Türkiyede Beş Yıl Cilt III [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

T Ü R K İ Y E ' D E B E Ş I I I



Y I L



Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.



Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Aralık 1999



XVII NİSAN AYINDAKİ OLAYLAR İngilizler, Şeria'nm doğusundaki yenilgiyle sonuçlanan yarma harekâtından sonra, bu işe katılan birliklerini dinlen­ meleri için geri çektiler. Bu sırada öncülük ederek İngilizlere yardımcı olan Arap halkından pek çok kişiyi de birlikte gö­ türdüler. Sonradan öğrenildi ki, İngilizler bu Araplara Şeria'nın doğusundaki yurtlarına yeniden saldıracakları ve bu sı­ rada kendilerini de buraya getirecekleri sözünü vermişler. Or­ dular Grubu, gerek bu haberi değerlendirerek ve gerekse Aşa­ ğı Şeria'daki Eriha'da yapılan hazırlıkları belirleyerek, Şeria'mn doğusundaki yarma harekâtının tekrarlanacağı kanısı­ na vardı. Bu olası harekâta karşı Ordular Grubunun hazırlığıysa şöyleydi: Amman'da savaşan bütün birlikler, Albay Ali Fuat Bey (Ge­ neral Ali Fuat Erden)'inkomutasında Tellülnemrin'deki kuvvet­ li mevzii tutmak için ileri alındı. Bu birliklerin büyük bir kısmı 8. Kolorduya bağlı olduğu için buralara da 8. Kolordu adı veril­ di. Kolordunun bir ölçüde yeterli birliği olunca, iki tümene ay­ rıldı. Bulundukları mevziler çok iyi yapıldı ve düzenlendi. 8. Kolordu, az da olsa Alman ve Avusturya topçusu ile 5



ve 5 Nisanda Salt'a gelen Alman 146 Piyade Alayının 4. Bö­ lüğü ile desteklendi. Bunlardan başka bir miktar Türk birliği ile ikmal erleri de, geldikçe hemen bu kolorduya gönderili­ yordu. 4. Ordu Karargâhı da Salt'a geçirildi (Şeria şehri, Şeria ırmağının doğusunun kuzey kesiminde olan bir Arap ka­ lesidir). Bu ordunun Kurmay Başkanlığına von Papen atandı. Eddamiye'nin güneyindeki Mafit Cözele'de söğüt funda­ lıkları arasında Şeria'dan geçmek için hazırlıklar yapıldı. Şeria'ya doğru harekete geçirilen 3, Süvari Tümeni ile Kafkas Süvari Tugayının ulaşımı işi nisan içinde tamamlandı. Bunlar Albay Esat Bey'in komutasında birleştirilerek Şeria'mn batı kıyısında toplu bir durumda kaldılar. Bazı küçük birlikler ise, 8. Kolordu ile bağlantı ve gözetleme görevleriyle güvenlikiçin ırmağın doğusuna geçti. Albay Esat Bey'in emrine ayrıca bir Alman makineli tüfek müfrezesi ile 205 numaralı Alman İs­ tihkâm Bölüğü de verildi. Esat Bey'in Şeria vadisindeki Roma yolunda bulunan ka­ rargâhına ilk gittiğimde burayı çok güçlükle bulabildim. Bu karargâh büyük bir ustalıkla kurulmuştu. Bir ordugâha ben­ zer durum yoktu. Çadırlar ve çardaklar, tıpkı bedevîlerinki gi­ bi çok düzensiz bir biçimde kurulmuş ve arazi üzerinde ara­ lıklı olarak dağıtılmıştı. Hayvanlar hiç görünmüyordu. Tavla­ lar çukurlara yerleştirilmişti ve çukur olmayan yerler de çu­ kur kazılarak toprak düzeyinin aşağısmda yapılmıştı. Bunla­ rın üstleri ağaç dallarıyla örtülmüş, böylece hem güneşten ko­ runmuşlar, hem de düşman uçaklarının burada bir süvari ka­ rargâhı olduğunu keşfetmesini engellemişti. Karargâhı Mecdelbenifazl'da bulunan 20. Kolorduya, Şe­ ria vadisinin batı kesimine egemen olan yüksek yamaca hafif topçu gönderilmesi emredildi. İkinci bir yarma harekâtına karşı, Ordular Grubunun sı­ nırlı olanakları içinde aldığı önlemler bunlardı.



Tufeyle müfrezesinden dönen 703 numaralı Alman piya­ de taburu, Asya Kolunu kuvvetlendirmek üzere 8. Ordu em­ rine verildi. Ordular Grubu Cephesinde, nisan ayında yalnızca hafif çatışmalar oldu. Yalnız 10 Nisanda 8. Ordunun Albay von Frankenberg tarafından komuta edilen sol grubuna bir saldı­ rı yapıldı ve çarpışmalar üç gün sürdü. Bu saldın püskürtül­ dü ve İngilizler verdikleri büyük kayıplara karşı bir toprak ka­ zanamadı. Saldırının ağırlık merkezinde 46. Tümen ile Asya Kolu vardı. 7. Ordu, Ordular Grubunun emrine uyarak, Albay von Frankenberg'e yardım için solunda birlikler hazırlamıştı. Bu çatışmada Türk taburunun durumu birbirine hiç benzemi­ yordu. Bazıları cesaretle direniyor ve çarpışıyor, diğerleri bu­ nu yapamıyordu. Ele geçen bazı İngiliz emirlerinden anlaşıldığına göre, İn­ gilizler bu saldırının Kalkiye istasyonuna kadar uzatılmasını kararlaştırmışlar, 14 kilometre kadar bir toprak kazanmayı ta­ sarlamışlar. Ama düşman saldırısı 1 kilometreden ileri geçme­ di. Eğer bunda bir basan sağlasalardı, ö zaman arkadan bü­ yük saldınmn başlamasını beklemek gerekirdi. Biraz geriler­ de kuvvetli ingiliz süvarisinin toplandığı görülmüştü. Bunun amacının Kalkiye'ye kadar ilerleyerek yarma harekâtını, düz kıyı toprağından hedefe götürmek olduğu açıktı. İngilizler bu sırada Eriha ve Tellülnemrin'e giden yolun iki tarafında olmak üzere Şeria'da bir köprübaşı yaptılar ve bu­ nu engellerle desteklediler, buraya topçu da koydular. Bura­ dan daha yukanda bir başka köprübaşı daha yaptılar. Bu iki köprünün başında pek çok tombaz köprünün sökülüp takıldı­ ğını uçaklanmız keşfetmişlerdi. Bu hareketlerin bir bölümü­ nün bizi yanıltmak için yapıldığı düşünülebilir. Nasıra'ya getirilen 17. Depo Alayına hastahanelerden çı7



kan ya da raslantı sonucu ele geçirilen az sayıda Türk erinden başka Arap erler de veriliyordu. Arap erler yetişmiş bile olsa­ lar, birlikler bunları istemiyordu. Çünkü Araplar artık İngiliz­ lerin tarafım tutmaya başlamışlar ve güvenilir olmaktan çık­ mışlardı. Fakat öte yandan da İstanbul'dan gönderilen erler, Şeria Cephesinde ve Hicaz hattında bulunan 4. Ordunun gerek­ sinimi ancak karşılıyordu. İkmal erleri sorunu, burada görev alışımın ilk haftasın­ dan sonra Enver ile aramda bir çatışma konusu olmaya başla­ dı. Enver'in imzasını taşıyan 11 Nisan tarihli bir yazıda, ger­ çeklere uymayan bazı iftiralar yer alıyordu. Sözde ben, Ordu­ lar Grubuna ayrılan Alman birliklerinin (yeni 146. Alman Alayının) demiryoluyla gönderilmesinde Türk birliklerine ön­ celik veriyormuşum. Ötekiler de boşu boşuna bekh'yormuş. Bu durumda bu birliklerin başka şekilde kullanılması gerekirmiş. Yazının 9. maddesinde bu konuda şöyle deniliyordu: " B u bir­ liklerin işe yaramaz şekilde cephede tutulması doğru de­ ğildir. Bunlardan yararlanmak söz konusu değilse, Alman Başkomutanlığı emrine geri gönderilmesi gerekir." Yazıya 13 Nisanda şu karşılığı verdim: "Yazınızın 9. maddesine cevabım: Zâtı devletlerinden İrtibat Subayı Binbaşı Beckert'i dinlemenizi istirham ede­ rim. T ü r k ikmal erleri cepheye gönderilip Almanları ge­ ride tuttuğum iddiasını kesinlikle reddederim. Ordular Grubunda, Alman birliklerine oranla on kat çok T ü r k bir­ liği bulunduğunu ve pek çok şiddetli çarpışma sırasında Türk ikmal erlerine duyulan gerekliliğin durmadan artı­ rıldığını, elbet siz de bilirsiniz. Daha komutayı aldığım ilk günlerden başlayarak Alman birliklerinin bir an önce gön­ derilmesini istedim." 8



Yazının sonunda Yıldırım Grubu Komutanlığından bağış­ lanma ve görevimin değiştirilmesinin padişaha sunulmasını Enver'den rica ettim. Tamamen yanlış temele dayanan bu if­ tiradan sonra, yakında başıma daha ne işlerin açılacağını an­ lıyordum. Görevimin bunca ağır yükünden başka, bir de bun­ lara katlanmaya hiç istekli değildim. Filistin'e giderken, iyi bir sonuç alınacağı konusunda çok az umut beslenen böyle bir görevi yüklendiğim için Türk Ge­ nel Karargâhının bana teşekkür edeceğini sandım. Bu düşün­ cemin ne kadar yanlış olduğunu şimdi anlıyorum. Cephede sürekli olarak düşmanla çarpışırken, aynı za­ manda kendi gerisinden gelen saldırılan da önlemeye kimse­ nin gücü yetmez. Enver, istifamı padişaha sunmaktan kaçındı ve bana özür diler nitelikli bir açıklama mektubu,gönderdi. , Alman Askerî Kurulu ile ilgili çekişme de son bulmuş de­ ğildi. Bu konuda Askerî Kurulun Kurmay Başkanı General von Lenthe'den bir yazı aldım. Bu yazı ile Askerî Kurula ilişkin sözleşmenin ayn ayrı sözleşmeler durumuna sokulması konu­ sunda önceden alman kararın uygulanması ilkelerini belirle­ mek için İstanbul'da bir komisyon kurulduğunu bildiriyordu. Komisyon, Alman Askerî Temsilcisi ile Alman Genel Karar­ gâhının ve Prusya Harbiye Nezaretinin bir delegesi ve Gene­ ral von Lenthe ile Alman Askerî Kuruluna bağlı bazı üyeler­ den kuruluyordu. General von Lenthe'den 14 Nisanda aldığım telgrafta şöyle deniliyordu: "Alman Genel Karargâhı ile Prusya Harbiye Nezare­ tinden gönderilen görevlilerin, gizli tutulmasını belirterek söylediklerine göre, yeni sözleşmede söz konusu edilen en kıdemli subay, şimdiki Kurmay Başkanı olacaktır ve ken9



dişine şimdiden verilecek bazı görev ve yetkilerle ileride­ ki durum hazırlanacaktır." Bunun üzerine 15 Nisanda General Ludendorff'a şu telg­ rafı gönderdim: "Genel Karargâh tarafından Askerî Kurul Sözleşmesi'ndeki koşulların dikkate alınmadığı ve yerine başka bi­ rinin atandığı doğru ise, emrimdeki subaylarla bu konu­ da görüşmelere girişilmeden önce doğrudan doğruya ba­ na haber verilmesini, şimdiye kadar esirgemediğiniz ya­ kınlığınıza güvenerek, rica ederim. Eğer Genel Karargâh, beni burası için beslenen yeni amaçlar için bir engel görü­ yorsa, istifamı İmparator Hazretlerine sunmaya her an hazır olduğuma güvenebilirsiniz." Burada ve İstanbul'da olan işlemlere göre, dört yıl dört ay süreyle ve birçok mücadeleler pahasına koruduğum mev­ kiim, Türkler arasında etkinliğini yitirdiği gibi, buradaki en kıdemli bir Prusya generaline yaraşmıyacak bir duruma da düşmekteydi. General Ludendorff'tan 17 Nisanda şu telgrafı aldım: "Şimdiki T ü r k Ordusu Kurmay Başkanına, en kı­ demli Alman subayı sıfatıyla ileride bazı belirli görev ve yetkiler verilmesi hazırlığından haberli değilim. Alman Askerî Kurulu var olduğu sürece, zâtıâlilerine sözleşmey­ le tanınan bütün haklar saklı kalacaktır." Bundan sonra İstanbul'daki komisyonun görüşmelerine son verildi ve Alman Genel Karargâhı ile Prusya Harbiye Ne­ zaretinin gönderdiği görevliler Almanya'ya döndüler. Bu ola­ yı bu kadar anlatmakla yetineceğim. İngilizlerin Musallaba'daki öncülerini mayıs başlarında geri atmak için bazı hazırlıklar yaptığımız bir sırada, 30 Ni­ san günü, İkinci Şeria Saldırısı başladı. 10



XVIII MAYIS AYI OLAYLARI İKİNCİ ŞERİA SAVAŞI Birinci Şeria Savaşı'nda, İngilizler, saldırılarını doğrudan doğruya Amman'a yöneltmişlerdi. Bu saldın, Türk birlikle­ rinin direnmesi ve düşmanın ikmal yolunun uzunluğu yüzün­ den sonuçsuz kalınca, ikinci girişimini düşman Salt üzerinden yaptı. Bu kez düşmanın hedefi, hızlı bir yürüyüş ya da bas­ kınla Sait'i ele geçirmek ve sonraki harekâtlar için burasını bir üs durumuna getirmekti. İngilizler Salt önlerine kadar ilerleyip 8. Kolorduyu ge­ riye itebilirlerse, 7, Ordu ile 8. Ordu da Yarmuk vadisine ka­ dar çekilmek zorunda kalacaktı. Çünkü İngiliz birlikleri Salt tepelerini ele geçirince, Besa-Dera ve Amman-Dera yolları­ na da egemen olacaklardı. Ordular Grubunun geriyle bağlan­ tısı Dera üzerinden sağlanıyordu. İngilizler hedeflerine ulaşın­ ca, bu da sekteye uğrayacaktı. İngilizler bu kez harekâtlannı çok iyi saklamayı başar­ mışlardı. Bu hazırlığın son ve büyük bölümünü bile, uçaklanmız da, diğer keşif araçlanmız da ne görmüş, ne de duyabilmişti. 30 Nisan sabahı saat 4.30'da zırhlı otomobiller ve top-



11



çu birlikleriyle destelenmiş düşman süvarisi, Şeria rrmağını Eriha-Tellülnemrin yolunda ve alt köprü üzerinden Mendesa'da geçti. Bir süvari tümeni, kuzeye, öteki de kuzeydoğusun­ daki Salt üzerine yöneldi. Çok şiddetli bir topçu ateşinin ar­ dından bir düşman piyade tümeni, zayıf 8. Kolorduya cephe­ den saldın için, daha önceden hazırlanan köprübaşlanndan geçti. Bundan biraz soma da Şeria'nın Batı kesimindeki Avca'da 7. Ordunun sol yanındaki 53. Türk Tümenine bir İngi­ liz saldmsı yapıldı. Denizden Şeria ırmağına kadar, Ordular Grubunun bü­ tün cephesinde düşmanm topçu ateşi gittikçe şiddetleniyordu. Doğrudan doğruya kuzeye yönelen İngiliz süvari tüme­ ni, Şeria vadisinde bulunan Türk süvarilerini geri çekilmeye zorladı ve dağlann etekleri boyunca Eddamiye'ye kadar izle­ di. Bu süvari birliğinin bir tugay olarak tahmin edilen öteki kısmı Mafit Cözele karşısında bulunan Yassıtepe'ye yöneldi. Türk süvari alayı buraya kadar çekilmişti. 3. Süvari Tümeni Komutanı, bir köprübaşı durumuna gelen bu yere bir Alman makineli tüfek müfrezesiyle bir Alman istihkâm bölüğü gön­ dermişti. İngiliz süvarisinin bu küçük tepeye karşı topçu ve maki­ neli tüfek korumasında yaptığı saldınlar, buradaki direnmeyi çözemedi. Tepe, Türk süvarisinin elinde kaldı. Doğrudan doğruya kuzeye yönelen düşman süvari birlik­ leri ise, sabah saat 7.00'den biraz sonra Eddamiye'ye vardılar. Fakat bu düşman süvari tümeni burada Şeria geçidini ele ge­ çirmeye kalkışmadı. Gerideki dağ yamaçlannda, cephesi ba­ tıya dönük olarak önlem aldı. Sonradan anlaşıldığına göre bu tümenin görevi, Salt'a doğru ilerleyen tümenin yan ve gerisi­ ni örtmek ve aynı zamanda Eddamiye dolaylannda Türk bir12



liklerinin ırmaktan geçmesini önlemekti. İngilizler bu tepele-^ re yalnız küçük müfrezeler gönderdiler. İngiliz süvari topçu­ su, Eddamiye batısındaki yüksek yamaca karşı ateş açtı. Bu sırada Tellülnernrin'de bulunan 8. Kolorduya karşı İn­ gilizlerin saldırısı durmaksızın destek birliklerinin gönderil­ mesiyle, şiddetlendi. 8. Kolordunun sağ yanıyla gerisi, kuzey­ doğu yönünde ilerleyen düşman süvarisi yüzünden tehlikeye düştüğü gibi, sol yanı da aşağı yukarı 15 bölük kadar düşman süvarisinin kuşatma tehlikesiyle karşı karşıya idi. Albay Ali Fuat Bey'in komutasmdaki kolordu, büyük kahramanlık göstererek düşman saldırılarına dayanıyordu. Nasıra'da bulunan Ordular Grubu Karargâhı, Şeria'daki büyük İngiliz harekâtına ilişkin haberleri sabah saat 7.30'da al­ dı. Arapların telleri kesmesi yüzünden telefon ve telgraf haber­ leşmesinde sık sık arızalar oluyordu. Kurmay Başkanı Kâzım Paşa, 4. Ordu Komutam ile görüşmek üzere sabah erken uçak­ la Amman'a gitmişti. Soma da otomobille Salt'a gelecekti. Durumla ilgili ilk haberleri alınca, saat 8.30'da, 7. Ordu Komutanlığına 24. Tümenin Şeria yönünde harekete geçiril­ mesini telefonla emrettim. Bu tümen, savaş durumunun elver­ diğine göre ya Eddamiye'ye ulaşacak ya da Mafit Cözele'de kalacaktı. Bundan başka 3. Süvari Tümeninin de bu iki geçit yerinden birine doğru toplanmasını emrettim. Bu tümenlerin her ikisi de, soma Şeria'yı geçecek ve doğuya saldıracaklardı. Saat öğleden önce 10.00'u biraz geçiyordu ki, düşman sü­ varisinin öncüleri Salt dolaylarındaki tepelerin üzerinde gö­ ründü. Bu süvari öncüleri, buraları çok iyi bilen Arapların kılavuzluğuyla ve bizim daha bilmediğimiz kestirme yollardan buraya getirilmişlerdi. Böylece Salt yönündeki yokuşu tır­ manmaktan da kurtulmuşlardı. •13



Saldırının bu ilk günlerinde İngiliz süvarisinin yürüyüş­ leri son derece başarılı olmuştur. 4. Ordu Karargâhının korunması için Salt'ta bulunduru­ lan birkaç Türk bölüğü bir araya toplanıp, ilerideki düşman süvarilerine karşı mevzi aldı. Bunlara Alman telefonculanyla şoförleri de katıldı. 24. Tümen ile 3. Süvari Tümeninin Şeria'ya doğru Ordu­ lar Grubu tarafından emredilen harekâtlarında bazı gecikmeler oldu. Çünkü 24. Tümen Komutanı Albay Boehme, Musallaba'ya karşı yapılacak harekât hakkında keşifte bulunmak üze­ re yanındaki bir kısım subaylarla ve atla yürüyüşe çıkmış, an­ cak öğleye doğru dönmüştü. Tümeni de ancak öğleden sonra 1.30'da Şeria yönünde yürüyüşe geçebilmişti. Şeria kıyısına gi­ den yolun dik, sarp ve çetin inişli olmasından dolayı, emredi­ len yere ancak beş saatlik bir yürüyüşten sonra ulaşılabildi. 3. Süvari Tümenine gelince, bu tümen ırmağın sol kıyı­ sı ile ileri hatta birkaç bölük yerleştirmiş olduğundan, hare­ kete geçmezden önce bu bölüklerin 145. Piyade Alayı bölükleriyle değiştirilmesi gerekiyordu. 24. Tümenin yürüyüşü az kalsın çok kötü bir sonuçla bi­ tecek ve 3. Süvari Tümeni de yol ortasında kalacaktı. Bu sırada 7. Ordu Komutanı Fevzi Paşa (Kurmay Başka­ nı Binbaşı von Falkenhausen, sabah erken Şeria'ya gitmişti), Şeria'nın batısındaki sol yanını tutan 53. Tümen için endişe­ leniyordu. Onun düşüncesine göre, düşmanın buraya yönelt­ tiği saldın, bir yarma harekâtıydı. Bununla birlikte, tarafım­ dan verilen emirlerin değiştirilmesini ve 3. Süvari Tümeninin Şeria'nın batısında ve eski yerinde bırakılmasını ve aynca 24. Tümenin de yine Şeria batısında ve 7. Ordu emrinde kalma­ sını istiyordu. Benim değerlendirmem ise farklıydı. Ben, düş14



man harekâtını, birliklerimizi, Şeria'nm batısında bağlamak için yapılmış bir gösteri sayıyordum. Bu nedenle, verilen emir­ lerin zaman geçirilmeden yerine getirilmesini 7. Ordu Komu­ tanlığına yeniden bildirdim. Her iki tümenin Şeria'da toplan­ ması işi, ancak karanlık bastırdıktan sonra tamamlanabildi. Öğleden sonra saat 4.00'de düşman saldırısının ilk sonu­ cu Salt'ta görüldü. Kuvvetli İngiliz birlikleri şehri aldı. Zayıf birliklerimizin bir kısmı esir edildi. 4. Ordu Komutanlığı, bir çıkış yolu bulup Sait'in kuzeyine doğru geri çekilebildi. Bir­ kaç küçük birlik de Ordu Karargâhı yanında alıkonuldu. Öte­ ki birlikler ise Suela yönünde geri çekildiler. Öğleden sonra saat 4.00'den soma Salt ile bağlantımız kesildi. Telefonla al­ dığımız son haber, İngilizlerin şehre girmiş olduğunu bildiri­ yordu. Bunun üzerine demiryolu ve menzil örgütünün ilgili memurlarına, demiryoluyla gelecek bütün birliklerin hızla Amman'a yetiştirilmesini emrettim. Akşam üzeri Albay Boehme komutasındaki 24. Tümen ile Esat Bey komutasındaki 3. Süvari Tümeni, Eddamiye'nin dağ­ lık yerlerinde toplanmışlardı. Bu sırada Alman 146. Alayının 1. Bölüğü ile 2. Bölüğü de geldi, 24. Tümen emrine girdi. Karanlık bastıktan soma her iki tümen de Şeria'nın do­ ğu kıyısına geçmeye başladılar. Cephe kuvvetleri çok zayıf olduğu ve savaşçı birliklerin karşıya geçmesi gerektiğinden, tümenlerin bu işi kendi ola­ nak ve araçlarıyla yapması gerekiyordu. 3. Süvari Tümeni, Şe­ ria'nm doğusundaki kesik sırtlara postalar gönderdi. Bunlar, oralardaki düşman gözcülerini geri sürdüler. Akşam geç vakit 8. Kolordu -sağ yanındaki küçük bir arazi kaybı dışında- bütün düşman saldırılarını geri püskürtmeyi başar­ dı, birliklerin maneviyatının yerinde olduğunu da bana bildirdi. 15



Mayısın ilk günü ortalık aydınlanırken, 7. Ordunun Nablus'taki karargâhına otomobille gittim. Kendisini bir telefon hattına bağlamayı başaran 4. Ordu Karargâhı ile ilişki yeni­ den kurulmuştu. 4. Ordu Komutanlığına Amman'dan Salt'a gelen yol üzerindeki Suela'ya gelmesi emri verildi. Amman üzerinden gelen bütün birlikler burada toplanacak ve sonra Salt üzerine yürüyeceklerdi. 24. Tümen ile 3. Süvari Tümeni, mayısın ilk gecesi, Şeria ırmağını Eddamiye yakınlarında geçme işini başarıyla so­ nuçlandırdılar. Düşman bu harekâtı hiç sezmedi. Gün ağardığı zaman, 24. Tümen güneydoğu yönünde ve 3. Süvari Tüme­ ni de doğu yönünde ve dağ yamaçlarında bir gün önceki dü­ zeniyle duran İngiliz Süvari Tümenine saldırdılar. 3. Süvari Tümeninin topçu bataryası, kesik tepeli arazinin yokuşunu tırmandı ve buradan düşman bataryalarını şiddetli bir top ate­ şi altına aldı. 24. Tümenin avcı hattıyla Esat Bey'in süvarile­ ri düşman önündeki küçük yaylayı geçtiler. Bu saldın tam anlamıyla bir baskın oldu. Türk süvarileri ile piyade avcı hatlan, düşmana daha tam yanaşmadan düşman süvarileri yerlerini tutamaz oldu ve düzensiz şekilde geri çe­ kildi. Yalnız bir süvari alayı kuzeye saptı. Düşman topçusu ise, kısmen güneye ve kısmen de doğuya doğru, çukurlara kaçıyor­ du. Güneye giden bataryalardan biri, Türk piyadelerinin eline düştü. Öte yandan çukurlara saplanmış öteki toplann da bir kıs­ ım ele geçirildi. Böylece İngiliz Süvari Tümeninin hiç bozul­ mamış dokuz topu ile öteki birliğin bir topu, sabahın erken sa­ atlerinde Türklerin eline geçmiş bulunuyordu. Bir miktar tut­ sak, çok sayıda at, topçu cephanesi ve yiyecek taşıyan deko­ viller, bir de zırhlı otomobil Türklerin eline geçti. 3. Süvari Tümeni tekrar toplandıktan sonra, dar bir dağ 16



yolundan Salt şehrinin batısındaki tepelere doğru çıkmaya başladı. Bu tümenin süvari bataryası, daha önceden 24. Tü­ menin bir dağ bataryasıyla değiştirildi. Şeria'nın batısında 53. Tümene yapılan düşman saldırı­ sı, daha 30 Nisanda durdurulduğu için, 1 Mayısta 20. Kolor­ du Komutanı Ali Fuat Paşa Eddamiye 'de karşıya geçen birlik­ lerin komutasmı üzerine aldı. 24. Tümen, 8. Kolordunun sağ kanadının yükünü hafif­ letmek için Şeria vadisinde güneye doğru ilerledi. Mafit Cözele'nin karşısındaki tepelerde görevi sona eren birlikler de bu tümene katıldılar. Tellülnemrin tepelerinde 8. Kolorduya düşmanın şiddet­ li saldırılan sürüyordu. Buna rağmen kolordu, bundan sonra da yerini güzelce elde tuttu. Yalnız sağ kanadındaki tümen, Elhud dağının yamacında biraz toprak kaybetti. Bundan dolayı kolordunun durumuna bir zarar gelmedi. Şeria vadisinde ilerleyen 24. Tümen, bir direnmeyle kar­ şılaştı ve bu yüzde çok az ilerledi. 3. Süvari Tümeni, Sait'in batısındaki tepelerde -Türk raporlanna göre -piyade ve istihkâm birlikleriyle desteklenmiş İngiliz süvari tümeninin avcılanyla çatışmaya girişti. 4. Ordu Karargâhı, Suela'ya varmıştı. Orada toplanan Türk birlikleri bu ordunun komutasına girdi. Bunlann arasın­ da Miskal Paşa'nm emrindeki Arap kabilesi de vardı. Salt'ta bulunan İngiliz süvarilerinden bir tugay, Amman yönünde ilerlemişti. Bu düşman tugayı, Suela'da Türk birliklerine rast­ ladı ve burada sürekli ve karşılıklı bir ateş başladı. Üç ayn yönden saldın karşısında bulunan 8. Kolordu, ak­ şama doğru, topçu cephanesi ile erzakımn çok az kalmış ol­ duğunu bildirdi. O gece bu kolorduya patikalardan ve deve kol17



lanyla cephane gönderdik. Salt'tan güneye gönderilen İngiliz süvari bölükleri buna engel olamadılar. 2 Mayıs sabahı, Şeria vadisindeki Eddamiye tepelerine otomobille gittim. 3. Süvari Tümeni bu sırada Sait'in batısın­ daki tepelerde savaşmakta ve biraz arazi kazanmaktaydı. Suela'da yapılan Türk ileri harekâtının etkileri daha bu tarafta gö­ rülmüyordu. Öğleden önce tümenin kahraman komutam Esat Bey ağır şekilde yaralandı. Komutayı, Türklerde gelenek ol­ duğu üzere, Kurmay Başkanı Yarbay Mahmut Bey aldı. Çok geç saatlere kadar süren çatışmanın yorgunluğu yü­ zünden öğleden önce kendi mevzilerinde dinlenen 24. Tüme­ ne verdiğim emir üzerine, bu tümen, öğleye doğru güney yö­ nünde yeniden saldırıya geçti. Savaşın üçüncü gününde de 8. Kolorduya saldırılar sürü­ yordu. Kolordunun sağ yanı bir parça daha toprak kaybetti, ama kolordu yerinden ayrılmadı. Bu kolordunun durumu öne­ mini koruyordu. Çünkü Salt'tan güneye çıkarılan düşman sü­ varisi biraz daha ilerlemişti ve kolordunun 10 kilometre ka­ dar gerisine varmıştı. Ali Fuat Bey, bu duruma karşı bir arka güvenlik önlemi aldı. Kolordu cephesinde savaşan Avusturya bataryasının erleri, topçu cephanesi tükendikten soma, filin­ talarla donatılarak bu arka güvenlik önleminde görevlendiril­ diler. Suela'da bulunan Türk birlikleri, trenle Amman'a getiri­ len takviye birlikleriyle (bunlar arasında bir Alman Obüs Ba­ taryası da vardı) yavaş yavaş kuvvetlenmişti. Cemal Paşa'nm komutasındaki bu kuvvet, karşısındaki İngiliz süvarisini ge­ riye sürmeyi ve Salt'a doğru yanaştırmamayı başardı. Salt'tan Şeria'ya doğru alçalan tepelerin yamaçları boyun­ ca ilerleyen 24. Tümen, yeniden kuvvetli bir direnmeyle karşı18



laştı ve bu nedenle 8. Kolordu yönünde ilerlemesi yavaşladı. Bu tümene 3 Mayıs günü yeni bir saldın yapılmasını emrettim. Akşama doğru otomobille Nablus'a dönerken, Beytihasan yakınında şoförüm birdenbire "Karşımızda İngiliz süva­ rileri var" diye bağırdı. Başlannda sıcak iklimlere özgü hâki renkli şapkalar bulunan bir kolun Beytihasan yakınlanndaki dönemeçlerden aşağıya doğru indiğini gördük. Sonradan bun­ ların 146. Alman Alayının I. Tabur ileri gelenleriyle mekkâreleri olduğu anlaşıldı. Meğer bu yanlışlığa her tarafta rastlanıyormuş. Hatta birkaç kere de bunlara Türkler tarafından ateş bile açılmıştı. Yanlışlığa yol açan bu şapkalann sonradan gi­ yilmesi yasaklandı. 3 Mayısa kadar durumda önemli bir değişiklik olmadı. Şeria vadisindeki 24. Tümenin kuvveti o derece azaldı ve bu tümen o kadar çok kayıp verdi ki, bu birlikle Etem Vadisi'ne kadar ilerlemek ve İngilizlerin Salt ile bağlantısını kesmek bi­ çimindeki düşüncemi artık uygulayamayacağımı anladım. Bu savaşlardan iyi sonuç alabilmek için gelecek yirmidört saat içinde Salt'ta kesin sonuç almamız gerekliydi. Dört gündür çarpışan birliklerde artık takat kalmamıştı. Fakat ne Ordular Grubunun, ne de 7. Ordunun emrinde yedek kuvvet vardı. Bu nedenle Salt' ın Suela'dan ilerleyen kuvveti ile 3. Sü­ vari Tümeni tarafından ele geçirilmesi gerekiyordu. Suela Grubu akşama kadar bütün çabasıyla şehrin doğu­ sundaki tepeye kadar yaklaştı. Alman Obüs Bataryası ile Türk topçusu da doğu tarafından şehri dövdü. 3. Süvari Tümeni de batıda toprak kazanmıştı. Akşama doğru, 4. Ordu Komutanlığı ile 3. Süvari Tüme­ nine o gece yapılacak saldınyla kuzeyden kesin olarak şehre girmesi emrini verdim. Kuzey tarafı ilerlemeye daha uygun 19



olduğu için bu kısmı seçmiştim. Ayrıca İngilizlerin Salt'tan güneybatıya çekilmelerine de olanak vermek istiyordum. 4. Ordu Karargâhı, telefon ederek saldırının güneyden yapılma­ sını rica etti. Böylece İngilizlerin çekilme olanağı kalmayaca­ ğı için, büyük bir direnmeyle karşılaşılmayacağı kesindi. Oy­ sa birlilerimiz zayıf ve yorgundu. Bu nedenle kendi görüşüm­ de direndim. Emredilen saldın, gece saat 10.00'a doğru başladı. Suela Grubundaki birkaç bölük, yolunu şaşırdı ve esir düştü. Fa­ kat grubun öteki birlikleri ile 3. Süvari Tümeni ve Miskal'ın Arap kabilesi, sert çatışmalar sonunda gece yansı şehre gir­ diler. İngilizler de şehri bırakarak güneydoğu yönünde çekil­ diler. Salt, düşmandan geri alınmıştı. Suela Grubu ile 3. Süvari Tümeni, hemen Era üzerinden düşmanı izlemeye koyuldu. 24. Tümenin karşısında kamyonlarla getirilen yeni İngi­ liz birlikleri vardı. Bu piyadeler, yanlannda telörgü engelleri de getiriyorlar ve bulunduklan yerleri bunlarla hemen kuvvet­ lendiriyorlardı. 8. Kolorduya karşı girişilen saldırı da 4 Ma­ yıs günü etkisini yitirdi. Öğleden önce düşmanın Şeria'mn batısına doğru çekil­ meye başladığı farkedilince, 8. Kolordu ve 53. Tümen düşma­ na saldırmak için emir aldılar. Fakat o kadar yorgundular ki, savaşacak güç bulamadılar. Düşmanın Şeria üzerinden çekil­ mesi, bütün bir gün ve ertesi gece sürdü. Türk süvarileri Şeria'mn aşağı kısmında Benimusa yö­ nünde saldırıya geçtiler, fakat geri püskürtüldüler ve yeniden doğu kıyısına çekildiler. Uçaklar bütün güçleriyle etkili olma­ ya çalıştılar. İkinci Şeria Savaşı tarafımızdan kazanılmıştı. Fakat elde 20



yedek kuvvet olmadığı için bundan yararlanılamadı. Aynı du­ rum, Şeria'mn batısındaki tepelerin ele geçirilmesini de engel­ ledi. Oysa Filistin'de bu son derece önemliydi. 8. Kolorduyu Şeria ırmağının batısma alabilseydik 7. Ordu ile 8. Ordunun cep­ hesi çok kısaltılmış olacaktı. Fakat şimdilik, İngilizlerin Şeria doğusuna yerleşmelerini önlemekle yetinmek gerekiyordu. Times gazetesinde bile bu harekât İngilizler için büyük bir yenilgi olarak gösterilmişti. Fakat bu sonuç Araplar üze­ rinde bir etki yaratmadı. Araplar ile Türkler arasındaki anlaş­ mazlık o derece büyümüştü ki, bunun düzeltilmesi olanaksız­ dı. Nitekim Şeria savaşından birkaç gün sonra Maan ve güne­ yindeki demiryoluna Araplar saldırdılar ve hatta zarar verdi­ ler. Her ne kadar bunlar şimdilik tepelenebiliyordu ise de köp­ rü ve rayların bozulan kısımları onanlamıyordu. Çünkü elde malzeme kalmamıştı. Araplar demiryolunu zaman zaman keserek Medine'yi ele geçiremezlerdi. Fahrettin Paşa, bu bölgenin savunmasını çok iyi başarıyordu. Birliklerinin yiyeceğini de sağlıyordu. Fahrettin Paşa, her ne kadar kendisinin ve askerlerinin açlık­ tan ölecek duruma düştüğünü sık sık bize bildiriyorsa da bu, Türklerin âdet durumuna gelmiş bir abartmasıydı. Nitekim bu birlikler, Mütarekeden çok sonraya kadar yaşamak olanağını ve yollarını buldular. İstanbul'daki Osmaniye Telsiz İstasyonu, Şeria Savaşla­ rı ile ilgili haberleri bütün dünyaya Alman diliyle yayıyordu. Fakat bu işte yapılan büyük yanlışlıklar dolayısıyla ben bu ya­ yınlara karşıydım. Örneğin 30 Nisanda düşman Doğu Şeria'da asıl büyük saldırısını yaparken Osmaniye İstasyonu'nun verdiği haber şöyleydi: 21



"Filistin Cephesi— Şeriâ'nın batısında ve ırmak bo­ yunca savaşlar tekrar başladı. 30 Nisan günü, İngilizler, Şe­ riâ'nın batısındaki batlarımıza girmeye çalıştılar. Fakat kahraman askerlerimizin ateşi karşısında dağıldılar". Burada açıkça görüldüğü gibi, Resmî Tebliğde doğu ile batı birbirine karıştırılıyordu. Aynı istasyon, 5 Mayıstaki yayınında ise şöyle diyordu: "İngilizler Şeriâ'nın doğusuna saldırdılarsa da, geri püs­ kürtüldüler. Eriha ile Salt'a ilerleyen İngilizler, süvari ve topçu birlikleri ile Şeria boyunca saldırdılar vb..." Bu konudaki yakınmama İstanbul'un 7 Mayısta verdiği karşılıkta "Raporda yanlış haber görülmediği" bildiriliyordu. Sonradan haber aldığımıza göre, Osmaniye Telsiz Istasyonu'nun Alman yöneticisi Yüzbaşı Schlee'nin pek çok başvu­ rusuna rağmen resmî tebliğler kendisine hep Türkçe gönderiliyormuş ve o da emrindeki doğru dürüst Almanca bilmeyen Türklere bunu çevirtiyormuş... Türklerin savaş harekâtının dünyaya neden yanlış duyu­ rulduğunu açıklayan nedenlerden hiç olmazsa birini anlatmak için bu olayın öyküsünü vermek gerekti. Yukarıda anlatılan savaşların bitmesinden sonra 4. Ordu, Salt tepelerini sağlamlaştırmak için emir aldı. Ere'de 8. Kolor­ du ile 7. Ordu sol yanı arasında bir birleştirme grubu kuruldu. 8. Kolordunun sol yanında ve açıkta, olası bir süvari yarma ha­ rekâtına karşı El Rame'de bir grup kuruldu. Bu grup, şimdilik iki süvari alayı ile Alman Makineli Tüfek Bölüğünden oluşu­ yordu. Önceleri Kurmay Yarbay Kemal Bey'in ve sonra da Al­ man Albay von Schierstaedt komutasındaki bu grubun. Şe­ riâ'nın doğusundaki Arap asilerle ilişki kurmak amacıyla üçün­ cü bir Şeria harekâtına girişmesi olanaksız değildi. 22



Demiryoluyla ve kısım kısım gelen Alman 146. Piyade Alaymm bazı birlikleri mayıs içinde Salt'a vardı. Bundan son­ ra da yedek Alman 11. Avcı Taburu gelecekti. Her iki birlik de Makedonya'dan geliyordu. Şeria savaşlarının şiddetli çarpışmaları durduktan soma daha ancak iki saat kadar bir zaman geçmişti ki, 6 Mayısta Türk Genel Kurmay Başkanlığı aracılığıyla bana bildirilen Alman Genel Karargâhının bir emri geldi. Bu emirde, "Sıcakyaz ay­ larında Alman birliklerinin sağlık bakımından uygun olan dağlık bölgelerde barındırılması" bildiriliyordu. Almanya'dan gelen bu bildirinin nedenini pek anlayama­ dım. Bir kere burada Alman birliklerini düşünecek, sorumlu­ luğunu bilen bir Alman komutan vardı. İkincisi, 1916 ve 1917 yıllarında ve yazın en sıcak aylarında Tih Sahrasında, Kuttülamare'de, Musul ve Bağdat'ta -kısacası Türkiye'nin en sıcak yerlerinde- görevlendirilmiş Alman birlikleri vardı ve hattâ şimdi de bu yerlerde Alman birlikleri bulunuyordu. Ayrıca bu Alman birlikleri güneyde kullanılmak üzere seçilmiş ve do­ natılmıştı ve üstelik, bunların büyük bir kısmı daha yeni gel­ mişti. Bu konu üzerinde düşünürken, aklıma bir nokta daha takıldı: Yıldınm'ın oluşumundan soma kurulan Alman yar­ dım örgütünde Alman uçak, savaş, demiryolu, otomobil ve sağlık birlikleri vardı. Verilen emre göre, bunların hepsinin ge­ ri çekilmesi gerekiyordu. İyi ama bu yardımcı birliklerin ça­ lışmalarına yalnız Alman birlikleri gereksinme duymuyordu, Türk birlikleri için de çok gerekliydiler... Bu düşünceyledir ki, Asya Kolunun gerçekte dağlık böl­ gede bulunduğunu ve öteki Alman birliklerinin ise sağlık ko­ şullarının gerekleri çerçevesinde kullanıldığını belirterek, düş­ manla çatışmada bulunan söz konusu Alman birliklerinin şim­ dilik geri çekilemeyeceğini bildirdim. 23



10 Mayısa doğru Türk hükümetinin, Suriye iç politika­ sıyla ilgili işleri de bana vermek isteğinde olduğunu gizlice haber aldım, Suriye'nin o sıralardaki iç işleriyle ilgili burada biraz bil­ gi vermek yerinde olur. Böylece, Türk hükümetinin şimdiye kadar tuttuğu yola aykırı olan bu yeni tutuma neden gerek duy­ duğu daha iyi anlaşılır. O zaman için Suriye'nin iç işleri, tek sözcükle 'umutsuz' olarak nitelendirilebilir. Bir kere, halk üzerinde etkili, düzen­ li ve güvenilir bir yönetim yoktu. Yüzyıllar boyunca sürüp ge­ len kötü yönetim, birkaçı dışında, büyük ve küçük memurlar­ la jandarmanın bozukluğu ve görevlerini kötüye kullanmala­ rı yüzünden hoşnutsuzluk yaratmıştı. Hangi ulusa bağlı bulu­ nursa bulunsun bütün yoksul halk, keyfi bir yönetime bağlıy­ dı ve ağır yükler altında eziliyordu. Eski bir uygarlığı olan ve bu durumu 15 maddelik Beyrut Islah Programı ile ortaya koy­ muş bulunan halk, savaş yüzünden haklarından her zamankin­ den çok yoksun bırakılmıştı. Yargıçlar, ülkenin dili olan Arapçayı hiç bilmezken, bu ülkede adalet ve hakkın korunduğu na­ sıl ileri sürülebilirdi? Suriye'de 'Sami ırkı' çoğunlukta ise de, bu karışık ulus içinde katışıksız Araplar da çoktu. Gerçek Suriyeli yaman bir tüccar, girişimci ve efendi bir adamdır. Büyük ticaret, çoğun­ lukla Hristiyanlarda, küçük ticaret ise, Müslüman Arapların elindeydi. Ticaret ve sanayinin gelişmesine hükümetin kolay­ lık göstermesi gerekirken, rüşvetçi memurlar, bu konuda dur­ maksızın güçlükler çıkarıyordu. Türkler ile Suriyeliler arasındaki anlaşmazlığı en iyi bi­ çimde şu Suriye atasözü dile getirir: "Türklerin ayak bastığı yerde yüz yıl ot bitmez." Türkler, ülkenin bağımsızlığını sağlayacak bir yönetime 24



taraftar değillerdi, ilerisi için de bir güvence vermiyorlardı. Hükümetin mali etkinliği Suriye'de çok azdı. Birçok müteah­ hit, bir yıl önce almaları gereken paraları bile daha alamamış­ lardı. Ordular Grubu bile, yiyecek almak için gerekli parayı toptan sağlayamıyor, birçok kere istememize rağmen para, parça parça gönderiliyordu. Eğer elimizde para bulunsaydı, yi­ yeceklerimizin tümünü buradan sağlayabilirdik. Ama para ve­ rilmediği için, bu tahıl ülkesinde ürünün büyük kısmı ve bin­ lerce deve yükü buğday, karşılığı altın olmak üzere, Dürzîlerin oturduğu Havran'dan İngilizlere gönderiliyordu. Bu durum­ dan haberdar edilen İstanbul, hatasını kabul etmedikten baş-, ka, buralarda uygulanması söz konusu olmayan bir tahıl ver­ gisi sisteminde direniyordu. Ülkenin durumunu bilen ve böl­ geyi iyi tanıyan Şam, Beyrut ve Halep valileri, bu önlemlere karşı çıkınca, üçü birden yerlerinden atıldılar. Suriye'nin iç işlerinin de verileceği ve Enver tarafından bana gizlice yapılan bu öneriye, bütün zamanımın askerî gö­ revlerle dolu olduğu özürünü ileri sürerek olumsuz karşılık verdim. Çünkü Türk hükümetinin tutumunu değiştiremeye­ cektim ve bu umutsuz durumun sürüp gitmesinin sorumlulu­ ğu benim üzerime yüklenecekti. 24. Tümen, İkinci Şeria Savaşı'ndan sonra çok kayıp veren birlilerinin sayısı ikmal erleriyle tamamlanarak Mafıt Cözele'ye doğru geri çekilmişti. Bu tümenin iki alayını savaştan soma gör­ düğüm zaman, sayısı 150 kişi kadardı. Aynı şekilde çok kayıp veren 3. Süvari Tümeni de Eddamiye'ye geri alınmıştı. Mayıs ayı sonuna kadar 7. Ordu ile 8. Orduya karşı, düş­ man, her zaman başarısızlıkla sonuçlanan küçük saldırılar yaptı. Yalnız ayın 29 ve 30'uncu gecelerinde 8. Ordunun kıyı bölgesinde yapılan harekâtı büyüktü. 29 Mayısta beş Hint ta­ buru, Hatar Köprüsü-Miske yolunun batısından ilerledi ve 25



mevziin önünde bir iki tepeyi ele geçirdi. Karşı saldırıyla bun­ lar geri alındı. Ertesi gece saldın tekrarlandı, fakat düşmana büyük kayıp verdirilerek püskürtüldü. İkinci Şeria Savaşı'ndan soma, Hicaz demiryolunda, Arap ve İngilizlerle yapılan çatışmalar şiddetlendi. Son çar­ pışmalarda yenilgiye uğrayan düşman, bu hareketlerle başansızlığını örtmek istiyordu. 8 Mayısta Lût gölü güney kıyısındaki Katrana istasyonu­ na kuvvetli bedevi kollan saldırdı. Bu saldın da önlendi. Ama bir Türk bölüğü esir düştü. 9 Mayısta saldın, yine başansız olarak tekrarlandı. 12 Mayısta düşman, daha kuvvetli top­ çu desteğiyle üçüncü bir saldın daha yaptı. Bu da püskürtül­ dü. 15 Mayısta Elhasa istasyonu saldmya uğradı ve Araplar tarafından ele geçirildi. Oradaki çeşitli demiryolu malzemesi tahrip edildi. 4. Ordu buraya kuzeyden birlik gönderdi. İstas­ yon geri alındı ve Araplar sürüldü. Hicaz demiryolunu işlet­ menin güçlüğünü belirtmek için, 1 Mayıstan 19 Mayısa kadarki kısa süre içinde 25 demiryolu köprüsünün kullanılamaz duruma getirildiğini söylemek yeterlidir sanınm. 30 Mayısta Elfifre, Araplar tarafından kuşatıldı. Burada bulunan Türk birlikleri, ertesi gece Arap çemberini yararak Katrana'ya doğru çekildiler ve kurtuldular. Soma Elfifre de tarafımızdan geri alındı. Alman Askerî Kumlunun 14 Ocak 1918'de sona erecek sözleşmesini yenilemek isteğinde olmadığını Enver bana bil­ dirdi. Bu konuda Alman GenelKarargâhınm da görüşünü al­ dığını belirten Enver, bundan soma kendi adıma imzalayaca­ ğım bir sözleşme ile Türk ordusunda kalmamı önerdi. Ben de 27 Mayıs tarihli karşılığımda, kişisel bir anlaşma ve sözleş­ meyle Türk ordusunda kalmamın olanaksızlığını bildirdim. 26



XIX HAZİRAN AYI OLAYLARI 11. Avcı Taburu, 4 Haziran günü Mesudiye istasyonuna (Tellülkerim demiryolu ile Nablus yolunun kesiştiği nokta) geldi. Tabur, gerekli yedek eşyası ile savaş malzemesini geri­ de bırakarak, parça parça ve çok acele olarak cepheye getiril­ mişti. Böylece Ordular Grubunun bir yedek birliği oluyordu. İstanbul'dan gönderilen takviye birlik ve erleri (zorunlu olarak 4. Ordu cephesine gönderilenler dışında), ancak 7. Or­ du ile 8. Ordunun ivedi gereksinimlerini bir ölçüde karşılıyor­ du. Fakat gönderilen Türk taburlarında işe yarar subay yok gi­ biydi. Bu taburlar çoğunlukla eğitim de görmüş değillerdi. Bu nedenle ordu komutanları, bu birlikleri de ikmal erleri gibi, kendi birliklerine dağıtıyorlardı. 11. Alman Avcı Taburu iyi bir birlikti. 800 kadar er ile çok sayıda makineli tüfeği olduğu gibi, yetiştirilmesi de iyi olduğun­ dan gelişi, Filistin Cephesi için bir değer taşıyordu. Tabur, Me­ sudiye ile Nablus arasındaki vadiye yerleştirildi. Böylece, gerek­ tiğinde 8. Orduya ya da 7. Orduya hemen gönderilebilecekti. Çeşitli savaş alanlarında yetişmiş Tabur Komutam Bin­ başı von Menges, isteğim üzerine Türk subaylarını sırayla ta­ buruna alıp yetiştirme işini de kabul etti. 27



İngilizler ilkbaharda birliklerini durmadan değiştirdiler. General Allenby'nin orduları Hindistan'dan büyük takviyeler aldı. Bunlar, özellikle sıcak günlerde Şeria vadisinde çok işe yaradı. Fransa'da bulunan bir Hint Süvari Tümeni de Filistin Cephesine getirildi. Fransa'dan çekilen bu kuvvet yerine İn­ gilizler oraya pek çok yeni birlik yollamak zorunda kaldılar. Çünkü Hint birliklerinin sayısı çok kabarıktı. Hint piyade tü­ menlerine ayrıca bir de İngiliz taburu katılıyordu. Bu tümen­ lerin yüksek komuta makamlarında hep İngiliz subayları var­ dı. Makineli tüfek kullanan erlerle bunların komutanları da hep İngilizdi. Ayrıca fazla gönderilen subay ve erlerden yeni bir­ likler de kurulmuştu. Buna karşılık Türk birliklerinin, tam tersine, yeter dere­ cede ikmal erleri alamamaları çok üzülecek bir durumdu. Haziranın ilk haftasında, İngiliz topçu ateşi, kıyı bölge­ sinde birkaç kere şiddetini artndı. Uçaklarımız da bu kesim­ de düşman sayısının arttığını keşfetmişlerdi. İngilizlerin ke­ şif amacıyla yaptığı birkaç saldın püskürtülmüştü. Bu durum, saldınnın bu kesimde yapılacağını gösterdiği için Alman Av­ cı Taburu da oraya gönderildi. 9 Haziranda kuvvetli düşman piyadesi, Hatar KöprüsüMiska yolunun batısından ilerlemeye başladı. Ön hatlardaki birliklerimiz, asıl mevzilerine çekildi. Şiddetli çarpışmalarla, süngü hücumlan ve el bombası çarpışmalarıyla kum tepeleri birkaç kere el değiştirdi. İngilizler büyük kayıplar karşılığı yal­ nız mevzimizin ön kısmmda biraz yer kazandılar. Alman Avcı Taburu, düşman siperlerinin içlerine kadar süren saldırılarla, ününü Filistin Cephesinde de doğruladı. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu taburun son kısmı, ancak 4 Haziranda gelmişti. 28



10 Haziran günü Enver'den şu telgrafı aldım: "Alman Genel Karargâhının emriyle 11. Avcı Tabu­ ru Filistin'den İstanbul'a gönderilecektir. Başkomutan Vekili" Hemen şu karşılığı verdim: "Avcı Taburu konusunda bir açıklama yapılmasını ri­ ca ederim. Çünkü Filistin Cephesinde başarı kazanmamız isteniyorsa, bu birliğe burada çok gereksinme vardır. Liman von Sanders" Telgrafım karşılıksız bırakıldı. 11 Haziranda General von Lenthe'den aldığım bir haber­ se, Avcı Taburunun Karadeniz kıyısındaki Batum'a gönderil­ mesi olasılığını bildiriyordu. 13 Haziranda da Türk Genel Kurmay Başkanlığından şu telgraf geldi: "Alman birliklerinin Şeria vadisinde değil, yakında­ ki dağhk kesimlerde barındırılması konusunda Alman Ka­ ra Ordusu Kurmay Başkanlığı yeniden emir veriyor. Bu­ nun nedeni, 763 numaralı Taburdan başka, 146. Alayın bir taburunun da Şeria vadisinde bulunmasıdır. Alman Genel Karargâhı, bu birliklerin bir İngiliz saldırısı tehlikesi kar­ şısında ancak Şeria doğusundaki dağlarda barınabileceği kanısındadır. von Seeckt" Bugünlerde, askerî durum değerlendirmesi açısından ka­ famın allak bullak olduğunu belirteyim. 4 bin kilometre öte­ deki Almanya'nın Spaa şehrindeki adamlar, Şeria vadisinde­ ki taburların taktik bakımdan banndmlması sorununu nasıl dü­ şünebiliyorlar ve nasıl bu konuda kararlar alabiliyorlar, bir tür­ lü anlayamıyorum... Karşılık verdim: Daha 7 Haziranda, yani büyük sıcaklar 29



başlarken, Şeria vadisindeki Alman birliklerini (146. Alayın bir taburu ile 703 numaralı Taburu ve 205 numaralı İstihkâm Bölüğünü), Şeria'nm doğu ve batısındaki dağlara çekmiş bu­ lunuyordum. Bugünlerde Enver ile aramızdaki bazı telgraf yazışma­ larını buraya aynen alıyorum ki, olaylar hakkında karar verir­ ken yanlışlığa düşülmesin. 15 Haziranda Enver bana şu telgrafı gönderdi: Türk Genel Karargâhı Harekât Şubesi 1210 İstanbul: 15.6.1918 Savaş durumunun gereği olarak, Alman Genel Karar­ gâhı, Filistin'deki Alman birliklerini geri çekmeyi düşün­ mektedir. Önce üç avcı taburunun çekilmesi emredilmiş­ tir. Öteki Alman birliklerinin ne zaman çekileceği belli de­ ğildir. Alman Genel Karargâhı ile aramızdaki görüşmeler açıklık kazandıktan sonra zatıâlinizin de düşüncelerini so­ racağım. Bu telgraf 16 Haziran günü saat 12.00'de elime geçti. Enver'e hemen verdiğim karşılık şöyleydi; Nablus: 16.6.1918 Zatıâlinizin 1210 sayılı gizli telgrafını aldığımı bildir­ mekle onur duyarım. Eğer Alman Genel Karargâhı, bu­ radaki birlikleri savaşın geleceğini belirleyecek Batı Cep­ hesine almak istiyorsa, buna karşı diyecek sözüm yoktur. Ama buradaki Alman birliklerini Kafkasya'ya ya da baş­ ka bir Türk cephesine almak isteğindeyse, bu durum, Yıl­ dırım Orduları Grubu Komutanlığını üzerime aldığım za­ man sizinle yaptığımız anlaşmaya uymamaktadır. Bu du30



rumda Grup Komutanlığından hemen çekilirim. Çünkü Filistin Cephesinin durumunu yanlış değerlendirmeye da­ yanan bu önlem, çok kötü sonuçlar verebilir. Gelecek ilk büyük İngiliz saldırısı sonunda Ordular Grubunun geri çe­ kilmesi ve Filistin ile Suriye'nin düşman eline geçmesi so­ rumluluğunu üzerime alamam. Cephede durum, öyle bir görünüm almıştır ki, Alman birlikleri, gelecekte harekâ­ tın belkemiğini oluşturmaktadır. 10 ve 12 Nisan günlerin­ de düşmanın Rafat ve Surukin'deki saldırılarını ancak Al­ man birliklerinin yardımıyla önleyebildik. İki Şeria Savaşı'nı da yine bunların yardımıyla kazandık. 7 ile 9 Haziran günlerinde, kıyı kesimindeki son sal­ dırıda, 11. Avcı Taburu, Ordular Grubunun biricik ihti­ yatını oluşturuyordu. En sonunda bu taburu bile savaşa sokmak zorunda kaldık. Üç aydır süren şiddetli çarpışmalar yüzünden Türk alaylarının sayısı (makineli tüfekler dışında) 350-400 tü­ fektir. Birçok piyade alayı, bundan bile zayıftır. Savdan 800-1000 olan Hint taburlarıyla değiştikten sonra, düşmanın kuvveti daha da artmıştır. Şimdiye ka­ dar cepheye sokulan Hint alayları iyi savaşmışlardır. Düş­ man, piyade bakımından bizden üç dört kat daha kuvvet­ li ve topçu bakımından çok üstündür. Bunun dışında Şeria'nın doğusunda asî Arapların gittikçe çoğaldığı ve ör­ gütlendiği de unutulmamalıdır. Gerçek budur. Türk bir­ likleriyle omuz omuza savaşan Alman birliklerinin geri çekilmesinden doğacak manevi tepkiler, çok büyük olacak­ tır. Bu durum, etkisini asî Araplar üzerinde de gösterecek­ tir. Çünkü Araplar, Alman birliklerine ve subaylarına bü­ yük önem veriyorlar. 31



Eğer Alman birlikleri, savaşın yazgısını çizecek Batı Cephesi' nde kullanılmak için alınıyorsa, bütün bu sayıp döktüğüm sakıncılara karşın, bu çekiliş normal görülebi­ lir. Ama Türkiye'de başka bir cephede kullanılmak için ge­ ri alınıyorsa, hiç bir özür, asla kabul edilir değildir. / Liman von Sanders" Enver'in 15 Haziranda bana gönderdiği ve yukarıda söz konusu edilen telgrafı, hiç değilse başka kararlar alınmadan benim düşüncemin sorulduğu biçiminde yorumlamıştım. Ya­ nılmışım. Benim yukarıdaki karşılığım daha İstanbul'a ulaş­ madan, 16 Haziran günü öğleden soma saat 5.10'da çekilen Türk Genelkurmay Başkanının şu telgrafını aldım. "Alman Genel Karargâhı, bütün Alman birliklerinin Filistin'den parça parça çekilmesi konusunda kesin karar almıştır. Önce 11. Avcı Taburu ve sonra 146. Piyade Alayı çekilecektir... vb." Telgrafta daha sonra, yapacağım öneri üzerine Ordular Grubu için gerekli özel birlik ve kuruluşların geri çekilmesi­ nin söz konusu olduğu ileri sürülüyor ve Ordular Grubu em­ rine Kafkasya'dan bir tümen ile İzmir'den bir tümen gönderil­ mesinin düşünüldüğü bildiriliyordu. Bu iki tümenin Filistin Cephesine gelebilmeleri için aradan aylar geçmesi gerektiği­ ni biliyordum. Daha önce yazdığı telgrafı yeterli görmeyerek, bu telg­ rafa ayrı bir karşılık göndermedim. Böylece, "Alman birlik­ lerinin geri alınmasıyla ilgili" benim düşüncem alınmış olu­ yordu. Gerçekte, az sayıdaki Alman taburlarının Batı Cephesin­ de kullanılmak üzere buradan alınması düşünülemezdi. Çok az sayıda olmaları, bu işi düşünmemek için yeter nedendi. Ay32



rica bunların oraya kadar gidip cepheye girmeleri için de ay­ lar geçeceği belliydi. 20 Haziran sabahı, istanbul'da Alman Sefiri Kont Bernstorff' a aşağıdaki telgrafı çektim; aynı gün eline ulaştığına iliş­ kin de makbuz aldım: 20 Haziran 1918 İstanbul'da Kont Bernstorff'a T ü r k Genel Karargâhının 'F. Ordular Grubu' birlikle­ rine uyguladığı yaklaşımın, Almanya'nın askerî ve siyasî çıkarlarına çok zarar verdiğini, İmparator Hazretlerinin temsilcisi olarak size sunmak zorunda kaldım. Alman te­ mel ilkelerine göre kurulmuş olan 'F. Grubu'nun Başkomu­ tanı olarak düşüncem öğrenilmeden ve Türkiye'deki Al­ man birliklerinin korunmasında birinci derecede sorum­ lu Alman Askerî Başkanı olarak görüşüm alınmadan, Fi­ listin'deki Alman birlik ve kuruluşlarının geri çekilmesi kararlaştırılmış bulunmaktadır. Böyle bir önlem, Filistin Cephesinin kısa sürede çökmesine yol açacak ve bunun po­ litik günahı da Almanya'ya yüklenecektir. Ancak Türk birliklerinin gerisinde Alman kuvvetle­ rinin bulunmasıdır ki, Arapların gelecek için besledikleri hırslarım önlemekte ve Filistin ile Suriye'nin müttefikimi­ zin elinde kalmasını sağlamaktadır. Bu baskı öğesi de or­ tadan kalktıktan sonra, Arapların İngiliz etki ve parasına dayanmaları olanağı yoktur. Emir ve komuta alanındaki bütün Alman subayların da aynı biçimde düşündüklerine inanıyorum. Buradaki Türk birliklerinin dayanma gücü, tek baş­ larına cepheyi tutmaya yetmez. Çekiliş zamanında ise bir­ liklerin hangi durumlara düşecekleri deneyimle öğrenil33



iniştir. Burada özellikle kötü beslenmiş, noksan giysili ve ayakkabılı birlikler söz konusudur. Eğer yukarıdaki ön­ lemler hemen uygulanmaya kalkışılırsa, sonucu kısa süre­ de görülecektir. Şu noktayı da eklemek gerekir İd, buradaki sorumlu makamların bildirdiğine göre, demiryolları Alman birlikle­ rinin taşınması için çahştırdırsa, cepheye gerekli malzeme ve yiyecek hammadde ulaşımı olanağı da ortadan kalkacaktır. Alman Askerî Kurulunun Başkanı olarak ve bu ku­ rul sözleşmesinin bana tanıdığı yetkiye dayanarak söyle­ yebilirim ki, T ü r k ordusunun şimdiki durumu, işittiğime göre Kafkasya'da yapılması düşünülen harekâtı başarma­ ya hiç de uygun değildir. Bugün T ü r k asker kaçaklarının sayısı, silâh altmdakilerden çoktur. Birliklerin yiyecek ve giyecek sorumlulu­ ğunu Türkler hiçbir zaman üzerlerine almıyorlar, alsalar bile söz veriyorlar, ama verdikleri sözleri yerine getirmi­ yorlar. Komutam altındaki birliklerin üst başları o kadar kötüdür ki, birçok subay yırtık giysilerle geziyor. Öyle ta­ bur komutanları var ki, çizme bulamadıkları için çarık gi­ yiyorlar. Alman ve Avusturyalılar yardım ediyorlar, ama yardımlar büyük gereksinimi karşılamaya yetmiyor. Irak'taki 6. Orduda görevli Alman subaylarının Prus­ ya Harbiye Nezaretine gönderdikleriraporda, 1918Nisa­ nında sona eren kışta 17 bin erin açbk ve soğuk yüzünden öldüğü bildirilmektedir. Bütün bunlar bilinirken, Türk görüşlerine dayanan bu gibi büyük atılımlara hiçbir zaman girişmemek gere­ kir. Türk ordusunu gerçekten tanıyanlar için, bu girişim­ lerin sonucunun başarısızlık olacağı bellidir. 34



İ r a n ' a karşı girişilen büyük harekât -ki buna karşı çıkmıştım- Bağdat'ın elden çıkmasına yol açmıştır. Şimdi Kafkasya'da başlayacak hesapsız harekâtla da Suriye, Fi­ listin ve Arabistan elden çıkarılacaktır. Bunun sorumlu­ luğu da yine Almanya'ya yüklenecektir. Şimdi Türkiye'ye ve ordusuna gerekli şey, büyük fe­ tih plânları değil, iç durumu sağlamlaştırmasıdır. Ancak bu sağlandıktan sonradır ki, zamanla elden çıkarılan yer­ lerin geri alınmasına kalkışılabilir. Bunlar benim dörtbuçuk yıllık deneyimlerime ve T ü r k ordusunu çok iyi tanımama dayanan kandardır. Öteki T ü r k girişimlerini desteklemek amacıyla ve bü­ tün karşı koymama rağmen, Alman birlik ve kuruluşları buradan alınırsa, yeniden birçok vilâyet elden çıkacaktır. Asla doğru bulmadığım bu girişim yüzünden bir Prusyab generalin suçlu duruma düşmesini önlemek için Ordu­ lar Grubu Komutanlığı'ndan istifa ediyorum. Durumu bir değişiklik olursa size sunacağım. Mâruzâtımın İmparator Hazretlerine lütfen arzedilmesini zatıâlinizden rica ederim. Liman von Sanders" Enver, 20 Haziran günü öğleden sonra saat 3.10'da gön­ derdiği bir telgrafla, Filistin'deki Alman birliklerini bir başka Türk cephesinde kullanmayı düşünmediğini bildiriyor ve be­ nim nasıl olup da böyle bir düşünceye vardığımı soruyordu. Daha önce de yazdığı gibi, 11. Avcı Taburunun Batum'a gönderilmesinin kararlaştırıldığını Askerî Kurul aracılığıyla ve 11 Haziranda öğrenmiştim. KontBernstroffda21 Haziran­ da gönderdiği aşağıdaki telgrafla Avcı Taburunun Gürcistan'a gönderileceğini bildiriyordu: 35



General Liman von Sanders F. Ordular Grubu Karargâhı Zatıâlinizin hakkımdaki güvenlerine teşekkür ede­ rim. İşin asbnda bir yanbş anlama olduğunu sanıyorum. Alman Genel Karargâhının emirleriyle Gürcistan'a gönderilmek üzere yalnızca bir avcı taburu ayrdmıştır. Bunda da söz konusu olan Türklerin isteğini yerine getirmek değil, tersine Kafkasya'da düzeni sağlamak kus­ kusudur. Amaç, Türk ordusunun Rumiye ve Tebriz üze­ rinden I r a k ' a yürüyebilmesini sağlamaktır. Karşılaştığımız sorunları, zatıâlilerinizle birlikte çöz­ mek, beni her zaman hoşnut kılacaktır. Bernstorff Hemen verdiğim karşılık şöyleydi: İstanbul'da Sefir Kont Bernstorff'a Zatıâlilerine teşekkürlerimle birlikte sunmak isterim ki, olayların akışıyla ilgili orada yanlış haberler aldığınız kanısındayım. Söz konusu olan, Filistin Cephesindeki bütün Alman birliklerinin (Avcı Taburu da dahil olmak üzere) Türk Ge­ nel Karargâhının emriyle ve demiryolu ile İstanbul'a gön­ derilmesi gibi çok ciddi bir sorundur. Alman birliklerinin çekilmesi durumunda, Filistin Cephesinin tutulamayacağım ve bunun sonucu olarak cep­ henin düşeceğini dünkü telgrafımla ve sorumlu bir kişi ola­ rak zatıâlilerine bildirmiştim. Benim kesin karşı çıkmama ve kararımı bildirmeme karşın, bu konuda bir değişiklik yapdmazsa Ordular Gru­ bu Komutanlığından istifa edeceğimi bugün Enver Paşa'ya da telgrafla bildirdim. Liman von Sanders 36



Sonunda 21 Haziran günü öğleden sonra saat 5.00'te Ge­ neral Ludendorff, Avcı Taburunun Kafkasya'ya gönderilece­ ğini telgrafla bildirdi. Bu nedenle, Avcı Taburunun Kafkasya'da kullanılmayacağını bilmeyen tek insan olarak ortada Enver kalıyordu ki, bu da inanılması gerçekten güç bir durumdu. Ordular Grubu Komutanlığından istifamı aşağıdaki telg­ rafla Enver'e bildirdim: 21 Haziran 1917 İstanbul'da Enver Paşa'ya Zatıâlilerine aşağıdaki karşılığı sunmakla onur duya­ rım. Filistin Cephesindeki Alman birliklerinin geri alınma­ sıyla ilgili emir verilmezden önce -ki Harekât Şubesi' nin 1203 saydı gizli emriyle iş kısmen yapılmıştır-, F Grubu­ nun sorumlu komutanı olarak, söz konusu kararın uygu­ lama olanaklarıyla gerçekleştirme biçimi için benden gö­ rüş abnması gerekirdi. Ayrıca, Türkiye'deki Alman birliklerinin yönetimiy­ le görevli Alman Askerî Kurulunu birinci derecede ilgilen­ diren bir sorun söz konusu olduğu için de, bu kurulun baş­ kanı olarak görüşümün alınması gerekirdi. Bunların her ikisi de yapdmış değildir. Alman birliklerinin Filistin Cephesinden geri alınma­ sı yolundaki ilk girişim mayıs ayı başında ve sağlık neden­ lerine dayanarak yapılmıştır. Cephede ancak benim tara­ fımdan verilecek kararla çözümlenecek böyle bir soruna karışılmasına karşı çıkışım hatırlardadır. 11. Avcı Tabu­ runun Kafkasya'ya gönderileceğini ise, İstanbul'daki çok güvenilir bir kaynaktan öğrendim. Gerçekte bu konuyu Al­ man Genel Karargâhı da 8758 sayılı gizli telgrafla doğru37



lamış bulunuyor. Bildiğim kadarıyla, buradan alınacak Alman birliklerinin Batı Cephesine gönderileceğine ilişkin 16.6.1918 ve 20.6.1918 tarihli emirlerde bir işaret yoktur. Burada yalnız Filistin'deki Alman birliklerinin ikmal ye­ rine gönderilmesindeki güçlüklerden söz edilmekte ve çö­ züm yolları arandığı bildirilmektedir. Eğer bu konuda düşünceme başvurulsaydı Alman as­ kerlerinin ikmal gerekçesiyle geri alınmalarına ve İstan­ bul'a gönderilmelerine gerek kalmazdı. Türk Genel Ka­ rargâhının yazdığı raporların kısmen yanlış olduğunda hiç kuşkum kalmamıştır. Elimde bununla ilgili pek çok ka­ nıt vardır ve bunlardan birini örnek olarak anlatayım:' "Şeria Savaşları ile ilgili resmi bildiriler." Bu aksaklıkların bir kısmı ancak benim uyarıda bu­ lunmamdan sonra düzeltilmiştir. Filistin Cephesi Komu­ tanlığını üzerime aldığım günden bu yana zatıâlilerinizin genel karargâhı bana durmaksızın güçlükler çıkarmıştır. Bu sorunun kesin biçimde çözülmesi Alman makamları­ nın görevidir. Ama şimdi içinde bulunduğumuz sorun her ölçüyü aşmıştır. Düşüncem abnmadan en değerli birlikle­ rimin geri çekilmesi emredilmiştir. Bu birlikler olmadan cephenin tutulması söz konusu değildir. Burada bulunma­ maları durumunda savaşın sürdürülmesinde güçlük yara­ tabilecek diğer Alman kuruluşlarının da geri ahnması ola­ sılığı, Harekât Şubesinin 1213 saydı emri ile bildirilmiştir. Benim karşı koymama hiç önem verilmemiştir. Bu nedenle Ordular Grubu Komutanlığı görevimden istifaya zorlanmış bulunuyorum. Durumun Sultan Hazretlerine duyurulmasını zatıâlinizden istirham eder, ayrıca komutayı kime devir ve tes38



lim edeceğimin de bildirilmesini dilerim. Cevat Paşa, bu­ radaki üç ordu komutanının en kıdemlisidir. Komutayı bıraktığım konusunda İmparator Hazret­ lerine bilgi verilmesi doğrultusunda da harekete geçtiği­ mi arz ederim. Liman von Sanders Ordular Grubu Komutanlığını bırakmak zorunda kaldı­ ğımı, İmparator Hazretlerine daha 22 Haziran günü Askerî Ka­ bine Başkanlığı aracılığıyla bildirmiş bulunuyordum. Aynı günün akşamı Enver'den bir telgraf aldım. Gerek bütünü, ge­ rek ayrıntıları bakımından bir ölçüden yoksun olan bu telgra­ fı, burada açıklamak doğru olmayacaktır. Ertesi gün, 23 Haziranda, Alman Genel Karargâhından şu telgraf geldi: " İ m p a r a t o r Hazretleri, komutayı bırakmanızı kabul buyurmaddar. Makamınızda kalmanızı istiyorlar. Yüksek emirleri gereğince bildirüir. Askerî Kabine Başkanı von Lyncker" Bu karar, Askerî Kabinenin 7 Temmuz tarihli bir yazısıy­ la yeniden ve kesinlikle açıklandı. Ben de yerimde kaldım. Bundan somaki günlerde 11. Avcı Taburunun çeşitli top­ luluklar olarak İstanbul'a gönderilmesine başlandı. Filistin Cephesine doğru gelmekte olan diğer Alman takviye birlik­ leri, özellikle topçu kolbaşısı Şam'avarmış olduğu halde, dur­ duruldu ve yeniden İstanbul'a taşındı. Şunu belirtmek isterim ki, komutanlarının bana bildirdi­ ğine göre, söz konusu olan bu avcı taburu bütün savaş boyun­ ca bir daha düşman karşısma çıkmadı. Bu tabur önce Yugos­ lavya'daki Brajnia'ya ve soma da yukarı Silitre'ye geri çekil39



di. Oysa bu taburun erlerinin donatımına, tropik iklimlerde savaşabilmeleri için yüzbinlerce mark harcanmıştı. Alman Genel Karargâhı daha sonraki günlerde de 146. Alayın geri çekilmesi kararım aldı. Aym ay içinde von Kress, yanındaki birçok Alman suba­ yı ve taburu ile Tiflis'e gönderildi ve çeşitli Alman birlikleri de von Kress'in emrine girmek üzere onu izledi. Bu Alman grubuna zırhlı trenler de verilmişti. Yıldırım Ordular Grubu, zırhlı trenlere büyük gereksinme duyduğu halde emrine bu trenlerden bir tane olsun verilmemişti. Ordular Grubu artık elinde var olan kuvvetle yetinmek zorundaydı. Ordular Grubu, haziran aymda Binbaşı von Würthenau komutasındaki 13. Depo Alayını Baalbek'ten Nasıra'ya getirtti. Bu alay, yetiştirdiği ve cepheye gönderdiği erler yeri­ ne, yalnızca Arap asıllı erler alabiliyordu. Yaz boyunca, Or­ dular Grubunun sağ kanadı gerisinde bir yedek tümen yetiş­ tirmek üzere Binbaşı Bell komutasındaki 17. Depo Alayı da Nâsıra'dan Hayfa'ya gönderildi. Bu ay içinde Filistin Cephesinde önemli bir olaya rast­ lanmadı. Fakat Şerif Faysal emrindeki Arap asilerin Şeria ke­ simindeki eylemleri gittikçe artıyordu. İstanbul'daki Alman Askerî Kurul Başkanlığına benim yerime, vekilim general Lenthe'nin atandığı, Askerî Kabine­ nin bir yazısıyla bildirildi. Yalnız, önemli konularda karar ver­ me yetkisi, yine başkan olarak bana bırakılmıştı. Bu durum benim isteğime uygundu. Nâsıra'da oturup İstanbul'daki işle­ rin ayrıntılarıyla uğraşamazdım. General Lenthe'nin Kurmay Başkanlığına Albay Dove atandı. General Gressmann başka bir görev için Almanya'ya çağrılınca, Irak'taki 6. Orduda bu­ lunan Alman ordusu subayları da Alman Askerî Kurulunun emrine girdiler. 40



XX TEMMUZ AYI OLAYLARI BMiklerİHİn sayılarının azalması, 7. Ordu ile 8. Ordu cep­ helerini iyice zayıflatmış ve burada durum gerginleşmişti. Yıpranan tümenlerin geriye alınması ya da değiştirilme­ si, yedek kuvvet bulunmadığı için gerçekleşmedi. Hatların birçok noktasında, düşman topçu ve uçakları, birliklerimizi sü­ rekli olarak tedirgin ediyorlardı. Su sorunu da önemliydi. En sıcak günlerde, kilometrelerce öteden su getirmek gerekiyor­ du. Cephelerdeki gereksinimi karşılamak için gerilerde kurul­ ması gereken bir düzenleme yoktu. Bu düzen insan azlığın­ dan bir türlü kurulamıyordu. Binek ve koşum hayvanlarına da yeteri kadar su bulunamadığı için, bu konudaki güçlükler de önlenemiyordu. Bu hayvanları günde bir kere olsun sulayabilmek için çok gerilere götürmek gerekiyordu. Alman kuyu müfrezeleri, yılmak bilmez bir çabayla çalışıyordu, ama suyu az olan bir ülkede bunların başarılan da küçük oluyordu. 7. Ordu ile 8. Ordu cephesinin kısaltılması, ancak Şeria ırmağının batısmdaki 7. Ordunun ırmak kıyısını 4. Orduya bı­ rakmasıyla olabilirdi. Bu da hiç yedeği olmayan 4. Ordunun, geriye doğru derin bir girinti yapan Aere kesiminde ve onun güneybatısında bulunan birlikleri bu işle görevlendirmesiyle



41



gerçekleşebilirdi. Bunun için de Musallaba'daki uç düşman mevzii ile Elavca tepesinin iki yanında bulunan hafif düşman cephesinin aşağıya doğru sürülmesi gerekiyordu. Bunu başa­ rabilirsek, düşmanın Şeria'nm doğusuna doğru üçüncü bir yarma harekâtı yapması olasılığı azalacaktı. Çünkü bu alan, İngilizlerin yayılmasına uygun değildi. Musallaba cephesine karşı yapılacak bir girişim, başarıya ulaşabilmesi için baskın şeklinde yapılmalıydı. Ancak bu durumdadır ki, İngilizler, bol yedeklerini zamanında kullanamazlar ve iş bir olup bittiye getirilebilirdi. Bu baskının yönetimi, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa'ya verildi. Bu amaçla 702 ve 703 numaralı Alman Piyade Taburları ile 11. Avcı Taburunun henüz geriye gönderilmeyen bir bölüğü de Ali Fuat Paşa'mn emrine geçirildi. Ordular Grubu, bu baskının 13 Temmuzu 14'e bağlayan gece yapılmasını istemişti. Asıl saldın Musallaba'ya ve bu­ nun iki yamna yapılırken, bir diğer saldırı da Vediimellah ile Şeria ırmağı arasındaki deltada bulunan İngiliz birliklerine ya­ pılacak ve bunlar geri atılacaktı. Bu ikinci saldın için 4. Or­ du, Alman 146. Alayından iki bölük ile iki Türk taburu aynlacaktı. 4. Ordu, bundan başka Şeria ırmağının aşağısında gös­ teriler yaparak düşmamn ilgisini bu kesime çekecekti. Düşman uçaklannın üstünlüğüne karşın, baskını yapacak birliklerin bu kesimlere getirilmesi ve araziye dağılması düş­ manın gözünden başanyla gizlendi. Ali Fuat Paşa, baskın için şu düzeni almıştı: Avcı Tabu­ runun bölüğü ile iki Alman taburu ortaya konmuş, sağ kana­ da 58. Alay ile 163. Alay, sol kanada 32. Alay ve ortanın ge­ risine de 2. Alay yerleştirilmişti. 14 Temmuz günü saat 3.00'te, bütün birlikler düşman ne olduğunu anlamadan saldınya ge42



çecekti. Alman birlikleri, tam zamanında ilerlemeye başladı­ lar. Neye uğradıklarım şaşıran İngilizlerin ilk hatlarındaki mevziler, pek az kayıpla ele geçirildi. Almanlar ikinci mevzie doğru ilerlediler ve burasını ele geçirdiler. Kısmen daha da iler­ leyerek Avca'daki dağımk İngiliz Ordugâhına girdiler. Düşma­ nın önleme ateşi çok geç başlamıştı. Türk piyadeleri ilerleyemediği için, Almanlar önde yal­ nız kaldılar. 58. Piyade Alayı, 300 metre kadar ilerledikten son­ ra, İngiliz hatlarından başlayan hafif piyade ateşi karşısında durakladı ve ilerlemek için bir çaba göstermedi. Bunun sağın­ daki 163. Alay ise, aynı direniş karşısında 3 kilometre kadar ilerledi. Fakat o da burada durdu. Çünkü 58. Alay ilerleyeme­ diği için yanı açık kalmıştı. Alman bMiklerinin solundaki 32. Piyade Alayı, merke­ zin ilerleyişiyle yarısına kadar çıktığı Musallaba tepesinde, düşmanın hafif ateşi karşısında durakladı. Emirde belirtildi­ ği üzere, özellikle bu tepeye yandan saldıracak alayın iki ka­ nadı, orta tarafın durması üzerine oldukları yerde kaldılar. Topçu ateşi başladıktan soma, alayın orta kısmı da yansına ka­ dar çıktığı tepeyi bırakarak eteklere doğru geri çekildi. Çekil­ meye iki kanat da katıldı. Merkezin gerisinde bulunması kararlaştınlan 2. Piyade Alayı ise, olası bir geri çekilme göz önüne alınarak, Ali Fuat Paşa tarafından 4 kilometre geride bırakılmıştı. Gün ağardığı zaman, Alman bölükleri düşmanın ikinci hat­ unda ve kısmen düşman ordugâhında tek başlatma çarpışıyor­ lar ve küçük İngiliz gruplarının direnmesiyle karşılaşıyorlardı. Eğer Türk birlikleri de Almanlarla birlikte yürümüş ol­ salardı, Musallaba ve yakınındaki İngiliz hatlan ilk saldırıda ve az kayıpla tam olarak ele geçirilmiş olacaktı. 43



Çoğunluğu Avustralyalı olan ingiliz destek birlikleri, he­ men gelmeye başladı. Çatışma işleri düzenli işliyordu. Düş­ mandan bir havan topu ve pek çok makineli tüfek alan Alman bölükleri, kendilerini savunuyorlardı. Ama hiçbir taraftan yar­ dım ve destek görmedikleri için sonunda geri çekilmek zorun­ da kaldılar. Bu sırada bile Türkler hiçbir çaba göstermediler. Alman bölükleri çekilirken iki yandan açılan şiddetü ateşe he­ def oldular. Birçok subay, astsubay ve er yitirdiler. 703. nu­ maralı Piyade Taburunun komutanı Yüzbaşı Grassmann bu­ rada kahramanca öldü. 11. Avcı Taburunun yiğit bölüğünden hemen hiç kimse kalmadı. Türkler ise yok denecek kadar az kayba uğradılar. Alman birlikleri mevzi gerisine alındı. Mellâha vadisi ile Şeria ırmağı arasındaki saldırı da pek az ciddiyetle yapılmış ve bu harekâta katılan birlikler, Avust­ ralya süvarilerinin sağ yandan kuşatma girişimlerini görünce duraklamışlardı. Bu arada da 3. Süvari Tümeni, 20. Kolordu Komutanının emriyle, bağlantıyı sağlamak için geride kal­ mıştı. Busaldında da pek çok yer kazanılmasına karşın, so­ nuç alınamadı. Savaşı izlediğim yere gelen ve birbirini çürüten, gerçek­ ten uzak raporlarla ingiliz destek bMiMerinin birbiri ardından gelişi, umduğumuz basan olasılığının ortadan kalktığım gös­ teriyordu. Bu nedenle, Ali Fuat Paşa'nm öğleden sonra yeni­ den saldırıya geçme yolundaki önerisini kabul etmedim. Da­ ha kolay olan sabahki saldında basan gösteremeyen Türk bir­ likleri, bu ikinci saldında, kuşkusuz daha büyük bir yenilgi­ ye uğrayacaktı. Onun içindir ki, kazanılan bir kısım toprağın bırakılmasını istedim. 4. Ordu cephesinde durum daha iyi gelişmişti. Çünkü oradaki harekât daha iyi yönetilmişti. 8. Kolordu topçusu da 44



etkili biçimde görev yapmıştı. Küçük piyade birlikleri de ile­ ri hatlardan çıkarak çatışmaya girişmişlerdi. Albay von Schierstadt komutasındaki süvari tugayı, makineli tüfek müfreze­ si ve Alman İstihkâm Bölüğü ile Şeria'daki vaftiz yerine ka­ dar ilerlemişti. Öğleye doğru çok sayıda düşman süvari ve zırh­ lı otomobilleri, von Schierstadt'm tugayı karşısında yayılma harekâtına başlamıştı. Yiğit Tugay Komutanı, düşmanın iyi­ ce yaklaşmasını beklemiş ve ondan soma ateş açmıştı. Düş­ man süvarisi, ağır kayıplara uğratılarak geri püslcürtülmüştü. Şeria'daki köprübaşından 8. Kolordunun güney kesimin­ deki Lütfi Bey tümenine doğru ilerlemek isteyen Hint Süva­ ri Turneni, daha kötü bir sonla karşılaştı. Bunların yakın yer­ lere yaklaşmasına izin verildikten soma, hemen büyük kısmı yok edildi ve kalanlar da dörtnala Şeria köprüsünden kaçmak zorunda kaldılar Bunlardan birçok hayvan alındı. O günkü sıcağın bunaltıcı yoğunluğu, savaşla ilgili her girişimden vazgeçmeyi gerektiriyordu. Isı 55 dereceye kadar yükselmişti. Bu nedenle İngilizler de karşı saldırıya geçeme­ diler. Akşama doğru von Schierstadt'm çekilme yoluna yöne­ len bir girişimi de yarım kaldı. Yalnız karanlıktan dolayı tu­ gayla bağlantılarını yitiren 11. Süvari Alayından bazı erler Alay Komutanı ile birlikte esir oldular. Türk birliklerinin savaş yeteneklerinin çok azaldığını, 14 Temmuz günü olayları açıkça gösterdi. O gün burada olup bi­ tenleri, bundan önceki savaş alanlarında görmüş değildim. O gün için alayların yapabilecekleri iş, ancak düşman karşısın­ da savunmada bir süre daha dayanmaktı. Bu durumu gördük­ ten soma, Sanil kesiminde bulunan bazı kum tepelerini 146. Alman Alayının bir taburuyla ele geçirmek için tasarladığım harekâttan vazgeçtim. 45



Türk birliklerinin bu başarısızlığının bir nedeni de, bu sı­ rada Kafkas Cephesinde yapılacak harekâta katılmaya istekli bazı subayların buradaki birliklerinden ayrılmalarıydı. En­ ver'in emrine göre, Kafkasya'ya gidecek subaylara bir üst rütbeye terfi ve bir maaş zam sözü verilmişti. Bunu duyanlar­ dan çoğu, Kafkasya'ya gitmeyi istediler. Çünkü Ordular Gru­ bundaki subaylar, normal aylıklarını bile alamazlarken ve ai­ lelerinin geçim sıkıntısı çektiğini bilirken, böyle bir söz ver­ me karşısında çok dayanamazlardı. Savaş ateşi içindeki bir cephenin subaylarına, daha elve­ rişli ve uzun süre savaş olasılığından uzak bir cephede bir üst rütbe ve bir maaş zam sözüyle görev önerisi, sanırım ki, sa­ vaş tarihinde rastlanılacak biricik örnektir. Subayların bir kısmının cephede bulunamamasının bir başka nedeni de, o sırada İstanbul'daki bir yangında evleri ya­ nan ve aileleri evsiz kalan subaylara verilen izindi. Bu işin en çok düşündürücü yönü ise, bu subayların aradan aylar geçme­ dikçe görevlerine dönmemeleriydi. Temmuz ayı boyunca cephede başka önemli bir hareket olmadı. 702 ve 703 numaralı Alman taburları, Nablus'un ba­ tısındaki vadiye geri alındı. Son avcı bölüğü de, sayısı 120 ere çıkarıldıktan soma İstanbul'a gönderildi. Şeria'nın doğusunda, Arap asîlerin sürekli hareketleri görülüyordu. Böylece temmuz ayı içinde Menzil, Anese, Vadiişşar birkaç kere el değiştirdi. Araplar 20 ve 21 Temmuzda Maan'a büyük bir saldırı yaptılar. Fakat bu saldın geri püs­ kürtüldü. 21 ve 22 Temmuzda da Araplar, aşağı yukan 2 bin erden kurulu düzenli bir birlik ve 600 bedevî, 12 top ve çok sayıda makineli tüfekle Cerdun istasyonunu ele geçirmeye gi­ riştiler. Ama bu istasyonun önünde 24 subay, 200 kadar er kay­ bettikten sonra geri çekildiler. 46



XXI AĞUSTOS AYI OLAYLARI 1 Ağustos günü, Alman Genel Karargâhı'na gönderdiğim Ordular Grubu Karargâhı Başamiri Binbaşı Ludloff'un, Spaa'daki Alman Genel Karargâhında yapacağı 'durum açık­ laması' için aşağıdaki yazılı bilgileri Berlin'e gönderdim. Al­ man Askerî Kurulu aracılığıyla gönderilen bu yazı, Ordular Grubunun o günkü durumu nasıl gördüğünü göstermesi ba­ kımından önemlidir: 1 Ağustos 1918 Albay Dove eliyle Binbaşı Ludloff'a Berlin İstanbul -önceden tahmin ettiğimiz gibi- Ordular Gr­ ubunun gereksinimleri için yalnız işe yaramaz sözlerle ye­ tinmektedir. (Bu sorun, İaşe Müdürü olarak Vali Tahsin Bey'le ilgilidir) Benim ve Kâzım'ın (Kurmay Başkanım) Cephemizin artık tutulmaz duruma geldiği yolundaki dü­ şüncemiz, Türkiye'nin elindeki olanaklarla bu cephe ile Doğu Kafkasya gibi çok uzak iki cephenin birden harekât yapacak güçte olmamasından ileri geliyor. Bizim cephemi­ ze kesin olarak verilmesi gereken pek çok şey Doğu Kaf-



47



kasya'ya verilerek elden çıkardıyor. Az kömür kullanarak Ordular Grubuna ulaştırma söz konusuyken, bu kömür Karadeniz'de harcanıyor. Bu yüzdendir ki, 26-30 Temmuz tarihleri arasında Halep ile Rayak arasında tek tren olsun hareket ettirilememiştir. Görüşlerimi Alman Genel Karargâhı ile Prusya Har­ biye Nezaretine duyurmanızı rica ederim. Çünkü İstan­ bul'da sürekli olarak işlenen hatalara ortak olmak istemi­ yorum. Bunun dışında kesin olarak inanıyorum ki, Doğu Kaf­ kasya harekâtı, ölçüsüz hedeflerine ulaşma baraşısını kazanmayacaktır. Bu çeşit Türk projeleri, savaşın başından beri başarısızlığa uğrayıp durmaktadır. Fakat beni dinle­ meye asla yanaşmaddar ve iş işten geçene kadar da yanaş­ mayacaklardır. Alman Genel Karargâhı, Türklerin çok sınırlı olan maddî gücünü çok yanlış değerlendirmektedir. Eğer Genel Karargâh, buradaki cephenin korunma­ sını istiyorsa 146. Alay burada kalmalıdır. Hintli esirlerle son günlerde bize sığınanların anlattıklarına göre, düş­ man kesiminde Almanların geri çekildiği söylenmektedir, artık İngilizlerin geri kalan Alman birlikleriyle ve Hintli­ lerin ise, zayıf ve işe yaramaz Türk birlikleriyle kolayca ba­ şa çıkacağına inanılmaktadır. Bu düşüncelerimi her tarafta anlatmanızı rica ederim. Liman von Sanders Albay Dove için ek: Kesin kararlara gerek olduğu ve artık yarım önlem­ lerden vazgeçilmesi gerektiği konusundaki düşüncelerimi, Alman Sefirine de duyurmanızı rica ederim." Alman Genel Karargâhı, daha 24 Haziranda Türklerin 48



Doğu Kafkasya Ordular Grubuna bir Alman Kurmay Başka­ nı atanmasını kabul etmişti. Bu makam önceleri Mareşal von der Goltz'un emrinde çalışan, sonra da Filistin Cephesinde kendini gösteren Binbaşı Kiessling'e önerildi. Bu kişi, benim görüşüme uyarak bu görevi kabul etmeyince, yeni öneri, 7. Or­ du Kurmay Başkanı von Falkenhausen'e yapıldı. Bu kişi de kabul etmeyince, Halil Paşa'nm Kurmay Başkanı Binbaşı Paraquin bu göreve atandı. Kafkasya Ordular Grubunun öteki kurmay subayları ise -bulundukları yerde çok gerekli olmala­ rına rağmen- Batı Cephesinden alınarak buraya atandılar. Kafkasya'daki olası ekonomik kazançlar gözönünde tutu­ larak birçok Türk birliğinin Doğu Kafkasya ve Azerbaycan'a gönderilmesi ile Türk politik hareketlerinin Filistin Cephesinin genel durumunu nasıl etkilediğini burada kısaca ortaya koyalım. 1918 yazı ortalarında, DoğuKafkasya ve Azerbaycan'da kuvvetli atlı bir Türk tümeni bulunuyordu ve bunların bir kıs­ mı bu bölgeye doğru yürüyordu. Bu tümenlerin sayısı 9 bin ya da biraz daha çoktu. Bu birliklerle ikmal erlerinin ve savaş malzemesinin Kafkasya'ya gönderilmesi ve bunların beslen­ mesi için o kadar çok kömür harcanıyordu ki, bu kömürle çok büyük bir birliğin Halep'e gönderilmesi gerçekleşebilirdi. İs­ tanbul ile Batum arasmdaki deniz yolu 1100 kilometre, Batum'dan Tiflis üzerinden Tebriz'e kadar demiryolu ise 850 ki­ lometreydi. Doğu Kafkasya Ordular Grubunun kurulmasıyla bir Pa­ nislâmizm planı mı güdülüyordu ya da Kuzey İran'da bir İn­ giliz Cephesi mi açmak isteniyordu ya da Kont Bernstroff 'un 21 Haziran tarihli telgrafında açıkladığı gibi Irak üzerinde ye­ ni bir harekât mı düşünülüyordu, bunun tartışmasını bir köşe­ ye bırakıyorum. 49



Benim düşünceme göre, gerektiğinden çok cephemiz var­ dı. Sayıca düşmandan az iken, kuvvetli düşmanı yeni cephe­ ler açmaya zorlamak, ender düşünülecek olaylardır. Çok sı­ kıntı içinde bulunan Filistin Cephesinin birliklere olan gerek­ sinimi dikkate alınarak, Kafkasya Ordular Grubunun kurul­ masının reddedilmesi gerekirdi. Bu harekât yüzünden Yıldı­ rım Ordular Grubuna pek az sayıda yedek asker gönderildiği de biliniyordu. Ayrıca gerekli savaş malzemesi de Filistin'e gönderilmiyordu. Çünkü bu malzeme, savaşm kesin sonucu üzerinde hiçbir etkisi olmayan başka bir yönde harcanıyordu. Aynca Ordular Grubu için Suriye ve Arabistan'dan satm alı­ nacak yiyecek maddeleri için gerekli para da başka amaçlara akıtılıyordu. Elde yeteri kadar kömür olsa bile, demiryolunun gücü­ nün Halep'e ve oradan öteye daha çok asker taşımaya elveriş­ li olmadığı yolundaki görüşü de şöyle çürüteceğim: 1917 ya­ zında İstanbul ve Aydın'dan altı Türk tümeni, bu demiryoluy­ la Halep'e gönderilmiştir. Ulaştırma işinin açık olarak anlaşı­ labilmesi için aşağıdaki rakamları da yazmak isterim: O tarihlerde Almanya'dan İstanbul'a haftada 14 kömür treni gelmekteydi. Bunlardan 7'si İstanbul'un su, aydınlatma, ulaştırma gereksinimi için kullanılmakta, geri kalanı da Ana­ dolu demiryolu ile askerî fabrikalara verilmekteydi. Bunlar­ dan ayda 2500 tonu ise, Karadeniz vapur seferlerine ayrılıyor­ du ki, bu seferlerin çoğu Doğu Kafkasya'daki ordu yüzünden yapılıyordu. Ülkenin çeşitli yerlerinden çıkarılan kömür, -So­ ma'da günlük kömür üretimi 300 tondan 500 tona çıkarılmış­ tı- sanayi işletmeleriyle İzmir ve Haydarpaşa demiryollarına verilirdi. Bu kömürün bir kısmı, 1917 yılında Halep'e gönde­ rilen trenlerde kullanılmıştı. 50



Halep'ten sonra Filistin Cephesine kadar tümenlerin ço­ ğu karadan yürüyerek geliyorlar ya da biraz kömür bulunur­ sa trenle taşınıyorlardı. Fakat 1918 yazında Halep ve Şam'dan gönderilen haftalık demiryolu raporlarında sürekli olarak şu söz yer alıyordu: Kömür kalmamıştır. Suriye ve Filistin demiryollarının 1918 yılı ilkbaharında, son yedek kömürlerini kullanarak Toroslann güneyindeki bir­ lik ve savaş malzemesini cepheye götürerek gördüğü işle ay­ nı yılın yazında elde hiç kömür kalmadığı zaman yapabildiği iş karşılaştınlırsa, ortaya çok açık sonuçlar çıkar. Demiryolunun Şam-Dera kesiminin 1918 Mayısının üç haftası ile 1918 yılı Ağustosunun üç haftasındaki ulaştırma hizmetini karşılaştıralım: Ortalama günlük ulaştırma Tarih Ton Tarih Ton 8-14 Mayıs 627,1 14-20 Ağustos 231,4 15-21 Mayıs 697,5 21-27 Ağustos 236,4 26-28 Mayıs 670,7 28Ağustos-2 Eylül 239,1 Suriye ve Filistin demiryollarına odun sağlanmasında da her zaman büyük güçlüklerle karşılaşılıyordu. Çünkü son yıl­ larda artık demiryolu yakınlarındaki ormanlardan ağaç sağlanamıyordu. Uzak yerlerden odun getirmek içinse eldeki araç­ lar yetersizdi. Odun sağlamak için, Ordular Grubu, depo alay­ larından pek çok eri bu işe ayırmak zorunda kaldı ve bu erle­ rin çoğu da birçok yerde ayaklanma çıkaran halkın yardımıy­ la kaçtı. Sonunda lokomotifleri biraz olsun ısıtmak için Filis­ tin'deki zeytinlikleri kesmek ve hatta üzüm kütüklerini bile kullanmak zorunda kalındı. Odunla ısıtmanın ise, çok düşük kaliteli bir ısıtma olduğunu bilmeyen yoktur. Ulaştırma işlerinin bu derece sarpa sarmasının etkileri, 51



ağustos ayında çeşitli şekillerde ortaya çıktı. Bu ay içinde ve 12 Ağustostan sonra gelmeye başlayan 47. ve 36. Kafkasya Tümen­ leri o kadar ağırlaştılar ki, çok kere haftada ancak bir tabur cep­ heye gelebiliyordu. Topçu cephanesi de o kadar az taşınıyordu ki, bataryalarda hiçbir zaman ölçülü miktar bulunmuyordu. Cephede atılan her topçu mermisinin denetimi gerekiyordu. Yi­ yecek maddeleri de o kadar azalmıştı ki, depolarda çok zaman birliklerin bir gün somaki yiyeceği bulunmuyordu. Türk askerinin yiyecek azlığı yüzünden gerilere firarı, özellikle ağustos ayında çok arttı. 8. Ordunun bu durum kar­ şısında aldığı bir kararla, yalnız ön hatlardaki birlikler bir de­ receye kadar doyuruluyor, gerilere doğru verilen yiyecekler azaltılıyordu. Fakat bu çeşit bir kararın yürek acısı bir çare­ sizliğin sonucu olduğunu her asker kabul eder. Binbaşı Ludloff, 10 Ağustosta Alman Genel Karargâhı­ nı hiç olmazsa 146. Alman Alayının şimdilik yerinde kalma­ sına razı ettiğini, Berlin'den bildirdi. Binbaşı Ludloff, ayrıca Alman birliklerinin çekilmesine Prusya Harbiye Nezaretinin taraftar olmadığını ve Sefir Kont Bernstorff'un bu birliklerin hiç olmazsa 3-4 taburla desteklenmesi önerisinde bulunduğu­ nu ama bunda basan sağlayamadığını haber veriyordu. 4 Ağustosta kıyı kesimine küçük bir İngiliz saldınsı ya­ pıldı. Bu saldın, büyük kayıp verilmeden önlendi. 12 Ağustos sabahı 10.00'dan soma İngilizler, şiddetli bir topçu hazırlığının ardından Kudüs-Nablus yolunun iki tara­ fından Türk mevzilerine saldırdılar. Bu çok sert çatışma, ak­ şam saat 4.00'e kadar sürdü. Yolun doğusunda, düşman sal­ dırısı siperlerimizin önünde durduruldu. Yolun batısında ise düşman bazı siperlere girdi, ama bir karşı saldınyla yeniden geri atıldı. 52



Düşman saldırısına, yolun doğusunda üç ve batısında ye­ di İngiliz ve Hint taburu katıldı. Ama bütün mevziler, sonun­ da elimizde kaldı. Türk askerleri, İngiliz ölü erlerinin çizme ya da postallarının tabanlarına, taşlık arazide yürürken ses çıkar­ masın diye, keçe çivilenmiş olduğunu şaşkınlıkla seyrettiler. Kendi tabanlarında ise yırtık çarıkları vardı ve hatta çok kere, bu bile yoktu, ayaklarını paçavralarla sarıp savaşıyorlardı. Su­ bayların çoğu bile düzgün bir ayakkabıdan yoksundu. Ağus­ tosta pek çok malarya olayıyla karşılaşınca yerlerini 7. Tüme­ nin dağlık mevzileriyle değiştiren 19. Tümenin erleri, kıyıda­ ki kumluk toprakta iyi kötü iş gören ayakkabılarının dağ yol­ l a m a dayanamadığını gördüler. Piyade keşif kollan, görevden her keresinde kan içinde kalmış ayaklarla dönüyorlardı. 19-20 Ağustos gecesi, kıyının tepelerle kaplı kesimine sol yanlardan açılan şiddetli topçu ateşinden soma, İngilizler, Birket Atıfe'ye saldırdılar. Cesur kumandan Nasuhi Beyin komu­ tasındaki 7. Tümen, pek kanlı süngü savaşlanndan soma bu saldınyı geri püskürttü. Nasuhi Bey, savaşın basma Rusların eline tutsak düşmüş ve bir sürü serüvenden soma Çin üzerin­ den Türkiye'ye dönmüştü. Casusları aracılığıyla her şeyi öğ­ renen İngilizler, bu bölgedeki tümenin değiştirildiğini duyun­ ca her halde bu 7. Tümenin dağınıklık derecesini ölçmek için bu saldınyı yapmış olmalıdırlar. Toroslardaki son büyük tünelin tamamlanması için, ey­ lülün son on gününde, hattın bu kesiminin tamamen kapatıla­ cağı bana bildirilince, Enver Paşa'ya aşağıdaki 17 Ağustos tarihli telgrafı çektim ve bir kopyasını da Alman Genel Ka­ rargâhına ulaştmlmak üzere Alman Sefirine gönderdim.



53



17 Ağustos 1918 istanbul'da Enver Paşa'ya Zatıâlilerinizce bilinmektedir ki, Toros tüneli 12 Ey­ lülden sonra on gün kapalı kalacaktır. Ordular Grubunun harekât bölgesinde ve menzil hatlarında olup bitenleri İn­ gilizler, casusları aracılığıyla tamamen öğrenebiliyorlar. Ordular Grubunun tek ulaşım yolu olan tünelin kapalı kalacağından daha şimdiden haberdar oldukları ve bu du­ rumdan yararlanacakları kesinlikle söylenebilir. Kıyı bölgesinde bu ay büyük bir saldırıya uğrayacağı­ mızı nasıl daha önceden tahmin ederek bildirdiysem, tüne­ lin kapatılmasından sonra da büyük bir saldırıya uğrama­ mızın söz konusu olduğunu şimdiden bildiriyorum. Bu ola­ sılığı göz önüne alarak, Toros'un güneyinde daha şimdiden büyük ölçüde malzeme depo edilmesine olanca kuvvetle çalışılmazsa, ikmal konusunda sıkıntıya düşeceğimiz kesin­ dir. Bu noktayı göz önünde tutarak Ordular Grubunun ge­ reksinimlerini düşünmesi gereken zatıâlinizin genel karar­ gâhı, bunun tam tersini yapmaktadır. İsteğimiz gereğince dokuz Toros treni hareket ettirileceği yerde, protestoları­ mıza karşın bu trenlerin sayısı dörde indirilmiştir. Burada kahramanca savaşan üç ordunun çıkarı için, Ordular Grubunun en kaçınılmaz gereksinimleri için emir vermenizi zatıâlinizden rica ederim. Ulaştırmanın Halep'te odun yokluğundan durmuş ol­ ması, tarafımızdan alınacak önlemlerle ortadan kalkacak geçici bir engeldir. Ama bu tıkanıklığın beş hafta sonra ya­ şamsal önem kazanacak olan ikmallerin aksamasına yol açması, çok büyük bir önem taşımaktadır. Liman von Sanders" 54



10 Ağustos günü, General Ludendorff'un 3 Ağustos ta­ rihini taşıyan kişisel mektubunu aldım. Bu mektupta general, kendisine gelen ve biri ötekini yalanlayan bir sürü haber kar­ şısında gerçek durumu değerlendirmekte güçlük çektiğini be­ lirtiyor ve benden Suriye ve Filistin'deki askerî, politik ve eko­ nomik durum üzerindeki görüşlerimi bildirmemi istiyordu. Bu isteği 22 Ağustos tarihli raporumla yerine getirdim. Raporda Doğu Kafkasya harekâtının Filistin Cephesi'nde ya­ rattığı zararlı etkileri açıkladım ve ülkenin umutsuz siyasî ve iktisadî durumuna dikkat çektim. Cephemle ilgili askerî tedir­ ginliklerimi ise ayrı bir mektupla açıkladım ve bu konudaki düşüncelerimi şöyle bağladım: "İşi savsaklamak ancak çok kısa bir süre için söz konusudur. Burada savaş artık yarım önlemlerle yönetilemez. Bu tutumda direnilirse, cephe, tu­ tulamaz duruma gelir." Bizim kıyı bölgesinde daha büyük bir saldın beklememiz gerektiği çok açıktı. Fakat şimdiye kadar edindiğimiz dene­ yimlere göre, saldın karşısında biraz geri atılsak bile, yine de dayanacağımızı sanıyordum. Buna karşılık, eğer Şeria doğusun­ da yenilgiye uğrarsak, Ordular Grubu bakımından çok kötü bir durumla karşılaşacaktık. Çünkü o zaman Ordular Grubunun do­ ğuya doğru kademelenmiş bağlantısını oluşturan Dera-Şam demiryolundan yararlanmak olanağı kalmayacaktı. Bize düş­ man olan Araplann her zaman artan kuvvetleri, Şeria'nm do­ ğusundaki bu bağlantıya çok yakın bir uzaklıkta bulunuyordu. Ağustosun ikinci yansında 4. Ordu komutanı Cemal Pa­ şa aracılığıyla Şerif Faysal'dan bir öneri aldım: Türkiye Faysal'a bağımsız bir Arap devleti kurulması konusunda güven­ ce verirse, Şerif, 4. Ordunun Ceria Cephesinin savunmasını kendi kuvvetleriyle üzerine alacağını bildiriyordu. 55



Şerif Faysal'ın ulaştırdığı habere göre, İngilizler, kıyı ke­ siminde büyük bir saldırıya hazırlanmaktaydılar. Şerif Faysal'ın bu önerisi kabul edilirse, böylece boş kalacak olan 4. Ordu birlikleri Şeria ile kıyı arasındaki cepheyi güçlendirmek için kullanılabilecekti. Kurmay Başkam Kâzım Paşa aracılığıyla Cemal Paşa'yı Faysal'la görüşmekle görevlendirdim. Faysal'm istediği gü­ vence için de Enver'e başvurdum. Bu konuda ne Enver'den ne de Cemal Paşa'dan haber gel­ di. Gerçekte Şerif Faysal'm önerisinin ne derece gerçek oldu­ ğunu da bilmiyordum. Kurmay Başkanının yorumuna göre Türkler, bu önerinin içtenliğine inanmıyorlardı. Bu açıdan ben de, İngilizler kıyı kesiminde saldırıya geçerken, Şeria mevzilerimizin Arapların eline düşmesi için düzenlenen bir hile kar­ şısında olduğumuz kanısına vardım. Ordular Grubunun gerisindeki bölgelerde bile, İngiliz et­ kisinin ne kadar genişlediğini Şam'daki Alman konsolosunun kendi yöneticilerine gönderdiği ve kopyasını da bilgi için ba­ na ilettiği aşağıdaki rapordan anlayabiliriz: Konsolos, 19 Ağustos tarihli raporunda şöyle diyordu: İki aydan beri Araplar, Horan -yani Dürzîlerin dağıUe Akabe arasında bir kervan yolu kurmuş bulunuyorlar. Burada şeker, kahve ve pamuk ürünleri ithal edUiyor ve kayısı pestili ihraç olunuyor. Ayrıca Horan'dan büyük öl­ çüde tahd da gönderiliyor. Kervanların buraya varmak için daha haftalarca ön­ ce Akabe'den yola çıktıkları büiniyor ve bu konu açıktan açığa konuşuluyor. Mallar, kervanbaşılar tarafından altın karşılığında perakende satılıyor. Bu adamlar burada bü56



yük ölçüde İstanbul'dan gelmiş İngiliz banknotları ve di­ ğer düşman kâğıt paralarını da satın alıyorlar... Dr. Broda." 22 Ağustos tarihli diğer rapor ise şöyledir: Zatıâlinize daha önce de haber vermekle onur duydu­ ğum gibi, Şam ile Akabe arasında günden güne büyüyen düzenli bir ticaret ve ulaşım yolu vardır. Bu yolun ara is­ tasyonu Horan'dır. Horan'da iyi silâhlandırılmış 30 bin kadar Dürzî sa­ vaşçı ve bir o kadar da son günlerde buraya gelip yerleş­ miş silahlı kabileler vardır. Vali Tahsin Bey gittikten sonra buranın yönetimine tam bir anarşi egemen olmaya başlamıştır: Bu durum, so­ kak hırsızlarının artışıyla bile kendini göstermektedir. Me­ murlar, düşmanla girişilen ilişkileri, kollarını kavuşturup seyrediyorlar. Bu işten para kazanan memurlar olduğu bi­ le söyleniyor. Bilindiği gibi Suriyeliler, İtilaf devletleriyle dosttur­ lar. Yönetim bu şekilde gevşek ve ilgisiz sürerse, halk bu durumdan bol bol yararlanır. Buradan pek çok kimsenin Kudüs'e gittiğini biliyorum. Bu çeşit gezileri kolaylaştıran ve belli tarifeler uygulayan acenteler bile var. Örneğin Kahire'ye kadar 50 altın isteniyor. Akabe için fiyat 8 altındır. Buralarda İngiliz banknotlarına ilgi çok büyüktür. Horan'ı ve buraya gelen yolları Türk denetimi altına almanın mümkün olup olmayacağını söyleyecek durum­ da değilim. Çünkü İngilizlerin artan propagandası ile Türk hükümetinin beceriksizliği ve terazi ibresi gibi ağır­ lık neredeyse oraya yönelen Dürzîlerin bilinen kişiliği, böy­ le bir tahmini güçleştirmektedir. Fakat İngilizlerin sonba57



harda büyük bir saldırıya girişecekleri, yaptıkları hazır­ lıklardan apaçık anlaşılmaktadır. Nitekim Akabe'de bile büyük depolar kurduklarını öğrenmiş bulunuyorum. Büyük önem taşıyan bu noktaları ve durumun önemi­ ni zatıâlilerine duyurmaktan kendimi alamadım. Dr. Brode" Çok eski zamanlardan beri topraklarmm verimli olduğu bilinen yukarı Şeria'nm doğusundaki Horan dağlan, bizim Dera-Şam demiryolunun yanım tehlikeye düşürüyordu. Ho­ ran'daki Dürzi halkın toplam nüfusu 80-90 bin kişi olduğuna göre, Dr. Brode'nin savaşçı sayısını çok fazla tahmin ettiği dü­ şünülebilirdi. Dürziler, Müslümanlann Rafızî dedikleri mezhebe bağ­ lıdırlar. Onlannpeygamberi Muhammed değil, kendi mezhep­ lerini kuran Hâkim'dir. Savaşçı olarak tanınan Dürziler, bağım­ sızlıklarını her zaman bir ölçüde korumuşlardır. Şurası açıkça görülüyor ki, kendi ülkelerinde savaşan Türkler, şayet geri çekilmek zorunda kalırlarsa, çevrelerinde dostlarla değil, bir yığın düşmanla karşılaşacaklardı. Uzun süredir evinde hasta yatan 7. Ordu Komutanı Fev­ zi Paşa, 1 Ağustosta uzun bir izin alarak ayrıldı. 7. Ordu Ko­ mutanlığına önce vekâleten Nihat Paşa, sonra o ay içinde asa­ leten Mustafa Kemal Paşa getirildi. Çanakkale Savaşlarından tanıdığım bu değerli komutan, buraya gelince ordunun sayıca azlığını ve birliklerin perişan durumunu gördü ve aldandığını anladı. Enver ona gerçekten uzak rakamlar vermiş ve ordunun durumunu da çok elverişli göstermişti. 7. Ordunun Kurmay Başkanı Binbaşı von Falkenhausen de iklimin hışmına uğramış ve aynı durumda olan 4. Ordu Kur­ may Başkanı Binbaşı von Papen'le birlikte izinli gitmişti. 58



Asya Kolu Komutanı ve aynı zamanda 8. Ordu sol yanın­ daki grubun komutanı olan Albay von Frankenberg de ayrıl­ dı ve Albay von Oppen, selefinin her iki görevini birden üze­ rine aldı. Mustafa Kemal Paşa, 12 Ağustos'tan sonra gelmeye başlayan 109. Piyade Alayının iki taburunu (Bunlar 37. Kaf­ kas Tümeninin ilk gelen birlikleriydi) hiç yedeği bulunmayan cephenin gerisine çekti. Filistin Cephesine yapılan yardımların şeklini gösteren bir örnek olduğu için hemen belirtmek isterim ki, söz konusu olan bu alayın komutanı ve Alay Karargâhının diğer komu­ tanları, Doğu Kafkasya Ordusunda bir göreve atandıklarından İstanbul'dan oraya gitmişler ve bu subayların yerine kimse atanmamıştı. Söz konusu alayın 3. Taburu ise, Eylül ayında Afule is­ tasyonuna vardığı zaman, bütün tabur topluca firar etti. Bir­ kaç günlük aramadan soma erlerin büyük kısmı, Cenin-Mesudiye şosesinin doğusundaki köylerde bulundu ve yeniden toplandı. Erler, Türk üniforması giymiş düşman casusları ta­ rafından cepheye varmazdan önce firara yüreklendirilmişlerdi. Casuslar, Afule istasyonunda Türklerin durumunu umut­ suz gösteren bildiriler dağıtmışlardı. İngilizler, Türk askerlerini etkilemek için çok ustaca dav­ ranıyorlar, akla gelebilecek her yola başvurmaktan çeltinmiyorlar. Hele harcadıkları para sınırsızdı. Bu işlerde Araplar gibi pek uygun kimseleri kullanıyorlardı. Özellikle propagandaya büyük önem veriyorlardı. İngiliz uçakları çok çekici broşürler atıyorlardı. Bunlar da İngilizlere tutsak düşen Türk erlerinin na­ sıl rahata kavuştuğu resimlerle gösteriliyordu. Bu gibi belge­ lerin, karnı her zaman aç ve her türlü yardımdan yoksun bu in59



sanlar üzerinde yaratacağı etki açıktı. Uçaklardan ayrıca, du­ rumun Batı Cephesinde de iyi olmadığını Türklere ve Arapla­ ra duyurmak için haber ve resimler de bol bol atılıyordu. O sıralarda cephenin bazı kesimlerinde Türk askerlerinin düşüncesinin güven verici olmadığını, buralardaki Alman su­ baylarının raporlarından da öğreniyorduk. Burada ben, güve­ nilir ve iyi asker olduklarını kanıtlamış iki Alman subayının cepheden yazdıkları raporlara yer vereceğim. Kıyı kesiminde görevli olan bu subayların ağustos sonu ile eylül başına rast­ layan günlerle ilgili raporları şöyledir: Teğmen Heiden yazıyor: "Türkler artık savaştan yorgun düştüler, çatışma is­ temiyorlar. Bu durum, Türklerin davranışlarından anla­ şılmaktadır. Türkler yalnız el bombalarını ve tüfeklerini değil, Türk subaylarının bana söylediklerine göre, kimi za­ man makineli tüfeklerini bile yanlarına abp kaçıyorlar. 8. Ordu, gerideki alanı kapamakla yerinde bir önlem almış­ tır. Fakat yine de izlemek için geriye kamyonlara bindiril­ miş silâhlı müfrezeler göndermek zorunda kalınmaktadır. Hatta Anabeta yakınlarında bu müfrezelerle kaçaklar ara­ sında çarpışmalar olmuştur. Eğer Bayram'a kadar barış yapılmazsa, erlerin ya firar edeceği ya da düşman tarafı­ na geçeceği, artık savaşmak istemedikleri bana bile hiç çe­ kinmeden söylenebilmektedir." (Bayram'ın son günü, 18 Eylül 1918 idi). Teğmen Riecks yazıyor: "Türklerin beklenen büyük İngiliz saldırısına karşı direnmeyeceklerini, Türk birlikleriyle görüşen herkes gi­ bi ben de bilmekteyim. Bu nedenle kuyu kazma işi sona erdikten sonra, ileride kullanılmayacak olan, olabildiği kadar çok malzemeyi Cenin'deki depoya geri gönderdim." 60



Malarya ve dizanteri, bu sıcak yaz mevsiminde pek çok kurban verilmesine neden oldu. Bütün gezici hastahaneler ve nekahathaneler, ülkenin içlerine kadar, oldukça doluydu. Sı­ caklığın 55 ile 65 derece arasında değiştiği Şeria vadisinde ve ağustos ayında, birliklerin sabah saat 8.00'den güneş batana kadar hareket etme olanağı yoktu. Yazlık elbisesi olmayan ve ancak kalın yün kumaş giyen (bunlara paçavra demek daha yerindedir) ve dörtte üçünden çoğu artık iç çamaşırı da kalmayan Türk erlerinin, doğrudan doğruya tenlerine giydikleri bu kalın kumaş altında ne kadar acı çektikleri açıktır. İngiliz ve Hintlilerin birçok sonuçsuz sal­ dırısından sonra Türk siperleri önünde kalan ölülerin elbise­ lerinin hemen soyulması, asla, özel olarak düzenlenmiş bir zu­ lüm eseri sayılamaz. Bu durum, Türk erleri için elbise, ayak­ kabı ve çamaşır elde etmek için açık olan biricik yoldu. Ölü­ lerin soyulmasıyla ilgili yasaklar, hiçbir işe yaramadı. Bu gi­ bi durumlarda "Avrupa terbiyesi" hiç sökmüyor ve Türk as­ kerlerinin cılız omuzlarındaki külüstür elbise hızla yere atılıp yerine düşmandan alınan yeni elbise giyiliyor. 3. Süvari Tümeninin iki alayının yeni elbise aldıkları ba­ na haber verildi. Onları sıcak Şeria vadisinde 1. Prusya Mu­ hafız Alayının kalın elbiseleri içinde gördüm. Bunlar, İstan­ bul'da 'Cuma selâmlığı'nda törene çıkan birliklerin giydiği el­ biselerdi ve zavallı Levazım Dairesi Başkanı, Süvari Tümeni­ ne son bir yardımda bulunabilmek için ancak bunları gönde­ rebilmişti. Kesin sonucun çok yaklaşmış olduğu kanısında bulundu­ ğumdan, savaş gereği şuraya buraya dağılmış müfrezeleri ağustos sonunda asıl birliklerine geri gönderdim. Son günler­ de kıyı kesiminde bulunan 702 ve 703 numaralı Taburlar, As61



son'daki Asya Koluna katıldı. 142. Alayın 2. Taburu, kıyı ke­ siminden Salt'a gitti. 191. Piyade Alayının şimdiye kadar 4. Orduda bulunan iki taburu yeniden 8. Orduya verildi. 24. Tümen, 7. Ordunun sol kanat tümeni (53. Tümen) ile Şeria arasında olmak üzere batı kıyısında cepheye sokuldu. Böy­ lece 53. Tümenin şimdiye kadar ancak 1300 tüfek ile güvenlik altına alınan 15 kilometrelik cephesi kısaltılmış oluyordu. 24. Tümen ile Şeria vadisindeki 3. Süvari Tümeni, 4. Or­ du emrine verildiler. Öyle ki, ırmağın batı kıyısında bir düş­ man saldırısı durumunda bu birliklerin desteklenmesi görevi 4. Orduya veriliyordu. Kendi bölgesi için Şeria üzerinde da­ ha başka köprüler kurması ve Salt'tan Eddamiye'deki Şeria ge­ çidine gelen yolların düzenlenmesi 4. Orduya emredildi. Sonraki çekilme sırasında, yaptığım bu değişikliklerin amaca uygun olmadığmı anladığımı belirtmek isterim. Yan­ lış tahminde bulunduğumu itiraf ederim. Ajanların verdiği bilgilere göre, düşman tarafına iki Ya­ hudi taburundan başka bir kısım Fransız ve İtalyan birlikleri de gelmiş ve Filistin Cephesinde yer almıştı.



62



XXII EYLÜL AYI OLAYLARI (19 Eylül Büyük Taarruzuna Kadar) Alman Askerî Kurulunun eylül başında İstanbul'dan ba­ na bildirdiğine göre, Türk basım, çok sert bir tonla Baku ko­ nusundaki Alman-Rus anlaşmasını eleştiriyor ve Azerbay­ can'ın bağımsız bir devlet olması konusunda Almanya'nın yardımım istiyordu. Başka kaynaklardan aldığım haberlere göre de, Alman­ ya'nın Doğu Kafkasya'da güttüğü ticaret politikası, Türklerin Panislâmist plânlan dolayısıyla önemli bir Türk-Alman çatış­ ması yaratıyordu. Türk hükümetinin Doğu Kafkasya üzerin­ deki Brest-Litovsk sözleşmesini aşan istekleri, Alman Sefiri Baron von Wangenheim'in 1914 yılındaki bir yazısına daya­ nıyordu. Böyle bir yazının gerçekten bulunup bulunmadığı ko­ nusunda kuşkuluyum. Türk hükümeti, söz konusu belgeyle sa­ vaşa girmesine karşılık Batum, Kars ve Ardahan'ın Türki­ ye'ye verileceği sözünün edildiğini ileri sürüyor ve Çarlık Rusya 'sının çöküşünden soma bu sınırın daha da genişletil­ mesi gerektiğini söylüyorlardı. Politik açıdan bu çabalan anlamak kolaydır. Ama iki cep63



hede Osmanlı Imparatorluğu'nun varlığı söz konusu olduğu bir sırada, Türk Genel Kurmayının bu çeşit çatışmalara olanak vermesi, anlaşılır şey değildir. Türkiye, ne Doğu Kafkasya'da ve ne de Azerbaycan'da bir düşman saldırısı tehlikesi karşısın­ da bulunuyor. Çünkü İran'm kuzeyinde İngilizlere karşı yeni bir cephe açmak ve böylece Bağdat ile Musul arasındaki Türk cephesinin yükünü azaltmak için de koşullar uygun değildi. Her ikisi de iyi ulaşım araçları olan Filistin ve Irak'taki İngiliz cepheleri, içerilere doğru ve birbirlerine yaklaşarak ilerliyorlardı. Oysa, Türkiye'nin sınırlı olanaklarıyla Kafkas­ ya ve İran'ın bakımsız bölgelerinden güneye yapacağı hare­ kât, daha başlangıcında başarısız görünüyordu. Türkiye'de siyasî amaçların askerî kararlarla belirlenme­ si ve bunun için de Genel Karargâhın askerî basanlar elde ede­ rek hareket rahatlığı kazanması gerekirdi. F. Ordular Grubu cephesinde ise, durum, gittikçe ciddileşiyordu. Her taraftan birliklerin artık gücü kalmadığı, koşum ve mekkâre hayvanlarının gittikçe bitkinleştiği haberleri ge­ liyordu. Hayvanlann durumuna önem vermek gerekiyordu. Çünkü ordulann hareketleri bunlara bağlıydı. Birkaç aydan be­ ri günde ancak 1 ile 1.5 kilo -o da varsa- arpa verilen hayvan­ lar, ayrıca çok zaman susuz da kalıyor ve her üç orduda her gün yüzlercesi telef oluyordu. Mayıstan bu yana görülen ağır sıcaklar yüzünden artık hayvanları otlatacak bir kanş yer de kalmamıştı. Hayvanlann bitkinliği o dereceye varmıştı ki, bazı batar­ ya ve topların geceleri birkaç yüz metre içinde yer değiştir­ meleri için verdiğim emirler bile güçlükle yerine getirilebiliyordu. Koşum hayvanlarının çoğu, yokuş yukan ya da arıza­ lı yerlerde topları çekemiyordu. 64



Bu durum ortadayken, Enver Paşa'nm 4 Eylülde Filis­ tin Cephesinin savunması konusunda taktik öğütleri vermesi, ordu komutanları ile benim üzerimde çok tuhaf bir etki yarat­ tı. Çünkü gerek Enver Paşa, gerekse çevresindeki subaylar, bizim cephemizdeki piyade mevzilerinden birini olsun görmüş değillerdi. 7 Eylül günü Enver'e verdiğim karşılıkta, aylardan beri bu öğütlere uygun hareket edildiğini, fakat her şeyden önce ay­ lardan beri kendisine bildirdiğimiz üzere, Ordular Grubunda çok az birlik ve özellikle çok az piyade kaldığım tekrar ettim. Enver Paşa, 11 Eylül tarihli telgrafında Ordular Grubu­ na her türlü yardımın yapılacağı sözünü yine verdi. Ama bu söz vermelerden biri olsun yerine getirilmedi. 19 Eylülde büyük ve kesin İngiliz saldırısı başladığı za­ man, Türk Cephesinin ne durumda bulunduğunu aydınlatmak amacıyla, deniz ile Şeria arasındaki cephede bulunan birlik­ lerin 15 Mart 1918 ve 15 Eylül 1918 günlerindeki durumları daha aşağıda gösterilmektedir. Bu düzenlemeler incelendiğinde görülecektir ki, elde var olan on piyade tümeninden sekizi, altı aylık süre içinde hiç de­ ğiştirilmeden ilk hatlarda kalmışlardı. Bu konuda, Filistin'in iklimi de unutaimamalıdır. Yine bu listenin incelenmesiyle gö­ rülecektir ki, 8 Orduyla ilgili olan ve aşağı yukan 1100 tüfek mevcutlu 46. Tümenden başka, ordularda ve Ordular Grubu emrinde eylül ayında bir tek olsun yedek tümen yoktu. Türk tümenlerinin her biri ortalama 1300 tüfek kuvvetindeydi. Taburların sayısı (her tümende dokuz tabur vardı), 130 ile 150 tüfekti. Bazı taburlarm kuvveti 180 tüfeğe kadar çıkarılmıştı. Ama bazı taburlar ise, hastalık ve diğer neden­ lerle 100'e kadar inmişti. 65



Firarlar ise, tedirginlik verecek ölçüde artmış bulunuyor­ du. 8. Orduda kaçak sayısı 15 Ağustostan 14 Eylüle kadar 1100 kişiye çıkmıştı. Bu kaçaklar yakalandıklarında her zaman ye­ teri kadar yiyecek verilmemesinden, çamaşır ve ayakkabıları olmamasmdan ve elbiselerinin yırtıklığından yakmıyorlardı. Alay olarak düzenlenmiş Türk süvarilerinin sayısı toplu olarak 1200 kişiye ulaşıyordu. Süvarilerin atlan, koşum hayvanlan ve mekkârelere göre, çok daha acmacak durumdaydı. Topçunun durumu genellikle iyi idi. Ama koşum hayvanlannın daha önce anlatılan durumu yüzünden topçunun hare­ kât yeteneği kalmamıştı. Şeria Cephesindeki 4. Ordunun durumu, 4 Mayıstan bu yana bir saldınya uğramadığı için, diğer ordulardan biraz da­ ha iyi idi. Hicaz Demiryolu cephesini güçlendirmek için bu ordunun emrine verilen 47. Tümenin 12. Piyade alayının ilk gelen iki taburu Maan'a gönderilmişti. DENİZ İLE ŞERİA ARASINDAKİ TÜRK BİRLİKLERİ (Tümen numaralarına göre düzenlenmiştir) 15 M a r t 1918 I. Tümen 7. Tümen I I . Tümen 16. Tümen 19. Tümen 20. Tümen 66



Nablus yolunun batısında Mecdelyaba dolaylannda Nablus yolu üzerinde Serta'nm güneyinde Kıyı kesiminde Kıyı kesiminde



24. Tümen 26. Tümen 46. Tümen



Kubalan'da yedekte Nablus yolunun doğusunda Bica'nm güneyinde (Bu tümen, dört tabur gücündeydi) 53. Tümen Elfasıl'm güneyinde 3. Süvari Tümeni Sol yanda piyadelerin gerisinde Kafkas Süvari Tu; ;ayı Kıyı kesiminde yedekte Yedekler: 24. Tümen ile Kafkas Süvari Tugayı 15 Eylül 1918



I. Tümen Eski yerinde 7. Tümen Kıyı kesiminde I I . Tümen Eski yerinde 16. Tümen Eski yerinde 19. Tümen 7. Tümen ile yer değiştirdi 20. Tümen Eski yerinde 24. Tümen Şeria'nın batı kıyısında 26. Tümen Eski yerinde 46. Tümen Felahiye yakınında 8. Ordunun yedeği 53. Tümen Eski yerinde 3. Süvari Tümeni Şeria vadisinde Kafkas-Süvari Tugayı Şerianın doğu kıyısında 46. Tümen dışında bütün tümenler, yanı 1. Tümen, 7. Tü­ men, 11. Tümen, 16. Tümen, 19. Tümen, 24. Tümen, 26. Tü­ men ve 53. Tümen, altı aydan uzun bir süredir değiştirilme­ den cephede bulunuyorlardı. Altı aydan beri yeni gelmiş hiç­ bir tümen yoktu. Yalmz 7. Ordunun desteklenmesi için 16 Ha­ ziranda ayrılan 37. Kafkas Tümeninden 15 Eylüle kadar dört tabur gelmiş bulunuyordu. 67



Açıklama 1. Alman savaş birliklerinden 15 Mart ile 15 Eylül ara­ sında gelen birlikler şunlardır: 146. Piyade Alayı (4. Orduya verildi) 205. İstikam Bölüğü (4. Orduya verildi) 11. Avcı Taburu, Ordular Grubunun yedeği biraz geliş­ tikten sonra İstanbul'a döndü. Sonradan iki Alman Bataryası ile Asya Kolunun koşulu bataryaları -mart ve nisan aylarında Türkiye'den- sağlandı. Asya Koluna bağlı 703 Numaralı Alman Piyade Taburu, 15 Martta Şeria'nın doğusundaki Tufeyle'de bulunuyordu. As­ ya Kolunun karargâhı o sırada Azzun'a geçti. 2. İngilizlerin 19 Eylül saldırısına uğramayan 4. Ordu, 15 Eylülde bir grubu ile Şeria cephesinde, öteki grubu ile de Hi­ caz hattında bulunuyordu. Kendisine verilen 47. Tümenden bugüne kadar ancak 4 tabur gelebilmişti. 3.1 Nisandan 31 Ağustosa kadar Ordular Grubuna İstan­ bul'dan ikmal eri olarak 3.559'er gönderilmişti. Gelen birkaç taburun kaldırılması ve erlerinin dağıtıl­ ması, ülke içinde bazı kuruluşların lağvedilmesi ve biraz da Arap yedek erleriyle ayrıca 6.160'er tutarında bir destek da­ ha yapılmıştı. Ordular Grubu emrinde bulunan altı Alman taburuna (üçü Asya Kolunda, üçü 146. Alayda) Alman Batı Cephesi­ nin gereksinimleri dolayısıyla 1918 ilkbaharından beri ikmal eri gönderilmemişti. Oysa hastalık ve çatışmalar dolayısıyla bu taburların sayılan çok eksilmişti. Filistin'deki Alman uçaklan, yazın İngilizler karşısında güç bir durumda bulunuyorlardı. Alman uçaklan, İngilizlerin 68



son model uçakları karşısında hız ve yükseliş gücü bakımın­ dan çok geriydi. îki kere gönderilen ikmal takımları, teslim alındığında, işe yaramaz durumda bulundu. Alman Batı Cep­ hesinin gereksinimleri, buranın uçak ikmalim de zedeliyordu. Çok iyi durumdaki uçak birliği, ilkbahardan sonbahara kadar 39 pilot ve rasat yitirmişti. Bu nedenle eylül ayı içinde düş­ man hatlarına karşı hava keşiflerini hemen hemen tamamen durdurmak zorunda kaldık. Alman uçakları görülür görülmez, kuvvetçe üstün İngiliz uçakları bu keşfi yaptırmayacak şekil­ de hareket ediyorlardı. 8. Ordunun sol kanat grubu komutanı Albay von Oppen, 3 Eylülde bana başvurarak Azzun'daki kendi bölgesinde ha­ va keşiflerinin durdurulmasını rica etti. Çünkü her zaman bi­ zim zararımıza sonuçlanan hava çatışmaları yüzünden zaten bozuk olan moral, büsbütün kötüye gitmekteydi. Uçak Komu­ tanının raporuna göre, 19 Eylülde Ordular Grubu emrinde düşmana karşı kallanılabilecek ancak beş uçak vardı. 8. Ordu Komutanlığı, düşmanm kıyı kesiminde bir sal­ dırı yapması olasılığını dikkate alarak emri altındaki 16. Tü­ meni (iki piyade alayı vardı) bu bölgeye yerleştirmişti. Bu tü­ menin boşalttığı 7 kilometre genişlikteki cepheyi, Asya Ko­ lunun tutması gerekiyordu. Emrindeki hafif birlirlerle bu kesimin savunmasının söz konusu olamayacağı konusunda Albay von Oppen'in karşı çıkması dikkate alınmasa bile, 16 Tümenin ancak iş işten geç­ tikten soma emredilen cepheye ulaşabileceği önceden hesap­ lanmalıydı. Tümen bulunduğu yerden düşman saldırısı başlar başlamaz harekete geçse bile, Zanta'dan Kalkilye yakınlarına kadar 16 kilometrelik bir yolu aşması gerekiyordu. Eldekiler çok az olduğu için, ilk hatlarda piyade bulun69



durmak ve boşlukları daha çok makineli tüfeklerle doldurmak gerekiyordu. Bu davranışın yerinde olduğunu olaylar da gös­ terdi. Derinliğine bölünme, ancak bu şekilde yapılabiliyordu. Kendiliğimizden geriye çekilerek sağ yanda Teberiye gö­ lü ve sol yanda Yermuk vadisi arasında bir mevzie girmek dü­ şüncesi, eylül başlarında benim aklıma takıldı. Ama ne var ki, bu durumda Enver'in Filistin'in korunması konusundaki em­ rini dinlememiş olacak ve ayrıca bütün Hicaz demiryolu ile Dera'nm güneyindeki Şeria ırmağının doğu kesimini bırak­ mak gerekecekti. Bundan başka asî Arapların ordu gerisinde­ ki genişlemesi de artık engellenemeyecekti. Öte yandan Türk erlerinin yürüyüş yeteneği çok azalmış bulunduğuna ve ko­ şum hayvanlarının da artık çekiş güçleri kalmadığına göre, mevzilerde kalıp direnmenin, morali bozuk birliklerin uzun bir çekilişe girmelerinden daha güvenli olduğu kanısına varmış­ tım. Ayrıca, geriye doğru aşamalı bir düzenleme olmadığı için, çekilişi daha tehlikeli görmeye başladım. Ama yine de bir noktada yanılmışım: Birliklerin adım adım geri çekilece­ ğini, tümenlerde toptan dağılmalar olmayacağım sanmıştım. Çünkü bütün savaşlarda, emrim altındaki Türk birliklerinde böyle bir duruma rastlamamıştım. Yalnızca son saldırıda (ya­ ni 14 Temmuzda) böyle bir durum görülmüş, ama savunma­ da böyle bir şeyle hiç karşılaşmamıştım. 17 Eylülde bir Hint bölüğünün çavuşu kıyı kesiminden kaçarak bize sığındı ve düşmanın 19 Eylül günü büyük bir sal­ dırıya hazırlandığını haber verdi; kendisinin de bundan kur­ tulmak için kaçtığım söyledi. Aynı gün Dera'nm kuzey ve güneyinde, demiryolunun çe­ şitli yerlerinde Arapların harekete geçtiği ve bazı noktalarda tahribat yaptığı haber verildi. Bizim biricik ulaştırma yolumuz 70



üzerindeki bu saldınlann büyük bir çatışmanın başlangıcı ol­ duğunu anladım. Bu nedenle Hayfa'daki Blell Depo Alayının 300 erli iki bölüğünü Dera'ya gönderdim. Şam'daki bütün Alman subay ve erlerini hemen toplanıp Dera'ya göndermesi için 4. Orduya emir verdim. Ordular Gru­ buna yeni gelen Binbaşı Willmer, Dera'da komutayı ele aldı. Bunu izleyen günlerde de asî Arap müfrezeleri, ingiliz mo­ torlu araçlarından ve uçaklarından yararlanarak, Hicaz hattın­ da tahribat yapmaktan geri kalmadılar. Fakat çalışkan Alman demiryolcuları, yıkılan yerleri hemen onarıp demiryolunu sü­ rekli işler durumda tutuyorlardı. Eskiden de Muzerip ile Dera arasında düzeni sağlamış olan Binbaşı Willmer, Dera'daki du­ ruma bu kere de egemen olabildi. 8. Ordu, emrindeki biricik ihtiyat tümeni, yani 46. Tümeni, Ettire'de mevzie soktu. Ben de 500 kişilik bir Arap taburunu bu ordunun emrine verdim. 19 EYLÜLDEKİ İNGİLİZ SALDIRISI 18/19 Eylül gecesi 7. Ordu cephesinde sert tartışmalar başladı. 19 Eylül sabahı saat 3.30'da 8. Ordu karargâhları ile bu ordulara bağlı kolorduların karargâhları üzerinde ve Afule'de­ ki Ordular Grubu santralı üzerinde İngiliz uçak filoları görül­ dü. Uçaklar, karargâhlara ve santrala iyice yaklaşarak bomba­ lar attılar ve telleri tahrip ettiler. Kıyı ile Şeria arasındaki ge­ niş bölgede yalnızca iki uçaksavar top vardı ve bunlar 8. Or­ du bölgesinde bulunuyordu. Düşman uçakları, bu yüzden hiç­ bir güçlükle karşılaşmadan işlerini gördüler. Ayrıca ülke içlerine giden çeşitli telgraf telleri de saba­ hın erken saatlerinde Araplar tarafından kesilmişti. Tellülke71



rim ile Nasıra arasındaki telefon ve telgraf hatları, sabah saat 7.00'ye doğru kesildi. 8. Ordunun telsiz telgraf istasyonu da cevap vermiyordu. 7. Ordu, sabah saat 9.00 ile 10.00 arasında, Albay von Oppen'in bildirisine dayanarak, sağ kanat grubu cephesinin kıyı kesiminde yanldığmı ve düşman süvarisinin kıyı boyunca ve kuzey yönünde ilerlemekte olduğunu haber verdi. 7. Ordu Komutanlığı aracılığıyla von Oppen'e elindeki bütün birliklerle hemen Kalkilye dolaylarındaki şose ve de­ miryolu yönünde harekete geçmesi ve kıyı kesiminde yürü­ mesi emrini verdim. Albay von Oppen, gerçekte kendiliğin­ den harekete geçtiğini, üç tabur ve iki bölüğü ile Kalkilye ve Felahiye yönünde yürüdüğünü bildirdi. Sonradan öğrendiğimize göre, ingilizler sabah saat 7.00'den önce ve gerçek bir direnmeye uğramaksızın kıyı böl­ gesinin batı kesimini yarmışlardı. Hemen aynı saatlerde Eltire batısındaki tepeyi de almışlar ve üzerine birçok makineli tüfek yerleştirmişlerdi. Binbaşı Tiller komutasındaki zayıf 46. Tümen, Eltire yakınlarında sert bir direnme göstermiş ve İn­ gilizleri bir süre durdurmuştu. Fakat bu sırada tümenin büyük bir kısmı erimişti. Tümenin Alman Alay Komutanı Pfeiffer bu­ rada kahramanca öldü. Kıyı bölgesinin batı kesimindeki 7. Tümen ile ona biti­ şik 20. Tümene bağlı iki piyade alayının hızla ve tam olarak çökmelerinin nedeni, bugüne kadar anlaşılamamıştır. Bu bir­ likler, her ne kadar geniş bir bölge için çok zayıf iseler de, şim­ diye kadarki çatışmalarda her zaman dayanmışlardı. Oysa bu kez, iki saatlik şiddetli topçu ateşinden soma ve daha piyade saldırıları başlamadan ortadan silinmişlerdi. Bu birliklerde ar­ tık savaşmak isteği kalmadığı açıktı. Somaki çekiliş sırasın72



da da bu tümenlerden ne bir subay, ne de küçük bir parça gö­ rebildim. Albay von Oppen'e yukarıda söz konusu edilen emri ver­ dikten soma, Nasıra'daki Ordular Grubu ile Nablus arasında­ ki telefon ve telgraf bağlantısı iki saat kesildi. Bu yüzden cep­ hede olup bitenlerden haber alamadık. Biz, 7. Tümen ile 20. Tümenin ve 46. Tümenin gerilerde hazırlanmış mevzilere çe­ kildiğini sanıyorduk. Hayfa Komutanına, kıyı boyunca ilerleyen düşman süva­ risini karşılamak üzere birliklerini silâhbaşı etmesi emrolundu. Aşağıda anlatılan olaylar somadan, yavaş yavaş anlaşıldı. Kıyı kesimine bitişik Kefer Kasım'da bulunan ve bura­ dan düşman yarma harekâtım gözetleyebilen 19. Tümen de di­ renme gücünü yitirmiş ve bu tümenin cephedeki 57. Piyade Alayı ile 77. Piyade Alayı, bir saldırıya uğramaksızm ve geri çekilme için emir almaksızın kendiliklerinden siperleri bırak­ mış ve geriye çekilmişlerdi. Albay von Oppen'in hemen bir cephe oluşturmalarını emretmesi üzerine, bu başı boş toplu­ luktaki erlerin bir kısmı birliklerini terk etmişlerdi. İngiliz süvarisi ve zırhlı otomobilleri, sabah saat 10.00'da demiryolunun doğusundaki Habile ve Kalkilye yakınındaki cepheyi de yarmış ve kuzeye yönelmişlerdi. Albay von Oppen tarafından aylarca totulmuş olan 8. Ordunun sol kanadın­ daki grup, önce Kefertilet tepelerine kadar geri alınmıştı. Kı­ yı bölgesinde hemen hiçbir direnme kalmadığı ve böylece Or­ dular Grubunun sağ yanının her türlü düşman harekâtına açık olduğu ortadaydı. Öğle üzeri Nasıra ile Nablus arasmda bağlantı kurulun­ ca, düşmamn kıyı bölgesinin her yanından ilerlediği ve 8. Or­ dunun Tellülkerim'den Anebeta'ya çekildiği haberi geldi. Bu 73



habere göre, topçuların büyük kısmı düşman elinde kalmış ve 8. Ordu Komutanlığı ile bağlantı kesilmişti. 7. Ordu, bu zamana kadar yerinde kalabilmişti. Fakat Al­ bay von Oppen'le bağlantı kurabilmek için 3. Kolordu ile ge­ ri mevzilere çekileceğini Ordu Komutanı bana bildirdi. Ben de bu hareketi doğru buldum. Ayrıca 7. Ordu Komutanlığma, 110. Piyade Alayımn Nablus yakınındaki taburunu ve elde edebileceği daha başka kuvvetleri hemen Anebeta'ya gönde­ rip oradaki vadiyi kapatmasını emrettim. Anebeta, önemli bir noktaydı. Çünkü burada çıplak ve taş­ lık tepeler, yolun iki tarafına yaklaşarak dar bir geçit oluştu­ ruyordu ki, burası kolaylıkla tıkanabilir ve korunabilirdi. Bun­ dan başka Anebeta elde oldukça, Albay von Oppen'in sol ka­ nadındaki grubu, Mesudiye üzerinden doğrudan doğruya ku­ zeye kolaylıkla çekilebilirdi. Kıyıdaki tümenlerle ilgili olarak hiçbir bilgi olmadığı için, emir de veremiyorduk. Salt'ta bulunan 4. Ordu Komutanlığını durumdan haber­ li kıldım. Şeria'daki 3. Süvari Tümeninden bir alayın 7. Ordu emrine gönderilmesini, 4. Orduya emrettim. 4. Ordu, Şeria cephesinde yalnız hafif çarpışmalar olduğunu bildiriyordu. Şe­ ria batısındaki 24. Tümen bir saldırıya uğramış, fakat şimdi­ ye kadar pek az yer kaybetmişti. Kıyı kesiminde cepheyi yarıp geçen düşman süvarisinin kıyıdan kuzeydoğuya giderek 8. Ordunun gerisini çevirmesi tehlikesi ortaya çıktığı için, öğleden soma saat 12.30'da Ordu­ lar Grubu İstihkâm Müfettişi Binbaşı Frey' i Lecun geçidini tut­ makla görevlendirdim. Binbaşı Frey'in emrine von Würthenau Depo Alayının tâlim heyeti ile Arap Jandarma birliğinden ar­ ta kalmış 150 er kuvvetinde bir müfreze verdim. Ordular Gru­ bunun muhafız birliğiyse, çoktan cepheye gönderilmişti. 74



Öğleden sonra 7. Ordu Komutanlığı, 110 Piyade Alayı­ nın bir taburunun Anebeta'ya doğru yürüyüşe geçtiğini bildi­ riyor ve geriye kalan öteki taburlara 7. Ordunun saldırıya uğ­ rayan cephesinde çok gereksinme olduğundan, başka birlik gönderemeyeceğini ekliyordu. 7. Ordu Komutanlığı ayrıca, 8. Ordu Komutanlığının Anebeta yakınlarına varmış olduğunu ve 46. Tümenden bazı hafif birliklerin bu karargâh yakınında bulunduğunu, Albay von Oppen grubunun cephede sıkıştırıl­ dığını ve özellikle kıyı bölgesinden sağ yana doğru bir düş­ man kuşatması tehlikesi olduğunu da bildiriyordu. Öğleden soma saat 3.30'da 7. Orduya telgrafla bundan soma genel bir geri çekilme gerekeceğini bildirdim ve bunun­ la ilgili buyruklar verdim. 7. Ordu, bu buyrukları olduğu gibi Salt'taki 4. Orduya ve bir özetini de Anebeta'daki 8. Orduya bildirecekti. Bu buyruklarda 7. Ordunun Mesudiye üzerinden Cenin'e çekileceği ve 4. Ordunun da Zerka vadisi yönünü tu­ tacağı bildiriliyordu. Ordular Grubu şimdilik Nasıra'da kala­ caktı. 7. Orduya ayrıca von Oppen Grubunun erzak ve cepha­ nesini sağlaması da emredilmişti. 7. Ordu Komutanlığı akşama doğru 3. Kolordu ile 20. Ko­ lordunun geriye doğru bir kere daha yer değiştirmek zorunda kaldığım bildirdi. Ordular Grubunca, ancak günlerce soma anlaşıldı ki, 8. Or­ dunun Türk bMMerinin durumu -16. Tümen dışında- duydu­ ğumuz çözülme haberlerinden çok daha kötüymüş. 19 Eylül öğ­ leden soma biz sanıyorduk ki, kıyı kesimindeki birlikler bir yandan geriye çekiliyor ve bir yandan da kendilerini izleyen düş­ man süvarisine karşı koyuyorlar. Yalnız bizimle bağlantı kura­ mıyorlar. (Ordular Grubunun sabahtan beri duyduğu en büyük noksanlık, uçaklanmızm savaş alanlarında olup bitenleri ve çe­ kiliş yollarım belirleyip bize haber vermemeleriydi). 75



Gerçekte ise durum şöyle imiş: 19 Eylül günü öğleden somaki saatlerde Mesudiye'den Cenin'e giden yol, 8. Ordu­ nun geri çekilen ağırlıkları ve kaçaklarla dolmuştu. Kaçakla­ rın çoğu, Türk karargâhlarının çok sayıdaki erleri ile menzil örgütüne bağlı kişilerdi. Bu karargâhların ve menzillerin ina­ nılmayacak kadar çok sayıdaki erleri, normal zamanda hiç or­ tada görünmezlerdi. Tellülkerim'den Anebeta'ya giden yol ile bu yolun iki tarafındaki sırtlardaki patikalar da aynı şekilde kaçak kollarıyla örtülüydü. Yarım saatte bir değişen İngiliz uçak filolarının çok alçaktan attıkları bombalar, yolları insan ve hayvan ölüleri ve ulaşım aracı parçalarıyla doldurmuştu. Bu başıboş ve düzen tanımaz güruhtan hiç olmazsa mevziî ve bağımsız birlikler kurup düşmana karşı koymak için bazı su­ bayların yaptığı girişimler, bu can derdine düşmüş kalabalı­ ğın ilgisizliği karşısında hiç işe yaramıyordu. 8. Ordunun sağ kanadındaki grubun gerçek durumu işte böyle idi. Kıyı kesiminde Alman birliği yoktu. Telsiz telgraf, telg­ raf, telefon, demiryolu müfrezeleri, hastahaneler, kuyucu müf­ rezeler vb. Türkler arasına dağılmış küçük müfrezeler ise, Anebeta-Cenin yolu üzerinden Şile'ye gitmeye çalıştılar. Fa­ kat bunlardan ancak bir kısmı kurtulabildi. Albay von Oppen'in sol yan grubunda ise durum çok başkaydı. Orada Asya Kolu, 16. Tümen ve özellikle 125. Pi­ yade Alayı, sağ yanlarına karşı gittikçe artan baskıya karşın, yılmak bilmez bir kahramanlıkla ve tepeden tepeye geçerek karanlık basana kadar çarpıştılar. Aynı şekilde 7. Ordunun Şeria vadisindeki 24. Tümenin geri çekilmesi de düzen içinde yapıldı. Eğer geride biraz yedek kuvvet bulunsaydı, İngilizle­ rin durdurulması söz konusu olabilirdi. Birlikler ne kadar zayıf olurlarsa olsunlar, çarpışmayı ka76



bul ettikleri yerlerde İngilizleri durdurabiliyorlardı. İngilizler, böylece ilerleyebilmek için yeni saldmlara kalkmak zorunda kalıyorlardı. 19 Eylül günü, 7. Ordu ile 8. Ordunun ön hatlarında bu­ lunan ve kuvvetlerine oranla çok geniş bir cepheyi tutan tü­ menlerinin gerisinde, savaş birliklerinden tam olarak yoksun 200 kilometrelik bir boşluk bulunuyordu. Burada iki depo ala­ yının kalıntısı, az Alman ve çok Türk menzil birlikleri, işçi ta­ burları, uçak alanları, otomobil kollan, depolar, tamirhaneler, tıka basa dolu hastahaneler ve kıyı korumasında kullanılan Arap taburlan ve 2. Ordunun hafif ileri kısımları vardı. 19 Eylül akşamı, Hayfa Komutanı," kendi bölgesinde ne uzaktan ne yakından düşmanla ilgili bir şey görünmediğini Nasıra'ya bildirdi. 8. Ordu Komutanlığından akşama kadar bir tek rapor ol­ sun gelmiş değildi. Somadan anlaşıldı ki, 8. Ordunun sabah­ tan beri kıyı kesimi ile telgraf ve telefon bağlantısı yoktu; bü­ tün teller kesilmişti. Albay von Oppen ise akşama doğru ken­ di sağ yanım çok daha geriye kıvırdığını ve gece Dirşeref yö­ nünde çekileceğini bildirdi. 19 Eylül akşamı Nasıra'da yerel güvenlik düzeni alınma­ sını emrettim. Güvenlik görevini, sabah saat 3.00'e kadar bü­ ro personeli, emir erleri, otomobilciler, telgrafçılar ve posta memurlarından kurulu bölük yapacaktı. Saat 3.00'ten sonra görev, von vVürthenau Depo Alayının kalıntısına bırakılacak­ tı. Bunlar Afule ve Hayfa'dan gelen yollarda, Nasıra'ya doğ­ ru olan yokuşun üzerindeki düzlükte duracaklar ve çevreyi gö­ zetleyeceklerdi. Gece herhangi bir yerden önemli bir rapor gelmedi. 77



NASIRA BASKINI 20 Eylül sabahı saat 5.30'da Nasıra şehrinin güneyinde­ ki yol üzerinde (Ordular Grubu Karargâhı ve çalışma odaları buradaydı) yüksek sesle bağnşmalar, silâh başına komutları duyuldu ve hemen arkasından tüfek ve makineli tüfek sesleri işitildi. İngilizler, Ordular Grubu Karargâhını tutsak almak için şehre girmişlerdi. Düşmanın içeriye kadar nasıl girdiği anla­ şılamadı. Çünkü Depo Alayının güvenlikle görevli erleri ge­ ri dönmedi. Sanırım, İngilizler, Arapların kılavuzluğuyla baş­ ka yerdeki patikalardan şehre girmişlerdi. ingilizler, Ordular Grubu Karargâhının bulunduğu Kazanova Otelinden 200 metre kadar ötedeki Germanya Otelini basmışlar ve orada bulunan birçok subay ve memuru tutsak etmişlerdi. Şehrin güneyindeki otomobil parkında çalışan bir­ çok şoför de ingilizlerin eline düştü. Şehri güneyden, batıdan ve doğudan çeviren tepelere yerleştirilen makineli tüfeklerle şiddetli bir ateş açıldı/Subaylar bile birer tüfek alarak bu so­ kak savaşma katılmak zorunda kaldılar. Yazıcılar ve emir er­ lerinden kurulu muhafız bölüğü avcıları, duvar ve çitler geri­ sinde mevzileniyorlardı; bir kısmı ise pencere ve balkonlar­ dan atışa katılıyorlardı. Az sayıdaki bu erler bir dereceye kadar toplamp bir bir­ lik oluşturunca ve Türk menzili tarafından da desteklenince, şehrin batısındaki tepeleri olsun kurtarabilmek için harekete geçildi. Depo Alayının Nasıra'da bulanan öteki erleri de bu ha­ rekâta katıldılar. Biraz soma, hayret edilecek bir şey olarak. Taberiye'ye giden yolun açık olduğu bildirildi. Söz konusu yol Fransız Yetimler Yurdunun yanmdan geçiyor ve soma yı78



lankavî şekilde bir dik yokuşla vadiye doğru iniyordu. Bu yo­ lun birkaç süvari ve makineli tüfekle kapatılması işten bile de­ ğildi ve böyle yapılsaydı Nasıra'nm dışa açık biricik kapısı da kapanmış olurdu. Baskının başlamasından biraz sonra ve sokak savaşları­ nın gürültüleri arasında gezici hastahaneler, levazım görevli­ leri ve az soma da karargâhın doğrudan doğruya İngiliz atışı altında bulunmayan kısımları bu yoldan Taberiye'ye hareket ettirildi. Baskım yapan düşman kolu, başlangıçta keşfedilmedi. Birkaç süvari bölüğü kuvvetinde olduğu söyleniyordu. Ben, makineli tüfek sayısının çokluğuna dayanarak düşman kuv­ vetinin daha çok olduğunu tahmin ediyordum. Fransız Yetimler Yurdu'nun doğusunda bulunan telsiz telgraf istasyonu, Nasıra'yı düşman kuşatmasından kurtara­ cak bir kuvvetin hemen gönderilmesini Hayfa'ya yazdırdık­ tan soma kendi personeli tarafından tahrip edildi. Ordular Grubunun kendi ordularıyla olan bağlantısı da baskınla birlikte kesilmişti. Somadan öğrendiğimize göre, Afule'deki telgraf ve telefon merkezleri de bu sırada İngiliz­ lerin eline geçmiş bulunuyordu. Nasıra'nm çevrilerek İngilizlerin eline düşmesi olasılığı­ na karşı. Ordular Grubu belgelerinin büyük bir bölümü, so­ kak çatışmaları sürürken yakılsaydı, büyük bir kayıp olurdu. İngilizler, Nasıra'nm batısındaki tepelere doğru ilerler­ se, Taberiye yolunun kapanması tehlikesi vardı. Kazanova Oteli'ndeki durum saat 8.30'da daha değişmemiş olduğu için Fransız Yetimler Yurduna doğru gittim ve orada von Würthenau Depo Alayı'nm kalan kısmını buldum. Alay Komutanına elindeki kuvvetlerle hemen, Yetimler Yurdunun 1 kilometre 79



kadar batısında yaya olarak tepelere doğru ilerleyen makine­ li tüfekli düşman müfrezesine saldırmasını emrettim. Bu sal­ dın iki kere hiçbir sonuç vermeden geri çevrildikten soma, her ne pahasına olursa olsun üçüncü bir saldın yapılmasını em­ rettim. Üçüncü saldında basan kazanıldı ve İngilizler saat 10.15'te tepeleri bırakıp çekildiler. Binbaşı von Würthenau'nun kuvvetleri olduğundan çok tahmin edilmiş olmalı ki, biraz soma bir süvari bölüğünün ye­ dek atlannın ve az sonra da beş süvari bölüğünün yedek atlannm toplanmakta olan bölüklerine doğru koştuğunu gördüm. Saat 10.30'da düşman tugayı ile üç znhlı otomobili batıya doğru çekilmeye başladı. Bizim erlerimiz onlann ardından te­ pelerin eteklerine kadar gittiler. Düşman, Hayfa'ya doğru olan tepelerin arkasından gözden uzaklaştı. Yüksek yerde bulunan Yetimler Yurdundan, Afule istasyonundan verilen birçok ışıl­ dak işareti görüldüğüne göre, demek ki Afule düşman elinde bulunuyordu. İngilizler çekildikten soma Kazanova Oteli'ne gittim. Çalışma odalannın hemen tam olarak boşaltıldığım gördüm. Ortada düşman görülmemesine karşın, bazı pencerelerden makineli atışlan yapılıyordu. Karargâhta kalan erlerle dosya­ lar ve öteki belgeler birkaç kamyona yüklenerek Taberiye'ye gönderilmişti. Grup Karargâhı ile subaylanm tutsak almak amacıyla ve Yafa yönünden zorunlu yürüyüşle geldiği söylenen İngiliz sü­ varisinin bu cesur girişimi başansızlıkla sonuçlandı. Nasıra so­ kak çatışmalanndaki kaybımız 43 kişi idi. İngilizler aldıklan tutsaklan Afule'ye göndermişler ve yaralılannı birlikte götür­ müşlerdi. Binbaşı von Würthenau'ya artçılan ile birlikte Taberi80



ye'ye çekilmesini emrettikten sonra, Kâzım Paşa, Binbaşı Prigge ve Süvari Yüzbaşısı Hecker ile birlikte öğleden sonra saat 1.15 'de Nasıra'yı bıraktık ve arabalarla göçen birçok Türk ailesinin de bulunduğu uçsuz bucaksız bir kaçak kolunun ya­ nından geçerek saat 3.30'da Taberiye'ye vardık. ŞAM'A ÇEKİLİŞ Taberiye'de Ordular Grubu Karargâhından birçok suba­ ya rastladım. Nasıra yolundan gelecek kaçaklarla daha önce dağılmış olanların tümünün tutuklanmasını, toplanmasını ve bunların savaş birlikleri şeklinde düzenlenmesini emrettim. Taberiye'den Salt'ta bulunan 4. Ordu ile telefon bağlantısı kur­ dum. 4. Ordu Komutanlığının verdiği bilgiye göre, üstün düş­ man baskısı karşısında Anebata bırakılmıştı ve 8. Ordu ile ya­ nındaki birliklerin Mesudiye'ye doğru çekildiği sanılıyordu. Az soma Asya Kolu ile 16. Tümenin de doğuya doğru çekil­ dikleri bildirildi. Bu kötü bir haberdi. Çünkü Cenin yolunun artık tam olarak elimizden çıktığını gösteriyordu. 4. Ordu ay­ rıca, Şeria ırmağı doğusunda bir çatışma olmadığını ve Maan ile Hicaz demiryolu çevresindeki birliklerin demiryolundan yararlanarak kuzeye çekildiklerinihaber veriyordu. 4. Orduya kuzeydoğuya doğru hareketinin artık geciktirilmemesini ve geçidi korumak için oraya kuvvetli bir süvari birliği gönderilmesini emrettim. Şeria'nınbatı kıyısından Ce­ nin ve Afule'ye giden yollar, Şeria ırmağının 6 kilometre ka­ dar batısındaki Bisan'da birleşiyordu. Demiryolu Bisan'da kes­ kin bir yuvarlak çizerek kuzeybatıya doğru ve Afule üzerin­ den Hayfa'ya gidiyordu. Yanımda Kurmay Başkanı Kâzım Paşa, Binbaşı Prigge ve 81



Süvari Yüzbaşısı Hacker olmak üzere ve bir kamyonetle Samah yönünde yola çıktım. Olabilirse buradan Bisan'a geçmek istiyordum. Saat 4.30'da Taberiye gölünün güney köşesindeki Samah'a vardığımızda bir İngiliz uçak filosu burayı bombala­ maktaydı. Düşman uçakları istasyonda toplanan insanlara ve hayvanlara çok zarar vermişti. Samah ile Bisan arasında tele­ fon bağlantısı kesilmişti ve arada artık tren de işlemiyordu. Samah'ta Binbaşı Frey' e rastlayınca hayret içinde kaldım. Kendisine verdiğim emre rağmen, dün Lecon geçidini tuta­ madığını, çünkü İngiliz süvarisinin oraya kendisinden önce ge­ lip mevzilendiğini bildirdi. Emrindeki birlikse kısmen dağıl­ mış, kısmen de tutsak düşmüştü. Binbaşı Frey'e Samah istas­ yonunun savunmasını üzerine almasını emrettim. Bu iş için emrine 60 Alman ve 200 Türk eri verildi. Ayrıca destek gön­ dereceğimi de söyledim. Öte yandan Taberiye'deki en kıdemli subay olan Binba­ şı Ludloff'a telefonla emir vererek, Şeria vadisinin üstünde bulunan ve üzerinden Taberiye-Kuneytre-Şam yollan geçen Yakup geçidinin bu akşam ele geçirilmesini ve savunmaya ha­ zır biçime sokulmasını bildirdim. Orada bulunan bütün subay­ lar ve işe yarar erler, Taberiye'nin savunması için alıkonula­ cak ve hasta kaçaklar ile bütün arabalar Şam'a gönderilecek­ ti. Aynı zamanda Ordular Grubu Karargâhının da Şam'a ge­ çirilmesini kararlaştırdım. Bu durumda, kanımca verilecek tek karar şuydu: Gerek Şeria ırmağı boyunca, gerekse Şeria'nm doğusunda geri çe­ kilen birlikler, Samah'dan Dera'ya kadar olan Yamuk vadisin­ de geçici bir cephe oluştururken, Hule gölünden Samah'a ka­ dar olan Taberiye bölgesi de ilerleyen düşmana karşı koyacak biçimde savunmaya geçmeliydi. 82



Gece yansından sonra Samah'tan Dera'ya gittim. 21 Ey­ lül sabahı saat 7.00'de telefonla görüştüğüm 4. Ordu Komu­ tanlığı'ndan, Şeria'nın batısında dün öğleden beri olup biten­ lerden çok az haber alındığını öğrendim. Nablus'la bağlantı kesilmişti. Alınabilen haberlere göre, 7. Ordu Karargâhı Nablus'tan aynlmış, Beytülhasan'a doğru çekilmiş ve aynı yönde çekilen ordu birlikleri düşman uçaklan tarafından bombalan­ mıştı. 8. Ordunun sağ yanındaki albay von Oppen Grubundan hiçbir haber yoktu. Günlerce soma öğrendiğimize göre bu grup, 21 Eylül günü öğleden önce Nablus'ta, Derşeref ve Hav­ ra üzerinden gelen düşmanla savaşa tutuşuyor ve sonra Elbe dağı üzerinden geri çekilerek 22 Eylülde Bisan'a doğru Şeria'ya yöneliyor. 4. Ordunun bildirdiğine göre, 3. Süvari Tümeni Bisan'a gönderilmişti. Bu tümenin çok değerli komutanı Albay Esat Bey yaralanmış... Kendisinin yerine bakması gereken ve ay­ nı değerdeki Kurmay Yarbay Mahmut Bey ise benim haberim olmadan İstanbul'a izinli gitmiş. Onun yerine değersiz biri­ nin elinde kalan tümen, Bisan'da görevini tam olarak yapama­ mış ve karşı karşıya kaldığı yan ateşinden sonra Doğu Şeria üzerinden geri çekilmiş. Dera'daki durum, burada komutan olan Binbaşı Willmer'in yerinde önlemleriyle bir dereceye kadar sağlamdı. Bin­ başı Willmer, Dera'daki Araplara kendisini saydırmayı bilen ve becerikli bir subay olan Binbaşı Michaelis'i Dera'mn gü­ neyinde Hicaz hattının savunmasına göndermiş. Binbaşı Michaelis'in bir ara Şerif Faysal'ı yakalamak için aldığı önlem du­ yularak Şerifin oralardan kaçması üzerine sonuçsuz kalmış... Fakat o bölgedeki kuvvetlerimiz daha çatışmalara dayanmak­ ta imiş.



83



Şeria'mn doğusundaki yerlerde tasarlanan geri çekilme­ nin 4. Orduya ve olabilirse 8. Orduya da duyurulmasını em­ rettim. Bu yönergeye göre, 4. Orduya Yarmuk vadisinin Dera'dan İrbid çizgisine kadar olan parçası çekilme yeri olarak veriliyordu. Buradan Samah'a kadar olan parça ise 7. Orduya ve şimdi duruyorsa 8. Orduya hedef olarak gösteriliyordu. Dera'ya gelen İrbid yolu uzun süre elde bulundurulacak ve 4. Ordu da çekilmede çok gecikmeyecekti. Fakat 4. Ordu bir baskı görmediği için ve Maan'dan ge­ len birlikleri beklediğinden çekilmekte çok gecikti. Hayfa Komutanlığına da telsizle, eğer oradaki birlikler, İngiliz süvarisi tarafından tutulan Taberiye yolunu açamazlarsa, önce kuzeye gidip sonra Taberiye'ye çekilmelerini emret­ tim. Bütün Yarmuk vadisini, Dera'dan Samah'a kadar Binba­ şı Willmer'in emrine verdim. Şeria doğusundan çekilen bir­ likler geldikçe, onları takviye için Samah'a göndermek işini de ona bıraktım. Korkak bir subayın zamanından önce bozdu­ ğu demiryolunun düzeltilmesi işini yeniden başlattım. 21 Eylül akşamı Dera'da bulunduğum sırada, bir sürü Dürzî Havran dağlarından buraya geldi. Çevremde at oynatıp silâh atarak benimle görüşmek istediklerini bildirdiler. Dür­ ziler o sıralarda kiminle birleşecekleri, kimden yana olacak­ ları konusunda daha bir karar almış değillerdi. Kendilerine pa­ ra ve bazı birlikler verirsem, bizim tarafımızı tutacaklarını ve bize yardımcı olacaklarını söylediler. Gece dört subayla birlikte kaldığım eve sık sık geldiler. Benimle ve yanımdakilerle çok ilgilendiler. Oralar için çok büyük sayılabilecek olan bu ev, istasyonda görevli yabancı­ lara ayrılmıştı. Dera, istasyondan iki kilometre kadar daha güneyde ve yayla üzerinde bulunuyordu. İşin en ilginç yanı 84



ise, bulunduğumuz köy halkmın Türk düşmanlığıyla tanın­ mış olmasıydı. Ertesi sabah, düşünceli ve kaygılı saatler geçirirken çok gülünç bir telgraf haberi geldi. Bu telgraf, İstanbul'un burada olup bitenlerden ne kadar az haberli olduğunu göstermesi ba­ kımından önem taşıyordu. 19 Eylülden bu yana cephede olup biteni Türk Genel Karargâhma haber veriyorduk. Gelen telg­ rafta ise, Alman Askerî Kurulu, 8 Ekimde İstanbul'da düzen­ lenecek spor gösterilerinde çuval koşusu birincisine bir ödül vermek isteyip istemediğimi soruyordu. Bu karışık ve çetin an­ larda çuval koşusu ile pek ilgilenemeyeceğim ise açıktı. Aynı sabah 4. Ordudan da Sait'i bırakıp İrbit yönünde çe­ kilmeye başladığı haberi geldi. Bütün birliklerin çekilişini sağ­ lamak üzere Salt tepelerim elde bulundurmak görevi 146. Alay Komutam Yarbay von Hammersteian'a verilmişti. Bu birlik de çekilme tamamlanmca kuzeydoğu yönünde hareket edecekti. 7. Ordu ile 8. Ordunun arta kalan birliklerinin bugünler­ de Şeria'ya ve Şeria'nm doğusuna çekilme hareketi, dağlık yerde ve dar yollar üzerinde yapıldığı için sık sık uçak saldı­ rılarıyla karşı karşıya kalıyor ve çok ölüye mal oluyordu. Hiç­ bir karşılık görmeden saldıran İngiliz uçaklarının bu durumu, subay ve erlerin morali üzerinde bozucu bir etki yaptıktan başka, topçu kamyon ve arabalarının parçalanmış kalıntıları yollan tıkıyordu. 22 Eylül akşamı, 8. Ordu Komutanı, Albay von Oppen Grubu Komutanına felâketle sonuçlanacak bir emir verdi. Al­ bay von Oppen, Samah yolunu açmak ve pek güçlü olmayan İngiliz süvarisini geri sürdükten soma buraya varmak istiyor­ du. Ordu Komutanı ise bu grubun Şeria üzerinden doğuya geç­ mesini emretti. Samah ve Taberiye cephelerinin ordular için ne 85



derece önemii olduğunu daha önce 4. Ordu aracılığı ile 8. Or­ duya iletmiştim. 8. Ordu, herhalde bu emri almamış olacak ki, Taberiye cephesine verdiğimiz önemi anlamamıştı. Birülkede bütün bağlantıların kesilmesi, ancak Alman öl­ çülerine uygun yolların bulunmaması ile Avrupa'da kullanı­ lan araçlardan yoksun olunması ve bunlara ek olarak halkın hükümete düşmanlık beslemesiyle açıklanabilir. Gerçekten bu bölgede bütün Arap halk silâhlanmıştı. Subay ve erlere, hat­ ta küçük müfrezelere saldırıyor, baskınlar yapıyor, birçoğunu öldürüyor ve hatta parçalıyorlardı. Giysileri soyulmuş, haka­ rete uğramış bir durumda canını kurtarabilen askerlerden pek çoğu bunun tanığıdır. Telefon ve telgraf telleri durmadan ke­ siliyordu. Orduda telsizlerin ağır arabalarım çekecek hayvan bulunmadığı için bunlardan da yoksunduk. Asya Kolunun 23 Eylül sabahı Şeria ırmağını önemsiz kayıp vererek geçebilmesi, bir başarıydı. 16. Tümen ile 19. Tü­ men karargâhları Şeria'nın batısında kaldı ve İngiliz süvari­ leri tarafından tutsak alındı. Birçok Türkler düşman ateşine ve uçak bombardımanına tutulunca, toplu olarak düşmana teslim oluyordu. 8. Ordu Komutanının bu yönde çekilme emri, işte bu nedenle felâketli sonuçlara yol açtı. 22 Eylülde gereken emirleri Binbaşı Willmer'e verdikten soma, Ordular Grubunun Taberiye cephesi ile ilgili hazırlıkla­ rı yapmak üzere Dera'dan trenle Şam'a hareket ettim. Tren yol­ culuğumuz Dera'mn 10 kilometre kuzeyinde sona erdi. Uzun bir yaya yürüyüşüne başlamak zorunda kaldık. Çünkü demir­ yolu, Harbetülgazalî yakınlarında birçok köprü ve kilometre­ lerce ray bozularak işlemez duruma getirilmişti. Demiryolu bir­ liklerimiz burayı onarırken uzaktan birkaç İngiliz zırhlı otomo­ bili görünmüştü. Fakat Harbetülgazalî'deki muhafız müfrezesi kendim gösterince, ingilizler hemen ortadan kaybolmuştu. 86



Şam'a varır varmaz hemen Dera'ya yiyecek ve sağlık malzemesi gönderilmesini emrettim. Trenler hasta ve yaralı­ ları Şam'a taşımak zorundaydılar. Daha soma Taberiye cep­ hesi için birlikler haznlanmasım ve hatta bazı imalâthanelerdeki topların onarımını ve birliklerin kamyonlarla Kuneytre'ye gönderilmesini emrettim. Şimdi 2. Ordu da, iş işten geçtikten sonra, Ordular Gru­ bu emrine veriliyordu. 2. Ordudan Şam'a birlikler gönderil­ mesini istedim. Ellerinde ancak birkaç tabur bulunduğunu ve bunların da çoğunluğunu Arapların oluşturduğu karşılığı ve­ rildi. Bununla birlikte Nihat Paşa, elinden geleni yapacağına söz verdi, sözünü de tuttu. Ama sonuç değişmedi. Suç Nihat Paşa'da değil, orduyu bu duruma düşüren Enver'in düzenle­ rindeydi. Şam'da işsiz olarak bulduğum Ali Rıza Paşa'yı Taberiye Cephesine komutan atadım. Yüzbaşı Justi'yi de kurmay su­ bay olarak yanma verdim. Paşa'yı yaman bir direnme göster­ mesi yargısıyla Kuneytre'ye gönderdim. 22 Eylülde Binbaşı Willmer, Şeria doğusundan çekilen birliklerin ilk kısımlarının Dera' ya ulaştığını ve bunlardan ku­ rulan birkaç birliğin Samah ve Muzeyrib'e gönderildiğini bil­ dirdi. Muzeyrib, bir Fransız şirketinin 1900 yılında Şam'dan başlayıp güneye doğru yaptığı ve soma bırakılan bir demiryo­ lunun son istasyonuydu. Burası bir göl içindeki ada üzerinde bulunuyordu ve kıyıya bir setle bağlıydı. Eski haç yolu dâ bu­ radan geçiyordu. Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7. Ordu, o günler­ de Şeria vadisini geçmiş ve İrbid yönüne yönelmişti. Bu ordu da Ordular Grubunun 4. Ordu aracılığıyla öteki ordulara ulaş­ tırmak istediği emirlerin hiçbirini almamıştı. Şeria'mn batı kı87



yısmdaki 24. Tümen, 20 ve 21 Eylül tarihlerinde geri çekil­ meye zorlanmış ve Eddamiye yakınlarında birkaç saatlik ça­ tışmadan sonra 22 Eylülde Şeria'yı geçmiş ve kuzeydoğuya yönelmişti. Albay von Oppen Grubuna gelince, Şeria'yı geçtikten sonra bu grup ikinci kere Samah yönünde yürümeye çalışmış­ tı. Fakat tam bu sırada 8. Ordudan güneydoğu yönünde hare­ ket ederek 4. Ordu ile bağlantı kurması emrini almıştı. Bu yö­ ne yönelmek zorunda kaldığı sırada 8. Ordu ile bağlantısı ye­ niden kesildiğinden, kendi yargısıyla kuzeye doğru yönelmiş ve Dera yönünde yürüyüşe geçmişti. Bunun sonucu olarak öyle bir durum ortaya çıktı ki, el­ lerindeki kuvveti Samah-İrbid hattına çekmesi gereken 7. Or­ du ve 8. Ordu Dera-Muzeyrib hattında toplanmış oldu. Katrane ile güneydeki istasyonlardan Amman'a trenle 23 Eylüle kadar 3 bin er geldi. Bunların büyük bir bölümü hemen Dera'ya gönderildi. Bütün arabalar ve yer tutan ağır ordu araç­ ları götürülemedikleri için Amman'da bırakıldı. Dera'ya yük göndermenin güçlüğü, 23 kilometrelik kuzey demiryolunun bozulmuş olmasıydı. Daha 16 Eylülde, Amman ile Dera ara­ sında ve tam yarı yolda bulunan dört kemerli demiryolu köp­ rüsü, iki İngiliz zırhlı otomobili ile desteklenen 500 Bedevi ta­ rafından havaya uçurulmuştu. Köprünün yakınında bulunan bir Türk karakolu ise bu olayı hiçbir karşı koymada bulunma­ dan seyretmişti. Alman istihkâm birlikleri köprüyü onanma gi­ riştiler, ama 20 ve 21 Eylül tarihlerinde Merfak kuzeyindeki başka bir köprü yıkıldı. Amman'daki son Türk birlikleri, 23 ve 24 Eylülde trenle gönderildiler. Fakat bunlar ancak uçurulmuş köprülere kadar trenle gelebildiler. Sonra susuz ve taşlı çölden Dera'ya kadar yaya olarak yürümek zorunda kaldılar. 88



24 Eylül gecesi saat 10.30'da Teğmen Thalacker komu­ tasındaki Alman demiryolcuları Alman istasyonunu bıraktı ve 25 Eylül sabahı da İngilizler burayı ele geçirdiler. Taberiye cephesindeki düşman süvarisi 24 Eylül günü takviye edildi. Zırhlı otomobiller ile birçok süvari kolunun ge­ lişi, Bedevi atlıların Şam'ın doğu ve güneydoğusunda toplan­ dıkları haber verildi. Dera'da tanıştığımız Dürzî şeyhleri, ak­ şam üzeri bu kere Şam'da ortaya çıktılar. Benimle önceki ko­ nuşmayı sürdürme isteğini gösterdiler. Çok altın para karşılı­ ğında, çekilmekte olan birliklerimize saldırmayacakları ve za­ rar vermeyecekleri sözünü aldım. Artık kendilerine ayrıca as­ kerî birlik de vermem söz konusu değildi. Şeyhler, verdikleri sözü tuttular. Samah'ta bıraktığımız Yüzbaşı von Kayserlink, 24 Ey­ lülde güneyden gelen İngiliz süvarileriyle çatışmaya tutuştu. Dar Samah yolunun savunması için emrinde 120 Alman ve 80 Türk eri ile 8 makineli tüfek ve 1 toptan oluşan kuvvet vardı. 25 Eylül sabahı saat 4.00'da bir İngiliz Süvari Tugayı, Şeria ırmağı doğu kıyısı boyunca Samah'a saldırınca, bu müfreze, birbuçuk saatlik bir çarpışmadan soma eridi ya da tutsak ol­ du. Erlerden bir kısmı, bir motorla öteki kıyıdaki Türk birlik­ lerine kaçmaya çalışırken, bir top mermisinin düşmesiyle mo­ tor battı ve içindekiler öldü. İngilizler tarafından sonradan Sa­ mah'taki evler aranınca buralara saklanmış daha 120 Türk eri bulundu. Taberiye'yi savunan Binbaşı Schmidt-Kolbow'un müfre­ zesi de aynı gün İngilizler tarafından geri atıldı ve bu müfre­ zenin makineli tüfekleri de düşman eline geçti. Samah ve Taberiye'nin düşmesinden sonra, benim önceden tasarladığım ve uzun süre tamnabileceğimizi düşündüğüm Taberiye mevzii ile 89



Yarmuk mevzii konusundaki düşüncelerimi uygulama olana­ ğı kalmıyordu. Emirlerin zamanında yerine ulaşmaması ve 8. Ordu Komutanının yanlış düşüncesi, bu durumu yaratmıştı. Sabah yolu açıldıktan sonra, düşmanın bizi Şam yönünde zor­ layacağı açıktı. Ordular Grubu olayları zamanında görüp değerlendir­ mek zorundaydı. Bu nedenle 26 Eylül sabahı Şam yakınında yeni bir cephe seçtik. Bu cephe Rayak'ın güneybatısından başlayarak Kuneytre üzerinden Şam'ın 50 kilometre kadar güneyinde ve Hicaz demiryolu üzerinde Essanmin denilen ye­ re kadar grup şeklinde savunulacaktı. Kuvvetli düşman süva­ rilerinin Meissner Paşa yolu üzerindeki sürekli saldırılarına bir set çekmek için cephenin güneydoğusundaki sağ kanat aşa­ malı olarak düzenlenecek ve Baalbek-Humus çekiliş yolu açık tutulacaktı. Artık işe yarar birliği pek kalmayan 8. Ordu Karargâhı­ na istanbul'a gitmesi bildirildi ve Dera-Muzeyrip dolayların­ da toplanan birliklerin komutanlığına da en kıdemli olan 4. Or­ du Komutanı Cemal Paşa atandı. Cemal Paşa'ya ele geçen bü­ tün fırsatlardan yararlanarak Dera'daki birlikleri trenle Şam'a gönderme yetkisi verildi. Bunlar yeni Rayak cephesinde kul­ lanılacaktı. 26 Eylül sabahı Albay von Oppen, Asya kolu birlikleriy­ le birlikte Dera'ya vardı. Çok çetin bir çekilmeye ve çok ağır koşullara karşın, Asya Kolu, 19 Eylüldeki sayısının %70' ini ko­ ruyordu. Bu durum, Albay von Oppen ile emrindeki komutan­ ların çaba ve önlemleriyle sert askerî disiplinin bir sonucuydu. Asya Kolu, aynı günün akşamı trenle Dera'dan Rayak'a gönderilmeye başlandı. Var olan bir diğer Alman birliği de, 146 Piyade Alayı, tamamen toplu ve düzenli bir durumda 26 90



Eylül sabahı Rente'ye ulaştı. Şeria ırmağının doğusunda geri çekilen orduların birlikleri de, o sıralarda Rente'nin kuzeyin­ den geçerek Dera ve Muzeyrib'e doğru gitmekteydiler. Yal­ nız Albay von Schierstadt'm Süvari Tugayından, Ordular Gru­ bu Komutanlığı hiç haber alamamıştı. 4. Ordu Komutanlığı da bu konuda bir şey bilmiyordu. Albay von Schierstadt ile Yüzbaşı von Sydovv'u son günlerde Amman'a gönderenler vardı. Sonradan Yüzbaşı von Sydovv'un öldüğü ve Albay von Schierstadt'm da tutsak düştüğü öğrenildi. Birliklerinden ayrılan ve çevreye dağılan Türk erlerin­ den birçoğu, çekilen birliklerin Dera ve Muzeyrib'te topla­ nıp yeniden düzenlendiklerini duyunca, gece Şam'a doğru kaçmaya kalkışmış ve büyük kısmı Arapların eline düşerek öldürülmüştü. 26 Eylül sabahı, bir emir vererek geri hattaki savunma atı­ şının düzenini sağladım. O gün öğleden sonra da Cemal Paşa ve Binbaşı Willmer'e, Yarmuk vadisine getirilebilecek bütün demiryolu malzemesini trenle Dera'ya doğru yola çıkardık­ tan sonra bölgedeki demiryolu yapımının tahrip olunmasını emrettim; Bu hat üzerinde 7 tünel ile uzunluğu 50 metreye ka­ dar varan köprüler vardı. Cemal Paşa ve Binbaşı Willmer'e verdiğim bu emir yerine getirildi. Hayfa'dan kıyı boyunca geri çekilen Alman ve Avustur­ yalılardan kurulu müfreze, çetin bir yürüyüşten sonra 26 Ey­ lülde Beyrut'a varmıştı. Bu birliklerin de Rayak'a çekilmesi için emrettim. Şam'ın doğu ve güneydoğusunda hareketleri gittikçe ar­ tan Arap asîlerin herhangi bir saldırısına karşı koymak üzere, 2. Ordudan gelen ilk birlikleri hemen Şam'ın 17 kilometre gü­ neyindeki Kisve istasyonuna gönderdim. Bu istasyon, aynı 91



adı taşıyan ve halkının çoğu Dürzî olan büyük bir köyün biti­ şiğinde bulunuyordu. Şam'ın kuzeybatısında bulunan ve Rayak'a giden büyük yol ile manzarasının güzelliğiyle ün yapmış ve içinden demir­ yolu geçen Berede vadisinin savunulması görevini de Şam'ın Türk Mevki Komutanına verdim. 25 Eylül akşamı, düşman Samah'tan geçtikten soma, Or­ dular Grubunun Büyük Karargâhmı trenle Halep'e gönderdim. Dera ve Muzeyrib'ten hareket ederek, demiryoluna pa­ ralel üç yoldan geri çekilen orduların öndeki kısımları 27 Ey­ lül günü Harbetülgazalî çizgisini geçerken, en gerideki kısım­ lar da Dera ve Muzeyrib'i terk ediyorlardı. 27 Eylül günü İngiliz süvari ve zırhlı otomobilleri, Dera ve Muzeyrib önünde göründülerse de, hareketimizi engelleyemediler. Düşman topçusunun birliklerimizin artçılarına kar­ şı açtığı ateş de etkisiz kaldı. Aynı gün karargâhımızın çok az kalmış subaylanm da ya­ nıma alarak yönetimi Albay von Oppen'e verilen Rayak mev­ ziini görmek üzere bir kamyonla oraya gittim. Asya Kolunun buraya gelmesi her an bekleniyordu. Düşmanın dört süvari tümeni vardı ve bunlar doğru ve kestirme bir yol olan Taberiye üzerinden ve Meissner Paşa yo­ lunu izleyerek bize yetişebilirlerdi. Ayrıca İngilizlerin Beyrut'a asker çıkartarak ve Şerif Faysal'ı da Dera yönünden ileri sü­ rerek, çekilme yolumuzu büsbütün kesmesinden de korkuyor­ dum. Baalbek'te yanımdaki subaylarla yeni Rayak mevziinin gerisindeki karargâhı kurdum. 27 Eylül akşamı Taberiye gru­ bu, düşmanın Şeria mevzilerinin sol yanını kuşatmadığını, Türk Depo Alayı kalıntılarının emir almadan siperlerini terk 92



ederek Kuneytre'ye çekildiğini ve Binbaşı Schmid-Kolbow'un artçılarının daha yeni mevzie girdiğini haber verdi. Şeria'yı geçen düşman Kuneytre yönünde ve Şam'dan 80 kilometre uzaklıkta bulunuyordu. Daha Azale'de bulunan or­ duların kalıntısı da Şam'dan aynı uzaklıkta bulunmaktaydı. Bu birliklerin Şam'a ulaşabilmeleri, Taberiye grubunun Şam'a ka­ dar uzanan taşlık yayla üzerinde parça parça direnmesiyle ola­ bilecekti. Özellikle düşman süvarisinin sayı üstünlüğü ve İn­ gilizlerin Beyrut'a asker çıkarması olasılığı kafamı karıştırı­ yordu. Ordular Grubunun durumu da çok parlak değildi. Bu olasılıkları tartıştığım çalışma arkadaşlarım bana or­ du birliklerinin demiryolu doğusundaki Dürzi bölgesine geçe­ rek oradan kuzeye yürümesini önerdiler. Bunu kabul etmedim. Çünkü söz konusu bölgede belli başlı bir yol yoktu. Demiryo­ lu ile taşıma işi de tamamen durmuşta. Önerilen bölgeye ge­ çersek, bütün birliklerin yazgısını Şerif Faysal' m lütfuna bırak­ mak zorunluluğu doğacaktı. Bu nedenle içinde bulunduğumuz güçlüklere katlanmaktan başka yapacak şey kalmamıştı. Öğleden sonra saat 6.00'da Rayak'a gelen Asya Koluna burada tutulacak mevzi konusunda emir ve direktif verdim. Taberiye cephesinden gelen habere göre düşman Taberi­ ye gölünden Kuneytre'ye doğru gelmekteydi ve yıktığımız Şeria köprüsünü tombazlarla kullanılır duruma getirmişti. Hule gölü güneyinde ve Taberiye ile Şeria köprüsü arasında düş­ manın büyük süvari ordugâhtan görülmüştü. Somadan Alman subaylanndan aldığımız haberlere göre, bu bölgede düşmanın bir Avustralya ve bir Hint süvari tümeni ile kuvvetli topçusu ve üç piyade taburu bulunuyormuş. Çekilen ordu birliklerimizin ilk kısımlan 28 Eylülde Tereya'ya vardı. Düşman iki süvari tugayı ve topçusuyla hemen 93



bunların ardından geliyordu. Birçok küçük artçı çarpışmala­ rı da oluyordu. Taberiye cephesindeki hafif birliklerimiz, Kuneytre'de çok kısa süre dayandıktan sonra, 28 Eylül günü öğ­ leden sonra kuzeydoğu yönünde çekildi ve akşam üzeri Sara köyü dolaylarına vararak tepe üzerinde bir mevzi tuttu. Tabe­ riye cephesinde ne kadar zayıf kuvvetle savaşıldığını anlata­ bilmek için sol kanada komuta eden Yüzbaşı Düsel'in müfre­ zesinin, 50 Alman ve 70 Türk eri ile 6 Alman eri tarafından kullanılan makineli tüfek, 2 sahra topu ve Türkler tarafından kullanılan 2 obüs topu olduğunu belirtmek isterim. 29 Eylül günü öğleden sonra dört İngiliz zırhlı otomo­ bili Sara üzerine geldiyse de, şiddetli ateşimizle karşılaşarak geri döndü. Öğleden sonra saat 5.30'da dört Avustralya süva­ ri takımı ile dört zırhlı otomobil, Yüzbaşı Düsel müfrezesi­ ne saldırdı. Bunlar yakınlara gelinceye kadar ateş açılmadı. İyice yaklaştıkları zaman açılan ateşle de geri püskürtüldü. Bu sırada düşman piyade tugayı da Şeria köprüsünden Kuneytre'ye doğru ilerliyor ve düşmanın destek alan Batı gru­ bu önem kazanıyordu. Çekilmekte olan orduların arta kalan birliklerinin ileri kı­ sımları ve 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, 29 Ey­ lülde Kısve'ye vardılar. Bunun üzerine 2. Ordudan ayrılan bir müfreze Taberiye grubunun sol kanadını takviye etmekle gö­ revlendirildi. Bu işi ordulardan gelen birliklerle yapmak da­ ha uygun görünüyordu ise de, çok yorgun olan birlikler bu gö­ revi beceremeyeceklerdi. Yarbay von Hammerstein komutasındaki 146. Piyade Alayı da artçılık yaparak 28 Eylül sabahı Essanin'e geldi ve sonra Elhiara'ya hareket etti. Bu sırada Şam halkının ruhsal durumu, çok düşündürü94



cü bir hâl aldı. Her gün bir sürü silâhla Arap şehre geliyor ve şehir içinde havaya silâh boşaltarak gösteri yapıyordu. Şam halkı, İngiliz uçakları tarafından atılan ve Almanya ile Bulga­ ristan'ın durumlarının çok kötü olduğunu bildiren bildirileri okuyor ve bunun etkisi altında kalıyordu. Albay von Oppen grubu Rayak mevkiinde şöyle konuş­ lanmıştı: Meissener Paşa yolunda bir sağ grubu, dağlık Bey­ rut yolu üzerinde bir müfreze, Şam yolu üzerinde bir orta grup ve Şam-Rayak hattı üzerinde hafif bir sol grup. 29 Eylül günü verdiğim bir emirle 7. Ordu ile 8. Ordu­ nun Şam'a gelmekte olan kalıntılarının toplanmasıyla kuru­ lacak Rayak cephesine Mustafa Kemal Paşa'yı atadım. Taberiye Grubu Komutanlığına da 4. Ordu Komutanı Cemal Pa­ şa'yı atamıştım. Bu birlikler, Şam'da kısa bir duruş ve topar­ lanıştan sonra buradan gerilere çekilmeyi sürdüreceklerdi. 30 Eylül sabahı saat 4.00'te İngilizler, Bedevilerle birlik­ te Sara'ya doğru ilerlerdiler ve buradaki hafif birlikten bir kıs­ mını tutsak aldılar, ötekileri de geri sürdüler. Bu durum, geri çekilen birliklerimizin hiç durmadan Şam'dan geçerlerse ge­ ri çekilmenin söz konusu olabileceğini düşündürüyordu. Ce­ mal Paşa'nın Şam'dan kuzey yönünde ilerleyerek ve doğruca Humus'a giden yolu izleyerek geri çekilmesini kendi yargısı­ na bıraktım. Cemal Paşa, bu yolun Arapların baskısı altında bulunduğunu ve susuz olduğunu söyledi. Uzun yıllar burada çalışmış ve ülkenin durumunu iyi bilen bir kişi olduğu için Ce­ mal Paşa'yı dilediği gibi hareket etmekte özgür bıraktım. 29/30 Eylül gecesi Kisve'de bulunan Türk birliklerinin bir kısmını yerlerinde bırakarak Şam'a çekilmiş ve 30 Eylül günü öğleden soma Şam'a gelerek oradan Berede vadisi yoluyla Rayak'a gitmişti. Erlerin çoğu birliklerinden ayrılarak Şam'da kal95



mış, diğer bir kısmı Rayak'a trenle gitmek için istasyonda va­ gonların basamakları ve damlan üzerinde beklemeye başlamış­ tı. Rayak'tan geriye depolardaki malzeme gönderilirken 29/30 Eylül gecesi ile 30 Eylül sabahı Kisve'ye gelen ordu birlikleri düşmanla çatışmaya tutuşmak zorunda kalmıştı. 30 Eylül sabahı saat 11.00'e doğru, birlikleri düşmanla çatışmaya tutuşmak zorunda kalmıştı. 30 Eylül sabahı saat 11.00'e doğru, Kisve'nin 1 kilomet­ re kadar güneybatısında bulunan 146. Piyade Alayının Komu­ tanı Yarbay von Hammerstein, güneyden gelen bir düşman sü­ vari tugayının Kisve batısından geçmek istediğini gördü. 146. Alayın hemen açılıp çatışma düzeni aldığını gören düşman, kuzeybatıya yöneldi ve bu kesimde bulunan Türk birliklerine saldırdı. Bu Türk birlikleri 26. Tümen ile 53. Tümenden geri kalmış, morali bozuk ve düzensiz birliklerdi. İngiliz süvarisi küçük bir çatışmadan soma bunları tutsak aldı. 146 Alay ise bir süre sonra Şam'a doğru yola çıktı ve öğleden sonra saat 6.00'da buraya vardı. 30 Eylül günü öğleden sonra Rayak'ta ve Orta Grubun gerisinde Storad-Mecrelancer yolu üzerindeki Ziraat Okulu'nda Albay von Oppen'in yanında bulunuyordum. Uzun yü­ rüyüş kollarını Mecdelancer'den geçerek ovaya doğru ilerle­ dikleri görülüyordu. Bunların ileri karakollan geçtikten son­ ra toplanarak düzenli birlikler durumuna getirilmesini emret­ tim. Fakat bu birliklerin başında yüksek rütbeli komutanlar bu­ lunmaması ve toplanan birliklerin hiçbir emir dinlemeyerek bir daha savaşa girmemek için kendiliklerinden geri çekilmek istemeleri yüzünden emrim etkisiz kaldı. Şam'da güvensizlik ve düzensizlik gittikçe artıyordu. Şe­ rif Faysal'ın casusları şehre dolmuştu. Bunlar her yerde dola96



şıyor ve halkı kışkırtıyordu. Bazı evlere Şerifin dört renkli bayrağı asılmıştı. Şerifin adamları ağırlık kollarını durduru­ yor, talan ediyorlardı. Akşama doğru şehirde yangınlar başla­ mış ve Hicaz hattının baş istasyonu Kadem tutuşturulmuştu. Karanlık basar basmaz İngilizler Bedere vadisine de birkaç makineli tüfek ile süvariler göndermişti. Bunlar geri çekilen­ ler üzerine ateş açmışlardı. Bu kesimde kaçaklar ve arabalar yığılıp kalmıştı. Düşman ateşinin etkisizliğine karşın, burada korku ve karışıklık aldı yürüdü. Artçı görevi yapan 146. Alay ve bununla birleşen küçük Alman birlikleri, Kadem istasyonunda toplanmıştı. Bunlar, şehri en son birlik olarak bırakacaklardı. Fakat Kadem'den ku­ zeye giden yol telgraf direkleri ve telleri ile kapanmıştı. Asî Araplar da damlardan, kapılardan ve pencerelerden ateş edip duruyorlardı. Biraz soma kimi kaçaklar da Bedere vadisinin İngilizler tarafından kapatıldığı haberini getirdi. Bunun üzeri­ ne Yarbay von Hammerstein, kuzeydoğuya giden Humus yo­ lundan çekilmeye karar verdi ve bu işi başardı. Alman birlik­ leri yol kazanmak için bütün gece yürüdüler. Sonradan anla­ şıldı ki, Türk birlikleri de Berede vadisine girmemek için bu yolu seçmişlerdi. Bu birlikler arasında albay İsmet (İnönü) Be­ yin 3. Kolordusunun kalıntısı, Yarbay Lütfi Bey komutasında­ ki 24. Tümen ve çok kötü yönetilmesi yüzünden çekilme sıra­ sında kendini hiç göstermeyen 3. Süvari Tümeni vardı. Berede vadisinin tam olarak kapanmadığı daha sonra öğ­ renildi. Yalnız bir kısım Arap ve sonradan bunların yanına ge­ len birkaç İngiliz süvarisi tepeden ateş ediyorlardı. Berede va­ disinde bunların dışında bir tehlike yoktu. 30 Eylülde son demiryolu birliği treni, akşam saat 9.00'a doğru şehirden ayrıldı. Bu trene birçok yerde ateş açıldı ama 97



katar hiçbir kayba uğramadan Rayak'a vardı. Bu nokta şunun için önemlidir ki, Berede vadisinde, Şam'dan kuzeydoğuya giden yol ile demiryolu 10 kilometre kadar yan yana uzayıp gitmektedir. 30 Eylül akşamı geç vakit Rayak'tan Baalbek'e geldiğim zaman, Beyrut-Zahle yolu üzerindeki 43. Türk Tümeninden bir rapor aldım. Raporda düşmanın altı tabur kadar bir kuv­ vetinin Meissner Paşa yolu üzerinden Cedide'ye doğru yürü­ düğünü bildiriyordu. Öğle vakti de 12 düşman taburunun Kuneytre'den Şam'a doğru yürüdüğü bildirildi. İlk raporun ger­ çeğe uymadığım sanıyorum.



98



XXIII EKİM AYI OLAYLARI Halep'e Kadar Çekiliş Türk erleri, mekkâreleri ve bağımsız arabalardan oluşan kollarının, Berede vadisinde ve Albay von Oppen'in ileri ka­ rakolları arasından geriye doğru akışı, 1 Ekim gününe kadar sürdü. Akış, ancak akşama doğru sona erdi. Bu kuvvetlerden düzenli birlikler kurulması girişimi, çok az yerde başarıya ulaştı. Hatta 2. Orduya bağlı olan ve hiçbir yerde savaşa girme­ miş, fakat çoğu Arap erlerinden kurulu 43. Tümen, Tümen Ko­ mutanının raporuna göre, hiçbir yerde durmuyordu. Albay von Oppen' in yollardaki ileri müfrezesini desteklemek için bu tümenden gönderilen iki bölük, daha yoldayken subaylarıyla birlikte kaçtı. 1 Ekim'de İngilizlerin Beyrut'u işgal ettikleri haberi gel­ di. Şehir, Arap hükümetine katıldığını ilân etmişti. Öteki ka­ sabalar da bu örneğe uyuyorlardı. 1 Ekimde Şerif Faysal Şam'a girdi. Önceden tasarladığımız Rayak cephesinde uzun süre tu­ tunmak olanağı kalmamıştı. Humus'a giden yolların açık olu­ şu ve Türk birliklerinin durumu, bunu önlüyordu. Bu neden99



ledir ki', 1 Ekim günü Albay von Oppen'in Tanayil'deki karar­ gâhında Cemal ve Mustafa Kemal paşalarla buluştuğumuz zaman, Humus'a doğru çekilmeye devam emrini verdim. Ce­ mal Paşa, Humus'ta komutayı ele alacaktı ve bu amaçla kur­ may heyetiyle birlikte hemen oraya hareket edecek, oraya ge­ len kuvvetleri toplayıp düzenli birlikler durumuna sokacaktı. Mustafa Kemal Paşa ise, şimdilik Rayak'ta kalacak, güney­ den gelen döküntüleri toplayacak ve soma bunları Humus'a getirecekti. 1 Ekim sabahı erkenden Humus ve Halep'e emir gönde­ rerek, elde;bulunan bütün kamyonlara yiyecek doldurulması­ nı ve bunların Humus yolu yönünde çekilen birliklere gönde­ rilmesini bildirdim. Boşalan kamyonlar yol üzerinde yürüyen erlerden bitkin durumda olanları toplayarak Humus'a döne­ cekti. Bunları karşılamak üzere 2. Ordudan bir müfreze Humus'un 20 kilometre güneyindeki Hasya'ya gönderilecekti. Bu yoldan geri çekilen ve artçılık görevi 146. Alay tara­ fından yapılan birlikler öğleden sonra sekiz İngiliz süvari bö­ lüğü ile birçok Bedevi topluluğunun saldırısına uğradı ve ça­ tışmaya tutuştular. Bu yolu kapamaya uğraşan düşman, 146. Alay tarafından geri püskürtüldü. Geriye çekilen Türk birlikleri ile Rayak'tan ve öteki de­ polardan savaş malzemesi kurtaran araba ve kamyonlar, son gün ve gece, aralıksız olarak Baalbek'ten kuzeye geçtiler. De­ miryolu, geri çekilmenin ancak bir kısım yükünü taşıyabili­ yordu. Baalbek'ten geriye doğru çekilenler için bakım ve yi­ yecek sağlayan kuruluşlar vardı. 2 Ekim sabahı Albay von Oppen, Şam'dan Rayak'a gi­ den yol üzerinde birkaç saatten beri kaçaklara rastlamadığını ve önündeki cephede düşman görülmediğini ve bu duruma da100



yanarak düşmanın izlemesinin durduğuna karar verilebilece­ ğini bildirdi. Bunun üzerine zaman yitirmeden Rayak cephe­ sinden çekilmeye ve böylelikle düşmanla çatışmayı kesmeye karar verdim. Kararımı Mustafa Kemal Paşa'ya da bildirdim. Albay von Oppen komutasındaki artçı birlikler, Mecdelancer hattını saat 5.00'den sonra ve yürüyüş başlamadan terketti. Yü­ rüyüş düşman kuvvetleri tarafından tedirgin edilmedi. Hiçbir İngiliz süvarisi görülmedi. İstasyondaki su depolan ve makaslar havaya uçurulduktan soma, son trenimiz saat 6.00'ya doğru Rayak'tan hareket etti. Önceleri erlere verilmeyen ya da tren ve kamyonlarla geriye gön­ derilmeyen yiyecek, giysi ve cephane depolan yakıldı. 2 Ekim günü subaylanmla birlikte Baalbek'ten Humus'a hareket ettim. Lübnan ve Antilübnan dağları arasındaki vadi­ lerden geri çekilen birliklerin, teker teker giden ve kilometre­ lerce uzayan kaçak kollannm yanından geçtim. Bunlann ço­ ğu Baalbek - Humus yolunun yansında mola vermişti. Bun­ lann başında çok az Türk subayı bulunması ilgimi çekti. Yor­ gun ve bitkin birliklerdeki erlerin kendilerini toparlayabilmeleri için uzun zamana gerek vardı. Daha önce Humus'a gelen topluluklar da insanda aynı izlenimi bırakıyordu. Herşeyden önce Humus istasyonu çevresinde disiplini kurmak gerekiyor­ du. Burada akla gelebilecek her çeşitten insan vardı. Şehre gi­ ren yollar üzerinde hemen güvenlik bölgeleri kurdurdum. Bu­ raya kadar gelebilmiş birkaç top da yollardan ilerleyecek düş­ mana karşı öne sürüldü. Cemal Paşa büyük çaba harcayarak buradaki başıbozuk­ lardan bir örgüt kurdu. Kuzeye doğru giden yollan keserek Ha­ lep'e doğru yönelen kaçmalan durdurdu. Böylece erleri bu­ rada kolayca toplamak gerçekleşebildi. 101



İngilizler Rayak Grubunu izlemedikleri için, Baalbek'te bulunan Mustafa Kemal Paşa'ya 7. Ordu Karargâhı ile bir­ likte ve trenle Halep'e gitmesini ve 7. Orduyu Halep güneyin­ de toplamasını emrettim. Bu orduya bağlı birliklerden olup da Humus'a gelmiş olanlar, trenle ve kamyonla ya da yaya ola­ rak Halep'e gönderilecekti. 3 Ekimde Baalbek'ten gelecek olan Albay von Oppen'e de, birliklerini trene bindirerek Ha­ lep'e göndermesini ve Mustafa Kemal Paşa'mn emrine gir­ mesini bildirdim. Bu gönderme işi ancak 3 Ekim akşamı başladı. İngiliz­ ler artık izlemekten vazgeçtiği için bu en iyi birliğin artçılık­ tan almmasınca bir sakınca yoktu. Halep ve Hama şehirlerinin de Arap hükümetine katıl­ ması için buralarda bazı çalışmaların başladığı haber verildi. Cemal Paşa komutasındaki 4. Ordu, İngilizler kendileri^ ni sürüp çıkarmcayakadar Humus'ta kalacaktı. Suriye'nin son parçasını savunmak için Halep'te kurulmak istenen birlikler için ancak bu şekilde zaman kazanabilirdik. Cemal Paşa, Hu­ mus'ta bu işi başardı. Trablus'taki Kıyı Bölgesi Komutam, 3 Ekim günü, Bey­ rut'tan gönderilen birkaç savaş gemisinin Trablus'a geldiğini ve daha Arap hükümetine katıldığını ilan etmeyen Antakya'ya da iki kruvazör gönderildiğini bildirdi. 4 Ekimde Baalbek - Humus yolu üzerinden geriye gelen­ ler azalmaya başladı. Öğleden sonra ancak bazı küçük birlik­ ler geldi. 4 ve 5 Ekim günü, Elkatife'ye çekilen birlikler ya­ vaş yavaş Humus'a geldiler. Bunların çoğu, Avusturya OtomobilKolu ile birlikte ve kamyonlarla geriye gönderildi. Bu günlerde İngilizler izlemeyi yavaşlatmış bulunuyordu. Gelen birliklerin üstü, başı ve donatımı Humus'ta elden geldiği ka­ dar tamamlanıyordu. 102



Humus'a vardığımız sırada elimizde keşif çalışmaları için üç uçak bulunuyordu. Bunlardan ikisi her gün Şam yö­ nünde uçuş yapıyor, biri de kıyı yönünü gözetliyordu. Bu şe­ kilde edindiğimiz bilgilere göre, İngilizler, 4 Ekimden soma kuzeye doğru ilerlemeye başlamıştı. Fakat Humus önünde da­ ha bir şey yoktu. 5 Ekim günü havacılarımız, İngilizlerin Baalbek'e yaklaştığını haber verdiler. Küçük süvari birlikleri Ba­ albek'in yakınma gelmişti. Değerli Kurmay Başkanı Kâzım Paşa bu sıralarda hasta­ landı. Yolda çok sıkıntı çekmiş ve artık dayanma gücü kalma­ mıştı. Onu Halep'e gönderdim. Kurmay Başkanlığına çetin günlerde çok iyi çalışan Binbaşı Prigge'yi getirdim. Düşmanın deniz kuvvetlerinin etkisiyle kıyı şehirlerinin arka arkaya Arap hükümetine katılması ve gerilerde Bedevi­ lerin düşmanca hareketleri bende kuşku uyandırıyordu. Ha­ ma ve Halep gibi iç şehirlerde de bazı hazırlıkların başladığı yolunda haberler geliyordu. Büyük İngiliz kuvvetleri Humus'a ilerlerse nasıl dayramlacağı konusunu Cemal Paşa ile görüş­ tükten soma, 5 Ekim günü ben de Halep'e hareket ettim. Tren ulaşımı akla gelmeyecek kadar kötüydü. Halep'e giden dört tren, lokomotiflerin su bulamaması yüzünden saatlerden beri Hama'da bekliyordu. Yol üzerinde düzenin sağlanması gerek­ ti. Aksi durumda birliklerin ve malzemenin Halep'e ulaştırıl­ ması mümkün olamayacaktı. Halep'e 6 Ekim sabahı vardık. Aynı gün 2. Ordu Komu­ tanı ile 7. Ordu Komutam ve büyük rütbeli sivil memurlarla toplanıp görüşmeler yaptık. Şehirde güvenliğin, Halep istas­ yonunda düzenin sağlanması, kıyıda Arap hareketinin geniş­ lemesinin önlenmesi ve Ordular Grubunun geriyle bağlantısı bakımından güçlü bir ele gereksinim Vardı. 2. Ordu Komuta103



nı Nihat Paşa'yı bu amaçla Adana'ya göndermeye karar ver­ dim. İskenderun ya da Mersin'e düşmanın yapacağı olası bir çıkarma hareketi, Adana'dan daha iyi önlenebilirdi. Gerçekte Türk Genel Karargâhı da İskenderun körfezine ya da Adana güneyine bir çıkarma yapılabileceğini bildiriyordu. Verdiğim karşılıkta, böyle bir çıkarmanın ancak düşmanın Halep'e doğ­ ru yürümesi sırasında yapabileceğini bildirdim. 146. Alayın da kamyonlarla Halep'e gönderilmesini Ce­ mal Paşadan istedim. Uçak raporlarına göre, İngilizler, Rayak ve Zahle'de top­ lanan tümenleriyle 9 Ekim günü kuzeye doğru ilerlemeye baş­ lamışlardı. Bu harekât, 10 ve 11 Ekimde Baalbek'e vardı ve buradan kuzeye doğru devam etti. Her yerde Bedevi ordugâh­ ları görülüyordu. Düşmanın ilerleyen birliklerinin durumu, 11 Ekimdeki uçak raporlarına göre şöyleydi: Dört düşman sü­ vari bölüğü Baalbek'i geçiyordu. On piyade taburu ve sekiz süvari bölüğü, yan yana dört yürüyüş kolu olarak Baalbek'in 10 kilometre güneyinde bulunuyordu. Aynı çizgide ve yol üze­ rinde 4 kilometre derinliğinde bir topçu kolu vardı. Rayak-Baalbek yolu batısında on iki piyade taburu ve on sekiz süvari bölüğü görülmüştü. Zahle yolunda 5 kilometre derinlikte bir topçu kolu belirlenmişti. Rayak'ta bir İngiliz havaalanı vardı. Ayrıca Şerif FaysaFm da Şam'da kuzeye doğru yürüyü­ şe geçmek üzere aşağı yukarı 20 bin kişi kuvvetinde bir Arap ordusu kurduğu yolunda haberler geliyordu. Humus'ta bulunan birliklerimizin bir kısmı Halep'e ta­ şınmış ve Hama üzerinden yaya yürüyüşle geri çekilmişti. 11 Ekim günü dört bölük kuvvetindeki İngiliz süvarisi, Ba­ albek üzerinden Humus'un 30 kilometre güneyine kadar iler­ ledi. Bunun üzerine 4. Ordu Karargâhı Humus'u bıraktı ve 12 104



Ekimde Hama'ya çekildi. Artçılar da bu yönde yürüyüşteydi­ ler. Humus-Hama demiryolunun teknik inşaatı da yıkıldı. Bu sıralarda Halep'te 1. Tümen ile 11. Tümeni yeniden kuran Mustafa Kemal Paşa, bu işte çok ilerlemişti. Halep'in güneyindeki köylerde bulunan bu tümenlerin her birinde 5.500 kişi vardı. Fakat topçuları çok güçsüzdü. 146. Alay, Adana'nm batısındaki Yenice istasyonuna 2. Ordu emrine gönderildi. Asya Kolu da burada bulunuyordu. Hama'daki 4. Ordu da ortadan kaldırılarak Halep'e doğru çe­ kilen birlikler Mustafa Kemal Paşa'nm emrine verildi. 14 Ekim günü öğle üzeri İngiliz süvarileri Humus'a gir­ diler ve burada herhalde iyi karşılandılar. Çünkü Halep'in gü­ neyindeki bütün yerlerde Türk düşmanlığı yaygındı. Ordu çe­ kilmeye başlaymca Türk memurları da işlerini hırakmış, geri çekilmişlerdi. Ekim aymın bu günlerinde Halep'te çok sıcak bir hava hüküm sürüyordu ve yollar, bütün gün süren taşıma yüzünden toz içindeydi. Çevredeki tepelerde ve istasyon yanında büyük ordugâhlar kurulmuştu. Hastahaneler ile hafif hastaların ve birçok malzemenin Adana ve Toroslara doğru gönderilmesi­ ne başlanmıştı. Fakat düzensizlik, çok şeyi aksatıyordu. Al­ manya'da izinli olan Binbaşı Mohlsen'in dönüşüyle işler bi­ raz düzeldi. Ordular Grubu Karargâhı, Musul'daki 6. Ordudan ve Ha­ lep'ten aralıksız telgraf haberleri alıyordu. Bağdat hattının Cırablus'taki fazla malzemesi Halep'in birkaç kilometre kuze­ yindeki Mülimeye'ye gönderildi. Düşmanın İskenderun körfezindeki hareketleri de bugün­ lerde artmıştı. 14 Ekimde iki muhrip ile bir gözetleme gemi­ si limana girerek İskenderun'daki bataryalarımızı topa tut105



muştu. Bu sırada gemilerden biri beyaz bayrakla denize san­ dal indirmiş ve düşman subaylarım karaya çıkarmıştı. Bu su­ baylar Türk komutanıyla görüşmelerde bulunduktan sonra dönmüşler ve gemiler limanı terk etmişlerdi. Ordular Grubu bunu öğrenir öğrenmez, bu biçimdeki dav­ ranışları yasaklamış ve İskenderun'un güneydoğusundaki Be­ len geçidinde bulunan 41. Tümeni İskenderun'a göndermişti. İskenderun'a giden yolun Halep-İslâhiye şosesinden-ayrıldığı yerde de -yani Katma'da- 24. Tümen oluşturulmuştu. Humus'a yaklaşan düşman birlikleri, Hama'ya doğru ilerliyordu. Mustafa Kemal Paşa, 17 Ekimde Hama'yı bo­ şaltma emrini verdi ye buradaki kuvvetlerini kuzeye çekti. Ben de Grup Karargâhımın büyük bir kısmını Adana'ya ve Al­ man Karargâhının büyük bölümünü de Pozantı'ya gönder­ dim. Yanımda yalnız savaş harekâtında ve geriye taşınma iş­ lerinde yararlı olacak subaylar kaldı. Türk makamlarıyla sü­ rekli görüşmeler dolayısıyla Kurmay Başkanımın Türk olma­ sı gerekiyordu. O zamana kadar Mustafa Kemal Paşa'nm Kurmay Başkanlığını yapan Albay Sedat Beyi eski görevle­ rinden tanıyordum. Bu subay, 19. Tümeni Galiçya cephesin­ de ve Filistin'de başarıyla yönetmiş, 1 Ağustosta da 7. Ordu Kurmay Başkanlığına getirilmişti. Binbaşı Prigge'nin yerine Albay Sedat Beyi Kurmay Başkanı olarak aldım. Türkiye'nin İtilâf devletleriyle görüşmelere başladığına ilişkin İstanbul'dan haberler geliyordu. Bu haberler gerçi res­ mî değildi, ama duruma bakınca bunun olanaksız olduğu dü­ şünülemezdi. Bu haberler karşısında bazı Alman subayları telâşa düş­ tüler ve Karadeniz'i vapurla aşarak güvenlik içinde Güney Rusya'ya gidebilmek için Ulukışla'da ulaşım kolları hazırla106



mak istediler. Bu isteği kabul etmedim. Çünkü Türkler gerçek­ ten ateşkes yaparlarsa, düşman gemileri en kısa zamanda Bo­ ğazlardan geçip Karadeniz kıyılarını da abluka edeceklerdi. Bundan başka yeni sadrazam İzzet Paşa'nın bir görüşme du­ rumunda yabancı bir savaş alanında çarpışan Alman birlikle­ rinin ülkelerine serbestçe dönmeleri için olanak hazırlayaca­ ğına inanıyordum. Bu nedenle istenen hazırlığı yaptırmadım. Düşman 19 Ekimde Hama'ya girdi. Burada da sevinçle karşılandığına kuşku duyulmamalıdır. Bu durum karşısında Mustafa Kemal Paşa, artçılarını biraz daha yukarıdaki Hemedaniye istasyonuna aldı. Antakya'ya giden keşif müfreze­ si, burayı açık bulmuştu. Bedeviler bu kez de Halep'e dolmuşlardı. Ortada bir ka­ rışıklık olmamasına karşın, gece ve gündüz her yanda tüfek sesleri işitiliyordu. Biz geriye gönderilecek eşya ve malzeme­ yi Adana ve Pozantı'ya yollamıştık. Yeni kurulan 1. Tümen ile 11. Tümenin savaş yeteneği her gün artarken, Müslimiye istasyonunda 43. Tümenin kurulması işi de hızla ilerliyordu. Yalnız Katma'daki 24. Tümen zayıftı. İskenderun'a savaş ge,mileri uğramaya devam ediyordu. Gerektiğinde bu tümenin Iskenderun'a gönderilebilmesi için emrine bir kamyon kolu ve­ rildi. İngilizler, öncüleri ve asî Arap kuvvetleri ile Halep'e doğ­ ru ilerlemeye başlamışlardı. Mustafa Kemal Paşa da artçıla­ rımızı buna göre yönetiyordu. 23 Ekim günü Hansebil de İn­ gilizlerin ve Bedevilerin saldırısına uğradı. Bu sırada Halep istasyonu da havadan sık sık bombalanıyordu. 23 Ekim günü şafakla birlikte İngiliz ve Fransız savaş ge­ mileri, İskenderun'un güneybatısındaki Arsuz önüne gelerek ateş açmış ve karaya asker çıkarmaya kalkmıştı. 41. Tümenin kıyı korumaları işe karışınca düşman çekilip gitmişti. 107



2 Ekim günü yanımdaki bir iki subayla birlikte ben de Ha­ lep'ten ayrıldım. 23 Ekim günü Osmaniye 'de bulunan 15. Ko­ lordu Komutanı Ali Rıza Paşa ile Erzin ve Payas'ta bulunan birliklerin desteklenmesi sorununu görüştüm. Aynı gün öğle­ den sonra Adana'ya hareket ettim. Ordular Grubu Karargâhı dört günden beri burada bulunuyordu. 2. Ordu Komutanı Ni­ hat Paşa ile görüşerek İskenderun'daki 41. Tümen ile 47. Tü­ meni bu ordunun emrine verdim. Halep'e gelen Bedevilerin sayısının çok artması karşısın­ da 24 Ekim günü sıkıyönetim ilân etmek zorunda kaimdi. Düşman zırhlı otomobilleri ve süvarileri Halep'in güne­ yindeki askerlerimize kadar yaklaştılar. Fakat ateşle karşıla­ şınca geri çekildiler. İngilizler 22 Ekimde Musul'un güneyindeki Fethiye'de 6. Ordunun ileri mevzilerine saldırdılar. 24 Ekim gecesi 6. Or­ du birlikleri geri çekilmek zorunda kaldılar. Daha önce 2. Or­ duya bağlı olan Fırat Grubu, ordu emrine verildi. Bu birlikle­ rin gerektiği zaman Cırablus'ta Fırat geçidini savunması ka­ rarlaştırıldı. Halep'in güneyindeki çatışmalar ise 25 Ekimde başladı. Bu çarpışmalar, artçı çatışmalarını aşan bir büyüklükteydi. Türk birlikleri eskiye göre daha iyi dayanıyordu. Araplar ise Şerif Faysal'm komutasına bir an önce girmek için sabırsız­ lanıyorlardı. İngilizler süvarilerini kuwetlendirmek için kamyonlarla pi­ yade birlikleri de getirdiler. Araplar öğleden sonra 1. Tümen mevzilerine saldırdılar, fakat geri püskürtüldüler. Biraz soma 1500 Bedevi kısa bir çarpışmadan soma doğudan şehre girip Kale ile Hükümet Konağım ele geçirdiler. Soma 7. Ordu Ka­ rargâhının bulunduğu Merkez Komutanlığına saldırarak bura108



sini ele geçirdilerse de, az zaman sonra geri sürüldüler, sokak çatışmalanyla şehirden tam olarak çıkarıldılar. Şehir halkından bir kısım Arap da silâhlanarak Bedevilerle birlikte çarpışmıştı. Mustafa Kemal Paşa, akşama doğru karargâhını şehrin dışında ve istasyonun 2 kilometre kadar kuzeyinde bulunan bir tepeye aldı ve şehri boşalttı. Ali Fuat Paşa'nın komutası altında bulunan ve Bedeviler tarafından yakından izlenen 1. Tümen ile 11. Tümen, şehrin batısından kuzeye çekildiler. İs­ tasyonun bir kısmı, çekiliş sırasında havaya uçuruldu. 20. Ko­ lordu adını alan 1. Tümen ile 11 .Tümen, 26 Ekim sabahı Ha­ lep'in 8 kilometre kuzeyindeki Büyük tepelerinde konuşlan­ dılar. Saat 10.45'te düşmanın dört süvari alayı, zırhlı otomo­ biller ve piyadelerin de katıldığı bir saldırı yaptı. 1. Tümen bir saat süren çarpışmalardan soma bu saldırıyı kırdı. 7. Ordu Ka­ rargâhı da Katma'ya taşındı. 2. Orduya verilen bir emirle Hü­ cum Taburu ile kuvvetli bir makineli tüfek birliği trenle Kat­ ma'ya gönderildi. Bundan somaki günlerde Mustafa Kemal Paşa'nın 1. Ordusu birçok saldırıya uğradı, ama bunların hepsini geri püs­ kürtmeyi başardı ve şu yere çekildi: Cephe, Marata'dan başla­ yıp İskenderun'a giden yol üzerinde Babulit-Halilli üzerinden Tatmaraş'ı ve demiryolunu geçiyor ve Cirbin doğusuna kadar uzanıyordu. Güvenlik birlikleri de Halep'in 25 kilometre ku­ zeybatısındaki Ziyaret'e kadar ileri sürülmüş bulunuyordu. İşte tam bu sıralarda, yani 31 Ekimde ateşkes yapıldığı haberini aldık. Ordu, bu son günlerdeki savaşlarda silâhının şan ve şerefini korumayı başarmıştı. Sadrazam İzzet Paşa, 30 Ekim tarihli bir telgrafla, Ko­ mutayı Mustafa Kemal Paşa'ya bırakarak İstanbul'a dönme­ mi bildirdi. Alman subay ve birliklerinin de İstanbul'a gön109



delirmesi gereğini bu telgrafta belirtiyordu. Almanların ken­ di ülkelerine gönderilmesi konusu da sadrazamın ısrarıyla ateşkeste karşı tarafa kabul ettirilmişti. Alman birlikleri Yenice istasyonunda yolculuğa hazır­ landılar. Fakat yazgımızda bu sırada ortaya çıkan kolera has­ talığına da kurbanlar vermek varmış. Bütün savaş boyunca kahramanca çarpışan Albay von Oppen de bu kurbanlardan biri oldu. Alman birliklerinin ülkelerine gönderilmesine 1 Kasma­ da başlandı. Erler yalmz ellerindeki silâh ve cephaneleri ko­ ruyor; öteki savaş malzemesi Türk komisyonlarına teslim edi­ liyordu. 31 Ekim günü Ordular Grubu Komutanlığını Mustafa Kemal Paşa'ya devrettim. Bu zamana kadar emrimde bulu­ nan birliklere de şu bildirimi yazarak veda ettim: Adana: 31 Ekim 1918 Ordular Grubunun sevk ve yönetimim Mustafa Ke­ mal Paşa'nın birçok savaşta şeref kazanmış güçlü ellerine bırakmak zorunda olduğum şu sırada, emrim altında Osmanb İmparatorluğu'nun yararına savaşmış bütün subay, memur ve erlerin hepsine candan teşekkürlerimi sunarım. Beni Ordular Grubunun pek çok subay ve erlerine sı­ kı sıkıya bağlayan Gebbolu savaşlarının şan ve şeref dolu günleri, bütün tarih boyunca unutulmayacaktır. Bizim başarılarımızın bir zinciri olan ve aralıksız al­ tı buçuk ay süren Filistin'deki çetin savunma, özellikle Telazur, Turmusaya, Elkefir ve iki Şeria savaşı -ki hepsi ay­ rıca bizden çok üstün düşmana karşı kazanılmıştır-, Os­ manlı Ordusunun ve onunla omuz omuza çarpışan Alman­ ya ve Avusturya birliklerinin cesaretinin bir örneğidir. 110



Bu süre içinde olup bitenleri hatırlayınca, Osmanlı Devleti'nin kendi cesur evlâtlarına dayanarak geleceğe gü­ venle bakabileceğini düşünüyorum. Allah'ın Osmanlı milletinin ve onun müttefiklerinin savaş yaralarını geleceğin barış ve sükûn dolu yıllarında iyileştireceğine inanıyorum. Liman von Sanders 31 Ekim günü öğle üzeri yanımdaki birkaç Alman suba­ yı ile birlikte Adana'dan ayrıldım. Mustafa Kemal Paşa ve Adana'da bulunan bütün subaylar beni uğurlamak için istas­ yona gelmişlerdi. Buradaki 'Saygı Bölüğü' Türkiye'de se­ lâmladığım son birlik oldu.



111



XXIV BİTİRİRKEN 4 Kasım günü İstanbul'a vardım. Alman görevlilerin ço­ ğu (Akdeniz Tümen Komutanlığı, Deniz Komutanlığı, Türk Genelkurmayının Alman Başkanı ve örgütleri) ile İstanbul yakınındaki Alman birlikleri vapurlarla Odesa'ya gönderili­ yordu. Ukrayna üzerinden yurda kavuşacaklardı. İstanbul'da toplanabilen Alman görevlileri ve birliklerinin hepsi bu yol­ dan gönderildiler. Alman Genel Karargâhı, Türkiye'de bulunan bütün Alman subay ve birliklerinin komutasını ve bunlann Almanya'ya gön­ derilmesi görevini bana vermişti. Benimle birlikte cepheden dönen subaylarla, İstanbul'daki Alman Askerî Kurulunun Ka­ rargâhına yerleştim. Suriye'deki ve ülkenin diğer uzak yerle­ rindeki Alman subay ve erlerinin İstanbul'a gelmesi, ilk haf­ talarda demiryollarındaki tıkanıklıklar ve kömür darlığı yüzün­ den çok yavaş oluyordu. 6. Ordudan gelmesini beklediğimiz 1200 kişilik Alman-Avusturya grubunun gelmesi, belki daha haftalarca sürecekti. Bunlar kendiliklerinden otomobil kollan ile desteklenen bir yaya yürüyüşüyle Karadeniz kıyısındaki Samsun'a ulaşmaya çalışıyorlardı. Kasım ayının ilk yansında 113



gelen subay ve birlikler, kısmen Beyoğlu'na ve büyük bir kıs­ mı da Anadolu yakasındaki yerlerine yerleştirildiler. Kasım ortalarında Çanakkale Boğazı açılınca, İtilâf dev­ letlerinin filoları da İstanbul'da göründü. Bir süre sonra da İn­ giliz ve Fransız askerleri karaya çıktı. Türkiye'nin o günlere kadar çarpıştığı bu askerlerin gelmesiyle, Beyoğlu, bir Türk şehrinden çok, bir Yunan şehri görünümü aldı. Birçok evlerin ön yüzünde Yunan bayrakları sallanıyordu. Önde bando olmak üzere, sokaklardan geçen İtilâf devletlerinin birliklerinin önün­ de birçok 'Levanten' yürüyordu. Bunlar subay ve erlere çi­ çekler atıyor, bağrışıyor, kucaklaşıyor ve şapkalarını havaya fırlatıyorlardı. Bütün bu gösterilerin herhangi bir değer taşı­ dığını kimse ileri süremez. Çünkü bu gösterileri yapanların ço­ ğu, bütün savaş boyunca hiçbir kötülüğe uğramadan İstan­ bul'da oturmuş ve hiç ses çıkarmamış insanlardı. 19 Kasımda General von Lenthe ile erkânı ve Alman As­ kerî Kurulunun büyük kısmı, Odesa ya da Nikolayef üzerin­ den Ukrayna'ya ve oradan da Almanya'ya geçmek üzere bir Türk vapuru ile İstanbul'dan ayrılırken, ben de kalan subayla­ rımla birlikte Moda'ya taşındım. Çünkü İtilaf devletlerinin temsilcileri ile Türk memurlarından kurulu komisyon, Alman­ ların Anadolu yakasında kalmasını kararlaştırmıştı. Herhan­ gi bir çatışmayı önleme açısından, bu karar yerindeydi. İstanbul'a gelen İngiliz askerî memurları, Alman birlik­ leri ile ilgili işleri üzerlerine almışlardı. 13 Kasım günü Beyoğlu'nda, İngilizlerin Selanik Ordusu Kurmay Başkanı Ge­ neral Curry ile Alman birliklerinin geri gönderilmesi işini gö­ rüşmüştüm ve kendisiyle aynı görüşte olduğumu anladım. O gittikten soma da bu gibi işleri, İstanbul'daki İngiliz Kurmay 114



Başkam Fuller'le görüştük. Bu kişi de çok güç işleri arasında elinden geldiği kadar yardım etti. Oradaki karışıklıklar yüzünden, Almanların Köstence ya da başka bir Romanya limanı üzerinden gönderilmesi olanak­ sızdı. Odesa ve Ukrayna üzerinden gönderme işi de bir süre devam ettikten sonra, Ukrayna'da başgösteren çarpışmalar do­ layısıyla güvensiz duruma geldi. Suriye ve Filistin'den gele­ cek birliklerin Ukrayna'dan gönderilmesi gerçekte doğru de­ ğildi. Çünkü bunların üzerindeyazlık elbiseler vardı. Karade­ niz'i geçip demiryollarında uzun beklemelerden soma orala­ ra varmak hiç uygun değildi. Ayrıca gidenler pek çok yerde yaya yürümek zorunda kalıyordu. Suriye ile İstanbul arasındaki iklim farkını anlatmak için belirteyim ki, bu birlikler oradan İstanbul'a geldikten sonra dört hafta içinde soğuk algınlığından 80 kişi öldü. Haydarpaşa'daki büyük Alman Hastahanesine 1200 has­ ta dolmuşta. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorp'a yap­ tığım Ukrayna yoluyla gönderme işinden vazgeçilmesi yo­ lundaki öneri, sıhhiyecilerin de desteklemesiyle kabul edildi. Almanlar, bundan sonra ülkelerine gemilerle gönderilecekti. Fakat ortada gemi ve kömür yoktu. Gideceklerin sayısı ise 10 binin üstündeydi. Türk Harbiye Nezareti, 9 Aralık günü, Ukrayna üzerin­ den Almanya'ya hareket etmem için emir verdi. Üzerimde Al­ man birliklerinin komutası ve bunların Almanya'ya gönderil­ mesi sorumluluğu varken artık Türk Harbiye Nezaretinin em­ rine uymak zorunda bulunmadığımı Amiral Calthorp'a bildir­ dim. Söz konusu emir, böylece yerine getirilmeden kaldı. 19 Aralıkta benim Büyükada'ya ve diğer Alman subay­ larının da bu adaya ve diğerlerine geçmesi bildirildi. Adalara 115



taşınma bundan sonraki günlerde yapıldı. Fakat Almanların bir kısmı yine Anadolu yakasında kaldı. Irak'taki 6. Orduda görev yapmış Alman ve Avusturya­ lılar, 1919 yılının ocak ayı başında vapurla Samsun'dan Hay­ darpaşa önüne getirildi. Çektikleri sıkıntı yüzünden bunlar Samsun'da çok ölü vermişlerdi. Hazırlanan beş büyük gemi ile Almanya'ya gönderilece­ ğimiz bize 24 Ocak 1919 'da bildirildi. Bu gemiler, Alman mürettabatlı Etna Rickmers, Lili Rickmers, Patmos, Kertyra ve Akdeniz vapurlarıydı. Bunlar uzun yolculuğa hazırlandıktan sonra, 27 Ocak günü 120 subay ve 1800 er ile İstanbul'u terkedecektik! Etna Rickmers vapuruna bindim. Gemilerin iki gün aray­ la hareket etmesi ve Cebelitarık'tan kömür alması kararlaştı­ rılmıştı. Alman Askerî Kurulunun yöneticileri son vapur olan Akdeniz'le geleceklerdi. 29 Ocak günü Haydarpaşa'dan hareket ettik ve 30 Ocak günü gök gürültüsü ve şimşekler arasında Çanakkale'den geç­ tik. Büyük dalgalarla boğuştuktan sonra 3 Şubat günü Mal­ ta'ya vardık. Malta'ya uğramak hesapta yoktu. Fakat kaptan, aldığı telsiz emrine uyarak Marsa Sirokko limanına girdi. Bu limanda üç hafta kadar kaldık. 25 Şubat günü gemi Cebelitank'a kadar olan kömür gereksinimini almak için bir iç lima­ na götürüldü. Bunu haber verdiğim zaman herkes çok sevin­ di. Bana karaya çıkmamı söylediler. Yiyecek ve kömür işi için valiye başvurmuştum, beni bu işi görüşmek üzere çağırıyor­ lar sandım. Oysa bir İngiliz subayı ile birlikte bindiğim mo­ tor karaya yanaşınca bana savaş esiri olduğumu söylediler. Ya­ verim ile emir erim Almanya'ya gitti. Ben Malta'da kaldım. 116



Öteki gemiler ise uzun süre İstanbul 'da alıkonulmuşlar ve sonunda Hamburg ve Bremen'e gönderilmişler. Malta'dan ancak 21 Ağustos günü İngiliz savaş gemisi Ivy ile aynlabildim. Venedik, Verona, İnnsburck üzerinden Al­ manya'ya döndüm. «



117



Yukarıdaki hikâyelerle ben, yalnız gerçeği anlatmaya ça­ lıştım. Elimdeki belgeleri, bugünün şartlarını gözönünde tuta­ rak, ancak bazı olayları aydınlatıcı bilgiler verecek biçimde kullandım. Öteki belgeler ise ancak gerçek hayattan aynlabildiğim zaman açıklanacaktır. Geriye dönüp baktığım zaman görüyorum ki, Türkiye'de yüksek bir makamda ve tam olarak askerî çalışmalar içinde geçmiş beş yıl var. Bu durum bana o zamanlar için istenmiş olan ile elde edilebilen arasında karşılaştırma yapmak ve dü­ şüncemi açıklamak hakkını veriyor. Almanya savaştan önce, Türkiye'ninheryönden gelişme­ si için çeşitli bakımlardan yardım ve desteklenmesinden çok şey bekliyordu ve bu konuda oldukça iyimserdi. Savaş sıra­ sında ise, Almanya, Türkiye'den bir müttefik olarak istediği şeylerden ekonomik olanlarının birçoğunu sağlayamadı. Al­ manya'nın Türkiye'den askerî alandaki istekleri ise, olduğun­ dan çoktu ve doğal olarak ki bu yerine getirilemedi. Türkiye, yalnız Boğazların savunmasıyla kalmayacak, çok uzak sınırlarını koruyacak, ayrıca Mısır'ı ele geçirecek, İran'a bağımsızlık kazandıracak, Doğu Kafkasya'da bağım119



sız devletler kuracak, olabilirse Afganistan üzerinden Hindis­ tan'a yönelecek ve Avrupa savaş alanlarına etkili yardımda bulunacaktı. Askerî yönetim altında bulunan o zamanki Türkiye, ken­ di öz hedefleri ile maddî olanaklarını bağdaştırmasını bece­ remediği için en büyük sorumluluğu taşır. Almanya ise, elindeki olanaklarla Türkiye'nin neler ya­ pabileceğini açıkça, soğukkanlılıkla ve nesnel olarak değer­ lendiremediği için suçludur. Bu durum karşısında, Binbir Gece Masalları ile Arabis­ tan çöllerinin serabının Almanya'nın kesin görüşünü bulan­ dırdığı söylenebilir... Liman von Sanders



120