Sinema Tarihi Başlangıcından bugüne Türk ve dünya sineması [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

laftı«#/ ZAHİR GÜVEMLİ



ZAHİR GÜVEMLİ



BAŞLANGICINDAN BU GÜ NE TÜRK VE DÜNYA SİNEMASI



VARLIK YAYINEVİ Ankara Caddesi, İstanbul



FA YDA LI KİTAPLAR. :



8



Varlık Yayınları, Sayı : 790 İstanbul’da Ekin Basımevinde basılmıştır Ekim, 1960



ÖNSÖZ Sinema, yedinci sanat, yüzyılımızın başında doğ­ muş ama, büyük bir hızla gelişmiş. Memleketimizde ilk sinema filminin gösterilişi, hem en hem en bu sa­ natın icadı sıralarında. 19İ ğ te de ilk belge filmini çevirmişiz. Aradan altmış yıla yakın zaman geçm iş. Başka m em leketler almış yürüm üş. Biz, nendeyse y e­ rimizde sayıyoruz denecek durumdayız. Bütün ilgi­ miz, seyirci olmaktan ileri geçm iyor: sinemaya da, gelişm elerine de. B ir gün bizde de senaryoculuk, reklâmcılık, makiyajcılık iş bölümü kurallarının gerektirdiği ayrı ihtisas dalları olacak elbet. Karm akarışık şartlara bağlı bir gelişme. Bu gerçekleşinceye kadar sinema­ nın ne olduğu, nasıl geliştiği hakkında da fik ir sahi­ bi olmalıyız. Sinema tarihi, sinema tekniği, sinem ay­ la ilgili bilgi kolları hakkında kitap ölçüsünü bulan eserler yayınlanmalı. B ir film diydloğlarmm nasıl yazılması gerektiğini hiç kimseye sormadan öğrenebilmeliyiz. Meraklısı, denem eye girişm eden önce ka­ meranın teknik yönden olsun, sanat yönünden ol­ sun özelliklerini öğrenebilm en. Başka dillerde kütüphaneler dolusu yayın yapıl­ mıştır. Bizde, sadece 'sinemayla ilgili kitabın sayısı, iki elin parmaklarını bulmaz. B u alanda çalışmış olan



4



SİNEMA



TARİHİ



birkaç kişi de (meselâ N ijat Özön gibi), eserini ya­ yınlamak imkânını elde edemez. Biz,' bu küçük kitapla, sinema meraklılarına bu sanatın macerası hakkında bir fikir vermek istedik. Benzerleri içinde en uygun bulduğumuz Georges SadouVun “H istoire du cinéma mondial” adlı eserinin 1959 basımlısını esas tuttuk. E lbette pek çök aksak­ lıklarımız var. Hele Türk sineması bölümünde çok güçlüklerle karşılaştık. 1959 Temmuzunda Haliç’te­ ki depoların yanması birçok belgeyi de yoketti. N i­ hayet böyle bir özette, gerçeği tam mânasiyle dile ge­ tirm iş ölmaU iddiasında da değiliz. Sinemamızın öncülerim burada saygıyla anarız. Birçok hususlarda yardımlarını gördüğümüz Şakir Seden’e; Semih Tuğrul, Çetin Karamanbey gibi genç arkadaşlarımıza da teşekkür ederiz. Z ahir GÜVEM Lİ



SİNEMA MAKİNELERİNİN İCADI Sinema, yirm inci yüzyılın icadıdır. K fsa zam anda geliş­ m iş ve ı bir sanayi halini alm ıştır. H em de m em leketlere m il­ y a rla r k azan d ıran bir sanayi. M illetler a ra sın d a hiçbir m a h ­ sul, sinem a film leri k a d a r b ü tü n d ünyaya y aygın m ü şteri b u lam am aktadır, ö b ü r s a n a tla r yüzyıllardanberi geliştikleri, varoldukları halde, sinem a, b u k a d a r k ısa za m an d a nasıl bu hale geldi ? F o to ğ ra f icadedilm em iş olsaydı, elbette sinem a d a o la­ m azdı. A m a fo to ğ ra fta n sinem aya atlam ak , gerçek b ir iler­ leme, b ir ham ledir. Sinem a, İlk devirlerinde on altı, so n raları y irm i d ö rt re s­ mi, b ir saniyede gözlerim izin önünden g eçirerek h are k eti sağ lam ak tem eline dayanıyor. Ç ünkü insanda görm e h assası­ nın b ir kısm ını teşkil eden, gözün re tin a ta b ak a sın d ak i silin­ me m üddeti, b u k ad a r azdır. Saniyede y irm i d ö rt h ay al re tin a ­ y a aksederse, a rtık o h ayaller silinm eden b ir yenisi gelm iş olacağından, biz, resm i h a re k e t halinde görürüz. A slında bu, görm e işine a lt b ir gecikme, gözüm üzün b ir kusurudur. U cun­ d a a te ş bulunan değneği hızla ilerletirsek, ateş, b ir n o k ta olduğu halde, biz onu a teşten bir çizgi gibi görüyoruz. Çizgi olm adığını bildiğim iz halde, gördüğüm üz şey, ışık ta n b ir çiz­ gidir. Bu sebepten, sinem a, bir göz aldanm asından b aşk a birşey değil. Bu olay, 17. yüzyılda fizikçi Newton, 18. yüzyılda ise şö­ valye d ’A rcy ta ra fın d a n farkedilm iş ve incelenm işti. A m a si­ n em aya ulaşabilm ek için, İsviçre asıllı bir İngiliz olan P e te r M ark R o ger’nin çalışm alarını beklem ek g erek ti. Onun çalış­ m aların ı ta tb ik a ta döken m eşhur b ir İngiliz fizikçisi, 1830 da "F a ra d a y te k erleğ i” ni icadederken, John H erschel de, el y a ­ p ısı resim lerden fay d a lan a ra k ilk oyuncağı buldu. F itto n ’la d o k to r P a ris İse 182ö’te T haum atrope’u y ap tıla r. Bu âlet, önünde ve a rk a sın d a b 4irer resim bulunan b a sit b ir k a rto n d aireden ib a re tti ki, çarçabuk te rs yüz edilecek, şekilde dön­ dü rü lü rse resim ler U stüste görülüyordu.



6



SİNEMA



TARİHİ



H arek e ti tem in eden âletlerin yapılışı da bu s ıra la ra r a s t­ lar. 1832 de B elçikalı genç fizikçi Joseph P la te a u ve A vus­ tu ry alI profesör S tam pfer, tam am iyle birbirlerinden h aber­ siz olarak, "F a ra d a y tekerleği" tem eline d ayanan b ir â le t y a p tıla r: bu, k e n a rla n dişli tekerlekle T hau m atro p e’un re ­ sim lerini birleştirdiler, ikisini te k b ir â le tte ta tb ik ettiler. B un­ dan sonraki gelişm eler, hep İngiliz fizikçilerinin önceki çalış­ m a la rın a dayanır. P lateau , P hénaldstiscope adını verdiği âle­ ti yapm akla, a ra ş tırm a la n n ı rakibinden önce g eliştirm iş ol­ du. B u âlet, üzerinde y a rık la r bulunan, ü stü açık, k a rto n b ir silindirle, bunun içinde iç yönüne h a re k e ti tah lil eden resim ­ ler yapılm ış ikinci bir silindirden ib a re tti, ik isi z ıt yönlerde hızla çevrilince göz resim leri te k te k görm üyor h a re k e t h a ­ linde görüyordu. 1833’ten itibaren, sinem anın b ü tü n ilerleyi­ şi, h e r bakım dan, bu âlete dayanm ıştır. V iy ana’da, P a ris ’te, L ondra’da, fizik lâ b o ratu v arları, çok p ah alı olduğu için zenginlere m ahsus b ir eğlence halinde k a ­ la n bu çeşit o yuncaklar y ap m ağ a başladılar.. H o m er adm da b ir Ingiliz, Zootrope adiyle, bu âletlere yeni b ir şekil verdi 11834). Zootrope, sinem a film ini u za k ta n h a tırla ta n b ir ilk buluştu: H om er, k a rto n bir şeride resim leri sıralam ıştı. Y al­ nız bu â letler bile, günüm üzdeki “h arek etli resim ler carto o n s” denen (M ickey film leri) ta rz ın gelişm esini sağlayabilirdi. Çün­ k ü A vusturyalI general U chatius, daha 17. yüzyılda K irscher ta ra fın d a n ta tb ik edilen “büyülü fen e r-lan tem e m ajique” usuliyle, 1853’te bu resim leri perdeye a k settirm ey i ak ıl e t­ m işti. G erçek anlam iyle sinem anın doğuşu, an c ak fo to ğ ra fta n fay d a lan m a k la m üm kün olacaktı. N etekim P lateau, 1845 te b u işi ak lın a koym uştu. N e v a r ki, ta ş a n la rın ı gerçek leştire­ medi, çünkü a ra ştırm a la rı yüzünden gözlerini k aybetm işti. Sinem a, e n sta n ta n e ’ye dayanır. Bugün, fotoğraf, bu k a v ­ ram ı herkese kabul ettirm iş, ö ğ retm iştir: çok k ısa zam anda, saniyenin b ir kesrinde resm i te sb it etm ek v ey a göz önünden geçirm ek. 1839 d a M andé D ag u erre’le N ioèphore N iepce’in m irasçıların d an bu yeni icadın im tiyazı F ra n sız hüküm etince sa tın alındığı zam an dünya, en stan tan en in ne olduğunu bilm i­ yordu. Niepce, ilk fo to ğ ra fı olan “H az ır so fra” resm ini 1823’te çekm iş ve bunun için ondört s a a t poz verm işti. D ag u erre u su ­ lü ilk resim ler, 1839 da çekilen n a tü rm o rtla r ve m a n za ra lar,



SİNEMA



TARİHÎ



7



h âlâ y a n m s a a t poz verilerek çekilebiliyordu. 1840 ta n so n ra bu m üddet y irm i d ak ik ay a indi. Y üzleri boyanm ış, heykel g i­ bi h arek etsiz durdurulan, güneş ışığı altın d a buram b uram te r döken ve gözleri kapalı in sa n la rın ilk p o rtre le ri de bu s ır a ­ la rd a çekilm eğe başlandı. K ısa zam anda bu iş de halledildi ve bir iki dakikalık pozla resim alm ak kabil oldu. B una k a r ­ şılık, h assas cam diye nem li kelodyon kullanılm ası için 1851 y ılın a k a d a r beklem ek g erek ti. B ir fo to ğ ra f cam ından birçok resim basm ak böylelikle m üm kün oldu. Poz m üddeti b irk aç saniyeye düşürüldü. Az zam an d a binlerce insanın çalıştığ ı fo­ to ğ rafçılık m esleki böyle doğdu. 1851 den b a şla y a ra k Claudet, Dubesoq, H erschel, W h e at­ stone, W enham , Seguin gibi a ra ştırıc ıla r, kendi atölyelerinde, h a re k e t halindeki birşeyin resm ini çekebilm eğe u ğ ra ştıla r. A ma, ıslak kolodyon kullan m ak za ru re ti, saniyeden k ısa z a ­ m anda, h are k eti tah lil edebilecek resim ler çekm elerine engel oluyordu. Bu yüzden m odellerini h arek etin birbirini takibeden safh alarım g ö ste rir şekilde poz alm ağ a m ecbur b ırak ıy o rla r­ dı. M eselâ kolunu indiren b ir adam resm i m i çekecekler? ö n ­ ce adam ın kolu h a v a d a b ir resm i çekiliyor fo to ğ ra fa yeni bir cam ta k ıld ık ta n so n ra kolu b iraz inm iş o la ra k b ir resm i d a­ h a çekiliyor ve bu böyle sürü p gidiyordu. K usurlu b ir u su l­ dü a m a 1870 ten önce D um ont, Oook ve b ilh assa Ducos du H auron gibi fo to ğ ra fç ıla ra sinem anın gelecekteki gelişm esini sezdirm eğe; h are k etle ri çabuk laştıracak , y a da y a v a şla tac ak şekilde film çekebilm ek gibi bazı teknik buluşları tesb ite im ­ k ân veriyordu. G erçekten h are k eti tahlil eden resim ler, S an F rancisco ’da, M uybridge adm da b ir Ingiliz ta ra fın d an , hayli m a sra fla çekildi. 1872’de, K aliforniyalI b ir m ilyarder, L eland S tanford, bu işe avuç dolusu p a ra döktü. M uybridge uzun b ir koşu yo­ lunun k en a rın a sıra sıra kulübeler y ap tırd ı.H er birine b ir fo­ to ğ ra f m akinesi yerleştirdi. F o to ğ ra f m akinesinin objektifini açıp k ap a m a işini görsün diye, k arşıd a n ipler gerdirdi, ö y l* ki, ip koparılınca, o p tü ra tö r işliyor, o bjektif açılıyor ve k en ­ diliğinden kapanıyordu. Bu h azırlığın güç ta ra fı m akinelerin hepsine ayni zam anda hassas plâk, nem li kolodyon p lâk ları k o ym aktaydı. Ç ünkü kolodyon k u ruyunca hayali te sb it h a s­ sasım kaybediyordu. H er m akinenin b aşın a b ir fotoğrafçı y e r­ le ştiren M uybridge, düdtlkle kum anda ederek m akinelere a y ­ ni zam an d a cam yerleştirilm esini sağladı, ik in ci düdükte de,



8



SİNEMA



TARİHÎ



yolun bir bağında tu tu lan a tla r serbest b ıra k ıla ra k k o ştu ru l­ du. K oşan h ay v an lar h er ipi kopardıkça o m akine, hayvanın o an d ak i resm ini çekiyordu. Güç ve sa k atlığ ı olan b ir işti. Baza n ip dayanıklı çıkıyor, kopm uyor, a tı ve üzerindekini düşü­ rüyor, h a ttâ kulübeyi, fotoğrafçıyı yerlerde sürüyordu. N iha­ y e t uzun çalışm alar sonunda (1872-1878), seri halinde h are­ k e ti tah lil eden resim ler çekilebildi. 1878 den itib aren de, Kalifo m iy ad a çekilen bu resim ler her yerde yayınlandı. U m um î b ir heyecan y a ra ttı. 1882’de, M uybridge’in A vrupa se y ah ati sırasında, fizyo­ loji bilgini M arey, uzun zam andır üzerinde çalıştığı hayvan h arek etlerin i te sb itte fo to ğ ra fta n fay d a lan m a ğ a k a r a r v er­ di. P iy asa y a brom ürlü jelâtinden yapılm a yeni hassas p lâ k lar çıkarıldığı için, bu iş b ir derece kolaylaşm ıştı. Çeşitli çalış­ m a lard an sonra, M arey, 1888 de, ilim ler A kadem isine, peli­ kül üzerine çekilm iş ilk sinem a resim lerini sundu. K am era denilen m odem sinem a m akinesini g erçekleştirm iş ve ilk defa o la ra k kullanm ıştı. M arey’in çalışm alarından hem en so n ra (1888-1890) In ­ g ilte re ’de de Leprince ve F riese Greene, güzel sonuçlar elde ettiler. L âb o ratu v arların d a veya h erhangi b ir uygun bir yerde, çektikleri film i perdeye ak settird iler. D ah a so n ra M a­ re y ve onunla b irlik te çalışan D em eny de ayni şeyi y ap tılar. L eprince’le F riese G reene'in kurdeleleri o rtasın d an delikliy­ di. P erdeye a k s e ttirirk e n kurdelenin sa b it tu tu lm ası için b u ­ n a lüzum vardı. Bu usul, h a re k e t halindeki resm i bulan Reynaud ta ra fın d a n d a kabul edilm işti. B ir m ürebbiyeyle k a b a rtm a m adalyonlar y ap a n b ir u s­ ta n ın oğluydu R eynaud. 1877 de H o m er’in zootrope’unu g e­ liştird i ve praxlnoscope adını verdiği bir â le t yaptı. 1888 de, delikli kurdele usulünü kullan arak , “O ptik tiy a tro su ” adiyle b ir â le t y ap tı ve on yıl, G revin müzesinde, renkli ve h a re k e t halindeki el yapısı resim leri perdeye a k se ttirip herkese gös­ terdi. P ro g ra m la rı h er biri on onbeş d ak ik a süren kurdele­ lerden m eydana geliyordu. Y ani Reynaud, d ah a o zam andan, şim diki h are k etli resim tekniğini kullanm ış oluyordu. B unun için in sanın h arek etlerin i ince k â ğ ıtla ra ü stü s te kopye ederek tah lil ediyor, a rk a sın a b ir fon resm i çiziyor, so n ra bunları te ­ k e r te k e r kurdeleye işliyordu. Yine o sıra la rd a Edison, her resm in k e n a rın a d ö rt çift delik hesabiyle 35 m ilim etrelik kurdeleyi b u la ra k çağdaş film-



SİNEMA



TARİHİ



9



elliğe kesin b ir yön verdi. O nun am pulü icadetm esi, bu lâm ­ b aların geniş ölçüde y ap ılm a ğ a başlanm ası, sinem a ve p ro jek ­ siyon işlerini de g eliştirm eğe yaradı. Y ine onun çalışm alariyle E astm an K odak fa b rik a la rı ta ra fın d a n sellüloid üzerine sinem a film i yapılm ası sağlandı. Edison, sinem a film inin h er­ kesin göreceği şekilde perdeye aksettirilm esin i istem iyordu. O na göre böyle birşey, a ltın y u m u rtla y an tav u ğ u kesm ek olucak tı. K inetoscope dediği, kocam an b ir k u tu içinde dönen, a r ­ k ad an ışık a la ra k b ir küçük pencereden b ir kişinin seyredebi­ leceği film m akinesini y ap tı. Bu âlet, birçok m em leketlerde, o, h a re k e t eden resim leri perdeye ak se ttirm e k fik rin i doğur­ du ve birçok ara ştırıcı, sinem a film ini sürekli o la ra k perdede o y n atac ak m akineyi y ap m ağ a çalıştılar. Çeşitli â letler de y ap tıla r. E sk i “büyülü fen e r-lan tem e m agique” âletinin için­ den film i geçirip o b je k tiften b ir perdeye ak settird iler. Y ah u t bu n a benzer m akineler kullandılar. Bu iptidaî âletlerd e Edison’un p iy asad a bulunan film lerini kullanıyorlardı. İlk o la ra k bu film leri p a ra y la h alk a gösterm eği ak ıl edenler, bu işden k â rlı çıkacaklardı. Ç ünkü 1888 denberi g e­ re k lâ b o ratu v arlard a, gerek h erkesin o rtasın d a yapılan dene­ m eler epey çoğalm ıştı. 1895 de, ilk “sinem a tem silleri” görüldü. H em en h er ta ­ ra fta , bunu g erçekleştiren kim seler, birbirlerinden habersiz çalışıyorlardı. B u yüzden, sinem anın icadı sonradan birçok an laşm azlık lara yol açtı. A m erik a’da olsun, A lm anya’d a ol­ sun, tek. tük, y a h u t seri halinde “sinem a tem silleri” verildi. F a k a t ayni yıl çeşitli zam a n lard a yapılan bu g österilerin hiç­ biri 28 A ralık 1895’te P a ris’te, Capucines bulvarındaki “G rand ca fé” de gösterilen “L um ière sinem ato g rafı” k a d a r ilgi çek­ medi, g ü rü ltü uyandırm adı. Louis Lum ière, babası ve kardeşiyle, Lyon şehrinde b ü ­ y ü k b ir fo to ğ ra f m alzem esi atölyesi işletiyordu. 1894’te F ra n ­ s a ’y a ilk kinétoscope'Iar gelir gelm ez deneylerine b aşlam ış­ tı. L yon'da yapılan Edison tipi b ir çeşit pelikülden fay d a la­ n a ra k önce bir ehronophotographe m eydana getirdi. B ununla h alk a b irk aç tem sil verdikten so n ra 1895 m a rtın d a sinem atog­ r a f âletin i yaptırdı. B u â le t hem kam eraydı, y ani film çeki­ yordu, hem de projeksiyon m akinesiydi, y an i film oyn atıy o r­ du. B enzerlerinin hepsine de üstündü. G erek yapılışındaki ile­ rilik, g erek çekilen film lerdeki başkalık, L um ière’e, dünyaca şö h ret sağladı.



10



SİNEMA



t a r i h î



Louis Lum ière, on k a d a r film çeken ve o y n atan u s ta ye­ tiş tire re k bunları çeşitli m em leketlere yolladı. B ugün “Ciné­ m a, Ciné, K ino” gibi kelim elerin türediği sin em ato g raf adını d ü n y ay a duyurdu. In g ilte re kralı, A vustu ry a k ra l ailesi, Ç ar b u yeni âleti görm ek istediler. K ısa zam anda sinem atograf, A m erik a’d a da b a ş a n kazandı. Bu işe serm aye y a tıra n la r ço­ ğaldı. F ra n s a ’da Méliès, G aum ont, P a th é gibi ötedenberi bu işle u ğ raşa n lar, yeni icadı benim sediler. 1896 yılı sonundan itib aren , sin em ato g raf m akinesi, lâ b o ra tu v a rla rd a denenen b ir â let olm ak tan çık arak tic a re t âlem inin m alı haline girdi, ö n c e sinem a m akinesi sanayii kuruldu, ardından sinem a sa­ nayii dediğimiz, asıl s a n a t gelişti. İLK K IM ILD IY A N R E S İM L E R VE LO UÎS L U M IÈ R E 1825’te yapılan T haum atrope, y u v arla k kesilm iş te k bir k a rto n d a n ib a re tti. Bu k arto n u n b ir yüzünde m eselâ b ir kuş, öbür yüzünde kafes resm i vardı. Ç apından geçen b ir a k s üze­ rin d e hızla döndürülünce, kuş, kafese giriyordu. A m a bu, "kım ıldayan b ir resim ’’ değildi. B urada esas, ik i h ayalin ü stü ste görünm esi ayni a n d a gözde bir te sir yaratm asıydı. L âkin bu oyuncak, çeşitli k o nularda renkli b a sk ıla rla büyük şehir­ lerin çarşıların a, p a z a rla rın a döküldü. B ir yüzünde at, öbür yüzünde süvari; b ir yüzünde kesik baş, öbüründe başsız göv­ de gibi, an cak döndürülünce ta m am lan a n k a rto n daireler s a ­ tılır oldu. Bu ilgi, V iyana’da S tam p fe r’le L iège’de P la te a u ’ya, in sa­ nı h a re k e t halinde görm ek ve gösterm ek fikrini verdi. Bu h a ­ rek et, derinlem esine olduğu zam an da insan, üçüncü boyut içerisinde görülm üş ve gösterilm iş olacaktı. Stéréoscope’un icadından b irk aç yıl önce, bu usulle, P lateau , ökçeleri üstünde dönen b ir adam resm i y ap tırm ıştı. S tam p fe r ise, dönerek sıç­ ra y a n b ir adam resm i yap tırd ı, ilk tek n ik ilerlem elerden iyi neticeler alınınca oyuncakçılar, konularını hem en sın ırlan d ır­ d ıla r: iş, sayısız defa tekrarlan ab ilecek b a sit b ir h a re k e t seç­ m ekteydi. E ngel a tla y a n b ir a t, terbiye görm üş b ir köpek, dans eden b ir kim se, b ir cam baz, b ir balerina, trapezci, bok­ sör, güreşçi, içki içen b ir adam , yangın söndüren iki tu lu m ­ bacı, düello edenler dişi ağ rıy a n kom ik b ir h a sta n ın birinci plân d a gösterilm iş resm i, dem irci, berber, paly aço lar bu bey­ lik k o nuların ilk örnekleriydi.



SİNEMA



TARİHÎ



11



Reynaud, 1877 de kendi buluşu olan praxinoscope için, yeni k o n u lara gitm eden önce, bu beylik k onuları kullanm ış ve düzeltm işti. S tam p fe r ve P la te a u gibi o da m eydan d erin ­ liğinden faydalandı. Yani, k onularının yalnız enlilem esine de­ ğil, ileriden geriye, y a d a geriden ileriye doğru h arek etlerin i de te sb it etti. Böylece, âletinin görüş alan ın a derinlem esine b ir boyut üçüncü boyut kazandırdı. O ndan evvel çalışanlar, te k veya çift fig ü rle yetinm işlerdi. Em ile R eynaud ise, birçok çifte vals o y n atarak bu g ru p la n birbirinden u zaklaştırd ı, b ir­ birine y aklaştırdı. B üyük plândan, yani yalnız yüzleri y ak ın ­ dan g ö steren p lândan faydalandı. M uybridge ve M arey’in ça­ lışm alarını görerek, a tla rı seyredene doğru b ir şekilde d ö rt n a la koşturdu. "O ptik tiy a tro ” dediği şey için R eynaud’n un hazırladığı ilk kurdele "K öpekler ve palyaço”, P la te a u ’dan b eri bilinen beylik b ir konuyu ele alm ıştı. Y alnız R eynaud, sayısız defa te k ra rlan a b ilen ayni sü ra tli h a re k e ti k a rışık h arek etlerle de­ ğiştirm işti. "Silm e b ira” adındaki kurdele ise, yine beylik k o n u lard an “içki içen ad am ” ın geliştirilm iş şekliydi. Bu ko­ nuya, p alyaçoların k a rışık h arek etlerin i k a ta r a k b ir kom ik sonuca varm ış, bugünkü deyişle b ir skeç elde etm işti. “Za­ vallı m a sk a ra ” ise, o ilk tesirlerden tam am iyle k u rtu lm u ş­ tu r. B u rad a m a sk a ra (P ie rre t), Colombbıe’e k u r y a p a r sıma, A rlequin’in dayağını y e r sonunda. F ilm on iki d ak ik a sü rü ­ yordu ve b ir de şa rk ıy a dayanıyordu. "D eniz banyosu kabinesi çevresinde” ise d ah a k a rışık ve zengindi. F ilm b ir çeyrek sü ­ rüyordu. G örülen sahneler veya ta b lo la r g erç ek te n b ir b ütün m eydana getirecek şekilde birbirini takibediyorlardı. K urdelenin başlangıcında, banyo edenlerin m a sk a ra lık ­ la rı g erçek b ir deniz banyosu tesiri yaratıy o rd u . B ir y an d an da m a rtıla r uçuşm aktaydı. Bu m a rtıla rın uçuşu, film in tem el direğini teşkil ediyordu. T iy a tro d a böyle birşey olam azdı çün­ kü. S o n ra g a y e t canlı idare edilm iş alaylı b ir olay g ö rülü y o r­ du. P arisli bir çift, p lâ ja geliyorlardı. M ünasebetsizin biri, k a­ dına sırnaşıyor, kabinede soyunurken gözetlem ek istediği için k ıçın a tekm eyi yiyordu. K adınla erk ek yüzerlerken, adam ol­ m ak bilm iyen çapkın, kadının kabinesine gizleniyordu. U fak b ir döğüşten sonra, açık yelkeni üzerinde "Tem sil b itti” y a­ zısı o kunan b ir k ay ığ ın geçişiyle film sona eriyordu. "B ir deniz bany o su 'k ab in esi çevresinde”, bugünkü el y a ­ pısı, k a rik a tü r film lerin b ü tü n beylik özelliklerini kendinde



12



SİNEMA



TARİHİ



to p lam ıştı: sü resi ayniydi; kişileri iyice birbirinden ayrılm ış tip ler halinde g ö steriliy o rd u ; hiyleler yerli yerinde ta tb ik edil­ miş, dekor u sta c a yapılm ış, olay güzel gösterilm işti. Reynaud, kendinden sonrakilerin bile becerem iyecekleri sonuçlara u laş­ m ıştı. Çizdiği insan resim leri, k a rik a tü r değildi. “O cak başın d a rü y a ” film iyle rüyayı ve hayali bu işe t a t ­ b ik etm iş, geriye dönüşleri, yani olayın sonunu an la tırk e n baş ta r a f a geçişleri denem işti. "O ptik tiy a tro ” nun bu el yapısı resim lerinden az sonra, B âm eny’nin Phonoscope’u, ilk defa M arey’in lâ b o ra tu v a r de­ nem elerini h alk a göstererek, "Y aşasın F ra n sa !" y ah u t: “Sizi seviyorum !” diyen h a re k e t halinde b ir insan portresin i p e r­ deye ak settird i. Böyle, ikinci plânın b ir kısm ını d a perdeye alan b ir büyük plân, E dison’un bile önem ini b elirttiğ i b ir ye­ nilik oldu. F o to ğ ra fı büyük plânda çekm ek, A m erikalı D ickson t a ­ rafın d an da b ir film de ta tb ik edildi. Asıl, D ickson’ın çevirdiği kurdelelere ta m m ânasiyle ilk film ler denilebilir. Y arım s a a t­ te n aşağ ı sürm üyordu bu film ler. Zootrope film leri gibi ayni h arek etin te k ra rın d a n ib a re t de olabiliyordu konuları. S eyir­ ciler b u n la ra b ir p ertav sız ark a sın d an bakıyorlar, k a r t pos­ tald an biraz küçük görüyorlardı. Edison diyordu ki: “K kıâtoscope y ap m ak fik ri bana zootrope denilen bir â le tte n geldi. Y aptığım âlet, son ara ştırm a la rım ı y ay m ağ a y a ra y a c a k k üçük bir m odelden b a şk a birşey değildir.” Dickson, zootrope’ta canbaz, a tla y a n köpek vesaire gibi n ek a d ar beylik konu v a rsa hepsini b ir k ere ele aldı ve klnetoscope’a ta tb ik etti. Z ootrope el yapısı resim leri g ö ste riy o r­ du. ik i düzüne resim yerine kinâtoscope’t a beş yüz fo to ğ ra f k u llan m ak lâzım geldi. Zootrope kurdelelerinde konu y a lü­ zum lu eşya, ak sesu v a r vard ı am a, dekor yoktu. K inâtoscope’t a d a aynen böyleydi. Bu film lerin hepsi, E dison’un H a ra M a­ r ta denilen stüdyosunda yapılm ıştı. Siyah bir fon önünde be­ y az silûetler h a re k e t ediyordu. Bu beyaz silûetler k u k la k a ­ dar, in sana benzem ekten u zak şeylerdi. N eg a tif o la ra k çekil­ m iş k arag ö z h ay alleri gibiydi.“ B u n a k a rşılık D ickson’un hazırladığı kurdelelerin çoğu d ah a b a şk a türlü y d ü ve geleceğin gerçek film lerini h a tırla ­ tıyordu. Y alnız büyük plânı kullanm ış olm ak bile E dison’un k u k la y a benzer gölgeleri k arşısın d a değil, insan s u ra tı k a rş ı­ sında bulunulduğunu gösterm eğe yetiyordu. (Sinem a dilinde



SİNEMA



TARİHİ



13



bü y ü k plân, film in karesini dolduracak k a d a r çehreyi büyük çekm ek dem ektir. O m uzlara k a d a r çekilen resm e büyük plân, gövdenin y a n s ın a k a d a r çekilen resm e A m erik an plânı, boy resm ine o r ta plân, b ir dekor o rtasın d a birkaç kişiyi gösteren resm e genel p lân d iy o rlar). Dickson, “P ro fesö r Sandow ” u A m erik an plânında çektiği zam an onun kollarını, kaslarını, yüzünü oynatm ası, fonun siyahlığını silip süpürm üştü. Bu se­ fer, sahiden canlı bir fo to ğ ra f elde edilmiş oluyordu. “İtfaiy en in k u rta r ış ı” n d a siyah fon üzerine konulm uş olan b ir itfaiy e m erdiveni, sahneyi dolduran dum an, gerçeğe uy g u n b ir dekor y a ra tm a ğ a yetişm işti. E şy a ve fig ü ra n la r ço­ ğaldığı zam an da ayni te sir elde ediliyordu. Böyle, kinétoscope’u b aşarılı gösterecek birçok film yapıldı. B u n lard a Edison'un buluşu olan fonograf usuliyle ta n ın m ış m üzikhol a r ­ tistlerin in şa rk ıların ı da çaldığı için, bu usul, o a rtistle rin m eşh u r olm asına yardım etti. Edison’un yanında D ickson’un y erini alan Edm und Kuhn, aslında b ir fo toğrafçıydı ve zootrope’un özelliklerini b ir y an a b ıra k a ra k h a re k e t halinde fo to ğ ra fla r çekm iş olm ak­ ta n b aşk a birşey yapm ıyordu. Edison atölyelerinde k u llan ı­ lan kam era, yani film çekm e m akinesi, esasen o k ad a r ağ ır, öyle k a rm a k a rışık b ir â le tti ki stüdyodan dışarı kım ıldatılam ıyordu bile. A ncak L um ière m akinelerinin başarıların d an so n ra Edison atölyesi k am eray ı d ışarıda k ullanm ak im k ân ın a kavuşabildi. K uhn’un çevirdiği film lerden iki tanesi m eşhurdur: M a­ ria S tu a r t’ın ölüm ü” bir, b ir de “M ay Irv in ’Ie Jo h n C. Rice’ın öpüşm esi”. B irincisinde kalab alık h alk önünde M aria S tu a rt'ın başı kesiliyor ve cellât bu kopm uş başı h alk a gö steriy o r­ du. İkincisiyse, o sırad a pek b aşarı kazanm ış bir piyesin film şekline sokulm uşuydu. Bu film, büyük p lâ n a önem veren ilk eser değildi. A m a büyük plân resim lerinin yayılm asına yol aç an ilk film oldu. K onudaki âşıkdaşlık sahnesi, ondan so n ra binlercesi yap ılacak olan “happy end” (M esut bitiş) anlayışını o rta y a koyuyordu. B unlardan b irk aç ay sonra, vitascope denilen ilk renkli film yapıldı. V itascope’un özelliği g a y e t b asitti: film de bir dansöz, tüllerini sa v u ra ra k oynuyordu. Y alnız K uhn’un k a r ı­ sı, kendi eliyle, film in t>°zitifini boyam ıştı. Sinem a tarih in d e ilk ren k li film denem esi budur. Dickson ve K uhn ta ra fın d a n çevrilen ilk film ler, zootro-



14



SİNEMA



TARİHÎ



p e k o n u ların a bağlı k alm ak la b erab er sinem ada yeni ta rz la ­ rın o rta y a çıkm asına, a k tü a lite film ciliğinin ra ğ b e t görm e­ sin e sebep olm uştur. B unlarda aktörlerden, d ekorlardan is­ tifad e edilm işti. Çalgılı eğlence yerleri ve tiy a tro la r film e çe­ kilm işti. F o to ğ rafçılık bakım ından değeri yüksek değildi, çünkü peliküllere sürülen m addeler yıkandığı zam an iri n o k ­ ta la r (g rain ) m eydana getiriyordu. Bu film lerin gördüğü ilgi de p ek fa z la olmadı. K inestoscope film lerinin konularından çoğu, projeksiyonu için h azırlan an film lerde ve sinem atog­ r a f ta yeniden, ele alm acak, ancak sinem atograf, film ciliğe yep­ yeni ve değişik ko n u lar sağlayabilecekti. L um ière kardeşlerden Louis, fotoğrafçıydı. S inem ato g raf âletin i y ap m ak için uzun uzadıya, zootrope’u incelem esine h a­ c e t bile yoktu. F ilm lerinin pek önem li b ir özelliği v ard ı: h a­ re k e t halinde fo to ğ ra f olm ak özelliği. Louis Lum ière, 1895'te ilk sinem a gösterisini y ap tığ ı z a ­ m an seçtiği on iki k a d a r konu, fo to ğ ra f am atö rlerin in yolun­ d an g itm işti. Y ani ince b ir tekniği vardı. Ç ağının ilk fotoğ­ rafçıların d an biriydi zaten. İşinin ehliydi. E n sta n ta n e resim çekm ekte ustaydı. K onuyu k u rm a k ta (kom pozisyon) ve çerçeveıem ekte (ca d ra g e), b ir film k aresin e girecek u n su rları seçm ek, onlarm dağılışım h esap la m ak ta ü stüne kim se yok­ tu. İlk filmi, aşağı y u k a n b ir reklâm film i denilebilecek olan “F a b rik a d a n dağılış”, F ra n sa 'd a fo to ğ ra f sanayii üzerine bir k o n feran stan so n ra h a lk a gösterildi. B u film de ilkin bisik­ le tli işçiler, bol etekli, tüylü şapkalı işçi k ız lar fab rik alard an çıkıyor, onların peşinden iki atlı b ir k u p a a ra b a sın a binerek p a tro n la r geçiyor, en sonunda d a kapıcı, k ap ıları örtüyordu. Lyon'lu bu iş adam ı, iş h ay a tın d a n b a şk a sahneler de çekti. H epsinde konu, kendi fab rik asın ın çeşitli atölyeleriydi ve iyi k ö tü bir olayı gösteriyordu: “D em irci”, “D oğram acı”, “B ir d u v a n n yıkılışı” gibi şeyler... A ile h ay a tın ı gösteren, a m a tö r fo to ğ rafçıların belli başlı konularım d a canlandırdı: “Bebeğin k ah v a ltısı”, “K ırm ızı b alık la r y u v arla k cam kavanozda”, “Ç ocuk döğüşü”, “D enizde bamyo”, “T av la oyunu”, “K ari­ des av ı”... L um ière’in ustalığı, kişilerini bulundukları v ey a g ö r­ m ek istedikleri haller içinde film e çekm esindeydi. B abasının çiftliğinde çektiği “O t y a k a n la r” ise, yükselen, rü z g â rla sav ­ ru lan dum anın h a re k e ti dolayısiyle resm e derinlik k azan d ır-



SİNEMA



TARİHİ



15



n ıak bakım ından pek beğenilm işti. A m a onun en beğenilen, en çok d a ta k lit edilen iki filmi, “T ren’in istasy o n a v a n ş ı” ile “Kendini sulayan bahçıvan” oldu. Birincisi film de derinlik yü­ zünden, İkincisi de kom ik te sir yüzünden çok ta k d ir görm üştü. H a ttâ tren in gelişini ilk defa görenlerin çoğu, ezileceklerm iş vehm ine kapılıp yerlerinden fırlıyorlardı. Bu film sayesinde, k am era, ilk defa ü rk ü tü c ü b ir te s ir u n su ru olm a değerini k a ­ zandı. K ullandığı m akine en büyük plândan n âm ütenahiy e k a ­ d a r n e t çekm ek im kânına sahip olduğu için, b u rad a Lum ière, g a y e t geniş bir alış plânından faydalanabilm işti. U za k tan ge­ len tren in g ittik ç e yaklaşıp büyüyerek b ü tü n perdeyi k a p la ­ m ası, k ap ıların açılışı, inenler, binenler, h a ttâ b u n la r a ra sın ­ d a k am eray ı görünce elinde olm adan d u rala y an g a y e t güzel b ir köylü kiziyle yakışıklı delikanlı (istem edikleri halde ilk jönpröm iye olan lar), sonraki sinem a tekniğinde kullanılabi­ lecek b ü tün p lâ n ların bu film de toplanm asına yardım ediyor­ lardı. T renin u z a k ta n gelişi kesik değil, sürekliydi. Y ani te rs yönden b ir k a m e ra kayd ırm ası (travelling) te siri veriyordu. S inem a alıcı m akinesi yerinde durduğu halde insanların ve tren in böyle y aklaşm ası veya boyuna y er değiştirm esi, b u ­ g ü n k ü film cilikte an cak m o n ta jla elde edilebilecek değişik p lâ n lar sağlam ıştı. “K endini sulayan bahçıvan” da, L um ière'in on yaşın d a­ ki en k ü çük kardeşi, bahçıvanın h o rtu m u n a ay ağ ım basıyor, ad am su kesildi m i diye h o rtu m u n ağ zın a b ak a rk en ay ağ ım çekip bahçıvanı ıslatıyordıj. E sk i ve sade b ir konu. 'Üstelik fo to ğ ra f olarak d a güzel değil. A m a L um ière’in d ah a b aşk a kom ik film ler çekm esine yol aç ac ak tı: “K ötürüm ” de, bele­ diye m em urunu görünce, k ö tü rü m ü n bacak ların ı a y ıra a y ıra ko şm ağ a başlam ası, belediye m em urunun onun peşine düşm e­ si, ilk ta k ip li film dem ekti. Böylece, sinem ada oyuncunun, ko­ n u y a beklenm edik b ir yönden m üdahale etm esinin ilk ö rnek­ leri belirm iş oluyordu. Lumière, 1895’te, N euville-sur-Saône nehrinde gem iden inen F o to ğ ra fç ıla r K ongresi Ü yeleri’ni film e çekerek ilk aktü a lite film ini yaptı. Neuville Belediye reisinin, gökbilgini Ja n sse n ’le y ap tığ ı konuşm adan y irm i d ö rt s a a t so n ra bu film h alk a gösterildi. H a ttâ Belediye reisi L agrange, perdenin a r ­ k a sın a s a k la n a ra k kendi sözlerini yüksek sesle tek ra rlad ı. Böylece ilk sesli film denem esi de yapılm ış oldu. K lnétoscope’u n m ihaniki usullerle elde edilen k u k la r e ­



16



SİNEMA



TARİHİ



sim lerine k arşılık L um ière’in gerçekçiliği, başarısını sa ğ la ­ m a k ta b aşlıca âm il oldu. T enkitçiler “ta b ia tı oluş halinde tesb it” e ttiğ i için onu göklere çıkardılar. Sinem ayı icadeden bu adam , D ickson’un aksine, a k tö r kullanm am ıştı. M izansen (sah n e te rtib i) yapm am ıştı. 1896 yılı b aşların d an itibaren, Lum ière, iyi yetiştirilm iş b irkaç o p era tö r k u lla n arak işini genişletti. B unlar hem film çekiyorlar, hem bunları yıkayıp hazırlıyorlar, hem de o y n atı­ yorlardı. ilkin, sokak sahneleri çektiler: “Lyon’da Cordeliers m eydanı”.. Bu film le sinem anın reklâm gücü de o rta y a çık­ tı. O peratörler, kalabalık yerlerde, halk ın ilgisini k azan m ak için, m anivelâlarını boş yere döndürerek, film çekiyorlarm ış gibi, saatlerce dem ir a ttıla r ve L um ière film lerinin bedava reklâm ını y ap tılar. A kşam olunca kendilerinin film e çekildi­ ğini san anlar, tab iî sinem a salonunu dolduruyorlardı. L um ière’in adam ları, ilk a k tü a lite film lerini, ilk doküm a n te r film leri ve ilk film rö p o rta jla rın ı icadetm ekle k alm a­ dılar. F ilm cilikte m o n taj denilen kesip biçip çeşitli kısım ları uç uca eklem e işini de o rta y a a ttıla r. Bu alanda, p atro n ları, d ö rt d ak ik alık b ir senaryo ısm a rla y a ra k onları bu yola sevk etm işti: itfa iy e n in çıkışı, teçhizatın hazırlanm ası, y an g ın a su sık m a ve k u rtarm a... B u d ö rt film, projeksiyon m akineleri ıslah edilip de te k b ir film haline getirildiği zam an, alevler a ra sın d an b ir k u rb an ı k u rta rm a k gibi acıklı bir konuya d a­ y an an ilk m o n taj elde edilmiş oldu (1895). Bu m ontaj, yani b ir film in değişik za m a n lard a çekilen çeşitli kısım larını, konuyu a k satm ay ac ak şekilde uç u ca ek ­ lem ek meselesi, 1896 baharında, R u sy a çarı İkinci N iko la’nın ta ç giym e törenine a it rö p o rta j film inden so n ra z a ru re t h a ­ line geldi. B irkaç o p era tö r birden, olayı başından son u n a k a ­ d a r film e çekm işlerdi. A m a h e r birinde b a ş k a b a şk a sah n e­ le r m ükem m el o la ra k çekilm işti. B unun üzerine h er film den en güzel yerleri kesip bunları b ira ra y a getirm ekle, y an i bir m o n taj işi görm ekle tek b ir a k tü a lite film i elde edildi. A çık hav ad a film çekm ek, rö p o rta jla r yapm ak, a k tü alitey i te sb it etm ek, L um ière ta ra fın d a n o rta y a atılm ış bir tarzd ı. P a riste ise, 1897 de Clém ent M aurice’in arzusu ü zeri­ ne Geroges H a to t ile B retteau , açık h a v a y a d ekorlar k u rd u ­ lar. M akiyajlı a k tö rleri o y n a ta ra k açık h av ad a m izansenli film çevirdiler. Ç evirdikleri kom ik film ler, senaryosu tıp k ı “Kendini sulayan bahçıvan” a benzeyen b a s it şeylerdi. D ram



SİNEMA



TARİHİ



17



k o n u la n y a p tık la rı zam an, d ah a el değm edik şekillerde çalış­ tıla r; m eselâ ilk d efa ta rih i şahsiyetleri sinem ada canlandır­ m a yolu na g ittile r: Robespierre, M a ra t gibi F ra n sız ih tilâl­ cileri, y a h u t İsveç k ra lı XH, Charles, D ük de G ülse gibi k im ­ seler perdede gösterildi. L um ière kardeşler, işi d ah a çok sinem a ve fo to ğ ra f m al­ zem esi sa tm a ğ a d ö k tükleri İçin öyle sahne te rtib i filân gibi kü lfetlere girm iyorlardı. T ek saplan d ık ları alan, a k tü a lite alan ı oldu, kaldı. F ilm sto k ların ı bile sa ttıla r. 1898 den iti­ baren, h avadis film lerinden b a ş k a birşey çevirm ediler. B una k a rşılık film çekebilecek o lg u n lu k ta o p era tö r yetiştirm ekle, ilk sinem a hiylelerini ta tb ik etm ekle, m akineyi k a y d ıra ra k film çekm ekle (travellin g) m esleklerine hizm ette devam e l­ tiler. A sıl k ay d ırm a (tra v ellin g ), 1896 da, V enedik’te Pronıio ta ra fın d a n ta tb ik edilm işti. Gondolle oteline dönerken, rıh tı­ m ın h arek etsiz durduğu halde k ay ık yürüdüğü için k a y a r g i­ bi görünm esi, bu o p eratö re m akineyi y ü rü te re k konusuna y ak laşm ak veya m akinesi sab itm iş gibi g ö ste re rek konunun kaydığı hissini u y an d ırm ak fik rin i verm işti. Böylece, sinem a tarih in d e ilk defa sa b it k a m e ra yerine yürüyen k a m e ra k ul­ lanıldı. E yfel kulesi asansöründe, balonlarda, tren lerd e film çekildi. L um ière operatörleri elinde k ay d ırm a işi yalnız doküm a n te r film lere m ahsus kalıyordu. On sekiz ay sonra, halk sin e m a to g ra ftan usandı; b irk aç dakikayı geçm eyen bu h a re k e t halindeki fo to ğ ra fları gö rm ek ten bıktı. B oyuna konuya bağlı kalm ak, m akinenin im kânlariyle k a s k a tı çevrilm iş olm ak si­ nem ayı b ir çıkm aza sokm uştu. Bu çıkm azdan k u rtu lm a k için film in b ir hikâye, başlangıcı, gelişm esi ve son olan b ir olay an latm ası gerekiyordu. B unun için te k çık ar yol, tiy a tro d an fay d alan m aktı. F İL M D E SA H N E T E R T İB İ: GEORGES M ÉL1ÈS K endisinden önce b aşk a şekillerde denenm iş olm asına rağm en, s in e m a to g ra fta sahne tertib in i başariyle ta tb ik eden ilk kimse, G eorges Miéliès'ti. K onusu acıklı ilk film ler, O rtaç ağ tiy a tro la rın d a olduğu gibi, din törenleriyle ilgiliydi ve önce L um ière şirk etin in ope­ ratö rle ri ta ra fın d a n B ohem ya’d a çekilm işti. A m a bunlard an yalnız A m erika’d a bahsedildi. Z aten alelâde şeylerdi. K işiler,



F. 2



18



SİNEMA



TARİHİ



kocam an d ekorların a ltın d a â d e ta kayboluyorlardı. B ununla beraber, b ir A m erikalı, L um ière’in bu dinî film ini on bin do­ la ra sa tın aldı. O sıra d a Georges Méliès, P a ris ’te R o b ert H oudin tiy a t­ rosunu id a re ediyordu. Ü nlü sihirbazın tiyatrosu, M éliès’in idaresine geçince de ta rz ın ı değiştirm edi ve hokkabazlık si­ h irb azlık g ö sterileriyle şö h ret yaptı. Z aten zengin olan Mé­ liès, bu işden hayli kazandı. L um ière mUessesesinln G rand Café ’de verdiği sin em ato g raf gösterilerine h ay ra n kalm ıştı. A n­ toine L um ière’e, oğlunun m akinesini sa tın alm ağı te k lif etti. B ab a L um ière "S in eg ıato g raf’t a iş yok. Bu tem siller p a ra g e­ tirm ez in sana" diye cevap verdi. Méliès, b irkaç h a f ta so n ra L ondralı W illiam P a u l’den b ir projeksiyon m akinesiyle ham K odak kurdelesi sa tın aldı, tik film leri L um ière’le E dison'un y a p tık la rım te k ra rd a n , y a da ta k litte n ib a re tti. 1896 da, bu şekilde seksen film çevirdi. E rte s i yıl, 1897’de, M ontreuil'deki arazisinde büyük m a s­ ra fla rla b ir stüdyo yaptırm ası, sinem anın m ahiyetini değ iştir­ di. S inem a hiyleleri, ilkin bu stüdyoyla geniş ölçüde ta tb ik edilm eğe başlandı. Sinem ada hiyle (tru q u a g e), göz aldanm ası veya b irb i­ rin i tak ib eden sahnelerin birbirinin devam ıym ış gibi te sir e t­ m esi gerçeği, M éliès’in düşüne ta şın a ulaştığ ı g erçek ler de­ ğildi. T esadüfen bu iş ak lın a gelm işti. B ir gün, P a ris ’teki Ope­ r a m eydanında çekilm iş b ir film i seyrederken, b ir omnibüsün perdede ansızın cenaze a ra b ası haline girdiğini görm üştü. Bi­ ra z düşününce bu değişm enin sebebini k eşfe tti: K urdele, alı­ cı m akinede yürüm em iş durm uş kalm ıştı. H albuki dışarıdaki m a n z a ra değişiyordu. Böylece iki a y rı sahne ayni kurdele üzerine U stüste çekilm işti. S onra kurdele takıldığı yerden y i­ ne dönm eğe b aşlay ın ca film bu sefer, om nibüs yerin e cenaze arab asın ı çekm eğe devam etm işti. E sasen sahnede sihirb az­ lık n u m a ra la rın a alışık olan Méliès, bu se fe r ayni şeyleri si­ nem ad a y apm ağı ak ıl etti. H enüz su n ’î ışık la çalışılm adığından, tiy atro d a, m akine yardım iyle çekem ediği hokkabazlık, sihirbazlık sahnelerini M ontreuil stüdyosunda r a h a t r a h a t ve kolay lık la çevirdi: "K adının Y okoluşu” filminde, b ir duvarın önüne gerilm iş siyah perde fon vazifesini görüyordu. Kadın, iskem lesinde oturuyordu. H okkabaz ta m işa re tin i yapınca, sinem a m akinesi b ir d ak ik a duruyor, kadın, iskem leyi boş bı­ rak ıp gidiyor, o b ir d ak ik a esnasında h okkabaz vaziyetini de­



SİNEMA



TARİHİ



19



ğiştirm iyor, so n ra boş iskem leyle film e devam ediliyordu. 1897 de Méliès bu usulle birçok sahne hiylelerini film e aldı. Film de ay n i kurdeleye ilstU ste sahne basm ak suretiyle elde edilebi­ lecek çeşitli tesirleri te sb it etti. Sinem ada m a k e t (ufak model ve dekor) kullanm ak, b ir akvaryom ardından su içindeym iş gibi film çekmek, m akineyi k a y d ıra ra k film çekm eyi sinem a hiylesi hizm etinde k ullanm ak gibi yenilikler de ilkin onun ta ra fın d a n ta tb ik edildi. S onradan sinem a sa n atın ın z a ru ri ve tabiî ş a r tla n a ra şm a g iren bu oyunlar, onun film lerinde bir v a s ıta değil, sürprizli b ir neticeydi. T iy a tro y a a it birçok şeyi sinem aya o g etird i: senario, ak tö r, film için konuya m ahsus k ıy afet, m akiyaj, dekor, perdelere ve sahnelere bölme.. B u n lar içinde m eselâ fo to ğ ra f hiyleleri tiy a tro d a ancak m akineyle elde edilebilecek sonuçları k o lay laştın y o r, b a sit b ir oyunla sağlanabiliyordu. S inem anın sessiz oluşu da, ona, a k ­ tö rleri yeni bir yola, tiyatrodan- fark lı b ir yola sevketm ek fik ­ rin i verdi: yüz ifadelerini m übalâğayla belirtm ek. D ekorları nı öyle renklerle boyatıp h a z ırla ttı ki, a k tö rle ri belirgin hale g etirm ek için hiçbir zam an suni ışık kullanm ağa ihtiyacı ol­ m adı. S ta r F ilm adını verdiği firm a, günün en güzel film le­ rin i yapıyordu. B unun için m uazzam b ir sahne te rtib a tı k u r­ m uştu. Méliès, tiy a tro fikrine bağlı kaldığı için film lerini tab lo ­ la ra bölm üştür. A m a sahneler, p lân değişiklikleriyle birbirini takibetm ez. Sinem a dilinde séquence denilen ayni sahnenin çeşitli g ö rü ş açılarından çevrilişi söz konusu değildir daha. K am era, h er tabloyu, sonuna k a d a r ayni yerden te sb it eder. B üyük plândan ancak tesadüfen fay d a lan ır ve bu sıra d a g ö ­ rü ş açısı k a t’iyyen değişmez. Bazı k ısa süreli film lerinde ise bu usulü, kişilerini dev yapılı g österm ek için k ullanm ıştı (Güliver; K au çu k K afalı A dam film lerinde). Sahneler, tiy a tro d a olduğu gibi birbirine bağ lan ır; h a y a tta olduğu gibi değil. Si­ nem a ta rih i için çok ilgi çekici olan bu ilkel b ağ lan ışlara bir örnek verm ek üzere “İm kânsızlık o rtasın d a se y ah a t” film i­ n in iki sahnesini h a tırla ta lım : birincisinde sahne bir v ago­ nun içidir. T ren durur. Y olcular iner. V agon boş kalır. İkinci, yani b una bağlı sahnede b ir g a r görürüz. H alk, tren i bekle­ m ektedir. T ren u z a k ta n gelir, p erona girer, durur. K ap ılar açılır ve b ir evvelki sahnede bulunan yolcular, yeniden tre n ­ den inerler. Bu seferki görünüş, dışarıdandır am a, zam an b a ­ kım ından birinci sahneye göre geri gidilm iş olur. Bu g ö ste r­



20



SİNEMA



T AR 1H 1



m e usulü, 1908 den so n ra b ırakılm ıştır. 1897 de MâliĞs, gördüğü işin önem ini anladığı sıra d a si­ n em a büyük b ir bu h ran geçiriyordu. A m erika’da Edison, ken ­ di icadının im tiyazını aldığı ve b aşk ala rın ı dâva e ttiğ i için serm ayesi u falt olan şirk e tle r çabucak sahneden çekilm işti. Sinema, F ra n s a ’da ve A vru p a’da d a itibarım k aybetm iş bu­ lunuyordu. B ir yardım satışı sırasın d a projeksiyon m ak in e­ sinde k u llanılan e te r lâm bası parlam ış, iki yüz k a d a r insan yanıp k ö m ür kesilm işti. Bu olay, sinem ayı tehlikeli bir eğlen­ ce haline getirdi. Sonra, yapılan şeyler zaten g a r a giren tre n ­ ler, k ah v a ltı eden çocuklar, fab rik ad a n boşalan işçiler gibi birbirinin ayni sahnelerden m eydana geliyordu. H alk bıkm ış­ tı. O zam an, basında henüz fo to ğ ra fta n faydalanılm adığı, bir fo to ğ rafı basm ak için şim şir üzerine oym ak, yani günlerce çalışm ak g erek tiğ i için Mâliâs, sinem ayı bu yolda kullan m ak istedi. G ünün m eşhur olaylarını yeniden stüdyosunda canlan­ dırıp film e çekti. G österilm esi onbeş d ak ik a sü ren ilk büyük m izansenli ve yeniden y a ra tılm ış a k tü a lite film i olarak “D rey­ fu s v ak ’a sı” nı seçti. O sırada, casusluk isnadiyle m uhakem e edilen m asum D reyfus m eselesi en buhranlı safhasındaydı (1899). F ilm de D reyfus’ün lütbesinin sökülüşü, a v u k a tın a y a ­ p ılan su ikast, karisiyle karşılaşm ası büyük b ir gerçekçilikle h azırlan m ıştı. H a ttâ bazı sahneler için Meliâs, fo to ğ ra fla r­ dan d a istifa d e etti. B undan so n ra birçok büyük ta rih i olay­ ları, y a d a m eşhur rom anları, önce tiy a tro su n d a sahneye koy­ du, so n ra da film e çekti: Jeanne d’A rc (onbeş d a k ik a için beş y üz kişi kullandı), K ırm ızı KUlâh, M avi Sakal, Robinsen Crusoe, Gulliver... B ugün bu film ler m ahvolm uştur. Y alnız bazı fo to ğ ra fları var. “A yda se y a h a t” film i ise sa ğ salim z a ­ m an ım ıza k a d a r gelebildi. M^lies, bu film i çekm ek için Ju les V em e ile H. G. W ells’in b irer rom anından faydalanm ıştı. K en­ disinin ifadesine göre bu film, ona 1.500 altın lira y a m alolm uştu. O nbeş d akikalık film in d ak ik asın a 400.000 fra n k h a r­ canm ış dem ek oluyor ki, 1948 yılında bir fra n sız film inin bü­ tü n sağladığı gelir dem ektir. M aam afih, h atırların d a , bu r a ­ kam ı, üç, d ö rt misli büyütm üş olarak söylediğini kaydeder. “A yda se y a h a t”in başarısı, L um iâre'in açık hava m izansenle­ rindeki ü stünlüğünü o rta y a koydu. O zam anlar, film ler k ira y ­ la verilmez, satılırdı. B ir hesaba göre, 10.000 fra n k a m alolan b ir film in serm ayesini k a p a tm a k için en az otuz kopyesinin satılm ası lâzım dı. Bu hal, sinem anın m illetlerarası b ir sanayi



SİNEMA



TARİHİ



21 .



işi olduğunu m eydana koyuyordu. 1900 den itibaren, M éliès’in m ü şterisi a rttı. İn g ilte re 'd e k i bazı çalgılı g azinolar za te n m üşterisiydi. A v ru p a ve A m erik a’d a n da, onun y ap tığ ı film leri iste r oldular. O za m a n lar film , reklâm için gösterilirdi. Y a büyük kahvelerde, y a aç ık h av a d a (d am ların ta ra ç a la n n d a ), y a d a büyük m ağ az ala rın özel salonlarında, m ü şteri to p lam a­ nın b ir v asıta sı sayılırdı. B edava davetiyeler, •biletler d ağ ıtıl­ dığı olurdu. 1902 de, sinem aya g erçek ten p a ra verenler, seyyar s a tı­ cılardı. B unlar, çeşitli yerlerde m allarım sa tm a k için ayni z a ­ m a n d a film de g österiyorlardı. A m erika'da olsun, A v ru p a’da ve F ra n s a ’d a olsun, bu böyleydi. Méliès, O pera’y a gelen b.u çe­ şit sa tıc ıları topladı. O n lara “A y d a se y a h a t” film ini g ö ste r­ di. F ilm sona erince a d a m la r fiy atın ı sordular. B ir kopye için yüz elli fra n k verm ek, o zam anki parayla, ad a m la ra çok gö­ ründü. B unun üzerine M éliès b a şk a b ir çareye başvurdu. T u t­ tu b ir fu a rd a â riy e t o la ra k film ini g ö ste rtti. P a rla k b ir de afiş y a p tırm ıştı bunun için. B a şarı büyük oldu. H ab er çabu­ cak sey y ar sa tıc ıla r a ra sın d a yayıldı. Bu se fe r Méliès, film ­ lerini s a ttık ta n başka, serm ayesini de çıkardı. A m erik a’daki b aşarı tahm inlerin de ü stü n e çıktı. Méliès, o ray a beş a ltı k u r ­ dele ih raç e ttiğ i halde A m erika’da “A yda se y ah a t” in yü zler­ ce kopyesi satıldı. O devirlerde telif h ak k ın a ria y e t edilm i­ yordu. Edison, B iograph, V itag rap h ve L ubln gibi ku m p an ­ y alar, bu film i önce n eg a tife çekip so n ra diledikleri k a d a r ço­ ğ a ltm a k ta m a h zu r görm ediler. Yine bu kurdele sayesinde, Los A ngeles’te ilk daim i sinem a salonu açıldı. Bu şehrin b ir k e n a r m ahallesine de Hollywood deniliyordu. A m erika’daki h ak ların ı koruyabilm ek için G eorges Mé­ liès, N ew york’ta b ir şube açtı ve idaresini k ard eşi G aston’a b ırak tı. O pera pasajın d ak i sa tış bürosu ve acentesi ise, za m a­ n ın In g ü lz y a z a rla rın c a "d ü n y a film m erkezi” diye adlandı­ rılıyordu. Y irm inci yüzyılın başında, sahne tertib in i icadederek, m izansenll film ler y ap a rak sinem ayı k u rta rm ış tı. A m a bu hal, kendisinin 1912 de, sefa let içinde ölmesini önleyem e­ di. BRİG H TO N OKULU In g ilte re ’de, sinem a öyle p ek büyük b ir b u h ran g eçir­ medi- A v ru p a’daki gibi olm adı orada. W illiam P au l b a ş ta ol­



22



SİNEMA



TARİHİ



m a k üzere, öncüler sayesinde, pan ay ırlard a, çarşı pazarda, m üzik-hol denilen sayısız çalgılı kahvelerde film gösterilm e­ sine devam edildi. N ew york’t a Bioscope adım verdiği kendi icadı m akineyle tic a re t y a p a n C harles U rb an adın d a biri v a r­ dı. B u işin im tiyazı Edison firm ası üzerinde olduğu için ih tira b e ra tı derdinden kovdurulm uştu. O da, İn g ilte re ’ye gelip si­ nem acılığa koyuldu. W illiam Paul, ilkin a k tü a llte film leri çekerek işe b aşla­ m ıştı. S onra a k tö r k u llan m ağ a başladı. 1899 da d a b ir stü d ­ yo kurdu. 1903’tey se az çok önemli film ler çevirm eğe koyul­ m u ştu : Mr. P ickw ick’in başından geçen b ir olay, Pom pei’nin son günleri, K u tb a se y a h a t gibi kurdeleler yaptı. W illiam P au l’u n y ap tığ ı işlerden en değerlisi, ilk defa aç ık h av ad a k ay d ırm a (travelling) usulüne baş vurm ası ve bunun gerçek ­ leştirm esi oldu. Picadilly M eydanı n d a otom obil içinden çek­ tiğ i b ir filmle, bu usul sayesinde seyirci üzerinde, k az a y a se­ bep olm adan deli gibi giden bir otom obildeym iş hissini u y an ­ dırdı. A çık h av a film ciliği In g ilte re ’de asıl W illiam son ve G. A. S m ith ta ra fla rın d a n ta m m ânasiyle ta tb ik edildi. H er ikisi de B rig h to n ’da yaşıyorlardı. P lâj fotoğrafçısıydılar. S onra aktü a lite film leri çekm eğe başladılar. Sm ith, açık h av a d a b irk aç denem eden sonra, P a u l’den önce sinem a hilesi k ullan m ağ a başladı. M éliès’in y a p tık la rın ı bilmeden, belki ondan da önce ayni kurdeleye ü stü ste iki resim çekerek “surim pression” ve “superposition” denilen usulü ta tb ik etm iş oldu. B uluşuna o k ad a r sevindi ki, hem en bunun im tiyazını aldı. 1898 de çe­ virdiği, konusunu ünlü F ra n sız rom ancısı A lexandre D um as’dan alarak , “KorsikalI K ardeşler” de ayni a k tö rü ik i a y n kişi gibi ayni kurdeleye çekm ekte bu usulden faydalandı. "B ir h ay aletin resm i”, “K ül K edisi”, “F a u s t”, A lâ a ttln ’ gibi si­ h irbazlıkla ilgili film lerde bol bol kullandı. L um ière şirketinde yetişm iş olan W illiam son ise, sah n e­ lerini, M éliès’in y ap tığ ı şekilde, tiy a tro sahnesinden fay d a la­ n a ra k te rtip etm iyordu. 1899 yılında “H enley’de yelkenli y a ­ rışı” diye b ir film çevirm işti. B u rad a yedi sekiz sahne birbi­ rini takibediyordu. M eselâ birincisi yelkenülerin h a re k e te b aş­ lam asını; sonraki, yelkenliden k a y d ırıla ra k sahildeki seyirci­ leri; d ah a so n rak i y a n ş a k a tıla n yelkenlilerden b ir g ru p u ; n ih ay et kazan an ın v a n şın ı gösteriyor, film cilikte m o n taj de­ nilen değişik sahneleri uç u ca eklem ekle zam an bakım ından



SİNEMA



t a r î h î



23



süreklilik tesiri elde ediyordu. “Çin’de b ir m isyonerliğin hü­ cum a u ğ ram a sı” film inde de yine böyle b ir so n rad a n kurulug görülür. Beş d ak ik a sü ren bu film d ö rt tab lo y a ayrılm ıştı. Ön­ ce sa ld ırg an la r m isyonerliğin kap ısın d a görülür, kapıyı zor­ la rlar. B ahçede b ir sav aş başlar. P a p a s öldürülür. Balkonda, p ap asın k a n s ı m endilini sa llam ak tad ır. Bu İşa re t üzerine sa h ­ ne değişir. K ralın deniz kuv v etleri işa re ti görm üşlerdir. A tlı su baylarının kom utasında, m isyonerliğe yüklenirler. A tlı su­ b ay tam zam an ın d a bahçeye g irer. A siler, binayı a teşe v er­ dikten başka, p ap asın kızını d a k aç ırm ak üzeredirler. Subay kızı k u rta rır; denizciler yetişir, Ç inlileri süngüleyerek m isyo­ nerliği âsilerden tem izlerler. Möliös’in Uslûbiyle ta b a n ta b a n a z ıt olan bu çeşit film, büyük m acera film lerine (W estern) yol açm ıştır. Bu film ­ lerin k an av ası o zam andanberi hiç değişm em iştir: ih an ete u ğ ra y a n b ir k u rb a n la k u rta rıc ıla rı, m o n taj sayesinde, birbiri ard ın a perdede görüleceklerdir. B u film tarzı, 1900 yılında, In g ilte re dışında h içbir m em leketçe henüz bilinm iyordu. S m ith d ah a ziyade büyük plân resim çekerek çalışıyor­ du. L âk in az so n ra bu usulün herşeyi ifadeye y aram ıyacağ ını an ladı ve A m erikan plânı dediğim iz o r ta y ak ın lık ta fo to ğ ­ r a fla ra y e r verdi. Böylece büyük plânla o r ta ve u zak plân ­ la rın y er değiştirm esi sinem ada gerçek b ir yenilik oldu. Sm ith, ilk film lerinde ilim konularım ele alm ıştı. S o n ra­ la rı bazı Ingiliz h alk m asalların ı u fa k b ir stüdyoda film e çek­ ti. A m a Ingiliz film cileri genel o la ra k açık h av a d a film çevir­ m e prensibine bağlı kaldılar. H em açık havada, Möliâs’in k a ­ palı stüdyoda b ir tü rlü b a şa çıkam adığı boyalı bez dek o rlar­ la sahneleri çeşitlendirm ek, sık sık değiştirm ek de kolaylaşı­ yordu. Ingilizler, film çekm e m akinesini b ir n o k ta y a ça k m a k ­ ta n d a vaz geçtiler. M akine, a k tö rü g ittiğ i h e r yerde sü rek li o la ra k takibedebilir hale geldikten b a şk a çeşitli yönlerde de h a re k e t edebiliyordu. B u devrede acıklı film ler kom ik film ­ lerden çok yapılıyordu. “P o sta a ra b a sın a hücum ” o k ad a r b ü ­ y ü k b ir başarı kazandı k i A m erika’d a d a ta k lit edüm eğe b aş­ landı. O m eşh u r B uffalo BUl’le r K ızılderililer henüz gerçek h a y a tta n çekilm iş değillerdi. Bu sebepten, bu ta rz d a çevrilen A m erik an film leri büyük ra ğ b e t gördü. In g ilte re ’deki O aıui)ont şirketinde çalışan A lfred Collins, tak ip li kom ik film leri geliştirdi. K endisi aslın d a b ir çalgılı kahve oyuncusuydu a m a tiy a tro kaidelerini b ir y a n a atm ay ı



34



SİNEMA



TARİHİ



ak ıl e tti ve film de bam b aşk a usuller k ullanm ak yoluna g itti. O nun başvurduğu usuller ta m m ânasiyle sinem aya m ahsus­ tu. N etek im “Otom obilde evlenm e” adlı kom edisinde bu usul­ leri ay n i sahne süresince kullanıyordu: E vlenm ek üzere k açan b ir çifti b ir ih tiy a r takibediyor. K am era, d ışarıd a alm an sa h ­ neyi evvelâ sa b it b ir n o k ta d an kendi e tra fın d a dönm ek su re­ tiyle y an lam asın a takibediyor (panoram ik) ve k a ç a n otom o­ bili bulup seyirciye gösterince sü ratle k a y a ra k (travveling) otom obile yaklaşıyor. S onra ayni sahneyi en u z a k ta n en bü­ y ü k p lâ n a k a d a r çeşitli m esafelerden (sekans) gösteriyor. N i­ h a y e t g iriş açısını değiştirip tam am iyle z ıt yönden sahneyi te sb it ediyor (contre-cham ps). Böylece, fo to ğ ra fa çekm e te k ­ niğinin o za m a n a k a d a r bilinen im kânları, ta k ip li b ir sahnede b ir a ra d a ta tb ik edilmiş oluyordu. E vlenm e sahnesinde p a r­ m a ğ a geçen yüzük çok yak ın d an çekilm iş ve iki p a rm a k a r a ­ sından tekm il kilisenin içi u z a k ta n gösterilm işti. Bu film in çekiliş ta rih i 1903 tü r. Ingilizlerin bu dersinden faydalanm ak, b aşk a m em leketlerde, y ıllarca so n ra m üm kün olacaktı. A çık h av a İngiliz sinem acılığında te k n ik ilerlem eleri sa ğ ­ lam ıştı. M üşterinin rağ b e ti de konuların d ah a sosyal ve g e r­ çekçi olm asını kolaylaştırdı. Collins, acıklı ve ciddî film ler de yaptı. “M adencinin b ir gün ü " böyledir. O ndan b a şk a H a g g a r “B ir k ü re k m ahkû m u ­ n un k açışı” nı, W illiam son konusu günlük h a y a tta n alınm ış “B ir dilim h a y a t” ı; W illiam Paul, henüz b itm iş olan T ra n s­ v al h arb ini ele a la ra k isveçli m ilyoner k ib rit fab rik atö rü Kruger*! gülünçleştiren “Ş erefli b a n ş ” ı çevirdiler. B unları, birçok cem iyet m eselelerini konu y ap a n acı ve b u ıu k film ­ le r ta k lb etti. G erçekten hoşlanm ak, yeni ve ileri b ir tek n ik a r a ş tır ­ m ak, cem iyet m eselelerini konu y ap m ak gibi özellikler 1902 sıraların d a İngiliz sinem acılığının özellikleridir. N etekim 1903 den so n ra bu m em lekette sinem a yeniden doğm ağa b aşlay ın ­ ca, belge a ra ştırıc ıla n n ıri' gayretleri, İngiliz sinem asına ayni özellikleri kazan d ıracak tır.- G rierson R o th a D avid Lean, y a ­ h u t C arol Reed gibi film ciler, a ra ştırıc ıla r elb ette doğrudan * d o ğ ru y a W illiam son, M ottershaw ve Collins’in tesirinde k a l­ m adılar. Sadece İn g ilte re ’de bazı geleneklerin sürekliliğini eserleriyle isb a t etm iş oldular.



SİNEMA



TARİHÎ



25



P A T H E ’N İN İL K ZA M A NLA RI B ab a P ath é, V incennes'da k asap tı. A lsace’lı b ir köylü k ad ın la evlenmiş, d ö rt çocuğu olm uştu. D ö rt oğlunu da büyük bir tu tu m ta sa sı içinde b ü y ü ttü . B unlardan C harles çocuklu­ ğ unda an c ak P a z a r du asın a giderken, o da annesinin eski p a ­ buçlarını giydiği zam an ay a k la rın ın ay ak k ab ı yüzü g örd ü ğ ü ­ n ü h a tırla r. B ir b a şk a k asap am canın y anında sıkı bir eğ itim ­ den g eçtik ten sonra k ü çü k C harles!, cebine bin fra n k koyup Yeni D ünya’yı keşfe yolladılar. B ir m üddet kaldınm cılık, ça­ m aşırcılık ve m em urluk e ttik te n so n ra Buenos A ires’te s a n hum m a çıkınca, Charles, cebinde m etelik bile k alm adan m em ­ lek ete te rs yüzüne döndü. D o stla n n d an b iri bu o tuzuna b a s­ m ış evlenm iş k asap dü k k ân ın d a ay ak hizm eti g ören ad am a p an a y ırlard a te şh ir edilm ek üzere, 1894 y azında b ir Edison fonografı gösterdiği zam an C harles b ir an d a a ltı aylık ü c­ retin i feda edip bu "konuşan m akine” lerden b ir ta n e sa tın al­ dı. M onthéty p an a y ırın d a iş görm ek üzere hem en V incennes’dan, b ir ta lik a y a atlay ıp uzak laştı. K a n sı da, m u k av v a b ir k u tu d a balm um u silindirleri taşıyordu. Ş ay et bu silindirler k ın la y d ı genç evlilerin ta m m ânasiyle ocağı sönerdi. T alih C harles P a th é ’nin yüzüne güldü. V incennes’a dön­ dükleri zam an, genç k a n -k o c an ın ceplerinde on Louis altın ı v ard ı: bir ay d a k a z an a ca k ları p ara y ı b ir günde k az an m ışla r­ dı. B unun üzerine P a th é k ardeşlerin dördü de Seine nehri ci­ v arın d ak i araziy e yayıldılar. C harles küçük bir serm aye to p ­ la d ık ta n so n ra L o ndra’y a g itti: orada Edison tipinden b a ş­ k a v e çok d ah a ucuz fo n o g raflar sa tıld ığ ın ı duym uştu. G it­ m işken W illiam P a u l ve Joly ta ra fın d a n yapılm ış ldnetoscope’la rd a n da (penceresine göz uydurup b ak ın ca çevrilen b ir m anivelâyla içeride h are k etli resim ler gösteren â le t) sa tın aldı. A z zam an d a kendi h esabm a sinem a m akinesi yaptı. K ü­ çü k kard eşlerinin bu b a şa rısı üzerine döpt kard eş birleştiler. Serm aye koyup m a ğ az a aç tılar. İlk iş a re tte iki k ard e ş koy­ d u k ları p ara y ı g eri çektiği için, Charles, diğer b ir kardeşiyle iki o rta k kaldı. “P a th é F rè re s” (P a th é k ard e şler) firm ası k u ru lm u ştu ve m ükem m el iş yapıyordu. 1898 yılında G rivolas diye b ir adam , şirk e te b ir m ilyonluk b ir sip ariş verdi. O a n ­ dan itib aren de P a th é kardeşler, büyük serm ayeyle m ü n ase­



26



SİNEMA



TARİHİ



b ete g irm iş oldular. B üyük serm aye sahiplerinden yardım g ö r­ düler. E sk i panayırcı, böylece iş adam ı oldu çıktı. C harles P athö, C hatou’da büyük bir fa b rik a ku rd u “fo­ n o g raf” silindirleri yapıyor ve dolduruyordu. D erken Vincenn es’da, açık h av a d a film çevirm ek üzere işe girişti. F ıçılar üzerine ta h ta la r u z a ta ra k bir sahne k urm uşlar, bu yüksek şedde film çekiyorlardı. C hatou'da şa rk ıla rla fonograf doldu­ ra n A lfred Z ecca ism inde b ir çalgılı kahve şarkıcısına, C har­ les, V incennes’daki film lerin sahneye koym a İşini havale e t­ ti. İşle r gelişince de, MĞlies’inkinden d ah a büyük b ir stüdyo yap tırd ı. Zecca, Möliâs’in y ap tığ ın a göre, devrinin en ileri usulle­ rin i kullandı. P ath ö firm ası, bu adam ın herşeyinden fay d alan ­ m a ğ a bakıyordu. D ekorları o yapıyor, senaryoları o yazıyor, film de başrolü oynuyor, gerektiğinde kam eray ı kullanıyor­ du. Zecca, ilk film lerinde, herşeyi Möliös’te n a k ta rm ıştı. F a ­ k a t d ah a çok İngiliz sinem a okulunun getirdiklerini aşırıy o r­ du. İlk on film inde aç ık ça B righton okulunu ta k lit etm ek tey ­ di. K ısa zam an d a iş bölüm ünün lüzum una im an e tti v e çev­ resine fay d alan acağ ı kim seleri topladı. P a n a y ır yerlerinde film seyredenlerle fiim o y n atan la rın zevkini kolladı. Zecca, kendisinden önce çevrilm iş film leri b irer b irer ve hem en aynen kopye edip te k ra rla d ık ta n so n ra b ir de o ta rz ­ d a eserler verm eği denedi. M üşteri gözünde dekor, film için edilen m a sra fla rın g a ra n tisi olduğundan b ir m üddet sonra, k ısa b ir zam an için V incennes’daki açık h a v a stüdyosunu bı­ ra k tı. S inem a hilelerine d ayanan sihirbazlıkla ilgili d ö rt film çevirdi. B u n lard a dekor son derece gerçeğe bağlıydı. M61iös’te n fa rk lı ta ra fı, film hilesini tek n ik im k â n la r haline g etirm e­ siydi. “T ünelde a ş k ” isim li film inde Zecca, sütnine kılığ ın a g iren L iezer’le âşık d aşlık eder. Ü çüncü m evki vagonun pen­ ceresinden (boyalı bez dekor) k ır m a n za ra sı görünür. Bu k ır m a n za ra sı d ah a önce, g itm ek te olan b ir tren d en çekilmiş, so n ra k a ra n lık odada bu film e ikinci defa basılm ıştır. Böyle­ ce dekordan vagon yerinde durduğu halde, y ü rü rk e n çekilm iş m a n z a ra yüzünden h a re k e t halindeym iş gibi görünür. Bu usul, çağım ızda b aşk a tü rlü ta tb ik edilm ektedir: önceden çe­ kilm iş film buzlu cam dan b ir e k ra n a (tra n sp a re n t) a k s e ttiri­ lir v e k işiler bu cam ın önünde o yunlarına devam ederlerken ayni sahne, m ü şterek o la ra k te k ra r film e çekilir. Zecca’nın y ap tığ ın d an itibaren, bu usul b ir sinem a hilesi, b ir hokkabaz-



s i n e m a



t a r i h i



27



lık o lm ak tan çıkm ış, sinem a dilinin, film tekniğinin b ir g ere­ ği haline gelm iştir. Zecca birçok kom ik film de çek m iştir am a bunlar, az b u lu n u r bayağılık tad ır. A sıl büyük başarısın ı “B ir cin ay et hikâyesi” yle k a z a n ­ dı (1901). Olay, 1889 d a k u ru lm u ş olan G revin m üzesindeki balm um undan heykellerin m a ce ra ların ı anlatıyordu. Bu m ü­ zedeki balm um u heykeller şu veya bu şekilde tanınm ış gerçek k işileri tem sil eder. O nun en önem li film i “Is a ’n ın h a y a tı” oldu. Bu film i çe­ virm ek için b aşk ala rın ın y ard ım ların d an da faydalandı. L u ­ cien N onguet, m uavini Louis G asnier, G eorges H a to t gibi kim seler, birbirlerine ra k ip oldukları halde, işlerini y ü rü tem e­ diklerinden Z ecca'ya yardım cı olm ağı kabul ettiler. " Isa ” fil­ m inde N onguet'nin hissesi büyüktü. 1902 de çevrilm eğe b aşlan a n bu film 1905 ten önce b it­ medi. S tüdyo’n un im k â n la rın a göre, çevrilm ek üzere k ırk k a ­ d a r tablo tertiplenm işti. Sahneye k o n u şta b ir çeşit İhtişam v ard ı ve bunu, k am eray ı y an d an gezdirerek, p an o ra m a ta r ­ zında sahneyi gösterm ekle tem in etm işlerdi. A k tü alite film leri, b ilhassa olup bitenlerin so n rad an te r ­ tiplenm esiyle elde edilen a k tü a lite film leri de P a th é 'n in b ir özelliği haline geldi. Zecca, g ere k kendi idare ederek, g erek çevrilm esine n a z a re t ederek “A m erikan C um hurbaşkanı Mc K lnley’in k a tli”, “P a p a ’n m ölüm ü”, “D ük de Guise’h ı öldürü­ lüşü” (Vincennes’da ta rih le gü n lü k olay lar birbirine k a rış tırı­ lıyordu) gibi a k tü a lite film leri m eydana getirdi. “M artinique faciası” bu alan d a en b aşarılı eserlerindendi. E ğer, y an a rd a­ ğ ın pU skürüşü sırasında, m akinistlerden birinin su ratı, k ısa b ir an için, dum anlar ark a sın d an görülm em iş olsaydı, d ekor­ daki g erçeklik d ah a tesirli olacaktı. Bu kısım kesildikten son­ r a film in k o p y alan binlerle satıldı. Sinem ada 1903-1909 a ra sı P a th é D evri olm uştur. F e v k a ­ lâde b ir işletm ecilik anlayışı, Méliès devrinin esnaflık zihni­ y eti y erine sinem ayı b ir büyük sanayi haline getirdi. B u sa ­ nayiin b ü tü n d ünyaya hükm eden m erkezi ise V incennes’dı. P a th é şirketinde de, M éliès’te olduğu gibi, b ir film den y irm i kopye satıldı mı, film tekm il m a sra flarım çık an y o r, iş deyimiyle, kendini am o rti ediyordu. Y ani ondan sonrak i sa­ tış la r hep kârdı. Buna* k arşılık, V incennes’d a çevrilen film ­ lerin h e r biri yüzlerce, bazan binlerce satılıyordu. H er yıl, d a­



28



SİNEMA



TARİHİ



h a O cak ayı çıkm adan, sa tışla r, çoktan b ir yıllık m a sra fları bütiln te fe rru atiy le am o rti etm iş olurdu. O nbir a y m üddetince sa tıla n film lerin h er m etro su n e t b ir k â r tem in ediyordu. K ısa zam anda, günlük seksen kilom etreye k a d a r film sa tıl­ m a ğ a başlandı. F ilm işine y a tırıla n bin fran k , yılda on bin g e­ tirdi. C harles P athö, b ir m üşterisine: “Sinem a, y arın ın tiy a t­ rosu, okulu ve gazetesidir” diye yazıyordu. P an ay ırlard a, binlerce b a ra k a d a film gösterilm eğe baş­ landı. ö y le h e r biri beslenm ek isteyen canbazlar, hokkabaz­ lar, vahşi h ay v a n la r yerine, h a lk a film gösterm ek esnafın d a­ h a işine geliyordu. P a th e ; ta m m anasiyle sanayileştirdiğ i bu kendi kendine h a re k e t eden insan hayalleriyle, ücretlerden k ısın tı y apm ağı sağlam ıştı. Tabiî, ko p y alar satıldıkça, p an a­ y ırcılar p a y alm ak la b erab er asıl se rv e t Vincennes k a s a la rı­ n a akıyordu. S a lta n a tla rı sürdüğü m üddetçe P ath ö K ardeşler m ü th iş k â r sağladılar. 1900 yılında 345.000 fra n k ; 1902 de 910.000 fra n k ; 1904 te 1.370.000 fra n k ; 1906 da a ltı buçuk milyon, 1907 de yirm i d ö rt m ilyon elde ettiler. S atış önce M arne-sur-Seine panay ırın d a başlam ış, k ısa zam anda dünyanın beş k ıta sın a yayılm ıştı. P a th â ’nin b ir a d a ­ m ı 1902 denberi bıkıp usanm adan dünyayı dolaşıyor, Londra, N ew york, Berlin, M oskova, Brüksel, P e te rsb u rg A m sterdam , Milâno, B arselona K alk ü ta, V arşova S ingapur gibi m erk ez­ lerde şubeler açıyordu. 1908 de şirk e tin yalnız A m erika B ir­ leşik D evletleri’nde iki m ilyon g ay ri m enkulü vardı. N ew york y ak ın ların d a b ir de stüdyo k uruyorlardı. 1908 de P a th â ’nin A m erik a’y a s a ttığ ı film yekûnu, birleşm iş A m erik an prodük­ tö rlerin in topunun sa ttığ ın d a n iki m isli fazlaydı. P a th ö ’nin alâm eti olan Horoz, her yerde k alab a lık la rı k a ­ ra n lık sa lo n la ra âd e ta çekiyordu. C harles P ath â, büyük bir darb e indirm eğe hazırlandı. O za m a n a k a d a r gelişm e sa tıh ­ taydı. H am film i alan P ath â , çeviriyor ve çevirdiği film leri b ü tü n d ü n y ay a yayıyordu. Bu sefer dikine gidecekti. Y ani h am film i kendi yapacak, sinem a m akinelerini kendi y ap a­ cak, film lerinin gösterildiği b ütün salonları sa tın a la ra k k en ­ di m ülkü haline getirecek ti. Bu şekilde, b ir sü rü kâr, b a şk a ­ la rın ın kesesine gireceğine onun kesesine girecekti. 1907 de, F ra n sız m e slek d aşlan n ın “hü k ü m et darbesi” dedikleri bu t a ­ sarıy ı g erçekleştirm eğe hazırlandı. B ir beyannam e yay ın la­ y a ra k b undan so n ra film sa tm ay acağ ın ı dünyaya bildirdi. Beş bölgede beş tekel kuruyordu. Çeşitli m em leketler y a doğrudan



SİNEMA



TARİHİ



29



d oğruya P a th e ’ye, y a d a bu beş tekelden birine bağlanıyor­ lardı. O zam an a k a d a r film cilik üç sa fh a ta k ib e tm işti: istih ­ sal, yani film i yapm ak; dağıtım , y ani toptancılık; işletm e, y a ­ ni perak ende o la ra k film k iralay ıp doğrudan doğruya seyir­ ciye gösterm e. C harles P ath â, işte bu üçünü de kendinde top­ lam ak istem işti. Bu bak ım dan E a stm a n K odak’ı taklidediyordu. Ç ünkü bu m üessese de k ü çük ç a p ta ayni şeyi y ap m ak ­ tay d ı: pelikülü, film m akinelerini kendi yapar, kendi dü k k ân ­ la rın d a kendi sa tard ı. B ununla beraber, d ünyada h arc an an pelikülün, yani ham film in yüzde doksan beşi K odak ta ra fın ­ dan yapılırdı. Pathö, yılda b ir m ilyon m e tre film h arc ay arak , K odak istihsalinin hem en y a n s ın ı çekiyordu. K ısa b ir ta h k i­ k a ta g irişti ve kendisine m etresi elli san tim e sa tıla n bu film ­ lerin aslında iki, üç san tim e m alolduğunu öğrendi. Y ani ham film yapıp satm ak , sinem acılıktan çok d ah a kârlıydı. O sıra ­ da A lm an kim yacıları d a yanm az film i keşfediverdiler. B u­ nun üzerine Path6, rakiplerini b ir k e n a ra a ttı. B üyük ölçüde pelikül y a p m ağ a girişti. ö t e yandan, çevrilen h er film üç yüz m etrelik bir p ro g ra m olm uştu. Y ani üç yüz m etrelik b ir film i dolduracak k a d a r en trik alı sen ary o lar y ap m ak gerekiyordu. C harles PathĞ, bu işde edebiyat ad am lan n d an , eski şaheserlerden fa y ­ d alanm ağı düşündü. Y az arlar ve ed ebiyatçılarla sinem acıları b irle ştiren b ir dem ek kurdu. H am film den y az arın beynine k ad ar, herşeyi k ontrolü a ltın d a tu tm a k istiyordu. Sonunda, a ltı seneye kalm adan m uazzam b ir tr ö s t m eydana çıktı. K ud­ retin in sınırı yok gibi görünüyordu. K arşısın d a hiçbir rak ip k alm am ıştı. H er g ün beş stüdyo ara lık sız o la ra k çalışıyordu. Şubeleri dünyanın h e r ta ra fın d a film sanayiine hükm ediyor­ du. O k ad a r ki, bugün Hollywood bile, P a th ö ’nin o zam anki ehem m iyetine erişem em iştir. Hoş, o zam an sinem a sanayii de bugünkü iş hacm ine ulaşm am ıştı. Böyle dev hacm inde b ir işi yürütebilm ek için Zecca um um m ü d ü r yapıldı. Çoğu kendisinin y etiştirm e si olan b ir­ çok sahneye koyucunun işini kontrol altın d a bulunduruyor, y a d a kendisi o n la ra yardım ediyordu. B u adam lar, onun naz a re ti altın d a yeni ta rz ve üslû p lar y a ra ttıla r. B unlar a r a ­ sın d a “Sinem a rom anı” denilen hisli aşk hikâyelerinden k o ­ n u su n u alm ış film ler gösterilebilir. Bu, o za m a n a k a d a r de­ nenm em iş b ir çeşitti. ' 1906 yılı, P ath £ kum panyası için s a n a t bakım ından b ir



30



SİNEMA



TARİHİ



dönüm n o k tası oldu. O za m a n a k a d a r ta k lit yollyle çevrilen film ler bırakıldı. K onularından fo to ğ ra fla rın a k a d a r orijinal eserler m eydana getirilm eğe başlandı. Y abancı film lerin te ­ siri silindi. "S inem a rom anı" denilen âşık a n e film ler okadarg eliştirild i ki, D an im ark a ve A m erikan sinem acılığına tesir ederek o ra la rd a da bu çığırın açılm asına sebep oldu. Komik film lerde Zecca b ir çeşit yeniliğe giderek ötedenberi m izah dergilerinde, a lm an a k la rd a görülm eğe alışılm ış k a rik a tü r tip ­ lerini perdeye çekti. Bu çeşit film lerde P a th é kum panyasının o rta y a a ttığ ı ilk kom ik yıldız A ndré Deed’d ir ki B olreau adiy­ le tan ın m ıştı. Deed, d ah a ziyade g a g denilen kom ik tesirine ehem m iyet veriyordu. G ag diye gözle g ö rü n ü r kom ik d av ra­ n ışla ra diyorlardı. M eselâ A m erikan film lerinde o zam an çok görü len su ra tın a reçel veya p a s ta atm ak , kayıp düşm ek gibi h are k etle rd i bunlar. Deed İta ly a ’ya sey ah ate çıkınca yerini M ax L inder aldı. M ax Linder, ilk defa, g a g yerine kom ik u n ­ su ru ç a p ra şık d u ru m la rd a a ra y a n a r tis t olm uştur. Bordeaux k o n se rv a tu v a n n d a okum uş olan bu genç sanatçı, zam anın en tan ın m ış b u lv ar tiy a tro su olan V ariétés’de uşak rolleriyle işe başlam ıştı. M ax L inder k ısa boylu, sıska, â d e ta h astalık lı b ir ad am ­ dı. V incennes stü d y o ların d a m ektepli rolleriyle film h a y a tın a girdi. A cıklı film lerde de rol aldı. 1909 a doğru P a th é ’nin istihsali öylesine a r tt ı ki, h a r­ canan ve çevrilen kurdelelerin m ik ta rc a a rtışı bu n ların d eğer­ ce de elenm esine yol açtı. E skiden sinem a salonları te n te g e­ rili çad ır veya b a ra k a la rd a n ib a re tk en a r tık k ap alı salo n lar haline gelmiş, b ir çeşit sinem a- tiy a tro salonu doğm uştu. P a t­ h é’n in bu sa lo n la rın a h e r h a f ta en az b ir yeni p ro g ram ye­ tiştirm e k lâzım dı. S inem a seyircisi p a n a y ır m üşterisi değil, şehirlilerdi. O nların seyredeceği, zevk alacağ ı eserler y a r a t­ m a k gerekiyordu. Bu da is te r istem ez sa n atlı film ler çevril­ m esine im kân hazırladı. M İZA N SEN D E G ELİŞM E ilk film lerde d ah a çok peri m a sallarım an d ıra n hârikulâde âlem lere, m eçhul d ü n y alara gökyüzü gezegenlerine a it k o n u larla günlük h a y a t sahnelerinin seçildiğini gördük. Méliès, en ileri g ittiğ i devirde y ap a y ap a piyeslerin konularını sinem aya alm ağı akıl etm işti. A d eta “film e çekilm iş tiy a tro ”



SİNEMA



TARİHİ



31



m eydana getiriyordu. O pera ve O pera- kom ikleri de perdeye ak settird i: “F a u s t”, ‘T a u s tu n lânetlenm esi”, "S evilla b erb e­ ri” gibi... 1906 dan so n ra Zecca’y la rek a b ete girişm ek istedi am a, y ap tığ ı kom ik film lerle çabucak âdiliğe düştü. Çok film y ap m ak ve bunları sa ta m a m a k m âli durum unu d ah a da k ö tü ­ leştirdi. K ısa süreli bazı çalışm alardan so n ra b üsbütün iflâs etti. M éliés’l yokeden sad e P a th é 'le rle re k a b e t değildi. Y ap­ tığ ı en iyi film ler bile İta ly a n la rın çevirdiği Cabiria. gibi, M ax L inder'in güzel film leri gibi eserlerle ayni zam an a rastlıy o r, h a ttâ Ş arlo ilk film leriyle büyük b ir şö h ret kazanm ağa, G rif­ fith k u m panyası dünya p iyasasını tu tm a ğ a başlıyordu. Çocuk­ la r hariç, 1912 seyircisi için M éliés’in film leri pek birşey ifade etm ez olmuş, g a y e t ip tid aî kalm ıştı. N ew york şubesi de çeşit­ li gü çlü k ler yüzünden p alam a rı çözdü. B irinci D ünya H arb iy ­ le ilân edilen m oratortum , borçlarını ödem ek için stüdyosunun haczedilm esinden onu k u rta rd ıy s a d a iflâ sta n ve işi ta m am iyle b ıra k m a k ta n k u rtaram ad ı. N eg atiflerin i kiloyla sa ttı. B ir zam an ların şaheserleri olan film lerinden diş fırçaları, t a ­ r a k la r yapıldı. B ir za m a n lar çok zengin olan bu adam , G ar M o n tp am asse’t a uzun y ıllar oyuncak sa ta n b ir kulübe-dükk ân işletti. 1928 de gazeteciler, F ra n sız film ciliğinin bu ilk m üteşebbisini bu durum da k eşfettiler. Şerefine to p la n tılar yapüdı. O rta halli b ir dinlenm e evine yerleştirildi. 1938 yılın­ d a d a o ra d a öldü. P a th é kum panyasının Geroges Méliés te n d ah a azılı r a ­ kibi G aum ont şirketiydi. "B ilûm um fo to ğ rafçılık işleri tic a ­ reth a n esi” sahibi Léon G aum ont uzun zam an sinem a m akine­ leri sa tışın ı esas, film ciliği ise te fe rru a t kabilinden saym ıştı. K âtibi B ayan Alice Guy, sahneye koym a işlerinde çalışm ıştı. Çeşitli ta rz la rd a film ler çevirdi. P a th é ’nin kazandığı b aşarı­ lar, 1905 te G aum ont şirk etin i büyük ölçüde sinem a işletm e­ ciliğine yöneltti. Y irm i Méliés stüdyosunu içine alabilecek te ­ sisler k u rd u lar. V ictorin J a s s e t adında, H ippodrom e tiy a tro ­ sunun eski p an to m im a organ izatö rü ile A lice G uy işbirliği e t­ tiler. Is a ’nm h a y a tın a d air büyük bir film çevirdiler, ö n ce Ja s s e t’nin, so n ra d a A lice G uy'nin ayrılışından so n ra G aum ont stü dyolarının sa n a t m üdürü Louis F euillade oldu. Feuillade, g azetecilikten gelme, uyanık ve çok bilgüi b ir adam dı. S enaryolar y a z a ra k bu işe girişm işti. S onra eser sahneye koym aya başladı Ve h e r ta rz ı denedi. P a th é 'n in " d a r­ be” sine benzer b ir işe girişerek, G aum ont stüdyoları, 1907-



32



SİNEMA



TARİHİ



1908 y ıllarındaki iktisad i buhranı k üçük z a ra rla rla a tla ttı. B irçok iş sahipleriyle anlaşıp birleşti. B azı b an k a la rd a n da b ü y ü k y ardım gördü. ö te y an d an , b a şk a m âli m üesseseler, P a th é ’nin b ir üçün­ cü rak ib in i d ah a destekliyorlardı. E clair film şirketi, iş ad am ­ la rı ta ra fın d a n k u ru lm u ştu am a, işden an lay a n biriyle, Gaum o n t’un eski adam ı J a s s e t’yle çalışıyordu. Jasset, ak tö rleri yıllık m ukavelelerle şirk ete bağlayan, ara lık sız ça lıştırm alar­ la onları g eliştire re k sinem a yıldızı dediğim iz sa n atç ı tipinin ilk örneklerini h azırlay an birinci adam oldu. E clair şirketinde N lk C a rte r serisini çevirerek yine ilk defa, gelecekte çok r a ğ ­ b et görecek olan, konulu polis film i y ap m a usulünü o rta y a a ttı. Gerçi film k ah ra m an ın ı A m erikan polis hikâyelerinden alm ıştı am a, olayları tam am iyle kendi uydurm uş, k a h ra m a n ı­ n ı P a ris y ak ın ların a getirm işti. Yüz m e tre boyunda olan bu k üçük film ler dünya ölçüsünde b aşarı kazandı. B aş rolü oy­ n a y a n a k tö r Liabel, N ik C a rte r adiyle m eşh u r oldu ve dün­ y an ın d ö rt bucağından yüzlerce a şk m ektubu alm asına h e r­ k esten çok kendi şaştı. İn g ilte re ’de sinem a, h âlâ ilkel şeklini m uh afaza ettiğ i için, sanayileşen şirk e tle r k arşısın d a g it gide sönerken, P ath é ve belli başlı iki rak ib i G aum ont'la Eclair, hep b irlik te dün­ y ay a h ü k m etm eğe başladılar. İngiliz sinem asının p iri W illiam Paul, Méliès gibi, m oda­ sı geçm iş bir ta rz a , fu a r ve p an a y ır film ciliğine saplanıp k a l­ dığı için h e m ek a d ar sonradan bazı sosyal k o n u la ra eğilm iş­ se de belini doğrultam adı. Z aten İn g ilte re filmciliği, sanki hiç değişm em ek isterm iş gibi, ulaştığ ı n o k ta d a kalm ıştı. Me­ selâ H a g g a r’ın çevirdiği “Life of C harles P eace” (C harles P eace’in h a y a tı), z a b ıta v a k ’a la n n d a n çıkarılabilecek film ­ lerin en iyisiydi. K om ik film lerde de u laşılan derece aşılam ı­ yordu. C larendon’un çevirdiği “P ay m e n t’s day” (ö d em e günü) y a d a “B aby” (B ebek), Ş arlo’y u h ab e r veren h a re k e t kom ik­ liğiyle doluydu. B u film de bir delikanlı, iste r istem ez, bulduğu b ir bebeği alır. S onra ondan k u rtu lm a k ister. S o k ağ a b ıra ­ k ır olmaz, a t a r olmaz, b o ğ ar olmaz, b a ru t fıçısının ü stün e kor, h av a y a u çurur, gene k u rtu la m az çocuktan. Ciddiye alın m a­ sın a im k ân olm ayan bu çocukça zulüm h are k etle rin i b aşk a film lerde de, m eselâ “N u rsery R hym es’ ve “P unch an d Ju d y ” K adın ve k u k la da d a görürüz. H epw orth’im hazırladığı “Ro­ v er ta ra fın d a n k u rta rılm ış” adlı kurdele, acıklı eserlerin g ü ­



SİNEMA



TARİHİ



33



zel bir örneğiydi, B u film de bir köpek, k ü çü k bir kızı k u r ta ­ rıyordu. F ilm in yüzlerce kopyesi k ısa zam anda satılm ıştı. Böyle to p ta n sa tış P a th é için esaslı b ir kaideydi am a, In g il­ te re ’de seyrek görülüyordu. H epw orth, In g ilte re de 1908 sı­ nırını aşabilen te k film ci oldu. P a n a y ırla ra eser hazırlay an H a g g a r’la M ottershaw , tasfiyeye u ğradılar. S m ith ’le W illi­ am son ise işi teknisiyenliğe döktüler. Ö bür firm a la r film y ap ­ m a k ta n vazgeçip b aşk aların ın y ap tık la rın ı d ağ ıtm a k la y eti­ niyorlardı. G eriye b ir C harles U rb a n kaldı. L ondra’y a yerleş­ m iş olan bu A m erik a’dan göçm e adam m lse-enscéne (sahneyekoyuş) denen şeye hiç mi hiç inanm ıyordu. L um ière devrin­ den y etişm e b ir adam dı. S inem a ticaretinde “D ünyayı gözü­ n üzün önüne seriyoruz” sözünü kendine d ü stu r edinm işti. Bu b ak ım d an b ü tü n istih sal gücünü a k tü a lite ve büyük rö p o rtaj film lerine verdi. M uhabirleri o kyanusları aşıp k ıta la rı dolaş­ tılar. 1905 R us ihtilâlini yerinde te sb itten tu tu n d a günü n bü­ tün m ühim olaylarını film e çektiler. N ih ay et firm a, L o n d ra’­ n ın 'ş a rk ılı kahvelerinden birinde, ilk ilimle ilgili uzun eserini h a lk a gösterdi. P ro fesö r M artin D uncan’ın hazırladığı: “Gö­ rünm eyen âlem ” . C harles U rb a n ’ın en esaslı rak ib i “N erde birşey o lu rsa B a rk e r o rad ad ır” sözünü kendine d ü stu r edinm iş olan B a r­ k e r ad ın da cesaretli bir operatördü. B arker, a k tü a lite film ciliğini o hale g etird i ki, Liverpool’deki a t y arışların ın birincisini ve y arışın kendisini, L ondra’y a gelirk en hususi vagonunda banyo edip b a sa ra k o ak şam Lon­ d ra ’d a gösterecek dereceye ulaştırdı. P ath é, U rb a n ’ın a ra y ı açm asına m eydan verm edi, ilim le ilgili eserler yapabilm ek için M a rtin D uncan’dan d ah a iyile­ rin i elde etti. D ünyanın d ö rt bucağından m uhabirlerinin gön­ derdiği a k tü a lite film lerini P a ris ’teki hususî b ir sinem a sa ­ lonunda “P a th é jo u rn al” (P a th é gazetesi, a k tü aliteleri) adı altın d a, başlı b aşın a b ir pro g ram teşkil edecek ta rz d a h alk a gösterdi. Bu m erkezden, P a th é ju rn alleri b ü tü n d ünyay a d a­ ğ ıtılır oldu. 1908 yılından itib aren de P a th é ju rn alleri dünya p iy asasın a doğm uş oldu. U rban, a k tü a lite film lerini b ir y an a b ıra k a ra k S m ith ’le birleşip b a şk a m a c e ra la ra atıldı. T abiî renklerle boyanm ış ilk filmi, “D u rb a r of D ehli” yi g ü rü ltü lü b ir şekilde o rta y a a ttı. Bu iş için de birçok şubelerini b aşk a firm a y a devretti. *



F. 3



34



SİNEMA



TARİHİ



îng ilizlerin rek a b eti P a th é ’yi telâşlandırm ıyordu. A m a b aşk a m em leketlerde esaslı rak ip lerin doğduğunu görüyordu. 1903’te Ja p o n y a ’da, 1908 de Çin’de, 1902 de Isp an y a’da, 1906 d a H ollanda’da, 1908 Polonya, Finlandiya, P o rte k iz’de, Çekoslo vakyada b aşlayan film cilik h are k etle ri gerçi önemli değildi. A lm an lar az film yapıyorlardı, R u slar keza. A m a İtaly an la rın film ciliği hızla gelişmedeydi. R u sy a’da sinem a, G ontcharov’un b ir senaryosuna d ay a­ n ıla ra k yap ılan “ S tcn k a R azine” film iyle başlar, diyebiliriz. K onularını ta rih te n ed ebiyattan ve halk hay atın d an alan eserler m e ydana getirilm işti. 1906 da, D anim arkalI Ole Olsen’in çevirdiği “A slan av ı” filminde, h a y v a n a t bahçesinde em ekliye ayrılm ış çok yaşlı b ir aslan, av cılar ta ra fın d a n sahiden öldürülm üş ve film e çe­ kilm işti. H ayvanın p arçalanm ası, derisi yüzülm esi tam am iyle g erçek te olduğu gibi gösterildiği için halkın pek ziyade il­ gisini çekm işti. Bu film de rol alan ak tö rü n d ah a sonra çevir­ diği ta rih i eserler de h alk ta ra fın d a n tu tu lac ak tı. F a k a t, F ra n sız film ciliğine en esaslı rakip, İtaly an lard ı. 1896 da ilk defa Filoteo A lberini adında bir İtaly an , b ir film çekm e m akinesinin ru h satın ı aldı. 1905’te “R om a’nuı z a p tı” diye, içinde bol bol fig ü ran bulunan kalab alık b ir film çevirdi. B u filmde, 1870 olaylarını yeniden canlandırıyordu. K urduğu küçük ş irk e t “M esslna zelzelesi” ni yerinde te s­ tait ederek büyük k â r sağladı ve “Cinès” adını aldı. İta ly a ’d a sinem a geleneği yoktu. Y üksek ü cretle F ra n ­ sa 'd a n iş© y ara y a c a k insanları getirtiy o rd u . O peratörler, de­ k o ratö rler, V incennes stüdyolarındım R om a’y a a k ta rıla ra k ötede henüz p iy a say a sürülm em iş film leri bile yeniden çevir­ m eğe başladılar, “î t a l a ” şirketi, P a th é ’den kom ik A ndré Deed’i de a y a rttı. P a th é ’nin eski fo toğrafçısı Ambrosio, b u ­ ra d a o p era tö r o la ra k çalışm ağa başladı. D aha ilk an d a “Pompei’n b ı son günleri” ni çevirerek R om alıların o büyük m izan­ sen lere düşkünlüklerini gösterdi. Yeni b ir sahneleştirm e oku­ lunun öncüsü oldu. K onuları S h akespeare’den, D an te’den D u­ m as P è re ’den alınm ış soylu film ler m eydana getirdi. A m erika d a u y an m ağ a başlam ıştı. Edison, b ir m üddet A v ru p a film lerini te k ra r te k ra r b a s a ra k geçindikten so n ra açılan d âv a la r yüzünden bu işin yürüm eyeceğini anlayınca eski a k tü a lite film leri o p era tö rü E dw in S. P o rte r’i stüd y o la­ rın ın m ü dürlüğüne getirdi. B irleşik D evletlerde değerli film ­



SİNEMA



TARİHİ



35



leri, o sıra, yalnız bu adam çevirebildi. K onulu film, m o n taj ve benzeri te k n ik ilerlem eleri Ingiliz ve F ra n sızlard an g öre­ re k b aşariyle ta tb ik etti. “G re a t tra in R obbery” (B üyük tre n soygunu) adlı film inin konusu gerçi M ottershaw 'nun b ir ese­ rinden alınm a, değiştirilm eydi. Gerçi film in dekupaji o k ad ar m ükem m el değildi. A m a konuya yepyeni b ir özellik g e tiri­ yordu: F a r W e st denilen, A m erika’da b a tı bölgesinin k eş­ fedilmesine, m edenileştirilm esine ait, bugün bile işlene işlene tüketilem em iş b ir çığır açıyordu. P o rter, b u rad a alelâde bir z a b ıta v ak ’asını sa n k i o sıra d a olm aktaym ış gibi yeniden şe­ killendiriyor, o za m a n a k a d a r F ra n sız film cilerinin genel o la­ ra k ta k ib ettik le ri tiy a tro y u film e çekm e ta rz ın ı b ırak ıy o r­ du. Ingilizlerin açtığ ı ve Zecca’nın ta k ib e ttiğ i yolu takibediyordu: Bazı sinem a hilelerini, te k n ik b ir özellik haline g e tir­ m işti. P o rte r’den b aşk a M ac Cutcheon da çeşitli m a ce ra (F a r W est) film leri çevirdi. A m erikan sinem acılığının bu ilk dev­ rinde, sahneye koyuş bakım ından en önemli a ra ştırm a la rı V ltag rap h m üessesesi yaptı. K um panya, uzun zam an eserle­ rin rejisörlüğünü de y a p a n S tu a r t B lackton idaresindeydi. 1905’te “R affles G entlem an C am brioleıır” (K ib ar hırsızın k a l­ d ırd ık ları) film inin b aşarısın d an so n ra V ltag rap h şirketi, b ir­ çok film i birden h azırlam ay a y e te r b ü y üklükte b ir stüdyo kurdurdu. B lackton, rejisö r olarak herşeyden faydalandı ve stü d y o ­ nun s a n a t bakım ından m üdürü durum una geçti. İta ly a ’dakilerle- ayni zam anda, S hakespeare’in belli başlı piyeslerini si­ n em ay a ak tard ı. 1908 de Blackton, A m erikan sinem asının gerçek s a n a tta ilk ve en önem li teşebbüsüne, yeni b ir seri film le g irişti: G erçek h a y a tta n sahneler... O zam an a k a d a r A m erikan sinem asında, yerlilik dolayısiyle yalnız kovboy film leri b aşarılı say ılırk en bu seri, sa n a t değerini sade işden an lay a n lara değil, h a lk a da kabul ettirdi. T eknik alanda, “A m erikan p lânı” adı verilen göğse k a d a r y ak ın plând a çe­ kilm iş sahnelerin sistem li b ir şekilde kullanılm ış olması, bu usulün o adla b aşk a m em leket sinem acılığına da girm esine yol açtı. İlk defa b ir grup halinde birleşen ak tö rlerin sade, ciddî oyunları; senaryo hazırlay an ların h er tü rlü sa h te tiy a t­ ro n u m a ra ların d a n vazgeçip günlük h a y a ta y k alaşm a ve t a ­ biîleşm e g ay re tleri h a y re t ve ta k d ir uyandırdı. Y itag rap h , böylece, G riffith ’in b aşarısını hazırlıyor, ilkin İn g ilte re ’de,



36



SİNEMA



t a r i h î



am a pek acem ice ta tb ik edilmiş olan m ontaj m eselesini bir sistem haline getiriyordu. V ita g ra p h ’la b irlikte Edison ve B iograph şirk eti de Newy o rk ’t a stüdyo kurdular. Selig şirk eti ay n i şeyi Ş ikago’da y aptı. E ssa n ay şirk e ti ise F a r-W e st m a ce ra film leri üzerine çalışıyordu. Tabiî dekor o rtasın d a film çevirm e işlerine bu sı­ ra d a girişildi. İlkin N ew york veya Ş ikago yakınların d ak i k a ­ sa b ala rd a işe başlandı. A m a çabucak F lo rid a’ya, B üyük Tuz Gölü’ne, K ay a D ağ ları’na, h a ttâ K aliforniya'ya k a d a r uza­ nıldı. B aşarısın ın g u ru ru içinde, A vrupa, bu A m erikan öncü­ lerinin g ayretlerinden habersiz görünüyor, bu g ay re tleri küçüm süyordu.



İŞLETME VE SANAT FİLMİ YAPMA TEŞEBBÜSLERİ 1902’de, p a n a y ır y erleri dışındaki sâ b it sinem alard a kol­ tu k sayısı, b ü tü n dünyada, ih tim al yalnız G aum ont P alace si­ nem asındaki k o ltu k la r kadardı. A m a p a n a y ırla rd a sinem a işletm esi alabildiğine gidiyordu. Y üzyılın başında, seyiröi, d a­ h a yeni yeni film seyretm enin ta d ın a varıyordu. 1900 efe Newy o rk ’ta k i bazı çalgılı gazinolar, a rtistle rin grevini önlemek, böyle b ir ih tim al k arşısın d a boşalm am ak için b irk aç h a fta ­ da sinem a salonu haline sokulm uştu. F a k a t p ro g ram ı doldu­ ra c a k film k ıtlığ ı yüzünden, k az an d ık ları başarı, üm idedilen gelişm eye ulaşam adı. P a n a y ır yerlerinde de, halk ın kan ık sad ığ ı n u m a ra la r y e­ rine, ileriyi g ören bazı iş adam ları, çadırlarını, b arak aların ı, birinci m evkii kırm ızı k ad ife kaplı sıralardan, İkincisi de a y a k ta d u racak yerlerden ib a re t sinem a salonu haline sok­ tu la r. Bu teşebbüs öylesine sü ra tle yayıldı ki k ısa zam anda A v ru p a’nın h e r m em leketinde, A m erik a’da, eğlence y erleri böyle derm e ç a tm a sinem a haline girdi. F onograf, bu salon­ la rd a o rk e stra y erini tutuyor, b ir izahçı da, film deki konuş­ m aları veya olayları h alk a açıklıyordu. İn g ilte re ’de h er sa ­ nayi m üessesesinin b ir M usic-H all’ü vardı. B u M üzikhol’ler, F ra n s a ’daki C afé-concert (çalgılı kahve) lere, V audeville'lere, A m erik a’daki Sm oldng-C oncerts’lere bedeldi. Sinem a, ça­ b u cak bu m üzikhollerin p ro g ra m ın a girdi. Y avaş y av aş bu yerler, sadece film gösteren sinem a salonu haline geldi. İn ­ giltere, sinem a salonu sayısı bakım ından b a ş ta gelen m em ­ lek etti. K ısa zam an so n ra B irleşik A m erika, İn g iltere'y i geç­ ti. İk i iş adam ı, P ennsilvania m aden bölgesinin m erkezi olan P ittsb u rg kasabasında, 1905’te b ir dükkân a ç tıla r ve film g ö sterm eğe başladılar. K ısa zam anda dükkân salon haline geldi. M adqn işçileri burayı doldurdu. Öyle ki sabahın sekizin­ den gece y a rısın a k a d a r