12, 1957, s. 53-109, özellikle s 75-76 (kaynakçayla birlikte); R. B. Oman, The Ongiıı o/ European Thought (Cambridge, 1951, 2. baskı, 1954), s. 107 vd. 530 vd. § 10. Afrika'daki "ntuel av" konusunda, bkz. Helmut Straube, Die Tierveılıieidungen der ajrifaıniscfıen Naiunolher (Wiesbaden, 1955), s 8.3 vd, 198 vd ve birçok yerde. Asurlularda, İranlılarda ve Türk-Mogollarda savaş ve av teknikleri arasındaki benzerlikler konusunda, bkz. Kari Meulı, "Ein altpersischer Kriegsbrauch" (Wesloslhche Abhandlungen. Festschrift Jur Rudolph Tchudi, Wiesbaden, 1954, s. 63-86). 73



DİNSEL LNANCLAR VU D U S U N Œ I EK T A R İ H İ - 1



Avın başka mitolojik ve folklorik izlekler de ortaya çıkardığını ekleyelim. Bir tek örnek verecek olursak: Geyik cinsi bir avı takip etmek kahramanı öteki dünyaya veya büyülü bir dünyaya götürür, sonunda avcı orada İsa veya Boddhısattva ile karşılaşır vb: kış. M Eliadc, De Zalnmis à Cengis-Klıan (1970), s. 131-161. Bir toprağın keşfine ve fethine, bir sitenin kuruluşuna, bir nehirden geçmeye veya bataklıkları aşmaya vb ilişkin çok sayıda miı ve efsa­ nede, çtkışsız görünen bir durumun çözümünü hayvan keşfeder; krş. Elıade, a.g.y., s. 135 vd, 160. § 1 1 . Bitkilerin ve hayvanların evcilleştirilmesi hakkında, bkz. Muller-Karpe, a.g.y.. II, s. 240¬ 256; Peter j . Ucko ve G. W. Dımbley (ed.), The Domestication and Exploitation of Wants arıcl Animals (Chicago, 1969); Gary A. Wright, "Origins of Pood Production in Southwestern Asia: A Survey of Ideas" (Current Anthropology, 12, Ekim-Aralik, 1971, s. 447-479). Karşılaştırmalı bir inceleme için, bkz. F. Herrmann, "Die Entwicklung des Pflanzenaııbauesals ethnologisches Problem," Studium Generale, I I , 1958, s, 352-363; aynı yazar, "Die religiösgeistige Welt des Bauertums in ethnologischer Sicht," a.g.v-, s. 434-441. Robert Braidwood ilkel tanmsal etkinliği dort aşamaya boler: Köylerde oturan ve ilkel bir ekincilik yapan halk (primaıy village farming); yerleşik köylerde tarım (settled village far­ ming); "başlangıç halindeki ekincilik" ve son olarak da "yoğun tanm yapan koy" (intensified village farming); krş. R. Braidwood ve L. Braidwood, "Earliest village communities of South West Asia," journal of World History,!, 1953, s. 278-310; R. Braidwood, "Near Eastern Prehis­ tory: The Swing from Food-Gat he ring Cultures to Village-Farming Communities us Still Im­ perfectly Understood," Science, c. 127, 1958, s. 1419-1430; krş. R Braidwood, "Prelude to Civilization," City Invicible: A Symposium on Urbanization and Cultural Development in the Aneient Near East, ed. Carl H, Kraeling ve Robert M. Adams (Chicago, 1960), s. 297-313; Carl O. Sauer, AgiïcufiuraÎ Origins and Dispersals (New York, 1952); Edgar Anderson, Plants, Man and Life (Boston, 1952). Hainuwele türü mitler ve onlann dinsel ve kültürel anlamı konusunda, bkz. A. E Jensen, Das religiöse Weltbild einer /ruhen Kultur (Stuttgart, 1948), s. 35 vd; aynı yazar. Mythes ei Cul­ tes chez les peuples primitifs (Fr. çev. Payot, 1954 (Alm. baskı, Wiesbaden, 1950]), s. 188 vd; Carl A. Schmitz, "Die Problematik der Mytholegeme 'Hainuwele' und 'Prometheus'," Anthropos, 55, 1960, s, 215-238; M Eliade, Aspects du Mythe (1963), s 132 vd; T. Mabuehi, "Tales Concerning the Origin of Grains in the Insular Areas of Eastern-So uihensiern Asia," Asian Folklore Studies, 23, 1964, s. 1-92; Atsuhiko Yoshida, "Les excrétions de la Déesse et l'origi­ ne de l'agriculture," Annales, Temmuz-Ağustos 1966, s. 717-728. Kısa bir süre önce de lleana Chirasi, Yunan mitolojisinde "on-tahıl" dönemiyle uyumlu oldukları düşünülen Hainuwele türünde bazı miısei-ritüel yapı bütünleri tanımladı; krş. Ele­ menti di culture precerealı nei mili e ritı greci (Roma, 1968). Alman etnolog Kunz Dittmer'e göre, kok ve soğanlı bitki ekimi Güneydoğu Asya'da da­ ha ust paleolitık çağda başlamıştı. Ekim ve hasat sorumluluğu kadınlara aitti; sepetler örü­ yorlardı ve daha geç bir tarihte çömlek üretimine de başlamışlardı Dolayısıyla ekili tarlalar



74



F.N UZUN DEVRIM TARIHIN KEŞFI



kadınların mülkü haline geldi. Koca eşinin evine yerleşiyor ve soy anaya bağlı olarak yürü­ yordu. Erkekler, av ve balıkçılık dışında, tarla açma, tarıma elverişli bale getirme çalışmalarım üstleniyorlardı. Dıttmer'iıı av ve bitki yetiştirmenin bir bileşimi olarak tanımladığı bu uygar­ lık türü ("Jäger-Pflanzer") tropikal Afrika'ya, Malmezya'ya ve her iki Amerika'ya yayıldı. Yine Güneydoğu Asya'da daha geç bir dönemde yumrulu bitkiler ekimi ve bahçıvanlık ortaya çıktı; domuz ve kümes hayvanları da bu dönemde eveılleştirildi. Bu uygarlığın özgül nitelikleri, anaerkil türde bir örgütlenme, gizli erkek cemiyetleri (kadınları korkulmak için), yas gruplarına dayalı sınıflar, kadının ekonomik ve dinsel önemi, ay mitolojileri, orji türü be­ reket tapınılan, kelle avcılığı ve kafatası tapımıdır. Hayatın yenilenmesi insanları kurban ede­ rek sağlanıyordu. Atalar tapımının gerekçesi onların berekette oynadıkları roldü. Diğer öz­ gül unsurlar: Şamanizm ve sanatın gelişimi (müzik, tapım dramalan, gizli cemiyet masklan, aıalann heykellerle tasviri). Bu uygarlık türü (veya tarımsal dongu) mezolıtik çağda Güney­ doğu Asya'ya (bu uygarlığa günümüzde bile Hindistan ve Hindiçin'in bazı ilkel halklarında rastlanmaktadır). Afrika'nın Ekvator üzerinde kalan bölümüne ve Polinezya dışındaki gü­ ney denizlerine yayılmıştı. Dıttmer tahıl ekinciliğini, bitki ekinciliğinin bir ikamesi (Ersatz) olarak açıklamakladır; lanmın bozkır alanlanna doğru yayılması böyle bir ikameyi zorunlu kılmıştı. Bitki ekimin­ den tahıl ekimine Hindistan'da geçilmişti; En eski tahıl olan dan orada yetiştinldi Bu yeni teknik Hindistan'dan Batı Asya'ya yayıldı ve otada da birçok laneli bitkinin yabanı türleri evcilleştırildi. Dittmer tahıl ekimine özgü iki üretim çemberi ayırt etmektedir: a) Yeterli yağ­ mur alan bölgelerde "geniş arazide az verimli" (exlensif) tarım; b) Yoğun (inıensi)) tarım, yani taraçalan. sulamayı ve bahçeciliği de kullanan tanm. Bu tanmsal aşamalardan her birine be­ lirti sosyolojik, ekonomik ve dinsel yapılar denk düşmektedir (krş. Kunz Dittmer, Allgemeine Völkerkunde, Braunschweig, 1954, s. 163-190). İ 12. Kadın ile ekili toprağın mistik dayanışması konusunda, bkz, M Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s. 243-263, 324-349; aynı yazar, Mythes, reves et mysteres (1957), s. 206-253, Albert Dieterich'in aceleci gene II eşti mielen (Mutter Erde, 3. baskı, Berlin, 1925) konu­ sunda, bkz. Olof Pettersson, Motlter Eartfı: Atı Aııalysis of ihe Motfıer Eartft Concepts Accordiııg to Al!>erf Dıetctich (Lund, 1967). Aynca krş. P. ]. Ucko, Anlhropomorphıc Figurines (Londra, 1968) ve Andrew Fleming, "The Myth of the Mother-Goddess" (World Archaeology, 1, 1969, s. 247-261). Yunan ve Akdeniz tanrıçalarının döllenmeden üremeleri (parthénogénésc) konusunda, bkz, Uberto Pestalozza, Religione meditenıuıea. Vcclıi e nuovi studi (Milano, 1951), s. 191 vd. Dünyanın dönemsel yenilenmesi konusunda bkz. Eliade, Le myıhe de l'eternel relour (yeni baskı 1969), s. 65 vd; aynı yazar, Aspecls du nvyihe (1963), s. 54 vd. Kozmik Agaç simgeseliigı konusunda, bkz. Eliade, Le Clwmanisme (2. baskı, 1968), s, 49 vd, 145 vd, 163 vd, 227 vd'de sayılan belgeler ve kaynakçalar. Dairesel zaman ve kozmik dongu hakkında, krş. Le mythe de Véteme! retour, s. 65 vd. Mekana dinsel değer yüklenmesi konusunda, bkz. Dinler Tarihine Giriş, s. 355 vd. 75



PIN S El. İNANÇLAR VE. D Ü Ş Ü N C E L E R TARH 11 - I



Yang S>o neolitik kültüründeki konutların simgeselligi hakkında, bkz. îi. A. Stein. "Arc­ hitecture et pensée religieuse en Extrême-Orient." Arts As/a figues, 4, 1957, s. 177 vd; ayrıca krş. Elıode, Le d a munis me, S. 213 vd. Si ni il andıncı ve rituel ikilikler ve çeşitli uzlaşmaz cauşmalar ve kutuplaşmalar konusun­ da, bkz. Eliade, La Nostalgie des Origines (1971). s. 249-336. § 1 3 . Eriha'daki arkeolojik belgeler ve bunların yorumu hakkında, bkz. Kathleen Kenyon, Digging up Jericho (Londra, 1957); aynı yazar. Archaeology in ıftc tloly Land (Londra, 1960), j . ve J. B. E. Garstang, The Stoty of Jericho (Londra, 1948); E. Anan, Palestine before The Heb­ rews, s. 273 vd; R. de Vaux, Histoire ancienne d'Israël, s. 41 vd. Suriye ve Filistin'in neolitik çag dinleri hakkında, bkz. son olarak çıkan J. Cauviıı, a.g.y., s. 43 vd (Eriha, Munhata. Beıdha, Tel Ramad kazılan); s. 67 vd (Ras Şamra, Byblos vb); Muller-Karpe, HCIFU&UCJI, 11, s. 335 vd, 349 vd Mellaan, Eriha'nın çömlekçilik öncesi kültürünün 03 katmanı, MÖ 6500-5500) Hacılar kültüründen (MÖ 7000-6000) luredigini düşünüyordu; krş. "Hacilar: A Neolithic Village Si­ le," Scientific American, c. 205, Ağustos 1961, s. 90. Ama Earliest Civilization of the Near East (Londra-New York, 1965) adlı eserde (s. 45), Eriha'da (B katmanı) radyokarbon ölçümüyle belirlenmiş yeni tarihleri şöyle belirtmektedir: MÖ 6968 ve 6918; başka bir deyişle, iki kül­ türün çağdaş oldukları anlaşılıyordu. Çatalhöytık ise Yakındoğu'nun en geniş neolitik çağ kentidir. Kazıların henüz tamam­ lanmamasına karşın (1965'te yüzeyin yalnızca dörtte bin kazıtmışu), Çaıathöyuk şaşırtıcı bir uygarlık düzeyini onaya koymuştu: Gelişmiş bir tanm (birçok tahıl ve sebze türü), hayvancı­ lık, ticaret ve zengin bir şekilde bezenmiş birçok tapınak. Krş. James Mellaart, Çuial HÜVU/Î: A Neolithic Town of Anatolia (New York, 1967). Aynca bkz Walter Oostal. "Zum Problem der Stadt- und Hochkultur im Vorderen Orient



Ethnologische Marginalien." Anthropos, 63,



1968, s. 227-260. Tel Halef hakkındaki temel kaynakça Müllev-Karpe'ta kayıtlıdır: c. U, s 59 vd, 427-428 el-Ubeyd kültürü hakkında bkz Müller-Karpe, a.g.y., s. 6! vd, 339, 351, 423 (kazılarla ilgili kaynakça), 425 vd (Ak Tapınak, ziggurat). Ayrıca krş. M. E. L. Mallowan, Early Mesopo­ tamia and Iran (1965), s. 36 vd. Anılmayı hak eden bir tapmak daha var Matlowan'in Tel Brak'ta, Habur Vadısı'nde (Urukün 1000 km. kadar kuzeyinde) ortaya çıkardığı ve y. MÖ 3000'e tarihlediği "Gözler Tapmağı." Burada, beyaz ve siyah kaymaktaşından binlerce "put" bulundu; bunların özelliği, bir ya da birkaç çift göze sahip olmalarıydı, Mallowan'a göre bu putlar, her şeyi gören, site­ nin koruyucusu bir tanrıya sunulan adakları temsil etmektedir; krş. Eariy Mesopotamia, s. 48 vd ve şekil 38-40. Tapınak, tanrıça İnanna'ya adanmıştı. The Eye Goddess (1957) adlı kita­ bında, O. G S. Crawford bu ikonografik türün İngiltere ve İrlanda'ya kadar yayılmasını in­ celemektedir, ama verdiği birçok örnek ikna edici değildir. Heykelciklerin ve Mezopotamya tanhöncesiniıı diğer nesnelerinin simgeselligi ¡3 L Goff tarafından incelenmiştir: Symbols of Prehistoric Mesopotamia (New Haven ve Lone:,; 76



?63\



EN UZUN DEVRİM; TAKIMIN Kİ İŞE]



bkz. özellikle s. 10-48 (Tel Halef ve Ubeyd dönemleri) ve sek. 58-234. § 14. En eski Avrupa uygarlığı hakkında, bkz. Marija Gimbutas, "Old Europe e. 7000-3500 B.C.: The Earliest European Civilization Before the Infiltration of (he Indo-European Peop­ les," T/ie Journal of Indo-European Studies içinde, 1, 1973, s. 1-20. Dinsel düşünceler ve tapımlar hakkında bkz. Marija Gimbutas, 77ıe Cods and Goddesses of Old Europe, 700-3500 B.C.: Myths, legends, and Cult Images (Berkley ve Los Angeles, 1974); J. Maringer, "Priests and Priestesses in Prehistoric Europe," MR 17 (1977): 101-20. Càscioarele tapınağı hakkında, bkz. Vladimir Dumitrescu, "Edifice destiné au culte dé­ couvert dans la couche Boian-Spantov de la station-tell de Càscioarele," Dada, yeni seri, 12, 1968, s. 381-394. § 15. Madenlerin keşfi ve metalürji tekniklerinin gelişimi konusunda bkz. T, A. Rickard, Man and Metals. A Histoıy of Mining in Relation to the Development oj Civilization (New York, 1932); R. 1. Forbes, Metallurgy in Antiquity (Leiden, 1950); Charles Singer, E. Y. Holmyard ve A R Hall, A History oj Technology, 1 (Oxford, 1955). Kaynakçalar için bkz. M. Eliade, Forgerons et Alchimistes (Paris, 1956), s. 186-187; "The Forge and the Crucible: A Postscript" (HR, 8, 1968, s. 74-88), s. 77. Madenlerde çalışanlar ve demirciler hakkında, bkz. Forgerons et Alchimistes, s. 57-88; "A Postscript," s. 78-80. Demirci Tannlar ve Uygarlaştıncı Kahramanlar hakkında, bkz. Forge­ rons et Alchimistes, s. 89-112. Simyanın "kökenleri" hakkında, bkz, A. M. Leicester, The His­ torical Background oj Chemistry (New York, 1956); I . R. Partington, History of Chemistry, c. 1 (Londra, 1961); Allen G. Debus, "The Significance of the History of Early Chemistry" (Cahi­ ers d'histoire mondiale, 9. 1965, s. 39-58); Roben P. Mullhauf, The Origin oj Chemistry (Lond­ ra, 1966).



I I I . BÖLÜM



MEZOPOTAMYA DİNLERİ



16. "Tarih S ü m e r ' d e B a ş l a r . . . " — Bilindiği gibi, S. N . Kramer'in bir kitabının başlığı budur." Ü n l ü Amerikalı şarkiyatçı bu kitapla ç o k sayıda kuruma, teknik ve dinsel kavrama ilişkin ilk bilgilerin S ü m e r metinlerinde k o r u n d u ğ u n u gösteri­ y o r d u . Bunlar ö z g ü n hali M Ö IH. binyıla kadar uzanan i l k yazılı belgelerdi. Ama b u belgelerin daha arkaik dinsel i n a n ç l a r yansıt t ı k l a n n a k u ş k u yoktur. S ü m e r uygarlığının k ö k e n i ve eski iarihi h e n ü z yeterince bilinmemektedir. Sami kökenli olmayan ve bilinen hiçbir başka d i l ailesiyle de açıklanamayan Sümerceyi k o n u ş a n bir h a l k ı n , kuzey b ö l g e l e r i n d e n inip Aşağı Mezopotamya'ya yer­ leştiği v a r s a y ı l m a k t a d ı r . Büyük olasılıkla S ü m e r l e r etnik bileşimi h e n ü z biline­ meyen yerlilere (kültürel açıdan, el-Ubeyd adı verilen uygarlığı p a y l a ş ı y o r l a r d ı , krş. § 13) boyun e ğ d i r m i ş l e r d i r . Kısa denebilecek bir süre sonra, Suriye çölün­ den gelen ve Sami kökenli bir d i l olan Akkadçayı k o n u ş a n göçebe gruplar, Sü­ mer'in kuzeyindeki topraklara girmeye ve an arda gelen dalgalar halinde S ü m e r kentlerine sızmaya başladılar. M Ö I I I . b i n y ı h n ortalarına d o ğ r u , efsaneleşmiş ön­ der Sargon'un y ö n e t i m i n d e k i Akkadlar ü s t ü n l ü k l e r i n i S ü m e r sitelerine kabul et­ tirdiler. Bununla birlikte daha fetihten ö n c e bir S ü m e r - A k k a d sembiyozu g e l i ş m i ş ve i k i ü l k e n i n b i r l e ş m e s i n d e n sonra iyice güçlenmişti. Daha 30 ya da 40 yıl ö n c e ­ sine kadar, bilginler tek k ü l t ü r d e n , b u i k i etnik tabakanın k a y n a ş m a s ı sonucunda ortaya çıkan Babil k ü l t ü r ü n d e n söz ediyorlardı. Bugün Sumer ve Akkad katkıları­ n ı ayn ayn incelemek gerektiği konusunda g ö r ü ş birliğine varılmıştır; ç ü n k ü i ş ­ galcilerin yenilenlerin k ü l t ü r ü n ü özümsediği d o ğ r u olmakla b i r l i k t e , i k i halkın yaratıcı dehası birbirinden farklıdır. Bu ayrışmalar özellikle d i n a l a n ı n d a fark edilmektedir. En eski çağlardan beri tanrısal varlıkların İşareti boynuzlu bir taçtı. Demek k i O r t a d o ğ u ' n u n her yerinde o l d u ğ u gibi, b o ğ a n ı n neolitik çağdan beri varlığı d o ğ r u l a n a n dinsel simgeselligi kesintisiz bir b i ç i m d e Sümer'e de aktarılmıştı. Başka b i r deyişle tanrısal varoluş biçimi fiuvvei ve mekânsal



"aşfiinlifila", yanı gök g ü r ü l t ü s ü n ü n g ü m b ü r d e d i g i (çün-



Türkçe baskısı için bkz. Samuel Noah Kramer, Tarifi Sümer'de Baslar, çev Koyukan, Kabala, 1999 - y n . 78



Hamide



MEZOPOTAMYA DıNU-Kı



k ü gok g ü r ü l t ü s ü boğaların b ö g ü r t ü s û y l e özdeşleştiriliri iş t i) fırtınalı gökyüzüyle t a n ı m l a n m ı ş t ı . Tanrısal varlıkların ı d e o g r a m l a r ı n d a n ö n c e konan ve başlangıçta bir yıldızı temsil eden belirleyici işaret de onların b u "aşkın," göksel yapısını d o ğ r u l a n m a k t a d ı r . Sözlüklere g ö r e b u belirtecin tam karşılığı " g ö k y ü z ü " d ü r . De­ mek k i b ü t ü n tanrılar göksel varlıklar olarak d ü ş ü n ü l ü y o r ; b u nedenle tanrılar ve tanrıçaların ç o k güçlü b i r ışık yaydıkları kabul ediliyordu. İlk S ü m e r metinleri rahipler tarafından gerçekleştirilmiş sınıflandırma ve sis­ t e m l e ş t i r m e çalışmasını yansıtır Once b ü y ü k taunlar ü ç l ü s ü , o n l a r ı n a r d ı n d a n da gezegen tanrıları ü ç l ü s ü gelir. Ayrıca b ü y ü k ç o ğ u n l u k l a adlarından başka b i r şey bilinmeyen t ü r l ü tanrılar h a k k ı n d a kabarık listeler vardır. S ü m e r dini daha tarifli­ nin şafağında "kadim" bir d i n olarak onaya ç ı k m a k t a d ı r . Kuşkusuz b u g ü n e dek keşfedilenler, parçalı ve yorum 1 a n m a s ı çok g ü ç metinlerdir. Yine de bu eksik b i l ­ gilere dayanarak bile, bazı dinsel geleneklerin i l k anlamlarını yitirmeye başladık­ ları a n l a ş ı l m a k t a d ı r . A n , E n l i l ve Enki'den o l u ş a n b ü y ü k tanrılar üçlüsünde de aynı s ü r e ç sezilmektedir. Adının da işaret ettiği gibi (cin = g ö k y ü z ü ) , birincisi b i r gök t a n n s ı d ı r . Herhalde panteonun en önemli ve egemen tanrı tanımına en i y i uyan üyesi oydu; ama An'da ckus oiiosus'" belirlileri g ö r ü l m e k t e d i r . Hava tanrısı (Ulu Dağ adı da v e r i l i r ) Enlil ve " T o p r a ğ ı n Efendisi," "temellerin" tanrısı Enki daha etkin ve " g ü n c e P d i r ; Enki'nin ezeli sulann tanrısı o l d u ğ u kanısı yanlıştır ve S ü m e r anlayışında, karaların okyanus üzerine o t u r d u ğ u kabul edildiği için bu ha­ taya d ü ş ü l m ü ş t ü r . Şimdiye dek gerçek anlamda hiçbir kozmogoni metni keşfedilememiştir,



ama



bazı imalar S ü m e r l e r i n yaklaşımına göre yaratılışın belirleyici anlarını yeniden o l u ş t u r m a m ı z a olanak vermektedir. Tanrıça K a m ı m ı (adı, "ezeli deniz"i ifade eden piktogramla yazılmaktadır) ' G ö k ve Yeri d o ğ u r a n ana" ve " b ü t ü n t a n n l a r ı l



yaratan k a d ı n ata™ olarak tanıtılmaktadır. Hem evrensel hem de tanrısal bir bütün olarak tasavvur edilen "ezeli sular" izleğine arkaik kozmoloji metinlerinde sıkça rastlanır. Bu ö r n e k l e de su kütlesi, d ö l l e n m e s i z ü r e m e yoluyla i l k çifti, eril ve d i ­ şil temel öğeleri c a n l a n d ı r a n G ö k (tanrı A n ) ve Yer'i (tanrıça K i ) d o ğ u r a n i l k Ana ile özdeşleştirilmiştir. Bu ilk çift, hieros gamosla birbirine karışacak denli birleş­ m i ş d u r u m d a y d ı . O n l a r m b i r l e ş m e s i n d e n hava tanrısı E n l i l d o ğ d u . Bir d i ğ e r bel­ ge p a r ç a s ı n d a n Enlil'in ebeveynlerini ayırdığını ö ğ r e n i y o r u z ; Tanrı A n göğü yu-



Deus ou'osus ('durağan tann'): Yaratılmış düzenle veya insanlarla ilişkisini koparmış laım. Bu tasavvurda, Yüce Tanrı'nm diğer Lannlar veya gifeel varlıklar üzerindeki otoritesi devam eımekle birlikte etkinliğim onlara devretmiştir -yn. 79



DİNSEL INANQ-AG VI: DÜŞÜNCELER TARİH) - I



karı d o ğ r u kaldırdı ve E m i l de annesi Yeı'i y a n ı n d a g ö t ü r d ü . ' G ö k ve yerin ayrıl­ m a s ı n a ilişkin kozmogoni izlegi de o l d u k ç a yaygındır. Bu izlege farklı k ü l t ü r dü­ zeylerinde rastlanır. Ama O r t a d o ğ u ve Akdeniz'de k a y d e d i l m i ş versiyonlar, bü­ y ü k olasılıkla S ü m e r a n l a t ı s ı n d a n türemiştir, Bazı metinler " b a ş l a n g ı ç l a r ı n m ü k e m m e l l i k ve k u t l u l u ğ u n a değinir: "Her şe­ y i n m ü k e m m e l yaratıldığı eski g ü n l e r " v b , Ama anlaşılan gerçek cennet, ne has­ 2



talık ne de ö l ü m ü n b u l u n d u ğ u Dilmun'dur. Orada "hiçbir aslan ö l d ü r m e z , hiçbir kurt k u z u y u kapmaz p a r ç a l a m a z . . . . Hiçbir göz hastası " g ö z ü m ağrıyor" demez.... Surlarında hiçbir gece bekçisi d o l a ş m a z . . . . " Bununla b i r l i k t e b u m ü k e m m e l l i k 3



s o n u ç t a bir hareketsizlikti; ç ü n k ü D i l m u n ' u n efendisi Tanrı Enki toprak gibi ba­ kire olan e ş i n i n y a n ı n d a uyuyup kalmıştı. Enki u y a n d ı ğ ı n d a Tanrıça



Ninhur-



sag'la, sonra o n u n d o ğ u r d u ğ u kızla, en sonunda da bu kızın kızıyla birleşti - ç ü n ­ kü bu cennet ü l k e s i n d e gerçekleşmesi gereken bir teogoni söz konusuydu. Ama anlamsız g ö r ü n e n bir olay tanrılar arasındaki i l k drama yol açtı. Tanrı yaratılan bazı bitkileri yedi; Oysa k i "onların kaderini belirlemesi," yani v a r o l u ş biçimle­ r i n i ve işlevlerini saptaması gerekiyordu, Bu a n l a m s ı z harekete çok öfkelenen Nmhursag, Enki ölünceye kadar, ona "yaşam gözü" ile b a k m a y a c a ğ ı n ı " açıkladı. N i t e k i m tanrıyı b i l i n m e d i k ağrılar sardı; giderek zayıflaması erken gelen ö l ü m ü n işaretiydi. Sonuçta onu iyileştiren yine eşi oldu."* Bu m i t i n yeniden o l u ş t u m l a b i l m i ş şekli, ne niyetle yapıldığı konusunda b i r karara varılamayacak düzeltmeler gerçekleştirildiğini



ortaya k o y m a k t a d ı r .



Bir



teogoni anlatısıyla tamamlanan cennet i z k ğ i , yaratıcı bir t a n r ı n ı n yoldan çıkması­ n ı ve cezalandırılmasını sergileyen b i r dramla s o n u ç l a n m a k t a d ı r ; bunu izleyen b ö l ü m d e t a n r ı n ı n a ş ı n zayıflaması onu ö l ü m e yaklaştırır. Kuşkusuz can alıcı b i r "hata" söz konusudur, ç ü n k ü Enki temsil ettiği temel ilkeye uygun davranmamış fır. Bu "hata" onun kendi yaratılışının yapısını krize sokma tehlikesini g ü n d e m e getir­ miştir. Başka metinlerde de kadere kurban olan tanrıların yakardan aktarılmakta­ dır. Kendi egemenlik sınırlarım aşan İ n a n n a ' n m ne gibi tehlikelerle karşılaşaeağı-



1



Bkz. Kramer, From the Tablets oj Sümer, s, 77 vd; aynı yazar, The Sumerians, s.



145



[Türkçesi için bkz. Sümerler, çev Özcan Buze, Kabala, 20021 2



"Gılgamış, Enkidu ve Yeraltı Dünyası" destanının yeni bir çevirisi için, bkz. Giorgio R_ Castellino, Mıtologta sumerico-accadica, s. 176-181. "Başlangıçtaki" mükemmellik konusun­ daki Mısır anlayışı için krş. g 25.



J



Fransızca çevirisi Maurice Lambert, La Naissance du Monde içinde, s, 106.



,



R. Jestin'tn yaptığı yoruma uyuyoruz, "La religion sumérienne," s, 170. 80



MEZOPOTAMYA DİNLEEt



m da ileride göreceğiz. Enki'nin d r a m ı n d a şaşırtıcı olan tanrıların ö l ü m l ü doğası değil, b u n u n sergilendiği m i t o l o j i k bağlamdır.



17. Tanrıları K a r ş ı s ı n d a İ n s a n — İnsanın k ö k e n i n i açıklayan en az d ö r t anlatı vardır. Bunlar o kadar farklıdır k i , bir gelenek ç o ğ u l l u ğ u n u varsaymak gerekir. Bir m i t , i l k insanların ot gibi yerden b i t t i k l e r i n i anlatır. Bir d i ğ e r versiyona gö­ re, insan bazı tanrısal zanaatkarlar tarafından kilden y o ğ r u l m u ş t u r ; daha sonra tanrıça N a m m u kalbini b i ç i m l e n d i r m i ş ve Enki de ona can vermiştir. Başka me­ tinlerde insanların yaratıcısı olarak tanrıça A r u n ı g ö s t e r i l m e k t e d i r .



Dördüncü



versiyona göreyse, insan kendisini yaratmak için ö l d ü r ü l e n i k i t a n r ı n ı n , Lagma'ların k a n ı n d a n o l u ş t u r u l m u ş t u r . Bu sonuncu izlek BabiVin m e ş h u r kozmogoni şiiri Enama Hiş'te yemden ele alınıp y o r u m l a n a c a k t ı r (krş. § 21). Bütün bu motifler, ç o k sayıda çeşitleme içinde, d ü n y a n ı n aşağı y u k a n her ye­ l i n d e k a r ş ı m ı z a ç ı k m a k t a d ı r . S ü m e r v e r s i y o n l a r ı n ı n ikisine g ö r e , i l k insan b i r anlamda tannsal ö z ü paylaşıyordu: Enki'nin can veren soluğu veya Lagma tannlan n k a n ı . Bu, tannsal varoluş biçimi ile insanlık d u r u m u arasında aşılmaz bir me­ safe b u l u n m a d ı ğ ı anlamına gelir, i n s a n ı n , öncelikle beslenme ve giydirilme



ge­



reksinimi olan tanrılara hizmet etmek için yaratıldığı d o ğ r u d u r . ' T a p ı m , tanrıla­ ra hizmet olarak algılanmıştı. Ama insanlar tanrıların h i z m e t k â r ı olsalar da, onlan n köleleri değillerdi. Kurban törenleri özellikle adak ve sunulardan o l u ş u y o r d u . Sitenin b ü y ü k toplu bayramlarına gelince - Y e n i Yıl veya bir tapmak yapılması ne­ deniyle d ü z e n l e n i r l e r d i - b u n l a n n kozmolojik bir yapısı vardı. Raymond Jestin, metinlerde g ü n a h k a v r a m ı n a , kefaret unsuruna ve " g ü n a h ke­ çisi" d ü ş ü n c e s i n e r a s t l a n m a m a s ı ü z e r i n d e durur, O halde insanlar, t a n n l a r ı n yal­ 6



nızca h i z m e t k â n değil, aynı zamanda taklitçileri ve dolayısıyla



işbirlikçileridir.



Madem k i evrenin d ü z e n i n d e n tannlar sorumludur, insanlar o n l a r ı n kesin emirle­ rine uymalıdır; ç ü n k ü b u emirler hem d ü n y a n ı n hem de insan t o p l u m u n u n i y i iş­ lemesini sağlayan düzenlemelerden, kurallardan - " b u y r u k l a r " (me)~ kaynaklan­ m a k t a d ı r . Her varlığın, her hayat b i ç i m i n i n , tannsal veya insani her g i r i ş i m i n 7



5



Tapım hakkında krş. Kramer, The Sumerions, s. 140 vd; A L, Oppenheim, Anden! Mesopotarma, s. 183 vd.



fl



Jestin, a.g.y., s, 184. "Daha geç tarihli edebiyatta 'tövbe mezmurlari onaya çıkar, ama büyüyen Sami etkisi ayın edilebildiği için, bunlar anık Sümer bilincinin gerçek ifadeleri olarak görülemez," a.y



7



Farklı mesleklerin, vasıfların ve kurumlann me'si hakkında, krş. Kramer, Ftom che Tablets, 81



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARIMI • I



kaderini "kurallar" kurar, yani belirler. "Kuralların" belirlenmesi, alman k a r a r ı o l u ş t u r a n ve duyuran n o m î ö r ' m davranışıyla t a m a m l a n ı r . Her Yeni Yılda tanrılar sonraki onikı ayın kaderini belirler. Kuşkusuz Yakındoğu'da karşılaşılan eski b i r d ü ş ü n c e söz konusudur; ama bunun i l k kesin ifadesi S ü m e r l e r e aittir ve S ü m e r teologlann gerçekleştirdiği d e r i n l e ş t i r m e ve sistemleştirme çabasının kanıtıdır. Kozmik d ü z e n s ü r e k l i sarsılır; önce d ü n y a y ı "kaos"a indirgeme tehdidini sa­ vuran "Büyük Yılan," sonra da çeşitli



ritüellerle



kefaret ö d e m e k ve " a r ı n m a k " is­



teyen insanlann s u ç l a n , yanlışları ve hataları b u s a r s m t ı l a n yaratır. Ama Yeni Yıl bayramıyla d ü n y a d ö n e m s e l olarak yenilenir, başka bir deyişle "yeniden yaratı­ lır." "Bu b a y r a m ı n S ü m e r c e d e k i adı olan a-ki-til ' d ü n y a y ı yeniden yaşatan g ü ç ' an­ l a m ı n a gelir (lü 'yaşamak' ve 'yeniden yaşamak' demektir; b i r hasta '(yeniden) ya­ şar,' yani 'iyileşir'); burada ebedi d ö n ü ş yasasının b ü t ü n d ö n g ü s ü ç a g n ş t ı n l m a k t a d ı r . " Birbirine az ç o k benzeyen Yeni Yıl mitsel-rituel senaryolarına sayısız kül­ 3



t ü r d e rastlanır, Babıl b a y r a m ı Jİîitu'yu incelerken b u n l a n n ö n e m i n i değerlendir­ me fırsatını bulacağız (krş, § 22). Senaryo, sitenin koruyucusu olan ve heykeller veya h ü k ü m d a r tarafından temsil edilen - T a n r ı ç a İ n a n n a ' n ı n kocası u n v a n ı verilen h ü k ü m d a r , aynı zamanda Dumuzi'nin b e d e n l e n m i ş haliydi"- i k i tanrı ile b i r tapı­ nak cariyesi a r a s ı n d a k i kutsal evliliği kapsar. Bu hieros gamos tanrılarla insanlann birliğini s o m u t l a ş t ı r ı y o r ve geçici nitelikte de olsa, b u b i r l i k hatırı sayılır sonuç­ lar



yaratıyordu;



çünkü



tanrısal



enerji



sitenin



üstüne



—başka



bir



deyişle



" Y e r y ü z ü n e " - saçılıyor, onu kuisuyor ve başlayan yeni yılda refah ve m u t l u l u ğ u g ü v e n c e y e alıyordu. T a p ı n a k yapımı Yeni Yıl b a y r a m ı n d a n da daha ö n e m l i y d i . Bu da kozmogoni­ n i n b i r t e k r a n y d ı , ç ü n k ü tapınak - t a n r ı n ı n " s a r a y ı " - ımago mundi'yi' en eksiksiz b i ç i m d e temsil ediyordu. Bu, arkaik ve çok yaygın bir d ü ş ü n c e d i r . (Bu düşünce Baal mitinde da k a r ş ı m ı z a çıkacak, I 50). S ü m e r a n l a t ı l a n n a g ö r e , insan yaratıl­ d ı k t a n sonra, t a n r ı l a r d a n b i r i beş siteyi k u r d u ; onlan "temiz yerde k u r d u , onlara



s. 89 vd; The Sumenans, s. 117 vd. Me terimi, "varlık, oluş'' (Jacobsen) veya "tannsal güç" (Landsberger ve Falkenstein) diye çevrilmiş ve "ölü ve canlı maddedeki değişmez, varlığı sürüp giden ama kişileşmemiş, yalmzca tannlann sahip olduğu türden bir tannsal içkınlik" olarak yorumlanmıştır 0- van Dijk), 8



9



Jestin, a.g.y., s. 181. Krş, S, N. Kramer, "Le Rite de Mariage sacri Dumuzi-Inanna," s. 129; aynı yazar, The Sotred Mamage Rite, s. 49 vd. Dünya imgesi ^yn. 82



MEZOPOTAMYA DİNLERİ



ad verdi ve onları t a p ı m merkezi y a p t ı . "



Daha sonra tanrılar sitelerin ve tapı­



nakların p l a n l a n n ı d o ğ r u d a n h ü k ü m d a r l a r a aktarmakla yetindiler. U ğ u r l u yıldız­ ların belirtildiği b i r levhayı g ö s t e r e n Tanrıça Nidaba ve tapınağın planını açıkla­ yan bir t a n r ı Kral G u d e a ' n ı n rüyasına g i r d i . " T a p ı n a k ve site modelleri deyim yerindeyse "aşkın" nitelikledir; çünkü önceden g ö k y ü z ü n d e mevcutturlar. Babil sitemlinin arketipleri takımyıldızlardaydı; Sippar'm modeli Yengeç takımyıldızın­ da, N i n o v a n m k i B ü y ü k Ayı'da, Asur'unki Ç o b a n t a k ı m y ı l d i z i n d a y d ı v b .



1 2



Bu an­



layışa k a d i m D o ğ u d a yaygın olarak r a s t l a n m a k t a d ı r . Krallık k u r u m u da alâmederiyle, yani taç ve tahtla birlikte "gökten i n m i ş t i , " '



3



Tufandan sonra krallık i k i n c i kez y e r y ü z ü n e taşındı. Kelimelerin ve k u r u m l a r ı n göksel ö n - v a r o l u ş u n a inanış, arkaik ontolojide hatırı sayılır bir ö n e m kazanacak ve en m e ş h u r ifadesini Platon'un Idealar k u r a m ı n d a bulacaktı. Varlığına i l k kez S ü m e r belgelennde rastlanan b u inancın k ö k e n l e r i anlaşılan tarihöncesine kadar u z a n m a k t a d ı r . N i t e k i m , göksel modeller k u r a m ı , i n s a n ı n eylemlerinin tanrısal varlıklar tarafından ortaya konan davranışların tekrarından (taklidinden) başka bir şey o l m a d ı ğ ı n ı ileri suren ve b ü t ü n dünyaya yayılmış arkaik b i r anlayışın uzantısı ve geliştirilmiş halidir.



18. tik Tufan



Miti—



Tufandan sonra krallığın yeniden g ö k t e n indirilmesi gerek­



t i ; ç ü n k ü b u felaket " d ü n y a n ı n sonu" anlamına geliyordu. Gerçekten de S ü m e r versiyonunda Zisudra, A k k a d versiyonunda ise U t n a p i ş t i m adını alan bir tek i n ­ san k u r t u l m u ş t u . Ama ona, Nuh'tan farklı olarak, sulardan çıkan "yeni toprak"ta oturma i z n i verilmedi. Az çok "tanrılaşan," en azından ö l ü m s ü z l ü ğ e erişen fela­ ketzede, D i l m u n (Zisudra) ülkesine veya "nehirlerin ağzına" ( U t n a p i ş t i m ) nakle­ dildi. S ü m e r versiyonundan elimize yalnızca birkaç p a r ç a ulaşabilmiştir; T a n r ı l a r panteonunun bazı üyelerinin ç e k i m s e r tavrına veya muhalefetine k a r ş ı n , b ü y ü k tanrılar insanlığı tufanla yok etmeye karar verirler. Birisi "alçakgönüllü, itaatkâr, dindar" Kral Zisudra'nm erdemlerini sayar. Koruyucusu tarafından olaylardan ha­ berdar edilen Zisudra, A n ve Enlıl'in aldığı kararı duyar. Elimizdeki metinde bu noktada b ü y ü k bir b o ş l u k var. Herhalde bu b ö l ü m d e Zisudra'ya gemiyi nasıl ya­ pacağına ilişkin ayrıntılı bilgiler veriliyordu. Yedi g ü n yedi gece sonra g ü n e ş ye-



Krş. Kramer tarafından çevrilmiş metin, From die Tablets, s. 177. E. Burrows, "Some Cûsmological Patterns in Babylonian Religion," s, 65 vd. Krş, a.g.y., 5. 60 vd, Bkz. "Sümer Kralları Listesi," çev. Kramer, The Sumerians, s. 328 vd. 83



DİNSEL İNANÇLAR VE DLIiUNCF.LFJÎ TAKİHI -1



tıiden d o ğ a r ve Zisudra g ü n e ş tanrısı Utu'nun ö n ü n d e secdeye v a ı ı r . Eldeki son m e t i n parçasına g ö r e , A n ve Enlil Zisudra'ya "tannlannki gibi b i r hayat" ve tanr ı l a n n "ebedi solugu"nu verip, onu mucizevi D i l m u n ü l k e s i n e yerleştirirler.



11



Gılgamış destanında yine tufan izlegi k a r ş ı m ı z a çıkıyor. Oldukça i y i korun­ m u ş b u m e ş h u r eser, Kitabı Mukaddesteki anlatıma benzerliklere daha i y i ışık t u ­ tuyor. O n a k ve oldukça arkaik bir k a y n a ğ ı n söz konusu o l d u ğ u anlaşılıyor.



R.



Andree, H . Usener ve J. G. Frazer'm derlemelerinden beri bilindiği gibi, tufan Lzleği neredeyse b u t u n d ü n y a y a yayılmıştır; (Afrika'da çok nadir olsa da) b ü t ü n kı­ talarda ve farklı k ü l t ü r düzeylerinde varlığı d o ğ r u l a n m ı ş t ı r . Bazı çeşitlemelerin önce Mezopotamya, sonra da Hindistan'dan başlayan yayılma sürecinin sonucu o l ­ d u ğ u anlaşılıyor. Bir ya da b i r ç o k rafan felaketinin masalsı anlatılara y o l a ç m ı ş olması da m ü m k ü n d ü r . Ama b u kadar yaygın bir m i t i , jeolojik izleri bulunama­ m ı ş g ö r ü n g ü l e r l e açıklamaya k a l k ı ş m a k tedbirsizlik olur. Tufan m i t l e r i n i n çoğu b i r anlamda k o z m i k



ritmin



p a r ç a l a n gibidir: Yozlaşmış b i r insanlığın yaşadığı



"eski d ü n y a " sulara g ö m ü l ü r ve bir süre sonra su "kaosundan" "yeni b ü dünya" çıkar.



15



M i t i n birçok çeşitlemesinde, tufan insanların işlediği " g ü r ı a h l a n n " (veya ritüel hatalarının) sonucudur; k i m i zaman da yalnızca tanrısal bir varlığın insanlığa son verme isteğinden kaynaklanır. Mezopotamya anlatısında tufanın nedenini sapta­ mak kolay değildir. Bazı imalar, t a n n l a n n bu karan "günahkârlar" nedeniyle al­ dığını d ü ş ü n d ü r m e k t e d i r . Bir başka anlatıma g ö r e , insanların dayanılmaz " g ü r ü l ­ t ü s ü " EnliTi ö f k e l e n d i r m i ş t i r ,



16



Bununla birlikte başka kültürlerde gelecekteki tu­



fanı haber veren mitler incelenirse, başlıca nedenlerin hem insanların hem de ihtiyarlayan dünyanın



günahlarında



düşkünlüğünde yattığı g ö r ü l ü r . Evren yalnızca var o l ­



d u ğ u , yani canlı o l d u ğ u ve ürettiği için yavaş yavaş bozulur ve sonunda y ı k ı l m a ­ ya y ü z tutar. Bu nedenle de yeniden yaratılması gerekir. Bir başka deyişle, Yeni Yıl b a y r a m ı n d a simgesel olarak gerçekleştirilen şeyi; tufan makrokozmik ölçekte hayata geçirir: Yeni bir yaratımı m ü m k ü n k ı l m a k için g ü n a h k â r bir insanlığın ve



Krş, Kramer, Fronı the Tablets, s. 177 vd; aynı yazar, Sumenan Mythology, s. 97 vd; G, R. Castellino, Mitoîogia, s, 140-143. Bazı tufan mitlerinin içerdiği simgesellik konusunda, bkz. M Elıade, Dinler Tarihine Giriş. s. 215 vd. Apsu'nun uyumasını engelleyen genç taıınlan öldürme karanna yine "gürültu"nün neden olduğunu ilende (§ 21) göreceğiz (Krş. Enuma Eliş, tablet 1, 21 vd). 84



MEZOPOTAMYA DİNLERİ



" d ü n y a n ı n sonu" gelir.



19. Y e r a l t ı n a İ n i ş : t n a n n a ve D u m u z i — Gezegen tanrıları ü ç l ü s ü n d e , NannaSuen (Ay), U t u ( G ü n e ş ) ile V e n ü s yıldızı ve aşk tanrıçası olan İnanna yer alıyor­ d u . A y ve G ü n e ş tanrıları en parlak noktaya Babil d ö n e m i n d e çıktılar, Akkad tan­ rıçası Iştar'ın ve daha sonra da Aştarte'nin b e n z e ş t iril d iği tnanna ise. Yakın Do­ ğ u d a başka hiçbir tanrıçanın e r i ş e m e d i ğ i b i r tapını ve m i t o l o j i "güncelliği"nden yararlanacaktı, l n a n n a - l ş t a r en parlak çağında hem aşk, hem savaş tanrıçasıydı, yani hayatı ve ö l ü m ü y ö n e t i y o r d u ; ne kadar güçlü o l d u ğ u n u belirtmek için hermafrodit o l d u ğ u (/star barbata) s ö y l e n i y o r d u . Kişiliği daha S ü m e r d ö n e m i n d e tam olarak çizilmiştir ve o n u n merkezi m i t i antik d ü n y a n ı n en a n l a m l ı yaratımla­ r ı n d a n birini o l u ş t u r u r . Bu mit b i r aşk hikayesiyle başlar; U r u k ' u n koruyucu tan­ rıçası İnanna çoban Dumuzi'yle evlenir,



böylece Dumuzi sitenin



hükümdarı



olur. tnanna tutkusunu ve m u t l u l u ğ u n u yüksek sesle ilan eder: "Ben, neşe içinde y ü r ü y o r u m . . . . Efendim kutsal kucağa yaraşır!" Ama eşini bekleyen trajik sonu da ö n c e d e n hissetmektedir; "Ah sevgilim, y ü r e ğ i m i n erkeği ... ben seni u ğ u r s u z b i r yazgıya s ü r ü k l e d i m . . . . Ağzınla ağzıma dokundun, d u d a k l a r ı m ı başına b a s t ı r d ı n , işte b u nedenle u ğ u r s u z bir yazgıya m a h k û m e d i l d i n . " " Bu " u ğ u r s u z yazgı," hırslı I n a n n a ' n ı n "ablası" Ereşkigal'in yerini almak üzere Yeraltı'na inmeye karar verdiği g ü n çizilmişti. Yukarıdaki Büyük Krallığın k ü m d a n olan İnanna, Aşağıdaki Dünyaya da h ü k m e t m e ö z l e m i n d e d i r .



hü-



Ereşki­



gal'in sarayına girmeyi başarır, ama Yedi Kapıyı birer birer aştıkça, başkapıcı giysilerini ve takılannı ç ı k a r m a k t a d ı r , İ n a n n a ablasının karşısına çırılçıplak -ya­ ni b ü t ü n " g ü ç l e r i n d e n " s o y u n m u ş olarak- çıkar. Ereşkigat " d i k t i ona g ö z l e r i n i , Ölüm bakışını" ve Inanna'nın "bedeni cansız kaldı." Üç g ü n geçince y a k ı n dostu N i n ş u b u r , I n a n n a ' n ı n yola ç ı k m a d a n once verdiği talimatlara uyup Tanrı E n l i l ve T a n n Nanna-Sm'i durumdan haberdar eder. Ama onlar b u işe k a r ı ş m a z ; çünkü İnanna, karşı gelinmez k u r a l l a r ı n h ü k ü m s ü r d ü ğ ü b i r alana - Ö l ü l e r



1T



l e



Diyarı'na-



Krş. Aspects du mythe, s. 71 vd. Atrahasis desiamndaki versiyona göre, Ea tufandan sonra yedi erkek ve yedi kadın yaratılmasına karar verdi; krş Heidel, TJıe Gilgitmesİ! Epie, s 259¬ 260. Bir diğer versiyona göre, İnanna başlangıçta çiftçi Enkimdu'yu tercih eder, ama kardeşi Güneş tarınsı Utu onu bu fikrinden caydım; krş. 5. N. Kramer, Tte Sacred Marriage Rite, s, •69 vd; aynı yazar, "Le Rite de Mariage Sacré Dumuzi-İnanna," s. 124 vd. Aksi belirtil­ medikçe, Kramer'ın çevirilerini bu makaleden alıntılıyoruz, S. N. Kramer, Le nie de mariage sacré, s. 141, 85



DINSEL İNANÇLAR V E D Ü Ş Ü N C E L E R TARIHI -1



girerek, "yasaklanmış işlerle u ğ r a ş m a k istemişti," Yine de Enlil bir ç ö z ü m buiur: İki haberci yaratır ve birine "hayat yiyecegi"nı, diğerine "hayat suyu"nu verip on­ ları Yeraltına g ö n d e r i r . "Bir çivide asılı duran cesedi" hileyle c a n l a n d ı r m a y ı başanrlar ve İ n a n n a yeraltından çıkmak üzere iken A m m n a k i î e r (Yeralcınm Yedi Yargı­ cı) onu yakalar: "Ölüler diyarına i n i p de ölüler diyanndan zarara u ğ r a m a d a n çı­ kan g ö r ü l m ü ş m ü ? Eğer İnanna ölüler diyanndan çıkacaksa, yerine b i r i n i b ı r a k »20



sın. İ n a n n a y a n ı n d a bir grup galla şeytanıyla y e r y ü z ü n e geri d ö n e r ; eger yerine ge­ çecek b i r



başka



tanrısal



varlık



bulamazsa, g a î k ' l a r



onu



geri



götürecektir



Şeytanlar ö n c e N i n ş u b u r ' u yakalamak ister, ama inanna onlan engeller. Daha son­ ra hep birlikte Umma ve Bad-Tibira şehirlerine yönelirler; bu şehirlerin dehşete kapılan koruyucu t a n n l a n kendilerini tnannanm ö n ü n d e yerlere a t ı p , tozlann içinde s ü r ü n ü r l e r ve onlara acıyan tanrıça aramasını başka yerde s ü r d ü r m e y e ka­ rar verir. Sonunda Uruk'a gelirler. İnanna orada Dumuzi'nin ağlayıp d ö v ü n m e k yerine, en zengin giysileri içinde tahta k u r u l d u ğ u n u ve artık ş e h r i n tek h ü k ü m d a n o l d u ğ u için neredeyse sevindiğini şaşkınlık ve öfkeyle görür. " ( İ n a n n a ) gözleri­ n i ona d i k t i , o l û m bakışını! Ona karşı k o n u ş t u , öfkeli sözlerle! Bir çığlık kopar­ dı, suçladı onu! İşte bu, g ö t ü r ü n onu! (dedi şeytanlara)."



21



D u m n z i k a y ı n b i r a d e r i g ü n e ş l a n n s ı Utu'ya kendisini bir yılana d ö n ü ş t ü r m e s i için yalvarır ve kız kardeşi Geştinanna'nın evine d o ğ r u k a ç ı p onun ağılına sığı­ m ı . Şeytanlar onu b u ağılda b u l u p işkence eder ve yeraltına g ö t ü r ü r l e r . Metinde­ k i bir b o ş l u k nedeniyle son b ö l ü m ü bilemiyoruz. "Ama D u m u z i ' n i n d ö k t ü ğ ü göz­ yaşlarına acıyan Ereşkigal'in o n u n yeraltında ancak yılın yarısında k a l m a s ı n a ka­ rar verip acı yazgısını y u m u ş a t t ı ğ ı ; yılın gen kalan yarısında Dumuzi'nin y e r i n i kız k a r d e ş i G e ş t i n a n n a ' n ı n aldığı a n l a ş ı l m a k t a d ı r . "



22



Aynı m i t i n Akkadça versiyonu, bazı ö n e m l i farklılıklarla birlikte, Istafm



Ye­



raltına /niş; ride anlatılır. Sümer metinlerinin çevrilmesi ve y a y ı m l a n m a s ı n d a n ön­ ce, tanrıçanın "geri d ö n ü ş ü olmayan ülke"ye, Tammuz'un " ö l ü m ü " n d e n sonra ve onu geri getirmek üzere gittiği sanılıyordu. S ü m e r versiyonunda bulunmayan ba-



Çev Jean Bottero, Annuaire de VEeole des Uautes Etudes, 1971-72, s. 85. 2 1



Çev. Bottero, a.g.y , s. 91. Bir başka dökümde İnarma'mtı bu davranışı korkuyla açık­ lanıyor gibidir. Cinler İnanna'yı yakalayıp gen götürme tehditleri savurmaya başlayınca, "dehşete kapılan (İnanna) onlara Dumuzi'yi venr! Bu genç adamın (der onlara) ayaklarını zincirleyin vb," a.y.



2 2



S N. Kramer, a.g.y , s 144. 86



MEZOPOTAMYA DİNLERİ



zı unsurlar b ö y l e bir y o r u m u cesaretlendirir gibiydi. Bu unsurlardan i l k i , Akkad versiyonunda Iştar'ın esaretinin felakete y o l açan sonuçlarıydı. Tanrıça kaybol­ duktan sonra insan ve hayvan üremesi tamamen d u r m u ş t u . Bu felaket, a ş k ve be­ reket tannçasıyla sevgili eşi Tammuz a r a s ı n d a k i hieros gamos kesintiye u ğ r a m a s ı ­ n ı n sonucu olarak açıklanabiliyordu. Felaket evrensel b o y u t l a r d a y d ı ve Akkad versiyonunda, ç o k y a k ı n d a h a y a t ı n tamamen y o k olacağından k o r k a n b ü y ü k tanrı­ lar, Iştar'ı kurtarmak için m ü d a h a l e etmek zorunda kaldılar. S ü m e r versiyonunda şaşırtıcı olan, D u m u z i ' n i n m a h k û m edilişi için gösteri­ len "psikolojik," yam insani gerekçedir: Her şey eşini muzaffer bir edayla tahtına yerleşmiş halde bulan İ n a n n a ' n m öfkesiyle açıklanır gibidir. Bu duygusal açıkla­ ma sanki daha arkaik bir d ü ş ü n c e y i örtmektedir- Her yaratma ya da ü r e m e eyle­ m i n i kaçınılmaz olarak " ö l ü m " - b u ritüel bir ö l ü m d ü r , dolayısıyla geri d ö n ü ş ü vardır— izler. S ü m e r kralları, tıpkı daha sonra Akkad kralları için de geçerli ola­ cağı gibi, Inanna'yla fıieros gomos içinde D u m u z i ' n i n bedenlenmelendir." Bu du­ r u m , ş u ya da b u Ölçüde kralın ritüel " ö l ü m ü " n u n k a b u l ü n ü gerektirir. Bu örnek­ te, S ü m e r metninde aktarılan ö y k ü n ü n gerisinde tnanna'nın k o z m i k bereket dön­ g ü s ü n ü g ü v e n c e y e almak için düzenlediği bir mysieria (sır| b u l u n d u ğ u n u varsay­ mak gerekir. Gılgamış'ın, kendisini kocası olmaya davet eden Iştar'a verdiği kü­ çümseyici yanıtta b u mysteria'ya bir g ö n d e r m e sezilebilir: G ı l g a m ı ş ,



Tammuz



için her yıl ağıtlar y a k ı l m a s ı kararını



Ama bu



Iştar'ın verdiğini



hatırlatır.



24



ağıtlar r i n i e l nitelikteydi: Tammuz ayının (haziran-temmuz) 18'inde genç t a n n n ı n yeraltına inişine ağlanırken, onun altı ay sonra "yeniden y u k a r ı çıkacağı" b i l i n i ­ yordu. Tammuz tapımı O r t a d o ğ u ' n u n aşağı yukarı t a m a m ı n a yayılmıştır.



MO VI.



yüzyılda Hezekiel, t a p m a ğ ı n k a p ı l a r ı n d a "agLt yakıp d ö v ü n e n " Kudüs kadınlarına ileniyordu (8:14-15). Sonunda Tammuz, her yıl ö l ü p yeniden dirilen dramatik ve h ü z ü n l ü genç tann çehresine b ü r ü n d ü . Ama o n u n S ü m e r d e k i ilkörneginin muhte­ melen daha k a r m a ş ı k b i r yapısı vardı: Onu temsil eden ve dolayısıyla kaderini paylaşan krallar, her yıl d ü n y a n ı n yeniden yaratılışını k u t l u y o r l a r d ı . Ama dün­ y a n ı n yeniden yara tıkabilmek için ö n c e yok olması gerekiyordu; kozmogoni ö n c e ­ sinin "kaos"u aynı zamanda k r a l ı n ritüel " ö l ü m ü " n ü ve yeraltına inmesini gerek­ t i r i y o r d u . İki k o z m i k v a r o l u ş biçimi - ö l ü m / h a y a t , kaos/kozmos, k ı s ı r h k / b e r e -



Krş. Kramer, ThtSacreàMamageMe, s. 63 vd; "Le Rite de Mariage Sacré," s, 131 vd. Tablet V I , satır 46-47. Bottéro bu bolümü şöyle çevirir: "İlk eşin Tammuz için evrensel yası sen düzenledin" (a.gy., s. 83), 87



D İMSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1



k e t - aslında aynı s ü r e c i n i k i farklı anını o l u ş t u r u y o r d u . T a r ı m ı n keşfinden sonra kavranan b u mysteria d ü n y a n ı n , hayalin ve insan v a r o l u ş u n u n b ü t ü n c ü l açıklama­ s ı n ı n temel ilkelerinden b i r i haline geldi; b u ilke b i t k i l e r i n b ü y ü m e s i d r a m a s ı n ı aşan b i r nitelikteydi; ç ü n k ü k o z m i k r i t i m l e r i , insan kaderini ve tanrılarla ilişkile­ ri de b u ilke y ö n e t i y o r d u . M i t , Ereşkigal'in krallığım fethe, yani ölümü yok etmeye giden aşk ve bereket tanrıçasının uğradığı bozgunu anlatır. Demek k i insanlar ve bazı tanrılar b a y a t / ö l ü m ü n art arda gelişini kabullenmek z o r u n d a d ı r . Dumuzi-Tammuz altı ay sonra "yeniden ortaya ç ı k m a k " üzere "yok olur." Bu art arda geliş



-



tanrının d ö n e m s e l varlığı ve y o k l u ğ u - insanların " k u r t u l u ş u n u , " ö l ü m s o n r a s ı kaderlerini ilgilendiren mysteria'lar oluşturabilecek b i r yapıdaydı.



Sümer-Akkad



krallan tarafından ritüel b i ç i m i n d e temsil edilen Dumuzi-Tammuz'un ö n e m l i b i r r o l ü v a r d ı , çünkü tanrısal ve insani varoluş biçimleri a r a s ı n d a k i y a k ı n l a ş m a y ı gerçekleştirmişti. Sonradan, her insan krallara özel bu ayrıcalıktan y a r a r l a n m a y ı umabilirdi.



20, S ü m e r - A k k a d S e n t e z i — U m m a h ü k ü m d a r ı Lugalzaggisi MÛ 2375'e d o ğ r u , S ü m e r s ite-tapınakların ç o ğ u n u birleştirdi, imparatorluk düşüncesinin b i l d i ğ i m i z i l k dışa v u r u m u budur. Bir k u ş a k sonra, Akkad kralı Sargon aynı girişimi daha başarılı b i r h i ç i m d e yineledi. Ama S ü m e r uygarlığı b ü t ü n yapılarını k o r u d u . De­ ğişiklik yalnızca site-tapın a klarm krallarını ilgilendiriyordu: Onlar Akkadlı fatihe karşı y ü k ü m l ü o l d u k l a n n ı k a b u l l e n i y o r l a r d ı .



Sargon'un i m p a r a t o r l u ğ u



sonra. Yukarı Dicle bölgesinde g ö ç e b e hayatı s ü r e n "barbar" Guti'lerin



yüzyıl



saldırılan



sonucunda yıkıldı, O andan soma Mezopotamya tarihi kendini yineler g i b i d i r : S ü m e r ve A k k a d ' ı n siyasi birliği, d ı ş a n d a n gelen "barbarlar" tarafından yok edi­ lir; d ı ş a n d a n gelenler de iç isyanlarla devrilir. Gutilerin egemenliği yalnızca bir yüzyıl sürdü ve daha sonra bunun yerini yüzyıl boyunca (y. MÛ 2050-1950) uçuncû Ur Hanedanından kralların egemenliği aldı. Sümer uygarlığı doruk noktasına bu dönemde ulaştı. Ama aynı zamanda Sümer siyasi gücünün kendini son kez gösterdiği donem de bu oldu. Doğuda ElamHar, batıda Suriye-Arap çölünden gelen Amoritler tarafından yıpratılan imparatorluk çöktü. Me­ zopotamya iki yüzyıldan u m n bir sure birçok devlete bölünmüş bir halde kaldı. Babd'in Amurrulu hükümdan Hammurabi, ancak MÛ 1700'e doğru birliği kurmayı ba­ şardı, imparatorluğun merkezini daha kuzeye, kendisinin hükümdar olduğu siteye taşıdı. Mutlak bir iktidar sahibi görüntüsü veren Hammuıabi'nin kurduğu hanedan bir yüzyıldan daha kısa süre hüküm sürdü. Ama başka "barbarlar," «asitler kuzeyden mıp Amorıtlen yıpratmaya başladılar. Sonunda, MÛ 1525'e doğru zaferi kazandılar.



MEZOPOTAMYA DÎNLERİ



DOrt yüzyıl boyunca Mezopotamya'nın efendisi olarak kalacaklardı. Si t e-tapmaklardan site-devletlere ve i m p a r a t o r l u ğ a geçiş, O r t a d o ğ u tarihi acı­ s ı n d a n ç o k ö n e m l i bir o l a y d ı r .



25



Konumuz açısından M Û 2000'e d o ğ r u artık ko-



n u ş u l m a m a y a başlayan S ü m e r c e n i n dinsel t ö r e n dili ve dolayısıyla b i l i m d i l i işle­ v i n i daha o n b e ş yüzyıl boyunca k o r u d u ğ u n u h a t ı r l a t m a k t a yarar var. Diğer dinsel t ö r e n dilleri Sanskritçe, İbranice, Latince, eski Slavca da benzer bir kaderi payla­ şacaktır. S ü m e r dinsel t u t u c u l u ğ u Akkad yapılarında da devam eder. En üstün tann üçlüsü değişmez: A n u , Enlıl, Ea (= Enkı). Yıldız tanrıları üçlüsü, k ı s m e n kendilerine denk d ü ş e n t a n n l a n n Sami kökenli a d l a r ı n ı alır: A y , Sin (Sümerce Suen'den türetilmiştir); G ü n e ş , Samaş; V e n ü s gezegeni Iştar (= İnanna). Ereşkigal ve eşi Nergal yerakıns y ö n e l m e y e devam eder. İ m p a r a t o r l u k ihtiyaçlarının gerek­ tirdiği az sayıdaki değişikliğin - ö r n e ğ i n dinsel önceliğin Babil'e geçmesi ve Enl i l ' i n y e r i n i Marduk'un a l m a s ı - "gerçekleşmesi için yüzyıllar g e ç e r . "



36



Tapınağa



gelince, "yapıların b ü y ü k l ü ğ ü ve sayısı d ı ş ı n d a , S ü m e r evresinden beri . . . genel d ü z e n l e m e d e hiçbir temel özellik d e ğ i ş m e m i ş t i r . " " Bununla birlikte Sami dinsel d e h a s ı n ı n katkıları önceki yapılara eklenir. Ö n c e ­ likle evrensel tanrılar düzeyine y ü k s e l e n i k i " m i l l i " tanrıyı -Babillİ Marduk ve daha sonra Asurlu A s u r - belirtelim. Kişisel duaların ve g ü n a h ç ı k a r m a i l a h i l e r i ­ n i n t a p ı m içinde kazandığı ö n e m de anlamlıdır. En güzel Babil dualarından b i r i b ü t ü n tanrılara, hatta d u a c ı n ı n tanımadığını alçakgönüllülükle kabul ettiği tanrıla­ ra da seslenmektedir: 'Ey T a n r ı m , g ü n a h l a r ı m b ü y ü k ! Ey t a n ı m a d ı ğ ı m t a n n , gü­ n a h l a r ı m b ü y ü k ! Ey t a n ı m a d ı ğ ı m tanrıça, günahlarım, b ü y ü k ! İnsan hiçbir şey bilmez; bilmez g ü n a h m ı , i ş l e m i ş t i r , yoksa i y i l i k m i y a p m ı ş t ı r , bilmez.... Ey T a n r ı m , h i z m e t k â r ı m reddetme! G ü n a h l a r ı m yedi kere yedi ediyor..., Uzaklaştır günahlarımı! "



î e



G ü n a h çıkarma ilahilerinde duacı suçlu o l d u ğ u n u kabullenir ve



g ü n a h l a r ı n ı y ü k s e k sesle itiraf eden G.ünah çıkarma işlemine kesin t ö r e n s e l jest­ ler eşlik eder: diz ç ö k m e , secde ve " b u r n u n yamyassı edilmesi," Büyük tannlar - A n u , Erüil, E a - t a p ı m d a k i ü s t ü n l ü k l e r i n i giderek y i t i r i r l e r . M ü m i n l e r artık daha ç o k Marduk'a veya yıldız tanrılarına, lştar'a ve özellikle de



2 5



Yeni kurumlar (profesyonel ordu ve bürokrasi gibi) ilk kez ortaya çıkar; zamanla bu kurumlan başka devletler de benimseyecektir,



2 6



Jean Nougayrol, "La religion babylonienne," s. 217



1 7



A.g.y.,s. 236.



2 8



Cevin F. J. Stevens'dan alınmıştır, ANET, s. 391-92. Almulanan dizeler: 21-26, 51-53, 59¬ 60. 89



DİNSEL İNANCI AR VT! DÜŞÜNCELER TARIMI -1



Şamaş'a b a ş v u r m a k t a d ı r . Zamanla Şamaş eksiksiz b i r evrensel tanrı haline gele­ cektir. Bir ilahide g ü n e ş tanrısına her yerde, yabancıların ülkesinde bile tapıldıgı açıklanır; Şamaş adaleti korur, k ö t ü y ü cezalandırır ve haklıyı ö d ü l l e n d i r i r /



9



Tan­



rıların "ışıltılı" niteliği güçlenir: Özellikle dehşet saçan ışıma güçleriyle kutsal bir k o r k u uyandırırlar, Işık, tanrısallığın en m ü k e m m e l vasfı olarak g ö r ü l ü r ve kral da tanrılık d u r u m u n u paylaştığı için, o da ışıklar s a ç a r .



w



A k k a d dinsel d ü ş ü n c e s i n i n b i r diğer yaratımı k â h i n l i k t i r . Buyu u y g u l a m a l a r ı ­ n ı n çoğaldığı ve o k ü l t disiplinlerin (özellikle astroloji) geliştiği de fark edilir. Daha sonra b u dallar b ü t ü n Asya ve Akdeniz d ü n y a s ı n d a halk arasında yaygınlaşa­ caktır. Kısacası Sami k ö k e n l i katkıların ayırt edici niteliği, dinsel deneyimde kişisel unsura verilen ö n e m ve bazı tanrıların daha ü s t ü n bir konuma yüceltilmesidir. Bu yeni ve görkemli Mezopotamya sentezi i n s a n ı n v a r o l u ş u n a ise trajik bir bakış y ö ­ neltmektedir.



21. D ü n y a n ı n Y a r a t ı l ı ş ı — Enuma Eliş adıyla bilinen (bu ad şiirin i l k sözlerinden alınmıştır. "Bir zamanlar y u k a r ı d a . , . . " ) kozmogoni şiiri, Gılgamış destanıyla bir­ likte Akkad d i n i n i n en ö n e m l i y a r a t ı m ı n ı o l u ş t u r m a k t a d ı r . S ü m e r edebiyatında b ü y ü k l ü k , dramatik gerilim, teogoni ve kozmogoni bilgisini ve i n s a n ı n yaratılı­ ş ı m birbirine b a ğ l a m a çabası açısından b u şiirle kıyaslanabilecek başka b i r şey yoktur. Enuma Eliş. d ü n y a n ı n kökenlerini Marduk'u y ü c e l t m e k amacıyla anlatır, b i ­ lekler yeniden yoruma uğratılmış olsa da eskidir. En başta İlk imge olarak sunu­ lan, a y r ı ş m a m ı ş su b ü ı ü n l ü ğ ü ve bunun içinde seçilen i l k çift, Apsu ile Tiamat anlatılır. (Başka kaynaklar, Tiamat'ın denizi ve Apsu "mm d ü n y a n ı n y ü z e y i n d e dur­ d u ğ u tatlı su kütlesini temsil ettiğini belirtirler). Başka b i r ç o k i l k tanrı gibi, T i ­ amat da h e m k a d ı n h e m de çift cinsiyetli olarak tasarlanmıştır. Tatlı ve tuzlu su­ ların k a r ı ş ı m ı n d a n d i ğ e r t a n n çiftleri doğar. İkinci çift, Lahmu ve Lahumu hak­ k ı n d a neredeyse hiçbir şey b i l m i y o r u z (Bir rivayete g ö r e , insanı yaratmak için kurban e d i l m i ş l e r d i ) . Ü ç ü n c ü çift Anşar ve Kişar'a gelince, b u n l a r ı n



isimleri



S ü m e r c e d e "yukarıdaki u n s u r l a r ı n t a m a m ı " ve "aşağıdaki u n s u r l a r ı n t a m a m ı " an­ l a m ı n a geliyordu.



Çeviri için bkz. ANUT. s. 387-385, A. Leo Oppenheim, Aneleni Mcsopotamia, s. 176; E. Cassin, La splendeur dnint, s. 26 vd, 65 vd. 90



MEZOPOTAMYA MINLtEl



Zaman geçer ("Günler yayılır, yıllar ç o ğ a l ı r " ) /



1



Birbirini tamamlayan b u i k i



" b ü t ü n " ü n kutsal evliliğinden g ö k y ü z ü tanrısı Anu d o ğ a r ; o da N u d i m m u d ' u n (= Ea) dogmasını^ s a ğ l a r . ' Genç tanrılar çılgınca hareketleri ve çığlıklanyla 3



Ap-



su'nun h u z u r u n u bozarlar. Apsu da Tiamat'a yakınır: "Bu tavırlarına katlanamıyo­ r u m . G ü n d ü z l e r i dinlenemiyorum, geceleri u y u y a m ı y o r u m . Bu davranışlarına bir son vermek için onları yok etmek istiyorum. Ve sessizlik h ü k ü m s ü r s ü n bizim için, (nihayet) uyuyabilelim!" (tablet I , satır 37-39). Bu dizelerde " M a d d e n i n (ya­ ni t ö z ü n ataletine ve bilinçsizliğine denk düşen bir v a r o l u ş hali), kozmogoninin ö n k o ş u l u olan her t ü r l ü harekete karşı dirence, ilk hareketsizliğe d u y d u ğ u Özlem sezilmektedir. Tiamat "eşine öfkeyle bağırıp çağırmaya başladı. Acı bir çığlık attı ...: Ne! Kendi yarattığımızı m ı yok edeceğiz! O n l a r ı n b u t a v n n ı n can sıkıcı oldu­ ğ u n a k u ş k u yok, ama tatlılıkla sabredelim" ( I , 41-46), Fakat Apsu ikna o l m a d ı . G e n ç tanrılar atalarının kararını öğrenince, "tek bir söz s ö y l e y e m e d e n kalakal­ dılar" (58), Ama "her şeyi biten Ea" başı çekti. Büyülü sözleriyle Apsu'yu derin bir uykuya d a l d ı r d ı , o n u n "parıltısını çıkarıp kendi ü s t ü n e giydi" ve Apsu'yu zin­ cirledikten sonra ö l d ü r d ü , Ea, bundan böyle apsu adını verdiği suların t a n n s ı o l ­ du. Kansı Damkina da Marduk'u apsu'mm b a ğ r ı n d a , "yazgılar o d a s ı n d a , i l k ö m e k lerin t a p m a ğ ı n d a " (79) d o ğ u r d u . Metin b u son d o ğ a n t a n r ı n ı n b ü y ü k g ö r k e m i n i , bilgeliğini ve sınırsız erkini yüceltir. O zaman A n u , atalarına karşı yeniden saldı­ rıya geçti. Dört rüzgârı çıkardı ve "Tiamat'ı rahatsız etmek için dalgalan yarattı" (108). Hiç huzurlan kalmayan tannlar annelerine başvurdular: "Apsu'yu, eşini öl­ d ü r d ü k l e r i n d e , bırakalım o n u n y a n ı n d a yer almayı, bir kenara çekildin ve tek söz etmedin" (113-114). Bu kez Tiamat tepki göstermeye karar verdi. Canavarlan, y ı l a n l a n ,



"büyük



aslanı," "öfkeli iblisleri," "amansız silahlar taşıyan ve savaştan korkmayan" d i ­ ğerlerini yarattı (144), Ve " i l k d o ğ a n taunlardan ... Kingu'yu yüceltti" (147 vd). Tiamat Kingu'nun g ö ğ s ü n e Yazgılar tabletini bağladı ve ona en ü s t ü n erki verdi (155 vd). Bu hazırlıklar karşısında g e n ç tannlar cesaretlerini kaybettiler. Ne Anu ne de Ea Kingu'nun karşısına çıkmaya cüret edebildi. Yalnızca Marduk kavgayı göze aldı, ama o da ö n c e en ü s t ü n tanrı ilan edilmesini şart k o ş t u , diğer tannlar bunu hemen kabul ettiler, i k i ordu arasındaki savaşın sonucu Tiamat ile Marduk



Tablet I , 13. Aksi belirtilmedikçe, alıntılan Paul Garellı ve Marcel Leibovici'nın çevirisin­ den yapıyoruz, "La naissance du monde selon Akkad," s. 133-145. Büyük Sümer üçlüsünden yalnızca Enlıl eksiktir; onun yennı Ea'nın oğlu Marduk almış­ tır. 91



DİNSEL INANÇLAG VE DÛSÛNCELRK T A R İ H İ - I



a r a s ı n d a k i düelloyla belirlendi. "Tiamat onu yutmak için ağzını açtığında" (IV, 97), Marduk çılgın rüzgârlar fırlattı, "rüzgârlar Tiamat'ın gövdesini g e n l e ş t i r d ı . K a m ı şişti, ağzı açık kaldı. O zaman Marduk bir ok attı, ok T i a m a t ' ı n k a m ı n ı deldi, b a ğ ı r s a k l a r ı m yırttı ve kalbine s a p l a n d ı . Böylece onu ele geçiren Marduk canını aldı, cesedini yere attı ve ü s t ü n e çıktı" (IV, 100-104). Tiamat'ın y a r d ı m c ı ­ ları k a ç m a y a çalıştılar, ama Marduk "onlan bağladı ve silahlarını k ı r d ı " (111); daha sonra Kingu'yu zincirledi, Yazgılar tabletim aldı ve kendi g ö ğ s ü n e bağladı (120 vd). Sonunda Tiamat'ın yanma geri geldi, kafatasını y a r d ı ve cesedi "kuru­ t u l m u ş b i r balık" gibi ikiye b ö l d ü (137), b u .iki parçadan b i r i gök kubbe, d i ğ e r i y e r y ü z ü oldu. Marduk apsu sarayının bir suretini de g ö k y ü z ü n e d i k t i ve yıldızla­ rın seyrini belirledi. Beşinci tablet gezegenler evreninin d ü z e n l e n m e s i n i , zamanın belirlenmesini ve Tiamat'ın organlanndan d ü n y a n ı n ş e k i l l e n d i n l m e s i n i nakleder (gözlerinden Fırat ve Dicle akar, " k u y r u ğ u n u n b i r k ı v r ı m ı n d a n g ö k ile yer ara­ s ı n d a k i bağı yarattı," V, 59 vb). Sonunda Marduk, "tanrılan rahat ettirmek için onlara hizmet etme işini üstle­ necek" i n s a n ı yaratmaya karar verdi ( V I , 8). Yenilmiş ve z i n c i r l e n m i ş tanrılar hâ­ lâ kendilerine verilecek cezayı bekliyorlardı. Ea ı ç l e n n d e n yalnızca b i r i n i n kur­ ban edilmesini ö n e r d i . "Savaşı k i m i n kışkırttığı, Tiamat'ı isyana k i m i n teşvik et­ tiği ve kavgayı k i m i n başlattıgı"m ( V I , 23-24) ö ğ r e n m e k için sorulan sorulara hepsi bir tek isimle yanıt v e r i y o r l a r d ı : Kingu. Kingu'nun damarlan kesildi ve akan kandan Ea insanlığı yarattı ( V I , 3 0 ) .



33



Şiirde daha sonra M a r d u k onuruna b i r



t a p ı n a k (başka b i r deyişle saray) dikilmesi anlatılır. Enııma EÎiş, geleneksel mit izleklerini kullanmakta, ama



daha karanlık



bir



kozmogoni ve daha k ö t ü m s e r b i r insan bilgisi s u n m a k t a d ı r . G e n ç ş a m p i y o n Mard u k ' u y ü c e l t e b i l m e k için, i l k d ö n e m i n t a u n l a r ı n a , öncelikle de Tiamat'a "şeytani" değerler y ü k l e n m i ş t i r . Tiamat artık yalnızca her kozmogoniden önce yer alan i l k kaotik b ü t ü n l ü k değildir; sonunda sayısız canavarın yaratıcısı olarak ortaya çıkar; "yaratıcılığı" tamamen olumsuzdur. Enııma Efiş'e g ö r e , yaratıcı süreç Apsu'nun g e n ç tanrıları yok etme, kısacası evrenin yaratılışını h e n ü z filiz halindeyken dur­ durma isteği y ü z ü n d e n çok erken bir donemde tehlikeye girer (belli bir "dünya" yine de vardı; ç ü n k ü tannlar çoğalıyordu ve "konutlara" sahiptiler; ama b u yal­ nızca b i ç i m s e l b i r v a r o l u ş tarzıydı). Apsu'nun ö l d ü r ü l m e s i "yaratıcı cinayetler" dizisini başlatır; ç ü n k ü Ea o n u n yerini almakla kalmaz, su kütlesi içinde i l k dü-



3 3



Kozmolojiye ve insanın yaratılışına ilişkin başka koşut söylenceler bulunduğunu leyelim. 92



ek­



MEZOPOTAMVA 111NU-M



zenlemenin de y o l u n u açar ("ikametgâhını b u yerde kurdu . , . t a p m a k l a r ı belirle­ di"). Kozmogoni i k i t a n n grubu arasındaki ç a t ı ş m a n ı n sonucudur, ama Tiamat'm ordusunda canavarlar ve şeytani yaratıklar da yer a l m a k t a d ı r . Başka b i r deyişle, "ezeliyet" b u haliyle "olumsuz y a r a t ı m l a r ı n kaynağı olarak tanıtılmakladır. Marduk, g ö k ve yeri Tiamat'ın ö l ü s ü n d e n şekillendirir. Başka anlatımlarda da d o ğ r u ­ lanan b u izlek çeşitli yorumlara açıktır, i l k tanrısal varlıklardan b i r i n i n bedenin­ den o l u ş t u r u l a n evren, onun Özünü paylaşır; ama Tiamat'm "şeytanlaştırılması"ndan sonra hâlâ tanrısal bir ö z d e n söz etmek m ü m k ü n m ü d ü r ? Demek k i evrenin i k i l i bir doğası vardır: Açıkça şeytani denemese de en azın­ dan çelişkili değerler b a r ı n d ı r a n b i r "madde" ve M a r d u k ' u n esen o l d u ğ u için tannsal b i r "biçim." G ö k kubbe Tiamat'ın bedeninin yarısından şekillendirilir, ama yıldızlar ve yıldız k ü m e l e r i t a n n l a r ı n " k o n u t l a r ı " veya imgeleri olur. Yer de T i ­ amat'ın bedeninin dıger yarısını ve organlarını içerir, ama siteler ve tapmaklarla kutsanır. Son tahlilde d ü n y a , k a o t ı k ve şeytani "ezeliyetle"; tanrısal yaratıcılık, varlık ve bilgeliğin bir "karışımı" olarak ortaya çıkar. Bu belki de Mezopotamya k u r a m c ı l ı ğ ı n ı n ulaştığı en k a r m a ş ı k kozmogoni f o r m ü l ü d ü r ; çünkü bir tanrılar toplumunun bazdan anlaşılmaz ya da kullanılmaz hale g e l m i ş b ü t ü n yapılarını c ü r e t k â r b i r sentez içinde b i r araya getinnektedir. i n s a n ı n yaratılışı ise S ü m e r geleneğinin (insan tanrılara hizmet etmek için ya­ ratılmıştır), özellikle de i n s a n ı n k ö k e n i n i kurban edilen i k i Lagma tanrıyla açıkla­ yan versiyonun b i r uzantısıdır. Ama d u r u m u ağırlaştıran şu unsur e k l e n m i ş t i r : .Kingu, i l k t a n r ı l a r d a n b i r i olmasına r a ğ m e n , Tiamat'm yarattığı canavarlar ve şeytanlar ordusunun k o m u t a n ı , başşeytan haline gelmişti. Demek k i insan, şeyta­ n i bir maddeden o l u ş t u r u l m u ş t u : Kingu'nun kanı. S ü m e r versiyonlarıyla b u fark­ lılık a n l a m l ı d ı r . Trajik bir k ö t ü m s e r l i k t e n söz edilebilir; çünkü insan kendi do­ ğ u m u y l a m a h k û m edilmiş gibidir. Tek u m u d u kendisini Ea'mn b i ç i m l e n d i r m e s i dir; b u nedenle b ü y ü k bir tann tarafından y a r a t ı l m ı ş b i r "biçime" sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, i n s a n ı n yarattlışıyla d ü n y a n ı n kökeni arasında b i r b a k ı ş ı m bulunur. Her i k i durumda da hammadde, şeytanlaşmış ve zaferi kazanan genç tan­ rılar tarafından ö l d ü r ü l m ü ş g ü n a h k â r bir i l k tanrının ö z ü n d e n oluşmaktadır.



22. M e z o p o t a m y a H ü k ü m d a r l a r ı n ı n K u t s a l l ı ğ ı — Babİl'de Enuma Eiş Yeni Yıl b a y r a m ı n ı n d ö r d ü n c ü g û n u , tapınakta söylenirdi. S ü m e r c e d e zagmuk ("yılın baş­ langıcı"), Akkadçada akitu a d ı verilen bu bayram, nisan ayının i l k o n i k i günü boyunca k u t l a n ı r d ı . Burada en önemlilerini sıralayacağımız b i r ç o k kısma ayrıl-



93



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ • I



inişti: 1) Marduk'un "esaretine" denk d ü ş e n kralın kefaret g ü n ü ; 2) Marduk'un k u r t u l u ş u ; 3) Ritüel b i ç i m i n d e yapılan savaşlar ve bir şölenin d ü z e n l e n d i ğ i Bit Akitu'ya (Yeni Yıl bayram evi) kralın y ö n e t i m i n d e yapılan zafer alayı y ü r ü y ü ş ü , 4) Kralın tanrıçayı simgeleyen b i r tapmak canyesiyle kutsal evliliği; 5) T a n r ı l a r tarafından geleceğin belirlenmesi. Bu mitse-ritüel senaryonun i l k kısmı - k r a l ı n k ü ç ü k d ü ş m e s i ve Marduk'un esareti- d ü n y a n ı n kozmogoni öncesi kaosa geri d ö n m e s i n e işaret eder. Marduk tapınağında b ü y ü k rahip, kralın alâmetlerini (âsa, y ü z ü k , kılıç ve taç) elinden alır ve o n u n y ü z ü n e vurur. Sonra diz ü s t ü çöken kral masumiyetini açıklayan sözleri söyler: "Ben g ü n a h i ş l e m e d i m ey ülkelerin efendisi, senin tanrılığına karşı ihmal­ k â r d a v r a n m a d ı m . " B ü y ü k Rahip, M a r d u k adına yanıt verir: "Korkma ... Marduk d u a n ı duyacaktır. İ m p a r a t o r l u ğ u n u b ü y ü t e c e k t i r . . . . "



M



Bu sırada halk "dağa kapatıldığı" varsayılan Marduk'u a r a m a k t a d ı r ; bu "dağa kapatılma" ifadesi bir tanrının " ö l ü m ü " n ü belirtir. Inanna-Iştar'la i l g i l i



olarak



g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, b u "nihai" bir ö l ü m değildi; yine de tanrıçanın yeraltından çı­ karılması için bedel ö d e n m e s i g e r e k m i ş t i . Aynı şekilde Marduk da "güneşten ve ışıktan uzağa" inmeye z o r l a n m ı ş t ı r .



35



Sonunda Marduk k u r t a r ı l ı r ve tanrılar yaz­



gıları belirlemek üzere toplanırlar (yani heykelleri b i r araya getirilir). Bu k ı s ı m Enuma Elıj'te Marduk'un en ü s t ü n tanrılığa yükseltildiği b ö l ü m e denk d ü ş e r . Kral ayin alayını sitenin d ı ş ı n d a bulunan bir yapı olan Bit Akitu'ya kadar g ö t ü r ü r . Bu ayin alayı Tiamat'm ü s t ü n e y ü r ü y e n tanrılar ordusunu temsil eder. Sennaşerib'de bulunan bir yazıttan yola çıkarak, b u i l k savaşın o y n a n d ı ğ ı , kralın da Asur'u (Marduk'un yerini alan tanrı) canlandırdığı v a r s a y ı l a b i l i r .



35



Kutsal evlilik,



Bit



Akitu'daki ş ö l e n d e n geri d ö n ü ş t e gerçekleşir. Son perde, yeni yılın her ayı için geleceğin belirlenmesinden o l u ş u r , " Bunu "belirleyerek," yıl ritüel b i ç i m i n d e ya­ ratılır, yani h e n ü z d o ğ a n yeni d ü n y a n ı n bahtı, bereketi, zenginliği güvence altına alınır. Akitti, o l d u k ç a yaygın b i r mitsel-ritüel senaryonun, özellikle de kozmogoninin



Alıntılar H, Frankfort, Kingship and the Gods'dan yapılmıştır, s. 320 (La Royauté et les Dieux, s. 409). Klasik çag yazarlan Babil'deki "Bel (= Marduk) mezan"ndan söz ederler. Bahsedilen bu yer, büyük olasılıkla tanemin geçici mezan olarak görülen Etemenankı tapmağının zigguraüydı. Bazı imalardan, i k i figüran grubunun savaşları oynadığı anlaşılmaktadır. Tıpkı Enuma Eliş'le Marduk'un yarattığı evrem yönelecek kanunlan belirlemesi gibi. 94



MEZOPOTAMYA DİNLERİ



yinelenmesi olarak g ö r ü l e n Yeni Yıl b a y r a m ı n ı n Mezopotamya versiyonunu tem­ sil eder.



38



Evrenin d ö n e m s e l yenilenmesi geleneksel t o p l u m l a r ı n b ü y ü k umudunu



o l u ş t u r d u ğ u n a göre, Yeni Yıl bayramlarına sık sık d e ğ i n m e m i z gerekecek. Ş i m d i ­ l i k Akifu'nun b i r ç o k b ö l ü m ü n e - k e n d i m i z i yalnızca Yakındoğu'yla söyleyecek



o l u r s a k - Mısır'da,



Hititlerde,



Ugarit'te



{Res



sınırlayarak



Şemra),



İran'da



ve



Sahillerde de rastlandığını belirtelim. Ö r n e ğ i n yılın son g ü n l e r i n d e ntüellerle so­ mutlaştırman "kaos," Satumalya t ü r ü n d e " o r j i " benzeri aşırılıklarla, b ü t ü n top­ lumsal d ü z e n i n altüst edilmesiyle, ateşlerin s ö n d ü r ü l m e s i ve ölülerin geri dön­ mesiyle (maskelerle temsil ediliyorlardı) gösteriliyordu,



i k i figüran



topluluğu



arasında savaşların varlığı Mısır, Hititler ve Ugarit'te bilinmektedir. Eski yılla yeni yıl a r a s ı n d a k i 12 g ü n boyunca gelecek 12 ayın "yazgısının belirlenmesi" ade­ ti O r t a d o ğ u ve D o ğ u Avrupa'da halâ s ü r m e k t e d i r .



39



Afîitu'da k r a l ı n rolü yeterince bilinmiyor. Kralın " k ü ç ü k d ü ş ü r ü l m e s i , " dünya­ n ı n "kaos" haline geri d ö n m e s i n e ve Marduk'un dagm içindeki "esaretfne denk d ü ş e r . Kral, Tiamat'a karşı verilen savaşta ve b i r t a p ı n a k h i z m e t k â n y l a kutsal ev­ liliğinde tanrıyı kişileştirir. Ama tanrıyla ö z d e ş l e ş m e her zaman belirtilmez: Da­ ha ö n c e de g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, " k ü ç ü k d ü ş ü r ü l m e s i " sırasında kral Marduk'a sesle­ nir. Bununla birlikte Mezopotamya h ü k ü m d a r l a r m ı n kutsallığı geniş ölçüde d o ğ ­ r u l a n m ı ş t ı r . Dumuzi'yi temsil eden S ü m e r kralının t a n n ç a İnanna ile kutsal e v l i ­ liğine değinmiştik: Bu hieros gamos Yeni Yıl b a y r a m ı sırasında gerçekleşiyordu (§ 19). S ü m e r l e r e g ö r e , krallığın g ö k t e n İndiği biliniyordu; tanrısal b i r k ö k e n i var­ dı ve b u anlayış Asur-Babil uygarlığı yok olana kadar s ü r d ü . H ü k ü m d a r ı n kutsallığı çok çeşitli b i ç i m l e r d e ilan ediliyordu. Ona



"ülkenin



(yani d ü n y a n ı n ) kralı" veya "evrenin d ö r t bölgesinin kralı" deniyordu; bunlar başlangıçta tanrılar için kullanılan s ı f a t l a r d ı .



40



T a n r ı l a r d a o l d u ğ u g i b i , k r a l ı n da



b a ş ı n ı n çevresinde d o ğ a ü s t ü b i r ışık p a n l d ı y o r d u .



41



Kral daha dogmadan ö n c e ,



tanrılar onun yazgısını h ü k ü m d a r l ı k olarak belirlemişti



Kral, y e r y ü z ü n d e k i ev­



latları da kabul edilmekle birlikte, " t a n r ı n ı n oğlu" olarak g ö r ü l ü r d ü (Hammurabi o n u n Sin'in babası, Enlil'in de Lipitiştar'm oğlu o l d u ğ u n u açıklar). Bu çifte soy.



Krş. Eliade, Le Mythe de l'étemel retour (yeni baskı, 1969), s. 65 vd; Aspects du mythe, s. 56 vd. Krş. Le mythe de l'étemel retour, s, 81 vd. Krş. Frankfort, Kiıtgsfıip, s, 227 vd (= La Royauté, s. 303 vd). Akkadçada mekmmû adı verilen bu ışık, Iranlılann livarırıahma denk düşmektedir; krş Oppenheim, Ancient Mesopotamia, s. 206; Cassin, La splendeur divine, s. 65 vd. 95



DİNSEL İNANÇLAR VE D Ü Ş Ü N C E L E R T A R İ H İ -1



kralı tanrılarla İnsanlar a r a s ı n d a m ü k e m m e l bir aracı haline getiriyordu.



Hüküm­



dar t a n n l a n n k a r ş ı s ı n d a halkı temsil ediyor ve u y r u k l a r ı n ı n g ü n a h l a r ı n ı n kefare­ t i n i o Ödüyordu, K i m i zaman h a l k ı n ı n işlediği suçlar nedeniyle ölmesi gerekiyor­ du; A s u r l u l a n n b i r "yedek kral"ı o l m a s ı n ı n nedeni b u y d u " Metinler k r a l ı n , Ha­ yat Ağacı ile Hayat Suyunun b u l u n d u ğ u harika b a h ç e d e , tanrılarla içli dışlı olarak yaşadığını a ç ı k l a r ,



15



( N i t e k i m tanrı heykellerine her g ü n sunulan yiyecekleri kral



ve maiyeti yer). Kral t a n n n ı n "temsilcisi," tanrı tarafından d ü n y a d a adalet ve ba­ rışı k u r m a k ü z e r e göreve çağrılmış "halkın çobanı"dır.'''' "Ülkede adaleti kurmak üzere A n u ve E n l i l , Lipitiştar'ı ü l k e y ö n e t i m i n e çağırdıklarında ... o zaman ben Lipitiştar, N i p p u r l u mütevazı çoban ... EnlıVin sözlerine uyarak S ü m e r ve Akkad'da adaleti k u r u y o r u m . "



45



Kralın tanrısal varoluş b i ç i m i n i , kendisi tann olmadan paylaştığı söylenebi­ lir, O tanrıyı temsil ediyordu, b u da arkaik k ü l t ü r a ş a m a l a n n d a bir anlamda temsil ettigiyle aynı o l m a s ı n ı da getiriyordu. Her ne olursa olsun Mezopotamya k r a l ı , insanlar d ü n y a s ı ile tannlar d ü n y a s ı arasında bir aracı olarak, kendi kişiliğinde i k i v a r o l u ş b i ç i m i , tannsal ve insani v a r o l u ş b i ç i m l e r i arasında ritüel düzeyinde b i r birliği gerçekleştiriyordu. Kral, b u i k i l i doğası sayesinde, en azından mecazi anlamda hayatın ve bereketin yaratıcısı olarak kabul ediliyordu. Ama o (Mısır f i ­ ravunu gibi, krş, § 27) bir tanrı, tanrılar panteonunun yeni bir üyesi değildi. M ü m i n ­ ler dualarını ona g ö n d e r i n i y o r l a r d ı ; tam tersine krallarını k u t s a m a s ı için tannla¬ ra dua e d i y o r l a r d ı ; ç ü n k ü h ü k ü m d a r l a r , tannsal d ü n y a y l a içli dışlı olmalanna, bazı tannçalarla kutsal evliliklerine r a ğ m e n insan olma hallerim d ö n ü ş türe m ı y o r lardı. Son tahlilde onlar ö l ü m l ü y d ü . U r u k ' u n efsanevi kralı G ı l g a m ı ş ' m



bile



ö l ü m s ü z l ü ğ e e r i ş m e k girişiminde başansızlıga uğradığı u n u t u l m u y o r d u .



23. G ı l g a m ı ş Ö l ü m s ü z l ü k P e ş i n d e — H i ç k u ş k u yok k i Gılgamış Destanı, Babil y a r a t ı m l a n m n en ü n l ü s ü ve halk arasında en yaygın olanıdır. Bu destanın kahra­ m a n ı U r u k kralı Gılgamış, arkaik çağda da m e ş h u r d u ve onun efsanevi hayatının



Labat, l e caractère religieux de la royauté ossyro-bàbyhnienne, Kingship, s. 262 vd (= La Royauté, s. 342 vdj.



s. 352 vd; Frankfort,



Bahçıvan olarak Hayat Ağacına bakan kraldır; krş. Widengren, The King and the Tree oj Life in Ancient Near Eastern Religion, özellikle s. 22 vd, 59 vd. Krş. Hammurabi Kanunlarının girişi (I, 50), ANFT, s. 164. "Lipitiştar Kanunlan"na giriş, ANET, s. 159. Bkz. J, Zandee tarafından alıntılanan ve çevnlen metinler, "Le Messie," s, 13, 14, lö, 96



MEZOPOTAMYA D İ N L E R !



birçok b ö l ü m ü n ü n S ü m e r c e versiyonu da bulundu. Ama b ü t ü n bu öncüllere kar­ şın, Gılgamış Destanı Sami d e h a s ı n ı n ü r ü n ü d ü r . Ö l ü m s ü z l ü k arayışının ya da da­ ha d o ğ r u b i r deyişle, başarıya u l a ş m a k için her t ü r l ü şansa sahip g ö r ü n e n b i r g i ­ r i ş i m i n s o n u ç t a u ğ r a d ı ğ ı başarısızlığın en heyecan verici ö y k ü l e r i n d e n b i r i olan b u destan, çeşitli münferit b ö l ü m l e r d e n yola çıkılarak Akkadça yazılmıştır.



Hem



kahraman hem tiran olan bir kişiliğin erotik aşırılıklarının anlatımıyla başlayan b u efsane, s o n u ç b ö l ü m ü n d e yalnızca "kahramanlığa ilişkin" erdemlerin insanlık d u r u m u n u k ö k t e n aşmaya yetmediğini göstermektedir. Halbuki Gılgamış üçte i k i o r a n ı n d a tanrısal bir varlıktı; tanrıça Ninsun'la b i r ö l ü m l ü n ü n o ğ l u y d u . ' Metnin hemen başında onun her şeyi bilmesi ve y a p ı m ı n a 6



giriştiği g ö r k e m l i yapılar övülür. Ama bunun hemen a r d ı n d a n bize kadınlara ve g e n ç kızlara tecavüz eden ve erkekleri ağır işlerde d e r m a n s ı z bırakan b i r despot sunulur. Site sakinleri tanrılara yakanr ve tanrılar da Gılgamış'la başa çıkabile­ cek, dev gibi b i r varlık yaratmaya karar verirler. Enkidu adını alan b u yan-vahşi, yabanıl hayvanlarla barış içinde yaşamakta, onlarla birlikte aynı kaynaklardan su i ç m e k t e d i r . Gılgamış onun varlığını Önce d ü ş ü n d e , sonra da Enkidu'yu gören bir avcıdan öğrenir. O n u b a ş t a n çıkarıp Uruk a getirmesi için bir tapmak fahişesi gönderir. Tanrıların ö n g ö r d ü ğ ü gibi, i k i kahraman karşılaşır k a r ş ı l a ş m a z boy öl­ ç ü ş ü r l e r . Gılgamış b u kavgadan galip çıkar, ama Enkidu'ya dostluk duyar ve onu yoldaşı yapar. Sonuçla tanrıların p l a n ı boşa ç ı k m a m ı ş t ı r ; artık Gılgamış gücünü kahramanca maceralarda harcayacaktır. Yanında Enkidu'yla birlikte, çok güçlü b i r canavar olan Huvava'nın* k o r u d u ğ u uzak ve b ü y ü l ü sedir o r m a n ı n a yönelir, t k i kahraman Huvava'mn kutsal sedir ağacını kestikten sonra onu ö l d ü r ü r l e r . Gılgamış Uruk'a d ö n e r k e n Iştar'ın dikka­ t i n i çeker. Tanrıça o n u n kendisiyle evlenmesini ister, ama Gılgamış onu küstahça reddeder. Aşağılanan îştar, babası Anu'ya yakanr ve Gılgamış'la sitesini yok et­ mek üzere "Gök Boğası"nı y a r a t m a s ı n ı ister. A n u b u isteği ö n c e reddeder, ama Îş­ tar onu ölüleri y e r a l t ı n d a n y u k a r ı çıkarmakla tehdit edince boyun eğer. "Gök Bo­ ğası" Uruk'a saldırır ve b ö g ü n ü î e n n d e n k r a l ı n yüzlerce a d a m ı ö l ü r . Yine de En­ k i d u onu k u y r u ğ u n d a n yakalamayı başarır ve Gılgamış da kılıcını ensesine sap­ lar. Ç o k öfkelenen Iştar kent surlanna çıkar ve kralı lanetler. K a z a n d ı k t a n zafer­ den sarhoş olan Enkidu "Gök Boğası"nın bir butunu kopanp küfürler içinde tan-



Sümer geleneğine gore bu ölümlü. Uruk sitesinden bir "yüksek rahip "ti; krş. A Heidel, The Gûgamesh Epic, s. 4. Asurca versiyonda Humbaba - ç n . 97



DINSL'L İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ - I



r ı ç a n m ö n ü n e fırlatır. Bu i k i k a h r a m a n ı n kariyerinin doruk noktası o l d u ğ u kadar, trajedinin de başlangıcıdır. Aynı gece E n k i d u d ü ş ü n d e tanrılar tarafından mah­ k û m edildiğini görür. Ertesi g ü n hastalanır ve o n i k i g ü n sonunda ölür. Gılgamış beklenmedik b i r değişim geçirerek t a n ı n m a z hale gelir. Yedi g ü n ve yedi gece boyunca dostuna ağlar ve onun g ö m ü l m e s i n e izin vermez. Ağlayıp döv ü n m e l e r i y l e sonunda onu dirilteceğini u m u t etmektedir. Gılgamış ancak beden i l k ç ü r ü m e işaretlerini vermeye başlayınca boyun eğer ve Enkidu g ö r k e m l i



bir



törenle toprağa verilir, Kral kenti terk eder ve "Ben de Enkidu gibi ölmeyecek miyim?" diye inleyerek çölde dolaşır (tablet IX, s ü t u n 1, satır 4 ) . " Ö l ü m düşün­ cesi Gılgamış'ı dehşete d ü ş ü r m ü ş t ü r . K a h r a m a n l ı k l a n y l a sağladığı b a ş a n l a r onu artık teselli etmez. Bundan böyle tek amacı insanların yazgısından kurtulmak ve ö l ü m s ü z l ü ğ e e r i ş m e k t i r . Tufandan kurtulan ü n l ü U t n a p i ş t ı m ' i n hâlâ y a ş a d ı ğ ı n ı bilen Gılgamış, gidip onu aramaya karar verir. Yolculuğu erginleyıci t ü r d e sınavlarla doludur. Maşu dağlarına vanr ve Gü­ neş'in her g ü n geçtiği kapıyı bulur. Kapıyı " g ö r ü n t ü s ü bile insanı ö l d ü r m e y e ye­ ten" bir çift akrep-insan beklemektedir (IX, 2, 7). Yenilmez kahraman korkudan donup kalır ve alçakgönüllü bir tavırla secde eder. Ama akrep-adamlar Gılgam ı ş ' m tanrısal k ı s m ı m tanır ve tünele girmesine izin verirler. G ı l g a m ı ş , karan­ lıkların içinde onikı saat y ü r ü d ü k t e n sonra, dağın ö b ü r tarafına, harika b i r bahçe­ ye çıkar. Oradan biraz uzakta deniz kıyışında su perisi Siduri ile karşdaşır ve ona U t n a p i ş t i m ' i nerede bulabileceğini sorar. Siduri onun f i k r i n i değiştirmeye çalışır: "Tanrılar insanları yarattıklarında, hayatı kendilerine ayırıp o l ü m u insanlara ver­ diler. Sen Gılgamış, karnını doldurmaya ve gece g ü n d ü z keyif s ü r m e y e bak g ü n bayram yap ve gece g ü n d ü z dans et, çılgınca e ğ l e n . . , , "



Her



4i
TA\asm en



raeşnunanndan



biri



olan Knossos y a k ı n ı n d a k i Amnisos mağarası, Helen ö n c e s i d ö n e m m ebe i a n n ç a s \ Eileiıhyia'ya a d a n m ı ş t ı . Dicte D a ğ ı n d a k i bir başka m a ğ a r a , ' bebek Z e u s u koru­ 5



masıyla ü n y a p m ı ş t ı : Olympos'un gelecekteki efendisi ota.da d ü n y a y a g e l m i ş ve yeni d o ğ a n b e b e ğ i n çığlıkları, kalkanlarını birbirine vuran Kuretaların ç ı k a r d ı ğ ı gürültüyle bastırılmıştı.



Kureta'lann silahlı d a n s ı b ü y ü k olasılıkla genç erkek



k a r d e ş l i k cemiyetleri tarafından yapılan bir erginleme t ö r e n i y d i ( k r ş . ç ü n k ü kardeşlik cemiyetleri bazı mağaraları gizli



ritüelleri



§



83);



için k u l l a n ı y o r l a r d ı ,



Ö r n e ğ i n metalürji ustaları cemiyetinin mitolojik kişileştirmesi olan



Daktyl'ler



1da d a ğ ı n d a k i m a ğ a r a d a toplanıyorlardı. Bilindiği gibi, m a ğ a r a l a r paleolitik çağdan beri dinsel bir r o l o y n a m ı ş l a r d ı . Labirent b u rolü yeniden ele alıp genişletti: "Bir mağaraya ya da b i r labirente gir­ mek, Hades'e inmekle, başka b i r deyişle erginlenme t ü r ü n d e ritüel b i r ö l ü m l e eş­ d e ğ e r d i . M e ş h u r Minos labirenti mitolojisi parça parça bilinmekte ve çok i y i an­ laşılamamaktadır; ama en dramatik b ö l ü m l e r i bir erginleme töreniyle i l i ş k i l i d i r . Bu mitsel-ritüel senaryonun i l k a n l a m ı , b ü y ü k olasdıkla daha h a k k ı n d a k i i l k yazı­ lı tanıklıklar kaleme a l ı n m a d a n ö n c e u n u t u l m u ş t u . Theseus d e s t a n ı , özellikle Thes e u s ü n labirente girişi ve Minotauros'la savaşıp onu yenmesi ü z e r i n d e daha i l e r i ­ de duracağız (krş. § 94). Ama labirentin b i r erginleme sınavı olarak g ö r d ü ğ ü



ri­



tüel işlevini ş i m d i d e n h a t ı r l a t m a k t a yarar var. Knossos kazılarında Daidalos'un b u mucizevi eserinin hiçbir izine rastlanma­ dı. Butlunla birlikte klasik ç a ğ m Girit p a r a l a r ı n ı n ü s t ü n d e labirent figürü yer al­ m a k t a d ı r ve b a ş k a kemlerle ilişkili olarak da labirentlere d e ğ i n i l m e k t e d i r . Sözcü­ ğ ü n HitİJyriıırJıosi etimolojisi ise, "çift ağızlı balta [labıys) evi" olarak açıklandı; başka bir deyişle, bu sözcük Knossos krallık sarayını ifade ediyordu. Ama balta için Akha dilinde k u l l a n ı l a n s ö z c ü k pelefys'ti ( k r ş . Mezopotamya dilinde Bu nedenle labirent t e r i m i n i n asyanik* k ö k e n l i labra/laura'dan



("taş,"



p'ûakhü).



"mağara")



t ü r e m i ş o l m a s ı daha b ü y ü k bir olasılıktır. Demek k i labirent, insan eliyle oyul­ m u ş yeraltı yolu a n l a m ı n a gelmekteydi. G e r ç e k t e n de Gortyna y a k ı n ı n d a k i Ampe-



Kutsal mağaralar hakkında bkz. M. P. Nilssou, TTıe Minönıı Mymıaean Rdigum, s. 53 vd; Charles Picard, Les reliğiıms preheüiıUquei, s. 58 vd, 130-131; Wil!eu.s,Cret«ı Cuits and fe siı vals, s. 141 vd. İlkçağ Kiıçük Asya'sının Hint-Avrupa kümesine ait olmayan dillen içırı kullanılır (Hatti dili, Hum dili, Urartu dili) -çn. 162



MEGA1-1TLER, TAPINAKLAR, TÖRENSE1. MERKEZLER



lousia mağarasına g ü n ü m ü z d e de "labirent" denmektedir.



Şimdilik mağaraların



r i ı ü e l işlevinin arkaikligini belirtmekle yerinelim. Bazı dinsel d ü ş ü n c e l e r i n ve erginleme senaryolarının t a r i h ö n c e s i n d e n modern zamanlara dek gösterdikleri s ü ­ rekliliği ç o k güzel y a n s ı t a n b u r o l ü n kalıcılığı ü z e r i n d e ileride yeniden duracağız (§ 42), Neolitik çağda kadın heykelcikleri çoğalır: Bunlann ayırt edici özelliği, gö­ ğüslerini çıplak b ı r a k a n ç a n b i ç i m i n d e k i etekleri ve bir t a p ı n m a jesti içinde yuka­ rı d o ğ r u kaldırılmış k o l l a n d ı r . İster adak ister "put" olsunlar, bu heykelcikler k a d ı n ı n din içindeki ü s t ü n l ü ğ ü n ü ve özellikle de tanrıçanın önceliğini g ö s t e r i r l e r . Daha sonraki belgeler de bu önceliği d o ğ r u l a r ve kesinleştirir. A y i n alaylan, sa­ ray b a y r a m l a r ı ve kurban töreni sahneleri h a k k ı n d a k i tasvirlere göre, k a d ı n l a r hatvrı sayılır b i r r o l o y n u y o r d u .



44



Tanrıçalar bir örtüye s a r ı n m ı ş ya da k ı s m e n



çıplak olarak tasvir edilmiştir; bir kutsama işareti olarak göğüslerini s ı k m a k t a veya kollarını havaya k a l d ı r m a k t a d ı r l a r . ' Hayvanların Sahibesi" (polnia therön)



15



Başka tasvirlerde tanrıçalar "Yabanıl



olarak g ö s t e r i l m e k t e d i r . Bir Knossos m ü h ­



r ü n d e , kendisine t a p ı n a n gözlerini ö r t m ü ş bir erkeğe d o ğ r u asasını eğen Dağların Hanımı görülmektedir.



16



T a n n ç a , ö n ü n d e b i r aslanla veya bir ceylanı ya da b i r



k o ç u boynundan tutarken veya i k i hayvan arasında ayakta vb tasvir edilir biçimde taşların



üzerine o y u l m u ş t u r .



ileride göreceğimiz



gibi



"Yabanıl



Hayvanlamı



Sahibesi" Yunan mitolojisinde ve dininde hayatta kalmıştır (krş. § 92). T a p ı m törenleri d a ğ d o r u k l a r ı n d a d ü z e n l e n d i ğ i gibi, saray t a p m a k l a r ı n d a veya özel evlerin i ç i n d e de yapılıyordu ve her yerde dinsel etkinliğin merkezinde tann ç a l a r v a r d ı . T ö r e n yerlerindeki i l k tapınaklar Orta Minos evresinin başında ( M Ö 2100-1900) b u l g u î a n d ı ; bunlar ö n c e duvarlarla çevrelenmiş m ü t e v a z ı yerler­ d i , sonra k ü ç ü k yapılar ortaya çıktı. Gerek Petsofa taptnaklannda gerekse Juklas D a ğ ı n ı n ü s t ü n d e , k a l ı n k ü l tabakası i ç i n d e n pişmiş topraktan yapılmış ç o k sayıda insan ve hayvan heykelciği çıkarıldı. Nilsson, orada d ö n e m s e l olarak yakılan ateşlere atılan adak heykelcikleriyle, bir doğa tanrıçasına tapınıldığını t a h m i n et-



1 3



P. Faure, "Spéléologie crétoise et humanisme," s. 47.



4 4



Picard, les religions préhistorique, s. 71, 159 vd.



4 Î



Evans, Palace ofMinos, 11, s. 277 vd; Picard, a.g,y., s 74 vd; Nilsson, Mifioaii-Myceiioeaii Religion, s. 296 vd. Tanrıçaların yerini kimi zaman direkler ve sütunlar almaktadır; krş. Picard, s. 77; Nilsson, s. 250 vd.



4 5



Picard, s. 63. Ama Nilsson bu damganın görece geç bir tarihe ait olduğunu kabul etmekte ve Hutchinson da Miken kökenli olduğunu düşünmektedir (krş. Prehıstoric Crete, s. 206). 163



D İ N S E L İNANÇLAR VU DÜŞÜNCELER TARIHI -1



melctedir. ' T a n m ya da bitki b ü y ü m e s i tapınılan ise, daha k a r m a ş ı k ve çözülme­ 1



si daha g ü ç t ü r . Kırsal kökenli olan bu tapmalar en a z ı n d a n simgesel bir tarzda sa­ ray ibadeti içine katılmıştı. Ama asıl ibadet yerleri kutsal b ö l m e l e r d i . Oyma taş­ lara, vazoların ü s t ü n d e k i resim ve kabartmalara göre, bu t a p ı m l a r özellikle dans­ lardan, kutsal nesnelerin gezdirildiği ayin alaylarından ve kutsal suyla y a p ı l a n yı­ kama törenlerinden o l u ş u y o r d u . Ağaçlar merkezi b i r rol oynuyordu tkonografik belgelerde yapraklara doku­ nan veya bitki tanrıçasına tapman ya da ritûel dansları yapan çeşitli kişiler g ö r ü l ­ mektedir. Bazı sahneler ritüelın taşkın, hatta esrik niteliğini



vurgulamaktadır:



Çıplak bir k a d ı n bir agaç gövdesine tutkuyla sarılmakta, b i r rahip başını çevire­ rek ağacı s ö k m e k t e , y a n ı n d a k i kadın ise sanki bir m e z a r ı n üzerine k a p a n m ı ş ağıt y akmaktadır.



4S



Bu tür sahneler h a k l ı olarak yalnızca bitkilerin b ü y ü m e s i n e i l i ş k i n



yıllık d r a m a ı ı ı n değil, insanla b i t k i arasındaki mistik d a y a n ı ş m a n ı n keşfinin ya­ rattığı dinsel deneyimin de b i r yansıması olarak g ö r ü l m ü ş t ü r (krş § 12, 1 4 )



4 3



4 1 , M i n o s Dininin A y ı r t E d i c i ö z e l l i k l e r i — Picard'a g ö r e , "yetişkin bir erkek tanrının varlığı konusunda elimizde h e n ü z hiçbir k a n ı t yok'tur.™ T a n n ç a y a k i m i zaman silahlı bir erkek eşlik etmekte, ama rolü bilinmemektedir. Bununla b i r l i k ­ te k u ş k u s u z bazı b i t k i t a u n l a r ı b i l i n i y o r d u , ç ü n k ü Yunan m i t l e r i Girit'te gerçek­ leşen ve tarım dinlerine özgü kutsal evliliklere g ö n d e r m e l e r y a p m a k t a d ı r . Persson ikonografik tasvirlere dayanarak, bitki b ü y ü m e s i n i n d ö n e m s e l ö l ü m ve d i r i m ritüel



senaryosunu yeniden o l u ş t u r m a y ı d e n e m i ş t i r , isveçli bilgin farklı



tapım



sahnelerini t a n m d ö n g ü s ü n ü n mevsimleri içine yerleştirebileceğim d ü ş ü n m ü ş t ü r : İlkbahar (doğa tanrıçasının epifanisi ve rahiplerin ona t a p ı n m a s ı vb); yaz (bitki b ü y ü m e s i tanrısının g ö r ü n m e s i vb); kış (ritüel ağıllar; tanrıların gidişini göste­ ren sahneler v b ) .



51



P e r s s o n ü n bazı y o r u m l a r ı oldukça çekicidir, ama



yemden



o l u ş t u r u l m u ş senaryonun, b ü t ü n ü içinde çelişkilidir. Kesin g ö r ü n e n , ikonografik belgelerin ç o ğ u n u n dinsel b i r anlam taşıdığı ve tapımın hayat, ö l ü m ve yeniden d o ğ u ş mysteria'larına odaklandığıdır; dolayısıyla



Nilsson, Minaan- Mycekaeah Religion, s. 75. Evans, Palace of Minos, c. 11, s. 838 vd; Nilsson. a.g.y., s, 268 vd; Axel W. Persson, The Religion of Greece in Prehisioric Times, s. 38-39. Picard, a.gy., s. 152. A.g.y., s. 80. Erkek heykelcikleri tapınanları temsil etmektedir; a.g.y., s. 154. Persson, a.g.y., s. 25-104. 164



MEGA1.ıTLHH, T A P ı N A K ! J M ! , 1 Û R E N S E I . M E R K E Z L E R



erginleme ritüelleri, ö l ü m ağıtları, orji ve esrime n i t e l i k l i törenler içermektedir. Francıs Vian'ın haklı olarak altını çizdiği gibi: "Ayrılan ycrm k ü ç ü k l ü ğ ü n d e n yo­ la çıkarak, kral k o n u t l a r ı n d a d i n i n az yer tuttuğu sonucuna varmak hatalı olur. Aslında kutsal olan b ü t ü n saraydır, ç ü n k ü koruyucu tanrıçanın ve onunla insanlar arasında aracılık yapan rahıp-kralın konutudur. Basamaklar halindeki sıralarla çevrilmiş dans alanları, s u n a k l a r ı n yükseldiği iç avlular, ambarlar hep dinsel te­ sislerdir. Knossos ve Pylos'ta taht, yan taraflarında yer alan simgesel



griffonla-



r m * da kanıtladığı gibi b i r tapım nesnesiydi; hatta belki de h ü k ü m d a r d a n ç o k , saray tanrıçasının ritüel epifanısi için y a p ı l m ı ş t ı . "



52



Sarayın t ö r e n merkezi olarak işlevinin altını çizmek gerek



Sonunda hayvanın



ö l d ü r ü l m e d i ğ i kutsal boga güreşleri, saraylann içinde, "tiyatro m e k â n ı " adı veri­ len ve basamaklar halinde sıralarla çevrili alanlarda d ü z e n l e n i y o r d u . Knossos re^ simlerinde b o ğ a n ı n ü s t ü n d e n uçan erkek ve k a d u ı akrobatlar g ö r ü l ü y o r .



Nils-



son'un k u ş k u c u l u ğ u n a k a r ş m , "akrobasi"ııin dinsel anlamı konusunda k u ş k u yok­ tur: Koşan bir b o ğ a n ı n ü z e r i n d e n aşmak m ü k e m m e l b i r "erginleme sınavı" o l u ş ­ t u r u r . " Theseus efsanesinde Mİnotauros'a "sunulan" yedi genç erkek ve kız çok b ü y ü k olasılıkla b ö y l e b i r erginleme sınavının anısını y a n s ı t m a k t a d ı r . Ne yazık k i tanrısal boğa mitolojisini ve t a p ı m içindeki r o l ü n ü bilmiyoruz. "Kutsama boy­ n u z l a r ı " a d ı verilen ve tamamen Girit'e özgü t a p ı m nesnesi, b o ğ a n ı n alın kemi­ ğiyle b o y n u z l a r ı n ı n stilizasyonu olabilir. Her yerde b u nesneye rastlanması onun dinsel işlevinin ö n e m i n i d o ğ r u l a m a k t a d ı r : Boynuzlar, içlerine yerleştirilen nesne­ leri kutsamaya y a r ı y o r d u . Bazı t a p ı m nesnelerinin dinsel anlamı ve simgeselliği hâlâ tartışma konusu­ dur. Çift taraflı balta k u ş k u s u z kurban törenlerinde k u l l a n ı l ı y o r d u . Bu nesneye Girit d ı ş ı n d a da oldukça geniş bir alanda r a s t l a n m a k t a d ı r . Küçük Asya'da y ı l d ı ­ r ı m simgesi olan çift ağızlı balta fırtına tanrısının işaretidir. Ama bu balta daha Paleolitik çağda Irak'taki Tel Arpaşiya'da, çıplak bir t a n n ç a n ı n yanında karşımıza ç ı k m a k t a d ı r . Girit'te de çift taraflı balta rahibe veya t a n n ç a olan k a d m l a n n elle-



* Aslan gövdeli, kanatlı ve yırtıcı kuş başlı mitolojik lıayvan; tapınak, saray ya da mezarların koruyucusu olan gıifftmlar Yakındoğu ve Akdeniz ülkelennde yaygın bir motifti -çn. " F. Vian, Histoire des Religtons içinde, c. 1, s. 475. Daha önce Evans da Knossos kralına rahip-kıal adını vermişti, bu terim Nilsson (a.g.y., s, 486 vd) ve Picard (a.g.y., s 70 vd) tararından da kabul edilmiştir. Aynca bkz, Willens, Creían Cıtits, s. 84 vd. 5 3



Evans, a g y , c, I I I . s 220, Resim 154; Picard, s. 144, 199; Persson, s, 93 vd; J. W. Graham, The Palotes ojCretc, s. 73 vd 165



D İ N S E L İNMJÇLAE VE D Ü Ş Ü N C E L E R T A R İ H İ -1



rinde -veya b a ş l a r ı n ı n ü s t ü n d e - g ö r ü l m e k t e d i r . Çift ağızlı o l u ş u n u dikkate alan Evans, o n u b i r b i r l e r i n i tamamlayan eril ve dişil temel ilkelerin birliğini simgele­ yen bir işaret olarak açıklamaktadır. B ü y ü k olasılıkla s ü t u n l a r ve direkler t a n h ö n c e s i n d e n beri bilinen (krş. § 12) kozmolojik axis munâi simgeselligini paylaşıyorlardı. Ü s t l e r i n d e kuşlar bulunan k ü ç ü k s ü t u n l a r ise çeşitli yorumlara açıktır; ç ü n k ü k u ş hem r u h u hem de bir tan­ rıçanın epifanisini temsil edebilir. Her ne olursa olsun, s ü t u n l a r ve direkler tan­ r ı ç a n ı n yerine g e ç m e k t e d i r ; " ç ü n k ü yanlarında arma b i ç i m i n d e birbirlerine bağ­ l a n m ı ş aslanlar ve griffoniar bulunan b u s ü t u n ve direkler zaman zaman ö n c e tan­ rıça gibi kabul edilirler."



51



Ö l ü l e r t a p ı m ı hatırı sayılır bir rol oynuyordu. Cesetler t o p r a ğ ı n altındaki ke­ m i k odalarına yukandan sokuluyordu. K ü ç ü k Asya ve Akdeniz'in başka yerlerin­ de de g ö r ü l d ü ğ ü gibi, y e r a l t ı n d a k i ölülere saçı y a p ı l ı y o r d u . Yaşayanlar, ibadet için arkalıksız sıralarla d o n a t ı l m ı ş bazı odalara inebiliyorlardı. Herhalde cenaze töreni tanrıçanın himayesinde gerçekleştiriliyordu (krş. § 35). Nitekim



Knos-



sos'lu bir rahip-krahn kayaya o y u l m u ş m e z a r ı n d a , maviye b o y a n m ı ş lavam gök kubbeyi temsil eden, direkli bir mahzen bulunuyordu; b u n u n ü s t ü n e saraylardaki Ana Tanrıça t a p m a k l a r ı n a benzeyen bir şapel y a p ı l m ı ş t ı .



15



Girit d i n i h a k k ı n d a k i en değerli ama ç ö z ü l m e s i de en g ü ç belge, Hagta T r i ada'da topraktan çıkarılan bir lahtin bezemeli panolarıdır. K u ş k u s u z bu belge ken­ d i çağına ( M Ö XIII.-X1I. yüzyıl), yani Mikenlerin Girit'e yerleştikleri



tarihten



s o n r a s ı n a ait dinsel d ü ş ü n c e l e n yansıtır. Bununla birlikte panolar üzerine resme­ dilmiş sahneler h a k k ı n d a tutarlı b i r y o r u m yapılabildiği ö l ç ü d e , bunlar Minos ve D o ğ u i n a n ç ve âdetlerini çağrıştırırlar. Panolardan birinde ü ç rahibenin b i r ayin alayı halinde yöneldiği b o ğ a n ı n kurban edilişi tasvir edilmiştir. Boğazlanan kur­ b a n ı n öteki y a n ı n d a kutsal b i r ağacın ö n ü n d e yapılan b a ş k a bir k a n l ı kurban töre­ ni r e s m e d i l m i ş t i r . İkinci panoda cenaze saçısının t a m a m l a n m a s ı



görülmektedir:



Bir rahibe k ı r m ı z ı sıvıyı çift k u l p l u testiden b ü y ü k bir kavanoza b o ş a l t m a k t a d ı r . Son sahne en gizemlisidir: Uzun b i r elbise g i y m i ş ölü, m e z a n n ı n b a ş ı n d a , cena­ zesi için y a p ı l a n sungu t ö r e n i n i izlemektedir; tanrılara kurban sunmakla g ö r e v l i



5 1



Picard, s. 77.



3 5



Evans. Palace of Minos, c. IV, lasım 2, s. 962 vd. Picard, Diodoros tarafından (4, 76-80; 16, 9) nakledilen söylenceyi hatırlatır, buna güre Minos bir mahzen-mezara gömülmüş, bunun üzerine de Ege ana tannçasının mirasçısı Aphrodite'ye adanmış bir tapınak yapılıruştır (Religions prifıi5iorique, s. 173). 166



M E Ü A L I T L E R , 'I AHMAKLAR, T Ô H E N S H . MERKEZLER



üç rahip ona k ü ç ü k bir kayık ve i k i dana taşımaktadır. Birçok bilgin, o n u n g ö r ü n ü m ü n d e n yola çıkarak, (Picard'a göre "neredeyse bir mumya" söz konusudur), ö l ü n ü n t a n r ı l a ş t ı n l d ı ğ ı k a n ı s ı n a varmıştır. Bu akla ya­ kın b i r varsayımdır. O zaman, Knossos'un rahip-kralı veya bazı Yunan kahraman­ ları (Herakles, Akhilleus, Menelas) gibi ayrıcalıklı bir insan söz konusu o l m a l ı ­ dır. Bununla birlikte İahıin panoları ü z e r i n d e r e s m e d i l m i ş sahnelerin ö l ü n ü n tan­ rı I a ş t ı n imasını değil, mysCena'iı



dinlere özgü bir tören olan erginlenmesinin ta­



m a m l a n ı ş ı n ı anlatması daha gerçeğe yakın g ö r ü n m e k t e d i r ; b u t ö r e n ö l ü y e hayat sonrası m u t l u bir v a r o l u ş s a ğ l a m a k için yapılmaktadır. N i t e k i m Diodoros ( M Ö I . yüzyıl) Girit diniyle mysteria'lı dinler arasındaki benzerliği fark etmişti. Bu din t ü r ü i l e r i k i tarihlerde "Dor" Yunanistan'ında baskıya uğrayacak ve yalnızca bazı kapalı toplumlarda, iluasos'larda' (bu s ö z c ü k Helen öncesi d ö n e m e ait olabilir) ya­ şayacaktır" Diodoros tarafından nakledilen b i r rivayet ç o k ilgi çekicidir: Âri dili k o n u ş a n fatihlerin Dogu ve Akdeniz dinsel d ü ş ü n c e l e r i n i ö z ü m s e m e surecinin s ı n ı r l a r ı n ı belirtmektedir.



42. Helen Ö n c e s i D ö n e m i n D i n s e l Y a p ı l a r ı n ı n S ü r e k l i l i ğ i — Çizgisel B yazısı­ nın çözülmesi, M Ö 1400'e doğru Knossos'ta Yunancanm k o n u ş u l u p yazıldığını kanıtladı. Bundan, M i k e n işgalcilerinin yalnızca Minos uygarlığının y ı k ı l m a s ı n d a degif, aynı zamanda b u uygarlığın son evresinde de belirleyici bir r o l oynadıkları sonucu çıkar; başka bir deyişle, Girit uygarlığı son aşamasında Kıta Yunanis­ tan'ını da k a p s ı y o r d u . Mikenlerin istilasından ö n c e Mısır ve Küçük Asya etkileri­ nin



58



bir Asyanik-Akdeniz sentezine y o l açtığı da hesaba katılırsa, Yunan kültürel



g ö r ü n g ü s ü n ü n eskiliği ve karmaşıklığı ortaya çıkar. Helenizmin kökleri Mısır ve Asya'dadır; ama "Yunan mucizesi"ni fatihlerin katkısı yaratacaktır, Knossos, Pylos ve Miken'de çıkarılan tabletler, Homeros'un tanrılarını klasik adlanyla belirtiyorlar: Zeus, Hera, Athena, Poseidon ve Dionysos. Ne yazık k i



5 6



Bu resimlerin röprodüksiyonlan içmbkz. Paribeni, "11 sarcofago dipinıo...," levha 1-111 ve J. Harrison, Thanis, Resim 31-38. Krş. Nilsson, a.g.y., s. 426 vd; Picard, s. 168 vd. Mezar ötesi deniz yolculuğu Yunanların "Kutlu Adalar" anlayışında izler bırakmıştır; krş. Hesiodos, Travaux et jours, s. 167 vd; Pindare, Olympiaııes, II, s. 67 vd.



" Tfıiasûs: Dionysos kültüne bağlı dinsel tarikat - ç n . 57



Picard, a.g.y,, s. 142, Aynca bkz. g 99.



î s



Ters yönde etkilerin de söz konusu olduğunu belirtelim. 167



DİNSEL İNANÇLAR VE DOŞÛNCELER TARİHİ -1



m i t o l o j i k ve tapıma ilişkin bilgiler oldukça m ü t e v a z ı : " T a n r ı ' m n köleleri" Zeus Dyktaos ve Daidalos'tan, "Athena'nın kölesi"nden, rahibe isimlerinden vb söz edi­ l i y o r . Asıl daha anlamlısı, klasik Yunanistan mitolojisi ve dininde G i r i t ' i n ünü­ d ü r . Zeus Girit'le doğar ve ölür; Dionysos, Apollon, Herakles "çocukluklarını" G ü f t e geçirirler; Pernei.eı îasion'u orada sever ve Minos'a kanunlar orada i n d i r i ­ l i r ; böylelikle Minos, Rhadamanthys'k birlikte, Hades'e yargıç olur Klasik çağın ortasına gelindiğinde bile "yetkili" a n n d ı r m a c ı l a r hâlâ Girit'ten gönderiliyordu.*" Ada primordium {ilk! çağın masalsı saygınlıklanyla d o n a t ı l m ı ş t ı : Klasik çağ Yuna­ n i s t a n ' ı n a göre, Minos d ö n e m i G ü i t ' i " i l k k ö k e n l e r " i n ve " y e d i l i ğ i n " mucizeleri­ n i paylaşıyordu. Yunanların dinsel geleneklerinin gerek Girit'te gerekse Ege'nin diğer yörele­ rinde yerli halkla sembiyoz içinde değiştiğinden kuşku duyulamaz. N ı l s s o n , Kla­ sik Yunanistan'ın dört dinsel merkezinden i l k ü ç ü n ü n - D e l p h o i , Delos, Eleusis ve O l y m p i a ' n ı n - Mikenler'den miras kaldığını belirtmişti. Bazı Minos dinsel yapıla­ r ı n ı n kalıcılığı da tam o sırada ortaya çıkarıldı. Minos-Miken şapelinin Yunan tap m a g ı n d a k i uzantısı ve Gint ocak kültüyle Miken s a r a y l a r m d a k ı ocak tapımı ara­ sındaki süreklilik ortaya konabil m iş tir, Psykhe-Kelebek imgesi Minoslulara ya­ bancı değildi. Girit'te Demeler tapımının k ö k e n l e r i b u l g u l a n r m ş t ı r ve en eski Eleusis tapınağı M i k e n d ö n e m i n e aittir. "Klasik mysteria tapmaklarında y a p ı l m ı ş bazı mimari veya başka türde d ü z e n l e m e l e r az çok Helen öncesi Girit'te saptanan y e r l e ş i m l e r d e n t ü r e m i ş gibidir "



w



A r i öncesi d ö n e m i n Hindistan'ında o l d u ğ u gibi, daha çok tanrıça t a p ı n ı l a n ; bereketle, ö l ü m l e , ruhun yaşamasıyla ilişkili



ritüeller



ve inançlar varlığını



sür­



d ü r m ü ş t ü r . Bazı ö r n e k l e r d e süreklilik, t a r i h ö n c e s i n d e n modern çağa kadar d o ğ r u ­ lanabilmek tedır. Bir tek örnek verecek olursak, " b ü t ü n G i r i t ' i n en g ö r k e m l i



ve



güzel magaralanndan" b i r i olan, 60 m. derinliğindeki Skoteino mağarası dort katlıdır; ikinci k a t ı n ucunda "bir taş s u n a ğ ı n ö n ü n d e ve ü s t ü n d e d i k i l i duran i k i tapını p u t u bulunur": Bir k a d ı n ve "acı acı gülen, h e n ü z sakalı ç ı k m a m ı ş b i r er­ kek b ü s t ü . " Bu heykellerin ö n ü n d e , "vazo kalıntıları metrelerce yüksekliğe ulaş­ m a k l a d ı r ; b u parçalar yeraltındaki ü ç ü n c ü k a t ı n zeminini de k a p l a m a k t a d ı r , . . . Zamandizinsel b a k ı m d a n M Ö 11. b i n y ü m b a ş ı n d a n Roma d ö n e m i n i n sonuna kadar kesintisiz s ü r m e k t e d i r l e r . "



61



Mağaranın kutsallığına olan i n a n ç g ü n ü m ü z e kadar



Picard, a.g.y., s. 73. A.g.y., s. 142. P. Faure, "Spel£ologie cretoise et humanisme," s 40 168



MEGALÎTLER, TAPINAKLAR. TOBENSEL MüRKtZLV.R



s ü r m ü ş t ü r . Onun hemen y a k ı n ı n d a Parasceve'ye (Hayırlı Cuma) a d a n m ı ş küçük beyaz bir şapel y ü k s e l m e k t e d i r ve 26 Temmuz'da m a ğ a r a n ı n girişinde



"bütün



Aposelemi vadisi ve Khersonnesos bölgesi nüfûsu" toplanır: "Kubbe altındaki i k i alanda dans edilir, çok içilir, k o m ş u şapeldeki ayini izlerken takınılan törense! havayla aşk ş a r k ı l a n s ö y l e n i r . "



63



Arkaik G i r i t dinselliğine özgü bazı deyimlerde de süreklilik d o ğ r u l a n m a k t a ­ dır. Sor Art hur Evans, agaç t a p ı m ı ile kutsal taşlara gösterilen saygı a r a s ı n d a k i d a y a n ı ş m a üzerinde d u r m u ş t u . Atina'daki Athena Parthenos t a p ı m ı n d a de benzer b i r d a y a n ı ş m a göze ç a r p m a k t a d ı r : Kutsal ağaçla (zeytin ağacı) ve tanrıçanın s i m ­ gesel k u ş u olan baykuşla özdeşleştirilen bir direk. Ayrıca Evans, direk t a p ı m m m m o d e r n çağa kadar yaşadığını da g ö s t e r d i ; ö r n e ğ i n Û s k ü p y a k ı n ı n d a k i Tekekioi kutsal direği Minos s ü t u n u n u n bir y a n s ı m a s ı d ı r ve bu d i r e ğ i n kutsallığına hem Hıristiyanlar h e m de M ü s l ü m a n l a r i n a n m a k t a d ı r . Kutsal k a y n a k l a r ı n tanrıçalarla ilişkili o l d u ğ u inancı, su kaynaklarına Nereus Kızları olarak tapınılan klasik Yu­ nanistan'da yemden karşımıza çıkıyor; b u i n a n ç g ü n ü m ü z d e de s ü r m e k t e , perilere hâlâ Neraıde adı verilmektedir. Ö r n e k l e r i ç o ğ a l t m a n ı n bir yararı yok. Arkaik dinsel yapılarda g ö r ü l e n benzer b i r süreklilik s ü r e c i n i n , Batı Avrupa ve Akdeniz'den Ganj vadisi ve Çin'e kadar b ü t ü n "halk" k ü l t ü r l e r i n i n ayırt edici niteliğini o l u ş t u r d u ğ u n u belirtelim (krş. § 14). Bizim k o n u m u z açısından, b u dinsel yapı b ü t ü n ü n ü n -bereket ve o l u m t a n r ı ­ çaları, r u h u n erginlenmesine ve hayatta kalmasına ilişkin inançlar ve



ritüeller-



Homeros d ö n e m i d i n i n i n içine katılmadığını belirtmekte yarar var. Helen öncesi d ö n e m i n sayısız geleneğiyle sembiyoz içine girmelerine k a r ş ı n , A r i d i l i n i konu­ şan fatihler kendi tanrı p a n t e o n l a n n ı dayatmayı ve kendilerine özgü "dinsel üslu­ bu" s ü r d ü r m e y i başardılar (krş. b ö l ü m X-XI).



A.g.y, s. 40. Çok sayıda mağara azizlere adanmış ve yüzden fazla şapel mağaraların içine yapılmıştır; a.g.y., s 45. 169



E L E Ş T İ R E L KAYNAKÇA



§ 34. Megalit kültürleri hakkında hatın sayılır bir kaynakça bulunmaktadır. Biz de en önemli katkıları yakında çıkacak bir incelemede çözümledik: "Megaliths and History of Reli­ gions." GIyn Daniel, Tite Megalith Builders of Western Europe (Londra, 1958; 2. baskı. Pelican Books, 1962) konuyla ilgili mükemmel bir giriş eseridir. (2. baskıda, s. 143-146, "Karbon 14" ölçümlerine dayanılarak yapılmış yeni zamandizini de sunulmak tadır; gerçekten de bu yeni zamatidiaini yazarın savunduğu tezi büyük ölçüde çürütmekledir; bkî. daha ileride, % 36). Ayrıca bkz.' Fematıd Niel, La civilisation des mégalithes (Fans, 1970) ve Glyn Daniel i k J. D, Evans'ııı kaydettiği kaynakçalar: The Western Mediterranean (Cambridge Ancient History, c. II, böl. xxxvii, 1967), s. 63-72. İspanya ve Portekiz mega liderinin tamamı Georg ve Vera Leisner tarafından incelendi: Die Megalithgmber des Iberischen Halbinscl: Der Süden (Şerlin, 1943); DerWestern,



I-IU (Ber­



lin, 1956, 1959, 1960). Aynca bkz,: L. Pericot (éd.), Corpus de sepulcros megaliticos, fask. 1 ve 2 (Barcelona, 1961); fask. 3 (Gerona, 1964); L. Pericot, Los sepukros megaliticos Catalanes ylccultura



pirinaica (2. baskı, Barcelona, 1951).



Fransa megalitierı hakkında, bkz. Z. Le Rouzic, Camae (Rennes, 1909); aynı yazar. Les monuments mégalithiques de Qimic et de Locmaiiotjuer (Camac, 1907-1953); Glyn Daniel, The Prehistoric Chamber Tombs of France (Londra, 1960); aynı yazar, The Megalith Builders, s. 95-111; E. Octobon, "Statues-menhirs, stèles gravées, dalles sculptées" (Revue Anthropologi­ que, 1931, s, 291-579); M, ve J. Péquart ve Z, Le Rouzic, Corpus des signes graves des monu­ ments mégalithiques du Morbihan (Paris, 1927), Britanya adalanntn megalit kültürleri hakkın­ da, bkz. G. Daniel, The Prehistoric Chamber Tombs of England and Wales (1950); aynı yazar, The Megalith Builders, s. 112-127 vedaha ileride, § 35'teki kaynakça. Sibylle von Cles-Reden çok sayıda harika fotoğrafta süslenmiş bir popüler yayın da yap­ tı: The Realm of the Great Goddess. The Story of the Megaiitii Builders (Londra, 1961; Die Spur der Zyhlopen adlı eserin -1960- çevirisi). Dominik Wôifel, "Die Religionen des vorindogemıamstherı Europa" (Chnslııs und die Reîigıoiterı der Erde içinde, 1, s, 161-537) başlıklı incelemesinin büyük bir bölümünü megalitleri yapanların dinine ayırdı (s. 163-253 vb), Temkinli bir şekilde başvurulması gereken bir kay­ nak. J. Maringer, The Goıfs of Prehistoric Man, s, 227-255'te de (*= L'homme préhistorique et ses dieux, s. 237-261) özlü bir anlatım vardır, ama karbon 14 analizlerinden önce kaleme alın­ mıştır Menbirler hakkında, Hotst Kircher çok geniş bilgiler içeren bir çalışma yayımladı: "Die Menhire in Mttteteuropa und der Menhirgedanke" (Abh. d, Ahademie m Manız, Geistes-u. SoZidıvissenscfiû/tlichen Kliisse, 1955, s. 609-816). § 35. &tonehenge'e ilişkin çok zengin külliyat içinde en yakın tarihli bazı çalısmalan sayalım: R. j . C. Atkinson. Stonefıenge (Penguin, Harmondsworth, 1960); A. Thorn, Megalithic Sites hi 170



MEGALÏÏLER, TAPINAKLAR, TÖRT-.NSEL MTiBKEZLF.K



Britain (Oxford, 1967); G. S Hawkins, Stonehenge Decoded (Londra, 1966; ama bkz. R j . C. Arkinson'ın eleştirisi: Nature, 210, 1966, s. 1320 vd); Colin Renfrew, fie/ore Civilization (Londra ve New York, 1973), s. 120vd,214vd. Güney Fransa'da çok sayıda (3.000!) megalit mezar saptandığım hatırlatalım; bunların 600'den fazlası, yanı İngiltere ve Galkr'deki sayının iki kan kadar mezar Aveyron bölgesin­ dedir; krs. Daniel ve Evans, The Western Mediterranean, s. 38. Hérault bölgesindeki dolmen­ lerin tamamı j Amal tarafından incelendi (Pri hist Dire, c. XV, 1963), Bugüne kadar bilmen menhir-heykel Örnekleri de yine Güney Fransa'dadır. Malta'nın tarihöncesi hakkında, bkz. j . D. Evans, Malta (Londra, 1959); aynı yazar, Pre­ historic Antiquities oj the Maltese Islands (Londra, 1971); Günther Zuntz, Persephone. Three Essays on Religion and Thought in Magna Graecio (Oxford, 1971), s, 3-58; Collin Renfrew, Bejore Civilization, 5. 147 vd. Zuntz, Malta tapmaklarının bezemelerinde samial àmgeseïliginin önemini gösterdi ve Tuna bölgeleri etkilerini saptadı (Orna heykelciklen); krs, a.g.y., s. 25 vd. § 36. Gordon Chtîde, megalit dininin yayılması hakkındaki görüşlerini en son kitabında özetledi: The Prehistory of European Society (Pelican Book, 1958), s, 124-134: "Missionaries of the Megalithic Religion." Glyn DanieVe göre, megalit türde yapımın başlangıcı Minoslulann veya Egelilerin ona ve batı Akdeniz'e gelişiyle doğrudan ilişkilidir (The Megalith Builders of Western Europe, s. 135). Koloniler kurmaya yönelik ve ticari bit yayılma s ö z konusuydu, ama kolonileşmeyi gerçek­ leştiren halk güçlü bir dinsel inanca ve oldukça karmaşık cenaze uygulamalarına sahipti. Da­ niel, megalit anıdan yapanlann madenleri işletmelerine ve özellikle metal ticaretiyle uğraşma­ larına karşın, bu anıtlarda niye çok az metal nesne bulunduğunu sormaktadır. Onun tahmi­ nine göre, göçmenler madem aletleri gömmekten bilinçti olarak kaçmıyor ve bunların taştan yapılmış kopyalanın gömüyorlardı (s. 137). Colin Renfrew'in Before Civilisation adlı kitabının alt-başlığı anlamlıdır; The Radiocarbon Revolulion and Prehistoric Europe fRadyoterbon Devrimi ve Tarihöncesi Avrupai. Aynca bkz. ay­ nı yazar, "Wessex without Mycenae" (Annual of the British School of Archaeology at Athens, 63, 1966, s. 277-285), "Malta and the calibrated radiocarbon chronology" (Antiquity, 46, 1972, s. 141-145); "New Configurations i n Old World ChronoLogy" (World Archaeology, 2, 1970, s. 199-211). § 37. Birçok yazar, G. Elliot Smith ve W. j . Perry'deki aşınlıklann çalışmalarda yarattığı ya­ vaşlamaya tepki gösterdi ve öntarihin megalit kültürlerinin b ü t ü n ü n ü incelediler; örn. bkz. A. Semer, On "Dyss" Burial and Beliefs About the Dead During the Stone Age with Special Regard to South Scandinavia (Lund, 1938); H G. Bandi, "La répartition des tombes mégalithiques" (Archives 5uisses d'Anthropologie Générale, 12, 1946, s. 39-51); V. Gordon Childe, "Megaliths" {Ancient India, no. 4,1947/48, s. 4-13). R Heine-Geldem dışında, bir tek araştırmacı iki me­ galit kültür grubunu, yani tarihöncesi kültürlerle etnografik aşamadaki kültürleri bir arada 171



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TAKtHI -1



incelemiş, bununla birlikte araştırmasını menhirlerle sınırlamıştır: Josef Röder, Pfahl und Men­ hir. Eine vergleichend vorgesschichtliche, volks- und volkeıkundlıche Sttıdie (= Studien sur weste­ uropäischen Altertumskunde, 1; Neuwied am Rhein, 1949). R. Heıne-Geldemin katkılarına gelince, en önemlileri şunlardır; "Die Megalithen Südos­ tasiens und ihre Bedeutung für die Klarung der Megalithenfragein Europa und Polynesien" (.Anthropos, 13, 1928, s. 276-315); "Prehistoric Research in the Netherlands indies" (Science and Scientists in the Netherlands Indies, P. Honig ve F. Verdoorn £ed.) içinde, Cambridge. Mass., 1945, s. 129-167); "Zwei alte Weltanschauungen und ihre Kulturgeschichtliche Be­ deutung" (Anzeiger der phil.-hist. Klasse der Oesterreichischen Akademie der Wissenschaften, Bd. 94, 1957, s. 251-262); "Das Megalithproblem" (Beilrage Oesterheit- Symposion 1958, 1959'da yayımlandı, s. 162-182). FL H. E. Loofs, Heine-Geldem'in kaynakçasını kaydetmiş w çözümlemiştir: Elements of the MegaiithfC Complex in Southeast Asia An Annotated Bibliog­ raphy [Canberra, 1967), s. 3-4, 14-15, 41-42,48, 94, Heine-Geldern'iri varsayımı ve onu eleştirenlerin ııırazlan bizim incelememizde tartışıl­ maktadır: "Megaliths and History oi Religions." § 38. Harappa ve Mohenjo Daro üstüne kısa bir kaynakça için, bkz Eiiade, Le Yoga (son baskı, 1975), s. 417. Temel eser hâlâ Sör John MarshalVmkidir: Mohenjo-Daro oııd the Indus Culture, l - l l l (Londra, 1931); ama bu eseri 1930'dan soma girişilen kazıların sonuçlarını su­ nan en son çalışmalarla tamamlamak gerekir: E. J. Mackay, The Indus ûvılijatiotı (Londra, 1935); aynı yazar, Further Excavations at Mohenjo-Daro (Delhi, 1938); aynı yazar, Charchudaro Excavations 1935-36 (New Haven, 1943); M S. Vats, Excavations ûi Harappa (Delhi, 1940); S Piggott, Pre hi storic India (Pelican Books, Hamioodsworth, 1950); J. M. Casal, La civilisation de 1'lndus et ses emgmes (Paris, 1969; bkz. Maurizio Tosi'niıı gözlemleri, East and West, 2 1 , 1971, s. 407 vd), Bridget ve Raymond Ailchin, The Birth of Indian Civilization (Pelican Books, 1968, zengin bir eleştirel kaynakçayla birlikte); Sör Mortimer Wheeler, The Indus Civilization (3. baskı, Cambridge, 1968; 1953'te yayımlanmış eserin baştanbaşa düzeltilmiş yeni bir bas­ kısı söz konusudur); Walter A. Fairservis, The Roots of Ancient India. The Archaeology of Early Indian Civilization (New York, 1971; bu senlez çalışmasında, yazar Batı Pakistan'daki ve özellikle de Keta vadisi. Zhob ve Loralai bölgesi ve Seıstan iıavzasındakı kazılarının somıçlannı da özetlemektedir), Paul Wheatley, The Pivot of the Four Quarters. A Preliminary Enquiry into the Origins and Character of the Ancient Chinese City (Chicago. 1971) adlı önemli eserinde, Harappa tören merkezlerini de incelemiştir (s. 230 vd). "Dunya'nın MerkezTnin simgeselügi hakkında, bkz, Eliade, Le Mythe de Yetemel retour (yeni bask), Paris, 1969), s. 13 vd; aynı yazar, "Cemre du Monde, Temple, Maison," Le Symbolisme casmique des Monuments religieux içinde, Roma, 1957, s. 57-82, Geleneksel kemlerin kozmolojik simgeselligı hakkında, krş. Wemev Mülki, Die heilige Stadt. Roma quadraia, himmlisches Jerusalem und der Mythe vom Weltnabel (Stuttgart. 1961).



172



M EGAL tTLER. TAPINAKLAR. TDKENS EL MERKEZLER



§ 39. Indus dini hakkında, bkz. Le Yoga, 5, 348 vd; Sor John Marshall, a.g.y., c. I , s. 50 vd; Pıggot, Prehistoric India, s. 200 vd; Wheeler, Tiıe indus Civilization, s, 108 vd; Allchm, The Birth oj Indian Civilization, s. 311 vd; Fairservis, s. 292 vd. Bütün bu yazarlar Harappa dininin "Hindu" niteliğini kabul etmekte ve bazı tapım nesne [erindeki, simgelerdeki ve tanrısal figürlerdeki öntarihten başlayıp modern çağa dek gelen sürekliliği vurgulamaktadırlar, Bu görüş birliği anlamtıdır, çünkü bu arkeologlar Hindistan'daki kazılan yönetmişlerdir; başka bir de­ yişle, onlann bilimsel yetkinliği ülke hakkındaki doğrudan bilgilerle tamamlanmaktadır, "Süreklilik" Mario Cappieri'nin araştırmalorınca da doğrulanmıştır: ''Ist die Induskultur und ihre Bevölkerung wirklich verschwunden?" (Anthropos, 60, 1965, 5. 719-762). W. Kop­ pers Orta Hindistan'da yapılan bazı bereket ritûelleriyle Harappa ikonografisi arasında kesin benzerlikler saptamıştır; krş, "Zentra[indische Fruchtbarkeitsriten und ihre Beziehungen zur Induskultur" (Geographica Helvetica, 1. 1946, s. 165-177). Josef Haekel de bazı Gucerat köylennde "Adonis bahçeleri"yle ilişkili törenleri incelemiştir. Avusturyalı bilgin tamamen Akdeniz'e özgü bu ritüelin varlığını Indus uygarlığını yaratanların İran'dan gelmiş on-Âri ta­ rımcılar olmasıyla açıklamaktadır; dolayısıyla bunlar Ortadoğu ve Akdeniz'in öntarih uygar­ lığını paylaşıyorlardı; krş. "Adorıisgartchen im Zeremonialwesen der Rathwa in Gujarat (Zeııtralindien). Vergleich und Problematik" (Ethnologische Zeitschrift Zürich, 1, 1972. s. 167¬ 175). Başka yazarların yam sıra, H. P. Sullivan ve J. Gonda da sürekliliğe itiraz etmektedir: Sulli­ van, "A re-examination ol the religion of the Indus civilization" (HR, 4, 1964, s. 115-125); Gonda, Change and Continuity m Indian Religion (Lahey, 1965), s. 19-37. R. L. Raikes, Mohenjo Daro'nun yıkılmasında yerkabugu hareketlerinin ve su baskınlannın oynadığı belirleyici rol üzerinde durmakladır krş, "The Mohenjo-daro Floods" [Antiqu­ 1



ity, 39,1965, s, 196-203); "The End of the Ancient Cities of the Indus Civilization" (Ameri­ can Anthropologist, 65, 1963, s. 655-659; aynı dergi, 66, 1964, s. 284-299) ve özellikle Wa­ ter, Weather and Archaeology (Londra, 1967). Durmadan yinelenen sellerin yarattığı moral bozukluğu, Mohenjo Daro'nun son evrelerinde ekonomik ve kültürel düzeyde gözlemle­ nen tartışılmaz gerilemeyi kuşkusuz hızlandırmıştı. Ama anlaşıldığı kadanyla son darbeyi do­ ğudan gelen istilacılar, muhtemelen de Âri dili konuşan göçmenler indirmişti. Kazılarda, son bir katliamın izleri gun yüzüne çıkanlrmş, bu katliamın ardından Mohenjo Daro'nun varlığı sona ermiştir; krs- Wheeler, a g y., s. 129 vd ve daha ileride belirtilen kaynakça, § 64. § 40, Gint'in tarihöncesi ve ön tarihi üzerine temel eser hâlâ Sor Arthur Evans'mkidır: The Palace üfMinos, i-V, Londra, 1921-1950; ayrıca bkz, A. j . Evans ve j . L. Myres, Scripta Mitıoa, II, 1952; P, Dertıargne, La Crète dédalique, Paris, 1947; L. Cottrell, The Bull ojMinos, 1956; L, R. Palmer, Mycenatans and Minoans, Londra, 1961; R. W. Hutchinson, Prehistoric Crete (Pen­ guin Books, Balümore-Marylaııd, 1962), zengin bir kaynakçayla birlikte, s. 355-368; J, W. Graham, The Palaces of Crete, Princeton, 1962. Girit dinleri hakkında, bkz. özellikle Charles Picard, Les Religions préhellèniques: Crète e i Myctnes (Paris, 1948, mükemmel kaynakçalar) ve M. P. Nilsson, The M moan-Mycenaean Reli-



173



D İ N S E L LNlVNÇtAK VF. Ü Ç Ü N C Ü L E R T M U H İ -1



gfon and irs .Survival in Greek Religion (2. baskı. Lund, 1950). Ayrıca krş. A. W. Persson, Religi­ on of Greece in Prehistoric Times (Berkeley, 1950); M. Veruris ve J. Chadwick, Documents in Myceanean Greek (Cambridge, 1956); L. A. Stella, "La religione greca nei testi miceoet" (Nu­ men, 5, 1958, S. 18-57); S. Luria, "Vorgriechische Kulte" (Minos, 5, 1957, s, 41-52); M. Lejeune, "Prêtres et prêtresses dans les documents mycéniens™ (Hommages ä Georges Dumézil, Brüksel, 1960, s, 129-139); R F, Willens, Cretan Cults and Festivals (New York, 1962); R van Efienterre, "Politique et Religion dans la Crète minoenne" (Revue historique, 229, 1963, s, 1-18), KtiLsal mağaralar hakkında, bkz. dipnot 42 ve P. Faute, "Spéléologie Cretoise et huma­ nisme" (Bulletin de l'Association Guillaume Bud£, 1958, s. 27-50); aynı yazar, Fonction des ca­ vernes crétoises (Paris, 1964), erginlenme yeri olarak Skoteino mağarası hakkında s. 162 vd. Labirent ve erginlenme işlevi hakkında, bkz. W. A Matthews, Mazes and Labyrinths A GeneralAccouıüoJ" their History and Development (Londra, 1922); W. F.Jackson Knight, Cumaean Gaies: A Reference of the Sixth Aeneid to the initiation Pattern (Oxford, 1936); K, Kerényi, Labyrinth-Studien (Zürih, 1950); Oswald F. A. Menghin, "Labirinthe, Vuivenbilder und Figurenrapporte in der Alien und Neuen Welt. Beiträge zur Interpretation prähistorisches Felsgraphik" (Beitrage zur Alten Geschichte und deren Nachleben; Festschrift Franz Althrim, Ber­ lin, 1969,1, s. 1-13); Philippe Borgeaud, "The Open Entrance to the Closed Palace of the • King: The Greek Labyrinth i n Context" (HR, 14. 1974, s. 1-27). Daha ileride klasik tapmağa dönüşecek yapıyı andıran hiçbir örnek bulunmadığını beîinmekte yarar var. Tek kamusal tapınak ornegi Gournia'dakidin ama o da, Nilsscm'a göre, ev tapımından türemiştir. Tanmsal türdeki ritüeller bile saray avlulannda yapılıyordu. § 4 1 . Çıplak tanrıçalar hakkında, bkz. Picard, Rel. préhell , s. 48 vd, 111 vd; Nilsson, fl.g.y., s. 397 vd Bitkilerin büyümesine ilişkin kültler hakkında, krş. Persson. s, 25 vd; Picard, a.g.y., s 191 vd. Boğanın dinsel rolü ve kutsal boğa güreşlen konusunda, krş. Persson, s, 93 vd ve Picard'daki eleştirel kaynakça, s. 199; buna eklenmesi gereken eser: J. W. Graham, The Palaces of Crete, s. 73 vd. Cifi ağızlı balta hakkında, krs. Picard, s, 200-201, Flutchınson, Prehistoric Crete, s. 225 vd. Knossos rahip-kralımn mezan hakkında, krş, C E, Lehman-Haupl, "Das Tempel-Grab des Priesterkönigs zu Knossos" (Kiio, 25, 1932, s. 175-176); Picard, a.g.y., s, 173. liagia Triada'daki lahit hakkında, bkz, R. Paribeni, "Il sarcofagio dipinto di Haghia Tri¬ ada™ (Moııuıııenii Aniichi publican per cura délia reale Accademia dei Lineti, 19, s. 5-86, levha 1lii) ve J. Harrison, Themis (Cambridge, 1912,2, baskı, 1927) içindeki röprodüksiyonlar, sek ï l 3 1 - 3 8 , s . 159, 161-177; F. von Dııhn, "Der Sarkophage aus H. Triads" (ARW, 12, 1909, s, 161-185); Nilsson, Minoan-Myceman religion, s. 426-443; Picard, n.gy., s. 107 vd, 168 vd.



174



MEGALVTLEI!, TA PINA K U R , TOKFNSH. MERKEZLER



§ 42. Melen incesi dönemin yapılarının sürekliliği hakkında, bkz. Charles Picard, a,g.y., s. 201 vd, 221 vd; Nilsson, a,g.y., s. 4 4 7 vd; Huıchiason, a.g.y„ s. 1 9 9 vd. "Genellikle, Minos panteonunun ve Miken dönemi öncesi doğaüstü varlıklar dünyasının ... az çok auucu bir uzantısına tanık olunur" (Picard, s, 2 5 2 ) . Bu üstün arkeolog, rnysiena tapınaklanndaki düzenlemelerin Helen öncesi Gint'te saptanan yerleşimlerden türedigirü gün ışığına çıkardı: "Orada parmaklıklar, kapalı giriş bölümleri, abata, aâyta bulunur; Knossos'un sırdaşlar tapınağının hSlii yere gömülü duran hasır sepetleri Eleusıs tapmaklarındakı sepetlerin öncülleridir: Taşınabilir hale gelmiş, ama yeri geldiğinde iki tanrıçanın da üzerine ouırabildiği kutsal sandıklat. Malia'da, halka biçiminde geniş biı hemos ve omın kurban ka­ seleri sarayın bir salonunun taş döşemesinin arasına, doğrudan toprağın üzerine yerleştiril­ miştir: Bu ü"- düzenlemelerin yine Malıa'daki prenslik ne kro polisi tide görülenlere taşıdığı benzerliğe haklı olarak dikkat çekilmiştir. Burada hem tarımla hem cenaze töreniyle ilişkili bir tapımın temel araçlanyla; hem yaşayanlan hem de ölüleri koruyan bir Yeryüzü Ana onu­ runa yapılan ve mistik nitelikte oldukları anlaşılan törenlerin kutsal nesneleriyle karşı karşıyayız" (a.g.y., s. 142). Krj. S 97-99. P, Fauve Briıamartis'i Skoıetno'nun koruyucu tanrıçası olarak kabul eder; böylelikle Parasceve'in kutlanması gibi modem olgular da dahil olmak üzere, orada saptanan tapım olgulanmn ne olduğu anlaşılır" ("Speléologie crétoise el humanısme," s, 4 0 ) . Briıomartis hak­ kında, aynca bkz. VVilletts, defon Cults and FÖÖVÎIÎÎ, S. 179 vd, Mısır etkilen hakkında (psufefıosiasia, "ruhun tartılmpsı," bedenlerin kısmen mumyalan­ ması, altın maskların kabulü vb), bkz. Picard, s. 2 2 8 vd, 2 7 9 vd. Allın masklann amacı, ölü­ yü, ölümsüzlerin heykelleri gibi bozulmayan çizgilere sahip doğaüstü bir varlığa dönüştür­ mekti; a.g.y., s. 262.



VI. BÖLÜM



HİTİTLERİN V E KENANLILARIN DİNİ



43. Anadolu Sembiyoz-U ve



Hitit B a ğ d a ş t t r m a c t h ğ ı —



Anadolu'da M Ö V I I .



b i n y ı l d a n Hıristiyanlığın girişine kadar şaşırtıcı b i r dinsel s ü r e k l i l i k göze çarp­ m a k t a d ı r . "Aslında Ç a t a l h ö y ü k ' t e V I . katmanda ( M Ö 6000'e d o ğ r u ) ö r n e k l e n bu­ l u n a n bir b o ğ a n ı n ü s t ü n d e ayakta duran bir erkek tanrıyı g ö s t e r e n biçimsiz hey­ kellerle H i t i t d ö n e m i n i n fırtına tanrısı tasvirleri ve Roma lejyonerlerinin taptığı lupiter Dolichenus heykelleri a r a s ı n d a k i sürekliliğe getirilebilecek gerçek



bir



açıklama yoktur, aynı şey Ç a t a l h ö y u k ' ü n leoparlı tanrıçası, H i t i t l e r i n tanrıça Hepat'ı ve klasik çağın Kybele'si için de geçerlidir."



1



Bu süreklilik, en a z ı n d a n k ı s m e n , şaşırtıcı b i r dinsel b a ğ d a ş t ı r m a a l ı k yetene­ ğ i n i n sonucudur. Modern tarih y a z ı m ı n d a Hititler diye ifade edilen Hint-Avrupa k ü m e s i n e ait kavim, M O I I . binyıl boyunca Anadolu'ya egemen o l d u (Eski Kral­ lık, M Ö 1740-1460 ve imparatorluk, y. M Ö 1460-1200), A r i d i l i n i k o n u ş a n i ş ­ galciler Hanilere -Anadolu'nun d i l i bilinen en eski halkı— boyun eğdirerek b i r k ü l t ü r e l sembiyoz süreci başlattılar ve b u süreç o n l a r ı n siyasi o l u ş u m l a r ı yıkıl­ d ı k t a n çok sonralara kadar s ü r d ü , Hititler Anadolu'ya girdikten kısa bir süre son­ ra Babil uygarlığının etkisine girmeye başladılar. Daha s o n r a l a r ı , özellikle impa­ ratorluk d ö n e m i n d e , Mezopotamya ve Suriye'nin kuzey b ö l g e l e r i n d e yaşayan ve Hmt-Avrupa k ü m e s i n d e n olmayan H u n i l e r i n k ü l t ü r ü n ü n b ü y ü k b ö l ü m ü n ü ö z ü m s e d ü e r . S o n u ç t a H i t i t l e r i n panteonunda Sümer-Akkad k ö k e n l i tanrılarla, Anadolu ve H u r r i tanrıları yan y a n a d ı r . Bugüne dek öğrenilen H i t i t mit ve r i t ü e i l e r i n i n ç o ğ u n u n Hatti veya H u r r i dinsel gelenekleri içinde k o ş u t l a n , hatta modelleri var­ dır, Bu b ü t ü n içindeki en ö n e m s i z k ı s m ı Hint-Avrupa m i r a s ı n ı n o l u ş t u r d u ğ u or­ taya ç ı k m a k t a d ı r . Yine de, k a y n a k l a n n ı n ayrışıklığına karşın, H i t i t d e h a s ı n ı n ya­ ratımları - ö n c e l i k l e de dinsel sanat a l a n ı n d a - ö z g ü n l ü k t e n yoksun değildir T a n r ı l a r , kendilerinden yayılan dehşete d ü ş ü r ü c ü ve ışıklı güçle ayırt edili­ y o r l a r d ı ( k r ş . "göz kamaştırıcı tanrısal parlaklık," rndammu, § 20). Panteon ge­ nişti, ama bazı tanrılar h a k k ı n d a isimleri d ı ş ı n d a hiçbir şey b i l m i y o r u z . Her bü­ y ü k kent b i r tanrının ana i k a m e t g â h ı y d ı ve b u t a n r ı n ı n etrafında k u ş k u s u z başka Maunce Vieyra, "Les reltgiorTs de l'Anatolie anticme," Ristoîre des reiıgforıs, c. I , s. 258. 176



HITITLÜGİN VI: KENANLILARIN DİNİ



tanrısal kişilikler de vardı. Antikçag Yakındoğu'sunun her yerinde o l d u ğ u g i b i , tanrılar tapmaklarda "oturuyorlardı," rahipler ve çömezleri o n l a r ı y ı k a m a k , giy­ dirmek, beslemek, danslar ve m ü z i k l e eğlendirmekle görevliydi. Zaman zaman tanrılar t a p ı n a k l a r ı n d a n ayrılıp yolculuk ediyorlardı; tanrılara bazı b a ş v u r u l a r ı n s o n u ç s u z kalması, o sırada kentte b u l u n m a m a l a r ı y l a açıklanıyordu. Panteon, b a ş ı n d a ilk çiftin yer aldığı b ü y ü k bir aile olarak algılanıyordu; bu i l k çift, H i t i t ü l k e s i n i n k o r u y u c u l a r ı y d ı : fırtına tanrısı ve b i r U l u Tanrıça. Fırtına t a n n s ı daha çok H u r r i dilindeki ismiyle, T e ş u p diye b i l m i y o r d u , biz de bu ı s ı n ı yeğleyeceğiz. Eşinin adı ise, H u r r i dilinde Hepat'tı. Kutsal hayvanları —boğa ve Hepat için aslan (veya panter)- tarihoncesinden beri var olan sürekliliği d o ğ r u l u ­ yor (krş. § 13). En m e ş h u r U l u Tanrıça, Arinna kentinin (Hatti dilinde Vurusema) " g ü n e ş " tanrıçası adıyla biliniyordu. Aslında b u tanrıça "ülkenin kraliçesi, gök ve yerin kraliçesi, Hatıı ülkesinin kral ve kraliçelerinin koruyucusu," vb d i ­ ye yüceltildigine göre, aynı Ana Tanrıça'nın b i r epifanisi o l m a l ı y d ı .



2



Herhalde



"gün eşleş t irme," Arinna'nm tanrıçası b ü t ü n H i t i t krallığının koruyucusu oldu­ ğ u n d a kendisine gösterilen saygıyı temsil ediyordu. Babil'in "Iştar" İdeogramı, Hititlerde, Anadolulu isimlerini b i l m e d i ğ i m i z çok sayıda yerel tanrıçayı ifade etmek üzere kullanılmıştı. H u r r i dilinde Iştar'm adı Şanşka i d i . Ama aşk ve savaş tanrıçası olan Babilli I ş t a r i n Anadolu'da b i l i n d i ğ i n i de dikkate almak gerekir; dolayısıyla bazı ö r n e k l e r d e bir Anadolu-Babil senteziyle karşılaşıyoruz. T e ş u p ' u n oğlu g ü n e ş tanrı, tıpkı Şamaş g i b i , hakkın ve adaletin koruyucusu olarak g ö r ü l ü y o r d u . Yine T e ş u p ' u n oğlu olan Telepinu da halk ara­ sında en az o n u n kadar seviliyordu. Bu konudaki mite biraz ileride döneceğiz. Dinsel hayata gelince, kaynaklar bize yalnızca resmi t a p ı m h a k k ı n d a b i l g i vermektedir. Metinleri k o r u n m u ş dualar kraliyet ailelerine aittir. Başka bir deyiş­ le, halk inançlarını ve rituellerini bilmiyoruz. Bununla birlikte bereket tanrıçala­ rına ve fırtına tanrısına d ü ş e n r o l konusunda k u ş k u y a yer yoktur.



Mevsimlik



bayramlar, özellikle de Yeni Yıl bayramı (ptıruiÜ), A r i d i l i k o n u ş a n fatihleri tem­ sil eden kral tarafından k u t l a n ı y o r d u ; ama ülkede benzer törenler neolitik çağdan beri y a p ı l ı y o r d u .



Güzel bir duada. Kraliçe Pudııhepa, Aramalım tanrıçasını Kepat'la özdeşleştırır (krş. A Goetze'nin çevirisi, AN£I, s. 393). Ama bu yöndeki tek tanıklık budur; rimellerde ve sungu listelerinde iki tannçanın isimleri birbirleri ardı sıra sayılır Bu da Hitit hükümdar­ larının egemenliğinde Ana Tanrıça'nın iki meşhur epifanisinin kazandığı önemle açık­ lanabilir. 177



l>INSt-L İNANÇLAR V[; DÜSL'NCTİLLi; TAHİHI - 1



Kara bıiyü kanunlara! y a s a k l a n m ı ş a , suçlular idam ediliyordu. Bu d u r u m , ba­ zı arkaik uygulamaların halk çevreleri içinde nasıl olağanüstü b i r un y a p t ı ğ ı m dolaylı yoldan d o ğ r u l a m a k t a d ı r . Ö r n e ğ i n b u g ü n e kadar keşfedilmiş metinlerin ö n e m l i b i r b ö l ü m ü ak b ü y ü n ü n açık bir b i ç i m d e ve çok yaygın olarak uygulandı­ ğ ı m kanıtlıyor; ak b u y u özellikle a r ı n d ı r m a ve k ö t ü l ü ğ ü n uzaklaştırılması ritüellennden o l u ş u y o r d u . Kralın hatırı sayılır bir dinsel saygınlığı ve rolü vardı. H ü k ü m d a r l ı k bir t a n n vergisiydi. "Fırtına tanrısı ve G ü n e ş - T a n r ı ülkeyi ve evimi bana, krala emanet et­ tiler. .., T a n r ı l a r bana, krala i y a ş a m a m için] ç o k yıl verdiler. Bu yılların



sınırı



y o k . " Kral b ü y ü k b i r tanrı tarafından "sevilir," (Bununla birlikte Hitiılerde, Me­ 3



zopotamya t ü r ü varsayımsal bir "tanrı soyundan geliş" b u l g u l a n m a m ı ş t ı r ) Kralın zenginliği, refahı b ü t ü n halkınkiyle özdeşti. H ü k ü m d a r tanrıların



yeryüzündeki



naibiydi; diğer yandan tanrılar panteonu ö n ü n d e de halkı temsil ediyordu. Kralın k u t s a n m a s ı törenini betimleyen hiçbir metin b u l u n a m a m ı ş t ı r ; ama hü­ k ü m d a r ı n zeytinyağına b u l a n d ı g ı , sırtına özel b i r giysi geçirildiği ve taç g i y d ı r i l dıgi bilinmektedir; en sonunda da kendisine bir kraliyet ismi veriliyordu.



Hü­



k ü m d a r aynı zamanda b ü y ü k rahipti ve tek başına ya da kraliçeyle birlikte y ı l ı n en ö n e m l i b a y r a m l a r ı n ı kutluyordu. Krallar Öldükten sonra t an n l a ş t i n l i y o r d u . Bir k r a l ı n ö l ü m ü n d e n söz edilirken, "tann o l d u ğ u " s ö y l e n i y o r d u . Heykeli tapına­ ğa yerleştiriliyor ve tahttaki h ü k ü m d a r l a r ona sungular taşıyordu. Bazı metinlere göre, kral hayattayken, tanrılaşmış atalarının tecellisi olarak kabul ediliyordu.''



44. " K a y b o l a n T a n r ı " — " H i t i t "



3



dinsel düşüncesinin ö z g ü n l ü ğ ü özellikle bazı



ö n e m l i mitlerin yeniden y o r u m l a n ı ş m d a açığa çıkar. Bunların en kayda değerle­ rinden b i r i n i n izleği "kaybolan t a n n " d ı r . Bu m i t i n en bilinen versiyonunun kah­ r a m a n ı Telepinu'dur. Başka metinler bu rolü o n u n babasına, fırtına tanrısına, gü­ neş t a n n s ı n a veya bazt tanrıçalara verir. M i t i n arka planı - t ı p k ı Telepinu ismi g i ­ b i - Hatti kökenlidir. H i t i t metinleri çeşitli ritüellerle bağlantılı olarak kaleme alınmıştır; b a ş k a b i r deyişle m i t i n ezbere o k u n m a s ı t a p ı m içinde çok ö n e m l i b i r rol oynuyordu.



3



+



5



Yeni bir saray yapımı için düzenlenen rimel, çev. Goetze, ANET, s. 735. O, R. Gutney, "Hittiıe kingship," s, 115. Birçok örnekte Hitit diline çevrilmiş veya uyarlanmış Hattı ya da Huni mitlerinin söz konusu olduğunu belirtmek için tırnak toyduk. 178



İlli İTLIİRtN



VL KKNANUIJUIIN D M



Anlatırım başlangıç b ö l ü m ü b u l u n a m a d ı ğ ı için, Telepinu'nun niye "kaybolma­ fi



ya" karar verdiğini bilmiyoruz. Belki de b u n u n nedeni İnsanlardan rahatsız olma­ sıydı. Ama k a y b o l m a s ı n ı n s o n u ç l a r ı hemen hissedildi. Ocaklardaki ateşler s ö n d ü , tanrılar ve insanlar kendilerini "bitkin" hissettiler; k o y u n kuzusunu ve inek dana­ sını y ü z ü s t ü bıraktı; "arpa ve b u ğ d a y bitmez oldu," hayvanlar ve insanlar çiftleşmedi, otlaklar ve su kaynaklan kurudu (Kutsal Kase r o m a n l a n n ı n tanıttığı m e ş ­ hur " m a h v o l m u ş ülke" m i t o l o j i k motifinin i l k edebi versiyonu belki de budur). O zaman G ü n e ş - T a n r ı , Telepinu'yu aramalan için ulaklar g ö n d e r d i - ö n c e k a n a l , sonra bizzat fırtına t a n r ı s ı - ama b i r s o n u ç alınamadı. Sonunda Ana Tanrıça arıyı g ö n d e r d i ; an b i r korulukta uyuyan tanrıyı buldu ve onu sokarak u y a n d ı r d ı . Öf­ keden çılgına d ö n e n Telepinu ülkede öyle âfetlere yol açtı İd, tannlar k o r k t u ve onu sakinleştirmek için b ü y ü y e b a ş v u r d u l a r . Telepinu törenler ve s i h i r l i sözlerle ö f k e d e n ve " k ö t ü l ü k " t e n a r ı n d ı r ı l d ı . Yatışan Telepinu sonunda t a n r ı l a n n arasına 7



geri d ö n d ü ve hayat yeniden ritmine kavuştu. Telepinu, "öfkelenince" "gizlenen," yani çevredeki d ü n y a d a n kaybolan b i r tan­ rıdır. D ö n e m s e l olarak ölen ve ditilen b i t k i t a n n l a n sınıfına ait değildir. Yine de "kaybolması" k o z m i k hayatın b ü t ü n d ü z e y l e r i n d e aynı yıkıcı sonuçlara, felaketle­ re yol a ç m a k t a d ı r . Zaten "kaybolma" ve "epifani," yeraltına iniş ve y e r y ü z ü n e ge­ r i d ö n ü ş a n l a m ı n a da gelmektedir (krş. Dionysos, § 122). Ama Telepinu'yu b i t k i t a n r ı l a n n d a n ayıran, o n u n arı tarafından " b u l u n m a s ı " ve " c a n l a n d m l m a s ı ' m n du­ r u m u daha da kötüleştirmesidır: T a n n ancak a n n d ı r m a ritüelleriyle y a t ı ş t ı n l a b i hr. Telepinu'nun kendine özgü niteliği, b ü t ü n ülkeyi yıkıma u ğ r a t m a tehlikesi ta­ şıyan şeytani "öfke"sidir. Bir bereket t a n n s m ı n kendi yaratımına, hayatın b ü t ü n b i ç i m l e r i n e karşı kaprisli ve akıldışı kızgınlığı söz konusudur. Tanrıların b u çe­ lişkili karakterine ilişkin benzer anlayışlara başka yerlerde de r a s t l a n m a k t a d ı r ; bunlar özellikle Hinduizmde geliştirilecektir (krş. Şiva, Kali). Telepinu'nun rolü­ n ü n fırtına ve g ü n e ş t a n n l a r ı y l a bazı t a n n ç a l a r a da - y a n i k o z m i k hayatın çeşitli kesimlerini y ö n e t e n tannlara- verilmiş olması, b u m i t i n b i t k i l e r i n b ü y ü m e sûre-



6



Şu çevirileri kullanıyoruz: A. Goetze, AWFT, 126-128; Gûterbock, Mythologies of (he An­ cient World, s. 144 vd ve Vieyra, Les Religions dıı Proche-Orient antique, s. 532 vd. Aynca krş. Theodore Gaster, Thespis, s 302-309 İTürkçesi için bkz. Thespis, Eski Yaktndcgu'da Ritüei, Mil ve Drama, çev. Mehmet H Doğan, Kabala, 2ÛO0|.



7



Benzer yatıştırma rimelleri rahip tarafından yapılır; bkz Gaster'm çevirdiği metin, Thespis, s. 3H-312, 179



DİNSEL INANÇI.AE VE IJÜŞUNCİİLER TARİHİ - 1



cinden daha k a r m a ş ı k hır dramaya g ö n d e r m e yaptığını kanıtlamaktadır; gerçekten dc b u mit, yaratılışın kendi yaratıcıları taralından yok edilmesinin anlaşılmaz g i ­ zemini y a n s ı t m a k t a d ı r .



45. E j d e r h a y ı Y e n m e k — Yeni Yıl b a y r a m ı n d a (purctJîi), fırtına tanrısı İle ejderha (illuyankaf



arasındaki savaşı anlatan mit, ritüel tarzında s ö y l e n i r d i . İlk karşılaş­



mada fırtına tanrısı yenilebilir ve d i ğ e r tanrılara kendisine y a r d ı m etmeleri için yakanr. Tanrıça İnara bir ziyafet hazırlar ve ejderhayı davet eder. ö n c e d e n b i r ö l ü m l ü n ü n , H u p a ş i y a ' n m y a r d ı m ı n ı istemiştir,



Hupaşiya, tanrıçanın kendisiyle



yatması koşuluyla, b u n u kabul eder; tanrıça da razı olur. Ejderha o kadar oburca yer ve içer k i , yeniden deliğine inemez ve H u p a ş i y a onu bir iple bağlar. O zaman fırtına t a n n s ı ortaya çıkar ve karşılıklı d ö v ü ş m e d e n ejderhayı ö l d ü r ü r . M i t i n bu versiyonu peri m a s a l l a r ı n d a i y i bilinen bir olayla sona erer: Hupaşiya İnara'nın evinde oturmaya başlar, ama kendisi yokken pencereden b a k m a m a s ı konusunda onu uyaran tanrıçayı dinlemez. Karısıyla ç o c u k l a r ı m g ö r ü r ve Inara'yp y a l v a r ı p , evine gidebilmesi için kendisini b ı r a k m a s ı n ı ister. Metnin gen



kalanı k a y ı p t ı r ,



ama H u p a ş i y a ' n m ö l d ü r ü l d ü ğ ü tahmin edilmektedir. i k i n c i versiyon b u noktayı açıklığa k a v u ş t u r u r : Ejderha fırtına tanrısını yene­ rek o n u n kalbini ve gözlerini alır. O zaman tann yoksul bir a d a m ı n kızıyla evle­ nir ve ondan bir oğlu olur. Bu çocuk b ü y ü d ü ğ ü n d e ejderhanın kızıyla evlenmeye karar verir. Babası tarafından eğitilen genç adam eşinin evine girer girmez, fırtı­ na tanrısının kalbini ve gözlerini isteyip b u n l a r ı ele geçirir. "Güçlerine" yeniden kavuşan fırtına t a n r ı s ı , ejderhayla "deniz kenannda" yeniden karşılaşır ve onu yenmeyi başarır. Ama oğlu e j d e r h a n ı n kızıyla evlenirken ejderhaya bağlı kalmaya ant içmiştir ve b a b a s ı n d a n kendisini de s a ğ b ı r a k m a m a s ı n ı ister. "O zaman fırtına t a n n s ı hem ejderhayı hem de k e n d i ' o ğ l u n u ö l d ü r d ü . "



9



Bir tann ile ejderha a r a s ı n d a k i d ö v ü ş i y i bilinen bir mitsel-ritüel izlegi oluş­ turur. T a n n n ı n önce yenilip sakat kalmasıyla i l g i l i k o ş u t l u k l a r , Zeus ile



dev



Typhon'un kavgasında da bulunur: Typhon, Zeus'un el ve ayak tendonlanm kes­ meyi başarır, onu omzuna alır ve Kilikya'da bir mağaraya taşır



Typhon, tendon-



ları b i r ayı postunun içine saklar, ama Hermes ve Aigyptos sonunda bunları bu-



Tam karşılığı "ejderha," "yılan" olan llluyanka aynı zamanda bir özel isimdir. " Çev. Goetze, ANET, s, 125-126; Vieyra, Labaı, Les ıdigioıısdu Prodıe-Orieııt içinde s. 526 vd. 180



M U İ T L E R İ N VI: KENANLIIJVKIN HİNİ



Kır. Zeus yeniden g ü c ü n ü kazanır ve devi yere serer. lınması



bilinen



bir



motiftir.



Ama



Hitit



10



Yaşamsal bir o r g a n ı n ça­



versiyon u n d a k i



ejderha,



birçok



kozmogoni mitinde veya d ü n y a egemenliği için verilen kavgalarda rastlanan deh­ şet uyandırıcı t ü r d e n bir canavar değildir (krş. Tiamat, Leviathan, Typlıon v b ) . Folklorik ö y k ü l e r d e k i ejderhaları ayırt eden bazı çizgiler onda görülmeye başlan­ mıştır bile: llluyanka n m aklı kıttır ve çok o b u r d u r . " Ö n c e yenilgiye uğrayan fırtına tanrısı (başka yerlerde de d o ğ r u l a n a n bir izlek) sonunda kendi k a h r a m a n l ı ğ ı sayesinde değil, bir



insanın (Hupaşiya'mıı veya



ö i u m i ü bir k a d ı n d a n yaptığı erkek evladın) yardımıyla zaferi kazanır. Gerçi her i k i versiyonda da bu insan kişiliği ö n c e d e n tanrısal kökenli b i r güçle d o n a t ı l m ı ş ­ tır; Tanrıça İ n a r a ' n t n sevgilisi veya fırtına tanrısının o ğ l u d u r . Her i k i ö r n e k t e de, farklı nedenlerle de olsa, y a r d ı m c ı insan, kendisini aşağı y u k a r ı t a n r ı l a ş m a n üs­ t ü n g ü ç tarafından yok edilir. Hupaşiya n m , lnara'yla b i r kez yattıktan sonra, aile­ sinin y a n ı n a , yani insan toplumuna geri d ö n ü p onlarla yaşamaya h a k k ı yoktur; ç ü n k ü tanrılık halini paylaştığı İçin b u n u diğer insanlara da aktarabilir. Bu kısmi "folklorikleştirme"ye karşın, tlluyanka m i t i merkezi b i r rol oynu­ yordu: Yeni Yıl b a y r a m ı k a p s a m ı n d a ritüeî b i ç i m i n d e s ö y l e n i y o r d u . Bazı metinler i k i karşıt grup arasında yapılan ve Babil'deki akitu törenlerine benzeyen, ritüel bir kavgadan söz etmektedir.



12



Marduk'un Tiamat a karşı m ü c a d e l e s i n i anlatan mitte



çok açık olan kozmogoniyle ilgili anlam burada yerini dünya e g e m e n l i ğ i için re­ kabete bırakır ( k r ş . Zeus-Typhon). Zaferi tanrının kazanması ü l k e n i n i s t i k r a r ı n ı ve refahını sağlar. Mitte, "folklorikleşme" s ü r e c i n d e n ö n c e , "ejderhanın saltana­ t ı n ı n hayatın k a y n a k l a n ı n tehlikeye d ü ş ü r e n "kaotik" bir d ö n e m olarak sunuldu­ ğu varsayılabilir (jejderha "potansiyelliğı" ve karanlığı o l d u ğ u kadar, k u r a k l ı ğ ı , kurallann askıya a l ı n m a s ı n ı ve ö l ü m ü de simgeler).'



1



4 6 . K u m a r b i ve E g e m e n l i k — H u r r i - H i t i t "teogonisi," yani b a ş r o l ü n d e " T a n r ı 13



10



Apollodonıs, Btbhotheca, 1,6, 3.



" Bkz, Gasıer, Tfıespis, s. 259-260. 12



Bkz. Gaster tarafından çevnlen merin (KUB XVII 95, III 9-17), a.g.y., s 267 vd. Aynca krş. O. R. Gumey, The Hittites, s, 155. Bir başka metin tanrılar meclisi tarafından "yazgılann belirlenmesinden söz eder; kış, Gumey, a.g.y., s 152; aynı yazar, "Hiltıte Kings¬ hip," S, 107 vd.



1 3



H u n i metüılennin y. MÖ 1300e doğru gerçekleştirilmiş Hititçe çevirileri söz konusudur. Hurri teogoni bilgileri daha eski Sümer ve Kuzey Suriye gelenekleriyle olan bağdaştırnıacılığı gösterir. 181



nlNbiiL INANÇIAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ • I



ların Babası" Kumarbi'nin yer aldığı mitler zinciri sıradışı b i r ilginçliğe sahiptir, i l k b ö l ü m - " G ö k y ü z ü Krallığı"- ilk tanrıların art arda gelişlerini açıklar. Başlan­ gıçta AÎ3lu kraldı ve tanrıların en ö n e m l i s i olan Anu ona secde edip hizmet edi­ y o r d u . Ama dokuz yıl sonra A n u ona saldırdı ve yendi. O zaman Alalıı yeraltına sığındı ve yeni h ü k ü m d a r ı n hizmetkârı Kumarbi oldu. Dokuz yıl sonra bu kez Kumarbi Anu'ya saldırdı. A n u g ö k y ü z ü n e d o ğ r u uçarak k a ç m a y a başladı, ama Ku­ marbi onu takip etti, ayaklanndan yakaladı ve " k a m ı ş " m ı ı s ı r d ı k t a n sonra yere fırlattı." Kumarbi g ü l ü y o r ve kazandığı başarıdan dolayı seviniyordu; ama A n u , onu hamile bıraktığını söyledi. Kumarbi ağzında kalan parçayı t ü k ü r d û , ama AnuYıun erkekliğinin b i r b ö l ü m ü bedenine girmişti ve Kumarbi ü ç tanrıya hamile k a l d ı . Metnin d e v a m ı n d a ciddi b o ş l u k l a r vardır; ama Anu'nun " ç o c u k l a r ı " m n , en başta da fırtına tanrısı T e ş u p ' u n Kumarbı'yle savaşıp onu tahtından i n d i r d i k l e r i tahmin edilmektedir. Sonraki b o l ü m , "UllikumiTii'nin Şarkısı," Kumarbi'nin



Teşup'a



kaptırdığı



krallığı yeniden ele g e ç i r m e k için harcadığı ç a b a l a n a n l a t m a k t a d ı r . T e ş u p ' u yene­ bilecek bir rakip yaratabilmek için tohumlarıyla b i r kayayı döller. Bu b i r l e ş m e ­ n i n ü r ü n ü , insan b i ç i m i n d e taştan bir yaratık, U l l i k u m m i olur. Denizden yarı ya­ rıya dışarı çıkmış bedeniyle yeri ve göğü taşıyan dev Upelluri'nin (Atlas'ın Hurriterdeki benzeri) omzuna yerleştirilen U l l i k u m m i öyle b i r hızla b ü y ü r k i başı göğe erer. O zaman T e ş u p denize yönelir ve dev kayayla ç a r p ı ş ı r , ama y e n i l i r . Metinde b ü y ü k b o ş l u k l a r vardır, bununla birlikte olaylar dizisini yeniden oluş­ turmak m ü m k ü n d ü r . U l l i k u m m i butun insanlığı yok etme tehditleri savurur ve telaşlanan tanrılar t o p l a n ı p Ea'ya b a ş v u r m a y a karar verirler. Ea ö n c e Enlil'e, son­ ra da Upelîuri'ye gider ve t a ş t a n bir devin T e ş u p ' u ö l d ü r m e y e karar verdiğini du­ yup d u y m a d ı k l a r ı n ı sorar E n l i l ' m cevabını k a y ı p o l d u ğ u için bilmiyoruz.



Upel-



l u r i ise çok önemli s o n u ç l a r ı olacak bir ayrıntı aktanr. "Yer ile gök benim üzeri­ me yükseltildiğinde ben hiçbir şey b i l m i y o r d u m . Yer ile gök b i r bıçakla a y r ı l d ı ­ ğında da ben hiçbir şey b i l m i y o r d u m . Şimdi sağ o m z u m ağrıyor, ama b u tannn m k i m o l d u ğ u n u b i l m i y o r u m . " O zaman Ea "eski t a n r ı l a r d a n "babalann ve de­ delerin eski depolarını a ç m a l a n " m ve onlann g ö k l e yeri birbirinden ayırdığı bı­ çağı getirmelerini ister. U l l i k u n ı m i ' n i n ayaklan kesilip sakat bırakılır; ama



dev



kaya hâla babası K u m a r b i ' n i n g ö k y ü z ü krallığını kendisine miras bıraktığını s ö y -



14



İlk çevirmenler sözcüğün "dizler" olarak çevrilmesini önermişlerdir. Her iki terim de erkek üreme organı için kullanılan daha yumuşak iiadelerdir. 182



HU İ T L E R İ N VE KEN ANLI LAW İN IMNİ



leyerek ö v ü n m e k t e d i r , Sonunda T e ş u p tarafından yere serilir. Bu mit b i r ç o k a ç ı d a n ç o k dikkate değerdir. Öncelikle içerdiği bazı arkaik öğe­ ler göze ç a r p m a k t a d ı r : Kumarbi'nin tahtından indirdiği tanrının cinsel o r g a n ı n ı yutarak kendi kendini döllemesi; bir tanrının bir kaya kütlesiyle cinsel b i r l e ş m e ­ ye girmesi ve b u n u n sonucunda insan yapılı taştan b i r canavar doğması; b u dev kaya ile H u r r i Atlas'ı Upelluri a r a s ı n d a k i ilişkiler, Birinci b ö l ü m , i l k t a n r ı l a r ı n ayırt edici özelliği olan Kumarbi'nin çift cins iye tliliğine b i r g ö n d e r m e olarak yo­ rumlanabilir ( k r ş . ö r n e ğ i n Tiamat, Zurvan). Bu durumda egemenliği geri dönül­ mez b i r b i ç i m d e ele geçiren T e ş u p bir gok tanrısıyla (Anu) erdişı bir tanrısal var­ lığın o ğ l u d u r . " Bir k a y a n ı n i n s a n ü s t ü bir varlık tarafından d ö l l e n m e s i n e gelince, benzer b i r mite Frigya'da da rastlanmaktadır: Papas (= Zeus), Agdos a d ı n d a b i r taşı döller ve b u taş hermafrodıt bir canavar olan Agditis'i d o ğ u r u r . Ama t a n r ı l a r Agditis'i iğdiş edip, tanrıça Kybele'ye d ö n ü ş t ü r ü r l e r (Pausanias, V l l , 17:10-12), Taştan insanlann d o ğ u ş u n u anlatan mitler ç o k daha yaygındır: Bunlara Anado­ lu'dan Uzakdoğu'ya ve Poliııezya'ya kadar r a s t l a n ı r Herhalde i l k insanlann top­ raktan gelişleri h a k k ı n d a k i m i t izlegi söz konusudur; b u izlege göre i l k insanlar bir u l u toprak tanrıçası tarafından d o ğ u r u l m u ş t u r . Bazı t a u n l a r ı n ( ö r n e ğ i n M i t h ra) da, her sabah ışığı daglann üzerinde parlayan g ü n e ş gibi b i r kayadan çıktığı d ü ş ü n ü l ü r . Ama b u m i t izleği b i r g ü n e ş tezahürüne indirgenemez.



10



Petra genit-



r\x"m {doğurgan taş), taşlarda içkin o l d u ğ u varsayılan mucizevi erdemlerle b i r arada, Yeryüzü Ana n ı n kutsallığını g ü ç l e n d i r d i ğ i söylenebilir. Daha önce g ö r d ü ­ ğ ü m ü z gibi (§ 34), kaya kütlesinin kutsallığı en ç o k "megalit" dinlerinde yüceltil­ m i ş t i r . U l l i k u m m i ' n i n göğü taşıyan devin omzuna yerleştirilmesi b i r rastlantı değildir, ç ü n k ü dev taş da bir zolumna universofis^ olmaya h a z ı r l a n m a k t a d ı r . Bu­ nunla birlikte, megalit dinlerine özgü b u motif, daha geniş bir bağlam içine otur­ t u l m u ş t u r : Tanrısal egemenlik m i r a s ı için verilen savaş.



4 7 . T a n r ı K u ş a k l a r ı A r a s ı n d a k i Ç a t ı ş m a l a r - — H u r r i / H i t i t metni i l k kez çevri-



'



5



1 6



Bazı mitolojik parçalara göre, Kumarbi'nin "içinde" bulunan tanrıların onunla tartışııklan ve bedeninin hangi deliklerinden dışan çıkabileceklerim Öğrenmek istedikleri anlaşılıyor (krş, Guterbock, Mythologies aj the Ancient World, s, 157-158). Nitekim kayadan henüz çtkan Mithra once Güneş'le dövüşür; zaferi kazanır ve Güneş'in ışınlar saçan kursunu alır. Ama kısa bir süre sonra iki tanrı el sıkışarak dnstluklanm kuılarlar.



a



Evrensel sütun - ç n . 183



DİNSEL I f ^ N Ç L A R VT. MJŞÛNCl İL ER TARİHİ - I



lir çevrilmez, bir yandan Bybloshı Philon'un tanıttığı biçimiyle Fenike teogonisi, diğer yandan da Hesiodos'un naklettiği anlatıyla olan benzerlikler göze ç a r p m ı ş t ı . Philon'a g ö r e ,



17



Ok egemen tanrı E l î u n ' d u (Yunancada Hypsistos, "En Yüksek")



v



e



H u r r i / H i t i t mitolojisinde Alalu'ya denk d ü ş ü y o r d u . O n u n Bruth'la b i r l e ş m e s i n d e n Uranos (Anuya karşılık gelir) ve Ge (Gaia) d ü n y a y a geldi. Bunlar da dort o ğ u l d o ğ u r d u l a r ; birincisi E



(veya Kronos) Kumarbi'ye denk d ü ş m e k t e d i r . Uranos



eşiyle ettiği bir kavganın a r d ı n d a n kendi o ğ l u n u yok etmeye çalışır, ama El örste kendine bir testere (veya mızrak?) döver, babasını kovup h ü k ü m d a r o l u r .



l e



So­



nunda Baal ( d ö r d ü n c ü kuşağı temsil eden b u tanrı, T e ş u p ' u n ve Zeus'un karşılığı­ d ı r ) egemenliği sıradışı bir şekilde s a v a ş m a d a n ele geçirir. Ugarit edebiyatı keşfedilme ey e kadar, Philon'un aktardığı bu söylencenin ger­ çekliğinden k u ş k u duyuluyordu, Ama tanrı kuşaklarının b i r b i r i n i izleyişi Kenan mitolojisinde d o ğ r u l a n m a k t a d ı r (§ 49). Hesiodos'un (g 83) yalnızca - U r o n o s , Kronos ve Zeus tarafından temsil e d i l e n - ü ç k u ş a k t a n söz etmesi, Philon (Sanchoniaton) versiyonunun gerçeğe u y g u n l u ğ u n u bir kez daha d o ğ r u l a m a k t a d ı r ; çünkü b u versiyonda Uranos'tan (= A n u ) önce Elyun'un (= Alalu) h ü k ü m s ü r d ü ğ ü belir­ tilmektedir. T a n r ı s a l egemenlik m i t i n i n Fenike versiyonu H u r r i m i t i n d e n türe­ m i ş veya ondan çok etkilenmiş olabilir, Hesiodos'a gelince, onun da Yunanis­ tan'da ya Fenikeliler aracılığıyla ya da d o ğ r u d a n Hititlerden Öğrenilmiş aynı söy­ lenceyi k u l l a n d ı ğ ı t a h m i n edilebilir. Bu m i t i n hem "özelleşmiş" hem de bağdaşıırnıacı niteliğini vurgulamakta ya­ rar var ve b u d u r u m yalnızca Hurri/Hicit versiyonuyla da sınırlı k a l m ı y o r (bu versiyonda çok sayıda S ü m e r - A k k a d unsuruna r a s t l a n ı y o r ) .



19



Aynı şekilde



Emtna



Eijş'tede: 1) Bir dizi tanrı kuşağı, 2) "genç" tanrıların "yaşlılar'a karşı savaşı ve 3) Marduk'un zaferi ve böylelikle h ü k ü m d a r l ı ğ ı ele geçirmesi yer alıyor.



Ama



Mezopotamya mitinde zaferin kazanıldığı savaş bir kozmogoniyle, daha d o ğ r u bir ifadeyle insanların tanıyacağı biçimiyle evrenin yaratılmasıyla s o n u ç l a n ı y o r . Bu



Philon'un Fenihe Tarifti'niıı bazı parçalan Eusebeios ve Porphyrios tarafından korunmuş ve akıanlmıştır. Philon kendisinin, "Troya savaşından önce" yaşamış Fenikeli bilge Sanchonıatonün yazıtannı özetlediğini belirtmektedir. Krş Clemen, Die phönikısche ReUgıon, s. 28. El ancak 32 yıl sonra Uranos'u iğdiş etmeyi başanr. Hurri/Hitit ve Yunan mitlerinde birlik­ te gerçeklesen iki eylem, babanın hadım edilmesi ve egemenliğin ele geçinlmesi burada birbirinden aynlmıştır. Krş. tannlarAnu, Iştar ve belki de Alalu nun isimleri; bir Babil listesinde Anu'nun ataları arasında Afala diye bir tann sayılmaktadır; Guterbock a.g.y., s, 160, 184



HITITLERIN VF. KENANL1LAGIN DİNİ



mit, b i r tann ile bir e j d e r h a n ı n d ö v ü ş ü n ü , a r d ı n d a n da yere serilen rakibin parça­ l a n m a s ı n ı içeren kozmogoniler dizisinin



içine oturuyor. HesiodosYm Theogo-



ııia'sında d r a m ı n başında kozmogoni b ö l ü m ü -Uranos'un iğdiş edilmesiyle G ö ­ ğ ü n (Uranos) Yerden (Gaia) a y n l m a s ı - yer alır ve aslında egemenlik savaşını baş­ latır. H u m / H i t i t mitinde da aynı durumla karşılaşılır: Kozmogoni, y a n i G ö ğ ü n Yerden ayrılması uzun süre ö n c e , "eski tanrılar" çağında gerçekleşmiştir. Kısacası, b i r b i r i n i izleyen tanrı k u ş a k l a r ı n ı n evrensel egemenliği ele g e ç i r m e k için yaptıkları çatışmaları anlatan b ü t ü n mitler bir yandan zaferi kazanan en son tanrının yüceltilmiş k o n u m u n u d o ğ r u l a r k e n , d i ğ e r yandan da d ü n y a n ı n mevcut yapısını ve insanlığın içinde b u l u n d u ğ u d u r u m u açıklar.



48. B i r K e n a n Panteonu:



U g a r i t — M Ö 3000'den kısa zaman ö n c e , Filistin'de



yeni bir uygarlık, eski t u n ç çağı uygarlığı ortaya çıktı: Bu uygarlık, i l k Sami yer­ leşimine işaret eder. Kitabı Mukaddes'te kullanılan nitelemeyle, onlara "Kenanlılar" adı verilebilir, ama b u sonradan k o n m u ş b i r i s i m d i r .



20



İşgalciler yerleşikle-



şir, t a r ı m yapar, b i r kent uygarlığı geliştirirler. Bölgeye yüzyıllar boyunca başka g ö ç m e n l e r de sızar ve k o m ş u ülkelerle, özellikle de Mısır'la alışverişler çoğalır. M Ö 2200'e d o ğ r u eski t u n ç uygarlığı yeni bir Sami h a l k ı n ı n , Amoritlerin ortaya çıkışıyla yıkılır. Yarı-göçebe savaşçılar olan Amoritler d ö n e m d ö n e m tarımla u ğ ­ r a ş m a k l a birlikte, esas olarak ç o b a n d ı r . Bir uygarlığın b u şekilde sona erişi aynı zamanda y e n i bir çağın da başlangıcıdır. Suriye ve Filistin'in Amortiler (Sümercede MAR.TU, Akkadçada A m u r r u ) tarafından istila edilmesi, aynı d ö n e m e d o ğ r u Mezopotamya ve Mısır'da g ö z l e m l e n e n daha geniş bir hareketin parçasıdır. Bu ha­ reketi, kentlerin ve ekili t o p r a k l a r ı n zenginliği karşısında şaşırarak ve b ü y ü l e n e ­ rek Suriye çölünden dalga dalga gelen ateşli ve " v a h ş i "



11



göçebelerin zincirleme



saldırıları o l u ş t u r m a k t a d ı r . Ama b u topraklan fethederken yerlilerin varoluş b i ­ ç i m i n i benimser ve uygarlaşırlar. Belli bir süre sonra o n i a n n soyundan gelenler, e k i l i t o p r a k l a r ı n s m ı r l a n n d a göçebe hayatı s ü r e n başka " b a r b a r l a r ı n silahlı akın­ larına karşı kendilerini savunmak zorunda kalacaklardır, israil oğulları M Ö I I . binyılın son yüzyıllarında Kenan'a girmeye başlayınca aynı süreç yinelenecektir.



MÖ II, binyüm ortasından önce metinlerde Kenan'dan söz edilmez: R. de Vaux, Histoire ardente d'Israël, c. 1, s. 58. MÖ 111. binyil sonunun Mezopotamya edebi metinlerinde, MAR.TUİar "buğdayı tanımayan," "ne ev ne de kent bilen," "kaba dağlılar" olarak anlatılmaktadır. R. de Vaux tarafından alıntılanan metinler, a.g.y., s. 64. 185



HINSEI. İNANÇLAR VI; DÜŞÜNCELER TARH II - I



Suriye-Filislin kıyılarında gelişen tarıma dayalı bereket tapımlarıyla göçebe ç o b a n l a r ı n gök ve yıldız tanrılarının egemenliğindeki dinsel ideolojisi



arasındaki



gerilim ve senıbiyoz, I b r a n ı l e n n Kenan'a yerleşmesiyle birlikte yeni bir y o ğ u n l u ­ ğa ulaşacaktır. Birçok kez sembiyozla s o n u ç l a n a n b u gerilimin m ü k e m m e l bir ör­ nek konumuna yükseleceği söylenebilir; ç ü n k ü kozmik dinselligin eski ve saygı­ değer geleneklerinin karşısına yem bir dinsel deneyim t ü r ü burada, Filistin'de ortaya çıkmıştır. 1929'a kadar Sunye-Kenan d i n i h a k k ı n d a k i bilgiler t s k i Ahit'ten, Fenike ya­ zıtlarından ve bazı Yunan yazarlarından (özellikle M O I . - I I , yüzyıllarda y a ş a m ı ş Bybloslu Philon, ama aynı zamanda M Ö 11. yüzyıldan 5amosatalı Lukianos ve MÖ V, yüzyıldan Panopoloslu Nonnos) s a ğ l a n ı y o r d u . Ama Eski A h i t putperestliğe karşı y ü r ü t ü l e n polemiği yansıtır; diğer kaynaklar ise ya k o p u k kopuk ya da geç tarihlidir,



1929'dan beri Suriye'nin kuzey kıyısında bir liman sitesi olan



Ras



Ş a m r a ' d a , eski Ugarit'te y ü r ü t ü l e n kazılarda çok sayıda m i t o l o j i k metin ortaya çık a r ı h m ş t ı r . Bunlar M Ö X I V . - X I I . yüzyıllarda yazılmış, fakat daha eski m i t o l o j i k dinsel kavramlar içeren metinlerdir. Şimdiye dek çözülen ve çevrilen belgeler Ugarit d i n i n i ve mitolojisini anlayabilmemiz için h e n ü z yetersizdir. Tatsız b o ş ­ luklar anlatıları b ö l m e k t e d i r ; s ü t u n l a r ı n baş ve son b ö l ü m l e r i parçalandığı için, m i t o l o j i k olay sıralaması ü z e r i n d e bile g ö r ü ş birliğine v a r ı l a m a m a k t a d ı r . Bu par­ çalı duruma k a r ş ı n , Ugarit edebiyatı paha biçilmez bir d e ğ e r d e d i r . Yine de Ugarit dirimin hiçbir zaman bütün Kenan'ın dini olmadığını hesaba katmak gerekir. Ugarit belgelerinin asıl iiginç y a n ı , belli b i r dinsel ideolojiden b i r d i ğ e r i n e geçişin aşamalarını y a n s ı t m a l a r ı d ı r . El, panteonun ö n d e r i d i r . Adı Sami dilinde "tann" a n l a m ı n a gelmektedir, ama Batı Samilerinde kişileşmiş bir tanrıdır. "Güçlü," "Boğa," "Tanrıların ve insanların b a b a s ı , "



21



Ona



"Kral," "Yılların babası" gibi



isimler de verilir. "Aziz," "merhametli," "çok hilge"dir_ M Ö X I V . yüzyıla an b i r dikilitaşın, ü z e r i n d e bir tahta o t u r m u ş , g ö r k e m l i , sakallı, ü z e r i n d e uzun bir elbise bulunan ve tacı boynuzlarla s ü s l e n m i ş bir adam olarak g ö s t e r i l m i ş t i r . kadar kozmogoniye ilişkin hiçbir metin b u l u n a m a m ı ş t ı r .



3-1



23



Bugüne



Bununla birlikte y ı l ­



dızların kutsal evlilik yoluyla yaratılması, Kenan kozmogoni anlayışlarını yansı­ tan bir olgu diye yorumlanabilir. N i t e k i m 52 n u m a r a l ı m e t i n ("Kibar ve güzel



Ab, "baba" unvanı en yaygın sıfatlardan biridir; krş. ah adm, "İnsanlığın babası;" bkz. M. H Pope, £l in the Ugaritic Texts, s. 47 vd, F. A. Scbaelfer, The Cuneiform Texts of Ras Shumra-Ugant, Levha XXXI, s. 60, 62. Oysa kı Batı Sami yazıtlarında El'e "Yerin Yaratıcısı" denir; bkz. Pope, WdM, c. I , s. 280. 186



HİTITLURIN



VC KİZNANLILAMN DÎNİ



t a n r ı l a n n d o ğ u ş u " ) i k i k a d ı n ı Aşerat ve Anat'ı, Sabah Yıldızına ve A k ş a m Yıldı­ z ı n a hamile b ı r a k a n El'i betimler." Kendisi de "El tarafından d o ğ u r u r m u ş " Aşe5



rat'a "Tanrıların Anası" adi verilir (no. 51); Aşerat y e t m i ş tanrı d o ğ u r u r . Baal dı­ şında b ü t ü n tannlar, i l k çift olan e l - A ş e r a t i n s o y u n d a n d ı r . O n u güçlü bir tanrı, "Yeryüzünün Efendisi" olarak tanıtan sıfatlarına ve kur­ ban töreni listelerinde a d ı n ı n hep başta yer a l m a s ı n a karşın El, mitlerde fiziksel açıdan zayıf, kararsız, ihtiyar, olacaklara boyun eğmiş birisi gibi g ö r ü n ü r . Bazı tanrılar ona k ü ç ü m s e y e r e k d a v r a n ı r . Baal de i k i eşini, Aşerat ve Anat'ı elinden alır. Demek k i yüceltici sıfatların daha önceki, El'in gerçekten panteonun ö n d e r i o l d u ğ u bir donemi yansıttığı sonucuna varmak gerekir. Yaratıcı ve evrenin i k t i ­ d a r ı m elinde tutan eski bir t a n r ı n ı n yerini daha canlı ve evrensel bereket alanında " u z m a n l a ş m ı ş " g e n ç b i r tanrının alması sık rastlanan bir g ö r ü n g ü d ü r . Birçok ör­ nekte yaratıcı t a n n iieııs otiosus'a d ö n ü ş ü r ve y a r a t ı m ı n d a n giderek uzaklaşır. K i m i zaman yerini başka b i r t a n n n ı n alması, tann k u ş a k l a n veya o n î a n n



temsilcileri



arasındaki bir ç a t ı ş m a n ı n sonucudur. Ugarit mitolojisinin ana izlekleri yeniden oluşturulabıldigı ö l ç ü d e , metinlerin bize Baal'ın ü s t ü n konuma yükselişini anlat­ tıkları söylenebilir. Ama zor ve hile yoluyla elde e d i l m i ş b i r yükseliş söz konu­ sudur k i b u d u r u m çeşitli anlamlara çekilebilir. Baal, El'in oğulları arasında sayıldığı halde (çünkü El b ü t ü n tanrıların baba­ sıydı), "Dagan'm oğlu" adı verilen tek t a n n d ı r



Adı "tahıl tanesi" anlamına gelen



Dagan'a M G I I I . binyılda Yukarı ve Orta Fırat bölgelerinde t a p ı l ı y o r d u .



JS



Bununla



b i r l i k t e Baal'in başlıca kahraman o l d u ğ u Ugarit m i t o l o j i k metinlerinde Dagan hiçbir r b l oynamaz, Baal ("Efendi") cins ismi onun kişisel ismi o l m u ş t u r . Ayrıca b i r de özel ismi v a r d ı r : Haddu, yani Hadad. Ona "Bulutlann Süvarisi," "Yerin Prensi, Efendisi" denir. Sıfatlarından b i r i "Güçlü," "Egemen" a n l a m ı n d a Alıyan'dır. Bereketin kaynağı ve temel öğesidir; ama kız kardeşi ve eşi Anat'ın hem



Bu mit, her yedi yıllık döngünün başlangıcında yapılan bir rimelin ilk örneğidir, bu da El'tn eski bir tarihte de toprak bereketinin yaratıcısı olarak görüldüğünü kanıtlar, daha sonra bu saygın işlev Baal'e geçecektir; kış. Cyrus H Gordon, "Canaanıte Mythology," s. 185 vd; Ulf Oldenburg, The Conflict between 0 and Baal in Cmwaniie Religion, s. 19 vd; Cross, Caııaaııüe Myth, s 21 vd Aynı bölgelerde Anat adı da bulgulartmıştır Dagan'm oğlu Baal'i Amortiler tanıtmış olabilir; bu konuda bkz. Oldenburg, a.g.y., s. 151 vd. Bu durumda yerel bir "Baal"Hadad'a eklemlenmiş olması gerekir, çünkü eski Kenan dini, Samikrin bu meşhur fırtına ve dolayısıyla bereket tannsı olmaksızın düşünülemez. Aynca krş. Cross, Gıııaauite Myth and Hebrew Epic, S. 112 vd. 187



DİNSEL İNANÇLAK VF. DÜStlNCELEE TARİHİ -1



aşk, h e m savaş tanrıçası olması gibi, aynı zamanda savaşçıdır da. O n l a r ı n yanın­ daki



digeT



m i t o l o j i k kişiliklerin en ö n e m l i l e r i , "Prens Deniz, Naib Nehir" Yanı



ve " Ö l ü m , " Mot'tur; bunlar en üst iktidarı ele geçirmek için g e n ç tanrıyla rekabet ederler. Ugarit mitolojisinin b ü y ü k b i r b ö l ü m ü El ile Baal a r a s ı n d a k i çatışmaya ve Baai'in e g e m e n l i ğ i n i dayatıp s ü r d ü r m e k için Yam ve Mot'la yaptığı d ö v ü ş l e r e ayrılmıştır,



49, Baal E g e m e n l i ğ i Ele Geçiriyor ve Ejderhayı Y e n i y o r — Ç o k ciddi hasar g ö r m ü ş bir metne g ö r e , " Baal ve şürekâsı Sapan D a ğ ı ' n d a k i sarayında bulunan El'e b a s k ı n yapar ve onu sımsıkı bağlayıp yaralamayı başarırlar. Anlaşılan y e r y ü ­ z ü n e "bir şey" d ü ş e r , bu da "tanrıların babası"nın iğdiş edilmesi olarak yorumla­ nabilir. Bu varsayım, yalnızca egemenlik için yapılan benzer çatışmalarda Uranos ve Hurri/Hitit tanrısı Anu da iğdiş edildikleri için değil, El b i r daha asla üstün k o n u m u n u yeniden ele geçirmeyi denemediği için de akla y a k ı n g ö z ü k m e k t e d i r . Hatta Baai'in Mot tarafından öldü rül düğü nü ö ğ r e n d i ğ i n d e bile El bu işe kalkış­ m a z / Ç ü n k ü eski D o ğ u d a böyle bir sakatlık, k u r b a n ı egemenlik k a v g a s ı n ı n dı­ 8



şında bırakır. Zaten El'in gezegen-tannlan yaratarak erkekliğini kanıtladığı 56 n u m a r a l ı m e t i n d ı ş ı n d a , Ugarit belgeleri onu daha çok iktidarsız bir tann olarak gösterir. Bu da onun boynu eğik ve kararsız tavrını ve Baai'in, karısını elinden aldığı olgusunu açıklar. El'in elinden Sapan Dağı'ndaki tahtını alan Baal onu dünyanın öteki ucuna, "Nehirlerin kaynağına, u ç u r u m l a r ı n dibine" s ı ğ ı n m a k zorunda bırakır, artık E l ' i n barınağı orası o l a c a k t ı r .



29



El sızlanır ve y a k ı n l a n n d a n y a r d ı m dilenir. Onu i l k



duyan Yam olur ve ona güçlü bir içecek verir. El onu kutsar, ona yeni bir ad ve­ rir ve halefi olarak duyurur. Ayrıca ona bir saray dikmeyi vaat eder, ama b u ara­ da Baal'i t a h t ı n d a n k o v m a s ı için de onu kışkırtır. Yam ile Baal arasındaki d ö v ü ş ü anlatan metinde bazı b o ş l u k l a r ı n yarattığı ko­ p u k l u k l a r vardır. Şimdi egemenliği Yam ele geçirmiş gibidir,



El tanrılartrî ço-



Söz konusu olan, ilk kez C. Vitolleaud'mm yayınladığı VI AB tabieudir; krş. Oldenburg çevinsı, s. 185-186. Cassuto, Pope ve Oldenburg {s. 123), bu metnin Baalin saldınsı ve El'in tahtından düşüşüyle ilişkili olduğu yorumunu yapmışlardır. Aşerat'a seslenir: "Oğullarından birini bana ver ki, onu kral yapayım" (Cyrus Gordon, Ugaritic Maııual, 49:1:16-18; Oldenburg, a.g.y., s, 112). Dağ göksel bir simge olduğuna göre, egemen bir tanrının onu yitirmesi devrilmesi an­ lamına gelir. 188



HITITLKKIN VI; Ki->l AN ULARIN DİNİ



ğuyla birlikle b i r dağın ü z e r i n d e d i r ; tabii burası artık Sapan Dağı değildir, Baal, Yam'ın b u l u n d u ğ u konuma k i b i r içinde yükseldiğini ve b u nedenle yok olacağını açıklayarak ona hakaret ettiği için, Yam habercilerini g ö n d e r i r ve Baal'in teslim olmasını ister. Tanrılar yılar ve Baal onları azarlar: "Kaldırın başlarınızı tanrılar, ç ö k m e y i n dizlerinizin üstüne, ben de şimdi Yam'm habercilerini k o r k u t a c a ğ ı m ! "



30



Ama El habercileri kabul eder ve Baal'in onların kölesi o l d u ğ u n u ve Yam'a bir ha­ raç ödeyeceğini açıklar. Baal o l d u k ç a t e h d i t k â r bir g ö r ü n ü m sergilemiş olsa gerek k i , El habercilerin onu hiç zorluk ç e k m e d e n yakalayabileceklerini de ekler. Ama b u arada A n a t i n da yardımıyla Baal Yam'la kapışmaya h a z ı r l a n m a k t a d ı r . (Bir baş­ ka tablete göre, Yam Baal'i tahtından k o v m u ş ama Anat'a y e n i l m i ş t i r " ) . T a n r ı s a l demirci "Koşar-ve-Hasis" ("Usıa ve Kurnaz") ona i k i sihirli gürz yapar; bunlann özeluği k u l l a n a n ı n elinden bir ok gibi fırlamalarıdır. Birinci gürz Yam'ın omzuna isabet eder, ama Yam devrilmez. İkincisi tam alnına gelir ve "Prens Deniz" yere yapışır



Baal onu ö l d ü r ü r ve Tanrıça Athtart cesedi parçalayıp p a r ç a l a n değişik



yerlere d a ğ ı t m a s ı n ı s ö y l e r . ' 3



Yam hem "tanrı" hem de "şeytan" olarak tanıtılmaktadır. O, "El'in s e v d i ğ i " o ğ l u d u r ve bir t a n n olarak panteonun diğer üyelerine yapıldığı gibi ona da adak­ lar sunulur. Diğer yandan o bir su canavan, yedi başlı bir ejderha, "Prens De­ niz," yeraltı s u l a r ı n ı n temel öğesi ve epifanisidir. D ö v ü ş ü n m i t o l o j i k anlamı çok y ö n l ü d ü r . Bir yandan mevsimler ve tarım imgelemine g ö r e , Baal'in kazanması y a ğ m u r u n denize ve yeraltı sularına karşı kazandığı zaferi simgeler; evrensel ku­ ralı temsil eden y a ğ m u r ritmi, denizin ve felaketlere yol açan su b a s k ı n l a r ı n ı n kaotik ve kısır b ü y ü k l ü ğ ü n ü n yerini alır, Baal'in zaferiyle birlikte mevsimlerin dü­ zenine ve istikranna duyulan g ü v e n üste çıkar. Diğer yandan su ejderhasına k a r ş ı verilen kavga g e n ç bir t a n r ı n ı n ş a m p i y o n ve dolayısıyla panteonun yeni egemeni



G. R. Driver, Canaanite Myfiıs and Legends, s. 79 (Metin III B:25). Aynca bkz. Les Religions du Proche-Oi'iiitt antique, s. 386; Cross, a.g.y., s. 114 vd. "El'in gözdesi Yam'ı ezmedim mi? Büyük tann Nahar'ı yok etmedim mi? Tannin'in (« Ej­ derha) burnuna halkayı takmadım mı? Ben onun burnuna halkayı taktım! Çengel yılanı, yedi kafalı Güçlü Yaratığı yok ettim!" (Oldenburg çevirisi, s. 198; kış. ANET, s. 137), Bu metin Yam'ın Baal karşısında kazandığı ilk zafere gönderme yapıyor, bunu Yam'ın uğ­ radığı bozgun izliyor (burada Anat sayesinde); bu da iyi bilinen bir mitolojik izleğe denk düşüyor: Yılan türünden bir canavar karşısında ianrmın Önce yenilmesi, sonra bunun rövanşında zaferi kazanması, Gordon, Uganiıc Manual, § 68: 28-31, çev. Caquot ve Sznycer, (cd. Labat) les Religions du Praclıe-Orieıü antique içinde, s, 389. 189



1.1 IN S E L L N A K C U R V E D U S Û N Œ L E R TARHTı -1



olarak yükselişini yansıtır. Son olarak b u b ö l ü m ü n satır aralarında i l k d o ğ a n ev­ ladın (Yam), babasını (El) iğdiş edip tahtından indiren gaspçıdan aldığı da seçilebilir.



intikam



33



Bu tür dövüşler ö r n e k o l u ş t u r u r , yani sonsuza dek yinelenebilirler. Bu neden­ le Yam, Baal tarafından " ö l d ü r ü l m ü ş " olmasına karşın, metinlerde yine k a r ş ı m ı z a çıkacaktır. Zaten b u tür bir "döngüsel varoluşa" sahip olan tek tann • değildir. İleride göreceğimiz gibi, Baal ve M o t da benzer b i r varlık b i ç i m i n i paylaşmakta­ dırlar.



50. Baal'in S a r a y ı — Ejderhaya karşı kazandığı zaferi kutlamak için, Anat, Baal onuruna bir şölen verir. Daha sonra tanrıça sarayın kapılarını kapar ve cinnet ge­ çirerek muhafızları, askerleri, yaşlıları ö l d ü r m e y e koyulur; dizlerine kadar y ü k ­ selen k a n ı n içinde beline k ü r h a n l a n n kafalarını ve ellerini t a k m a k t a d ı r . Bu b ö l ü m anlamlıdır."



11



Koşutları Mısır'da ve özellikle de H i n t tanrıça Durga mitolojisi ve



ikonografisinde b u l u n m a k t a d ı r .



35



Kan d ö k m e ve yamyamlık, arkaik bereket tanrı­



çalarının ayırt edici nitelikleridir. Bu açıdan bakılınca, Anat m i t i D o ğ u Akde­ niz'den Ganj vadisine kadar uzanan eski tarım uygarlığının ortak u n s u r l a r ı içinde sınıflandırılabilir. Bir başka b ö l ü m d e Anat öz babasını, El i saçını ve sakalını kan içinde b ı r a k m a k l a tehdit etmektedir (metin 'nCV.Oldenburg, s. 26). Baal'in cansız bedenini b u l d u ğ u n d a Anat bir yandan d ö v ü n m e y e , dıger yandan ö l ü n ü n "etini bıçaksız yemeye ve k a n ı n ı b a r d a k s ı z içmeye" b a ş l a d ı



5 6



Anat'a bu kaba ve kan içici



tavrı y ü z ü n d e n - b a ş k a aşk ve savaş tanrıçaları için de söz konusu o l d u ğ u gibi— erkek sıfatlan da atfedilir ve hatta çift cinsiyetli olarak kabul edilirdi. Metin, yeni bir b o ş l u ğ u n a r d ı n d a n , Baal'in Anat'a hediyeler y ü k l e n m i ş haber­ ciler g ö n d e r d i ğ i n i anlatıyor, Baal bu savaştan tiksindiğini b i l d i r i y o r , Anat'ın si­ lahlarını b ı r a k m a s ı n ı ; barışın ve tarlalara bereketin gelmesi için adaklarda bulun-



Bu motiE hakkında, bkz Oldenburg, a.g.j., s, 130 vd. M



Kan hayatın ozü olarak kabul edildiği için, bu katliamın Suriye'nin geç biten ya2 mev­ siminin kısırlığından >cıü mevsimin bereketine geçişi amaçlayan bir riıûel olarak görülebileceği önerisi geıirilmişur; krş. Gray, The Legacy ûf Canaan, s. 36. Metin Caquot ve Sznycer iaraSmdan çevrilmiştir, s. 393-394.



i 5



Bize kadar ulaşan Mısır miti anık ilkel evresinde değildir: bkz. Ş 26. Marvin Pope'un da Cızennde durduğu, Durga ile kurulan yakınlık (krş. son olarak MdW, c. 1, 5. 239), daha önce Walter Dostal tarafından da gündeme getirilmişti, "Ein Beitrag," s. 74 vd,



3 0



Virolleaud tarafından yayınlanan metin, "Un nouvel épisode du mythe ugaririque de Baal," s. 132 vd; krş. Albright, Yahweh and the Cods ojCanaan, s. 131 vd. 190



HITITUIRIN V E K E M A N L A R I N DİNİ



m a s ı n ı istiyor.



T a n r ı l a r ı n ve insanların y a ğ m u r u n yaklaştığını anlayabilmeleri



için yıldırımı ve g ö k g ü r ü l t ü s ü n ü yaratacağını bildiriyor. Anat ona b u ö ğ ü t l e r i n i tutacağı konusunda g ü v e n c e veriyor. Bununla birlikte h ü k ü m d a r olmasına karşın Baal'in ne sarayı ne de tapınağı vardır. H a l b u k i diğer tanrılar bunlara sahiptir. Başka bir deyişle, Baal egemenli­ ğini ilan edebilecek kadar g ö r k e m l i b i r t a p ı n a k t a n yoksundur. Bir dizi b o l ü m sa­ rayın y a p ı m ı n ı anlatır. Terslikler eksik olmaz. Gerçekten de Baal Eî'ı tahttan i n ­ d i r m i ş t i r gerçi, ama sarayı yapabilmek için yine de o n u n iznine m u h t a ç t ı r : Dava­ sını s a v u n m a s ı için Aşerat'ı g ö n d e r i r ve "Tanrıların anası," Baal'İn artık " y a ğ m u r b o l l u ğ u verecek" ve "sesini bulutlara katacak" o l m a s ı n ı över. El b o y u n eger ve Baal, Koşar-ve-Hasis'i sarayını yapmakla g ö r e v l e n d i r i r . Başlangıçta Baal, Y a m i n içeri girebileceği korkusuyla, konutuna pencere yapılmasını istemez. Sonunda b u ­ n u da kabul eder.



37



T a n r ı n ı n ejderha k a r ş ı s ı n d a k i zaferinden sonra b i r tapmak-saray



dikilmesi



o n u n ü s t ü n konuma y ü k s e l m e s i n i n ifadesidir. Tanrılar T i a m a t ' ı n yenilgiye uğra­ m a s ı n d a n ve d ü n y a n ı n yaratılmasından sonra, Marduk onuruna t a p m a k - s a r a y ı i n ­ şa ederler ( k r ş . § 21). Ama Baal mitinde de kozmogoniye İlişkin b u simgeselliğe r a s t l a n m a k t a d ı r . Tapmak-saray bir imago mimdi o l d u ğ u için, onun y a p ı m ı b i r an­ lamda kozmogoniye denk d ü ş m e k t e d i r . Aslında su "kaos"u karşısında zafer kaza­ narak, y a ğ m u r l a n n r i t m i n i d ü z e n l e y e r e k Baal b u g ü n k ü şekliyle d ü n y a y ı "oluştu¬ rur.



5 1 . Baal M o t ' l a K a r ş ı l a ş ı y o r : Ö l ü m ve Hayata D ö n ü ş — Saray tamamlanınca Baal Mot'la, "Ölüm"le karşılaşmaya hazırlanır. Mot ç o k ilginç bir tanrıdır. O da haliyle El'in o ğ l u d u r ve yeraltında h ü k ü m sürer; ama ö l ü m ü n Yakındoğu'da b i l i ­ nen tek kişileştirilme ö r n e ğ i n i (bu aynı zamanda b i r t a n r ı l a ş t ı r ı l m a d ı r )



temsil



eder. Baal "tanrılar yağlanabilsin ve insanların, topraklann kala balıklarının k a m ı doyabilsin" diye artık yalnızca kendinin insanların ve t a n r ı l a r ı n kralı o l d u ğ u n u



Pencereler bulutlatın arasındaki açıklıkları simgeleyebilir; Baal yağmurlan bu açıklıklar­ dan gönderiyordu. Ugariı'ıeki tapınağının damında bir pencere vardı, öyle ki yağmur suyu bir dikiliıaş üzerinde tasvir edilmiş tannnın yüzüne düşüyordu; krş, Schaeffer, tı.g.y., s. 6, Levha XXXII, Resim 2. Ama bu sımgesellık ve kubbelerdeki pencere açıklıkları daha karmaşık konulardır; krş. A. K. Coomaraswamy, "The Symbolism of the Dome." Loren R. Fisher, "El türü yaratış"tan farklı bulduğu "Baal türü yaratış'lan söz eder; krs. "Creation at Ugarit," s. 320 vd. 191



DİNSEL İNANÇLAR V E DÜŞÜNCELER TAK İHI - I



bildirmek üzere Mot'a haberciler g ö n d e r i r .



Baal habercilenne d ü n y a n ı n sınırla­



rını g ö s t e r e n i k i dağa d o ğ r u y ö n e l m e l e r i n i , onları k a l d ı r ı p yerin altına inmeleri­ n i emreder. Mot'u çöplerle kaplı bir alanda, ç a m u r u n içine b a t m ı ş tahtında otu­ r u r k e n b u l a c a k l a r d ı r . Ama fazla y a k l a ş m a m a l a r ı gerekir, yoksa M a t o n l a r ı



dev



gibi ağzına alıp yutar. Baal, kavurucu sıcakların neden o l d u ğ u ö l ü m l e r d e n de M o t ' u n sorumlu o l d u ğ u n u u n u t m a m a l a r ı n ı ekler, M o t , Baal'İn y a n ı n a gelmesini bildirerek habercileri geri g ö n d e r i r ; ç ü n k ü , d i ­ ye açıklar, Baal Yam'ı ö l d ü r d ü ; ş i m d i yeraltına inme sırası ona geldi.'



10



Bu haber



Baal'in g ü v e n i m yitirmesine yeter. Haberci!eriyle ş u n u iletir: "Selam ey



Mot,



El'in oğlu, ben senin k ö l e n i m , hep sana aitim." Ç o k sevinen Mot, Baal'in yeral­ tına indiğinde g ü c ü n ü y i t i r i p yok olacağını açıklar. Oğullarını ve rüzgar, bulut, y a ğ m u r kortejini de yanına almasını emreder ve Baal buna da boyun eğer. Ama yeraltına inmeden ö n c e , hiç d o ğ u r m a m ı ş genç bir inekle çiftleşir ve b i r oğlu olur. Baal kendi giysisini oğluna giydirir ve onu El'e emanet eder. En b ü y ü k teh­ like a n ı n d a Baal'in ilk b i ç i m i n e , kozmik boğa haline d ö n d ü ğ ü söylenebilir, aynı zamanda yeryüzüne bir daha d ö n e m e m e olasılığını da hesaba katarak halefini de güvenceye almaktadır. Baal'in. nasıl ö l d ü ğ ü n ü , d ö v ü ş t e m ı y e n i l d i ğ i m , yoksa Mot'un d e h ş e t verici varlığının mı onu yere sermeye yettiğini bilmiyoruz. Ugarit m i t i n i n ilginç y a n ı , g e n ç fırtına ve bereket tanrısı ve panteonun en son ö n d e r i olan Baal'in yeraltına İnip, orada Tammuz ve d i ğ e r b i t k i tanrıları gibi ö l m e s i d i r . H i ç b i r b a ş k a "BaalHadad," ne Mezopotamya'da tapılan Adad ne de H u r r i tanrısı T e ş u p benzer b i r son yaşamamıştır. (Ama daha geç b i r tarihte M a r d u k da her yıl "dağa kapatıldığı için yok oluyordu"). Bu yeraltına inişte Baal'e tamamlayıcı b i r ç o k yeni saygınlık y ü k l e m e isteği seziliyor: Su kaosuna karşı zafer kazanan ve dolayısıyla evrene egemen olan, hatta kozmogoniyi sağlayan ş a m p i y o n ; fırtına ve tarım bereketi tan­ rısı (Dagan'm, "tahıl tanesi'hin oğlu o l d u ğ u n u hatırlatalım); ama aynı zamanda egemenliğini b ü t ü n dünyaya (dolayısıyla yeraltına da) yaymaya kararlı b i r hükümdar-tann. Her ne olursa olsun bu son girişimin a r d ı n d a n El ile Baal a r a s ı n d a k i ilişkiler değişir. Ayrıca kozmik yapı ve r i t i m l e r de güncel biçimlerine kavuşurlar. Metin yeni b i r b o ş l u ğ u n a r d ı n d a n tekrar başladığında, i k i haberci El'e Baal'in cesedim b u l d u k l a r ı n ı bildirirler. El yere oturur, giysilerini parçalar, bağrını döver ve yü3 5



w



Gordon, UfanUc Mctııuol, Vll. 50 2", Driver, Gıııaauitt Myllts aitti Lcgeııtls, 5. 101 Gordoıı, a.g.y., § 67.1: 1-8, çev. Oldenbtırg, a.g.y., s. 133. 192



H1TITLER1N VE



KENAN Ut ARİN DİNİ



zünü yırtar; kısacası Ugarıı'te uygulandığı şekliyle yas



ritüelini



öldü!" diye haykırır, "İnsan kalabalıkları ne olacak ş i m d i ? "



41



ilan eder. "Baal



El birden h ı n c ı n d a n



ve i n t i k a m isteğinden k u r t u l m u ş gibidir. Gerçek b i r evren egemeni tanrı g i b i d a v r a n m a k t a d ı r ; Baal'in ö l ü m ü y l e evrensel h a y a t ı n tehlikeye girdiğini fark etmek­ tedir. El, e ş i n d e n Baal'in yerine oğullarından b i r i n i kral ilan etmesini ister. Aşe­ rat " k o r k u n ç " A t h a r i seçer, ama o tahta çıktığında onu işgal edebilecek kadar bü­ y ü k olmadığını anlar ve kral olamayacağını kabul eder. Bu arada Anat cesedi aramaya gider. Cesedi b u l d u ğ u n d a onu omzuna alır ve kuzeye yönelir. Cesedi g ö m ü n c e , hatırı sayılır miktarda davar kurban ederek ce­ naze ş ö l e n i n i hazırlar. Bir süre sonra Anat Mot'la karşılaşır. Onu tutar ve "bir bı­ çakla keser; kalbura atıp çalkalar; ateşte kızartır; d e ğ i r m e n d e Öğütür; tarlalara eker ve kuşlar onu yer."' Mot'a bir demet tahıl gibi davranan Anat b i r t ü r cina­ 2



yet ritüeli gerçekleştirmektedir. Bu ö l ü m turu genellikle b i t k i tanrılarına ve ruh­ larına ö z g ü d ü r .



43



M o t ' u n daha sonra yemden hayata d ö n m e s i n i n nedeninin b u ta­



rımsal t ü r d e k i cinayet olup olmadığı da sorulabilir. Ne olursa olsun, Mot'un ö l d ü r ü l m e s i Baal'in yazgısıyla ilişkisiz değildir. E l d ü ş ü n d e Baal'm yaşadığını ve " g ö k t e n yağ yağdığını ve sel yataklarından bal aktı­ ğını" g ö r ü r (bunlar Kitabı Mukaddes'teki imgeleri hatırlatıyor,



krş.



fiezekiel



3 2 ; H ; E y ü b 20;17). Katıla katıla güler ve oturup dinleneceğini açıklar; çünkü "şanlı Baal y a ş a m a k t a d ı r , Yeryüzünün Prensi v a r d ı r . "



44



Ama nasıl k i Yam hayata



geri d ö n m ü ş s e , M o t da yedi yıl sonra yeniden belirir ve Anat'ın kendisine yaptık­ larından, ayrıca Baal'in egemenliği elinden a l m a s ı n d a n y a k ı n ı r . İki rakip yeniden kavgaya başlar. Kapışırlar, yabani ö k ü z l e r gibi birbirlerine tos v u r u p tepik atar­ lar, yılanlar gibi birbirlerini ısırırlar; sonunda Baal üstte Mot altta yere yuvarla­ nırlar. Ama g ü n e ş tanrıçası Şapaş Mot'a El'in uyarısını aktanr ve d o v ü ş u s ü r d ü r ­ mesinin bir faydası olmadığını söyler. Mot da buna boyun eğer ve Baal'in ege­ menliğini tanır. Ancak k ı s m e n anlaşılabilen birkaç başka b ö l ü m ü n a r d ı n d a n Anat, Baal'in ebediyen Kral olacağı ve " ö k ü z ü n sesi ceylan sesine, ş a h i n i n sesi de serçe



DriveT, ag.y., s. 109; Caquot ve Sznycer, Relıgioııs ıiu Proche-Orient, (ed. Labat), içinde, 5. 424-25. Driver, s. 111; Caquot ve Sznycer, a g.y., s. 430. Mot'un bir "hasat ruhu" olarak görülmesi gerektiği de önerilmiştir, ama onun "ölüm"e iliş­ kin çızgilen fazla belirgindir; yeralıtnda veya çölde oturmakta ve dokunduğu her şey yıkıma uğramaktadır. Driver, a.g.y., s. 113. 193



DINSEL



İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ -1



sesine b e n z e d i ğ i zaman" bir barış çağı başlatacağı haberini alır.



52. K e n a n D i n s e l B a k ı ş ı — Bazı yazarlar b u m i t i



bitki b ü y ü m e



sürecindeki



ö l ü m ve her yıl yeniden beliriş olarak yorumlayabileceklerini sandılar. Ama Su­ riye ve Filistin'de yaz mevsimi bitkisel hayatın " ö l ü m " ü n e yol açmaz; tam tersine yaz, meyve mevsimidir. Çiftçiyi korkutan kavurucu sıcak değil, uzun s ü r e n ku­ raklıktır. Demek k i M o t ' u n zaferinin Eski Ahit'te de y a n k ı l a n g ö r ü l e n yedi yıllık kuraklık d ö n g ü s ü n e denk d ü ş m e s i daha akla yakın g ö r ü n m e k t e d i r (Tekvin 4 1 ; Sa¬ muel 24:12 v d )



w



Ama m i t i n ilgi alanı, b i t k i b ü y ü m e



ritmiyle



olası ilişkilerinin dışına taşar.



Aslında b u d o k u n a k l ı ve k i m i zaman görkemli olaylar bize tanrısal v a r o l u ş u n öz­ g ü ! bir b i ç i m i n i gösterirler;



bu öyle bir varolma tarzıdır k i , yenilgiyi



ve



" ö l ü m " ü , g ö m ü l e r e k (Baal) veya parçalanarak (Mot) "yok olmayı," sonra az çok d ö n e m s e l bir b i ç i m d e "yeniden ortaya ç\kış"lar\ içerir. H e m k o p u k k o p u k hem de d ö n g û s e l b i r b i ç i m d e s ü r e n b u varoluş t ü r ü b i t k i b ü y ü m e s i d ö n g ü s ü n ü yöne­ ten tanrıların hallerini hatırlatır. Bununla b i r l i k t e , hayatın olumsuz y ö n l e r i n i , karşıt



ritimlerin



birleşik sistemi içinde birleştirmeyi hedefleyen yeni b i r dinsel



yaratım soz konusudur. Son tahlilde, b ü t ü n yenilgileri ve zaferleriyle birlikte, Baal'in kavgalan



ona



gök ve yer ü z e r i n d e k i egemenliğini sağlar; ama Yam denizde h ü k ü m s ü r m e y e de­ vam eder ve M o t da yeraltındaki ölüler diyarının efendisi olarak kalır. M i t l e r Ba­ al'in önceliğini ve buradan hareketle evreni ve insan toplumunu y ö n e t e n kuralla¬ n n ve hayatın sürekliliğini ortaya k o y m a k t a d ı r . Yam ve Mot'un temsil



ettiği



"olumsuz yönler" de varlık gerekçelerini b u olguda bulurlar. Mot'un El'in oğlu olması ve özellikle de Baal'in onu yok etmeyi b a ş a r a m a m a s ı , ö l ü m ü n "kurallara uygunlugu"nu g ö s t e r m e k t e d i r : Son tahlilde ö l ü m h a y a t ı n onsuz olmaz koşulu¬ dur" Baal ile Yam arasındaki d ö v ü ş ü anlatan m i t herhalde Yeni Yıl b a y r a m ı n d a ve



Driver, s. 119. Krş. Cyrus Gordon, "Canaanite Mythology," s, 184, 195 vd; M. Pope, H/ıiM, c. 1, s. 262¬ 264. Gücünü, insanlann hayata duyduklan gözleri kapalı aşktan alan bir başka büyük ölüm tannsına, Mara'ya yalnızca Budhist mitolojide rastlanır. Ama doğal olarak Upanişadlar sonrası dönemin Hint bakış açısına gore, hayat-cinsellik-ölüm-hayata geri dönüş dön­ güsü kurtuluş yolundaki en büyük engeli oluşturmaktadır (bkz. bu kitabın ikinci cildi). 194



MTITLEKİN



VE KENAN L1LA1UN



DİNİ



Baal-Mot çaûşmasını anlatan da hasat münasebetiyle t ö r e n b i ç i m i n d e s ö y l e n i y o r ­ du; ama b u g ü n e dek bilinen hiçbir metinde b u olgulara d e ğ i n i l m e m e k t e d i r . Aynı şekilde t a p ı m i ç i n d e ö n e m l i bir rol oynadığı bilinen k r a l ı n da b u mitsel-ritüel se­ n a r y o l a r ı n d a Baal'i temsil ettiği varsayılabilir; ama b u g ö r ü ş h e n ü z t a r t ı ş m a l ı d ı r . Kurbanlar tanrılara sunulan besinler olarak kabul ediliyordu. Kurban sistemi Es­ k i Ahit'teki sisteme benzer g ö r ü n m e k t e d i r : Kurban yakılmasını, "barış" veya "ruh birliği" k u r b a n ı veya adağını ve kefaret k u r b a n ı n ı içeriyordu. Rahiplere verilen ad, khnm, Ibranicedekiyle (hohen) aynıydı. Rahiplerin yanı sıra rahibelerden (ferine) ve " k u t s a n m ı ş " kişilerden (kadeUm) de söz edilmektedir. (Kitabı Mukaddesle b u terim kutsal fahişeliği ifade eder, ama Ugarit



metinleri



hiçbir benzer anlam behrtmezler). Son olarak da k â h i n rahipler veya peygamber­ lerden söz edilir. Tapmaklarda sunaklar vardı ve tanrıların tasvirleri ya da tannsal simgelerle süslenmişlerdi. T a p ı m , kanlı kurban törenlerinin d ı ş ı n d a , d a n s l a r ı ve ileriki tarihlerde peygamberleri öfkelendirecek orji t ü r ü çeşitli jestleri de içe­ riyordu.



Ama belgelerdeki b o ş l u k l a r ı n Kenan dinsel y a ş a m ı h a k k ı n d a ancak yak­



laşık tahminlerde b u l u n m a m ı z a izin verdiğini unutmamak gerek. Elimizde hiçbir dua bulunmuyor. Hayatın tanrısal bir bağış olarak kabul edildiğini



biliyoruz,



ama İ n s a n ı n y a r a n h ş m i t i h a k k ı n d a hiçbir bilgimiz yok. Bu t ü r b i r dinsel bakış yalnızca Kenan'a ait değildi. Ama buradaki b a k ı ş ı n ö n e ­ m i ve a n l a m ı , Kenan'a giren Israiloğullarının insanı k a r m a ş ı k b i r t a p ı m etkinliği­ ne s ü r ü k l e y e n ve orji t ü r ü aşırdıklarına k a r ş ı n yücelikten yoksun olmayan b ö y l e b i r evrensel kutsallık türüyle k a r ş ı l a ş m a ! a n nedeniyle, sonradan arttı. Hayatın kutsallığına i n a n ç İsrailliler tarafından da paylaşıldığına g ö r e , hemen b i r sorun g ü n d e m e geliyordu: Böyle bir i n a n ç Kenan dinsel ideolojisiyle b ü t ü n l e ş t i r i l m e d e n nasıl k o r u n a c a k t ı ? Kenan dinsel ideolojisi, g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, b ü t ü n h a y a t ı n sim­ gesi, başlıca t a n n Baal'in aralıklı ve d ö n g ü s e l v a r o l u ş tarzı etrafında o d a k l a n m ı ş özel b i r teoloji gerekli kılıyordu. A m a Yahve b u v a r o l u ş b i ç i m i n i p a y l a ş m ı y o r d u (zaten E l de b u hali p a y l a ş m ı y o r d u , ama başka k ü ç ü k d ü ş ü r ü c ü değişimler geçir­ m i ş t i ) . Aynca Yahve t a p ı m ı de belli sayıda kurban içeriyor, ama Yahve t a p ı m davranışlarının kendisini sınırlamasına izin vermiyordu: M ü m i n i n itaat ve g ü v e n aracılığıyla içsel d ö n ü ş ü m yaşamasını istiyordu (§ 114), ileride göreceğimiz gibi (§ 60), İsrailliler



b i r ç o k Kenan dinsel unsurunu



ö z ü m s e d i l e r . "Ama b u etkilenmelerin kendisi ç a t ı ş m a n ı n b i r y ö n ü y d ü : Baal kendi silahlarıyla yeniliyordu. Bütün yabancı g r u p l a r ı n , hatta H u n i l e r ve daha sonra Filistinliler gibi Sami olmayanların bile Kenan'a geldikten çok kısa bir süre sonra



195



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ -1 kendi dinleri h a k k ı n d a k i her şeyi u n u t t u k l a r ı dikkate alınırsa, Yahve ile Baal ara­ s ı n d a k i b u m ü c a d e l e n i n bu kadar uzun b i r s ü r e devam etmesi ve b i r ç o k uzlaşma­ ya ve sadakatsizliğe k a r ş ı n Yahveciligin zaferiyle sona ermesi, insanlık a ğ s ı n d a n olağanüstü b i r s ü r e ç olarak değerlendirilecektir."



R. de Vaux, Hislaire ancienne â'hraêi, c. I , s. 147-148. 196



411



E L E Ş T İ R E L KAYNAKÇA



§ 43. Hititlerin tarihi ve kültürü üzerine, krş. A Goetze, Kieıııasien {2. baskı, 1957), O. R Gurney, The Hittites (Harmondsworth, 1952; 2. baskı, 1954; son baskı, 1972). Huniler hakkında, krs. E, A. Speiser, "The Hurnan Participation in the Civilisation of Mesopotamia, Syria and Palestine" (Cahiers d'Histoire Mondiale, I . 1953, s 311-327); F Im­ para ti, i Hurri ti (Floransa, 1964); R. de Vaux, "Les Hurrttes de l'histoire et les Hontes de la Bible" (Revue Biblique, 74, s. 481-503). Hitit çıvı yazısı metınlen ve bunlann 1956'e kadar yayımlanmış çevinleri için, bkz, E. La­ roche, "Catalogue des textes hittites," Revue Hittite et Asifliiique, XIV, 1.956, s. 33-38; 69¬ 116; XV, 1957, s. 30-89; XVI, 1958, s. 18-64 En önemli metinler A Goetze (ANET, s, 120-128, 201-211, 346-364, 393-404), H. Güterbock, E, Laroche, H Otten, M. Vieyra ve diğer yazarlar tarafından çevrildi; bu çevirilenn kaynakçası için: Gumey, a.g.y., s. 224. En son Fransızca çevin Maunce Vieyra'ninkidir: Les Religions du Proche-Orient içinde (1970), s. 525-566. Hitit dininin genel anlatımlan içinde, şu çalışmalan sayalım: R. Dussaud, "La religion des Hittites et des Hountes," E. Dhorme ve R. Dussaud (éd.), La religion de Babylome içinde, s. 333-353, H. Güterbock, "Hittite Religion," Forgoiien Religions içinde, V. Ferm (ed.) (New York, 1950), s. 81-109; aynı yazar, "Hittite Mythology," S. N. Kramer (éd.), Mythologie s of theAncient WorW içinde (1961), s. 141-179; H. Otten, "Die Religionen des Alten Kleinasien," Harufituch der Orientalistik Bd. VIII, 1964, s 92-116, Maunce Vieyra, "La religion de l'Anatolie antique," Histoire des Religions içinde, l , s, 258-306, Giuseppe Furlani'nin La Religione degli Ritim (Bologna, 1936) adlı kitabı, yazar (Güterbock'un vardığı hükme göre, "Hitt. Rel.," s. 109) yalnızca o dönemde sayıları az olan Hitit metni çevirilerine ulaşabilmiş olsa da, hala yararlıdır. Aynca bkz. E. Laroche, Recherches su'- les noms des dieux hittites (Paris, 1947); aynı yazar, "Tessub, Hebat et leur tour," fouinai of Cuneiform Studies, I I , 1948, s. 113-136, aynı yazar, "Le panthéon de Yaztlikaya," aynı dergi, VI, 1952, s. 115-123. Hitit tannlannm ve mitlerinin özet bir anlatımı için, krş. Einar von Schuler, WtiM, 1, s. 172-176 (tanrılar ve tanrıçalar), 196-201 (güneş tannlan), 208-213 (fırtına tanrıları) Kralın dinsel rolü hakkında, bkz. O. R Gumey, "Hittite Kingship," S. H. Hooke (ed.), Myth, RıtuaJ and Kingship içinde, (Oxford, 1958), s. 105-121. Ritüeller hakkında, bkz. B. Schwanz, "The Hittite and Luwian Ritual of Zarpiya of Kizzuwatna,"JA05, 58, 1938, s, 334-353; M . Vieyra, "Rues de purification hittites," RHR, 119, 1939, s. 121-153; H. Otten, Heihilische Totenri tıtüle (Berlin, 1958). Yeni Yıl bayramı (purulli) hakkında, bkz. Volkert Haas, Der Kult von Nenk: Ein Beıtrag zur hethitischen Religiongeschichte



(Roma, 1970), s. 43 vd. Orduya, bir bozgunun ardından yapılan arınma ritüeli arkaikliğıyle dikkat çeker, bir in­ sanın, bir tekenin, küçük bir köpeğin ve bir domuz yavrusunun kurban edilmesini içerir. Bu kurbanlar ikiye kesilir ve ordu bu yanm parçaların arasından geçer. Krş O. Masson, "A pro197



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - i



pos d'un rimel hittite pour la lustration d'une armée," RUR, 137, 1950, s. 5-25; Gumey, The Hittites, s. 151. Yahve'nin İbrahim'le anlaşma yaparken istediği kurbanla benzerliğe dik­ kat çekilmiştir (Tekvin 15:9-18). Kurbanlann iki yansı arasından rituel geçişe birçok halkta rastlanmaktadır; bkz Frazet, Folklore m the Old Testament (Londra, 1919), 1, s. 393-425; aynca krş. T Gaster, Myth, Legçndand Custom in the Old Testament (New York, 1969), kay­ nakça ekleri için s. 363 vd. Bu kaynakçaya şu çalışmaların da eklenmesi gerekir; ] , Hennin¬ ger, "Was bedeutet die rituelle Teilung eines Tieres in zwei Hälften?" Biblica 34, 1953, s. 344¬ 353; Ad. E. Jensen, "Beziehungen zwischen dem Alten Testament und der nilotischen Kul­ tur in Afrika," S. Diamond (ed.). Culture m Histoıy içinde, (New York, 1960), s. 449-466. Dua hakkında, bkz. O. R. Gurney, Hittite Prayers (1940) ve E. Laroche'un belirlemeleri, "La prière hittite: vocabulaire et typologie" (Annuaire, Ecole Pratique des Hautes Etudes, V. Section, c. LXX11, 1964-65, s. 3-29). § 44. H. Otten, Die Ueherliejëningerc £Îes Telepinu-Myihtis (Mît), d. Vorderasiatiscfvaegyptistfien Gese lisch a/i, 46,1, Leipzig, 1943) adlı eserinde mitin çeşitli versiyonlarım çözümlemiştir. Kar­ şılaştırmalı yorum için, T. Gaster, Thespis (gözden geçirilmiş ikinci baskı, New York, 1961), s, 295 vd. Aynca bkz, Gtiterbock'un çözümlemesi: "Gedanken über das "Werden des Gottes Telipinu," Festschrift Johannes Friedrich (Heidelberg, 1959), s, 207-211; aynı yazar, "Hittite Mythology," s. 144-148. Baş kahramanın fırnna tanrısı olduğu versiyona göre, büyük güneş tannsı "bin tann"yı şölene davet eder, ama yiyip içmelerine karşın, tannlann ne açlıklan ne de susuzluktan ge­ çer. İlk habercilerin uğradığı başarısızlığın ardından, fırtına tannsının babası kendi babasını aramaya gider ve "tohumtenn çürüyüp, her şeyin k«mması"na yol açacak bir günahı kimin işlediğini sorar. Büyük baba cevap venr: "Senin dışında kimse günah işlemedi!" (Güterbock, "Hittite Mythology," s. 145-146). Gaster, Teiepımı'ya ve bereket tanrılarına ilişkin mitsel-ritüel senaryoîanndaki birçok or­ tak unsuru ortaya çıkardı; krş, Thespis, s. 304 vd, § 45. Uluyanka hakkında, bkz. son olarak çıkan, A Goetzeı, Kleinasien, s, 139 vd ve E, V, Schuler, WdM, 1, s 177-178. Miti nakleden metnin başında şöyle bir giriş vardır "Nerik (kentinin) fırtına tannsının kutsal adamı (= rahibi) Kellasin sözleri şöyledir: Aşağıdakiler, göğün fırtına tanrısının puruUi bayramında söylenmesi gerekenlerdir: Sözlen söylemenin zamanı geldiğinde (yanı bayramın kutlanacağı anda): 'Ülke gelişsin ve zenginleşsin, ülke korunsun ve eğer ülke gelişir ve zen­ ginleşirse, puruili bayramı kutlanır' " (çev. M. Vteyra, "Les religions d'Anatolte," s. 288; krş. Goetze, ANET, s. 125). Karşılaştırmalı yorum için, Gaster, Thespis, s. 256 vd. § 46. Kumarbi hakkında, bkz. H. G. Güterbock. "The Hittite version of the Human Kumarbi Myths: Oriental Forerunners of Hestod," American/ouma I of Archaeology, 52, 1948,s. 123198



HITITLERIN VE KENAN ULARıN DINI



124; aynı yazar, "Hittite Mythology," s. 155-172, H . Otten, Mythen vom Coite Kumarbi (Ber­ lin, 1950); P. Meriggi, "I miti dt Kumarbi, il Kronos Humco," Athenaeum, özel sayı 31 (Pavia, 1953), s. 101-115; C. Scott Littleton, "The 'Kingship m Heaven' Theme" Caan Puhvel (ed.). Myth and Law Among the lııdo-Europeans, Univ. of California Press, 1970, s. 83-121). s, 93¬ 100. Ullikummi hakkında, bkz. H. G. Güterbock, The Sting of Ulhhummi (New Haven, 1952). H . Baumann, Das doppelte Geschlecht (Berlin, 1955) adlı zengin ama karışık kitabında, megalit gelenekler, çift cinsiyetlilik ve gökle yerin ayrılmasına ilişkin kozmogoni izleği arasın­ daki ilişkileri doğru görmüştür. Topraktan doğan insanlar miti hakkında, krş. Dinler Tarihim Giriş, s. 239'daki kaynak­ ça. Bu izlege özellikle de Kafkasya'da çok bol rastlanmaktadır; krş. A von Lowts of Menar, "Nordkaukasische Steingeburtsagen," AKW, XIII, 1901, s. 509-524. Tanrısal varlıklann bir petra genetréc'ten (= Glu Tannça= matrix muııdO doğuşunu nakleden mitler hakkında, krş, R. Eisler, Weltmantel und Himmelszelt (Münih, 1910), 11. s. 411, 727 vd; M. Eliade, Forgerons et Alcfu'misttî, s. 44 vd, 191.



§ 47, Byblos'lu Philon'un Historian tes Phoinifees I Fenike Tünhi] adlı eserinin dine ilişkin par­ çalan Carl Clemen tarafından çevrildi ve yorumlandı; Dre phönikische Religion narh Philo von Byfclos (Leipzig, 1939), W. G. Lambert'in yayımladığı ve çevirdiği bir çiviyazısı metni beş tanrı kuşağının birbirlerini kanlı bir biçimde izlemesini betimler; oğullar babalanın ve annelerini öldürür, anneleri ve kız kardeşleriyle evlenir ve sırayla egemenliği gaspederler. Bu metinde Hesıodos'un Theogon/a'sıyla bazı benzerlikler fark edilmiştir; krş. W. G. Lambert ve P. Walcot, "A New Babylonian Theogony and Hesiod." Kadmos, 4, 1965, s, 64-72; aynca bkz. C. Scott Littleton, a.g.y,, s. 112-114. Stig Wikander tann kuşaklanyla ilgili Hitit ve Yunan mitlerinin iran'daki bir koşutunu gün ışığına çıkartmıştır. Kaynak yakın tarihlidir (Firdevsî'nİn 976'ya doğru yazdığı Şehname), ama kahramanlar-Cemşid, Dahhak, Feridun-mitolojik Yiraa, Azi, Dahâka, Thraètaona ki­ şiliklerinin bir anlamda "tarihselleşlirilmiş" versiyonlarını sunmaktadır. Sonuç olarak "tanrısal egemenlik" miti Hint-Avrupa geleneğinin bütünleyici bir parçası olarak kabul edilebilir. (Krş. Sıig Wikander, "Histoire des Ouranides," Cahiers du Sud, 36, 1952, s. 8-17). Ama diğer HintAvrupa halklannda bu mit bulgulanmamı$tır Scott Littleton, Babil anlatılannı (Etiuinii FIiş ve Lambert'in çevirdiği parça) tann kuşaklanyla ilgili bütün mitlerin son kaynağı olarak görme eğilimindedir; krş, "The 'Kingship in Heaven' Theme," s, 109 vd.



§ 48. Filistin'in erken tunç çağından sonraki tarihi hakkında, bkz. P. Garelfi, Le Proche-Ori­ ent Astaliifue îles origines aux invasions îles Peuples de ht Mer, Paris, 1969, s. 45 vd; B. Mazar, "The Middle Bronze Age m Palestine" (Israel Exploration Journal içinde [Kudüs], 18, 1968, s. 65-97); R de Vaux, Histoire ancienne d'Israël, des origines à 1 'installotion en Canaan, Paris, 1971, s, 61-121 (mükemmel kaynakçalar). Amoritler hakkında, bkz. S. Moscati, ! predecessor! d'israele. Sindi sulle più antiche genti se-



199



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1



mitiche in Siria e Palestina (Rema, 1956); I. J. Gelb, T h e Early History of the West Semitic Pe­ oples," journal of Cuneiform Studies, 15,1961, s. 27-47; K. M. Kenyan, Amontes aid Canaanites, Londra, I960; R. de Vaux, a.g.y , s. 64 vd. Tel Hariri'de (eski Mari) yapılan kazılarda, Akkadçanm "eski Bakıl" lehçesinde yazılmış binlerce tablet gun ışığına çıkarılmıştır. Bu tabletler bazı tannlann, öncelikle de Anaı, Dağarı, Addu'nun isimlerini vermektedir. Ama mitolojik metinler bulunamadığı için, temel dinsel inançları ve kavramlan bilemiyoruz. Amuttu kavmine ismini veren taun olan Araumı, "(toprağı işlemek için) dizlerini bük­ meyi bilmeyen, çığ eı yiyen, hayatı boyunca bir evi olmayan ve öldükten sonra gömülmeyen bir adamdır;" metni alıntılayan R. de Vaux, s. 64, Sonraki üç binyıl boyunca. Roma İmpara­ torluğundan Çin'e kadar büyük kent uygarlıklan için tehlike oluşturan "barbarlar" (Cer­ menler, Avadar, Hunlar, Mogollar, Taıatlar) hakkında benzer niteleme kalıpları kullanılacak­ tır. Bu Amoritlerin, Kitabı Mukaddes'te soz edilen Amoritler ile hiçbir ilişkisi olmadığını be­ lirtelim. "Kitabı Mukaddes, Filistin'in İsrail öncesi dönemindeki nüfusunun bir bölümü için Amurru adım kullanmıştır" (de Vaux, s 68). Kenan uygarlığı ve dini hakkında, bkz. j . Gray, TJıe Ciinauııiies, Londra, 1964; aynı ya­ zar. The Legacy ojCanaan (2. baskı, Leiden, 1965); Margaret S. Drawer, Ugarit (= Cambridge Ancient History, c. 11, bol. 21, b; 1968; mükemmel kaynakçalar); R. de Vaux, a.g y-, s. 123 vd; Marvin H. Pope ve Wolfgang Rolling, "Die Mythologie der Ugariter und Phönizier," WdM içinde, 1, s 219-312; O Eissíeldt, "Kanaanàisch-ugaritische Religion," Handbudl àtr Orienta¬ listik içinde, VIII, 1, Leiden, 1964, s. 76-91; A. Jirku, Der Myíhus der Kanaanáer, Bonn, 1966; ] . C de Moor, "The Semitic Pantheon of Ugarit" (Ugaril-Forsciiungen içinde, 11, 1970, s. 167¬ 228); H. Gese (H. Gese, Maria Hofner, K. Rudolph, Die Religion Altsynens, Altrabiens und der Mandaer içinde, Stuttgart, 1970), s. 1-23,2; F. M. Cross, Canaantte Mytk and Hebrew Epic (Cambridge, Mass., 1973). 19â5'e kadar basılan Ugarit metinleri C H . Gordon taralından çevnmyazi olarak yayım­ landı: Ugaritic Text-book, Roma, 1965; krş. aynı yazar, Ugaritıc Literature. A Comprehensive



Translation 0/ (he Poems and Prose lexis, Roma, 1949; aynı yazar, "Canaanite Mythology," S N. Kramer (ed.). Mythologies of the Ancient World içinde, s. 183-215, Başvurulan diğer çeviri­ ler: H. L. Ginsberg, "Ugaritic Myths, Epics and Legends," ANFT, s, 129-155; G. R. Driver, Ca­ naanite Myths and Legends, Edinburgh, 1956; A. Jirku, Kanaandische Mythen und Epen aus Ras Schamra-Ugarit, Güttersloh, 1962; A. Caquot ve M. Sznycer, "Textes Ougaritiques" (R. Labat (ed ), Les Religions du Proche Orient. Textes et traductions sacrésfeobyion/ens,oiigaritiques, hitti­ tes içinde, Paris, 1970, s. 350-458). Ugarit dini ve mitolojisi üzerine hatın sayılır bir edebiyat mevcuttur. Bu konudaki temel kaynakça şu eserlerde kaydedilmiştir: M. H, Pope ve W, Rolling, a.g.e. ; I L H. Rowley, Worship in Ancient Israel its Forms and Meaning, Londra, 1967, s. 11 vd; Georg Fob re r, ííisío ry oj Isra­ elite Religion (1968, lng. çev., New York', 1972), s, 42-43; R, de Vaux, a.g.y., s. 136 vd. El ve panteondaki rolü hakkında, bkz,. O. Eissíeldt, El im uganl/schen Pantheon, Leipzig,



200



HITI İ L E R İ N VE KENANL1LAR1N DIN!



1951, M . Pope, El in lite Vgaritic Texts, Leiden, 1955; D i l Oldenburg, The Conjlicí Between t i and Ba'alin Canaanite Religion, Leiden, 1969, özellikle 5. 15-45, 101-120, 164-170. Simdi bkz. F. M. Cross, Canaanite Myth and Hebrew Epic, s. 20 vd (Oldenburg'un tezinin eleştirisi, dipnot 51), Aynca krş. C, F. A. Schaeffer, The Cuneiform Texts of Rus-Shamra-Ugant, Londra, 1939, S, 60 vd; aynı yazar, "Nouveaux témoignages du cuite de El et de Baal â Ras Shamra-UgariL et ailleurs en Syne-Palestine" (Syria, 43, 1966, s. 1-19): Kazılarda bulunan El simgesi boga hey­ kelcikleri Tannsal isim olarak 1Í (e!) hakkında, bkz. J. J. M, Roberts, The Earliest Semitic Pant­ heon (Baltimore ve Londra, 1972), s. 31 vd, "Demek ki, Eski Akkadça U isminin bu tanrı hakkında oluşturduğu imge, insanlann muîluluguyla ilgilenen ve özellikle de çocuk doğur­ ma konularında etkin, yüce ama cana yakın bir tanrı ponresidir. Bu niteleme, Samı Dünyasinın geri kalanındaki El hakkında bildiklerimizle büyük ölçüde uyuşmaktadır" (a.g.y, S. 34). Dagan hakkında, bkz. Ed Dhorme, "Les avatars du dteu Dagon," RHR, c. 138, 1950, s. 129-144; Net Oldenburg, The Conflict...., s. 47-57.



§ 49. Baal hakkında, bkz. Arvıd S. Kapelnıd, Baal m ¡he Ras Shamra Texts, Kopenhag, 1952; Hassan S. Haddad, Baal-Hadad. A Study of the Syrian Storm-God (yayımlanmamış tez, Chicago Üniversitesi, 1%0); U. Cassuto, "Baal and Mot i n the Ugaraic Texts," Israel Exploration jour­ nal, 12,1962, s. 77-86; W. Schmidt, "Baals Tod und Auferstehung," ZRGG, 15, 1963, s. 1¬ 13; Ulf Oldenburg, The Conflict



s. 57-100, 122-142, 176-177; M. Pope ve W. Rölling,



Wo*M içinde, I , s. 253-269 (belli başlı metin çevirileri ve yorumları, kaynakçayla birlikte, s. 268-269), J. C. de Moor, The Seösonal Pattern in the Ugaritic Myth of Ba'lu (= Alter Orient und Altes Testament, 16), Neukirchen-Vluyn, 1971 ve özellikle F. M. Cross, Canûanife Myth and Hebrew Epic, s. 1'2 vd (Baal ve Anal), 147 vd (Baal ve Yahve'nin tanrısal tezahürleri), Baal'in Aşerat'] kaçırmasının ardından ilk tann çiftinin ayrıldığı şu sahneden anlaşılmak­ tadır: Baal, bir saray istemek üzere Aserat'ı El'in yanına gonderince, El "sevinçten sıçrar" ve sotar: Tannlan doğuran niye geldi?.,.. Yoksa El'e duyduğunuz aşk tnı sizi tasalandırıyor?" Ama Aşerat onu küçük görerek yanıt verir: "Bizim Kralımı;, Yargıcımız 'APiyân Ba'al'dır ve onun üstünde hiç kimse yoktur" (Ugaritic Manual, § 5 1 ; çev. Oldenburg, s. 118). Ancak da­ ha sonra. Baal Aşerat'ın 77 oğlunu yok edince (Ug. Man., § 75. Oldenburg, s. 119), tannça El'e yakınlaşır ve onu intikam almaya kışkırtır. Yam, yılan biçimindeki ejderha (ianırin) Lotan'a, Eski Ahit'in Leviathan'ma benzer. Krş Me^mur 74:14 "Leviathan'm başlarını ezdin." Yuhanna'mn Vahiyi'nde (12 3 vd) "yedi başlı, on boynuzlu, kızıl renkli bıiyuk bur ejderha'dan söz edilir. Yam hakkında bkz. Gray, a.g.y., s. 26 vd, 86 vd; Oldenburg, s 32-34, 134-137 ve T Gaster'm karşılaştırmalı incelemesi, Thespis.s. 114 vd. Koşar-ve-Hasis hakkında, bkz. Gaster'ın yorumlan, a.g.y., s. 161 vd. § 50. Tanrıça Anat hakkında, Baal'i işleyen eserler dışında, bkz. Arvid S. Kapelrud, The Vı-



201



D İ N S E L İNANÇLAR VE DUŞÜNCELF.R T A R İ H İ • I



oient Goddess Anat in the Ras Shamra Texts, Oslo, 1969; M. Pope, WdM, I , s. 235-24-1; WolfgangHelck, Betrachtutıgen zur grossen Gölün un den iltr verbundeneıı Gotüîeiteıı (Münih ve Vi­ yana, 1971), s. 151 vd, 200 vd, Anat ve Durga arasındaki benzerlikler konusunda, krş. Walter Dostal, "Ein Beitrag zur Frage des religiosen Weltbildes des frühesten Bodenbauer Vorderasiens" (Aıehıv Jiır Völherkunde, XII, 1957, s. 54-109), s. 74 vd. Anar/in "yamyamlığı" (Baal'in cesedini yer) hakkında, bkz. Charles Virolleaud, "Un no­ uvel épisode du mythe ugaritique de Baal" (Comptes-rendus de l'Académie des Inscriptions e t Belles-Lettres, 1960, s. 1B0-Î86) ve Michael C. Astour'un gözlemleri, "Un texte d'Ugarit ré­ cemment découvert et ses rapports avec l'origine des cultes bacchiques grecs," RHR, c, 154, 1963, s. 1-15; aynı yazar, Heflenosemitica (Leiden, 1964; düzeltmeler ve ek notlarla yeni baskı, 1967), s. 170 vd; W. F. Albright, Yohveh and the Gods of Canaan (New York, 1968), s. 131 vd. Anat-Aştarte ilişkileri hakkında, krş. J.J. M. Roberts, Tîıe Earliest Semiiic Panthéon, s 37 vd; Wolfgang Helck, Betrachiungen, s, 155 vd. Tannça Aştane, Anat'ın gölgesi gibidir ve nere­ deyse hiçbir rol oynamaz. "Yeni bir mitolojik metin ona önemini iade etmiş ve savaşçı karak­ teriyle, adaletin ve hakkın koruyucusu rolünü vurgulamıştır" (R. de Vaux, a.g.y., s. 145; Charles Virolleaud'nun yayımladığı bir metni. Le Palais Royai d'Ugarit, c, V ve W. Hernıann'm yorumunu, "Astarı," Mıtt. jiir Orient/orschurcg, 15, 1969, s. 6-55, kaynak olarak kullanmakta­ dır.) Saray-tapmagın kozmolojik simgeselligi hakkında, bkz. M. Eliade, Le Mythe de l'éternel retour (yeni baskı, 1969), s. 17 vd; aynı yazar, "Centre du Monde, Temple, Maison" (Le symbolisme cosmique des monuments religieux: içinde. Série Orientale Roma, XIV, Roma, 1957, s. 57-82); Ananda Coomaraswamy, "The Symbolism of the Dome," ludion Historien! Quar¬ terly, 14, 1938, s, 1-56, Loren R, Fisher, "Création at Ugarit and in the Old Testament," Ve­ lus Tesiameiiium, XV, 1965, s, 313-324; ayrıca krs. U, Cassuto, "Il palazzo di Ba'al nella tavolalIAB di Ras Shamra," Orientalia, özel sayı 7, 1938, s. 265-290; A S. Kapelrud, "Temple Building, a Task for Gods and Kings," Onentalia, 32 (1963), s, 56-62. § 51. Mot hakkında, bkz. son olarak çıkan Oldenburg, a.g.y., s, 35-39; M. Pope, W.d.M içinde, L s, 300-302; Cross, a.g.y., s. 116 vd. Aynca krş. U. Cassuto, "Baal and Mot in the Ugaritic Texis," isrœ! Exploration Journal, 12, 1962, s. 77-86. Athtar hakkında, krs. J. Gray, "The Désert God Attr i n the Literatüre and Religion of Ca­ naan," JNES, 8, 1949, s. 72-83; A Caquot, "Le dieu Athtar et les textes de Ras Shamra," Syria, 35,1958, s, 45-60; Oldenburg, a.g.y., s, 39-45. § 52. Ugarit'teki Baal tapımı hakkında, bkz. Kapelrud, Baal in the Ras Shamra Texts, s, 18 vd; aynı yazar, The Ras Shamra Discoveries and the Old Testament (Norman, 1963); aynca krş. J. Gray, "5acral Kingship in Ugarit," Ugaritica VI içinde (Paris, 1969), s. 289-302. Bereket tapımlanna özgü arkaik unsurlara çok sık rastlanmaktadır: taş falluslar, çıplak tanrıça imge202



H1TITLEHIN VE KF_NANUL\K1N DİNİ



leri, boga biçimli Baal; bazı rahipler hayvan maskları ve boynuzlar takıyorlardı (krş. Schaeffer, a.g.y„ s. 64, Levha X, Şek. 2). Çıkarılan günahlann kefareti olarak erkekler ve kadınlar (ve kral ve kraliçe) tarafından yapılan kamusal kurban törem hakkında, bkz. A. Caquot, "Un sacrifice expiatoire à Ras Shamra," RHPR, 42, 1962, s. 201-211. R. de Vaujc'nun da belirttiği gibi, a.g.y., s. 146, Kenan ve israil kurbanlarının "ortak bir ritüeli vardı; örneğin Karmel DağYnda Baal peygamberleri ve llyas yakmalık kurbanı aynı bi­ çimde hazırlarlar, 1. Krallar, 18." Kenan tapımı hakkında, bkz. son olarak çıkan, Fohrer, History of Israelite Religion, s. 57 vd, yakın tarihli kaynakça bilgilerini içermektedir. Yahve ile Baal arasındaki çatışma hakkında, bkz. daha aşağıda kaydedilmiş kaynakça, § 60. Keret ve Agat-Danel manzum destanları ve onlann Yunanca koşutlan hakkında, krş. Cyrus A Gordon, The Common Background of Greek and Hebrew Civilisations (New York, 1965), s, 128 vd (Yazar Keret destanını "Troyalı Helena motifinin bilinen en eski örneği" olarak kabul etmekledir; Hint-Avrupa kökenli bu motif Hindistan ve Yunanistan'da bulgulanmıştır, ama Mezopotamya ve Mısır'da bilinmemektedir; s, 132 vd). Bu sorun hakkında, aynca bkz. Michael C, Astour, Hellenosemitica (2. baskı, 1967), bu yazar Suriye-Filistin dün­ yasıyla Yunan dünyası arasındaki karşılıklı alışverişleri ve benzerlikleri, coğrafi koşullar ve onlann kendilerine özgü siyasi mızaçlanyla açıklamaktadır. "Her iki alan da kızılmış, coğrafi açıdan parçalanmış, merkezi bir ekseni olmayan topraklardı. Bu da benzer devlet oluşumlanna ve iç düzenlere yol açtı ... Yunan ve Batı Sami dünyaları, dışandan gelen bir imparator­ luk tarafından fethedilmedikleri surece birleşme ve merkezileşme yetisinden yoksun, küçük devletletden oluşan ortak bir çember oluşturdular" (s. 358-359).



VII.



BÖLÜM



"İSRAİL ÇOCUKKEN..."



53. T e k v i n ' i n İ l k i k i B ö l ü m ü — İsrail d i n i tam anlamıyla kitaplı b i r dindir. Bu yazılı külliyat, k u ş k u s u z o l d u k ç a eski sözel gelenekleri temsil eden çeşitli yaşlar­ da ve y ö n e l i m l e r d e - m e t i n l e r d e n oluşmakla birlikte; söz konusu gelenekler, yüz­ yıllar boyunca ve farklı ortamlarda yeniden y o r u m l a n m ı ş , düzeltilmiş ve kâğıda dökülmüştür.



1



Modern yazarlar israil d i n i n i n tarihini ibrahim peygamberle başla­



tırlar. G e r ç e k t e n de geleneğe g ö r e , IsrailoguHarının atası olmak ve Kenan ülkesi­ n i sahiplenmek üzere T a n n tarafından seçilen kişi odur. Ama Tekvin'in i l k onbir b ö l ü m ü , yaratılıştan tufana ve Babil Kulesi'ne kadar, İ b r a h i m ' i n s e ç i l m e s i n d e n ö n ­ ceki mucizevi olaylan anlatırlar. Bu b ö l ü m l e r i n y a z ı m ı n ı n , Pentatok'deki d i ğ e r b i r ç o k m e t n i n y a z ı m ı n d a n daha y a k ı n tarihli o l d u ğ u bilinmektedir. Diğer yandan en önemliler a r a s ı n d a saydabilecek bazı yazarlar, kozmogoni ve k ö k e n m i t l e r i n i n (insanın yaratılışı, ö l ü m ü n k ö k e n i vb) İsrail'in dinsel bilincinde i k i n c i l b i r r o l o y n a d ı ğ ı n ı iteri s ü r m ü ş l e r d i r . Özetle söyledikleri, Ibranilerin i l k başlangıcın m i ­ tolojik ve masalsı olaylarını anlatan k ö k e n l e r i n tarihinden çok, "kutsal tarih"le, yani Tanrı'yla ilişkileriyle ilgilendikleridir. Bu, belli bir d ö n e m d e n itibaren ve özellikle de belli bir dinsel seçkinler grubu için d o ğ r u olabilir. Ama buradan hareketle, b ü t ü n arkaik t o p l u m l a r ı heyecanlan­ d ı r a n kozmogoni, i n s a n ı n yaratılışı, ö l ü m ü n k ö k e n i ve bazı diğer y ü c e olaylar gi­ b i sorunlara İsraillilerin atalarının ilgisiz kaldıkları sonucuna varmak için bir ne­ den y o k t u r . G ü n ü m ü z d e , "reformlar"dan 2500 yıl sonra bile, Tekvin'in i l k bö­ lümleri İ b r a h i m peygamberin mirasçılarının hayal g ü c u n u ve dinsel düşüncesini



Pentatök'un, yani Kitabı Mukaddes'in ilk beş kitabının (Tora) kaynaklan ve yazımı, gün­ deme hatın sayılır sorunlar getirmiştir. Bizim konumuz açısından, kaynakların şu terimler­ le beiinildiğıni hatırlatmak yeterli olacaktır Yahveci kaynak, çünkü bu en eski kaynak (MÖ X. veya IX. yüzyıl) Tann'ya Yahve adım verir; Ebhimri kaynak (biraz daha yakın tarihlidir, "Tann"yı Elohim olarak adlandınr); Ruhban kaynağı (en yakın tarihlisidır; rahip­ lerin eseri olan bu kaynak, tapım ve Yasa üzerinde durur) ve Testıiyeti kaynak (bu kay­ nak yalnızca Teşriiye kitabında bulunur). Bununla birlikte çağdaş Eski Ahit eleştirilen açısından, meün çözümlemesinin daha karmaşık ve aynntılı olduğunu ekleyelim. Aksını belınmedikçe, alıntıları Kudüs Kitabı Mukaddesi'nden yapıyoruz. 204



-ISRAIL Ç O C U K K E N .



beslemeyi s ü r d ü r m e k t e d i r . Bu nedenle biz m o d e m çag öncesi geleneği izleyerek, a n l a t ı m ı m ı z a T e k v m ' i n i l k b ö l ü m l e r i y l e başlıyoruz. Bunların daha geç tarihlerde yazılmış olmaları b i r sorun ç ı k a r m a z ; çünkü i ç e n k arkaiktir ve aslında İ b r a h i m d e s t a n ı n d a n daha eski anlayışları yansıtmaktadır. Tekvin ş u m e ş h u r b ö l ü m l e açılır; "Başlangıçta Tanrı (Elohim) göğü ve yeri yarattı. Yer b o ş t u , y e r y ü z ü şekilleri y o k t u ; engin, karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların ü z e r i n d e dalgalanıyordu" (1:1-2). Üzerinde yaratıcı bir tanrı­ n ı n s ü z ü l d ü g ü i l k okyanus, ç o k arkaik bir imgedir. Bununla birlikte ve herhalde 1



Tevrat m e t n i n i n yazan Enuma Elis'te anlatılan mitten habersiz olmasa da, dipsiz suların üzerinde uçan tanrı izlegıne Mezopotamya kozmogonisinde



rastlanmaz



(aslında i l k okyanus î b r a n i c e d e teiiöm sözcüğüyle ifade edilir ve bu s ö z c ü k etimo­ l o j i k açıdan Babil dilindeki tiâmai'la aynı k ö k t e n gelmekledir). Gerçek anlamda yaratılış, yani "kaos"a (tölıö vâ böhû) düzen verilmesi T a n n k e l a m ı n ı n gücüyle gerçekleşririlir. T a n r ı , "ışık olsun" dedi ve ışık oldu (1:3). Ve yaratılışın b i r b i r i ­ n i izleyen aşamaları hep T a n n ' n ı n sözleriyle gerçekleştirilir. "Su kaosu" kişileştirilmez ( k r ş . Tiamat) ve b u n u n sonucunda kozmogoniyle i l g i l i bir kavgada "yenil­ mesi" gerekmez. Bu Tevrat anlatısı özgül bir yapı gösterir: l ) Söz'le 2) " i y i " bir d ü n y a n ı n ve 3



3) " i y i " ve T a n n ' n ı n kutsadıgı bir hayatın (hayvanlar ve bitkiler)



yaratılması



(1:10, 2 1 , 31 v b ) ; 4) kozmogoni işi son olarak i n s a n ı n yaratılışıyla taçlanır. A l ­ tıncı ve son g ü n d e T a n n der k i : "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer ya­ ratalım. Denizdeki balıklara, g ö k t e k i kuşlara, evcil hayvanlara,



sürüngenlere,



y e r y ü z ü n ü n t ü m ü n e egemen olsun," vb (1:26). Hiçbir olağanüstü başarı (MardukTiamat t ü r ü n d e b i r dövüş),* kozmogonide veya antropogonide hiçbir " k ö t ü m s e r " unsur (dünyanın şeytani bir i l k varlıktan - T i a m a t - hareketle o l u ş m a s ı ,



insanın



başibhs K ı n g u ' n u n k a n ı n d a n şekillendirilmesi) g ö r ü l m e z . D ü n y a "iyi"dir ve insan



Birçok sözlü gelenekle yaratıcı, bir kus biçiminde hayal edilmiştir. Ama İlk simgenin "katılaşma'sı soz konusudur; Tanrısal ruh su kütlesini asmıştır, hareket etmekle özgür­ dür; dolayısıyla bir kuş gibi "uçar." "Kuş"un arkaik ruh imgelerinden bili olduğunu hatır­ latalım 3



Tanrıların yaratıcı sözüne başka geleneklerde de, yalnızca Mısır teolojisinde değil Polinezyalılarda da rastlandığını ekleyelim. Kış Eliade, Aspecis du myilıe, s, 44 vd,



4



Ama ejderha (înnııiıı) veya Rahab ya da Leviathan denen yılan biçiminde bir canavara kar­ şı kazanılan zaiere değinen ve hem Mezopotamya, hem de Kenan geleneklerini hatırlatan başka metinler de vardır (krs örneğin Mezraurlar 74:13 vd; Eyüb 2ö;12 vd). 205



D İ N S E L İNANÇLAR V E DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - I



imago dd'dir {Tanrı'nın suretidir}; yaratıcısı ve m ü k e m m e l örneği gibi • da cen­ nette oturur. Bununla birlikte, Tekvin'in fazla gecikmeden altını çizeceği gibi, ha­ yat T a n r ı tarafından k u t s a n m ı ş olmasına k a r ş ı n zahmetlidir ve insanlar artık cen­ nette y a ş a m a m a k t a d ı r . Ama b ü t ü n bunlar atalarımızın b i r dizi hata ve g ü n a h ı n ı n sonucudur, t n s a n ı n varoluş koşullarını onlar değiştirmiştir. Başyapıtının geçirdi­ ği h u bozulmada T a n r ı ' n ı n hiçbir s o r u m l u l u ğ u y o k t u r . U p a n i ş a d l a r sonrası Hint d ü ş ü n c e s i n d e de g ö r ü l d ü ğ ü gibi, insan, daha d o ğ r u bir ifadeyle insan t ü r ü kendi davranışlarının



sonucudur.



Yahveci bir b a ş k a anlatı (2:5 v d ) daha eskidir ve y u k a r ı d a özetlediğimiz r u h ­ ban metninden açık bir b i ç i m d e farklıdır. Artık g ö ğ ü n ve yerin yaratılması değil, T a n r ı ' n ı n (Yahve) yerden kabaran b i r suyla verimli kıldığı b i r çöl söz konusudur. Yahve insanı (.âdâm) balçıktan şekillendirmiş ve "burnuna y a ş a m s o l u ğ u n u " üfle­ yerek can vermiştir. Sonra Yahve "Aden'de b i r bahçe d i k m i ş , " " i y i meyve veren, güzel agaçlar"ın her t ü r ü n ü yetiştirmiş (2:8 vd) ve b u bahçeye "baksın ve işlesin diye" i n s a n ı oraya yerleştirmiştir (2:15). Daha sonra Yahve hayvanları ve k u ş l a r ı yine topraktan y o ğ u r d u , o n l a n  d e m ' i n yanma getirdi ve  d e m onlara isim ver­ di.



5



Sonunda Yahve Âdem'i uyuttu ve onun b i r kaburga k e m i ğ i n d e n



Havva



p b r a n i c e riavvdh etimolojik a ç ı d a n "hayat" a n l a m ı n a gelen kelimeyle aynı kökten t ü r e m i ş t i r ) adını alan k a d ı m b i ç i m l e n d i r d i . > Yorumcular, daha basit olan Yahveci anlatının "biçimler" d ü n y a s ı n ı n karşısına "su kaosu"nu değil, çölü ve hayatla bitkilerin b ü y ü m e s i n i n karşısına da k u r a k l ı ğ ı k o y d u ğ u n a dikkat çekerler. O halde b u k ö k e n m i t i n i n b i r çöl bölgesinde d o ğ m u ş olması akla y a t k ı n g ö r ü n m e k t e d i r . İlk i n s a n ı n balçıktan yaratılmasına gelince, da­ ha Önce de g ö r d ü ğ ü m ü z gibi (§ 17), b u S ü m e r ' d e bilinen b i r izlektir. Benzer mit­ ler, eski Mısır ve Yunanistan'dan "ilkel" halklara kadar d ü n y a n ı n aşağı y u k a r ı her yerinde b u l g u l a n m ı ş t ı r . Temel d ü ş ü n c e aynı g ö r ü n m e k t e d i r ; İnsan b i r hammad­ deden (toprak, tahta, kemik) b i ç i m l e n d i r i l i r ve yaratıcının s o l u ğ u ona can v e r i r . Birçok ö r n e k t e yaratıcısıyla aynı b i ç i m d e d i r . Başka bir deyişle, bir S ü m e r mitiyle ilgili olarak belirttiğimiz gibi, insan "biçimi" ve "canı"yla bir anlamda yaratıcısı­ n ı n varoluş halini paylaşır. "Madde"ye ait olan yalnızca bedenidir,



6



5



Burada arkaik ontoloji anlayışına özgü bir nitelik söz konusudur: Hayvanlar ve bitkiler ancak kendilerine biıer isim verildiği andan itibaren gerçekten varolmaya başlamaktadır (krş. Elıade, Mythes, rives el mystères, s. 255'te bir Avustralya kabilesi örneği).



6



Birçok gelenekte, ölünce "nüY'un göksel yaraucısmın yanına döndüğünü ve bedenin yere (toprağa) geri verildiğini ekleyelim, Ama insan yapısıyla ilişkili bu "düalizmin," Tevrat 206



• I S R A I L ÇOCUKKEN.



}Kadının  d e m ' d e n alman b i r kaburga k e m i ğ i n d e n yaratılması, i l k insanın erdişiiigini



belirten b i r özellik olarak yorumlanabilir,/ Bazı midros'lann



tardıkları dahil, başka geleneklerde de benzer anlayışlar b u l g u İ a n m ı ş t ı r .



ak­



Erdişi



insan m i t i o l d u k ç a yaygın b i r inancı y a n s ı t m a k t a d ı r : M i t o l o j i k atada tammlanan insan m ü k e m m e l i y e t i , aynı zamanda bir bütünlük



olan birliği k a p s a m a k t a d ı r . Bazı



Gnostik ve H e r m e s ç i s p e k ü l a s y o n l a r ı tartışırken, çift cinsiyeti iliğin ö n e m i hak­ k ı n d a b i r karara varabileceğiz, ^ r d i ş i i n s a n ı n i l k Örneğinin, b i r ç o k k ü l t ü r ü n pay­ laştığı bir kavram olan tanrısal çift cinsiyetlilik o l d u ğ u n u b e l i r t e l i m . ' / - ^



^ U '



U



5 4 . K a y ı p Cennet, K a b i l ve K a b i l — D ö r t kola ayrılan ve yerin d ö r t b ö l g e s i n e hayan taşıyan nehriyle, Â d e m ' i n b a k m a s ı ve ekip b ü y ü t m e s i gereken ağaçlarıyla cennet bahçesi, Mezopotamya imgelemini ç a ğ r ı ş t ı r m a k t a d ı r . Tevrat anlatısı bu ö r n e k t e de belli b i r Eabil g e l e n e ğ i n d e n y a r a r l a n m ı ş olabilir. Ama i l k i n s a n ı n ya­ şadığı ilk cennet m i t i ve i n s a n l a r ı n zor erişebildiği "cennet gibi" bir yer m i t i Fı­ rat ve Akdeniz'in dışında da b i l i n i y o r d u . Bütün "cennet"ler gibi, Aden



8



de dün­



y a n ı n merkezinde, d ö r t k o l l u nehrin çıktığı yerde bulunur. Bahçenin ortasında hayat ağacı ve iyiyle k ö t ü y ü bilme ağacı y ü k s e l i y o r d u (2:9). Yahve insana şu buy­ r u ğ u verdi: "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin. Ama iyiyle k ö t ü y ü bilme a ğ a c ı n d a n yeme; ç ü n k ü ondan y e d i ğ i n g ü n kesinlikle ö l ü r s ü n . " (2; 16-17). Bu yasaklamada başka hiçbir yerde bilinmeyen b i r d ü ş ü n c e ortaya çıkıyor: Bilginin varaiiissoi değeri. Başka b i r ifadeyle, bilme insan v a r o l u ş u n u n yapısını k ö k t e n de­ ğiştirebilir. Bununla b i r l i k t e yılan H a v v a ' n ı n aklını çelmeyi b a ş a n r . Ona "Kesinlikle



öl-



yazarlan ve Yakındoğu'da onlann çağdaşı olan insanların çoğu tarafından reddedilmiştir. Yeni antropolojik kavrayışlar ancak oldukça geç tarihlerde daha cüretkâr bir çözüm önerecektir. Tannlann çift cinsiyetliliğı zıt çiftlenn birliğiyle ifade edilen çok sayıdaki "bütünlük/birlik" formülünden biridir: dişi-erkek, görünür-görünmez, gök-yer, ışık-karanlık, aynı zaman­ da iyilik-kötûlûk, yaratma-yok etme vb. Zırlatılan oluşan bu çiftler üzerine düşünce yürütülmesi çeşitli dinleri, hem lannsallıgın çelişkili varoluş durumu, hem de insanlık durumuna yeniden değer yüklenmesiyle ilgili cüretkar sonuçlara götürmüştür. Sözcük tbraniler tarafından "zevk" anlamına gelen 'edenle ilişkilendirilraiştir. Iran kökenli pairi-daeza (cennet) terimi daha geç dönemde ortaya çıkmıştır. Özellikle Yakındoğu ve Ege dünyasının yakından bildiği koşut imgelerde bir Hayat Ağacının ve can veren bir kay­ nağın yamnda duran bir Ulu Tannça veya canavarlar ve griffonlar tarafından korunan bir Hayat Ağacı görülür; krş. Eliade, Dinler Tarihine: Giriş, S 104-108. 207



J



DİNSEL İNANÇLAR vi= DÜŞÜNCELER TAKIMI - 1



mezsiniz!" der, " ç ü n k ü Tanrı biliyor k i , o agacm meyvesini yediğinizde gözleri­ niz açılacak, iyiyle k ö t ü y ü bilerek tanrılar (Türkçe çeviride "Tann"l gibi olacak­ sınız." (3:4-5). O l d u k ç a gizemli olan b u b ö l ü m sayısız yoruma kapı a r a l a m ı ş t ı r . Fonda g ö r ü n e n l e r i y i bilinen mitolojik bir simgeyi h a t ı r l a t m a k t a d ı r : çıplak tanrı­ ça, mucizevi ağaç ve onun bekçisi yılan. Ama zaferi k a z a n ı p hayat simgesini (mu­ cizevi meyve, gençlik çeşmesi, hazine vb) ele geçiren b i r kahraman yerine, Tevrat anlatısı  d e m ' i yılanın kalleşliğinin saf k u r b a n ı olarak sunar. Kısacası, Gılgamış'ınki gibi başarısız b i r " ö l ü m s ü z l e s i n e " girişimiyle k a r ş ı karşıyayız (§ 23); ç ü n k ü bir kez her şeyi bilip, "tanrılara" eşit olunca  d e m (Yahve'mn s ö z etmedi­ ği) Hayat Ağacım keşfedebilir ve ö l ü m s ü z olabilirdi. Metin açık ve kesin bir dille k o n u ş u r "Tanrı Yahve dedi k i : 'Âdem iyiyle k ö t ü y ü bilmekle bizlerden b i r i g i b i 1



oldu! Artık hayat ağacına uzanıp meyve a l m a s ı n a , y i y i p ö l ü m s ü z olmasına izin verilmemeli]'"



(3:22). Ve T a n r ı çifti cennetten kovup, yaşamak için çalışmaya



m a h k û m etti. Biraz önce d e ğ i n d i ğ i m i z senaryoya - ç ı p l a k tanrıça ve b i r ejderha



tarafından



korunan mucizevi a ğ a ç - d ö n e c e k olursak, T e k v i n i n yılanı son tahlilde bir hayat veya gençlik simgesinin "bekçiliği" r o l ü n ü başarıyla yerine getirmiştir. Ama bu arkaik m i t Tevrat anlatılarının yazan tarafından k ö k t e n değiştirilmiştir. I Â d e m ' i n ^ "erginleme s ı n a v ı n d a k i başarısızlığı" yeniden yorumlanarak, fazlasıyla hak edil­ m i ş bir ceza olarak sunulur: İtaatsizliği onun Lucifer'inkine benzer k i b r i n i , Tanrı'ya benzeme isteğini ortaya ç ı k a r ı y o r d u ^ Bu, yaratılanın yaratıcısına karşı işle­ yebileceği en b ü y ü k g ü n a h t ı . Bu " i l k g ü n a h " t ı j bu kavram i b r a n i ve H ı r i s t i y a n teolojilerinde ç o k b ü y ü k sonuçlara y o l açacaktı. Böyle bir " d ü ş ü ş " g ö r ü ş ü , ancak T a n r ı ' n m "her şeye kadirliği" ve kıskançlığı etrafında odaklanan b i r dinde kendi­ ni kabul ettirebilirdi. Bize aktarıldığı biçimiyle Tevrat anlatısı, Yahveci tektanrıcılığm giderek b ü y ü y e n otoritesini g ö s t e r m e k t e d i r . ' T e k v i n ' i n 4.-7. b ö l ü m l e r i n i yazanlara göre, b u i l k g ü n a h cennetin y i t i r i l m e s i ­ ne ve i n s a n ı n varoluş d u r u m u n u n d ö n ü ş m e s i n e yol açmakla k a l m a d ı , aynı zaman­ da insanlığın başına bela olan b ü t ü n felaketlerin de bir anlamda k a y n a ğ ı m oluş­ turdu. Havva "toprağı eken" Kabil'i ve "koyun çobanı" Habil'i d o ğ u r d u , i k i kar­ d e ş ş ü k r a n l a r ı n ı g ö s t e r m e k için adaklarını - K a b i l toprak ü r ü n l e r i , Habil de sürü­ s ü n ü n ilk d o ğ a n y a v r u l a r ı n ı - s u n d u k l a r ı n d a



9



Yahve Kabil'in değil, Habil'in adağı-



"Düşüş" mirinin her zaman Tevrat'taki yorumuyla anlaşılmadığını da ekleyelim. Özellikle Helenistik çağdan itibaren ve Aydınlanma'ya kadar sayısız tefsirle daha gözü pek ve bir­ çok kez daha ozgun bir Âdem mitolojisi geliştirme yönünde denemeler yapıldı. 208



'İSKAIL Ç O C U K K E N .



m b e ğ e n d i . Çok kızan Kabil "kardeşine saldırıp onu ö l d ü r d ü " (4:8) O zaman T a n r ı , "Artık d ö k t ü ğ ü n k a r d e ş k a n ı n ı içmek için ağzını açan t o p r a ğ ı n ianeti altın­ d a s ı n " dedi; "İşlediğin toprak bundan böyle sana ü r ü n vermeyecek.



Yeryüzünde



aylak aylak dolaşacaksın" (4:11-12). Bu b ö l ü m ü çiftçilerle ç o b a n l a r arasındaki ç a t ı ş m a n ı n anlatımı ve çobanların ö r t u l u bir b i ç i m d e övülmesi olarak da okumak m ü m k ü n d ü r . Bununla birlikte Ha¬ b i l s ö z c ü ğ ü "çoban"ı ifade ederken, Kabil " d e m ı r c t " a n l a m ı n a gelir. O n l a r ı n çatış­ n



m a s ı bazı hayvancılık t o p l u m l a r ı n d a k â h hor g ö r ü l ü p , k â h saygı gösterilen ama her zaman k o r k u l a n b i r i olan demircinin b u çelişik değerler y ü k l ü durumunu yan­ sı t ı r . "fDaha ö n c e de g ö r d ü ğ ü m ü z gibi (§ 15), demirci "ateşin efendisi" olarak ka­ 1



b u l edilir ve ü r k ü t ü c ü büyü güçlerini elinde bulundurur. Her ne olursa olsun, Tevrat anlatısı içinde k o r u n m u ş söylence, çoban-göçebelerin "sade ve an" varolu­ ş u n u n yüceltilmesini ve çiftçilerle kent sakinlerinin yerleşik hayatına karşı dire­ nişi yansıtır. K a b i l b i r kent kurucusu olur (4:17) ve Kabil'in soyundan gelenler­ den b i r i , "tunç ve demirden çeşidi kesici aletler yapan" b ü t ü n demircilenn atası olan Tuval-Kabil'dir (4:22). Demek k i İlk cinayet bir anlamda teknoloji ve kent uygarlığım kişiliğinde simgeleştiıen adam tarafından işlenmiştir. Ö r t ü l ü biçimde ifade edilen, b ü t ü n tekniklerin " b ü y ü " k u ş k u s u taşıdığıdır.^



55. Tufan'dan Ö n c e ve Sonra— Kabil'in ve  d e m ' i n ü ç ü n c ü oğlu Şit'in soyları­ n ı ö z e t l e m e n i n konumuz açısından bir yaran yok. Mezopotamya, Mısır ve H i n ­ distan'da bulgulanan, i l k atalann inanılmayacak kadar uzun yaşayabilmesi gelene­ ği uyarınca,  d e m Şit'in babası o l d u ğ u n d a 130 yaşındaydı ve 800 yıl sonra oldu (5:3 v d ) . Şit'in ve Kabil'in soyundan gelenlenn hepsi 800-900 yıl yaşadılar. İlginç b i r olay tufan öncesi b u çağda ö n e çıkar; " T a n r ı ' m n o ğ u l l a n " olan bazı ilahi var­ lıklar i n s a n l a r ı n kızlarıyla birleşir ve "eski çağ k a h r a m a n l a r ı " olan ç o c u k l a r do­ ğar (6:1-4). B ü y ü k olasılıkla "cennetten k o v u l m u ş melekler" s ö z konusudur. Daha geç tarihli bir kitapta (Hanok 6-11) o n l a r ı n ö y k ü s ü ayrıntılarıyla



anlatılacaktır,



ama h u d u r u m , soz konusu m i t i n daha önceden b i l i n m e d i ğ i n i g ö s t e r m e z .



Nite­



k i m eski Yunanistan ve Hindistan'da da benzer inançlara r a s t l a n m a k t a d ı r : Bilinen z a m a n l a r ı n b a ş l a m a s ı n d a n önce ("tarihin şafağında"), yani her k ü l t ü r ü n kendine özgü k u r u m l a r ı yerleştirilmekteyken etkinlik gösteren "kahramanlar"m, yan-tanrısal kişiliklerin çağıdır b u . Tevrat anlatısına dönecek olursak, Tanrı insanların Krş. Eliade, Forgerons et Alciıim/stes, s. 89 vd. 209



D İ N S E L İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARtrli -1



yaşını 120 yılla sınırlamaya cennetten kovulan meleklerin ö l ü m l ü l e r i n kızlarıyla b u b i r l e ş m e l e r i n d e n sonra karar vermiştir. Bu m i t izleklermin (Kabil ve Habil, tufan öncesinin i l k peygamberleri, "Tanrı o ğ u l l a n ' n m y e r y ü z ü n e inişi, "kahra­ manla r " ı n d o ğ u ş u ) k ö k e n i n e olursa olsun, Tevrat yazıcılarının b u m i t l e r i , üste­ l i k Yahve'ye b i r suru insana benzetici özellik y ü k l e m e l e r i n e k a r ş ı n , nihai Tekvin metninden ç ı k a r m a m a l a r ı anlamlıdır. Bu çağın en ö n e m l i olayı tufandı



"Yahve baktı, y e r y ü z ü n d e i n s a n ı n yaptığı



k ö t ü l ü k çok, aklı fikri hep k ö t ü l ü k t e " (6:5). T a n n insanı yarattığına p i ş m a n oldu ve o n u n t ü r ü n ü y o k etmeye karar verdi. Yalnızca N u h , k a n s ı ve oğullarıyla (Sam, H a m ve Yafet) o n l a r ı n eşleri k u r t u l a c a k t ı ; ç ü n k ü " N u h d o ğ r u b i r i n s a n d ı . .. ve Tanrı yolunda y ü r ü d ü " (6:10). N u h Yahve'nin kesin talimatlarını izleyerek gemi­ sini inşa etti ve içini b ü t ü n hayvan t ü r l e r i n i n temsilcileriyle doldurdu. " N u h altı y ü z y a ş ı n d a y k e n , o yılın i k i n c i ayının onyedinci g ü n ü enginlerin b ü t ü n kaynakla­ rı fışkırdı, g ö k l e r i n k a p a k l a r ı açıldı. Yeryüzüne kırk g ü n kırk gece y a ğ m u r yağ­ dı" (7:11-12). Sular ç e k i l d i ğ i n d e , gemi Ararat D a ğ ı n a oturdu. N u h gemiden çıktı ve bir kurban sundu. "Yahve bu güzel kokudan h o ş n u t oldu" ve yatışıp, b i r daha asla "insanlar y ü z ü n d e n y e r y ü z ü n ü b i r daha lanetlemeyeceğim" diye ant içti (8:21), Nuh'la ve o n u n soyundan gelenlerle bir antlaşma yaptı ve bu ahdin belirti­ si T a n n ' n ı n g ö k k u ş a ğ ı [Türkçe çeviride "yay"] oldu (9:13). Tevrat anlatısı, Gılgamış destanında nakledilen tufanla bazı ortak noktalar gösterir. Tevrat m e t n i n i yazan kişi Mezopotamya versiyonunu biliyor olabilir ve­ ya daha y ü k s e k b i r olasılık, O r t a d o ğ u ' d a tarihi hatırlanamayacak kadar eski za­ manlardan beri k o r u n m u ş arkaik b i r kaynağı kullanmıştır. Daha önce de b e l i r t t i ­ ğimiz gibi (§ 18) tufan m i t l e r i ç o k y a y g ı n d ı r ve esas olarak aynı simgeselligi paylaşırlar: Yozlaşmış bir d ü n y a y ı ve insanlığı, onları yeniden yaratabilmek, yani başlangıçtaki b ü t ü n l ü k l e r i n i yeniden k a z a n d ı r m a k için k ö k t e n yok etme gereklili­ ği. Ama b u d ö n g ü s e l k o z m o l o j i k yaklaşım daha S ü m e r ve Akkad v e r s i y o n l a r ı n d a d e ğ i ş m e y e b a ş l a m ı ş t ı r . Tevrat anlatısının yazıcısı, tufan felaketinin yeniden yo­ r u m l a n m ı ş b u halini bir kez daha ele alır ve yorumu daha ileri b i r noktaya götü­ rür, Onu "kutsal tarih"in bir b ö l ü m ü konumuna yükseltir. Yahve insanın ahlakı­ n ı n b o z u l m a s ı n ı cezalandırır ve felaketin k u r b a n l a r ı n a ü z ü l m e z (oysa Babil versi­ yonunda tanrılar kurbanlara üzülür: k r ş . Gılgamış destanı, tablet XI:116-25, 136¬ 37). Yahve'nin ahlak temizliğine ve itaate verdiği ö n e m , Musa'ya vahyedilecek "Yasa"nm i l k habercisidir. Diğer b i r ç o k mucizevi unsur gibi, tufan da sonradan çeşitli açılardan sürekli olarak yeniden y o r u m l a n m ı ş ve değerlendirilmiştir.



210



İ S R A İ L ÇOCUKKEN.



N u h ' u n oğulları yeni bir insanlığın ataları oldular. O zamanlarda herkes aynı dili k o n u ş u y o r d u . Ama bir g ü n insanlar "göklere erişecek b i r kule" yapmaya ka­ rar verdiler (11:4). Bu son "şeytani" b a ş a n oldu. Yahve "kentle kuleyi g ö r m e k için aşağı i n d i " ve anladı k i bundan böyle " d ü ş ü n d ü k l e r i n i gerçekleştirecek, hiç­ bir engel t a n ı m a y a c a k l a r M ı (11:5-6). O zaman d i l i karıştırdı ve insanlar artık birbirlerinin ne d e d i ğ i n i anlayamadılar. Daha sonra Yahve onları " b ü t ü n yeryüzü­ ne" dağıttı "ve onlar da" o zamandan beri Babil diye bilinen "kentin y a p ı m ı n ı durdurdular" ( 1 1 7 - 8 ) . Bu ö r n e k t e de, Yahveciliğin bakış açısından yeniden y o r u m l a n m ı ş eski bir m i t izleğiyle karşı karşıyayız. Ö n c e , bazı ayrıcalıklı varlıkların (alalar, kahramanlar, efsanevi krallar, ş a m a n l a r ) bir ağaç, bir m ı z r a k , bir ip veya oklardan oluşan b i r zincir yardımıyla göğe çıktığını anlatan eski gelenek söz konusudur. Fakat somut olarak göğe çıkış, i l k başlangıçtaki m i t çağının sonunda k e s i l m i ş t i . " Başka m i ü e r daha sonraları çeşitli yapılar aracılığıyla göğe t ı r m a n m a g i r i ş i m l e r i n i n



uğradığı



başarısızlıkları nakletmektedir. Tevrat yazıcısının, tarihi handanamayacak kadar eski b u i n a n ç l a r d a n haberi olup olmadığını bilmeye olanak yok. Ama her ne olur­ sa olsun, benzer b i r simgesellikle yüklü Babil zigguratlanna



yabancı değildi.



Gerçekten de zigguratın tabanının d ü n y a n ı n göbek deliğinde, tepesinin de g ö k t e o l d u ğ u kabul edilirdi. Kral ya da rahip bir zigguratın katlarını t ı r m a n ı r k e n r i t ü e l (yani simgesel) olarak göğe erişirdi. Ama Tevrat yazıcısının s ö z c ü k l e r i n gerisin­ deki anlama bakmadan ele aldığı bu i n a n ç , ona göre hem basitleştıricıydi hem de kutsal değerlere b i r saldırıydı: Bu nedenle k ö k t e n yeniden y o r u m l a n d ı , daha doğ­ ru b i r ifadeyle kutsallığından ve m i t olma özelliğinden a r ı n d ı n l d ı . Ş u n u vurgulamakta yarar var: Miras k a l m ı ş ya da başka yerlerden alınmış a T kaik malzemelenn seçilmesi, elenmesi ve değersizleştirilmesine y ö n e l i k uzun ve k a r m a ş ı k bir çalışmaya k a r ş ı n , T e k v i n i n son yazıcıları geleneksel t ü r d e b ü t ü n b i r mitolojiyi k o r u m u ş l a r d ı r : Tekvin, kozmogoni ve i n s a n ı n yaratıhşıyla başlar, ataların "cennet"teki v a r o l u ş u n a değinir, " d ü ş ü ş " (cennetten kovulma) d r a m ı n ı ve bunun insan kaderindeki kaçınılmaz s o n u ç l a r ı n ı ( ö l ü m l ü l ü k , y a ş a m a k için çalış­ ma z o r u n l u l u ğ u vb) anlatır, i l k insanlığın giderek b o z u l d u ğ u n u ve bunun tufanın da haklı gerekçesini o l u ş t u r d u ğ u n u hatırlatır ve yine b i r mucizevi olayla sona erer: Yeni bir "şeytani" tasarının sonucunda d i l b i r l i ğ i n i n k a y b o l m a s ı ve tufan



Göğe yapılan bu yolculuğa günümüzde şamanlar "ruh olarak," yani esnk bir kendinden geçme içinde girişmektedir. 211



» I N S t U N A N Ç l A R V E DÜŞÜNCELER TAKUSI -1



sonrası i k i n c i insanlığın y e r y ü z ü n e dağılması. Bu m i t o l o j i n i n t o p l a m ı , tıpkı arka­ i k ve geleneksel k ü l t ü r l e r d e o l d u ğ u gibi, b i r "kutsal tarih" o l u ş t u r u r : D ü n y a n ı n k ö k e n i n i ve aynı zamanda insanlığın güncel durumunu açıklar. İbraniler açısın­ dan ibrahim'den sonra ve özellikle de Musa'yla birlikte b u "kutsal tarih" k u ş k u ­ suz ö r n e k a l ı n m a s ı gereken bir tarihe d ö n ü ş m ü ş t ü ; ama b u d u r u m T e k v i n i n i l k onbir b ö l ü m ü n ü n m i t o l o j i k yapısını ve işlevini geçersiz kılmaz. Birçok yazar, İsrail d i n i n i n hiçbir m i t "icat etmediği" olgusu üzerinde dur­ m u ş t u r . Bununla b i r l i k t e , "İcat etmek" terimi bir tinsel yaratım belirlisi olarak ani aşılıyorsa, tarihi h a t ı r l a n a m a y a c a k kadar eski mitolojik geleneklerin seçimi ve eleştirisi de yeni bir " m i t i n , " başka bir deyişle d ü n y a y a yönelik, yeni ve ö r n e k oluşturabilecek b i r dinsel b a k ı ş ı n ortaya çıkarılmasına eşdeğerdir, İsrail'in dinsel dehası Tanrt'mn seçilmiş halkla ilişkilerini o zamana dek bilinmeyen türde b i r "kutsal tarih"e d ö n ü ş t ü r m ü ş t ü r . G ö r ü n ü r d e yalnızca " m i l l i " bir nitelik taşıyan bu "kutsal tarih," belli bir andan itibaren b ü t ü n insanlık için ders alınacak bir ö r n e k olarak ortaya çıkar.



56. İ l k Peygamberlerin D i n i — T e k v i n i n o n i k i n c i babı bizi yeni b i r dinsel dün­ yaya sokar. Yahve' Avtam'o şöyle der; "Ülkeni, akrabalarını, baba evini b ı r a k , ?



sana göstereceğim ülkeye git. Seni b ü y ü k bir millet yapacağını, seni kutsayacak, sana ü n k a z a n d ı r a c a ğ ı m , bereket kaynağı olacaksın. Seni kutsayanları kutsayacak, seni lanetleyeni lanetleyeceğim. Yeryüzündeki b ü t ü n halklar senin



aracılığınla



kutsanacak" (12:1-3). B u g ü n k ü biçimiyle bu metnin, anlattığı olaydım yüzyıllar sonra kaleme alındı­ ğı kesin olarak anlaşılmakladır. Ama A v r a m i n "seçilin esi "nd e ki ö r t ü l ü dinsel an­ layış, M Ö I I . bınyılda Y a k ı n d o ğ u ' d a i y i bilinen i n a n ç ve .adetlerin b i r uzantısıdır. Tevrat anlatısını f a r k l ı l a ş m a n . T a n r ı n ı n kişisel mesajı ve bunun s o n u ç l a r ı d ı r . Önceden kendisine başvurul m a n i a s ı n a karşın. Tanrı b i r insana g ö r ü n m e k t e ve ona i n a n ı l m a z vaatlerle birlikte b i r dizi talep y ö n e l t m e k t e d i r . Anlatıya g ö r e , Av¬ ram ona itaat eder, daha sonra T a n r ı , oğlu Islıak'ı kurban etmesini istediğinde de itaat edecektir. Burada yem t ü r d e bir dinsel deneyimle karşı karşıyayız: Musa'dan sonra anlaşıldığı biçimiyle "İbrahim'i iman;" b u iman biçimi zaman içinde Yahu­ diliğe ve Hıristiyanlığa özgü dinsel deneyim haline gelecektir.



u



Doğal olarak burada ve daha ünce alıntılanmış bûıun bölümlerde "Yahve" adının geçmesi bir ana kron iz madır, çünkü bu isim daha geç bir tarihte vahiy biçiminde Musa'ya inecek­ tir. 212



"İSRAIL Ç O C U K K E N .



jfJu s ö y l e n e n l e r ü z e r i n e , İ b r a h i m Keldanîler'in Ur ş e h r i n d e n ayrıldı ve Mezo­ p o t a m y a ' n ı n k u z e y b a t ı s ı n d a k i Harran'a geldi. Daha sonra g ü n e y e d o ğ r u göçtü ve b i r s ü r e Şekem'e yerleşti; daha sonra kervanlarını Filistin ile Mısır arasına götür­ d ü (Tekvin 13:1-3). i b r a h i m ' i n ö y k ü s ü , oğlu lshak, torunu Yakup ve Yusuf u n se­ rüvenleri i l k Peygamberler çağı denen d ö n e m i o l u ş t u r u r . Eleştirel bakış i l k Pey­ gamberleri u z u n süre efsanevi kişilikler olarak kabul etti. Ama yarım y ü z y ı l d ı r , özellikle de arkeolojik b u l u ş l a r sayesinde, bazı yazarlar i l k peygamberlerle i l g i l i anlatıların tarih seli iğini en azından k ı s m e n kabul etme eğilimine



girmişlerdir.



Tabii b u söylediğimiz Tekvin'in 11.-50, b a b l a n n ı n "tarihsel belgeler" o l u ş t u r d u ­ ğu a n l a m ı n a gelmez k u ş k u s u z . Konumuz açısın dan lbranilerin ataları olan A p i r u l a r m eşek yetiştiren ve ker­ vanlarla ticaret yapan kişiler m i , ' yoksa yerleşikleşme sürecine girmiş k o y u n ç o ­ 3



banlan mı o l d u k l a r ı n ı bilmemiz çok da ö n e m l i d e ğ i l d i r .



14



t i k Peygamberlerin



âdetleriyîe Y a k ı n d o ğ u ' n u n toplumsal ve hukuksal k u r u m l a n arasında belli benzer­ likler b u l u n d u ğ u n u h a t ı r l a t m a k yeterli olacaktır. İlk Peygamberlerin Mezopotam­ ya'da kaldıkları süre içinde b i r ç o k m i t o l o j i k geleneği öğrenip uyarladıkları da ka­ bul edilmektedir, i l k Peygamberlerin d i n i ise, "babanın ianrısı" lapımıyla ayırt e d i l i r . " Bu tanrı, " b a b a m ı n / b a b a n ı n / b a b a s ı n m tanrısı" olarak tecelli eder veya ona bu şekilde b a ş v u r u l u r (Tekvin 31:5; vb). Bu t ü r d e n diğer ifadeler bir özel i s i m içerirler, b u özel isimden önce k i m i zaman "baba" sözcüğü de yer alır:



"İbra­



h i m ' i n tanrısı" (Tekvin 31:53), "baban ibrahim'in tanrısı" (26:24; vb), "tshakin tanrısı" (28:13), "atam İ b r a h i m ' i n / b a b a m l s h a k i n t a n n s ı " (32:9 vb) veya "İbra­ h i m , lshak ve Yakup'un tanrısı" (32:24 v b ) . Eski D o ğ u d a b u ifadelerin k o ş u t b i ­ çimlerine r a s t l a n m a k t a d ı r .



10



" Albright birçok çalışmasında bu savı ileri sürmüştür; bkz. son olarak çıkan Yahweh and tin' Gods of Canaan, s. 62-54 ve birçok yerde. 1 4



Bu, başka yazarlarla birlikte R. de Vaux'nun savıdır, Histoire anamne d'Israël, c, 1, s, 220¬ 222,



1 5



Bu özgül niteliğe dikkati ilk çekme onuru Albrecht Alı "a aittir; bkz. Der Goii der Vâter (1929).



1 6



MÖ XIX. yüzyılda Kapadokya Asuriulan "babamın tantısı'nı (veya babanın/babasının tannsf nı) tanık gösterirler. Bkz. Ringgren'de alıntılanmış kaynaklar, La religion d'Israël, s 32; Fohrer, History of Israelite Religion, s. 37; R. de Vaux, Histoire ancienne d'Israël, c, I, s. 257-258. Daha aynntılı bir yorum için krş. Cross. Canaanite Myth and Hebrew Epic, s 12 vd. 213



DİNSEL İNANÇLAR VC DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - [



"Babanın tanrısı" i l k başta en y a k ı n d a k i a t a n ı n t a n n s ı d ı r ve oğullar da onu ka­ b u l eder. T a n r ı kendini bu ataya göstererek bir tür akrabalığı d o ğ r u l a m ı ş olmak­ tadır. O bir tapmağa değil, eşlik ettiği ve k o r u d u ğ u b i r grup insana bağlı bir gö­ çebe t a n n s ı d ı r . "Kendine inananlara vaatlerde bulunur."



17



Belki de daha eski olan



diğer isimler, "İshak'm k o r k t u ğ u " diye çevrilen, ama aslında "lshak'm atası"nı ifade eden pahad yişhâk



ve "Yakup'un kalesi (veya koruyucusu)" anlamında ^atrıır



\ja aqnWı'tur (Tekvin 31:42, 53). c



Kenan ülkesine giren i l k Peygamberlerin karşısına tanrı El tapımı çıktı ve "babanın tanrısı" t a p ı m ı de sonunda onunla ö z d e ş l e ş t i r i İ d i .



18



Bu ö z ü m s e m e , i k i



tanrı t ü r ü arasında belli bir yapısal benzerlik b u l u n d u ğ u n u d ü ş ü n d ü r ü y o r . Her ne olursa olsun, ;bir kez El'le özdeşi eştirildikten sonra, " b a b a n ı n tanrısı" ailelerin ve kabilelerin tanrısı olarak sahip olamayacağı evrensel boyutu elde etti. Bu, İlk Pey­ gamberlerin m i r a s ı n ı zenginleştiren bir sentezin tanh tarafından da d o ğ r u l a n a n i l k örneğidir. Ama örnekler bununla kalmayacaktır. Birçok b ö l ü m d e , ç o k kısa b i ç i m d e de olsa, t i k Peygamberlerin dinsel ibadetle­ r i n i nasıl yaptıkları betimlenmektedir. Ama b u b ö l ü m l e r i n bazıları anlattıkları olaylardan daha geç tarihli bir d u r u m u yansıtmaktadır. Bu nedenle Tevrat'ta anla­ tılan ibadetleri; eski ç o b a n k ü l t ü r l e r i n e , öncelikle de islam öncesi Arap kültürle­ rine özgü ibadetlerle karşılaştırmak yararlı olacaktır, Tekvin'e g ö r e , t i k Peygam­ berler kurban kesip adıyorlar, sunaklar yapıyorlar ve zeytinyağına buladıkları taşlar dikiyorlardı. Ama anlaşılan rahipsiz ve bazılarına g ö r e sunak da kullanma­ dan, yalnızca kırsal hayata özgü kanlı kurban (zebafı) sunuluyordu: "Her adak sa­ h i b i s ü r ü d e n aldığı k u r b a n ı n ı k e n d i kesiyordu; kurban yakılmıyor, k u r b a n ı kesen ve ailesi tarafından topluca y e n i y o r d u . "



19



De Vaux, s. 261. "Vaat izlegı Tekvın'de sık sık yinelenir. Çeşitli biçimlerde ortaya çıkar: is­ tikbal veya toprak vaadi, veya her ikisi birden" a y. İlk Peygamberlerin öykülerinde 'el eki ve bir isimden oluşan özel isimler sayılır: El Rüi, (Gören El [Türkçe çeviride "Beni gören Tanrı"], Tekvin, 16:13), El Şaddai ("Dağ'ın El'i, 18:1 vd); El 'Olam ("Olumsuz El," 21:33); El Beyi (31:13 vb). Krş de Vaux, s. 262 vd; Ringgren, s. 33 vd; Cross, s. 44 vd. R. de Vaux, a.g.y., s. 271. "Orta Arabistan'da kurban, tannnın varlığını simgeleyen dikilmiş bir taşın onunde kesiliyor, kanı taşın üzerine dökülüyor veya taşın dibine kazılmış bir çukura yayılıyordu. Bu tür kurbanlar özellikle göçmen Araplann ilkbahann ilk ayında bereketi ve sürünün refahını sağlamak için kutladıklan bayramlarda sunuluyordu. Muh­ temelen, İsrail'in yarı-göçebe çobanlar olan ataları da benzer bir bayram kutluyorlardı," a.y. 214



"MAİLÇOCİJKKEN.,."



Dikili



taşların massebah Imezbah] i l k anlamlarını ç ı k a r m a k kolay d e ğ i l d i r ,



ç ü n k ü dinsel b a ğ l a m l a r ı Farklı farklıdır. Bir taş y a p ı l m ı ş bir ahde tanıklık edebi­ l i r (Tekvin 31:45, 51-52), mezar yerine kullanılabilir (35:20) veya YakubYm öy­ k ü s ü n d e olduğu gibi teofaniye de İşaret edebilir./Yakup b a ş ı m b i r taşa y a s l a m ı ş uyurken tepesi göğe erişen



bir merdiven g ö r d ü ve "işte Yahve karşısında duru­



y o r d u " ve ona bu ülkeyi vaat etti, Yakup u y a n d ı ğ ı n d a üzerine başım koyup uyu­ d u ğ u taşı d i k t i ve o yere "Beytel," " T a n r ı ' n m evi" adını verdi (Tekvin 28:1-22). D i k i l i taşlar K e n a n l ı i a n n tapmamda da bir r o l oynuyordu; bu nedenle daha sonra Yahvecilik tarafından m a h k û m edildiler. Ama aynı âdet islam öncesi Araplarda da vardı ( k r ş . dipnot 19), b u nedenle İ s r a i l o ğ u l l a n n m ataları tarafından da paylaşıl­ m ı ş olması akla yalan g ö r ü n ü y o r . " 2



57. İ b r a h i m , " i m a n ı n B a b a s ı " — İsrail'in dinsel tarihinde hattn sayılır bir r o l o y n a m ı ş i k i ritüel, ahit k u r b a n ı ve tshak'ın kurban ediliş ö y k ü s ü d ü r , t i k i d o ğ r u ­ dan Tanrı tarafmdan İ b r a h i m ' e b i l d i r i l m i ş t i r (Tekvin 15:9 v d ) . Henüz d o ğ u r m a ­ m ı ş bir inek, bir keçi ve bir koçun ikiye b ö l ü n m e s i n d e n o l u ş a n bu ritüeîin ben­ zerlerine b a ş k a yerlerde de r a s t l a n m a k t a d ı r ( ö m e g i n Hititlerde, k r ş . § 43). Ama belirleyici unsur, gece teofanisidir: " G ü n e ş b a t ı p karanlık ç ö k ü n c e , d u m a n l ı b i r mangalla alevli b i r meşale g ö r ü n d ü ve kesilen [ikiye b ö l ü n m ü ş ] hayvan parçaları­ n ı n a r a s ı n d a n geçti" (15:17) "O g ü n " Tanrı "Avranı'la bir ahit y a p t ı " (15:18). Bur ahit bir "sözleşme" değildir. Tanrı İ b r a h i m ' e hiçbir k o ş u l dayatmamakta, yalnızca kendisi t a a h h ü t vermektedir. Eski Ahit'te bir başka örneğine rastlanmayan b u r i ­ tüel Yeremya'nın z a m a n ı n a kadar uygulanmıştır. Birçok yazar b u



ritüelin



i l k Pey­



gamberler çağında bilindiği iddiasına karşı ç ı k m a k t a d ı r . Gerçi kurban t ö r e n i Yahveci b i r çerçevede anlatılmıştır, ama teoloji açısından yeniden y o r u m l a n ı ş ı o n u n ilkel niteliğini yok edememiştir, Tekvin'de b i r tek kurban töreni ayrıntısıyla betimlenmektedir: lshak'm kur­ ban ediliş ö y k ü s ü (22:1-19). T a n r ı İ b r a h i m ' d e n o ğ l u n u kendisine yakarak kurban etmesini Çolak) istemişti ve i b r a h i m tam onu kurban etmeye h a z ı r l a n ı y o r d u k i , lshak'm yerine b i r k o ç i n d i r i l d i . Bu b ö l ü m sayısız tartışmaya yol açmıştır. Bu



İlk Peygamberlerle ilgili anlatılar bazı kutsal ağaçlardan söz eder: ömegin More Meşesi (12:6) ve Mamre Meşesi (13:18 vb) İlk Peygamberlerin bu agaçlanna tapınılması son­ radan sıkıntı yaratmaya başladı ve bu tapım, "tepelerdeki, bol yapraklı her ağacın altın­ daki" (Tesntye 12:2) Kenan tapım yerlerinin mahkûm edilmesiyle birlikte yasaklandı. 215



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞUNCE1 ER TARİHİ - i



arada 'oioîı teriminin altı kez yinelendiğine dikkat çekilmiştir. Ancak bu kurban t ü r ü , kabileler kesin olarak ye rleşikl eştik ten sonra, Kenanlılardan alınmış o l m a l ı ­ dır.



31



Ayrıca "geçmişin y ü c e İtilmesi" nden de söz edildi. Bununla birlikte Tek­



v i n i n b i r s ü r ü pis ö y k ü de içerdiğini unutmamak gerek; b u da, yazıcıların gele­ neklerin yûceMmesinden



çok, aslına sadık bir şekilde aktarılmasıyla



teriyor" (italikler bana a i t ) .



uğraştıklarını g ö s ­



22



Kaynağı ne olursa olsun bu b ö l ü m , "tbrahımî i m a n ı n " Eski Ahit'tekı d e n n an­ lamını benzersiz bir güçle yansıtıyor. İ b r a h i m o ğ l u n u kurban etmeye hazırlanır­ ken, zaferi kazanmak için b ü y ü k oğlunu kurban eden Moa kralı Meşa ( I I . Krallar 3:27) veya zafer kazanırsa d ö n ü ş t e kendisini karşılamaya çıkacak i l k kişiyi,



bu­



nun kendi kızı, tek çocuğu olabileceğini d ü ş ü n m e d e n , yakılan kurban olarak Yahve'ye sunmaya söz veren Yeftah gibi (Hâkimler 11:30 vd), kesin bir s o n u ç beklentisi de yoktur, i l k doğan çocuğun kurban edilmesi ritüeli de söz konusu değildir, zaten b u rituel daha geç tarihlerde öğrenilmiş ve IsrailoğuHarında hiçbir zaman y a y g ı n l a ş m a m ı ş t ı r , ibrahim kendisini Tann'sma "iman"la bağlı hissedi­ y o r d u . Tanrı rım ondan y a p m a s ı n ı istediği davranışın anlamını " k a v r a m ı y o r d u , " halbuki ilk d o ğ a n bebeklerini bir tanrıya kurban edenler bu rıtüelin a n l a m ı n ı n ve b ü y ü s e 1-dinsel g ü c ü n ü n tamamen farkındaydılar. Diğer yandan i b r a h i m kendi T a n n ' s ı n ı n kutsallığından, m ü k e m m e l l i ğ i n d e n ve g ü c ü n ü n her şeye yeteceğinden asla ş ü p h e duymuyordu. Dolayısıyla kendisinden beklenen davranışın bir evlat katli g ö r ü n ü m ü n d e o l m a s ı n ı n tek nedeni, insan i d r a k i n i n g ü ç s ü z l ü ğ ü y d ü . D i ğ e r b ü t ü n insanlar için bir cinayetten hiçbir farkı olmayan bu hareketin anlamını ve değerini yalnızca Tanrı b i l i y o r d u . Burada, kutsalın diyalektiğinin özel b i r örneğiyle karşı karşıyayız: "kutsal olmayan," i l k yapısını koruyarak (kutsal bir taş yine de bir taş olarak kalıyor) "kutsal"a d ö n ü ş m e k l e k a l m ı y o r , "kutsallaştırma" insan aklı tarafından idrak edi­ lebilecek b i r şey olmaktan da çıkıyor: ^Evlat k a t l i ( i l k d o ğ a n bebeklerini kurban edenlerde o l d u ğ u gibi) belirli bir sonucu hedefleyen bir ritüele



dönüştürülmez,



i b r a h i m bir n t ü e l yapmaz ( ç ü n k ü hiçbir a m a c ı yoktur ve davranışının a n l a m ı bile



*" De Vaux, Histoire ancienne d'Israël, s 270 "Eski oldukları kuşku götürmeyen metinlerde (bu konuya) ilk değinmeler. Hükiraler çağına tanhlenmektedir." 2 1



H. H. Rowley, Worship HI Ancient Israel, s. 27. Aslında metinler Yakup'un oğullarının yaptıklan ibadet hakkında tazla bir bilgi vermez, ama onları omusıızlaştıran birçok öykü ak­ tarılır; örneğin Şimeon ve Levi'nin Şekem şehrinde başlarından geçenler (Tekvin, 34) veya Yahuda ile Tamar'm öyküsü (Tekvin, 38). 216



"İSRAİL ÇOCUK Kî: N



ona yabancıdır); diğer yandan " i m a n ı " b i r cinayet işlemediği konusunda ona gü­ vence verir. İ b r a h i m ' i n hareketinin " k u t s a l l ı ğ ı n d a n k u ş k u d u y m a d ı ğ ı , ama bu kutsallığın "niteliği anlaşılamaz," dolayısıyla bilinemez o l d u ğ u söylenebilir. "Kutsal'i bilebilme konusundaki b u olanaksızlık (çünkü "kutsal"



tamamen



"kutsal olmayan"la özdeşleşmiştir) üzerine geliştirilecek d ü ş ü n c e çabası hatırı sa­ yılır sonuçlara y o l açacaktır. İ l e n d e göreceğimiz gibi, " l b r a h i m î iman" Tapınağın ikinci kez yıkılması ve devletin yok o l m a s ı n d a n sonra, Yahudi halkının trajik ta­ rihlerinin



b ü t ü n sınavlarına k a t l a n m a s ı n ı sağlayacaktır. Ve bazı Hıristiyan d ü ş ü ­



n ü r l e r de onların i m a n ı n ı n paradoksal ve son tahlilde "tanınamaz" niteliğini, an­ cak ç o k geç tarihlerde, XIX. ve XX. yüzyıllarda, İ b r a h i m örneği üzerine düşünce y ü r ü t e r e k yakalamışlardır. Kierkegaard, nişanlısının hayal edilmesi olanaksız b i r b i ç i m d e kendisine geri verileceği umuduyla ondan vazgeçiyordu. Ve Leon Chestov gerçek iman için bir tek kesin kanı gerektiğini, b u n u n da "Tanrı için her şey m ü m k ü n d ü r " o l d u ğ u n u açıklarken, İ b r a h i m ' i n deneyimini biraz daha basıtleştirerek aktarmaktan b a ş k a bir şey y a p m ı y o r d u ,



58. M u s a ve M ı s ı r ' d a n Ç ı k ı ş — İsrail d i n i n i n başlangıç d ö n e m l e r i , T e k v i n i n 46.-50. bablarında, Çıkış'ta ve Sayılar kitabında anlatılmıştır. Çoğuna d o ğ r u d a n T a n r ı ' n m y o l açtığı b i r dizi olay s ö z konusudur. En ö n e m l i l e r i m hatırlatalım; Yak u p ve oğullarının Mısır'a yerleşmesi; birkaç yüzyıl sonra, israil o ğ u l l a r ı n ı n i l k d o ğ a n bebeklerinin ö l d ü r ü l m e s i n i emreden b i r firavunun başlattığı baskı; kardeş­ lerinden b i r i n i d ö v e n bir Mısırlı askeri ö l d ü r d ü k t e n sonra Musa'nın (katliamdan mucize eseri k u r t u l m u ş ve firavunun sarayında yetiştirilmişti) başından geçenler. Özellikle Midyan ç ö l ü n e kaçışı, "alevli çaîı"nın g ö r ü n m e s i (Yahve'yle i l k karşılaş­ ması), T a n r ı ' n m ona h a l k ı n ı Mısır'dan ç ı k a r m a görevini vermesi ve T a n n ' n ı n adı­ n ı n Musa'ya bildirilmesi; firavunu boyun e ğ m e y e zorlamak için Yahve'ııin y o l aç­ tığı on felaket; Israilogullarımn yola çıkışı ve Kızıideniz'den geçişleri, onlara y o l vermek için yarılan deniz sularının peşlerindeki Mısır savaş arabaları ve askerlennin üzerine k a p a n m a s ı ; Sina Daginda T a n r ı ' n m g ö r ü n m e s i , Yahve'nin halkıyla yaptığı ahit ve vahyin içeriğini ve t a p ı m ı kapsayan b u y r u k l a r ı n buntı izlemesi; son olarak, çölde k ı r k yıl boyunca y ü r ü y ü ş , M u s a ' n ı n ö l ü m ü ve 'Yeşu komutasın­ da Kenan ülkesinin fethiİ E l e ş t i r m e n l e r yüzyıldan uzun b i r s ü r e d i r , bu Tevrat anlatıl a nndaki "mitolo­ j i k " ve "folklorik" unsurlar ve tortular kütlesi içinden "gerçeğe benzeyen" ve do-



217



DİNSEL INANCIAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1



iayısıyla "tarihsel" u n s u r l a r ı seçip ayırma uğraşı içindedir. " Ayrıca M ı s ı r l ı l a r ı n , 2



5



K e n a n l ı l a n n ve diğer Yakındoğu halklarının siyasal, kültürel ve dinsel tarihine ilişkin dilbilimsel ve arkeolojik belgeler de kullanılmıştır. Bu t ü r belgelerin yar­ d ı m ı y l a , Y a k u p ü n Mısır'a y e r l e ş m e s i n d e n ( M Ö X V I I I . - X V I I . yüzyıl) "Çıkış" ve Kenan ülkesine giriş anlatılarında yankLİanna rastlanan, b i r ç o k y a z a r ı n M Ö X I I . yüzyıla tarihlen d irdiği olaylara varıncaya dek farklı İbrani g r u p l a r ı n ı n tarihinin aydmlatılabileceğı, kesinleştirilebilecegi, hatta yeniden oluşturulabileceği umulu­ yordu.



1 +



sel



bir



Tevrat dışı belgeler, Çıkış'ı ve Kenan'ın fethini en azından k ı s m e n tarih­ çerçeveye



oturtmaya



mutlaka



katkıda



bulunmuştur



Ömegın



19.



Hanedandan bazı firavunların askeri ve siyasi d u r u m l a r ı n a ilişkin bilgilere daya­ narak, Mısır'dan çıkış için o l d u k ç a kesin tarihler önerilebilrmşiir. Kazı sonuçları­ nı, öncelikle de bazı Kenan sitelerinin yıkılış tarihlerini dikkate alarak îsrailogull a n n ı n Kenan'a girişlerinin evreleri s a p t a n m ı ş t ı r . Ama b u zamandtzinsel çakışma­ ların ve karşılıklı bağıntıların çoğu hâlâ tartışmalıdır. Az sayıda u z m a n ı n g ö r ü ş birliğine varabildiği bir t a r t ı ş m a d a tavır almak bize d ü ş m ü y o r . İsrail d i n i açısından birinci derecede ö n e m taşıyan bazı olayları tarihsellik k a p s a m ı n a sokma i ş l e m i n i n , u m u l d u ğ u kadar, b a ş a n l ı olmadığını belirt­ mekle yetinekm. Tabii b u d u r u m söz konusu olayların tarihsel o l m a d ı k l a r ı n ı asla kanıtlamaz. Ama tarihsel olaylar ve kişilikler paradigmatik sınıflandırmalara gö­ re öyle biçimlendirilmiştir k i , ö r n e k l e r i n ç o ğ u n d a o n l a r ı n i l k ve ö z g ü n "gerçekli­ ğine" u l a ş m a olanağı zaten y o k t u r . Musa adıyla bilinen kişinin "gerçekliği"nden k u ş k u duymak i ç m bir neden yoktur, ama y a ş a m ö y k ü s ü ve kişiliğinin özgül çiz­ gileri h a k k ı n d a bilgi sahibi değiliz. Sonradan karizmatik ve mucizevi bir kişilik haline geldiği için, h a y a t ı , N i l N e h r i n i n kamışları arasına bırakılan p a p i r ü s t e n b i r sepet içinde ö l ü m d e n mucizevi bir b i ç i m d e k u r t u l m a s ı n d a n başlayarak, bir­ ç o k başka " k a h r a m a n " ı n y a ş a m ö y k ü l e r i n d e k i kalıbı izlemektedir (Theseus, Perse¬ us, Agade'li Sargon, Romulus, Kyros vb), M u s a ' n ı n ve ailesinin d i ğ e r üyelerinin isimleri Mısır d i l ı n d e d i r . Bu isimlerde



"Mit niteliğinden arındırma" çalışması görece basitti (on felaket veya Kıztldemz'den geçiş gibi "mucizeler" zaten "tanhsel" olaylar olarak kabul edilemezlerdi). Buna karşılık Tevrat metinlerinin olası tarihselliginı yorumlamanın çok hassas ve güç bir iş olduğu onaya çıktı. Tahliller sonucunda, farklı dönemlerde ve farklı teolojik bakış açılarından yapılmış bir­ çok yazım olduğu ortaya çıkmıştı. Üstelik birçok edebi türün etkileri de tanımlanabilmişt i Yazıcının belli bir edebi türün (saga, nuvella, atasözleri vb) kalıplannı kullandığı keş­ fedilince, bit olayın görünürdeki larihselligi güvenilmez hale geliyordu. Çıkış, 12:40'a göre Israilogullan Mısır'da 430 yıl kalmıştır. 218



-ISRAIL Ç O C U K K E N .



"dogma, oğlu" a n l a m ı n a gelen msy ö n e k i b u l u n m a k t a d ı r ; bu anlamda Ahmosis ve­ ya Ramses'le k a r ş ı l a ş t ı n l a b i lirler (Ra-messes, "Ra'nın oğlu"). Levi'nin o ğ u l l a r ı n ­ dan Merari'nin adı, Mısır dilinde M r r y ' d i r ("çok sevilen"); Harun'un t o r u n u Pinhas Mısır dilinde P'-nksy'dit



("Zenci"). G e n ç Musa, A m o n t a p ı m m m yerine g ü n e ş



tanrısı Aton'a y ö n e l i k "tektanrıcılığı" geçiren Akhenaton " r e f o ı m u " n u da



(MÖ



1375-1350) ö ğ r e n m i ş olabilir, t k i din a r a s ı n d a k i benzerliklere dikkat ç e k i l m i ş ­ tir



2 5



A t o n da "tek tanrı" ilan edilmiştir; Yahve gibi, "var olan her şeyi yaratan"



t a n r ı odur; son



olarak,



Akhenaton



"reformu"nun



"egitim"e



verdiği



önem



Yahvecilikte Tora'ya verilen rolle karşılaştı nla bil ir. Diğer yandan M u s a ' n ı n Akhe­ naton "reformu"nun b a s t ı r ı l m a s ı n d a n i k i k u ş a k sonra içinde b ü y ü d ü ğ ü Ramses t o p l u m u n u n ona çekici gelmesine olanak yoktu. Kozmopolitizm, dinsel bağdaştırmacılık (özellikle Mısır ve Kenan tapımları arasında), " o r j i " t ü r ü n d e n bazı uygu­ lamalar (her i k i cinsiyetten fahişelik), hayvanlara " t a p ı n m a , " b ü t ü n bunlar "baba­ ların d i n i " içinde yetiştirilmiş birisi için tiksinti u y a n d ı r a c a k şeylerdi. Mısır'dan çıkışa gelince, b u n u n tarihsel bir olayı yansıttığı kesin gibi gözük­ mektedir. Bununla birlikte b ü t ü n h a l k ı n değil, yalnızca b i r grubun, daha kesin b i r ifadeyle M u s a ' n ı n başını çektiği bir g r u b u n göçü söz konusudur. Diğer grup­ lar az ç o k barışçı b i r b i ç i m d e Kenan ülkesine sızmaya zaten b a ş l a m ı ş l a r d ı . Sonra­ dan göç ya da "Çıkış," I s r a i l o g u l l a n n ı n b ü t ü n kabileleri tarafından kutsal tarihle­ r i n i n b i r b ö l ü m ü olarak sahiplenildi. B i z i m k o n u m u z açısından ö n e m l i olan, Mı­ sır'dan çıkışın Paskalya kutlamasıyla i l i ş k i l i n d i r i l m e s i d i r . Başka b i r deyişle, gö­ çebe ç o b a n l a r a özgü ve İsrail oğulla t ı n ı n atalan tarafından binlerce yıldır uygula­ nan arkaik b i r kurban töreni yeniden değer k a z a n m ı ş ve Yahveciliğin "kutsal tari­ hi" içine katılmıştır. Kozmik dinsellikle u y u m i ç i n d e k i bir rituel ( ç o b a n halkların ilkbahar b a y r a m ı ) tarihsel b i r olayın anılması olarak y o r u m l a n m ı ş t ı r .



Kozmik



t ü r d e dinsel yapıların kutsal tarihin olaylarına d ö n ü ş t ü r ü l m e s i , Yahveri tektanncılığın ayırt edici niteliklerinden b i r i d i r ve Hıristiyanlık da b u özelliği benimse­ yip s ü r d ü r e c e k t i r ,



59. "Ben, B e n i m " — Musa, kayınbabası olan Midyanlı k â h i n Yitro'nun s ü r ü s ü n ü



Örneğin bkz. Albright, From the Stone Age to Christianity, s. 218 vd, 269 vd; aynı yazar, The Biblical Periodfrom Abraham to Ezra, s. 15 vd Ama başka yazarlara göre bu benzerlik­ ler ikna edici değildir; krş. Ringgren, la religion d'hrael, s. 51, Fohrer, History oj Israelite Reiigion, s. 79.



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELE I! T A R İ H İ -1



g ü d e r k e n , ç ö l ü n ötesine v a r d ı ve "Tann'nm dağı" Horev'e ulaştı. Orada "bir çalı­ dan y ü k s e l e n alevler"i g ö r d ü ve kendisine adıyla sesleniidiğini işitti. Biraz sonra, T a n r ı "ben b a b a n ı n T a n r ı s ı , İ b r a h i m ' i n T a n n ' s ı , İshak'ın Tanrı'sı ve Yakupun T a n r ı ' 5 i y ı m " diye k e n d i n i tanıttı (Çıkış 3:6). Bununla birlikte Musa t a n r ı s a l l ı ğ ı n bilinmeyen bir çehresiyle, hatta yeni b i r tanrıyla karşılaştığını hissetmişti. Israıloğulîarını gidip b u l m a ve onlara "beni size atalarınızın Tanrı'sı g ö n d e r d i " deme b u y r u ğ u n a u y m a y ı kabul etti. Ama "Adı nedir diye sorabilirler, o zaman ne diye­ yim?" dedi (3:13). O zaman T a n r ı şöyle dedi: "Ben, benim" ('rfıyeh '«şer 'efıyefı). Ve Musa'ya İsrail oğulla rina şu sözlerle seslenmesini b i l d i r d i : "Bent size 'Benim' g ö n d e r d i . . . . " (3:14). Bu isim etrafında çok fazla t a r t ı ş ı l m ı ş t ı r .



26



T a n n ' n m yanıtı oldukça gizemli­



dir: Kendi v a r o l u ş biçimini ima etmekte, ama kişiliğini açığa ç ı k a r m a m a k t a d ı r . Tek söylenebilecek olan, T a n n ' n m a d ı n ı n , modern b i r ifadeye b a ş v u r a c a k olur­ sak, varlıkla var o l a n ı n b ü t ü n l ü ğ ü n ü çağrıştırdığıdır. Ama Yahve ibrahim'in



ve



diğer İlk Peygamberlerin T a n n ' s ı o l d u ğ u n u açıklar ve b u k i m l i k b u g ü n de ibra­ h i m ' i n mirasını benimseyen herkes tarafından kabul edilmektedir. Aslında "baba­ n ı n tanrısı" ile Musa'ya g ö r ü n e n t a n r ı arasında belli b i t sürekliliği ortaya çıkar­ mak m ü m k ü n d ü r



Daha önce de belirtildiği gibi, "önce Yahveciligin



çobanlann



arasmda d o g m a s ı ve çölde gelişmesi olgusu s ö z konusudur, Saf Yahvecilige dö­ n ü ş çöldeki duruma d ö n ü ş olarak sunulacaktır: Peygamberlerin 'göçebe ü l k ü s ü ' b u olacaktır."



17



" B a b a n ı n tanrısı" gibi Yahve da belirli b i r yere bağlı d e ğ i l d i r ; ay­



rıca b i r g r u b u n ö n d e r i olarak Musa'yla özel bir ilişkisi vardır. Ama farklılıklar da a n l a m l ı d ı r . "Babanın tanrısı" isimsizken, "Yahve" gizemini ve aşkınlığını onaya koyan bir özel isimdir. Tanrıyla m ü m i n l e r i arasındaki iliş­ kiler değişmiştir; Artık " b a b a n ı n t a n r ı s ı " n d a n değil, "Yahve'nin h a l k ı ' n d a n söz edilir. İ b r a h i m ' e verilen vaatlerde (Tekvin 12:1-3) mevcut olan tanrı tarafından seçilme d ü ş ü n c e s i kesinlik kazanır: Yahve İlk Peygamberlerin soyundan gelenlere " h a l k ı m " der, onlar, R. de V a u ü ' n u n deyişiyle, Yahve'nin "kişisel m ü l k ü ' d ü r . "Ba­ b a n ı n t a n r ı s ı " m n El le b i r l e ş t i r i l m e s i sürecinin d e v a m ı n d a , Yahve de onunla öz­ de şleştiri İmiş tir, Yahve El'den kozmik yapıyı a l m ı ş ve kral u n v a n ı da



El'den



Bkz Ringgıen tarafından kaydedilmiş son kaynakçalar, s. 43 vd; Fohrer, a.g.y., s. 75 vd; de Vaux, Histoire ancienne d'Israël, s. 321 vd; Cross, Canaanite Mytfi and Hebrew Epic, s. 60 vd, R de Vaux, a.g.y,, s. 424, Devam eden bölümde bu yazann çöztımlem elerin i kul­ lanıyoruz, s 424-431. 220



' K l i A Î L ÇOCUKKEN.



Yahve'ye g e ç m i ş t i r . "Yahvecüik El'in dininden, bene" e'iolıîm'den o l u ş a n t a n n n m maiyeti f ı k n n i de a l d ı . "



20



Diğer yandan Yahve'nın savaşçı niteliği tam anlamıyla



m ü m i n l e r i n i n koruyucusu olan " b a b a n ı n tanrısı" r o l ü n ü n bir uzantısıdır. Vahyin özü O n Emir'de y o ğ u n l a ş m ı ş t ı r (Çıkış 20:3-17; k r ş . Çıkış 34.10-27). Metnin b u g ü n k ü hali Musa çağına ait olamaz, ama en ö n e m l i emirlerin



ilkel



Yahvecüik d ü ş ü n c e s i n i yansıttığına k u ş k u yoktur. On E m i r ' i n i l k maddesi olan, "Benden başka t a n r ı n olmayacak!" terimin dar a n l a m ı n d a b i r t e k t a n n c ı h g ı n söz konusu o l m a d ı ğ ı n ı kanı d a m a k t a d ı r . Başka tanrıların varlığı inkar e d i l m e m i ş t i r . Kızıldeniz'den geçtikten sonra s ö y l e n e n zafer ilahisinde, Musa haykırır: "Var m ı senin gibisi ilahlar a r a s ı n d a , Yahve?" (Çıkış 15:11). Ama mutlak sadakat isten­ mektedir; ç ü n k ü Yahve "kıskanç b i r T a n r ı " d ı r (Çıkış 20:5). Sahte tanrılara karşı m ü c a d e l e ç ö l d e n çıktıktan hemen sonra, Peor'da başladı. Orada Moavh kızlar, îsr a i l o g u l l a n n ı k e n d i tanrılarına yap t ı k l a n kurban törenlerine davet ettiler. "İsrail halkı yiyeceklerden yedi ve o n l a n n ilahlarına taptı" (Sayılar 25:2 v d ) , böylece Yahve'yi öfkelendirdiler, israil açısından, Baal Peor'da başlamış bu m ü c a d e l e hâlâ sürmektedir. İkinci emrin, "Kendine hiçbir tasvir y a p m a y a c a k s ı ı ı ' i n a n l a m ı m kavramak ko­ lay değildir. Burada s ö z konusu olan putlara t a p ı n m a m » y a s a k l a n m a s ı d e ğ i l d i r . Putperest t a p ı m l a r m alışılmış nesneleri olan tasvirlerin, tanrıyı b a r ı n d ı r a n b i r zarftan b a ş k a b i r şey olmadığı biliniyordu. B ü y ü k olasılıkla, btı e m i r i n satır ara­ larındaki d ü ş ü n c e , Yahve'yi bir t a p ı m nesnesiyle temsil etmenin y a s a k l a n m a s ı n ı k a p s ı y o r d u . Yahve'nin nasıl k i "ismi" yoksa, "tasviri" de o l m a m a l ı y d ı . Tanrı bazı ayrıcalıklı kişilere d o ğ r u d a n , insanların geri kalanına ise yaptıklarıyla



görünü­



yordu. Y a k ı n d o ğ u ' n u n insan ve hayvan b i ç i m i n d e veya kozmik bir b i ç i m d e teza­ h ü r eden diğer tannlarmdan farklı olarak, Yahve yalnızca insan biçimli olarak ta­ savvur edilmiştir. Ama k o z m i k tezahürlere de b a ş v u r a b i l m e k t e d i r ; ç ü n k ü bütün d ü n y a o n u n yaratımıdır. Yahve'nin insan biçimli o l u ş u n u n i k i l i b i r y ö n ü vardır. Bir yandan Yahve yal­ nızca insana özgü nitelik ve kusurlar gösterir: acıma ve k i n , sevinç ve keder, af ve i n t i k a m (bununla birlikte O, Homeros t a n n l a n n ı n zaal ve k u s u r l a r ı n ı göster-



De Vaux, a.g.y., s. 428. "Ama 151'ın Yahve'ye yumuşaklığını ve acıma duygusunu da ver­ diğini söylemek pek doğru olmaz; çünkü Yahve başlangıçta zalim ve şiddetli bir tanrı görüntüsü vennektedir Çıkış'ın muhtemelen daha eski tarihli metninde (34:6), Yahve kendini "acıyan, lütfeden tamı" olarak tanımlamaktadır," a.g.y., s 429. 221



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - ]



mez ve bazı Olympos sakinleri gibi g ü l ü n ç duruma d ü ş ü r ü l m e y i kabullenmez). Diğer yandan Yahve, t a n r ı l a n n ç o ğ u n d a g ö r ü l d ü ğ ü gibi, insanlık halini yansıt­ maz: Bir ailesi değil, göksel b i r maiyeti v a r d ı r



Yahve yalnızdır. M ü m i n l e r i n d e n ,



D o ğ u l u b i r despot gibi, mutlak itaat beklemesi olgusunu da yine insana yakın b i r özellik olarak m ı d e ğ e r l e n d i r m e k gerekir? Daha çok mutlak m ü k e m m e l l i k ve te­ m i z l i k y ö n ü n d e insanlık dışı b i r istek söz konusudur. "Üç t e k t a n n c ı d i n i n pey­ gamberlerinin ve misyonerlerinin ayırt edici nitelikleri olan h o ş g ö r ü s ü z l ü k ve bağnazlık Yahve'de i l k örneğini ve gerekçelerini bulur. Yahve'nin şiddeti de insan yapısı çerçevelerini kırar. K i m i zaman "öfkesi" öyle akıldışıdır k i , Yahve'nin "şeytana i n a n m a s ı " n d a n söz edilebilmiştir. Kuşkusuz bu olumsuz çizgilerin bazıları daha geç bir d ö n e m d e , Kenan ülkesinin işgal edilme­ sinden sonra sertleştirile çektir. Ama "olumsuz çizgiler" Yahve'nin i l k yapısına aittir.j Aslında y a r a t t ı ğ ı n d a n mutlak farklı, "tam anlamıyla öteki" (Rudolph Otto'nun garız, öndere si) nlan tanrının yeni ve en g ö r k e m l i ifadesi söz konusudur.j Çelişkili "vasıflar"m b i r arada varoluşu, bazı davranışlarının akıldışıhğı Yahve'yi insani ölçekteki b ü t ü n " m ü k e m m e l i y e t ülkuleri"nden farklılaştınr. Bu açıdan ba­ kıldığında Yahve, H i n d u i z m i n bazı tanrılarına, ö r n e ğ i n Şiva'ya veya Kali-Durga'ya benzer. A m a arada ö n e m l i b i r fark vardır: Bu H i n t tanrıları ahlak ötesinde­ d i r ve varoluş tarzları bir ö r n e k o l u ş t u r d u ğ u için, m ü m i n l e r onlara ö y k ü n m e k t e duraksamazkır. Oysa Yahve en b ü y ü k ö n e m i , ahlaki ilkelere ve g ü n l ü k hayattaki ahlaka verir: O n Emir'in en az beşi bunlardan söz eder. Tevrat anlatısına g ö r e , Mısır'dan çıktıktan üç ay sonra Sina ç ö l ü n d e b i r teofani meydana geldi. "Sina d a ğ ı n ı n her y a n ı n d a n duman t ü t ü y o r d u ;



çünkü



Yahve d a ğ ı n ü s t ü n e ateş biçiminde inmişti. Dağdan ocak d u m a n ı gibi duman çıkı­ yor, b ü t ü n d a ğ şiddetle sarsılıyordu. Boru sesi gitgide yükselince, Musa k o n u ş t u ve T a n n gökgürlemeleriyle onu yanıtladı" (Çıkış 19:18-19). O zaman Yahve, da­ ğın dibinde duran IsrailoğuHarına g ö r ü n d ü ve Ahit Yasası'nı tebliğ ederek onlarla bir ahit yaptı; b u yasa O n E m i r l e başlıyor ve ibadetle i l g i l i b i r ç o k kural içeri­ yordu (Çıkış 20:22-26; 21:24-26).



30



Daha sonra Musa Yahve'yle yine g ö r ü ş t ü ve



"şehadetin i k i levhasını, Allah'ın eliyle yazılmış taş levhaları" aldı (31:18; k r ş . bir diğer versiyon, 34:1-28). Mendenhall, Ahit Yasasının ü s l u p açısından biçimi­ nin M Ö 11. binyılda yaşamış Hitit h ü k ü m d a r l a r ı n ı n Anadolu'daki vasallarıyla yap-



Krs. botırer, J-ıisiory of Ismthte Rdigion, s. 78 vd. Bütün bu metinlenn daha geç tarihlerde yazıldığım veya düzenlendiğini ayrıca belirtmeye gerek yok. 222



-ISRAIL Ç O C U K K E N .



t ı k l a n a n l a ş m a l a r ı hatırlattığını saptadı.



Ama bu i k i a n l a ş m a k ü m e s i arasındaki



benzerlikler gerçek olsa da, pek belirleyici g ö r ü n m e m e k t e d i r Israilogullarının çölde geçirdikleri kırk yıl boyunca y a p t ı k l a n ibadet hakkın­ da kesin hiçbir ş e y bilinmemektedir. Çıkış (26; 38:8-38) çöl tapınağını ayrıntı­ sıyla betimlemektedir: Söz konusu tapınak, daha geç tarihli b i r anlatıya göre Yasa l e v h a l a n n ı n içinde b u l u n d u ğ u (Tesniye 10:1-5; vb) Şehadet S a n d ı ğ ı n ı n veya Ahit Sandıgı'nın saklandığı Toplanma Çadırıdır. Bu anlatı b ü y ü k b i r olasılıkla gerçek bir d u r u m u y a n s ı t m a k t a d ı r . T a p ı m çadırları veya içlerinde taştan p u t l a r ı n taşın­ dığı tahtırevanlar islam Öncesi Araplarda da g ö r ü l ü r . Metinler s a n d ı k ve çadırdan bir arada s ö z etmemektedir'ama tıpkı Araplarda o l d u ğ u gibi, herhalde s a n d ı k çad ı n n içindeydi. Eskiden " b a b a n ı n t a n r ı s ı n ı n yaptığı gibi, Yahve de halkına reh­ berlik ediyordu|. S a n d ı k bu g ö r ü n m e z varlığı simgeliyordu; ama içinde ne bulun­ d u ğ u n u bilmeye olanak yoktur. Anlatıya g ö r e , Musa Moav b o z k ı r l a n n d a Eriha'nın karşısında öldü. Yahve ona Kenan ülkesini gösterdi: "Ülkeyi sana g ö s t e r d i m ama oraya gitmeyeceksin" (Tes­ niye 34:4; k r ş . Sayılar 27:12-14). Bu ö l ü m de efsanevi ve paradigmatik Musa k i ­ şiliğine u y m a k t a d ı r . Bu adla t a n ı n a n kişilik h a k k ı n d a yalnızca, o n u n Yahve'yle sü­ rekli yinelenen dramatik b u l u ş m a l a n y l a ö n e çıktığı bilinmektedir. Musa'nın ara­ cılık ettiği vahiy onu hem esrimeye giren ve Tanrı'yla k o n u ş a n bir peygamber, hem de bir " b ü y ü c ü " yapmıştır; Levi rahiplerine Örnek o l u ş t u r a n ve tam b i r karizmatik



ö n d e r olan Musa, bir kabileler grubunu bir millet çekirdeğine, israil



h a l k ı n a d ö n ü ş t ü r m e y i başarmıştır.



60. H â k i m l e r D ö n e m i n d e



D i n : Bagdaştırmacılığın İlk A ş a m a s ı — Yeşüntm



y ö n e t i m i n d e k i Musa'nın grubunun Kenan'a girdiği M O 1200 tarihinden Saul'ün kral ilan edildiği M Ö 1020'ye kadarki d ö n e m e Hakimler Çağı denmesi konusunda g ö r ü ş birliğine varılmıştır. H â k i m l e r ; komutanlar, d a n ı ş m a n l a r ve h u k u k adamlanndan o l u ş u y o r d u . Başka aşiretler Yahveciliği b u d ö n e m d e , özellikle de bazı parlak zaferlerin a r d ı n d a n kabul ettiler; çünkü Yahve savaşa d o ğ r u d a n müdahale etti. Yeşu'ya güvence verdi: "Onlardan korkma; onlan eline teslim ediyorum!" (Yeşu 10;8). N i t e k i m Yahve g ö k t e n , d ü ş m a n ı n binlercesmi bir anda ö l d ü r e n " i r i



C, E. Mendenhall, Law and Covenant in Israel and die Ancient East (1955). Bu varsayım diğer yazarların yanı sıra Albright tarafından da kabul edildi, Yûiıveiı and the Gods o\ Canaan, s, 107 vd. 223



DİNSEL İNANÇ!-AR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1



i r i dolu yağdırdı" (Yeşu 1 0 : 1 1 ) . Kenan kralı Yavin'e karşı kazanılan zaferden son­ ra, Debora ve Barak T a n r ı ' n ı n öfkesini



şarkıya dökcüler: "5eir'den



çıktığında



Yahve . . . y e ı sarsıldı, g ö k l e r d e n y a ğ m u r b o ş a n d ı , evet bulutlar eriyip su oldu" ( H â k i m l e r 5:4 v d ) . Kısacası Yahve'nin Kenanlıların Lannlanndan daha güçlü oldu­ ğu ortaya çıkar. O n u n a d ı n a yapılan savaş kutsal bir s a v a ş t ı r :



32



Erkekler kutsan­



mıştır (lîiddes, "ayinle kutsallaştırmak") ve ritüel temizliğe u y m a l a r ı gerekir. Ga­ nimet ise " h a r a m " d ı r , yani yakılan kurban olarak Yahve'ye sunulur ve tamamen y o k edilir. Ama yeni b i r v a r o l u ş ü s l u b u n a u y u m sağlayan Yahvecilik evnlir ve d e ğ i ş i r . Ö n c e b ü t ü n ç o b a n t o p l u m l a n tarafından yüceltilen değerlere karşı bir tepki g ö r ü ­ lür. Yael, göçebelerde ç o k kutsal olan konukseverlik yasasını haince i h l a l eder: Bozgundan sonra kaçan Kenanlı k o m u t a n ı çadırına davet eder ve onu uykusunda ö l d ü r ü r (Hakimler 4 : 1 7 v d ) , Musa z a m a n ı n ı n taşınabilir tapınağı k u l l a n ı l m a z hale gelir. Artık kutsal tapmaklar ve alanlarda ibadet edilmektedir. Ama t a h m i n edilebileceği gibi asıl ö n e m l i s o n u ç l a r a , Kenan diniyle etkileşim yol açar. Üstelik b u etkileşim M Ö V I I . yüzyıla dek sürer. Yahve ile El'in birleşti­ rilmesinin



a r d ı n d a n , El tapımına ait olan Yahvecilik öncesi tapmaklar ve birçok



Kenan tapınağı Yahve'ye a d a n ı r .



35



H â k i m l e r çağında Yahve ile Baal'in birbirine ka­



r ı ş t ı r ı l m a s ı ise daha da şaşırtıcıdır. Yahveciliğe olan taı anlatıyla ü n l ü ailelerde bile içinde baal sözü g e ç e n isimlere r a s t l a n m a k t a d ı r . M e ş h u r G t d y o n ' u ı ı b j ^ a d ı da Yerubbaal, "Baal kendini savunsun" (Hakimler 6:32). Bu da "Tanrı. Efendi" anla­ m ı n a gelen baal s ö z c ü ğ ü n ü n Yahve'nin bir sıfatı gibi anlaşıldığını veya Yahve'nin y a n ı sıra Baal'e de t a p m ı l d ı g m ı d ü ş ü n d ü r m e k t e d i r . ' 3



1



Herhalde başlangıçta Baal



gerçek b i r v e r i m l i l i k u z m a n ı , "toprak tanrısı" olarak kabul edilmişti. Baal tapımı ancak daha geç bir tarihte lanetlenip, dinsizliğin ö r n e k kanıtı haline geldi.



,



Kenan kurban sistemi b ü y ü k o l ç u d e benimsendi. Kurban töreninin en basit bi­ çimi kutsal bir y*y:e çeşitli adaklar b ı r a k ı l m a s ı n d a n veya zeylinyağı ya da su saçı-



G, von Rad, Der heilige Krieg ıın alien Israel (1951), özetleyen Ringgren, La religion d'hrael, S. 6 0 - 6 7 ] "Yasak" anlamına gelen İminin sözcüğü, "kutsal" anlamına gelen bir kiıklen türemiştir. Ringgren bunu tanı Israilogullanna özgü bir görüngü olarak değerlendirmek­ tedir; ama A. Lodsve Albright yalnızca Samilerle de sınırlı kalmayan başka örnekler ver­ mektedirler; krş. Rowley, Worship in Ancicnı Israel, s 56 ve dipnot 7. Bu tapmakların listesi için bkz. Fokrer, a.g.y., s. 111-113. Tapırtılar arası bağdaş t ırırmcılık hakkında bkz. G. W. Ahlstıöm, Aspects ojSyncretism in Israelite Religion, s, 11 vd; Rowley, a.g.y., s. 58 vd, Krj, Ringgren, a.g.y.. s. 56; Fobrer, s. 10.5. 224



"1SKA11. ÇOCUKKEN.



larmdan o l u ş u y o r d u . Sungular T a n n için bir besin kaynağı olarak g ö r ü l ü y o r d u ( H â k i m l e r 6:19). Israiloğulları, Yahve'ye sunulan b i r adak olarak y o r u m l a d ı k l a r ı , yakılan k u r b ı n Çolak) u y g u l a m a s ı n a b u d ö n e m d e başladılar. Ayrıca tarımla ilişki­ l i ç o k sayıda Kenan ibadetini ve hatta orji n i t e l i k l i bazı ritüelleri de benimsedi­ ler.



15



Ö z ü m s e m e süreci daha sonra, krallık d ö n e m i n d e yoğunlaştı ve i k i cinsiyet­



ten kutsal fahişelik söz konusu oldu. Tapmaklar Kenan Örneklerine göre inşa edildi içlerinde bir sunak, mezbah'lift (dikili taşlar), aşera'lar (aynı adı taşıyan Kenan tanrıçasını simgeleyen tahta direk­ ler), su veya zeytinyağı s a ç ı l a n için testiler v a r d ı . Ritüel nesnelerinden en Önem­ l i l e r i n i sayalım; t e r a / ı m l e r (tasvirler veya maskeler) ve f/od'lar ( i l k halinde, tas­ v i r ü z e r i n e yerleştirilmiş b i r elbise). Tapımla görevli personel, k o r u m a s ı n ı üst­ lendiği t a p m a k l a r ı n etrafında ö r g ü t l e n i r d i . İlk sırada rahipler ve Levililer yer alırdı: K u r b a n l a r ı sunarlar, fallsfftve ejod yardımıyla Yahve'nin İradesini anlamaya çalışırlardı. Rahiplerin ve Levililerin yanı sıra, kahinlere veya falcılara da



(ra'eh)



da r a s t l a n m a k t a d ı r , ama o n l a r ı n vasıflan Üzerine yeterince bilgi sahibi değiliz. Falcılar, peygamberler (nâbiim) gibi tapınaklara bağlı değillerdi. Bunların en i y i bilinen ö r n e ğ i Balam'dır (Sayılar 22-24): D ü ş ü n d e veya u y a n ı k k e n Yahve'yi g ö ­ r ü r ; Israiloğullarını lanetleyebilm.esi için o n l a n görmesi gerekir. Esrime



vasfına



sahip b u tipe d i ğ e r g ö ç e b e toplumla nnda da rastlanır (örneğin A r a p l a r d a k ı kâhin).



36



"Peygamber"in (nâbî) işlevi ç o k daha ö n e m l i y d i ; b u konuya ileride döneceğiz (§ 116). Şimdilik, t s r a i l o g u l l a n n ı n esrime n i t e l i k l i p e y g a m b e r l i ğ i n i n k ö k l e r i n i n Kenan dinine u z a n d ı ğ ı n ı ekleyelim, Gerçekten de Baal tapımı nâbtim'i 37



içeriyordu



(bkz. 1. Krallar, 18:19 v d ; I I . Krallar 10:19). Ama burada Mısır d ı ş ı n d a k i eski Ya­ k ı n d o ğ u ' d a oldukça yaygın b i r esrime deneyimi t ü r ü söz konusudur. S ü m e r l e r ' ' g ö k y ü z ü n e giren adam"ı bilirler; b u niteleme ş a m a n l a n n k i n e benzetilebilecek bir esrime y o l c u l u ğ u n u belirtir. Mari'de M Û X V I I I . yüzyıla ait metinler âpilum'lardan ("cevap veren") veya muhhûm



ve m u J ı h ü i u m l a r d a n , r ü y a l a n n d a veya



r ü y e ı l e n n d e tanrılardan gelen cevapları alan erkek veya k a d ı n l a r d a n s ö z eder. Bu



Fohrer, s. 106; Ahlstrûm, s 14 vd. .1, Pedersen, "The Role played by Inspired Persons among the Israelites and the Arabs;" J. Lindblom, Prophecy in Ancieni Israel, s. 86 vd. fikz, A. Haldar, Association of Cull Prophets Among the Ancient Semites, s. 91 vd, kaynakçay­ la birlikte. 225



fi!'NSja İNAMCA Vii IJÖSÜNCELEN T nltiesUamentlichen Prophétie, 1949-1965 (1967).



232



vm.



BÖLÜM



HlNT-AVRUPALILARIN DİNİ: V E D A TANRILARI



6 1 . H i n t - A v r u p a h l a r ı n Ö n t a r i h i — Hint Avrupalılar tarih sahnesine k o r k u n ç yı­ kımlarla çıktılar. M Ö 2300-1900 arasında Yunanistan, Küçük Asya ve Mezopo­ tamya'da ç o k sayıda kent y a ğ m a l a n d ı ve yakıldı. M Û 2300'e d o ğ r u Troya, Beycesultan, Tarsus ve Anadolu'daki diğer üç y ü z kent ve yerleşim merkezi de bunlara katıldı. Belgeler H i t i t , Luvı, M u a n n i a d ı verilen kavimlerden söz etmektedir. Ama A r i d i l i k o n u ş a n unsurlar başka işgalci ordular içinde de bulgu l a n m ı ş tır. H i n t - A v r u p a l ı halkların etrafa dağılması birkaç yüzyıl once başlamıştı ve yaklaşık i k i binyıl boyunca s ü r d ü . Âriler M Ö 1200'e d o ğ r u , Hindistan'daki Ganj vadisine girmişler, iranlılar Pers ülkesine sağlam bir b i ç i m d e yerleşmişler, Yunanistan ve Ege adaları Hint-Avrupalılaşrnıştı. Birkaç yüzyıl sonra, H i n d i s t a n ' ı n , italya y a r ı ­ m a d a s ı n ı n , Balkan y a r ı m a d a s ı n ı n ve Karpat-Tuna bölgelerinin, Orta, Kuzey ve Ba­ tı Avrupa'nın. —Vistül'den Baltık denizine ve Atlas okyanusuna



kadar— Hint-



Avrupalılaşması ya t a m a m l a n m ı ş ya da ç o k ileri b i r aşamaya v a r m ı ş t ı . Bu belir­ gin s ü r e ç - g ö ç , yeni t o p r a k l a r ı n fethi, y ö r e sakinlerine ö n c e boyun e ğ d i r i l m e s i , sonra da asimilasyonu- ancak XIX. yüzyılda son b u l d u Buna benzer b i r başka d i l ve k ü l t ü r yayılması örneği b i l i n m i y o r . Yüzyılı aşkın bir s ü r e d i r , bilginler Hint-Avrupalıların anavatanını belirleme­ ye, ö n t a r i h l e ı i n i çözmeye ve g o ç a ş a m a l a r ı m a y d ı n l a t m a y a u ğ r a ş ı y o r .



Anavatan



Avrupa'nın kuzeyinde ve o r t a s ı n d a , Rusya b o z k ı r l a r ı n d a , Orta Asya'da, Anado­ lu'da v b a r a n d ı . Bugün, Karadeniz'in kuzeyinde, Karpatlar ile Kafkasya arasında kalan bölgelerin Hint-Avrupalılarm anavatanı olarak s a p t a n m a s ı konusunda



görüş



birliğine v a r ı l m ı ş t ı r . ' M Ö V . ve I I I . binyıllar arasında, t ü m ü l ü s {kurgan) k ü l t ü r ü adı verilen k ü l t ü r , Karadeniz'in kuzeyinde gelişmiştir.



M Ö 4000-3500 arasında



b u k ü l t ü r ü n batıya, Tisza'ya kadar yayıldığı fark edilmektedir. Bir sonraki binyıl boyunca, kurgan k ü l t ü r ü n ü n temsilcileri Orta Avrupa'ya, Balkan y a r ı m a d a s ı n a ,



bazı hayvanlar (kurt, ayı, kaz, sombalıgi, yabanansı, balansı) ve ağaçlar (kayın, gürgen, meşe ve söğüt) için ortak bir soz dağan bulunması, ılıman iklime sahip bir bölgeye işaret etmekledir. 233



D I N S E L INANÇLAR V E D Ü Ş Ü N C E L E R TARIHI -1



Transkafkasya'ya, Anadolu'ya ve Kuzey iran'a (y. M Ö 3500-3000) girerler;







I I I . binyılda A v r u p a ' n ı n kuzeyine, Ege belgesine (Yunanistan ve Anadolu kıyıları) ve D o ğ u Akdeniz'e ulaşırlar. Marıja Girabutas'a göre, kurgan k ü l t ü r ü n ü b i ç i m l e n ­ diren ve taşıyan halklar, Ö n - H i n t - A v r u p a l ı l a r d a n ve d a ğ ı l m a n ı n son aşamalarında da Hint-Avrupaidardan başkası olamaz. Ne olursa olsun, Hint-Avrupa k ü l t ü r ü n ü n k ö k l e r i n i n neolitik çağa uzandığı kesindir, hatta mezoîitik çağa kadar da u z a n ı y o r olabilir. Diğer yandan b u kültü­ r ü n o l u ş u r k e n , kendinden ü s t ü n Yakındoğu uygarlıklarından etkilendiği de kesin­ dir. Savaş arabasını ve maden k u l l a n ı m ı n ı ,



1



bir Anadolu k ü l t ü r ü n d e n



(Kura-



Araksas k ü l t ü r ü ) a l m ı ş l a r d ı . M Ö IV, binyılda, Bal kan-Akdeniz bölgesi halkların­ dan etkilenmenin sonucu olan heykeller g ö r ü l ü r . Kilden, mermerden veya kay­ mak t a ş ı n d a n yapılmış b u heykeller, oturan bir tanrıçayı temsil etmektedir Kullanılan ortak söz dagan H ı n t - A v r u p a h l a r ı n tarımla uğraştığını, sığır (aynı zamanda domuz ve b ü y ü k olasılıkla koyun) yetiştirdiğini ve yabani ya da evcilleştirilmış atı da tanıdıklarını g ö s t e r m e k t e d i r . Hint-Avrupa halkları tarım ü r ü n l e ­ rinden hiçbir zaman v a z g e ç e m e m i ş olsalar da, daha çok b i r hayvancılık ekonomi­ si g e l i ş t i r m i ş l e r d i r . Ç o b a n göçebelik, ailenin ataerkil yapısı, talan baskınlarına d ü ş k ü n l ü k ve fetihlere yönelik askeri ö r g ü t l e n m e , Hint-Avrupa



toplumlarının



ayırt edici çizgileridir. Kurganlarla (ev b i ç i m i n d e yapılmış ve zengin süslemeleri olan mezarlar) ç o k daha yoksul mezarlar a r a s ı n d a k i zıtlık, oldukça k ö k l ü bir top­ lumsal farklılaşmaya işaret etmektedir. Kurganlara b ü y ü k olasılıkla yalnrzea şef­ lerin cenazeleri k o n u y o r d u . Bizim k o n u m u z açısından, b u varoluş tarzının - s a v a ş ve fetih amaçlarına g ö r e güçlü b i r b i ç i m d e yeniden ö r g ü t l e n m i ş çoban g ö ç e b e l i ğ i n - özgül dinsel değerle­ rin çıkışını ne ö l ç ü d e teşvik ettiğini ve kolaylaştırdığını saptamak ö n e m t a ş ı y o r . T a r ı m t o p l u m l a r ı n ı n y a r a t ı m l a r ı n ı n b i r ç o b a n toplumunun dinsel özlemlerine tam u y m a d ı ğ ı açıktır. Diğer yandan, hiçbir çoban t o p l u m u çiftçilerin



ekononıi-



sinden ve dininden tamamen bağımsız değildir. Üstelik Hint-Avrupalılar göçleri ve fetihleri sırasında sürekli olarak tarımla u ğ r a ş a n yerleşik halklara b o y u n eğ­ d i r m i ş ve onları asimile etmişlerdir. Başka b i r deyişle H m t - A v r u p a l ı l a r , ayrışık, hatta çelişkili dinsel yönelişler arasındaki sembiyozun yarattığı tinsel gerilimler­ le, tarihlerinin o l d u k ç a erken bir d ö n e m i n d e tanışmış olmalıdırlar.



2



"Bakır" ve "balta" için kullanılan terimler Sümercedir; bu terimler, Avrupa dil grupları (Cermenik, ttalık-Kelt dilleri, lllyna-Trak dilleri, Grek-51av dilleri) aynhnadan önce alın­ mıştır. 234



HİNT-AVRUPALILARIN DİNİ: VEDA TA



62. t i k Panteon ve O r t a k D i n s e l S ö z D a ğ a r ı — Oı y a p ı l a n yeniden oluşturulabilir. Elimizde öncelikle kısa, ama değerli bilgiler b u l u n m a k t a d ı r , inceleme " t a n n " y ı ifade eden terimler (Latmcede deıts, Sansk Lİtovca diewas, eski Cermen dilinde tivar) ve başlıca lupiter) içinde, Hint-Avrupa d i l i n i n deiwos, "gök" k i şüncesi göksel kutsallıkla, yani ışık ve " a ş k ı n l ı k ' l a ğında, egemenlik ve yaratıcılığın



i l k manasıyla,



u y u m l u g ö z ü k m e k t e d i r , taök ( t a n n s ı ) tam a n l a m ı y Dyauspitar, Yunan tanrısı Zeus Pater, lllyria t a n n s ı ter, iskit t a n n s ı Zeus-Papaios, Trak-Frig tanrısı Zeu G ö k ve hava hiyerofanderi başat b i r r o l oynadıj g ü r ü l t ü s ü n e verilen isimle anılması da şaşırtıcı c Thor; Keklerde Taranis (Tanaros), Baltık'ta Perkûna: k i de daha Hint-Avrupa d ö n e m i n d e gök tanrısı - d ı egemeni o l d u ğ u için y ü c e t a n n - fırtına tanrıları ka tı: Bu olaya dinler tarihi içinde o l d u k ç a sık rastlanıl rattıgı ateşin de göksel kökenli o l d u ğ u kabul edilm rupa dinlerinin ö z g ü n bir unsurudur; ö n e m l i Veda 1 MIS, Litovca ugnis, eski Slavca ogni s ö z c ü k l e r i n d e ayın ran ö n t a r i h t e n itibaren ü s t ü n bir konuma yükseldi^ dilinde Sürya, Yunancada Helios, eski Cermen d i l i n i ce, hepsi g ü n e ş a n l a m ı n a gelmektedir) Ama farklı 1 İlkle de Yakındoğu dinleriyle temas k u r u l d u k t a n sot reketli b i r tarih y a ş a m ı ş t ı r . Yer ise (*GH EM)* Gök; 5



[



Yunancadaki ifıeos sözcüğü aynı dizi içinde yer alman ifade eden bir kökten türemiştir; krş. Litovca dıvesiu, "so "soluk;" duşa, "ruh " Demek ki ifıeos, "tann" sözcügünür den hareketle geliştiği varsayılabtlir. * İran'da ateş tanrısının adı Âtar'dır; ama tapımın daha değil *agni dendiğini gösteren bilgiler bulunmaktadır; Mdımerbund, s. 77 vd. 5



Aynca güneşin temsil ettiği kutsallık. Yunan-Doğu bağd teolojik ve felsefi yeniden yaratıma olanak vermiştir; c netliğinin yayılması karşısında son kaybolan kozmik taı 235



DİNSEL INANÇLAR VE D Ü Ş Ü N C E L E R TARIHI -1



olarak kabul ediliyordu; ama Yeryüzü Ana dinsel düşüncesi H i n t-Avrupalılarda daha geç tarihlidir ve b u d ü ş ü n c e y e sınırlı bir alanda r a s t l a n m a k t a d ı r .



6



Bir d.:tt:



k o z m i k unsur olan r ü z g â r ı n , Litovcada Wejopatis, "Rüzgârın Efendisi," İran'dı Vayu ve Hindistan'da Vâyu diye tan n l aş t irildiği g ö r ü l m e k t e d i r . Ama b u son ık: ö r n e k t e , k o z m i k epifanilerden daha fazlası söz konusudur; Bunlar, özellikle



i



İranlıların Vayu'su egemen tanrıların ö z g ü n çizgilerine sahiptir. H i n t-Avrupalılar ö z g ü l bir mitoloji ve teoloji g e l i ş t i r m i ş l e r d i . Kurban t ö r e l ­ leri y a p ı y o r l a r ve söz ile ş a r k ı n ı n ( " K A N ) büyüse!-dinsel d e ğ e r i m b i l i y o r l a r d ı . M e k â n ı k u t s a m a l a r ı n ı ve yerleştikleri topraklan " k o z m i k l e ş t i r m e l e r i n i " s a ğ l a r a z kavramlara ve ritüellere sahipliler ( b u mitsel-ritüel senaryo eski Hindistan, R o c a ve Keklerde bulgulanrnışrır). Ayrıca bu n t ü e l l e r d ü n y a y ı d ö n e m s e l olarak (törene katılan i k i grup a r a s ı n d a k i ritüel kavga yoluyla) yenilemelerine de olanak t a r ı ­ y o r d u (bu r i m e l i n Hindistan ve İ r a n ' d a izleri kalmıştır). Şenliklere insanların ya­ n ı sıra tanrtlann da katıldıkları kabul ediliyor ve onlara sunulan kurbanlar yakı­ lıyordu. H i n t - A v r u p a l ı l a r t a p ı n a k y a p m ı y o r l a r d ı ; b ü y ü k olasılıkla tapım açık ha­ vada ve etrafı çevrili, k u t s a n m ı ş b i r toprak parçasında y a p ı l ı y o r d u . Bir diğer öz­ g ü n isarer, geleneğin rında yazı kullanımının



sözlü



aktanım



ve Yakındoğu



uygarlıklanyla



karşılaştıkla­



yasaklanmasıdır.



Ama d o ğ a ! olarak, i j k Hürt-Avrupa göçlerini (Hititler, H i n t - l r a n l ı l a r , Yunan­ lar, İtaiikier) sonunculardan (Cermenler, Bairık Slavları) ayıran yüzlerce



yıl nede­



niyle, ortak miras tarihsel d ö n e m i n söz d a ğ a r ı n d a , teolojilerinde ve m i t o l o j i l e ­ rinde her zaman ayıri edilememektedir. Dıger yandan, hiçbir geleneğin d e ğ i ş i m g e ç i r m e d e n sonsuza dek s ü r ü p g i t m e d i ğ i de u n u t u l m a m a l ı d ı r . Bu d e ğ i ş i m l e r ya yeni tinsel y a r a t ı m l a r ı n ya da etkilenmelerin, sembiyozun veya elenip gitmenin ürünüdür. Söz d a ğ a r ı , muhtemelen öntarilıten itibaren başlayan bu farklılaşma ve yeni b u l u ş l a r s ü r e c i n i y a n s ı t m a k t a d ı r . En anlamlı ö r n e k , ortak Hint-Avrupa dilinde "kutsal" a n l a m ı n a gelen özgül bir terim b u l u n m a m a s ı d ı r . Diğer yandan İran d i -



dugu söylenebilir. * Kelimenin yeniden yapüandınlmış biçimi, herhangi bir yazılı kaynakta doğrulanmadığı ve aslında dilbilimsel yapılandırmanın



bir ürünü



olduğunu



vurgulamak



içüı



(yazar



taralından) bir yıldız imiyle gösterilmiştir - y n . a



Daha ileri tarihlerde. Batıda insanın bir yeryüzü varlığı olarak (Gl-f MON) göksel vadıklanıı karşısına yerleştirilirken, Doğuda insanın akıllı yaratık olarak (w NU) hayvanların karşıtı c



olarak gösterildiğini de ekleyelim, krş, Devoto, Origini iıuio-europee, 5. 264 vd 236



HİNT-AVBUPAI.il ARIN DİNİ' VKDA TANRİ U R !



tinde, Laüncede ve Yurıancada ikişer l e r i m bulunmaktadır-. Avesta dilinde spenta/yaozdâta



(krş. Got d i l i , fıcifii/ıveiiı); Latince, saceı/simcius; Yunanca, hicros/hagios.



"Bulgulanan b u s ö z c ü k çiftlerinden' her b i r i n i n incelenmesi, tarihöncesinde çift y ö n l ü b i r kavTamı g ü n d e m e getirmektedir: Yönlerden b i r i o l u m l u d u r , 'tanrısal varlıkla y ü k l ü olan' a n l a m ı n ı taşımaktadır; diğeri olumsuzdur, ' i n s a n l a r ı n dokun­ m a s ı yasak olan'ı ifade etmektedir." Aynı zamanda, yine Benveniste'e g ö r e , "kur­ 1



ban"! ifade edecek ortak b i r terim de y o k t u . Ama b u y o k l u ğ a "karşılık, çeşitli d i l ­ lerde ve ç o ğ u n l u k l a her b i r i n i n de kendi içinde, kurban eyleminin çeşitli biçimle­ rine denk d ü ş e n b ü y ü k bir ifade çeşitliliği göze ç a r p m a k t a d ı r : Saçı (Sanskritçe juhoü, Yunanca spentlö); törenle yapılan sözlü taahhüt (Latince vnvco, Yunanca cuchomai); ritüel şölen (Latince daps); t ü t s ü l e m e (Yunanca ifıuö), ışık ritueli {Latince îusrro)." "Dua" s ö z c ü ğ ü n d e ise, terminoloji i k i farklı kökten hareketle o l u ş m u ş ­ 8



t u r * Kısacası farklı Hint-Avrapa halkları, ortak ön tarihlerinden itibaren, dinsel geleneklerini sürekli yeniden yorumlama eğilimi içindeydiler. Bu s ü r e ç göçler sı­ r a s ı n d a yoğunlaştı.



63. Ü ç B ö l ü m l ü H i n t - A v r u p a İ d e o l o j i s i — Çeşitli Hint-Avrupa



mitolojilerinden



kalan parçalar ö n e m l i bir kaynak o l u ş t u r m a k t a d ı r . Gerçi b u parçalar farklı çağla­ ra ait o l d u k l a r ı gibi, bize de ayrışık ve farklı değerlere sahip belgeler aracılığıyla ulaşmışlardır:



ilahiler,



ritüel



metinleri, manzum destanlar, teoloji



halk efsaneleri, t a r i h y a z ı m l a n , Orta ve Kuzey Avrupa halklarının



yorumları,



Hıristiyanlığı



k a b u l ü n d e n sonra Hıristiyan yazarlar tarafından k a y d e d i l m i ş geç tarihli anlatılar. Yine de b ü t ü n b u belgeler d e ğ e r l i d i r , ç ü n k ü b i r ç o k dinsel k a v r a m ı n i l k hallerini korumakta veya ( b o z u l m u ş halde de olsa) onlan y a n s ı t m a k t a d ı r l a r . Max Müller ve tilmizlerinin anladığı biçimiyle "karşılaştırmalı m i t o l o j f ' n i n abartı ve batala-



7



E. Benvenıste, Le vocabvlaırc dcs ııısl/tııiioııs~mdo-turo\ıee>\ne5,c. I I , s. 179. Din konusunda ise. "Her yerde ve her an var olan bu gerçekliği ayn bir kurum olarak algılamayan HınıAvrupalılann bunu ifade edecek ayn bir terimleri, de yoktu," a.gy., s. 265



Georges



Dumezıl Hin t-Avrupai ilan n kutsalın söz dağarını birçok kez tahlil etti; bkz. son çıkan La religioıı romafne arclıatyue (2. baskı, 19-74), s. 131-146. s



E. Benveniste, a.g.y„ s. 223. Yine de Eric Hamp kısa sûre önce "kurban" için kullanılan or­ tak terimi yeniden oluşturabılmiştir; krş, J!ES, c. I , 1973, s. 320-322.



9



ü z g ü n Hitit-Slav-Baltık-Enueni (-Cermen?) dillen diyalekt topluluğu, Hitilçedeki mullâi"dua etmek" terimine akraba biçimler gösterirken, İran dili, Kekçe ve Yunancada *j>hwe:d!ı-"dua etmek, istemek" kökünden türemiş terimler bulunmakladır; Benvenıste, a.g.y., s. 245 237



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELCE T A R İ H İ - ]



rı, bu malzemeleri k u t l a n m a m ı z ı engellememelidir. Yeter k i malzemenin belgesel değeri hakkında yanılgıya d ü ş ü l m e s i n . Rig Veda'da bulgulanan b i r m i t M Ö I I . binyıldan daha geç tarihli olamaz; oysa Titus-Livus, irlanda destanı veya S n o r r ı Sturluson'da k o r u n m u ş anlatılar zamandizin açısından ç o k daha gençtir. Ama bu t ü r anlatılar Veda miliyle her noktada u y u m içindeyse, o n l a r ı n ortak Hint-Avrupa niteliğinden k u ş k u duymak, hele b u kesişme münferit bir olay değilse ve bir sis­ tem içinde eklemleniyorsa zordur. Georges Dumezil, Hint-Avrupa m i t o l o j i l e r i n i n ve dinlerinin



karşılaştırmalı



incelemesini k ö k t e n yenileyen bir dizi eserde bunu k a n ı t l a m ı ş t ı r . Burada onları ö z e t l e m e k s ö z konusu olamaz. Ama şu k a d a r ı n ı söyleyelim: Fransız bilginin araş­ tırmaları, Hint-Avrupa t o p l u m u n u n ve d i n i n i n temel yapısını ortaya ç ı k a r m ı ş t ı r . T o p l u m u n ü ç sınıfa b ö l ü n m e s i n e —rahipler, savaşçılar, hayvancılar/çiftçiler- üç işlevli b i r dinsel ideoloji denk d ü ş ü y o r d u : Büyüsel ve hukuksal egemenlik i ş l e v i , savaşçı g ü c ü n tanrılarının işlevi, son olarak da bereket ve ekonomik refah tanrıla­ r ı n ı n işlevi. Tanrıların ve t o p l u m u n b ö y l e u ç b ö l ü m e ayrılışı en i y i Hint-lranlılarda g ö z l e m l e n m e k t e d i r . Eski Hindistan'da brâlimana'lar



(rahipler, kurban tören­



lerini y ö n e t e n l e r ) , ftşairiya (askerler, cemaatin koruyucuları) ve vaiiya (üreticiler) toplumsal sınıflarına Varuna ve Mıtra, Indra ve ikiz tanrılar Nâsatyalar'a (veya Aivin'ler) denk düşer. M O 13S0'e d o ğ r u bir Hitit kralının Küçük Asya'dakı y a r ı Hintlılerin (Mitanniler) bir şefiyle yaptığı a n l a ş m a d a , aynı tanrılar aynı sırayla sayılmıştır: Mitra-(V)anma (bir diğer çeşitlemesi Uruvana), Indra, i k i Nösatya. A y m şekilde Avesta da rahipleri (âtlım, van), savaşçıları (savaş arabalarında sava­ şanlar, rathae-s£ar), hayvancı-çiftçileri



(vösirjö./suycıııt) b i r b i r i n d e n ayırır;



tek



fark, iran'da b u toplumsal b ö l ü n m e n i n bir kast sistemi halinde katılaşmaınasıdır. Herodotos'a göre ( I V , 5-6), İranlı İskitler de u ç sınıfa b ö l ü n m ü ş t ü ve d o ğ r u d a n Iskitler'in soyundan gelen Kafkasya Osetlerinde bu gelenek XIX. yüzyıla kadar sürdü. Kekler, t o p l u m u druidler (rahipler, h u k u k ç u l a r ) , askeri aristokrasi (Jlaith, tam karşılığı "erk," Sanskritçede kşatrâ) ve bâ airig, inek (bö) sahibi, özgür adamlar (di­ riğ) olarak ayırırlardı. Dumeztl'e göre, R o m a ' n ı n k u r u l u ş u n a ilişkin mitsel, ama hayli t a n h s d e ş t i r i l m i ş anlatılarda da benzer b i r toplumsal b ö l ü n m e ayırt edilebil­ mektedir; lupiter tarafından korunan kral Romulus; savaş teknisyeni E t r ü s k Lucumon; kadınları ve zenginlikleri getiren Tatius ve Sabinler. C a p i t o l ' ü n üçlu tanrı grubu - l u p i t e r , Mars, Q u i r i n u s - bir anlamda Roma toplumunun tannsal, göksel d ü z l e m d e k i örneğini o l u ş t u r m a k t a d ı r . İskandinav dinine ve mitolojisine de ben-



238



Hl NT-AV RU HALILAR IN EıINI: VEDA TANRILARI



zer bir üçlü egemendir' Egemen l a n n Odin, ş a m p i y o n Thor ve berekete h ü k m e ­ den Frey. İlk işlevin i k i b ö l ü m e veya tamamlayıcı eğilimlere ayrılmasını —büyüsel ege­ menlik ve hukuksal egemenlik- Varuna ve Mitra çifti açık bir biçimde yansıtır. Eski H i n t l i l e r için, Mitra " d ü ş ü n e n , açık, düzenli, sakin, i y i niyetli, dinsel g ö r ü ­ n ü m ü y l e " egemen t a n n ve Vanına da "saldırgan, karanlık, e r m i ş , şiddetli, kor­ k u n ç , savaşçı g ö r ü n ü m ü y l e " h ü k ü m d a r d ı r .



10



Aynı i k i parçalılığa özellikle



Ro-



ma'da aynı zıtlıklar ve aynı tamamlayıcı değişimlerle rastlanır; Bir yanda Lupercus'larla - k e n t içinde çıplak halde k o ş u p , yoldan geçen kadınları d o ğ u r g a n kıl­ mak için onlara keçi derisinden kırbaçlarla vuran g e n ç l e r - gerçek anlamda rahip­ ler olan Flamen'ler a r a s ı n d a k i zıtlık; diğer yanda Roma h m ilk i k i kralının farklı yapı ve tavırları: K o r k u n ç lupiter için i k i t a p ı m kuran Romulus ve Fides Publica tapmağını k u r u p , i y i niyeti sağlayıp yeminleri kaydeden b u tanrıçaya özel b i r bağlılık vazeden Numa. Romulus-Numa zıtlığı ilke olarak Lupercus'lar-Flamen'ler zıtlığıyla ö r t ü ş ü r ve diğer yandan da Varuna-Mitnı k u t u p l a ş m a s ı n a her noktada denk düşer, Hintlilerde ve Romalılarda tanrısal e g e m e n l i ğ i n i k i y ö n ü n ü tahlil eden Geor­ ges D u m é z i l , farklılıkları



da d o ğ r u b i r b i ç i m d e v u r g u l a m ı ş t ı r .



Gerek Vedalar



Hindistan'ında gerekse Roma'da aynı Hint-Avnıpa yapısı g ö r ü l m e k t e d i r , ama i k i "ideolojik alan" t ü r d e ş değildir. "Romalılar tarihsel olarak d ü ş ü n ü r k e n , H i n t l i l e r masalsı b i ç i m d e d ü ş ü n m e k t e d i r . Romalılar müfi, Hintliler evrensel açıdan düşün­ mektedir." Romalıların ampirik, g ö r e Üleş ti rte i , siyasi, h u k u k i d ü ş ü n m e b i ç i m i karşısında, H i n t l i l e r i n felsefi, mutlak, dogmatik, ahlaki ve mistik d ü ş ü n c e s i yer a l m a k t a d ı r . " Başka Hint-Avrupa h a l k l a r ı n d a da "ideolojik alanlar" a r a s ı n d a ben­ zer farklılıklar ayırt edilmektedir. Daha once de söylediğimiz gibi, elimizdeki belgeler A r i dili k o n u ş a n farklı halkların tarih içindeki özgül ifadelenni oluştur­ m a k t a d ı r . Kısacası başlangıçtaki t o p l u l u ğ u n dinsel d ü ş ü n c e ve u y g u l a m a l a r ı m



de­



ğil, ancak H i n t - A v r u p a ideolojisinin genel yapısını yakalayabiliriz. Ama b u y a p ı , Hint-Avrupalılara özgü dinsel deneyim ve s p e k ü l a s y o n t ü r ü konusunda bize b i l g i vermekte, ayrıca A r i dili k o n u ş a n halkların her birine ait özgül yaratıcılığı değer­ lendirmemize de olanak tanımaktadır. Tahmin edilebileceği gibi, en b ü y ü k yapısal çeşhiılik üçüncü işlev konusunda b u l g u î a n m a k t a d ı r ; ç ü n k ü bolluk, barış, bereketle ilişkili dinsel ifadeler zorunlu 1 0



G. Dumézil, Mitra-Varuna (2. baskı, 1948), s. 85.



1 1



G. Dumézil, Servin.! et ki Fortune, s. 190-192. 239



DİNSEL İNANÇLAR Vf. DÜŞÜNCELEK TAKIHI - I



olarak her grubun coğrafyası, ekonomisi ve tarihsel durumuyla bağlantılıdır. İkinci işlevi o l u ş t u r a n fiziksel güce, özellikle de d ö v ü ş l e r sırasında güç kullanı­ m ı n a gelince, Georges D u m é z i l b u konuda Hindistan (Hint-Avrupalılar zamanın­ da), Roma ve Cermen d ü n y a s ı arasındaki belli sayıda u y u ş m a y ı



aydınlatmıştır.



Ö r n e ğ i n gerçek anlamıyla erginleme sınavı, b ü y ü k olasılıkla, genç savaşçının üç rakibe veya üç kafalı bir canavara (belki de bu canavarı bir kukla temsil ediyor­ du?) karşı d ö v ü ş m e s i n d e n o l u ş u y o r d u . İrlandalı kahraman Cuchulainn'in ü ç kar­ deşe karşı k a z a n d ı ğ ı kavgayı ve Horatius'un üç Cunatus'la d ö v ü ş ü n ü konu alan anlatılarda da benzer b i r senaryo seçilmektedir. Her ıkısı de ü ç kafalı canavarları ö l d ü r e n lndra ve İranlı kahraman Thraëtaona m i t l e r i için de aynı şey geçerlidir. C u c h u l a ı n n ' d e ve Horatius'da zafer, t o p l u m için zararlı ve ritüelle ruhtan kovul­ m a s ı gereken "çılgın biv öfke" (jurer, K e k ç e / e r g ) u y a n d ı r ı r . Ayrıca lndva'daki " ü ç g ü n a h " mit izleğinin benzerlerine de İs kandına vya'dakı kahraman Starcatherus d e s t a n ı n d a ve Yunanistan'daki Herakles mitolojisinde r a s t l a n ı r .



12



Büyük olasılıkla



bu mitsel-rituel izlekleri ortak Hint-Avrupa d ö n e m i n i n b ü t ü n m i t o l o j i s i n i ve sa­ vaşçı tekniklerini k a p s a m ı y o r d u . Ama halkların dağıldığı alanın i k i ucunda, H i n ­ distan ve İrlanda'da k o r u n d u k l a n n ı saptayabilmek ö n e m l i d i r . Anlaşıldığı kadarıyla, ü ç b ö l ü m l ü ideoloji tutarlı ama esnek bir sistem oluştu­ ruyor, b u sistem ç o k sayıda tanrısal b i ç i m , dinsel d ü ş ü n c e ve uygulamayla çeşitli şekillerde t a m a m l a n ı y o r d u . Farklı Hint-Avrupa d i n l e r i m incelerken, bu farklılık­ ların sayısını ve ö n e m i n i d e ğ e r l e n d i r m e olanağı bulacağız. Ü ç b ö l ü m l ü ideoloji­ n i n , ortak d ö n e m d e geliştirilmiş de olsa, ç o k saygı duyulan bazı k a v r a m l a r ı , ö r ­ neğin yaratıcı, egemen ve baba olarak g ö k tanrısını b i r kenara bıraktığına veya k ö k l ü bir b i ç i m d e yeniden y o r u m l a d ı ğ ı n a inanmak için elimizde geçerli nedenler var. Dyauspitar'ın yerinden edilip, o n u n yerine V a r u n a ' n ı n geçirilmesi ise (bunun İzlerine Rig Veda'da r a s t l a n m a k t a d ı r ) ç o k daha eski bir süreci y a n s ı t m a k t a veya onun uzantısını o l u ş t u r m a k t a d ı r .



64. Â r i l e r H i n d i s t a n ' d a — H i n t - l r a n kabileleri, ortak d ö n e m l e r i n d e , kendilerini "soylu (insan)" a n l a m ı n a gelen b i r terimle, Avesta dilinde airya, Sanskritçede arya



Bu üç günah, dinsel düzen, savaşçı ülkü, bereket alanlarındaki üç işlevle ilişkili olarak iş­ lenir; bu da üç işlevlilık varsayımım doğrular. Herakles mitolojisinde ortak bir Hint-Av­ rupa motifinin tanımlanabılmesınin anlamlı olduğunu da ekleyelim, çünkü Yunanis­ tan'da üç bölümlü ideoloji, Ege kültürüyle sembiyozun bir sonucu olarak, oldukça er­ ken bir tarihte dağılmıştır. 240



HlriT-AVHUTAUUHiN DİNİ VTDA TANRILARI



ile a d l a n d ı n y o r l a r d ı . Âriler, MÛ I I . binyılın başında Kuzeybatı Hindistan'a sız­ maya b a ş l a m ı ş l a r d ı ; d ö r t veya b e ş yüzyıl sonra "Yedi Irmak," sapta



tindhamh



b ö l g e s i n i , ' yani Yukarı I n d ü s , Pencap havzasını işgal e t m i ş l e r d i . Daha önce de 1



belirttiğimiz gibi (§ 39), işgalciler bazı Harappa kentlerine s a l d ı r m ı ş ve onları y ı k m ı ş olabilirler. Veda metinlerinde, I n d ü s uygarlığının takipçileri veya b u uy­ garlıktan hayatta kalanlar olarak tanımlanabilecek dasa veya dasyu'lara karşı veri­ len savaşlardan söz edilir. Bunlar, siyah tenli, "burunsuz," barbar d i l i n i k o n u ş a n ve fallus t a p ı m ı n ı (sisııo deva) vazeden kişiler olarak betimlenir. Zengin s ü r ü l e r i vardır ve tahkim edilmiş yerleşimlerde (pur) otururlar. İ n d r a ' n m - l a k a b ı



puran-



âara, "kaleleri y t k a n ' d ı r - yüzlercesine saldırıp yıktığı b u "kaleleri'dir. Savaşlar ilahiler y a r a t ı l m a d a n önce yapılmıştır; ç ü n k ü a n ı l a n güçlü b i r b i ç i m d e m i t o l o j i b i ç i m i n e b ü r ü n m ü ş t ü r . Rig Veda da bir diğer d ü ş m a n halka değinir; İnekleri ça­ lan ve Veda t a p ı m ı n ı reddeden Pttni'ler. Ravi Nehri kıyısındaki H a r i y ü p i y â ile Harappa'nm aynı yer olması m ü m k ü n d ü r . Ayrıca Veda metinleri "cadılar"m oturdu­ ğu harabelerden de (arma, armana) söz eder; b u da Ârilerin yıkılmış kentleri b ö l ­ genin eski sakinleriyle özdeşleştirdiğini g ö s t e r i r .



11



Bununla birlikte yerlilerle sembiyoz o l d u k ç a erken b i r d ö n e m d e başlar. Daha geç tarihli Rig Veda k i t a p l a r ı n d a dâsa sözcüğü, yenilen D â s a ' l a n n yazgısına işaret eden bir b i ç i m d e , "köle" a n l a m ı n a gelmektedir; ama anlaşılan, boyun eğdirilen halkın diğer üyeleri uygun b i r b i ç i m d e A r i toplumuyla bütünleştirilmiştir. Ö r n e ­ ğin şef Dâsa, Brahmanlan k o r u d u ğ u için ö v ü l ü r .



35



Yerlilerle evlenmeler dilde de



izler bırakır. Veda Sanskıitçesi başka hiçbir Hint-Avmpa dilinde, hatta İran d i l i n ­ de bile rastlanmayan b i r dizi sesbirime, özellikle de kafa sesiyle çıkarılan ü n s ü z ­ lere sahiptir. Bu ü n s ü z l e r , b ü y ü k olasılıkla efendilerinin d i l i n i ö ğ r e n m e y e çalışan yerlilerin telaffuzunu y a n s ı t m a k t a d ı r . Aynı şekilde Veda söz d a ğ a r ı n d a , çok sayı­ da A r i kökenli olmayan s ö z c ü k k o r u n m u ş t u r . Üstelik bazı mitler de y e r l i köken­ lidir.



1 6



En erken d ö n e m d e n başlayarak bulgulanan bu ırklar, k ü l t ü r l e r ve dinler



arası sembiyoz süreci, Âriler Ganj vadisine d o ğ r u ilerledikçe g ü ç kazanacaktır. Veda d ö n e m i H i n t l i l e r i tarımla da u ğ r a ş ı y o r l a r d ı , ama asıl ekonomileri hay-



Bu isim Avesta'da da bilinmektedir; Haptahindu. ! 1



B, ve R Alchin, TTıe Bı'rth oj indimi Civilızalıon, s. 155. Dünyalı düşmaıılann demonlara, "hayaletlere veya "büyücü'lere dönüşmesi sık rastlanan bir görüngüdür; bkz. M. Eliade, Z_£ mytfıe de Ytternel retoıır, s. 51 vd



1 5



İ S



RigVedaVllI,46,32. Bkz. M. Eliade, Le Yoga, s. 348 vd, 409 vd. 241



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARH [1 - i



v a n a l ı k t ı . Sürü hayvanları para işlevi g ö r ü y o r d u . Süt ve süt ü r ü n l e r i n i n yanı sı­ ra, sığır eti de tüketiliyordu. At çok değerliydi, ama yalnızca savaşlarda, talan için yapılan a k ı n l a r d a ve krallık ritüellerinde kullanılıyordu ( k ı ş . § 73). Ârilerin kentleri y o k t u ve yazıyı da bilmiyorlardı. M a d d i k ü l t ü r l e r i n i n basitliğine k a r ş ı n , m a r a n g o z l a r ı n ve t u n ç işleyenlerin b ü y ü k bir saygınlığı v a r d ı . Demir ancak M Ö 17



1050'ye d o ğ r u kullanılmaya b a ş l a n d ı . Kabileler, râcâ adı verilen askeri şefler tarafından y ö n e t i l i y o r d u . Bu kralcıkfar m iktidarı halk meclisleriyle (soblıfl ve şamili) dengeleniyordu. Veda d ö n e m i n i n sonuna d o ğ r u , toplumun dört sınıf halinde ö r g ü t l e n m e s i t a m a m l a n m ı ş t ı . Top­ lumsal sınıfları ifade eden varna terimi "renk" a n l a m ı n a gelir: Bu da H i n t toplıvı m m u n temelini o l u ş t u r a n etnik ç o ğ u l l u ğ u n işaretidir. İlahiler Veda d ö n e m i n d e k i hayatın yalnızca bazı y ö n l e r i n i açığa çıkarır. Anla­ tım genellikle kısadır: Âriler m ü z i k ve dansı sever; flüt, lavta ve harp çalarlar. Sarhoş edici içkilere, soma ve surâ'ya d ü ş k ü n d ü r l e r ; s u r a ' n ı n dinsel bir anlamı da yoktur. Zar o y u n u o l d u k ç a yaygındır; Rig Veda'nın b i r ilahisi tamamen bu oyuna ayrılmıştır.



13



Birçok ilahi farklı Âri kabileler arasındaki çatışmalara değinir. En



m e ş h u r kabile olan Bharata'lar, kralları Sudasin k o m u t a s ı n d a , kendilerine karşı b i r l e ş m i ş on prensi y e n m i ş l e r d i . Ama Rig Veda tarihsel veriler b a k ı m ı n d a n o l ­ dukça yoksuldur. Bazı Veda kabilelerinin isimlerine - ö r n e ğ i n Bharata'lar- daha sonraki edebiyatta da rastlanır. Veda d ö n e m i n d e n en az b e ş , altı yüzyıl sonra ya­ ratılmış Mahâbhârata,



K u r u l a r ile kuzenleri Pândava'îar arasındaki b ü y ü k savaşı



anlatır. P u r â n a ' l a r m korunan anlatıya göre, bu savaş M û 1400'e d o ğ r u , y a r ı m a d a ­ n ı n merkezindeki Madhyadesa'da gerçekleşmişti. Bu da Ârilerin Ganj vadisinin de ilerisine kadar sızdıklarını gösterir. Büyük teoloji eseri 5atapaiha



Brâhmana



ya­



zıldığı sırada, M Ö 1000-800 arasında, Kosala ve Videha eyaletleri Arileşmişti. Râmâyâna



ise Âri etkisinin g ü n e y e d o ğ r u yayıldığını gösterir.



Ârilerin hasımları nasıl rnitolojileştirilmiş, detnonlara ve büyücülere d ö n ü ş t u r ü l m ü ş s e , t o p r a k l a r ı n fethi sırasında girilen savaşlar da aşkın b i r g ö r ü n ü m e b ü r ü n d ü r ü l m ü ş , daha kesin bir ifadeyle lndra'nın Vrtra'ya ve diğer "şeytani" var­ lıklara karşı dövuşleriyle özdeşleştirilmiştir. Daha ileride, b u tür ö r n e k savaşla­ rın kozmolojik s o n u ç l a r ı n ı tartışacağız (§ 68). Şimdilik yeni bir toprağın işgali­ n i n Agni'ye a d a n m ı ş bir sunak (garhapatya) dikilmesiyle m e ş r u l a ş t ı r ı l d ı ğ ı m be-



Bu maddi kültür betimlemesini, aletlerin bıiyusel-dinsel değerlerinin ve bu aletlerin her birine ait mitolojilerin oluşturduğu "koşut dünya"yla tamamlamak gerektiği açıktır. Rig Veda X, 34. 242



HINT-A VEU PALI LA RİN DİNİ: VEDA TANKI LAKI



lirtelim.



1 9



"Bir gârhapatya



yapılınca, oraya yerleşildtgi (avasyatİ)



s u n a ğ ı n ı yapanların hepsi y e r l e ş m i ş t i r . " '



10



söylenir ve ateş



Ama A g n ı ^ e a d a n m ı ş bir sunak d i k i l ­



mesi yaratılışın ritüei d ü z l e m i n d e taklidinden başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, işgal edilen toprak daha önce "kaos"tan "kozmos'a



dönüştürülmüşken,



ritüei aracılığıyla biT "biçim" alır ve gerçek olur. Aşağıda göreceğimiz g i b i . Veda panteonuna erkek tanrılar egemendir. Adları bilinen b i r k a ç tanrıça daha ç o k silik roller oynar: tanrıların anası, anlaşılması g ü ç A d i n ; şafak tanrıçası Usas; kendisine güzel bir ilahi de a d a n m ı ş gece tanrıçası Râtri.



21



O halde U l u T a n n ç a ' n ı n H i n d u i z m içindeki egemen k o n u m u ayrı b i r an­



lam k a z a n m a k t a d ı r : U l u T a n r ı ç a n ı n b i r yandan Brahmancılık-dışı dinselligin ka­ z a n d ı ğ ı zaferi yansıttığına k u ş k u yoktur; ama d i ğ e r yandan da Hint düşüncesinin yaratıcı g ü c ü n ü n b i r işaretidir. Veda metinlerinin,



askeri aristokrasiye hizmet



eden seçkin bir ruhban sınıfının dinsel sistemini yansıttığını tabii k i dikkate al­ mak gerekir; herhalde t o p l u m u n geri kalanı - y a n i ç o ğ u n l u ğ u o l u ş t u r a n veuiya'lar ve sudra'lar— i k i binyıl sonra Hinduizmde karşılaşılacak d ü ş ü n c e ve inançların benzerlerini paylaşıyordu



2 1



İlahiler Veda d i n i n i n b ü t ü n ü n ü y a n s ı t m a z ; onlar ön­



celikle d ü n y e v i iyiliklerle, sağlık, uzun ö m ü r , b i r ç o k erkek evlat, hayvan b o l l u ­ ğu, servetle i l g i l i bir dinleyici kitlesi için h a z ı r l a n m ı ş ! a r d ı r . " Demek k i daha ile­ ride yaygınlaşacak bazı dinsel k a v r a m l a r ı n daha Vedalar çağında ortaya çıktıkları düşünülebibr. Yukarıda d e ğ i n d i ğ i m i z H i n t zekâsının yaratıcı gücü özellikle,



Hindistan'ın



Ârileşme5İ, daha geç bir tarihte de H i n d u l a ş m a s m a yol açan sembiyoz, ö z ü m s e m e ve yeniden d e ğ e r y ü k l e m e s ü r e c i n d e belirir; ç ü n k ü binlerce yıllık bu s ü r e ç , Brahmanlarm Vedacı "vahiy" (sntti) temelinde geliştirdikleri dinsel sistemle diyalog içinde gerçekleşir. Son tahlilde, H i n d i s t a n ' ı n dmsel ve kültürel bırîıgı Vedalar ça­ ğ ı n d a k i ritüelcilerin



ve şair-filozofların



etkisiyle gerçekleştirilmiş



uzun b i r



sentezler dizisinin sonucudur.



Krş. A K. Coomaraswamy, The Rfgvedu as Land-nâma-bök, 5. 16, M . Eliade, Lz ınyihe de



Vétemei retour, 5. 22, Salapatha Br. V i l , 1, 1. 1-4. R i g V e d a X , 127 Krş. Louis Renou, Religión; ojAnctent India, s. 6. Bu d u r u m , Horneros d ö n e m i n d e k i Yunan d i n i n i n d u r u m u n u h a t ı r l a t m a k t a d ı r : Şiirler, ev­ rensel berekete ve r u h u n ö l ü m d e n sonraki v a r o l u ş u n a ilişkin nıyste r í a l a ra az ilgi d u y a n ya da b u konularla h i ç ilgilenmeyen bir askeri seçkinler grubuna sesleniyordu; oysa aynı ıııysteria'lar o n l a r ı n eşlerinin ve u y r u k l a r ı n ı n dinsel etkinliğini y ö n l e n d i r i y o r d u .



243



DİNSEL INANÇ.LAK VIMMJSUNCE-l.EI! TARIMI - I



65. V a r u n a , tik T a n r ı ; Deva'lar ve Asura'lar-— İlahiler Veda d i n i n i n en eski b i ç i m i n i yansıtmaz. H ı n t - A v r u p a gök tanrısı Dyaus tapım i ç i n d e n silinmışıir. Ar­ lık adı "gök" veya " g ü n " a n l a m ı n a gelmektedir. Göksel kutsallığın k i ş i l e ş t i r i l m e sini ifade eden sözcük, sonunda doğal bir görüngüyü anlatır hale gelmiştir. G ö k t a n n l a r ı n ı n tarihinde o l d u k ç a sık g ö r ü l e n bir süreç söz konusudur: Diğer tannlar karşısında s i l ü ı m e k t e ve deus oüosus'a d ö n ü ş m e k t e d i r l e r . Bir gök taıırLSi ancak kendisine egemen tanrı olarak tapıldığı ölçüde i l k saygınlığını k o r u m a y ı başa­ rır.



y



Bununla birlikte Veda şairleri "Her Şeyi Bilen Gök"ü hala h a t ı r l a m a k t a



"Gok Baba"yı, DyauspitaıT anmakladırlar."" Dyaus özellikle i l k tann



25



ve



çiftinde,



D y â v â p r i ı h i v î ' d e , " G ö k ve Yer"de m e v c u t t u r ' 2



O l d u k ç a erken b i r d ö n e m d e , tam bir egemen tann olan Varuna, Dyaus u n ye­ r i n i alır. O n u n Evrensel Kral, sanıra/ konumuna y ü k s e l m e d e n önce geçirdiği aşa­ malar i y i b i l i n m e m e k t e d i r / Varuna'dan özellikle asilin unvanıyla söz edilir ve 8



bu unvan başka tanrılar. Örneğin Agni için de k a l l a n ı l ı r / " Aslında Asuralar en es­ k i tanrı ailesini oluşturuyorlardı."



10



Veda metinleri tanrıları (deva) Asmalarla kar­



şı karşıya getiren çatışmaya g ö n d e r m e l e r yapar. Bu çatışma Vedalar s o n r a s ı d ö ­ nemde, kurban mysieriii'sını işleyen eserler olan BraJımöizitlfli' içinde uzun uzun anlatılıp y o r u m l a n a c a k t ı r . Tanrılar zaferi, kurban törenine sahip olmayan Asuralar'ı tndra'mn çağrısıyla terk eden Agni sayesinde kazanacaktır.



31



Kısa bir süre



sonra Devalar, kurban t ö r e n i n e ilişkin Söz'ü de (Voc) Asuralaı'ın elinden aldılar. O zaman İndra, Varuna'yı da k e n d i krallığına geçmeye ç a ğ ı r d ı .







D e v a l a r ı n Asu-



ralar'a karşı kazandığı zafer, tndra'mn Dasyulara karşı zaferiyle ozdeşleştirildi; Dasyu'lar da en derin karanlıkların içine a t ı l m ı ş l a r d ı .



!S



M i t t e k i b u çatışma, i l k Tanrılar grubuna karşı İ n d r a y ö n e t i m i n d e k i "genç tatın l a r " ı n savaşını yansıtır. Asuralar'ın gerçek "büyücüler" diye ü n y a p m a s ı ' ve 1



2 t



Krş. Dinler Tarihine Giriş, 5 B5vd.



2 3



Atharva Veda, I , 32, 4.



2 6



Atharva Veda VI, 4, 3,



2 7



RigVedal, 160



2 8



Rıg Veda VII, 82, 2



2 9



Atharva Veda I , 10, 1 vb.



1 0



Atharva Veda V I , 100,3.



31



RigVedaX, 124; V. 5,



3 2



RıgVedaV, 5



1 3



Atharva Veda IX. 2, 17; kıs. Rig Veda VII, 99, 4; vb.



1 4



Atharva Veda 111,9,4, VI, 7 2 , 1 . 244



HlNT-AVKUPAULARIN DİN!. VOIA TANRILARI



sudra'larla özdeşleştirilmesi,



mutlaka Ârıler



öncesi yerli halkların



tanrılarını



temsil ettikleri a n l a m ı n a gelmez. Vedalar'da asura unvanı hangi tann için olursa olsun, hatta Dyaus ve İndra için hile bir sıfat olarak k u l l a n ı l m a k t a d ı r (tndra'ya "Asııralar'm H ü k ü m d a r ı " adı v e r i l m i ş t i r ) .



35



Başka bir deyişle, «sura terimi i l k d u ­



r u m u n , özellikle de d ü n y a n ı n güncel d ü z e n i n d e n önceki d u r u m u n özgül kutsal güçlerine g ö n d e r m e y a p m a k t a d ı r . "Genç tanrılar," Devalar da bu kutsal g ü ç l e r i sahiplenmekten geri k a l m a m ı ş l a r d ı r ; bu nedenle onlar da asura sıfatından faydala­ nabilme ktedir. "Asuralar ç a ğ ı m ı n , Devalar y ö n e t i m i n d e k i güncel d ö n e m d e n once geldiğini vurgulamakta yarar var. Birçok arkaik ve geleneksel dinde o l d u ğ u gibi, Hindis­ tan'da da başlangıç çağından güncel çağa geçiş kozmogoni ölçüleriyle açıklanır: Bir kaos "half'nden d ü z e n l i bir dünyaya, "kozmos'a geçiş, î n d r a ' n ı n i l k ejderha Vrtra'yla d ö v ü ş ü n ü anlatan mitte de, b u kozmogoni arka planı karşımıza çıkacak (§ 68). Aslında i l k t a n r ı , gerçek b i r asura olarak Varuna; Vrtra ile özdeşleşlirilmişti. Bu ö z d e ş l e ş t i r m e , tanrısal çift-birlik gizemi ü z e r i n e bir dizi içrek s p e k ü l a s ­ yon yapılmasına olanak tanıdı.



66. V a r u n a : Evrensel K r a l ve B ü y ü c ü : Rta ve M â y a — V e d a metinleri Varuna'yı egemen tanrı olarak sunar: D ü n y a y a , tanrılara (devalar) ve insanlara h ü k m e ­ der. "Nasıl k i b i r kasap hayvan derisini gererse, o da, Güneş'e halı olsun diye Yer'İ çekip g e r m i ş t i r . . . . " "İneklerin içine s ü t ü , gönüllerin içine zekâyı, s u l a r ı n içine ateşi, g ö k y ü z ü n e güneşi, d a ğ m ü s t ü n e soma'yı"



o koymuştur.



36



Evrenin ege­



meni olarak gök tanrılarının bazı sıfatlarına da sahiptir: v/svadûrsata'dır, yani "her yerden g ö r ü l e b i l i r , "



3,



her şeyi b i l i r



lan mitsel ifadeyle, "bin g ö z l u ' d ü r .



40



38



ve yenilmezdir. Yıldızlar için kullanı­ 39



Her şeyi " g ö r d ü ğ ü " ve hiçbir g ü n a h gözün­



den k a ç m a d ı ğ ı için, ne kadar gizlenmiş olursa olsun insanlar onun huzurunda kendilerini "köle g i b i " hissederler.'



11



"Korkunç h ü k ü m d a r , " gerçek bir " b a ğ efen­



disi" olarak, b ü y ü l ü güçlere sahiptir ve k u r b a n l a r ı n ı uzaktan bağlayabilir veya y i -



3 5



AtharvaVedaVI,B3,3.



3 S



RigVedaV, 85,1-2.



3 7



Rig Veda Vtll, 41,3.



3 8



Atharva Veda IV, 16, 2-7.



3 9



Rig Veda IV, 16,2-7.



4 0



4 1



Rig Veda V/1,34, 10. Rig Veda I , 25,1 245



DİNSEL INANÇLAE VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ -1



, j



ne uzaktan bağlarını ç ö z ü p kurtarabilir. Birçok ilahinin ve rttüelin konusu, insanı "Varuna'nın baglan"ndan korumak veya k u r t a r m a k t ı r .



42



Elinde b i r iple tasvir edi­



lir ve t ö r e n l e r d e o n u n bağladığı her şeye, başta d ü ğ ü m l e r e , "Varuna tarzı" denir. Bu görkemli becerilerine k a r ş ı n Varuna, Vedaiar çağında inişe geçmiştir. Ör­ neğin halk tarafından sevilme b a k ı m ı n d a n Indra'nm ç o k gerisinde kalmıştır. Ama o o l a ğ a n ü s t ü b i r geleceğe sahip olacak i k i dinsel kavramla ilişkilidir: rta ve ma­ ya. " U y u m s a ğ l a m a k " fiilinin geçmiş zaman k i p i olan rta s ö z c ü ğ ü d ü n y a n ı n düze­ n i n i ifade eder; hem evrenin, hem dinsel törenlerin hem de ahlakın düzeni söz konusudur.



43



Rta'ya seslenen ilahi yoktur, ama b u terim metinlerde sık sık geçer



(Rig Veda'da 300'den fazla). Yaratılışın rta'ya uygun olarak gerçekleştirildiği be­ l i r t i l i r , tanrıların rta'ya g ö r e d a v r a n d ı k l a r ı , r t a ' n ı n hem evrensel r i t i m l e r i hem de ahlaki davranışları yönettiği yinelenir. T a p ı m ı y ö n e t e n de aynı temel ilkedir, "rta'nın yeri" g ö ğ ü n en y ü k s e k k a t ı n d a veya ateş s u n a ğ ı n d a d ı r . Varuna da r t a ' n ı n "evinde" yetiştirilmiştir ve o n u n ria'yı sevdiği ve rta'ya ta­ nıklık ettiği b i l d i r i l i r , Varuna'ya "Rta Kralı" denir ve gerçekle özdeşleştirilen bu evrensel kuralın o n u n içinde "kurulu" o l d u ğ u söylenir. Kanunu ihlal eden Varu­ na'ya karşı sorumludur ve g ü n a h , hata ya da cehalet sonucunda bozulan düzeni hep ve yalnızca Varuna yeniden kurar. Suçlu, kurbanlar aracılığıyla k e n d i n i affet­ tirmeyi umar (zaten b u k u r b a n l a r ı s u n m a s ı da bizzat Varuna tarafından b i l d i r i l i r ) . Bütün bunlar onun evren egemeni tanrı yapısını ortaya ç ı k a r m a k t a d ı r . Varuna za­ manla bir deus otiosus'a d ö n ü ş e c e k , özellikle ritüelcilerin bilgilerinde ve dinsel folklorda yaşayacaktır. Bununla birlikte yalnızca evrensel d ü z e n d ü ş ü n c e s i y l e iliş­ kileri bile, ona H i n t tinselliği tarihinde ö n e m l i bir yer s a ğ l a m a k için y e t e r l i d i r . " t i k bakışta rta'nın bekçisinin aynı zamanda mâyü'ys



da y a k ı n d a n bağlı o l m a s ı



çelişkili g ö r ü l e b i l i r . Ama V a r u n a ' n ı n evrensel yaratıcılığının aynı zamanda "bü­ yüyle ilişkili" b i r y ö n ü de o l d u ğ u hesaba katılırsa, b u b i r l i k t e l i k anlaşılır bir hal alır. Màyâ teriminin "değişmek" a n l a m ı n a gelen mây k ö k ü n d e n türedigi konusun­ da g ö r ü ş birliğine varılmıştır. Rig Veda'da mâya, " i y i k u r g u l a r ı n y ı k ı m veya i n -



42



Images et Symboles, s. 124 vd. H. PeteTSSon, "Varuna" isminin kökenini, Hınt-Avrupa diline ait bir kok olan uer'le ("bağlamak") açıklamıştır.



4 3



"Aşağı yukarı aynı sözcükle ifade edilen aynı kavramın hem Mezopotamya ve Suriye'nin yan Hintlilen hem de her türden inanca sahtp İranlılar nezdindeki ayrıcalıklı yerini görün­ ce, daha önceden Hint-Iranlılann düşünce ve açıklamalanmn da temelini oluşturduğu kesinlik kazanıyor" (G. Dumézil, "Ordre, fantaisie, changement," s, 140),



H



Klasik dilde rta teriminin yerine, görkemli yazgısını ilende ele alacağımız âhamm sözcüğü geçecektir, Rig Veda'da, rîlıamon sözcüğü 96, dharman sözcüğü ise 54 kez geçer. 246



HINT-AVRUF ALİLARIN DİN!; VtDA TANR1LAF1



kar y ö n ü n d e d e ğ i ş i m i , şeytani ve aldatıcı değişim ve aynı zamanda b o z u l m a n ı n b o z u l m a s ı " a n l a m ı n a gelir.







Başka bir ifadeyle, k ö t ü ve i y i m â y â ' l a r v a r d ı r . Kötü



mayfl'Iar hileler ve b ü y ü l e r , özellikle de Yılan Vrta'nınkiler gibi şeytani t ü r d e d ö ­ n ü ş ü m b ü y ü l e r i d i r . Vrta, mayin, yani b ü y ü c ü , m ü k e m m e l bir D ü z e n b a z ' d i r * Bu tür bir mâyâ k o z m i k d ü z e n i bozar, ö m e g i n g ü n e ş i n hareketim engeller veya sula­ rı esir eder vb. İyi möyâ'lar ise i k i t ü r l ü olur: 1) Savaş m a y a l a r ı , İ n d r a ' n ı n şeyta­ n i varlıklarla boy ö l ç ü ş t ü ğ ü n d e kullandığı " k a r ş ı - m a y a l a r ; ' * ' 2) Egemen tanrıla­ rın, öncelikle de Varuna'nın ayrıcalığı olan, biçimler ve varlıklar yaratan mâyâ, Bu kozmolojik mâyâ, rra'yla eşdeğerli kabul edilebilir. Nitekim metinlerin b i r ç o k b ö l ü m ü g ü n d ü z ve gecenin b i r b i r i n i izlemesi, g ü n e ş i n hareketi, y a ğ m u r y a ğ m a s ı ve yaratıcı m â y d r ı m b i r sonucu olarak rîa'yı gerektiren başka g ö r ü n g ü l e r i anla­ tırlar, Demek k i mâyfl'nm i l k a n l a m ı klasik Vedânta'dan y, 1500 yıl önceye ait Rig Veda'da y a k a l a n m a k t a d ı r : "istenmiş, d e ğ i ş i m , " yani bozulma - y a r a t ı m ya da yı­ k ı m a n l a m ı n d a - ve " b o z u l m a n ı n b o z u l m a s ı . " Felsefi mâyâ k a v r a m ı n ı n - k o z m i k y a n ı l s a m a , gerçekdışılık, [var] olmama h a l i - k ö k e n i n i n hem "değişim," kozmik k u r a î l a n n b o z u l m a s ı , dolayısıyla büyüsel ve şeytanı dönüşüm d ü ş ü n c e s i n d e , hem de mâyö'sı aracılığıyla evrenin düzenini yeniden sağlayan Varuna'nın yaratıcı gücü düşüncesinde b u l u n d u ğ u n u ş i m d i d e n belirtelim. O zaman mâyâ h m niye kozmik _yanıliamayi ifade etme noktasına geldiği anlaşılıyor; ç ü n k ü en b a ş ı n d a n itibaren çeşitli anlamlara çekilebilen, hatta çelişkili değerler yüklenebilen bir kavram söz konusudur, Yalnızca kozmik d ü z e n i n şeytani b i r b i ç i m d e b o z u l m a s ı n ı değil, tan­ rısal yaratıcılığı da ifade etmektedir. Daha geç bir tarihte, Vedânıa'ya g ö r e , ev­ renin kendisi y a n ı l s a m a ü r ü n ü bir " d ö n ü ş ü m , " başka bir ' ifadeyle gerçeklikten yoksun bir değişimler sistemi haline gelecektir. Varuna'ya^dönecek olursak, onun varlık tarzının - k o r k u n ç h ü k ü m d a r , büyücü ve bağların efendisi- ejderha Vrta'ya şaşırtıcı bir biçimde ya k m î a ş t ı n imaya ola­ nak tanıdığını belirtelim, isimleri arasındaki etimolojik akrabalık konusunda ne



1 5



Krş. Dumézil, "Ordre, fantaisie, changement," s 142 vd, kaynakçayla birlikte.



* Düzenbaz (trickster): Jenm ilk kez D. G, Brintcn'urt Myths oj the New World (136Ü) isimli eserinde kullanılmıştır. Pek çok dil ve kültürde muadilleri bulunan bir kahramanı, hatta bir anti kahramanı ifade eder —yo. 4 6



"MöyiJtlere karşı mâydlar kullanarak zafer kazandı;" bu, birçok metinde kullanılan bir ana temadır (Bergaigne, La religion Védique, c. I l l , s. 82). İndra'nın "büyüleri" arasında ilk sırayı biçim degişurme gücü alır; krş. Images et Symboles, s. 131 vd; G. Dumézil, ag.y., s 143-144. 247



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARIMI • I



d ü ş ü n ü i ü ı s e düşünülsün,'



1



her ikisinin de sularla, öncelikle de " t u t u l m u ş sularla



İlişkili o l d u ğ u n u saptamakta yarar var ("Büyük Varuna denizi gizledi. . . . , " ) . Ge­ 4fl



ce (tezahür etmeyen (varlık}), " Sular ( M k u v v e (varlık}, tohumlar), "aşkmlık" ve 4



"davranmamak" (egemen tanrıların ayırt edici özellikleri) bir yandan her



türlü



"bağ"la, diğer yandan da ejderha Vrtra'yla hem mit hem de metafizik d ü z l e m l e r d e b i r u y u m içindedir. İleride göreceğimiz gibi, ejderha Vrtra da sulan " t u t m u ş , " " d u r d u r m u ş " veya "zincirlemişti." Üstelik Varuna, Yılan A h i ve Vrtra ile Özd eşleştirilmiş t i r .



30



Atharva Veda'da



( X I I , 3, 57), Varuna "engerek" diye nitelenir. Ama Varuna asıl



Mahâbhârtitdda



yılanlarla özdeşleştirilir. "Denizin Efendisi" ve " n a g o l a r ı n kralı" diye anılır; za­ ten okyanus da "nâga'ların yaşadığı yeri'dir."



67. Y ı l a n l a r ve T a n r ı l a r . M i t r a , A r y a m a n , A d i t i — Varuna'nın bu ç o k a n l a n d ı ve ç o k d e ğ e r l i yapısı b i r ç o k açıdan ö n e m l i d i r . Ama asıl d i k k a t i m i z i ç e k m e s i gere­ ken z ı t l a n n birliği konusundaki ö r n e k niteliğidir. Gerçekten de bu nitelik, siste­ matik felsefenin k o n u l a r ı n d a n b i r i haline gelmeden çok önce, Hint dinsel d ü ş ü n ­ cesinin ayırt edici özelliklerinden b i r i n i o l u ş t u r m a k t a d ı r . Çokdegerlilik ve zıtla­ n n birliği yalnızca Varuna'ya özgü de değildir. Daha ö n c e Rig Veda (1, 79, 1) A g ni'yi "öfkeden çılgına d ö n m ü ş yılan" diye niteliyordu. Aitareya



Brâhmana



Çili,



36), A g n i g ö r ü n ü r b i ç i m d e ne ise (pratyaksa) Yılan A h i Budhnya'nm da g ö r ü n m e z b i ç i m d e o o l d u ğ u n u (paroksend) açıklamaktadır. Başka b i r ifadeyle, Yılan Aleş'in sanal b i r hali, k a r a n l ı k l a r ise tezahür e t m e m i ş ışıktır. Vâjctsiineyi Samfütö'da (V, 33), A h i Budhnya ve G ü n e ş (Aja Ekapad) ozdeşleştirilımştir. G ü n e ş şafakla b i r l i k ­ te yükselince " A h i ' n i n derisinden k u r t u l d u ğ u g i b i . . . . Geee'den k u r t u l u r . " şekilde, tanrı Soma, "tıpkı A h i gibi, eski derisinin dışına s ü r ü n ü r , "



5 3



52



Aynı



Satapatha



Brârımöno, Soma'yı Vrtra ile özdeşleştirir ( I I I , 4, 3, 13; vb), Aditya'ların da baş-



Krş. Images et Symboks, s. 128 vd. Rig Veda IX, 73, 3. Rig Veda'nııı bazı bölümlerinde (örneğin l , 164, 38), Varuna tezahür etmeyen, sanal ve ezeli-ebedi varlık olarak görülüyordu. Bkz. Coomaraswamy'mn bir araya getirdiği referanslar, "Angel and Titan," s. 391, dipnot. Mahöljhdrata., 1, 21, 6 ve 25, 4. Yine Martârjhöraîs'nırL başka bölümlerinde kral Varuna en üstün nâgalardan biri olarak değerlendin!ir ve Veda kaynaklarında da rastlanan mit yılanlan arasında sayılır; krş. G. Johnsen, "Varuna and Dhrtarâştra," s 260 vd. Sat. Br., 11, 3,1,3 ve 6 Rig Veda IX, 86, 44 248



HINT-AVMJPAU SARIN DİNV VEDA TANİİHAIÜ



langtçta yıları o l d u k l a r ı ifade edilir. Eski derilerini atarak - b u , ö l ü m s ü z l ü ğ e eriş­ tikleri a n l a m ı n a gelir ( " Ö l ü m ' ü yendiler")- tanrı, deva o l m u ş l a r d ı r .



54



Son olarak.



Sat. Br. ( X I I I , 4, 3, 9) "Yılanlar'm bilgisi (sarpa-vıdya) Veda'dır" açıklamasını ya­ par,



55



Başka b i r deyişle, tanrısal öğreti paradoksal bir b i ç i m d e en a z ı n d a n başlan­



gıçta "şeytani" bilgiyle özdeşleştirilrriiştir. Kuşku yok k i , yılanlarla tanrıların birleştirilmesi. Devalarla Asuralar'm Praj â p a t i ' n i n çocukları o l d u ğ u ve Asuralar'm y a ş m ı n daha b ü y ü k o l d u ğ u konusunda Brhadâranyaka U p a n i ş a d ' d a da görülen (1, 3, 1) d ü ş ü n c e n i n bir anlamda uzantısı­ dır. Çatışan figürlerin ortak bir soydan gelmesi, başlangıç çağının b i ı l t k - b ü t ü n l ü ğ ü n ü y a n s ı t m a k için kullanılan g ö z d e izleklerden biridir. Indra ile Vrtra arasında­ k i m e ş h u r kavga m i t i n i n teolojik y o r u m l a r ı n ı incelerken bunun g ö r k e m l i örnek­ lerinden biriyle karşılaşacağız. Mıtra'nm rolü ise, Varuna'dan soyutlandığı zaman, ikincil d ü z e y d e d i r . Veda'da ona a d a n m ı ş bir tek ilahi vardır/* Ama h ü k ü m d a r l ı ğ ı n barışçı, i y i niyetli, huku­ 1



k i ve ruhban y ö n l e r i n i c a n l a n d ı r a r a k , Varuna'yla birlikte h ü k ü m d a r l ı k sıfatlarını paylaşır. A d ı n ı n da ifade ettiği üzere, tıpkı Avesta'daki Mitra gibi, k i ş i l e ş t i r i l m i ş "Sözleşme"dır, insanlar a r a s ı n d a k i anlaşmaları kolaylaştırır ve insanların t a a h h ü t ­ lerini yerine getirmesini sağlar. G ü n e ş onun g ö z ü d ü r ;



57



her şeyi g ö r ü r ,



hiçbir



şey g ö z ü n d e n k a ç m a z . Dinsel d ü ş ü n c e ve etidnlikteki ö n e m i , özellikle hem antite­ zi hem de tamamlayıcısı o l d u ğ u Varunayla birlikte anıldığında ortaya çıkar. En eski d ö n e m l e r d e bile tannsal e g e m e n l i ğ i n m ü k e m m e l bir ifadesi olarak hatırı sa­ yılır b i r rol oynayan Mitra-Varuna çifte ismi, daha sonraları her t ü r ç a t ı ş m a h çift ve b i r b i r i n i tamamlayan zıtlav için ö r n e k ifade biçimi olarak kullanıldı. Aryaman ve Bhaga, Mitra ile b i r l e ş t i r i l m i ş t i r . Birincisi Âriler toplumunu ko­ rur; özellikle k o n u k s e v e r l i ğ i o l u ş t u r a n vasıfları yönetir ve evliliklerle i l g i l e n i r . Adı "pay" anlamına gelen Bhaga, zenginliklerin d a ğ ı t ı m ı n ı sağlar. Aryaman ve Bhaga, Mitra ve Varunayla (ve k i m i zaman da başka tanrılarla) birlikte, Adityalar g r u b u n u ya da tanrıça A d i t ı ' m n , " B a ğ l a n m a m ı ş ' i n , yanı Ö z g ü r T a n r ı ç a ' n ı n oğulla­ rını o l u ş t u r u r . Bu tanrıçanın yapısı Max Müller'den bu yana bol bol t a r t ı ş ı l m ı ş ­ tır. Metinler onu y e r y ü z ü , hatta evrenle özdeşleştirir; açıklığı, genişliği, ö z g ü r l ü -



* Paneavimia Br., XXV, 15, 4. 5 5



Bu konu hakkında, krş. M. Eliade, Mephiuophttes et l'andıogynti, s. IDS vd.



5 6



Rig Veda 111, 59.



57



Taitt. Brail, 111, 1,5,1. 249



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ -1



gü temsil eder.



Büyük olasılıkla A d i t i , tamamen unutulmasa da niteliklerini ve



işlevlerini o ğ u l l a n olan Adityalar'a aktaran bir U l u Ana'ydı.



68. i n d r a . Ş a m p i y o n ve Y a r a t ı c ı — Rig Veda'daki en p o p ü l e r tanrı l n d r a ' d ı r , V a n m a y a seslenen 10, Mitra, Varıma ve Adityalar'a birlikte seslenen 35 ilahi var­ ken, İndra'ya seslenen ilahilerin sayısı yaklaşık 250'dir. O tam b i r kahraman, sa­ vaşçılar için m ü k e m m e l b i r ö r n e k , D â s y u ' l a n n veya D â s a ' l a n n ü r k ü t ü c ü h a s m ı y ­ dı. Ç ö m e z l e r i , Marullar Hint-Iran genç savaşçı t o p l u l u k l a r ı n ı (marya) m i t o l o j i k d ü z e y d e yansıtırlar. A m a indra aynı zamanda yaratıcı ve bereket sağlayıcı, haya­ tın b o l l u ğ u n u n , k o z m i k ve biyolojik enerjinin kişi 1 eştirilmiş halidir. Yaratılış güçlerinin ilkornegi s o m a n ı n hiç b ı k m a y a n tüketicisi olan İ n d r a , kasırgalar başla­ tır, y a ğ m u r l a r yağdırır ve her türlü rutubete h ü k m e d e r .



5 9



Rig Veda'daki en ö n e m l i m i t i de o l u ş t u r a n merkezi İndra m i t i onun Vrtra'ya, sulan "dagm ç u k u r u n d a " tutan dev ejderhaya karşı, kazandığı d ö v ü ş ü anlatır. So­ ma sayesinde güç kazanan indra, yılanı



vajıa'sıyla



("yıldırım")



yere serer,



Tvaştr'm örste d ö v d u g u b u silahla yılanın başını yarar ve sulan serbest b ı r a k ı r ; sular da " b ö g u r e n inekler gibi" denize d o ğ r u akar.



60



Bir t a n r ı n ı n bir su veya deniz canavarıyla d ö v ü ş m e s i , bilindiği gibi, oldukça yaygın b i r mit izlegidir. Re ile Apophis, S ü m e r t a n n s ı Ninurta ile Asag, Marduk ile Tiamat, Hitit fırtına tanrısı ile yılan Illuyankas, Zeus ile T y p h o n , İranlı kahra­ man Thraetaona ile ü ç başlı ejderha Azhi-dahâka arasındaki mücadeleleri hatırla­ yalım. Bazı ö r n e k l e r d e (örneğin Marduk-Tiamat), tanrının zaferi kozmogoninin ö n k o ş u l u n u oluşturur. Başka ö r n e k l e r d e hedeflenen yeni b i r çağın başlaması ve­ ya yeni b i r egemenliğin k u r u l m a s ı d ı r (krş. Zeus-Typhon, Baal-Yam). Kısacası b i r su canavarının -potansiyelin ve "kaos"un o l d u ğ u kadar, "yerli" olanın da simge­ s i d i r - ö l d ü r ü l m e s i y l e kozmik ya da kurumsal yeni bİT "durum" var olur. Bütün b u m i t l e r i n ö z g ü n ve ortak bir özelliği ş a m p i y o n korkusu veya i l k yenilgidir. Marduk ve Re kavgadan ö n c e duraksama geçirirler; yılan Illuyankas once tanrıyı sakatlamayı b a ş a n r ; T y p h o n Zeus'un t e n d o n l a n n ı kesip almayı becerir. ha Brshmana'ya



Satapat-



göre ( I , 6, 3-17), Vrtra'yı fark edince, indra m ü m k ü n o l d u ğ u ka-



J, Gonda, Some Observations on the Relations between, "Gods" and "Powers" s. 75 vd. Ona sahasramuşka, "bin hayalı" denir (Rig Veda VI, 46, 3); "tarlalann efendisi" (Rig Veda 8, 21, 3) ve "yerin efendisi" (Atharva Veda XII, 1, 6), tarlalara, hayvanlara ve kadınlara bereket getirendir; krş. Dinler Tarifime Giriş, s. 102. RigVedal, 32. 250



HINT-AVRUPAULARIN DİNİ: VEDA TANRI [_AKI dar uzağa kaçar ve Markandeya b i r halde karşımıza çıkar



Purana'da



"korkudan h a s t a l a n m ı ş " ve b a r ı ş ister



6 1



Bu m i t i n doğacı y o r u m l a n ü z e r i n d e d u r m a m ı z a gerek yok: Vrtra'ya karşı ka­ zanılan zafer ya fırtınanın başlattığı y a ğ m u r , ya d a ğ s u l a r ı n ı n k u r t a n l m a s ı (01denberg) ya da sulan dondurarak "hapseden" soğuğu g ü n e ş i n yenmesi (Hilleb¬ randt) olarak değerlendirilmiştir. M i t çokdeğerli o l d u ğ u n a göre, içinde kuşkusuz doğacı unsurlar da b u l u n m a k t a d ı r ; İ n d r a ' n m zaferi, başka y o r u m l a r ı n yanı s ı r a , kısırlığa ve suların Vrtra tarafından "hareketsizleştirilmesi'nin sonucu olan ölü­ me karşı hayatın zaferiyle de eşdeğerdir. Ama m i t i n yapısı kozmogoni n i t e l i k l i ­ dir. Rig Veda'da ( I , 33, 4) t a n n n m kazandığı zaferle güneşi, göğü ve şafağı yarat­ tığı söylenir. Bir başka ilahiye g ö r e ,



62



İ n d r a d o ğ a r d o ğ m a z G ö k ile Yer'i a y ı r d ı ,



gök kubbeyi sabitleştirdi ve vajra'yı



fırlatarak sulan karanlıklarda tutan Vrtra'yı



parçaladı. Yer ve G ö k aslında t a n r ı l a n n ebeveynidir ( I , 185, 6); İndra hem en g e n ç (111, 38, 1) hem de d o ğ a n en son tanrıdır; ç ü n k ü o G ö k ile Yer'in kutsal evli­ liğine son verir. "Gücüyle bu i k i d ü n y a y ı , Gok ve Yer'i yaydı ve g ü n e ş i n parla­ masını sağladı" (VI1İ, 3, 6). Bu yaratıcı b a ş a r ı s ı n d a n sonra, indra Varuna'yı evren egemeni ve rla'nra bekçisi olarak atadı (rta alt d ü n y a d a gizli k a l m ı ş t ı ) . 63



ileride göreceğimiz gibi (§ 75), d ü n y a n ı n yaratılışını bir fik madde'den hare­ ketle açıklayan başka Hint kozmogoni türleri de b u l u n m a k t a d ı r . Yukanda özetle­ diğimiz mit b u sınıfa dahil değildir, çünkü burada belli t ü r d e b i r "dünya" zaten mevcuttu. G e r ç e k t e n de G ö k ve Yer o l u ş m u ş ve tanrıları d o ğ u r m u ş l a r d ı , ind­ ra'nm tek yaptığı k o z m i k ana-babasını birbirinden a y ı r m a k ve Vrtra'yı y ı l d ı r t m layarak



hareketsizliğe,



yani



bir



"potans iye İliğe" son vermek o l d u



ejderhanın 6 4



varoluş



biçimiyle



simgelenen



Bazı geleneklere g ö r e , tanrıları "biçimlendi­



ren" Tvaştr (Rig Veda'da rolü açıkça b e l i r t i l m e m i ş t i r ) kendine b i r ev y a p m ı ş ve Vrtra'yı da bu konut için bir t ü r dam ve duvarlar gibi yaratmıştı. Vrtra tarafm-



GerçÉkten de indra Vrtra'ya haberciler gönderdi ve bu haberciler aralarında "dostluk" ve "uzlaşma"yı sağladı. Ama İndra, Vrtra'yı hileyle öldürerek sözleşmeyi bozdu ve bu onun büyük "gunafTıydı; krş. Dumézil, Heur et tıtiifıerti" du guerrier, s. 71 vd, Hint mitinin bir diğer özgül çizgisi: Onayetten sonra, İndra korkuya kapılır, yerin sınınna kadar uçar ve "incecik bir biçime büriinerek" bir lotus çiçeğinin içine saklanır (Mahâbhàrata, V, 9, 2 vd; bu tema daha önce Rig Veda I , 32, 14'te görülmüştü). Rig Veda X, 113, 4-6. Rig Veda I , 62, 1 tndTa, "bölünmemiş, uyanmamış, en derin bir uykunun içine gömülmüş, uzanmış uyuyan" Vrtra ile karşılaşır (Rig Veda IV, 19, 3). 251



D I N S E L INANÇLAR V E DÜŞÜNCELER T ARİHİ - I



dan sarılmış konutun içinde G ö k , Yer ve Sular v a r d ı ,



3



Indra, Vrtra'nın "diren-



ci"ni ve ataletini kırarak b u i l k m o n a d ' ı ' p a r ç a l a r . Başka bir deyişle, d ü n y a ve ha­ w



yat ancak biçimsiz bir İlk Varlığın ö l d ü r ü l m e s i y l e d o g a b i l m i ş t i r . Bu m i t , sayısız çeşitleme 1 e tiyle birlikte, o l d u k ç a yaygındır ve yme Hindistan'da F u r u ş a ' n ı n t a n r ı ­ lar tarafından p a r ç a l a n m a s ı ve Prajâpati'nin kendini kurban etmesinde hep b u m i t i bulacağız. Bununla birlikte Indra kurban törem yapmaz, bir savaşçı olarak ö r n e k d ü ş m a n ı , "direncin" ve ataletin b e d e n l e n m i ş hali olan i l k ejderhayı ö l d ü r ü r . Mit çokdeğerlidir; kozmogoniye ilişkin a n l a m ı n ı n yanı sıra, "doğacı" ve "ta­ rihsel" değerler de i ç e r m e k t e d i r , lndra'mn kavgası, Ârilerin Dâsyulara



(nitekim



onlara da vridnt deniyordu) karşı s ü r d ü r m e k zorunda kaldıkları savaşlara



örnek



oluyordu. "Bir savaşta zafer kazanan, Vrtra'yı gerçekten ö l d ü r m ü ş olur." " Eski 1



d ö n e m l e r d e Indra ile Vrtra arasındaki kavga, d ü n y a n ı n yenilenmesini sağlayan Yeni Yıl b a y r a m l a r ı n ı n mıtsel-ritüel senaryosunu o l u ş t u r u y o r d u herhalde, * Bu 1



t a n r ı n ı n y o r u l m a k bilmez bir ş a m p i y o n , orji t ü r ü güçlerin ve evrensel bereketin epifanisi bir yaratıcı o l m a s ı n ı n nedeni, hayatı ortaya çıkaranın, çoğaltanın ve ye­ nileyenin şiddet o l m a s ı d ı r . Ama kısa b i r süre sonra Hint s p e k ü l a s y o n u bu m i t i tanrısal i k i - b ü t u n l ü l ü g u n y a n s ı m a s ı , dolayısıyla nihai gerçeğin giz



perdesinin



kaldırılmasını hedefleyen eski m e t i n y o r u m c u l u ğ u n u n b i r örneği olarak kullana­ caktır.



69. Agni, Tanrıların B a ş r a h i b i : Kurban A t e ş i , İ ş ı k , Z e k â — Evde y a k ı l a n ate­ şin daha Hint-Avrupa çağında da tapım içinde önemli b i r r o l ü v a r d ı . Burada söz konusu olan, b a ş k a b i r ç o k i l k e l toplumda da geniş ölçüde b u l g u l a n m ı ş , tarihöncesine ait b i r âdettir. Veda'da, tanrı A g n i tam anlamıyla ateşin kutsallığını temsil eder, ama b u kozmik ve ritüei kutsal hiyerofan ilerle sınırlı kalmaz. İran'da aynı işlevi ü s t l e n m i ş t a n r ı Atar'm Ahura Mazda'nm oğlu olması g i b i ,



m



o da Dyaus'un



Bu kozmogoni anlayışını yeniden oluşturmaya özellikle Norman W. Brown gayret etmiş­ tir. i.eibnız felsefesine göre, "bileşiklere giren yalın, yani bölünmeyen töz" - ç n . Möitrflyarıi-Samfırtâ, II, 1, 3. Kuiper, "The ancıent Aryan Verbal Contest," s. 269. Vedalar çağı Hindistan'ındaki hitabet yanşmalan da direniş güçlerine (vrtaııi) karşı verilen ilk mücadeleyi yineliyorlardı. Şair kendini İndra'ya benzetir: "Ben hasunlanmın katiliyim, tek bir yara almam, sağ salimim Indra gibi" (Rig Veda X, 166, 2; krş. Kuiper, s. 251 vd). Yasna, 2, 12; vb. 252



HINT-AVRUI'AIJ]ARIN DİNİ' VHDA TAN 1111 ARI



oğludur.



Gök'te "doğar," oradan şimşek b i ç i m i n d e aşağı iner, ama aynı zaman­



da suda, ağaçta, bitkilerde de bulunur. Ayrıca güneşle de özdeşleştirilmiştir. A g n i hem ateşle ilişkili tezahürleriyle hem de kendisine özgü tanrısal vasıflar­ la betimlenir. "Alevden saçları," "altın çenesi," çıkardığı g ü r ü l t ü ve yarattığı kor­ k u d a n s ö z edilir. "Aç gözlü b i r boğa gibi ağaç la r m ü z e r i n e saldırdığında, kapkara bir iz kalır a r d ı n d a . . . . "



71



0 , G ö k ile Yer a r a s ı n d a k i "habercfdir ve kurbanlar tan­



rılara o n u n aracılığıyla ulaşır. Ama Agni öncelikle rahibin ilk ve ideal Örneğidir; ona kurban törenini yapan rahip ya da "başrahip" (purohita) denir. Bu nedenle ona seslenen ilahiler Rig Veda'nm b a ş ı n d a yer alır. İlk ilahi şu dizelerle başlar: "Başrahip, kurban töreni tanrısı, bizi a r m a ğ a n l a r a doyuran adak sunucu A g n i ' n i n şar­ kısını s ö y l ü y o r u m . " Agni sonsuza dek genç kalır ("yaşlanmayan T a n r ı , " ) , çünkü 72



her yeni ateşle tekrar doğar. A g n i , "evin efendisi" (grthaspati)



olarak, karanlıkları



kovar, cinleri uzaklaştırır, hastalıklara ve b ü y ü c ü l e r e karşı koruma sağlar. Bu ne­ denle insanların A g n i ile ilişkileri, d i ğ e r taunlarla o l d u ğ u n d a n daha y a k ı n d ı r . "Arzulanan iyilikleri h a k ç a dağıtan" odur ( I , 58, 3). G ü v e n içinde ona y a k a r ı r l a r : "Bizi i y i yollardan servete g ö t ü r A g n i . . . . insanı yoldan ç ı k a r a n hatalardan b i z i k o r u ,,, bizi hastalıklardan koru. Yorulma nedir bilmez muhafızlarınla bizi her zaman k o r u A g n i . . . . Bizi k ö t ü n ü n , yıkıcının, yalancının ya da talihsizliğin eline terk etme" (1, 187, 1-5; çev. jean V a r e r m e )



73



Agni, dinsel hayatın her a n ı n d a var olmasına karşın - ç ü n k ü kurban ateşi hatın sayılır bir rol o y n a r - ö n e m l i b i r mitolojiye sahip değildir. D o ğ r u d a n onunla ilişkili az sayıdaki m i t a r a s ı n d a en m e ş h u m , ateşi gökten getiren Mâtarisvan m i ­ tosudur



74



A g n i ' n i n g ö r ü n ü r d e belirsiz, ama ö n e m l i bir kozmolojik rolü v a r d ı r .



Ona b i r yandan "Suların cenini" adı verilir (âpam garhliiifı ) ve sulann, yani Ana73



lar'm rahminden fışkırdığı hatırlatılır (X, 9 1 , 6). Diğer yandan i l k suların içine girdiği ve onları döllediği kabul edilir. Burada k u ş k u s u z arkaik bir



kozmolojik



anlayış söz konusudur: Yaratılışın b i r ateş unsurunun (ateş, sıcaklık, ışık, semen virtle) su temel unsuruyla (Sular, potansiyeli i kler; soma) birleşmesi sonucu oluş7 0



Rig Veda i , 26, 10.



7 1



RigVedal, 58, 4



7 2



RigVedal, 52, 2



7 1



Cesetlerin yakıl m asında ki rolü yüzünden Agni'ye "et yiyici" adı da verilir ve kimi zaman köpeğe ve çakala benzetilir. Tek kötü özelliği budur,



7 4



Ama ba^ka metinlerde Mâtanlvan'ın habercisi bizzat Agni'dir; krş. J. Gonda, (.es Rel. Dc



7 1



Rig Veda 111,1. 12-13.



VInde, c. 1, s. 89.



253



DINSEL INANÇLAR VE



DÜŞÜNCELER



TARIHI -



i



m a s ı . Agni'nin bazı vasıflarına (sıcaklığı, yaldızlı rengi - ç ü n k ü a l t ı n d a n bir bede­ ni o l d u ğ u s ö y l e n m e k t e d i r - sperm g ü c ü ve yaratıcı güçleri), Hiranygarbha (Altın 76



Cenin) ve Prajapati etrafında geliştirilen kozmogoni s p e k ü l a s y o n l a r ı n d a da rastla­ nacaktır (§ 75). İlahiler Agni'nin tinsel yeteneklerinin altını çizer: O, b ü y ü k b i r zekaya ve ön­ g ö r ü y e sahip b i r rsi'dir. Benzer spekülasyonları gerçek ölçüleriyle değerlendire­ bilmek için, ateş, alevler, sıcaklık konusunda yapılan "yaratıcı imgelem" ve dü­ ş ü n c e alış t imlalarıyla ortaya çıkarılmış sayısız imge ve simgeyi de dikkate almak gerekir. Bütün bunlar zaten t a r i h ö n c e s i n d e n aktarılan bir miras o l u ş t u r u y o r d u . Hint dehasının katkısı, hatırlanamayacak kadar eski zamanlara ait bu keşifleri ge­ liştirmekten, birbirine eklemlemekten ve s i s t e m l e ş t i r m e k t e n ibaretti. Ateşle iliş­ k i l i b u başlangıç imgelerinin bazılarına daha sonraki felsefi s p e k ü l a s y o n l a r d a ye­ niden rastlanacaktır; alevlerin "oyunu"ndan hareketle açıklanan tannsal yaratıcı oyun k a v r a m ı (tîl â) buna bir örnektir. Ateş-(ışık)-zekâ özdeşliği ise b ü t ü n dünya­ da y a y g ı n d ı r . i



77



Agni'nin Hint' d i n i ve tinselligindeki ö n e m i en i y i bu noktada anlaşılmaktadır:



Kozmik-biyolojik sayısız düşünceye ve spekülasyona yol a ç m ı ş , çoğul ve farklı d ü z l e m l e r i n tek bir temel ilkeye indirgenmesini hedefleyen sentezleri kolaylaştır­ mıştır. Kuşkusuz böylesi düşleri ve düşünceleri besleyen tek H i n t tanrısı Agni değildi, ama o b u konuda en ö n safta yer almaktadır. Daha Vedalar çağında tejas'te, "ateşle ilişkili enerji, göz kamaştırıcı parlaklık, etkililik, g ö r k e m , d o ğ a ü s t ü g ü ç " vb'le ozdeşleştırilmişti. İlahilerde, bu g ü c ü bağışlaması için ona y a k a r d ı r (A V, V I I , 89, 4 ) .



7S



Ama ö z d e ş l e ş m e , ö z ü m s e m e ve d a y a n ı ş m a dizisi - H i n t düşünce­



sine ö z g ü s ü r e ç l e r - ç o k daha geniştir, Agni veya onunla aynı işleve sahip olan m u a d i l i G ü n e ş , ışığı âtınan'te



ve semen vı'rcîele özdeşleştirmeyi hedefleyen phih-



sophoumena i ç i n d e yer alır, "İç sıcaklığın" artırdmasına yönelik ritüeller ve riya­ zet sayesinde, Agni ( k i m i zaman dolaylı yoldan da olsa) "çile a t e ş i m i n (tapas) ve Yoga u y g u l a m a l a r ı n ı n dinsel değer kazanmasıyla da d a y a n ı ş m a içindedir.



70. T a n r ı Soma ve " Ö l ü m s ü z l ü k " İ ç k i s i — Kendisine a d a n m ı ş 120 ilahiyle So­ ma, Veda panteonunun üçüncü tanrısı g ö r ü n ü m ü n d e d i r . Rig Veda'nın b ü t ü n b i r RigVedalV, 3,1;X, 20,9. Kurban ateşi üzerine dinsel tefekkür Zerdüşt inancında da önemli bir rol oynar (krş, 104). Krş. Gonda, "Gods" and "Powers,"s. 58 vd 254



HİNT-AVRUPALILARIN DlNl: VEDA TANRILARI



kitabı, IX. Kitap, Soma'ya, pavamâna



somaya, ''aydınlanmakta olana" ithaf edil­



miştir. Soma ö r n e ğ i n d e , ritüelüı gerçek nesnelerini —bitki ve bu bitkiden yapılan i ç k i - aynı adı taşıyan t a n r ı d a n ayırmak, A g n i ö r n e ğ i n d e o l d u ğ u n d a n daha da güç­ tür. Soma mitleri kayda değer değildir, i ç l e r i n d e en önemlisi s o m a n ı n g ö k s e J kö­ kenini anlatır: "Göğe kadar uçan" b i r kartal, "düşünce hızıyla" ileri atıldı "ve t u n ç t a n kalenin kapısını kırıp a ç t ı . "



79



Kuş b i t k i y i alıp yeryüzüne taşıdı. Ama so­



ma'mn dağlarda yetiştiği kabul e d i l i r ;



00



bu da g ö r ü n ü r d e b i r çelişkidir;



çünkü



dağ d o r u k l a r ı aşkın d ü n y a y a aittir, gökle özdeşleşt irilmiş t ir. Zaten başka metin­ ler soma'mn " d ü n y a n ı n g ö b e k deliğinde, d a ğ l a r d a , "



81



yanı Gök ile Yer arasında



geçişin m ü m k ü n o l d u ğ u D ü n y a n m Merkezi'nde yetiştiğini kesin olarak açıklar."



2



Soma, tanrılara genelde atfedilen alışılmış vasıflara sahiptir: O n g ö r ü l ü , zeki, bilge, muzaffer, c ö m e r t vb'dir. Diğer tanrıların dostu ve koruyucusu ilan edil­ miştir; öncelikle de Indra'nm dostudur. Aynca ona, k u ş k u s u z



rituellerdeki



öne­



m i n d e n ö t ü r ü , Kral Soma da denir. Avesta'da sözü g e ç m e y e n ayla özdeşleştirilme­ si, ancak Vedalar sonrası d ö n e m d e açık bir biçimde bulgulanabilmektedir. B i t k i n i n ezilmesiyle ilgili b i r ç o k a y n n t ı hem k o z m i k hem de b i y o l o j i k terim­ lerle b e t i m l e n m i ş t i r : A l t t a k i taşın çıkardığı b o ğ u k g ü r ü l t ü , g ö k g ü r u l t u s ü y l e öz­ deşleştirilir; süzgeçte kullanılan y ü n , bulutları temsil eder; çıkan su b i t k i l e r i bü­ y ü t e n y a ğ m u r d u r vb. Ezme işlemi cinsel ilişkiyle de özdeşleştirilir. A m a b ü t ü n b u b i y o - k o z m ı k bereket simgeleri, son tahlilde Soma'mn "mistik" degerme bağlı­ dır. Metinler, b i t k i n i n satın alınması ve özellikle de içkinin h a z ı r l a n m a s ı öncesin­ de ve sırasında y a p ı l a n törenler üzerinde durur. Rig Veda'dan itibaren soma kur­ ban t ö r e n i , en yaygın tören, "kurban t ö r e n i n i n r u h u ve merkezedir (Gonda), İlk yüzyıllarda Hint-Âriler tarafından hangi b i t k i kullanılmış olursa olsun, daha son­ ra b u b i t k i n i n yerini başka botanik türlerin aldığı kesindir. Soma/haoma,



"ölüm-



Rig Veda, VIII, 100,8. Somû'nm sıfatı olan Maujavata, soma'mn yetiştiği bölgenin Mücavat Dağı olduğunu belirtir (Rig Veda X, 34, 1). Iran geleneği de finoma bitkisinin bulunduğu yer olarak dağlan göstenr (Yasna 10, 4; Yaşt 9, 17; vb). RtgVeda X, 82, 3. Yacur-Veda metinlerinde, Soma'mn tannlar tarafından kurban edilmesine sık sık değinilir; yalnızca Mitra bu törene katılmayı reddetmişti; ama sonunda o da ikna oldu. Bu bölümde bir köken mitinin izleri seçilebiliyor; bir İlk Varlığı kurban ederek "ölümsüzlestınci" içeceğin yaratılması. Tannlar tarafından gerçekleştirilen bu ilk cinayet, soma bit­ kisinin rituel biçiminde ezilişıyle sonsuz kez yinelenmektedir. 255



DİNSEL INANÇLAR VE DÛSÛNCEı hK TARIHI -1



s u z l ü k " (amrtd) içkisinin H i m - l r a n dilindeki ifadesidir; anlaşılan,



Hint-Avrupa,



içeceği matilıu'nun, "bal ş e r b e t f n i n yerini almıştır. Soma'nm b ü t ü n erdemleri içilmesinin yarattığı esrime deneyimiyle



uyumlu­



dur. M e ş h u r bir ilahide ( V I I I , 48) şöyle denir: "Soma içtik, ö l ü m s ü z olduk; ışığa v a r ı n c a , tanrıları b u l d u k . Ey ö l ü m s ü z , ö l ü m l ü l e r i n acımasızlığı veya k ö t ü l ü ğ ü ne zarar verebilir bize artık?" (3. d ö r t l ü k ) . "Hayat suremizi" uzatması için somaya yakardır; ç ü n k ü o "bedenimizin bekçisidir" ve "dermaıısızlıklar, hastalıklar kaçıp gitti" (çev. L. Renou). Soma, d ü ş ü n c e y i uyanr, savaşçının cesaretini k ö r ü k l e r , cin­ sel gücü artırır, hastalıkları iyileştirir



Rahipler ve taunlar tarafından ortaklaşa



içildiğinde, yeri göğe y a k l a ş t ı n r , hayatı g ü ç l e n d i r i r ve uzatır, bereketi sağlar. G e r ç e k t e n de esrime deneyimi yaşamsal d o l u l u ğ u , sınırsız ö z g ü r l ü k duygusunu, varlığından belki de haberdar bile olunmayan fiziksel ve tinsel güçlere sahip o l u n d u ğ u n u ortaya çıkarır. Tanrılarla ortaklık, hatta t a n n i a r ı n dünyasına aidiyet hissi, " ö l ü m s ü z l ü ğ ü n , " yanı Öncelikle sonsuza dek uzatılmış eksiksiz bir hayatm kesinliği buradan kaynaklanır. Şu ü n l ü ilahide (X, 119) k o n u ş a n k i m d i r , tanrı m ı yoksa kutsal içeceği bir dikişte bitirmiş, esrime i ç i n d e k i insan mı? "Beş kabile (insan kabileleri) d ö n ü p bakmaya bile d e ğ m e z gibi geldi bana - soma i ç m e d i m m i ben?" K o n u ş a n kişi b a s a n l a r ı n ı sayar: "Boyumla göğe egemen o l d u m , geniş yer­ y ü z ü n e egemen o l d u m . , . . Bu yere şiddetli darbelerimle v u r a c a ğ ı m . . . Kanatlanmdan b i r i n i göğe ç i z d i m , b i r i n i buraya, aşağıya ç i z d i m . . . . Ben b ü y ü ğ ü m , b ü y ü k , buludara kadar y ü k s e l d i m - soma i ç m e d i m m i ben?" (çev, Renou).



85



Tapırtı içinde ö z g ü n b i t k i n i n daha sonradan yerini alan diğer bitkiler üzerinde d u r m a y a c a ğ ı z . Ö n e m l i olan, b u soma deneyimlerinin Hint d ü ş ü n c e s i içinde oyna­ dığı r o l d ü r . B ü y ü k olasılıkla bu tür deneyimler rahipler ve belirli sayıda kurban sunucusuyla sınırlıydı. Ama onları yücelten ilahiler, özellikle de yol açtıkları yo­ rumlar sayesinde h a t ı n sayılır bir yankı buldular. Tannlarla paylaşılan, tanı ve m u t l u l u k verici b i r v a r o l u ş u n sırrına erilmesi, i l k içecek ortadan kaybolduktan uzun s ü r e sonra da H i n t maneviyatını u ğ r a ş t ı r m a y a devam etti, O zaman b ö y l e b i r v a r o l u ş a başka araçlarla erişilmeye çalışıldı: Riyazet veya orjı t ü r ü a ş ı n h k l a r , tefekkür, Yoga teknikleri, mistik bağlılık. Biraz ileride göreceğimiz gibi (§ 79), arkaik Hindistan b i r ç o k esrik insan t ü r ü tanıdı. Ayrıca mutlak ö z g ü r l ü k a r a y ı ş ı , bir dizi y ö n t e m ve phitosophoumena'ya yol açtı; bunlar da, Vedalar çağında hiç d ü -



"llahı, bir kurban töreni sırasında şairin tannsal içeceği yudumladıktan sonra neler hisset­ tiğini ifade etmesini istediği tann AgniYıin ağzından söylenmiş gibidir" ( L Renou, Hyıımes specuSatifs da Vida, s 252) 256



H[NT-AVKUP Al JLAR!N DİNİ. VEDA TANRILARI



ş ü n ü l m e m i ş yeni b a k ı ş açılarıyla s o n u ç l a n d ı . Daha sonraki b ü t ü n b u gelişmelerde tanrı Soma daha ç o k silik bir r o l o y n a d ı ; teologların ve meta fizikçilerin asıl i l g i ­ sini ç e k e n o n u n ifade ettiği kurban törenine ilişkin kozmolojik ilke oldu.



7 1 . Vedalar Ç a ğ ı n d a İ k i B ü y ü k T a n r ı : R u d r a - Ş i v a ve V i ş n u — Veda metinle­ ri ayrıca belli sayıda t a n r ı d a n da söz eder. Bunların çoğu ö n e m l e r i n i yavaş yavaş yitirecek ve sonunda unutulacak, bazıları ise sonradan benzersiz bir konuma eri­ şecektir. Unutulanlar arasında, G ö ğ ü n (Dyaus) kızı, şafak tanrıçası Uşas'ı; Rüz­ gârın ve benzerleri "nefs" ve "kozmik ruh"un tanrısı Vâyu'yu; fırtına ve y a ğ m u r mevsimi tanrısı Parjanya'yı; g ü n e ş tanrıları S ü r y a ve Savİtr'i; giderek kaybol­ makta olan ( t a p ı m ı neredeyse yok o l m u ş t u ) yolların bekçisi ve ölülerin rehberi, Hermes'e de benzetilen eski ç o b a n tanrısı P ü ş a n i ; Dyaus'un oğulları, daha geç ta­ rihli edebiyatta kendilerine ö n d e gelen bir yer sağlayan ç o k sayıda m i t ve desta­ n ı n k a h r a m a n l a r ı ikiz Asvmler'i (veya N â s a l y a l a r ı ) ; Stig Wikander'm H i n t - A v r u pa t ü r ü "erkekler cemiyeti"nin mitsel ö r n e ğ i olarak y o r u m l a d ı ğ ı , "genç adamlar" (marya) grubu Marut'lan ( R u d r a ' n ı n o ğ u l l a n ) hatırlatalım. i k i n c i kategori Rudra-Şıva ve V i ş n u tarafından temsil edilmektedir. Onlar Ve­ da metinlerinde mütevazı bir yer tutar, ama klasik d ö n e m d e U l u T a n r ı l a r olacak­ l a r d ı r . Rig Veda'da Vişnu insanlara karşı i y i niyetli ( I , 186, 10), Vrtra'ya k a r ş ı kavgasında G ö k ile Yer arasındaki b o ş l u ğ u yayarak y a r d ı m ettiği İ n d r a ' n ı n dostu ve müttefiki bir tanrı olarak g ö r ü n ü r ( V I , 69, 5), Bu b o ş l u ğ u kendisi ü ç adımda aşar ve ü ç ü n c ü a d ı m l a t a n n l a n n katına e n ş i r ( I , 155, 6), Bu m i t



Brâhmanalar'da-



k i bir ritüelin de esin kaynağı ve gerekçesidir: V i ş n u kurbanla özdeşleştirilir*" ve k u r b a n ı sunan rahip o n u n u ç a d ı m ı n ı n t ü e l b i ç i m i n d e taklit eder, tanrıyla özdeşleşir ve göğe erişir ( I , 9, 3, 9 v d ) V i ş n u hem (evrenin d ü z e n l e n m e s i n e olanak ve­ ren) sınırsız uzay b o ş l u ğ u n u , hem hayatı y ü c e l t e n yararlı ve mutlak egemen ener­ j i y i hem de d ü n y a y ı destekleyen k o z m i k ekseni simgeler gibidir. Rig Veda ( V I I , 99, 2) o n u n evrenin ü s t b ö l ü m ü n ü n p a y a n d a s ı o l d u ğ u n u b e l i r t i r .



85



Brâhmanalar,



V i ş n u ' n u n Prajapati ile Vedalar çağından b e r i bilinen ilişkileri ü z e r i n d e durur. Ama ancak daha geç bir tarihte, ikinci kategoride yer alan U p a n i ş a d l a r ' d a (bunlar Bhagflvitii Giifl ile çağdaş olduklanna göre, y. M Ö IV. yüzyılda) V i ş n u tektan-ncı



Satapama Br., XIV, 1,1,6.



Bkz. J. Gonda, Vışnuism andiıvaam, s. 10 vd. Kurban törenlerinde kullanılan direk, yapa, ona aittir; ama yüpa aynı zamanda dünya ekseni'nin bir benzeridir. Aynca krş. Gonda, As¬ pects ofVişnuism,



s. 81 vd.



257



IİİMSEI. INfıNÇlAK Vı- MiŞÛNCELHl 'IftUİHI -1



yapıya sahip b i r ü s t ü n tanrı olarak yüceltilir. H ı m dinsel yaratıcılığına özgü bu süreç ü z e r i n d e daha ilende duracağız. Rudra yapısal anlamda tam aksi türde bir tanrıdır. Tanrılar arasında dostu yoktur, şeytani öfkesiyle d e h ş e t e d ü ş ü r d ü ğ ü ve h a s ı a h k l a n y l a , felaketleriyle k ı r ı ­ ma uğrattığı insanlan sevmez. R u d r a ' n ı n saçları ö r g ü l ü , " ten rengi koyu kahve­ 8



rengi ( I I , 33, 5), k a r n ı siyah, sırtı ise k ı r m ı z ı d ı r . O k ve yayla s i l a h l a n m ı ş t ı r , hayvan postları giyer ve g ö z d e m e k a n ı olan dağlarda dolaşır. Birçok şeytani var­ lıkla ortaktır. Vedalar çağı s o n r a s ı n ı n edebiyatı tanrının bu u ğ u r s u z niteliğini daha da vur­ gular. Rudra ormanlarda ve cengellerde yaşar, "vahşi hayvanların efendisi" diye a n ı l ı r " ve Âri toplumuna uzak d u r a n l a r ı korur. Diğer tannlar d o ğ u d a y a ş a r k e n , Rudra kuzeyde (yani Himakıyalar'da) oturur. Soma kurban t ö r e n i n d e n d ı ş l a n m ı ş ­ tır ve Rudra "ya yalnızca toprağa atılan besin adakları (hali) veya başka taunlara yapılan a d a k l a r ı n artıkları ve zarar g ö r m ü ş kurban töreni adaklan s u n u l u r ,



38



Bir­



çok sıfatı b i r i k m i ş t i r . Şiva ("nazik"), Hara ("yok edici"), Şamkara ("kurtarıcı"), Mahüdeva ("büyük tanrı"). Veda metinlerine ve Brâhmanalar'a



g ö r e , Rudra-Şiva, m e s k û n olmayan, vahşi



yerlerde yaşayan şeytani güçlerin (veya en a z ı n d a n çelişkili değerler y ü k l ü güçle­ rin) bir t e z a h ü r ü n ü andırır; kaotik, tehlikeli, ö n g ö r ü l m e z her şeyi simgeler; kor­ k u u y a n d ı n r , ama gizemli b ü y ü s ü yararlı amaçlara da y ö n l e n d i r i l e b i l i r (o "he­ kimler hekimi"dir). Rudra-Şiva'tun k ö k e n i ve i l k yapısı üzerine çokça t a r t ı ş ı l m ı ş ­ tır. Bazıları Rudra-Srva'yı, Âri olmayan unsurlarla y ü k l ü (Lommel), gizemli vrfirya çilekeşleri sınıfının tanrısı (Hauer), k i m i l e r i de hem ö i ü m , hem bereket tanrısı olarak g ö r m ü ş t ü r (Arbman). Vedalar çağı R u d r a - S ı v a s ı n d a n , Svetâsvatara-Upanişad'da onaya çıktığı biçimiyle yüce tanrıya uzanan d ö n ü ş ü m ü n aşamalarını b i l m i ­ yoruz. Z a m a n ı n akışı içinde R u d r a - Ş i v a ' m n - d i ğ e r tanrıların da çoğu g i b i - "halk" dinsel liginden, A r i veya Âri olmayan dinsellik



anlayışlarından b i r ç o k



unsuru



ö z ü m s e d i ğ i kesin gibi g ö z ü k ü y o r . Ama diğer yandan Veda metinlerinin bize Rudra-Şİva'nııı " i l k y a p ı s f n i aktardığını d ü ş ü n m e k tedbirsizlik olur. Veda ilahileri­ n i n ve B r â h m a n c ı eserlerin aristokrasi ve rahiplerden oluşan b i r seçkinler grubu için yaratıldığını ve Âri t o p l u m u n dinsel h a y a t ı n ı n ö n e m l i bir b ö l ü m ü n ü n bu me­ tinlerde katı bir b i ç i m d e g ö r m e z d e n gelindiğini hep akılda tutmak gerekir. Bu-



RıgVcdal, İ H , 1, 5. Sat. Br. XII, 7, 3, 20. Sat. Br. I , 7. 4,9 258



HINT-AVRUPALIt-ARİN DİNİ; VfLDA TANRILARI



mmla birlikte Şiva'nm Hirıduizrairı y ü c e tanrısı konumuna y ü k s e l t i l m e s i , onun " k ö k e n i ' y l e -ister Âri olmayan b i r k ö k e n d e n , ister halk k ö k e n i n d e n g e l s i n - açık­ lanamaz. Burada b i r yaratım s ö z konusudur ve b u y a r a t ı m ı n ö z g ü n l ü ğ ü hakkında; mitlerin,



ritüellerin



ve tanrısal b i ç i m l e r i n sürekli yeniden y o r u m l a n m a s ı ve onla­



ra yeni d e ğ e r l e r y ü k l e n m e s i s ü r e c i n d e ortaya çıktığı haliyle Hint dinsel diyalekti­ ğini ç ö z ü m l e r k e n b i r h ü k m e varacağız.



259



ELEŞTİREL KAYNAKÇA



§ 6 1 . Hin t-Avrupalıların ana vatanına ve göçlerine ilişkin incele mel erin ve öncelikle de varsa­ yımların tarihi P. Bosch-Gimpera, Les tndo-iiuropeens (çev. R. Lan tier. Pans, 1961), s. 2 1 - 9 6 ve G. Devoto, Oıgiiıi indeuropee (Floransa, 1962), s. 8-194'le hatırlatılmaktadır. Bu iki eser­ de öne t, m kaynakçalar yer almaktadır. 0- Schrader'in Reallcxihon der imliğe rınaııısc lie Altertumsnurule (2. baskı A. Nehring tarafından yayımbndı, Berlin-Leipzig, 1917-32) adlı eserinin yerme henüz bir yenisi konmamıştır, Aynca bkz, A. Nehring, "Studien zur indogermanischen Kultur u. Urheioıat," W. Koppers ve diğerleri. Die lndogermaı\cn-und Germanenjrage içinde (Salzbuıg-Leipzig, 1936), s. 7-229. En son arkeolojik kazıların dökümleri için, bkz. Marija Gimbulas'm çalışmaları The Pre¬ History of East m ı Europe 0 9 5 6 ) ; Bronze Age Cııf lures in Central and Eastern Europe (.Lahey. 1965); "Prom-Indo-European Culture: The Kurgan Culture During the Fifth, Fourth and Third Milleuia B.C.," George Coidona (ed.), Indo-European and Indo-Europcans içinde (Phila­ delphia, 1970), s. 155-197; "The Beginning of the Bronze Age in Europe and the lndo-Europeans: 3500-2500 B.C„"J1E5.1, 1973, s. 163-214; "The Destruction of Aegean and East Mediterranean Urban Civilization Around 2500 B.C." R. Cropland ve A. ISirchall (cd.). Bronze Age Migrations in the Aegean içinde (1973), 5. 129-139. Korner L. Thomas, "New Evi­ dence for Dating the Indo-European Dispersal in Europe" (Indo-European and Indo-Europerms'. s. 199-251), Him-Avrupalıların yayılışını daha erken tarihlere almayı öneriyor (radyokarbon ölçümleri onların MÖ 2470 veya 2600'e doğru Hollanda'da bulunduklarını ortaya çıkarıyor). Ward H Goödenough, "The Evolution of Pastoralisin and Indo-European Ori­ gins" (a.g.y., s. 253-265), Hinl-Avrupalılarm ana vatanı olarak Polonya'nın dogu bölgelerini ve Ban Ukrayna'yı saptıyor. Ayrıca bkz Paul Friedrich, "Proto-Indo-European Trees" (a.g.y., s. 11-34); T. Burrow, "The Proıo-lııdoaryans," JRAS, 1973, s. 123-140; M . M Winn, "Tho­ ughts on the Question of Indo-European Movements into Analolia and Iran," JJES, U, 1974. s. 117-142 (ıVIÖ 3000'c doğru Anadolu ve iran'da yaşayan Hint-Avrupa grupları üze­ rine) Öııasya'daki 1 lint-Avrupalı lar üzerine eleştirel kaynakça için. M. Mayrhofer, Die IndnArier ini Allen Vorderasien (Wiesbaden, 1966); krş. Xlayrhofer, i!j, V I I , 1964, s. 208 vd; aynı yazar. D/e A n t r i m Vimferem Orient-Eın My tJtûs? (Viyana, 1974) Tıımuluslerin (kurgan) dinsel işlevi, mcgalıt uygarlıklanııınkiyle karşılaştınlabilecek, güçlü bir alalar lapımına işaret etmek­ tedir (krş. § 35).



S 62. Max Mulkr'in kuramlaıı konusunda, bkz, Richard M. Dorson, "The Eclipse of Solar Mythology" (Thomas A. Sebeok (ed ), Myth. A Symposium içinde, Philadelphia, 1955, s. 15¬ 38). Leopold von Schroder, Arische Religion (1-11, Leipzig, 1914, 1916) halâ yararlı bir eser­ dir. Birinci ciltte yazar Hinl-Avrupa Yüce Varlıklarını, ikinci ciltle ise kozmik taunları (Topıak. Güneş, Ateş vb) tanıtır. Yayımlanacak uçüncu cilt ise ruh kavramını ve alalar tapınııııı inceleyecekti Nasyonal-sosyalist ideolojiden doğrudan ve dolaylı olarak esinlenen çok geniş kııllıyaı içinden, omek olarak Fried rich Cornelius, İndugcnnanischc Relıgıonsgeichitkte (Mti260



l-HNT-AVRUPAl.il Ali IN niNf VI-ÖA TANRILARI



nth, 1942) sayılabilir, j . W. Hauer'ııı Glauhensgeschichıe



der rıiilogermıtjıeıı (Sıuıgart,



19371



adlı eserinin birinci cildi (eserin yalnızca bir cildi çıkmıştır) aslında bir dizi bağımsız inceleme­ den oluşmaktadır. Hint-Avrupa tinselliğinin ırkçı yorumunun eleştirisi kin. Die Indogermanen-und Germanenfrage başlığıyla derlenen ve W. Koppers tarafından yayımlanan (Wiener Beiträge zur Kulturgeschichte und Linguistik, IV, Salz bürg-Leipzig, 1936) çeşitli katkılaıa ve Wilhelm Schmidtin Rassen ıııııi Völker in Vorgeschichte u, Geschichte des Abendlandes (l.uzem, 1946) adlı eserinin üçüncü cildine (özellikle s. 275-318) bakılabilir. Hint-Avrupa dinsel söz dağarı üzerine bkz. G. Devoto, Ortgim înâturopee, s. 295 vd ve E. Benveniste. Le vocaEuıiaıre des instil niions indo-eurapeennes (Pans, 1969), 2, cilt. ïlieus terimi­ nin derinlemesine bir çözümlemesi için, kış. C, Gallavotli, "Moriologia di [liais," SMSR, 33, 1962, s. 25-43, Iran ateş tanrısı uzerme, kış. Stıg Wikander, Der ansehe Männerbund



(Lund,



1938). s. 76 vd ve ileride § 104. Eric Hamp (Benveniste, a.gy., I I , 223 vd'na karşı) "kurban" için ortak bir Hint-Avrupa teriminin bulunduğunu kanıtladı; krş. "Religion and Law Irom Iguvium" (JfES". I , 1973, s. 318-323), s. 322. Daha geç doneme ait bir gelişme tannsal enerjiyi ölülerin ruhiarıyla birleştirir; krş. özel­ likle Cermenlerde başlangıçta "çagnlan, yakarılan" anlamına gelen



GHAV, GI-HJTO



kökü so­



nunda tanrı düşüncesini ifade etmeye başladı. "Havada serbest kalan," yani bedenin yakıl­ masıyla kurtulan anlamına gelen W E L O , "ruh" teriminin ortaya çıkışı da daha geç döneme ait



gibi gözükmektedir; krş. Devoto,



Origıni, s. 295-316.



Hint-Avrupalılar ile Samiler arasındaki belirleyici bir farklılığı vurgulamakta yarar var. Ya­ zıya verilen değer. Herodotos (1, 136), Perslerin oğullanna yalnızca üç sey öğrettiklerim nak­ leder: Ata binmek, ok atmak ve doğruyu söylemek. Asur kralı V. Asurbanıpal'in yıllıkların­ dan bir bölüme göre, Sami hükümdan ata binmeyi (ve savaş arabası kullanmayı), ok atmayı ve "Nabu'nun bilgeliğiyle birlikte ustaların geleneklerini izleyerek yazı yazma sanatını" öğre­ nir; krş. G. Widengren, Numen, I , 1954, s. 63, dipnot 311; aym yazar. Re lig/on spiıdııomenologie (Berlin, 1969), s. 570 vd. Aynca bkz. G. Dumézil, "La tradition druidique et l'écriture: le Vivant et le Mort" (RUR, 122, 1940, s ¡25-133). riyle yazıcıların



büyük



bir saygınlığa



Sözlü geleneğe



sahip oldukları



dayalı Hint-Avrupa dmie-



"Kitaplı dinleı"



arasındaki



bu



köklü



farklılık, Zerdüştçû ruhban kendi kutsal kitabı olan Avesla'yı yayımlamaya karar verince or­ taya güçlükler çıkardı; çünkü Sasaniler döneminde bile (III -VII. yüzyıllar), yazı şeytan işi olarak görülüyordu; krş A. Bausani, Fersin religiosu (Milano, 1959), s. 20 vd. Aynca bkz. G. Widengren, "Holy Book and Holy Tradition in Iran The Problem of the Sassanid Avesta," F. F. Bruce ve E, G, Rupp (ed.), Holy Book and Holy Tradition içinde, Manchester, 1968, s. 36¬ 53.



§ 63. Georges Dumezıl'ın eserlenne en elvenşlı giriş, L'Idéologie



tripartie des



ens'dir (Brüksel, 1958). 19Ö0'fl kadar olan kaynakça Hommages à Georges Dumézil



indo-Eumpû(Brüksel,



1960), s. U-23'te kayıtlıdır. Duméziï'm eserlerinin zamandizinsel btr tanıtımı ve kendisine yöneltilen eleştirilerin çözümlemesi için: C. Scott-Lİttleton, Tfıe New Comparative Mythology:



261



DİNSEL İNANÇLAR Vb" DÜŞÜNCELER TARİHİ - I



An ArılhtöjMÎögicoi Assessmeııt of ihe Théories of Georges Dum&i! (Berkeley ve Los Angeles, 1966). Jaan Puhvel (ed.), Myüt and Law Among the İndo-Eıımpeuns (Univ. of California Press, 1970) ve G. 1, Larson (ed.), Myllı m îııdo-furopMiı Aıılifuıty (Univ. of California Press, 1974) adlı kitaplarda Dumézil'in kavranılan üzerine belli sayıda inceleme yayımlanmıştır. Aynca bkz. j . F, Richards, Alf I-ii liebeltet, J. Gonda, C. Scoıt-Lıtdeton ve David M, Knipe'm The Joumal ofAsian Studies, 34, 1974,s. 127-168'deki makalelen. Richard Bodéus, "Société athé­ nienne, sagesse grecque et ideal indo-européen" (L'Antiquité Classique, 41, 1972, s. 453¬ 486), Yunan olgularının ışığında Dutnezit'e ait üçe bölünme kavramım parlak bir biçimde ıncelemişür. Üç ciltlik Jupiter, Mars, Quirin tıs'un (Paris, 1941-45) ve Mitra-Varuna. Essfli sur deux repré­ sentations indo-européennes de la souveraineiëhin (1940; 2. baskı, 1948) yeni baskılannı bek­ lerken, Aspecis de la jonction guerrière chez les İnde-Européens 'in (1956) baştan yazılmış hali olan Heure! maîfıeur du guerrier (Paris, 1969), L'héritage indo-européen à Rome (Paris, 1949), Servius et la Fortune (Paris, 1943) ve Mythe et Epopée,



(Paris, 1968, 1973)



okunabilir.



Mythe et £popÉe'nin birinci cildinde (s. 31-257), G Dumézil, Stig Wikander'in Mahâblidrafo'da ûç bölümlü şemanın varlığına ilişkin kanıtlamasını geliştirir. Wikander'in "La légende des Pandava et le fond mythique du Mahâbhârata" (Jîeligiorı odi Bibel içinde İsveççe, VT, s. 27-39) başlıklı makalesi, Dumézil tarafından Jupiier, Mars, Quirinus IV (1948) içinde çevrildi, s. 37-53. Mitanı tanrıları hakkında, bkz. G. Dumézil, "Les Trois fonctions' dans le Rig Veda et les dieux indiens de Mitani" (Académie royale de Belgique, Bulletin de la Classe des Letties, 5. dizi, c. XLVtl, 1961, 265-298). V. M. Apte'a gore, Rig Veda'nm ilk dokuz kitabının yazıldığı d ö n e m d e n itibaren, "toplu­ mun rahipler, savaşçılar, hayvan yetişuricilerinden oluştuğu düşünülüyor ve bu gruplar he­ n ü z insan isimlerinin kendilerinden türedigi soyut adlar, kavram isimleri olan brahmana, ftşatüya ve vıiiîya olarak anılmasalar da, üç etkinliğin temel ilkelerini bölüştürerek tanımla­ yan hiyerarşik bir sistem meydana getiriyorlardı: brahman 'görünen ya da görünmeyen gerçe­ ğin bölümleri arasındaki mistik bağıntılar ilmi ve bunlann kullanılışı;' fesairu, 'güç;' vaiSya, hem 'köylülük' hem de 'örgütlü yerleşim alanı;' ve çoğul olduğunda, viiah, "toplumsal ve ye­ rel gruplaşmalanyla bütün halk' " (G. Dumézil, L'idéologie tripartie, s. 8, V. M. Apte, "Were Castes Forrnulatedin the Age of the Rig Veda'," Buil. ojthe Deccan College, Research Institute, I I , s, 34-46'mn özeti). Georges Dumézil ilk Roma kralları silsilesinde de üç bölümlü şemayı bulur; 1) Romulus, ürkütücü hükümdar (Varuna turu), 2) Bilge Huma, lapırfiların ve yasaiann kurucusu (Mitra türü), 3) Tullus Hostilius, yalnızca savaşçı (hidra; Mars); 4) Ancus Marcius, barışçı kral, Romalılar kitlesi ve zenginlik onun döneminde gelişti (Quirinius); krş. Dumézil, Heur et malheur du guerrier, s. 15 vd.



§ 64, Ânlerin Hindistan'a gınşi hakkında, bkz.: K, Jettmar, "Zur Wnderungsgeschichte der Tramer" (Die Wiener Schule der Vôïkerfiutide, Fesischii/i zum 25 jährigen Besiaııd, Viyana, 1956, s. 327-349); P. Bosch-Gimpera, "The Migration Route of the indo-Aryans," J7E5, 1, 1973, s, 513-517. Aynca bkz. East and West, 21, no. 1-2, 1971, s. 14 vd. Hindistan'daki en eski Ari kültürü "R. C. Majumdar tarafından yayımlanan toplu eser His262



HINT-AVRUPAULARIN DİNİ. VËLJA TANRI W RI



tory and the Culture of the Indian People, c. 1: The Vedic Age'de incelenmiştir (Londra, 1951; mükemmel kaynakçalar). Indus uygarlığının nihai yıkımında Alilerin rolü şu çalışmalarda tartışılmıştır. Sör Morti­ mer Wheeler, The Indus Çivilizati'on (3. baskı, Cambridge, 1968), s. 132 vd; R Heine-Geldem. "The Coming of the Aryans and the End of the fiarappa Culture," Man, 56, 1956, s. 136-140; Bridget ve Raymond Allchin, The Birth of Indian Civilization (Baltimore-Maryland, 1968), s. 154 vd; Walter A. Fairservis jr.. The Roots of Ancient India (New York, 197Î), s. 345 vd. Aynca krş. G. D. Kumar, "The Ethnic Components of the Builders of the Indus Valley Civilization and the Advent of the Aryans," JIES, I , 1973, s. 66-80. Topraklann işgaliyle ilgili ritüeller için, krş. Ananda K, Coomaraswamy, The Rig Veda as Lntıf-îidma-Bök (Londra, 1935). Dön diziyi kapsayacak şekilde-Rig Veda, Yacıır-Veda, Saınaveda, Atharvaveda- ilahile­ rin göreli zamandizini, okullar ve yazmalarla karşılaştırmalar L. Renou tarafından özlü bir bi­ çimde sunulmuşum L'Inde classique, c. 1 (Paris, 1947), s. 270 vd. Farklı Veda metinlerinin çevirileri Nurvin J. Hein tarafından kaydedilmiştir; Charles J. Adams (éd.), A Header's Ciride to the Great Religions içinde (New York ve Londra, 1965), s, 49-50. Jean Varenne ise Fransızca çevirileri saymıştır: Le Veda, premier livre sacré de l'Inde (Paris, 1967), c. I , s, 36-38. En önemli Fransızca çeviriler şunlardır: Louis Renou, Hymnes et prières du Vêda ( 1938); La poésie religi­ euse de l'Inde antique (1942), Hymnes spéculatifs du Ve'da (1956) - ve Le Veda, c, l-II'de ya­ yımlanan Jean Varenne'in çevirileri. Ayrıca bkz. Victor Henry, Les livres VII à XII de l'Athsrva Véda (Pans, 1892-96); P. E, Dumont, L'agnihotra (Baltimore, 1939). K. F. Geldner, Der Rig-Veda, 3 eilt (Cambridge, Mass. 1951) de vazgeçilmez bir çeviridir. Veda dinine ilişkin yorumlann tarihi için, bkz. L. Renou, Religions of Ancient India (Lond­ ra. 1953), s. 7 vd. A, Bergaigne, La religion védique d'après les hymnes du Rgveda, 1-111 (Paris, 1878-97) hâla benzersizliğini koruyan bir eserdir. Maurice Bloomfield, The Religion of the Veda (New York, 1908); A. A. Macdonell, Vedic Myıhology (Strasbourg, 1897); H. Oldenberg, La religion du Veda (Fr, çev. 1903); A Hillebrandt, Vedisehe Mythologie (2 baskı, Breslatı, 1929); A. B. Keith, Tîıe Religion and Philosophy of the Veda and UjwnisJtads, 2 cilt (Cambridge, Mass. 1925) halâ başvurulup faydalanılabilecek eserlerdir. Religions of Aııcieııt üıdıu, s. 1-45'te, Lûuis Renou Vedacılıgm kısa bir tarihini sunmuştur. Aynca bkz, aynı yazar, L'Jnde classique, s, 314-372; Le destin du Veda dans l'Inde (= Etudes védiaiies, c, VI, I960). En son çıkan ve çok zengin bir kaynakçaya sahip eser: J. Gonda. Les Religions de lïnde. I : Védisme et hindouisme ancien (Fr. çev. Payot, ] 962), Ayrıca bkz,: J. Gonda, Tlie vision of the Vedic Poets (Lahey, 1965); aynı yazar, Lofea; World and Heaven in the Veda (Amsterdam, 1966), P. Horsch, Die vedisehe Götfıâ- und Sloka-Literatur (Bern, 1966). § 65. Vedalar çağında devalar ve asura'lar hakkında, T. Segersıedı, "Les Asuras dans la religi­ on védique'e (RHR, 55, 1908, s. 157-203, 293-316) hala başvurulabilir; ama genel tezi Asura'lann Hindistan'ın ilk sakinleriyle özdeşleştirilmesi- tamşmalıdır. Aynca bkz. P von 263



DİNSEL IJJfıNÇl.AR Vf. DÜŞÜNCELER TARİH! - i



Bradke, DySus Asara, Ahara Mazda uııd die Asuras (Halle, 1885) Von Bradke'ye göre, asara sözcüğü Rig Veda'da 71 kez yer almaktadır (57 kez tekil, 4 kez çift ve 10 kez de çoğul ola­ rak); sözcüğün çoğul halde kullanıldığı 10 kezden 8'ınde devalara düşman bir anlamı var­ dır; buna karşılık tekil olarak kullanıldı ğtnda, yalnızca 4 kez bu düşmanca anlama rastlan­ maktadır (a.g.y., s. 22). Aynca hkz. Hentıan Güntert, Der arisehe WeltfeôRig uııd Hetiaııd (Hal­ le, 1923), s. 101 vd. Devalarla Asuralar arasındaki evrensel egemenlik çatışması, ilk kez Brd/ımanular'da geniş ölçüde anlatılmıştır; krş, Sylvain Levi, 1^ doctrine du sacrifice dans les BrcSfımnuas (Paris, 1898), s. 27-61. Devalar-Asuralar çatışmasının kozmogoniyle ilişkili anlamı konusunda, krş. F. B. J. Kuiper, "Basic Concept of Vedıc-Religion," HR, 15, 1975, s. 107-120. Varuna-Vrtta. özdeşliği konusunda, krş. Bergaigne, Rel. Védique, III, s. 113, 128, 147. Dewlnr-Asu'altir çiftinin me­ tafizik bir yorumu için, bkz. A. K. Coomaraswamy, "Angel and Titan: An Essay m Vedıc Onthology," JAOS, 55, 1935, s. 373-419. § 66. Vanana hakkında, bkz. Dinler Tarihine Giriş, s 85 vd, ¡32 ve Images et Symboles (1952), s. 124-130'daki kaynakçalar; şunlan ekleyin: G. Dumézil, Mitra-Varuna (2. baskı, 1948), özellikle s 83 vd, 116 vd; J. Gonda, Les Religions de l'Inde, 1, s. 93-106; H. LOders, Varuna (Göttingen, 1951-59), özellikle c. 11: Varuna «nd das Rta. Rtn hakkında, krş. en son çıkan kaynakça, J, Gonda, a.gy, s. 98, dipnot 3 Rta'nın karşısında etik düzlemde anıta, "kargaşa," "yalan" ve kozmik düzlemde de nirrti, "erime, dağılma" yer almakladır. Aynca bkz. H. de Glasenapp, La philosophie indienne (Fr çev. Payot, 1951), s. 33. İndra'nın yaygınlaşması karşısında Varuna'nm "geri çekilmesi" konusunda, bkz. L. Renou. Religions ojAncient India, s. 20 vd, Vedalar çağında möyâ hakkında, krş. G. Dumézil, "Ordre, fantaisie, changement dans les pensées archaïques de l'Inde et de Rome" (Rev. Et. Latines, 32, 1954, s. 139-162), özellikle s. 142-150, zengin bir belge kulliyatıyla birlikte. Şu eseri de ekleyin: J. Gonda, Four Studres m the Language oj the Veda (Lahey, 1959), s. 119-194; aynı yazar, Change and Conlimity in Indi¬ an Religion (1965), s. 164-197. A. Bergaigne, La religion védique, III, s. 80 vd. kendi mayaları­ na sahip diğer tanrısal varlıkları inceledi, Agm, Soma, Tvaştri vb; aynca krş. /mages et Symbo­ les, s. 130 vd. Dfıanmımn miısel kökeni hakkında, krş. Paul Horsh, "Vom Schöpfungsmythos



zum



Weltgesetz," Asıutische Studien, 21, 1967, s. 31-61, Vanına-Vrtra arasındaki yapısal uyum ve genel anlamda yılan-tatınlann aynı tözden gelmelen konusunda, krş. Images et Symboles, s. 128 vd; Méphistophéiès et l'Androgyne, s. 111 vd; A. Coomaraswamy, "Angel and Titan: An Essay in Vedic Onthology" {JAOS, 55, 1935, s 373-419). Kuiper, Rıg Veda'da, gögti ve yeri kozmik bir eksenle ayakta tuttuğu düşünülen Varuna'nın, daha ilende Yılan Îeşa'nın üstleneceği işleve sahip olduğunu göstenr; krş. Uj, 8, 1964, s 108, 116, 118. Maiiötırıârıata'da Varuna'nın yılanlarla özdeşleştirilmesi hakkında, kış. Gösta johnsen, "Varuna and Dhnarâstra" (1IJ, 9, 1966, s. 245-265), özellikle s. 260264



HINT-A VGU PAU IA El N DINt VlillA TANRILARI



261. g 67. Varutia'nm çokdegerliligi bir istisna değildir, krs. !.. Renou, "L'ambiguïté du vocabula­ ire du Rgveda,"JA, 231, 1939, s. 161-235; aynı yazar. Religions o) Ancient india, s. 20 vd. Soma'nin çokdegerliligi hakkında, krş. Eliade, Mephisiopftftés et l'Andmgyne (1962), s. 1 10. İndra-Vrtra "kardeşliği" konusunda, bkz daha ileride, § 68 Mitra hakkında, krs. H. Günten, Der arische Wehkùnig und Heiland (Halle, 1923), s. 49 vd, 120 vd; G. Dumézil, Mitra-Varuna, s. 79 vd, kaynakça da bulunmaktadır; j Gonda, Les Religions de l'Inde, 1, 103 vd, kaynakça da bulunmaktadır; aynı yazar, The Vedic God Mitra (Leiden, 1972). Aryaman hakkında, krş. P. Thıenıe, Der Fremdling im Rg Veda ( 1938); aynı yazar, "Mıtra and Aryaman" (Tıansactıons oj the Connecticut Âcudemy of Arts and Sciences, 1957, c. 41, s. I 96); G, Dumézil, Le troisième souverain, essai surÎe dieu ındo-ıranieu Aryaman (Paris, 1949), ay­ nı yazar. Les Dieux des indo-Europécns (1952), s. 40-59; aym yazar. L'idéologie tripartie des Indo-Europëens (Brüksel, 1958), s. 68, 108-118. Aditi ve Aditya'lar hakkında, krş. G Dumézil, Déesses latines et mythes védiques, 1956, s. 90 vd;J. Gonda, Some Observations in the Relations Between "C-ods" and Towers" rn the Veda (Lahey, 1957). s. 76 vd; aynı yazar. Les Religions de fTilde, E, s. 104 vd, kaynakçayla birlikte. § 68. Indra üzerine ozlù bir tanıtım için, bkz. J. Gonda, Les Religions de linde, l , s, 70-81 (kaynakçayla birlikte); H. Lommel, Der arische Kriegsgptl (Frankfurt a. M., 1939); G, Dumé­ zil, fieur ei malheur du guerrier (1969), özellikle s 63 vd, 112 vd; E. Benveniste-L. Renou, Vrtra et Vrthranga, étude de mythologie indo-iranienne (1934). Indra'mn kozmogoniyle ilgili rolü üzerine, bkz. Norman W. Brown, "The Création Myth oftheRİgVeda"(7AOS,62,1942, s. 85-98); M. Eliade, Le mythe de l'étemel retour, s. 40 vd; Stella Kramrisch, "The Triple Structure oF Création in the Rg Veda" (HR, 2. 1960, s. 140¬ 175, 256-285), özellikle s. 140-148; F B ] Kuiper, "Cosmogony and Conception. A Qu­ ery" (HR, 10,1970,3. 91-138). özellikle s. 98-110. Şampiyon-tann ile ejderha arasındaki dövüş kanosunda, bkz Eliade, Le mythe de l'éter­ nel retour, s 68 vd; Theodor H. Gaster, Tlıespis (New York, 1950), s. 141 vd; j . Fontenrose, Python (Berkeley ve Los Angeles, 1959); F. R. Schröder, "Indra, Thor und Herakles," Zeit. f. deutsche Philologie, 76 [1957], s. 1-41; V. lvanov ve V. Toporov, "Le mythe indo-européen du dieu de l'orage poursuivant le serpent; reconstruction du schéma" (Echange et communi­ cation. Mélanges C. Lévi-Strauss, Paris. 1969). İndra-Vrtra kavgasının omek oluşturma işlevi hakkında, krş. F. B. j . Kuiper, "The Anci­ ent Aryan Verbal Contest" (Uf 4, 1960, s 217-281). Marutlar hakkında, bkz, Stig Wikan¬ der, Der ansehe Männvbund (Lund, 1938), s. 75 vd. mdra'nm "dölleyıci" yönü üzerine, krş. J. j , Meyer, Trilogie ni (indischer Machte und Feste der Vegetation (Zürih, 1937), özellikle I I I , s 154 vd (özellikle daha geç tanhli gelişmeler söz konusudur); J, Gonda, "The Indra Festival According to the Atharvavedıns" QA05, 87, 1967, s. 413-429). 265



DİNSEL 1NANÇ.LAR VE DÜŞÜNCELER TARLHL -1



î n d r a ' y ı Üç Başh'yla (Tvaştr'ın .oğlu) veya Namuci'yle karsı karşıya getiren b a z ı k o ş u ı m i t ­ ten t a r t ı ş m a d ı k . G. D u m é z i l R o m a l ı l a r d a , Yunanistan'da ve İ s k a n d i n a v y a ' d a da a y n ı senaryo­ yu b u l m a k t a d ı r ; k r ş . Hcw



et malheur du guerrier, s. 33 v d . 63 vd. Indra ile V n r a a r a s ı n d a k i



ô m e k kavga daha sonra o l d u k ç a g ö z ü pek b i r yoruma y o l açtı; tanrısal çokdegerlilik ve çift k u t u p l u l u k k o n u s u n d a k i Veda anlayışı da b u y o r u m u n zeminini hazırlamıştı.



Şampiyon



T a m ı , e j d e r h a n ı n "kardeşi" o l d u ; ç ü n k ü e j d e r h a y ı da yaratan İ n d r a ' n m b a b a s ı Tvaştr'dı. N i ­ t e k i m mite göre, Tvaştr o ğ l u n u bir soma k u r b a n t ö ı e n i n e davet etmeyi u n u t m u ş t u .



Ama



kurbana y a k l a ş m a y ı b a ş a r a n Indra, soma'yı zarla ele geçirdi. Ç o k ö f k e l e n e n b a b a s ı , tanrısal i ç k i d e n genye k a l a n ı ateşin ü z e n n e a t ı p haykırdı- "İnan ve tndra'mn rakibi o l ! " Ateş ü z e r i n e d ö k ü l e n b u soma k a l ı n t ı s ı n d a n V n r a d o ğ d u (Taitt. Sam. I I , 4, 12 ve 5, 1 v d ; Kausitaki Br, XV, 2-3), A m a ç o k g e ç m e d e n V n r a i k i tanrıyı, A g n i ve Soma'yı yuttu ve d i ğ e r taunlar da b u n d a n ü r k t ü . Paniğe k a p ı l a n Tvaştr lndra'ya y t l d m m t verdi, böylelikle o n u n kesin zaferi kazanma­ sını sağladı. Saitıpatfıa BrShmana (1, 6, 3) ç o k anlamlı b i r aynntıyı naklediyor: Yenilen V n r a lndra'ya ş u terimlerle seslendi: "Bana vurma, ç ü n k ü sen b e n i m eskiden o l d u ğ u m haldesin." Bu t ü r mitler ve o n l a r ı n teolojik y o r u m l a r ı , "lannsal tarihin daha ai açık. dolayısıyla daha az bilinen bir yönünü onaya çıkarırlar. Tanrısalfıgın, anlamı yalnızca erginlenenler, yani gelenekleri bilen ve öğretiyi anlayanlar için açık o!- " hır 1



tıir 'gizli larihi"nin söz konusu olduğu bile söylenebilir. Vedalar'ın "gizli tanhi" bir yandan Deva­ lar ile AsuraWin aynı kandan geldiklerini, bu iki insanüstü varlık sınıfının lek ve aynı temel unsurdan çıktığını ortaya koyar; diğer yandan da sırasıyla ya da eşzamanlı bir biçimde iyi myeıli ve korkunç, yaratıcı ve yıkıcı, güneşe veya denize ait (yani görünür ve görünmez) vb olarak gö­ rünen tanrıların denndeki yapısında gizli comadenlıa oppaatorvm'v [zıtlann birliği] gün ışığına çıkanı. Bu konuda da. Hini düşüncesinin dünyayı açıklayacak bir lek ilke bulma, zıılann birbirini götürdüğü ve çelişkilerin birbirini yok ettiği bir bakış açısına ulaşabilme konusunda harcadığı ça­ balar sezilmekledir" (Elinde. Mephıs/apheles el l'Andıoğync, s



115).



Bu sorun h a k k ı n d a ayrıca bkz. Conrado Pensa, "Considerazioni sul tema della b i p o l a r ı ıa nelle reiigioni indiane" (GHnjrajömaryariliâ, Studi in Oııore di Giuseppe Tııcei, Napoli, 1974, s. 379-409).



§ 69. Agni'ye seslenen ilahiler L Renou t a r a f ı n d a n çevrilip y o r u m l a n d ı : Etudes védiques e i panitüennes, c. X I I - X I V (Paris, 1964-65), Agni h a k k ı n d a , Bergaigne, Oldenberg, Hillebrandt, A. B Keith, M a c d o n e î l (Vedic Mythology) ve G o r t d a ' n m eserlerindeki ilgÜı b ö l ü m l e r e b a ş v u ­ rulacaktır, Hint-Avrupa a n l a y ı ş l a n n d a ev ateşinin kutsallığı h a k k ı n d a , kış. S c l ı r a d e r - N e h r i n g , Reailexihon, 1, s. 495 v d ; 11, s. 239 v d , 475 vd. H i n t - l r a n l ı l a r d o kutsal ateş t a p ı m ı h a k k ı n d a , bkz. Stig VVikander, Eeuerpriester in Kleina¬ sien undJran ( L u n d , 1946). Özellikle Vedalar s o n r a s ı d ö n e m d e "erotik ateş" olarak A g n i h a k k ı n d a , bkz. W e n d y Do¬ niger O'Flaherty, Asce İlcisin and Eroticism in the Mythology of Siva (Oxford, 1973), s. 90-110.



266



HINT-AVRUP ALILAR[N D1NL VtiLlA TANRIl Alii



§ 70. Soma'ya adanan ilahîler L. Renou tarafından çevrilip yorumlandı: Etudes védiques el paninieiines, c. VIII ve IX (Paris, 1961) Aynca bkz. S. S. Bhawe, The Soma Hymns oj the Rgveda, l-ll (Baroda, 1957-1960). Soma bitkisine ilişkin, Rıgveda dan yakın tarihli yazılara kadar bütün bilgiler, Hillebrandı, Vedische Mythologie'de (c. 1, 2. baskı) bulunmaktadır; ayrıca krş. Wendy Doniger OTlaherty, "The post-Vedic History of the Soma Plant," R. Gordon Wasson, Soma, Divine Mushroom oj Immortality içinde (New York, 1968). s. 95-147. R. G Wasson bu eserde başlangıçtaki soma bitkisinin Amamla muscana adındaki mantar olduğunu kanıtla­ maya çalışmakladır; krş, F B. J. Kuiper'in bu eser hakkındaki değerlendirmesi, OJ, XII, 1970, s, 279-285 ve Wasson'm yanıtı, aynı kaynak, s. 286-298 Aynca bkz, John Brough'un eleştirisi: "Soma and Amanita muscaria" (BSOA5, 34, 1971, s. 331-362) ve Paul ü e mieville, T'oung-Pao, 56, 1970, s, 298-302 (soma'nın Budizm öncesi Çin'e yayılmasıyla ilgili veriler). Tann Soma hakkında, krş, Bergaigne, Oldenberg. A B. Keith ve Gonda'nııı eserlennde ilgili bölümler, Aynca kış. N. J. Shende, "Soma in the Brâhmanas of the Rgveda," JAS Bombay içinde, 38,1963, s. 122 vd; j . Gonda, "Soma, Amrta and the Moon" (Change and Continuity in Indian Religion içinde, Lahey, 1965, s. 38-70). Somanın çalınması konusunda, krş David M. Knipe, "The Heroic Theil: Myths from Rg Veda IV and the Ancient Near East" (f)R. 6, 1967. s. 328-360), zengin bir kaynakçayla bir­ likte, Hint-Iran soma/haotna tören usullerinin ortak niteliği üzerine, krş. V. Henn'nın inceleme­ si, "Esquisse d'une liturgie indo-iranienne" (Caland, Agniştoma içinde, 1907, s. 469 vd); J. Duchesne-Guıllemin, La religion de liran ancien (1962), s. 95 vd; aynı yazar. Symbols and Va­ lues in Zorotıstrianism (New York, 1966), s. 84 vd. A. E.Jensen Soma 'run diğer tanrılar tarafından öldürülerek kurban edilmesini, Denw tü­ rü bir tanrının arkadaşları tarafından kurban edilmesine (tam anlamıyla yaratıcı bir kurban) benzetir; krş. Myifıes ei culies che2 les peuples primitifs (Fr. çev. 1954), s. 197 vd. § 7 1 . Uşas hakkında, bkz. L. Renou, Eludes védiques et pSniniennes, 111: Les hymnes à l'Aurore du Rgveda (Paris, 1957); A. K. Coomaraswamy, The Darker Side aj Dawn (Smithsonian Miscallaneous Collections, c. 94, no. 1, Washington, 1935), s. 4 vd; G. Montesi, "11 valore cosmico dell'Aurora nel pensiero mitologico del Rig Veda" (5MSR, 24-25, 1955. s. 111-132) Vâyu hakkında, bkz. Stig Wikander, Vayu (Uppsala-Leipzig, 1941). Sürya ve Asvin'ler hakkında, krş. D P. Pandey, Süıya (tez, Leiden, 1939); Gonda, Rel. de l'îııde, I , s. 116 vd. RudTa hakkında, krş. E. Arbman, Rııdra (Uppsala, 1922); J. W. Hauer, Glaubeıtgeschichte der İndo-Germoıten, I , s. 174-298; W. Wûst, Rudra (Münih, 1955); Gonda, Rel. de finde, l , s. 106-112; aynı yazar, Vişnuism and Sivaism. A Comparison (Londra, 1920). s. 1-17 Vedalar çağında Vişnu hakkında, bkz. J. Gonda, Aspects of Early Vişmıism (Utrecht, 1954); aynı yazar, Rel. de l'Jnde, 1, s 112 vd; F. B. J. Kuiper, "The Three Strides of Vişnu," bıddogicdi Studies'in Honor oj W, Norman Brown (New Haven, 1962), s. 137-151. 'Vişnu et les 267



IMN-SEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCEL.EH TAKİMİ - [



Maruts à travers la réforme zoroasırienrıe" adlı makalesinde (JA, 241, 1953, 1-25) G. Dumé­ zil bir yandan Vişnu ile kan tannsı Raşnu, diğer yatıdan da Mîirut'larla Fravasi'ler arasındaki ilişkileri öne cıkanr, Aryaman hakkmdii, bkz. G, Dumézil, Le Troisième Soavcmin (Paris, 1949).



268



IX. BÖLÜM



GAUTAMA BUDHA'DAN ÖNCE HİNDİSTAN: KOZMİK KURBAN TÖRENİNDEN ÂTMAN-BRAHMAN ÖZDEŞLİĞİNE



72. V e d a R i t ü e l î e r i n i n Y a p ı s ı — Veda tapınıında tapmak yoktu; ritüeller



ya



k u r b a n ı s u n a n ı n evinde ya da otla kaplı yakın bir arazide yapılıyor, otların üzeri­ nde ü ç ayn ateş yakılıyordu. Bitkisel sungular süt, tereyağı, tahıllar ve pastalar­ dı. Ayrıca keçi, inek, boğa, koç ve at da kurban ediliyordu. Ama Rig Veda döne­ minden itibaren, soma en önemli kurban kabul ediliyordu. Ritüeller i k i kategoride sınıflandırılırdı: Evde yapılanlar (grfıya) ve toplu tö­ renle yapılanlar (sratjf.ii). İlk kategoride yer alan ve evin reisi tarafından



(grhapa-



ti) yapılanlar gerekçelerim gelenekte b u l u n u y o r d u (smıti, "bellek"). Buna karşılık, toplu törene k o n u olan ritüeller genellikle rahipler tarafından g e r ç e k l e ş t i r i l i r d i .



1



O n l a r ı n yetkesi, ezeli ve ebedi gerçeğin onlara d o ğ r u d a n v a h y e d i l m i ş olmasına ("işitsel vahiy," sruti) dayanır. Özel



ritüeller



içinde, evdeki ateşin beslenmesi ve



tarım bayramları d ı ş ı n d a , en ö n e m l i l e r hamilelik ve d o ğ u m l a ilgili "kutsama" ve­ ya "adamalar (samskara),



delikanlının Brahman eğit meni tun yanına verilmesi



(U-panayana), d ü ğ ü n ve cenazelerdir. O l d u k ç a basil törenler söz konusudur: Kur­ banlar ve bitkisel sungular, "kutsamalar" için de evin reisi tarafından :



mırılda­



nılan dualar eşliğinde gerçekleştirilen rimel hareketler. Bütıın "kutsamalar" içinde en önemlisi hiç k u ş k u yok k i upanayana'd\r.



Bu r i -



tüel, arkaik toplumlarda, ergenler için d ü z e n l e n e n erginleme törenlerinin bir ben­ zendir. Upanayana a d ı n ı n i l k kez geçligt Atfıarva Veda, X I , 5, 3'te e ğ i t m e n i n er-



Rahipleriıı sayılan değişir. On önemlisi Jıoir veya "adağı döken"dir (kış. Avesta dilinde zadlar, "rahip"), daha geç bir tarihte kelimenin tam anlamıyla ilahi soyleyicisı olacakür. Kurban töreninin sorumluluğu üdlıvoıytı'dadır: Haıekeı eden, ateşleri besleyen, aletleri kullanan vb odur. Adının liade ettiği kutsal gücün temsilcisi olan brahman (cinsiyeti belir­ li! meni iş tır), tapınım sessiz gözetıc isidir. Alanın merkezine oturan bu gerçek "kurban löreni hekimi," ancak bir hata yapılırsa müdahale ederek, gerekli kefaretin ödenmesini sağlar Ücretin yarısını iııahman alır, bu da onun önemini doğrular. " Kurbanlann ateşe altlan bölümü Agni tarafından tanrılara iletilirdi. Gen kalanı rimele katılanlarea yenir, böylece onlar da tanrısal besinden psıy alınış olurlardı. 269



DİNSEL İNANÇLAR VI; DÜŞÛNCEI.IIR TARİHİ -1



kek çocuğu b i r cenine d ö n ü ş t ü r ü p onu üç gece k a r n ı n d a taşıdığı açıklanır. patha Bmhmana



3



Sata-



şu belirlemeleri yapar: E ğ i t m e n elini ç o c u ğ u n omzuna yerleş­



tirdiği anda hamile kalır ve ç o c u k ü ç ü n c ü gun bir brakmaıı



olarak yeniden doğar.



Atharva Veda, uptınov'fl.nıı işlemini gerçekleştireni " i k i kez d o ğ m u ş " (dvi-jfl) diye 4



niteler ve ileride sıradışı bir yazgıya sahip olacak b u terim i l k kez burada ortaya çıkar. Haliyle i k i n c i d o ğ u m tinsel niteliktedir ve daha sonraki metinler b u temel nokta ü z e r i n d e durur. Manu Yasalan'na göre (11, 144), çömeze Veda sözlerini ile­ ten (yani brahman) ana ve baba olarak kabul edilmelidir: Brahman'ın g e r ç e k baba­ sı, biyolojik babası değil e ğ i t m e n i d i r ( I I , 146); gerçek d o ğ u m , ' başka b i r deyişle ö l ü m s ü z l ü ğ e d o ğ u m sövitri formülüyle sağlanır ( I I , 148). E ğ i t m e n i n yanında ge­ çirdiği b ü t ü n ö ğ r e n i m d ö n e m i boyunca, öğrenci (brahmacârin)



bazı kurallara uy­



mak z o r u n d a d ı r : H o c a s ı n ı n ve kendisinin yiyeceğini dilenerek bulmak, b a k i r l i s i ­ n i korumak vb. Toplu tören alaylarıyla gerçekleştirilen ritüeller b ü y ü k , ama t e k d ü z e bir yapı­ nın dinsel t ö r e n u s u l ü sistemini o l u ş t u r u r . Tek bir sistemin ayrıntılı betimlemesi yüzlerce sayfa tutar. B ü t ü n irauta kurban törenlerini burada özetlemeyi denemek boşuna bir çaba olur. Bunların içinde en basiti olan agnihotra ("ateşe sunulan adak") şafakta ve g ü n e ş batarken yapılır ve Agni'ye adak olarak süt s u n u l m a s ı n ­ dan o l u ş u r . A y n c a kozmik



ritimlerle



i l i n t i l i ritüeller vardır; "Yağmur ve yeni



ay" kurban törenleri, mevsimlik törenler (c&turmâsya) (âgrayana).



ve i l k yavrulama rıtüelleri



Ama Veda t a p ı m ı n a ait esas kurban törenleri, soma törenleridir. Agnis-



toma ("Agni'ye övgü") yılda bir kez, ilkbaharda yapılır ve hazırlık işlemleri dışın­ da, ü ç g ü n l ü k "saygı" dan (upasaâ)



oluşur. Hazırlık işlemleri içinde en ö n e m l i s i ,



k u r b a n ı sunacak olan kişiyi, yeniden doğmasını sağlayarak kutsayan difîşd'dır. Bu erginieyici ritüelin a n l a m ı n ı ileride değerlendireceğiz. Soma sabah, öğle ve a k ş a m ezilir



Dglenkı ezme işlemi sırasında ücretler (dahsinâ) dağıtılır: 7, 2 1 , 60 veya



1000 inek ya da k u r b a n ı s u n a n ı n b ü t ü n malları. B ü t ü n tanrılar davet edilir ve ön-



5



4



XI, 5,4, 12-13. XIX, 17.



°' B ü t ü n Hindistan'da g ö r ü l e n bir kavram s ö z k o n u s u d u r ve Budizm t a r a f ı n d a n



yeniden



ele alınmıştır. Soyadını terk eden ç ö m e z , " B u d h a ' u ı n oğlu" (sakyaputto) o l u y o r d u . Kış.



Eliade'dakı örnekler, Ncassances n\y;Cıqııei, s. 114 v d ; Gorıda, Change and Continuıty, s 4 4 7 vd.



270



GAUTAMA ISUDHA'DAN ÖNCE IHNlUSTAN



ce tek tek, sonra hepsi b i r arada şölene katılır.



6



Bilinen başka soma kurban törenleri de vardır: Bazıları bir g ü n ü a ş m a z , bazılanysa en az o n i k i g ü n . b i r ç o k kez b i r yıl ve kuramsal olarak da o n i k i yıl s ü r e r . Ayrıca soma törenleriyle birleştirilmiş



ritüel sistemleri vardır; bunlardan b i r i ,



m ü z i k , danslar, dramatik destanlar, diyaloglar ve m ü s t e h c e n sahneler İçeren (ra­ hiplerden b i n salıncakta sallanır, bir cinsel birleşme gerçekleşir vb)



mahâvra-



ta'dtr ( " b ü y ü k saygı"). Vajapeya ("zafer içkisi") 17 g ü n d e n 1 yıla kadar s ü r e r ve tam b i r m itsel-ritüel senaryo o l u ş t u r u r



1



17 savaş arabasına b a ğ l a n m ı ş atlann ya­



rışı, t ö r e n s e ! olarak kutsal direğe t ı r m a n a n kurban suntıcusuyla eşinin "güneşe tırmanışı," vb. Kralın k u t s a n m a s ı (râjasüya)



da, soma kurban sistemi içme katıl­



mıştır. Bu ö r n e k t e de hareketli b ö l ü m l e r e rastlanır (Kralın b i r inek s ü r ü s ü n e yap­ tığı b a s k ı n ı n taklidi; kral bir rahiple zar atar ve kazanır v b ) ; ama ritüel esas ola­ rak h ü k ü m d a r ı n mistik yeniden d o ğ u ş u n u amaçlar (§ 71). Bir diğer t ö r e n sistemi de, isteğe bağlı olarak gerçekleştirilse de, soma kurban töreniyle b i r l e ş t i r i l m i ş t i r ; agnkayana,



"ateş (sunağı tuğlalarının) istifi."



Metinler, eskiden b i r i insan beş



kurban ö l d ü r ü l d ü ğ ü n ü belirtmektedir. Daha sonra i l k tuğla sırası k u r b a n l a r ı n ka­ falarının etrafına ö r ü l ü y o r d u . Hazırlıklar bir yıl s ü r ü y o r d u . Beş sıra halinde y ı ­ ğılmış 10.800 t u ğ l a d a n o l u ş a n sunak, k i m i zaman k u r b a n ı s u n a n ı n göğe m i s t i k yükselişini simgeleyen bir k u ş b i ç i m i n d e yapılıyordu. Agnkayana



H i n t düşüncesi



a ç ı s ı n d a n belirleyici etkiye sahip kozmogoni spekülasyonlarına y o l açtı. Bir insa­ n ı n ö l d ü r ü l m e s i Prajâpatı'nın k e n d i m kurban etmesini yineliyor ve s u n a ğ ı n yapı­ m ı evrenin yaratılmasını simgeliyordu (g 75).



73, En Ü s t ü n K u r b a n T ö r e n l e r i : ASvamedha



ve Pumşamedha—



En ö n e m l i ve



m e ş h u r Veda ritüeli "atın kurban edilişi," osviitneiiiıa'dır. Bu t ö r e n ancak zafer ka­ z a n m ı ş , dolayısıyla "evrensel h ü k ü m d a r " saygınlığını hak etmiş bir kral tarafın­ dan yerine getirile biliyordu. Ama kurban t ö r e n i n i n s o n u ç l a n b ü t ü n krallığa yayı­ lıyordu; nitekim asvameciho'nın g ü n a h l a r ı temizlediğine, b ü t ü n ü l k e d e bereketi ve refahı sağladığına inanılıyordu. Hazırlık törenleri aşamalar halinde bir yıllık b i r süreye yayılır, b u s ü r e zarfında seçilmiş savaş atı, diğer y ü z otla birlikte serbest



* Bu başka ritüel olan pıavargya da çok erken bir donemde agnîstoma ile bütünleştirilmişlir, ama bu herhalde yağmur mevsiminin ardından güneşin güçlendirilmesini amaçlayan özerk bir ritüeldi. PruvargynYun ilginçliği özellikle mysteria niteliğinden ve pûjâ'mn, başka bir deyişle bir ikonayla simgelenen bir tannya tapınmanın bilmen en eski biçimi olmasın­ dan kaynaklanır. Krş. j . A. van liuitenen, TJıe Pmvargya, s, 25 vd, 38 ve birçok yerde. 271



DİNSEL İNANÇLAR Vli DÜŞÜNCELER TAKINI - 1



bırakılır. Dört y ü z genç erkek, onun kısraklara yaklaş mam a sına dikkat eder. Ger­ çek anlamıyla ritüel u ç g ü n s ü r e r . İkinci g ü n , bazı belirli törenlerin ardından (kısraklar ata gösterilir, at bir savaş arabasına bağlanır ve prens onu bir su b i r i ­ kintisine g ö t ü r ü r vb), ç o k sayıda evcil hayvan kesilir. Sonunda artık k e n d i n i kur­ ban etmeye hazır tann Prajâpati'yi canlandıran savaş atı b o ğ u l u r .



Arkalarında



100'er nedimeyle d ö r t kraliçe cesedin etrafında d ö n e r ve b i r i n c i eş a t ı n ö l ü s ü n ü n yanına uzanır; ü z e r i n e b i r pelerin ö r t ü l ü r ve cinsel b i r l e ş m e y i taklit eder. Bu sı­ rada rahipler ve kadınlar a r a s ı n d a m ü s t e h c e n şakalar yapılır. Kraliçe ayağa kalkar kalkmaz, at ve diğer kurbanlar parçalanır. Üçüncü g ü n d e başka ritüeller yapılır ve sonunda rahiplere onursal ücretler (âühşina)



dağıtılır; ayrıca rahipler d ö r t kra­



liçeyi veya nedimelerini de alırlar. At k u r b a n ı töreninin H i n t - A v a ı p a kökenli o l d u ğ u n a k u ş k u yoktur. Bu törenin izlerine Cermenlerde, İranlılarda, Yunanlarda, Latinlerde, Ermenilerde. Massagetesler'de, Dalmaçyalılarda rastlanır. Ama bu mitsel-rituel senaryo yalnızca Hin­ distan'da dinsel hayat ve teoloji spekülasyonları i ç m d e bu kadar ö n e m l i bir yer t u t m u ş t u r . Büyük olasılıkla, aivamedha



başlangıçta bir ilkbahar b a y r a m ı , daha



d o ğ r u s u Yeni Yıl m ü n a s e b e t i y l e yapılan bir ritüeldi. Yapısında kozmogoni unsur­ ları yer a l m a k t a d ı r : Bir yandan at evrenle (= Prajâpati) özd eşleştirilmiştir ve kur­ ban edilmesi yaratılış eylemini (yani yaratılışın yinelenmesini) simgeler.



Diğer



yandan Rig Veda ve Brahmana metinleri, aı ile i l k sular arasındaki ilişkileri vur­ gular. Ama Hindistan'da sular tam anlamıyla kozmogoni tözünü temsil ederler. Diğer yandan bu k a r m a ş ı k ritüel içrek t ü r d e bir mysteıia



da o l u ş t u r u r .



"Aslında



asvamedha her şeydir ve Brahman olup da aivtvnedha hakkında hiçbir şey bilme­ yen, h i ç hiçbir şey bilmiyor demektir; o bir Brahman değildir ve y a ğ m a l a n m a y ı hak eder".' Kurban töreni b ü t ü n evreni yenilemeye o l d u ğ u kadar, b ü t ü n toplum­ sal sınıfları ve ö r n e k m ü k e m m e l l i k l e r i içinde b ü t ü n vasıflan yeniden kurmaya yöneliktir." Kraliyet g ü c ü n ü n ihsatrü)



temsilcisi olan, ayrıca Yama, Aditya (güneş)



ve Soma ile (yani egemen tanrılarla) özdeşleştirilen at, bir anlamda kralı ikame etmektedir. Koşut b i r senaryoyu, puraşömaiiıa'yı ç ö z ü m l e r k e n de b u tür Özümse-



7



Sat. B r . X I I I , 4, 2, 17.



* Kurban, töreni sırasında bir rahip şunlan söyler: "Brahman kutsallık içinde doğabilsin!. . Prens kraliyet görkemi içinde, kahraman, okçu, nişancı, yenilmez savaş arabalarına sahip bir savaşçı olarak doğabilsin. İnek sütlü, koşum boğası güçlü, at hızlı, kadın doğurgan, as­ ker muzaffer, genç adam soz söylemekte hünerli doğabilsin! Bu kurbanı sunan kah­ raman, bir oğul sahibi olabilsin! Parjanya bize her zaman diledıgimizce yağmur versin! Bizim için bol buğday yetişsin! vb" (.Vâjasaııeyi SamhM, XXII, 22). 272



GAUTAMA BODHATJAN ÜNCE HİNDİSTAN



me ve ikame y ö n t e m l e r i n i dikkate almak gerekir; nitekim "insan k u r b a n ı t ö r e n i , " asvamedrıa'ya ç o k benzer. Bu t ö r e n d e hayvan k u r b a n l a r ı n dışında, 1000 inek veya 100 at karşılığında satın alınan bir Brahman veya bir kşatrya



da kurban ediliyor­



d u . O da b i r yıl boyunca serbest bırakılıyor ve ö l d ü r ü l d ü k t e n sonra kıaliçe onun cesedinin yanma u z a n ı y o r d u . Puruşamedha,



aûvamedha'yh



erişilemeyen her şeyi



sağlamasıyla ü n l ü y d ü . Böyle bir kurban t ö r e n i n i n g e r ç e k t e n yapılıp y a p ı l m a d ı ğ ı s o r g u l a n m ı ş t ı r . Puruşamedrıa b i r ç o k sraıttasütra'da yuran yalnızca Sânkhdyana



betimlenmiştir, ama k u r b a n ı n ö l d ü r ü l m e s i n i b u ­



ve Vartana'dır. Diğer t ö r e n usulleri eserlerinde, insan



son anda serbest bırakılır ve onun yerine biı hayvan ö l d ü r ü l ü r . Purusamzdha



sı­



rasında, m e ş h u r kozmogoni ilahisi Puruşcı s ırkta'mn söylenmesi anlamlıdır. Kur­ 9



b a n ı n Puruşa-Prajâpati ile özdeşleştirilmesi, k u r b a n ı s u n a n ı n da Prajâpati İle öz­ deşleşmesine y o l açar. Cermen geleneğinde puraşametiiıa mitsel-rıtüel n u n ş a ş ı r t ı n b i r k o ş u t u n u n b u l u n d u ğ u gösterilmiştir:



10



senaryo­



Bir m ı z r a k l a yaralanan ve



dokuz gece boyunca D ü n y a Agacı'na asılı kalan Odin, bilgeliği elde etmek ve bü­ yü ustalığını kazanmak için "kendi kendini, yine kendine kurban eder."



11



X I . yüz­



yılda yazan Bremenli Adam'a g ö r e , b u kurban t ö r e n i Uppsala'da dokuz yılda b i r yinelenir ve dokuz adamla başka hayvan kurbanlar a s d t r d ı . Hint-Avrupa k ö k e n l i bu k o ş u t l u k puruşatnedİta'nın s ö z c ü ğ ü n gerçek a n l a m ı n d a u y g u l a n d ı ğ ı v a r s a y ı m ı ­ nı inandırıcı kılıyor. Ama kurban k u r a m ı ve u y g u l a m a s ı n ı n sürekli yeniden yo­ r u m l a n d ı ğ ı Hindistan'da, insan k u r b a n l a r ı n ö l d ü r ü l m e s i sonunda s o t e r ı y o l o j i k bir metafiziği y a n s ı t m a y a başlamıştır.



74. R i t ü e l l e r i n E r g i n l e y i c i Y a p ı s ı : Kutsama (dlkfâ) ve K r a l ı n (râjasüyd)—



Kutsanması



Bu süreci daha i y i anlamak için, sTautö ritüellerinin erginleme ön-



v a r s a y ı m l a n aydınlatılmalıdır. Bir erginleme töreni adayın " ö l ü m ü n ü " ve "yeni­ den d o ğ u ş u n u " , yani daha ü s t ü n bir varoluş biçimine d o ğ u ş u n u gerektirir. Ritüel b i ç i m i n d e " ö l ü m , " simgesel b i r " ö l d ü r m e " veya yine simgesel regressus ad uterum'Ia ' sağlanır. Bu i k i y ö n t e m i n eşdeğeri il iği, "kurban edilerek olme"nin "cenin c



haliyle" özdeşleştirildigini gösterir. Satapatha



9



1 0



Brflfımaıa'da açıklandığı gibi ( X I ,



RigVeda,X,90. Krş. james L. Sauve, "The Divme Vıctım;" Cermence ve Sanskntçe kaynaklardaki insan kurbanlanna ilişkin birbiriyle uyumlu bütün bölümler bu eserde almtılanmjştır



11



Hâvamûl, 138.



* Ana rahmine geri dönüş -çn. 273



DİNSEL INANÇIAli VE DOŞÜNCELHİ! TARİHJ -1



2, 1, 1), "insan üç kez d o ğ a r : Birincisinde an ne-ba basın dan, ikincisinde kurban s u n d u ğ u n d a ... ü ç ü n c ü s ü n d e ö l d ü ğ ü ve ateşin üzerine y e r l e ş t i r i l d i ğ i n d e ;



aıeşın



ü s t ü n d e yeniden var olur." Aslında ç o k sayıda "ölüm" söz konusudur; ç ü n k ü " i k i kez d o ğ m u ş " her linsanl hayatı boyunca belli sayıda srauia kurban t ö r e n i gerçek­ leştirir. Kutsama, dıkşâ, her t ü r d e n soma kurban töreninin vazgeçilmez hazırlık a ş a m a ­ sını o l u ş t u r u r , ama başka gerekçelerle de y a p ı l ı r ,



12



K u r b a n ı sunan ve dıfesâ'yı al­



makta olan kişinin, daha ö n c e erginleyici regressus ad uterum'u yaşadığında, nayana'sı



upa-



sayesinde " i k i kez d o ğ m u ş " hale geldiğini hatırlatalım. Dihsâ sırasında



da aynı cenin haline b a ş v u r u l u r . Gerçekten de "rahipler düaayı



verdikleri k i ş i y i



cenine d ö n ü ş t ü r ü r . O n u suyla ıslatırlar; su, erkeğin t o h u m u d u r . . . . Onu özel b i r a m b a r ı n içine sokarlar: Ö z e l ambar, dikjâ'yı y a p a n ı n yerleştirildiği ana r a h m i d i r . Üzerini b i r elbiseyle örterler; Elbise, cenin kesesidir. .. Y u m r u k l a n kapalıdır; ana k a m ı n d a o l d u ğ u sürece ceninin de y u m r u k l a n kapalıdır" ... v b .



u



Koşut me­



tinler de ritüelin cenin ve d o ğ u m l a ilişkili niteliğini vurgular. "Dîkşita (yani âHışâ'yı yapan) tohumdur." '' "Dîkşita b i r cenindir, elbisesi ceninin kılıfıdır," 1



vb.



1 5



Bu rigressus ad uientm'un nedeni sürekli hatırlatılır: "İnsan gerçekte doğma­



mıştır. Ancak kurban töreniyle doğar" (Mait-Sam,,



I I I , 6, 7 ) .



16



Her kurban t ö r e n i n d e yinelenen mistik nitelikteki b u yeniden d o ğ u ş , k u r b a n ı sunana tanrılarla özdeşleşme olanağı verir. "Kurbanı sunan tannsal dünyada ger­ çekten d o ğ a c a k t ı r . "



17



"Kutsanan kişi taunlara yaklaşır ve onlardan b i r i



olur."



18



Aynı eser, yeniden d o ğ m a k t a olan kurban sunan kişinin uzayın dört b i r k ö ş e s i n e y ü k s e l m e s i , yani evrene egemen olması gerektiğini belirtir. " Ama &kşâ ö l ü m l e 1



12



Krş. Naissances mystıaues, s 115 vd, Gonda, Changc and Cantinuity, s. 315 vd. Rig Veda âifaiâ'yı yok sayar gibidir; ama bu tören usulleriyle ilgili metinlerin Veda dininin bütününü temsil etmediklerini unutmamak gerek; krş. Gonda, s. 349. Törene Aıharva Veda'da rast­ lanmaktadır (XI, 5, &>• BraTımacSrin, dilts/ta, yani ıflk^'yı uygulayan diye nitelenmektedir.



1 1



Aitareya Brûhmana, I , 3



i +



Mait ray arıt-SarııhıM, 111, 6, 1.



15



TaiUitya-Sam., I , 3, 2



1 6



Butun bu erginlenme ritüellermin haliyle miLsel bir örneği bulunmaktadır: Söz (Vâc) İle • Kurban (Yajiia) arasındaki birleşmeden dehşet verici bir canavarın doğmasını engellemek için, Indra cenine dönüşür ve VâcYn rahmine girer (Sat. Br., Ill, 2, 1, 18 vd).



1 7



Sat.Br.,Vll,3,l,12.



10



A.g.y., 111.1, 1,8.



19



Ag.y., V I , 7 , 2 , 11 vd. 274



GAUTAMA BUDHAT1AN ÖNCE HİNDİSTAN



de özdeşleştirilir. "Kurban sunan kendini adadığında i k i n c i kez ö l ü r . " kaynaklara göre, "dikşita k u r b a n d ı r , "



21



Başka



ç ü n k ü "kurban gerçekte k u r b a n ı s u n a n ı n



k e n d i s i d i r . " " Özetle, "erginlenen tanrılara sunulan k u r b a n d ı r . "



23



Bunun ö r n e ğ i n i



tanrılar vermişti: "Ey A g n i , kurban et kendi bedenini!":' "Bedenini b ü y ü t e r e k 1



kurban et k e n d i n i ! " Ç ü n k ü "kurban ile tanrılar Kurban'a kurban sundular." 25



26



Demek k i rituel b i ç i m i n d e bir ö l ü m , hem tannlar katma u l a ş m a n ı n hem de b u d ü n y a d a d o p d o l u bir varoluş edinmenin ö n k o ş u l u d u r . Vedalar çağında kurban yoluyla elde edilen ve zaten geçici olan " tan rıs ali aşma," h a y a t ı n ve insan varolu­ ş u n u n değer yitimine uğratılmasına y o l a ç m ı y o r d u . Tam tersine göğe, tanrıların katma b ö y l e ritüel b i ç i m i n d e yükselişler aracılığıyla hem k u r b a n ı sunan hem de b ü t ü n t o p l u m ve doğa k u t s a n m ı ş ve y e n i l e n m i ş oluyordu. Bir aîvamedha



kurban



töreniyle hangi sonuçların elde edildiğini g ö r m ü ş t ü k ( k ı ş . y u k a r ı d a , dipnot 5). Pagan d ö n e m Uppsala'sındaki insan kurban etme u y g u l a m a s ı n ı n



amaçları



da,



muhtemelen k o z m i k yenilenme ve krallık i k t i d a r ı n ı n güçlenmesiydi. Ama butun bunlar yaratılışın yinelenmesini hedefleyen ve k u r b a n ı s u n a n ı n " ö l ü m ü m ü ,



"ce­



n i n olarak ana rahminde b ü y ü m e s i n i " ve yeniden d o ğ u ş u n u kapsayan ritüellerle sağlanıyordu. H i n t kralının k u t s a n m a s ı , râjasüya, benzer bir senaryo içeriyordu. Merkezi tö­ renler Yeni Yıl civarında yapılıyordu. Ö n c e bir yıl dik$a, sonra kutsal y a ğ s ü r m e işlemi, sonra da b i r yıl kapanış törenleri yapılıyordu.



Anlaşıldığı



kadarıyla,



râjasüya evreni onarmaya y ö n e l i k bir dizi yıllık t ö r e n i n kısaltılmış halidir. Kra­ lın merkezi b i r r o l ü v a r d ı , ç ü n k ü tıpkı î r a u t a k u r b a n ı n ı sunan rahip gibi, o da bir anlamda evrenle b ü t ü n l e ş i y o r d u . Ritüelin farklı a ş a m a l a n sırayla gelecekteki h ü k ü m d a r ı n cenin haline gerileyışini, rahimde b i r yıl kalışını ve hem Prajâpati hem de evrenle özdeşleştirilen Evren Egemeni olarak m i s t i k yeniden d o ğ u ş u n u



Jaim. Upatıişad Brah., İli, İ l , 3 Ayncakrş. Gonda tarafından alıntılanmış metinler, a.g.y., s. 385 n



Ta/tt. Sanlı/ta, VI, 1,45.



2 1



Ait. Brah., II, 11.



2 3



Sat. Br., 111,6, 3, 19 Kurban sunan, yeryüzündeki yeniden doğuşunu sağlamak için, ev­ deki ateşe "kendini tohum biçiminde fırlatır" (bu eylem, kum taneleriyle temsil edilir) ve göklerde yemden doğuş amacıyla kurban sunağmdaki ateşe kendini fırlatır; krş, A Coomaraswamy nin alıntıladığı metinler, "Atmayajna; SelE-Sacrifice," s. 360. ,



I +



RigVeda,Vl,ll,2,



2 5



Snt.Br,, X,81,5.



1 6



Sat. Br.. X, 90, 16 275



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ -1



canlandırıyorlardı. Gelecekteki h ü k ü m d a r ı n "cenin d ö n e m i , " evrenin olgunlaşma­ sı sürecine denk d ü ş ü y o r d u ve b ü y ü k olasılıkla köken olarak ekinlerin olgunlaşmasıyla ilişkiliydi. Ritüelin i k i n c i a ş a m a s ı n d a , h ü k ü m d a r ı n yeni bedeninin oluşu­ m u t a m a m l a n ı y o r d u : Ya kralın Brahmanlar kastıyla veya halkla m i s t i k evliliğin­ den (bu evlilik sayesinde onların rahminden d o ğ a b i l i y o r d u ) ya da eril sularla d i ­ şil suların veya altınla - a t e ş i s i m g e l i y o r d u - suyun b i r l e ş m e s i n d e n elde edilen simgesel b i r beden söz konusuydu. Ü ç ü n c ü aşama bir dizi ritüelden o l u ş u y o r ve bunlar sayesinde kral ü ç dünya üzerinde egemenlik h a k k ı kazanıyordu: Başka bir deyişle, hem evreni şahsında temsil ediyor hem de Evren Egemeni olarak yerini alıyordu. H ü k ü m d a r kolunu k a l d ı r d ı ğ ı n d a , b u jestin kozmogoniyle i l i n t i l i b i r anlamı vardır: Axis mundimn yükselişini simgeler. Kutsal y a ğ s ü r ü l ü r k e n kral tahtın ü z e r i n d e , kollarını y u k a r ı kaldırarak ayakta durur: Yerm göbeğine - y a n ı taht, d ü n y a n ı n m e r k e z i - sabitlenm i ş evren eksenini temsil eder ve göğe dokunur. Su serpme, y e r y ü z ü n e bereket getirmek için - k r a l tarafından temsil edilen— d ü n y a ekseni boyunca g ö k t e n aşağı inen sularla ilişkilidir. Daha sonra kral d ö r t ana y ö n e d o ğ r u birer a d ı m atar ve simgesel olarak g o k k ü r e n i n başucu noktasına yükselir. Bu



rimellerin



ardından,



kral m e k â n m d ö r t y ö n ü ve mevsimler ü z e r i n d e egemenlik kazanır; b a ş k a b i r de­ yişle, m e k â n - z a m a n evreninin b ü t ü n ü n e egemen o t u r .



!?



Bir yanda ritüel b i ç i m i n d e ö l ü m ve yeniden d o ğ u ş ile, diğer yanda kozmogoni ve d ü n y a n ı n yenilenmesi arasındaki y a k ı n ilişki fark edilmektedir. Bütün b u dü­ şünceler, ş i m d i tartışacağımız kozmogoni mitleriyle u y u m l u d u r ve



Brâhmana-



k r ' ı n yazarları tarafından kendilerine özgü, k u r b a n ı ölçüsüz b i r b i ç i m d e yücelten b a k ı ş a ç ı s ı n d a n geliştirilecek ve birbirlerine eklemlenecekkvdiv,



75. K o z m o g o n i l e r ve M e t a f i z i k — Veda ilahileri, d o ğ r u d a n ya da yalnızca ima­ lar yoluyla, ç o k sayıda kozmogoni anlatırlar. O l d u k ç a yaygın ve farklı k ü l t ü r dü­ zeylerinde b u l g u i a n m ı ş mitler söz konusudur. Bu kozmogonilerin her



birinin



"kökeni"ni ayrı ayrı aramak b o ş u n a bir çaba olur. Âriler tarafından g e t i r i l d i k l e r i varsayılabilecek m i l l e r i n bile, daha eski ya da daha "ilkel" k ü l t ü r l e r d e k o ş u l l a n b u l u n m a k t a d ı r . Diğer b i r ç o k dinsel düşünce ve inanç gibi, kozmolojiler de eski d ü n y a n ı n her yerinde t a r i h ö n c e s i n d e n aktarılmış bir m i r a s ı o l u ş t u r u r . Bizim ko­ numuz açısından ö n e m l i olan, bazı kozmogoni mitlerine H i n t l i l e r i n getirdikleri



Krş. J C. Heesterman, Tîte Ancient Indian Royal Consecraiion, s. 17 vd, 52 vd, 101 vd. 276



GAUTAMA BUDHA'DAN ÛNCFI HİNDİSTAN



yorumlar ve y ü k l e d i k l e r i yeni değerlerdir. Bir kozmogoninin eskiliği konusunda, o n a rastlanan i l k belgelerden hareketle h ü k ü m vermemek gerektiğini hatırlatalım. En arkaik ve yaygın mitlerden b i r i olan "kozmogoniye yol açan {suya} d a l ı ş , " Hindistan'da oldukça geç bir tarihte, özellikle Destan ve Purânalar aracılığıyla halk içinde b e n i m s e n m i ş t i r . Vedalar çağı şairlerinin ve teologlarının tutkuyla bağlandıkları



kozmogoni



t ü r l e r i n i n sayısı esas olarak d ö r t t ü r . Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1) İlk suların d ö l l e n m e s i yoluyla yaratılış; 2) İlk devin, yani P u r u ş a ' m n parçalanması yoluyla yaratılış; 3) H e m varlık hem y o k l u k olan b i r b i r l i k - b ü t ü n l ü k t e n başlayarak yara­ tılış; 4) g ö k ve yerin ayrılması yoluyla yaratılış. Rig Veda'mn m e ş h u r ilahisinde (X, 121), H ı r a n y a g a r b h a ("Altın Cenin") ola­ rak tasavvur edilen tann, suların üzerinde s ü z ü l ü r ; içine daldığı sulan döller ve onlar da ateş tanrısı Agni'yi d o ğ u r u r l a r (7. d ö r t l ü k ) . Atharva Veda (X, 7, 28) A l ­ tın Cenin'i Evren Diregi'yle, skambha'yls.



özdeşleşttrır. Rig Veda (X, 82, 5) Sulara



atılan i l k tohumu "Evrensel Zanaatkar" Visv a karmanla iliş k ilendirir; ama cenin imgesi, tam anlamıyla çok y ö n l ü bir teknisyen olan b u tanrısal kişilikle bağdaş­ maz. Bu ö r n e k l e r d e , A k ı n Cenin'i i l k suların ü z e r i n d e u ç a n yaratıcı tanrının tohu­ m u olaTak sunan b i r başlangıç mitiyle karşı k a r ş ı y a y ı z .



28



Rituelci bir bakış açısından kökten yeniden y o r u m l a n m ı ş i k i n c i kozmogoni izlegi, yine m e ş h u r bir ilahide bulunur: P u r u ş a s ü k t a . ^ i l k Dev P u n ı ş a ("insan") hem kozmik b ü t ü n l ü k (1.-4. d ö r t l ü k l e r ) hem de erdişi varlık olarak g ö s t e r i l i r . Aslında (5. d ö r t l ü k ) P u r u ş a , yaratıcı kadın enerjisi Virâj'ı üretir ve daha sonra onun tarafından d o ğ u r u l u r .



30



Gerçek anlamda yaratılış, k o z m i k bir k u r b a n ı n so­



nucudur. Taunlar "lnsan"ı kurban eder; O n u n parçalanmış bedeninden hayvanlar, t ö r e n usulleri, toplumsal sınıflar, yer, gök, tanrılar türer. "Onun ağzı Brahman oldu, i k i k o l u ise Savaşçılar, bacakları Zanaatkarlar oldu, ayakları ise Hizmetkâr­ lar" (12. d ö r t l ü k , çev. Renou). Başından gök, ayaklarından yer, aklından ay, göz­ lerinden g ü n e ş , ağzından lndra ve Agnt, s o l u ğ u n d a n r ü z g â r vb t ü r e d i (13.-14. dörtlükler). Son d ö r t l ü k t e de (16) bu k u r b a n ı n ö r n e k işlevi v u r g u l a n ı r : "Kurban ile tanrı-



Akın Cenin imgesi klasik çag Hindistan'ında sulann yarattığı kozmik yumurtaya dönüşe­ cektir (bu yeni imgeye daha önce Upanişadlar'da da rastlanmaktadır: Kâtha Up., IV, fi; Svetâsvatara, ÜT, 4, 12). Rig Veda X, 90. Vırâj bir tür Şaktı'dır. Brhâdaranyaka Upanışad'da (IV, 2, 3) Puruşa ile evlenir. 277



D1N5EL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - I



lar, Kurban'a kurban sundular;" başka b i r deyişle, Puruşa bem kurban t ö r e n i n i n k u r b a n ı hem de kurban töreni tanesiydi. Evren, hayat ve insanlar P u r u ş a ' n ı n be­ deninden çıkmış olsalar da, Puruşa'nın yaratılıştan önce var o l d u ğ u ve sonra da var olacağı, b u ilahide açıkça b i l d i r ü m e k t e d i r . Bir başka ifadeyle, P u r u ş a hem aş­ k ı n , hem içkindir; bu paradoksal varlık tarzı Hint kozmogoni tanrılarına ö z g ü d ü r (krş. Prajâpati). Koşutlarına Çin'de (Fan-ku), eski Cermenlerde (Ymir) ve Mezo­ potamya'da (Tiamat) rastlanan b u m i t , arkaik t ü r d e bir kozmogoni anlayışını yan­ sıtmaktadır: tnsanbiçimli bir tanrısal Varlığın kurban edilmesi yoluyla y a r a t ı l ı ş . Puruşasühta



sayışır spekülasyona y o l açmıştır. Ama nasıl k i arkaik toplumlarda



mit her t ü r l ü yaratının i l k ve m ü k e m m e l ö r n e ğ i m o l u ş t u r u y o r s a , b u ilahı de b i r erkek çocuğun d o ğ u m u n u izleyen



ritüelierden



birinde, tapınak k u r u l u ş törenle­



rinde (zaten t a p ı n a k da Punışa'ya benzetilerek yapılır) ve a r m d m c ı yenilenme r i tuellerinde söylenir."" '



RigVeda'nm en m e ş h u r ilahisinde (X, 129), kozmogoni b i r metafizik olarak



sunulur. Şair kendine. Varlığın, VaT Olmayandan nasıl çıkabildiğini sorar; çünkü başlangıçta "ne Yokluk ne de Varlık vardı" ( 1 , d ö r t l ü k , 1). "O sırada ne ö l ü m ne de ö l ü m s ü z l ü k vardı" (yani ne insanlar ne de tannlar). Yalnızca "Bir" (ne eril, ne dişil) denen a y r ı ş m a m ı ş ilke vardı. "Soluk y o k t u , Bir, k e n d i gücüyle soluyordu." "Bunun (dışında), b a ş k a hiçbir şey yoktu" (2. d ö r t l ü k ) . "Başlangıçta k a r a n l ı k l a n n ü s t ü n ü k a r a n l ı k l a r ö r t m ü ş t ü , " ama sıcaklık (riyazetin yarattığı sıcaklık,



lapas)



"boşlukla ö r t ü l ü " (şöyle anlaşılabilir: i l k sularla çevrili) "Bir"ı, "potansiyel"i {âbfıü)-başka bir ifadeyle " c e n i n " ı - ortaya çıkardı



Bu filizden ("potansiyel") İstek



(kama) gelişti ve aynı istek "Bilincin (manas) i l k tohumu (refas) oldu." Bu, Hint felseîi d ü ş ü n c e s i n i n temel tezlerinden b i r i n i önceden g ü n d e m e getiren şaşırtıcı b i r ö n e r m e d i r . Şairler, d ü ş ü n m e yoluyla, "Yokluk içinde Varlığın yerini keşfet­ meyi bildiler" (4. d ö r t l ü k ) . Daha sonra " i l k tohum," "yukarı" ve "aşağı" diye b i r eni ve b i r dişil ilkeye b ö l ü n d ü .



3 2



Ama " i k i n c i l yaratılış"ın, yani g ö r ü n t ü l e r dün­



y a s ı n ı n yaratılışına ilişkin bilmece ç ö z ü l e m e m i ş t i . T a n r ı l a r sonra d o ğ d u l a r (ö. d ö r t l ü k ) , demek k i d ü n y a y ı yaratan onlar değildi. Şair sözlerine bir soru işaretiy­ le son verir: "Bunu yalnızca g ö k kubbenin en ü s t ü n d e n d ü n y a y ı izleyen b i l i r " (başka bir ifadeyle, o "ikincil yaratılış"ın k ö k e n i n i b i l i r ) - yoksa o da bilmez mi?" Bu ilahi, Veda s p e k ü l a s y o n l a r ı n ı n eriştiği en y ü k s e k noktayı temsil eder. Yara-



Metınlere göndermeler için bkz. J. Gonda, Vısnmsm and Sivaistn, s. 27. Krş. RıgVeda,X, 72,4. 278



GAUTAMA BUVJHA'DAN ON GE HİNDİSTAN



tılış tanrılarını da a ş k ı n , bilinemez - " B i r , "



" O " - bir yüce varlık beliti, Upani-



şadlar'da ve bazı felsefi sistemlerde geliştirilecektir. Rig Veda'nm Ptıruşa'sı g i b i (X, 90), Bir de evrenden önce vardır ve d ü n y a y ı kendi v a r l ı ğ ı n d a n s u d ü r yoluyla yaratır; ama b u n u yaparken de aşkın olma niteliğini yitirmez. Daha sonraki Hint s p e k ü l a s y o n u açısından temel ö n e m e sahip b u d ü ş ü n c e y i akılda t u t a l ı m : H e m bi­ linç hem de evren döl yaratıcı isteğin (kâma) birer ü r ü n ü d ü r . Burada Sâmkhya-Yoga felsefesinin ve B u d i z m i n i l k t o h u m l a r ı n d a n biriyle karşılaşıyoruz. D ö r d ü n c ü kozmogoni izlegine gelince - g ö k ve yerin ayrılması ya da ra'nın, Vrtra'mn bedenini keserek p a r ç a l a m a s ı - b u mit Puntşasükta'ya



Ind-



yakındır;



D ü n y a n ı n yaratılışını (veya yenilenmesini) sağlamak için bir " b ü t ü n l ü ğ ü n " şiddet kullanılarak b ö l ü n m e s i söz konusudur. Izlek eskidir ve şaşırtıcı yeniden y o r u m ­ lamalara ve uygulamalara açıktır. Daha once g ö r d ü ğ ü m ü z gibi (§ 68), i l k ejder­ hayı yıldırımla vuran ve p a r ç a l a y a n Indra'nm yaratış edimi, b i r evin y a p ı m ı n d a n hitabet yarışına kadar ç o k farklı eylemlere ö r n e k o l u ş t u r m a k t a d ı r . Son olarak da d ü n y a y ı bir heykeltıraş, b i r demirci veya bir d ü l g e r gibi b i ç i m ­ lendiren tanrısal bir Varlık, "Evrensel Zanaatkar" V ı s v a k a r m a n tarafından gerçek­ leştirilen yaratılışa g e l e l i m ,



31



Ama diğer dinlerde i y i bilinen bu mit m o t i f i , Veda



şairleri tarafından Purusasüfîia'mn m e ş h u r ettiği kurban-yaratılış izlegine bağlan­ mıştır. Kozmogonilerin ç o ğ u l l u ğ u , teogoni ve insanın kökenine ilişkin



anlatıların



ç o k l u ğ u y l a u y u m içindedir, Rig Veda'ya g ö r e , tanrıları i l k çift, gök ve yer d o ğ u r ­ m u ş veya tanrılar i l k su k ü t l e s i n d e n ya da y o k l u ğ u n i ç i n d e n çıkmışlardır. Her ne olursa olsun, o n l a r ı n varoluşu d ü n y a n ı n yaratılışından sonra başlamıştır. Geç ta­ rihli bir ilahi



35



tanrıların tanrıça Aditi'den, sulardan ve yerden d o ğ d u k l a r ı m anla­



tıyor. Ama tanrıların hepsi ö l ü m s ü z değildi. Rig Veda, b u vasfı Savttri'den (IV, 54, 2) veya Agni'den aldıklarını ( V I , 7, 4) veya soma içerek kazandıklarını (IX, 106, 8) belirtiyor, hidra ö l ü m s ü z l ü ğ ü riyazet, tapas yoluyla elde etti (X, 167, 1) ve Atharva Veda b ü t ü n diğer tanrıların da ö l ü m s ü z l ü ğ ü aynı şekilde kazandıkları­ n ı açıklıyor ( X I , 5, 19; IV, 1 1 , 6). Bröhmanalar'a



göre, tanrılar bazı kurbanlar ve­



rerek ö l ü m s ü z o l m u ş l a r d ı .



Daha Rig Veda'da, taıırılann çoğulluğunu bir tek tanrısal ilkeye indirgeme yönünde bir eğilim fark edilir: "Aslında Bir'den başka bir şey olmayana, heyecanlı şairler çoğul der" (1, 164, 46). RigVedaX,81. Rig VedaX, 63,2. 279



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ - 1



insanlar da ilk çift G ö k İle Yer'in soyundan gelmektedir. M i t o l o j i k ataları tan^ n Vivasvat'm oğlu Manu'dur; i l k k u r b a n ı sunan Manu, i l k i n s a n d ı r .



Bir digeı



36



versiyon, m i t o l o j i k a n a - b a b a y ı Vivasvat'm çocuklarıyla. Yama ve kız k a r d e ş i Yami'yle özdeşleştirir (X, 10). Yukarıda g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, Purusasüktc ise (X, 90. 12) insanların k ö k e n i n i (yani dört toplumsal sınıfı) kurban edilen i l k devin or­ g a n l a r ı n d a n hareketle açıklar. Başlangıçta insanlar da kurban yoluyla



ölümsüz



olabiliyorlardı; ama tanrılar bu ö l ü m s ü z l ü ğ ü n yalnızca tinsel nitelikte o l m a s ı n a , yam insanların ona ancak ö l d ü k t e n sonra erişebilmesine karar verdiler. ' Ö l ü m ü n 3



k ö k e n i n e ilişkin başka mitolojik açıklamalar da b u l u n m a k t a d ı r .



Mahcibhârata'da,



Yer bir insan kitlesinin a ş ı n y u k u altında okyanusun dibine g ö m ü l m e tehlikesi içindedir ve Brahma ö l ü m ü yeri rahatlatmak için getirir



3 8



T a n r ı l a r ı n ve insanların d o ğ u m u n a , ö l ü m s ü z l ü ğ ü n kaybedilmesine veya ele geçirilmesine ilişkin b u mitlerden bazılarına başka Hint-Avrupa halklannda da rastlanır. Zaten b i r ç o k geleneksel k ü l t ü r d e benzer mitler b u l g u l a n m ı ş ı ı r . Ama bu mitler yalnızca Hindistan'da, yeni b i r dinsel b i l i n c i n uyanışı açısından bu denli belirleyici olan kurban tekniklerini, tefekkür y ö n t e m l e r i n i ve s p e k ü l a s y o n l a n or­ taya çıkarmıştır,



76. Brâhmanalafda



K u r b a n Ö ğ r e t i s i — Pm'ujjsûfe'ta, Brâhmanalar'da



geliştirilen



(y. M Û 1000-800) k u r b a n k u r a m ı n ı n y o k çıkış n o k t a s ı n ı ve öğreti açısından hak­ lılık zeminini o l u ş t u r u r . P u n ı ş a ' n m kendini tannlara verdiği ve evreni yaratmak için ö l d ü r ü l m e s i n e razı o l d u ğ u gibi, Prajâpati de kozmogoni işini t a m a m l a d ı k t a n sonra, " t ü k e n i p " ö l ü m uykusuna dalacaktır. Brâkmancûar'm



sunduğu



şekliyle



Prajâpati, alimlerin s p e k ü l a s y o n l a r ı n ı n bir yaratısı gibi g ö r ü n s e de, arkaik b i r yapıya sahiptir. "Yaratıkların Efendisi" diye de bilinen Prajâpati, k o z m i k Büyük Tannlara y a k ı n d ı r . Bir anlamda Rig Veda'nm " B i r i n e (X, 129) ve Visvakarman'a da benzemektedir, ama esas olarak P u r u ş a ' n m uzantısıdır. Zaten Pııruşa-Prajâpati özdeşliği metinlerce de d o ğ r u l a n m a k t a d ı r : "Punışa Prajâpati'dir; P u r u ş a Yıl'dır."



39



Başlangıçta Prajâpati t e z a h ü r e t m e m i ş , yalnızca tinsel düzeyde var olan Birlik-Bü­ t ü n l ü k ' t ü . Ama istek (kâma) o n u çoğalmaya, ü r e m e y e i t t i .



Rig Veda X, 63, 7. SatapathaBr.,X,4,



3, 9.



Mahâbhârata VI, 52-54, XH, 256-258. Jnim. Br.,11,56; krş. Satapatka Er., V I , 1,1,5. Satapdtna Br. V I , 1,1. 280



4 0



Riyazet (tapas, l a m



GAUfAMA BUDHATJAN ÖNCE HİNDİSTAN



s ö z c ü k karşılığı "sıcaklık, ateş") yoluyla a ş ı n b i r dereceye kadar "ısındı" ve su­ dur yoluyla y a r a t t ı ; ' b u işlem, bazı ilkel kozmogonilerdeki gibi terleme veya to­ 4



h u m salgılanması olarak da algılanabilir. Önce brahman'ı,



yani üçlü b i l g i y i



(üç



Veda kitabı), sonra da Söz'den hareketle sulan yarattı. Sular aracılığıyla ü r e m e k isteyince o n l a r ı n içine g i r d i , bir yumurta gelişti ve k a b u ğ u y e r y ü z ü oldu. Daha sonra göklere yerleşsinler diye tanrılar ve yeryüzüne yerleşsinler diye Asmalar yaratıldı v b (a.g.y., X I , 1, 6, 1 v d ) ,



4;



Prajâpati d ü ş ü n d ü : "Aslında, k e n d i m i n bir benzerini, Yıl'ı yarattım" Bu neden­ le "Prajâpati Yıl'dır" d e n i r ,



43



Kendi benliğini (atman) tanrılara vererek, kendisinin



bir başka benzerini, yani k u r b a n ı yarattı ve bu y ü z d e n insanlar, "Kurban Prajâpati'dir" der. Ayrıca Prajâpati'nin k o z m i k bedenindeki eklem yerlerinin (parvam), yılın beş mevsimi ve ateş s u n a ğ ı n ı n b e ş tuğla dizisi o l d u ğ u b e l i r t i l i r .



44



Prajâpati'nin, evren, döngüsü zaman (yıl) ve ateş sunağı ile b u üçlü özdeşleşme­ si, Brahmanct kurban k u r a m ı n ı n b ü y ü k yeniliğini o l u ş t u r u r . Bu yenilik, Veda r i tüelinı b i ç i m l e n d i r e n anlayışın gerilemesine işaret eder ve U p a n i ş a d l a r ' ı n yazarla­ rınca gerçekleştirilecek keşiflere yolu açar. Ana fikir, "ısınma" ve yenilenen "sal­ gılamalar" yoluyla yaratan Prajâpati'nin giderek erimesi ve sonunda t ü k e n m e s i dir. İki kilit terimin -tapas (riyazet ateşi) ve vısrj (her y ö n e dağılan s a l g ı ) - dolaylı veya ö r t ü l ü cinsel yan anlamları olabilir; ç ü n k ü Hint dinsel d ü ş ü n c e s i n d e riyazet ve cinsellik y a k ı n d a n ilişkilidir. M i t ve imgeleri, kozmogoniyi biyolojik



terim­



lerle y a n s ı t m a k t a d ı r ; d ü n y a ve hayat varoluş biçimleri nedeniyle, vadeleri dolun­ ca



t ü k e n inektedirler."' Prajâpati'nin



tükenişi



çarpıcı



imgelerle



ifade



edilir;



"Prajâpati canlı varlıkları salgıladıktan sonra, eklem yerleri ayrıldı. Prajâpati ke­ sinlikle Yd'dır ve eklemleri de g ü n d ü z ile gecenin i k i birleşme n o k t a s ı (yani şafak ve g ü n b a t ı m ı ) , dolunay ile hilal ve mevsimlerin başlangıçlarıdır. G e v ş e m i ş lemleriyle ayağa k a l k a m ı y o r d u ve tannlar onu agnıhotra



ek-



(ritüeli) ile, eklemlerini



Kullanılan lerim "fırlatmak, iz düşürmek" anlamına gelen sı; kökünden türetilmiş vısrj'dir; vi- her yöne dağılmayı ifade eder. Başka metinlere göre gök cnun kafasından, hava göğsünden, yer de ayaklarından çıkmış­ tı (krş. Gonda, Les Religiom de l'lnde, c. I , s. 226). Bu, hiç kuşku yok ki Puruşa'mn kur­ ban edilmesinin bir etkisidir; ama diğer yandan bu iki tann arasındaki yapısal benzerliği de doğrulamaktadır. A.g.y., XI. 1,6, 13. Satapathallr., VI, 1, 2. Benzer anlayışlann arkaik kültürlerin, öncelikle de paleolilik çağın çiftçi kültürlerinin belirgin niteliklerini oluşturduğu bilinmektedir. 281



DİNSEL İNANÇLAR VE DOSUN ÇELER T A R İ H İ -1



s a ğ l a m l a ş t ı r a r a k iyileştirdiler."



Başka bir ifadeyle, Prajâpati'nin k o z m i k bedeni­



n i n yeniden o l u ş u m u ve yeniden eklemlenmesi kurban töreniyle, yani agnicayan a ' n ı n kutlanacağı b i r kurban sunağı inşa edilerek gerçekleştirilmiştir (§ 72). A y ­ nı eserde şu da belirtilir (X, 4, 2, 2): "Bu Prajâpati, Yıl, 720 g ü n ve geceden olu­ ş u r ; b u nedenle sunakta 360 çevre d u v a r ı taşı ve 360 tuğla bulunur." "Eklemleri ayrılan b u Prajâpati, (şimdi) ö n ü m ü z d e y a p ı l m ı ş duran şu ateş s u n a ğ ı n ı n ta ken­ disidir." Rahipler s u n a ğ ı o l u ş t u r a n tuğla sıralarını dizerken, Prajâpati'yi o n a n r , onu "toplarlar" (samsfrri). Kısacası, her kurban töreni ilk yaratılış eylemini yineler ve dünyanın ertesi yıl da sürmesmi güvence altına alır. Braiımanalar'da kurban t ö r e n i n i n i l k anlamı budur: "Eklemleri



ayrılmış,"



d ö n g ü s e l Zaman'm (Yıl) etkisiyle " t ü k e n m i ş " evreni yeniden yaratmak. Kurban töreni aracılığıyla —yani rahiplerin y ü c e etkinliği sayesinde— dünya hayatta tutul­ m u ş , b ü t ü n l ü ğ ü ve bereketi k o r u n m u ş t u r



Bu, kozmogoninin her yıl (ya da dö­



nemsel olarak) yinelenmesini isteyen arkaik d ü ş ü n c e n i n yeni b i r u y g u l a m a s ı d ı r . Aynı zamanda ritüellerin belirleyici ö n e m i n e inanan B r a h m a n l a r ı n gururu da bu­ radan k a y n a k l a n m a k t a d ı r ; ç ü n k ü "şafakta rahip ateş adağını sunmasa, g ü n e ş doğ­ m a z d ı . " ' Brahma nal ar'da, Veda tanrıları ya yok sayılmış ya da kurban t ö r e n i n i n 1



b ü y ü l ü ve yaratıcı g ü ç l e r i n i n b u y r u ğ u n a s o k u l m u ş l a r d ı r . Başlangıçta t a n r ı l a r ı n ö l ü m l ü o l d u k l a r ı iddia e d i l i r ;



18



onlar kurban töreni aracılığıyla



tanrılaşır



ve



ö l ü m s ü z l e ş i r . ^ O andan itibaren her şey; tanrıların k ö k e n i ve özü, kutsal güç, i l i m , bu d ü n y a d a i y i y a ş a m a k ve öteki dünyada " ö l m e m e k , "



ritüelin



gizemli gü­



c ü n d e y o ğ u n l a ş ı r . Ama kurban töreni d o ğ r u bir b i r i m d e ve inanarak yapılmalı­ dır;



etkisi konusundaki en k ü ç ü k



bir



kuşku



felaketlere yol



açabilir.



Hem



kozmogoni, hem teogoni hem de ö l ü m s o n r a s ı koruyuculuk bilgisine ilişkin b i r anlayış olan b u ritüel öğretisini i y i aktarabilmek için, Brâhmanalar'm



yazarları



m i t l e r i veya mit p a r ç a l a r ı m çoğaltır, onları yeni bakış açısından yeniden y o r u m ­ lar ve hayal ü r ü n ü bir etimolojiden, bilgece yapılmış bir imadan, bir bilmeceden yola ç ı k a r a k yeni mitler üretirler.



77. E s k a ı o l o j i : K u r b a n T ö r e n i Y o l u y l a Prajâpati ile Ö z d e ş l e ş m e — Ama çok erken bir tarihte yeni bir düşünce g ü n y ü z ü n e çıktı: Kurban t ö r e n i Prajâpati'yi



4 6



Satapaiha Br.,1, 6,3,35-36.



" Satapatha Br. U, 3, 1, 5. 1 B



TıuU Sam., V l l l , 4, 2, 1 vb,



™ A.g.y., VI, 3, 4, 7; VI, 3,10, 2; vb. 282



GAUTAMA BUDHA'DAN ÖNCÜ HİNDİSTAN



onarmakla ve d ü n y a n ı n s ü r m e s i n i sağlamakla kalmaz, aynı zamanda yok edilemez bir tinsel varlığı, "kişi"yi, â(man\



da yaratabilir. Kurban t ö r e n i n i n hedefi yalnız­



ca kozmogoniyle i l i n t i l i bir hedefi ve eskatoİojik bir işievi yoktur, aym zamanda yeni b i r v a r o l u ş biçimi edinilmesini de sağlayabilir. Kurban töreni yöneticisi ra­ h i p , ateş s u n a ğ ı m (agnicayana) yaparken, Prajâpati ile özdeşleşir; daha d o ğ r u s u Prajâpati ve rahip d o ğ r u d a n ritüel eylemi içinde özdeşleşirler: Sunak Prajâpati'dfr ve aynı zamanda töreni y ö n e t e n rahip de bu sunak olur. Ritüelinin b ü y ü l ü gücüy­ le, kurban törenini y ö n e t e n rahip kendine yeni bir beden inşa eder, göğe yükse­ lir, orada i k i n c i kez d o ğ a r



50



ve " ö l ü m s ü z l ü ğ e " erişir. ' Yani ö l d ü k t e n sonra haya­ 5



ta, " ö l ü m s ü z l ü ğ e , " Zaman'ı aşan bir varoluş biçimine dönecektir. Ö n e m l i olan ve h t ü e l i n de a m a c ı budur— "tam" (sarva),



" b ü t ü n l ü k l ü " olmak ve b u hali ö l ü m ­



den sonra da k o r u m a k t ı r / ' ' Kurban t ö r e n i n i yöneten rahip, Prajâpati'yı "yeniden bir araya getirirken" {samdha, samskri),



aym b ü t ü n l e ş t i r m e ve birleştirme işlemini kendi benliği üze­



rinde de g e r ç e k l e ş t i r m e k t e , başka b i r deyişle "tam" o l m a k t a d ı r . Tanrı kurban tö­ reniyle kendi "kişisine" (atman) nasıl yeniden k a v u ş u y o r s a , kurban rahibi de ken­ di b e n l i ğ i m , kendi âtman'ım



inşa eder." Âtman'm



" ü r e t i l m e s i " bir anlamda



kozmogoni eseriyle dağılan ve tükenen Prajâpatı'nin yeniden b i r l e ş t i r i l m e s i n e benzer. Ritüel davranışlarının toplamı, t a m a m l a n m ı ş ve b ü t ü n l ü k l ü o l d u ğ u za­ man, "kişi"yi, almanı



o l u ş t u r u r . Bu, ritüel etkinliği aracılığıyla kurban r a h i b i n i n



psiko-fizyolojik işlevlerinin t o p a r l a n d ı ğ ı ve birleştirildiği a n l a m ı n a gelir; o n l a r ı n t o p l a m ı âtman'ı



o l u ş t u r u r " ve kurban rahibi âtman'ı



Tanrılar- da ö l ü m s ü z l ü ğ ü kurban töreni aracılığıyla



sayesinde " ö l ü m s ü z " olur. frrafıman'ı



m ı ş l a r d ı r . " Dolayısıyla brahman ve atman, daha Bröhmanalar b i ç i m d e özdeşi eştirilmiş t i r ,



56



elde ederek kazan­ çağında ö r t ü l ü b i r



Bir başka özdeşleşme dizisi de b u n u doğrular:



Hem



Prajâpati hem de ateş sunağı, Rig Veda ile bir t u t u l m a k t a d ı r . Rıg'in heceleri suna­ ğın tuglalanyla özdeşleştirılmiştir. Ama brahman da Rig'in 432.000 hecesine denk o l d u ğ u n a göre, o n u n da Prajâpati ile ve son tahlilde kurban rahibiyle, yani



5aiıipatJiiiBr\,Vll, 3, 1, 12. Ag.y., X, 2,6,8. Krş. Gonda, Les Religions de tinde, I , s. 236 vd. Kausitaki Brâhmana IH, 8. Aitareya Br., 11,40, 1-7. Satapatha Br. XI, 2, 3, 6. Krş. Lilian Silbum, Instant et Cause, s. 74 vd. 283



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELF.R TARİHİ -1



o n u n atman'ıyla



ö z d e ş o l d u ğ u sonucuna varılır.



P r a j â p a ü (Brahman) ve âtman'm



özdeşliğinin nedeni, aynı etkinliğin sonucun­



da ortaya ç ı k m a l a r ı d ı r : "Yeniden inşa," birleştirme; ama malzemeler farklıdır: Prajâ pat i-Brahman için s u n a ğ ı n tuğlalan, atman için organik ve psikolojık-zihinsel i ş l e v l e r .



58



Ama arman'in "inşasında" ö m e k olarak k u l l a n ı l a n ı n son tahlilde b i r



kozmogoni m i t i o l d u ğ u n u vurgulamakta yarar var. Farklı yoga teknikleri de aynı ilkeyi uygular: Beden d u r u ş l a r ı n ı n , soluk alışların, psikolojik-zihinsel



etkinliğin



" y o ğ u n l a ş t ı r ı l m a s ı " ve "birleştirilmesi." Benlik (atman) ile brahmon arasındaki özdeşliğin keşfi U p a n i ş a d l a r ' d a bıkıp usanmadan kullanılacak ve çeşitli b i ç i m l e r d e değerlendirilecektir (§ 80). Ş i m d i l i k Brârıma/îaİar'da brahman ın kozmik kurban surecini ve bunun genişletilmesi yo­ luyla evrenin s ü r m e s i n i sağlayan gizemli gücü ifade ettiğini ekleyelim. Ama Vedalar'da da brahman d ü ş ü n ü l m ü ş ve o zaman da t ü k e n m e z , değişmez, her t ü r l ü v a r o l u ş u n temeli ve birincil ilkesi diye açıkça a d l a n d ı r ı l m ı ş t ı . Atharva Veda'daki b i r ç o k ilahide (X, 7, 8; vb) b r a h m a n ' ı n skambha ( s ö z c ü ğ ü n tam karşılığı: payanda, dayanak, temel direk) ile özdeşleştirilmesi a n l a m l ı d ı r ; b a ş k a bir ifadeyle Brah­ man, hem evrensel eksendir hem de ontolojik temel olarak d ü n y a y ı ayakta tu­ tandır. "Ruhun (atmanvat) dir."



39



sahip o l d u ğ u , soluyan her şey shambha'nm



"insanda b r a h m a n ' ı bilen, ü s t ü n varlığı (parameştkin.



t ü n varlığı bilen shambha'yı



içinde­



Efendi) bilir ve üs­



b i l i r . N i h a i gerçeği yalıtmak için nasıl b i r çaba



h a r c a n d ı ğ ı g ö r ü l ü y o r ; Brahman,



evrenin direği, dayanağı, temeli olarak kabul



ediliyor ve b ü t ü n b u kavramları ifade eden pmtişthâ



terimi Veda metinlerinde de



geniş ö l ç ü d e kullanılmıştır. Brahman {rahip) b ra hm an 'la öz d eşleş t i r i l m iş t ir; çün­ k ü o evrenin yapısını ve k ö k e n i n i bilmekte, ç ü n k ü b ü t ü n b u n l a r ı ifade eden Söz'ü bilmektedir; ç ü n k ü Vâc, Söz, herhangi bir kişiyi Brahman'a d ö n ü ş t ü r e b i l i r (daha ö n c e Rig Veda'da belirtilmiştir, X, 125, 5) "Brahman'ın d o ğ u ş u d h a r m a ' n ı n



eze-



Satapaiha Brâhmana'daki bir başka metin (X, 6, 3, 2), insanın kalbindeki "Aitm Puruşa"yı bir pirinç veya dan tanesi diye betimler -ama bu arada onun gökten, havadan, yerden ve her şeyden daha büyük olduğunu da ekler: "Ruh'un bu benliği benim benliğimdir, öl­ düğümde bu benlik benim olacak." Bu metin önemlidir, çünkü bir yandan Puruşa Brah­ man'la (cinsiyeti belirsiz) ozdeşleştırilmekte, diğer yandan âtman-brahman denkleminin sağlaması yapılmaktadır. Krş. L. Silbum, a.gy., 5. 104 vd. Atharva Veda. VII, S, 2. Atharva Veda, X, S, 43. 284



GAUTAMA BUDHA'DAN ONCE HİNDİSTAN



li/ebedi bedenle nişidir" ( M a m ı , I , 9 8 ) .



61



Özel b i r eser kategorisi, Amnyakaİar Bröhmanalar'm



kurban sisteminden (karma-kanda),



tafizik b i l g i n i n {jnâna-handa) Aranyakdiar,



(sözcüğün tam karşılığı



"ormancı"),



Upanişadlar'ın açıkladığı me­



öncelligine geçişi izlememize olanak vermektedir.



k ö y l e r d e n uzakta, o r m a n ı n içinde, gizlice öğretilirdi.



Onlardaki



öğretiler artık vurguyu ritüellerin somut gerçekliğine değil, kurban t ö r e n i n i n öz­ nesi olan âtman'a



{benlik] yaparlar. Aranyaka'lar'a



g ö r e , tanrılar insanın içinde



gizlidir; başka b i r deyişle, Veda s p e k ü l a s y o n l a r ı n ı n temelini o l u ş t u r a n makrokozmos-mikrokozmos bağıntısı a n ı k kozmik tanrılarla insan bedeninde bulunan tan­ rılar arasındaki benzerliği ortaya ç ı k a r m a k t a d ı r .



62



S o n u ç olarak " k u r b a n ı n içsel-



leştırilmesı" (krş. § 78) a d a k l a r ı n hem "iç" hem de "dış" tanrılara sunulabilmesin i sağlamaktadır. Nihai a m a ç , farklı tanrısal-kozmik düzeylerle, insanın organlan ve psiko-fizyolojik İşlevleri a r a s ı n d a k i b i r l e ş m e d i r (samhita).



Ç o k sayıda benzeş­



tirme ve özdeşleştirmenin a r d ı n d a n şu sonuca varılır: "Benlik b i l i n c i man), Güneş'le bir ve aynı ş e y d i r . "



63



(jpvajMt-



Upanişadlar'ın yazarları b u gözü pek denkle­



m i geliştirecek ve b ü t ü n l e ş t i r e c e k t i r .



78. T a p a s ı Riyazet T e k n i ğ i ve. D i y a l e k t i ğ i — Riyazetten, tapas'tan b i r ç o k kez söz ettik, ç ü n k ü riyazetle sağlanan bu



ritüel



"ısmma"ya,



"ateş"e d e ğ i n m e d e n en ö n e m l i Hint tanrıları, mitleri veya



b u "sıcaklık" veya



rimellerinden



bahsedi­



lemez. Tap, "ısıtmak," "kaynar olmak" k ö k ü n d e n gelen tapos terimi Rig Veda'da açıkça yer a l m a k t a d ı r



6 4



Bir Him-Avrupa geleneği söz konusudur, ç ü n k ü k o ş u t bir



b a ğ l a m d a , k a h r a m a n l ı k t ü r ü n d e k i ritüellerde de "aşın sıcaklık" veya "öfke" (me¬ nos, furor,/erg,



wut) r o l o y n a m a k t a d ı r .



Çeşitli psiko-fizyolojik tekniklerle, ö r n e ­



fi5



ğin a ş ı n biberli bir yiyecekle "i5mma"ntn ilkel k ü l t ü r l e r i n otacılarında ve b ü y ü ­ cülerinde de g ö r ü l d ü ğ ü n ü ekleyelim.



66



Büyüsel-dinsel " g ü c ü n " elde edilmesine



güçlü bir iç sıcaklık eşlik eder; b u "gücün" kendisi de "sıcaklık," "yanık," "çok



Bkz. Eliade, Le Yoga, s. 125 vd. Krş. diğer metinler, ] . Gonda, N O Î M I M Bramnan, s. 52. Krş. Aitareya Aranydha, I, 3, 8; II, 1, 2; 111, 1, 1; vb. Sünkhâyana Aranyaka, VU, 2 vd; VI, 2 vd; vb. A/ı. An. III, 2, 3; Sânkh. Ar., Vltl, 3-7 Krş. örneğin VIII, 59,6; X, 136,2; 154, 2. 4; 167, 1; 109, 4; vb. Krş. Eliade, Le Yoga, s. 114, dipnot 1 Dtger metinler J. Gouda, Noies oıı Brahman, » 52'de bulunabilir. Birkaç örnek için bkz, Eliade, Le Chamanisıne (2. baskı), s. 369 vd. 285



DİNSEL İNANÇLAR V E DÛŞONCELEK TARİHİ -1



sıcak," vb anlamlara gelen terimlerle ifade edilir. Bu olguları, tapas t ü r ü riyazetin arkaikligini ve hatırı sayılır yaygınlığını vur­ gulamak için hatırlattık. Yoksa b u söylediklerimiz Hint riyazetinin  n kökenli o l m a d ı ğ ı n ı asla g ö s t e r m e z . Hint-Avrupalılara, özellikle de Vedalar çağının H i n t l i ­ lerine çeşitli değerler yükledikleri tarihöncesi teknikler miras, kalmıştı. En eski çağlardan g ü n ü m ü z e dek, d ü n y a n ı n başka hiçbir yerinde hiçbir



rituel



"ısın-



m a ' n ı n , Hindistan'da tapas'm k a z a n d ı ğ ı boyuta erişemediğini hemen belirtelim. Ekinleri "pişiren" ve y u m u r t a l a r ı n kuluçka d ö n e m l e r i n i t a m a m l a y ı p k ı r ı l m a ­ sını sağlayan sıcaklıkla; cinsel tahrik ve özellikle de orgazm ateşiyle ve i k i tahta ç u b u ğ u n birbirine s ü r t ü l m e s i y l e y a k ı l a n ateşle ilgili imgeler, simgeler ve m i t l e r , riyazet "ısınması"nın ö r n e ğ i n i veya benzerini o l u ş t u r u r . Kozmogoni, d i n , metafi­ zik gibi b i r ç o k d ü z l e m d e tapas "yaratıcı"dır.



Daha önce de g ö r d ü ğ ü m ü z g i b i ,



Prajâpati d ü n y a y ı tapas yoluyla "ısınarak" yaratır ve bunu izleyen t ü k e n i ş , cinsel y o r g u n l u ğ u a n d ı r ı r ( § 76). Potüel d ü z l e m i n d e tapas "yeniden d o ğ u m u , " yani bu d ü n y a d a n tanrılar d ü n y a s ı n a , "kutsallık-dışı" alandan "kutsal" alana geçişi olanak­ lı kılar. Ayrıca riyazet, içrek b i l g i n i n gizemlerinin tefekküre dalan kişide için için



işlemesini



sağlar



ve



ona d e n n



gerçekleri



gösterir.



(Agni,



fapasvm'i,



d u r u g ö r ü yeteneği k a z a n d ı r a n "kafa sıcaklığı"m sağlar). Riyazet, ibadet edenin varoluş biçimini k ö k t e n değiştirir, ona korkutucu ve bazı durumlarda da "şeytani" bir hale d ö n ü ş e b i l e n i n s a n ü s t ü bir "güç" v e r i r .



67



En



ö n e m l i kurban t ö r e n l e r i n i n hazırlık safhaları, erginleme t ö r e n i , bralımacarin'in çıraklığı tapas'ı içeriyordu. Tapas esas olarak o r u ç tutarak, a k ş a m ateşin yanında oturarak, g ü n e ş i n altında durarak, daha ender olarak da s a r h o ş edici maddeler alarak gerçekleştirilir. Ama "ısınma" s o l u ğ u n tutulmasıyla da elde edilir; b u da, Veda ritüeliyle Yoga u y g u l a m a l a r ı arasında gözü pek bir b e n z e ş t i r m e y e y o l açar. Bu b e n z e ş t i r m e , Özellikle Brâhm analar İ n kurban konusundaki s p e k ü l a s y o n l a n sa­ yesinde m ü m k ü n o l m u ş t u r . Ç o k erken bir d ö n e m d e kurban töreni,



tapas'la özdeşleştirildi.



Tanrıların



ö l ü m s ü z l ü ğ ü yalnızca kurbanla değil (g 76), aynı zamanda riyazetle de elde ettik­ leri açıklandı. Veda tapmamda tannlara soma, erimiş tereyağı ve kutsal ateş sunu­ l u r k e n , riyazet u y g u l a m a s ı n d a onlara bir "iç kurban" sunulur, b u kurban torenin-



Sanskritçede sükûnet, ruh huzuru, tutku yokluğu, sıkıntıların geçmesi anlamına gelen santi tenmi, başlangıçta "ateşi, öfkeyi, hummayı," yanı şeytani güçlerin yarattığı "sıcaklığı" söndürme anlamını da kapsayan Sam kökünden türemiştir; krş. D. J. Hoens, iânti, özellik­ le s. 177 vd. 286



GAUTAMA BUDHA'DAN ÖNCE HİNDİSTAN



de, saçıların ve ritüel nesnelerinin yerini fizyolojik işlevler alır. Soluk alıp ver­ me çoğu zaman "kesintisiz saçı"yla özdeşleştirilir.



68



luma yoluyla] ateşe sunulan kurban"dan soz edilir



w



P röndgrıih D İra'd an, yani "[so­ Bu "iç kurban" k a v r a m ı , zen­



gin s o n u ç l a r a sahip b i r yeniliktir; en sıradışı çileci ve mistiklerin bile Brahmancılık ve daha sonra da H i n d u i z m b ü n y e s i n d e kalabilmesine izin verecektir. D i ğ e r yandan aynı "iç kurban" "ormanda oturan" Brahmanlar, yani "evin efendileri" toplumsal k i m l i k l e r i n i terk etmeden çileci (sannyâsi) uygulanacaktır.



gibi yaşayanlar tarafından da



70



S o n u ç olarak tapas farklı d ü z l e m l e r d e gerçekleştirilen b i r dizi benzeştirmeyle b ü t ü n l e ş t i r i l m i ş t i r . Bir yandan - H i n t d ü ş ü n c e s i n i n özgül eğilimine uygun ola­ r a k - kozmik yapılar ve g ö r ü n g ü l e r insan bedeninin o r g a n l a r ı ve işlevleriyle ve ayrıca kurban töreni öğelenyle (sunak, ateş, kurban kesme, ritüel araçları, tören usul formülleri vb) ö z d e ş leştiri İmiş tir, Diğer yandan -daha tarihöncesi çağlarda bile b ü t ü n bir mikrokozmos-makrokozmos denklikleri sistemini gerektiren (rüz­ gârla özdeşleştirilen soluk v b ) - r i y a z e t , kurban töreniyle benzeştirilir. Hatta bazı riyazet biçimleri, ö r n e ğ i n s o l u ğ u n t u t u l m a s ı kurban t ö r e n i n d e n bile ü s t ü n kabul edilir; onlann s o n u ç l a r ı n ı n kurban t ö r e n i n i n "meyvelerinden daha değerli oldu­ ğu açıklanır. Ama b ü t ü n b u b e n z e ş t i r m e ve özdeşleştirmeler, ancak onlan ortaya ç ı k a r a n diyalektik anlaşılırsa geçerli olabilir, yani gerçek ve dinsel a ç ı d a n etkili ha­ le gelebilir. S o n u ç olarak k a r ş ı m ı z d a bir yandan benzeştirilmiş, diğer yandan da değişebi­ len b i r hiyerarşik dizi içinde sınıflan d irilmiş b i r sistemler grubu var. Kurban tö­ reni, riyazet ile özdeşleştıriliyor, ama belli bir andan itibaren en ö n e m l i s i bu t ü r özdeşleştirmelerin haklılık zeminini o l u ş t u r a n i l k e n i n anlaşılması oluyor. Çok erken b i r d ö n e m d e , Upanişadlar'la birlikte, anlayış, bilgi (jnâna)



ü s t ü n bir konu-



Gerçekten de şöyle denir: "İnsan konuştuğu sürece soluk alamaz ve o zaman soluğunu söze kurban eder; soluk aldıkça konuşamaz ve o zaman sözünü soluk almaya kurban eder. Bunlar iki sürekli ve ölümsüz kurbandır; insan onlan uyurken ve uyanıkken hiç aralıksız adar. Diğer bütün kurbanlann bir sonu vardır ve eylemin doğasına katılırlar (kar­ man). Bu gerçek kurbanı bilen eskiler agııılıotra sunmazlardı" (Kauptâki-BrâhtnanaUpanışad. I I , 5). Çandogya-Up., V, 19-24'e göre, gerçek kurban soluk kurbanlarıdır: "Ne olduğunu bilmeden agnthotra sunan ,., kurbanını kül içinde sunan kişiye benzer" (V, 24, 1). Vaikhcbıasasmartasutra, II, 18. Aranyaha risalelerinde onların dinsel konumu (oldukça karanlık bir biçimde de olsa) yan­ sıtılmıştır. 287



DIH5EL İNANÇ'AR VE D Ü Ş Ü N C E L E R TAHIH1 -1



ma yükselecek ve kurban sistemi beraberinde getirdiği m i t o l o j i k teolojiyle



bir­



likte dinsel Önceliğini yitirecektir. Ama "anlayış"ın ü s t ü n l ü ğ ü üzerine k u r u l u bu sistem de, en azmdan t o p l u m u n bazı kesimlerinde ü s t ü n l ü ğ ü n ü k o r u m a y ı başara­ mayacaktır, Ö r n e ğ i n yogin'ler riyazete ve "mistik" haller deneyimine belirleyici b i r ö n e m vereceklerdir; bazı "esrikler" veya tanrıcı sofuluk (hhakü)



yandaşları



ise, Brahmancı ritüelciliği ve Upanişadlar'ın metafizik s p e k ü l a s y o n l a r ı n ı o l d u ğ u kadar, riyazeti (tapas) ve yoga tekniğini de reddedeceklerdir. İ n s a n deneyiminin farklı d ü z l e m l e r i a r a s ı n d a (fizyoloji, psikoloji, rıtûel etkin­ liği, s i m g e s e l l e ş t i r m e , "mistik deneyim," vb) sayısız benzerlik, özdeşlik ve ba­ ğıntı keşfetmeye açık bu diyalektik belki Hint-Avrupa ö n t a r i h i n d e n , en azmdan Vedalar ç a ğ ı n d a n beri iş b a ş ı n d a y d ı . Ama sonraki d ö n e m l e r d e daha hatırı sayılır b i r rol oynamaya davet edilecekti. Göreceğimiz gibi, b e n z e ş t i r m e diyalektiği "ya­ ratıcı" o l a n a k l a r ı m özellikle dinsel ve metafizik kriz anlarında, yani geleneksel b i r sistem geçerliliğini yitirdiği ve o n u n değerler d ü n y a s ı yıkılmaya başladığında sergiler.



79. Ç i l e c i l e r ve Esrikler: Muni, Vrâtya—



Rituel çileler Veda t a p ı m ı n m ayrılmaz



b i r parçası olmakla b i r l i k t e , eski metinlerde neredeyse h i ç d e ğ i n i l m e y e n



farklı



t ü r d e çileci ve esriklerin varlığını da g ö z d e n k a ç ı r m a m a k gerekir. Bu çileci ve es­ riklerden bazıları "sapkın" olarak nitelenmeşeler de, Âri toplumunun uçlarında y a ş ı y o r l a r d ı . Yerli katmanlara m ı ait o l d u k l a r ı n a , yoksa yalnızca Veda geleneği­ n i n d ı ş ı n d a gelişen bazı Âri kabilelerinin dinsel k a v r a m l a r ı n ı m ı yansıttıklarına karar vermek fiilen olanaksız olsa da, "yabancı" olarak kabul edilebilecek başkala­ rı da vardı. Ö r n e ğ i n b i r Rig Veda ilahisi ( X , 136) uzun saçlı (fcesin), "kahverengi k i r l e r " giyinmiş, " k u ş a k diye rüzgarı s a r m ı ş " (yani çıplak) ve içine "tanrıların g i r d i ğ i " bir çileciden (mum)



söz eder. Adam haykırır: "Esrimenin sarhoşluğu içinde rüz­



garların ü s t ü n e bindik. Siz ö l ü m l ü l e r bizim bedenimizden başka bir şey g ö r e m e z ­ siniz" (3. d ö r t l ü k ) . Muni havada uçar, o r ü z g â r - u n s u r u n (Vâta)



atı ve Vâyu'nun



(Rüzgâr tanrısı) dostudur. G ü n e ş i n d o ğ d u ğ u ve battığı y ö n d e k i i k i okyanusta ya­ ş a r . " "Apsaraslar'ın, Gandharvalar'm ve vahşi hayvanların izinden gider ve onla­ rın d ü ş ü n c e l e r i n i anlar" (6. d ö r t l ü k ) . "Zehir k a b ı n d a n Rudra'yla birlikte içer" (7 d ö r t l ü k ) . Bu t i p i k bir esrime örneğidir; M i m i n i n ruhu bedenini terk eder, yarı-



5. dörtlük; krş Atlı Veda, XI, 5, 6; vb. 288



GAUTAMA BUDf İA'DAN ÖNCE HİNDİSTAN



tann varlıkların ve vahşi hayvanların d ü ş ü n c e l e r i n i bilir, " i k i o k y a n u s l a oturur. Rüzgârın atma ve gövdesine aldığı tanrılara ilişkin g ö n d e r m e l e r , şamanlıga yakın bir t e k n i ğ e işaret etmektedir. Vedalar, b ü y ü k olasılıkla bazı çileci ve b ü y ü c ü l e r i n t a n n l a ş t ı n h m ş



örnekleri­



n i temsil eden m i t kişilikleriyle (Ekavrâtya, B r a h m a c â r i n , Vena v b ) ilişkili başka sıradanlıküstu deneyimlere de değinirler; ç ü n k ü Hindistan'ın tinsel tarihinde " i n ­ s a n - t a n r ı " egemen b i r motif olarak k a l m ı ş t ı r



Vrâiya'lar adı verilen b u gizemli



grubun i l k ö m e g i herhalde Ekavrâtya'dır; bu grup, Şivacı edeciler, " m i s t i k l e r , " y e g a n l a r ı n öncülleri veya A r i olmayan bir h a l k ı n temsilcileri olarak yorumlan­ mak istenmiştir. Atharva Veda'nın b ü t ü n bir kitabı onlara ayrılmıştır (XV), ama anlaşılması g ü ç bir metindir. Bununla birlikte v r ö t y a ' l a n n riyazetle u ğ r a ş t ı k l a r ı ( b h yıl ayakta dururlar v b ) , soluk d i s i p l i n i m b i l d i k l e r i (soluklar çeşitli kozmik bölgelerle özdeşleşıırilmişti: A V , XV, 14, 15 v d ) , bedenlerini makrokozmosla benzeştirdikleri ( 1 8 , 1 vd) anlaşılmaktadır. Ama b u tarikat önemliydi, ç ü n k ü ü y e ­ lerini yeniden Brahmancı toplumla b ü t ü n l e ş t i r m e k için vrStyastoma özel bir kurban töreni o l u ş t u r u l m u ş t u . " Vmtyastoma'ya



adı verilen



katılan başka kişiler de



v a r d ı ; b u n l a r ı n başlıcaları ilahı okuyucusu görevim yerine getiren bir



mâgaâha



ve bir f a h i ş e y d i



ritüelde



71



Yılın en uzun ve en kısa günleriyle



(ııı alı av rai 11), fahişe mâgadha'yla veya bir brahmacârtıûe şirdi.



ilişkili



bir



rimel b i ç i m i n d e çiftle-



7 4



Brahmacârin de k o z m i k ölçekte algılanan b î r kişiliktir. Erginlendikten sonra bir siyah antilop postuna b ü r ü n e n uzun sakallı Brahmacârin, D o ğ u



Okyanu­



sundan Kuzey Okyanusu'na y o l c u l u k eder ve " d ü n y a l a r yaratır;" " ö l ü m s ü z l ü ğ ü n b a ğ r ı n d a k i b i r cenin "diye yüceltilir; kırmızılar giydiğinde tapas yapar,



75



Hindistan'da sık sık g ö r ü l d ü ğ ü ü z e r e , y e r y ü z ü n d e k i "temsilcisi" brahmacârin



Ama (ilk



dileği bakir k a l m a k t ı r ) fahişeyle ritüel b i ç i m i n d e birleşiyordu. Cinsel birleşme bazı Veda ritüellerinde r o l oynuyordu ( k r ş . aSvomedha). Kut­ sal bir evlilik olarak g ö r ü l e n eşler arası b i r l e ş m e y l e ; ' ya evrensel bereketi ya da 0



7 2



Vrâtyalar bir sank takıyorlar, siyahlar giyiniyorlar ve omuzlarına bin siyah bin beyaz iki koç postu atıyorlardı; alametleri ucu sivri bir âsa, boyunlarının etrafında bir takı ve kirişi çıkanlmış bir yaydı. Kurban törenlennde, bir at ve bir katır tarafından çekilen bir arabayı mekân olarak kullanıyorlardı.



7 3



7 4



Ath.VedaXV,2. Metin ve kaynakça göndermeleri içm bkz. Le Yoga, s 111 vd



" Ath. Veda XI, 5,6-7. 7 6



Erkek eşine "Ben Göğüm, sen Yersin!" der (Brhad. Up , VI, 4, 20) Hamilelik tannlar adına 289



DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER T A R İ l i t - I



" b ü y ü l ü b i r korunma" sağlamayı a m a ç l a y a n orji t ü r ü cinsel birleşmeyi



birbirin­



den a y ı r m a k gerekir. Bununla birlikte her i k i ö r n e k t e de ritüeller, hatta insan k i ­ şiliğinin veya hayatın yeniden k u t s a l l a ş t ı n l m a s m a y ö n e l i k olarak gerçekleştirilen deyim yerindeyse "kutsamalar" s ö z konusudur. Daha geç tarihlerde Tantracılık, cinselliğin b i r k u t s a ü ı k aracına d ö n ü ş t ü r ü l m e s i n i hedefleyen ayrıntılı bir teknik geliştirecektir. A r i toplumunun uçlarında yaşayan ama ç o ğ u n l u ğ u sonunda Hinduizmle bü­ tünleşecek çeşitli çileci, b ü y ü c ü ve esrimeci sınıflar konusundaysa elimizde çok az bilgi var. Bu konuda en zengin kaynaklar daha g e ç tarihli olsa da i l g i n ç l i k l e r i azalmıyor; ç ü n k ü kesinlikle daha eski b i r d u r u m u y a n s ı t ı y o r l a r . Ö r n e ğ i n Vaikhânasasmâftasâtm'dz



uzun bir çileciler ve ermişler listesi yer alıyor;



bazıları



uzun saçları ve yırtık elbıselen ya da ağaç k a b u ğ u n d a n giysileriyle ayırt ediliyor; diğerleri çıplak yaşıyor, inek sidiği ve tezekle besleniyor, m e z a r l ı k l a r d a y a ş ı y o r ­ lar vb, bir grup da yoga yapıyor veya bir tür ön-Tantracılık uyguluyor.'" Söylediklerimizi, en eski zamanlardan beri farklı riyazet b i ç i m l e r i n e , esrime deneyimlerine ve büyusel-dinsel tekniklere rastlandığını belirterek özetleyebili­ riz. Ç o k sayıda başka k ü l t ü r e özgü esrime deneyimlerinin ve birkaç ilkel yoga u y g u l a m a s ı n ı n yanı sıra, "klasik" t ü r d e bazı çile uygulamaları ve şamanlıga y a k ı n k i m i motifler de fark edilebiliyor. D ü n y a d a n elini eteğini çekenlerin savundukla­ rı ö l ü m sonrası k o r u y u c u l u k bilgilerinin, tekniklerin ve d a v r a n ı ş l a r ı n k a r m a ş ı k ­ lığı ve ayrışıklığı sonraki çağlarda da d ı m n a d a n artacaktır. Özetle, esrime y ö n ­ temlerinin aşka getirici soma içme ve başka sarhoş edici maddeler alma deneyimi­ ne dayandığı ve b u n u n uzantıları oldukları, böylelikle bazı mistik sofuluk b i ç i m ­ lerinin öncüllerini o l u ş t u r d u k l a r ı söylenebilir; riyazet ve çileci disiplinler İse y o ­ ga tekniklerinin geliştirilmesini hazırlar. U p a n i ş a d l a r d ö n e m i n d e n itibaren, kendini tamamen m e d ı t a s y o n a verebilmek • İçin toplumsal hayatı terk edip "orman"a yerleşme â d e t i n i n yaygınlaştığını da be­ l i r t m e k gerekir. U z u n s ü r e d i r b u alışkanlık ö r n e k b i r davranış haline g e l m i ş t i r ve modern Hindistan'da da s ü r d ü r ü l m e k t e d i r . Ama başlangıçta ne "esrimeci," ne çileci ne de yogacı vasıflara sahip kişilerin "ormana" çekilmesi herhalde oldukça şaşırtıcı b i r yenilik o l u ş t u r m u ş t u . Aslında, toplumsal hayatın terk edilmesi gele-



gerçekleşin "Vişnu hazırlasın rahmim; Tvaşın şekillen oluştursun," vb [a.g.y., VI, 4, 21). Krş. Le Yoga, s. 254 vd. Bu örnekte, bütün dünyadaki tanm toplumlannda yaygın olan âdetler soz konusudur. Krş! LeYoga, s. 143 vd. 290



G ALTTAN A RUDHA'DAN CINCE H I N D I S T A N



neksel dinde derinlemesine b i r k r i z i ortaya koyuyordu. Büyük olasılıkla b u k r i z , kurban töreni çevresindeki B r a h m a n c ı spekülasyonların a r d ı n d a n patlak vermişti.



8 0 . U p a n i ş a d l a r ve Risi'lerin A r a y ı ş ı : İ n s a n K e n d i D a v r a n ı ş l a r ı n ı n "Meyvel e r i " n d e n N a s ı l K u r t u l a b i l i r ? — B rahm an a I ar 'd a Veda tanrıları k ö k t e n değer y i ­ timine ugratılırken, Prajâpatı ö n e çıkarılmıştı. Upanişadlar'ın yazarları b u süreci s ü r d ü r ü p tamamladılar. Ama daha da ileri gittiler: Mutlak güç sahibi kurban tö­ reninin de değerini d ü ş ü r m e k t e d u r a k s a m a d ı l a r . Bazı U p a n i ş a d metinleri,



âtman



ü z e r i n e medilasyoua girilmeden yapılan kurban töreninin eksik kaldığını ileri s ü ­ rerler.



79



Ç a n d o g y a U p a n i ş a d ( V I U , 1, 6), "davranışlarla (.karman) kazanılan dünya



nasıl ölecekse," aynı şekilde kurbanla elde edilen d ü n y a n ı n da öleceğini kesin b i r dille ifade eder. Maitri Upanişad'a göre (1, 2, 9-10), k u r b a n ı n ö n e m i üzerine ha­ yaller kuranlar acınacak d u r u m d a d ı r ; çünkü h a y ı r işlerinin göklerde kendilerine sağladığı gözde yerde ç o k m u t l u olduktan sonra, yeniden y e r y ü z ü n e d ö n e c e k veya daha aşağıdaki bir d ü n y a y a ineceklerdir. Gerçek b i r rişi için artık ne tanrılar ne de ritüelleri ö n e m l i d i r . Onun ü l k ü s ü , U p a n i ş a d l a r ' ı n en eskisi olan



Brhadâranyaka



tarafından aktarılan duada (1, 3, 28) hayranlık u y a n d ı r a n bir biçimde ifade edil­ miştir: "Beni var olmayandan (asat) varlığa (sat) g ö t ü r , beni karanlıktan ışığa gö­ tür, beni ö l ü m d e n ö l ü m s ü z l ü ğ e götür!" U p a n i ş a d l a r ' d a patlak veren tinsel krize, kurban t ö r e n i n i n "güçleri" üzerine y ü r ü t ü l e n d ü ş ü n c e çabaları y o l a ç m ı ş olmalıdır. Prajapati'nin k u r b a n ı n erdemiyle yeniden o l u ş u p k e n d i "kişisine" (âtman)



k a v u ş m a s ı gibi, kurban rahibinin de r i -



tüel d a v r a n ı ş l a r (lîniTriön) aracılığıyla psiko-fizyolojik işlevlerini " b i r l e ş t i r d i ğ i n i " ve kendi "Benhgi"ni inşa ettiğini g ö r m ü ş t ü k (§ 77). Brârıma/jaİar'da harman teri­ m i , ritüel etkinliğine ve onun ( k u r b a n ı sunan, ö l d ü k t e n sonra tanrıların dünyası­ na eriştiğine g ö r e ) yararlı sonuçlarına işaret eder. Ama ritüelin " n e d e n - s o n u ç " sü­ reci üzerinde d ü ş ü n ü l d ü ğ ü n d e , her eylemin sınırsız b i r neden-sonuç dizisi içine katıldığı, b u n u n tek nedeninin de her eylemin bir sonuç sağlaması o l d u ğ u n u n k e ş ­ fedilmesi kaçınılmazdı. Karman'daki evrensel nedensellik yasası bir kez kabul edildikten sonra, kurban t ö r e n i n i n kurtarıcı, selamete erdirici etkileri ü z e r i n e k u ­ r u l u kesin g ö r ü ş l e r yıkıldı; ç ü n k ü "ruh"un ö l ü m d e n sonra Gök'te var o l m a s ı , kurban s u n a n ı n ritüel etkinliğinin bir sonucuydu. Ama onun b ü t ü n hayatı boyun­ ca gerçekleştirdiği d i ğ e r t ü m davranışlarının ü r ü n l e r i nerede " g e r ç e k l e ş i y o r d u ? "



Maitri Up. I , 1. 291



D İ N S E L İNANÇLAR VR DÜŞÜNCELER T A R İ H İ - ı



O halde, d o ğ r u y a p ı l m ı ş rimel etkinliğinin ö d ü l ü olan ö l ü m d e n sonra m u t l u l u k verici v a r o l u ş u n bir sonu olmalıydı. Peki ama o zaman bedenden ayrılan "ruh'a (atman) ne oluyordu? Hiçbir durumda onun tamamen yok olmasına olanak yok­ t u . Geride daha hayatta gerçekleştirilmiş sayısız davranış kalıyor ve bunlar belli "sonuçları" olması gereken sonsuz sayıda "neden" o l u ş t u r u y o r l a r d ı ; başka bir de­ yişle bu sonuçlar burada, y e r y ü z ü n d e k i yeni bir varoluşta veya b a ş k a bir d ü n y a d a "gerçekleşmeliydi." S o n u ç k e n d i l i ğ i n d e n ortaya çıkıyordu; Yeryüzü dışı bir öteki d ü n y a d a , ö l ü m s o n r a s ı n d a k i m u t l u l u k veya mutsuzluk verici b i r v a r o l u ş t a n ya­ r a r l a n d ı k t a n sonra, r u h yeniden bedenlenmek z o r u n d a y d ı . Bu, " r u h g ö ç u " (UmaStifi}, satnsetra) yasasıdır ve bu yasa bir kez keşfedildikten sonra H i n t dinsel vc fel­ sefi d ü ş ü n c e s i n e , hem "Ortodoks" hem de heterodoks akımlara (Budizm ve Caynacılık) egemen o l m u ş t u r . Samsam terimi yalnızca Upanişadlar'da görülür. Öğretinin "kökeni" ise b i l i n ­ memektedir. R u h g ö ç ü n e inanç, b o ş u n a b i r çabayla, Âri olmayan u n s u r l a r ı n etki­ siyle açıklanmaya çalışılmıştır. K ö k e n i ne olursa olsun, bu keşif v a r o l u ş hakkın­ da k ö t ü m s e r bir g ö r ü ş açısını öne ç ı k a r m ı ş t ı r . Veda çağı insanının ü l k ü s ü - 1 0 0 yıl y a ş a m a k v b - artık zaman a ş ı m ı n a u ğ r a m ı ş t ı r . Hayat kendi içinde mutlaka "kötülüğü" temsil etmez, ama b u n u n k o ş u l u hayalı karman bağlarından kurtulma­ n ı n b i r aracı olarak k u l l a n m a k t ı r . Bir bilgeye yakışan tek amaç k u r t u l u ş u n , moksa h i n (eşdeğerli diğer birkaç terimle [muhli vb] birlikte H i n t d ü ş ü n c e s i n i n anah­ tar sözcükleri arasında yer alan bir terimdir) elde edilmesidir. Madem k i dinsel ya da dindışı her davranış (karman),



ruhgöçıınü (inmsöra)



g ü ç l e n d i r m e k t e ve kalıcılaştmnaktadır, k u r t u l u ş ne kurbanla, ne tanrılarla kuru­ lan yakın ilişkilerle, hatta ne de çile veya hayır işleriyle sağlanabilir. Rısi'ler, çe­ k i l d i k l e r i inzivalarda, kurtulmak için başka yollar arıyorlardı. Daha önce Vedalar'da ve B râhm analar 'da da yüceltilen, lıiigı'nin ö l ü m sonrası koruyuculuk değeri ü z e r i n e d ü ş ü n c e çabalarıyla önemli bir keşif yapıldı. Tabii kı B râ h manalar 'm ya­ zarları ritüel işlemlerinde örtülü olarak bulunan benzerlikler konusundaki (içrek) bilgiyi kaynak alıyorlardı. Brahmanalar'd, g ö r e , insanları "ikinci ölüm"e m a h k û m eden, kurban töreninin gizemleri konusundaki cehaletti. Ama ıfşı'ler daha da i l e n gittiler; "içrek bilgi"yi n t ü e l ve teolojik b a ğ l a n ı m d a n kopardılar; artık "irfanın", gerçekliğin derindeki yapılarını ortaya çıkararak mutlak hakikati yakalayabileceği düşünülüyordu



Böyle bir " i l i m , "



insanların (Brahman al ar'da " erginlenmeyen -



ler"in) payına d ü ş t ü ğ ü tasavvur edilen "cehalet'l (avidya) sonunda tam anlamıyla yok edecekti. Kuşkusuz metafizik t ü r d e n bir "cehalet" söz konusuydu, çünkü bu



292



lj AUTA MA 1İUDHATMN ÛNCti HİNDİSTAN



cehalet g ü n d e l i k deneyimin ampirik gerçeklerine göre değil, nihai gerçekliğe g ö ­ re belirlenmekteydi. Hint felsefi söz dağarında avidya terimi, "metafizik t ü r d e cehalet' anlamında ö n e çıkmıştır, Avidya nihai gerçekliği gizliyordu; "irfan" (gnosis) hakikati, dola­ yısıyla gerçek olanı onaya ç ı k a r ı y o r d u . Belli bir g o r u ş açısından, bu "bilmeme" "yaratıcıydı"; İnsan v a r o l u ş u n u n yapılarını ve dinamizmini y a r a t ı y o r d u .



Avidya



sayesinde insanlar sorumsuz b i r v a r o l u ş içinde, davranışlarının (karman)



sonuç­



larım bilmeden yaşıyorlardı. T u t k u l u araştırmalardan ve zaman zaman ani ilham­ larla a y d ı n l a n a n duraksamalardan sonra risiler, kiiımtın'ın "birinci nedeni'ni ve dolayısıyla



r u h g ö ç ü n ü n k ö k e n i n i ve dinamizmini avidya



içinde



tanımladılar.



Ç e m b e r artık t a m a m l a n m ı ş t ı ; Cehalet (avidya) "nedeıı-sonuç" yasasını



(karman)



"yaratıyor" veya g ü ç l e n d i r i y o r , karman da kesintisiz yeniden bedenlennıe dizisi cezasını (samsâra)



veriyordu. Neyse k i irfan (inana, vidya) sayesinde bu cehennemi



ç e m b e r d e n k u r t u l u ş (mokşa) m ü m k ü n d ü , ileride göreceğimiz gibi, başka gruplar veya okullar, yoga tekniklerinin veya mistik sofuluğun da kurtarıcı erdemleri o l ­ d u ğ u n u ileri s ü r ü y o r l a r d ı . Erken bir donemde Hint düşüncesi k u r t u l u ş a götüren farklı "yollan" (morga) b e n z e ş t ı n n e y e k o y u l d u . Bu çaba birkaç yüzyıl sonra BJıcıgttvaıi-Giiü'da ( M O IV. yüzyıl) açıklanan m e ş h u r sentezle s o n u ç l a n d ı . Ama henüz yeterince s ist e mleş t irilme m iş olsa da, Upanışadkır z a m a n ı n d a gerçekleştirilen b i r keşif olan avidya-karman-i.ams.3ra



yazgısal dizisinin



ve



bunun d e r m a n ı



olan



"irfan," metafizik nitelikteki bilgi (jnâna, vidya) sayesinde k u r t u l u ş u n (moksa) keş­ finin, daha sonraki Hint felsefesinin Özünü o l u ş t u r d u ğ u n u ş i m d i d e n belirtmekte yarar var. En önemli gelişmeler k u r t u l u ş yollarına ve paradoksal b i r biçimde bu k u r t u l u ş t a n yararlanacağı d ü ş ü n ü l e n "kişi"ye (veya "nracı"ya) ilişkindir.



8 1 . Â t m a n - B r a h m a n Ö z d e ş l i ğ i ve "İç İ ş ı k " D e n e y i m i — Önce r/silerin niyetini ve ö z g ü n l ü ğ ü n ü kavrayabilmek için, süreci bilerek b a s i d e ş t i r d i k



En eski Upani-



şadlar'da, " b i r ç o k farklı y ö n t e m ayırt edilmektedir. Bununla birlikte b u farklılık­ 0



lar ü z e r m d e fazla durmaya gerek yoktur; ç ü n k ü Brah/flct/ıa'rır'da egemen olan ö z ü m s e m e ve b e n z e ş t i r m e sistemi Upanişadlar'da da geçerliliğini



korumaktadır.



Merkezi sorun açık ya da ö r t ü l ü b i ç i m d e her metinde yer almaktadır. Söz konusu olan, i l k Varlığı, Bir/Bütün'ü fark etmek ve anlamaktır; d ü n y a y ı , hayatı ve insa­ n ı n yazgısını yalnızca o açıklayabilir. O, Rig Veda'dan beri, m e ş h u r ilahinin (X,



8 0



Yani nesir Upanişadlar ûian Erili ad aran yaka, Çândogya, Aitoreya, Kauşıtâki, Taittiriya, Bunlar büyük olasılıkla MÖ 800-500 arasında yazılmışlardır. 293



DİNSEL 1NANÇ1.AIÎ VE DCŞDNCFJ.RR T A R İ H İ - I



129) tad ekam'ıyin



- " B i r " (cinsiyetsiz)- özdeşleştirilmişti. Brâhmanalar



ona Prajâ-



pati veya Brahman adını verir. Ama bu skolastik eserlerde, İlk Varlık kozmik kurbanla ve ritüel kutsallıkla ilişkiliydi. Kişiler o n u , irfanın y ö n l e n d i r d i ğ i b i r meditasyonla yakalama uğraşına girdiler."



1



İlk Varlık tasavvur edilemez, sınırsız, ezeli ve ebedidir; hem Bir, hem Büt ü n ' d ü r , d ü n y a n ı n "yaratıcısı" ve "efendisi"dir. Kimileri o n u g ü n e ş t e , ayda, sözde vb b u l u n a n " k i ş i ' d e (puruşa),



başkaları ise d ü n y a y ı , h a y a t ı ve b i l i n c i ayakta tutan



"sınırsız (varlık)" t a arıyorlardı. İlk Varlığa verilen isimler arasında, en başından itibaren öne çıkan Brahman oldu. Çândogya Upanişad'ın m e ş h u r bir b ö l ü m ü n d e (111, 14, 2-4), Brahman " b ü t ü n d ü n y a " olarak betimlenir, ama yine de tinsel nite­ liktedir; "hayat onun bedenidir, biçimi ışık, r u h u uzaydır;" b ü t ü n davranışları, istekleri, k o k u l a r ı ve tatları vb içinde barındırır. Ama aynı zamanda "bir darı ta­ nesinden, bir hardal tanesinden daha k ü ç ü k olan ve benim y ü r e k t e bulunan at­ man'imdir" ve bununla birlikte "yerytızünden daha b ü y ü k , havadan daha b ü y ü k , b u d ü n y a l a r d a n daha b ü y ü k t ü r . " "Bütün davranışları, b ü t ü n istekleri içinde barın­ dıran . . . b ü t ü n b u d ü n y a y ı içinde b a r ı n d ı r a n ... b u benim y ü r e k t e k i â i m a n imdir; bu Brahman'dır. Ö l d ü ğ ü m d e ben de onun içine g i r e c e ğ i m . "







Yajnavalkya da "ye­



rin içinde oturan, ama yerin bilmediği, bedeni yer olan ve yeri içeriden denetle­ yen" varlıktan s ö z eder ve onu "iç denetleyici, ö l ü m s ü z c ı t / n a ı l a Özdeşleştirir.







Tıpkı Rig Veda'daki (X, 90) Puruşa gibi, Brahman da hem içkin ("bu d ü n y a " ) , hem aşkın bir varlık olarak ortaya çıkar; hem evrenden ayrıdır hem de k o z m i k gerçeklikler içinde her zaman mevcuttur Ayrıca atman olarak İnsanın y ü r e ğ i n d e yaşar, b u da gerçek "Benlik" ile evrensel Varlık arasında özdeşlik o l d u ğ u n u göste­ rir. N i t e k i m ö l ü n c e , "bilenin" âtman'ı



Brahman'la birleşir; diğerlerinin, a y d ı n l a n ­



m a m ı ş olanların r u h l a r ı , r u h g ö ç ü (samsâra)



yasasını izlemeye devam



edecekler­



dir. Ö l ü m d e n sonraki v a r o l u ş u n y e r y ü z ü n e d ö n m e d e n s ü r d ü r ü l m e s i üzerine b i r -



Bununla birlikte Upaıüşadlar'daki railerin Vedalar çağındaki "fakılar'in ve şair-filozoflann ardıllan olduklarını unutmamak gerekir. Bir açıdan Upamşadlar'ın ana sezgilerinin sistemli olmayan bir biçimde Vedalar'da da bulunduğu söylenebilir. Örneğin "tin" = "tan­ rı" = "gerçek" = "ıjık" denklemi. Kış, Gonda, The Vision oj the Vedic Poels. s. 40 vd, 272 vd. " Aynı Upanişad'ın birhnşka bölümünde (VI, 1-15), bir hoca, oğlır İvetakccu'ya evrenin vc tnsanın İlk Varlık tarafından yaratılışını açıklar; Yaratılıştan sonra. Varlık kozmik böl­ gelerin ve insan bedeninin içine yerleşir, o su içinde erimiş bir tuz tanesi gibidir. Atman in­ sanın içindeki tannsal tözü temsil eder. Ve ders şu meşhur ifadeyle sona erer: "Sen O'sun (tut tvöiıı asi), Svetaketvt!" Brhadâranyaka Up., III, 7, 3.



H



i



294



UAUTAMA UUDI lA'DAN ÖNCE HİNDİSTAN



çok kuram ayırt edilmektedir. Bazılarına göre, "beş a t e ş ' l n içrek simgeselligini anlayanlar,



84



"Şimşeğin d ü n y a s ı n a varıncaya kadar çeşitli kozmik



geçerler. "Tinsel bir kişi"yle orada karşılaşırlar (puruşa rnânasah,



bölgelerden yani "tinden



d o ğ m u ş olan") ve b u kişi o n l a n Brahman'ın dünyalarına kadar g ö t ü r ü r . Orada uzun s ü r e yaşayacaklar ve bir daha geri d ö n m e y e c e k l e r d i r . Bu kuram farklı mis­ tik sofuluk okulları tarafından değiştirilerek yeniden ele alınacaktır. Ama başka yorumlara g ö r e , â t m a n ' ı n ö l ü m d e n sonra evrensel Varhk'la (Brahman) b i r l e ş m e ­ si, bir anlamda "kişiye ait olmayan bir ö l ü m s ü z l ü k " o l u ş t u r u r : 'Benlik' i l k kayna­ ğına, Brahman'a karışır. Âtma/ı-Brahman özdeşliği üzerine medilasyonların b i r " m a n t ı k y ü r ü t m e " zin­ ciri değil, "tinsel bir çalışma" o l u ş t u r d u k l a r ı n ı belirtmek gerek. Kendi Benliğinin y a k a l a n m a s ı n a bir "iç ışık" (aniah-jyotih) deneyimi eşlik eder ve ışık hem



âr-



man'm hem de B r a h m a n ' ı n en m ü k e m m e l imgesidir. Kuşkusuz eski b i r gelenek söz konusudur; ç ü n k ü Vedalar çağından beri g ü n e ş veya ışık, Varlığın, T i n i n , ö l ü m s ü z l ü ğ ü n ve d ö l l e m e eyleminin epifanileri olarak kabul edilir, Rig Veda^a göre ( I , 115, 1), G ü n e ş her ş e y m hayatı veya âtman'ı, ö l ü m s û z l e ş i r , ışığa ulaşır ve tanrıları b u l u r l a r .



ös



benliğidir.



03



Sama içenler



Ama der Cândogya Upanişad



( I I I , 13, 7), "bu g ö ğ ü n ve her şeyin ötesinde, daha yükseği olmayan en y ü k s e k d ü n y a l a r d a panldayan ışık, aslında insanın içinde parıldıyan ışıkla (aııtah aynıdır."



87



puruşa)



Brhadaranyaka Upanişad' da (IV, 3, 7) atman, i n s a n ı n y ü r e ğ i n d e , "yü­



rekteki ışık" suretinde bulunan "kişiyle" özdeşleştirilir. "Bu d u r u varlık kendi be­ deninden y ü k s e l i p en y ü k s e k ışığa erişince kendi b i ç i m i n d e g ö r ü n ü r .



Atman



odur. O ö l ü m s ü z ve korkusuzdur. O Brahman'dır." * 81



Kurban töreni ateşlerinin öteki dünyanın. Parjanya'nın, bu dünyanın, erkeğin ve kadının yapılanyla benzeşi iril m esi söz konusudur; krş. Briiı. Up. VI, 2, 9-15; G*ind Up. V, 4, 1-10, 2. Satapalha Br.'da (VIII, 7, 2, 16-17) "Işık döllemedir" (jyolir prajanaınan) denir. O "dölleyici güçtür" (Taiit. Som., VII, 1, 1, 1), Ktj, Siade, MephisiopJıeles et VAndfogyne, s. 27; Eltade, "Spirit, Light and Seed," s. 3 vd. Rig Veda V I I I , 48, 3. Cândogya Upanişad (111, 17, 7) Rig Veda'dan iki dize alır, bu dizelerde "Gök'tcn daha yukanda pırıldayan Işığa" düşünceyle dalıp gitmekten söz edilir ve şöyle eklenir: "Karan­ lıkların ötesindeki bu çok yüce ışığa dalıp giderek, tannlann içinde bir tanrı olan Güneşe erişiyoruz." tç ışıkla evrenötesi ışık arasındaki özdeşliğin bilincine vanlmasına, "gelişkin fızyoloji"nin iyi bilinen iki görüngüsü eşlik eder bedenin ısıtılması ve mistik sesler işitil­ mesi (o.g.y.. 111,13, 6). 1



Çândogya Upanişad VIII, 3,4. Mundaka Upamşad'da da (11, 2, 10). Brahman "saf, ışık295



DİNSUL İNANÇLAR Vli n O S U N C B - H İ T A R İ H İ -1



82. B r a h m a n ' ı n İ k i H a l i ve M a d d e İ ç i n d e "Tutsak O l a n A t m a n " m G i z e m i — İç ışıkta deneyimlenevek algılanan Â(man-Brahman özdeşliği, rrsi'nin hem yaratı­ lışın hem de kendi varoluş b i ç i m i n i n gizemini çözmesine y a r d ı m eder. insanın fearman'ın



tutsağı o l d u ğ u n u , ama diğer yandan da ö l ü m s ü z b i r Benliğe sahip o l ­



d u ğ u n u bildiği için, Brahman'da da benzer b i r d u r u m b u l u n d u ğ u n u sezer. Başka bir deyişle, B r a h m a n ' ı n g ö r ü n ü r d e birbiriyle uyumsuz i k i varoluş biçimi olduğu­ nu anlar: "Mutlak" ve "göreli," "tinsel" ve "maddi," "kişisel" ve "kışisiz,"



vb.



Brihadaranyaka Upanişad'da ( I I , 3, 3) Brahman insana i k i ayrı suret içinde g ö r ü ­ n ü r ; bedensel (ve ö l ü m l ü ) ve ö l ü m s ü z . Orta evre U p a n i ş a d l a r ' ı ,



a9



-daha önce R i g



Veda'da da bulgulanan- b u eğilimi daha sistemli bir b i ç i m d e , k o z m i k b ü t ü n l ü ğ ü ve bilinci bir tek ilkeye indirgeme noktasına dek geliştirirler.



Kâtha Upanişad



(özellikle I I I , 11 vd) o l d u k ç a ö z g ü n b i r kozmolojik ontoloji yaklaşımı sunar: Ev­ rensel T i n (puruşa)



en üsttedir; onun altında hem "tinsel" hem de "maddi" alana



katıldığı anlaşılan "tezahür e t m e m i ş " (.avyakla) yer alır; daha da aşağıda Büyük Benlik {manan atma), madde içinde tezahür eden T i n bulunur; onu giderek aşağı inen düzlemlerde d i ğ e r bilinç biçimleri, duyu organları vb izler. Svetâsvatara U p a n i ş a d ' a göre (V, 1), ( ö l ü m s ü z l ü ğ ü sağlayan) bilgi ve ö l ü m l ü l ü k l e özdeşleştiri­ len cehalet t ü k e n m e z ve sonsuz Brahman'ın içinde gizli olarak bulunur. Bu yeni b e n z e ş t irmeler sistemi, makrokozmos ile mikrokozmos a r a s ı n d a k i es­ k i b a g l a n l ı m n yeniden y o r u m l a n m a s ı n ı gerektirir. Bu kez 'işi, Brahman'ın para­ doksal yapısı üzerine meditasyon yoluyla kendi "varohışsal durumunu" anlamaya çalışır. D ü ş ü n c e i k i k o ş u t d ü z l e m d e s ü r d ü r ü l ü r . Bir yandan, yalnız d u y u l a r ı n ve algıların değil, psikolojik-zihinsel etkinliğin de "doğal" g ö r ü n g ü l e r kategorisinde yer aldığı keşfedilir (Maitri Upanişad'da taslak halinde ortaya konan b u keşif, özellikle Samkhya ve Yoga "felsefeleri" tarafından geliştirilecektir), d i ğ e r yandan, T i n ve Doga'yı (prakrti)



i l k Varlığın, Bir/Bütün'ün i k i hali olarak g ö r m e eğilimi



(daha önce Rig Veda'da da g ö r ü l m ü ş t ü , X, 90, 3) b e l i r g i n l e ş i r . " Dolayısıyla 0



ev­



ren ve hayat, İlk Varlığın b u i k i halinin bileşik etkinliğini temsil eder.



lann ışıgi"dır. Başka örnekler için bkz. Erliade, "Spirit, Light and Seed," s. 4 vd ve J. Gonda, The Vision of the Vedic Poets, s. 270 vd



En önemlileri: Kalha, Prasna. Mailrı, Mâııdükya, SvetaSvatara ve Mundflka'dir yazıldıklarını belirlemek güçtür; MO 500-200 arası olabilir.



Ne zaman



Bu konu H. Von Glasenapp tarafından başarıyla ortaya konmuştur, İM phdobophıe indtvnne,s. 131, 296



G AUT AMA fi UDİ İA'DAN ÜNCÜ HİNDİSTAN



K u r t u l u ş esas olarak bu " g i z e m i n arı kışı İm asında yatar; Bır/Bütün'un paradok­ sal t e z a h ü r ü n ü n ö r t ü s ü b i r kez i n d i r i l d i k t e n sonra, k o z m i k s ü r e c i n çarklarının dı­ şına çıkılabilir. Farklı b a k ı ş açılarına gore, bu kozmik s ü r e ç tanrısal bir "oyun" (İUft), bilmemeden kaynaklanan b i r yanılsama (mâya) veya insanı mutlak ö z g ü r l ü ­ ğü aramaya zorlayan bir "sınav" (mokşa)



olarak kabul edilebilir. " Her şeyden 1



ö n e m l i s i , i l k Varlığın içinde i k i çelişkili halin paradoksal b i r - a r a d a - v a r o l u ş u n u n insan v a r o l u ş u n a bir anlam k a z a n d ı r m a y a olanak vermesi (bu v a r o l u ş da en az d i ­ ğeri kadar p a r a d o k s a l d ı r , ç ü n k ü bir alman " b a r ı n d ı r m a s ı n a " karşın, karman yasa­ sı tarafından y ö n e t i l m e k t e d i r ) ve ayrıca



k u r t u l u ş u olası k ı l m a s ı d ı r .



Nitekim,



Brahman ve o n u n d ı ş a v u r u m u olan maddi yaratılış ile n ı h g ö ç ü ağına y a k a l a n m ı ş âtınan



a r a s ı n d a k i benzerliği anlayarak, korkunç avidya, karman,



iamsâra



dizisinin



kalıcı olmayan ve rai ([an tısa I niteliği kesjedılir. K u ş k u s u z ona evre Upanışadlar'ı bu yeni keşifleri farklı açılardan işlemekte­ dir, B r a h m a n ' ı n i k i hali k i m i zaman ozdekten (tanrının kişi leş t irilmeyen lıali) üs­ t ü n , kişisel bir t a n r ı y ı temsil ettiği şeklinde yommlanmaktadiT, kişisel purusa'yı



ilkeyi,



"kişisel olmayan" hallerinden (avyahta, tam karşılığı "tezahür e t m e m i ş " )



daha ü s t ü n b h konuma yerleştiren Kâtha U p a n ı ş a d ( l , 3, 11) bu y ö n d e anlaşılabi­ lir.



9 1



Svetâsvatara daha da anlamlıdır, ç ü n k ü Mutlak Varlık (Brahman) çevresinde­



ki s p e k ü l a s y o n l a r ı kişisel bir tanrıya, Rudra-Şiva'ya bağlılıkla birleştirir.



"Üçlü



Brahman" ( I , 12). b ü t ü n doğada ve hayat b i ç i m l e r i n d e içkin Tanrı ( I I , 16-17), d ü n y a l a r ı n hem yaratıcısı hem de yıkıcısı olan Rtıdra'yla özdeşleştirilir ( I I I , 2). Doğaya (prakrti)



gelince, o, Efendi'ııin (Rudra-Şiva) mayü'sı, b ü t ü n bireysel var­



lıkları zincirleyen yaratıcı " b ü y ü " d ü r ( I V . 9-10). Dolayısıyla, k o z m i k yaratılış ya bir tanrısal s u d ü r ya da bir "oyım" (lilû) olarak anlaşılabilir



Cehaletin k ö r ettiği



insanlar bu oyuna gelir. K u r t u l u ş Sanıklıya ve Yoga ile, yani felsefi k a v r a y ı ş ve psiko-fİ2yolojik meditasyon teknikleriyle sağlanır ( V i , 13) Yoga u y g u l a m a l a r ı n ı n ,



y l



.



eski Upanişadlar'ın egemen k u r t u l u ş y ö n t e m i



olan



irfanın yanma, b i r k u r t u l u ş y o l u olarak y ü k s e l t i l d i ğ i n i vurgulamak gerek, Kâtha U p a n i ş a d ' d a , irfanı t ü r d e meditasyonun y a n ı n d a , Yoga u y g u l a m a s ı n ı da tanıtır ( I I I , 13). Svelâivatara, M â n d ü k y a ve özellikle de M a i t n U p a n i ş a d ' d a bazı yoga tek-



liülun bu yorumlar daha iieriki tarihlerde yaygınlaşacaktır. Mundaka'da da (II, 1, 2), jimusn'mn yeri, "değişmez"in, aksarahun, yani pralırilıhm üst Cin­ dedir; krs. Glasenapp, a. 123. Bununla birlikte Svetâsvatarcı'nın ayın edici niteliği İıva'ya bağlılıktır; kıs. l-e Yoğu, s. 127¬ 128. 297



DİNSKL tNANCİj\R VE DÜ5ÛNCHIJİH TrtKIHI -1



nikleri daha kesin bir b i ç i m d e sergilenir. İlk U p a n i ş a d l a r ' d a kaydedilen araştırmaların ve keşiflerin ne y ö n d e geliştikle­ ri böylece g ö r ü l ü y o r . Bir yandan tinsel i l k e y i (atman),



organik ve psikolojik-zi-



hinsel hayattan a y ı r m a k için uğraşılmış, d o ğ a n ı n (prakriti) d ü r t ü l e r i içine katılan b u i k i n c i t ü r d e n dinamizmlerin giderek "değeri d ü ş ü r ü l m ü ş t ü . " Brahman'la özdeşleşebilen, yalnızca psikolojik-zihinseî deneyimlerden arınan Benlik'ti ve dola­ yısıyla yalnızca o ö l ü m s ü z k a b u l edilebilirdi, Diğer yandan b ü t ü n V a r l ı k ' k (Brah­ man) doga arasındaki ilişkiler ç ö z ü l m e y e ve ç ö z ü m l e n m e y e çalışıldı, t i k Yoga eserlerinde, Benliğin psikolojik-zihinsel deneyimden koparılmasını s ü r d ü r e n çileci teknikler ve meditasyon y ö n t e m l e r i geliştirilecek ve birbirine bağlanacaktı. Benliğin varoluş b i ç i m i n i n (atman, purnsa) ve d o ğ a n ı n (prakriti)



yapılarıyla dina­



m i z m l e r i n i n kesin olarak ç ö z ü m l e n m e s i , S â m k h y a felsefesinin hedefini o l u ş t u r u r .



298



ELEŞTİREL KAYNAKÇA



g 72. L. RenoLi ve j . rJiflıozat, L'Inde Classique 1 (1949), s. 345-372'de Veda rituellerinm açık ve özlü bir betimlemesi bulunmaktadır. Daha gelişkin incelemeler: A. Bergaigne. Izı Religion, 1, s. 121 vd; A. B. Keith, Religion and Philosophy of the Veda, I (1925), s. 252-379; J. Gonda, Les Religions de l'Inde, I (1962), s. 129-209. Alben HiHebrandt'ın Rituolliteraiur adlı kitabı (Strasbourg, 1897) halâ vazgeçilmez bir eserdir. Ayrıca bkz. K. R. Potdar, Sacrifice in the RigVeda (Bombay, 1953) ve özellikle R. N. Dandekar (ed.), Sıautalıosa: Encyclopedia of Vedic Sac­ rificial Ritual (Poona, 1962). 5oma kurban töreni hakkında, bkz. W. Caland ve V. Henry, L'Agııisioma, 2 cilt, (Pans, 1906-07). Hayvanların kurban edilmesi üzerine, bkz. E. Mayrhofer-Passler, "Haustieropfer beiden İndo-iranıem und den anderen indogermanischen Völ­ kern," Ar. Or, 21,1953, s. 162-205. Pravnrgya hakkında, bkz. J. A. B. van Buitenen, Provaigya, an Ancient Indian Iconic Ritual (Poona, 1968). Upanayana töreni hakkında, krş. J. Gonda, Chande and Continuity, s 264 vd, 459 vd (Mo­ dem Hinduizm içinde). H. S, Converse, agiùcayana ritüeliyle Kimuzi-ve-Siyah seramiklerle ayırt edilen yerli kültür arasındaki belii benzerlikleri incelerken (sunağın 10.800 tuğla kullanarak insa edilmesi; hal­ buki Vedalar çağının Ânlcri tuğla kullanmıyorlardı; pişirme tekniği; Asura'larla özdeşleştirilen "Dogulular"a yapılan göndermeler; vb), bu kurban türünün Ari kökenli olmadığını düşünü­ yor; bkz. "The Agnicayana rite: Indigenous Origin?" (HR, 14,1974. s. 81-95). Hv rituellen bile (grhya) Hindu tapımın yapısını göstermektedir; "Vedacı" nitelikleri ol­ dukça yüzeyseldir ( L Renou, Religions of Ancient India, s. 39), Dâkşinâ'lar, rahiplere armağan edilen kurban bağışlan konusunda, bkz. J C. Heesterman, "Reflections on the Significance of the däksina," lif, I I I , 1959, s. 241-258. Krş. s. 257: "Dâkşinâ ritüelde temsil edildiği biçimiyle evrenin döngüsel deviniminin maddi olarak dışa vurumudur." Aynca bkz J Gonda, "Gifts and Giving in the Rgveda." VisfıvesFı Varanımı! indological journal, 2, 1964, s. 21-30 ve bunun İran'daki karşılığı için A Lommel, "Zaratushtra's Priesterlohn," Festsiın/t/Sr Willibald Kirfel içinde (Bonn, 1955), s. 187-196. § 73. Aivamedha hakkında, bkz. P. E. Dumonl, L'Asvanıetiha. Description du sacrifice sofeınıel du cheval ıfans le cuite védique (Paris, 1927); j . Gonda, Les rel de l'Inde, 1, s. 203 vd; ayın ya­ zar, Ancien! Indian Kingship from the Religious Point of View (Leiden, 1966, Once Numen, 1II-IV, 1956-57'de yayımlandı), s. 110 vd; C. D. d'Onofno, "Le 'nozze sacre' della regiua col cavallo" (SMSR, 1953-54, 24-25, s. 133-162, özellikle s, 153 vd), Hint-Avrupahlarda at kurbanı konusunda, bkz. W Koppers, "Pferd e o pier und Pferdekull der Indo-Genna nen" (Wiener Beitrrtge zur Kulturgeschichte und Linguistik, IV, 1936, s. 279-409); Jaan Puhvel, "Aspects of Equine Functionality" (Myth and Law among the iııdoEuropeans, Berkeley, 1970, s. 159-172) Purusamedha hakkında, bkz. W. Kirfel, "Der ASvamedlıa und 299



der Pu rusa med ha"



DİNSEL INANÇIAR VL DÜSÜNCELKK TAlilHI - I ;



(Festschrift W. Sdwnbnng, Hamburg, 19:>1), s. 39-50; James L. Sauve, "The Divine Victim: Aspects of Human Sacrifice in Viking Scandinavia and Vedic India" (Myth and Uu\ Among the Indo-Europeans, Berkeley, 1970, s. 173-191). § 74. Dîfîsö'nm erginlenme simgeselligi hakkında, bkz. M. Eliade, Nöissuııa's mystiques (1959), s 113 vd Törenin betimlemesi: A Hıllebrandı, Riluııllıleratıır, s. 157 vd; A. 11. Keith, 7'Iie Religion and the Philosophy of the Veda and rjpaıushoiis, 1, s. 300 vd. }. Goııda, Change and Continuity in Indian Religion (Lahey,'1965), s. 315-402'de Veclalar çağından modem Hinduluga kadar düifâ'yı çok ustaca çözümlemiştir. Râjasüya hakkında, bkz. A. Hillebrandt. tug.y., s. 143 vd; A 13. Keith, Rel and Plı/f, 1, s. 340 vd, P. V. Kaııe, History of Dharmasdstra, 11 (Pooua, 1941), b. 1214 vd; J. Gonda, Ancient lı\dian Kingship from ihe Religious Point oj View, s. 79 vd ve özellikle, J C. Heesterman, Tlıe An­ cient tıu&ttt Royal Consecration (Lahey, 1957). Öntanh çağlarında, râjasüya muhtemelen yılda bir kez. evreni yenilemek amacıyla kutlanıyordu. Yapısıyla, mevsimlik Hint şenlikleri sınıfına, uiscıva'ya yakındır. Herhalde eski çağlarda halk bu törenlerde daha önemli bir rol oynuyor­ du. Yazarın cesur ve derinlemesine yorumu nedeniyle, Ananda Coomavaswamy'nin "Atmayajna" Self-Sacrifice" adlı incelemesine (HJAS, 6, 1942, s. 358-Î9S) başvurmaya değer § 75. Hindistan'da kozmogoniye yol açan suya dalış miti oldukça arkaik bir biçimde korun­ muştur, çünkü Suların dibine dalıp Yeri kaldıran bir Hıiyul: Tanrı'dır. Brölunu'iolor'da dibe dalan yabandomuzu biçimine giren Prajâpalı'dir. Rö mayana'da, bu rol Brahma'ya düşer; V15nu-Purâna'da



yaban domuzu



Brahmâ-Vişııu ve Bhâgavata



Purâno'da



V'ışnu'nun



bir



ovalara'sidir (bkz, Klıade'daki referanslar. De Zatnioxis â Gengis-Khan, Paris, 1970. s. 117¬ 118). Ama bu kozmogoni miti ancak Destan'dan ve Furinalardan hareketle yaygınlaşır. Ay­ rıca Ariler öncesi döneme ait bazı Muııda veya on-Munda unsurlan da içeriyor olabilir; krş. a,g.y., s. 119 vd. Hint kozmogonileri hakkındaki zengin edebiyat için en son çıkmış şu yayımlara işaret edelim: Norman W. Brown, "The Creation My lb o i the Rig Veda," JAOS, 62, 1942, s 85-98; Stella Kramrish, "The Triple Structure of Creation in the Rig Veda," IIR, 2, 1962-63, s. 140¬ 175, 256-291; F. B. [ Kuiper, "Cosmogony and Conception: A Queny," UR, 10, 1970, s 91-138; Hans Penner, "Cosmogony as Myth in the Vishnu Purana," HR, 5, 19Û6, s 283¬ 299. Ayrıca bkz Sanskritçe metinler seçkisi, çeviren ve yorumlayan Anne-Mane Esnoul, La Naissance du monde içinde (Paris, 1959), s. 331-365. Kozmogoni düşünceleri düzeyinde takş-, "dülger" terimi hakkında, bkz, L. Renou, Ütudes sur Je vocdbulatre du Rgvcda. Premiere serle (Pondıchery, 1958), s. 23 vd. Mükemmel örnek Puruşasükta hakkında, bkz. J. Gonda, Vışnuism and Sivaısm (Londra, 1970), s. 27, Hint-Avrupa koşutları hakkında, bkz Guntert, Dirimselle Weltkonig u>\d İieiland (Halle, 300



GAUTAMA BUDIIA'DAN ÖNCT: HİNDİSİ" AN



1923), s. 315-343; F. R. Schroder, "Germanische Schopfungsmythen" (Gcmumisck-Romaniseh Moiu&xhtifl, 19, 1931. s. 1-26, 81-99); Bruce Lincoln, "The Indo-European Myth of Creation," HR, 15, 1975, s. 121-145. Veda tanrılarının doğuşu ve olumsuzluğun ele geçirilmesi konusunda, bkz. A. B. Keıth, Religion and Philosophy, s. 82 vd. Karşılaştırmalı bir inceleme için, bkz. G. Dumézil, Le Feslin ıi'immortalité (Paris, 1924). İnsanın kökeni ve mitolojik ata hakkında, bkz. Arthur Christensen, Les Types du premier homme el du premier roi dans l'histoire légendaire des Iraniens, 1-11 (1917, 1934); G. Dumézil, Mythe et Epopee, i l (1971), S, 234 vd; O. HOfler, "Abstammungstraditionen" (Rcallexilton der germanischen Altemmskunde, I , s, 1B-29). Hindistan'da, tinsel bit" "ölümsüzlük" kazanılması uğruna, bedende ölümsüzlüğün yitiril­ mesi tanrılarla insanlar arasındaki ilişkilerde de belli sonuçlara yol açtı: Bazı anlatılara göre, başlangıçta tanrılar kendi bedensel biçımleriyle aşağı inip insanlarla karşılaşıyorlardı (kış Taıtürîya Saınhitâ, III, 5, 2; Kàthaka Sam. XXXVII, 17. PancavinSa Br XV. 5, 24). Bu, oldukça yaygın arkaik bir anlayıştır. § 76. Bir diğer anlatıya göre, Prajâpati'mn kendisi de tapas'm ürünüydü: Başlangıçta Var Ol­ mayan (asai) "düşünce" (manas) oldu; düşünce ısınarak (afâpyaiu) dumanı, ışığı, ate;i ve so­ nunda Prajüpati'yi doğurdu (Tüiif. lir. 11, 2, 9, 1-10). Salapatha ör.'da (XI, I . 6, 1), Var Ol­ mayan, ilk sularla temsil edilir. Rig Veda, X, 61, 7'de Gök-baba'nın kızı Salakla yaşadığı ensestten söz edilir. Rrahmanaîar'da, kızını arzulayan Prajâpati'dır (Salapatha Br, 1, 7. 4). Ona bir geyik biçiminde yaklaşır (A/[t. Br, III, 33, 34); hatta ona sahip olmaya çalışır, ama tannlar bunu engeller ve Prajâpa­ ti'mn toprağa düşen tohumu bir göl yaratır (Ail. Br. XIII, 1-10), bu mit izleginin önemi ko­ nusunda, bkz. Wendy D. O'Flaherıy, "Asceıısm and Sexuality in ıhe Mythology of Siva." II. Bölüm, UR, 9 11969], s. 9 vd. Yaratılıştan sonra Prajâpati'ııin "tükenmesi" ve "eklemlerinin dağılması™ izleği kozmogo­ ni işinden sonra Tacirinin "yorgunluğu"ou öne çıkaran Güneydoğu Avrupa folklorik des­ tanlarına benzetilebilir; krş. M. Eliade, De Zaimexis à Gengis-Khan, s. 92 vd. Prajâpati hakkında, bkz. Sukumari Bhatracharji, The Indian Theogony (Cambridge, 1970), s 322 vd'de çevrilmiş ve yorumlanmış metinler ve Gonda'mn değerlendirmeleri: Les Religions de l'Inde, i . s. 227 vd. Mitin karşılaştırmalı bir çözümlemesi için, bkz. A W Macdo¬ nald, "A propos de Prajâpati," JA, c. 240, 1952, s. 323-338. Brâhma^fllai" döneminde kurban töreni için, Sylvain Levi, La doctrine du sacrifice dans les Brahmanas (1898) hala vazgeçilmez bir eserdir, Aynca bkz. A. K, Coomaraswamy, Hinduism and Buddhism (New York, 1943), s. 19 vd. § 77, Brahman hakkında, bkz. L Renou ve L. Silbum, "Sur la notion du brahman," JA, 237, 1949, s. 7-46 ve Eliade, Le Yoga, s. 376'daki kaynakça. Buna eklenecek çalışmalar L. Re­ nou. "Le passage des Bràhmana aux Upanisad,"]AOS, 73, 1953, s. 138-144; Lilian Silbum, 301



• INSEL İNANÇLAR vil DOSÜNCIELtU T A R İ H İ -1



İnsimi! el Cause (Paris, 1955), s. 50 vd; J. Gonda, Notes on Brahman (Utrecht, 1950); aynı ya­ zar, Les Religions de l'lnde, 1, s, 45 vd, 237 vd; G. Tııcci. Storia della jüosajıa Indiana (Ban, 1957), s. 279 vd. Hini düşüncesinin tarihinde Brahman kavramı hakkında, Surendranaılı Dasgupta, 5. Radhakrishnan, E. Fraunwalder vb yazarların Tarihier'ine ve Karl H. Potter, Bibliography oj Indian Philosophies'e (Delhi-Patııa-Varanası. 1970) başvuracağız. Aranyalio'lor hakkında, krş. A. B. Keith, Religion and Philosophy, s. 490 vd; J. N. Farquahar, An Outline oj the Religious Literature oj India (Oxford, 1920), s. 30 vd; J. van Buitenen, "Vedic and Upanishadic Bases of Indian Civilization," J. W, Elder (ed.), Chapters in Indian Ci­ vilization içinde (Dubuque, Iowa, 1970), (, s. 6 vd § 78. Tapas hakkında, bkz. Eliade, Le Yoga, s. 113-118 ve s. 377'deki kaynakça. Buna ek­ lenmesi gereken: Chaımcey Y. Blair, Heat in the Rig Veda and Allwrva Veda (New Haven, 1961); D. j . Hoens, Sänti. A Contribution to Ancient Indian Religious Tenninoiogy (Lahey, 1951); M. Eliade, Le Chaınanısıne (2. baskı), s. 323; J. Gonda, Lcs Religions de l'lnde, 1. s. 223 vd, 309 vd, 338 vd (kaynakçayla birlikte); W. D. O'Flaheny, Asceticism and Eroticism in the Mythology oj Siva (Londra, 1973), s, 40 vd. § 79. Uzun saçlı (feesin) çileci (muni) üzerine, bkz. Eliade, l.e Yoga, s. 110 vd; Gonda, Religi­ ons, 1, s. 223 vd; W. Wust. möni (PHMA, Mitteilungen zur idg, vorn ein niich irido-irwnisehen Wort¬ hunde, sayı 7, Münih, 1961, s. 24-65). Vrâtya'lar hakkında, bkz. J. W. Hauer, Der Vrätya. Untersuchungen über die ııichüVahmaiiische Religion altindien (Stuttgart, 1927); Eliade, Le Yoga, s. 112-113; W. Wust, vrata-, a.g.y., s. 66-75. Hauer, vrälyalann gizli erginlenme rituellen bulunan, Ânlerın öncü kuvvetlerine ait bir tarikatı temsil ettiklerini düşünüyordu, J. C. Heesterman'a gOre Vrâ.tya'lar srmıta



ritüellerinin



öncüsü sayılabilecek bir kurban törem türü uyguluyorlardı, krş. "Vrütya and Sacrifice" (f/J, 6, 1962-63, s. 1-37). Eski ve ortaçağ Hindistan'm da ki çileciler hakkında, krş. David N. Lorcnzeıı, The KSpolikas and Kdlâmulîhas (Univ. of California Press, 1972), s, 187 vd. § 80, Belli sayıda Upanişad Fransvzcaya çevrildi; liste için bkz, Jean Varenne, Le Veda, 1, s. 37-38. Şu çevirileri, hatırlatalım. Emile Senart (Erhadâranyaha, 1930; Çitndogya, 1934), Louis Renou (Knlhû, Kem, isa, Kau;itafei), J. Maury (Mundalia), E. Lesimple (Mändültya, Talttinya), L. Silbum (Ailareya, 5veiasvaEaıa), J. Bousquet (Prasna), A. M. Esnoul (Möitri), B. Tubini (Bı ahınalıiııdu, Kcıivalya vb), J, Varenne (Gauapaii, Maiıânârâyana, Pi'flfiag/iiholra). J. Varenne, Le Vida, i l , s, Ö14-704'te iyi bir seçki bulunmaktadır. Aynı yazar Lcs Upanislıads du roga'yı (Sanskritçeden çevrilmiş ve notlanmış, Pans, 1971) yayımladı. S. Radhakrishnan onûç Upanişadı, 145 sayfalık uzun bir girişle birlikte yayımladı, çevirdi ve yorumladı: The Principal Upaınsads (New York, 1953).



302



GAUTAMA IBJDUA'DAN ONCE HİNDİSTAN



Eleştirel kaynakça için: M. Eliade. \£ Yağa, s. 379-380 ve j . Gonda, Lcs Religions de l'In¬ de, i , s. 232, 239. Şu çalışmalara işaret edelim: R D. Ranade, A Constructive Survey of Upanishadic Philosophy (Poona, 1926); 1-1. Oldenberg, Die Lehre der Upanisliaden und die An/âııge des Buddhismus (Götüngen, 1915); S. N . Dasgııpta, Indian idealism (Cambridge, 1933), s, 20 vd; Walter Ruben, Die Philosojjhen der Upanishadcn (Bern, 1947); J. Gonda, Les Religions de Tin­ de, 1, s 239 vd. Upanişadlar, dört Veda'mn ekleri gibi kabul edilmektedir; dolayısıyla onlar da vahiyin (iruii) parçasıdır, "Bilginin dalıa Rig Veda'da büyüsel-dinsel bir değere sahip olduğu kesin­ dir. Brahma nal a r'da ise ölümsüzlüğü kurban "bilimi" sağlıyordu: Tanrıların dünyası "yalnızca bilenlere aittir" (Satapatha Br, X, 5, 4, 16). Ama Upanişadlar'da kurban "bilitîii"nin yenni B)akman bilgisi alır; çünkü "kurbanlar okyanusun ortasında dolanan ve her an batabilecek teknelere benzerler" (Murıdafea Up. 1, 2, 7).



§ 8 1 . Ölümden sonra öteki dünyadaki varoluş hakkında Vedacı ve Brahmancı kavramlar hem kannaşık hem de kanşıktır. Soma'ya seslenen meşhur bir ilahi (RV, IX, 113) ruhun "sü­ rekli ışıgm parladıgı yere, güneşin de yerini aldığı o dünyaya" yerieştirilme isteğini gözler önü­ ne s e r e r ; . Yama'nmolduğu yere .... gökyüzU arazisinin bulunduğu yere .. sulann ebe­ diyen gene olduğu yere, ey Soma, beni de bu yerdeki bir ölümsüz yap " (çev. Jean Varenne). 1



Göğe yolculuk, yeri göğe bağlayan köprü, köprüyü bekleyen iki köpek, ruhun sorguya çe­ kilmesi hem eskiçağ Hindistan'ında hem de iran'da rastlanan motiflerdir: Muhtemelen HintIran birlik dönemine dek uzanmaktadırlar (krş. § 111). Yama'nm -sonunda öne çıkan bir diğer anlatıya g ö r e - hüküm sürdüğü yeraltında kalmak, her türden günahkarların kaderi­ dir. "Güneşsizler adı verilen bu dünyalann üstleri örtülüdür ve zifiri karanlıktır; ruhlarını öl­ dürenler can verdikten sonra oraya giderler" (isa Up. I , 3). Metinler Satapatha Brahmana'dan itibaren, belli azaplan betimliyor. 21 cehenneme ilişkin betimlemeler zaman içinde giderek dramatikleşiyor. Günahkarlar yırtıcı hayvanlar ve yılanlar tarafından parçalanıyor, epey uğ­ raşılarak kızartılıyor, testerelerle kesilip aç ve susuz bırakılıyor, kızgın zeytinyağında kaynatı­ lıyor veya tokmaklarla kemikleri unufak ediliyor, demirden veya taştan küplerde kalıplanı­ yorlar vb. Ama bülün bu acılardan sonra da, bu azapları yaşayanların sıkıntılan sona ermi­ yor: Hayvan bedenlerinde yapacakları ruhgûçlerine eşlik edecek çeşitli korkuları da tanıma­ ya hazırlanıyorlar. Cehennemin karşılığı, onun aksi olan gökyüzü cennetinde bulunmaktadır. Destanlar Maiıâbhârata ve Mmayana- ve Puraııalar özellikle beş büyük tannya ait beş gök katını betim­ lerler, Aşağıdan yukanya doğru, rakkaseler ve müzisyenlenn yer aldığı lndra'nın Göğü; Tann'nın ailesiyle birlikte hüküm sürdüğü Şıva'nm Göğü; her şeyin akından yapıldığı ve nilüfer­ lerle kaplı su. birikintileri serpısttnlmiş Vişnu'nun Göğü; rakkaseleri ve ateşli mümideriyle Krişna'mn Göğü; son olarak da ruhlann gûk perilerıyle eğlendiği Brahma'nın Göğü. Altından ve mücevherlerden saraylar, cennet bahçeleri, çok güzel kızlann şarkılanna ve rakslanna eş­ lik eden müzik usanmadan betimlenir durur, Bu Hindu cennet izleklerinden bazılan Budist yazarlar tarafından yeniden ele alınacaktır, Brdfımanaiar'da "yeni ölüm" (jiunaımrtyu), yani belli adakları gerçekleştirmemişlerin ruh303



D İ N S E L İNANÇLAR VE DUŞUNCH-Uk TARH İt -1



lanrıı bekleyen nihai, "ikinci ölüm" düşüncesi belirginleşir. Bununla birlikte sonunda iiıirmaıı kavramı, "ikinci ölümü" yeni bir bedenlerime biçiminde yeryüzüne dönüşle ozdeşleşlirir. Upanişadlar'a göre, ölenlerin ruhları "Manes yolundan" (pitrySııa) veya ay yolundan giderler. Ruhlar bir kez aya vardıktan sonra, erginlenme niteliğinde bir sorgudan geçirilirler; gerekli yanıtlan bilemeyenler yeniden doğmak üzere yeryüzüne düşerler. "Bilenler" ise güneş yolu da denen "tanrılar yolu"nrîan (dcvayâııa) geçerek tanrıların yanına giderler. Knuşilakî Up. (I, 2-7) şu bilgileri verir: Ruhlar tanrılar dünyasından Brahman'ın dünyasına giderler ve orada çeşitli erginlenme sınavlarından geçerler. Brahman yeni gelene sorar "Seti kimsin?" ve yeni gelenin şu yanıtı vermesi gereklidir: "Sen ne isen ben de oyum" Brahman der ki: "Peki ben kimim?"-"Gerçek," diye yanıt verilmelidir" (I, 6). Sonunda Brahman ona şöyle der: "Benim arazim olan yer artık senindir" (1, 7). Kısacası, birinci yol yeni bir bedenlenmeye açılırken, ikinci yol tanrılann dünyasına erişmeyi sağlar. Ama Brahman'ın aşkın dünyasına ulaşmak için, ruhun daha başka erginlenme sınavlanndan da geçmesi gerekir. Başka bir deyişle, ölümden sonra üç olasılık vardır' 1) Ruhun yeni' bir bedenlenmeyle yeryüzüne geri dönmesi; 2) Cennette, tanrıların yanında kalma; 3) Ruhun Brahman'la özdeşleşmesi Upanişadlar'ııı yazarlanna göre, gökyüzü cenneti geçicidir ve belli bir süre sonra ruhlar yeryüzüne geri d ö ­ nüp yeniden bedenlenmeye zorlanırlar Dolayısıyla tek gerçek kurtuluş olanağı, irfan ve meditasyon sayesinde ölüm sonrasında Brahman'la özdeşleşmektir. "İç ışık" hakkında, bkz. M, Eliade, Miphistaphilts ct l'Androgyne, s. 27 vd; aynı yazar, "Spınt, Light and 5eed" (HR, XI, 1971, s. 1-30), özellikle s 3-16; j . Gonda, TVıe Vision oj the Vedıc Poets (1963), s. 268 vd. § 82. Brahman'ın iki hali hakkında, krş 11. de Glasenapp, La plıüosoplıie indienne (Fr, çev Payot, 1951),s. L31vd. "Bedensel" ("ölümlü") ve "bedensiz" ("ölümsüz") Brahman çelişkisi, bazı Veda tannlannın çokdeğerliliği ve Hint düşüncesine göre tannsallıgı tanımlayan zıtlann birliği üzerine spekülasyonlann bir uzantısıdır; krs. daha yukarıda § 68'in ek notları. Kozmik "oyun" hakkında, bkz. Ananda K Coomaraswamy, "Lüa," JA05. 1941, s. 98¬ 101.



X.



BÖLÜM



ZEUS V E YUNAN DİNİ



83. T e o g o n i ve T a n r ı K u ş a k l a n A r a s ı n d a k i M ü c a d e l e l e r — Zeus u n ismi bde doğasını imaya koymaya yetmektedir: O tam b i r Hint-Avrupa



gök tannsıdır



(krş. § 62). Theokritos, Zetıs'un hâlâ k i m i zaman parlayıp, k i m i zaman da yağ­ m u r halinde aşağı indiğini yazabiliyordu ( I V , 43). Homeras'a g ö r e , "Zeus'a, bu­ lutlar arasındaki engin g ö k d ü ş t ü . " Zetıs'un u n v a n l a r ı n d a n pek çoğu onun hava ]



tanrısı yapısını vurgular: Ombrios ve Hyetios (Yağmurlu), Urios (uygun rüzgar­ ları g ö n d e r e n ) , Astrapios (yıldırımlar y a ğ d ı r a n ) , Brontön (gürleyen) vb. Ama Ze­ us, g ö k y ü z ü n ü n kozmik bir g ö r ü n g ü olarak kişileştirilmesinin ç o k ötesine geçen bir anlam taşır, O n u n göksel niteliği, hem egemenliğiyle hem de farklı yeryüzü tanrıçalarıyla yaptığı sayısız kutsal evlilikle d o ğ r u l a n ı r . Bununla birlikte, ismi ve (zorlu kavgaların a r d ı n d a n ele geçirdiği) e g e m e n l i ğ i dışında, Zeus eski Hint-Avrupa gok tanrılarına, ö r n e ğ i n Veda tanrısı Dyaus'a ben­ zemez. Yalnızca evrenin yaratıcısı olmamakla kalmaz. Yunanların İlk T a n r ı l a r grubu İçinde bile yer almaz. N i t e k i m Hesiodos'a g ö r e , başlangıçta yalnızca Kaos (Abis) vardı, sonra onun i ç i n d e n "geniş b ö ğ ü r t ü " Gaia (Yer) ve Eros çıktı. Daha sonra Gaia "bir varlık ya­ rattı kendine eşit: Dört bir yanını saran Uranos'u, Yıldızlı G ö k ' ü . "



2



Hesiodos



Uranos'u, "aşka s u s a m ı ş , beraberinde geceyi de taşıyıp Yer'e yaklaşan ve onu sa­ ran" b i r varlık olarak betimler Bu k o z m i k kutsal evlilikten* ikinci tanrı kuşağı, 3



U r a n o s ' ı m evlatları dünyaya geldi; A l a erkek Titan ( i l k i Okeanos, sonuncusu Kronos) ve altı dişi Titan (içlerinde Rheia, The mis, Mnemosyne vardı), tek gözlü ü ç Kyklop ve üç Hekatonkheir {Yüz Kollular).



llyada, 15, 192. [Üyada ve Oıiysseia için Türkçe çevirileri kullanılmıştır, çev. Azra Lriıaı-A Kadir, 5ander Yayınlan, İstanbul, 1981; Theogpııia için ise Azra Erhat, Mitohji .Sılzlıigû'nde (9. basını, Remzi Kitabevi, 2000, İstanbul) bulunabilen bölümlere başvuruImuşıur -çıi-l Hesiodos. rheııgünia, 118 vd. Hesiodos, a.g.y.. 176 vd. Ama daha önce Gaia tek başına Dağları, Nympha'lan ve kısır Deniz'i (Ponıos) doğurmuş­ tu, Hesiodos, a.gy., 129 vd. I



305



DİNSEL tNANU AR VE DÜŞÜNCELER TARH II -1



Başlangıç çağlarına özgü, ölçüsüz ve k i m i zaman canavarlar yaratan bir d o ğ u r ­ ganlık söz konusudur Ama Uranos "ilk g ü n d e n itibaren" ç o c u k l a r ı n d a n nefret et­ ti ve onları Gaia'nın bedenine sakladı. Sonunda sabrı taşan tanrıça b ü y ü k bir tır­ pan üretti ve çocuklarına seslendi. "Benden ve bir deliden olan oğullar . . . bir ba­ b a n ı n canice azgınlığını cezalandıracağız, o sizin babanız da olsa, b u iğrenç işleri yapmaya ö n c e o başladı." Ama dehşete d ü ş e n oğullarından "hiçbiri b i r tek söz et­ medi," yalnızca Kronos bu görevi üstlendi. Ve "Yer'ın bedenine girme arzusuyla kendinden g e ç m i ş " Uranos yaklaştığında, Kronos tırpanıyla onun erkeklik uzvu­ 3



n u kesti. Gaia'nın üzerine akan kandan i n t i k a m tanrıçaları olan ü ç Erinys, Devler, D i ş b u d a k Nympha'lan dünyaya geldi, Uranos'un denize d ü ş e n ve etrafları beyaz bir k ö p ü k l e çevrelenen cinsel o r g a n l a r ı n d a n A p h r o d ı t e d o ğ d u .



6



Bu ö y k ü gok ile yerin ayrılmasını anlatan arkaik m i t i n ç o k şiddetli bir versi­ yonudur. Daha once de saptadığımız gibi (§ 47), geniş ölçüde yaygınlaşmış ve farklı k ü l t ü r d ü z e y l e r i n d e bulgu l a n m ı ş bir m i t söz konusudur



Uranos'un h a d ı m



edilmesi, d u r m a k s ı z ı n s ü r e n ve son tahlilde boşu b o ş u n a yapılan ( ç ü n k ü baba, ye­ ni d o ğ a n ç o c u k l a r ı toprağa "saklıyordu") bir dölleme eylemine son v e r i r . Evren 7



egemeni bir tanrının oğlu, tarafından sakatlanması ve o ğ u l u n böylece onun ardılı olması H u n i , H i t i t ve Kenan teogonilennin egemen izleğini o l u ş t u r u r (§ 46 vd). Anlaşılan H e s ı o d o s b u doğu geleneklerini b i l i y o r d u ;



8



ç ü n k ü onun Tfıeogonıa'sı



tanrı k u ş a k l a n arasındaki çatışma ve evrensel egemenlik için verilen mücadeleye o d a k l a n m ı ş t ı r . G e r ç e k t e n de Kronos, babasının erkeklik g ü c ü n ü yok ettikten son­ ra, onun yerine geçti. Kız kardeşi Rheia ile evlendi ve b e ş çocuğu oldu: Hestia, Demeler, Hera, Hades, Poseidon. Ama Gaia ve Uranos'tan, yazgısının bir g ü n "oghmtm darbeleri altında can vermek" o l d u ğ u n u ö ğ r e n d i ğ i i ç i n , Kronos çocuk9



l a n n ı d o ğ a r d o ğ m a z y u t u y o r d u . Büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Rheia o zaman Gaia'nın ö ğ ü d ü n ü dinledi: Zetıs'u doğuracağı g ü n Girit'e gitti ve çocuğu ulaşıl­ maz bir magaTaya gizledi. Daha sonra koca bir taşı bezlere sardı ve Kronos'a onu verdi, Kronos da onu yuttu (478 v d ) .



Aıskhylos, frag. 44 Nauck. 6



Theo., 188 vd.



7



Uranos'un hadım edildikten sonra işlevsizleştıı ılınesı, yaratıcı tanrılann kozmogoni işlerini bitirdikten sonra göğe çekilip dem otiosis haline gelme eğilimini, biraz sen bir biçimde de olsa yansıtır; bkz. Eliade, Dinler Tarifline Giriş, § 14 vd,



8



Hesiod and the Near East, s. 27 vd. '



f



Son olarak çıkmış yayınlar içinde bkz. M. L. West, Hes/od's Theogony, s. 18 vd; P. Walcot, Theogonia, 461 vd. 306



ZEUS VE YUNAN D M



Zeus b ü y ü y ü n c e Kronos'a erkek ve k ı z kardeşlerini kusturdu. Daha sonra Ura­ n ü s ' ü n zincire v u r d u ğ u , b a b a s ı n ı n kardeşlerini de k u r t a r d ı



Bunlar da ş ü k r a n l a r ı ­



n ı n işareti olarak o n a g ö k g ü r ü l t ü s ü ile y ı l d ı r ı m ı hediye ettiler. Eh'nde böyle si­ lahlar bulunan Zeus a r t ı k "hem ö l ü m l ü l e r i



hem ö l ü m s ü z l e r i "



yönetebilirdi.



10



Ama ö n c e Kronos'a ve Titanlar'a b o y u n e ğ d i r m e k gerekiyordu. Savaş başlayalı on yıl o l m u ş t u ve hâlâ sonucu belli değildi; o sırada Gaia'mn öğütlerini dinleyen Ze­ us ve gene tanrılar, Uranos'un yeraltı derinliklerine hapsettiği y ü z k o l l u üç devL aramaya gittiler. Kısa bir süre sonra Titanlar yere serildi ve Yüz K o l l u l a r ı n bek­ çiliği altında Tartaros'a g ö m ü l d ü . ' 1



Titanomakhia



(Titanlarla tanrıların savaşı} betimlemesi (özellikle



kozmogoni öncesi bir aşamaya gerileme izlenimi u y a n d ı r m a k t a d ı r



700 v d ) , Dolayısıyla



Zeus'un Titanlar'a - ö l ç ü s ü z g ü c ü n ve şiddetin b ed en len mi ş h a l i - karşı kazandığı zafer, evrenin yeniden düzenlenmesiyle eşdeğerlidir, Zeus b i r anlamda d ü n y ay ı yeniden y a r a t m a k t a d ı r (krş. Indra, § 68). Ama b u yaratılış i k i kez daha ciddi teh­ likelerle karşılaşacaktır. U z u n s ü r e başka bir kaynaktan alındığı d ü ş ü n ü l e n , ama Tfıeogom'a'nın son e d i t ö r ü n ü n Özgünlüğünü kanıtladığı b i r b ö l ü m d e (820 -880. d i ­ zeler),



12



Gaia ile Tartaros'un oğlu olan Typhon a d ı n d a bir canavar Zeusa meydan



okur. "Yüz yılan başı yükselir o m u z l a r ı n d a n çıkarıp k o r k u n ç kara dillerini, h u e j ­ der kafalarındaki gözlerde ateş alev saçar kara kaşları altından," v b . yıldırımıyla v u r u p Tartaros'a a t a r .



14



1 3



Zeus onu



Sonunda, Homeros ve Hesiodos'un



d i k l e r i ve i l k kez Pindaros'un söz e t t i ğ i



15



bilme­



bir b ö l ü m olan Gigfltıtûmacrıia'ya



{devlerle tanrıların savaşı} g ö r e , Uranos'un kanıyla döllenen Gaia'dan çıkan dev­ ler, Zeus'a v e k a r d e ş l e r i n e karşı ayaklandılar. Apollodoros'un belirttiğine



göre,



Gaia devleri T i t a n l a r ı n i n t i k a m ı n ı almak ıçm d o ğ u r m u ş v e devler bozguna uğra­ d ı k t a n sonra Typhon'a hamile k a l m ı ş t ı .



16



Zeus'un ü s t ü n l ü ğ ü n e karşı Gaia'mn k u r d u ğ u entrikalar, kozmogoni eserine veya yeni bir d ü z e n k u r u l m a s ı n a karşı i l k Tannlar'dan birinden gelen engelleme-



10



Theagonia, 493-506.



LL



Thtagoma, 617-720.



u



West, Hesfûd's Theogony, s. 379 vd.



1 3



Tiıeojpnitı, 824 vd.



L1



Apollodoros, Bibi., I , 6, 3, yere serilmeden önce Typhon'un Zeus'un tendon lanın çalmayı başardığını anlatır; bu motif Hiüt mitinin bir bölümünü anımsatmakladır: Fırtına tanrısı ile ejderlıa tliuyankas'ın kavgası; krş. § 45. Aynca bkz. West, a.g.y., s. 392.



15



Nemea, 1,67



1S



B(l)l„ 1, 6, 1-3. 307



DİNSEL [NANÇ1AR vr; P Ü Ş Û N C L l . L K TAK1III - I



lerı oltaya koyuyor ( k r ş . Mezopotamya'da ki tanrılar kavgası, § 21)



Bununla



birlikte, Zeus egemenliği k o r u m a y ı ve böylelikle tann hanedanlarının şiddet yo­ luyla b i r b i r i n i n yerini almasına kesin bir son vermeyi Gaia ve Uranos sayesinde başarmıştır



84. Z e u s ' u ı ı Zaferi ve E g e m e n l i ğ i — Zeus, Typhon'u yere serdikten sonra, üç kozmik bölge ü z e r i n d e k i egemenliği kura çekerek paylaştırır.



Okyanus Pose-



idoria, Yeraltı Hades'e ve Gok Zeus'a düşer; toprak ve Olympos ise hepsinin or­ tak m a l ı d ı r .



18



Daha sonra Zeus bir dizi evlilik yapar. İlk eşi Metis'tir



(Temkin),



ama Athena'ya hamile kalınca Zeus onu yutar; ç ü n k ü Gaia ile Uranos'un



ilende



"zalim kalpli, insanların ve tanrıların kralı olacak bir o ğ l u n u n " doğacağı kehane­ tine inanmıştır.'



11



Demek k i Zeus u n egemenliği, ilk çiftin uyarısı sayesinde kesin



g ü v e n c e akma alınır. Ayrıca Metıs'i de böylelikle ebediyen kendi bedenine k a t m ı ş olur



2 0



Athena ise bir baha darbesi sayesinde babasının a l n ı n d a n dışarı ç ı k a r .



J1



Zeus daha sonra dişi Titan The mis (Eşitlik), Eurynome, tvlnemosytıe (Zeus'a dokuz Musa'yı d o ğ u r m u ş t u r ) ve son olarak da Hem ile e v l e n i r . " Ama Hera ile evlenmeden ö n c e Demeter'ı sever, o da Persephone'yi ve ikiz tanrılar Apolloıı ile A n e m i s i n annesi Leto'yu d o ğ u r u r (910 vd). Bunun dışında Zeus'uıı, genellikle yerle ilgili birçok tanrıçayla ilişkisi olur (Dıa, Europa, Semete vb). Bu b i r l e ş m e ­ ler, fırtına tanrısının yer t a n n ç a l a n y l a kutsal evliliklerini y a n s ı t m a k t a d ı r . Bu çok sayıdaki evlilik ve erotik macera hem dinsel hem de siyasi bir anlama sahiptir. Zeus, hat ulan amaya cak kadar eski zamanlardan beri tapılan Helen öncesi döne­ m i n yerel tanrıçalarına sahip olarak, onların yerine g e ç m e k t e ve böylece, Yunan dinine kendine özgü niteliğini k a z a n d ı r a c a k sembiyoz ve birleşme sürecini başlat­ maktadır. Zeus "un ve Olympos tanrılarının zaferi kendini, bazıları Helen öncesi d ö n e m e ait arkaik tanrıların ve t a p ı m l a r m y o k olması seklinde g ö s t e r m e m i ş t i r . T a m tersi­ ne ç o k eski zamanlardan kalmış mirasın bir b ö l ü m ü sonunda Olympos dinsel sis-



7



Ama Gaia'nın öfkesi, Zeus'uıı şiddetine ve zalimliğine bir tepki olarak da yorumlanabilir.



3



llyaâa, 15, 197 vd.



9



The, 886 vd.



'° Mitolojik d ü z e n d e , bu bölüm Zeus'uıı somaki dönüşümünü, "bilgeliğinin" kaynağım açıklıyor. 11



a



The., 924 The., 901 vd.



308



ZIÎUS Vli YUNAN DİNİ



temi içine katılmıştır. İlk tanrı çiftinin Zeııs'un kaderinde oynadığı rolü az önce v u r g u l a d ı k . Başka örnekler de aktaracağız. Şimdilik Zeııs'un d o ğ u m u vc Girit'te geçen ç o c u k l u ğ u b ö l ü m ü n ü h a t ı r l a t a l ı m . " Büyük bir tanrıçanın oğlu ve aşığı olan bir ç o c u k tanrı etrafında k u r u l m u ş , b i r Ege mitsel-ritüel senaryonun söz konusu o l d u ğ u kesindir. Yunan geleneğine g ö r e , yeni d o ğ a n b e b e ğ i n çığlıkları kalkanları­ nı birbirine vuran Kureta'ların çıkardığı g ü r ü l t ü y l e ö r t ü l ü y o r d u (erginleme t ö ­ renlerinde gruplar halinde silahlarıyla dans eden gençlerin m i t o l o j i k i z d ü ş ü m ü ) . Palaikastro ilahisi ( M Ö İV.-UI. yüzyıllar), "en b ü y ü k Kııreta" Zeus'un s ı ç r a m a l a r ı ­ nı ö v e r ' ( b ü y ü k olasılıkla, arkaik bir bereket ritüeli söz konusudur). Üstelik Ida 2



d a ğ ı n d a k i bir m a ğ a r a d a kutlanan Zeus İdaios tapımı, ınysteria'larla erginlenme ya­ pış m d a y d ı . Halbuki Zeus asla bir mysteria tanrısı değildi. Daha geç bir d ö n e m ­ i 5



de, yine Girit'te, Zeus'un m e z a r ı n ı n olduğu söylendi; demek k i b ü y ü k O l y n ı p o s tanrısı ölen ve dirilen mysteria" t a n r ı l a r ı n d a n biriyle özdeşleştirilmişti. Ege etkileri klasik çağda bile s ü r d ü ; örneğin g e n ç ve sakalsız bir Zeus betim­ leyen heykellerde bu etkilere



rastlanır.



Ama çok geniş ve bitmek bilmeyen bag-



d a ş t ı r m a c ı h k s ü r e c i n i n teşvik ettiği, en a z ı n d a n h o ş g ö r d ü ğ ü uzantılar soz konu­ sudur.



26



Ç ü n k ü daha Homeros'ta, Zeus gerçek bir egemen Hmt-Avrupa tanrısının



saygınlığına k a v u ş m u ş t u r . O "uçsuz bucaksız g ö ğ ü n " t a n r ı s ı n d a n daha fazlasıdır, "insanların, tanrıların babası "dır." Ve Aiskhylos, Helicıcles {Heliosoğullan} 7



adlı tra­



gedyasının bir parçasında (frag. 70, Nauck) ş u n u açıklar: "Zeus havadır, Zeus yerdir, Zeus g ö k t ü r . Evet, Zeus her şeyin ü s t ü n d e olan her şeydir." Zeus, atmos­ fer olaylarının efendisi olarak, t o p r a ğ ı n bereketini yönetir ve t a r ı m çalışmalarına b a ş l a n d ı ğ ı n d a ona Zeus Khıonios {Khton: toprak, yer) adı v e r i l i r .



2K



Ktesios adı al­



tında, evin koruyucusu ve b o l l u k simgesidir. Aile görevleri ve haklarını da göze­ tir, yasalara u y u l m a s ı n ı sağlar ve Polieus sıfatıyla siteyi korur. Daha eski bir dö­ nemde a r ı n m a tanrısı, Zeus Katharsios ve özellikle kâhinliğin "tanrısal gur yap­ raklı Zeus meşesi" aracılığıyla yapıldığı Epeiros'takı Dodone'de kehanet tanrısıy-



Zeus Kretagenes hakkında, bkz, Charles Pıcard, Lcs



rdigiûiK



pı'e-/ı e İlen imi es, s. 117 vd.



Krş. H. Jeanmaire, Couraı et Ccıeeies, s. 427 vd. Euripides, kaybolmuş bir tragedyanın parçası, lcs Crituts fG/hlîıîerJ (frag. 472 Nauck). Bu süreç Doğu Akdeniz'de, Roma. Helen ve İran mirasının Bizans İmparatorluğumun yapısıyla bütünleştirilmesine ve daha sonra da



Osmanlıların



korumasına olanak verecektir. Bkz bu kitabın 3. cildi. Hyada, 1,544. "Hesiodos, İşler ve Günler, 465 309



Bizans kurumlarını



DİNSEL İNANÇLAR VE Ü Ü Ş Û N C a IIR TARİHİ - I



Böylelikle Zeus, ne d ü n y a n ı n , ne hayatın, ne insanın yaratıcısı o l d u ğ u halde, tanrıların tartışmasız ö n d e r i ve evrenin mutlak egemeni olarak ortaya çıkar, Zeus'a a d a n m ı ş tapınakların ç o k l u ğ u , o n u n b ü t ü n Helen d ü n y a s ı n a yayıldığını kanıt­ l a r / ' İlyado'da, Zeus'un Olympos sakinlerine meydan o k u d u ğ u m e ş h u r sahnede 1



(8, 17 vd), o n u n her şeye yeten g ü c ü h a k k ı n d a k i bilinç, hayranlık u y a n d ı r a c a k bir b i ç i m d e yansıtılır: "Altın bir halat sarkıtın g ö k t e n , tekmil tanrılar, tanrıçalar, tu­ tun çekin o halatı, harcayın olanca g ü c ü n ü z ü , gene i n d ı r e m e z s i n i z efendiniz Zeus'u y e r y ü z ü n e . Ama ben bir ç e k e r s e m şöyle iyicene, alırını yukarı sizi dc, topra­ ğı da, denizi de, bağlarım Olympos'un b i r sivri d o r u ğ u n a halatı, havalarda uçu­ ş u r ne var ne yok hepsi. T a n r ı l a r d a n , insanlardan ü s t ü n ü m ben böylesine,'' Bir mit izleği olan "altın halat," Platcn'dan başlayarak, Dionysos Areopagos'a ve X V I I I . yüzyıla gelinceye dek sayısız yoruma konu o l m u ş t u r .



51



Ama b i z i m ko­



n u m u z u asıl ilgilendiren, O r p h e u s ç u ü s l u p t a yazılmış bir şiire, Rhapsodos Tliiügonia'sına g ö r e , Zeus'un i l k t a n n ç a Nyks'e (Gece) " ö l ü m s ü z l e r üzerinde güçlü b i r egemenliği" nasıl k u r a c a ğ ı n ı ve özellikle de evreni "heT şeyin bir, ama parçaların ayrı" olabileceği şekilde nasıl düzenleyeceğini sormasıdır. Gece ona kozmosun te­ mellerini öğretir ve aynı zamanda havaya bağlaması gereken "altın halat"tan söz eder,' Kuşkusuz geç d ö n e m e ait bir metin söz konusudur, ama naklettiği gelenek 2



eskidir. Uy ada, Gece'yi o l d u k ç a güçlü bir tanrıça olarak sunar (14, 258 v d ) : Zeus bile onu öfkelendirmekten kaçınır. Zeus'un her şeye yeten g ü c ü h a k k ı n d a k i en m e ş h u r açıklamayla, Yüce T a n n ' n ı n i l k Tanrılar grubundan bir tanrıçadan akıl s o r m a s ı n ı n m e t i n i ç i n d e k i yakınlığı a n l a m l ı d ı r . Gece'nin kozmolojik



talimatları



bir anlamda Gaia ile Uranos'un açıkladığı ve egemenlik m ü c a d e l e l e r i n e son veren sırları yinelemektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bazı İlk Tanrılar O l y t ı ı p o s l u l a n n zaferinde sağ k a l m ı ş l a r d ı . G ü c ü n ü ve saygınlığını hatırlattığımız Gece bunlann arasında i l k sıvada yer a l ı y o r d u . Daha sonra Pontos (kısır Deniz); Titanlara karşı savaşa katılan Styks; Zeus'un ve diğer Olympos tanrılarının o n u r l a n d ı r d ı ğ ı Hekate; Gaia



Odysseta, 14, 327 vd, 19, 29ö vd. Zeus'a Yunanistan'ın her yerinde, özellikle de en yüksek tepelerde, öncelikle Aıüıa'daki Olympos dağında, ama aynı zamanda Girit'le, Anadolu'da ve Batıda tapılır. Bu ızlek hakkında bkz. Eliade, "Cordes et marionnettcs," Mephistophiles. eı l'And''ogyne, s. 20O-2T7, özellikle s. 225 vd. Bu şiirin çevirisi ve yorumu için, bkz. P, LevSque, Auıta Cateaa Honıeri, s. 14 vd. 31D



zt:us ı/h ( U N Î M ^ u i N i



ve Uranos'un i l k çocuğu Okeanos. Bunların her b i r i evren düzeninde - m ü t e v a z ı , belirsiz, marjinal de olsa- halfl bir rol oynuyordu; Zeus yetkesinin artık tama­ men güven altında o l d u ğ u n u hissedince, babası Kronos'u yeraltı zindanından ser­ best bıraktı ve onu bir harikalar diyarına - b a t ı n ı n en uç n o k t a s ı n d a k i



Kutlular



A d a s ı ' n a - kral olarak yerleştirdi.



85. t i k I r k l a r M i t i : Prometheus, Pandora— Kronos'un " tarihi "ni hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Neredeyse hiçbir tapımı k a l m a m ı ş , arkaik bir tanrı o l d u ğ u n a k u ş ­ k u yoktur. Tek önemli m i t i , tanrılar arası savaşın ö n e m l i b i r b ö l ü m ü n ü oluştu­ rur. Bununla birlikte, i l k insan ırkıyla, "altın ırk 'la ilişkili olarak da Kronos'un adı anılır. Bu bilgi ö n e m l i d i r : insanlarla tanrılar a r a s ı n d a k i ilişkilerin



başlangıcı­



nı ve i l k evresini onaya koyar. Hesiodos'a göre, "tanrıların ve ö l ü m l ü l e r i n köke­ n i aynıdır.""



11



Ç ü n k ü i l k tanrıları nasıl Gaia d o ğ u r m u ş s a , insanlar da yerden doğ­



m u ş t u r (gegcneis). Kısacası d ü n y a ve tanrılar, i l k b ö l ü n m e y i izleyen döllenme sü­ reciyle var o l m u ş l a r d ı r ve nasıl k i b i r ç o k tanrı kuşağı varsa, aynı şekilde beş i n ­ san ırkı ortaya çıkmıştır, altın, g ü m ü ş ve t u n ç ırklar, kahramanlar ırkı ve demir ırk.» İlk ırk Kronos'un e g e m e n l i ğ i n d e , " yani Zeus'tan önce y a ş ı y o r d u , Yalnızca er­ keklerden o l u ş a n b u altın çağ insanlığı tanrıların, yani "güçlü kardeşlerinin" ya­ n ı n d a oturuyordu, İnsanlar, "yüreklerinde hiçbir kaygı olmadan, acıların ve sefa­ letin u z a ğ ı n d a , tanrılar gibi y a ş ı y o r l a r d ı . "



36



Çalışmıyorlardı, ç ü n k ü ihtiyaç duy­



d u k l a r ı her şeyi toprak onlara sunuyordu. Hayatları danslar, bayramlar ve her türlü eğlenceyle g e ç i y o r d u . Ne hastalığı ne de yaşlanmayı biliyorlar ve sanki uy­ kuya dalar gibi ö l ü y o r l a r d ı . " Ama Kronos devrilince, b u cennet çağı - ç o k sayıda gelenekte b u n u n koşutlarına r a s t l a n m a k t a d ı r - sona e r d i .



îe



fşler ve Giinicr, 108. A.g.y., 109 vd. A.g.y., 111. A.g.y., 112 vd. çev, Mazon. A.gy., 113 vd. İnsanlığın cennet çağının, Tfıeognnra'ya göte çoculdannı doğar doğmaz yuıan "valisi" tan­ rının,yine Hesiodos'a göre (işler ve Cûdeı, 111), egemenliğinin sürdüğü doneme denk gelmesi çelişkili görünebilir. Ama "flıeo^oııitı'nm Kronos'unun güçlü Dogıı etkilerini yan­ sıttığı unutulmamalıdır. Tannlann insanlann "güçlü kardeşleri" olarak tanıtılması da şaşır­ tıcıdır. Böyle bir iddia, tanrılar ile insanlar arasındaki etnolojik türde, köklü farklılığı öne çıkaran genel kanıyla çelişmektedir. Yine de temel aynının alım ırk çağında do var ol311



DLNShL INANÇLA1İ Vh OÜŞÜNCELL'IlTARmi - I



Hesiodos daha sonra altın ırk insanlarının "toprakla ö r t ü l d ü k l e r i ' n i ve tanrı­ ların onlar kadar soylu olmayan bir ırkı, g u m u ş çağı insanlarını



yarattıklarını



anlatır. Zeus b u ırkı, g ü n a h l a r ı nedeniyle ve tanrılara kurban sunmak istemedik­ leri için y o k etmeye karar verdi. O zaman üçüncü ırkı, t u n ç ırkı yarattı; bu şid­ det d ü ş k ü n ü ve savaşçı adamlar sonunda geride kimse kalmayıncaya del; birbirle­ r i n i kırdılar. Zeus yeni b i r k u ş a k yarattı: Kahramanlar ırkı. Bunlar Thebai ve Troya ö n ü n d e k i b ü y ü k savaşlar sayesinde u n kazandılar. Pek çoğu ö l ü m l e tanıştı, ama geri kalanlar Zeus tarafından y e r y ü z ü n ü n sınırındaki Kullular Adası na yer­ leştirildi ve onlara Kroııos h ü k m e t t i .



11



Hesiodos beşinci ve sonuncu ı r k t a n , demir



ırktan söz etmez. Ama b u çağda d o ğ m a k zorunda kaldığı için yakınır."'



1



Hesiodos'un naklettiği anlatılar ortaya b i r ç o k sorun çıkarsa da, b u n l a r ı n hepsi k o n u m u z u d o ğ r u d a n ilgilendirmemektedir. Sonradan bir kaza ya da bir " g ü n a h " sonucu yitirilen, "başlangıç d ö n e m i n i n m ü k e m m e l l i ğ i " ve i l k m u t l u l u k m i l i o l ­ d u k ç a yaygındır. Bu m i t i n Hesiodos'un naklettiği çeşitlemesi, gerilemenin yavaş yavaş, d ö r t a ş a m a d a gerçekleştiğini belirtmekte, bu da dort yuga h a k k ı n d a k i Hint öğretisini akla getirmektedir. Ama yugalar, renklennden söz edilse de -beyaz, kırmızı, sarı ve s i y a h - madenlerle özdeşleştiriîmemiştir. Buna karşılık Nebukndııezzarin d ü ş ü n d e (Daniel 2:32-33) ve bazı geç donem İran metinlerinde, maden­ lerden tarihi çağların özgül işaretlen olarak söz edildiği g ö r ü l m e k t e d i r . Ama Nebukadnezzar'ın d ü ş ü n d e hanedanlar s ö z konusudur ve İran metinlerinde de impa­ ratorlukların b i r b i r i n i izleyişinin gelecekteki i z d ü ş ü m ü yaratılmıştır. Hesiodos kahramanlar çağım, herhalde t u n ç ırkla demir ırk arasına s o k m u ş t u , ç ü n k ü mucizevi k a h r a m a n l ı k çağının mitleştirihniş anısı fazlasıyla g ü ç l ü y d ü ve onu yok sayamazdı. Kahramanlar çağı, g ü m ü ş ırkın ortaya çıkmasıyla



başlayan



aşamalı gerileme sürecini, açıklanamaz b i r şekilde, d u r d u r m a k t a d ı r . Bununla bir­ likte k a h r a m a n l a r ı n ayrıcalıklı yazgısı bir eskatolojiyi de yelerince gizleyemem e k ı e d i r : Onlar ölmez; Kullular Adası'nda, artık Kronos'ıııı h ü k ü m s ü r d ü ğ ü E l y sium'da m u t l u b i r v a r o l u ş u s ü r d ü r ü r l e r . Başla b i r deyişle kahramanlar, bir an­ lamda Kronos'un egemenliği d ö n e m i n d e k i a k ı n çag a d a m l a r ı n ı n varoluşuyla ör-



dıığuııu belirtelim: İnsanlar tanrıların m u t l u l u ğ u n d a n ve d o s t l u ğ u n d a n yararlanıyor, ama ö l ü m s ü z l ü ğ e eri şemiyorl ardı. Zaıen taunlar da ikinci tanrı k u ş a ğ ı n d a n , yani Titanlar'dan dı; b a ş k a bir deyişle, d ü n y a n ı n yapıları ve varoluş halleri h e n ü z kesin olarak belirlen­ memişti. İsler ve Günler, 140-169.



A.g.y.. 176 vd, 312



ZtiUS VI: YUNAN LHMİ



İlişmektedir. Daha sonra, özellikle de O r p h e u s ç u l u g u n etkisiyle, b u eskatoloji ge­ liştirilip b o y u t l a n d ı a l a c a k t ı r . Elysium arlık yalnızca kahramanlara ait bir ayrıca­ lık olmaktan çıkacak, d i n d a r l a r ı n ve "erginlenmişlerin" ruhlarına da açılacaktır. Dinler tarihinde sık sık rastlanan bir süreç soz konusudur ( k r ş . Mısır, § 30, Hin­ distan v b ) . Birbirini izleyen çağlar m i t i n i n , insanların k ö k e n i n e ilişkin ittifakla paylaşılan bir g ö r ü ş ü temsil e t m e d i ğ i n i de eklemek yerinde olacaktır. Aslında Yunanlar i n ­ san soyunun d o ğ u ş u sorunuyla fazla u ğ r a ş m a m ı ş gibidir. Onlar daha ç o k b e l i r l i b i r etnik g r u b u n , bir sitenin, bir h a n e d a n ı n kokemyle ilgileniyorlardı. Birçok ai­ le kendilerinin k a h r a m a n l a r ı n soyundan geldiğini, söz konusu k a h r a m a n l a r ı n da b i r tanrıyla bir ö l ü m l ü n ü n b i r l e ş m e s i n d e n d o ğ d u ğ u n u k a b u l ediyordu. Belirli b i r halk. M i r m i d o n l a r ,



karıncaların; b i r diğeri d i ş b u d a k l a r ı n soyundan geliyordu.



Tufandan sonra Deukalion "annesinin kemiklerimden, yani taşlardan y e r y ü z ü nü­ fusunu yeniden yaratmıştı. Son olarak, daha geç tarihli bir anlatıya göre ( M Ö I V . yüzyıl), insanları balçıktan şekillendiren Pro methe us 'tu. Bilinmeyen nedenlerle, tanrılarla insanlar Mekone'de dostça ayrılmaya karar verdiler.



11



İnsanlar, tanrılarla ilişkilerini kesin b i r b i ç i m d e saptamak ü z e r e , i l k



k u r b a n ı sundular ve Prometheus da i l k kez b u vesileyle k o n u ş t u .



Bir ö k ü z ö l ­



42



d ü r d ü ve o n u i k i parçaya ayırdı. Ama hem insanları korumak hem de Zeus'u al­ datmak istediği için, kemikleri bir yağ tabakasıyla k a p l a d ı , eti ve bağırsakları da işkembeyle ö r t t ü . Yagm çekiciliğine kapılan Zeus, tannlar için kötü payı seçip, insanlara eti ve bağırsakları bıraktı. İşte b u nedenle, diye belirtir Hesiodos, o za­ mandan beri insanlar ö l ü m s ü z tanrılara k e m i k l e n yakarak sunarlar.



43



Bu kurnaz paylaşım insanlık a ç ı s ı n d a n h a t ı n sayılır s o n u ç l a r a y o l açtı. Bu bir yandan etobur beslenme rejiminin, ö r n e k dinsel davranış, tanrılara gösterilebile­ cek en y ü k s e k saygı olarak ö n e çıkarılmasıydı; ama diğer yandan da, son tahlilde altın ç a ğ d a n beri uygulanan bitkisel (vejetaryen) beslenmenin terk edilmesi anla­ m ı n a geliyordu. Üstelik Prometheus'un kurnazlığı Zeus'u insanlara karşı öfkelen­ dirmişti ve ateşin k u l l a n ı m ı n ı onların elinden a l d ı . ^ A m a kurnaz Prometheus, b i r



" Theogoıua, 535. 4



- Prometheus\ııı adı Horaeros'ıa geçmez,



1 1



Tlıeogorıia, 556. Bu da insanlann paylaşımdan sngladıklan yaran yok ediyordu; çünkü eti çıg çıg yemek zorunda kalan ve tanrılara kurban sunamayan insanlar, yeniden vahşi hayvanların durumuna dönmüş oluyorlardı, 313



DİNSEL INANÇLAR V E DÜŞÜNCELER TARIHI -1



k a m ı s ı n İçine sakladığı ateşi g ö k t e n yere t a ş ı d ı * Sabom yitiren Zeus hem insan­ 5



ları hem de onların koruyucusunu cezalandırmaya karar verdi. Prometheus zin­ cirlendi ve her g ü n bir kartal " ö l ü m s ü z k a r a c i ğ e r i n i y i y o r , her gece karaciğer yeniden büyüyordu. " Bir gun Zeus'un oğlu Herakles tarafından kurtarılacak, bu 41



olay k a h r a m a n ı n (Herakles) şanına ş a n katacaktır. insanlara gelince, Zeus onlara kadını, o "güzel belayı"'" Pandora b i ç i m i n d e g ö n d e r d i ("bütün tanrıların a r m a ğ a n ı , " işler ve Günler, 8 1 vd). Hesiodos'a gore bu olay, "insanları baştan çıkaracak olan" derin ve sonsuz b i r b ü y ü



kaynağıydı;



" ç ü n k ü b u kaynaktan {Pandora'dan} çıkmıştır aslında o k a d ı n dediklerimizin bela­ lı soyu, o ö l ü m l ü insanların b a ş b e l a s ı . "



16



86. İ l k K u r b a n ı n S o n u ç l a r ı — Kısacası Prometheus insanlığa i y i l i k yapan b i r i değil, onun b u g ü n k ü d u r u m u n u n , g ö z d e n d ü ş ü p haklarını y i t i r m e s i n i n sorumlu­ sudur. Ivtekone'de tanrılarla i n s a n l a r ı n birbirlerinden kesin olarak ayrılmasına yol açmış, daha sonra ateşi çalarak Zeus'un s a b r ı n ı taşınmış ve böylelikle Pandora'nın m ü d a h a l e s i n e , yani k a d ı n ı n ortaya çıkmasına, dolayısıyla her t ü r l ü kaygı­ nın, sıkıntının ve felaketin yayılmasına neden o l m u ş t u . Hesiodos'a g ö r e , Promet­ heus m i t i d ü n y a d a " k ö t ü l ü ğ ü n " ortaya çıkışım açıklamaktadır; son tahlilde "kötü­ lük" Zeus'un i n t i k a m ı n ı temsil etmektedir.*



3



Ama bir Titan'm "hilekârlığı" nedeniyle m a h k û m edilen insanlık tarihine y ö ­ nelik b u k ö t ü m s e r b a k ı ş , kendim kesin bir b i ç i m d e kabul ettiremedi. İlk altın çağ m i t i yerine ilerleme izlegini geçiren Atskhyios'a g ö r e , Prometheus en b ü y ü k uygarlaştırıcı k a h r a m a n d ı r . Prometheus, i l k insanların "yerin altında, karanlık ma¬ " TJıeogımia, 567; İşler ve Günler, 52 1,0



Tfıeogonia, 521 vd; işler ve Günler, 56



1,7



TfuMgoıua, 585.



4 8



TJıe., 592 vd. Prometheus'un Zeus'tan hiçbir şey kabul etmemesi konusunda kardeşine yaptığı bütün uyanlar sonuçsuz kalmıştı. Budala Epimetheus Pandora'yı aldı ve onunla evlendi. Kısa bir süre sonra Pandora gizemli küpün ağzını açtı ve bütün kötülükler oradan çıkıp dünyaya dağıldı. Pandora kapağı geri kapattığında, küpün dibinde yalnızca Umut kalmıştı. Sichan ve Levenue'm de belirttikleri gibi, "öfkelenen Zeus'un istediği de zaten buydu, insanı ebediyen "ağır işler" görmeye mecbur etmekti" Oşlcr ve Günler, 91) ve 'ölümlülerin bog çabalarını besleyen' Umut'u da bu nedenle küpün içine sokmuştu (Simonides, 1, 6), J.es graııdes divinites de la Gıtce, s, 54,



4 0



Hesiodos kesin konuşur: "Zeus kızınca Promelheus'a, kendisini aldatan o sivri akıllıya, sakladı vannı yoğunu insanlardan, o gün bugündür dertlere boğdu insanoğlunu" (İşler ve Günler, 47 vd). 314



Z E U S V E Y U N A N DINI



ğaralarda k a r ı n c a s ü r ü l e n gibi" yaşadıklarını söyler; onlar ne mevsimlerin sırası­ n ı , ne hayvan yeiişrirmeyi ne de tarımı b i l i y o r l a r d ı ; onlara b ü t ü n meslekleri ve b ü t ü n b i l i m l e r i Prometheus ö ğ r e t t i ,



50



Onları ateşi veren ' ve ö l ü m 5



kaygısından



kurtaran Prometheus'tu (dize 248), Bu insanlığı kendisi y a r a t m a d ı ğ ı için kıskanç­ lığa k a p ı l a n Zeus, insanları y o k edip yeni bir soy yaratmak i s t i y o r d u . ' " Yalnızca Prometheus,



dünyanın



efendisinin planına



karşı



çıkma



cesaretini



gösterdi.



Aiskhylos, Zeus'un öfkesini ve Prometheus'un ö d ü n s ü z tutumunu açıklamak için, Pindaros'tan (veya onun kaynağından) dramatik bir ayrıntı almıştır



1



Prometheus



k o r k u n ç b i r silaha, annesi Themis'ten aldığı bir sırra sahiptir. Bu sır, Zeus'un er ya da geç t a h t ı n d a n düşeceğine ilişkindir (522, 764 v d ) .



51



Prometheus, Zeus'un bu



felaketten kurtulmak için bir tek çaresi o l d u ğ u n u güvenli bir tavırla açıklar; Prometheus'un zincirlenni ç ö z m e k (759-770). Prometheus üçlemesinin diğer i k i b ö l ü ­ m ü b u g ü n e ulaşmadığı için, i k i tanrısal figür a r a s ı n d a k i uzlaşmaz çelişkinin nasıl olup da b a r ı ş m a y l a s o n u ç l a n d ı ğ ı n ı bilemiyoruz. Ama M O V , yüzyıl Atina'sında, her yıl Prometheus b a y r a m ı kutlanmaya başlanmıştı bile; üstelik Hephaistos ve Athena ile birlikte anılıyordu. Zaten bir süredir, belki de hem entelektüel seçkin­ leri hem de kalabalıkları heyecanlandıran bazı tinsel hareketlerin etkisiyle (bkz. bu eserin I I . cildi), Zeus'un bilgeliği ve iyiliği üzerinde duruluyordu. Yüce efen­ d i , Kronos'u Elysiutn'a kral olarak yerleştirerek g ü n a h ç ı k a r m a k l a k a l m a m ı ş , T i ­ tanları da affetmiştı. Pindaros, " Ö l ü m s ü z , Zeus Titanları serbest bırakmıştı" ifa­ desini k u l l a n ı r (4. Pytfıian, 291) ve Kurtulmuş



Prometheus'ta {üçlemenin bir d i ğ e r



b ö l ü m ü ! koro, zincirleri ç ö z ü l e n Titanlardan o l u ş u r .



54



Mekone'de i l k k u r b a n ı n paylaşımı, bir yandan tanrılarla insanlar a r a s ı n d a k i kırılma, diğer yandan da P r o m e ı h e u s ' u n m a h k û m edilmesiyle s o n u ç l a n m ı ş t ı r . Bu­ nunla birlikte Zeus a ş ı n b i r öfkeye kapılmış gibidir, ç ü n k ü Kari Meuli'nm de gösterdiği g i b i ,



5 5



bu ritüel paylaşımı Sibirya'nın ilkel avcılarının ve Orta As­



ya'nın ç o b a n halklarının g ö k tannlanna s u n d u k l a r ı kurbanlara uygundur. Gerçek-



5 0



5 !



Zincire Vurulmuş Promei/ıeııs, +42 vd {çev: A. Erhat-S. Eyuboglul. Aleşi onlara, Hesiodos'ta olduğu gibi, gökten indirip vermez. "Aiskhylos, trajedi rengine uymayan ve kahramanının saygınlığını azaltabilecek Mekone bölümünü bir kenara bırakmıştır," L, Sechan, Le myihe de Proınethee, s. 102, dipnot 62.



, z



5 3



Zincire Vunıimııs Prometheus, 233. Bu motifin kökeni ve gelişimi hakkında, bkz. Sechan, ag.y.. s. 23 vd, 42 vd, ve J. P. Vernant, "Metis et les mythes de souveraineıe "



^ Krş. Sechan, s. 44. , 5



K. Meuli, Griechische Opferbrâııche (1946) Aynea bkz. W. Burkert. Homa Necaııs. s 20 vd. 315



DİNSEL INANÇI.AR VI? D f J S Ü N C E L E l ! T A l i l l l I - I



ten de bu halklar Yüce G ö k V a r l ı k l a r ı n a hayvanın kafasını ve kemiklerini sunar­ lar. Başka b i r deyişle, k ü l t ü r ü n arkaik bir aşamasında b i r g ö k tanrısına saygının m ü k e m m e l b i r ifadesi olarak kabul edilen sunu, P r o m e t t ı e u s destanında ü s t ü n tanrı Zeus'un " h ü k ü m d a r l ı ğ ı n a hakaret" suçuna d ö n ü ş m ü ş t ü r . İlk ritüelin anla­ m ı n d a k i b u s a p m a n ı n hangi evrede ortaya çıktığını bilmiyoruz. Yine de Zeus'un öfkesine paylaşımın kendisinden çok, Prometheus tarafından, başka b i r deyişle "eski t a n r ı kuşağı "na ait, üstelik Olymposlulara karşı insanların tarafını tutan b i r Titan tarafından aldatılmasının yol açtığı anlaşılıyor. Promelheus örneği can sıkı­ cı s o n u ç l a r d o ğ u r a b i l i r d i ; b u i l k başarıdan cesaret alan insanlar Titan'dan daha ileri de gidebilirdi. Ama Zeus güçlü ve gururlu b i r insanlığı h o ş g ö r m ü y o r d u . İnsanlar eğreti ve gelip geçici v a r o l u ş düzenlerini asla u n u t m a m a l ı , dolayısıyla mesafelerini k o r u m a l ı y d ı l a r . N i t e k i m daha sonra, Prometheus'un oğlu ve Zeus'un yarattığı tufandan s a ğ k u r t u l a n tek kişi olan Deukalion da, Zeus'a Mekone'dekıne benzer b i r kurban su­ nar ve b u sunusu kabul edilir. "Zeus, Deukalion'un talebini olumlu karşılar; ama mitte, mesafe k o r u n d u ğ u için Zeus'un onay verdiği b e l i r t i l i r . " O zamandan beri 56



en yaygın kurban töreni, (hysia, b u mit ö r n e ğ i n i yinelemektedir: K u r b a n ı n yağını da içeren b i r b ö l ü m ü sunakta yakılır ve d i ğ e r b ö l ü m ü k u r b a n ı sunanlar tarafın­ dan arkadaşlarıyla birlikte y e n i r .



57



Ama törende tanrılar da hazır bulunur: Kur­



banlarla' veya yağdan çıkan dumanla beslenirler. 8



w



Mekone'de yaşanan k o p u ş , Deukalion sayesinde bir anlamda g i d e r i l m i ş t i r , Prometheu5'un oğlu tanrıları yeniden, Zeus'a uygun gelen koşullarda, yerlerine koyar (zaten o ö l ü m c ü l paylaşımın yapıldığı çağda yaşamış insanlık tufanda y o k o l m u ş t u ) . Aiskhylos'tan sonra Prometheus'un mütevazı, hatta silik b i r r o l oyna­ m a s ı anlamlıdır. Bu duruma Promelheus üçlemesinin başarısı da y o l açmış olabi­ lir; ç ü n k ü Aiskhylos b i r yandan b u uygarlaştırıcı k a h r a m a n ı n benzersiz yüceliği­ ni ö v e r k e n , diğer yandan da Zeus'un iyiliğini ve msan bilgeliğinin



mükemmel



örneği konumuna yükseltilen nihai uzlaşmanın tinsel değerini de y a n s ı t m ı ş t ı . Prometheus yücelik boyutuna - U r a n l ı ğ ı n ezeli ve ebedi k u r b a n ı - ancak Avrupa



J. Rudhardt, "Les mythes grecques relatifs a l'instauration du sacrifice," s. 14. Ayrıca Zeus Deukalion'a hemen yanıt vermez; ne islediğini öğrenmek için önce Heıınes'i gönderir; Apollodoros, Bibi, l , 7,2. Buna en yakın bir diğer örnek, İbranilerdeki zebah'm (kış. § 57). (iyoda, 1,123-424; 8, 548-552 vb Oyada, 1,66-67; vb. 316



ZEUS VE YUNAN DINI



romantizmi ile birlikte yeniden kavuşacaktır, Hindistan'da kurban çevresinde y ü r ü t ü l e n spekülasyonlar, özgül b i r kozmolo­ j i k anlayışı dile getirir ve metafizikle Yoga tekniklerine yolu açarlar (§ 76). İbranilerde kanlı kurbanlar, peygamberlerin eleştirilerinden sonra bile, s ü r e k l i yeni­ den yorumlanacak ve değer y ü k l e n e c e k l e r d i r . Hıristiyanlık ise, isa'nın g ö n ü l l ü kurban o l m a s ı n d a n hareketle o l u ş m u ş t u r . Bitkisel beslenme d ü z e n i n i n erdemleri ü z e r i n d e duran O r p h e u s ç u l u k ve Pythagorasçılık, Mekone paylaşımını kabul eden insanların " g ü n a h " işlediğim ö r t ü l ü olarak kabul ediyorlardı ( k r ş . bu eserin I i . cildi). Bununla birlikte P r o m e t h e u s ' ı m c e z a l a n d ı n l m a s ı , Zeus'un "adaleti" üzerine d ü ş ü n c e l e r d e ancak ikincil bir rol o y n a d ı . Halbuki Yunan d ü ş ü n c e s i , Homeros ça­ ğ ı n d a n beri, tanrısal "adalet" sorunu ve ondan çıkarsanan insan "yazgısı" ü z e r i n d e tutkuyla duruyordu.



87. i n s a n ve Yazgı: " Y a ş a m a S e v i n c i " n i n A n l a m ı — Yunan d i n i , Yahtıdi-Rıristiyan bakış açısından y a r g ı l a n d ı ğ ı n d a , k ö t ü m s e r l i ğ i n etkisinde o l u ş m u ş



gibidir:



insan v a r o l u ş u t a n ı m ı gereği gelip geçici ve dertlerle y ü k l ü d ü r . Homeros insanı "rüzgârın yere d ö k t ü ğ ü yapraklar"a benzetir." Kötülükleri uzun uzun sayan (yok­ 1



sulluk, hastalıklar, yas, yaşlılık vb) Kölophon'lu şair Mimnermos ( M Ö V I I . yüz­ yıl) da b u benzetmeyi yeniden kullanır. "Zeus'un başına bin bir bela s a r m a d ı ğ ı tek bir insan bulunmaz." Çağdaşı Semonides'e göre, insanlar s ü r ü hayvanı g i b i yaşayan, " T a n n ' n ı n her b i r i m i z i yazgısına hangi yoldan götüreceğini bilmeyen," "bir" g ü n l ü k y a r a t ı k l a r d ı r .



61



Bir ana, dindarlığına karşılık i k i ç o c u ğ u n u gücünün



yettiği en b ü y ü k bağışla ö d ü l l e n d i r m e s i için Apollon'a yakarır; tanrı bunu kabul eder ve ç o c u k l a r o anda hiç acı ç e k m e d e n ö l ü r . Theognis, Pindaros ve Sofokles, w



hiç d o ğ m a m a n ı n veya bir kez d o ğ d u k t a n sonra olabildiğince ç a b u k ö l m e n i n , in­ sanlar için en i y i yazgı o l d u ğ u n u ileri s ü r e r l e r .



63



Ama ö l ü m de, tam ve nihai b i r yok oluşa yol açmadığı için, hiçbir şeyi çöz ü m l e m e z . Homeros'un çağdaşlarına göre ö l ü m , güçten ve bellekten yoksun so­ luk gölgelerin d o l d u r d u ğ u Hades'in yeraltı karanlıklarında, kısıtlı ve k ü ç ü k d ü ş ü ­ r ü c ü b i r "hayal sonrası v a r o l u ş " t u . (Odysseus'un hayaletini çağırmayı



başardığı



w



Uyada, 6, 14Ğ vd



flL



lyonya şairleri sefalet, hastalıklar ve yaşlılık karşısında dehşete düşmüş gibidir. Ancak şun­ larla avunulabılır Savaş ve şan, veya zenginliğin sağladığı zevkler. Herodoıos, I , 31, 1 vd.



2



(



' Theognis, 425-428, Pindaros, frag. 157, Sofokles, Kolouos'iu Oiâtpus, 1219 vd. 3



317



DINSEL



İNANÇLAR V E DÜŞÜNCELER TARİHİ -



I



Akhılleus, " b ü t ü n geçmiş g ö ç m ü ş ölülere kral olacağıma, el kapısında



kulluk



edeydim k e ş k e , varlıksız, yoksul b i r çiftçinin y a n ı n d a ırgat o l a y d ı m , " der.)'



ri



Ay­



rıca y e r y ü z ü n d e y a p ı l a n iyilikler ö d ü l l e n d i r i l m i y o r ve k ö t ü l ü k l e r cezalandırılmı­ y o r d u . Yalnızca Iksion, Tantalos ve Sysiphos ebedi işkencelere ç a r p t ı r ı l m ı ş t ı ; ç ü n k ü onlar d o ğ r u d a n Zeus'un onurunu zedelemişlerdi ve Menelaos u n da Hades'e indirilmeyip Elyseum a g ö n d e r i l m e s i n i n nedeni, Helena'yla evlenerek Zeus'un da­ m a d ı olmasıydı. Hesiodos tarafından nakledilen b i r anlatıya göre (krş. § 85), b a ş ­ ka kahramanlar da aynı y a z g ı d a n yararlanmıştı. Ama bunlar ayrıcalıklı varlıklar­ dı. Yunanlar insanlık d u r u m u n u n ne denli eğreti o l d u ğ u n u n bilincine varınca, bu k ö t ü m s e r yaklaşım kesin bir biçimde ö n e ç ı k a r



Bir yandan insan, sözcüğün dar



a n l a m ı n d a , bir tanrı "evladı" değildir (bu d ü ş ü n c e b i r ç o k arkaik din ve üç tektanrılı d i n tarafından paylaşılmaktadır); dolayısıyla dualarının tanrılarla



arasında



belli bir "yakınlık" kurabileceğini umamaz Diğer yandan hayatının yazgısının, moira veya aisa, "bahtı" veya kendisine d ü ş e n "pay" - y a n i ö l ü m ü n e kadar tahsis edilmiş zaman- tarafından zaten b e l i r l e n d i ğ i n i b i l m e k t e d i r .



65



Dolayısıyla



ölümü­



ne daha d o ğ d u ğ u anda karar verilmiştir; hayat süresi tanrıların d o k u d u ğ u iplikle simgelenir. ' Bununla b i r l i k t e , "tanrıların mojra'sı {kaderi}" 61



sa'sı (isteği, kara kaderi}"



08



67



veya "Zeus'un ai­



gibi bazı ifadeler, bahtları bizzat Zeus'un b e l i r l e d i ğ i n i



d ü ş ü n d ü r m e k t e d i r , Zeus, oğlu Sarpedonun hayatı sona e r d i ğ i n d e y a p m a y ı kafa­ s ı n d a n geçirdiği gibi, ilke olarak yazgıyı d e ğ i ş t i r e b i l i r



m



Ama Hera ona böyle b i r



hareketin evrenin yasalarının - y a n i adaletin (diki)- iptaline yol açacağını hatırla-



Odysseia, 11, 489-491. Bu meşhur sözleri, daha sonra Sokrates acımasızca e leşi irecektir; krş. Platon, República, 111, 386a-387b; 387d-388b. Moira ve aisa terimlerinin anlamı Homeros'tan sonra değişti, insanları çılgınlığa iten bu neredeyse şeytani güçler daha sonra kişileşürilip uç tanrıçaya dönüştürüldüler. Uç Moira ilk kez Hesiodos'ta ortaya çıkar (TJıeogonia, 900 vd): Zeus'la Themis'in kızlandırlar. Başlangıçta "iplik eğirmek" ya tanrılar (Odysseia, 20, 196; vb), ya "daimon" {cin] (Odysseia, 16, 64) ya da moira (llyada, 24, 209) veya aisa (Ayada, 20, 128) tarafından gerçekleş­ tirilen bir işti. Ama sonuçta başka Hint-Avrupa (aynı zamanda Dogu) geleneklerinde de görüldüğü gibi, yazgı "çilelerinin eğrilmesi," İp Eğıricilenn (Klo(lto'lar) veya Moira'lann bir özelliği oldu. Krş, Volospâ, 20. dörtlük; Eliade, Dinler Tarifline Giriş, § 58. Birinin hayat ip­ liğini "bükmek" onu "bağlamak," başka bir ifadeyle onu değiştirilmesi olanaksız bir "durum" içinde hareketsiz bırakmak anlamına gelir. Odysseıa, 3.261. Siyada, 17, 322; Odyssda, 9, 52. Siyada, 16, 433 vd. 318



ZEUS VE Y U N A N Ü I N ı



tır ve Zeus ona hak verir. Bu örnek bizzat Zeus'un da adaletin ü s t ü n l ü ğ ü n ü kabul ettiğini gösterir; zaten dike, evrensel d ü z e n i n , başka bir deyişle tanrısal Yasa'nın (themis) insan toplumu içindeki somut t e z a h ü r ü n d e n başka bir şey değildir. Hesiodos, Zeus'un vahşi hay­ vanlar gibi d a v r a n m a m a l a r ı için insanlara "adaleti" bağışladığını açıklar. İnsanın i l k görevi, adil olmak ve tannlara karşı "onur"unu itime) özellikle onlara kurban­ lar sunarak k a n ı t l a m a k t ı r . Kuşkusuz dike teriminin a n l a m ı , Euripides'i Homeros'tan ayıran yüzyıllar boyunca evrilmiştir. î u r i p i d e s biç duraksamadan



şöyle



yazar: "Eğer tanrılar ç i r k i n (veya: bayağı) bir iş yapıyorlarsa, onlar tann değil­ dir!"



70



Euripides'ten ö n c e Aiskhylos, Zeus'un m a s u m l a r ı cezalan d ı r m a d ı ğ ı m açık­



lıyordu.



71



Ama daha Îiyada'da Zeus dike"'nin koruyucusu olarak karşımıza çıkmak­



tadır, ç ü n k ü yeminlerin güvencesini veren ve yabancıları, k o n u k l a r ı , kendine yakaranlan koruyan o d u r ,



72



Kısacası tanrılar insanlara, ö l ü m l ü l e r kendi varoluş biçimlerinin getirdiği s ı ­ nırları ihlal e t m e d i k ç e , bir neden olmadan vurmazlar. Ama dayatılan sınırları i h ­ lal etmemek de g ü ç t ü r , ç ü n k ü i n s a n ı n ü l k ü s ü " m ü k e m m e l l i k " t i r (aretê).



Halbuki



a ş ı n m ü k e m m e l l i k ölçüsüz kibre ve küstahlığa (hylırıs) yol a ç m a tehlikesini taşır. Tanrılara r a ğ m e n ö l ü m d e n kurtulmakla b ö b ü r l e n e n Aias'tn başına gelen budur ve Poséidon tarafından ö l d ü r ü l m ü ş t ü r .



73



Hybrh, k u r b a n ı "kor eden" ve onu felakete



s ü r ü k l e y e n geçici b i r çılgınlığa (atê) yol a ç a r



7 4



Bunun a n l a m ı , hybris'in ve onun



sonucu olan ate'nin bazı ö r n e k l e r d e (kahramanlar, krallar, maceracılar vb), fazla hırslı veya yalnızca " m ü k e m m e l l i k " ü l k ü s ü y l e yoldan ç ı k m ı ş bu ö l ü m l ü l e r e d o ğ duklannda tahsis e d i l m i ş hayat payının, yani mo/ra'mn s o m u t l a ş m a



yollarını



oluşturduklandır. S o n u ç olarak i n s a n ı n elinde kendi s m ı r l a n n d a n başka b i r şey yoktur, insan olma d u r u m u ve daha özel olarak da moira'st tarafından k o n m u ş s ı n ı r l a r d ı r bun-



7 0



Belleropkon, frag. 292,



7 !



Agamemnon, 750 vd.



7 2



H. Lloyd-Jones, Ifıe Justice of Zeus, s. 6 (Dodds'un yorumuna karsı. Tiıe Greeks and the İrratioııai, s. 52, dipnot 18). Aynca Zeus kral örneğidir Uyruklarının refahından sorumlu oları basileus, zorunlu olarak geleneksel hakların ve âdetlerin, themisteaı'nin koruyucusudur; başka bir ifadeyle belli bir dıhe'ye uymakla yükümlüdür.



n



Odysseia, 4, 499-511.



7 4



Herodotos, Solon'a Tanrılığın kıskançlığa ve istikrarsızlığa açık olduğunu bilirim" dedir­ tirken (1, 32), insan oîduklannı unutup /ıy trişin tuzağına düşenlerin akılsızlığını eleştir­ mektedir. 319



D I N S E L 1 N A N C L A 1 İ VI; D Ü Ş Ü N C E L E R T A R İ H İ -1



lar. Bilgelik, her insan hayatının bir sonu o l d u ğ u n u n ve eğretiliğinin bilincine varılmasıyla başlar. O halde ş i m d i k i zaman m sunabileceği her şeyden yararlan­ mak gerekir', gençlik, sağlık, tensel zevkler veya erdemlerini sergileme [irşatları, Homeros'un verdiği ders budur; Şimdiki zaman içinde tam olarak, ama soylu b i r b i ç i m d e y a ş a m a k . Umutsuzluktan ç ı k m ı ş bu "ülkü" k u ş k u s u z belli değişiklikler geçirecektir; b u n l a r ı n en önemlilerini daha ileride inceleyeceğiz (krş, b u eserin I I . cildi). Ama ö n c e d e n belirlenmiş s ı n ı r l a r ı n ve v a r o l u ş u n geçiciliğinin bilinci hiç­ bir zaman s i l i n m e m i ş t i r . Yunan dinsel d e h a s ı n ı n yaratıcı güçlerini asla engelle­ meyen b u trajik bakış, paradoksal bir biçimde insanlık d u r u m u n u n yeniden değer k a z a n m a s ı n a y o l açmıştır. Tanırlar insanı sınırlarını a ş m a m a y a zorladığı için, i n ­ san sonunda insanlık durumunun m ü k e m m e l l i ğ i n i n ve bu nedenle de kutsallığı­ nın farkına varmıştır.



Başka b i r deyişle, "yaşama sevinci"nin dinsel a n l a m ı n ı ,



erotik deneyimin ve insan bedeninin güzelliğinin kutsal değerini, her t ü r l ü örgüt­ lü toplu eğlencenin - a y i n alayları, oyunlar, danslar, şarkılar, sportif y a r ı ş m a l a r , temsiller, şölenler v b - dinsel işlevini yeniden keşfetmiş ve son noktasına vardtrm ı ş t t r . İ n s a n bedeninin m ü k e m m e l l i ğ i n i n dinsel anlamı -fiziksel güzellik, lıareketlenn u y u m u , huzur, s ü k û n e t - sanatsal kalıbın da esm kaynağı o l m u ş t u r . Yu­ nan tanrılarının, mitlerde g ö r ü l e n ve daha sonra



filozoflar



tarafından acımasızca



eleştirilen, insan biçimli o l u ş u dinsel anlamını tanrı heykelciliğinde bulur. T a n r ı ­ ların d ü n y a s ı ile ö l ü m l ü l e r i n d ü n y a s ı arasında yok edilemez b i r mesafe bulundu­ ğ u n u savunan b i r d i n , paradoksal olarak, insan bedeninin m ü k e m m e l l i ğ i n i tanrı­ lara en uygun temsil biçimi haline geliri t. Ama asıl altının çizilmesi gereken nokta, ş i m d i k i zamana verilen dinsel değer­ dir. Yalnızca var olma, zaman içinde yaşama olgusu bite dinsel b i r boyut taşıyabi­ lir. Kutsallık şu anıtı, "doğal" o l a n ı n ve g ü n d e l i k olanın içinde bir anlamda "gizlendigi'riden, b u boyut her zaman açıkça g ö r ü n m e z . Yunanların keşfettiği "yaşa­ m a sevinci," d i n d ı ş ı t ü r d e b i t eğlence değildir. Var o l m a n ı n , hayatın ketıdiliğitıdenligine ve d ü n y a n ı n g ö r k e m i n e - g e l i p geçici b i r biçimde de olsa- katılmanın m u t l u l u ğ u n u onaya koyar. Yunanlar da, kendilerinden önce ve sonra gelen başka birçok halk gibi, z a m a n ı n elinden k u r t u l m a n ı n en güvenli y o l u n u n içinde yaşanan anm i l k bakışta fark edilmeyen zenginliklerinden yararlanmak o l d u ğ u n u öğren­ mişlerdi . İnsan hayatının sonlu o l u ş u n u n ve "herhangi bir özelliği olmayan" b i r varolu­ ş u n "sıradanlıgı"mn k u t s a l l a ş t ı n l m a s ı , dinler tanhinde oldukça sık rastlanan b i r g ö r ü n g ü d ü r . Ama " s ı n ı r l a r ı n ve " k o ş u l l a r ı n - n e türde olurlarsa olsunlar- kut-



320



ZEUS VE YUNAN DİNİ



s a l l a ş t ı n l m a s ı , özellikle l . biııyılda Çivi ve Japonya'da m ü k e m m e l l i k noktasına ulaşmış ve her i k i k ü l t ü r ü de derinden etkilemiştir. Tıpkı eski Yunanistan'da o l ­ d u ğ u gibi, "doğal v e r i ' n i n bu şekilde aşkın bir d ö n ü ş ü m geçirmesi özel b i r este­ tiğin ortaya çıkışında da ifadesini b u l m u ş t u r .



Bkz. b u eserin I I I , cildi.



321



75



ELEŞTİREL KAYNAKÇA



§ 83. Yunan dininin tarihsel incelemesi ve yorumlayıcı çözümlemesi, Avrupa kültür tarihinin heyecan verici bir bölümünü oluşturur. XIX. yüzyıl ortasındaki K. O. Millier veya F. G. Weicker'den başlayarak en yakın tarihli Brelich, Burkert veya Vemant ve Destier'in katkılarına kadar farklı yorumları birkaç sanıda özetleme olanağı bulunmadığı için, kaynakçanın Özü­ nü hatırlatmakla yetineceğiz ö n c e bazı sente; eserlerini belirtelim: Gilberl Murray, Five Sin­ ges oj Greek Religion (1925); M. P Nilsson, A History of Greek Religion (1925, 2. baskı, 1949); 1_. Geraet ve A. Boulanger, Le génie grec dans la religion (1932); Ü. Kern, Oie Religion der Gri¬ echen, I-II1 (1926-1938); W. K C Guthrie, Les Grecs et leurs dieux (Fr. çev Payot, 1956 = The Greeks and Their Gods, 1950); lî. Pettazzoni, La Religion dans la Grèce antique (Fr. çev.



Payot, 1953). J. E. Harrison, Prolegomena fo the Study oj Greek Religion Cambridge, 1903, 2. baskı, 1922) halâ okunması yararlı bir eserdir; I l J. Rose, A Hüiıdbuoli oj Greek Mythology (Londra, 1928, 4. baskı, 1950). Waller Otto, Yunan mitolojisi ve diniyle ilgili hayranlık veri­ ci ve çok kişisel bir yorum yayımladı: Die Göiter GrieeJıeıı lands (Frankfurt, 1928) U. von Wilamowitz-Moellendorf, DerGlnubederHelleneıı, 1-11 (Berlin, 1931-32), büyük Alman dilbi­ limci ve tarihçinin vasiyeti gibidir. Son olarak, M P. Nilsson'ım çok Iıacimli eseri Geschichte dergriechischen Religion, l - l l (Münih, 1940 [3. baskı, 1967|, 1950) içerdiği belge külliyatının zenginliğiyle vazgeçilmez bir temel kitaptır, L R. Famcll'in beş ciltlik eseri The Cults oj the Greek States, 1-V (Oxford, 1896-1909), derlenmiş ve çözümlenmiş malzemeleriyle hâlâ ya­ rarlıdır. E, R. Dodds'un kitabı. Tiıe Greeks and the Irrational (Berkeley, 1951) şaşırtıcı bir yay­ gınlık kazanmıştır; bu kitabın başansı çağdaş Zeltgcist'ın bazı eğilimlerini yansıtmaktadır. Zeus hakkında A. B. Cook önemli bir çalışma yayımlamıştır; Zeus, ï-XII (Cambridge, 1914-1940); aslında tanrının ve genelde Yunan dininin çeşitli yönleri üzerine kaleme alın­ mış bir dızL monografi s ö z konusudur. Çeşitli genel eserlerde Zeus'a aynlnıış bölümleri belimneye gerek görmüyoruz. Konunun özü Guthrie tarafından sunulmuştur, a.g.y., s. 49-81. Aynca bkz. M. P. Nilsson, "Vater Zeus," ARW, 35, 1938, s. 156-171 (Opuîcula Selecta, 11, Lund, 1952, s. 710-731'de yeniden yayımlanmıştır) ve özellikle Hugh Lloyd-Jones, The jus­ tice oj Zeus (Berkeley, 1971). Tlifogoııia için, M. L. West'in yayımını kullanıyoruz, fk'sıud's Tlıeogony. Edited with i'ıolegomena and Commentary (Oxford, 1966). Bu eserin anıikçag Yak m doğu's undaki koşutları 1940'tan beri sık sık tartışılmıştır; bkz, Peter Walcot. Hesiod and the Near East (Cardiff, 1966) Rheia'ya doğumu Girit'te yapmasını öğütleyen Gaia'dır. İki tanrıça Yeryüzü Ana'nın uk­ numlarıdır (hipostaz); nitekim Rheia'nın etimolojisi "engin," yani Yeryüzü'dür Zeus erkek ve kız kardeşlerini kusması için Kronos'u zorlayınca, Kronos önce taşı kus­ tu; Zeus bu taşı Delphoi'ye, Parnassos'un eteğine dikti (Pausanias, 10, 24, 6); krş. West, s 303, 498-500. dizelerin yorumu.



§ 84. ilk eş Metis ve Zeus'un onu yutmasının sonuçları hakkında, bkz. J. P. Vemant, "Metis 322



ZEUS VE YUNAN DİNİ



et les mythes de souverain été," RHR, 1971, 3, s. 29-76. Zeus Kretagenes, Girit'teki çocukluğu ve Giritli erkek tann ile ilişkileri konusunda, bkz. Charles Picard, Les Religions prtíielle'niques (Paris, 1948), s. 115 vd; H. Jeanmaire, Cauraî et Courues (Lille, 1939), s. 427 vd; Martin P. Nilsson, The Mynoan-Mycenaean Religion and irs Sutvıvdi in Greeh Religion (2. baskı, Lund, 1950), s. 55 vd. West, Hesiod's Theogony, s, 297 vd, Girit'teki çocukluk anlatısının eskiliğini göstermiştir (Tîıeog. 477). Zeus'un her şeyi kendine çekmesini sağlayan "altın halat" hakkında, bkz, Pierre Lévêque, Aurea Catena ¡domen (Paris, 1959); M . Eliade, Menliistophélès et l'Androgyne (Paris, 1962), s. 225 vd. Olymposlulann zaferinden sonra sağ kalan İlk Tanrılar hakkında bazı bilgiler ekleyelim. Gece, tek basına, oldukça silik yan-tanrı varlıklar doğurdu; bunlar daha çok kişileştirilmiş soyutlamalara benziyorlardı; ö l ü m , Uyku, Acı Alay, Sıkıntı, Yaşlılık vb (Hesiodos, Tfıeogoma, 211 vd). Ama Ûrpheusçu metinler Gece'yi Ana ve evrensel egemen olarak tanıtır (krş. Kem, OrpJı. JVagın , dipnot 24, 28, 28a, 65 vb) Nyks'in (Gece) mitolojik-dinsel yapısı ve çocuklarının anlamı üzerine, bkz Dario Sabbatucci, Saggio sul misticismo greco (Roma, 1965), s. 95 vd. Pontos (kısır Deniz) annesi Gaia'yla birleşerek oldukça geniş bir soya sahip oldu; krş. L. SÉchan ve P. Lévéque, Les grandes divinités de la Grice (Pans, 1966), s, 49 (ve kaynakça not­ lan, s, 64). Zeus Slyks'i Titarılar'a karşı savaşa katıldığı için yüceltir ve "taunların büyük yemini" onun adına etmesine karar verir (Tiıeog 399 vd). Aynca bks. Séchan ve Lévêque, Les gran­ des divinités de la Grice, s, 64, dipnot 68 Hekate ise tam anlamıyla bir ilk Tannça'dır. Zeus onun bir Titanides olarak sahip oldu­ ğu haklara ve ayrıcalıklara dokunmadı (Theog. 423 vd). Daha sonra Hekate cadılık işlerinde uzmanlaşmış bir tanrıça olacaktır; krş. Diodoroso, Bibliotkeke, 4, 45. "Uyku bilmez akışıyla koca dünyayı dolanıp duran" ilk Titan Okeanos (Aiskhylos, Zinci­ re Vurulmuş Frometheus, 138 vd), kız kardeşi Tethys'le evlendi. Ama burada Hesiodos ve Homeros'un değinmedikleri arkaik bir kozmogoninin de izleri bulunmaktadır; buna göre, Okeanos ve Tethys ilk sulardaki eril ve dişil ana ilkeleri canlandınyorlar; kısacası, tanrıların ve gerçeğin tamamının kaynaklandığı ilk çifti temsil ediyorlardı; bkz, Sechan ve Léveque, s. 50, 51, 65; Sabbatucci, a.g.y„ s. 110-116 ve özellikle J. P. Vernantin önemli incelemesi: "Thétis et le poème cosmogonique d'Alcman" (Hommage à Marie Delcourt, Latomus, c. 114, 1970, s. 38-69), zengin bir kaynakçayla birlikte (krş. s. 38, dıpnoı 2; s. 39, dipnot 8 vb). § 85. Famell, Kronos hakkındaki edebi kaynakları derlemiştir Cufls, V, böl 3, Bazı bilginler (Kem, Pohlenz) Kronos'u ve Titanlar'ı, Ari dili konuşan istilacılar tarafından yenilgiye uğratı­ lan yerli halkın tanrılan olarak görmüşlerdir. Başka bir ifadeyle, Olymposlular ile Titanlar arasındaki çatışmanın, bazı tarihsel olayları yansıttığını düşünmüşlerdir. Ama bu çatışmanın Doğuda da görülen koşutları, bu tezi çürütmektedir. Hesıodos'un beş çag miti hakkında, bkz. Arthur O. Lovejoy ve George Boas'm yayınıla-



323



DlNSKI. INANÇ1AI) VP DlJiUNCKI.hli l'ARM II -1



yıp yo ru ml adı kl an kaynaklar: Prin utivism and Related ideas in Antiquity (Baltimore, 1935), s. 25 vd. İran'daki koşut versiyonlar (özellikle Bundahisn) N. Söderbiom tarafından çevrildi ve tartışıldı: ERE, c. 1, s. 205-219. Ugo Bianchi, Elyseum'daki altın çağı, bir mucize eseri ışıl ısıl olan yeraltındaki Vara ülkesinin hükümdan olan ilk kral Yima hakkındaki Iran anlatısına benzetir; krş. "Razza aurea, tnito délie cmque razze ed Eiisio" (SMSiî, 34, 1963, s. 1+3-210), özellikle s. 187-189. j . Gwyn Griffiths, "Archaeology and Hesiod's Five Ages' (journal of the History of Ideas, 17, 1956, s, 109-119), bilginlerin genel kanısını (örneğin H. C. Baldry, "Who invented ıhe Golden Age?" Classical Quarterly, özel sayı 2, 1952, s 83-92'de ilen sürü­ len görüsü) reddederek, mitin madenlerin keşfine ve giderek kullanılmaya başlanmalarına gönderme yaptığını tahmin ediyor; krş. Baldry'nın yanıtı, Journal of the Histoıy of ideas, 17, 1956, s. 553-554. Bu sorun üzenne en iyi incelemeler içinde, bkz, J. Kerschenste iner, Plüton und der Orient (Stuttgart, 1945), s. 161 vd ("Der Metall myth o s"); J. P. Vernant, "Le mythe hésiodique des races. Essai d'analyse structurale," RHR, I960, s. 21-54 (Mythe et pensée chez les Ciecs, Paris, 1965, s. 13-41'de yemden basılmıştır); aynı yazar, "Le mythe hésiodique des races. Sur un essai de mise au point," Revue de plulologie, s. 247-276 (Mythe et pensée, s. 42¬ 79'da yeniden basılmıştır). Prometheus hakkında, bkz E. Vaudvıck, the Prometheus of tlesiod and Aeschylus (Oslo, 1943); Louis Séchan, Le mythe de Prometfree (Pans, 1951); Karl Kerényi, Fron ici Ii eu s: Arc­ hetypal Image of Human existence (New York, 196.3; Alnı. baskı 194S tarihlidir). § 86, Yunan kurban törenleri konusunda, bkz.: R. K. Yerkes, Sacrifice in Greek and Roman Religions and Early Judaism (Mew York, 1952), özellikle s, 88 vd ve özellikle Karl Meulı. "Gri­ echische Opferbrauche" (Phyilüiwüa, Festschrift Peler von der Muhil, Basel, 1946, s. 185-288) ve Wallet Burken, Homo Necüns (Berlin, 1972). s. 8-97 ve birçok yerde (s. 9, dipnot 2, kay­ nakça). Meulı'nin yazdığı gibi, "Olympos kurban töreni yalnızca riıüel hayvan kesiminden iba­ rettir" (a g.y., s. 223). İçi su dolu bir kâse ve arpa dolu bir sepet getirilir. Törene katılanlar el­ lerini yıkar ve kurbanın da üzerine su serperler. Daha sonra vejetaryen bir yemek hazırlar gi­ bi, arpayı çıkarırlar -ama sepetin dibindeki bıçağı bulurlar. Bunu bazı rituel hareketler izler: Bir an sessizlik, bir dua, sonra kurban rahibi kurbanın alnından birkaç kıl keser, bunlan ate­ şin üzerine aı.ar -ve darbesini indirdiğinde, bulun kadınlar birlikte haykırır. Kan bir kapta toplanır ve sunağın üzerine yayılır. Daha sonra uyluk kemikleri, yağ ve küçük et parçalarıyla birlikle yakılır. Bağırsaklar sunağın üzerinde kızartılır ve orada yenir (krş. Meulı, s 265 vd; Burkert, a.g.y., s 10 vd). Atina'da kullanan Bouphonia bayramı (tam çevirisi "öküzün öldürülmesi"), kanlı kur­ banın arkaik türde bir yorumunu bulmamızı sağlıyor. "Efendisinin dikkatsizliğinden yararla­ nan bir çift öküzü, Zeus Polieus sunağına yaklaşır ve sunak üzerine bırakılmış adaktan, site­ nin tanrısına ayrılmış tahılları ve pasıalan yemeye koyulur Kutsallığa bu saldın kaışısında öf­ keye kapılan Zeus rahibi eline bir balta geçirip hayvana vurur ve onu oldurur. Yaptığı eylem­ den korkuya kapılan "okuz katili" aceleyle kaçar ve suç aletini olay yerinde bırakır liitıielin ikinci kısmı, iki ayn bölümde oynanır, ilk bölümde dava Pryıancıon'da, cinayetler konn¬ - 324



ZEUS V E Y U N A N



DİNİ



sunda uzman mahkemenin huzurunda yargılanır Ballanın suçluluğu sapıanır ve Atıika top­ 1



raklarının dışına sürülür. İkinci bölümde, bütün site kurbanın etini rîıüel bir biçimde yer­ ken, öküzün içi saman doldurulur, yeniden ayağa dikilir ve iarla sürüyormuş görüntüsü ve­ rilerek sabana bağlanır" (Marcel Détienne, Les Jardins d'Adonis, Paris, 1972, s. 105; krş. kay­ nakça, s. 105, dipnot 2); şunu da ekleyin: Burkert, Homo Neeııns, s. 154-161. U. Pesıalozza'nın "Le origini delle Buphonia atenieıısı" makalesi (1956) Nıtovi saggi di religione ınediitıranea içinde yeniden basıldı (Floransa, 1964, s. 203-223). "Masumiyet komedisi" (Uhscfıuldsfeoınötfie, Meuli, s. 224 vd) Sibirya halklarının av rıtüellerinde de bulunur (krş. Evelme Lot-Falck ve diğerleri, Les nies de Ici cJıasse, Paris, 1953, s, 170 vd). M Détienne, kanlı kurbanın Yunanlatca kutsallığa saldırı olarak kabul edilen nite­ liğini ustaca yorumlar. Tanrılara bir hayvan kurban etmek, kan dökmek, gerçek bir cinayet işlemektir. Hayvan kurban etmek sitede bir kirlenme olarak görülür, ama bu kirlenme kaçı­ nılmaz ve gereklidir; çünkü öküzü öldürmek sitenin tannsal güçlerle ilişkilerim kurmak açı­ sından temel bir eylemdir" {a.g.y., s. 106-107) Ûntarihin diğer halklarında da görüldüğü üzere. Yunanlar farklı nedenlerle insan da kurban ediyorlardı, insanın yerini hayvanın alması (İphigeneia; Ishak) koşutunu, hayvan kurbanlarla nıüel biçiminde özdeşleştirilen insanlann kurban edilmesinde bulur. Athaınas oğlu Learkhos'u "bir geyik diye" öldürür (Apollodoros, Bibi. 3, 4, 3); Lukianos'a göre (De dea Syr. 58), Bambyke'de çocuklar kurban edilirken "onlar dana!" diye bagırılıyordu. W. Burkert, tekelerin kurban edilmesi ile tragedyanın kökeni arasındaki olası ilişkileri yeniden incelemiştir: "Greek Tragedy and Sacrifkial RituaP (Greefc, Roman and Byzantine Studıes, 7, 1966, s. 87-121). Olymposlular için yapılan kurban törenleriyle yer tanrıları ve kahramanlar için yapılanlar arasında belli farklılıklar vardır; krş. § 95. Promeıheus ve Deukalion hakkında, bkz. J. Rtıdbardt, "Les mythes grecs rclatiis a l'ins­ tauration du sacnfice; les rôles corrélatifs de Proméihée et de son fils Deucalion," Muséum Helvetiotm, 27, 1970, s. 1-15. Aiskhylos'un PrometJıeus Üçlemesi hakkında, bkz. Louis Séchant, Le mythe de PinméiÎiée, s. 4 vd; H. Lloyd-Jones, Tlie Justice ojZeus, s. 95 vd. İnsanlann bir dişbudaktan geldiğine ilişkin Yunan miti hakkında, krş. G. Bonfante, "Mİcrocosmo e macrocosmo nel mit o indoeuropeo," Die Sprache, 5, 1959, s. 1-9. İ 87. Moira ve aisıt hakkında, bkz.: W. C. Greene, Moiıa. Falc, Good andfc'vılm Greek Thoughl (Cambridge, Mass. 1944); Ugo Bıanchi, D/os Aiso. Destine, nomani e dıvinitâ neü'epos, utile teogome e nel culte de; Greci, (Roma, 1953); B, C. Dietrich, Dentlı, Fate and Üıe Gods, (Londra, 1967). ip bükmenin (eğirmenin) simgeselliği hakkında, krş. Dmler Tanlıine Giriş, § 58; birisinin hayat ipliğim "bükmek, eğirmekle onu "bağlamak" arasındaki eşdegerlilik konusunda, krş. images et Symboles, böl. 111, ("Le 'Dieu lieur' et le symbolisme des noeuds" ["Bağlayan Taun ve Düğümlerin Simgeselliği 1). 325



D İ N S E L İNANÇLAR Vh DÜŞÜNCELER T A R İ H İ • '.



Hugh Lloyd-Jones. The justice of Zeus'xu (Berkeley. 1971) adalet düşüncesinin (dike) ta­ rihini parlak bir biçimde anlatmıştır. Nilsson'dan beri, Honıeros panteonunun yapılarıyla Miken feodal krallığı arasında birçok kez yakınlık kurulmuştur. "Adalet' (dike) tanrıların irade­ sine benzetilebilir. Miken krallan gibi tanrılar da kaprisli ve zalim olabilir, ama alçalrnazlar. Affediienıeyecek tek suç krala karşı sadakatsizlik veya ihanettir. Homeros'ta dike, belli bir toplumsal sınıfa ait bireylerin "haklan"nı



olduğu



kadar, bu sınıfa "ozgù davranış biçimi''ni dr



ifade ediyor gibidir. J. F. Vemant, Niiken egemenliğinin yapısını, tarihini ve yaşadığı krizi ya­ rarlı bir biçimde tartışmısür: Les origines de la pensée grecque, (Paris. 1962), s. 13-39. flıenı.'S ve 77iemis!es hakkında, bkz. Lloyd-'ones. s. 6 vd. 167-168 (kaynakça) Hybris düşüncesinin antikçagdan modern çağa kadar tarihi konusunda, bkz. Robert Payne'in çok kişisel eseri. llubrh. A Study of Pride, kı. New York, 1960).



326



(İDndra,



1951; gözden geçirilmiş yeni bas­



XI. BOLUM



OLYMPOSLULAR V E KAHRAMANLAR



88. T a h t ı n d a n İ n d i r i l m i ş U l u T a n r ı ile B ü y û c ü - D e m i r c i : Poseidon ve H e p ha is t o s — Poseidon, i l k bastaki evrensel egemenliğini çeşitli nedenlerle y i t i r m i ş , eski bir u l u t a n r ı d ı r



1



Onun b u önceki g ö r k e m i n i n izlerine her yerde, öncelikle



de a d ı n d a rastlanır. Willamowiızt Poseidon a d ı n ı n "Yer'in kocası" (Posis Dos)/anla­ m ı n a geldiğini d o ğ r u b i r b i ç i m d e açıklamıştır. lîyadii'da, Zeus Poseidon'un ağa­ beyidir (15, 204), ama Hesiodos Zeus'u kardeşlerin en genci olarak tanıtırken k u ş k u s u z daha eski bir anlatıyı y a n s ı t m a k t a d ı r . Her ne olursa olsun, Zeus'un i k ­ 1



tidarı suiistimal etmesine yalnızca Poseidon karşı çıkar ve ona ait alanın gökle sı­ nırlı o l d u ğ u n u hatırlatır. Bu ayrıntıda bir eski egemen t a n r ı n ı n en g e n ç ve en ta­ 5



l i h l i t a n r ı n ı n yükselişine karşı gösterdiği direncin anısı seçilebilmektedir. Evren paylaşıldığında denizlere egemenliği alan Poseidon tam b i r Homeros tanrısı oldu; Helenler için denizin ö n e m i ortada o l d u ğ u n d a n , dinsel güncelliğini hiç yitirmeye­ ceği kesindi. Bununla b i r l i k t e başlangıçtaki yapısı k o k l u b i r değişime u ğ r a d ı ve Yunanistan'a taşıdığı kuzeyin mitsel-dinsel mirası neredeyse tamamen dağıldı ve­ ya yeniden y o r u m l a n d ı . G e r ç e k t e n de Poseidon'a tapan Hint-Avrupa halkı Yunanistan'a gelmeden önce denizi t a n ı m ı y o r d u . Poseidon'a ait b i r ç o k özelliğin denizle hiçbir ilgisi yoktur. O atların tanrısı, Hippios'tur ve b i r ç o k yerde, özellikle de Arkadia'da ona b i r at b i ­ çimi verilerek t a p ı n ı l ı y o r d u . Poseidon, her yerde Persephone'yi arayan Demeter'le Arkadia'da karşılaştı. Tanrıça o n u n elinden kurtulmak için kısrağa d ö n ü ş t ü , ama aygır b i ç i m i n e giren Poseidon ona sahip olmayı başardı. O n l a r ı n b i r l e ş m e ­ sinden b i r kız ç o c u k ve savaş atı A r i o n d o ğ d u . Aşk maceralarının ç o k l u ğ u , baş­ 4



langıçtaki "Yer'in kocası" ve "toprağı sarsan" yapısını ortaya çıkararak, Posei d o n ' u Zeus'a yaklaştırır, Hesiodos'a göre, yme eski bir Yer tanrıçası olan Medusa



Akhalar döneminde Pylos'ta Poseidon'un dinsel konumu Zeus'tan çok daha üstündü. 2



Tkeogonia, 456.



3



ilyaıia, 15,195. Binnci bölümde (400 vd), Poseidon'un bir kez başka taunlarla birlikte kardeşini zincirlemek için gizlice tenip kurduğu belirtilir.



1



Pausanias 8, 25, 9'da Antimachus. 327



DINSI-L İNANÇLAR VI: DÜŞÜNCELLİK TARİHİ - I



ile evlendi. Bir başka anlatıda nakledildiğine g ö r e , Antaios onun Gaia ile birleş­ mesinin ü r ü n ü y d ü . Poseidon'un atla ilişkileri, bit hayvanın H m t-Avrupalı istilacılar için ö n e m i n i g ö s t e r m e k t e d i r . Poseidon atların yaratıcısı, babası veya atları paylaştıran tanrı olarak s u n u l m a k t a d ı r . Ama diğer yandan at yeraltıyla ilintilidir, bu da b i r kez da­ ha tanrının "Yer'in efendisi" niteliğini açığa ç ı k a r m a k t a d ı r . T a n r ı n ı n i l k gücünü ortaya koyan b i r diğer işaret, ç o c u k l a r ı n ı n dev veya canavar b i ç i m i n d e o l m a l a r ı - ' dır: Orion, Polyphemos, T r i t o n , Antaios, Hai'pya'lar vb. W i l l a m o w i t z ' i n düşün­ d ü ğ ü şekliyle, Hint-Avrupalıların toprakta yaşayan eril bereket r u h u , Posis Das olarak getirdikleri tanrı, Akdeniz ve Dogu dinlerindeki "Yer'in efendileri" olan bereket verici egemen tanrılara benzetilebilir. Poseidon, yalnızca deniz tanrısı 5



olunca, başlangıçtaki vasıllarından ancak denize bağlı olanları



koruyabilmiştir:



Kaprisli bir g ü ç ve denizcilerin yazgıları ü z e r i n d e k i egemenlik. Hephaistos, Yunan dininde ve mitolojisinde eşsiz b i r d u r u m d a d ı r . Benzersiz bir b i ç i m d e d o ğ m u ş t u r : Hesiodos'a göre, Hera o n u "kimseyle s e v i ş m e d e n , yalnız öfkeden ve kocasına h ı n c ı n d a n kendi kendine" d o ğ u r m u ş t u r .



6



Ayrıca Hephaistos



çirkinliği ve sakatlığıyla da diğer t ü m Olymposlulardan ayrılır. Her i k i bacağı da çarpık veya kısa o l d u ğ u için topaldır ve desteksiz y ü r ü y e m e z . Bu sakatlık Lemnos adasına d ü ş m e s i n i n sonucudur: Zetıs onu, annesi Hera'nın tarafım t u t t u ğ u için, Olympos'un tepesinden b u adaya fırlatmıştı. Bir başka versiyona g ö r e , d o ğ d u ğ u 7



sırada bedeninin biçimsizliğinden utanan Hera o n u denize atmıştı." İki Nereue k ı ­ zı, Thetis ile Eurynome onu okyanusun o r t a s ı n d a k i derin bir m a ğ a r a d a ağırladı­ lar. Dokuz yıl boyunca Hephaistos orada demirciliği ve zanaatkârlığı ö ğ r e n d i . "Mazlum ç o c u k " ve "yeni d o ğ a n lanetli ç o c u k " izlekleriyle benzerlikler fark edilmektedir: Her i k i durumda da ç o c u k s ı n a v d a n b a ş a n y l a çıkar. Dionysos veya Theseus'un dalgaların arasına fırlatılmasına*'benzetilebilecek bir erginleme sınavı­ nın söz konusu o l d u ğ u n a k u ş k u y o k t u r .



5



6



10



Ama b u , Hephaistos'un sakatlanmasını



KTŞ. Leonard Palraer, Mycenaean and Minoaııs, s 1 2 7 vd. Tlıeogonia, 9 2 7 ; krş. Apollodoros, Bibi. 1, 3, 5 - 6 Ama )iyrıdfl'da (1, 5 7 8 ) , Hephaistos babasının Zeus olduğunu ileri sürer.



7



llyada, 1 , 5 9 0 vd,



8



llyada. 1 8 , 3 9 4 vd.



5



Gerçeklen de Theseus denize dalarak labirente girip çıkmasını sağlayacak sihirli yüzüğü ve tacı -Hephaistos'un eseri- ek geçirmiştir; krş. Marie Delcoun, I Sephaistos



Bu da her i k i gelenekte m ü z i k ve şiirin temel ö n e m i n i açıklar. Samanlar kendin­ den g e ç m e haline şarkı söyleyip davul çalarak hazırlanır; Orta Asya ve Polinezya'da bilmen en eski destansı şiirler, esrime y o l c u l u k l a r ı n a çıkan ş a m a n l a r ı n ma­ ceralarını ö r n e k almıştır. A p o l l o n ' u n en ö n e m l i simgesi l i r i d i r ; l i r çalarak tanrı­ ları, vahşi hayvanları ve hatta taşları büyüler.' ' 11



Apollon'un i k i n c i simgesi olan yay da ş a m a m s t esınli katkı dağarcığının paTçasıdır, ama o n u n ritüel içinde k u l l a n ı m ı Samanizmin sınırlarını a ş m a k t a d ı r ; yay simgeselligi ise b ü t ü n d ü n y a d a yaygındır Apollon, "uzaktan oklayatı"dır, bunun­ la birlikte aynı sıfat Rama, ß u d h a ve başka kahramanlarla mucizevi kişilikler için de kullanılmıştır. Ama Yunan d e h a s ı , ş a m a n tekniklerini ve s i m gesell iğini d ö n ü ş ­ t ü r d ü ğ ü gibi, b u arkaik izlege de parlak bir biçimde yem bir değer k a z a n d ı r m ı ş ­ tır. jApollon sayesinde, yay ve o k ç u l u k simgeselligi başka tinsel d u r u m l a r ı ortaya çıkarmaktadır.



Mesafeye egemenlik ve dolayısıyla



"an"dan, somutun



akışkan



o l m a y ı ş ı n d a n k o p u ş ; her türlü zihinsel y o ğ u n l a ş m a çabasını beraberinde getiren s ü k û n e t ve dinginlik. Kısacası, Apollon yeni bir teofani, d ü n y a ve insan v a r o l u ş u h a k k ı n d a tamamen Yunanlara özgü ve yinelenemez bir dinsel bilgiyi temsil eder. Herakleitos "uyumun, yay ve Ür a r a s ı n d a o l d u ğ u gibi, zıtiar a r a s ı n d a bir geri­ l i m i n sonucu o l d u ğ u " n u s ö y l ü y o r d u (frag. 51). Apollon'da zıtiar ö z u m s e n m i ş ve daha geniş, daha k a r m a ş ı k , yeni brr g ö r ü n ü m altında b ü t ü n l e ş t i r i l m i ş t i r .



Onun



Dionysos'la uzlaştırılması da, Python cinayetinden sonra a r ı n d ı r m a l a r ı n



koruyu­



cusu konumuna y ü k s e l t e n aynı b ü t ü n l e ş t i r m e s ü r e c i n i n içinde yer alır.



Apollon



insanlara, kehanet " g ö r ü " s ü n d e n düşünceye giden yolu gösterir. Her t ü r l ü içrek bilgide bulunan zeytuni



unsur kovul m u ş t ur. Apolion'dan alınacak gerçek ders,



Delphoi'nin m e ş h u r deyişinde ifade edilmiştir: "Kendini, tam!" Zekâ, b i l i m , bil­ gelik, en başla Apoîlon olmak uzerc, tanrılar tarafından verilen tanrısal ö r n e k l e r



3emeter mitinin Orpheus'çu yorumu adı verilen anlatıya göre (krş. Malten. "Altorphische Demeıersagen," ARW, 1909, s. 417 vd), yoksul köylü Dysaules ile eşi liaubo Eleusis'te yasıyorlardı; sefil bir kulübeden başka bir şeyleri yoktu, çünkü buğday Demeler tararından henüz ortaya çıkan ima nıışiı



Attika anlatısına göre, Triptolemos Dysaules'in oğluydu



{Pausanias, 1, 14, 3). Diğer oğlu Euboleus domuz çobanıydı ve domuzlan Persephone ile beraber yııtulmtışııı. Orpheus'a Övgü (41, 6) Demeter'in Eleusis'ıcki orucunu kesince Euboleus'un verdiği bilgilere uyarak yeraltı dünyasına indiğini anlatır (ayrıca krş. K. Kerenyi, Eieıısis, s- 43, 171). Eski yazarların Eleusis'i Elysıum'la, Kutlular Alemi'yle ilişkilendirdiklerini hatırlatalım (krş A. ii Cook, Zeus, II. s. 36 vd), § 97. Sterling Dow ve Robert F. Healey, A incıvd Cécndar



uj Lkuxis (Cambridge, 1965), y.



MÛ 330'a ait bir yazıta dayanarak tören takvimini yeniden oluşturdular. Küçük Mysterio'lar hakkında, bkz. P. Roussel, "L'inıustıon préalable et k symbole Eleusıen" (Bulletin de correspondance hellénique, 54, 1930, s. 51-74); Mylonas, a.gy., s. 239¬ 243. Domuz kurban edilmesi Yunanistan'ın her yerinde Demeter tapınuna özgüydü; kış. son olarak çıkan W, Burkert, Horııu rıectıns, s. 284 vd. Diğer yandan erginlenme törenleri nedeniyle yapılan bu tür kurban törenlerine Polinezya adalarının hayvan cılannda geniş öl­ çüde rastlanmaktadır, Burkert (s, 286) "domuz yavrusu" için kullanılan Yunanca terimin (hhoiros) halk dilinde kadın cinsel organı anlamına geldiğini hatırlatıyor. Bir domuz yav­ rusunun kurban edilmesi simgesel olarak bir genç kızın öldürülmesini temsil ediyordu. Gephyrismai hakkında, krş E. de Martino, "Gephyrismi" (5MSR, 10, 1934, s. 64-79). Kykeon hakkında, bkz. A. Delalte, "Le Cycéon, breuvage rituel des mystères d'Eleusis" (Bull. Classe des Lettres, Acad. Royale de Belgique, 5. seri, c. 40, 1954, s. 690-752). Erginlenmelerle ilişkili çok sayıda ve değerlen birbirine eşit olmayan metin, V. Magnien. a.g.y., s. 198 vd'da çevrilmişıir (temkinli bir şekilde başvurulması gereken bir kaynak). Ritueller hakkında, bkz. Mylonas, a.g.y., s, 243-285; Dario Sabbatuccı, Sûggio sul mısücunıo gıeeo (Roma, 1965), s. 127 vd. Aynca krş. Charles Picard, "Le prétendu



'baptême



d'initiation' éleusien et le formulaire des mystères des Deux-déesses" (iîliR, 154, 1959, s. 129-145); Ugo Bianchi, 02YMnA2AlîJW (Ex Orbe Religionum, I , Leiden, 1972, s. 277-286); H. Ludiu Jansen, "Die Eleusinische Weihe" (.a.g.y.. s, 287-298). Erginlenmeyle ilişkili kurban­ lar ve ritueller tapınağın içinde yapılıyordu; bu da Eleusis'i Yunan tapım toplu yapısı içinde benzersızleştiren bir durumdur. Gerçekten de Olympos kurban törem tapınakların içinde degıi, sunakların üzerinde yapılırdı ve nereye olursa olsun, gerek evlere, gerek sokaklara 372



ELEUSIS MYSTKBIfVLARl



gerekse, tarlalara sımak dikilebilirdi Suyla doldurulan ve bir formülü yineleyen (belki de Produs'ıın söz ettiği meşkur for­ mül, ad Thnaeus, 293c) erginlenen tarafından dökülen iki kübün (plemoiıhoai) kozmik ve ritüel anlamı konusunda, bkz. Edward L. Ochsenschlager, "The Cosmic Sigtıificance of ıhe ftauocfıoe" (HR, 9, Kasım. 1970, s. 316-337). Sırlanıl açıklanması konusunda (krş daha yukarıda dipnot 3), anlıkçağda birkaç örnek daha bilinmektedir Sopatros adıyla bize kadar ulaşmış bir retorik alışlımıası, erginlenmeyi dııjleyenbir genç adam örneğini anlatır: Genç çimmemi'lan yapmış, ama hiyeıofaıılin söy­ lediği sözleri işitmediği için erginlenmiş olarak kabul edilememiştir. Tam tersine Jııeiiilan erginlenm emişlere gösterdiği ve agua alınmaması gereken sözleri yinelediği için suçlanmıştır (krş. Mylonas'taki referanslar, s. 272, dipnot 194, 195). Alkibiades gizli törenlerin parodisini yapmış ve sürgün edilmiştir; yakalanan bazı suç ortakları idam cezasına çarptırıl iniştir (Ksenophon, Elleniha, 1, 4, 14 vb). § 98. Synesius sayesinde, Aristoteles'in gençlik dönemine ait ve mysleriit'lara ermeyle ilgili bir eserinden kısa bir parça elimize ulaşabilmiştir; "Aristoteles, ergin le nenlerin bir şeyler öğren­ mek yerine, duygular hissetmelerinin ve bazı düzenlemeler içine sokulmalannın -tabii onları almaya uygun hale geldikten sonra- gerekli olduğu kanısındadır" (Dio, Krabınger (éd.), c. I , s. 271-272 " Aristote, par. 15 Rose; çev. Jeanne Croissant, Ar/stoie et les Mystères, Paris, 1932, s. 137). Psellus'un naklettiği ve J. Bidcz tarafından yayınlanmış (Caıa\opıe. des manusc­ rits alchimiques grecs, c. V I , 1928, s. 171) koşut bir metin j . Croissant tarafından kapsamlı bir biçimde çözümlenmiştir, a.g.y., s. 145 vd. Themistiosbölümü hakkında, bkr. en son çıkan Mylonas, a.g.y,, s. 264 vd Geç döneme ait kaynaklann mükemmel bir çözümlemesi için, Famell, Cıılls, 111, s. 176 vd. İskenderiyeli Klemes'tn aktardığı syııJİıema hakkında, bkz. U. Pestalozza, liclîgkme Medherranea. Vecchi e mıovı sınıfı (Milano, 1951), s. 216-234 ("Ortaggi, frutti e paire nei Mis­ ten Eleusini"); Mylonas, a.g.y., s. 294-303; W. Burkert, Homo ııeams, s. 298 vd. Sepette ve küfede gizlenen nesnelerin neler olduğu uzun bir tanışmaya yol açmıştır ve bu tartışma hâlâ sürmekledir. A, KOrte, küfenin içinde bir vajma taklidi (lîids) bulun­ duğunu tahmin ediyordu; erginlenme adayı buna dokunduğunda



Deıııeter'in çocuğu



olarak yeniden doğduğuna inanıyordu (ARW, 1915, s. 116 vd). O. Kem daha da ileri gidiyordu. Mysteria'ya katılan aday lîteis'e cinsel organıyla dokunduğunda tannçayla bir¬ leşiyordu (Die grice fıisciıe Mysterien der dassisdteıı Zeit, 1927, s. 10). A. Dieterich'e göre tam tersine küfede bulunan bir fallustu: Aday onu göğsünün üzerine koyunca tanrıçayla bir­ leşiyor ve onun çocuğu oluyordu (Eine Myi/ırasiiturgie, 1903, s. 123; Mtıtter Erde, 3. baskı, 1925, s. 110 vd). Charles Pıcard'a göre, küfenin içinde bir fallus ve sepette de bir rahim vardr Aday onları eline alınca tanrıçalarla birleşmeyi gerçekleştiriyordu ("L'épisode de Baııbo," RHR, 95, 1927, s. 237 vd). S, Eitrem bir yılan, bir nar ile fallus ve rahim biçiminde pastalar­ dan söz eder ("Eleusınıa," s. 140 vd). Bu tür açıklamalar birçok bilgin tarafından reddedil­ miştir; Maaş, Fameli, P. Roussel, L. Deubner, W. Otto, Kerenyi vb (aynca bkz. Mylonas, s.



373



DİNSEL İNANÇLAR VE DUŞUNCbLER TAHIH1 - 1



296, dipnot 22). Ama bu tarihi-dinsel yorum alıştır malarına değinmeye değer; Çünkü bun­ lar XX. yüzyılın ilk otuz yılında Batının Zeıtgeist'ınrn anlaşılmasına yardımcı olurlar, Mysiena'lara erme konusundaki bilgilere gelince, Kilise Babalarının bunları belli bir amaçla naklettikleri kesindir; putperestliğe saldırmak ve gözden düşürmek. Bununla birlikte uydurmaya cesaret edeıniyorlardı; çünkü o zaman pagan yazarlar tarafından yalanlanabılırlerdi. Ama. tara. b u dinsel bağdaştınnacılık döneminde yazdıklara.! ve esas olarak Helenistik mysterio'lan kaynak aldık!annı da dikkate almak gerekir. Nitekim çok sayıda Yeni-Platoncu ve Yeni-Pythagorasçı yazar bütün mysierıa'lann birliğini savunduktan için, Hıristiyan yazarlar da onların bu bakış açısını kullandı ve daha yakın tarihli mysterra'lara ait ritüelleri de Eleusis nıysierio'ları içinde kabul ettiler. Aynca Hıristiyanlığı savunanlar da benzeştirme yoluyla açık­ lama yapma konusundaki Helenistik modayı paylaşıyorlar, bu da onların tanıklıklarım iyice kuşkulu hale getiriyordu. Eleusis're ateş ve ölülerin yakılması. Bazı erginlenmiş!erin cesetleri, MÜ 1110-700 arasında tapınağın bulunduğu taraçada yakılmış olabilir (krş. Kerenyi, s 93). Diğer yandan MÖ 20'de Augustus yeniden Eleusis'te bulunduğu sırada, erginlenmek isteyen ve epopteiû'ya katıldık­ tan sonra ateşin içine ginp yanan Zarmaros veya Zarmanokhegos adındaki bir Brahmanın öyküsü bilinmektedir (Dio Cassius LİV, 9, 10; Strabon, XV, 1, 73; krş. Kerenyi, 5 100). Bu rıtüel olu yakmalarda Demophon'un ateşle "tannlaştınlması"nın anıları bulunabilir mi? Aynca bkz. Marie Delcourt, Pyrrhos et Pyrrha (Paris, 1965), s. 68 vd. § 99, Demeter tapımı için, bkz. Famell, Cults, 111, s. 38 vd, Nilsson, GestfııcJıie, 1, s. 461. Yunanistan'ın geri kalarundakı Demeter mysieria'lan hakkında, krş. Nilsson, Gesefıiehte, 1, s. 478; R. Sliglitz, Diegrosseıı Göttitın^n Arkaâitns (Viyana, 1967), s. 30 vd; G Zuntz, Per­ sephone (Cambndge, 1971), s, 75 vd, MÜ 1. yüzyılda, Sicilyalı Diodoros (V, 73, 3) şu rivayeti naklediyordu- Gint sakinleri mysteria'lann kendi adalarından çıkarak yayıldığım ileri sürmekte, Eleusis erginlenme tören­ lerinde, Samothrake (Semendirek) myîtiria'larmda ve Orpheus tarafından kurulan tapımda aktarılan sırların Girit'te bunları öğrenmek isteyen herkes tarafından özgürce paylaşılmasını da bunun kanıtı olarak göstermektedirler. Diodoros'un edindiği bilgi gerçekse, muhtemelen rimellere ve özellikle de tarımsal işlerle (tohumun toprağın altında kaybolması, bunu yeni bir hasadın izlemesi) Persephone'nin kaçmlması ve Demelerle birleşmesi arasındaki ilişkileri yansıtan mitoloji oyunlanna dayanmaktadır. Dionysos'un mysteria'lardaki rolü tamşmalıdır. MÖ IV. yüzyılda Dionysos, Eleusis'e doğ­ ru ilerleyen tören alayı içinde atılan çığlığın (Herodotos, VIII, 65) veya söylenen ilahinin kişileştirilmesi olan (Aristophanes, Satrakhoi [Kurfjağaidii, 309) lakkhos'la özdeşleştinlmişti. Farnell'a göre, Sophokles {Antigone, 1119-21, 1146-52), lakkhos'un, Eleusis'çi uknumu (hipostaz) içinde görünen Dionysos olduğunu göstermektedir (Cults, 111, s. 149). Ama sanki Dionysos mysieria'larda tapınılan taunlar içinde yer almamıştır (Mylonas, a.g.y,, s, 238), Eleusis'teki varlığı Helenistik çağda gjderek ağırlık kazanacak bir hareket olan bağdaştırmacıltgın s o mıçl aradandır



374



XIII.



BÖLÜM



ZERDÜŞT V E İRAN DİNÎ - "Vl'r-.r •



100. Bilmeceler— İ r a n d i n i n i n incelenmesi sürprizler, hatla hayal kırık h k l arıyla doludur. Konuya ç o k canlı bir i l g i gösterilir, ç ü n k ü Batının dinsel o l u ş u m u n a iran'ın yaptığı k a t k ı ö t e d e n beri bilinmektedir. Gerçi d ö n g ü s e l zaman anlayışının yerini alan çizgisel zaman anlayışı İbranilerin de yabancısı değildi, ama diğer bir­ çok dinsel d ü ş ü n c e de İran'da keşfedildi, yeniden d e ğ e r kazandı veya s i s t e m l e ş t i r i l d i . Bunların yalnızca en ö n e m l i l e r i n i hatırlatmakla yetinelim: Birçok düalist sistemin (kozmolojik, ahlaki, dinsel düalizmler) birbirine eklemlenmesi; k u r t a r ı ­ cı m i t i ; i y i n i n nihai zaferini ve evrensel k u r t u l u ş u ilan eden "iyimser" bir eskatol o j i n i n geliştirilmesi; bedenlerin yeniden dirilişi öğretilerini, b ü y ü k olasılıkla, bazı irfani mitler; son olarak da Rönesans d ö n e m i n d e gerek İtalyan Yeni Platonculan gerekse Paracelse veya John Dee tarafından yeniden geliştirilen, Magus mito­ lojisi. Bununla b i r l i k t e , uzman olmayan okuyucu, kaynakları eline alır almaz hayal kırıklığına u ğ r a r ve canı sıkılır. Eski A v e s t a n ı r ı d ö r t t e ü ç ü k a y b o l m u ş t u r . Koru­ nan metinlerden yalnızca Zerdüşt'e ait o l d u ğ u d ü ş ü n ü l e n Gatha'lar uzman olma­ yan okuyucuya çekici gelebilir. Ama b u bilmece gibi şiirlerin anlamı h e n ü z tanı ç ö z ü l e m e m i ş t i r . G ü n ü m ü z d e k i Avesta'nm geri kalanı ve özellikle de I V , ve I X . yüzyıllar arasında yazılmış Pehlevice metinler k u r u l u k l a r ı , sıkıcı



tekdüzelikleri



ve d ü z üsluplarıyla ayırt edilirler. V e d a l a r i n ve U p a n i ş a d l a r ' m okuyuculan, hatta B rahmana! a r ' m okuyuculan b u metinler karşısında hayal kırıklığına



uğrayacak­



tır. Ama k i m i zaman Gatha'lann i ç i n d e çözülebilen, daha geç d ö n e m yazılarında da geliştirilmiş ve sistemleşt iri İmiş halde bulunabilen d ü ş ü n c e l e r , heyecan verici­ dir. Ama bunlar ritüel metinleri ve yorumlar yığını içinde kaybolup g i t m i ş t i r , Gatha'lann dışında - a n l a ş ı l m a z noktalara k a r ş ı n b u n l a r ı okumak her zaman b i r zevktir- s ö z ü n g u c ü n u n , imgelerin ö z g ü n l ü ğ ü n ü n , derin ve beklenmedik bir anla­ m ı n ortaya çıkışının göz k a m a ş ı ı n c ı düzeylere eriştiklerine pek rastlanmaz. Bu dinsel k a v r a m l a r ı n b u l u n m a s ı n d a veya yeniden d e ğ e r kazanmasında Zer­ d ü ş t ' ü n kişisel katkısı konusunda ise, Iran u z m a n l a r ı n ı n görüşleri farklıdır ve



375



D I N S E L INANÇLAR V E D Ü Ş Ü N C E L E R TARH ıı - ı



b i r b i r l e r i n i d ı ş l a m a eğilimi gösterir. Esas olarak i k i tarih yazımı perspektifi söz konusudur; Birincisine göre Z e r d ü ş t , geleneksel e m i k dinde, yani M Ö II. binyılda Hint-lratılılar tarafından paylaşılan dinde reform y a p m ı ş , tarihsel bir k i ş i l i k t i r . İkinci perspektifte, Zerdüşt d i n i İran d i n i n i n yalnızca b i r y ö n ü n ü , yani merkezin-, de Ahura Mazda tapımı olan Mazdeizıni temsil eder; bu yöntenıbilimsel tavrı pay­ laşan yazarlara göre, Zerdüşt "peygamber"in gerçekleştirdiği bir "reform" söz konusu olmadığı gibi, b u kişiliğin tarihselligi bile tartışmalıdır. Hemen aşağıda göreceğimiz gibi, Z e r d ü ş t ' ü n tarihselligi sorununun b ü y ü k b i r g ü ç l ü k o l u ş t u r m a m a s ı gerekir. Tarihsel Z e r d ü ş t kişiliğinin, "Mazdeizm d i n i n i " o l u ş t u r a n m ü m i n l e r tarafından bir m ü k e m m e l ö r n e ğ e d ö n ü ş t ü r ü l m e s i d o ğ a l d ı r . Birkaç k u ş a k sonra, kolektif bellek ö n d e gelen bir kişinin gerçek yaşamöyküsütıü k o r u m a y ı b a ş a r a m a z ; söz konusu kişilik bir ideal ornege d ö n ü ş ü r , yani dile ge­ tirdiği çağrının yalnızca erdemlerini ifade eder ve b u çağrı, kişiliğin



somuriaştır-



dıgı ö r n e ğ e ö s g ü ö r n e k o l u ş t u r a n olaylarla yansıtılır. Bu yalnızca Gamama Bııdha veya tsa için değil, Marko Kraljeviç veya Dieudonne de Gozon gibi daha küçük çaplı kişilikler için de geçerlidir. Ama bilginlerin ç o ğ u n u n Z e r d ü ş t ' ü n eseri ola­ rak kabul ettiği Gatha'lav, yer yer y a z a r ı n taviiıse İliğini d o ğ r u l a y a n ö z y a ş a n ı ö y k ü ­ se! ayrıntılar da içerirler. Zaten eldeki bilgiler de bundan ibarettir; Zerdüşt tara­ fından yazılmış ilahiler içinde yer a l d ı k l a n n d a n , b ü t ü n Mazdeizm geleneğinde et­ kin oları m i t l e ş t i r m e süreci içinde varlıklarını kortıy a bil m işlerdir. Z e r d ü ş t ' ü n hayalı ve dinsel etkinliği konusunda b i r i l k taslak o l u ş t u r u r k e n , b u y a ş a n ı û y k ü s ü a y r ı n t ı l a r ı m kullanmak yerinde olacaktır. Daha sonra, en



son



araştırmaların sonucunda öne çıkan k i m i d ü z e l t m e l e r ve ekler de belirtilecektir. Z e r d ü ş t ' ü n etkinliğinin M Û 1000-600 yılları arasında b i r tarihe y e r l e ş t i r i l m e ­ si önerilmiştir. " İ s k e n d e r ' d e n ö n c e 258 ytlf'ndan söz eden Mazdeist gelenek doğ­ ru kabul edilecek otursa, Z e r d ü ş t ' ü n M Ö 628-551 atasında yaşadığı saptanabilir.



1



Gatha'lann dilinin arkaik niteliğinden, özellikle de Vedalar'la olan benzerliklerin­ den ö l ü r ü en eski tarihler Önerilmiştir.



Dilbilimsel



ç ö z ü m l e m e , peygamberin



" İ s k e n d e r ' d e n 258 yıl ö n c e " ifadesi b ü y ü k olasılıkla Atıcın en ilerin i m para mr l o ğ u n a son veren Perscpi'lis'in fethine g ö n d e r m e y a p m a k t a d ı r ( M Ö 330). ZerdCişı, Kral Vişıaspa'ya d i n i n i kabul ettirerek ilk başarısını k a z a n d ı ğ ı n d a , 40 yaşındaydı. Araştı m ı a c d a r ı n ç o ğ u (krs> W . 1!. I l e ı m i n g , Zoruosier, Polilicion m V/iıelı-Doclor, s, 313 v d ; J. Duchesni'-Guillemm. (.ti religiotı de Viran anelen, s. 136 v d ) tarafından kabul edilen geleneksel zamanclizini ("is­



kender'den 258 yıl ö n c e " ) . M . Mote (Cıılle, mythe el cosınolagic dans ITran aııâelı, s. 5 3 1 ) ve G. Gnoli ("Politıca Religiosa e concezione delle regafiıa." s. 9 vd) t a r a f ı n d a n miştir.



376



reddedil­



ZRUDÜST VE IKAN D I N I



İran'ın d o ğ u s u n d a , b ü y ü k olasılıkla Harizm veya Baktrin'da yaşadığı sonucuna vanlmasım sağlamaktadır." Rivayete göre Z e r d ü ş t , zaotar'dı



(Yaşt 33:16), yani kurban ralıibı ve ilahi oku­



yucuydu (krş. Sanskritçede hotar) ve Gatha'lar eski b i r Hint-Avrupa kutsal ş i i r geleneği çerçevesine girmektedir. At yetiştiricisi S p i t â m a ("patlak saldırılı") kabilesindendi; b a b a s ı n ı n adı P n u r u s a s p a ' y d ı ("atı benekli"). Z e r d ü ş t evliydi ve i k i ç o ­ c u ğ u n u n a d ı bilinmektedir;



bunlardan k ü ç ü ğ ü kızdı



1



Pouruçista (Yasna 53:3).



Z e r d ü ş t yoksuldu. M e ş h u r b i r götlıa'sında Ahura Mazda'ya kendisini koruyup y a r d ı m etmesi için y a k a r ı r k e n , şöyle haykırır: "Niye güçsüz o l d u ğ u m u b i l i y o ­ r u m ey bilge: Ç ü n k ü s ü r ü m k ü ç ü k ve az a d a m ı m var" (Yasna 46:2). Çağrısıyla seslendiği topluluk, kavi denen şefleri ve karapan, " m ı r ı l d a n a n " ve usig, "kurban edici" denen rahipleri bulunan yerleşik



çobanlardan



oluşuyordu.



Z e r d ü ş t ' ü n Ahura Mazda adına s a l d ı r m a k t a n çekinmediği b u rahipler, geleneksel A r i d i n i n i n bekçileridir. Ama ç o k g e ç m e d e n tepkiler geldi ve peygamber kaçmak zorunda kaldı. "Hangi ülkeye kaçayım?" diye haykırır; "Nereye k a ç m a k , nereye gitmeli? Beni ailemden ve a ş i r e t i m d e n uzak! aştırıyorlar; ne k ö y ü m ne de memle­ ketin k ö t ü reisleri



benim y a n ı m d a . . , . " (Yasna 46:1).



Fryâna



aşiretinin



reisi



Viştaspa'nm y a n ı n a sığındı ve onu, vazettiği dine ç e k m e y i b a ş a r d ı ; Viştaspa onun dostu ve koruyucusu oldu (Yasna 46:14; i j 16). Ama d i r e n i ş zayıflamadı ve Zer­ d ü ş t bazı kişisel d ü ş m a n l a r ı n ı gn ıha'kırında açıkça k ı n a d ı : "hâlâ başlıca engel olan" Bandva (Yasna 49:1-2) ve "evine dönen Z e r d ü ş t Spitâma ile s o ğ u k t a n titre­ yen k o ş u m hayvanlarına Kış K ö p r ü s ü n d e saldıran ve k ö p r ü d e n geçmelerine izin vermeyen, k ü ç ü k prens Vaepya" (Yasna 51:12). Gatha'larda Z e r d ü ş t ' ü n misyonerlik etkinliklerine ilişkin bazı bilgiler dc seçi­ lebilmektedir. Peygamberin ç e v r e s i n d e , "yoksullar" (drigu), lenler" (vîıiva), " b i r l i k üyeleri" mrvatha)



"dostlar" (frya), " b i ­



adlan v e r i l m i ş b i r dostlar ve m ü r i t l e r



grubu vardı Y o l d a ş l a r ı n ı , d ü ş m a n l a r ı ve " k ö t ü l ü ğ ü " "silah zoruyla uzak tutmala­ 3



rı" konusunda teşvik etti (Yasna 31:18). Bu Z e r d ü ş t ç ü t o p l u l u ğ u n karşısında, pa­ rolaları aeima, "öfke" olan "erkek cemiyetleri" vardı. Bu gizli Iran cemiyetlerinin,



2



Krş [, D ı ı c h e s n e - G u i l l c m i n , a.g.y , s. 138-140; G YVidcııgren, (.es rdigions ek i'lrcn, ^ 79¬ 80. G a l b a l a r d a n alınlıları, j . Duclıcsııe-Guillemiıı'in



çevirisinden



yapıyoruz:



Zoruastrc



(1948). 3



YYidengren, b u terimlinin H i n ı o c d c k ı kargılıklarını h a t ı r l a n ı k t m ı



sonra, b ü y ü k



ola>ılıkla



H ı n t - I r a n t o p l u l u ğ u kadar eski bir k u r u m u n soz konusu o k l u ğ u n u geısu-rıyor iaf>y.. s S3 vd).



377



DINSE1. I N A N Ç L A R V E nOSÜNCEI.FR T A R I H I - I



ö n d e r l e r i tndra adhrigu, yani "dhrigu" olmayan ("yoksul olmayan')



diye nitelenen



g e n ç H i n t savaşçıları M a r u l l a r l a eşdegerliligi k a n ı t l a n m ı ş t ı r . Zerdüşt, sığır kur­ 4



ban edenlere şiddetle s a l d ı r ı r (Yasna 32:12, 14; 44:20; 48:10;; erkek cemiyetlerindeki t a p ı m ı n ayırt edici niteliğini b u tur kanlı ritüeller o l u ş t u r m a k t a d ı r .



1 0 1 . Z e r d ü ş t ' ü n H a y a t ı : T a r i h ve M i t — Bu az sayıdaki Örtük b i l g i b i r yaşam o y k ü s û n ü n u n s u r l a r ı n ı o l u ş t u r m a y a yetmez. Marjan Mole, g ö r ü n ü r d e gerçek kişiliklere ve olaylara y a p ı l a n ender g ö n d e r m e l e r i n bile mutlaka tarihsel gerçek­ leri y a n s ı t m a d ı ğ ı n ı göstermeyi denemiştir: Ö r n e ğ i n Viştaspa e r g i n l e n m i ş



mürit



ö r n e ğ i n i temsil etmektedir. Bununla birlikte Z e r d ü ş t ' ü n tarihselligi yalnızca



so­



mut kişilikler ve olayların ima edilmesinden değil ("Kış K ö p r ü s ü ' r i d e kendisine yol vermeyen k ü ç ü k prens Vae.pya vb), aynı zamanda Gatha'lartn gerçek ve tutku­ lu niteliğinden ç ı k a r s a n m a k t a d ı r . Ayrıca Z e r d ü ş t ' ü n tanrısını sorgularken göster­ diği telaş ve v a r o l u ş ç u gerilim de çarpıcıdır: Ondan kozmogoni sırları h a k k ı n d a kendisine bilgi vermesini, hem kendi geleceğini, hem kendisine baskı yapan bazı k i ş ı l e n n ve b ü t ü n k ö t ü l e r i n kaderini göstermesini ister. M e ş h u r Yasna 4 4 ' ü n her d ö r t l ü ğ ü aynı ifadeyle başlar: "işte sana s o r d u ğ u m T a n n m - bana i y i cevap ver!" Z e r d ü ş t , "güneşin ve yıldızların yollarını k i m i n çizdiğini" (3), "aşağıdaki yeri ve bulutlu g ö k y ü z ü n ü d ü ş m e y e c e k b i ç i m d e k i m i n sabitledigini" (4) ö ğ r e n m e k ister ve Yaratılış'a ilişkin soruları giderek hızlanan b i r



ritimle



b i r b i r i n i izler, "iyiye



k a v u ş a n ruhunun nasıl kaybolacağını" (8) ve " k ö t ü l ü k t e n nasıl k u r t u l a c a ğ ı m ı z ı " (13), " k ö t ü l ü ğ ü adaletin eline nasıl teslim edeceğini" (14) de bilmek ister. Kendi­ sine " g ö r ü n ü r işaretler" verilmesini (16) ve özellikle de Ahura Mazda ile birleşebilmeyi ve " s ö z ü n ü n etkili o l m a s ı n ı " talep eder (17). Ama ekler: "Ücret olarak Adalet (Arta) gereği bana vaat edilen o n kısrakla bir aygırı ve bir deveyi alabile­ cek m i y i m ey Bilge?" (18). "Hak edene ücretini ö d e m e y e n i n " hemen çarptırılacağı ceza h a k k ı n d a da Tanrı'ya soru yöneltmeyi unutmaz, ç ü n k ü "en sonunda onu bek­ leyen" ceza h a k k ı n d a zaten ö n c e d e n bilgi almıştır (19). Z e r d ü ş t ' ü n z i h n i s ü r e k l i , k ö t ü l e r i n uğrayacağı ceza ve erdemlilerin



alacağı



ödülle m e ş g u l d ü r . Başka b i r ilahide, " k ö t ü l ü k eden kötüye imparatorluk (fchştıihra, "iktidar, güç") veren için ne ceza ö n g ö r ü l d ü ğ ü n ü " sorar (Yasna 31:15). Başka bir yerde haykırır; "Ey Bilge (Mazda), beni yok etmekle tehdit edenlerin her b i r i üzerinde Adaletle (Arta) birlikte g ü c ü n ü z oltıp o l m a d ı ğ ı n ı ne zaman ogrenece-



1



Stig Wikander, Der ansdıe M